SÖZLÜ KÜLTÜRDEN YAZILI KÜLTÜRE DELİLİK: SON ASIR TÜRK ŞAİRLERİ, 2023
Osmanlı'da matbaa kültürünün tam olarak içselleştirilmediği, bununla birlikte sözlü kültürden ya... more Osmanlı'da matbaa kültürünün tam olarak içselleştirilmediği, bununla birlikte sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş sürecini tartışmaya imkân tanıyan XIX. ve XX yüzyıl başlarına ait biyografi metinleri, "delilik" konusunda içerdiği bilgilerle toplumun deliliğe bakış açısını yansıtan önemli kaynaklar arasında yer alır. Türk halk bilimi çalışmalarında "delilik" kavramı, şimdiye kadar biyografi metinlerinden hareketle tartışmaya pek açılmamıştır. "Her topluluğun kendi folkloru vardır" sözünden yola çıkarak şehir kültürüne ait, üst sınıfa mensup eğitimli şairlerin bir grup oluşturmasından hareketle Osmanlı'nın son döneminde "deli" olarak adlandırılan şairler toplumda nasıl karşılanmışlardır sorusu üzerine düşünmek gerekir. Bu yazıda Son Asır Türk Şairleri'nde "deli" olarak adlandırılan şairler, hem kültür çevreleri ve dönemleri açısından değerlendirilecektir. İbnülemin Mahmud Kemal İnal tarafından Son Asır Türk Şairleri'nde çeşitli sebeplerle akıl sağlığını kaybeden ve normal dışı davranışlar sergileyen şairlerden söz edilirken bu şairlerden bir kısmının akıl hastalığından ziyade aykırı kişilikleriyle ön plana çıktığı görülür. Ayrıca bu kişilerin tezkirede deli, mecnun ve meczup şeklinde farklı adlandırmalarla ele alındığı fark edilir. Bu sebeple yazıda, tezkirede yer alan şairler arasında aykırılık yaratan durumlar nelerdir, akıl sağlığını yitiren şairlerin deli, mecnun ve meczup gibi ayrıştırılmasında ayırt edici unsurlar nelerdir, bu adlandırmalar "romantik", "akıllı" ve "kutsal" deli kavramları çerçevesinde tartışılabilir mi sorularına cevap aranacaktır. Osmanlı toplumunda akıl sağlığı yerinde olmayan kişilerin, hastalıklarının derecesine göre farklı uygulamalara tabii tutulduğu, genellikle gündelik hayatta diğer insanlar ile iç içe bir yaşam sürdükleri ve toplumsal alandan dışlanmadıkları görülür. Michael W. Dols deliliği "romantik", "akıllı" ve "kutsal" olmak üzere üç şekilde sınıflandırır. Son Asır Türk Şairleri'ndeki biyografilere bakıldığında, Dols'un sınıflandırmasında olduğu gibi deliliği birbirinden ayırmak pek mümkün görünmemektedir. "Romantik" deli olarak adlandırılabilecek bir kişinin aynı zamanda "akıllı" ve "kutsal" delilik özelliklerini taşıdığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte "romantik" delilikle "akıllı deliliğin" bir arada ve aynı şekilde "akıllı" delilik ile "kutsal" deliliğin birlikte görüldüğü de dikkati çekmektedir. Ayrıca eserde akıl sağlığı yerinde olmayan kimi şairlerin yaşadıkları büyük travmalar neticesinde, sonradan akıl sağlıklarını kaybettikleri anlaşılmaktadır. Akıl sağlığını yitirmelerindeki neden ailevî, sosyal ve siyasal olabildiği gibi edebî metinlerin etkisiyle de ilişkilidir. Edebî metinlerde Mecnun tipinin âşık kimliği için bir model teşkil etmesi, şairleri Mecnun gibi davranmaya itmiş görünmektedir. Yaşamlarının merkezine aşkı alarak toplumdan kendilerini izole eden şairler, karşılarına çıkan otoriteye de karşı çıkmışlardır. Dönemin siyasi atmosferine bağlı olarak iktidara muhalif eleştiriler getiren şairler de aykırı bulundukları için deli olarak adlandırılmıştır. Hatta deli olmamalarına rağmen bazıları hükûmete yönelik eleştirilerde bulundukları için herhangi bir cezaya maruz kalmamaları için yakınları tarafından deli kılıfına sokularak akıl hastanesine yatırılmışlardır. İçki içmek de sözlü kültürde delilik sebebi olarak görülmüş, içkiye müptela şairlerin akıllarını "doğru yolda" kullanamadıkları için trajik sonları ibretlik bir ders olarak okura sunulmuştur. Tanrı aşkıyla cezbeye kapılan meczupların ise normal dışı davranışlar göstermesi toplumsal hayatta olağan karşılanmış, hatta bu kişilerin bilinmezlik âleminin habercileri olarak makamlarının velilik mertebesinde olduğu düşünülmüştür. Toplumsal kurallara uymamaları, dini vecibeleri yerine getirmemeleri, normal dışı davranışlar sergilemeleri, aşka ve içkiye müptela olmaları yadırganmamıştır. Anahtar Kelimeler Sözlü kültür, yazılı kültür, delilik, Son Asır Türk Şairleri, mecnun, meczup.
takma adıyla yayımladığı Meryem Gibi (1991) romanı kadını özne konumuna getirmesi yönüyle dikkate... more takma adıyla yayımladığı Meryem Gibi (1991) romanı kadını özne konumuna getirmesi yönüyle dikkate değer bir eserdir. Romanın hem ana karakteri hem de anlatıcısı olan Melda, özgür kadın imajına uygun olarak kurgulanmak istenmiştir. Melda evlilik dışı ilişkisinden çocuk sahibi olmasıyla benliğini sorgulamaya ve kendine yeni bir kimlik inşa etmeye çalışır. Kendi kimliğini keşfederken ailesine ve sosyal çevresine ışık tutar. Melda ne "evdeki melek" ne de "canavar kadın" tipolojisine benzer. Bir taraftan toplumsal ahlâka uygun hareket etmeye diğer taraftan özgürlüğünü yaşamaya çalışır. Bu durum Melda ile sosyal çevresi arasında bir çatışmanın doğmasına yol açar. Meryem Gibi, kadın karakterin bakış açısıyla yazılmış olmasına rağmen romanda "kadınlık rolleri" ataerkil düzenin bir uzantısı olarak eril dile göre şekillenir. Bu yazıda Melda'nın sosyal çevresinde bir birey olarak kendi kimliğini inşa etme süreci tartışılacaktır.
One of the issue that Tanzimat writers dwelled on, is the enslavement problem is will represe... more One of the issue that Tanzimat writers dwelled on, is the enslavement problem is will represent important datas to understand and interprate Ottoman modernism period. The policy of Ottoman goverment through to enslavement can be seen in literary narratives of the period’s writers such as Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Recaizâde Mahmut Ekrem and Samipaşazâde Sezai. In this article, based up on Samipaşazade Sezai’s Sergüzeşt novel, Ottoman modernism period will bring forward with focusing enslavement problem. In this frame the message that is given to reader by preface of Sergüzeşt, will be evaluated with historical perspective, after drawing a frame for state enforcement of enslavery In Tanzimat period , fictionalisation of Cherkes representations, conflict of high class, westernized Ottoman intellectuals will be discussed. Definition of enslavement problem in the Ottoman modernization process and solutions of this problem will be answered through out the analyzation of the novel characters.
In this article, Aylaklar (1965) which is the first novel published under Melih Cevdet
Anday’s o... more In this article, Aylaklar (1965) which is the first novel published under Melih Cevdet
Anday’s own name, is to be open to discussion in line with the connection of individuals and environment via historical perspective. Transition in society, experienced after the proclamation of Constitutional Monarchy, has been reflected through characters located on the mansion that inherited by Şükrü Pasha. Individual who live the moment in the mansion and get accustumed to this thought as a life-style, being dragged into struggle for life by the truth revealed after the mansion was sold out. The lust of these individuals, do not have enough equipment for struggling, uncovers a tragicomic scene where they are in search of a ‘’ hand’’ that will carry them somewhere. Therefore, impacts of changing effects on individuals after the Republic period, are being reflected with an ironic way in the Aylaklar novel. Charachters, who may not settle with values of changing society and are deprived of power to realise their only possession ‘’dreams’’, keep struggling until draining each other by holding on the past. In this novel, modernization phenomenon, which was changed into a sistematical movement through Reform Area, presented as reckoning between Ottoman Emprie and Republican Turkey.
Based on critically analyzing Yeniçeriler, this paper aims to evaluate how ‘reality’ and ‘fiction... more Based on critically analyzing Yeniçeriler, this paper aims to evaluate how ‘reality’ and ‘fiction’ have been constructed and to what extent this construct overlaps with the dominant ideology of the Tanzimat Era, and to open to discussion the ‘anti-jannisary’ concept in light of betrayal.
SÖZLÜ KÜLTÜRDEN YAZILI KÜLTÜRE DELİLİK: SON ASIR TÜRK ŞAİRLERİ, 2023
Osmanlı'da matbaa kültürünün tam olarak içselleştirilmediği, bununla birlikte sözlü kültürden ya... more Osmanlı'da matbaa kültürünün tam olarak içselleştirilmediği, bununla birlikte sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş sürecini tartışmaya imkân tanıyan XIX. ve XX yüzyıl başlarına ait biyografi metinleri, "delilik" konusunda içerdiği bilgilerle toplumun deliliğe bakış açısını yansıtan önemli kaynaklar arasında yer alır. Türk halk bilimi çalışmalarında "delilik" kavramı, şimdiye kadar biyografi metinlerinden hareketle tartışmaya pek açılmamıştır. "Her topluluğun kendi folkloru vardır" sözünden yola çıkarak şehir kültürüne ait, üst sınıfa mensup eğitimli şairlerin bir grup oluşturmasından hareketle Osmanlı'nın son döneminde "deli" olarak adlandırılan şairler toplumda nasıl karşılanmışlardır sorusu üzerine düşünmek gerekir. Bu yazıda Son Asır Türk Şairleri'nde "deli" olarak adlandırılan şairler, hem kültür çevreleri ve dönemleri açısından değerlendirilecektir. İbnülemin Mahmud Kemal İnal tarafından Son Asır Türk Şairleri'nde çeşitli sebeplerle akıl sağlığını kaybeden ve normal dışı davranışlar sergileyen şairlerden söz edilirken bu şairlerden bir kısmının akıl hastalığından ziyade aykırı kişilikleriyle ön plana çıktığı görülür. Ayrıca bu kişilerin tezkirede deli, mecnun ve meczup şeklinde farklı adlandırmalarla ele alındığı fark edilir. Bu sebeple yazıda, tezkirede yer alan şairler arasında aykırılık yaratan durumlar nelerdir, akıl sağlığını yitiren şairlerin deli, mecnun ve meczup gibi ayrıştırılmasında ayırt edici unsurlar nelerdir, bu adlandırmalar "romantik", "akıllı" ve "kutsal" deli kavramları çerçevesinde tartışılabilir mi sorularına cevap aranacaktır. Osmanlı toplumunda akıl sağlığı yerinde olmayan kişilerin, hastalıklarının derecesine göre farklı uygulamalara tabii tutulduğu, genellikle gündelik hayatta diğer insanlar ile iç içe bir yaşam sürdükleri ve toplumsal alandan dışlanmadıkları görülür. Michael W. Dols deliliği "romantik", "akıllı" ve "kutsal" olmak üzere üç şekilde sınıflandırır. Son Asır Türk Şairleri'ndeki biyografilere bakıldığında, Dols'un sınıflandırmasında olduğu gibi deliliği birbirinden ayırmak pek mümkün görünmemektedir. "Romantik" deli olarak adlandırılabilecek bir kişinin aynı zamanda "akıllı" ve "kutsal" delilik özelliklerini taşıdığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte "romantik" delilikle "akıllı deliliğin" bir arada ve aynı şekilde "akıllı" delilik ile "kutsal" deliliğin birlikte görüldüğü de dikkati çekmektedir. Ayrıca eserde akıl sağlığı yerinde olmayan kimi şairlerin yaşadıkları büyük travmalar neticesinde, sonradan akıl sağlıklarını kaybettikleri anlaşılmaktadır. Akıl sağlığını yitirmelerindeki neden ailevî, sosyal ve siyasal olabildiği gibi edebî metinlerin etkisiyle de ilişkilidir. Edebî metinlerde Mecnun tipinin âşık kimliği için bir model teşkil etmesi, şairleri Mecnun gibi davranmaya itmiş görünmektedir. Yaşamlarının merkezine aşkı alarak toplumdan kendilerini izole eden şairler, karşılarına çıkan otoriteye de karşı çıkmışlardır. Dönemin siyasi atmosferine bağlı olarak iktidara muhalif eleştiriler getiren şairler de aykırı bulundukları için deli olarak adlandırılmıştır. Hatta deli olmamalarına rağmen bazıları hükûmete yönelik eleştirilerde bulundukları için herhangi bir cezaya maruz kalmamaları için yakınları tarafından deli kılıfına sokularak akıl hastanesine yatırılmışlardır. İçki içmek de sözlü kültürde delilik sebebi olarak görülmüş, içkiye müptela şairlerin akıllarını "doğru yolda" kullanamadıkları için trajik sonları ibretlik bir ders olarak okura sunulmuştur. Tanrı aşkıyla cezbeye kapılan meczupların ise normal dışı davranışlar göstermesi toplumsal hayatta olağan karşılanmış, hatta bu kişilerin bilinmezlik âleminin habercileri olarak makamlarının velilik mertebesinde olduğu düşünülmüştür. Toplumsal kurallara uymamaları, dini vecibeleri yerine getirmemeleri, normal dışı davranışlar sergilemeleri, aşka ve içkiye müptela olmaları yadırganmamıştır. Anahtar Kelimeler Sözlü kültür, yazılı kültür, delilik, Son Asır Türk Şairleri, mecnun, meczup.
takma adıyla yayımladığı Meryem Gibi (1991) romanı kadını özne konumuna getirmesi yönüyle dikkate... more takma adıyla yayımladığı Meryem Gibi (1991) romanı kadını özne konumuna getirmesi yönüyle dikkate değer bir eserdir. Romanın hem ana karakteri hem de anlatıcısı olan Melda, özgür kadın imajına uygun olarak kurgulanmak istenmiştir. Melda evlilik dışı ilişkisinden çocuk sahibi olmasıyla benliğini sorgulamaya ve kendine yeni bir kimlik inşa etmeye çalışır. Kendi kimliğini keşfederken ailesine ve sosyal çevresine ışık tutar. Melda ne "evdeki melek" ne de "canavar kadın" tipolojisine benzer. Bir taraftan toplumsal ahlâka uygun hareket etmeye diğer taraftan özgürlüğünü yaşamaya çalışır. Bu durum Melda ile sosyal çevresi arasında bir çatışmanın doğmasına yol açar. Meryem Gibi, kadın karakterin bakış açısıyla yazılmış olmasına rağmen romanda "kadınlık rolleri" ataerkil düzenin bir uzantısı olarak eril dile göre şekillenir. Bu yazıda Melda'nın sosyal çevresinde bir birey olarak kendi kimliğini inşa etme süreci tartışılacaktır.
One of the issue that Tanzimat writers dwelled on, is the enslavement problem is will represe... more One of the issue that Tanzimat writers dwelled on, is the enslavement problem is will represent important datas to understand and interprate Ottoman modernism period. The policy of Ottoman goverment through to enslavement can be seen in literary narratives of the period’s writers such as Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Recaizâde Mahmut Ekrem and Samipaşazâde Sezai. In this article, based up on Samipaşazade Sezai’s Sergüzeşt novel, Ottoman modernism period will bring forward with focusing enslavement problem. In this frame the message that is given to reader by preface of Sergüzeşt, will be evaluated with historical perspective, after drawing a frame for state enforcement of enslavery In Tanzimat period , fictionalisation of Cherkes representations, conflict of high class, westernized Ottoman intellectuals will be discussed. Definition of enslavement problem in the Ottoman modernization process and solutions of this problem will be answered through out the analyzation of the novel characters.
In this article, Aylaklar (1965) which is the first novel published under Melih Cevdet
Anday’s o... more In this article, Aylaklar (1965) which is the first novel published under Melih Cevdet
Anday’s own name, is to be open to discussion in line with the connection of individuals and environment via historical perspective. Transition in society, experienced after the proclamation of Constitutional Monarchy, has been reflected through characters located on the mansion that inherited by Şükrü Pasha. Individual who live the moment in the mansion and get accustumed to this thought as a life-style, being dragged into struggle for life by the truth revealed after the mansion was sold out. The lust of these individuals, do not have enough equipment for struggling, uncovers a tragicomic scene where they are in search of a ‘’ hand’’ that will carry them somewhere. Therefore, impacts of changing effects on individuals after the Republic period, are being reflected with an ironic way in the Aylaklar novel. Charachters, who may not settle with values of changing society and are deprived of power to realise their only possession ‘’dreams’’, keep struggling until draining each other by holding on the past. In this novel, modernization phenomenon, which was changed into a sistematical movement through Reform Area, presented as reckoning between Ottoman Emprie and Republican Turkey.
Based on critically analyzing Yeniçeriler, this paper aims to evaluate how ‘reality’ and ‘fiction... more Based on critically analyzing Yeniçeriler, this paper aims to evaluate how ‘reality’ and ‘fiction’ have been constructed and to what extent this construct overlaps with the dominant ideology of the Tanzimat Era, and to open to discussion the ‘anti-jannisary’ concept in light of betrayal.
Türk edebiyat tarihlerinde Ahmet Hâşim’in şiirleri, genellikle “saf şiir” kavramıyla ele alınarak... more Türk edebiyat tarihlerinde Ahmet Hâşim’in şiirleri, genellikle “saf şiir” kavramıyla ele alınarak yorumlanır. Bununla birlikte Ahmet Hâşim’in şiirlerine dair değerlendirmelerde onun toplum hayatından uzak ve bireysel şiirler yazdığı ifade edilir. Şairin yazdığı bu şiirlerde ise lirizm öne çıkar; lirik şiir de modernliğin bir göstergesi olarak kabul edildiğinden bu şiirlerin dış gerçekliği yansıtmadığı iddia edilir. Bu yazıda Ahmet Hâşim’in önce 1921 yılında Dergâh dergisinde çıkan ve daha sonra Piyale adlı şiir kitabının önsözünde “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla yayımlanan yazısı tarihsel bir bakış açısıyla tartışılacak, bu bağlamda Ahmet Hâşim’in şiirlerindeki lirizmin toplumla olan ilişkisi sorgulanacaktır. Bu şiirlerin sadece şairin kendi “ben”ini anlattığı bireysel şiirler olmadığı, döneminin edebiyat anlayışına karşı bir “direniş”i temsil ettiği iddia edilecektir
Uploads
Papers by Emine Tugcu
Anday’s own name, is to be open to discussion in line with the connection of individuals and environment via historical perspective. Transition in society, experienced after the proclamation of Constitutional Monarchy, has been reflected through characters located on the mansion that inherited by Şükrü Pasha. Individual who live the moment in the mansion and get accustumed to this thought as a life-style, being dragged into struggle for life by the truth revealed after the mansion was sold out. The lust of these individuals, do not have enough equipment for struggling, uncovers a tragicomic scene where they are in search of a ‘’ hand’’ that will carry them somewhere. Therefore, impacts of changing effects on individuals after the Republic period, are being reflected with an ironic way in the Aylaklar novel. Charachters, who may not settle with values of changing society and are deprived of power to realise their only possession ‘’dreams’’, keep struggling until draining each other by holding on the past. In this novel, modernization phenomenon, which was changed into a sistematical movement through Reform Area, presented as reckoning between Ottoman Emprie and Republican Turkey.
Anday’s own name, is to be open to discussion in line with the connection of individuals and environment via historical perspective. Transition in society, experienced after the proclamation of Constitutional Monarchy, has been reflected through characters located on the mansion that inherited by Şükrü Pasha. Individual who live the moment in the mansion and get accustumed to this thought as a life-style, being dragged into struggle for life by the truth revealed after the mansion was sold out. The lust of these individuals, do not have enough equipment for struggling, uncovers a tragicomic scene where they are in search of a ‘’ hand’’ that will carry them somewhere. Therefore, impacts of changing effects on individuals after the Republic period, are being reflected with an ironic way in the Aylaklar novel. Charachters, who may not settle with values of changing society and are deprived of power to realise their only possession ‘’dreams’’, keep struggling until draining each other by holding on the past. In this novel, modernization phenomenon, which was changed into a sistematical movement through Reform Area, presented as reckoning between Ottoman Emprie and Republican Turkey.