Toksikolojinin 500 yıl kadar önce Paracelsus tarafından ifadelendirilen ve bugün de modern toksik... more Toksikolojinin 500 yıl kadar önce Paracelsus tarafından ifadelendirilen ve bugün de modern toksikolojinin dayandığı temel prensip olan “Her kimyasal, doza bağlı olarak toksiktir.” gerçeğini dile getirerek başlayalım.
Her gün binlerce kimyasala maruz kalıyoruz. Bunlardan ilaç, gıda katkısı ve kozmetik olarak kullanılanlarına bilerek/isteyerek; çevre kirleticilerine, gıda kirleticisi kimyasallara, gıdalardaki doğal kimyasallara ve iş yeri kimyasallarına ise istemeyerek maruz kalıyoruz. Kimyasalların organizmada oluşturduğu hasar olarak tanımlanan toksisite; ölümden, organ hasarı, kanser, DNA hasarı, üreme sistemine etki, bağışıklık sistemine etkiye kadar uzanan çok geniş bir spektrumu kapsar. Her kimyasal, doza bağımlı olarak bu etkilerden birini veya birkaçını birlikte gösterir. (Karakaya, 2014).
Siyanür, doğal yollarla oluşan, pek çok bitkide bulunan ve 2000 yıl boyunca nükleer silahların kullanılmadığı savaşlarda zehirleyici olarak kullanılan bir kimyasaldır. Gaz halinde solunması, katı halde yutulması veya topikal maruz kalmayla absorbe edilmesi son derece öldürücü bir etkiye sahiptir. Tarihte bilinen iki büyük olay olan 1978 yılındaki Jonestown Katliamı ve 1982 yılındaki Tylenol zehirlenmeleri, kimyasalın ölümcüllüğünü ürpertici bir biçimde ortaya koymaktadır. Devamı: https://bilimfili.com/siyanur-nedir-altin-aramalarinda-neden-kullanilir-neden-olumculdur/
Küresel ısınmanın korkunç sonuçlarına dair bilim insanları uyarılarda bulunsa da bulunsa da, Düny... more Küresel ısınmanın korkunç sonuçlarına dair bilim insanları uyarılarda bulunsa da bulunsa da, Dünya üzerindeki pek çok ülkenin iklim değişimi gerçekliğine dair herhangi bir politikası dahi bulunmuyor. Ülkemiz, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın bu anlamda 2011-2023 yılları aralığı için tanımladığı bir iklim değişikliği eylem planı bulunuyor. Ancak yine devlet kontrolünde olmak üzere ormanlık alanların imara açılması, atık politikasındaki açmazlar, sera gazı salınımına dair etkin önlemlerin alınmaması gibi durumlar da bu eylem planına ilişkin çelişkiler olarak karşımızda duruyor.
Aslında bakarsanız şaşırtıcı bir biçimde, iklim değişimi gerçekliğinin bir bilgi olarak insanların zihninde bulunuyor olması dahi geleceğimiz açısından sevindirici. Gerek iklim değişimi alanında yapılan bilimsel çalışmalar, gerekse insanların iklim değişiminin etkilerine bizzat tanık olmaları, iklim değişimi konusunda farkındalık yaratmayı amaçlayan sivil toplum örgütü çalışmaları, Fen Bilimleri derslerinde iklim değişimi bilincinin henüz ortaokul sıralarından başlayarak çocuklara veriliyor olması gibi pek çok iyi gelişme, bu bilincin gelişmesinde büyük pay sahibi. Devamı: https://bilimfili.com/turkiyede-iklim-degisimi-bilinci-ve-bilim-karsiti-komploculukla-basa-cikma-yontemleri/
“Nullius in verba.”
İngiltere’nin ve Dünya’nın en eski bilimsel topluluğu olan Royal Society‘nin... more “Nullius in verba.”
İngiltere’nin ve Dünya’nın en eski bilimsel topluluğu olan Royal Society‘nin mottosu. Türkçesi: “Kimsenin sözüne bağlı olmadan.”
İfade edildiği dönem itibariyle son derece devrimci bir özü içinde barındıran bu söz; gerçeğin, otorite aracılığıyla aranabileceği düşüncesine karşı bir reddediş; gerçeğin keşfinde, fiziksel dünya ile doğrudan etkileşime ve deneye bir çağrı anlamına geliyordu. BilimFili olarak bizim de sıklıkla dile getirdiğimiz, Royal Society’nin mottosu; neresinden bakarsanız bakın, son derece asil bir duyguyu ifade ediyor. Devamı: https://bilimfili.com/bin-yillik-kilise-otoritesine-karsi-bir-baskaldiris-nullius-in-verba/
Yaşamın kaçınılmaz gerçekliğidir: Yaşlandıkça, bilişsel yetileriniz de zayıflamaya başlar. Kimile... more Yaşamın kaçınılmaz gerçekliğidir: Yaşlandıkça, bilişsel yetileriniz de zayıflamaya başlar. Kimilerinde bu zayıflama çok bariz bir biçimde gözlemlenebilirken, çevrenizde muhtemelen yaşlanmış olmasına rağmen yaşından beklenenin üstünde bir hatırlama yeteneği gösteren insanlar da görmüşsünüzdür. Peki yaşlanmış olmalarına rağmen bilişsel yetiler anlamında bazı insanları yaşıtlarından daha iyi kılan şey nedir?
Beyin, yaklaşık 40 yaş itibariyle büzülmeye başlar. Bu süreçte, frontal lob, striyatum ve hipokampus gibi kompleks düşüncelerden, hareket ve hafızadan sorumlu beyin bölgelerimizdeki hücrelerde hızlı bir bozulma görülür. Bu bozulmanın etkilerine ne kadar dirençli olduğunuz, büyük oranda bilişsel rezervinizle ilgilidir. Bu rezerv, bilişinizdeki değişiklikleri fark etmeden önce beyninizin daha fazla hasara karşı ayakta durmasını sağlayan bir tür zihinsel tampondur. Bu kısmı derinleştirmeden önce gelin hafızaya ve hafızanın nasıl çalıştığına bir göz atalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/yasa-bagli-olarak-bilissel-yetilerin-zayiflamasi-hafizamiz-ve-calisma-bicimi/
Birbirimize ikna edici yalanlar söylemek, iş birlikçi doğamızın doğrudan bir sonucu olarak evriml... more Birbirimize ikna edici yalanlar söylemek, iş birlikçi doğamızın doğrudan bir sonucu olarak evrimleşmiş olabilir. Türümüzün de içinde yer aldığı pek çok tür, iş birliği geliştirme noktasında olağanüstü kapasiteler evrimleştirmiştir. Bir grup sırtlanın, bir aslanın elindeki yiyeceği ondan çalabilmek için yaptığı akıllı iş birliklerinden tutun da, karıncaların bir yaprak parçasını yuvalarına taşımalarına kadar; çok çeşitli türlerde, hatta organizma düzeyinden de öte hücresel düzeyde dahi iş birlikleri geliştirilir.
İş birliğini yaşamın bir zorunluluğu olarak ele alıyor olabiliriz, fakat uzun soluklu iş birlikleri, kısa vadedeki küçük kişisel çıkarların da askıya alınmasını gerektirir. Bu davranış biçiminin ise kolay bir biçimde evrimleştiğini söyleyemeyiz. Hatta doğanın rekabeti içerisinde bir iş birliğinin, bir başka iş birliğini aşma zorunluğunun olduğunu da göz önüne aldığımızda; bazı bireylerin, diğer grubun iş birliği kurma çabalarını boşa çıkarmak için aldatma yöntemleri geliştirdiğini de söyleyebiliriz. İş birliği yapmak kadar iş birliklerini sürdürmek de zordur. Gönülsüzce yapılan pek çok iş birliği modeli, birlikte çalışmanın meyvelerini toplama noktasında çoğunlukla yetersiz kalır. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/is-birligi-ve-yalan-soylemenin-evrimi/
Mantıksal safsatalar yazı dizimizin üçüncü bölümünde, zırva uydurma safsatalarına değinmiş ve bu ... more Mantıksal safsatalar yazı dizimizin üçüncü bölümünde, zırva uydurma safsatalarına değinmiş ve bu safsata biçimlerini; ad hoc safsatası, korkuluk (ya da saman adam) safsatası (İng. straw man), saçmaya indirgeme safsatası ve iddiayı ispatlanmış kabul ederek sonucu doğru sanma safsatası başlıklarında ele almıştık. Yazı dizimizin dördüncü bölümünde ise veri ve korelasyon analizi safsatalarına değinecek, bunun yanı sıra da biçimsel olarak belirli bir ana başlık altında ele alamayacağımız için çok yönlü safsatalar ya da karışık safsatalar diye bir araya getirdiğimiz safsata biçimlerini ele alacağız.
Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, safsataların her biri esasında birbirinin tanım sınırları içerisine kayan, kesin sınırları bulunmayan bir yapıda olduğunu hatırlatmamızda fayda var. Yani bir kişi ileri sürdüğü argüman içerisinde birden fazla safsatayı birbirine girift halde yapıyor olabilir. Hatta bazen biraz ondan biraz bundan şeklinde ortaya karışık bir safsata biçimi de geliştiriyor olabilir.
Eleştirel düşünme becerisinin toplumsal düzeydeki vasatlığını göz önüne aldığımızda, safsataları saptama becerisinin sosyal etkileşimin bu denli geliştiği dünyada artık zorunlu ve hatta giderek de hayati bir ihtiyaç haline geldiğini söylemeliyiz. Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformlarının sosyal anlamda sağladığı avantajların yanı sıra bu sanal sosyal dünyadaki bilgi dezenformasyonun önü alınamaz bir hale evrilişi; bireylerin bilimsel, analitik ve eleştirel düşünme becerilerinin de körelmesine neden olmaktadır.
Öte yandan bu yazı dizisinin neredeyse sonsuz uzunlukta olabileceğini de söylememiz mümkün. Çünkü beynimizin milyarlarca nöron içeren ağı içerisinde, argüman öncüllerinin birbirine bağlanma biçimindeki sayısal olasılığın neredeyse sonsuz oluşu, safsata biçimlerinin de neredeyse sonsuz olabileceği anlamına geliyor. Keza, yazı dizimiz boyunca kaynak olarak kullandığımız Felsefe Ansiklopedisi‘nde adı konulmuş yüzlerce safsata biçimi olduğunu görebilirsiniz. Bunun da ötesinde, her geçen gün, listeye yenilerinin eklendiğini de söyleyelim. Şimdi gelin veri ve korelasyon analizi safsatalarının neler olduğuna, ardından da çok yönlü (karışık) olarak isimlendirebileceğimiz safsata biçimlerinin neler olduğuna ve nasıl kullanıldıklarına bakalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-4-veri-analizi-safsatalari-ve-cok-yonlu-safsatalar/
Mantıksal safsatalar yazı dizimizin ikinci bölümünde, ilişkilendirme safsatalarına değinmiş ve bu... more Mantıksal safsatalar yazı dizimizin ikinci bölümünde, ilişkilendirme safsatalarına değinmiş ve bu safsata biçimlerini; ad hominem safsataları, otoriteye başvurma safsataları, duygulara başvurma safsataları ve doğaya yönelim safsataları olmak üzere dört temel başlıkta incelemiştik. Dizinin üçüncü bölümünde ise; “zırva uydurma” safsataları olarak isimlendirebileceğimiz safsata biçimlerinin yaygın olanlarını ele alacak, örneklerle bu safsata biçimlerini nasıl saptayabileceğinizi göstereceğiz.
Öte yandan her bir safsatanın bir başka safsata biçimiyle zaman zaman bağlantılı, hatta bazen iç içe geçtiğini de göreceksiniz. Çünkü mantıksal safsatalar, çoğu zaman birbirini destekleyen ve birbirinden beslenen bir yapıya sahiptir.
Zırva safsatalarını dört temel başlık altında inceleyeceğiz.
Ad hoc Safsatası
Ad hoc, Latince “amaca özel, niyete mahsus” anlamına gelen ibaredir. Ad hoc safsataları, kendi içerisinde birer argüman olmadıkları için saptaması oldukça zor olabilen safsatalardır. Hatta bu safsatalar için karşı argümana verilen hatalı cevaplardır da diyebiliriz. Devamını Okumak İçin: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-3-zirva-uydurma-safsatalari/
Mantıksal safsatalar yazı dizimizin ilk bölümünde mantıksal bir argümanın yapısı, argümanı oluştu... more Mantıksal safsatalar yazı dizimizin ilk bölümünde mantıksal bir argümanın yapısı, argümanı oluşturan öncüllerin değerlendirilmesi, mantıksal safsatanın ne olduğu ve neden kullanıldığı konuları üzerinde durmuştuk. Serinin ikinci bölümünde ise ilişkilendirme safsataları olarak isimlendirebileceğimiz safsata türleri üzerinde duracak ve bu safsata biçimlerini, tartışma örnekleriyle açıklayacağız.
Öncelikle safsata türlerinin, olabildiğince çok ve sayısının da giderek arttığını belirtmemiz gerekiyor. Biz, bu yazı dizimizde en yaygın kullanılan safsata türlerini ele alacağız, zaten bu yaygın biçimlere aşinalığınızın olması diğer safsata türlerinin de “kokusunu kolaylıkla almanıza” olanak tanıyacaktır. Ancak yine de detaylı incelemek isteyen okurlarımız için, yazı dizimizde de referans olarak kullanacağımız Felsefe Ansiklopedisi sitesine göz atmalarını öneririz.
İlişkilendirme safsatalarına geçmeden önce Wikipedia‘dan alıntıladığımız mantıksal safsata tanımını tekrardan hatırlamakta fayda var.
"Safsata, bir argümanı ortaya koyarken geçersiz veya yanlış çıkarsama kullanımıdır. Safsatalar, ilk bakışta geçerli ve ikna edici gibi görülebilen fakat yakından bakıldığında kendilerini ele veren sahte argümanlardır. Safsataların ayırdına varmak, onları geçerli ve sağlam argümanlardan ayırmak önemli bir eleştirel düşünme becerisidir."
İlişkilendirme safsatalarını dört temel başlıkta inceleyeceğiz. Bunlar: Ad hominem safsataları, otoriteye başvurma safsataları, duygulara başvurma safsataları ve doğaya yönelim safsataları başlıklarında olacak. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-2-iliskilendirme-safsatalari/
Bilimsel ya da farklı konseptteki bütün tartışmalarda, en çok yapılan yanlışlardan birisi mantıks... more Bilimsel ya da farklı konseptteki bütün tartışmalarda, en çok yapılan yanlışlardan birisi mantıksal safsataların kullanımıdır. Bu durum, büyük oranda, insanlara mantıksal safsataların öğretilmemesinden kaynaklanır ve doğal olarak da kişi bir tartışma içerisinde kendisinin ya da karşı tarafın mantıksal safsata kullandığının farkına varmaz. Dolayısıyla, mantıksal safsataların neler olduğunu bilmek, onları kolaylıkla saptamamıza yardımcı olacaktır. Herhangi bir argümanda, tek bir mantıksal safsatanın bile varlığı o argümanı tamamen ortadan kaldıracak ve sizi onu reddetmeye zorlayacaktır.
Özelde de sahte-bilimsel ya da doğaüstü inanışları bulunan insanlarla bir tartışma içerisine girdiyseniz, tartışma boyunca karşı tarafın sunduğu argümanlarda mutlaka bir ya da birden fazla döngüsel nedenlerden kaynaklanan safsataya rastgelirsiniz. Bilimsel olmayan inanç sistemleri, bilimsel yöntemle tanımlanamadığı ya da desteklenemediğinden, bu inanışların savunucuları da sundukları argümanlara destek için başka şeylere başvururlar.
Mantıksal safsataların çoğu, birbirine çok benzerdir ve aynı temel sorunları yaratır. Hatta bazen, hangi safsatanın kullanıldığını anlamak bile imkânsız bir hâl alır ve çoğunlukla da birden fazlası bir arada kullanılır. Bununla birlikte döngüsel nedensellikten kaynaklanan safsatalar, neredeyse sayılamayacak kadar çok olduğundan konuyu bir yazı dizisi ders şeklinde ele alacak, argüman yapılarını inceleyecek, örnek öncülleri değerlendirecek, yaygın kullanılan safsataların neler olduğunu örneklerle açıklayacak ve bu safsataların nasıl kolaylıkla saptanabileceğini göstereceğiz.
Detoks ya da arınma, temizlenme… İlk duyduğunuzda kulağa oldukça hoş gelen ve buna gerçekten ihti... more Detoks ya da arınma, temizlenme… İlk duyduğunuzda kulağa oldukça hoş gelen ve buna gerçekten ihtiyacınızın olduğu hissini oluşturan son zamanların trend kelimesi. Herkesin detoksa ihtiyacı var değil mi? Çünkü vücudumuz toksik kimyasallarla dolu. O halde yeşil renk tonlarında sıvı bir meyve püresi harika bir temizlik sağlar değil mi?
Değil.
Her ikisi de onları uyduranların birbiri yerine kullandığı bu iki kelime (detoks ya da arınma), son dönemde pek çok insanın diline dolanmış durumda. Bazıları kilo vermenize yardımcı olduğunu iddia ediyor, bazıları hastalıkları tedavi ettiklerini söylüyor, bazıları sizi toksinlerden arındırdığını söylüyor. Marketlerde üzerine “detoks” yazılmış şişeler, kutular; kitabevlerinde kapağında “detoks” yazan kitaplar, hatta eczanelerde “detoks” rafları bile görebilirsiniz. Suplementler, çaylar, homeopati, kahve enemaları, kulak mumları, ayak banyoları vs. hepsinin tek bir vaadi var: Detoksifikasyon.
Şimdi sizden az sonra sıralayacağımız olaylara ait sesleri ayrı ayrı senaryolar şeklinde hayal et... more Şimdi sizden az sonra sıralayacağımız olaylara ait sesleri ayrı ayrı senaryolar şeklinde hayal etmenizi istiyoruz. İşitme alanınızın içerisinde bir yerlerde; yemek yiyen birisi ağzını “şapırdatıyor“, herhangi birisi elindeki içeceği “höpürterek“ içiyor, yanınızdaki bir kişi derin ve “hırıltılı” bir şekilde nefes alıp-veriyor, birisi sürekli burnunu çekiyor, birisi mırıldanıyor ya da birisi parmaklarıyla bir şeyleri “tıklatıyor“, birisi telefonundaki klavye sesi açıkken “tıkır tıkır” bir şeyler yazıyor veya tam arkanızdaki bir kişi “cak cak” sakız çiğniyor. Yeterince çıldırdınız mı? Devamını okumak için: https://bilimfili.com/belirli-bazi-seslere-tahammul-edememe-misofonya/
3 ila 4 yaşından itibaren, hepimiz yalan söylemeye başlarız. Çünkü beynimizin gelişiminin bu aşam... more 3 ila 4 yaşından itibaren, hepimiz yalan söylemeye başlarız. Çünkü beynimizin gelişiminin bu aşamasında, çok yönlü ve çok güçlü bir şeye sahip olduğumuzu öğreniriz: Dil. Dil öğreniminin ardından, onu, gerçeklerle oynamak ve neler olup bittiğinin sonuçlarını etkilemek için kullanırız.
Eninde sonunda, yalan söylemenin “kötü” bir şey olduğunu ve ona asla başvurmamamız gerektiğini öğreniriz. Fakat bunun pek de mümkün olmadığını, bazen hepimizin yalan söylemek zorunda kalmasından biliriz.
Hemen şimdi hayali bir bilim insanı yaratın zihninizde. Hayal edin… Saçları… Kıyafetleri… Cinsiye... more Hemen şimdi hayali bir bilim insanı yaratın zihninizde. Hayal edin… Saçları… Kıyafetleri… Cinsiyeti… Bir görüntü yakaladınız mı? Şimdi gelin zihninizde canlandırdığınız kişinin özelliklerine bir bakalım: Beyaz saçlı? Erkek? Üzerinde bir lab önlüğü var? Saçları dağınık? Tamam hepsini tutturamamış olabiliriz belki ama tahminlerimizden en az birisi muhtemelen sizin hayali bilim insanınızın da özellikleriyle uyum gösteriyor. Aslında bu durum pek de şaşırtıcı değildir, ancak bu dış görünüş ve cinsiyet algısı belki başka bir yazımızın konusu olabilir. Burada asıl merak ettiğimiz, zihninizdeki bu bilim insanının ne yaptığıdır? Zihninizdeki bilim insanının son derece karışık bir masanın önünde olabildiğince sıkı çalışan birisi olduğu tahmininde bulunmak nispeten güvenli bir tahmindir. Çünkü pek çok insanın zihnindeki bilim insanı prototipi; genellikle yalnız, laboratuvarından çıkmayan, izole bir ortamda çalışmalar yürüten bir kişi gibi özelliklere sahiptir. Son derece tehlikeli olabilen bu eksik kavrayışa ileride değineceğiz. Fakat ilk olarak bilim insanı kavramının neden tek başına çalışmalar yürüten, yalnız, izole bir arketipi canlandırdığını tartışalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/bilim-insaninin-yalniz-deha-oldugu-yanilgisi-ve-bu-alginin-muhtemel-zararlari/
Gecenin bir vakti, dışarısı tamamen karanlık ve evde yalnızsınız. Koltuğa uzanmış vaziyette telev... more Gecenin bir vakti, dışarısı tamamen karanlık ve evde yalnızsınız. Koltuğa uzanmış vaziyette televizyon izliyorsunuz. Eviniz o kadar sessiz ki; televizyondaki ses dışında evde hiçbir ses yok. Aniden arka odanın kapısı büyük bir gürültüyle çarpıyor. Çok kısa bir süreliğine, anlık olarak, hayatınızın tehlike altında olduğu hissine kapılıyorsunuz ve hayatta kalmaya çalışan her hayvanda olduğu gibi bir “kaç ya da kalıp savaş” ikilemi yaşıyorsunuz. Hemen ardından, kapının kapanmasına neden olan şeyin aslında rüzgar olduğunu anlıyorsunuz. Artık herhangi bir tehlike söz konusu değil, birileri evinize girmeye çalışmıyor. Üçüncü sınıf bir korku filmini andıran yukarıdaki senaryo, pek çoğumuzun hayatının bir kısmında yaşadığı tecrübelerden birisidir. Peki verdiğimiz bu yoğun tepkiye neden olan ve anlık olarak stres altında hissetmemize neden olan korku; tam olarak nedir? Bu his beynimizde nasıl oluşur ve fizyolojimiz bu hisse nasıl bir tepki verir?
Bilimsel gerçekleri reddetmenin, gerçek toplumsal sonuçları vardır. Örneğin, HIV ve AIDS arasında... more Bilimsel gerçekleri reddetmenin, gerçek toplumsal sonuçları vardır. Örneğin, HIV ve AIDS arasında bir bağlantının bulunmadığına dair inanışlar; Güney Afrika’da 330.000’den fazla kişinin ölümüne neden oldu. Sigara ile kanser arasındaki bağlantının reddedilmesi, milyonlarca erken ölümün nedeni oldu. Aşı karşıtları sayesinde, önceden önlenebilir hastalıklar eski gücüne kavuşmaya başladı.
Bilimin reddedilmesi durumu, görmezden gelebileceğimiz ya da reddedebileceğimiz bir durum değildir. Peki, karşı mücadelede etkin bir tepki ortaya koyabilme konusunda bilimsel araştırmalar ne söylüyor? Ortak kanı, çözümün; bilim iletişimini güçlendirme olduğu konusunda uzlaşı sağlıyor. Fakat, yapılan araştırmalar, bu yaklaşımın da istenmeden de olsa insanların mevcut inanışlarını güçlendirerek bir geri tepkiye neden olabileceğini ortaya koyuyor. Bir kimseye, onun mevcut inanışını ve/veya dünya görüşünü tehdit eden bir delil sunduğunuzda, bu durum; esasında o kişinin inanışını güçlendiren bir etkide bulunabiliyor. Bu duruma “dünya görüşü ters tepme etkisi” denir. Bu etkiye dair ilk bilimsel deneylerin tarihi 1975’lere kadar uzanmaktadır. Devamını Okumak için: https://bilimfili.com/bilim-inkarciliginin-5-temel-ozelligi-ve-bilimsel-ikna-yollari/
Açlık grevleri, oldukça köklü bir geçmişe sahip, bütün kültürlerde saygıyla karşılanan son derece... more Açlık grevleri, oldukça köklü bir geçmişe sahip, bütün kültürlerde saygıyla karşılanan son derece güçlü politik eylemlerdir. Bir kişi ya da grubun, belirli talep veya taleplerinin karşılanması için bedenini açlığa yatırdığı bu eylem biçimi, toplumsal dikkati taleplerine yöneltmeyi ve taleplerin giderek büyüyen bir kitlede yankı bulmasını amaçlar. Açlık grevlerinin, vücutta meydana getirdiği metabolik ve fizyolojik değişimlere değinmeden önce, bu direniş biçiminin Dünya’daki ve ülkemizdeki örneklerine tarihsel bir bakış atacağız. (Devamını okumak için: https://bilimfili.com/aclik-grevi-nedir-ve-vucuttaki-etkileri-nelerdir/ )
“Bunu yemelisin.” “Bundan uzak durmalısın.” Yiyecek seçimlerimizin çoğunluğu basit bir ikilem üze... more “Bunu yemelisin.” “Bundan uzak durmalısın.” Yiyecek seçimlerimizin çoğunluğu basit bir ikilem üzerine şekillenir. Neyi yememiz ve neyi yemememiz gerektiği konusunda ise gerek sosyal medyada, gerekse diğer internet sayfalarında bolca “uzman önerilerine” maruz kalırız. Karbonhidrat yoğunluklu bir diyet mi yoksa karbonhidrat miktarı düşük bir diyet mi? Tahıl mı yoksa glutensiz yiyecekler mi? Et mi yoksa veganlık mı? İkili bir seçim gibi gözükse de, yine de ne yememiz gerektiğine dair kararlar karmaşık bir meseledir. Neticede, sağlığımız için en iyi olanın ya da fizyolojimize doğal olarak neyin uygun olabileceğini belirlemek basit bir durum değildir. Kültürel gelenekler, etik kaygılar, cinsiyet, yaşam evresi ve genel sağlık durumu, coğrafik konum, ekonomi, aile ve kişisel tercihler vs. hemen her şey, seçimlerimizde bir rol sahibidir. İnsanların karşı karşıya kaldığı en kafa karıştırıcı seçimlerden birisi de et yemek ya da yememek üzerinedir ve tartışmanın her iki cephesinin de son derece güçlü argümanları vardır. Peki, doğal olan nedir? Atalarımız, türümüzün milyonlarca yıldır en hayati stratejilerinden birisi olan et yeme ve paylaşma ile birer süper avcı olarak evrimleşmiştir. Peki, biz bugün gerçekten et yeme konusunda bir seçime sahip miyiz? ... (Devamını okumak için: https://bilimfili.com/et-yemek-ya-da-yememek-evrimsel-gecmisimiz/ )
Pek çok bilimsel olay ve olgu için –ne yazık ki– büyük bir çoğunluk bu olguyu bilimin ortaya koym... more Pek çok bilimsel olay ve olgu için –ne yazık ki– büyük bir çoğunluk bu olguyu bilimin ortaya koymadığını iddia eder. Örneğin; iklim değişiminin gerçekliğini ortaya koyan ya da evrimin bir gerçeklik olduğunu ortaya koyan fazlasıyla bilimsel delil ve çalışma olmasına rağmen, bazı insanlar bu gerçekliklerin bilimsel olarak ortaya koyulmadığı görüşünü ileri sürer. Elbette ki bu durum için kimseyi kırmamak, üzmemek ya da kapsayıcı olmak adına romantik cümleler ve yaklaşımlar sergilemeyeceğiz. Zaten bilimin de böyle bir derdi ya da tasası yoktur. Bilimsel bir gerçeklik, söz konusuysa; bunu sizin kabul edip etmemeniz pekâla bir anlam ifade etmeyecektir. Yani doğada var olan bir işleyişi siz kabul etmiyorsunuz diye o işleyiş; “ben kabul görmedim o halde kendimi değiştireyim” demiyor. Dolayısıyla sizin yaklaşımınız; ne mevcut işleyişin, ne bu işleyişi açıklayan bilimin ne de bu işleyişi açıklayan bilimi aktarma gayreti içerisinde olanların pek umurunda değildir. Bu yazımızda da bilimsel yöntemin ne olduğuna ve büyük çoğunluğun hatta bilim eğitimi almış bazı insanların bile neden bu yöntemi yanlış kavradıklarına değineceğiz. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/bilimsel-yontem-nedir-ve-neden-cogu-insan-bilimsel-yontemi-yanlis-kavrar/
Bir sandalyede oturduğunuzu hayal edin, kolunuzu öylesine bir şekilde yerleştiriyorsunuz. Bildiği... more Bir sandalyede oturduğunuzu hayal edin, kolunuzu öylesine bir şekilde yerleştiriyorsunuz. Bildiğiniz kadarıyla kolunuzu bir biçimde tutmak için karar veriyorsunuz ve o biçime sokuyorsunuz. Karar veriyorsunuz, o biçime sokuyorsunuz. Karar veriyorsunuz, o biçime sokuyorsunuz…
Peki ya bir sonraki hareketinizi planlamadan güzel güzel oturduğunuzu fark etseniz? Peki ya gerçekten de kararlarımız bilincimiz henüz farkında bile olmadan bilinçaltımız tarafından veriliyorsa?
Bu düşünceler 1980lere kadar uzanan araştırmaların neden olduğu sorular. Yapılan pek çok araştırma sinirbilimi camiasında özgür iradenin bir illüzyondan başka bir şey olmadığı tartışmalarına sebep oldu. Bu yaklaşıma göre, eylemlerimiz çoğunlukla bilinçaltından belirleniyor. Niyetlerimizin bilinçli olarak farkında olduğumuzda, seçimlerimize dair genellikle makul açıklamalar geliştirebiliriz, fakat bu durum tamamen geçmişe yöneliktir. Beyin aktivitemize karşı gelerek kararlar alan “hayalet bir mekanizma” söz konusu değilse ve beyin aktivitemizin bir sonucuysak, peki bu nasıl mümkün olabilir?
Narsisizm konusu asırlardır insanların kafasını karıştıran bir konu olmuştur, fakat sosyal bilimc... more Narsisizm konusu asırlardır insanların kafasını karıştıran bir konu olmuştur, fakat sosyal bilimciler artık narsisizmin, modern bir “salgın hastalık” haline geldiğini ileri sürüyorlar. Peki narsisizm nedir, bu denli yaygınlaşmasına ne sebep olmuştur ve yapılabilecek bir şeyler var mıdır?
Narsisizm terimi yaklaşık 2000 yıl önce Ovid’in “Nergisin Efsanesi”ni (Legend of Narcissus) yazmasıyla ortaya çıkmıştır. Ovid; bu hikâyede, güzel bir Yunan avcının bir gün bir su birikintisinde kendi silüetinin yansımasını gördüğünü ve o yansımaya aşık olduğunu anlatır. Avcı kendi yansımasına o kadar takıntılı hale gelmiştir ki, artık onu terk edemez olmuştur. Günler, aylar geçer, avcı su birikintisinin başından ayrılamaz. Öyle bir aşktır ki bu; uzanır ama dokunamaz, dokunur ama sevemez. Günden güne eriyen avcı, su birikintisinin başında ölür. Ölümünden sonra avcının yattığı yerde, boynu suya eğilmiş nergis çiçekleri büyür.
Narsisizm kavramı, “ego” ve egonun dış dünya ile ilişkisi üzerine çalışmalar yürüten psikanalist Sigmund Freud ile popüler bir hal alır. Bu çalışma; narsisizm üzerine geliştirilen diğer birçok teori için de bir çıkış noktası olma özelliğindedir. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/insanlar-neden-giderek-daha-fazla-narsist-oluyor/
Toksikolojinin 500 yıl kadar önce Paracelsus tarafından ifadelendirilen ve bugün de modern toksik... more Toksikolojinin 500 yıl kadar önce Paracelsus tarafından ifadelendirilen ve bugün de modern toksikolojinin dayandığı temel prensip olan “Her kimyasal, doza bağlı olarak toksiktir.” gerçeğini dile getirerek başlayalım.
Her gün binlerce kimyasala maruz kalıyoruz. Bunlardan ilaç, gıda katkısı ve kozmetik olarak kullanılanlarına bilerek/isteyerek; çevre kirleticilerine, gıda kirleticisi kimyasallara, gıdalardaki doğal kimyasallara ve iş yeri kimyasallarına ise istemeyerek maruz kalıyoruz. Kimyasalların organizmada oluşturduğu hasar olarak tanımlanan toksisite; ölümden, organ hasarı, kanser, DNA hasarı, üreme sistemine etki, bağışıklık sistemine etkiye kadar uzanan çok geniş bir spektrumu kapsar. Her kimyasal, doza bağımlı olarak bu etkilerden birini veya birkaçını birlikte gösterir. (Karakaya, 2014).
Siyanür, doğal yollarla oluşan, pek çok bitkide bulunan ve 2000 yıl boyunca nükleer silahların kullanılmadığı savaşlarda zehirleyici olarak kullanılan bir kimyasaldır. Gaz halinde solunması, katı halde yutulması veya topikal maruz kalmayla absorbe edilmesi son derece öldürücü bir etkiye sahiptir. Tarihte bilinen iki büyük olay olan 1978 yılındaki Jonestown Katliamı ve 1982 yılındaki Tylenol zehirlenmeleri, kimyasalın ölümcüllüğünü ürpertici bir biçimde ortaya koymaktadır. Devamı: https://bilimfili.com/siyanur-nedir-altin-aramalarinda-neden-kullanilir-neden-olumculdur/
Küresel ısınmanın korkunç sonuçlarına dair bilim insanları uyarılarda bulunsa da bulunsa da, Düny... more Küresel ısınmanın korkunç sonuçlarına dair bilim insanları uyarılarda bulunsa da bulunsa da, Dünya üzerindeki pek çok ülkenin iklim değişimi gerçekliğine dair herhangi bir politikası dahi bulunmuyor. Ülkemiz, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın bu anlamda 2011-2023 yılları aralığı için tanımladığı bir iklim değişikliği eylem planı bulunuyor. Ancak yine devlet kontrolünde olmak üzere ormanlık alanların imara açılması, atık politikasındaki açmazlar, sera gazı salınımına dair etkin önlemlerin alınmaması gibi durumlar da bu eylem planına ilişkin çelişkiler olarak karşımızda duruyor.
Aslında bakarsanız şaşırtıcı bir biçimde, iklim değişimi gerçekliğinin bir bilgi olarak insanların zihninde bulunuyor olması dahi geleceğimiz açısından sevindirici. Gerek iklim değişimi alanında yapılan bilimsel çalışmalar, gerekse insanların iklim değişiminin etkilerine bizzat tanık olmaları, iklim değişimi konusunda farkındalık yaratmayı amaçlayan sivil toplum örgütü çalışmaları, Fen Bilimleri derslerinde iklim değişimi bilincinin henüz ortaokul sıralarından başlayarak çocuklara veriliyor olması gibi pek çok iyi gelişme, bu bilincin gelişmesinde büyük pay sahibi. Devamı: https://bilimfili.com/turkiyede-iklim-degisimi-bilinci-ve-bilim-karsiti-komploculukla-basa-cikma-yontemleri/
“Nullius in verba.”
İngiltere’nin ve Dünya’nın en eski bilimsel topluluğu olan Royal Society‘nin... more “Nullius in verba.”
İngiltere’nin ve Dünya’nın en eski bilimsel topluluğu olan Royal Society‘nin mottosu. Türkçesi: “Kimsenin sözüne bağlı olmadan.”
İfade edildiği dönem itibariyle son derece devrimci bir özü içinde barındıran bu söz; gerçeğin, otorite aracılığıyla aranabileceği düşüncesine karşı bir reddediş; gerçeğin keşfinde, fiziksel dünya ile doğrudan etkileşime ve deneye bir çağrı anlamına geliyordu. BilimFili olarak bizim de sıklıkla dile getirdiğimiz, Royal Society’nin mottosu; neresinden bakarsanız bakın, son derece asil bir duyguyu ifade ediyor. Devamı: https://bilimfili.com/bin-yillik-kilise-otoritesine-karsi-bir-baskaldiris-nullius-in-verba/
Yaşamın kaçınılmaz gerçekliğidir: Yaşlandıkça, bilişsel yetileriniz de zayıflamaya başlar. Kimile... more Yaşamın kaçınılmaz gerçekliğidir: Yaşlandıkça, bilişsel yetileriniz de zayıflamaya başlar. Kimilerinde bu zayıflama çok bariz bir biçimde gözlemlenebilirken, çevrenizde muhtemelen yaşlanmış olmasına rağmen yaşından beklenenin üstünde bir hatırlama yeteneği gösteren insanlar da görmüşsünüzdür. Peki yaşlanmış olmalarına rağmen bilişsel yetiler anlamında bazı insanları yaşıtlarından daha iyi kılan şey nedir?
Beyin, yaklaşık 40 yaş itibariyle büzülmeye başlar. Bu süreçte, frontal lob, striyatum ve hipokampus gibi kompleks düşüncelerden, hareket ve hafızadan sorumlu beyin bölgelerimizdeki hücrelerde hızlı bir bozulma görülür. Bu bozulmanın etkilerine ne kadar dirençli olduğunuz, büyük oranda bilişsel rezervinizle ilgilidir. Bu rezerv, bilişinizdeki değişiklikleri fark etmeden önce beyninizin daha fazla hasara karşı ayakta durmasını sağlayan bir tür zihinsel tampondur. Bu kısmı derinleştirmeden önce gelin hafızaya ve hafızanın nasıl çalıştığına bir göz atalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/yasa-bagli-olarak-bilissel-yetilerin-zayiflamasi-hafizamiz-ve-calisma-bicimi/
Birbirimize ikna edici yalanlar söylemek, iş birlikçi doğamızın doğrudan bir sonucu olarak evriml... more Birbirimize ikna edici yalanlar söylemek, iş birlikçi doğamızın doğrudan bir sonucu olarak evrimleşmiş olabilir. Türümüzün de içinde yer aldığı pek çok tür, iş birliği geliştirme noktasında olağanüstü kapasiteler evrimleştirmiştir. Bir grup sırtlanın, bir aslanın elindeki yiyeceği ondan çalabilmek için yaptığı akıllı iş birliklerinden tutun da, karıncaların bir yaprak parçasını yuvalarına taşımalarına kadar; çok çeşitli türlerde, hatta organizma düzeyinden de öte hücresel düzeyde dahi iş birlikleri geliştirilir.
İş birliğini yaşamın bir zorunluluğu olarak ele alıyor olabiliriz, fakat uzun soluklu iş birlikleri, kısa vadedeki küçük kişisel çıkarların da askıya alınmasını gerektirir. Bu davranış biçiminin ise kolay bir biçimde evrimleştiğini söyleyemeyiz. Hatta doğanın rekabeti içerisinde bir iş birliğinin, bir başka iş birliğini aşma zorunluğunun olduğunu da göz önüne aldığımızda; bazı bireylerin, diğer grubun iş birliği kurma çabalarını boşa çıkarmak için aldatma yöntemleri geliştirdiğini de söyleyebiliriz. İş birliği yapmak kadar iş birliklerini sürdürmek de zordur. Gönülsüzce yapılan pek çok iş birliği modeli, birlikte çalışmanın meyvelerini toplama noktasında çoğunlukla yetersiz kalır. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/is-birligi-ve-yalan-soylemenin-evrimi/
Mantıksal safsatalar yazı dizimizin üçüncü bölümünde, zırva uydurma safsatalarına değinmiş ve bu ... more Mantıksal safsatalar yazı dizimizin üçüncü bölümünde, zırva uydurma safsatalarına değinmiş ve bu safsata biçimlerini; ad hoc safsatası, korkuluk (ya da saman adam) safsatası (İng. straw man), saçmaya indirgeme safsatası ve iddiayı ispatlanmış kabul ederek sonucu doğru sanma safsatası başlıklarında ele almıştık. Yazı dizimizin dördüncü bölümünde ise veri ve korelasyon analizi safsatalarına değinecek, bunun yanı sıra da biçimsel olarak belirli bir ana başlık altında ele alamayacağımız için çok yönlü safsatalar ya da karışık safsatalar diye bir araya getirdiğimiz safsata biçimlerini ele alacağız.
Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, safsataların her biri esasında birbirinin tanım sınırları içerisine kayan, kesin sınırları bulunmayan bir yapıda olduğunu hatırlatmamızda fayda var. Yani bir kişi ileri sürdüğü argüman içerisinde birden fazla safsatayı birbirine girift halde yapıyor olabilir. Hatta bazen biraz ondan biraz bundan şeklinde ortaya karışık bir safsata biçimi de geliştiriyor olabilir.
Eleştirel düşünme becerisinin toplumsal düzeydeki vasatlığını göz önüne aldığımızda, safsataları saptama becerisinin sosyal etkileşimin bu denli geliştiği dünyada artık zorunlu ve hatta giderek de hayati bir ihtiyaç haline geldiğini söylemeliyiz. Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformlarının sosyal anlamda sağladığı avantajların yanı sıra bu sanal sosyal dünyadaki bilgi dezenformasyonun önü alınamaz bir hale evrilişi; bireylerin bilimsel, analitik ve eleştirel düşünme becerilerinin de körelmesine neden olmaktadır.
Öte yandan bu yazı dizisinin neredeyse sonsuz uzunlukta olabileceğini de söylememiz mümkün. Çünkü beynimizin milyarlarca nöron içeren ağı içerisinde, argüman öncüllerinin birbirine bağlanma biçimindeki sayısal olasılığın neredeyse sonsuz oluşu, safsata biçimlerinin de neredeyse sonsuz olabileceği anlamına geliyor. Keza, yazı dizimiz boyunca kaynak olarak kullandığımız Felsefe Ansiklopedisi‘nde adı konulmuş yüzlerce safsata biçimi olduğunu görebilirsiniz. Bunun da ötesinde, her geçen gün, listeye yenilerinin eklendiğini de söyleyelim. Şimdi gelin veri ve korelasyon analizi safsatalarının neler olduğuna, ardından da çok yönlü (karışık) olarak isimlendirebileceğimiz safsata biçimlerinin neler olduğuna ve nasıl kullanıldıklarına bakalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-4-veri-analizi-safsatalari-ve-cok-yonlu-safsatalar/
Mantıksal safsatalar yazı dizimizin ikinci bölümünde, ilişkilendirme safsatalarına değinmiş ve bu... more Mantıksal safsatalar yazı dizimizin ikinci bölümünde, ilişkilendirme safsatalarına değinmiş ve bu safsata biçimlerini; ad hominem safsataları, otoriteye başvurma safsataları, duygulara başvurma safsataları ve doğaya yönelim safsataları olmak üzere dört temel başlıkta incelemiştik. Dizinin üçüncü bölümünde ise; “zırva uydurma” safsataları olarak isimlendirebileceğimiz safsata biçimlerinin yaygın olanlarını ele alacak, örneklerle bu safsata biçimlerini nasıl saptayabileceğinizi göstereceğiz.
Öte yandan her bir safsatanın bir başka safsata biçimiyle zaman zaman bağlantılı, hatta bazen iç içe geçtiğini de göreceksiniz. Çünkü mantıksal safsatalar, çoğu zaman birbirini destekleyen ve birbirinden beslenen bir yapıya sahiptir.
Zırva safsatalarını dört temel başlık altında inceleyeceğiz.
Ad hoc Safsatası
Ad hoc, Latince “amaca özel, niyete mahsus” anlamına gelen ibaredir. Ad hoc safsataları, kendi içerisinde birer argüman olmadıkları için saptaması oldukça zor olabilen safsatalardır. Hatta bu safsatalar için karşı argümana verilen hatalı cevaplardır da diyebiliriz. Devamını Okumak İçin: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-3-zirva-uydurma-safsatalari/
Mantıksal safsatalar yazı dizimizin ilk bölümünde mantıksal bir argümanın yapısı, argümanı oluştu... more Mantıksal safsatalar yazı dizimizin ilk bölümünde mantıksal bir argümanın yapısı, argümanı oluşturan öncüllerin değerlendirilmesi, mantıksal safsatanın ne olduğu ve neden kullanıldığı konuları üzerinde durmuştuk. Serinin ikinci bölümünde ise ilişkilendirme safsataları olarak isimlendirebileceğimiz safsata türleri üzerinde duracak ve bu safsata biçimlerini, tartışma örnekleriyle açıklayacağız.
Öncelikle safsata türlerinin, olabildiğince çok ve sayısının da giderek arttığını belirtmemiz gerekiyor. Biz, bu yazı dizimizde en yaygın kullanılan safsata türlerini ele alacağız, zaten bu yaygın biçimlere aşinalığınızın olması diğer safsata türlerinin de “kokusunu kolaylıkla almanıza” olanak tanıyacaktır. Ancak yine de detaylı incelemek isteyen okurlarımız için, yazı dizimizde de referans olarak kullanacağımız Felsefe Ansiklopedisi sitesine göz atmalarını öneririz.
İlişkilendirme safsatalarına geçmeden önce Wikipedia‘dan alıntıladığımız mantıksal safsata tanımını tekrardan hatırlamakta fayda var.
"Safsata, bir argümanı ortaya koyarken geçersiz veya yanlış çıkarsama kullanımıdır. Safsatalar, ilk bakışta geçerli ve ikna edici gibi görülebilen fakat yakından bakıldığında kendilerini ele veren sahte argümanlardır. Safsataların ayırdına varmak, onları geçerli ve sağlam argümanlardan ayırmak önemli bir eleştirel düşünme becerisidir."
İlişkilendirme safsatalarını dört temel başlıkta inceleyeceğiz. Bunlar: Ad hominem safsataları, otoriteye başvurma safsataları, duygulara başvurma safsataları ve doğaya yönelim safsataları başlıklarında olacak. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-2-iliskilendirme-safsatalari/
Bilimsel ya da farklı konseptteki bütün tartışmalarda, en çok yapılan yanlışlardan birisi mantıks... more Bilimsel ya da farklı konseptteki bütün tartışmalarda, en çok yapılan yanlışlardan birisi mantıksal safsataların kullanımıdır. Bu durum, büyük oranda, insanlara mantıksal safsataların öğretilmemesinden kaynaklanır ve doğal olarak da kişi bir tartışma içerisinde kendisinin ya da karşı tarafın mantıksal safsata kullandığının farkına varmaz. Dolayısıyla, mantıksal safsataların neler olduğunu bilmek, onları kolaylıkla saptamamıza yardımcı olacaktır. Herhangi bir argümanda, tek bir mantıksal safsatanın bile varlığı o argümanı tamamen ortadan kaldıracak ve sizi onu reddetmeye zorlayacaktır.
Özelde de sahte-bilimsel ya da doğaüstü inanışları bulunan insanlarla bir tartışma içerisine girdiyseniz, tartışma boyunca karşı tarafın sunduğu argümanlarda mutlaka bir ya da birden fazla döngüsel nedenlerden kaynaklanan safsataya rastgelirsiniz. Bilimsel olmayan inanç sistemleri, bilimsel yöntemle tanımlanamadığı ya da desteklenemediğinden, bu inanışların savunucuları da sundukları argümanlara destek için başka şeylere başvururlar.
Mantıksal safsataların çoğu, birbirine çok benzerdir ve aynı temel sorunları yaratır. Hatta bazen, hangi safsatanın kullanıldığını anlamak bile imkânsız bir hâl alır ve çoğunlukla da birden fazlası bir arada kullanılır. Bununla birlikte döngüsel nedensellikten kaynaklanan safsatalar, neredeyse sayılamayacak kadar çok olduğundan konuyu bir yazı dizisi ders şeklinde ele alacak, argüman yapılarını inceleyecek, örnek öncülleri değerlendirecek, yaygın kullanılan safsataların neler olduğunu örneklerle açıklayacak ve bu safsataların nasıl kolaylıkla saptanabileceğini göstereceğiz.
Detoks ya da arınma, temizlenme… İlk duyduğunuzda kulağa oldukça hoş gelen ve buna gerçekten ihti... more Detoks ya da arınma, temizlenme… İlk duyduğunuzda kulağa oldukça hoş gelen ve buna gerçekten ihtiyacınızın olduğu hissini oluşturan son zamanların trend kelimesi. Herkesin detoksa ihtiyacı var değil mi? Çünkü vücudumuz toksik kimyasallarla dolu. O halde yeşil renk tonlarında sıvı bir meyve püresi harika bir temizlik sağlar değil mi?
Değil.
Her ikisi de onları uyduranların birbiri yerine kullandığı bu iki kelime (detoks ya da arınma), son dönemde pek çok insanın diline dolanmış durumda. Bazıları kilo vermenize yardımcı olduğunu iddia ediyor, bazıları hastalıkları tedavi ettiklerini söylüyor, bazıları sizi toksinlerden arındırdığını söylüyor. Marketlerde üzerine “detoks” yazılmış şişeler, kutular; kitabevlerinde kapağında “detoks” yazan kitaplar, hatta eczanelerde “detoks” rafları bile görebilirsiniz. Suplementler, çaylar, homeopati, kahve enemaları, kulak mumları, ayak banyoları vs. hepsinin tek bir vaadi var: Detoksifikasyon.
Şimdi sizden az sonra sıralayacağımız olaylara ait sesleri ayrı ayrı senaryolar şeklinde hayal et... more Şimdi sizden az sonra sıralayacağımız olaylara ait sesleri ayrı ayrı senaryolar şeklinde hayal etmenizi istiyoruz. İşitme alanınızın içerisinde bir yerlerde; yemek yiyen birisi ağzını “şapırdatıyor“, herhangi birisi elindeki içeceği “höpürterek“ içiyor, yanınızdaki bir kişi derin ve “hırıltılı” bir şekilde nefes alıp-veriyor, birisi sürekli burnunu çekiyor, birisi mırıldanıyor ya da birisi parmaklarıyla bir şeyleri “tıklatıyor“, birisi telefonundaki klavye sesi açıkken “tıkır tıkır” bir şeyler yazıyor veya tam arkanızdaki bir kişi “cak cak” sakız çiğniyor. Yeterince çıldırdınız mı? Devamını okumak için: https://bilimfili.com/belirli-bazi-seslere-tahammul-edememe-misofonya/
3 ila 4 yaşından itibaren, hepimiz yalan söylemeye başlarız. Çünkü beynimizin gelişiminin bu aşam... more 3 ila 4 yaşından itibaren, hepimiz yalan söylemeye başlarız. Çünkü beynimizin gelişiminin bu aşamasında, çok yönlü ve çok güçlü bir şeye sahip olduğumuzu öğreniriz: Dil. Dil öğreniminin ardından, onu, gerçeklerle oynamak ve neler olup bittiğinin sonuçlarını etkilemek için kullanırız.
Eninde sonunda, yalan söylemenin “kötü” bir şey olduğunu ve ona asla başvurmamamız gerektiğini öğreniriz. Fakat bunun pek de mümkün olmadığını, bazen hepimizin yalan söylemek zorunda kalmasından biliriz.
Hemen şimdi hayali bir bilim insanı yaratın zihninizde. Hayal edin… Saçları… Kıyafetleri… Cinsiye... more Hemen şimdi hayali bir bilim insanı yaratın zihninizde. Hayal edin… Saçları… Kıyafetleri… Cinsiyeti… Bir görüntü yakaladınız mı? Şimdi gelin zihninizde canlandırdığınız kişinin özelliklerine bir bakalım: Beyaz saçlı? Erkek? Üzerinde bir lab önlüğü var? Saçları dağınık? Tamam hepsini tutturamamış olabiliriz belki ama tahminlerimizden en az birisi muhtemelen sizin hayali bilim insanınızın da özellikleriyle uyum gösteriyor. Aslında bu durum pek de şaşırtıcı değildir, ancak bu dış görünüş ve cinsiyet algısı belki başka bir yazımızın konusu olabilir. Burada asıl merak ettiğimiz, zihninizdeki bu bilim insanının ne yaptığıdır? Zihninizdeki bilim insanının son derece karışık bir masanın önünde olabildiğince sıkı çalışan birisi olduğu tahmininde bulunmak nispeten güvenli bir tahmindir. Çünkü pek çok insanın zihnindeki bilim insanı prototipi; genellikle yalnız, laboratuvarından çıkmayan, izole bir ortamda çalışmalar yürüten bir kişi gibi özelliklere sahiptir. Son derece tehlikeli olabilen bu eksik kavrayışa ileride değineceğiz. Fakat ilk olarak bilim insanı kavramının neden tek başına çalışmalar yürüten, yalnız, izole bir arketipi canlandırdığını tartışalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/bilim-insaninin-yalniz-deha-oldugu-yanilgisi-ve-bu-alginin-muhtemel-zararlari/
Gecenin bir vakti, dışarısı tamamen karanlık ve evde yalnızsınız. Koltuğa uzanmış vaziyette telev... more Gecenin bir vakti, dışarısı tamamen karanlık ve evde yalnızsınız. Koltuğa uzanmış vaziyette televizyon izliyorsunuz. Eviniz o kadar sessiz ki; televizyondaki ses dışında evde hiçbir ses yok. Aniden arka odanın kapısı büyük bir gürültüyle çarpıyor. Çok kısa bir süreliğine, anlık olarak, hayatınızın tehlike altında olduğu hissine kapılıyorsunuz ve hayatta kalmaya çalışan her hayvanda olduğu gibi bir “kaç ya da kalıp savaş” ikilemi yaşıyorsunuz. Hemen ardından, kapının kapanmasına neden olan şeyin aslında rüzgar olduğunu anlıyorsunuz. Artık herhangi bir tehlike söz konusu değil, birileri evinize girmeye çalışmıyor. Üçüncü sınıf bir korku filmini andıran yukarıdaki senaryo, pek çoğumuzun hayatının bir kısmında yaşadığı tecrübelerden birisidir. Peki verdiğimiz bu yoğun tepkiye neden olan ve anlık olarak stres altında hissetmemize neden olan korku; tam olarak nedir? Bu his beynimizde nasıl oluşur ve fizyolojimiz bu hisse nasıl bir tepki verir?
Bilimsel gerçekleri reddetmenin, gerçek toplumsal sonuçları vardır. Örneğin, HIV ve AIDS arasında... more Bilimsel gerçekleri reddetmenin, gerçek toplumsal sonuçları vardır. Örneğin, HIV ve AIDS arasında bir bağlantının bulunmadığına dair inanışlar; Güney Afrika’da 330.000’den fazla kişinin ölümüne neden oldu. Sigara ile kanser arasındaki bağlantının reddedilmesi, milyonlarca erken ölümün nedeni oldu. Aşı karşıtları sayesinde, önceden önlenebilir hastalıklar eski gücüne kavuşmaya başladı.
Bilimin reddedilmesi durumu, görmezden gelebileceğimiz ya da reddedebileceğimiz bir durum değildir. Peki, karşı mücadelede etkin bir tepki ortaya koyabilme konusunda bilimsel araştırmalar ne söylüyor? Ortak kanı, çözümün; bilim iletişimini güçlendirme olduğu konusunda uzlaşı sağlıyor. Fakat, yapılan araştırmalar, bu yaklaşımın da istenmeden de olsa insanların mevcut inanışlarını güçlendirerek bir geri tepkiye neden olabileceğini ortaya koyuyor. Bir kimseye, onun mevcut inanışını ve/veya dünya görüşünü tehdit eden bir delil sunduğunuzda, bu durum; esasında o kişinin inanışını güçlendiren bir etkide bulunabiliyor. Bu duruma “dünya görüşü ters tepme etkisi” denir. Bu etkiye dair ilk bilimsel deneylerin tarihi 1975’lere kadar uzanmaktadır. Devamını Okumak için: https://bilimfili.com/bilim-inkarciliginin-5-temel-ozelligi-ve-bilimsel-ikna-yollari/
Açlık grevleri, oldukça köklü bir geçmişe sahip, bütün kültürlerde saygıyla karşılanan son derece... more Açlık grevleri, oldukça köklü bir geçmişe sahip, bütün kültürlerde saygıyla karşılanan son derece güçlü politik eylemlerdir. Bir kişi ya da grubun, belirli talep veya taleplerinin karşılanması için bedenini açlığa yatırdığı bu eylem biçimi, toplumsal dikkati taleplerine yöneltmeyi ve taleplerin giderek büyüyen bir kitlede yankı bulmasını amaçlar. Açlık grevlerinin, vücutta meydana getirdiği metabolik ve fizyolojik değişimlere değinmeden önce, bu direniş biçiminin Dünya’daki ve ülkemizdeki örneklerine tarihsel bir bakış atacağız. (Devamını okumak için: https://bilimfili.com/aclik-grevi-nedir-ve-vucuttaki-etkileri-nelerdir/ )
“Bunu yemelisin.” “Bundan uzak durmalısın.” Yiyecek seçimlerimizin çoğunluğu basit bir ikilem üze... more “Bunu yemelisin.” “Bundan uzak durmalısın.” Yiyecek seçimlerimizin çoğunluğu basit bir ikilem üzerine şekillenir. Neyi yememiz ve neyi yemememiz gerektiği konusunda ise gerek sosyal medyada, gerekse diğer internet sayfalarında bolca “uzman önerilerine” maruz kalırız. Karbonhidrat yoğunluklu bir diyet mi yoksa karbonhidrat miktarı düşük bir diyet mi? Tahıl mı yoksa glutensiz yiyecekler mi? Et mi yoksa veganlık mı? İkili bir seçim gibi gözükse de, yine de ne yememiz gerektiğine dair kararlar karmaşık bir meseledir. Neticede, sağlığımız için en iyi olanın ya da fizyolojimize doğal olarak neyin uygun olabileceğini belirlemek basit bir durum değildir. Kültürel gelenekler, etik kaygılar, cinsiyet, yaşam evresi ve genel sağlık durumu, coğrafik konum, ekonomi, aile ve kişisel tercihler vs. hemen her şey, seçimlerimizde bir rol sahibidir. İnsanların karşı karşıya kaldığı en kafa karıştırıcı seçimlerden birisi de et yemek ya da yememek üzerinedir ve tartışmanın her iki cephesinin de son derece güçlü argümanları vardır. Peki, doğal olan nedir? Atalarımız, türümüzün milyonlarca yıldır en hayati stratejilerinden birisi olan et yeme ve paylaşma ile birer süper avcı olarak evrimleşmiştir. Peki, biz bugün gerçekten et yeme konusunda bir seçime sahip miyiz? ... (Devamını okumak için: https://bilimfili.com/et-yemek-ya-da-yememek-evrimsel-gecmisimiz/ )
Pek çok bilimsel olay ve olgu için –ne yazık ki– büyük bir çoğunluk bu olguyu bilimin ortaya koym... more Pek çok bilimsel olay ve olgu için –ne yazık ki– büyük bir çoğunluk bu olguyu bilimin ortaya koymadığını iddia eder. Örneğin; iklim değişiminin gerçekliğini ortaya koyan ya da evrimin bir gerçeklik olduğunu ortaya koyan fazlasıyla bilimsel delil ve çalışma olmasına rağmen, bazı insanlar bu gerçekliklerin bilimsel olarak ortaya koyulmadığı görüşünü ileri sürer. Elbette ki bu durum için kimseyi kırmamak, üzmemek ya da kapsayıcı olmak adına romantik cümleler ve yaklaşımlar sergilemeyeceğiz. Zaten bilimin de böyle bir derdi ya da tasası yoktur. Bilimsel bir gerçeklik, söz konusuysa; bunu sizin kabul edip etmemeniz pekâla bir anlam ifade etmeyecektir. Yani doğada var olan bir işleyişi siz kabul etmiyorsunuz diye o işleyiş; “ben kabul görmedim o halde kendimi değiştireyim” demiyor. Dolayısıyla sizin yaklaşımınız; ne mevcut işleyişin, ne bu işleyişi açıklayan bilimin ne de bu işleyişi açıklayan bilimi aktarma gayreti içerisinde olanların pek umurunda değildir. Bu yazımızda da bilimsel yöntemin ne olduğuna ve büyük çoğunluğun hatta bilim eğitimi almış bazı insanların bile neden bu yöntemi yanlış kavradıklarına değineceğiz. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/bilimsel-yontem-nedir-ve-neden-cogu-insan-bilimsel-yontemi-yanlis-kavrar/
Bir sandalyede oturduğunuzu hayal edin, kolunuzu öylesine bir şekilde yerleştiriyorsunuz. Bildiği... more Bir sandalyede oturduğunuzu hayal edin, kolunuzu öylesine bir şekilde yerleştiriyorsunuz. Bildiğiniz kadarıyla kolunuzu bir biçimde tutmak için karar veriyorsunuz ve o biçime sokuyorsunuz. Karar veriyorsunuz, o biçime sokuyorsunuz. Karar veriyorsunuz, o biçime sokuyorsunuz…
Peki ya bir sonraki hareketinizi planlamadan güzel güzel oturduğunuzu fark etseniz? Peki ya gerçekten de kararlarımız bilincimiz henüz farkında bile olmadan bilinçaltımız tarafından veriliyorsa?
Bu düşünceler 1980lere kadar uzanan araştırmaların neden olduğu sorular. Yapılan pek çok araştırma sinirbilimi camiasında özgür iradenin bir illüzyondan başka bir şey olmadığı tartışmalarına sebep oldu. Bu yaklaşıma göre, eylemlerimiz çoğunlukla bilinçaltından belirleniyor. Niyetlerimizin bilinçli olarak farkında olduğumuzda, seçimlerimize dair genellikle makul açıklamalar geliştirebiliriz, fakat bu durum tamamen geçmişe yöneliktir. Beyin aktivitemize karşı gelerek kararlar alan “hayalet bir mekanizma” söz konusu değilse ve beyin aktivitemizin bir sonucuysak, peki bu nasıl mümkün olabilir?
Narsisizm konusu asırlardır insanların kafasını karıştıran bir konu olmuştur, fakat sosyal bilimc... more Narsisizm konusu asırlardır insanların kafasını karıştıran bir konu olmuştur, fakat sosyal bilimciler artık narsisizmin, modern bir “salgın hastalık” haline geldiğini ileri sürüyorlar. Peki narsisizm nedir, bu denli yaygınlaşmasına ne sebep olmuştur ve yapılabilecek bir şeyler var mıdır?
Narsisizm terimi yaklaşık 2000 yıl önce Ovid’in “Nergisin Efsanesi”ni (Legend of Narcissus) yazmasıyla ortaya çıkmıştır. Ovid; bu hikâyede, güzel bir Yunan avcının bir gün bir su birikintisinde kendi silüetinin yansımasını gördüğünü ve o yansımaya aşık olduğunu anlatır. Avcı kendi yansımasına o kadar takıntılı hale gelmiştir ki, artık onu terk edemez olmuştur. Günler, aylar geçer, avcı su birikintisinin başından ayrılamaz. Öyle bir aşktır ki bu; uzanır ama dokunamaz, dokunur ama sevemez. Günden güne eriyen avcı, su birikintisinin başında ölür. Ölümünden sonra avcının yattığı yerde, boynu suya eğilmiş nergis çiçekleri büyür.
Narsisizm kavramı, “ego” ve egonun dış dünya ile ilişkisi üzerine çalışmalar yürüten psikanalist Sigmund Freud ile popüler bir hal alır. Bu çalışma; narsisizm üzerine geliştirilen diğer birçok teori için de bir çıkış noktası olma özelliğindedir. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/insanlar-neden-giderek-daha-fazla-narsist-oluyor/
Uploads
Papers by Gürkan Akçay
Her gün binlerce kimyasala maruz kalıyoruz. Bunlardan ilaç, gıda katkısı ve kozmetik olarak kullanılanlarına bilerek/isteyerek; çevre kirleticilerine, gıda kirleticisi kimyasallara, gıdalardaki doğal kimyasallara ve iş yeri kimyasallarına ise istemeyerek maruz kalıyoruz. Kimyasalların organizmada oluşturduğu hasar olarak tanımlanan toksisite; ölümden, organ hasarı, kanser, DNA hasarı, üreme sistemine etki, bağışıklık sistemine etkiye kadar uzanan çok geniş bir spektrumu kapsar. Her kimyasal, doza bağımlı olarak bu etkilerden birini veya birkaçını birlikte gösterir. (Karakaya, 2014).
Siyanür, doğal yollarla oluşan, pek çok bitkide bulunan ve 2000 yıl boyunca nükleer silahların kullanılmadığı savaşlarda zehirleyici olarak kullanılan bir kimyasaldır. Gaz halinde solunması, katı halde yutulması veya topikal maruz kalmayla absorbe edilmesi son derece öldürücü bir etkiye sahiptir. Tarihte bilinen iki büyük olay olan 1978 yılındaki Jonestown Katliamı ve 1982 yılındaki Tylenol zehirlenmeleri, kimyasalın ölümcüllüğünü ürpertici bir biçimde ortaya koymaktadır. Devamı: https://bilimfili.com/siyanur-nedir-altin-aramalarinda-neden-kullanilir-neden-olumculdur/
Aslında bakarsanız şaşırtıcı bir biçimde, iklim değişimi gerçekliğinin bir bilgi olarak insanların zihninde bulunuyor olması dahi geleceğimiz açısından sevindirici. Gerek iklim değişimi alanında yapılan bilimsel çalışmalar, gerekse insanların iklim değişiminin etkilerine bizzat tanık olmaları, iklim değişimi konusunda farkındalık yaratmayı amaçlayan sivil toplum örgütü çalışmaları, Fen Bilimleri derslerinde iklim değişimi bilincinin henüz ortaokul sıralarından başlayarak çocuklara veriliyor olması gibi pek çok iyi gelişme, bu bilincin gelişmesinde büyük pay sahibi. Devamı: https://bilimfili.com/turkiyede-iklim-degisimi-bilinci-ve-bilim-karsiti-komploculukla-basa-cikma-yontemleri/
İngiltere’nin ve Dünya’nın en eski bilimsel topluluğu olan Royal Society‘nin mottosu. Türkçesi: “Kimsenin sözüne bağlı olmadan.”
İfade edildiği dönem itibariyle son derece devrimci bir özü içinde barındıran bu söz; gerçeğin, otorite aracılığıyla aranabileceği düşüncesine karşı bir reddediş; gerçeğin keşfinde, fiziksel dünya ile doğrudan etkileşime ve deneye bir çağrı anlamına geliyordu. BilimFili olarak bizim de sıklıkla dile getirdiğimiz, Royal Society’nin mottosu; neresinden bakarsanız bakın, son derece asil bir duyguyu ifade ediyor. Devamı: https://bilimfili.com/bin-yillik-kilise-otoritesine-karsi-bir-baskaldiris-nullius-in-verba/
Beyin, yaklaşık 40 yaş itibariyle büzülmeye başlar. Bu süreçte, frontal lob, striyatum ve hipokampus gibi kompleks düşüncelerden, hareket ve hafızadan sorumlu beyin bölgelerimizdeki hücrelerde hızlı bir bozulma görülür. Bu bozulmanın etkilerine ne kadar dirençli olduğunuz, büyük oranda bilişsel rezervinizle ilgilidir. Bu rezerv, bilişinizdeki değişiklikleri fark etmeden önce beyninizin daha fazla hasara karşı ayakta durmasını sağlayan bir tür zihinsel tampondur. Bu kısmı derinleştirmeden önce gelin hafızaya ve hafızanın nasıl çalıştığına bir göz atalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/yasa-bagli-olarak-bilissel-yetilerin-zayiflamasi-hafizamiz-ve-calisma-bicimi/
İş birliğini yaşamın bir zorunluluğu olarak ele alıyor olabiliriz, fakat uzun soluklu iş birlikleri, kısa vadedeki küçük kişisel çıkarların da askıya alınmasını gerektirir. Bu davranış biçiminin ise kolay bir biçimde evrimleştiğini söyleyemeyiz. Hatta doğanın rekabeti içerisinde bir iş birliğinin, bir başka iş birliğini aşma zorunluğunun olduğunu da göz önüne aldığımızda; bazı bireylerin, diğer grubun iş birliği kurma çabalarını boşa çıkarmak için aldatma yöntemleri geliştirdiğini de söyleyebiliriz. İş birliği yapmak kadar iş birliklerini sürdürmek de zordur. Gönülsüzce yapılan pek çok iş birliği modeli, birlikte çalışmanın meyvelerini toplama noktasında çoğunlukla yetersiz kalır. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/is-birligi-ve-yalan-soylemenin-evrimi/
Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, safsataların her biri esasında birbirinin tanım sınırları içerisine kayan, kesin sınırları bulunmayan bir yapıda olduğunu hatırlatmamızda fayda var. Yani bir kişi ileri sürdüğü argüman içerisinde birden fazla safsatayı birbirine girift halde yapıyor olabilir. Hatta bazen biraz ondan biraz bundan şeklinde ortaya karışık bir safsata biçimi de geliştiriyor olabilir.
Eleştirel düşünme becerisinin toplumsal düzeydeki vasatlığını göz önüne aldığımızda, safsataları saptama becerisinin sosyal etkileşimin bu denli geliştiği dünyada artık zorunlu ve hatta giderek de hayati bir ihtiyaç haline geldiğini söylemeliyiz. Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformlarının sosyal anlamda sağladığı avantajların yanı sıra bu sanal sosyal dünyadaki bilgi dezenformasyonun önü alınamaz bir hale evrilişi; bireylerin bilimsel, analitik ve eleştirel düşünme becerilerinin de körelmesine neden olmaktadır.
Öte yandan bu yazı dizisinin neredeyse sonsuz uzunlukta olabileceğini de söylememiz mümkün. Çünkü beynimizin milyarlarca nöron içeren ağı içerisinde, argüman öncüllerinin birbirine bağlanma biçimindeki sayısal olasılığın neredeyse sonsuz oluşu, safsata biçimlerinin de neredeyse sonsuz olabileceği anlamına geliyor. Keza, yazı dizimiz boyunca kaynak olarak kullandığımız Felsefe Ansiklopedisi‘nde adı konulmuş yüzlerce safsata biçimi olduğunu görebilirsiniz. Bunun da ötesinde, her geçen gün, listeye yenilerinin eklendiğini de söyleyelim. Şimdi gelin veri ve korelasyon analizi safsatalarının neler olduğuna, ardından da çok yönlü (karışık) olarak isimlendirebileceğimiz safsata biçimlerinin neler olduğuna ve nasıl kullanıldıklarına bakalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-4-veri-analizi-safsatalari-ve-cok-yonlu-safsatalar/
Öte yandan her bir safsatanın bir başka safsata biçimiyle zaman zaman bağlantılı, hatta bazen iç içe geçtiğini de göreceksiniz. Çünkü mantıksal safsatalar, çoğu zaman birbirini destekleyen ve birbirinden beslenen bir yapıya sahiptir.
Zırva safsatalarını dört temel başlık altında inceleyeceğiz.
Ad hoc Safsatası
Ad hoc, Latince “amaca özel, niyete mahsus” anlamına gelen ibaredir. Ad hoc safsataları, kendi içerisinde birer argüman olmadıkları için saptaması oldukça zor olabilen safsatalardır. Hatta bu safsatalar için karşı argümana verilen hatalı cevaplardır da diyebiliriz. Devamını Okumak İçin: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-3-zirva-uydurma-safsatalari/
Öncelikle safsata türlerinin, olabildiğince çok ve sayısının da giderek arttığını belirtmemiz gerekiyor. Biz, bu yazı dizimizde en yaygın kullanılan safsata türlerini ele alacağız, zaten bu yaygın biçimlere aşinalığınızın olması diğer safsata türlerinin de “kokusunu kolaylıkla almanıza” olanak tanıyacaktır. Ancak yine de detaylı incelemek isteyen okurlarımız için, yazı dizimizde de referans olarak kullanacağımız Felsefe Ansiklopedisi sitesine göz atmalarını öneririz.
İlişkilendirme safsatalarına geçmeden önce Wikipedia‘dan alıntıladığımız mantıksal safsata tanımını tekrardan hatırlamakta fayda var.
"Safsata, bir argümanı ortaya koyarken geçersiz veya yanlış çıkarsama kullanımıdır. Safsatalar, ilk bakışta geçerli ve ikna edici gibi görülebilen fakat yakından bakıldığında kendilerini ele veren sahte argümanlardır. Safsataların ayırdına varmak, onları geçerli ve sağlam argümanlardan ayırmak önemli bir eleştirel düşünme becerisidir."
İlişkilendirme safsatalarını dört temel başlıkta inceleyeceğiz. Bunlar: Ad hominem safsataları, otoriteye başvurma safsataları, duygulara başvurma safsataları ve doğaya yönelim safsataları başlıklarında olacak. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-2-iliskilendirme-safsatalari/
Özelde de sahte-bilimsel ya da doğaüstü inanışları bulunan insanlarla bir tartışma içerisine girdiyseniz, tartışma boyunca karşı tarafın sunduğu argümanlarda mutlaka bir ya da birden fazla döngüsel nedenlerden kaynaklanan safsataya rastgelirsiniz. Bilimsel olmayan inanç sistemleri, bilimsel yöntemle tanımlanamadığı ya da desteklenemediğinden, bu inanışların savunucuları da sundukları argümanlara destek için başka şeylere başvururlar.
Mantıksal safsataların çoğu, birbirine çok benzerdir ve aynı temel sorunları yaratır. Hatta bazen, hangi safsatanın kullanıldığını anlamak bile imkânsız bir hâl alır ve çoğunlukla da birden fazlası bir arada kullanılır. Bununla birlikte döngüsel nedensellikten kaynaklanan safsatalar, neredeyse sayılamayacak kadar çok olduğundan konuyu bir yazı dizisi ders şeklinde ele alacak, argüman yapılarını inceleyecek, örnek öncülleri değerlendirecek, yaygın kullanılan safsataların neler olduğunu örneklerle açıklayacak ve bu safsataların nasıl kolaylıkla saptanabileceğini göstereceğiz.
Giriş yazısı olan bu yazımızda önce mantık çerçevesine uygun olan bir argümanın yapı ve özelliklerine bakacak, mantıksal safsatanın ne olduğuyla ve insanların neden bu safsatalara başvurduğuyla devam edeceğiz. Devamını Okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-1-nedir-neden-kullanilir-nasil-saptanabilir/
Değil.
Her ikisi de onları uyduranların birbiri yerine kullandığı bu iki kelime (detoks ya da arınma), son dönemde pek çok insanın diline dolanmış durumda. Bazıları kilo vermenize yardımcı olduğunu iddia ediyor, bazıları hastalıkları tedavi ettiklerini söylüyor, bazıları sizi toksinlerden arındırdığını söylüyor. Marketlerde üzerine “detoks” yazılmış şişeler, kutular; kitabevlerinde kapağında “detoks” yazan kitaplar, hatta eczanelerde “detoks” rafları bile görebilirsiniz. Suplementler, çaylar, homeopati, kahve enemaları, kulak mumları, ayak banyoları vs. hepsinin tek bir vaadi var: Detoksifikasyon.
O halde tüm bunların işe yaramaz bir sahtekârlık örneği olduğunu söyleyerek başlayalım. Neden mi? Cevaplar bilimde yatıyor. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/detoks-sahtekarligi-nasil-saptayabilir-ve-nasil-uzak-durabiliriz/
Eninde sonunda, yalan söylemenin “kötü” bir şey olduğunu ve ona asla başvurmamamız gerektiğini öğreniriz. Fakat bunun pek de mümkün olmadığını, bazen hepimizin yalan söylemek zorunda kalmasından biliriz.
Ne var ki, bazı insanlar patolojik derecede yalancıdır. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/bazi-insanlar-yalan-soylemekten-neden-vazgecemez/
Devamını okumak için: https://bilimfili.com/korkular-olusurken-beynimizde-nasil-bir-surec-isler/
Bilimin reddedilmesi durumu, görmezden gelebileceğimiz ya da reddedebileceğimiz bir durum değildir. Peki, karşı mücadelede etkin bir tepki ortaya koyabilme konusunda bilimsel araştırmalar ne söylüyor? Ortak kanı, çözümün; bilim iletişimini güçlendirme olduğu konusunda uzlaşı sağlıyor. Fakat, yapılan araştırmalar, bu yaklaşımın da istenmeden de olsa insanların mevcut inanışlarını güçlendirerek bir geri tepkiye neden olabileceğini ortaya koyuyor. Bir kimseye, onun mevcut inanışını ve/veya dünya görüşünü tehdit eden bir delil sunduğunuzda, bu durum; esasında o kişinin inanışını güçlendiren bir etkide bulunabiliyor. Bu duruma “dünya görüşü ters tepme etkisi” denir. Bu etkiye dair ilk bilimsel deneylerin tarihi 1975’lere kadar uzanmaktadır. Devamını Okumak için: https://bilimfili.com/bilim-inkarciliginin-5-temel-ozelligi-ve-bilimsel-ikna-yollari/
(Devamını okumak için: https://bilimfili.com/aclik-grevi-nedir-ve-vucuttaki-etkileri-nelerdir/ )
Peki ya bir sonraki hareketinizi planlamadan güzel güzel oturduğunuzu fark etseniz? Peki ya gerçekten de kararlarımız bilincimiz henüz farkında bile olmadan bilinçaltımız tarafından veriliyorsa?
Bu düşünceler 1980lere kadar uzanan araştırmaların neden olduğu sorular. Yapılan pek çok araştırma sinirbilimi camiasında özgür iradenin bir illüzyondan başka bir şey olmadığı tartışmalarına sebep oldu. Bu yaklaşıma göre, eylemlerimiz çoğunlukla bilinçaltından belirleniyor. Niyetlerimizin bilinçli olarak farkında olduğumuzda, seçimlerimize dair genellikle makul açıklamalar geliştirebiliriz, fakat bu durum tamamen geçmişe yöneliktir. Beyin aktivitemize karşı gelerek kararlar alan “hayalet bir mekanizma” söz konusu değilse ve beyin aktivitemizin bir sonucuysak, peki bu nasıl mümkün olabilir?
Narsisizm terimi yaklaşık 2000 yıl önce Ovid’in “Nergisin Efsanesi”ni (Legend of Narcissus) yazmasıyla ortaya çıkmıştır. Ovid; bu hikâyede, güzel bir Yunan avcının bir gün bir su birikintisinde kendi silüetinin yansımasını gördüğünü ve o yansımaya aşık olduğunu anlatır. Avcı kendi yansımasına o kadar takıntılı hale gelmiştir ki, artık onu terk edemez olmuştur. Günler, aylar geçer, avcı su birikintisinin başından ayrılamaz. Öyle bir aşktır ki bu; uzanır ama dokunamaz, dokunur ama sevemez. Günden güne eriyen avcı, su birikintisinin başında ölür. Ölümünden sonra avcının yattığı yerde, boynu suya eğilmiş nergis çiçekleri büyür.
Narsisizm kavramı, “ego” ve egonun dış dünya ile ilişkisi üzerine çalışmalar yürüten psikanalist Sigmund Freud ile popüler bir hal alır. Bu çalışma; narsisizm üzerine geliştirilen diğer birçok teori için de bir çıkış noktası olma özelliğindedir.
Devamını okumak için: https://bilimfili.com/insanlar-neden-giderek-daha-fazla-narsist-oluyor/
Her gün binlerce kimyasala maruz kalıyoruz. Bunlardan ilaç, gıda katkısı ve kozmetik olarak kullanılanlarına bilerek/isteyerek; çevre kirleticilerine, gıda kirleticisi kimyasallara, gıdalardaki doğal kimyasallara ve iş yeri kimyasallarına ise istemeyerek maruz kalıyoruz. Kimyasalların organizmada oluşturduğu hasar olarak tanımlanan toksisite; ölümden, organ hasarı, kanser, DNA hasarı, üreme sistemine etki, bağışıklık sistemine etkiye kadar uzanan çok geniş bir spektrumu kapsar. Her kimyasal, doza bağımlı olarak bu etkilerden birini veya birkaçını birlikte gösterir. (Karakaya, 2014).
Siyanür, doğal yollarla oluşan, pek çok bitkide bulunan ve 2000 yıl boyunca nükleer silahların kullanılmadığı savaşlarda zehirleyici olarak kullanılan bir kimyasaldır. Gaz halinde solunması, katı halde yutulması veya topikal maruz kalmayla absorbe edilmesi son derece öldürücü bir etkiye sahiptir. Tarihte bilinen iki büyük olay olan 1978 yılındaki Jonestown Katliamı ve 1982 yılındaki Tylenol zehirlenmeleri, kimyasalın ölümcüllüğünü ürpertici bir biçimde ortaya koymaktadır. Devamı: https://bilimfili.com/siyanur-nedir-altin-aramalarinda-neden-kullanilir-neden-olumculdur/
Aslında bakarsanız şaşırtıcı bir biçimde, iklim değişimi gerçekliğinin bir bilgi olarak insanların zihninde bulunuyor olması dahi geleceğimiz açısından sevindirici. Gerek iklim değişimi alanında yapılan bilimsel çalışmalar, gerekse insanların iklim değişiminin etkilerine bizzat tanık olmaları, iklim değişimi konusunda farkındalık yaratmayı amaçlayan sivil toplum örgütü çalışmaları, Fen Bilimleri derslerinde iklim değişimi bilincinin henüz ortaokul sıralarından başlayarak çocuklara veriliyor olması gibi pek çok iyi gelişme, bu bilincin gelişmesinde büyük pay sahibi. Devamı: https://bilimfili.com/turkiyede-iklim-degisimi-bilinci-ve-bilim-karsiti-komploculukla-basa-cikma-yontemleri/
İngiltere’nin ve Dünya’nın en eski bilimsel topluluğu olan Royal Society‘nin mottosu. Türkçesi: “Kimsenin sözüne bağlı olmadan.”
İfade edildiği dönem itibariyle son derece devrimci bir özü içinde barındıran bu söz; gerçeğin, otorite aracılığıyla aranabileceği düşüncesine karşı bir reddediş; gerçeğin keşfinde, fiziksel dünya ile doğrudan etkileşime ve deneye bir çağrı anlamına geliyordu. BilimFili olarak bizim de sıklıkla dile getirdiğimiz, Royal Society’nin mottosu; neresinden bakarsanız bakın, son derece asil bir duyguyu ifade ediyor. Devamı: https://bilimfili.com/bin-yillik-kilise-otoritesine-karsi-bir-baskaldiris-nullius-in-verba/
Beyin, yaklaşık 40 yaş itibariyle büzülmeye başlar. Bu süreçte, frontal lob, striyatum ve hipokampus gibi kompleks düşüncelerden, hareket ve hafızadan sorumlu beyin bölgelerimizdeki hücrelerde hızlı bir bozulma görülür. Bu bozulmanın etkilerine ne kadar dirençli olduğunuz, büyük oranda bilişsel rezervinizle ilgilidir. Bu rezerv, bilişinizdeki değişiklikleri fark etmeden önce beyninizin daha fazla hasara karşı ayakta durmasını sağlayan bir tür zihinsel tampondur. Bu kısmı derinleştirmeden önce gelin hafızaya ve hafızanın nasıl çalıştığına bir göz atalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/yasa-bagli-olarak-bilissel-yetilerin-zayiflamasi-hafizamiz-ve-calisma-bicimi/
İş birliğini yaşamın bir zorunluluğu olarak ele alıyor olabiliriz, fakat uzun soluklu iş birlikleri, kısa vadedeki küçük kişisel çıkarların da askıya alınmasını gerektirir. Bu davranış biçiminin ise kolay bir biçimde evrimleştiğini söyleyemeyiz. Hatta doğanın rekabeti içerisinde bir iş birliğinin, bir başka iş birliğini aşma zorunluğunun olduğunu da göz önüne aldığımızda; bazı bireylerin, diğer grubun iş birliği kurma çabalarını boşa çıkarmak için aldatma yöntemleri geliştirdiğini de söyleyebiliriz. İş birliği yapmak kadar iş birliklerini sürdürmek de zordur. Gönülsüzce yapılan pek çok iş birliği modeli, birlikte çalışmanın meyvelerini toplama noktasında çoğunlukla yetersiz kalır. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/is-birligi-ve-yalan-soylemenin-evrimi/
Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, safsataların her biri esasında birbirinin tanım sınırları içerisine kayan, kesin sınırları bulunmayan bir yapıda olduğunu hatırlatmamızda fayda var. Yani bir kişi ileri sürdüğü argüman içerisinde birden fazla safsatayı birbirine girift halde yapıyor olabilir. Hatta bazen biraz ondan biraz bundan şeklinde ortaya karışık bir safsata biçimi de geliştiriyor olabilir.
Eleştirel düşünme becerisinin toplumsal düzeydeki vasatlığını göz önüne aldığımızda, safsataları saptama becerisinin sosyal etkileşimin bu denli geliştiği dünyada artık zorunlu ve hatta giderek de hayati bir ihtiyaç haline geldiğini söylemeliyiz. Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformlarının sosyal anlamda sağladığı avantajların yanı sıra bu sanal sosyal dünyadaki bilgi dezenformasyonun önü alınamaz bir hale evrilişi; bireylerin bilimsel, analitik ve eleştirel düşünme becerilerinin de körelmesine neden olmaktadır.
Öte yandan bu yazı dizisinin neredeyse sonsuz uzunlukta olabileceğini de söylememiz mümkün. Çünkü beynimizin milyarlarca nöron içeren ağı içerisinde, argüman öncüllerinin birbirine bağlanma biçimindeki sayısal olasılığın neredeyse sonsuz oluşu, safsata biçimlerinin de neredeyse sonsuz olabileceği anlamına geliyor. Keza, yazı dizimiz boyunca kaynak olarak kullandığımız Felsefe Ansiklopedisi‘nde adı konulmuş yüzlerce safsata biçimi olduğunu görebilirsiniz. Bunun da ötesinde, her geçen gün, listeye yenilerinin eklendiğini de söyleyelim. Şimdi gelin veri ve korelasyon analizi safsatalarının neler olduğuna, ardından da çok yönlü (karışık) olarak isimlendirebileceğimiz safsata biçimlerinin neler olduğuna ve nasıl kullanıldıklarına bakalım. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-4-veri-analizi-safsatalari-ve-cok-yonlu-safsatalar/
Öte yandan her bir safsatanın bir başka safsata biçimiyle zaman zaman bağlantılı, hatta bazen iç içe geçtiğini de göreceksiniz. Çünkü mantıksal safsatalar, çoğu zaman birbirini destekleyen ve birbirinden beslenen bir yapıya sahiptir.
Zırva safsatalarını dört temel başlık altında inceleyeceğiz.
Ad hoc Safsatası
Ad hoc, Latince “amaca özel, niyete mahsus” anlamına gelen ibaredir. Ad hoc safsataları, kendi içerisinde birer argüman olmadıkları için saptaması oldukça zor olabilen safsatalardır. Hatta bu safsatalar için karşı argümana verilen hatalı cevaplardır da diyebiliriz. Devamını Okumak İçin: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-3-zirva-uydurma-safsatalari/
Öncelikle safsata türlerinin, olabildiğince çok ve sayısının da giderek arttığını belirtmemiz gerekiyor. Biz, bu yazı dizimizde en yaygın kullanılan safsata türlerini ele alacağız, zaten bu yaygın biçimlere aşinalığınızın olması diğer safsata türlerinin de “kokusunu kolaylıkla almanıza” olanak tanıyacaktır. Ancak yine de detaylı incelemek isteyen okurlarımız için, yazı dizimizde de referans olarak kullanacağımız Felsefe Ansiklopedisi sitesine göz atmalarını öneririz.
İlişkilendirme safsatalarına geçmeden önce Wikipedia‘dan alıntıladığımız mantıksal safsata tanımını tekrardan hatırlamakta fayda var.
"Safsata, bir argümanı ortaya koyarken geçersiz veya yanlış çıkarsama kullanımıdır. Safsatalar, ilk bakışta geçerli ve ikna edici gibi görülebilen fakat yakından bakıldığında kendilerini ele veren sahte argümanlardır. Safsataların ayırdına varmak, onları geçerli ve sağlam argümanlardan ayırmak önemli bir eleştirel düşünme becerisidir."
İlişkilendirme safsatalarını dört temel başlıkta inceleyeceğiz. Bunlar: Ad hominem safsataları, otoriteye başvurma safsataları, duygulara başvurma safsataları ve doğaya yönelim safsataları başlıklarında olacak. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-2-iliskilendirme-safsatalari/
Özelde de sahte-bilimsel ya da doğaüstü inanışları bulunan insanlarla bir tartışma içerisine girdiyseniz, tartışma boyunca karşı tarafın sunduğu argümanlarda mutlaka bir ya da birden fazla döngüsel nedenlerden kaynaklanan safsataya rastgelirsiniz. Bilimsel olmayan inanç sistemleri, bilimsel yöntemle tanımlanamadığı ya da desteklenemediğinden, bu inanışların savunucuları da sundukları argümanlara destek için başka şeylere başvururlar.
Mantıksal safsataların çoğu, birbirine çok benzerdir ve aynı temel sorunları yaratır. Hatta bazen, hangi safsatanın kullanıldığını anlamak bile imkânsız bir hâl alır ve çoğunlukla da birden fazlası bir arada kullanılır. Bununla birlikte döngüsel nedensellikten kaynaklanan safsatalar, neredeyse sayılamayacak kadar çok olduğundan konuyu bir yazı dizisi ders şeklinde ele alacak, argüman yapılarını inceleyecek, örnek öncülleri değerlendirecek, yaygın kullanılan safsataların neler olduğunu örneklerle açıklayacak ve bu safsataların nasıl kolaylıkla saptanabileceğini göstereceğiz.
Giriş yazısı olan bu yazımızda önce mantık çerçevesine uygun olan bir argümanın yapı ve özelliklerine bakacak, mantıksal safsatanın ne olduğuyla ve insanların neden bu safsatalara başvurduğuyla devam edeceğiz. Devamını Okumak için: https://bilimfili.com/mantiksal-safsatalar-1-nedir-neden-kullanilir-nasil-saptanabilir/
Değil.
Her ikisi de onları uyduranların birbiri yerine kullandığı bu iki kelime (detoks ya da arınma), son dönemde pek çok insanın diline dolanmış durumda. Bazıları kilo vermenize yardımcı olduğunu iddia ediyor, bazıları hastalıkları tedavi ettiklerini söylüyor, bazıları sizi toksinlerden arındırdığını söylüyor. Marketlerde üzerine “detoks” yazılmış şişeler, kutular; kitabevlerinde kapağında “detoks” yazan kitaplar, hatta eczanelerde “detoks” rafları bile görebilirsiniz. Suplementler, çaylar, homeopati, kahve enemaları, kulak mumları, ayak banyoları vs. hepsinin tek bir vaadi var: Detoksifikasyon.
O halde tüm bunların işe yaramaz bir sahtekârlık örneği olduğunu söyleyerek başlayalım. Neden mi? Cevaplar bilimde yatıyor. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/detoks-sahtekarligi-nasil-saptayabilir-ve-nasil-uzak-durabiliriz/
Eninde sonunda, yalan söylemenin “kötü” bir şey olduğunu ve ona asla başvurmamamız gerektiğini öğreniriz. Fakat bunun pek de mümkün olmadığını, bazen hepimizin yalan söylemek zorunda kalmasından biliriz.
Ne var ki, bazı insanlar patolojik derecede yalancıdır. Devamını okumak için: https://bilimfili.com/bazi-insanlar-yalan-soylemekten-neden-vazgecemez/
Devamını okumak için: https://bilimfili.com/korkular-olusurken-beynimizde-nasil-bir-surec-isler/
Bilimin reddedilmesi durumu, görmezden gelebileceğimiz ya da reddedebileceğimiz bir durum değildir. Peki, karşı mücadelede etkin bir tepki ortaya koyabilme konusunda bilimsel araştırmalar ne söylüyor? Ortak kanı, çözümün; bilim iletişimini güçlendirme olduğu konusunda uzlaşı sağlıyor. Fakat, yapılan araştırmalar, bu yaklaşımın da istenmeden de olsa insanların mevcut inanışlarını güçlendirerek bir geri tepkiye neden olabileceğini ortaya koyuyor. Bir kimseye, onun mevcut inanışını ve/veya dünya görüşünü tehdit eden bir delil sunduğunuzda, bu durum; esasında o kişinin inanışını güçlendiren bir etkide bulunabiliyor. Bu duruma “dünya görüşü ters tepme etkisi” denir. Bu etkiye dair ilk bilimsel deneylerin tarihi 1975’lere kadar uzanmaktadır. Devamını Okumak için: https://bilimfili.com/bilim-inkarciliginin-5-temel-ozelligi-ve-bilimsel-ikna-yollari/
(Devamını okumak için: https://bilimfili.com/aclik-grevi-nedir-ve-vucuttaki-etkileri-nelerdir/ )
Peki ya bir sonraki hareketinizi planlamadan güzel güzel oturduğunuzu fark etseniz? Peki ya gerçekten de kararlarımız bilincimiz henüz farkında bile olmadan bilinçaltımız tarafından veriliyorsa?
Bu düşünceler 1980lere kadar uzanan araştırmaların neden olduğu sorular. Yapılan pek çok araştırma sinirbilimi camiasında özgür iradenin bir illüzyondan başka bir şey olmadığı tartışmalarına sebep oldu. Bu yaklaşıma göre, eylemlerimiz çoğunlukla bilinçaltından belirleniyor. Niyetlerimizin bilinçli olarak farkında olduğumuzda, seçimlerimize dair genellikle makul açıklamalar geliştirebiliriz, fakat bu durum tamamen geçmişe yöneliktir. Beyin aktivitemize karşı gelerek kararlar alan “hayalet bir mekanizma” söz konusu değilse ve beyin aktivitemizin bir sonucuysak, peki bu nasıl mümkün olabilir?
Narsisizm terimi yaklaşık 2000 yıl önce Ovid’in “Nergisin Efsanesi”ni (Legend of Narcissus) yazmasıyla ortaya çıkmıştır. Ovid; bu hikâyede, güzel bir Yunan avcının bir gün bir su birikintisinde kendi silüetinin yansımasını gördüğünü ve o yansımaya aşık olduğunu anlatır. Avcı kendi yansımasına o kadar takıntılı hale gelmiştir ki, artık onu terk edemez olmuştur. Günler, aylar geçer, avcı su birikintisinin başından ayrılamaz. Öyle bir aşktır ki bu; uzanır ama dokunamaz, dokunur ama sevemez. Günden güne eriyen avcı, su birikintisinin başında ölür. Ölümünden sonra avcının yattığı yerde, boynu suya eğilmiş nergis çiçekleri büyür.
Narsisizm kavramı, “ego” ve egonun dış dünya ile ilişkisi üzerine çalışmalar yürüten psikanalist Sigmund Freud ile popüler bir hal alır. Bu çalışma; narsisizm üzerine geliştirilen diğer birçok teori için de bir çıkış noktası olma özelliğindedir.
Devamını okumak için: https://bilimfili.com/insanlar-neden-giderek-daha-fazla-narsist-oluyor/