ÖZET: Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ö... more ÖZET: Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ötesinde kâinatın her bir zerresi ile özdeşleştirildiği ve kavramsallaştırıldığı görülmektedir. “Estetik” ve “Güzel” kavramlarının birçok Batı ve Doğu kaynaklı felsefe, hukuk ve ahlak boyutları ile ortak noktalar üzerinden yorumlanabilirken, oldukça farklı bakış açıları üzerinden de yorumlanmıştır. Bu konularda bilimsel araştırmalar yapılmış ve birçok eserler yazılmış, estetik kavramının duyu, algı ve karakterlerimizi yöneten bir disipline dönüştürülmüş olduğunu da görmekteyiz (Tunalı, 1996, s.13). Günümüzde estetik ve güzellik kavramlarının genel anlamda kendi temel değerlerinden ayrıştırılmış olduğu ve Batı kaynaklı seküler bir olgu olarak algılatılmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa ki, insanın tarifinde oldukça etken olan bu iki temel kavramın “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” ile ilişkili olduğu sürekli göz ardı edilmeye çalışılmaktadır. İnsanın “Ahsen-i Takvim (en güzel kıvamda)” (K.K.:et-Tin 95/4), en iyi nitelik ve estetikle yaratılmışlığın kavranması eko-sistem estetiği ve bu bağlamda mikro, mezzo ve makro düzey insan ilişkilerinin güzelliği açısından oldukça önem arz etmektedir. İnsan ve onun güven içerisinde yaşamasını mümkün kılabilen bir ekolojik-sistemin “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” üzerinden hak ettiği güzel bir tanımın pozitivist (neolijist, indirgemeci) ve post-pozitivist (seküler) yaklaşımlar üzerinden ele alınarak modernleşme, batılılaşma yaklaşımları insanlığa yapılabilecek en büyük kötülük olsa gerek. Bu sunumda; estetik ve güzellik kavramlarının insan ve birbirleri ile exo-dinamik ilişkilerinde “İlmü’l- Cemal”in önemine dikkatler çekilerek, çözüm önerileri sunulacaktır
Federal Almanya, Japonya’dan sonra dunyanin en yasli toplumuna sahip bir ulkedir. Almanya gerek A... more Federal Almanya, Japonya’dan sonra dunyanin en yasli toplumuna sahip bir ulkedir. Almanya gerek Avrupa Birligi (Bati Avrupa) uye ulkeleri icerisinde ve gerekse dunya genelinde Otto von Bismarck‘in 17 Kasim 188l’de hayata gecirdigi devletin sosyal sistemi, ornek alinarak, sosyal hizmet alanindaki uygulamalari referans kabul edilen bir ulke konumundadir. Bu gerekceden hareketle Federal anayasa, yasa ve eyalet yasalarinin ongordugu “Hak Temelli [1] ” sosyal hizmet yapilanmalari cercevesinde “sosyal demokrat refah devlet sitemi” ele alinarak Almanya bazinda uygulanmakta olan “Palyatif destek/bakim” hizmetleri ile ilgili bir cerceve cizilecektir. Yaklasik bir asra yakin bir zamandir yogun bir nufus olarak Almanya’da yasayan Musluman gocmenlerin “Palyatif destek/bakim hizmetlerinden hangi oranda faydalanabildiklerini bu arastirmayla ortaya koymaya calisilmistir. Arastirmamizi nitel arastirma tekniklerinden “formel ve yari formel” olusturulan soru formlari uzerinden elde edilen verilerin a...
“Hak” kavrami, insana iliskin butun disiplinlerin vazgecilmez ortak degeridir. Sosyal hizmet kura... more “Hak” kavrami, insana iliskin butun disiplinlerin vazgecilmez ortak degeridir. Sosyal hizmet kuramlarinin diger butun disiplinler ile olan iliskilerin merkezinde once “insan” ve sonrasinda insana yonelik “hak temelli” yaklasimlar vardir. Ozellikle sosyal hizmetlerin kendi bilim dunyasinda multidisipliner fonksiyonlarinin olmasi, teorik anlamda bu iki onemli degere sahip olmasindan kaynaklanmaktadir. Nitekim bu iki degerli kavramin halen dunyamizda hak etmis oldugu degerden yoksun kaldigi ve bilimsellik iddialari ile surekli tahribata ugratildiklari gozlemlenmektedir. Tekil tarama modelleri uzerinden elde edilen butun veriler, arastirmanin “Insan” ve insana yonelik “hak temelli” sosyal hizmet uygulamalarin anlik ve zamansal gelisimler/degisimler uzerinden yeni bir sosyal hizmet perspektifi sunulmasina imkân tanimistir. Insan ve toplumlarin guvenli surdurulebilir bir yasam icin oldukca gerekli olan eko-sistemin mikro/bireysel, mezzo/aile ve makro/toplumsal duzey butun “Exo-Dinamik” butuncul iliskilerin sinirsizca bozulmuslugu ve her gecen zaman diliminde de daha da endise verici duzeye ulasabilecegi bilimsel veriler uzerinden okunabilmektedir.
Özet
Şüphesiz bütün disiplinler insan ve toplumlara yönelik birbirleri ile ilişkili multidisiplin... more Özet Şüphesiz bütün disiplinler insan ve toplumlara yönelik birbirleri ile ilişkili multidisipliner anlamda hizmet sunmaktadırlar. İnsan fenomeni, bilimin ve özellikle de sosyal bilimlerin anlamlaştırılması, çözümlenmesi noktasında ana kaynağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda insana yönelik bütün disipliner yaklaşımların gerek sağlık bilimlerinde gerekse sosyal hizmet uygulamalarda evrensel temel hak sözleşmelerinin dikkate alınmasını, onun onur ve haysiyetinin korunması noktasında genelci, holistik yaklaşılmasının gerekliliğine dikkatleri çekmektedir.
21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde, insan ve toplumlar “aydınlanmacı ve modernist bilim” çerçevesinde analiz edildiğinde, mevcut seküler yaklaşımlı sosyal kuram (teori) ve kavramların insana dair sorunların çözümlenmesinden ziyade başka farklı problemlerin doğmasına da neden olabildiği görülmektedir. İnsanı diğer bütün varlıklardan ayıran, onun fiziki-biyolojik varlığını psikolojik-ruh (nefs) yapısı ile bütünleştirilmiş kutsal yaratılmışlığı, holistik/bütüncül yaklaşımlı bir bilimin dikkate alması gereken en önemli konuların başında gelmektedir. İnsanı oldukça değerli atfeden, onu yaratılmış bütün varlıklar içinde en güzel, en şerefli (onur) ve en mükemmel kılan bu eşsiz fıtratı, bütün disiplinleri de kendi özünde değerli kılmaktadır. Sosyal bilimlerin, sağlık ve sosyal hizmet uygulamalarda holistik yaklaşımlar, sosyal bir varlık olan insanın sağlıklı gelişimini, değişimini, kalkınmasını, güçlenme ve özgürleştirilmesine önemli katkılar sağlayacak ve güçlü toplumların yapılandırılmasında farkındalık oluşturacaktır.
ÖNSÖZ
Bu araştırmaya sevkeden diğer önemli bir husus ise 40 yıldır 2. kuşak Müslüman bir göçmen ... more ÖNSÖZ
Bu araştırmaya sevkeden diğer önemli bir husus ise 40 yıldır 2. kuşak Müslüman bir göçmen olarak yaşamımı sürdürdüğüm Federal Almanya’da bir Alman vatandaşı olarak Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmelerine, anayasaya ve yasalara dikkatleri çekerek insan onur ve haysiyet dokunulmazlığının ülke sınırları içerisinde yaşayan tüm insanları kapsadığına, hiçbir ayrım yapılmaksızın adalet ve eşitlik ilkeleri gereği Müslümanlara yönelik sunulması zorunlu olan bir sosyal hizmet modeline ve bu model bağlamında değer temelli sosyal hizmet uygulamalarına ivedilikle ihtiyaç olduğuna dikkatleri çekmektir.
1961’li yıllardan günümüze Federal Almanya’da yaşamını Türkiye kökenli Müslümanlar olarak sürdürmekte olan 3.5 milyonu aşkın insan 5 göçmen kuşak ile birlikte sosyal alamda var olma ve kimlik mücadelesi vermektedirler. Bütün bir göç olgusu teorik ve pratik anlamda iliklerine kadar içselleştirilerek yaşanmış olduğu gözlemlenmektedir. 1. Kuşağı/nesli temsil eden dünün anne ve babaları günümüzün anneanne, babaanne ve dedeleri, gurbetçi olarak 5 yıllığına gittikleri Almanya’dan ana vatanlarına dönememişlerdir. Kendileri dönemeyince 2. kuşak çocuklarını yanlarına almak durumunda kalmışlardır. Onlar da 1. kuşak (jenerasyon) anne ve babaları gibi gitmiş oldukları toplumlarda kök salmışlardır. Gittikleri ülkelerde çalıştılar, okudular veya farklı birçok hizmet sektörlerinde hizmetler sundular.
Gelmiş oldukları Batı Avrupa ülkelerinde ve özellikle de Federal Almanya’da 3. kuşak yeni neslin dünyaya gelmesi ve onların doğal olarak Ekolojik/Eko-Sistemin Kronosistem (chronosystem) zamanlaması dahilinde gelişimleri tamamen toplumun hızla gelişim ve değişimine paralel olarak gerçekleşmiştir. 4. kuşak ve ardından henüz daha yeni doğmakta olan 5. kuşak mikro, mezzo ve makro düzeyde Exo-dinamik ilişkiler/etkileşim içerisinde bütün sosyal katmanlarda Müslüman kökenli (Türkiyeli) göçmenler olarak ve yine aynı zamanda Alman vatandaşı Müslüman göçmenler olarak yerlerini almışlardır. Federal sosyal refah sisteminin öngördüğü bütün yaklaşımları iliklerine kadar içselleştirmeye çalışılarak yaşadıkları gözlemlenmiştir.
1961 ve takiben gelen yıllarda Almanya’ya göçmüş olan göçmenlerin 1. kuşak/neslin yaşlanma süreci ve sosyal ihtiyaçların yasal çerçevede karşılanamamış olması 2. kuşak/neslin göçmenlerin mevcut yasalar üzerinden haklarının talep edilmesi yönünde bir dayanışmayı da beraberinde getirdiği gözlemlenmiştir. Federal sosyal refah sistemi içerisinde bir sosyal hizmetin ne denli önemli olduğunu daha henüz son 10 yıldır daha derinlemesine anlaşıldığı ortadadır. Federal Almanya’daki sosyal hizmet uygulamaların gerek dünyada gerek Avrupa Birliği üye ülkeler arasında ve özellikle de Türkiye’de oldukça önem arz etmesi, araştırmanın sorunların ortaya konulmasında ve bu sorunlara ilişkin bir çözüm önerisinin bir model dahilinde sunulmasını gerekli kılmıştır. Değer temelli bir sosyal hizmetin gerek Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmeleri ve anayasal bağlamda alınmasının zorunluluğunu Federal Almanya’daki Müslümanlar henüz daha yeni kavramaya başlamışlardır. 1. nesil Müslüman göçmenlerin, İnsani Sosyal Hizmet (Social Human Services / Soziale menschliche Dienstleistungen) olarak birçok haklardan mahrum kaldıklarından hareket ile onur ve haysiyetlerinin güvence altına alınmasında, korunmasında STK’lar üzerinden henüz daha yeni yeni taleplerin dillendirilmeye başlanıldığı görülmektdir. Federal Almanya’da yaşayan 2. kuşak Müslümanlar olarak Almanya’nın yabancıları (ausländer), Türkiye’nin almancıları olarak kodlanan, algılatılan 1. kuşak anne ve babaları ile aynı kaderi paylaşmak istememektedirler. 1. kuşak göçmenlerin onur ve haysiyetleri gözetilmeksizin göç sürecinde devletlerin makro düzey sosyal politikaları için nasıl araçsallaştırıldıklarını ve tam da sosyal hizmete ihtiyaç duyulabilecek bir zamanda nasıl unutturulmaya mahkûm bırakıldıklarını bu araştırma ile bütün açıklığı ile ortaya konulmaktadır.
Eylül 2006 tarihinde AİK-Alman İslâm Konferansının (DIK-Deutsche Islam Konferens) “İslam, Alman toplumunun bir parçası” (Prantl, 2010) olduğundan hareket ile 15 yıldır yürütmekte olduğu sosyal hizmetin bir Avrupa İslam’ı, Almanya İslam’ı, Seküler (liberal) İslam’ı oluşturulmaya çalıştırılmasından öteye geçememiştir. Viktor Hugo’nun; “Hiçbir güç doğru zamanda ortaya konulabilen bir fikirden daha güçlü değildir. (Nichts ist stärker als eine Idee, deren Zeit gekommen ist.)” ifadeleri AHSEN-Sosyal Hizmet Modelinin tam da böyle bir zamanda bir fikir, bir model olarak ortaya konulması Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmeleri ve anayasayal bağlamda hangi güç olursa olsun insanlığın birbirleri üzerindeki vecibe-hak temelli bir sorumluluk ve görevlerden kaçabilmelerini mümkün kılmamaktadır (Volkers & Anderson, 2018, s.13). Batı Avrupa ülkelerinin başlıca sorunu olarak gösterilen Müslüman göçmenlerin ve özellikle de Müslüman Türk göçmenlerin federal sosyal sistem içerisinde değer temelli bir sosyal hizmete ilişkin sorunlarının multidisipliner anlamda bir model olarak ortaya konulmasını ve çözülebileceğine ilişkin bir doktora konusu olarak belirlememe sebep olmuştur. Federal Almanya, sosyal refah devleti bağlamında oldukça güçlü, post-pozitivist yaklaşımlı bir sosyal sistemin hâkim olduğu bir ülkedir. Ülkede sistem gereği hak ve lütuf temelli bir sosyal hizmet pragmatiği hakimdir (Grafik 4, Sayfa:543) 40 yıl gibi uzun bir süredir hayatımın en önemli anlarını yaşadığım, Federal Almanya’nın sosyal sistemi içerisinde her bir dört kuşak/nesil ile de sıkı ilişkiler içerisinde yaşamış bir göçmen Müslüman ve eğitimli bir birey olarak ayakları üzerinde durabilecek bir sosyal hizmet model uygulamaların gerçekleştirilmesi ve bu bağlamda dini/manevi değerler içerikli bir AHSEN-Modelin ortaya konulmasını zaruri kılmıştır.
Bu bağlamda, özellikle İslâmî düşünceye oldukça farklı bakış açısı kazandıran önemli İslâm düşünürlerinden Prof. Dr. Seyyid Nakib el-Attas, “İslâm Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan eserinde de belirtildiği gibi, bilimin sekülerleştirildiği bir dünyada sosyal hizmet yaklaşımlarının yeniden kendi asıl kodları üzerinden “İslâmîleştirilme”sine acilen ihtiyaç duyulmaktadır (El-Attas, 2016, s.9). Dolayısı ile AHSEN Sosyal Hizmet Modelinin bir İslâmî model olarak Kur’an ve Sünnet perspektifinde yeni bir sosyal hizmet olarak tasarlanmıştır. İnsani hizmet olan sosyal hizmetin bilimselliğinin ilmi hakikatler ile yeniden buluşturulması olarak da düşünülebilir. Ahsen-Model’e ilişkin geliştirilmiş olan bütün bu tanımlamalar, grafik, tasarım ve açıklamalar, başta kişisel düşüncelerim olmak üzere, İslâmî fikri ve dini gelenek içerisinde oluşan kavramsal analizlere dayandırılmış ve ilmin hakikati perspektifinde kendine has orijinal tanımlamalardır. Günümüz sosyal hizmet sorunlarıyla ilgili olarak öne sürülen bakış açılarına bir rehber olabilme noktasında oldukça yeni ve daha da geliştirilebilecek inovatif bir proje olarak tasarlanmlıştır. İslâm dini ve onun sosyal hizmet yaklaşımına ilişkin temel kavramlarının netleştirilmesinine yönelik ihtiyaçlardan doğmuştur. Büyük ihtimalle İslâmî kavramlar üzerinden yeni bir sosyal hizmet modelinin anlamlı tasarımlar üzerinden, ilmi hakikatler doğrultusunda bir araya getirilmesi, günümüz sosyal hizmet yöntemine ilişkin fikri ve dini perspektifi ile ilk defa İslâmîleştirilerek gerçekleştirilmiştir.
Bu araştırmamda Federal Almanya’da İslâmi Sosyal Hizmet konusunu diğer dini Hristiyan (Katolik & Evanjelist) ve Yahudi (Musevi) sosyal hizmette olduğu gibi mevcut federal sosyal refah sistemi içerisinde ele alınmasının gerekliliğini öngörmektedir. Bu nedenle sosyal hizmetin holistik/bütüncül bir yaklaşım olduğunu ve insanın Vücut (Beden) – Can-Ruh (Nefs) ile bir bütünlük arz ettiğini, insanın sosyal politikaların birinci unsuru olarak hak ettiği değerler ile birlikte sosyal refah sisteminin merkezine oturtulmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Diğer seküler ve dini sosyal hizmet modelleri yanında evrensel insan hakları, anayasa ve yasalar bağlamında toplumun hiçbir kesimini din/maneviyat, mezhep, kültür, ırk, etnik kimlik, dil ve siyasi görüş ayrımı yapmaksızın ötekileştirmeden dini (İslâmi) temelli bir sosyal hizmet modelini, AHSEN-İslâmi Sosyal Hizmet Modelini sunmaktır. Bir öncü-ufuk bilim insanı değerli Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın nasihatlerinden hareket ile son üç yıldır üzerinde çalıştığım araştırmalarım ve neticesinde ortaya koyma gayreti içerisinde olduğum bu kitap ile ilgili, geceli gündüzlü kat ettiğim uzun mesailerimin Rabbim katında karşılıksız kalmamasını, araştırma sonuçlarının insanlığın faydasına, hayrına olmasını dilerim. Gayret bizden muvaffakiyet Allah’tandır.
Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 2021
ÖZ
Federal Almanya’da resmi kaynaklara göre 5 milyonu aşkın Müslüman yaşamaktadır. Bunun yaklaşık... more ÖZ Federal Almanya’da resmi kaynaklara göre 5 milyonu aşkın Müslüman yaşamaktadır. Bunun yaklaşık 2.4 milyonunu Türkiye kökenli Müslüman göçmenler oluşturmaktadır. Araştırmada, Almanya’da dini-manevi sosyal hizmet uygulamalarında Müslüman hasta ve yakınlarının dini-manevi ve kültürel değerli bir “Sosyal Hizmet” alıp alamadıkları konuları derinlikli ele alınarak; mülakat ve gözlem teknikleri kullanılıp, fenomenolojik (yorumlayıcı) yaklaşımlar üzerinden çözümlenmesi amaçlanmıştır.
Araştırmanın evrenini, Batı Avrupa ülkeleri arasında sosyal sistem, demokrasi ve sosyal refah devleti yaklaşımları ile oldukça dikkat çeken ve bu bağlamda dini-manevi sosyal hizmet yaklaşımlarında öncü bir ülke olarak kabul görmüş Federal Almanya oluşturmaktadır. Bu saha/alan genellemesi dikkate alınarak Müslüman nüfusun en yoğun yaşadığı “NRW - Nordrhein-Westfalen (Kuzey Ren Vestfalya)” eyaletine odaklanılarak gerçekleştirilmiştir.
Araştırmadan amaçlanan, Federal Almanya’da Hristiyan (Katolik& Protestan/Evanjelist) ve Yahudi dini aidiyetli hastaların değer temelli hizmetler olarak aldıkları dini-manevi hizmetlerin Müslüman hasta ve hasta yakınlarına yönelik uygulanan manevi (spiritüel) hizmetlerle karşılaştırarak çözüm önerilerinin sunulmasıdır. Bu perspektiften hareketle daha önceki yıllarda bu konumda bir çalışmanın yapılmamış olması araştırmayı kendi özünde önemli kılmaktadır.
INTERNATIONAL GOBEKLITEPE SOCIAL AND HUMAN SCIENCES CONGRESS-II, 2021
ÖZET
İnsanlık tarihi boyunca, insanın hakikatte ne olduğu, nasıl bir gizemliliğe, esrarengizliğe ... more ÖZET İnsanlık tarihi boyunca, insanın hakikatte ne olduğu, nasıl bir gizemliliğe, esrarengizliğe sahip olduğu ve nasıl anlamlaştırılması gerektiği bilimin odaklandığı, çözmeye çalıştığı konuların en başında gelmektedir. İnsan fenomeni bütün semavi dinlerin temel konusu olmuştur. Birçok bilimsel araştırmalar insanı, sahip olduğu değerler üzerinden “Semanın Çocuğu” olarak kutsarken, pozitivist disiplinlerin aynı insanı “Arzın Kurdu”na dönüştürerek araçsallaştırma ve basite indirgeme eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak insan, Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olarak fıtratı gereği “biyo-psikososyal” bir varlık olarak yaşamını idame ettirmiştir. İnsanı kendi değerleri üzerinden en iyi tarif edebilen hiç şüphesiz ki, onu bu sistem içerisinde eşsiz kılan yaratıcısı Allah’tır. Onun “fiziksel-biyolojik” varlığını “İlm-i Küll” anlayışı ile “can-ruh (nefs)” cevheri ile bütünleştiren Allah (c.c), onun nasıl korunması gerektiğini de ilmi hakikatler olarak tüm insanlığa tebliğ etmiş ve bildirmiştir.
Külli irade insanı bütüncül olarak yaratmış, onu kâinatın en kıymetlisi, eşsizi, en güzeli (ahsen-i takvim), en şereflisi (eşref-i mahluk)” olarak atfetmiştir. İnsanın bütüncül (ilm-i küll) algılanması onu eko-sistemin bir mikro organizması olarak oldukça değerli kılarken, pozitivist/neolojist, seküler indirgemeci bilimcil yaklaşımlar onu oldukça değersizleştirmiş olduğu bütün açıklığı ile ortadadır. 18. ve 19. Yüzyılın Rönesans (reinaissance) “Aydınlanma Çağı - Işıklar Yüzyılı (Siécles des Lumiéres)” perspektifinde geliştirilen günümüz sosyal kuram (teori) ve kavramların 21. yüzyıl insan ve toplum sorunlarını çözemediği gibi birçok farklı içinden çıkılamayacak yeni sorunları da doğurduğu araştırmalar ile ortaya konulmuştur. “Sosyal Bilim” ve insana dair geliştirilen pozitivist indirgemeci mevcut sosyal yaklaşımlar mikro-sistem insan ve makro-sistem toplum yaşamlarını oldukça tehdit eder olmuştur. Aydınlanma ve modernizm ile özdeşleştirilen pozitivizmin, içerisinde bulunduğumuz Covid-19 pandemi süreci ile birlikte nedenli bilimsel gerçeklerden, hakikatlerden uzak algılatıldığını bir kez daha bütün açıklığı ile görülebilmektedir.
İnsanlık, güven içerisinde yaşayabileceği toplumlara özlem duyarken, çare olamamış bilimden başka sığınabilecekleri bir kapının da olamadığı bilinmektedir. Dolayısı ile bilim ve bilimsel bütün disiplinlerin, evrensel temel haklar nezdinde insanı merkezine alan yeni kuramlar üzerinden ivedilikle yapılandırılması önem arz etmektedir. İnsan (individuum), sosyal varlığını sürdürdüğü eko-sistem içerisinde gerek bireysel ve gerekse toplumsal bütün yaşamını bilimin kendisine biçtiği değerler üzerinden kodlayabilmektedir. Karakter, tavır, düşünce ve bütün davranışlarını biçilen bu değerler üzerinden yönlendirebilmekte doğru-yanlış, iyi-kötü, hak-batıl, güzel-çirkin arasında bir yön tayin edebilmektedirler. Bu açıdan sosyal bilim, sürdürülebilir bir insan yaşamına ilişkin “İlm-i Hakikat”ler ile bütünleştirilmiş yenilikçi (inovatif) yaklaşım, kuram (teori) ve kavramların geliştirilmesine 21. Yüzyılın bu ilk çeyreğinde daha da çok ihtiyaç duymaktadır.
İnsan fiziksel-biyolojik varlığının ötesinde kendisini kıymetli, cevher kılan değerler üzerinden ancak anlamlaştırılabilmektedir. Bu gerekçeler ile araştırmada, insanı insan yapan, onun bireysel ve toplumsal yapısının korunmasını sağlayan beş temel değer üzerinde durulacaktır. Sosyal bilim ve özellikle de sosyal hizmet disiplininin, insan ve toplumların sadece mevcut sorunlarının çözümüne ilişkin bir yaklaşım olmanı ötesinde, multidisipliner bir yaklaşım olarak insanın bütün alanları ile ilgili olduğu bilinmektedir. Özellikle sosyal disiplinlerin insan ve toplum sorunlar ile karşı karşıya gelmeden öncesinde koruyucu-önleyici, ıslah edici, müdahil ve operasyonel (pratik) yaklaşımlarla çözüm odaklı olması önem arz etmektedir. Dolayısı ile bu araştırma ile sosyal bilimlerin insan ve toplumlara yönelik “vecibe/hak temelli” sorumluluklarının olduğuna vurgu yaparak, insanların kendi yaratılış fıtratları üzerinden yeniden anlamlaştırılmasının gerekliliğine inovatif grafik tasarımları eşliğinde dikkatleri çekmektir. Bu bağlamda insanda korunması gereken beş temel değer; “Can Emaneti, Akıl Emaneti, Din Emaneti, Nesil Emaneti ve Mal/Emek Emaneti” konularına dikkatleri çekerek, insan ve toplumların “onur ve haysiyet dokunulmazlığı”nın sürdürülebilir bir yaşam için nedenli önemli olduğuna ilişkin bir farkındalık oluşturmaktır.
Marksizm’i derinlemesine analiz etme fırsatı bulan Atilla İlhan, Fransa’nın Paris şehrinde bulund... more Marksizm’i derinlemesine analiz etme fırsatı bulan Atilla İlhan, Fransa’nın Paris şehrinde bulunduğu zaman içerisinde dünya genelinde bir sol-sosyalizminden ziyade ulusal sol sosyalizmin daha gerçekçi olabileceği kanısına vardığını genel anlamda kitabındaki dünya sosyalizmine eleştirel yaklaşımlar üzerinden okunabilmesi mümkün olmaktadır.
Atilla İlhan, “Hangi Sol ? (anılar acılar)” başlığı ile kaleme aldığı kitabının ilk baskısı Aralık 1970 tarihinde Varlık Yayınları’ndan yayınlatmıştır. 1965-70 yılları arasında yazmış olduğu bu ilk baskı iki ana bölümden oluşturulmuştur. Birinci bölüm kitabına ismini verdiği “Hangi Sol” başlığı altında derlenirken, diğer bir bölümde; “Değneğin İki Ucu” başlığı ile kitapta yer almıştır. Kitabın bu ilk baskısı diğer sonraki takip eden baskılar ile karşılaştırıldığında, ilk baskının 1965-70 yılları arasında yazmış olduğu ve 25 alt başlıkta derlediği yazılar ile algılanmakta olan dünya ve ulusal sosyalizm yaklaşımlarını oldukça eleştirdiği ve tartışmaya açtığı görülmektedir. Aynı başlık adı altında yayınlanan sonraki baskılarda, 1970-75 yılları arasında Türkiye’ye ilişkin sol hareket ve sosyalizmine yönelik tespit ve önerilerin eklenmiş olduğu görülmektedir. Atilla İlhan’ın, bu çalışması, sol-sosyalist düşünce olarak algılatılmış, standartlaştırılmış kalıplara oldukça sert eleştiriler getirdiği ve sol hareket anlayışında düşülmüş hatalara dikkatlerin çekildiği bir kitap olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Uluslararası Sosyal Bilimler ve Eğitim Bilimleri Sempozyumu, 2021
Öz
Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olan insan, fıtratı gereği doğar, büyür/gelişir, dö... more Öz Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olan insan, fıtratı gereği doğar, büyür/gelişir, dönüşür ve ölür. Bütün bu süreçler mevcut “Kronosistem (chronosystem)” zamanlaması dahilinde gerçekleşen dinamik bir süreçlerdir. Bu bağlamda gerek sosyal bilimler ve gerekse diğer bütün disipliner araştırmalar incelendiğinde; insanın yaşam süresinin uzatılmasına yönelik yeni araştırmaların yapılmış olduğu veya insan yaşamını destekleyen, hayatı kolaylaştırıcı çalışmaların ortaya konulduğu görülmektedir. Bilimsel anlamda günümüz insanların içinde bulundukları sorunlar genel olarak analiz edildiğinde, bu sorunların belirli jeopolitik bölgeler veya topluluklar üzerinden genelleştirilerek anlamlaştırılması mümkün değildir. İnsan (individuum) yaşamını sürdürdüğü eko-sistem dahilinde holistik anlamda yenilikçi inovatif yaklaşımlar üzerinden ele alınmasının gerekliliği 21. yüzyılda daha da önem kazanmıştır. Dolayısı ile bu araştırma ile; günümüzün pozitivist/neolojist disiplinlere ayrılmış parçalanmış sosyal bilimlerin, insan ve toplumlara yönelik teorik-pratik ilişkili eklektik uygulamalarda holistik yöntemler üzerinden yeniden yapılandırılmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir.
İnsan ve toplumların sürdürülebilir güvenli yaşamlarına ilişkin 18. ve 19. yüzyılın sosyal kuram (teori) ve kavramlarının gerekli çözümleri üretemediği 21. yüzyılda daha da anlaşılır hale gelmiştir. Eklektik anlamda pozitivist/neolojist, indirgemeci kuram (teori) ve kavramsal bilgilerin mikro-sistem insan ve makro-sistem toplum yaşamları ile ilişkilendirildiğinde mevcut seküler uygulamaların belirlenen sorunlara bir çözüm olamadığı bütün açıklığı ile ortadadır. Bunun en bariz sebepleri, Rönesans (reinaissance) dönemi ile başlatılan ve “Aydınlanma Çağı - Işıklar Yüzyılı (Siécles des Lumiéres)” olarak algılatılan bu yeni modernleşme hareketine paralel geliştirilen pozitivist, indirgemeci sosyolojinin olduğu görülmektedir.
Birbirlerinden ayrıştırılmamış, farklılaştırılmamış disiplinler üzerinden parçalanmamış bütüncül doğal bilgi ve verilere ulaşılması inovatif sosyal teorilerin geliştirilmesi açısından oldukça kıymetlidir. Bu anlamda bilimin, pozitivist ve seküler yaklaşımlar üzerinden yalnızlaştırılması, teoloji (ilahiyat), metafizik ve kozmos temellerin görmemezlikten gelinmesi, “İlmi Hakikat”lerden, gerçek doğrulardan uzaklaştırılması insan ve toplumlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Fiziksel-biyolojik yaratılmışlığı can-ruh (nefs) ile bütünleştirilen insan, Eko-Sistem’in vazgeçilmez değerleri olan “Din (Allah c.c. / Tanrı), Doğa (Tabiat) ve Toplum (Çevre)” hakikatleri ile yeniden buluşturulması, insanın güvenli yaşamın teminatı açısından oldukça gereklidir. Bu bağlamda inovatif, holistik bir sosyal bilim teori ve kavramlarının yeniden ilmin hakikatleri ile yorumlanmasına, insanın kendi değerleri ile yeniden buluşturulmasına ivedilikle ihtiyaç duyulmaktadır.
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2020
ÖZ:
Nakib El-Attas’ın “İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan ki... more ÖZ: Nakib El-Attas’ın “İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan kitabı, dünya Müslümanlarını ele alan monografik bir çalışmadır. Eser ile asıl amaçlanan; günümüzde “Beklenen Müslümanlar”a ilişkin ana hatları ile bir yol haritası çizen eser mahiyetindedir.
Uluslararası Geleneksel İslâm Sanatları ve Hattat Hamid Aytaç Sempozyumu "Divan Kitap", 2020
ÖZET:
Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ö... more ÖZET: Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ötesinde kâinatın her bir zerresi ile özdeşleştirildiği ve kavramsallaştırıldığı görülmektedir. “Estetik” ve “Güzel” kavramlarının birçok Batı ve Doğu kaynaklı felsefe, hukuk ve ahlak boyutları ile ortak noktalar üzerinden yorumlanabilirken, oldukça farklı bakış açıları üzerinden de yorumlanmıştır. Bu konularda bilimsel araştırmalar yapılmış ve birçok eserler yazılmış, estetik kavramının duyu, algı ve karakterlerimizi yöneten bir disipline dönüştürülmüş olduğunu da görmekteyiz (Tunalı, 1996, s.13). Günümüzde estetik ve güzellik kavramlarının genel anlamda kendi temel değerlerinden ayrıştırılmış olduğu ve Batı kaynaklı seküler bir olgu olarak algılatılmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa ki, insanın tarifinde oldukça etken olan bu iki temel kavramın “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” ile ilişkili olduğu sürekli göz ardı edilmeye çalışılmaktadır. İnsanın “Ahsen-i Takvim (en güzel kıvamda)” (K.K.:et-Tin 95/4), en iyi nitelik ve estetikle yaratılmışlığın kavranması eko-sistem estetiği ve bu bağlamda mikro, mezzo ve makro düzey insan ilişkilerinin güzelliği açısından oldukça önem arz etmektedir.
İnsan ve onun güven içerisinde yaşamasını mümkün kılabilen bir ekolojik-sistemin “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” üzerinden hak ettiği güzel bir tanımın pozitivist (neolijist, indirgemeci) ve post-pozitivist (seküler) yaklaşımlar üzerinden ele alınarak modernleşme, batılılaşma yaklaşımları insanlığa yapılabilecek en büyük kötülük olsa gerek. Bu sunumda; estetik ve güzellik kavramlarının insan ve birbirleri ile exo-dinamik ilişkilerinde “İlmü’l- Cemal”in önemine dikkatler çekilerek, çözüm önerileri sunulacaktır
ÖZET: Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ö... more ÖZET: Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ötesinde kâinatın her bir zerresi ile özdeşleştirildiği ve kavramsallaştırıldığı görülmektedir. “Estetik” ve “Güzel” kavramlarının birçok Batı ve Doğu kaynaklı felsefe, hukuk ve ahlak boyutları ile ortak noktalar üzerinden yorumlanabilirken, oldukça farklı bakış açıları üzerinden de yorumlanmıştır. Bu konularda bilimsel araştırmalar yapılmış ve birçok eserler yazılmış, estetik kavramının duyu, algı ve karakterlerimizi yöneten bir disipline dönüştürülmüş olduğunu da görmekteyiz (Tunalı, 1996, s.13). Günümüzde estetik ve güzellik kavramlarının genel anlamda kendi temel değerlerinden ayrıştırılmış olduğu ve Batı kaynaklı seküler bir olgu olarak algılatılmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa ki, insanın tarifinde oldukça etken olan bu iki temel kavramın “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” ile ilişkili olduğu sürekli göz ardı edilmeye çalışılmaktadır. İnsanın “Ahsen-i Takvim (en güzel kıvamda)” (K.K.:et-Tin 95/4), en iyi nitelik ve estetikle yaratılmışlığın kavranması eko-sistem estetiği ve bu bağlamda mikro, mezzo ve makro düzey insan ilişkilerinin güzelliği açısından oldukça önem arz etmektedir. İnsan ve onun güven içerisinde yaşamasını mümkün kılabilen bir ekolojik-sistemin “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” üzerinden hak ettiği güzel bir tanımın pozitivist (neolijist, indirgemeci) ve post-pozitivist (seküler) yaklaşımlar üzerinden ele alınarak modernleşme, batılılaşma yaklaşımları insanlığa yapılabilecek en büyük kötülük olsa gerek. Bu sunumda; estetik ve güzellik kavramlarının insan ve birbirleri ile exo-dinamik ilişkilerinde “İlmü’l- Cemal”in önemine dikkatler çekilerek, çözüm önerileri sunulacaktır
Federal Almanya, Japonya’dan sonra dunyanin en yasli toplumuna sahip bir ulkedir. Almanya gerek A... more Federal Almanya, Japonya’dan sonra dunyanin en yasli toplumuna sahip bir ulkedir. Almanya gerek Avrupa Birligi (Bati Avrupa) uye ulkeleri icerisinde ve gerekse dunya genelinde Otto von Bismarck‘in 17 Kasim 188l’de hayata gecirdigi devletin sosyal sistemi, ornek alinarak, sosyal hizmet alanindaki uygulamalari referans kabul edilen bir ulke konumundadir. Bu gerekceden hareketle Federal anayasa, yasa ve eyalet yasalarinin ongordugu “Hak Temelli [1] ” sosyal hizmet yapilanmalari cercevesinde “sosyal demokrat refah devlet sitemi” ele alinarak Almanya bazinda uygulanmakta olan “Palyatif destek/bakim” hizmetleri ile ilgili bir cerceve cizilecektir. Yaklasik bir asra yakin bir zamandir yogun bir nufus olarak Almanya’da yasayan Musluman gocmenlerin “Palyatif destek/bakim hizmetlerinden hangi oranda faydalanabildiklerini bu arastirmayla ortaya koymaya calisilmistir. Arastirmamizi nitel arastirma tekniklerinden “formel ve yari formel” olusturulan soru formlari uzerinden elde edilen verilerin a...
“Hak” kavrami, insana iliskin butun disiplinlerin vazgecilmez ortak degeridir. Sosyal hizmet kura... more “Hak” kavrami, insana iliskin butun disiplinlerin vazgecilmez ortak degeridir. Sosyal hizmet kuramlarinin diger butun disiplinler ile olan iliskilerin merkezinde once “insan” ve sonrasinda insana yonelik “hak temelli” yaklasimlar vardir. Ozellikle sosyal hizmetlerin kendi bilim dunyasinda multidisipliner fonksiyonlarinin olmasi, teorik anlamda bu iki onemli degere sahip olmasindan kaynaklanmaktadir. Nitekim bu iki degerli kavramin halen dunyamizda hak etmis oldugu degerden yoksun kaldigi ve bilimsellik iddialari ile surekli tahribata ugratildiklari gozlemlenmektedir. Tekil tarama modelleri uzerinden elde edilen butun veriler, arastirmanin “Insan” ve insana yonelik “hak temelli” sosyal hizmet uygulamalarin anlik ve zamansal gelisimler/degisimler uzerinden yeni bir sosyal hizmet perspektifi sunulmasina imkân tanimistir. Insan ve toplumlarin guvenli surdurulebilir bir yasam icin oldukca gerekli olan eko-sistemin mikro/bireysel, mezzo/aile ve makro/toplumsal duzey butun “Exo-Dinamik” butuncul iliskilerin sinirsizca bozulmuslugu ve her gecen zaman diliminde de daha da endise verici duzeye ulasabilecegi bilimsel veriler uzerinden okunabilmektedir.
Özet
Şüphesiz bütün disiplinler insan ve toplumlara yönelik birbirleri ile ilişkili multidisiplin... more Özet Şüphesiz bütün disiplinler insan ve toplumlara yönelik birbirleri ile ilişkili multidisipliner anlamda hizmet sunmaktadırlar. İnsan fenomeni, bilimin ve özellikle de sosyal bilimlerin anlamlaştırılması, çözümlenmesi noktasında ana kaynağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda insana yönelik bütün disipliner yaklaşımların gerek sağlık bilimlerinde gerekse sosyal hizmet uygulamalarda evrensel temel hak sözleşmelerinin dikkate alınmasını, onun onur ve haysiyetinin korunması noktasında genelci, holistik yaklaşılmasının gerekliliğine dikkatleri çekmektedir.
21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde, insan ve toplumlar “aydınlanmacı ve modernist bilim” çerçevesinde analiz edildiğinde, mevcut seküler yaklaşımlı sosyal kuram (teori) ve kavramların insana dair sorunların çözümlenmesinden ziyade başka farklı problemlerin doğmasına da neden olabildiği görülmektedir. İnsanı diğer bütün varlıklardan ayıran, onun fiziki-biyolojik varlığını psikolojik-ruh (nefs) yapısı ile bütünleştirilmiş kutsal yaratılmışlığı, holistik/bütüncül yaklaşımlı bir bilimin dikkate alması gereken en önemli konuların başında gelmektedir. İnsanı oldukça değerli atfeden, onu yaratılmış bütün varlıklar içinde en güzel, en şerefli (onur) ve en mükemmel kılan bu eşsiz fıtratı, bütün disiplinleri de kendi özünde değerli kılmaktadır. Sosyal bilimlerin, sağlık ve sosyal hizmet uygulamalarda holistik yaklaşımlar, sosyal bir varlık olan insanın sağlıklı gelişimini, değişimini, kalkınmasını, güçlenme ve özgürleştirilmesine önemli katkılar sağlayacak ve güçlü toplumların yapılandırılmasında farkındalık oluşturacaktır.
ÖNSÖZ
Bu araştırmaya sevkeden diğer önemli bir husus ise 40 yıldır 2. kuşak Müslüman bir göçmen ... more ÖNSÖZ
Bu araştırmaya sevkeden diğer önemli bir husus ise 40 yıldır 2. kuşak Müslüman bir göçmen olarak yaşamımı sürdürdüğüm Federal Almanya’da bir Alman vatandaşı olarak Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmelerine, anayasaya ve yasalara dikkatleri çekerek insan onur ve haysiyet dokunulmazlığının ülke sınırları içerisinde yaşayan tüm insanları kapsadığına, hiçbir ayrım yapılmaksızın adalet ve eşitlik ilkeleri gereği Müslümanlara yönelik sunulması zorunlu olan bir sosyal hizmet modeline ve bu model bağlamında değer temelli sosyal hizmet uygulamalarına ivedilikle ihtiyaç olduğuna dikkatleri çekmektir.
1961’li yıllardan günümüze Federal Almanya’da yaşamını Türkiye kökenli Müslümanlar olarak sürdürmekte olan 3.5 milyonu aşkın insan 5 göçmen kuşak ile birlikte sosyal alamda var olma ve kimlik mücadelesi vermektedirler. Bütün bir göç olgusu teorik ve pratik anlamda iliklerine kadar içselleştirilerek yaşanmış olduğu gözlemlenmektedir. 1. Kuşağı/nesli temsil eden dünün anne ve babaları günümüzün anneanne, babaanne ve dedeleri, gurbetçi olarak 5 yıllığına gittikleri Almanya’dan ana vatanlarına dönememişlerdir. Kendileri dönemeyince 2. kuşak çocuklarını yanlarına almak durumunda kalmışlardır. Onlar da 1. kuşak (jenerasyon) anne ve babaları gibi gitmiş oldukları toplumlarda kök salmışlardır. Gittikleri ülkelerde çalıştılar, okudular veya farklı birçok hizmet sektörlerinde hizmetler sundular.
Gelmiş oldukları Batı Avrupa ülkelerinde ve özellikle de Federal Almanya’da 3. kuşak yeni neslin dünyaya gelmesi ve onların doğal olarak Ekolojik/Eko-Sistemin Kronosistem (chronosystem) zamanlaması dahilinde gelişimleri tamamen toplumun hızla gelişim ve değişimine paralel olarak gerçekleşmiştir. 4. kuşak ve ardından henüz daha yeni doğmakta olan 5. kuşak mikro, mezzo ve makro düzeyde Exo-dinamik ilişkiler/etkileşim içerisinde bütün sosyal katmanlarda Müslüman kökenli (Türkiyeli) göçmenler olarak ve yine aynı zamanda Alman vatandaşı Müslüman göçmenler olarak yerlerini almışlardır. Federal sosyal refah sisteminin öngördüğü bütün yaklaşımları iliklerine kadar içselleştirmeye çalışılarak yaşadıkları gözlemlenmiştir.
1961 ve takiben gelen yıllarda Almanya’ya göçmüş olan göçmenlerin 1. kuşak/neslin yaşlanma süreci ve sosyal ihtiyaçların yasal çerçevede karşılanamamış olması 2. kuşak/neslin göçmenlerin mevcut yasalar üzerinden haklarının talep edilmesi yönünde bir dayanışmayı da beraberinde getirdiği gözlemlenmiştir. Federal sosyal refah sistemi içerisinde bir sosyal hizmetin ne denli önemli olduğunu daha henüz son 10 yıldır daha derinlemesine anlaşıldığı ortadadır. Federal Almanya’daki sosyal hizmet uygulamaların gerek dünyada gerek Avrupa Birliği üye ülkeler arasında ve özellikle de Türkiye’de oldukça önem arz etmesi, araştırmanın sorunların ortaya konulmasında ve bu sorunlara ilişkin bir çözüm önerisinin bir model dahilinde sunulmasını gerekli kılmıştır. Değer temelli bir sosyal hizmetin gerek Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmeleri ve anayasal bağlamda alınmasının zorunluluğunu Federal Almanya’daki Müslümanlar henüz daha yeni kavramaya başlamışlardır. 1. nesil Müslüman göçmenlerin, İnsani Sosyal Hizmet (Social Human Services / Soziale menschliche Dienstleistungen) olarak birçok haklardan mahrum kaldıklarından hareket ile onur ve haysiyetlerinin güvence altına alınmasında, korunmasında STK’lar üzerinden henüz daha yeni yeni taleplerin dillendirilmeye başlanıldığı görülmektdir. Federal Almanya’da yaşayan 2. kuşak Müslümanlar olarak Almanya’nın yabancıları (ausländer), Türkiye’nin almancıları olarak kodlanan, algılatılan 1. kuşak anne ve babaları ile aynı kaderi paylaşmak istememektedirler. 1. kuşak göçmenlerin onur ve haysiyetleri gözetilmeksizin göç sürecinde devletlerin makro düzey sosyal politikaları için nasıl araçsallaştırıldıklarını ve tam da sosyal hizmete ihtiyaç duyulabilecek bir zamanda nasıl unutturulmaya mahkûm bırakıldıklarını bu araştırma ile bütün açıklığı ile ortaya konulmaktadır.
Eylül 2006 tarihinde AİK-Alman İslâm Konferansının (DIK-Deutsche Islam Konferens) “İslam, Alman toplumunun bir parçası” (Prantl, 2010) olduğundan hareket ile 15 yıldır yürütmekte olduğu sosyal hizmetin bir Avrupa İslam’ı, Almanya İslam’ı, Seküler (liberal) İslam’ı oluşturulmaya çalıştırılmasından öteye geçememiştir. Viktor Hugo’nun; “Hiçbir güç doğru zamanda ortaya konulabilen bir fikirden daha güçlü değildir. (Nichts ist stärker als eine Idee, deren Zeit gekommen ist.)” ifadeleri AHSEN-Sosyal Hizmet Modelinin tam da böyle bir zamanda bir fikir, bir model olarak ortaya konulması Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmeleri ve anayasayal bağlamda hangi güç olursa olsun insanlığın birbirleri üzerindeki vecibe-hak temelli bir sorumluluk ve görevlerden kaçabilmelerini mümkün kılmamaktadır (Volkers & Anderson, 2018, s.13). Batı Avrupa ülkelerinin başlıca sorunu olarak gösterilen Müslüman göçmenlerin ve özellikle de Müslüman Türk göçmenlerin federal sosyal sistem içerisinde değer temelli bir sosyal hizmete ilişkin sorunlarının multidisipliner anlamda bir model olarak ortaya konulmasını ve çözülebileceğine ilişkin bir doktora konusu olarak belirlememe sebep olmuştur. Federal Almanya, sosyal refah devleti bağlamında oldukça güçlü, post-pozitivist yaklaşımlı bir sosyal sistemin hâkim olduğu bir ülkedir. Ülkede sistem gereği hak ve lütuf temelli bir sosyal hizmet pragmatiği hakimdir (Grafik 4, Sayfa:543) 40 yıl gibi uzun bir süredir hayatımın en önemli anlarını yaşadığım, Federal Almanya’nın sosyal sistemi içerisinde her bir dört kuşak/nesil ile de sıkı ilişkiler içerisinde yaşamış bir göçmen Müslüman ve eğitimli bir birey olarak ayakları üzerinde durabilecek bir sosyal hizmet model uygulamaların gerçekleştirilmesi ve bu bağlamda dini/manevi değerler içerikli bir AHSEN-Modelin ortaya konulmasını zaruri kılmıştır.
Bu bağlamda, özellikle İslâmî düşünceye oldukça farklı bakış açısı kazandıran önemli İslâm düşünürlerinden Prof. Dr. Seyyid Nakib el-Attas, “İslâm Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan eserinde de belirtildiği gibi, bilimin sekülerleştirildiği bir dünyada sosyal hizmet yaklaşımlarının yeniden kendi asıl kodları üzerinden “İslâmîleştirilme”sine acilen ihtiyaç duyulmaktadır (El-Attas, 2016, s.9). Dolayısı ile AHSEN Sosyal Hizmet Modelinin bir İslâmî model olarak Kur’an ve Sünnet perspektifinde yeni bir sosyal hizmet olarak tasarlanmıştır. İnsani hizmet olan sosyal hizmetin bilimselliğinin ilmi hakikatler ile yeniden buluşturulması olarak da düşünülebilir. Ahsen-Model’e ilişkin geliştirilmiş olan bütün bu tanımlamalar, grafik, tasarım ve açıklamalar, başta kişisel düşüncelerim olmak üzere, İslâmî fikri ve dini gelenek içerisinde oluşan kavramsal analizlere dayandırılmış ve ilmin hakikati perspektifinde kendine has orijinal tanımlamalardır. Günümüz sosyal hizmet sorunlarıyla ilgili olarak öne sürülen bakış açılarına bir rehber olabilme noktasında oldukça yeni ve daha da geliştirilebilecek inovatif bir proje olarak tasarlanmlıştır. İslâm dini ve onun sosyal hizmet yaklaşımına ilişkin temel kavramlarının netleştirilmesinine yönelik ihtiyaçlardan doğmuştur. Büyük ihtimalle İslâmî kavramlar üzerinden yeni bir sosyal hizmet modelinin anlamlı tasarımlar üzerinden, ilmi hakikatler doğrultusunda bir araya getirilmesi, günümüz sosyal hizmet yöntemine ilişkin fikri ve dini perspektifi ile ilk defa İslâmîleştirilerek gerçekleştirilmiştir.
Bu araştırmamda Federal Almanya’da İslâmi Sosyal Hizmet konusunu diğer dini Hristiyan (Katolik & Evanjelist) ve Yahudi (Musevi) sosyal hizmette olduğu gibi mevcut federal sosyal refah sistemi içerisinde ele alınmasının gerekliliğini öngörmektedir. Bu nedenle sosyal hizmetin holistik/bütüncül bir yaklaşım olduğunu ve insanın Vücut (Beden) – Can-Ruh (Nefs) ile bir bütünlük arz ettiğini, insanın sosyal politikaların birinci unsuru olarak hak ettiği değerler ile birlikte sosyal refah sisteminin merkezine oturtulmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Diğer seküler ve dini sosyal hizmet modelleri yanında evrensel insan hakları, anayasa ve yasalar bağlamında toplumun hiçbir kesimini din/maneviyat, mezhep, kültür, ırk, etnik kimlik, dil ve siyasi görüş ayrımı yapmaksızın ötekileştirmeden dini (İslâmi) temelli bir sosyal hizmet modelini, AHSEN-İslâmi Sosyal Hizmet Modelini sunmaktır. Bir öncü-ufuk bilim insanı değerli Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın nasihatlerinden hareket ile son üç yıldır üzerinde çalıştığım araştırmalarım ve neticesinde ortaya koyma gayreti içerisinde olduğum bu kitap ile ilgili, geceli gündüzlü kat ettiğim uzun mesailerimin Rabbim katında karşılıksız kalmamasını, araştırma sonuçlarının insanlığın faydasına, hayrına olmasını dilerim. Gayret bizden muvaffakiyet Allah’tandır.
Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 2021
ÖZ
Federal Almanya’da resmi kaynaklara göre 5 milyonu aşkın Müslüman yaşamaktadır. Bunun yaklaşık... more ÖZ Federal Almanya’da resmi kaynaklara göre 5 milyonu aşkın Müslüman yaşamaktadır. Bunun yaklaşık 2.4 milyonunu Türkiye kökenli Müslüman göçmenler oluşturmaktadır. Araştırmada, Almanya’da dini-manevi sosyal hizmet uygulamalarında Müslüman hasta ve yakınlarının dini-manevi ve kültürel değerli bir “Sosyal Hizmet” alıp alamadıkları konuları derinlikli ele alınarak; mülakat ve gözlem teknikleri kullanılıp, fenomenolojik (yorumlayıcı) yaklaşımlar üzerinden çözümlenmesi amaçlanmıştır.
Araştırmanın evrenini, Batı Avrupa ülkeleri arasında sosyal sistem, demokrasi ve sosyal refah devleti yaklaşımları ile oldukça dikkat çeken ve bu bağlamda dini-manevi sosyal hizmet yaklaşımlarında öncü bir ülke olarak kabul görmüş Federal Almanya oluşturmaktadır. Bu saha/alan genellemesi dikkate alınarak Müslüman nüfusun en yoğun yaşadığı “NRW - Nordrhein-Westfalen (Kuzey Ren Vestfalya)” eyaletine odaklanılarak gerçekleştirilmiştir.
Araştırmadan amaçlanan, Federal Almanya’da Hristiyan (Katolik& Protestan/Evanjelist) ve Yahudi dini aidiyetli hastaların değer temelli hizmetler olarak aldıkları dini-manevi hizmetlerin Müslüman hasta ve hasta yakınlarına yönelik uygulanan manevi (spiritüel) hizmetlerle karşılaştırarak çözüm önerilerinin sunulmasıdır. Bu perspektiften hareketle daha önceki yıllarda bu konumda bir çalışmanın yapılmamış olması araştırmayı kendi özünde önemli kılmaktadır.
INTERNATIONAL GOBEKLITEPE SOCIAL AND HUMAN SCIENCES CONGRESS-II, 2021
ÖZET
İnsanlık tarihi boyunca, insanın hakikatte ne olduğu, nasıl bir gizemliliğe, esrarengizliğe ... more ÖZET İnsanlık tarihi boyunca, insanın hakikatte ne olduğu, nasıl bir gizemliliğe, esrarengizliğe sahip olduğu ve nasıl anlamlaştırılması gerektiği bilimin odaklandığı, çözmeye çalıştığı konuların en başında gelmektedir. İnsan fenomeni bütün semavi dinlerin temel konusu olmuştur. Birçok bilimsel araştırmalar insanı, sahip olduğu değerler üzerinden “Semanın Çocuğu” olarak kutsarken, pozitivist disiplinlerin aynı insanı “Arzın Kurdu”na dönüştürerek araçsallaştırma ve basite indirgeme eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak insan, Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olarak fıtratı gereği “biyo-psikososyal” bir varlık olarak yaşamını idame ettirmiştir. İnsanı kendi değerleri üzerinden en iyi tarif edebilen hiç şüphesiz ki, onu bu sistem içerisinde eşsiz kılan yaratıcısı Allah’tır. Onun “fiziksel-biyolojik” varlığını “İlm-i Küll” anlayışı ile “can-ruh (nefs)” cevheri ile bütünleştiren Allah (c.c), onun nasıl korunması gerektiğini de ilmi hakikatler olarak tüm insanlığa tebliğ etmiş ve bildirmiştir.
Külli irade insanı bütüncül olarak yaratmış, onu kâinatın en kıymetlisi, eşsizi, en güzeli (ahsen-i takvim), en şereflisi (eşref-i mahluk)” olarak atfetmiştir. İnsanın bütüncül (ilm-i küll) algılanması onu eko-sistemin bir mikro organizması olarak oldukça değerli kılarken, pozitivist/neolojist, seküler indirgemeci bilimcil yaklaşımlar onu oldukça değersizleştirmiş olduğu bütün açıklığı ile ortadadır. 18. ve 19. Yüzyılın Rönesans (reinaissance) “Aydınlanma Çağı - Işıklar Yüzyılı (Siécles des Lumiéres)” perspektifinde geliştirilen günümüz sosyal kuram (teori) ve kavramların 21. yüzyıl insan ve toplum sorunlarını çözemediği gibi birçok farklı içinden çıkılamayacak yeni sorunları da doğurduğu araştırmalar ile ortaya konulmuştur. “Sosyal Bilim” ve insana dair geliştirilen pozitivist indirgemeci mevcut sosyal yaklaşımlar mikro-sistem insan ve makro-sistem toplum yaşamlarını oldukça tehdit eder olmuştur. Aydınlanma ve modernizm ile özdeşleştirilen pozitivizmin, içerisinde bulunduğumuz Covid-19 pandemi süreci ile birlikte nedenli bilimsel gerçeklerden, hakikatlerden uzak algılatıldığını bir kez daha bütün açıklığı ile görülebilmektedir.
İnsanlık, güven içerisinde yaşayabileceği toplumlara özlem duyarken, çare olamamış bilimden başka sığınabilecekleri bir kapının da olamadığı bilinmektedir. Dolayısı ile bilim ve bilimsel bütün disiplinlerin, evrensel temel haklar nezdinde insanı merkezine alan yeni kuramlar üzerinden ivedilikle yapılandırılması önem arz etmektedir. İnsan (individuum), sosyal varlığını sürdürdüğü eko-sistem içerisinde gerek bireysel ve gerekse toplumsal bütün yaşamını bilimin kendisine biçtiği değerler üzerinden kodlayabilmektedir. Karakter, tavır, düşünce ve bütün davranışlarını biçilen bu değerler üzerinden yönlendirebilmekte doğru-yanlış, iyi-kötü, hak-batıl, güzel-çirkin arasında bir yön tayin edebilmektedirler. Bu açıdan sosyal bilim, sürdürülebilir bir insan yaşamına ilişkin “İlm-i Hakikat”ler ile bütünleştirilmiş yenilikçi (inovatif) yaklaşım, kuram (teori) ve kavramların geliştirilmesine 21. Yüzyılın bu ilk çeyreğinde daha da çok ihtiyaç duymaktadır.
İnsan fiziksel-biyolojik varlığının ötesinde kendisini kıymetli, cevher kılan değerler üzerinden ancak anlamlaştırılabilmektedir. Bu gerekçeler ile araştırmada, insanı insan yapan, onun bireysel ve toplumsal yapısının korunmasını sağlayan beş temel değer üzerinde durulacaktır. Sosyal bilim ve özellikle de sosyal hizmet disiplininin, insan ve toplumların sadece mevcut sorunlarının çözümüne ilişkin bir yaklaşım olmanı ötesinde, multidisipliner bir yaklaşım olarak insanın bütün alanları ile ilgili olduğu bilinmektedir. Özellikle sosyal disiplinlerin insan ve toplum sorunlar ile karşı karşıya gelmeden öncesinde koruyucu-önleyici, ıslah edici, müdahil ve operasyonel (pratik) yaklaşımlarla çözüm odaklı olması önem arz etmektedir. Dolayısı ile bu araştırma ile sosyal bilimlerin insan ve toplumlara yönelik “vecibe/hak temelli” sorumluluklarının olduğuna vurgu yaparak, insanların kendi yaratılış fıtratları üzerinden yeniden anlamlaştırılmasının gerekliliğine inovatif grafik tasarımları eşliğinde dikkatleri çekmektir. Bu bağlamda insanda korunması gereken beş temel değer; “Can Emaneti, Akıl Emaneti, Din Emaneti, Nesil Emaneti ve Mal/Emek Emaneti” konularına dikkatleri çekerek, insan ve toplumların “onur ve haysiyet dokunulmazlığı”nın sürdürülebilir bir yaşam için nedenli önemli olduğuna ilişkin bir farkındalık oluşturmaktır.
Marksizm’i derinlemesine analiz etme fırsatı bulan Atilla İlhan, Fransa’nın Paris şehrinde bulund... more Marksizm’i derinlemesine analiz etme fırsatı bulan Atilla İlhan, Fransa’nın Paris şehrinde bulunduğu zaman içerisinde dünya genelinde bir sol-sosyalizminden ziyade ulusal sol sosyalizmin daha gerçekçi olabileceği kanısına vardığını genel anlamda kitabındaki dünya sosyalizmine eleştirel yaklaşımlar üzerinden okunabilmesi mümkün olmaktadır.
Atilla İlhan, “Hangi Sol ? (anılar acılar)” başlığı ile kaleme aldığı kitabının ilk baskısı Aralık 1970 tarihinde Varlık Yayınları’ndan yayınlatmıştır. 1965-70 yılları arasında yazmış olduğu bu ilk baskı iki ana bölümden oluşturulmuştur. Birinci bölüm kitabına ismini verdiği “Hangi Sol” başlığı altında derlenirken, diğer bir bölümde; “Değneğin İki Ucu” başlığı ile kitapta yer almıştır. Kitabın bu ilk baskısı diğer sonraki takip eden baskılar ile karşılaştırıldığında, ilk baskının 1965-70 yılları arasında yazmış olduğu ve 25 alt başlıkta derlediği yazılar ile algılanmakta olan dünya ve ulusal sosyalizm yaklaşımlarını oldukça eleştirdiği ve tartışmaya açtığı görülmektedir. Aynı başlık adı altında yayınlanan sonraki baskılarda, 1970-75 yılları arasında Türkiye’ye ilişkin sol hareket ve sosyalizmine yönelik tespit ve önerilerin eklenmiş olduğu görülmektedir. Atilla İlhan’ın, bu çalışması, sol-sosyalist düşünce olarak algılatılmış, standartlaştırılmış kalıplara oldukça sert eleştiriler getirdiği ve sol hareket anlayışında düşülmüş hatalara dikkatlerin çekildiği bir kitap olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Uluslararası Sosyal Bilimler ve Eğitim Bilimleri Sempozyumu, 2021
Öz
Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olan insan, fıtratı gereği doğar, büyür/gelişir, dö... more Öz Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olan insan, fıtratı gereği doğar, büyür/gelişir, dönüşür ve ölür. Bütün bu süreçler mevcut “Kronosistem (chronosystem)” zamanlaması dahilinde gerçekleşen dinamik bir süreçlerdir. Bu bağlamda gerek sosyal bilimler ve gerekse diğer bütün disipliner araştırmalar incelendiğinde; insanın yaşam süresinin uzatılmasına yönelik yeni araştırmaların yapılmış olduğu veya insan yaşamını destekleyen, hayatı kolaylaştırıcı çalışmaların ortaya konulduğu görülmektedir. Bilimsel anlamda günümüz insanların içinde bulundukları sorunlar genel olarak analiz edildiğinde, bu sorunların belirli jeopolitik bölgeler veya topluluklar üzerinden genelleştirilerek anlamlaştırılması mümkün değildir. İnsan (individuum) yaşamını sürdürdüğü eko-sistem dahilinde holistik anlamda yenilikçi inovatif yaklaşımlar üzerinden ele alınmasının gerekliliği 21. yüzyılda daha da önem kazanmıştır. Dolayısı ile bu araştırma ile; günümüzün pozitivist/neolojist disiplinlere ayrılmış parçalanmış sosyal bilimlerin, insan ve toplumlara yönelik teorik-pratik ilişkili eklektik uygulamalarda holistik yöntemler üzerinden yeniden yapılandırılmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir.
İnsan ve toplumların sürdürülebilir güvenli yaşamlarına ilişkin 18. ve 19. yüzyılın sosyal kuram (teori) ve kavramlarının gerekli çözümleri üretemediği 21. yüzyılda daha da anlaşılır hale gelmiştir. Eklektik anlamda pozitivist/neolojist, indirgemeci kuram (teori) ve kavramsal bilgilerin mikro-sistem insan ve makro-sistem toplum yaşamları ile ilişkilendirildiğinde mevcut seküler uygulamaların belirlenen sorunlara bir çözüm olamadığı bütün açıklığı ile ortadadır. Bunun en bariz sebepleri, Rönesans (reinaissance) dönemi ile başlatılan ve “Aydınlanma Çağı - Işıklar Yüzyılı (Siécles des Lumiéres)” olarak algılatılan bu yeni modernleşme hareketine paralel geliştirilen pozitivist, indirgemeci sosyolojinin olduğu görülmektedir.
Birbirlerinden ayrıştırılmamış, farklılaştırılmamış disiplinler üzerinden parçalanmamış bütüncül doğal bilgi ve verilere ulaşılması inovatif sosyal teorilerin geliştirilmesi açısından oldukça kıymetlidir. Bu anlamda bilimin, pozitivist ve seküler yaklaşımlar üzerinden yalnızlaştırılması, teoloji (ilahiyat), metafizik ve kozmos temellerin görmemezlikten gelinmesi, “İlmi Hakikat”lerden, gerçek doğrulardan uzaklaştırılması insan ve toplumlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Fiziksel-biyolojik yaratılmışlığı can-ruh (nefs) ile bütünleştirilen insan, Eko-Sistem’in vazgeçilmez değerleri olan “Din (Allah c.c. / Tanrı), Doğa (Tabiat) ve Toplum (Çevre)” hakikatleri ile yeniden buluşturulması, insanın güvenli yaşamın teminatı açısından oldukça gereklidir. Bu bağlamda inovatif, holistik bir sosyal bilim teori ve kavramlarının yeniden ilmin hakikatleri ile yorumlanmasına, insanın kendi değerleri ile yeniden buluşturulmasına ivedilikle ihtiyaç duyulmaktadır.
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2020
ÖZ:
Nakib El-Attas’ın “İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan ki... more ÖZ: Nakib El-Attas’ın “İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan kitabı, dünya Müslümanlarını ele alan monografik bir çalışmadır. Eser ile asıl amaçlanan; günümüzde “Beklenen Müslümanlar”a ilişkin ana hatları ile bir yol haritası çizen eser mahiyetindedir.
Uluslararası Geleneksel İslâm Sanatları ve Hattat Hamid Aytaç Sempozyumu "Divan Kitap", 2020
ÖZET:
Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ö... more ÖZET: Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ötesinde kâinatın her bir zerresi ile özdeşleştirildiği ve kavramsallaştırıldığı görülmektedir. “Estetik” ve “Güzel” kavramlarının birçok Batı ve Doğu kaynaklı felsefe, hukuk ve ahlak boyutları ile ortak noktalar üzerinden yorumlanabilirken, oldukça farklı bakış açıları üzerinden de yorumlanmıştır. Bu konularda bilimsel araştırmalar yapılmış ve birçok eserler yazılmış, estetik kavramının duyu, algı ve karakterlerimizi yöneten bir disipline dönüştürülmüş olduğunu da görmekteyiz (Tunalı, 1996, s.13). Günümüzde estetik ve güzellik kavramlarının genel anlamda kendi temel değerlerinden ayrıştırılmış olduğu ve Batı kaynaklı seküler bir olgu olarak algılatılmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa ki, insanın tarifinde oldukça etken olan bu iki temel kavramın “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” ile ilişkili olduğu sürekli göz ardı edilmeye çalışılmaktadır. İnsanın “Ahsen-i Takvim (en güzel kıvamda)” (K.K.:et-Tin 95/4), en iyi nitelik ve estetikle yaratılmışlığın kavranması eko-sistem estetiği ve bu bağlamda mikro, mezzo ve makro düzey insan ilişkilerinin güzelliği açısından oldukça önem arz etmektedir.
İnsan ve onun güven içerisinde yaşamasını mümkün kılabilen bir ekolojik-sistemin “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” üzerinden hak ettiği güzel bir tanımın pozitivist (neolijist, indirgemeci) ve post-pozitivist (seküler) yaklaşımlar üzerinden ele alınarak modernleşme, batılılaşma yaklaşımları insanlığa yapılabilecek en büyük kötülük olsa gerek. Bu sunumda; estetik ve güzellik kavramlarının insan ve birbirleri ile exo-dinamik ilişkilerinde “İlmü’l- Cemal”in önemine dikkatler çekilerek, çözüm önerileri sunulacaktır
Uploads
Şüphesiz bütün disiplinler insan ve toplumlara yönelik birbirleri ile ilişkili multidisipliner anlamda hizmet sunmaktadırlar. İnsan fenomeni, bilimin ve özellikle de sosyal bilimlerin anlamlaştırılması, çözümlenmesi noktasında ana kaynağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda insana yönelik bütün disipliner yaklaşımların gerek sağlık bilimlerinde gerekse sosyal hizmet uygulamalarda evrensel temel hak sözleşmelerinin dikkate alınmasını, onun onur ve haysiyetinin korunması noktasında genelci, holistik yaklaşılmasının gerekliliğine dikkatleri çekmektedir.
21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde, insan ve toplumlar “aydınlanmacı ve modernist bilim” çerçevesinde analiz edildiğinde, mevcut seküler yaklaşımlı sosyal kuram (teori) ve kavramların insana dair sorunların çözümlenmesinden ziyade başka farklı problemlerin doğmasına da neden olabildiği görülmektedir. İnsanı diğer bütün varlıklardan ayıran, onun fiziki-biyolojik varlığını psikolojik-ruh (nefs) yapısı ile bütünleştirilmiş kutsal yaratılmışlığı, holistik/bütüncül yaklaşımlı bir bilimin dikkate alması gereken en önemli konuların başında gelmektedir. İnsanı oldukça değerli atfeden, onu yaratılmış bütün varlıklar içinde en güzel, en şerefli (onur) ve en mükemmel kılan bu eşsiz fıtratı, bütün disiplinleri de kendi özünde değerli kılmaktadır. Sosyal bilimlerin, sağlık ve sosyal hizmet uygulamalarda holistik yaklaşımlar, sosyal bir varlık olan insanın sağlıklı gelişimini, değişimini, kalkınmasını, güçlenme ve özgürleştirilmesine önemli katkılar sağlayacak ve güçlü toplumların yapılandırılmasında farkındalık oluşturacaktır.
Bu araştırmaya sevkeden diğer önemli bir husus ise 40 yıldır 2. kuşak Müslüman bir göçmen olarak yaşamımı sürdürdüğüm Federal Almanya’da bir Alman vatandaşı olarak Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmelerine, anayasaya ve yasalara dikkatleri çekerek insan onur ve haysiyet dokunulmazlığının ülke sınırları içerisinde yaşayan tüm insanları kapsadığına, hiçbir ayrım yapılmaksızın adalet ve eşitlik ilkeleri gereği Müslümanlara yönelik sunulması zorunlu olan bir sosyal hizmet modeline ve bu model bağlamında değer temelli sosyal hizmet uygulamalarına ivedilikle ihtiyaç olduğuna dikkatleri çekmektir.
1961’li yıllardan günümüze Federal Almanya’da yaşamını Türkiye kökenli Müslümanlar olarak sürdürmekte olan 3.5 milyonu aşkın insan 5 göçmen kuşak ile birlikte sosyal alamda var olma ve kimlik mücadelesi vermektedirler. Bütün bir göç olgusu teorik ve pratik anlamda iliklerine kadar içselleştirilerek yaşanmış olduğu gözlemlenmektedir. 1. Kuşağı/nesli temsil eden dünün anne ve babaları günümüzün anneanne, babaanne ve dedeleri, gurbetçi olarak 5 yıllığına gittikleri Almanya’dan ana vatanlarına dönememişlerdir. Kendileri dönemeyince 2. kuşak çocuklarını yanlarına almak durumunda kalmışlardır. Onlar da 1. kuşak (jenerasyon) anne ve babaları gibi gitmiş oldukları toplumlarda kök salmışlardır. Gittikleri ülkelerde çalıştılar, okudular veya farklı birçok hizmet sektörlerinde hizmetler sundular.
Gelmiş oldukları Batı Avrupa ülkelerinde ve özellikle de Federal Almanya’da 3. kuşak yeni neslin dünyaya gelmesi ve onların doğal olarak Ekolojik/Eko-Sistemin Kronosistem (chronosystem) zamanlaması dahilinde gelişimleri tamamen toplumun hızla gelişim ve değişimine paralel olarak gerçekleşmiştir. 4. kuşak ve ardından henüz daha yeni doğmakta olan 5. kuşak mikro, mezzo ve makro düzeyde Exo-dinamik ilişkiler/etkileşim içerisinde bütün sosyal katmanlarda Müslüman kökenli (Türkiyeli) göçmenler olarak ve yine aynı zamanda Alman vatandaşı Müslüman göçmenler olarak yerlerini almışlardır. Federal sosyal refah sisteminin öngördüğü bütün yaklaşımları iliklerine kadar içselleştirmeye çalışılarak yaşadıkları gözlemlenmiştir.
1961 ve takiben gelen yıllarda Almanya’ya göçmüş olan göçmenlerin 1. kuşak/neslin yaşlanma süreci ve sosyal ihtiyaçların yasal çerçevede karşılanamamış olması 2. kuşak/neslin göçmenlerin mevcut yasalar üzerinden haklarının talep edilmesi yönünde bir dayanışmayı da beraberinde getirdiği gözlemlenmiştir. Federal sosyal refah sistemi içerisinde bir sosyal hizmetin ne denli önemli olduğunu daha henüz son 10 yıldır daha derinlemesine anlaşıldığı ortadadır. Federal Almanya’daki sosyal hizmet uygulamaların gerek dünyada gerek Avrupa Birliği üye ülkeler arasında ve özellikle de Türkiye’de oldukça önem arz etmesi, araştırmanın sorunların ortaya konulmasında ve bu sorunlara ilişkin bir çözüm önerisinin bir model dahilinde sunulmasını gerekli kılmıştır.
Değer temelli bir sosyal hizmetin gerek Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmeleri ve anayasal bağlamda alınmasının zorunluluğunu Federal Almanya’daki Müslümanlar henüz daha yeni kavramaya başlamışlardır. 1. nesil Müslüman göçmenlerin, İnsani Sosyal Hizmet (Social Human Services / Soziale menschliche Dienstleistungen) olarak birçok haklardan mahrum kaldıklarından hareket ile onur ve haysiyetlerinin güvence altına alınmasında, korunmasında STK’lar üzerinden henüz daha yeni yeni taleplerin dillendirilmeye başlanıldığı görülmektdir. Federal Almanya’da yaşayan 2. kuşak Müslümanlar olarak Almanya’nın yabancıları (ausländer), Türkiye’nin almancıları olarak kodlanan, algılatılan 1. kuşak anne ve babaları ile aynı kaderi paylaşmak istememektedirler. 1. kuşak göçmenlerin onur ve haysiyetleri gözetilmeksizin göç sürecinde devletlerin makro düzey sosyal politikaları için nasıl araçsallaştırıldıklarını ve tam da sosyal hizmete ihtiyaç duyulabilecek bir zamanda nasıl unutturulmaya mahkûm bırakıldıklarını bu araştırma ile bütün açıklığı ile ortaya konulmaktadır.
Eylül 2006 tarihinde AİK-Alman İslâm Konferansının (DIK-Deutsche Islam Konferens) “İslam, Alman toplumunun bir parçası” (Prantl, 2010) olduğundan hareket ile 15 yıldır yürütmekte olduğu sosyal hizmetin bir Avrupa İslam’ı, Almanya İslam’ı, Seküler (liberal) İslam’ı oluşturulmaya çalıştırılmasından öteye geçememiştir. Viktor Hugo’nun; “Hiçbir güç doğru zamanda ortaya konulabilen bir fikirden daha güçlü değildir. (Nichts ist stärker als eine Idee, deren Zeit gekommen ist.)” ifadeleri AHSEN-Sosyal Hizmet Modelinin tam da böyle bir zamanda bir fikir, bir model olarak ortaya konulması Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmeleri ve anayasayal bağlamda hangi güç olursa olsun insanlığın birbirleri üzerindeki vecibe-hak temelli bir sorumluluk ve görevlerden kaçabilmelerini mümkün kılmamaktadır (Volkers & Anderson, 2018, s.13).
Batı Avrupa ülkelerinin başlıca sorunu olarak gösterilen Müslüman göçmenlerin ve özellikle de Müslüman Türk göçmenlerin federal sosyal sistem içerisinde değer temelli bir sosyal hizmete ilişkin sorunlarının multidisipliner anlamda bir model olarak ortaya konulmasını ve çözülebileceğine ilişkin bir doktora konusu olarak belirlememe sebep olmuştur. Federal Almanya, sosyal refah devleti bağlamında oldukça güçlü, post-pozitivist yaklaşımlı bir sosyal sistemin hâkim olduğu bir ülkedir. Ülkede sistem gereği hak ve lütuf temelli bir sosyal hizmet pragmatiği hakimdir (Grafik 4, Sayfa:543) 40 yıl gibi uzun bir süredir hayatımın en önemli anlarını yaşadığım, Federal Almanya’nın sosyal sistemi içerisinde her bir dört kuşak/nesil ile de sıkı ilişkiler içerisinde yaşamış bir göçmen Müslüman ve eğitimli bir birey olarak ayakları üzerinde durabilecek bir sosyal hizmet model uygulamaların gerçekleştirilmesi ve bu bağlamda dini/manevi değerler içerikli bir AHSEN-Modelin ortaya konulmasını zaruri kılmıştır.
Bu bağlamda, özellikle İslâmî düşünceye oldukça farklı bakış açısı kazandıran önemli İslâm düşünürlerinden Prof. Dr. Seyyid Nakib el-Attas, “İslâm Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan eserinde de belirtildiği gibi, bilimin sekülerleştirildiği bir dünyada sosyal hizmet yaklaşımlarının yeniden kendi asıl kodları üzerinden “İslâmîleştirilme”sine acilen ihtiyaç duyulmaktadır (El-Attas, 2016, s.9). Dolayısı ile AHSEN Sosyal Hizmet Modelinin bir İslâmî model olarak Kur’an ve Sünnet perspektifinde yeni bir sosyal hizmet olarak tasarlanmıştır. İnsani hizmet olan sosyal hizmetin bilimselliğinin ilmi hakikatler ile yeniden buluşturulması olarak da düşünülebilir. Ahsen-Model’e ilişkin geliştirilmiş olan bütün bu tanımlamalar, grafik, tasarım ve açıklamalar, başta kişisel düşüncelerim olmak üzere, İslâmî fikri ve dini gelenek içerisinde oluşan kavramsal analizlere dayandırılmış ve ilmin hakikati perspektifinde kendine has orijinal tanımlamalardır. Günümüz sosyal hizmet sorunlarıyla ilgili olarak öne sürülen bakış açılarına bir rehber olabilme noktasında oldukça yeni ve daha da geliştirilebilecek inovatif bir proje olarak tasarlanmlıştır. İslâm dini ve onun sosyal hizmet yaklaşımına ilişkin temel kavramlarının netleştirilmesinine yönelik ihtiyaçlardan doğmuştur. Büyük ihtimalle İslâmî kavramlar üzerinden yeni bir sosyal hizmet modelinin anlamlı tasarımlar üzerinden, ilmi hakikatler doğrultusunda bir araya getirilmesi, günümüz sosyal hizmet yöntemine ilişkin fikri ve dini perspektifi ile ilk defa İslâmîleştirilerek gerçekleştirilmiştir.
Bu araştırmamda Federal Almanya’da İslâmi Sosyal Hizmet konusunu diğer dini Hristiyan (Katolik & Evanjelist) ve Yahudi (Musevi) sosyal hizmette olduğu gibi mevcut federal sosyal refah sistemi içerisinde ele alınmasının gerekliliğini öngörmektedir. Bu nedenle sosyal hizmetin holistik/bütüncül bir yaklaşım olduğunu ve insanın Vücut (Beden) – Can-Ruh (Nefs) ile bir bütünlük arz ettiğini, insanın sosyal politikaların birinci unsuru olarak hak ettiği değerler ile birlikte sosyal refah sisteminin merkezine oturtulmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Diğer seküler ve dini sosyal hizmet modelleri yanında evrensel insan hakları, anayasa ve yasalar bağlamında toplumun hiçbir kesimini din/maneviyat, mezhep, kültür, ırk, etnik kimlik, dil ve siyasi görüş ayrımı yapmaksızın ötekileştirmeden dini (İslâmi) temelli bir sosyal hizmet modelini, AHSEN-İslâmi Sosyal Hizmet Modelini sunmaktır. Bir öncü-ufuk bilim insanı değerli Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın nasihatlerinden hareket ile son üç yıldır üzerinde çalıştığım araştırmalarım ve neticesinde ortaya koyma gayreti içerisinde olduğum bu kitap ile ilgili, geceli gündüzlü kat ettiğim uzun mesailerimin Rabbim katında karşılıksız kalmamasını, araştırma sonuçlarının insanlığın faydasına, hayrına olmasını dilerim. Gayret bizden muvaffakiyet Allah’tandır.
Federal Almanya’da resmi kaynaklara göre 5 milyonu aşkın Müslüman yaşamaktadır. Bunun yaklaşık 2.4 milyonunu Türkiye kökenli Müslüman göçmenler oluşturmaktadır. Araştırmada, Almanya’da dini-manevi sosyal hizmet uygulamalarında Müslüman hasta ve yakınlarının dini-manevi ve kültürel değerli bir “Sosyal Hizmet” alıp alamadıkları konuları derinlikli ele alınarak; mülakat ve gözlem teknikleri kullanılıp, fenomenolojik (yorumlayıcı) yaklaşımlar üzerinden çözümlenmesi amaçlanmıştır.
Araştırmanın evrenini, Batı Avrupa ülkeleri arasında sosyal sistem, demokrasi ve sosyal refah devleti yaklaşımları ile oldukça dikkat çeken ve bu bağlamda dini-manevi sosyal hizmet yaklaşımlarında öncü bir ülke olarak kabul görmüş Federal Almanya oluşturmaktadır. Bu saha/alan genellemesi dikkate alınarak Müslüman nüfusun en yoğun yaşadığı “NRW - Nordrhein-Westfalen (Kuzey Ren Vestfalya)” eyaletine odaklanılarak gerçekleştirilmiştir.
Araştırmadan amaçlanan, Federal Almanya’da Hristiyan (Katolik& Protestan/Evanjelist) ve Yahudi dini aidiyetli hastaların değer temelli hizmetler olarak aldıkları dini-manevi hizmetlerin Müslüman hasta ve hasta yakınlarına yönelik uygulanan manevi (spiritüel) hizmetlerle karşılaştırarak çözüm önerilerinin sunulmasıdır. Bu perspektiften hareketle daha önceki yıllarda bu konumda bir çalışmanın yapılmamış olması araştırmayı kendi özünde önemli kılmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca, insanın hakikatte ne olduğu, nasıl bir gizemliliğe, esrarengizliğe sahip olduğu ve nasıl anlamlaştırılması gerektiği bilimin odaklandığı, çözmeye çalıştığı konuların en başında gelmektedir. İnsan fenomeni bütün semavi dinlerin temel konusu olmuştur. Birçok bilimsel araştırmalar insanı, sahip olduğu değerler üzerinden “Semanın Çocuğu” olarak kutsarken, pozitivist disiplinlerin aynı insanı “Arzın Kurdu”na dönüştürerek araçsallaştırma ve basite indirgeme eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak insan, Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olarak fıtratı gereği “biyo-psikososyal” bir varlık olarak yaşamını idame ettirmiştir. İnsanı kendi değerleri üzerinden en iyi tarif edebilen hiç şüphesiz ki, onu bu sistem içerisinde eşsiz kılan yaratıcısı Allah’tır. Onun “fiziksel-biyolojik” varlığını “İlm-i Küll” anlayışı ile “can-ruh (nefs)” cevheri ile bütünleştiren Allah (c.c), onun nasıl korunması gerektiğini de ilmi hakikatler olarak tüm insanlığa tebliğ etmiş ve bildirmiştir.
Külli irade insanı bütüncül olarak yaratmış, onu kâinatın en kıymetlisi, eşsizi, en güzeli (ahsen-i takvim), en şereflisi (eşref-i mahluk)” olarak atfetmiştir. İnsanın bütüncül (ilm-i küll) algılanması onu eko-sistemin bir mikro organizması olarak oldukça değerli kılarken, pozitivist/neolojist, seküler indirgemeci bilimcil yaklaşımlar onu oldukça değersizleştirmiş olduğu bütün açıklığı ile ortadadır. 18. ve 19. Yüzyılın Rönesans (reinaissance) “Aydınlanma Çağı - Işıklar Yüzyılı (Siécles des Lumiéres)” perspektifinde geliştirilen günümüz sosyal kuram (teori) ve kavramların 21. yüzyıl insan ve toplum sorunlarını çözemediği gibi birçok farklı içinden çıkılamayacak yeni sorunları da doğurduğu araştırmalar ile ortaya konulmuştur. “Sosyal Bilim” ve insana dair geliştirilen pozitivist indirgemeci mevcut sosyal yaklaşımlar mikro-sistem insan ve makro-sistem toplum yaşamlarını oldukça tehdit eder olmuştur. Aydınlanma ve modernizm ile özdeşleştirilen pozitivizmin, içerisinde bulunduğumuz Covid-19 pandemi süreci ile birlikte nedenli bilimsel gerçeklerden, hakikatlerden uzak algılatıldığını bir kez daha bütün açıklığı ile görülebilmektedir.
İnsanlık, güven içerisinde yaşayabileceği toplumlara özlem duyarken, çare olamamış bilimden başka sığınabilecekleri bir kapının da olamadığı bilinmektedir. Dolayısı ile bilim ve bilimsel bütün disiplinlerin, evrensel temel haklar nezdinde insanı merkezine alan yeni kuramlar üzerinden ivedilikle yapılandırılması önem arz etmektedir. İnsan (individuum), sosyal varlığını sürdürdüğü eko-sistem içerisinde gerek bireysel ve gerekse toplumsal bütün yaşamını bilimin kendisine biçtiği değerler üzerinden kodlayabilmektedir. Karakter, tavır, düşünce ve bütün davranışlarını biçilen bu değerler üzerinden yönlendirebilmekte doğru-yanlış, iyi-kötü, hak-batıl, güzel-çirkin arasında bir yön tayin edebilmektedirler. Bu açıdan sosyal bilim, sürdürülebilir bir insan yaşamına ilişkin “İlm-i Hakikat”ler ile bütünleştirilmiş yenilikçi (inovatif) yaklaşım, kuram (teori) ve kavramların geliştirilmesine 21. Yüzyılın bu ilk çeyreğinde daha da çok ihtiyaç duymaktadır.
İnsan fiziksel-biyolojik varlığının ötesinde kendisini kıymetli, cevher kılan değerler üzerinden ancak anlamlaştırılabilmektedir. Bu gerekçeler ile araştırmada, insanı insan yapan, onun bireysel ve toplumsal yapısının korunmasını sağlayan beş temel değer üzerinde durulacaktır. Sosyal bilim ve özellikle de sosyal hizmet disiplininin, insan ve toplumların sadece mevcut sorunlarının çözümüne ilişkin bir yaklaşım olmanı ötesinde, multidisipliner bir yaklaşım olarak insanın bütün alanları ile ilgili olduğu bilinmektedir. Özellikle sosyal disiplinlerin insan ve toplum sorunlar ile karşı karşıya gelmeden öncesinde koruyucu-önleyici, ıslah edici, müdahil ve operasyonel (pratik) yaklaşımlarla çözüm odaklı olması önem arz etmektedir. Dolayısı ile bu araştırma ile sosyal bilimlerin insan ve toplumlara yönelik “vecibe/hak temelli” sorumluluklarının olduğuna vurgu yaparak, insanların kendi yaratılış fıtratları üzerinden yeniden anlamlaştırılmasının gerekliliğine inovatif grafik tasarımları eşliğinde dikkatleri çekmektir. Bu bağlamda insanda korunması gereken beş temel değer; “Can Emaneti, Akıl Emaneti, Din Emaneti, Nesil Emaneti ve Mal/Emek Emaneti” konularına dikkatleri çekerek, insan ve toplumların “onur ve haysiyet dokunulmazlığı”nın sürdürülebilir bir yaşam için nedenli önemli olduğuna ilişkin bir farkındalık oluşturmaktır.
Atilla İlhan, “Hangi Sol ? (anılar acılar)” başlığı ile kaleme aldığı kitabının ilk baskısı Aralık 1970 tarihinde Varlık Yayınları’ndan yayınlatmıştır. 1965-70 yılları arasında yazmış olduğu bu ilk baskı iki ana bölümden oluşturulmuştur. Birinci bölüm kitabına ismini verdiği “Hangi Sol” başlığı altında derlenirken, diğer bir bölümde; “Değneğin İki Ucu” başlığı ile kitapta yer almıştır. Kitabın bu ilk baskısı diğer sonraki takip eden baskılar ile karşılaştırıldığında, ilk baskının 1965-70 yılları arasında yazmış olduğu ve 25 alt başlıkta derlediği yazılar ile algılanmakta olan dünya ve ulusal sosyalizm yaklaşımlarını oldukça eleştirdiği ve tartışmaya açtığı görülmektedir. Aynı başlık adı altında yayınlanan sonraki baskılarda, 1970-75 yılları arasında Türkiye’ye ilişkin sol hareket ve sosyalizmine yönelik tespit ve önerilerin eklenmiş olduğu görülmektedir. Atilla İlhan’ın, bu çalışması, sol-sosyalist düşünce olarak algılatılmış, standartlaştırılmış kalıplara oldukça sert eleştiriler getirdiği ve sol hareket anlayışında düşülmüş hatalara dikkatlerin çekildiği bir kitap olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olan insan, fıtratı gereği doğar, büyür/gelişir, dönüşür ve ölür. Bütün bu süreçler mevcut “Kronosistem (chronosystem)” zamanlaması dahilinde gerçekleşen dinamik bir süreçlerdir. Bu bağlamda gerek sosyal bilimler ve gerekse diğer bütün disipliner araştırmalar incelendiğinde; insanın yaşam süresinin uzatılmasına yönelik yeni araştırmaların yapılmış olduğu veya insan yaşamını destekleyen, hayatı kolaylaştırıcı çalışmaların ortaya konulduğu görülmektedir. Bilimsel anlamda günümüz insanların içinde bulundukları sorunlar genel olarak analiz edildiğinde, bu sorunların belirli jeopolitik bölgeler veya topluluklar üzerinden genelleştirilerek anlamlaştırılması mümkün değildir. İnsan (individuum) yaşamını sürdürdüğü eko-sistem dahilinde holistik anlamda yenilikçi inovatif yaklaşımlar üzerinden ele alınmasının gerekliliği 21. yüzyılda daha da önem kazanmıştır. Dolayısı ile bu araştırma ile; günümüzün pozitivist/neolojist disiplinlere ayrılmış parçalanmış sosyal bilimlerin, insan ve toplumlara yönelik teorik-pratik ilişkili eklektik uygulamalarda holistik yöntemler üzerinden yeniden yapılandırılmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir.
İnsan ve toplumların sürdürülebilir güvenli yaşamlarına ilişkin 18. ve 19. yüzyılın sosyal kuram (teori) ve kavramlarının gerekli çözümleri üretemediği 21. yüzyılda daha da anlaşılır hale gelmiştir. Eklektik anlamda pozitivist/neolojist, indirgemeci kuram (teori) ve kavramsal bilgilerin mikro-sistem insan ve makro-sistem toplum yaşamları ile ilişkilendirildiğinde mevcut seküler uygulamaların belirlenen sorunlara bir çözüm olamadığı bütün açıklığı ile ortadadır. Bunun en bariz sebepleri, Rönesans (reinaissance) dönemi ile başlatılan ve “Aydınlanma Çağı - Işıklar Yüzyılı (Siécles des Lumiéres)” olarak algılatılan bu yeni modernleşme hareketine paralel geliştirilen pozitivist, indirgemeci sosyolojinin olduğu görülmektedir.
Birbirlerinden ayrıştırılmamış, farklılaştırılmamış disiplinler üzerinden parçalanmamış bütüncül doğal bilgi ve verilere ulaşılması inovatif sosyal teorilerin geliştirilmesi açısından oldukça kıymetlidir. Bu anlamda bilimin, pozitivist ve seküler yaklaşımlar üzerinden yalnızlaştırılması, teoloji (ilahiyat), metafizik ve kozmos temellerin görmemezlikten gelinmesi, “İlmi Hakikat”lerden, gerçek doğrulardan uzaklaştırılması insan ve toplumlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Fiziksel-biyolojik yaratılmışlığı can-ruh (nefs) ile bütünleştirilen insan, Eko-Sistem’in vazgeçilmez değerleri olan “Din (Allah c.c. / Tanrı), Doğa (Tabiat) ve Toplum (Çevre)” hakikatleri ile yeniden buluşturulması, insanın güvenli yaşamın teminatı açısından oldukça gereklidir. Bu bağlamda inovatif, holistik bir sosyal bilim teori ve kavramlarının yeniden ilmin hakikatleri ile yorumlanmasına, insanın kendi değerleri ile yeniden buluşturulmasına ivedilikle ihtiyaç duyulmaktadır.
Nakib El-Attas’ın “İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan kitabı, dünya Müslümanlarını ele alan monografik bir çalışmadır. Eser ile asıl amaçlanan; günümüzde “Beklenen Müslümanlar”a ilişkin ana hatları ile bir yol haritası çizen eser mahiyetindedir.
Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ötesinde kâinatın her bir zerresi ile özdeşleştirildiği ve kavramsallaştırıldığı görülmektedir. “Estetik” ve “Güzel” kavramlarının birçok Batı ve Doğu kaynaklı felsefe, hukuk ve ahlak boyutları ile ortak noktalar üzerinden yorumlanabilirken, oldukça farklı bakış açıları üzerinden de yorumlanmıştır. Bu konularda bilimsel araştırmalar yapılmış ve birçok eserler yazılmış, estetik kavramının duyu, algı ve karakterlerimizi yöneten bir disipline dönüştürülmüş olduğunu da görmekteyiz (Tunalı, 1996, s.13). Günümüzde estetik ve güzellik kavramlarının genel anlamda kendi temel değerlerinden ayrıştırılmış olduğu ve Batı kaynaklı seküler bir olgu olarak algılatılmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa ki, insanın tarifinde oldukça etken olan bu iki temel kavramın “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” ile ilişkili olduğu sürekli göz ardı edilmeye çalışılmaktadır. İnsanın “Ahsen-i Takvim (en güzel kıvamda)” (K.K.:et-Tin 95/4), en iyi nitelik ve estetikle yaratılmışlığın kavranması eko-sistem estetiği ve bu bağlamda mikro, mezzo ve makro düzey insan ilişkilerinin güzelliği açısından oldukça önem arz etmektedir.
İnsan ve onun güven içerisinde yaşamasını mümkün kılabilen bir ekolojik-sistemin “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” üzerinden hak ettiği güzel bir tanımın pozitivist (neolijist, indirgemeci) ve post-pozitivist (seküler) yaklaşımlar üzerinden ele alınarak modernleşme, batılılaşma yaklaşımları insanlığa yapılabilecek en büyük kötülük olsa gerek. Bu sunumda; estetik ve güzellik kavramlarının insan ve birbirleri ile exo-dinamik ilişkilerinde “İlmü’l- Cemal”in önemine dikkatler çekilerek, çözüm önerileri sunulacaktır
Şüphesiz bütün disiplinler insan ve toplumlara yönelik birbirleri ile ilişkili multidisipliner anlamda hizmet sunmaktadırlar. İnsan fenomeni, bilimin ve özellikle de sosyal bilimlerin anlamlaştırılması, çözümlenmesi noktasında ana kaynağını oluşturmaktadır. Bu bağlamda insana yönelik bütün disipliner yaklaşımların gerek sağlık bilimlerinde gerekse sosyal hizmet uygulamalarda evrensel temel hak sözleşmelerinin dikkate alınmasını, onun onur ve haysiyetinin korunması noktasında genelci, holistik yaklaşılmasının gerekliliğine dikkatleri çekmektedir.
21. yüzyılın bu ilk çeyreğinde, insan ve toplumlar “aydınlanmacı ve modernist bilim” çerçevesinde analiz edildiğinde, mevcut seküler yaklaşımlı sosyal kuram (teori) ve kavramların insana dair sorunların çözümlenmesinden ziyade başka farklı problemlerin doğmasına da neden olabildiği görülmektedir. İnsanı diğer bütün varlıklardan ayıran, onun fiziki-biyolojik varlığını psikolojik-ruh (nefs) yapısı ile bütünleştirilmiş kutsal yaratılmışlığı, holistik/bütüncül yaklaşımlı bir bilimin dikkate alması gereken en önemli konuların başında gelmektedir. İnsanı oldukça değerli atfeden, onu yaratılmış bütün varlıklar içinde en güzel, en şerefli (onur) ve en mükemmel kılan bu eşsiz fıtratı, bütün disiplinleri de kendi özünde değerli kılmaktadır. Sosyal bilimlerin, sağlık ve sosyal hizmet uygulamalarda holistik yaklaşımlar, sosyal bir varlık olan insanın sağlıklı gelişimini, değişimini, kalkınmasını, güçlenme ve özgürleştirilmesine önemli katkılar sağlayacak ve güçlü toplumların yapılandırılmasında farkındalık oluşturacaktır.
Bu araştırmaya sevkeden diğer önemli bir husus ise 40 yıldır 2. kuşak Müslüman bir göçmen olarak yaşamımı sürdürdüğüm Federal Almanya’da bir Alman vatandaşı olarak Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmelerine, anayasaya ve yasalara dikkatleri çekerek insan onur ve haysiyet dokunulmazlığının ülke sınırları içerisinde yaşayan tüm insanları kapsadığına, hiçbir ayrım yapılmaksızın adalet ve eşitlik ilkeleri gereği Müslümanlara yönelik sunulması zorunlu olan bir sosyal hizmet modeline ve bu model bağlamında değer temelli sosyal hizmet uygulamalarına ivedilikle ihtiyaç olduğuna dikkatleri çekmektir.
1961’li yıllardan günümüze Federal Almanya’da yaşamını Türkiye kökenli Müslümanlar olarak sürdürmekte olan 3.5 milyonu aşkın insan 5 göçmen kuşak ile birlikte sosyal alamda var olma ve kimlik mücadelesi vermektedirler. Bütün bir göç olgusu teorik ve pratik anlamda iliklerine kadar içselleştirilerek yaşanmış olduğu gözlemlenmektedir. 1. Kuşağı/nesli temsil eden dünün anne ve babaları günümüzün anneanne, babaanne ve dedeleri, gurbetçi olarak 5 yıllığına gittikleri Almanya’dan ana vatanlarına dönememişlerdir. Kendileri dönemeyince 2. kuşak çocuklarını yanlarına almak durumunda kalmışlardır. Onlar da 1. kuşak (jenerasyon) anne ve babaları gibi gitmiş oldukları toplumlarda kök salmışlardır. Gittikleri ülkelerde çalıştılar, okudular veya farklı birçok hizmet sektörlerinde hizmetler sundular.
Gelmiş oldukları Batı Avrupa ülkelerinde ve özellikle de Federal Almanya’da 3. kuşak yeni neslin dünyaya gelmesi ve onların doğal olarak Ekolojik/Eko-Sistemin Kronosistem (chronosystem) zamanlaması dahilinde gelişimleri tamamen toplumun hızla gelişim ve değişimine paralel olarak gerçekleşmiştir. 4. kuşak ve ardından henüz daha yeni doğmakta olan 5. kuşak mikro, mezzo ve makro düzeyde Exo-dinamik ilişkiler/etkileşim içerisinde bütün sosyal katmanlarda Müslüman kökenli (Türkiyeli) göçmenler olarak ve yine aynı zamanda Alman vatandaşı Müslüman göçmenler olarak yerlerini almışlardır. Federal sosyal refah sisteminin öngördüğü bütün yaklaşımları iliklerine kadar içselleştirmeye çalışılarak yaşadıkları gözlemlenmiştir.
1961 ve takiben gelen yıllarda Almanya’ya göçmüş olan göçmenlerin 1. kuşak/neslin yaşlanma süreci ve sosyal ihtiyaçların yasal çerçevede karşılanamamış olması 2. kuşak/neslin göçmenlerin mevcut yasalar üzerinden haklarının talep edilmesi yönünde bir dayanışmayı da beraberinde getirdiği gözlemlenmiştir. Federal sosyal refah sistemi içerisinde bir sosyal hizmetin ne denli önemli olduğunu daha henüz son 10 yıldır daha derinlemesine anlaşıldığı ortadadır. Federal Almanya’daki sosyal hizmet uygulamaların gerek dünyada gerek Avrupa Birliği üye ülkeler arasında ve özellikle de Türkiye’de oldukça önem arz etmesi, araştırmanın sorunların ortaya konulmasında ve bu sorunlara ilişkin bir çözüm önerisinin bir model dahilinde sunulmasını gerekli kılmıştır.
Değer temelli bir sosyal hizmetin gerek Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmeleri ve anayasal bağlamda alınmasının zorunluluğunu Federal Almanya’daki Müslümanlar henüz daha yeni kavramaya başlamışlardır. 1. nesil Müslüman göçmenlerin, İnsani Sosyal Hizmet (Social Human Services / Soziale menschliche Dienstleistungen) olarak birçok haklardan mahrum kaldıklarından hareket ile onur ve haysiyetlerinin güvence altına alınmasında, korunmasında STK’lar üzerinden henüz daha yeni yeni taleplerin dillendirilmeye başlanıldığı görülmektdir. Federal Almanya’da yaşayan 2. kuşak Müslümanlar olarak Almanya’nın yabancıları (ausländer), Türkiye’nin almancıları olarak kodlanan, algılatılan 1. kuşak anne ve babaları ile aynı kaderi paylaşmak istememektedirler. 1. kuşak göçmenlerin onur ve haysiyetleri gözetilmeksizin göç sürecinde devletlerin makro düzey sosyal politikaları için nasıl araçsallaştırıldıklarını ve tam da sosyal hizmete ihtiyaç duyulabilecek bir zamanda nasıl unutturulmaya mahkûm bırakıldıklarını bu araştırma ile bütün açıklığı ile ortaya konulmaktadır.
Eylül 2006 tarihinde AİK-Alman İslâm Konferansının (DIK-Deutsche Islam Konferens) “İslam, Alman toplumunun bir parçası” (Prantl, 2010) olduğundan hareket ile 15 yıldır yürütmekte olduğu sosyal hizmetin bir Avrupa İslam’ı, Almanya İslam’ı, Seküler (liberal) İslam’ı oluşturulmaya çalıştırılmasından öteye geçememiştir. Viktor Hugo’nun; “Hiçbir güç doğru zamanda ortaya konulabilen bir fikirden daha güçlü değildir. (Nichts ist stärker als eine Idee, deren Zeit gekommen ist.)” ifadeleri AHSEN-Sosyal Hizmet Modelinin tam da böyle bir zamanda bir fikir, bir model olarak ortaya konulması Evrensel İnsan Temel Hak Sözleşmeleri ve anayasayal bağlamda hangi güç olursa olsun insanlığın birbirleri üzerindeki vecibe-hak temelli bir sorumluluk ve görevlerden kaçabilmelerini mümkün kılmamaktadır (Volkers & Anderson, 2018, s.13).
Batı Avrupa ülkelerinin başlıca sorunu olarak gösterilen Müslüman göçmenlerin ve özellikle de Müslüman Türk göçmenlerin federal sosyal sistem içerisinde değer temelli bir sosyal hizmete ilişkin sorunlarının multidisipliner anlamda bir model olarak ortaya konulmasını ve çözülebileceğine ilişkin bir doktora konusu olarak belirlememe sebep olmuştur. Federal Almanya, sosyal refah devleti bağlamında oldukça güçlü, post-pozitivist yaklaşımlı bir sosyal sistemin hâkim olduğu bir ülkedir. Ülkede sistem gereği hak ve lütuf temelli bir sosyal hizmet pragmatiği hakimdir (Grafik 4, Sayfa:543) 40 yıl gibi uzun bir süredir hayatımın en önemli anlarını yaşadığım, Federal Almanya’nın sosyal sistemi içerisinde her bir dört kuşak/nesil ile de sıkı ilişkiler içerisinde yaşamış bir göçmen Müslüman ve eğitimli bir birey olarak ayakları üzerinde durabilecek bir sosyal hizmet model uygulamaların gerçekleştirilmesi ve bu bağlamda dini/manevi değerler içerikli bir AHSEN-Modelin ortaya konulmasını zaruri kılmıştır.
Bu bağlamda, özellikle İslâmî düşünceye oldukça farklı bakış açısı kazandıran önemli İslâm düşünürlerinden Prof. Dr. Seyyid Nakib el-Attas, “İslâm Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan eserinde de belirtildiği gibi, bilimin sekülerleştirildiği bir dünyada sosyal hizmet yaklaşımlarının yeniden kendi asıl kodları üzerinden “İslâmîleştirilme”sine acilen ihtiyaç duyulmaktadır (El-Attas, 2016, s.9). Dolayısı ile AHSEN Sosyal Hizmet Modelinin bir İslâmî model olarak Kur’an ve Sünnet perspektifinde yeni bir sosyal hizmet olarak tasarlanmıştır. İnsani hizmet olan sosyal hizmetin bilimselliğinin ilmi hakikatler ile yeniden buluşturulması olarak da düşünülebilir. Ahsen-Model’e ilişkin geliştirilmiş olan bütün bu tanımlamalar, grafik, tasarım ve açıklamalar, başta kişisel düşüncelerim olmak üzere, İslâmî fikri ve dini gelenek içerisinde oluşan kavramsal analizlere dayandırılmış ve ilmin hakikati perspektifinde kendine has orijinal tanımlamalardır. Günümüz sosyal hizmet sorunlarıyla ilgili olarak öne sürülen bakış açılarına bir rehber olabilme noktasında oldukça yeni ve daha da geliştirilebilecek inovatif bir proje olarak tasarlanmlıştır. İslâm dini ve onun sosyal hizmet yaklaşımına ilişkin temel kavramlarının netleştirilmesinine yönelik ihtiyaçlardan doğmuştur. Büyük ihtimalle İslâmî kavramlar üzerinden yeni bir sosyal hizmet modelinin anlamlı tasarımlar üzerinden, ilmi hakikatler doğrultusunda bir araya getirilmesi, günümüz sosyal hizmet yöntemine ilişkin fikri ve dini perspektifi ile ilk defa İslâmîleştirilerek gerçekleştirilmiştir.
Bu araştırmamda Federal Almanya’da İslâmi Sosyal Hizmet konusunu diğer dini Hristiyan (Katolik & Evanjelist) ve Yahudi (Musevi) sosyal hizmette olduğu gibi mevcut federal sosyal refah sistemi içerisinde ele alınmasının gerekliliğini öngörmektedir. Bu nedenle sosyal hizmetin holistik/bütüncül bir yaklaşım olduğunu ve insanın Vücut (Beden) – Can-Ruh (Nefs) ile bir bütünlük arz ettiğini, insanın sosyal politikaların birinci unsuru olarak hak ettiği değerler ile birlikte sosyal refah sisteminin merkezine oturtulmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Diğer seküler ve dini sosyal hizmet modelleri yanında evrensel insan hakları, anayasa ve yasalar bağlamında toplumun hiçbir kesimini din/maneviyat, mezhep, kültür, ırk, etnik kimlik, dil ve siyasi görüş ayrımı yapmaksızın ötekileştirmeden dini (İslâmi) temelli bir sosyal hizmet modelini, AHSEN-İslâmi Sosyal Hizmet Modelini sunmaktır. Bir öncü-ufuk bilim insanı değerli Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın nasihatlerinden hareket ile son üç yıldır üzerinde çalıştığım araştırmalarım ve neticesinde ortaya koyma gayreti içerisinde olduğum bu kitap ile ilgili, geceli gündüzlü kat ettiğim uzun mesailerimin Rabbim katında karşılıksız kalmamasını, araştırma sonuçlarının insanlığın faydasına, hayrına olmasını dilerim. Gayret bizden muvaffakiyet Allah’tandır.
Federal Almanya’da resmi kaynaklara göre 5 milyonu aşkın Müslüman yaşamaktadır. Bunun yaklaşık 2.4 milyonunu Türkiye kökenli Müslüman göçmenler oluşturmaktadır. Araştırmada, Almanya’da dini-manevi sosyal hizmet uygulamalarında Müslüman hasta ve yakınlarının dini-manevi ve kültürel değerli bir “Sosyal Hizmet” alıp alamadıkları konuları derinlikli ele alınarak; mülakat ve gözlem teknikleri kullanılıp, fenomenolojik (yorumlayıcı) yaklaşımlar üzerinden çözümlenmesi amaçlanmıştır.
Araştırmanın evrenini, Batı Avrupa ülkeleri arasında sosyal sistem, demokrasi ve sosyal refah devleti yaklaşımları ile oldukça dikkat çeken ve bu bağlamda dini-manevi sosyal hizmet yaklaşımlarında öncü bir ülke olarak kabul görmüş Federal Almanya oluşturmaktadır. Bu saha/alan genellemesi dikkate alınarak Müslüman nüfusun en yoğun yaşadığı “NRW - Nordrhein-Westfalen (Kuzey Ren Vestfalya)” eyaletine odaklanılarak gerçekleştirilmiştir.
Araştırmadan amaçlanan, Federal Almanya’da Hristiyan (Katolik& Protestan/Evanjelist) ve Yahudi dini aidiyetli hastaların değer temelli hizmetler olarak aldıkları dini-manevi hizmetlerin Müslüman hasta ve hasta yakınlarına yönelik uygulanan manevi (spiritüel) hizmetlerle karşılaştırarak çözüm önerilerinin sunulmasıdır. Bu perspektiften hareketle daha önceki yıllarda bu konumda bir çalışmanın yapılmamış olması araştırmayı kendi özünde önemli kılmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca, insanın hakikatte ne olduğu, nasıl bir gizemliliğe, esrarengizliğe sahip olduğu ve nasıl anlamlaştırılması gerektiği bilimin odaklandığı, çözmeye çalıştığı konuların en başında gelmektedir. İnsan fenomeni bütün semavi dinlerin temel konusu olmuştur. Birçok bilimsel araştırmalar insanı, sahip olduğu değerler üzerinden “Semanın Çocuğu” olarak kutsarken, pozitivist disiplinlerin aynı insanı “Arzın Kurdu”na dönüştürerek araçsallaştırma ve basite indirgeme eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak insan, Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olarak fıtratı gereği “biyo-psikososyal” bir varlık olarak yaşamını idame ettirmiştir. İnsanı kendi değerleri üzerinden en iyi tarif edebilen hiç şüphesiz ki, onu bu sistem içerisinde eşsiz kılan yaratıcısı Allah’tır. Onun “fiziksel-biyolojik” varlığını “İlm-i Küll” anlayışı ile “can-ruh (nefs)” cevheri ile bütünleştiren Allah (c.c), onun nasıl korunması gerektiğini de ilmi hakikatler olarak tüm insanlığa tebliğ etmiş ve bildirmiştir.
Külli irade insanı bütüncül olarak yaratmış, onu kâinatın en kıymetlisi, eşsizi, en güzeli (ahsen-i takvim), en şereflisi (eşref-i mahluk)” olarak atfetmiştir. İnsanın bütüncül (ilm-i küll) algılanması onu eko-sistemin bir mikro organizması olarak oldukça değerli kılarken, pozitivist/neolojist, seküler indirgemeci bilimcil yaklaşımlar onu oldukça değersizleştirmiş olduğu bütün açıklığı ile ortadadır. 18. ve 19. Yüzyılın Rönesans (reinaissance) “Aydınlanma Çağı - Işıklar Yüzyılı (Siécles des Lumiéres)” perspektifinde geliştirilen günümüz sosyal kuram (teori) ve kavramların 21. yüzyıl insan ve toplum sorunlarını çözemediği gibi birçok farklı içinden çıkılamayacak yeni sorunları da doğurduğu araştırmalar ile ortaya konulmuştur. “Sosyal Bilim” ve insana dair geliştirilen pozitivist indirgemeci mevcut sosyal yaklaşımlar mikro-sistem insan ve makro-sistem toplum yaşamlarını oldukça tehdit eder olmuştur. Aydınlanma ve modernizm ile özdeşleştirilen pozitivizmin, içerisinde bulunduğumuz Covid-19 pandemi süreci ile birlikte nedenli bilimsel gerçeklerden, hakikatlerden uzak algılatıldığını bir kez daha bütün açıklığı ile görülebilmektedir.
İnsanlık, güven içerisinde yaşayabileceği toplumlara özlem duyarken, çare olamamış bilimden başka sığınabilecekleri bir kapının da olamadığı bilinmektedir. Dolayısı ile bilim ve bilimsel bütün disiplinlerin, evrensel temel haklar nezdinde insanı merkezine alan yeni kuramlar üzerinden ivedilikle yapılandırılması önem arz etmektedir. İnsan (individuum), sosyal varlığını sürdürdüğü eko-sistem içerisinde gerek bireysel ve gerekse toplumsal bütün yaşamını bilimin kendisine biçtiği değerler üzerinden kodlayabilmektedir. Karakter, tavır, düşünce ve bütün davranışlarını biçilen bu değerler üzerinden yönlendirebilmekte doğru-yanlış, iyi-kötü, hak-batıl, güzel-çirkin arasında bir yön tayin edebilmektedirler. Bu açıdan sosyal bilim, sürdürülebilir bir insan yaşamına ilişkin “İlm-i Hakikat”ler ile bütünleştirilmiş yenilikçi (inovatif) yaklaşım, kuram (teori) ve kavramların geliştirilmesine 21. Yüzyılın bu ilk çeyreğinde daha da çok ihtiyaç duymaktadır.
İnsan fiziksel-biyolojik varlığının ötesinde kendisini kıymetli, cevher kılan değerler üzerinden ancak anlamlaştırılabilmektedir. Bu gerekçeler ile araştırmada, insanı insan yapan, onun bireysel ve toplumsal yapısının korunmasını sağlayan beş temel değer üzerinde durulacaktır. Sosyal bilim ve özellikle de sosyal hizmet disiplininin, insan ve toplumların sadece mevcut sorunlarının çözümüne ilişkin bir yaklaşım olmanı ötesinde, multidisipliner bir yaklaşım olarak insanın bütün alanları ile ilgili olduğu bilinmektedir. Özellikle sosyal disiplinlerin insan ve toplum sorunlar ile karşı karşıya gelmeden öncesinde koruyucu-önleyici, ıslah edici, müdahil ve operasyonel (pratik) yaklaşımlarla çözüm odaklı olması önem arz etmektedir. Dolayısı ile bu araştırma ile sosyal bilimlerin insan ve toplumlara yönelik “vecibe/hak temelli” sorumluluklarının olduğuna vurgu yaparak, insanların kendi yaratılış fıtratları üzerinden yeniden anlamlaştırılmasının gerekliliğine inovatif grafik tasarımları eşliğinde dikkatleri çekmektir. Bu bağlamda insanda korunması gereken beş temel değer; “Can Emaneti, Akıl Emaneti, Din Emaneti, Nesil Emaneti ve Mal/Emek Emaneti” konularına dikkatleri çekerek, insan ve toplumların “onur ve haysiyet dokunulmazlığı”nın sürdürülebilir bir yaşam için nedenli önemli olduğuna ilişkin bir farkındalık oluşturmaktır.
Atilla İlhan, “Hangi Sol ? (anılar acılar)” başlığı ile kaleme aldığı kitabının ilk baskısı Aralık 1970 tarihinde Varlık Yayınları’ndan yayınlatmıştır. 1965-70 yılları arasında yazmış olduğu bu ilk baskı iki ana bölümden oluşturulmuştur. Birinci bölüm kitabına ismini verdiği “Hangi Sol” başlığı altında derlenirken, diğer bir bölümde; “Değneğin İki Ucu” başlığı ile kitapta yer almıştır. Kitabın bu ilk baskısı diğer sonraki takip eden baskılar ile karşılaştırıldığında, ilk baskının 1965-70 yılları arasında yazmış olduğu ve 25 alt başlıkta derlediği yazılar ile algılanmakta olan dünya ve ulusal sosyalizm yaklaşımlarını oldukça eleştirdiği ve tartışmaya açtığı görülmektedir. Aynı başlık adı altında yayınlanan sonraki baskılarda, 1970-75 yılları arasında Türkiye’ye ilişkin sol hareket ve sosyalizmine yönelik tespit ve önerilerin eklenmiş olduğu görülmektedir. Atilla İlhan’ın, bu çalışması, sol-sosyalist düşünce olarak algılatılmış, standartlaştırılmış kalıplara oldukça sert eleştiriler getirdiği ve sol hareket anlayışında düşülmüş hatalara dikkatlerin çekildiği bir kitap olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Eko-Sistem’in en değerli mikro organizması olan insan, fıtratı gereği doğar, büyür/gelişir, dönüşür ve ölür. Bütün bu süreçler mevcut “Kronosistem (chronosystem)” zamanlaması dahilinde gerçekleşen dinamik bir süreçlerdir. Bu bağlamda gerek sosyal bilimler ve gerekse diğer bütün disipliner araştırmalar incelendiğinde; insanın yaşam süresinin uzatılmasına yönelik yeni araştırmaların yapılmış olduğu veya insan yaşamını destekleyen, hayatı kolaylaştırıcı çalışmaların ortaya konulduğu görülmektedir. Bilimsel anlamda günümüz insanların içinde bulundukları sorunlar genel olarak analiz edildiğinde, bu sorunların belirli jeopolitik bölgeler veya topluluklar üzerinden genelleştirilerek anlamlaştırılması mümkün değildir. İnsan (individuum) yaşamını sürdürdüğü eko-sistem dahilinde holistik anlamda yenilikçi inovatif yaklaşımlar üzerinden ele alınmasının gerekliliği 21. yüzyılda daha da önem kazanmıştır. Dolayısı ile bu araştırma ile; günümüzün pozitivist/neolojist disiplinlere ayrılmış parçalanmış sosyal bilimlerin, insan ve toplumlara yönelik teorik-pratik ilişkili eklektik uygulamalarda holistik yöntemler üzerinden yeniden yapılandırılmasının gerekliliğine dikkat çekmektedir.
İnsan ve toplumların sürdürülebilir güvenli yaşamlarına ilişkin 18. ve 19. yüzyılın sosyal kuram (teori) ve kavramlarının gerekli çözümleri üretemediği 21. yüzyılda daha da anlaşılır hale gelmiştir. Eklektik anlamda pozitivist/neolojist, indirgemeci kuram (teori) ve kavramsal bilgilerin mikro-sistem insan ve makro-sistem toplum yaşamları ile ilişkilendirildiğinde mevcut seküler uygulamaların belirlenen sorunlara bir çözüm olamadığı bütün açıklığı ile ortadadır. Bunun en bariz sebepleri, Rönesans (reinaissance) dönemi ile başlatılan ve “Aydınlanma Çağı - Işıklar Yüzyılı (Siécles des Lumiéres)” olarak algılatılan bu yeni modernleşme hareketine paralel geliştirilen pozitivist, indirgemeci sosyolojinin olduğu görülmektedir.
Birbirlerinden ayrıştırılmamış, farklılaştırılmamış disiplinler üzerinden parçalanmamış bütüncül doğal bilgi ve verilere ulaşılması inovatif sosyal teorilerin geliştirilmesi açısından oldukça kıymetlidir. Bu anlamda bilimin, pozitivist ve seküler yaklaşımlar üzerinden yalnızlaştırılması, teoloji (ilahiyat), metafizik ve kozmos temellerin görmemezlikten gelinmesi, “İlmi Hakikat”lerden, gerçek doğrulardan uzaklaştırılması insan ve toplumlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Fiziksel-biyolojik yaratılmışlığı can-ruh (nefs) ile bütünleştirilen insan, Eko-Sistem’in vazgeçilmez değerleri olan “Din (Allah c.c. / Tanrı), Doğa (Tabiat) ve Toplum (Çevre)” hakikatleri ile yeniden buluşturulması, insanın güvenli yaşamın teminatı açısından oldukça gereklidir. Bu bağlamda inovatif, holistik bir sosyal bilim teori ve kavramlarının yeniden ilmin hakikatleri ile yorumlanmasına, insanın kendi değerleri ile yeniden buluşturulmasına ivedilikle ihtiyaç duyulmaktadır.
Nakib El-Attas’ın “İslâm, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” başlığı altında kaleme alınan kitabı, dünya Müslümanlarını ele alan monografik bir çalışmadır. Eser ile asıl amaçlanan; günümüzde “Beklenen Müslümanlar”a ilişkin ana hatları ile bir yol haritası çizen eser mahiyetindedir.
Estetik, güzellik ya da sanat ile ilişkilendirilen bütün yaklaşımların insanın yaratılışı ötesinde kâinatın her bir zerresi ile özdeşleştirildiği ve kavramsallaştırıldığı görülmektedir. “Estetik” ve “Güzel” kavramlarının birçok Batı ve Doğu kaynaklı felsefe, hukuk ve ahlak boyutları ile ortak noktalar üzerinden yorumlanabilirken, oldukça farklı bakış açıları üzerinden de yorumlanmıştır. Bu konularda bilimsel araştırmalar yapılmış ve birçok eserler yazılmış, estetik kavramının duyu, algı ve karakterlerimizi yöneten bir disipline dönüştürülmüş olduğunu da görmekteyiz (Tunalı, 1996, s.13). Günümüzde estetik ve güzellik kavramlarının genel anlamda kendi temel değerlerinden ayrıştırılmış olduğu ve Batı kaynaklı seküler bir olgu olarak algılatılmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa ki, insanın tarifinde oldukça etken olan bu iki temel kavramın “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” ile ilişkili olduğu sürekli göz ardı edilmeye çalışılmaktadır. İnsanın “Ahsen-i Takvim (en güzel kıvamda)” (K.K.:et-Tin 95/4), en iyi nitelik ve estetikle yaratılmışlığın kavranması eko-sistem estetiği ve bu bağlamda mikro, mezzo ve makro düzey insan ilişkilerinin güzelliği açısından oldukça önem arz etmektedir.
İnsan ve onun güven içerisinde yaşamasını mümkün kılabilen bir ekolojik-sistemin “İlmü’l- Cemal (Estetik İlmi)” üzerinden hak ettiği güzel bir tanımın pozitivist (neolijist, indirgemeci) ve post-pozitivist (seküler) yaklaşımlar üzerinden ele alınarak modernleşme, batılılaşma yaklaşımları insanlığa yapılabilecek en büyük kötülük olsa gerek. Bu sunumda; estetik ve güzellik kavramlarının insan ve birbirleri ile exo-dinamik ilişkilerinde “İlmü’l- Cemal”in önemine dikkatler çekilerek, çözüm önerileri sunulacaktır