Atıf: Caglar, M. T. (2020). ABD'nin Irak müdahalesinde güvenliğin özelleşmesi: Sözleşmeli per... more Atıf: Caglar, M. T. (2020). ABD'nin Irak müdahalesinde güvenliğin özelleşmesi: Sözleşmeli personel ve özel askeri ve güvenlik şirketlerinin rolü ve etkileri. Öz ABD'nin 2003 yılında Irak'a müdahalesi ile birlikte özel askeri ve güvenlik şirketleri, ABD'nin en önemli ortaklarından biri olmuş ve hatta sözleşmeli personel, Irak'ta koalisyon güçleri içerisinde ABD'den sonraki en büyük grup haline gelmiştir. 2003 yılı sonrası ABD yönetimleri, Irak Savaşı'nın artan ekonomik, insani ve siyasi maliyetlerini sözleşmeli personel üzerinden dışsallaştırmaya çalışmıştır. 2011 yılı öncesi Irak'ta ABD askerlerinin yanında yer alan sözleşmeli personel, 2011 yılı sonrası ABD askerlerinin yerine görev almaya başlamıştır. ABD yönetimleri, özel şirketler aracılığıyla bazı maliyetleri dışsallaştırabilse de sözleşmeli personelin insan hakları ihlalleri, ABD'nin Irak ve bölgedeki ününe zarar vermiştir. Sözleşmeli personel ayrıca Irak'ta şiddet uygulayan ve şiddete m...
Atıf: Caglar, M. T. (2020). ABD'nin Irak müdahalesinde güvenliğin özelleşmesi: Sözleşmeli persone... more Atıf: Caglar, M. T. (2020). ABD'nin Irak müdahalesinde güvenliğin özelleşmesi: Sözleşmeli personel ve özel askeri ve güvenlik şirketlerinin rolü ve etkileri. Öz ABD'nin 2003 yılında Irak'a müdahalesi ile birlikte özel askeri ve güvenlik şirketleri, ABD'nin en önemli ortaklarından biri olmuş ve hatta sözleşmeli personel, Irak'ta koalisyon güçleri içerisinde ABD'den sonraki en büyük grup haline gelmiştir. 2003 yılı sonrası ABD yönetimleri, Irak Savaşı'nın artan ekonomik, insani ve siyasi maliyetlerini sözleşmeli personel üzerinden dışsallaştırmaya çalışmıştır. 2011 yılı öncesi Irak'ta ABD askerlerinin yanında yer alan sözleşmeli personel, 2011 yılı sonrası ABD askerlerinin yerine görev almaya başlamıştır. ABD yönetimleri, özel şirketler aracılığıyla bazı maliyetleri dışsallaştırabilse de sözleşmeli personelin insan hakları ihlalleri, ABD'nin Irak ve bölgedeki ününe zarar vermiştir. Sözleşmeli personel ayrıca Irak'ta şiddet uygulayan ve şiddete maruz kalan aktörlerin başında gelmiş ve ülke içerisindeki şiddetin yükselmesinde rol oynamıştır. Irak'ta ABD aracılığıyla güvenliğin özelleşmesi ise Irak'taki güvenlik kavramını dönüştürmüştür. Özel askeri ve güvenlik şirketleri ve çalışanlarının hukuki statüleri ve denetimleri, güvenlik kavramının dışlayıcı bir hale gelmesi ve güvenliğin piyasalaşması, Irak gibi kırılgan bir ülkede yeni güvenlik sorunlarına yol açmıştır. Özel askeri ve güvenlik şirketlerinin Irak Savaşı boyunca oynadığı roller ise geleneksel güvenlik anlayışı ve şiddet kullanma tekelinin devriyle ilgili Uluslararası İlişkilerde yeni tartışmalara sebep olmuştur. Anahtar Kelimeler Özel askeri ve güvenlik şirketleri, Sözleşmeli personel, ABD, Irak, Irak Savaşı Abstract With the US intervention in Iraq in 2003, private military and security companies (PMSCs) became one of the most important partners of the United States and contractor personnel even became the second largest group within the coalition forces. After 2003, US administrations tried to externalize the increasing economic, humanitarian and political costs of the Iraq War through contractor personnel. While the contracted personnel fought in Iraq alongside the US forces before 2011, they replaced the US forces in the country after 2011. Although US administrations could offload some of the burden of their work through the PMSCs and their contracted personnel, human rights violations of contracted personnel undermined the reputation of the US in Iraq and the region. Contractor personnel also became a part of the increasing violence in Iraq as they themselves became targets and responded in turn and thus they became an important party of the increasing violence in the country. The privatization of security in Iraq through the US also transformed the concept of security and caused new security problems that are still being discussed. The legal status of and control over the PMSCs and their personnel, the exclusionary understanding about security and the marketization of security led to new security problems in Iraq, which was becoming an increasingly fragile country. The roles played by the PMSCs during the Iraq War also led to new theoretical and practical discussions in International Relations regarding the transformation of traditional security understanding and the monopoly on force.
Özet Bush döneminde ABD'nin maliyetli ve yıkıcı Afganistan ve Irak müdahaleleri sonrası 2009'da d... more Özet Bush döneminde ABD'nin maliyetli ve yıkıcı Afganistan ve Irak müdahaleleri sonrası 2009'da dönemin yeni ABD Başkanı Barack Obama, ABD'nin Ortadoğu'ya yaklaşımında değişiklikler olacağı ve ABD'nin bölgedeki varlığının asgari düzeyde tutulacağı yönünde vaatte bulunmuştur. Günümüze kadar geçen sürede, ABD yönetimi bölgeye karşı daha pragmatik ve realist politikaları hayata geçirse de ABD'nin bölgedeki çıkar ve tehdit tanımlamaları değişmemiştir. Teh-dit ve çıkar tanımlarının devamlılık göstermesinin yanı sıra ABD'nin bölgede güç kullandığı yöntemler de Bush dönemindeki yöntemlere benzerlik göstermiştir. Bir başka ifadeyle, Obama dönemindeki güç kullanımını betimlemek için kullanılan taşıyıcı savaşlar kavramı, yön-tem olarak Obama döneminde değil Bush döneminde hayata geçiril-miştir. Obama döneminde yaygın olarak kullanılan taşıyıcı savaşlar, Trump döneminde de güç kullanımı açısından temel yöntem olmayı sürdürmüştür. Bush yönetimi, Ortadoğu'da güç kullanımı açısından insansız hava araçları ile özel askeri ve güvenlik şirketlerinden yoğun olarak istifade ederken, Obama yönetimi özel askeri ve güvenlik şir-ketlerini, hava araçlarını, bölgedeki yerel devletleri, yerel silahlı dev-let dışı aktörleri ve müttefiklerini taşıyıcı araçlar olarak kullanmıştır. Trump dönemi için bir genelleme yapmak için erken olsa da 2017 başından itibaren ABD, Suriye krizi ve DAEŞ tehdidinin etkileriyle bölgede hava araçlarını taşıyıcı olarak kullanmaya devam etmiş ve si-lahlı devlet dışı aktörler, güç kullanımı açısından önemini korumaya devam etmiştir.
Mart 2011’de barışçıl gösterilerle yerelde başlayan Suriye krizi, kısa zaman içerisinde ülke gene... more Mart 2011’de barışçıl gösterilerle yerelde başlayan Suriye krizi, kısa zaman içerisinde ülke genelinde önce karşılıklı çatışmalara, sonra iç savaşa dönüşmüştür. Yerelde başlayan krizin tırmanması ve ülke geneline yayılmasıyla birlikte Suriye dışındaki birçok aktör, Suriye krizine müdahil olmuş ve kriz, bölgesel ve uluslararası düzlemin önemli bir sorunu haline gelmiştir. Sekiz yıldır çözülemeyen Suriye krizine çok sayıda ve farklı tipte aktör, farklı amaç ve taleplerle müdahil olurken aktörlerin uyuşmayan talepleri ve çatışan çözümleri, Suriye krizinin sonlanmasını engellemiştir. Suriye yerelinde kabaca Suriye yönetimi ve Suriyeli muhalif gruplar arasında başlayan yerel krize, kısa zamanda ulusal düzlemde silahlı devlet dışı aktörler ve devletler taraf olmuştur. Bölgesel ve uluslararası düzlemde Suriye krizine yeni devletler ve devlet dışı aktörler müdahil olurken uluslararası örgütler de kriz açısından ön plana çıkmıştır. Ayrıca krizin dönüşümüyle birlikte Suriye krizi farklı aktörler için farklı anlamlara gelmeye başlamıştır. Suriye krizindeki birçok aktör için krizin başında temel konu, Suriye içindeki çatışmalarken zamanla silahlı devlet dışı aktörlerin artan faaliyetleri, kimyasal silah kullanımı ve uluslararası terörizm gibi krizle ilintili çok sayıda sorun, aktörlerin talep ve çözümlerini etkilemiştir. Çok sayıda ve farklı tipteki aktörün Suriye krizi ve ilintili konularla ilgili talep ve hedefleri birbirleriyle çatışırken tarafların önlem ve yöntemleri krizin çözümünü zorlaştırmıştır.
Yugoslavia since its establishment has been one of the most interesting states of international r... more Yugoslavia since its establishment has been one of the most interesting states of international relations with its sui generis structure and with its relations with the two blocs and its leading role within the Non-Aligned movement during the Cold War. However, after the Cold War, Yugoslavia witnessed one of the greatest human tragedies of the 20th century with the rapid disintegration process. There are many arguments about the disintegration of Yugoslavia. Roughly, the main arguments about the disintegration of Yugoslavia can be summarized as the economic argument, the ancient ethnic hatred argument, the nationalism argument, the cultural argument, the international politics argument, the role of personality argument and the fall of empires argument. While the nationalism argument comes to the forefront among these arguments, why the ethno-nationalist movements in Yugoslavia did not cause disintegration before the 1990s and what factors might influence the rise of ethno-nationalism in Yugoslavia's republics are seen as important questions. It is also an important question that how Yugoslavia which had been established with a nationalist idea as the unity of South Slavs was disintegrated by different nationalist movements. This is why the phenomenon that affects the rise of nationalist movements in Yugoslavia comes to an important position. In this context, Michael Hechter's concept of internal colonialism, which focuses on the relationship between nationalism and economy, comes into prominence. According to Hechter, who defines the concepts of nationality and nationalism as modern concepts, there is a direct relationship between nationalism and economy. Moreover, he argues that modern states consist of at least two different cultural groups. If the welfare and prosperity in the modern state is evenly distributed among different regions and different cultural groups, the construction of a common national identity becomes easier. But if prosperity and welfare is not evenly distributed among the regions and groups, ethnic groups would become more dominant actors in the political processes. This process also would strengthen the ethno-nationalist tendencies and ethnic identities would continue to preserve their importance even under a single state. Hetcher's nationalism is important both in terms of why a common Yugoslav identity could not be constructed and how the economic problems that took place after the 1980s strengthened the ethno-nationalist identities in Yugoslavia. Historically, the economic differences between different republics in Yugoslavia prevented the construction of a common Yugoslav identity and resulted in the preservation of the importance of ethnic identities. In addition, the economic problems that began to appear in the 1970s became more prominent after the 1980s. Moreover, the death of Tito as a unifying figure for Yugoslavia further fueled the problems within the country. However, the increasing economic problems during the 1980s caused that different nationalist identities began to emphasize on their own nationalism, and the increasing ethno-nationalist tendencies became the most important reason for the disintegration of Yugoslavia. In other words, in accordance with Hechter's approach, as the economic problems such as external debt, unemployment and inflation deepened after 1980, the economic inequalities between the republics increased and increasing economic inequalities resulted in the reconstruction of ethno-nationalist identities which led to the disintegration of Yugoslavia.
Türk Dış Politikası açısından Suriye devleti, gerek tarihsel gerek güncel boyutlarıyla önemli bir... more Türk Dış Politikası açısından Suriye devleti, gerek tarihsel gerek güncel boyutlarıyla önemli bir yere sahiptir. Tarih boyunca iki devlet arasındaki ilişkiler, inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve dönemsel dalgalanmalar, ikili ilişkileri derinden etkilemiştir. 1998’deki “Ekim Krizi” sonrası ikili ilişkiler yumuşama eğilimi göstermiş ve bu tarihten sonra taraflar arasında çok sayıda ekonomik, askeri, toplumsal ve hatta stratejik işbirliği alanları doğmuştur. 2000’lerin ilk on senesinde ortaya çıkan işbirliği sonucunda taraflar; ikili ilişkileri stratejik işbirliği, ortak kader ve “iki devlet, tek hükümet” gibi Türkiye-Suriye tarihinde daha önce hiç kullanılmamış kavramlarla tanımlamaya başlamış ve taraflar için “öteki” birer “dosta” dönüşmüştür. Taraflar arasında artan güven ve işbirliği ise 2011’de Ortadoğu’da meydana gelen Arap Baharı ile birlikte kesintiye uğramıştır. Arap Baharı çerçevesinde bugün gelinen noktada taraflar, 2000’lerin ilk on yılındaki gelişen işbirliğinin tüm kazanımlarını kaybetmiştir. 2011 sonrası taraflar arasında önemli askeri krizler meydana gelmiş, karşılıklı ekonomik yaptırımlar, ikili ekonomik ilişkileri durma noktasına getirmiş ve hatta Suriyeli mülteciler konusu gibi tarafları doğrudan ilgilendiren insani krizler meydana gelmiştir. Bütün bu süreç sonundaysa 2011 öncesi birbirlerini “dost” olarak tanımlama eğilimi gösteren iki devlet, 2011 sonrasında tıpkı 1998 “Ekim Krizi’nde” olduğu gibi “ötekini” yeniden “düşman” olarak tanımlamaya başlamıştır. İkili ilişkilerde ortaya çıkan bu dalgalanmalar sonrasında Türkiye’nin Suriye’ye karşı dış politikasını ve Türkiye-Suriye ilişkilerini bir Uluslararası İlişkiler yaklaşımı olan “toplumsal inşacılık” yaklaşımı ve toplumsal inşacılığın temel incelemeli noktaları olan fikir ve kimliklerin rolleri, yapı-fail ve ben ile öteki ilişkileri üzerinden incelemek ilgi çekici hale gelmiştir.
TOPLUMSAL İNŞACI YAKLAŞIM AÇISINDAN YENİ TERÖRİZM, 2018
ÖZET
1990 sonrası yeni terörizm kavramı, gerek güvenlik çalışmaları gerekse de Uluslararası İlişk... more ÖZET 1990 sonrası yeni terörizm kavramı, gerek güvenlik çalışmaları gerekse de Uluslararası İlişkiler disiplininde önemli bir konu haline gelmiştir. 9/11 saldırıları sonrası iyice popülerleşen yeni terörizm kavramının gerçekten yeni olup olmadığı ve eğer yeniyse bu terörizmin ayırt edici özelliklerinin ne olduğu sıkça tartışılmıştır. Bu tartışmalar doğrultusunda, yeni terörizmin ayırt edici özellikleri; dini motivasyonun ön plana çıkması, bu örgütlerin yatay ve ağ biçiminde küresel boyutta örgütlenmeleri, şiddeti gelişigüzel kullanılmaları ve kitle imha silahlarını elde etmeye daha istekli olmaları şeklinde özetlenmektedir. Kısaca, 1990’lardan itibaren görünür olan yeni terörizm, geleneksel terörizmden niteliksel olarak farklı olarak tanımlanmış ve bu farklılıklar, terör örgütlerinin ilan edilmiş niyetleri ve uyguladıkları taktikler üzerinden gösterilmiştir. 1990’lardan itibaren popülerleşen yeni terörizm kavramı, beraberinde kuramsal tartışmaları getirmiş ve toplumsal inşacı yaklaşım, yeni terörizm tartışmaları açısından ön plana çıkan Uluslararası İlişkiler kuramlarından biri olmuştur. 1990 sonrası Uluslararası İlişkiler disiplininde ön plana çıkmaya başlayan toplumsal inşacılık açısından yeni terörizmin nasıl toplumsal olarak inşa edildiği, yeni terörist örgütlerin yaşadıkları dönüşümde fikirlerin, kimliklerin ve ben-öteki ilişkisinin önemi ön plana çıkan noktalar olmuştur. Toplumsal inşacılık; yeni terörizme fikirler ve kimlikler üzerinden dikkat çekerken bu kavramın toplumsal olarak inşa edildiğini savunmuş ve bu yüzden yeni terörizm konusunda motivasyonun dönüşümlerine ve manişeist anlayışın yükselişine dikkat çekmiştir.
Atıf: Caglar, M. T. (2020). ABD'nin Irak müdahalesinde güvenliğin özelleşmesi: Sözleşmeli per... more Atıf: Caglar, M. T. (2020). ABD'nin Irak müdahalesinde güvenliğin özelleşmesi: Sözleşmeli personel ve özel askeri ve güvenlik şirketlerinin rolü ve etkileri. Öz ABD'nin 2003 yılında Irak'a müdahalesi ile birlikte özel askeri ve güvenlik şirketleri, ABD'nin en önemli ortaklarından biri olmuş ve hatta sözleşmeli personel, Irak'ta koalisyon güçleri içerisinde ABD'den sonraki en büyük grup haline gelmiştir. 2003 yılı sonrası ABD yönetimleri, Irak Savaşı'nın artan ekonomik, insani ve siyasi maliyetlerini sözleşmeli personel üzerinden dışsallaştırmaya çalışmıştır. 2011 yılı öncesi Irak'ta ABD askerlerinin yanında yer alan sözleşmeli personel, 2011 yılı sonrası ABD askerlerinin yerine görev almaya başlamıştır. ABD yönetimleri, özel şirketler aracılığıyla bazı maliyetleri dışsallaştırabilse de sözleşmeli personelin insan hakları ihlalleri, ABD'nin Irak ve bölgedeki ününe zarar vermiştir. Sözleşmeli personel ayrıca Irak'ta şiddet uygulayan ve şiddete m...
Atıf: Caglar, M. T. (2020). ABD'nin Irak müdahalesinde güvenliğin özelleşmesi: Sözleşmeli persone... more Atıf: Caglar, M. T. (2020). ABD'nin Irak müdahalesinde güvenliğin özelleşmesi: Sözleşmeli personel ve özel askeri ve güvenlik şirketlerinin rolü ve etkileri. Öz ABD'nin 2003 yılında Irak'a müdahalesi ile birlikte özel askeri ve güvenlik şirketleri, ABD'nin en önemli ortaklarından biri olmuş ve hatta sözleşmeli personel, Irak'ta koalisyon güçleri içerisinde ABD'den sonraki en büyük grup haline gelmiştir. 2003 yılı sonrası ABD yönetimleri, Irak Savaşı'nın artan ekonomik, insani ve siyasi maliyetlerini sözleşmeli personel üzerinden dışsallaştırmaya çalışmıştır. 2011 yılı öncesi Irak'ta ABD askerlerinin yanında yer alan sözleşmeli personel, 2011 yılı sonrası ABD askerlerinin yerine görev almaya başlamıştır. ABD yönetimleri, özel şirketler aracılığıyla bazı maliyetleri dışsallaştırabilse de sözleşmeli personelin insan hakları ihlalleri, ABD'nin Irak ve bölgedeki ününe zarar vermiştir. Sözleşmeli personel ayrıca Irak'ta şiddet uygulayan ve şiddete maruz kalan aktörlerin başında gelmiş ve ülke içerisindeki şiddetin yükselmesinde rol oynamıştır. Irak'ta ABD aracılığıyla güvenliğin özelleşmesi ise Irak'taki güvenlik kavramını dönüştürmüştür. Özel askeri ve güvenlik şirketleri ve çalışanlarının hukuki statüleri ve denetimleri, güvenlik kavramının dışlayıcı bir hale gelmesi ve güvenliğin piyasalaşması, Irak gibi kırılgan bir ülkede yeni güvenlik sorunlarına yol açmıştır. Özel askeri ve güvenlik şirketlerinin Irak Savaşı boyunca oynadığı roller ise geleneksel güvenlik anlayışı ve şiddet kullanma tekelinin devriyle ilgili Uluslararası İlişkilerde yeni tartışmalara sebep olmuştur. Anahtar Kelimeler Özel askeri ve güvenlik şirketleri, Sözleşmeli personel, ABD, Irak, Irak Savaşı Abstract With the US intervention in Iraq in 2003, private military and security companies (PMSCs) became one of the most important partners of the United States and contractor personnel even became the second largest group within the coalition forces. After 2003, US administrations tried to externalize the increasing economic, humanitarian and political costs of the Iraq War through contractor personnel. While the contracted personnel fought in Iraq alongside the US forces before 2011, they replaced the US forces in the country after 2011. Although US administrations could offload some of the burden of their work through the PMSCs and their contracted personnel, human rights violations of contracted personnel undermined the reputation of the US in Iraq and the region. Contractor personnel also became a part of the increasing violence in Iraq as they themselves became targets and responded in turn and thus they became an important party of the increasing violence in the country. The privatization of security in Iraq through the US also transformed the concept of security and caused new security problems that are still being discussed. The legal status of and control over the PMSCs and their personnel, the exclusionary understanding about security and the marketization of security led to new security problems in Iraq, which was becoming an increasingly fragile country. The roles played by the PMSCs during the Iraq War also led to new theoretical and practical discussions in International Relations regarding the transformation of traditional security understanding and the monopoly on force.
Özet Bush döneminde ABD'nin maliyetli ve yıkıcı Afganistan ve Irak müdahaleleri sonrası 2009'da d... more Özet Bush döneminde ABD'nin maliyetli ve yıkıcı Afganistan ve Irak müdahaleleri sonrası 2009'da dönemin yeni ABD Başkanı Barack Obama, ABD'nin Ortadoğu'ya yaklaşımında değişiklikler olacağı ve ABD'nin bölgedeki varlığının asgari düzeyde tutulacağı yönünde vaatte bulunmuştur. Günümüze kadar geçen sürede, ABD yönetimi bölgeye karşı daha pragmatik ve realist politikaları hayata geçirse de ABD'nin bölgedeki çıkar ve tehdit tanımlamaları değişmemiştir. Teh-dit ve çıkar tanımlarının devamlılık göstermesinin yanı sıra ABD'nin bölgede güç kullandığı yöntemler de Bush dönemindeki yöntemlere benzerlik göstermiştir. Bir başka ifadeyle, Obama dönemindeki güç kullanımını betimlemek için kullanılan taşıyıcı savaşlar kavramı, yön-tem olarak Obama döneminde değil Bush döneminde hayata geçiril-miştir. Obama döneminde yaygın olarak kullanılan taşıyıcı savaşlar, Trump döneminde de güç kullanımı açısından temel yöntem olmayı sürdürmüştür. Bush yönetimi, Ortadoğu'da güç kullanımı açısından insansız hava araçları ile özel askeri ve güvenlik şirketlerinden yoğun olarak istifade ederken, Obama yönetimi özel askeri ve güvenlik şir-ketlerini, hava araçlarını, bölgedeki yerel devletleri, yerel silahlı dev-let dışı aktörleri ve müttefiklerini taşıyıcı araçlar olarak kullanmıştır. Trump dönemi için bir genelleme yapmak için erken olsa da 2017 başından itibaren ABD, Suriye krizi ve DAEŞ tehdidinin etkileriyle bölgede hava araçlarını taşıyıcı olarak kullanmaya devam etmiş ve si-lahlı devlet dışı aktörler, güç kullanımı açısından önemini korumaya devam etmiştir.
Mart 2011’de barışçıl gösterilerle yerelde başlayan Suriye krizi, kısa zaman içerisinde ülke gene... more Mart 2011’de barışçıl gösterilerle yerelde başlayan Suriye krizi, kısa zaman içerisinde ülke genelinde önce karşılıklı çatışmalara, sonra iç savaşa dönüşmüştür. Yerelde başlayan krizin tırmanması ve ülke geneline yayılmasıyla birlikte Suriye dışındaki birçok aktör, Suriye krizine müdahil olmuş ve kriz, bölgesel ve uluslararası düzlemin önemli bir sorunu haline gelmiştir. Sekiz yıldır çözülemeyen Suriye krizine çok sayıda ve farklı tipte aktör, farklı amaç ve taleplerle müdahil olurken aktörlerin uyuşmayan talepleri ve çatışan çözümleri, Suriye krizinin sonlanmasını engellemiştir. Suriye yerelinde kabaca Suriye yönetimi ve Suriyeli muhalif gruplar arasında başlayan yerel krize, kısa zamanda ulusal düzlemde silahlı devlet dışı aktörler ve devletler taraf olmuştur. Bölgesel ve uluslararası düzlemde Suriye krizine yeni devletler ve devlet dışı aktörler müdahil olurken uluslararası örgütler de kriz açısından ön plana çıkmıştır. Ayrıca krizin dönüşümüyle birlikte Suriye krizi farklı aktörler için farklı anlamlara gelmeye başlamıştır. Suriye krizindeki birçok aktör için krizin başında temel konu, Suriye içindeki çatışmalarken zamanla silahlı devlet dışı aktörlerin artan faaliyetleri, kimyasal silah kullanımı ve uluslararası terörizm gibi krizle ilintili çok sayıda sorun, aktörlerin talep ve çözümlerini etkilemiştir. Çok sayıda ve farklı tipteki aktörün Suriye krizi ve ilintili konularla ilgili talep ve hedefleri birbirleriyle çatışırken tarafların önlem ve yöntemleri krizin çözümünü zorlaştırmıştır.
Yugoslavia since its establishment has been one of the most interesting states of international r... more Yugoslavia since its establishment has been one of the most interesting states of international relations with its sui generis structure and with its relations with the two blocs and its leading role within the Non-Aligned movement during the Cold War. However, after the Cold War, Yugoslavia witnessed one of the greatest human tragedies of the 20th century with the rapid disintegration process. There are many arguments about the disintegration of Yugoslavia. Roughly, the main arguments about the disintegration of Yugoslavia can be summarized as the economic argument, the ancient ethnic hatred argument, the nationalism argument, the cultural argument, the international politics argument, the role of personality argument and the fall of empires argument. While the nationalism argument comes to the forefront among these arguments, why the ethno-nationalist movements in Yugoslavia did not cause disintegration before the 1990s and what factors might influence the rise of ethno-nationalism in Yugoslavia's republics are seen as important questions. It is also an important question that how Yugoslavia which had been established with a nationalist idea as the unity of South Slavs was disintegrated by different nationalist movements. This is why the phenomenon that affects the rise of nationalist movements in Yugoslavia comes to an important position. In this context, Michael Hechter's concept of internal colonialism, which focuses on the relationship between nationalism and economy, comes into prominence. According to Hechter, who defines the concepts of nationality and nationalism as modern concepts, there is a direct relationship between nationalism and economy. Moreover, he argues that modern states consist of at least two different cultural groups. If the welfare and prosperity in the modern state is evenly distributed among different regions and different cultural groups, the construction of a common national identity becomes easier. But if prosperity and welfare is not evenly distributed among the regions and groups, ethnic groups would become more dominant actors in the political processes. This process also would strengthen the ethno-nationalist tendencies and ethnic identities would continue to preserve their importance even under a single state. Hetcher's nationalism is important both in terms of why a common Yugoslav identity could not be constructed and how the economic problems that took place after the 1980s strengthened the ethno-nationalist identities in Yugoslavia. Historically, the economic differences between different republics in Yugoslavia prevented the construction of a common Yugoslav identity and resulted in the preservation of the importance of ethnic identities. In addition, the economic problems that began to appear in the 1970s became more prominent after the 1980s. Moreover, the death of Tito as a unifying figure for Yugoslavia further fueled the problems within the country. However, the increasing economic problems during the 1980s caused that different nationalist identities began to emphasize on their own nationalism, and the increasing ethno-nationalist tendencies became the most important reason for the disintegration of Yugoslavia. In other words, in accordance with Hechter's approach, as the economic problems such as external debt, unemployment and inflation deepened after 1980, the economic inequalities between the republics increased and increasing economic inequalities resulted in the reconstruction of ethno-nationalist identities which led to the disintegration of Yugoslavia.
Türk Dış Politikası açısından Suriye devleti, gerek tarihsel gerek güncel boyutlarıyla önemli bir... more Türk Dış Politikası açısından Suriye devleti, gerek tarihsel gerek güncel boyutlarıyla önemli bir yere sahiptir. Tarih boyunca iki devlet arasındaki ilişkiler, inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve dönemsel dalgalanmalar, ikili ilişkileri derinden etkilemiştir. 1998’deki “Ekim Krizi” sonrası ikili ilişkiler yumuşama eğilimi göstermiş ve bu tarihten sonra taraflar arasında çok sayıda ekonomik, askeri, toplumsal ve hatta stratejik işbirliği alanları doğmuştur. 2000’lerin ilk on senesinde ortaya çıkan işbirliği sonucunda taraflar; ikili ilişkileri stratejik işbirliği, ortak kader ve “iki devlet, tek hükümet” gibi Türkiye-Suriye tarihinde daha önce hiç kullanılmamış kavramlarla tanımlamaya başlamış ve taraflar için “öteki” birer “dosta” dönüşmüştür. Taraflar arasında artan güven ve işbirliği ise 2011’de Ortadoğu’da meydana gelen Arap Baharı ile birlikte kesintiye uğramıştır. Arap Baharı çerçevesinde bugün gelinen noktada taraflar, 2000’lerin ilk on yılındaki gelişen işbirliğinin tüm kazanımlarını kaybetmiştir. 2011 sonrası taraflar arasında önemli askeri krizler meydana gelmiş, karşılıklı ekonomik yaptırımlar, ikili ekonomik ilişkileri durma noktasına getirmiş ve hatta Suriyeli mülteciler konusu gibi tarafları doğrudan ilgilendiren insani krizler meydana gelmiştir. Bütün bu süreç sonundaysa 2011 öncesi birbirlerini “dost” olarak tanımlama eğilimi gösteren iki devlet, 2011 sonrasında tıpkı 1998 “Ekim Krizi’nde” olduğu gibi “ötekini” yeniden “düşman” olarak tanımlamaya başlamıştır. İkili ilişkilerde ortaya çıkan bu dalgalanmalar sonrasında Türkiye’nin Suriye’ye karşı dış politikasını ve Türkiye-Suriye ilişkilerini bir Uluslararası İlişkiler yaklaşımı olan “toplumsal inşacılık” yaklaşımı ve toplumsal inşacılığın temel incelemeli noktaları olan fikir ve kimliklerin rolleri, yapı-fail ve ben ile öteki ilişkileri üzerinden incelemek ilgi çekici hale gelmiştir.
TOPLUMSAL İNŞACI YAKLAŞIM AÇISINDAN YENİ TERÖRİZM, 2018
ÖZET
1990 sonrası yeni terörizm kavramı, gerek güvenlik çalışmaları gerekse de Uluslararası İlişk... more ÖZET 1990 sonrası yeni terörizm kavramı, gerek güvenlik çalışmaları gerekse de Uluslararası İlişkiler disiplininde önemli bir konu haline gelmiştir. 9/11 saldırıları sonrası iyice popülerleşen yeni terörizm kavramının gerçekten yeni olup olmadığı ve eğer yeniyse bu terörizmin ayırt edici özelliklerinin ne olduğu sıkça tartışılmıştır. Bu tartışmalar doğrultusunda, yeni terörizmin ayırt edici özellikleri; dini motivasyonun ön plana çıkması, bu örgütlerin yatay ve ağ biçiminde küresel boyutta örgütlenmeleri, şiddeti gelişigüzel kullanılmaları ve kitle imha silahlarını elde etmeye daha istekli olmaları şeklinde özetlenmektedir. Kısaca, 1990’lardan itibaren görünür olan yeni terörizm, geleneksel terörizmden niteliksel olarak farklı olarak tanımlanmış ve bu farklılıklar, terör örgütlerinin ilan edilmiş niyetleri ve uyguladıkları taktikler üzerinden gösterilmiştir. 1990’lardan itibaren popülerleşen yeni terörizm kavramı, beraberinde kuramsal tartışmaları getirmiş ve toplumsal inşacı yaklaşım, yeni terörizm tartışmaları açısından ön plana çıkan Uluslararası İlişkiler kuramlarından biri olmuştur. 1990 sonrası Uluslararası İlişkiler disiplininde ön plana çıkmaya başlayan toplumsal inşacılık açısından yeni terörizmin nasıl toplumsal olarak inşa edildiği, yeni terörist örgütlerin yaşadıkları dönüşümde fikirlerin, kimliklerin ve ben-öteki ilişkisinin önemi ön plana çıkan noktalar olmuştur. Toplumsal inşacılık; yeni terörizme fikirler ve kimlikler üzerinden dikkat çekerken bu kavramın toplumsal olarak inşa edildiğini savunmuş ve bu yüzden yeni terörizm konusunda motivasyonun dönüşümlerine ve manişeist anlayışın yükselişine dikkat çekmiştir.
Uploads
Papers by Turan Caglar
Conference Presentations by Turan Caglar
1990 sonrası yeni terörizm kavramı, gerek güvenlik çalışmaları gerekse de Uluslararası İlişkiler disiplininde önemli bir konu haline gelmiştir. 9/11
saldırıları sonrası iyice popülerleşen yeni terörizm kavramının gerçekten yeni olup olmadığı ve eğer yeniyse bu terörizmin ayırt edici özelliklerinin ne olduğu sıkça tartışılmıştır. Bu tartışmalar doğrultusunda, yeni terörizmin ayırt edici özellikleri; dini motivasyonun ön plana çıkması, bu örgütlerin yatay ve ağ biçiminde küresel boyutta örgütlenmeleri, şiddeti gelişigüzel kullanılmaları ve kitle imha silahlarını elde etmeye daha istekli olmaları şeklinde özetlenmektedir. Kısaca, 1990’lardan itibaren görünür olan yeni terörizm, geleneksel terörizmden niteliksel olarak farklı olarak tanımlanmış ve bu farklılıklar, terör örgütlerinin ilan edilmiş niyetleri ve uyguladıkları taktikler üzerinden gösterilmiştir. 1990’lardan itibaren popülerleşen yeni terörizm kavramı, beraberinde kuramsal tartışmaları getirmiş ve toplumsal inşacı yaklaşım, yeni terörizm tartışmaları açısından ön plana çıkan Uluslararası İlişkiler kuramlarından biri olmuştur. 1990 sonrası Uluslararası İlişkiler disiplininde ön plana çıkmaya başlayan toplumsal inşacılık açısından yeni terörizmin nasıl toplumsal olarak inşa edildiği, yeni terörist örgütlerin yaşadıkları dönüşümde fikirlerin, kimliklerin ve ben-öteki ilişkisinin önemi ön plana çıkan noktalar olmuştur. Toplumsal inşacılık; yeni terörizme fikirler ve kimlikler üzerinden dikkat çekerken bu kavramın toplumsal olarak inşa
edildiğini savunmuş ve bu yüzden yeni terörizm konusunda motivasyonun dönüşümlerine ve manişeist anlayışın yükselişine dikkat çekmiştir.
1990 sonrası yeni terörizm kavramı, gerek güvenlik çalışmaları gerekse de Uluslararası İlişkiler disiplininde önemli bir konu haline gelmiştir. 9/11
saldırıları sonrası iyice popülerleşen yeni terörizm kavramının gerçekten yeni olup olmadığı ve eğer yeniyse bu terörizmin ayırt edici özelliklerinin ne olduğu sıkça tartışılmıştır. Bu tartışmalar doğrultusunda, yeni terörizmin ayırt edici özellikleri; dini motivasyonun ön plana çıkması, bu örgütlerin yatay ve ağ biçiminde küresel boyutta örgütlenmeleri, şiddeti gelişigüzel kullanılmaları ve kitle imha silahlarını elde etmeye daha istekli olmaları şeklinde özetlenmektedir. Kısaca, 1990’lardan itibaren görünür olan yeni terörizm, geleneksel terörizmden niteliksel olarak farklı olarak tanımlanmış ve bu farklılıklar, terör örgütlerinin ilan edilmiş niyetleri ve uyguladıkları taktikler üzerinden gösterilmiştir. 1990’lardan itibaren popülerleşen yeni terörizm kavramı, beraberinde kuramsal tartışmaları getirmiş ve toplumsal inşacı yaklaşım, yeni terörizm tartışmaları açısından ön plana çıkan Uluslararası İlişkiler kuramlarından biri olmuştur. 1990 sonrası Uluslararası İlişkiler disiplininde ön plana çıkmaya başlayan toplumsal inşacılık açısından yeni terörizmin nasıl toplumsal olarak inşa edildiği, yeni terörist örgütlerin yaşadıkları dönüşümde fikirlerin, kimliklerin ve ben-öteki ilişkisinin önemi ön plana çıkan noktalar olmuştur. Toplumsal inşacılık; yeni terörizme fikirler ve kimlikler üzerinden dikkat çekerken bu kavramın toplumsal olarak inşa
edildiğini savunmuş ve bu yüzden yeni terörizm konusunda motivasyonun dönüşümlerine ve manişeist anlayışın yükselişine dikkat çekmiştir.