Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Din-Toplum İlişkisi Bağlamında Yüksek Din Öğretimi

2019, Türkiey'de Din-Toplum Yüksek Din Öğretimi

TÜRKİYE’DE YÜKSEK DİN ÖĞRETİMİ Kurumsallaşma-Sorunlar-Beklentiler Ondokuz Mayıs Üniversitesi Yayınları No : 147 Editörler Doç. Dr. İbrahim TURAN - Doç. Dr. Faruk SANCAR İletişim Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğü Kurupelit Yerleşkesi - Atakum/SAMSUN Tel 0362 312 19 19 e-mail iletisim@omu.edu.tr ISBN 978-605-5085-24-7 Basım Tarihi Aralık, 2019 Baskı / Cilt Hacıbey Ceylandağ - 0362 431 1 444 - Sn: 16281 Pazar Mh. Necati Efendi Sk. No.47 İlkadım/SAMSUN Bu kitabın bütün yayın hakları Ondokuz Mayıs Üniversitesi’ne aittir. İzin alınmadan kopya edilemez ve çoğaltılamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. TÜRKİYE’DE YÜKSEK DİN ÖĞRETİMİ Kurumsallaşma-Sorunlar-Beklentiler Editörler Doç. Dr. İbrahim TURAN - Doç. Dr. Faruk SANCAR Editör Yardımcıları Dr. Sümeyye AYDIN - Dr. Rabia DOĞRU - Arş. Gör. Elif SOBİ Samsun, 2019 DİN-TOPLUM İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA YÜKSEK DİN ÖĞRETİMİ Prof. Dr. Vejdi Bilgin Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Giriş 1949 yılından bu yana Türk eğitim, bilim ve din dünyasında yerini alan ilahiyat fakültelerinin toplumsal yapıyla ilişkileri konusunda yeterli akademik çalışma yapılmamıştır. Burada ilk akla gelen soru, bu tür çalışmaların yapılmasına ihtiyaç olup olmadığıdır. Ülkemizde toplumun çeşitli alanlarını etkileyen yükseköğretim kuruluşlarının başında -eski isimleriyle- eğitim enstitüleri ve mülkiye gelir. Acaba bu kümeye ilahiyat fakülteleri dâhil edilebilir mi? Bugünkü din eğitim-öğretimi ve din hizmetleri alanlarında ilahiyatların çok önemli bir rolünün olduğunu söyleyebiliriz. Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, modern dünya görüşünü ve yönetim anlayışını temsil etmek ve uygulamakla görevli öğretmen ve yöneticiler nasıl toplum tarafından direnç görmüş ve muhtelif sebeplerle dönüşüm geçirmişlerse, ilahiyat fakülteleri de benzer bir dirençle karşılaşmışlardır. Din eğitimi ve din hizmetlerindeki resmi uygulamalar bile ilahiyat fakültelerinde tasavvur edilen şekliyle gerçekleşmemiştir. Bir başka ifadeyle Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ilahiyat fakülteleri ile yakın ilişki içerisine girmekten kaçınmışlardır. Aynı şekilde sağ iktidarlar da ilahiyat fakülteleri ile yakın ilişki içerisinde olmamışlardır. 2002 yılından itibaren ise bu süreç hızla tersine dönmüş, özellikle ilahiyat fakültesi öğretim üyeleri sadece din hizmetleri ve eğitim alanında değil, başta siyaset olmak üzere pek çok alanda önemli görevlere getirilmiştir. Aslında burada yaşanan değişim ilahiyatın yapısında meydana gelen değişime bağlıdır. İlahiyat eğitimi alan ama çoğunlukla belirli bir dinî çevre ya da grupla ilişkili olan kişiler akademide ve bürokraside belirli konumlara gelmişler, yine aynı çevrelerden gelen siyasetçilerin ortak çalışma 51 Prof. Dr. Vejdi Bilgin tekliflerini reddetmemişlerdir. Konuya bu açıdan baktığımızda ilahiyat fakülteleri öğretim üyelerinin teori ve pratik açısından yaşadığı dönüşümün müstakil çalışmalara konu olması gerektiği aşikârdır. Bizim hazırladığımız çalışma ilahiyat fakültelerinin toplumsal imajı ve bu imajı besleyen ya da etkileyen faktörler üzerine odaklanmıştır. İlahiyat-Toplum İlişkisinin Genel Görünümü 52 Toplumun ilahiyat fakültelerine ve ilahiyatçılara bakışını ortaya koymadan önce bu ilişkinin gerçekleştiği zemine bakmak gerekir. Toplum Balkan Savaşları, Birinci Cihan Harbi, İstiklal Harbi gibi birbirini takip eden büyük savaşlardan sonra hilafetin ilgası ve modern bir ulus devletin kurulması ile karşı karşıya kaldı. Harf inkılabı ile Arap harflerinin ve sonraları rakamların değiştirilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, dinî kisvelerin kamusal alanda giyilmesinin ve dinî unvanların kullanımının yasaklanması, resmi okullar dışındaki din eğitiminin kaldırılması, bir süre sonra talep olmadığı gerekçesiyle bu okulların da kapatılması, pozitivist anlayışla geleneksel inançların “batıl” olarak nitelendirilmesi, ezanın Türkçe okunmaya başlaması gibi uygulamalar on yıl gibi çok kısa bir zaman dilimi içinde yürürlüğe kondu. Bu esnada İstanbul gibi şehirlerde, daha özelde doğu Anadolu’nun ve Karadeniz bölgesinin ücra köşelerinde bireysel çabalarla geleneksel İslam eğitimi devam etti; tarikatlar gayri resmi olarak faaliyetlerini devam ettirdiler, hatta Osmanlı Devleti döneminde olmayan yeni gruplar ortaya çıktı. İşte böyle bir ortamda devletin resmi okullarında yüksek din öğretimi almış, unvan, dış görüntü ve dine bakış noktasında toplumun 2-3 kuşak öncesinde bıraktığı durumdan oldukça farklı görülen kişiler din eğitimi ve din hizmetlerinde görev almaya başladılar. Ankara’daki İlahiyat Fakültesi’nin 1949, İstanbul’daki Yüksek İslam Enstitüsü’nün 1959 yılında açıldığını göz önüne aldığımızda, 1 sınırlı sayıdaki ilk mezunlardan kitlesel mezunlara evrildiğimiz yetmiş yıla yaklaşan süre sonunda ilahiyat fakülteleri ile toplum arasındaki ilişkinin üç başlık altında toplanabileceğini iddia edebiliriz: 1) Müspet ilişki: Daha çok geleneksel dindarlığa sahip olan toplum kesimi, muhafazakâr siyasi görüş sahipleri, herhangi bir dini gruba bağlı olmayan oluşumlar ve sadece din anlayışı açısından bazı radikal dini hareketler ilahiyat fakültelerine olumlu yaklaşmaktadır. Dolayısıyla toplumun çoğunluğunun müspet bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz. 1 Mustafa Öcal, “Yüksek İslam Enstitüsü,” DİA, TDV Yayınları, İstanbul, 2013, c. 44, s.48-49. Din-Toplum İlişkisi Bağlamında Yüksek Din Öğretimi 2) Nötr ilişki: Dini yaşantısı düşük düzeyde toplum kesimi, merkez sağ, bazı liberal ve sosyal demokrat siyasi görüş mensupları, az sayıdaki dini grup ilahiyat fakülteleri konusunda daha çok nötr bir yaklaşıma sahiptir. Onlara göre yüksek din öğretiminin olup olmaması kendi düşünce ve yaşantıları açısından çok önemli değildir. 3) Menfi ilişki: Dine karşıt ideoloji mensupları, dini grupların çoğunluğu, dini inanç düzeyi yüksek veya dini yaşantısı hiç olmayan toplum kesiminin bir kısmı ilahiyat fakültelerine karşı olumsuz tutuma sahiptirler. Siyasi görüşten veya düşük inanç düzeyinden dolayı nötr veya menfi tutum anlaşılabilir bir durumdur. Ancak özellikle dinî gruplarda ve dinî yaşantısı belirli bir seviyede olan toplum kesimlerindeki olumsuz tutumun sebeplerini anlamak için sosyolojik bir analize ihtiyaç vardır. Kanaatimizce bunun sebeplerini konjonktüreltarihsel şartlar, dâhili sebepler ve harici sebepler olmak üzere üç başlık altında inceleyebiliriz. a) Konjonktürel-Tarihsel Şartlar: Yeni İlahiyatçı İmajı Osmanlı döneminde yüksek dereceli ilmiye sınıfı (müftüler, kadılar ve müderrisler) devletin denetimi altında ve devletin hizmetindeydi. Ancak bunların yanında yerel medreselerin ve camilerin görevlileri resmi olarak devletten değil, vakıflardan maaşlarını almaktaydılar. Vakıf gelirlerinin düşük olduğu yerlerde ise maaşlar hazineden de karşılanabiliyordu. Hazineden maaş yardımı imamlığın yavaş yavaş devlet memuriyeti olmaya başladığının en önemli göstergesidir.2 Yeni kurulan Cumhuriyet dini tamamıyla denetim altına alma cihetine gitti ve böylelikle en küçük yerdeki imam dahi din görevlisi haline geldi. Kılık-kıyafet devrimi dinî olarak görülen kisveleri ve bazı unvanları yasakladığı için devlet memuru olan imamlar ve müftüler de görev yerleri dışında modern elbiselerle gezmek hatta fötr şapka takmak zorundaydılar. Devlet memurlarına uygulanan yasak gereği sakalsız imam veya din dersi öğretmeni ile toplum karşı karşıya kaldı. Bu, geleneksel imam imajının tam tersine bir durumdu. Ayrıca imamların resmi görevli olmaları, bazı devrimler konusunda rahatsızlık duyan halkın devlet memurlarına duyduğu olumsuz bakışla örtüştüğü için “devlet memuru imam” olarak menfi imajı pekiştirdi. Türkiye’de yüksek din öğretimi vermek amacıyla kurulan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne lise mezunu kız ve erkekler kabul edilmekteydi. Bu fakültede 1968 yılına kadar kapalı bir şekilde okuyan bir kız öğrenci yoktu. Mezun olan 2 Kemal Beydilli, Osmanlı’da İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü, Yitik Hazine Yayınları, İzmir, 2013, s. 48-49. 53 Prof. Dr. Vejdi Bilgin kişiler “modern” dış görüntüleri ile öğretmenlik yapmaktaydılar. Şüphesiz Ankara İlahiyat mezunlarını toplumun çoğunluğu bilmemekteydi. Kız öğrencilerin din eğitimi veren lise ve üniversitelere kabulü de toplum açısından şaşırtıcı bir durumdu. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin 1960-61 döneminde toplam mezun sayısı sadece 205’ti. Bunların 29’u kızdı.3 İmam Hatip liselerine ise ilk defa 1960 yılında 3 kız öğrenci kaydını yaptırmış, bu sayı 1970’de 853’e ulaşmıştı. Bu rakam kayıtlı 48455 öğrenci içinde % 1,76’ya tekabül etmekteydi.4 1972-1977 yılları arasında kızların imam olarak din hizmetlerinde yer alamayacağı gerekçesiyle İmam Hatip liselerine kabulü resmen durdurulmuş, sonra ise serbest bırakılmış,5 kız öğrenci sayısı da peyderpey artmıştır. Örneğin 19851986 döneminde İmam Hatip liselerinde okuyan kız öğrenci oranı % 18,2’ye yükselmiştir.6 1980’ler özellikle de 1990’lardan itibaren dindar kesim din eğitimi ve hizmetlerinde kadının yer almasını büyük ölçüde yadırgamamaya, hatta desteklemeye başladı ancak günümüzde hala kadın müftü yardımcılığı konusunda dindar kesimde bir tereddüt durumu gözlenmektedir. 54 İlahiyat fakülteleri konusunda toplumun farkındalığını sağlayan, ilahiyatçı imajını biçimlendiren ve daha sonra ele alacağımız üzere dini gruplar tarafından özellikle manipüle edilecek dönüm noktası niteliğindeki önemli olay Hatice Babacan vakasıdır. Bundan önce 1964 yılında Dr. Neda Armaner’in Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları’ndan neşredilen İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk başlıklı kitabını hatırlamak gerekir. Dr. Armaner’in bu dini grup hakkındaki görüşleri şu cümlede özetlenmiş gibidir: “Nur risalelerinin bir çok telkinleri aşikar bir tarzda Kur'an-ı Kerim'in ruhuna, Hazreti Peygamber'in sünnetine, yukarda belirtmeğe çalıştığımız zıt anlayışları yönünden aykırı olduğu gibi fitne tohumu yaratan aşağıdaki ibareleri dolayısiyle de aklı başında mümin kişiler için daima merdud bir fırka hezayan ı olarak mütalaa edilmektedir.”7 1960 ihtilalinden sonra kaleme alına kitabın başlığı ilk bakışta bir dizinin kaleme alınacağını göstermektedir. Ancak devamı gelmemiştir. Dr. Neda Armaner’in çalışması aynı başlıkla 28 Şubat sürecinde 1998 yılında Cumhuriyet Gazetesi 3 4 5 6 7 Mustafa Öcal, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi, Düşünce Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2011, s. 396. Ruhi Sarpkaya, “Köy Enstitüleri’nden Sonra İmam Hatip Liseleri”, Toplum ve Demokrasi, 2 (3), Mayıs-Ağustos 2008, s. 3. Öcal, a.g.e., s. 255-256. Sarpkaya, a.g.m., s. 3. Neda Armaner, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1964, s. 28. Din-Toplum İlişkisi Bağlamında Yüksek Din Öğretimi tarafından neşredilmiştir. Aynı yıl İsmet Zeki Eyüpoğlu’na ait İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakşibendilik başlıklı kitabın yayınlanması dikkat çekicidir.8 Eyüpoğlu bir ilahiyatçı akademisyen değildir, ancak kanaatimizce onun serinin devamı niteliğindeki bu kitabı, ilk kitabın oluşturduğu olumsuz imajı teyit etmiştir. Armaner’in kitabının dini gruplar dışında toplumun geniş kesiminde bir makes bulduğunu tahmin etmiyoruz. Ancak 1968 yılında meydana gelen olay özellikle dindar kamuoyunda önemli karşılık bulmuştur: İlahiyat fakültesi öğrencisi Hatice Babacan okula ilk defa başörtülü olarak gelmiş ve tarih profesörü Neşet Çağatay tarafından sınıftan atılmıştır. Çağatay Türkiye’de Gerici Eylemler isimli kitabında “İlahiyat Fakültesi Olayları” başlığı altında kendi ismini vermeden olayı detaylı bir şekilde anlatır. Nurculara ait olan İttihad gazetesi bu olayı gündeme taşır, hatta tirajı 100 bine çıkar. Yine muhafazakâr Sabah gazetesi konuyla ilgili manşet atar, ilk defa İlahiyat Fakültesi’nin bahçesinde çadırlar kurulup eylemler yapılır ve Adalet Partisi milletvekilleri eylemci öğrencilere destek ziyaretleri yaparlar.9 Toplumdaki ilahiyatçı imajında hem TRT döneminde, hem de özel televizyonların ortaya çıkış sürecinde ekranlara çıkan akademisyen veya “ilahiyatçı-yazarların” da önemli etkisinden söz edilebilir. 1990’lı yılların en popüler “ilahiyatçı”sı olan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk 1987’de TRT’de başladığı sohbetlerini dindar çevrelere ait olmayan özel televizyon kanallarındaki sohbetler ve programlarıyla sürdürdü, gazetelerde yazılar yazdı.10 Öztürk’ün dönemin ünlü sunucusu Ayşe Özgün ile yaptığı programlarda daha çok kadınlara hitap etmesi dikkat çekicidir. Zira Öztürk, kadınların saçlarını örtmesinin Kur’an’ın kati bir emri olmadığını, karşıt cinsin olmadığı bir mekânda istenilen giysiyle ibadet edilebileceğini söylemekteydi.11 1990’lı yıllarda medyatik ilahiyatçıların genel söylemleri ve tartışmaya açtıkları konular dindarlık düzeyleri çok farklı toplum kesimlerinde rahatsızlık uyandıracak düzeydeydi.12 8 9 10 11 12 Bkz. İsmet Zeki Eyüpoğlu, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakşibendilik, Cumhuriyet, İstanbul, 1998. Neşet Çağatay, Türkiye’de Gerici Eylemler, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1972, s. 62-64; Necati Yılmaz, “Hatice Babacan Olayına Bizzat Şahit Olmuştuk,” http://www.yeniasya.com.tr/necati-yilmaz/hatice-babacan-olayina-bizzat-sahit-olmustuk_203580 [erişim, 07.04.2019] A. Esra Özcan, “Yaşar Nuri Öztürk ve Yeniden Öğrenilen İslâm,” İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri, Ed. Nilüfer Göle, Metis Yayınları, 2. bs., İstanbul, 2000, s. 197. Bkz. Yaşar Nuri Öztürk, İslâm Nasıl Yozlaştırıldı, Yeni Boyut Yayınları, 10. bs., İstanbul, 2000, s. 362-365. Bkz. Vejdi Bilgin, “Popüler Kültür ve Din: Dindarlığın Değişen Yüzü,” U.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 12, Sayı:1, 2003, s. 203-206. 55 Prof. Dr. Vejdi Bilgin Milli Güvenlik Kurulu tarafından yapılan yönlendirme ile13 bir grup ilahiyat hocası tarafından 1995 yılında, yine Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları logosu ile çıkan İslam Gerçeği isimli kitap da yakın dönemde olumsuz imajı pekiştirmiştir. Söz konusu kitapta özellikle başörtüsünün farz olmadığı şeklindeki kanaat dikkat çekicidir.14 Bir başka ilahiyatçı akademisyenin bu kitaba cevap olarak kaleme aldığı İslam Gerçeği Kitabı Üzerine isimli çalışma15 ise ilahiyatçılara yönelik yapılan genellemeyi kırmak için yeterli olmamıştır. Zira aşağıdaki belirteceğimiz üzere dinî gruplar ilahiyat fakültelerinin imajının dindar kesim tarafından olumlu görüleceği eylem ya da söylemleri görmezden gelmektedirler. Örneğin Uludağ Üniversitesi öğretim üyeleri 28 Şubat sürecinde ilköğretimin sekiz yıla çıkarılıp “ortaokul”un kaldırıldığı, dolayısıyla İmam Hatip liselerine büyük darbe vuran uygulamaya 15.05.1997 tarihli bir basın bildirisi ile karşı çıkmıştı.16 Ancak bu bildiri 28 Şubat’ı anlatan kitaplarda hak ettiği yeri bulamamıştır. b) Dâhili Sebep: İlahiyat Fakültelerindeki Düşünsel Radikalizm 56 19. ve 20. yüzyılın başı İslam dünyasında yenilik arayışlarının dönemidir. Bu döneme kadar tecdit derken anlaşılan, mezhep imamlarının içtihatlarına dönüş iken, bu dönemde büyük bir değişim ile doğrudan Kur’an ve Sünnet’e dönüş söylemi gelişmeye başladı. Bir taraftan pozitivizmin genel hücumlarına, diğer taraftan da sosyal bilimlerin –özellikle Comtçu ve Weberci anlamda- dinlerin ilerlemeye mani olduğu şeklindeki iddialarına karşın dini savunmak isteyen bu yeni anlayış, İslam’ı bidat ve hurafelerden kurtarma gibi bir maksatla doğrudan doğruya temel metinlere, hatta sünneti de zaman zaman göz ardı ederek bazen sadece Kur’an’a referansla İslam’ı yorumlamaya başladı. İster halk dindarlığında olsun isterse tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarına girmiş olsun, geleneksel yapıda yer eden bütün bilgilerin Kur’an’ın ve “sahih” hadisin süzgecinden geçirilmesi gerektiği şeklinde yeni bir söylem geliştirildi.17 Buna yeni bir yöntem demek de mümkündür. Henüz tamamlanmamış olan bu yönteme göre, hadisler, tâbiin ve tebe-i tâbiinin 13 14 15 16 17 Bkz. Said Yazıcıoğlu, Ne Yan Yana Ne Karşı Karşıya, Alfa Yayınları, İstanbul, 2013, s. 114-116. Hüseyin Atay, Y. Nuri Öztürk, Beyza Bilgin, Rami Ayas, Arif Güneş, Hasan Elik, İslâm Gerçeği, A.Ü. İlahiyat Fakültesi, Ankara, 1995, s. 67-74. Bkz. Mehmet Bayraktar, İslam Gerçeği Kitabı Üzerine, Fecr Yayınevi, Ankara, 1995. Bildiri metni ve imza atanlar için bkz. Kırkıncı Yıl Kitabı, ed. Mustafa Kara, Bursa, trs., s. 69. Bu yeni yaklaşımın Seyyid Ahmed Han’dan (öl. 1898) başlayan ve günümüz Türkiye’sine kadar gelen genel bir serencamı için bkz. Mustafa Öztürk, Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kur’ancılık, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013, s. 186-211. Ayrıca bkz. Mehmet Zeki İşcan, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998, s. 221-245; Mehmed Şemseddin Günaltay, Hurâfattan Hakikate: Hurâfeler ve İslam Gerçeği, Haz. Ahmet Gökbel, Marifet Yayınları, İstanbul, 1997, s. 311-323. Ayrıca Hind alt kıtasında çıkan ve “Ehl-i Kur’an” ya da “Kur’aniyyun” adı altında tanınan sistemli hareket için bkz. Abdülhamit Birışık, “Kur’âniyyûn,” DİA, TDV Yayınları, Ankara, 2002, c. 26, ss. 428-429. Din-Toplum İlişkisi Bağlamında Yüksek Din Öğretimi sözleri, imamların içtihatları ve sonrasında gelen âlimlerin görüşleri Kur’an’a başvurularak değerlendirilir. Bu aslında bir İslam’ı anlama yöntemi olmaktan daha geniş olarak bütün İslam düşüncesini ve medeniyetini kritik etmek anlamına gelmektedir. Hüseyin Atay yeni bakış açısını şöyle özetler: “İşte bizim de yapmaya çalıştığımız, bu yöntemi uygulamaktır. Kur’an ölçü alınarak herkesin sözü Kur’an’a göre değerlendirilecektir. Yoksa imamların, müçtehitlerin, âlimlerin sözleri, Kur’an’ı doğru anlamaya ölçü olmayacaktır. İslâm dünyasında tarih boyunca Kur’an bu metotla okunmadığı için hep içtihatlar, tefsirler, yorumlar ve açıklamalar hüküm sürmüştür.”18 Kanaatimizce yeni yaklaşımın “radikalizm” olarak isimlendirilmesi doğrudur.19 Zira burada hem geleneksel “usul”lerden keskin bir kopuş ve geleneğe karşı keskin bir başkaldırı söz konusudur. İslam dünyasındaki dinî hareketler epey zamandan beri “radikal” veya “fundamentalist” sıfatlarıyla tanımlanıyor. Ancak radikalizm sadece eylemle sınırlandırılamaz, zira eylemin altında yatan bir düşünce ya da ideoloji söz konusudur. Bu durumda dinî anlamda iki tür radikalizmden bahsetmek mümkündür: Dinî düşünsel radikalizm ve dinî eylemsel/siyasal radikalizm. İki tür radikalizmi birbirinden ayırmamın sebebi düşünsel radikalizmin her zaman için eylemsel/siyasal radikalizme dönüşmemesidir; ancak genelde eylemsel/siyasal radikalizm düşünsel radikalizmi benimser. Eylemsel/siyasal radikalizmi anlamak için dinî-toplumsal dönüşüme dair iki yaklaşımı açıklamak gerekir. Bunların birincisi süreç içerisinde, sistem içinde kalarak ve tebliğ ile bir değişim öngörürken, ikincisi sistemi reddederek, ani ve otoriter bir dönüşümü savunmaktadır. Eylemsel/siyasal radikalizm bu ikincisi ile örtüşmektedir. Çoğunlukla tasavvufa bağlı olan büyük dinî gruplar birinci tip bir değişim taraftarı iken, daha az bir hacme sahip “radikal” gruplar ikinci tür dönüşümden yanadırlar. Şüphesiz ara formlar da söz konusudur. Burada dikkat çekici husus, ilahiyat fakültelerinde belirli ölçüde var olan düşünsel radikalizm ile eylemsel/siyasal radikalizmin dine bakış noktasında benzerlikler göstermesidir. Özellikle Kur’an merkezli anlayış, kuvvetle vurgulanan tevhid/şirk ikilemi, tasavvufa mesafeli yaklaşım, yeni içtihat düşüncesi bu benzerliklere örnek olarak gösterilebilir. Ancak düşünsel radikalizm çoğunlukla günlük toplumsal/siyasal konulara girmez. Büyük dini gruplar siyasal yaklaşımlarından dolayı radikal oluşumlara olumsuz bakarken, dinî yaklaşımlarından dolayı da ilahiyatlara mesafeli durmaktadırlar. Geleneksel halk dindarlığı ise dinî olarak 18 19 Hüseyin Atay, Kur’ana Göre Araştırmalar IV, Ankara, 1995, s. 163. İslami hareketler için “radikal” kavramının kullanımı için bkz. Alev Erkilet, “1990’larda Türkiye’de Radikal İslamcılık,” İslamcılık, İletişim Yayınları, 4. Bs., İstanbul, 2014, s. 682-697; Mehmet Ali Büyükkara, Çağdaş İslami Akımlar, Klasik Yayınları, İstanbul, 2015, s. 252-254. 57 Prof. Dr. Vejdi Bilgin kabul edilen formel ibadetler (İslam’ın beş şartı) dışındaki bütün uygulamaları din dışı, hatta şirk olarak nitelendirdiklerinden dolayı ilahiyatlara karşı şüphe ile bakmaktadırlar. Bugün için (2019) düşünsel dinî radikalizmin ilahiyat fakültelerinde hâkim söylem olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak bu anlayışın en önemli temsilcileri ilahiyatçı öğretim üyeleridir ve toplum tarafından en fazla tanınan ilahiyatçılar da onlardır. c) Harici Sebep: Dinî Grupların Propagandası 58 İlahiyat fakülteleri mensupları ile dini grup müntesipleri arasındaki ilişki çoğunlukla asimetrik bir ilişkidir. Fakülte mensupları içinde hayatının herhangi bir aşamasında veya halen dini grup müntesibi olanlar, dinî grupları bir sosyal gerçeklik olarak kabul edip nötr bir tutum takınanlar ve dinî grupların dinitoplumsal anlamda zararlı olduğunu düşünüp mücadele edilmesi gerektiğini düşünenler olmak üzere üçlü bir tipoloji yapmak mümkündür. Fakülte mensupları arasında ilk kuruluş yıllarından bugüne kadar gelen sürece bakıldığında üçüncü tip örneklerinin azaldığı, birinci tip örneklerinin arttığını söyleyebiliriz. Dini gruplarla olan ilişkiler açısından bakıldığında öğretim üyeleri yüksek dereceli devlet memuru olmanın avantajlarını yaşamaktadır. Resmi din öğretimini yönlendirmekte ve devletin diğer organlarıyla daha yüksek düzeyde ilişki kurmaktadırlar. Ayrıca resmi medya organlarında görünürlük ihtimalleri daha fazladır. Dini grup müntesipleri içerisinde ise, grubun genel eğiliminin bir parçası olarak, ilahiyat fakültelerine olumlu veya nötr yaklaşanlar ve olumsuz yaklaşanlar şeklinde ikili bir tipoloji yapmak mümkündür. Olumlu yaklaşanlar son derece az olduğu için birinci kategoriye dâhil edilmiştir. Bunlar da genelde dinî grup olmayıp, grup benzeri yapılardır. Dini grupların fakültelere göre daha farklı avantajları vardır. Gruplar ortak bir amaca yönelmiş örgütlü yapılardır; geniş bir kitleye sahiptirler, müntesiplerini herhangi bir konuda çok hızlı ve etkili biçimde mobilize edebilirler. Ortak amaca hizmet eden vakıf, dernek, yayınevi, televizyon kanalı, radyo istasyonu ve aktif internet sitelerine sahiptirler. Türkiye’nin en köklü ilahiyat fakültelerinin bile bu açıdan ortalama büyüklükteki bir dinî grupla rekabet etmesi mümkün değildir. Hatta ilahiyat fakültelerinin kâhir ekserisi kendilerini maddi olarak destekleyecek bir vakfa sahip olmadıkları için resmi ödeneklerin elverdiği ölçüde konferans/panel türü çalışmalar yapabilmektedir. Dini grupların en önemli avantajı ise oy potansiyelleridir. Özellikle sağ-muhafazakâr iktidar dönemlerinde devletin farklı organlarıyla ilahiyat fakültelerinin asla olamayacağı kadar muhatap olmaktadırlar. Din-Toplum İlişkisi Bağlamında Yüksek Din Öğretimi Kanaatimizce ilahiyat fakültelerinin toplum nezdindeki olumsuz imajı önemli ölçüde dini grupların propagandalarına dayanmaktadır. Yakın tarihte grupların zihniyetini belirleyen temel eserlerden bir tanesi İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü müdürlerinden Ahmed Davudoğlu’nun yazdığı Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri isimli eserdir. “Bid’atlarla Mücadele Yayınları” isimli bir yayınevinin ilk kitabı olarak neşredilen, önsözünü Necip Fazıl Kısakürek’in yazmış olduğu çalışmada Davudoğlu özellikle Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh çizgisini eleştirmektedir. Yayınevi tarafından kaleme alınan girişte, “Mezhepsizlik Fitnesi” başlığı altında “Vehhabilik, Mutezile mezhebi, Selefiye cereyanı, Muhammed Abduh ve Cemaleddin Efgani’nin müridleri, Suriyeli modern müctehid (!) Nasıruddin Elbani taraftarları, Pakistanlı, Mısırlı modern mütefekkirlerinin peşlerinden gidenler ve saire,” cümlesiyle kitabın konusu olan kitlenin profili çizilmektedir.20 Davudoğlu bu akımların enstitü öğrencileri üzerinde de etkisini gösterdiğini belirtir.21 O dönemde Türkiye’ye sık sık gelip konferanslar veren Hamidullah’ı eleştirir ve “Hülâsâ eserleri memleketimize pek yaygın olan bu profesörün kitapları da büyük bir ihtiyatla okunmalıdır,” der.22 Davudoğlu’nun yeni anlayışı eleştirirken, Said Nursi’nin “İçtihat kapısı açıktır. Fakat şu zamanda oraya girmekte altı mani vardır,” cümleleriyle başlayan İçtihad Risalesi’ni “Üstad Saidi Nursi Hazretlerinin İctihad Hakkındaki Yazısı” başlığıyla kitabına alması23 Nurcuların desteğini alma amacına matuf gözükmektedir. Bu eserden dört yıl sonra (1978) Necip Fazıl, Doğru Yolun Sapık Kolları isimli kitabını neşreder. Necip Fazıl burada daha sonraları birer yafta olarak kullanılacak sloganlar geliştirir. Mevdudi ona göre “Merdudi,” Hamidullah ise “Baidullah’tır.”24 Bir de yüksek din öğretimi için bir tespit yapar: “İlahiyat Fakültesi ve enstitüler, için için, vecdsiz ve haşyetsiz, kısır mantığına göre fetva verici, hususi bir mâmul yetiştirmeye memur edildi.”25 Bu iki temel metnin oluşturduğu bakış açısı, günümüzde ilahiyat fakülteleri ve ilahiyatçılar üzerinde etkisini sürdürmektedir. Dinî gruplar içerisinde ilahiyat hocalarının itikatlarının bozuk, Mu’tezili, modernist, mezhepsiz, sahabe ve selef ulemaya karşı saygısız oldukları yönünde genel bir kanaat söz konusudur. Dolayısıyla öncelikle bu fakültelere herhangi bir şekilde gelmiş öğrencilerin 20 21 22 23 24 25 Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, Bid’atlarla Mücadele Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 1974, s. 8. Alıntıdaki imla olduğu gibi korunmuştur. Davudoğlu, a.g.e., s. 15. Davudoğlu, a.g.e., s. 137. Bkz. Davudoğlu, a.g.e., s. 143-151. Necip Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları, Büyük Doğu Yayınları, 18. Bs., İstanbul, 2014, s. 155 Kısakürek, a.g.e., s. 163. 59 Prof. Dr. Vejdi Bilgin muhafaza edilmesi gerekmektedir. Bu konuda yapılan sınırlı sayıdaki araştırmalardan birine göre, ilahiyat fakültesi öğrencilerinin % 80’i ya bir gruba mensup olduğunu ya da sempati duyduğunu ifade etmiştir.26 Farklı bir araştırmada bir dinî gruba bağlı olduğunu ifade edenlerin oranı % 28, bir dini gruba mensup olmamakla birlikte karşı da olmadıklarını söyleyenlerin oranı % 62.1, dini gruplara karşı olduklarını söyleyenlerin oranı ise % 9.9 çıkmıştır.27 İlahiyat fakültelerine gelen öğrenciler eğer bir grup mensubu iseler, önceden hocalar ve görüşlerine yönelik oryantasyona tâbi tutulmakta ve kaldıkları ortamlarda bir alternatif eğitimden geçmektedirler. Bu çerçevede, yukarıda Davudoğlu’nun tavsiyesine uygun biçimde, ders dışında okuyacakları kitaplar dahi grup tarafından belirlenmektedir. 60 Son yıllarda dikkati çeken bir gelişme, daha önceleri resmi ilahiyat eğitimine karşı olan ve müstakil din eğitimi veren bazı grupların veya medrese tarzı oluşumların, müntesiplerini İmam Hatip liselerine ve ilahiyat fakültelerine yönlendirmeleridir. Fakat burada da tercih edilen yol açıktan lise okumak, akabinde iki yıllık açıköğretim önlisans eğitimi almak ve daha sonra lisans tamamlama programları ile diploma almaktır. Böylelikle grup mensubunun belirli bir olgunluğa gelinceye kadar ilahiyat fakültesi hocaları ve diğer dinî gruplarla teması asgari düzeye indirilmektedir. Grup dayanışması akademide de imkân ölçüsünde devam etmektedir. Örneğin grup mensubu hocalar kadrolaşma eğilimine girmekte,28 öğrenciler kendi gruplarına mensup ya da yakın hocalarla iletişime geçmekte, yine gruplarının uzantısı diyebileceğimiz öğrenci toplulukları kurmaktadır. Bu topluluklar vasıtası ile gruplar akademi içinde legal faaliyetler yürütmektedir. Dinî grupların yüksek din öğretimi üzerindeki nüfuzunun gittikçe arttığının en önemli göstergesi son 2-3 yıldır ilahiyat fakültelerinin çoğunda uygulanan cinsiyete dayalı şube sistemidir. Bu sistemi savunan çok sayıda öğrenci, aynı zamanda öğrenci velisi söz konusudur. Ancak dikkatimizi çekmesi gereken husus, bu öğrencilerin ve velilerinin genelde dinî grup müntesibi olmalarıdır. En dikkat çekici husus ise bu sistemin toplumsal bir talep üzerine ilahiyatçı akademisyenlerin 26 27 28 Ankara, Atatürk, Marmara, Çukurova ve Sakarya Üniversitelerine bağlı İlahiyat Fakültelerinde okuyan öğrencilere yönelik araştırma için bkz. Âdem Akarsu, İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Cemaat Algılarının Dünya Görüşlerine Etkisi, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2015, s. 97. Ankara, Atatürk ve Marmara Üniversitelerine bağlı İlahiyat Fakültelerinde okuyan öğrencilere yönelik araştırma için İhsan Çapçıoğlu, Sosyo-Politik Tutumlar ve Dindarlık İlişkisi: İlahiyat Fakülteleri Örneği, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2008, s. 115-116. Adnan Demircan, “Dinî Gruplar ve Üniversite,” Dinî Gruplar, Siyaset ve Bürokrasi, Ed. Kemal Ataman ve diğ., Bursa Akademi, Bursa, 2017, s. 319-321. Din-Toplum İlişkisi Bağlamında Yüksek Din Öğretimi kendilerinin vermiş oldukları bir karara dayanmayıp, aksine dinî grupların akademi içi ve dışındaki gayretlerine dayanmasıdır. Sonuç Yüksek din öğretimi yapan ve günümüzde farklı isimlerle faaliyetlerini sürdüren fakültelerin, ayrıca buralardan mezun olan ve artık “ilahiyatçı” olarak tanınan kişilerin toplumun geniş bir kesimince olumsuz bir imaja sahip olduğu kanaatinde değiliz. İlahiyat fakülteleri ve mezunlarına olumsuz tutum içerisinde olanlar daha ziyade dine karşıt felsefeleri/ideolojileri benimseyenler ve dinî grup müntesipleridir. Birinci kesim genel anlamda dinler ve İslam aleyhinde propaganda yaparken, dinî gruplar ilahiyat fakülteleri ve mezunları üzerinden propaganda yapmaktadırlar. Buradaki temel amacın “devlet eliyle” kurulmuş yükseköğretim kurumlarının dini tahrif etmesini engellemek olduğu ifade edilmektedir. Aslında ilk kurulan ilahiyat fakültesinin akademik yapısı ikinci kuşaktan itibaren önemli ölçüde değişmiştir. Devletin kendi eliyle dini tahrif edeceği düşüncesi de yavaş yavaş geçerliliğini yitirmektedir. İlahiyat fakültelerinin konjonktürel olarak başına gelen olayların bir daha yaşanma ihtimali düşüktür; 28 Şubat sürecindeki başörtü yasağını fakültelerin baskı altında uyguladıkları açıktır. Düşünsel anlamda geleneksel dini yapıya veya dinî grupların genel din anlayışlarına muhalif görüş sahipleri de akademik anlamda tölere edilebilir düzeydedir. Ancak bu tür görüşler kamuda açıkça tartışılmaya başlandığında, dinî gruplar, örneğin 5 birimlik bir farklılığa 50 birimlik tepki vermekte, gerek kendi müntesipleri arasında gerekse kamuoyunda ilahiyatçıların tamamını mahkûm etmeye çalışmaktadırlar. Bu durumun çözümü olarak dinî gruplarla bir diyaloğa girmek akademiyanın yapacağı bir eylem değildir. İlahiyat fakültelerinin özellikle sosyal bilim alanındaki potansiyellerini resmi örgütlenme imkânları ve kitle iletişim araçları ile birleştirerek, toplumun geniş kesimlerine kendilerini ifade edecek mekanizmalar geliştirmesi gerekmektedir. Kaynakça Akarsu, Âdem, İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin Cemaat Algılarının Dünya Görüşlerine Etkisi, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2015. Armaner, Neda, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1964. Atay, Hüseyin, Kur’ana Göre Araştırmalar IV, Ankara, 1995. Atay, Hüseyin, Y. Nuri Öztürk, Beyza Bilgin, Rami Ayas, Arif Güneş, Hasan Elik, İslâm Gerçeği, A.Ü. İlahiyat Fakültesi, Ankara, 1995. 61 Prof. Dr. Vejdi Bilgin Bayraktar, Mehmet, İslam Gerçeği Kitabı Üzerine, Fecr Yayınevi, Ankara, 1995. Beydilli,Kemal, Osmanlı’da İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü, Yitik Hazine Yayınları, İzmir, 2013. Bilgin, Vejdi, “Popüler Kültür ve Din: Dindarlığın Değişen Yüzü,” U.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 12, Sayı:1, 2003. Birışık, Abdülhamit, “Kur’âniyyûn,” DİA, TDV Yayınları, Ankara, 2002, c. 26, ss. 428-429. Büyükkara, Mehmet Ali, Çağdaş İslami Akımlar, Klasik Yayınları, İstanbul, 2015. Çağatay, Neşet, Türkiye’de Gerici Eylemler, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1972. Çapçıoğlu, İhsan, Sosyo-Politik Tutumlar ve Dindarlık İlişkisi: İlahiyat Fakülteleri Örneği, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2008. Davudoğlu, Ahmed, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, Bid’atlarla Mücadele Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 1974. 62 Demircan, Adnan, “Dinî Gruplar ve Üniversite,” Dinî Gruplar, Siyaset ve Bürokrasi, Ed. Kemal Ataman ve diğ., Bursa Akademi, Bursa, 2017. Erkilet, Alev, “1990’larda Türkiye’de Radikal İslamcılık,” İslamcılık, İletişim Yayınları, 4. Bs., İstanbul, 2014. Eyüpoğlu, İsmet Zeki, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakşibendilik, Cumhuriyet, İstanbul, 1998. Günaltay, Mehmed Şemseddin, Hurâfattan Hakikate: Hurâfeler ve İslam Gerçeği, Haz. Ahmet Gökbel, Marifet Yayınları, İstanbul, 1997. İşcan, Mehmet Zeki, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998. Kırkıncı Yıl Kitabı, ed. Mustafa Kara, Bursa, trs.,. Kısakürek, Necip Fazıl, Doğru Yolun Sapık Kolları, Büyük Doğu Yayınları, 18. Bs., İstanbul, 2014. Öcal, Mustafa, “Yüksek İslam Enstitüsü,” DİA, TDV Yayınları, İstanbul, 2013, c. 44, ss.48-52. Öcal, Mustafa, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Din Eğitimi, Düşünce Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2011. Din-Toplum İlişkisi Bağlamında Yüksek Din Öğretimi Özcan, A. Esra, “Yaşar Nuri Öztürk ve Yeniden Öğrenilen İslâm,” İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri, Ed. Nilüfer Göle, Metis Yayınları, 2. bs., İstanbul, 2000. Öztürk, Yaşar Nuri, İslâm Nasıl Yozlaştırıldı, Yeni Boyut Yayınları, 10. bs., İstanbul, 2000. Özürk, Mustafa, Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kur’ancılık, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013. Sarpkaya, Ruhi, “Köy Enstitüleri’nden Sonra İmam Hatip Liseleri”, Toplum ve Demokrasi, 2 (3), Mayıs-Ağustos 2008, ss. 1-28. Yazıcıoğlu, Said, Ne Yan Yana Ne Karşı Karşıya, Alfa Yayınları, İstanbul, 2013. Yılmaz, Necati, “Hatice Babacan Olayına Bizzat Şahit Olmuştuk,” http://www.yeniasya.com.tr/necati-yilmaz/hatice-babacan-olayina-bizzat-sahitolmustuk_203580 [erişim, 07.04.2019] 63