Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
ùøRAZ’DAN øSTANBUL’A Türk-Fars Kültür Co÷rafyas Üzerine Araútrmalar I Kurtuba Kitap: 16 Türk Edebiyatı: 1 Isbn: 978-975-6743-74-4 T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 16221 Editör Ömür Ceylan (Kurtuba Kitap) © Kurtuba Kitap, 2010 Bu kitabın tüm yayın hakları, Kurtuba Kitap’a aittir. Kitabın tamamı ya da bir bölümü izinsiz olarak hiçbir biçimde çoğaltılamaz, dağıtılamaz. Birinci Basım Haziran 2010 (1000 Adet) Baskı ve Cilt A Ajans Beysan San. Sit. No:32-4/G Haramidere / İstanbul (0212 422 79 29) (Adil İnşaat Basım Yayın kuruluşudur.) Adil İnşaat Basım Yayın Dağıtım Kırtasiye San. Tic. Ltd. Şti. Sahhaflar Çarşısı No: 24-26 • 34450 - Bayez�d / İstanbul Telefon: 0212 528 19 78-512 62 63 • Faks: 0212 512 91 20 • kurtuba@kurtubakitapcom II ùøRAZ’DAN øSTANBUL’A Türk-Fars Kültür Co÷rafyas Üzerine Araútrmalar Prof. Dr. Ahmet Kartal İstanbul 2010 III IV Fikirleriyle bana ufuk veren, yetimemde büyük katkıları olan ve 1996 yılında “Türk -ran edebî ilikileri” konusuyla beni tanıtıran hocam Prof. Dr. Mustafa SEN’e ükranla… * V * VI Prof. Dr. Ahmet KARTAL 1968'de Kayseri*'nin Pınarbaı ilçesinde dodu. lk ve orta örenimini Kayseri'de tamamladı. 1988'de Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat* Fakültesi Türk* Dili ve Edebiyatı Bölümüne kaydoldu. 1992'de buradan bölüm ve fakülte birincisi olarak mezun oldu. 1993'te Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalına aratırma görevlisi olarak atandı. 1994'te YÖK ve MEB'in ortaklaa yaptıkları YLS sınavını kazanarak yurt dıında yüksek lisans ve doktora yapma imkânını elde etti. Ancak, çeitli sebeplerden dolayı gitmedi. 1994 yılında, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Prof. Dr. Cihan OKUYUCU Bey’in danımanlıında eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî Kitâb-ı Mahbûbiyye [nceleme – Metin] isimli çalıma ile yüksek lisansı; 1999 yılında, Prof. Dr. Mustafa SEN Bey’in danımanlıında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Osmanlı Medeniyetini Besleyen Kültür Merkezleri (XI. Asırdan XVI. Asrın Sonuna Kadar Türk Edebiyatı ve Fars* Edebiyatının Münasebetleri) isimli çalıma ile de doktora örenimini tamamladı. 2002'de doçent, 2008’de profesör oldu. 16 yıl Kırıkkale Üniversitesi’nde görev yapan yazar, hâlen Eskiehir* Osmangazi Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öretim üyesi olarak çalımaktadır. Evli ve dört çocuk babasıdır. Makalelerini Arayılar, Bilig, Bilim Yolu (Kırıkkale Üni. SBE Dergisi), Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, Türk* Dili ve Edebiyatı Makaleleri, lmî* Aratırmalar, Türk Kültürü, Türk Kültürü ncelemeleri, Türk Yurdu, Türk Edebiyatı gibi dergilerde yayımladı. Kültür ve Turizm Bakanlıı tarafından yayımlanan Türk Edebiyatı Tarihi ve Anadolu* Selçuklu ve Beylikler Dönemi Uygarlıı ile Atatürk Kültür Merkezi Bakanlıı tarafından neredilen Türk Dünyası Edebiyat* Tarihi’nde yayımlanmak üzere bazı bölümler kaleme aldı. Çeitli uluslararası ve ulusal sempozyumlarda bildiriler sundu. Kartal'ın Klâsik Türk iirinde Lâle (Akça Yayınları, Ankara* 1998), eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisârî, Mevhûb-ı Mahbûb [nceleme-Metin-Sözlük-ndeks] (Eskiehir* 2000), Tuhfe*-i Remzî [Manzum Farsça-Türkçe* Sözlük] (Akça Yayınları, Ankara 2003), Basîrî ve Türkçe iirleri (Akça Yayınları, Ankara 2006), Üniversiteler çin Eski Türk Edebiyatı Tarihi [Prof. Dr. A. Atillâ entürk ile birlikte] (Dergâh Yayınları, stanbul* 2004, 2005, 2006, 2007, 2008, 2009) Eski Türk Edebiyatı Tarihi [Prof. Dr. A. Atillâ entürk ile birlikte] (Dergâh Yayınları, stanbul 2007, 2008, 2009), Eski Türk Edebiyatı Tarihi Metinleri [Prof. Dr. A. Atillâ entürk ile birlikte] (Dergâh Yayınları, stanbul 2009), Klâsik Dönem Osmanlı Nesri [Prof. Dr. Cihan Okuyucu ve Doç. Dr. M. Fatih Köksal ile birlikte] (Kriter Yayınları, stanbul 2009) ve Lügat-i Nâcî, Muallim Nâcî (Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2009) isimli yayımlanmı dokuz kitabı bulunmaktadır. VII VIII ÇNDEKLER Sunu ........................................................................................................XI II. Baskı çin Sunu…………………………………………………………. XV Klasik Türk Edebiyatı’nı Yeniden Tanımlamak ....................................... 1 Bölüm I Türkistan’dan Yansımalar Türk-Fars Edebî likileri ......................................................................... 13 Keke ehnâme'yi Yazmasaydım........................................................... 119 Türk’ün Hâfız Sevgisi Yahut Hâfız Türk’e Ne Anlatır?........................ 125 Türk Yazı Dilinin Gelime Çaları ........................................................ 132 Gazneliler Döneminde Türk Dili............................................................ 140 Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâ’is simli Tezkiresi ve XVI. Asırda Yapılan Farsça ki Tercümesi ................................................................ 146 Alî îr Nevâî’nin Farsça iirleri............................................................. 189 Sâdıkî- Kitâbdâr’ın Mecma’u’l-havâs simli Tezkiresi ve Onda Yer Alan Anadolulu âirler ................................................................................... 210 Sâ’ib-i Tebrîzî ve Türkçe iirleri ........................................................... 222 Bölüm II Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminden Yansımalar Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde iir ve âirler .............. 254 Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde Tasavvuf................................... 332 Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde lim ........................................... 344 Tercüme Edebiyatı ................................................................................. 360 Bölüm III Osmanlı’dan Yansımalar Klasik Türk Edebiyatı'nı Anlamak......................................................... 384 Yavuz Sultân Selîm Dönemi Edebiyatı.................................................. 396 Türk Edebiyatında Belâgat Çalımaları ve “Tezâd” le “Telmîh” Sanatlarına Eletirel Bir Bakı ............................................................... 438 sti’âre Sanatına Eletirel Bir Bakı ve sti’âre Sanatının Necâtî Bey Dîvânı’nda Kullanımı............................................................................. 454 IX AHMET KARTAL Klâsik Türk iirinde “Gül”ün Kullanımı ve Rüyada Görülü ekline Göre Klâsik Türk iirinde “Gül”ün Kullanımı ve Rüyada Görülü ekline Göre Yorumu .................................................................................................. 470 Yorumu .................................................................................................. 470 Türk’ün Fuzûlî Muhabbeti ..................................................................... 492 Türk’ün Fuzûlî Muhabbeti ..................................................................... 492 eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisârî ve Eserleri ............................................. 504 eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisârî ve Eserleri ............................................. 504 Kutbuddin b. Muhammed zniki ( ? - 821 H.) ve Râhatu’l-Kulub Kutbuddin b. Muhammed zniki ( ? - 821 H.) ve Râhatu’l-Kulub (Mukaddime-i Kutbuddîn) simli Eseri .................................................. 534 (Mukaddime-i Kutbuddîn) simli Eseri .................................................. 534 Manzum “Bosnaca-Türkçe” Sözlük Üzerine ......................................... 544 Manzum “Bosnaca-Türkçe” Sözlük Üzerine ......................................... 544 Bölüm IV Bölüm IV Mesnevî ve Mesnevî Literatürü Mesnevî ve Mesnevî Literatürü Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri ................................................. 554 Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri ................................................. 554 Eski Türk Edebiyatında Mesnevi ........................................................... 612 Eski Türk Edebiyatında Mesnevi ........................................................... 612 Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevisi Üzerine Notlar.................................... 706 Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevisi Üzerine Notlar.................................... 706 eyh Baba Yûsuf (? - öl. H. 918 st.)’un Kıyâfet-Nâmesi...................... 728 eyh Baba Yûsuf (? - öl. H. 918 st.)’un Kıyâfet-Nâmesi...................... 728 eyh Baba Yûsuf’un Uhuvvet le lgili Manzumesi .............................. 734 eyh Baba Yûsuf’un Uhuvvet le lgili Manzumesi .............................. 734 Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ında Yer Alan Fütüvvetle lgili Manzumesi Gülehrî'nin Mantıku’t-tayr’ında Mantıku't-tayr'ındaYerYer Fütüvvetle lgili Manzumesi Gülşehrî’nin alanAlan Fütüvvetle İlgili Manzumesi......741 ................................................................................................................ 741 ................................................................................................................ 741 Kaynakça................................................................................................ 751 Kaynakça................................................................................................ 751 799 Dizin....................................................................................................... 798 Dizin....................................................................................................... 798 X SUNU Kadîm bir millet olan Türklerin dillerinin geçmiinin, dil arkeolojisi yöntemleri de kullanıldıında on bin yıla uzanan bir geçmii olduu tahmin edilmektedir. Yine Türklerin kendilerine ait millî yazısının olduu, Türk edebiyatının slâmiyet’ten önce inkiaf ettii, üst dil diyebileceimiz edebî bir dil oluturularak onunla manzum ve mensur eserlerin yazıldıı ve çeitli türlerin olutuu bilinmektedir. Ahmet Caferolu’nun belirttii gibi, Türkçe, asırlardan beri çeitli gelime devreleri geçirmi, bazı tarihî sebeplerden dolayı geni corafî alanlara yayılmı; tarihî gelimesindeki birçok amiller, çaına göre Türk dilini, yaygın bulunduu sahanın resmî devlet ve yazı dili, devrine göre ise durgun ve fazla ilerlemeyen bir unsur olarak kalmaya mecbur etmitir. te bu kitapta yer alan yazılar, bir yönüyle Türkçenin tarih sahnesindeki bu yolculuundan bahsederken, dier yönüyle, “Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında ve slâm öncesi edebî birikimlerinin bir devamı olarak kendi zevk ve anlayılarıyla ilk örneklerini Asya’da Fars diliyle verip ran edebiyatının geliimine katkıda bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçenin slâmî kültür ve edebiyat geleneklerine adapte olmasıyla da Osmanlı, Çaatay ve Azerî sahaları merkez olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz ve ekil itibarıyla klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak kaydıyla vücuda getirdikleri edebiyat” olarak tarif ettiimiz Klasik Türk Edebiyatı’nın oluumunun ve geliiminin izlerini aratırıp hüviyetini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu kitapta yer alan yazıların bir kısmı ise, Selçuklu hükümdarı Alp Arslan’ın Malazgirt’te 1071 yılında Bizanslıları bozguna uratmasıyla birlikte Türk yurdu hâline gelen Anadolu ’da kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı Devleti dönemindeki dil, edebiyat ve kültürel faaliyetler ile o dönemlerde yetien bazı ilim adamı ve airlerin biyografileri üzerine yapılan çalımaları ihtiva etmektedir. Yaklaık altı asır kesintisiz olarak devam eden, köklü ve derin bir geçmie sahip olan Klasik Türk Edebiyatının bütün yönleriyle anlaılabilmesi ve salıklı bir ekilde deerlendirilebilmesi, Yeni Fars Edebiyatının oluum dönemleri ile o dönemlerde mevcut olan Türk edebiyatının durumunun tarihî seyir itibariyle aratırılması ve incelenmesi ile mümkün olabilir. Bu ilk dönemle ilgili aratırmalarda öncelikle Arap ve Fars edebiyatlarının da mukayeseli bir ekilde dikkate alınıp incelenmesi gereklidir. Türk edebiyatının Arap edebiyatından çok Fars edebiyatı ile iliki içerisinde bulunduu, slâm medeniyeti esaslarına göre oluan Yeni Fars Edebiyatının gelimesinde özellikle Türk asıllı hükümdarların ve Farsça iir söyleyen Türk asıllı airlerin büyük rolü olduu malumdur. Bundan dolayı bu inceleme ve aratırmayı yaparken öncelikle Fars edebiyatının dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca konu Türkçe ile Farsçanın tarihî seyir içerisindeki münasebetleri, beraberlikleri ve karılıklı etkileimlerini de göz * * * * XI AHMET KARTAL önünde bulundurmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak bu ekilde hareket edildii zaman salıklı bir sonuca varılacaı ve Klasik Türk iirinin gerçek deerinin ortaya konulabilecei kanaatindeyiz. Yoksa özellikle XIX. asrın ikinci yarısından sonra özellikle Batılı müsteriklerin öncülüünde dile getirilen ve günümüzde de genel kabul gören “Klâsik Türk iirinin herhangi bir geçmiinin olmadıı”, “tamamen Fars kültürünün etkisinde kaldıı”, “Fars iirinin taklidi olduu”, hatta “tamamen ran zevkini taıdıı” gibi hiçbir ilmî gerçee dayanmayan ve sübjektif bakı açısını yansıtan görülerin aırlıı devam edecektir. Bundan dolayı burada yer alan yazıların belli bir kısmında bu konu yeniden ele alınarak Fars edebiyatının balaması ve gelimesi, Türklerin Fars edebiyatının gelimesindeki yeri, Türk ve Fars edebiyatının karılıklı etkileimi ve Anadolu ’da oluan Osmanlı dönemi edebiyatı ve bu edebiyatın Fars edebiyatı ile münasebeti üzerinde durulmu, okuyucunun dikkati bu konuya çekilerek ona yeni bakı açıları kazandırılmaya ve çeitli ufuklar verilmeye çalıılmıtır. Ayrıca çeitli verilerden hareketle bazı sonuçlara ulaılmaya gayret edilmitir. Elinizdeki kitap, biri yayımlanmamı olmak üzere 1996-2007 tarihleri arasında çeitli dergilerde yayımlanan 20 makale ile, ikisi ulusal dördü uluslar arası sempozyumda sunulan 6 bildiri metninden olumaktadır. Yazılar konularına ve ihtiva ettii corafyaya göre tasnif edilmeye çalıılmı ve “Türkistan’dan Yansımalar”, “Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminden Yansımalar”, “Osmanlı’dan Yansımalar” ve “Mesnevî ve Mesnevî Literatürü” isimli dört bölüm balıı altında toplanmıtır. Yazıların yayımlandıı dergiler ile sunulduu sempozyumlar, her makalenin ve bildirinin sonunda belirtilmitir. Kitapta “Türk Fars Edebî likileri” balıı altında yer alan çalıma, daha önce yayımladıımız u makalelerden hareketle ve konu yeniden ele alınarak oluturulmutur: “Farsça’da Türkçe Kelimeler ve Fars Edebiyatı’nda “Türk” Kavramı le lgili Unsurlar”, Bilig, 11, 31-54 (1999); “Klâsik Türk Edebiyatının ran Edebiyatı ile Münasebeti Üzerine Düünceler”, Türk Yurdu, 700. Yılında Osmanlı Özel Sayısı, 148-149, 246-266 (1999-2000); “Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu Saraylarındaki Edebî Faaliyetler Üzerine Düünceler”, Bilig, 17, 55-70 (2001); “Anadolu’da Farsça iir Söyleyen airler (XI-XVI. Yüzyıllar)”, Türkler, 7: Ankara, 682-95 (2002); "Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili Üzerine Düünceler", Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri (20-26 Eylül 2004), Ankara, 1685-724 (2004); "Türk Fars Edebi likileri", Türk Edebiyatı Tarihi, Editörler: Talat Sait Halman vd., Cilt 1, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları, stanbul, 2006, 300-318.” “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri” ve “Eski Türk Edebiyatında Mesnevî” balıklı yazılarda ise bazı küçük ilavelerde bulunulmutur. Bunların dıındaki çalımalarda ise, çok küçük birkaç husus hariç, ilk yayımlanmı veya sunulmu ekillerine mümkün mertebe balı kalınmıtır. Makalelerin sonunda yer alan “Kaynakça”lar ise, eserin sonunda “Kaynakça” balıı altında bir araya getirilmitir. * * XII ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Bilindii gibi aynı konu etrafında yapılan çalımalarda, ister istemez tekrarlara düülmektedir. Bunlar ayrı zamanlarda ayrı dergilerde yayımlandıklarında fazla dikkati çekmezler. Ancak bu çalımalar toplanıp bir araya getirildiklerinde ise dikkati çekerler. Bu kitapta yer alan ve benzer konularda yazılmı olan çalımalarda bu tip tekrarlar bulunmaktadır. Bu durumu okuyucuların dikkatine ve hogörüsüne sunmayı uygun buluyoruz. Buraya almadıımız ve özellikler ran edebiyatında ve Türk edebiyatında yazılan ortak konulu mesnevilerin mukayesesinden oluan çalımalarımız ile Türkçeye Farsçadan tercüme edilen, hatta bazen Türkçe erhleri de yapılan Farsça eserlerle ilgili çalımalarımızı ayrı bir kitapta bir araya getireceimizi de burada belirtmek istiyoruz. Türk kültür tarihi ile edebiyat tarihine bir nebze olsun katkı salayacaını ümit ettiimiz ve ilgililere faydalı olup onlara yeni ufuklar açacaını umduumuz bu eserin yayımlanmasında önemli desteini gördüüm aziz kardeim Prof. Dr. Ömür CEYLAN’a, yayımlanmasını üstlenen Kriter Yayınevi yetkililerine, sayfa düzenini yapan Ayten BALAÇ’a, bazı makaleleri bilgisayar ortamında yazan Aratırma Görevlileri Iılay Pınar ÖZLÜK ve Öznur ÖZDARICI’ya çok teekkür ediyorum. Prof. Dr. Ahmet KARTAL 24 Ekim 2008, Kırıkkale XIII XIV II. Baskı çin Sunu iraz’dan stanbul’a isimli kitabımızın ikinci baskısında, ilk baskısında görülen bazı eksiklikler ve aksaklıklar giderilmeye çalıılmıtır. Bunun yanında “Türk-Fars Edebî likileri”, “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri” ve “Eski Türk Edebiyatında Mesnevî” balıklı yazılar tekrar ele alınarak geniletilmi ve güncellenmitir. “Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde iir ve âirler” balıklı yazı, “Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde Dil ve Edebiyat” (Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 1, 2008, s. 95-168) isimli çalımamızdan hareketle ve konu yeniden ele alınarak oluturulmutur. lk baskıda olmayan “sti’âre Sanatına Eletirel Bir Bakı ve sti’âre Sanatının Necâtî Bey Dîvânı’nda Kullanımı”, “Manzum “Bosnaca-Türkçe” Sözlük Üzerine” ve “Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevisi Üzerine Notlar” isimli makaleler ise ilâve edilmitir. Bunların dıındaki çalımalarda ise, çok küçük birkaç husus hariç, ilk yayımlanmı veya sunulmu ekillerine mümkün mertebe balı kalınmıtır. Eserin ikinci baskısının yayımlanmasında önemli desteini gördüüm aziz kardeim Prof. Dr. Ömür CEYLAN’a, yayımlanmasını üstlenen Sahhaflar Yayınevi yetkililerine, eserin hazırlanmasında yardım ve desteini gördüüm deerli kardeim Yard. Doç. Dr. smet anlı’ya teekkür ediyorum. Prof. Dr. Ahmet KARTAL 05 Mart 2010, Eskiehir XV XVI RAZ’DAN STANBUL’A KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK Bugün klasik Türk edebiyatı olarak isimlendirdiimiz edebiyat, genel teamül olarak XIII. asırdan itibaren Dehhânî ile balatılmakta ve ran edebiyatının taklidi olarak nitelendirilmektedir. Ahmet Atillâ entürk hocamızın da dikkat çektii gibi, milletlerin dil ve edebiyatları, kısa sürede oluması mümkün olmayan, ortaya çıkıı, balangıcı bilinmeyen, çok uzun süreli zamanlara kadar uzanan yeteneklerindendir. Dehhânî Anadolu ’da güçlü bir eser verebilmise, bunu kendinden önce temel oluturmu, fakat tarihin tahribatı sebebiyle bugün elimize ulaamayan dier güçlü eserlerin varlıı sayesinde ortaya koyabilmitir. Yine XI. asırda Türk edebiyatının büyük eserlerinden olan Kutadgu Bilig nazme-dilebilmise, bu ancak Türklerin çok uzun yıllar öncesine kadar uzanan bir nazım tecrübesi ve geleneinin sonucu olabilir. Hiçbir dil ve millet boyacı küpüne daldırılıp çıkartılmı gibi kısa bir sürede renkli edebî eserler ortaya koyma yetenei gösteremez (2004: 6). Onun için biz klasik edebiyatın tanımını yapmadan önce, onun oluumu ve geliimi hakkında bilgi vermeyi uygun görüyoruz. Türkler , ulaılabilen en eski belgelerden anlaıldıına göre, anadilleriyle edebî eserler üretme geleneini tarih sahnesinde görülmeye baladıkları ilk dönemlerden itibaren gerçekletirmilerdir (entürk 2004: 6). Nitekim slâmiyetten önceki Hun , Göktürk ve Uygur dönemlerinden elimize ulaan verilere göre, Türklerin kendilerine ait millî yazısının olduu, Türk edebiyatının slâmiyetten çok önce, inkiaf ettii, üst dil diyebileceimiz edebî bir dil oluturarak onunla manzum ve mensur eserlerin yazıldıı ve çeitli türlerin olutuu görülmektedir. Ayrıca Türkler tarihî süreç içerisinde temas halinde bulundukları kültürlerden kelime alıp verme konusunda da hiçbir zaman çekingen ve tutucu davranmamılardır. Bunun yanı sıra Çin , Hint , ran , Arap ve Roma gibi köklü medeniyetlerle sürdürdükleri kültür temasları boyunca da sürekli olarak yeniliklere açık bir tavır sergilemilerdir (entürk 2004: 6). Bu kültürlerden aldıkları deerleri, kendi deerleriyle meczedip onlara kendi renklerini vermiler, onları kendilerine mal ederek ortaya yeni ve orijinal eyler çıkarmılardır. Vambéry’nin Türklerin yenilikçi bir yapıya sahip olduklarını, ranlıların ise uygarlıkça Türklerin önünde bulunduklarını iddia ederken kapalı * * * * * * * * * * * * * * * 1 1 * * * KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK AHMET KARTAL bir toplum olup geçmi deerleriyle övündüklerini vurgulamı ve Türklerin yeni olan her eyden istifade edip onu kendi birikimleriyle yourarak kendilerine mal ettikten sonra, ortaya yeni eyler çıkardıklarını, bundan dolayı da ranlılardan daha ileri olduklarını kaydetmesi (1993: 20; Kartal 2006a: 304) özellikle bu hususa açıklık getirmektedir. Hatta Gazneli ve Selçuklu devletleri döneminde oluan iir üsluplarına verilen isimler, Türklerin o dönemlerdeki Fars dili ve edebiyatındaki fonksiyonları açısından dikkat çekicidir. Nitekim Gazneli Mahmûd ile Sultân Mes’ûd ’un Irak ’taki fetihlerinden sonra, Horasanlı olan Selçuklular burada aralıksız yayılma göstermi, Irâk-ı Âcem ve Irâk-ı Arab’da, Irak ve Horasan zevkleri ve kültürleri imtizaç ederek bu dönem iirinde açıkça görülebilen bazı deiiklikler olmutur. Bu bölgede oluan bu yeni iir tarzına “sebk-i Selçûkî (Selçuklu üslubu )” ismi verilmitir (Bahâr 1349: II/66). Aynı ekilde yine Gazneliler muhitinde Türklerin etkisiyle oluan ve gelien iir tarzına ise “sebk-i Türkistânî (Türkistan üslubu )” denmektedir (Vanlıolu vd 1994: 262). Hatta Alî îr Nevâyî ’nin Fars dili ile parlak iirler ve tatlı sözler ortaya çıkaran Türk asıllı âirlerin varlıından bahsetmesi (1996: 169) de bu bakımdan manidardır. te Türklerin cihanümul devletler kurmalarının arkasındaki sebeplerden birisi de, hiç üphesiz, bu farklı kültürlere rahatça uyum salayıp onları benimseme ve sindirme yetenei olmalıdır. Bunun bir neticesi olarak Türk dili , yerine göre bilim ve sanat dili olma ve amacını en mükemmel biçimde ifade edebilme gücüne kavumutur. Bugün Türkçe hem edebiyat hem de bilim dili olarak ihtiyaca cevap verebiliyorsa, bunda hiç üphesiz tarih boyunca edindii zenginliklerin büyük rolü vardır (entürk 2004: 6). Yama Türkleri tarafından kurulup Dou ve Batı Türkistan ’da hüküm süren Karahanlıların X. asrın ortalarında tamamen Müslüman olmalarından sonra, Türk tarihinde yeni bir dönem balamıtır (Yazıcı N., 1992: 80, 93). Türk toplumunu yeniden yapılandıran bir ahlâk ve inanç nizamı oluturan slâmiyet, bir inanç ve ahlâk nizamı olarak Türk toplumunun yapısını meydana getiren bir medeniyet olmutur. Böylece Türk toplumunun slâmiyet öncesi niteliklerinden bir kısmı, inanç, fikir ve gönül olarak balanılan yeni medeniyetle birlikte terk edilmi, bir kısmı daha da kuvvetlenirken, pek çok yeni nitelikler de fertlerin ahsiyetine ve toplum hayatına katılmıtır (Özakpınar 1997: 32-3). Bundan sonra Türk – slâm medeniyeti adı verilen tarihî geliimin temelleri atılmı ve yeni bir sentez halinde Türk-slâm kültürü olumaya balamıtır. Balayan bu yeni oluum dier alanlarda olduu gibi kendisini edebiyatta da göstererek, özellikle bu dönemde önemli bir Türk-slâm merkezi haline gelen Dou Karahanlıların bakenti Kagar ’da, slâmî Türk Edebiyatının bilinen ilk eserleri muhatabın1 * * * * * * * * * * * * * * * * 1 hsan Fazlıolu, buradaki “muhatab” kavramı üzerinde u önemli tasnifi yapmaktadır (Fazlıolu 2003: 157): a-Muhatab, ilme yeni balayan ve yalnızca Türkçe bilen bir örencidir [Muhatabın örenci olması]. * 2 2 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Türk olması hasebiyle Hakanî Türkçesi ile yazılmıtır. Nitekim daha sonra aynı özellie sahip Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devletleri döneminde Türkçe eser verilirken, muhatabın özellikle halkın Fars olduu Gazneli ve Selçuklu dönemlerinde Farsça eserler verilecektir. Karahanlılar , özellikle de Gazneliler ve Selçuklular döneminde, kültür ve sanat hayatının ilerlemesinde üç dil kullanılmıtır. Bunlar, ilmî hayatta kullanılan Arapça , edebî dil olan Farsça ile saray ve orduda konuulan Türkçedir. Sâmânî saltanatının üzerine kurulan Karahanlı (Zerrînkûb 1371: 48), özellikle de Gazneliler (Nu’mânî 1368: I/44), hazır buldukları devlet tekilatını, daha önce içinde bir parçası olmaları, aynı yönetim ile gelenein içinde bulunmaları sebebiyle alıp fazla bir sıkıntı çekmeden devam ettirmilerdir. Bunda üphesiz dönemin artları da etkili olmutur. Çünkü Türk devletlerinin kurulduktan hemen sonra, fetih hareketlerine baladıkları dikkat çekmektedir. Ancak devlet tekilatı oluturmak için belli bir zamana ve artlara gereksinim olduu malumdur. Bundan dolayı da gerek Gazneliler, gerekse Selçuklular vakit kaybetmemek için hazır olanı alıp hiçbir komplekse girmeden benimseyip kullanmılardır. Böylece devletin yazıma usulleri de dier pek çok kurum gibi bu devletler döneminde aynen devam ettirilmitir. Bunun yanında bu Türk devletlerinde yaayan Türkler , Türkçe konuuyorlardı. Her ne kadar elimizde bir belge olmasa da, bu devletlere balı Türklerin saraya herhangi bir sebeple yaptıı müracaatlarını yazılı veya ifahi olarak Türkçe yaptıkları muhakkaktır. Hatta mahallî lisanlar da kullanılmakta ve bu dilleri tercüme edebilecek görevliler hazır bulundurulmaktaydı (Palabıyık 2001: 50-51). Burada u noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Orta çada kurulan Türk-slâm devletlerinde "devlet dili"nin bazılarında Arapça, bazılarında Farsça olduu iddiaları fazla önem taımaz. Çünkü son asırlarda millî devletlerin teekkülü ile ortaya çıkan "resmî dil" anlayıını Ortaçalarda aramak doru deildir. O devirlerde gerek yazıma gerek konuma dilinin tayininde en önemli faktör yönetilen halk idi. ran sahasında ve Arap memleketlerinde idareyi Türkçe ile yürütmek mümkün deildi. Öyle olunca Türklerin gelimi edebî dili ve kendi yazıları olduu hâlde Arapça ve Farsçanın yanında Türk dilinin devletler ölçüsünde umumîlememesini tabiî karılamak gerekir (Kafesolu 1988: 381-82). Nitekim * * * * * * * * * * * * * * * * b-Muhatab, eserin içerisindeki bilgileri kullanacak, yalnızca Türkçe bilen siyasi ya da medenî bir meslekî sınıfa mensup kiidir [Muhatabın meslekî bir sınıf olması]. c-Muhatab, eserin içerdii bilgilerin kamuya maledilmesi için seçilen bölgedeki youn Türk nüfusudur. Baka bir deyile yazar veya mütercim genel fayda için eserinin etki ve kullanım alanını geniletmeyi hedeflemektedir [Muhatabın Türkçe konuan halk olması]. ç-Muhatab, eserin kendisine sunulduu, yalnızca Türkçe konuan Sultan ya da etkili-yetkili bir devlet adamıdır. Baka bir deyile muhatab, eserin ithaf edildii siyasî-idarî hakimiyet odaının konutuu dildir [Muhatabın siyasî-idarî irade olması]. d-Hiçbir pratik hedef gütmeden yalnızca Türkçe dil bilincine dayanan telif ve tercüme faaliyetinde muhatab kiinin dil bilincinin varlııdır [Muhatabın dil bilinci olması]. * * * * * 3 3 KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK AHMET KARTAL Beylikler dönemi Türk kültürü üzerine kurulan ve halkı Türklerden oluan Osmanlı Devleti'nin yükselii ile Osmanlı Türk dili ve kültürü, saray ve ordunun yanı sıra yüksek memurların da dili olmutur (Hourani, 1997: 119). Yine bu dönemlerde, özellikle de edebî eserlerde Farsçanın kullanılmasında, genel teamüle göre Farsçanın gelimi bir dil olarak görülmesinin etkili olduu da muhakkaktır. Bunun yanında millî hisleri oldukça kuvvetli olan ve yönetilen konumunda bulunan Farsların bu duygularını küllendirmek için kullanılmı olabileceini de göz önünde bulundurmak gerekir (bak. Riyâhî 1995; lhâme-i Miftâh 1374; Sıddîk 1384: 18-22). Esasında Farsçanın bu dönemlerde slamî kültür çevresine uyum göstermenin geçi dili hüviyetine sahip olduunu da burada belirtelim. Özellikle Yeni Farsçanın oluumundan sonra meydana gelen Fars iirinin oluumu ve geliimi üzerinde, iire sempati ile yaklaıp âirleri destekleyen Karahanlı , özellikle Gazneli ve Selçuklu sultanları ile o dönemlerde Farsça iir söyleyen Türk asıllı âirlerin önemli bir yere sahip olduu ve Fars iirinin muhtevasının belirlenmesinde de etkili oldukları görülmektedir. Bu da, bu dönem iirinin Fars iiri mi, yoksa Farsça iir mi olarak isimlendirilmesinin doru olacaı konusunu gündeme getirmektedir. Geliim sürecine bakıldıı zaman (Kartal 1999/2000, 2001, 2004; Karaismailolu 2001) Fars iiri yerine Farsça iir denilmesinin daha uygun olduu görülmektedir (Arı 2003). Çünkü Ferruhî-i Sîstânî, Menûçihrî-i Damgânî, Mu’izzî-i Semerkandî, Hakanî-i îrvânî, Nizâmî-i Gencevî, Katrân-ı Tebrîzî, Emîr Hüsrev-i Dihlevî , Sâ’ib-i Tebrîzî, Bîdil ... gibi yazdıı Farsça eserlerle büyük bir kısmı ran Edebiyatında birinci derecede yer igal eden, daha sonraki dönemlerde de birçok muakkıp edinen Türk asıllı âirler tarafından yazılan Farsça iirler, bu bakıla tekrar incelenmeye tabi tutulduunda, bu dönemlerde oluan edebî zevke, Türk edebî zevkinin sirayet ettii görülecektir. Hatta bu iirin özünde Türk millî hissi, Türk sanat anlayıı, Türk örf, âdet, gelenek ve inançlarının önemli bir yere sahip olduunun nianı konumunda olan “Türk” kavramının önemli bir kullanım alanına sahip olduu müahede edilecektir. Hatta bu iirlere Türkçenin metrik yapısının yansıdıı dahi hissedilecektir. Nitekim Türk asıllı Nizâmî-i Gencevî’nin eserlerinde bu husus rahatlıkla müahede edilmektedir. Bundan dolayı Nizâmî-i Gencevî ile Hâfız-ı îrâzî’nin iirleri ve bunların yapıları göz önünde bulundurulduunda bu husus net olarak kendisini göstermektedir. Gazneli ve Selçukluların egemen oldukları yıllarda, slâm dünyasında büyük fikrî ve edebî gelimelerin olduu dikkat çekmektedir. Bu duruma etki eden en önemli faktör, X. asrın ilk yıllarından itibaren Maveraünnehir ve Horasan çıkı noktası olmak üzere bütün slâm dünyasında etkili olmaya balayan Türklerin varlııdır (Karaismailolu 2000: 2). Bu konuda ran edebiyat tarihçisi Zebîhullah Safâ , “Kuruluu slâm medeniyetinde ve özellikle ran’da büyük bir deiimin balangıcı olan en büyük Türk devleti, Selçuklu Devleti’dir.” (1372: 10; Karaismailolu 2000: 2’den) diyerek duruma açıklık * * * * * * * * * * * * * 4 4 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A getirmitir. Gazneli özellikle Selçuklular dönemi Dou iiri için âdeta bir deiim dönemidir. Bu Arapça , Farsça ve Türkçe iir için aynı derecede etkin olan bir deiim ve gelimedir. iirde üslûp farklılıı olumu, düünce ve hayal aırlık kazanmaya balamı, maddî hisler ve dı dünyaya yönelik gözlemler yerini manevî hislere ve iç dünya zevklerine bırakmıtır. iirde çok açık bir ekilde dinî, ahlâkî ve tasavvufî diye nitelendirilen bir bakı ve algılayı, dier bir ifadeyle dinî hissiyat öne çıkmıtır (Karaismailolu 2001: 14). Bu dinî hissiyat ise kendisini Sünnî ve Hanefî çizgide oluan bir dindarlık olarak göstermektedir. Hatta daha Gazneliler döneminde saray âirleri, Sultân Mahmûd ve oullarını överken din ve adalet adına mücadeleden bahsetmilerdir. Ayrıca Gazneliler döneminde yaayan Unsurî (Kedkenî 1366: 534), Ferruhî-i Sîstânî (Yûsufî 1373: 399-402; Kedkenî 1366: 492) ve Menûçihrî-i Damgânî (Kedkenî 1366: 516; Cokuner 2002: 30-37)’nin ve Selçuklu döneminde yaayan Hakanî-i îrvânî (Kezzâzî 1368: 201-5, 208-10), Lâmi’î-i Dehistânî’nin (Kedkenî 1366: 648) iirlerinde slâm ve slâmî akideden kaynaklanan tasvirler sıkça yer aldıı görülmektedir. Yine Selçuklular dönemine kadar Arapça iirde younlukla; Farsça iirde kısmen yaygın örnekleri bulunan balıca arap, kadın ve müstehcenlik olmak üzere maddî zevkler üzerine söylenen iirler, bundan sonra ancak nadir örnekler olarak görülür. Türk hanedanlarına mensup saray çevresinde oluan, siyasî bir muhteva taıyan ve iîlik davasında bulunan iirlerin de bu dönemlerde oldukça azaldıı dikkat çekmektedir (Karaismailolu 2001: 16). Anadolu’nun, Türkler tarafından fethedilmesinden sonra, iktisadî refahın, düünce özgürlüünün ve düzenli devlet idaresinin hâkim olduu, güzel sanatların gelitii bir saha (laydın 1974: 770) olması ve Anadolu Selçuklu sultanlarının tıpkı Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu sultanları gibi âirlere ihsanda bulunmaları, ilim adamlarına lâyık oldukları ikram ve himayeyi göstermelerinden dolayı (Uzunçarılı 1948: 295) Anadolu’ya Orta-Asya, Suriye , Irak , ran taraflarından bir çok âlim, mütefekkir ve sanatkâr gelmitir (Uzunçarılı 1948: 288; ayrıca bak. Riyâhî 1995: 73). Anadolu’da gerek Dânimendliler gerekse Selçuklular döneminde ilmî ve edebî faaliyet önce saray muhitinde balamı, müteakiben bu faaliyet II. Kılıç Arslan’ın oullarının valilikleri zamanında ehirlerdeki ehzade muhitlerine de sirayet etmitir. Özellikle sükun ve asayiin iyice salanmasıyla Anadolu’da hummalı bir içtimaî ve fikrî hareket kendini göstermitir (Uzun-çarılı 1948: 288). Bu dönemde Anadolu ’da Türkçe , Rumca , Ermenice Arapça ve Farsça olmak üzere be dil konuulmaktaydı (bn Bibi1996: I/141). Anadolu Selçukluları zamanında da Selçuklu döneminde olduu gibi edebiyat dili Farsça, ilim dili ise Arapça idi. Ayrıca bu dillerden Farsça resmî dil olarak kullanıldıı için telif edilen eserlerin büyük bir kısmı Farsçadır. Özellikle söylemi olduu Farsça iirlerle hem Fars dilinin hem de Fars edebiyatının oluumu, geliimi ve klasik mahiyet alıında önemli bir yere sahip olan Türkler , özellikle Anadolu’ya * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 5 5 * * KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK AHMET KARTAL gelip burayı vatan edindikten sonra, hakim unsur olan Türklere hitap etmek için artık iirlerini Türkçe olarak söylemeye baladılar. Bu dönemde söyledikleri mısra, beyit, gazel, kaside ve mesnevî formundaki Türkçe iirlerle Evhaduddîn-i Kirmanî, Dehhânî , Mevlânâ , Sultân Veled Yûnus Emre ve Nâsırî Ouz Türkçesinin bir edebiyat dili olarak geliiminin bayraktarlıını ve öncülüünü yapmılardır (Kartal 2006). Mikail Bayram, yaptıı kütüphane taramaları neticesinde, Anadolu Selçukluları zamanında, 230 küsur eser telif edildiini, bunlardan 20 tanesinin müellifinin meçhul olduunu, geriye kalan eserlerin 80 müellif tarafından yazıldıını belirttikten sonra, bu eserlerden 145’inin Farsça, 68’inin Arapça, 15’inin Türkçe olarak kaleme alındıını, birkaç eserin de Süryanice ve Ermenice olduunu söylemektedir (2004: 107). Bu manzara Anadolu Selçuklu Devleti ’nin hem karıık kültürlerden olutuunu hem de çok dilli bir ortam sunduunu göstermektedir. Bu da her topluma kendi diliyle hitap eden çeitli eserlerin yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli iirlerin (mülemma) yazılmasına da zemin hazırlamıtır. Çünkü bu tip toplumlarda her dilin kendine has farklı ilevleri vardır ve her biri belirli bir amaç ve durum için kullanılır. te çok dilli iirler de bu durumun ilevsel bir yansımasını sergilerler (Johanson 1993: 29). Hatta bu tip davranıın özellikle zengin bir sözlü edebiyat geleneine sahip olan Ouz Türkçesinin aruz vezniyle söylenilen edebî metinlerde de kullanılmasıyla edebî olarak etkin bir hâle gelmesine yardımcı olduu görülmektedir. Yani bu mülemma iirler edebî açıdan fazla ilenmemi olan Ouz Türkçesinin ilenmi olan dillerin özellikle de Farsça ve Arapçanın çatısı altında talim imkânı elde ettii söylenebilir. Nitekim Köprülü’nün deerlendirmesiyle Horasan ve Maveraünnehir âirlerinin oldukça etkin bir dönemde aruzla iir yazmaya Türkçe-Farsça mülemmalarla baladıkları (Johanson 1993: 34-35) gibi Anadolu’da da aynı durumla karılamaktayız. Nitekim Anadolu'da yazılan ilk Türkçe iirin Türkçe-Farsça mülemma bir gazel olması bunu göstermektedir (Bayram 2005: 209). Tabiî ki burada Johanson’un ifade ettii gibi, bu dönemde modern tarzda dil ve millet bütünletirilmedii için son dönemlerdeki millî dile sadakat veya dil milliyetçiliinin olmadıı da hatırlanmalıdır. Ayrıca Orta Ça Avrupa edebiyatında olduu gibi dil tercihi sanatçıların milliyetine göre deil, edebî türe göre belirlenmekteydi (1993: 28). Anadolu Selçuklu Devleti’nin Mool baskısıyla zayıflayıp yıkılmasından sonra, bulundukları bölgelerde kurulan yönetimler, Türkçeye dayalı bir idareyi tercih etmilerdir. Çünkü bu beylerin hükmettikleri kitleler hep Türkçe konuuyor, kendileri de genellikle Türkçeden baka dil bilmiyorlardı. Bundan dolayı Arapça ve Farsçaya yönetim mekanizmasında ihtiyaç duyulmamıtır. Böylece Beylikler dönemi, Türkçenin yazı dili olarak gelimesinde bir milat olmutur. Artık yönetim dili Türkçelemi; bilimin, özellikle de sanatın koruyucusu, Türkçeyi tercih edince entelektüeller de Türkçeye yönelmilerdir (Develi 2006: 46-47). Bu bilinçlenme ile Türkçeye verilen önem neticesinde, Türkçe artık bir ilim ve edebî dil olma yolunda önemli adımlar atarken, Farsça * * * * * * * * * * * * * * 6 6 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A eserler de verilmeye devam edilmitir. Bu dönemlerde Anadolu’da Ouz Türkçesine dayalı yazı dili olarak gelien Türkçenin dıında, Eski Türkçe, Karahanlıca ve arkasından Harezmcenin mirasını devralıp yine yazı dili olarak gelien Çaatayca ile dil boyu ve Mısır’daki Memluk Devleti’nde gelien Kıpçakça da dikkat çekmektedir (Develi 2006: 47). Bu dönemden itibaren Anadolu 'da olumaya balayan edebî Türk dili , Yıldırım Bâyezîd devrinde sarayın tam anlamıyla kurumsallamasıyla birlikte, geliimini devam ettirmi ve Anadolu’da Türkçe yazılan edebî eserlerin sayısında birden bire artı olmutur (Kalpaklı 2003: 43). Osmanlı Devleti’nin kültür ve medeniyet alanında ilerleme devri olan XV. asırda, özellikle stanbul’un fethi, daha önce balayan edebî kıpırdanmaları daha da güçlendirmitir. Bu dönemde özellikle Fâtih’in stanbul’u dünyanın önemli kültür merkezlerinden biri hâline getirmek için sanatkârları, bilginleri ve âirleri burada toplamaya balaması, ehzadeler II. Bâyezîd’in olu Korkud ve Ahmed ile Fâtih Sultân Mehmed’in olu Cem’in etrafında edebî çevrelerin teekkül etmi olması, bu yüzyılda edebiyatın hızlı geliimine katkılar salamı (Tekin 1995), ranvârî gazel ve kasideler kendisini net olarak göstermeye balamıtır. XVI. asır Türk kültürü ve medeniyeti ve buna paralel olarak Türk sanatı ve edebiyatının hızla gelierek mükemmeli yakaladıı bir dönemdir. stanbul’un dönemin önemli bir kültür merkezi hâline geldii bu dönemde, artık klasik hüviyete sahip eserler kaleme alınırken kendilerini ranlı meslektaları seviyesinde gören Anadolulu âirler, onlardan daha büyük olduklarını ifade etmekten çekinmemeye balamılardır. Artık Türk iiri tekamül ederek tam anlamıyla olumutur. Bu iir dili oluurken Osmanlı âiri, ecdadı olan Gazneli ve Selçuklu dönemi âirlerinin Farsça olarak söyledikleri ve kendilerine tevarüs eden iirleri, kavramları, üslubu ve tarzı bazen muhafaza ederek bazen de Türkçe olarak ifade etmeye balamı ve gelitirerek gerçekten merhum Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan'ın ifade ettii gibi "medeniyet âlemine büyük bir iftiharla sunabileceimiz bir sanat mahsulü" (1990: 90) hâline getirmitir. Bundan dolayı Anadolu'da gelien Türk edebiyatını anlamak için Türkistan 'da Türk asıllı hükümdar ve âirlerin destei ve hamilii ile gelien Farsça iirin iyi ekilde analiz edilip anlaılması gerekir. Çünkü klasik iirimiz yukarıda ifade ettiimiz gibi, tohumu Türkistan'da Farsça olarak atılan iirin Anadolu'da Türkçe ile ifade edilmesinden baka bir ey deildir. Yani Osmanlı âirinin ran iirinden istifade etmesi, esasında ecdadının zevkiyle, anlayııyla, düüncesiyle tezyin edilip Farsça oluturulan yadigarının Anadolu’da Türkçe olarak ifade edilmesi olarak kendini göstermektedir. Mevcut olan edebiyat, zaten bu filizlenmenin Anadolu’da gerçekletiini net olarak göstermektedir. Burada unutmayalım ki, Hasibe Mazıolu’nun da dikkat çektii gibi klasik âirlerimiz, özellikle XV. asırdan itibaren aırlıklı olarak kendi duygu ve düüncelerini, yaayılarını, çevrelerini, gelenek ve göreneklerini, atasözlerini ve deyimlerini, kısaca tümüyle kendi benliklerini Türk ve ran asıllı âirlerin birlikte oluturdukları ortak * * * * * * 7 7 * KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK AHMET KARTAL mefhum ve kavramlarla yourup ekillendirerek ran iirinden ayrı bir Türk iiri meydan getirmilerdir (1982: 112). Bu dönem edebî ürünlerine bakıldıında Osmanlı âirinin Fars edebiyatıyla olan ilikisinde eziklik duygusu içinde deil, bilakis ranlı âirle rekabet duygusu içinde olduu açıkça görülmektedir. Özgün iir peinde olduu müddetçe, Fars âiriyle boy ölçüebilecei düüncesinde olan Osmanlı âiri, daima özgün olma gayreti içerisinde bulunmutur. Çünkü usta âir için iirde taklidin yeri yoktur. Onun için de Osmanlı âiri baka âirlerden, özellikle de Fars âirlerinden farklı tarzlarda ve ekillerde iir söyleme çabası içerisinde bulunmu ve bunda belirli oranda baarılı olmutur (Mengi 2000: 167). Bunun en net göstergesi ise, Fars edebiyatının gözlere, genilemesine görünmesine ramen, bizim klasik edebiyatımızın youn bir anlam derinliine sahip olmasıdır2. Nitekim onda, bizim klasik edebiyatımızdaki 2 Klasik iirimizin bu hususunu Haydar Ali Diriöz tarafından tahlil edilen eyh Gâlib’in u beytinde görmek mümkündür (Diriöz 2003: 30-32): Gösterüp mir’ât hüsnün Îsi-i mu’ciz-deme Hasta-i nevmîd idüp çem-i suhan-gû koymı ad “Güzelliin, nefesi mucize olan sa’ya, ayna göstererek, onu, ümitsiz bir hasta edip, sonra ona, söz söyleyen göz adını koymu” Beytin esasını, kapalı ve açık söyleni vasıflarıyla, (göz) tekil etmektedir. Divan Edebiyatının, zikri geçen mazmunları arasında (çem)in bir vasfı, (bîmâr, hasta)dır. Bu aynı zamanda (Îsi -i mu’ciz-dem)le ilgilidir. Çünkü, Hazret-i sâ’nın mucizelerinden birisi, (hasta)lara ifa vermektir. (Göz)ün bu kapalı vasfının yanında, bir de, açık söyleni (suhan-gû) vasfı bulunuyor. Aslında beytin aırlık merkezi bunun üzerine kurulmutur. (Bîmâr) vasfı gibi, bu (suhan-gû) vasfı da, (Îsi -i mu’ciz-dem) ile alakalıdır. Zira, sa’nın mucizelerinden birisi, kendisinin beikte konumasıdır, (suhan-gû) olmasıdır. (Hasta-i nevmîd) ile (çem-i suhan-gû), bir arada olunca, bize ümitsiz ve aır hastaların, ancak gözleriyle konuabildikleri imajını vermektedir. Bundan baka, ümitsiz aır bir hastanın, kendisinden geçince, ölüp ölmediini anlamak için, azına ayna tutarlardı. Bunu (gösterib mir’ât) sözlerinden anlıyoruz. (Mir’ât) ile (suhangû), (papaan) mazmununu ortaya çıkarmaktadır. Çünkü, papaana konumayı, ayna ile öretirlermi. Hâfız’ın u beyti, meseleyi etraflıca izah etmektedir: Der pes-i âyine tûtî sifetem dâte end Ançi Ostad-i ezel goft begu mîgûyem Mânâsı: “Beni bir papaan gibi, ayna arkasında tutmulardır. Bu sebeple, ben, ancak (Ezel üstadı)nın, bana, “söyle” dediini söylüyorum. Burada eyh Gâlib’in, papaan mazmununu vermesi, bir yönden , (göz)ün bakılarının, tatlı olduunu, söylemek içindir. Çünkü, papaanın edebiyatımızdaki vasfı, (eker-hâ)lıktır. Hazret-i sa gibi, ölüleri dirilten bir peygamberi, (hasta-i nevmîd) eden bir (hüsn), lâhî bir güzellik olacaına göre, Gâlib burada, Tasavvufa girmi bulunmaktadır. Bilindii üzere, eya ve mezâhir, (Cemâl-i Mutlak)ın güzelliklerini aks ettiren, birer aynadır. Mezâhir aynasından hangisine bakılırsa, (Hüsn-i Mutlak)ı görmek mümkündür. O halde, air: (Tanrım! Güzelliin, nefesi mu’cize olan sa Peygamber’e ayna göstermitir.) demekle, unları anlatmak istemitir: “lâhî! Sen ona, cemâlinin aksini göstererek, kendine cezbettin. O da Sana kavumak itiyakıyla göe çıktı. Ancak O, (mâsivâ)dan tamamıyla kurtulamamıtı. Üzerinde, dünyaya ait bir ine bulunduu için, (fenâfillah) mertebesine, yani Sana eriemedi. Yarı yolda, 4. kat gökte, (Felek-i ems)te kaldı. Bu 8 8 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A derinlie tesadüf edilmez. Bundan dolayı da ran edebiyatını anlamak kolay, bizim edebiyatımızı kavramak ise güçtür. Bu da Türk iirinin Fars iirinden yukarıda dikkat çektiimiz yönlerinin yanında, özellikle anlam derinlii bakımından ayrı bir hüviyete sahip olduunu göstermektedir. Özellikle Batılı bilim adamları, gerek yukarıda dikkat çektiimiz hususları göz önünde bulundurmamalarından dolayı, gerekse klasik edebiyatımızı dıtan inceleyip derinliine inemedikleri için müterek kavramlara bakarak onu ran edebiyatının bir kopyası zannetmilerdir (Diriöz 2003: 32). Burada dikkat çeken dier bir husus da, Türk iirinin özellikle kemiyet itibariyle daima gelierek tekamüle doru giderken, Gazneli ve Selçuklu dönemlerindeki Türkün hamiliini kaybeden ran iirinin Gibb’in ifade ettii gibi “asla kurtulamayacaı bir kısırlıa maruz” kalmasıdır. Câmî ile klasikliini tamamlayan ve gerilemeye balayan ran iiri, XV. asırda ne ise XX. asırda da o olmutur. Her ne kadar ara dönemlerde çeitli aamalardan geçmise de, bu sadece kelime seçimi ve ifadede ufak deiiklikler olarak kalmıtır. Asla köklü deiiklik ve yeni bir hayat ifadesi olmamıtır. Hatta Câmî döneminde söylenenlerin ifade eklini ve mecazlarını deitirerek, fakat asla öze dokunmadan ve yeni konular ilâve etmeden söylemeye devam etmilerdir (Gibb 1999: I-II/43). te bu noktada yukarıda belirttiimiz gibi Türkistan ’da Fars dili ve edebiyatının oluumunda ve geliiminde olduu gibi, Anadolu ’da Türkçe ile oluan bu edebiyatın keyfiyet ve kemiyet itibariyle oluumunda, geliiminde ve hüviyetinin belirlenmesinde etkili olan bu Türk asıllı olup Farsça iir söyleyen âirlerin de Türk edebiyatı tarihinde yer almaları gerekliliini düünüyorum. Bugün edebiyat tarihlerimizde sınırlı da olsa Mevlânâ ’ya, Sâib-i Tebrizî’ye yer verdiimiz gibi Nizâmî-i Gencevî’ye, Hüsrev-i Dihlevî’ye, evket-i Buhârî’ye Ferruhî-i Sistânî’ye vb. de yer vermemiz, o insanlara karı olduuna inandıım vefa borcumuzu eda etmemize bir vesile olacaı kanaatindeyim. Nitekim bu âirler her ne kadar iirlerinde Farsçayı kullansalar da, Türk gibi düünüyorlar, Türk gibi hissediyorlar, Türk gibi algılıyorlar ve Türk gibi yaıyorlarlardı. Ancak bu hislerini, duygularını ve düüncelerini ifade ederken, konjonktür gerei, dil olarak Farsçayı kullanıyorlardı. Ayrıca bu iirlerde Türkçe kelimelerin yanında “Türk” kavramının etrafında çeitli kullanımlara da yer vermeyi ihmal etmiyorlardı (bak. Kartal 1999, 2004; Merçil 1978; Karaismailolu 2001; ükürlü 2002; Köprülü 2003: 219; Emirçupani 2001) Burada, özellikle u hususun, göz önünde bulundurulması gerektiini * * * * * * * * sebeple, Sana kavumak ümidini kaybetti. Senin verdiin mu’cizeyle, ölüleri dirilttii ve hastalara ifâ verdii hâlde, kendisi, ümitsiz bir hasta oldu.” [….] Yalnız, urasını belirtelim ki, beyitte geçen (âyîne) ve (papaan) mazmunları, baka bir yönden de Hazret-i sa ile alakalıdır. Çünkü, aynada görünenlerin hiç birisi, kendinden deildir. Birer akisten ibarettir. Papaan da öyledir. Kendiliinden konumaz. Kendine öretilenleri söyler. Hazret-i sa da, peygamber olduu için, sadece, kendisine vahyolunanları tebli etmitir. sa’nın (âyîne) ve (papaan)a tebih edilmesinin vechi budur. 9 9 KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK AHMET KARTAL düünüyoruz. Eserin hüviyetinin olumasında, malum olduu üzere, muhatabın anlayıı ve algılayıının önemli olmasından dolayı bu âirlerin belli bir noktada eserlerine kendi ruhlarını yansıtırken muhatap olarak aldıkları halkın anlayı ve algılayıını da yer yer yansıtmayı ihmal etmedikleri dikkat çekmektedir. Bu ise doal olarak karılanması gereken bir durumdur. Bütün bu açıklamalardan sonra, yukarıda çizmeye çalıtıımız çerçeveden hareketle klasik edebiyatımızı u ekilde tanımlayabiliriz: Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında ve slâm öncesi edebî birikimlerinin bir devamı olarak kendi zevk ve anlayılarıyla ilk örneklerini Asya’da Fars diliyle verip ran edebiyatının geliimine katkıda bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçenin slâmî kültür ve edebiyat geleneklerine adapte olmasıyla da Osmanlı, Çaatay ve Azerî sahaları merkez olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz ve ekil itibarıyla klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak kaydıyla vücuda getirdikleri edebiyattır. * * * "Klasik Türk Edebiyatını Yeniden Tanımlamak", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prof. Dr. Abdülkadir Karahan Anısına I. Uluslararası Klasik Türk Edebiyatı Sempozyumu, 12-13 Nisan 2007, stanbul, 61-72. * 10 10 BÖLÜM I Türkistan ’dan Yansımalar * RAZ'DAN STANBUL'A TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında ve slâm öncesi edebî birikimlerinin bir devamı olarak kendi zevk ve anlayılarıyla ilk örneklerini Asya’da Fars diliyle verip ran edebiyatının geliimine katkıda bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçenin slâmî kültür ve edebiyat geleneklerine adapte olmasıyla da Osmanlı, Çaatay ve Azerî sahaları merkez olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz ve ekil itibarıyla klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak kaydıyla vücuda getirdikleri edebiyat Klasik Türk Edebiyatı olarak isimlendirilmektedir ( Klasik Türk Edebiyatını Yeniden Tanımlamak). Yaklaık altı asır kesintisiz olarak devam eden, köklü ve derin bir geçmie sahip olan Klasik Türk Edebiyatının bütün yönleriyle anlaılabilmesi ve salıklı bir ekilde deerlendirilebilmesi, Yeni Fars Edebiyatının oluum dönemleri ile o dönemlerde mevcut olan Türk edebiyatının tarihî seyir itibariyle aratırılması ve incelenmesi ile mümkün olabilir. Bu ilk dönemle ilgili aratırmalarda öncelikle Arap ve Fars edebiyatlarının da mukayeseli bir ekilde dikkate alınıp incelenmesi gereklidir. Türk edebiyatının Arap edebiyatından çok Fars edebiyatı ile iliki içerisinde bulunduu, slâm medeniyeti esaslarına göre oluan Yeni Fars Edebiyatının gelimesinde özellikle Türk asıllı hükümdarların ve Farsça iir söyleyen Türk asıllı airlerin büyük rolü olduu malumdur. Bundan dolayı bu inceleme ve aratırmayı yaparken öncelikle Fars edebiyatının dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca konu Türkçe ile Farsçanın tarihî seyir içerisindeki münasebetleri, beraberlikleri ve karılıklı etkileimlerini de göz önünde bulundurmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak bu ekilde hareket edildii zaman salıklı bir sonuca varılacaı ve Klasik Türk iirinin gerçek deerinin ortaya konulabilecei kanaatindeyiz. Yoksa, XIX. asrın ikinci yarısından sonra, özellikle Batılı müsteriklerin öncülüünde dile getirilen ve günümüzde de genel kabul gören “Klasik Türk iirinin herhangi bir geçmiinin olmadıı”, “tamamen Fars kültürünün etkisinde kaldıı”, “Fars iirinin taklidi olduu”, hatta “tamamen ran zevkini taıdıı” gibi hiçbir ilmî gerçee dayanmayan ve sübjektif bakı açısını yansıtan görülerin aırlıı devam edecektir. Burada bu konu yeniden ele alınarak Fars edebiyatının balaması ve gelimesi, Türklerin Fars edebiyatının gelimesindeki yeri, Türk ve Fars edebiyatının karılıklı * * * * * * * * 13 13 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL etkileimi ve Anadolu ’da oluan Osmanlı dönemi edebiyatı ve bu edebiyatın Fars edebiyatı ile münasebeti üzerinde durulacaktır. * Fars Dili ve Edebiyatı’nın Ortaya Çıkıı ve Yeni Farsça * Hind-Avrupa dillerinin bir kolu olan Fars dili , en aaı 2500 yıllık bir maziye sahiptir. Eski Yunan tarihçilerine ve Avesta’ya göre, ran ’da Akamenidler devrinde az çok inkiaf etmi bir edebiyat mevcuttu. Eski ran dili, ilkönce Avesta dili ile resmî dil olan kadîm Fars dili ubelerine ayrılmı; zamanla deien kadîm Fars dili, Ekâniyân ve Sâsâniyân döneminde Pehlevî adını almıtır (Tarlan 1944: 1). Pehlevî dili ve yazısı, slâm’dan sonra II. ve III. asırlara kadar kullanılmı, daha sonra resmiyetini kaybetmitir. Ancak, bu dili ve yazıyı V. asra kadar Zerdüti mubed ve hirbodları, dinî yazımalarında kullanmaya devam etmilerdir (Atalay 1996: 43). Sâsânîlerden bugüne bazı kitabeler kalmıtır. Bunlar önce üç dil ile -Yunanca-Güneybatı ranca veya Sâsânî-Kuzeybatı ranca veya Ekanî-, sonra Sâsânî ve Ekâni dilleriyle, daha sonra ise sadece Sâsânî dili ile yazılmılardır (Atalay 1996: 43). Ayrıca bu dönemde iir söylendii; bunların, dakik vezinli, tam kafiyeli, edebî sanatların çok az ve mısraların 5-11 heceli olduu belirtilmektedir (Atalay 1996: 44). slâmiyet’le birlikte ran dili ve edebiyatında köklü deiiklikler olmutur. Bu durumu Celâleddîn-i Humâî, u ekilde dile getirmitir (1340: 271): * * * “Her siyasî ve dinî inkılâbın ve milletlerin birbirleriyle kaynamasının akabinde edebî bir inkılâbı arkasından taıdıı açıktır. Bu hüküm kendisini, slâm`dan sonra hem ran edebiyatında hem de Arap edebiyatında gösterdi.” * * slâm dininin etkisiyle inançlarda, ilimlerde ve âdâbda yenileme, ranlıların Araplar ve dier milletlerle karıması ve özellikle dilin deimesi ve tahrifine esas olan amillerin etkisi altında Farsça lisanlarda çeitli deiiklikler ve farklılıklar olumu ve Farsça ekillenip u anki hâlini almıtır (Karaismailolu 1999: 15). Arapların ran ’ı istilası sonucu, Zerdüt dininin yerini slâmiyet aldı. Arap dilinin Fars diline tesiriyle tedricen Pehlevî dili yok oldu ve onun yerini Arap harfleri aldı. slâmî ilimleri örendikten sonra, bunlarla ilgili telif ve tercüme eserlerle itigal ettiler. iirin üslûbu deierek Arap iirinden etkilendiler (Humâî 1340: 271-73). Abdülmelik b. Mervân’ın (65-86/685-705) zamanından itibaren ran ’ın batısında Irak ’ta defter ve divanlar Pehlevîceden Arapçaya aktarıldı. Halife Hiâm bin Abdülmelik (105-125/724-743)’in son yıllarına kadar Horasan ’da bulunan münilerin çounluu Mecusî olduu için, idari ilerde Orta Farsça kullanılmıtır. Ancak hicrî 124 yılında Yusuf bin Ömer’in aldıı bir kararla kendi ilerinde ve yazımalarda müriklerin çalıtırılmaması ve Farsça kullanılmaması kararlatırıldı. Bundan sonra bütün ran’da Arapça tek idarî dil * * * * * * * * 14 14 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN oldu. Böylece Pehlevî lehçesi ve yazısı giderek yerini Arap diline ve yazısına bıraktı (Karaismailolu 1999: 15; Hânlerî 1366: I/307-8). Artık yerli halkın büyük bir kesimi Arapça yazmaya ve iir söylemeye baladı. Seâlibî (ö. 1037), Maveraünnehir ’den Endülüs’e kadar bütün slâm dünyasındaki o yılların ve kendisinden bir önceki neslin airlerini memleketlerine göre tanıttıı Yetîmetü’d-dehr isimli eserinde, Sâmânîler döneminde sadece Horasan ve Maveraünnehir’de Arapça iir söylemi olan 119 aire yer vermitir (Karais-mailolu 1999: 15; Hânlerî 1366: I/308). Ayrıca Arap edebiyatındaki deiimde, Beâr b. Bürd (ö. 167/783), Mervân b. Ebî Hafsa (ö. 181/797), Ebû Nüvâs (ö. 198/813) ve yüzlerce Fars asıllı kiiler önemli rol oynamıtır (Karaismailolu 1999: 15; Humâî 1340: 275). Arapça kelime ve bileiklerin Farsçaya girii ve Pehlevî Farsçasının yava yava terkedilmesi, bu karımanın çoalması, bazı Arapça sarf ve itikak kaidelerinin dahi bu dilde yer alması, ranlıların Arap dilini ve slâmî bilimleri iyice örendikleri zamandan itibaren gerçeklemitir (Karaismailolu 1999: 15). slâmdan sonra öncelikle Horasan ve Maveraünnehir ’de Farsça konuan halkın dili hâline gelen ve Pehlevî dilinin devamı olan Derî Farsçası, zamanla deime, gelime ve Arapça ile karıma neticesinde, hicrî üçüncü ve dördüncü asırlardaki eserlerde görülen ekle girdi. Arap dilinin Fars diline tesiri neticesinde tedricen Pehlevî dili yok oldu ve onun yerini Arap harfleri aldı (Karais-mailolu 1999: 15; Humâî 1340: 271). Bu ekilde oluan yeni dile Celâleddîn-i Humâî, “Fârisi-yi slâmî (slâmî Farsça)” veya “Fârisi-yi Tâze (Yeni Farsça)” denilmesi gerektiini belirtir (1340: 471). Hicrî üçüncü asırdan itibaren balayan, Maveraünnehir ve Horasan’da revaç gören bu dil ile önce airler iir söylemiler, sonra yazarlar da onları örnek alarak eserlerini bu dille yazmılardır. Bu dil tedricen yayılarak konuma diline de sirayet etmitir (Humâî 1340: 487). Pehlevî lehçesi ve Farsçanın dier ubelerinin kullanım alanı gittikçe daralmı ve bugünkü duruma ulaılmıtır (Karaismailolu 1999: 15). Yeni Farsça , IV./X. asrın balarından VII./XIII. asrın balarına kadar tedricen ran ’daki resmî ve edebî dil olma özelliini kazandı. Bu Farsçanın gelime ve oluma dönemi VII. asrın balarına kadar sürdü. Bu asırlarda kaleme alınmı eserlerde sesli ve sessiz harflerin yazımında, fiil kiplerinin ve ön edatların kullanımında daha çok olmak üzere birçok farklılıklar bulunmaktadır (Karaismailolu 1999: 15). Yeni Farsça , balangıçta ran ’ın dou ve kuzey dousunda, yani Horasan ve Maveraünnehir ’de yaygınlatı. Selçukluların sonlarına kadar yaamı olan airlerin ekserisi, ülkenin bu bölümündendi. V./XI. asrın ortalarında yazılmı olan Lugât-i Furs’ta zikredilen airler çounlukla Buhara, Semerkand, Herat, Belh, Merv ve Tus, Serahs veya daha uzak kuzey dou veya Horasan’ın dier yerleim merkezlerindendi (Karaismailolu 1999: 15). * * * * * * * * * * * * * * * * * * 15 15 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL slâmiyet’ten sonra Farsça ilk iir söyleyen kiiler, kaynaklarda Muhammed bin Vâsıf (Atalay 1996: 52-3) ve Behrâm-ı Gûr (Avfî 1906: I/20; Dawlatsháh 1901: 28-9) olarak belirtilmektedir. Bunlara ilave olarak, en eski airler arasında Hanzala-i Bâdgîsi (Lazard 1964: 12), Muhammed bin Vasîf-i Sigzî (Lazard 1964: 13-15), Bessâm (Lazard 1964: 16), Muhammed bin Muhalled (Lazard 1964: 17), Mahmûd Varrâk-ı Herevî (Lazard 1964: 18), Fîrûzi Marıkî (Lazard 1964: 19-20), Ebû Suleyk-i Gurgânî (Lazard 1964:21-22), ehîd-i Belhî (Lazard 1964: 23-39), Ferâlâvî (Lazard 1964: 40-46), Mes’ûdî-i Mervezî (Lazard 1964: 47) ile ran ’ın mehur komutanlarından olup 137/754 yılında öldürülen Ebû Müslim-i Mervezî’nin de isimleri zikredilmektedir (Atalay 1996: 53). Farsça iir yazmayı ilk deneyenler Arapça yazıp Farsça konuan airlerdi. Yeni Farsça iir, daha evvel, aslen ranlı muharrirler tarafından Arapçada da kullanılmı olan mesnevî ekli müstesna, ekil ve muhteva bakımından, hemen en mühim hususiyetlerini Arap edebiyatından aldı. Böylece Arap tesiri altında ilk ran iiri meydana gelirken, daha dorusu âdeta Arap edebiyatı içinden, yeni ran edebiyatı doup kemale ererken, iirle alakadar olan bilgiler, Farsça yazan airlerin verdikleri misallere istinaden Arapçadan alınan kaidelere intibak ettirilmee balandı. lk olarak Arap aruzuna ait eserler Farsçaya tatbik edildi (Râdûyânî 1949: 3-4). Bölgede Arapça iir söyleyen airlerden sonra ortaya çıkan Farsça iir söyleyenler arasındaki ilk büyük air, Mâveraünnehir, Semerkand ve Buhara ehirlerinde yaamı olan Rûdekî (ö. 329/941)’dir. Gerek Rûdekî’nin ve gerekse ondan önceki veya çadaı airlerin adıyla nakledilen iirlerin miktarı, bunların bir kısmının daha sonraki dönemlerde yazıldıı yönünde kabul edilebilir itirazlar olması bir yana, Saffârîler (253-298/867-911) dönemine ait, 58 beyit ve Sâmânîler (261-395/875-1005) zamanında Rûdekî’den bir müddet sonrasına kadar ki döneme ait, iki bin beyittir (Karaismailolu 1999: 15). * * * * * * * * Farsça iirin Balangıcı ve Geliimi * Bizzat Farsça iir söyleyen airler, airlikte Arab’ın üstatlıını kabul etmilerdir. Enverî, bu konuda öyle der: *  airliin hangi kavimde olduunu bilir misin? airlerin ilki mru’l-kays, sonuncusu ise Ebû Firâs’tır. Menûçihrî-i Dâmgânî muasırlarından birine: ise, kendi 16 16 üstünlüünü ispat hususunda RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A  3  Ben araplardan pek çounun divanını ezberledim. Sen    yı okumayı bilmezsin. diyerek, Arapça bildiinden dolayı övünür (Nu’mânî 1368: IV/97). Ayrıca Menûçihrî, Unsurî ’yi övdüü bir kasidesinde, O’nu birçok Arap airine benzetir (Dâmgânî, 1375: 81): * * *    O (Unsurî ), Cerîr’dir, Ferazdak’tır, Zahîr’dir, Lebîd’dir, Rûbe-i Accâc’dır, Dîku’lcin’dir ve Seyf-i Zûyezen’dir. O, Huteybe, Ümmiyye, Nasîb ve Kümmiyet’tir. O, Ahtal, Beârd Bord ve Yemenli airdir. Horasan ’da Ebû uayb, Ebû Zer ve Türkei’dir. O, Darîr-i Pârsî ve Rûdeki-i Çengzen’dir (Cokuner 2002: beyit 11235). * * ranlı airler, Arap airlerini üstat olarak gördükleri için onların airliini kendilerine örnek olarak almılar ve iir söylemilerdir. Onların ilk arzusu, Arapça bir iiri lafzen Farsçaya tercüme etmek olmutur. Bundan dolayı da, Arapça bir iiri lafzen tercüme etmeyi denemilerdir. Bugün Fars edebiyatında, bizzat airin kendi tasavvurunun bir ürünü olan ama gerçekte böyle olmayan birçok kıt’a, müfred ve kasideler vardır. Bunlar Arap iirinden tercüme edilmitir. Mütercimler, önce iir yapmak için onları bir zemin olarak hazırlamılar, daha sonra tercüme etmilerdir. Seyfuddevle’nin mehur kıtasında bu durum açık olarak görülmektedir. Bu, kıt’a4 u ekildedir (Nu’mânî 1368: IV/103-4): * * 3 Amr bin Külsüm’ün Muallakât’taki iiri, u ekilde balamaktadır (Hanna’l-fâhûrî trhs.: 120):  4 ibli-yi Nu’mânî, Lubâbu’l-elbâb’da da geçen bu kıt’anın Avfî tarafından yanlı nakledildiini, bundan dolayı kendisinin Yetîmetü’d-dehr ve baka kaynaklara müracaat edip iiri tashih ederek düzelttiini ve o ekilde naklettiini belirtmektedir (Nu’mânî 1368: IV/104). Bu kıt’a, Lubâbu’lelbâb’da u ekilde geçmektedir (Avfî 1906: I/26-7):          17 17 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL       Sabahın erken saatlerinde nice (birçok) sakiyi çaırdım. O, gözlerinde uyku izleriyle (uykulu gözlerle) kalktı. Yıldızlara benzeyen arap kadehini dolatırıyor, biri bitmeden dierini veriyor. Ellerini cömertlikle öyle sınırsız açtı ki, biz ve yanındakiler yere çevirdik. Onu, bulut yayı (gökkuaı) beyaz altında yeilde kırmızı üzerinde sarıyla süslüyor. Bu da effaf bir giysi içinde gelen, biri dierinden kısa genç kızın etekleri gibidir. Avfî, Lubâbu’l-elbâb’da açık ve net olarak öyle demektedir: Bu beyitler, Emîr Tâhir bin el-Fazl’a ulatı. Her beytini nazım olarak Farsçaya tercüme etti. O (nazm) ite budur (1906: I/26-7): *      O ay yüzlü saki benim üzerime sabûh içkisini içti. Uykudan onun iki gözü nergis-i hurrem gibi iki büklüm oldu. O arap kadehi onun elinde aynen yıldız gibidir. Kadehin biri içilmeden dieri pepee verilmi. O güney sisi, ho bir elbise gibiydi. Kara gece gibi eteini yere vurmutu. Hava, sarı, kırmızı ve beyaz beneklerden oluan gökkuaını bir kemer gibi baladı. Sanki iki üç renkten iki üç gömlekti. Her birinin eteinden dierine küçük bir parça (her birinin ucundan az bir parça). Sultân Sencer’in melikü’-u’arâsı olan Mu’izzî, yukarıda geçen mazmunu sanki, mucidi ve kâifi kendisiymi gibi u ekilde tercüme etmitir:   Gökkuaının kendisi yeryüzünde yarısı gizlenmi olan renkli bir çember gibi görünür. Sanki biri kırmızı, biri sarı ve biri yeil olmak üzere her birinin kökü ve gövdesini gösteren üç gömlek gibiydi. Ebu’l-feth Bustî’nin, 18 18 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A 5 beytiyle balayan kasidesinin tamamını, kafiyelerini de muhafaza ederek Bedr-i Câcurmî tercüme etmitir:  Dünyadaki bütün kemaller noksandır. Salt iyilik olmayan kâr zarardır. ran iirinde, bunun ardından sirkat balamıtır. Unsurî , Esedî, Kisâî ve Gazâirî, iirlerinde kullandıkları birçok mazmunu kesinlikle Arap iirinden almılardır. Ancak insanlar, Arap dili dairesinde olmadıı (Arapça konumadıkları) ve ona ilgi göstermedikleri için bunların sirkat veya tercüme olduu düüncesine de kapılmamılardır. Mecma’u’l-fusahâ gibi eserlerde bunun örnekleri ve sirkatle ilgili birçok örnek nakledilmitir. Ancak bu iirlerde herhangi bir isim zikredilmemitir. Aaıda bu iir sirkatlerine dair verilecek örneklerde yer alan mazmunlar, Arap airlerine özgü olup onlara ait manalardandır. Hatta Arap diline muttali olanlardan hiçbirisi için hakikatinin gizli kalıp ona vakıf olmamaları mümkün deildir. Bu yüzden de bazılarının ortaya çıkardıı tevarüd olgusu kabul edilemez. * * * * I. Ebû Nüvâs’ın,  6 beytiyle balayan iiri, söylendikten kısa bir zaman sonra, bütün Badad’da yayıldı. Genel ilgiyi kendisine çekti. Bir gurup kendisine giderek, “bu mana senin icatlarından mıdır yoksa baka birisinden mi oldu?” diye sordu. O, insaflı davrandı ve dedi ki, hayır. Bu mana Cerîr’in iirinden alındı. Unsurî , bu iirdeki manayı u ekle dönütürmütür: *   Eer görülebilseydi, o tamamen dünya olurdu. Bu söz onun fazıl ve hünerlerine ahit olarak yeterlidir. Eer dünya bir tende ise kimse Allâh’a hayret etmez. II. Mütenebbî, Kaside-i Mimiyye`sinde öyle der:  5 6 Kiinin dünyalıkta artması gerçekte eksikliktir. Hayrın dıındaki kârı ise gerçekte zarardır. Âlemi bir hususta ortak düünür hale getirmek Allâh’a çirkin gelen bir i deildir. 19 19 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL 7 Bu beytin manası u ekildedir: Rakiplerimin benim güler yüzümden emin olmamaları gerekir. Çünkü, eer aslan diini gösteriyorsa onun güldüü zannedilmemelidir. Esed-i Tûsî, Gerâsb-nâme’sinde bu mazmunu u ekilde kullanmıtır:  ahın gülüünden cesaret almamalıdır. Aslanın di göstermesi gülme deildir. III. Sâib bin bâd’ın mehur olan,   Camı inceldi (saflatı) ve arap da inceldi (o kadar saf ve berraklatı). O kadar birbirlerine benzediler ki, durum karıtı. Sanki o kadehsiz araptır ya da arapsız kadehtir (sanki arap var, kadeh yok ya da sanki kadeh var ama içinde arap yok). iirini, Kevkebî-i Mervizî u ekilde tercüme etmitir:   Kadeh ve arap, safvetten ay gibi iki hafta tesir eder. Ya kadeh meysiz olur ya saf mey kadehsiz olur ya da havada nigar açar. Gazâirî, bu manayı son derece mergub ve gönül alıcı bir tarzda güzelletirerek u ekilde kullanmıtır (Nu’mânî 1368: IV/103-8):   Tatlılıkla söyledim, bana arap verdi. Bana arap koymadıı kadeh verdi. IV. Yamur mevsiminde Arapların evlâdu’z-zina (piç) diye isimlendirdikleri bir takım haerât ortaya çıkar. Suheyl yıldızı doduu zaman bu haerâtın tamamı yok olur. Mütenebbî, bundan u mazmunu ortaya çıkarmıtır:  7 Aslanın dilerinin parladıını gördüünde, sakın güldüünü sanma. 20 20 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Ben, o veled-i zinaların ölümünde (ölümüyle) doan süheyl yıldızı olduum hâlde, sen onların öldüklerini kabul etmiyor musun? (inkar mı ediyorsun?). Bu manayı, Nizâmî-i Gencevî, fahriye kasidesinde (Nu’mânî 1368: IV/108; Âbâdî 1976: 10-11):  Bana hased eden veled-i zinadır (ateböceine de veledü’z-zinâ derler). Fakat ben öyle bir adamım ki benim yıldızım (bahtım) Süheyl-i Yemânî yıldızı gibi ate böceini öldürür (Genceli Nizami 1944: 10). Hakanî-i îrvânî ise, u beytinde kullanmıtır (Âbâdî 1976: 11):   Eer bu kavim bana düman olursa, onlar mazurdurlar. Çünkü ben Süheyl yıldızıyım. Piçin ölümü üzerine geldim. ranlı airler, Eski ve Orta Farsçanın vezni olan hece vezni yerine Arap aruzu kullanmaya balamılardır (Râdûyânî 1949: 4). Nitekim Menûçihrî, bir kasidesinin sonunda bunu u ekilde dile getirir (Nu’mânî 1368: IV/98): *   8  Bu iiri eski bir Arap airi olan Ebu’-eys’in söyledii ekilde söylerim: “Karganın bon aacında öttüü ve gece yüz gösterdii zamanda ben seni özleyeceim (Cokuner 2002: beyit 1921-22). * ran iirinde yer alan binlerce airane mazmunların, manaların ve telmîhlerin ekserisi Arap edebiyatından alınmıtır. Mesela, ak ve âıklık konusunda ran’da binlerce perî-peyker (peri yüzlü güzel sevgili)ler bulunmasına ramen, ran airleri Leylâ’yı seçmilerdir. Onun anlamını o kadar geniletmilerdir ki, sevgili ve Leylâ müteradif iki lafız hâline gelmitir. Artık “Leylâ-yi men” (benim Leylâm) demek, “ma’ûk-i men” (benim sevgilim) anlamına gelmeye balamıtır. Ayrıca Leylâ’dan baka yine aynı maksatla kullanılan Selmâ, Azrâ, Va’d, Su’âd ve Rebâb gibi isimler de Arap sevgililerin isimleridir (Nu’mânî 1368: IV/99). * * Hâfız, Leylâ’yı, Selmâ’yı ve Su’âd’ı çeitli gazellerinde u ekillerde kullanmıtır: 8 Bu Arapça beyit, Menûçihrî divanında u ekilde geçmektedir:  * 21 21 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL    Seher çaı, Leylâ’nın konaından bir imek parladı ama yazıklar olsun…gönlü yaralı Mecnûn’un harmanını ne hâllere koydu? (Hâfız 1372: 244; Gölpınarlı 1988: 104).  Allâh selametler versin, Selmâ’nın habercisi o sevgiliden gönlümüzü ad edecek bir haber getirirse ne olur (Hâfız 1372: 266; Gölpınarlı 1988).  Sevgilinin haberini duymak saadettir. Kim selâmımı Su’âd’a ulatıracak (Hâfız 1372: 396; Gölpınarlı 1988: 491). ran iirinde, âıklıın biat silsilesinin de yine Arap âıı olan Mecnûn ile sonuçlandıı görülmektedir: * *  Mecnûn’un devri geçti, imdi nöbet bizim. Bu âlemde herkesin be günceiz nöbeti var! (Hâfız 1372: 191; Gölpınarlı 1988: 18).  Leylâ konaının yolunda nice tehlikeler var…daha ilk adımda Mecnûn olman art! (Hâfız 1372: 400; Gölpınarlı 1988: 462) ran airleri, güzellik için Yûsuf (A.S.)’u örnek göstermilerdir. Ayrıca Yûsuf (A.S.)’a nispetle yüzlerce lafız ve telmîh ortaya çıkmıtır: Dîde-i Ya’kûb, çâk-i pîrâhen, Çâh-i Ken’ân, halvetgâh-i Zuleyhâ, Zindân-i Yûsuf gibi: *  Ben o Yûsuf’un günden güne artan güzelliinden anladım ki ak, Zeliha’yı bile ismet perdesinden çıkarır (Hâfız 1372: 166; Gölpınarlı 1988: 9).  Halk sana “kinci Yûsuf’sun” dedi. Fakat ben iyice dikkat ettim, gördüm ki Yûsuf’tan da güzelsin (Hâfız 1372: 429; Gölpınarlı 1988: 475).  Bir bak, dinle, elmaya benzeyen çenendeki çukur ne diyor: Mısır’daki Yûsuf gibi binlerce güzel bizim kuyumuza dümütür (Hâfız 1372: 189; Gölpınarlı 1988: 475).  Kaybolmu gitmi Yûsuf, Kenan iline yine gelir, Külbe-i ahzân bir gün olur yine gülistan kesilir…gam yeme (Hâfız 1372: 297; Gölpınarlı 1988: 245). ran airlerinin ayrıca, srailoullarına dair birçok hikâye ürettikleri de görülmektedir. Bu hikâyeler, özellikle airler için önemli bir malzeme olmutur: Âdem u Havvâ, Bihit u Gendum, Tûfân-ı Nûh, Ta’mîr-i Ka’be, Halîl, ikesten-i * 22 22 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN But, Âte-i Nemrûd, Vâdi-yi Eymen, Âte-i Tûr gibi (Nu’mânî 1368: IV/100). Nitekim aaıda verilen beyitlerde, zikredilen bu hususlardan bazıları u ekilde geçmektedir:   Günahkâr ve daralmı gönlümden bir ah edeyim de, Âdem ile Havva’nın bile günahını atee yakayım (Hâfız 1372: 346; Gölpınarlı 1988: 351).  Âdem buday renkli yanaında misk kokulu benini gördü, tane için geldi bu tuzaa tutuldu (Selmân; ükûn 1984: III/1702).  Tanrı erlerine dost ol. Nûh’un gemisinde öyle bir toprak var ki, Tufanı bile bir damlacık su sayar (Hâfız 1372: 169; Gölpınarlı 1988: 7).  Ya Rabbi, atei brahim Peygamber’e nasıl gülistan hâline getirdiysen bu gönüldeki atei de öylece sout, güllük gülistanlık yap (Hâfız 1372: 326; Gölpınarlı 1988: 309).  Lâle Nemrut ateini alevlendirdi, sen de bahçede Zerdüt dininin ayinini tazele (Hâfız 1372: 267; Gölpınarlı 1988: 242).  Temizlik olmadıktan sonra Kâbe de bir puthane de; bir yerde temizlik yok mu, hayrı yok orasının (Hâfız 1372: 230; Gölpınarlı 1988: 194). Yine Hâfız, u beytinde “Vâdi-yi Eymen”9 ve “Âte-i Tûr”10 terkiplerini kullanarak Hz. Mûsâ’ya telmîhte bulunmutur (1372: 178):   Karanlık gece, önde Eymen Vadisi’nin yolu... fakat Tûr’da görünen ate nerde, vuslat vâdisi hani? (Gölpınarlı 1988: 80). ranlı airler, her ne kadar kendi memleketlerinin mehur mugannilerinden olan Bârbud’u ve Nekîsa’yı kendi iirlerinde yaatmılarsa da, Ben-i Ümeyye sarayının mehur çalgıcılarından olan Mu’bed gibi Arap mugannilerini de aynı ekilde iirlerinde kullanarak yaatmılardır (Nu’mânî 1368: IV/99-100). Menûçihrî-i Dâmgânî, bir beytinde “Mu’bed”i u ekilde anmıtır (Dâmgânî 1375: 136): * 9 10 Hz. Mûsâ’nın bir aaçtan alev çıkmakta olduunu gördüü ve ‘asa’ ile ‘yed-i beyza’ mucizelerine nail olarak Firavun’a gönderildii vadidir (Gölpınarlı 1988: 683). Hz. Mûsâ’nın Allâhu Taâlâ’nın tecellisine mazhar olduu dadır. 23 23 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL   Esen rüzgâr, Mani’nin sanatını icra ediyor. Hüzünlü ku, Mu’bed’in hikâyesini anlatıyor. Cömertlikten bahsederken Hâtem’in adını anarak mübalaa etmiler, bazen de Hâtem yerine Ma’an’ı kullanmılardır. Selmân-ı Sâvecî’de olduu gibi:   Hâtem ve Ma’an onun kapısına gelen gerçek iki dilencidir. ran iirinde, akıl, tedbir ve hikmet konusunda Aristo’dan, Eflâtûn’dan ve Sokrat’tan söz edildii görülmektedir (Nu’mânî 1368: IV/100): *  Kölelerin, harp zamanında Tehemten gibi kuvvetli; mecliste Eflatun gibi fâzıl ve filozof olurlar (ihâbuddîn; ükûn 1984: III/1589). ranlı airler, ordu techizatı ve ülkeler fethetme konusunda ise, skender-i Kebîr’i misal olarak getirmilerdir. Zulkarneyn, her ne kadar Arap sultanlarından birinin ismi ise de, hataen onunla skender’i karıtırmılardır. Bunlar Yunanlı ise de, douda Araplar vasıtasıyla tanınmılardır. ranlılar, Eflâtûn’un mehur olan hum’u (hum-ı Eflâtûn) konusunda da yanılmılardır. öyle ki, Yunan hekimlerinden olan Diyocânûs11’un geceleri, içersinde uyuduu bir küpü varmı. ranlılar, bu konuda “hum-ı Diyocânûs” diyecekleri yerde, yanlılıkla “hum-ı Eflâtûn” demiler ve bu ekilde mehur olmutur (Nu’mânî 1368: IV/100). Hâfız bir gazelinde “hum-i Eflâtûn”u u ekilde kullanmıtır (1372: 299): *  arap küpüne oturan Eflâtun’dan baka baka bize hikmet sırlarını kim açabilir ki? (Gölpınarlı 1988: 264). Dinî ve dine taalluk eden fikir ve akide konusundaki ıstılah ve kelimelerin tamamı Araplardan alınmıtır. erâb-i tahûr, hûr u gilmân, çeme-i kevser, bihit, âte, dûzah, nâme-i a’mâl, maher, Rûhu’l-kuds.... vb.12 (Nu’mânî 1368: IV/101). Hâfız’ın u beyitlerinde görüldüü gibi: 11 12 Yunanlı filozof olup kelbî ekolüne mensuptur (Mu’în 1371: V/553). Bu konuda geni bilgi için u çalımaya bakılabilir: Seyyid Abdulhamîd Hayret-i Seccâdî, Guzîde-i ez-Te’sîr-i Kur’ân ber-Nazm-i Fârisî, Muessese-i ntiârât-i Emîr-i Kebîr, Tehrân 1371. 24 24 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A  Rûhu’l-kudüsün feyzi yardım ederse, Mesîhâ’nın yaptıını bakaları da yapar (Hâfız 1372: 252; Gölpınarlı 1988: 104).   Ne mübarek seherdi o seher... ne kutlu geceydi o Kadir gecesi. O gece bana bu yepyeni beratı ihsan ettiler (Hâfız 1372: 243; Gölpınarlı 1988: 126).   Ey makamı Sidre olan yüce bakılı doan, duraın mihnetlerle dopdolu olan bu bucak deil (Hâfız 1372: 183; Gölpınarlı 1988: 23).  Sevgili, âıkların ate içinde kalmalarını istiyorsa, Kevser çemesine bile bakarsam göz kör olsun (Hâfız 1372: 369; Gölpınarlı 1988: 337).  imdi gül bahçesinden güzel kokulu cennet rüzgârı eserken zamanımı ferahlık veren arap ve huri yaratılılı sevgiliyle geçiririm (Hâfız 1372: 203; Gölpınarlı 1988: 37).  Ateler içinde yüzünün hayali gelecekse sun saki kadehi, cehennemden bir ikâyetimiz yok (Hâfız 1372: 402; Gölpınarlı 1988: 458). Aynı ekilde edebî sanatlar da tamamen Araplardan alınmıtır. Sadece tebihte Arapların tesirinin az olduu görülmektedir. Özellikle eski ran airlerinin iirlerinde Araplara ait tebihlerin kullanıldıı görülebilir. Bunların Araplardan alınarak taklit edildii açık bir ekilde görülmektedir. Meselâ, Araplar, “mûy-ı muca’ad” (kıvırcık saç)ı üzüm salkımına benzetmilerdir. Emîr Mu’izzî, bir beytinde bu tebihi aynen kullanmıtır: *  Üzümler arasındaki bir üzüm salkımı gibi, saçının düümü iki dudaının arasında tutulmu. ran iirinde, Araplarca kullanılan saçın haça benzetilme tebihinin çok az da olsa kullanıldıı görülmektedir: *  Dier rahip, aynı haç gibi demesin diye saçını aç. Arap tebihleri genellikle tabii ve sadedir. Onlar ekseriyetle hissî ekillerden istifade etmekteydiler. ran ’ın eski airlerinde de, bu tür tebihlere rastlanmaktadır. Bu da Arap airlerinin tesiri sonucudur. * * 25 25 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Sultân Mahmûd zamanının vezirlerinden Ebû Zer Cumhur, çam fıstıı tebihini u ekilde kullanmıtır: *  Susuzluktan dolayı küçük bir balıın azı gibi açılır. Tamamıyla Arap airlerinin tesiri altında kalan airlerden olan Menûçihrî’nin tebihleri de aynı ekilde sade ve hissîdir. Onun kullandıı kelimelerden bu açık bir ekilde görülmektedir (Nu’mânî 1368: IV/101-2). Arap airleri, kasidelerinde daha çok memduhlarının fetihlerini, cesaretlerini ve savalarını anlatmılardır. Nitekim, Mütenebbî’nin kasidelerinin geneli bu tarzdadır. Ebû Temmâm (ö. 231/846) da kasidesinde Umuriyye’nin fethini geni bir ekilde anlatmıtır. Her ne kadar daha sonraki airler bu tarzı terk ettilerse de, Arapçılık düüncesini benimseyen airlerin çou kasidelerinde padiahın fetihlerini, avlarını, aslan ya da benzer hayvanları öldürüünü ilemilerdir. Unsurî , Ascedî ve Ferruhî’nin kasideleri de tarihî mahiyette olup bu tarzda yazılmılardır (Nu’mânî 1368: IV/102-3). Arap airler, kasidelerinin giriinde ekseriyetle memduhla mulakat, sevgiliyi ziyaret, kendi yolculukları ve hareketleri gibi konulara deinmilerdir. Yüksek ve zorlu dalardan ve tepelerden geçme, merkebin üzerinde çekilen sıkıntılar da anlatılmıtır. Fars edebiyatında da eski airler bu üslûbu alıp kullanmılardır. Ancak bu üslûp daha sonra terkedilmitir. Menûçihrî ve Am’akı Buhârî'’nin birçok kasidesinde bu üslûba rastlanmaktadır. mru’l-kays, mehur Muallakât kasidesine u ekilde bir girile balamıtır: * * * * Ah! Azizim, bir an direnç göster, dayan. Burası, viran olan sevgilinin sarayıdır. Sevgilinin hatırasına iki gözyaı dök. Bu üslûp bir kısım halk tarafından da kabul görmütür. airler de bir müddet kasidelerini bu ekilde balatmılardır. Fars airler ise bunu taklit etmilerdir (Nu’mânî 1368: IV/103). Görüldüü gibi Fars iiri tamamıyla Arap iirinin tesiri altında ve onu taklit ederek balamı ve ilk ürünlerini o tarzda vermitir.13 * * Türk -ran likileri * * Türk ve ran ilikilerinin ne zaman baladıı tam ve kesin olarak tespit edilememitir. Ancak bazı kaynaklar, Türklerin ran topraklarında varlıının * 13 * Arap iirinin Fars iirine tesiri hakkında ayrıca bak. Kedkenî 1366: 327-74. * 26 26 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN tarihin çok eski zamanlarına balamaktadırlar14. Ancak bu görüler günümüzde müphemliini sürdürse de, Türkler ile ranlıların tarih boyunca bazen komu olarak bazen de aynı topraklar üzerinde birlikte yaadıı kesindir. Bu birliktelikte, ran toprakları ve ranlılar, ran tarihinin ihmal edemeyecei kadar önemli bir bölümünde ya dorudan doruya Türk devletlerinin ya da Türk soyuna mensup ailelerin hâkimiyeti altında yaamılardır15. Diller arasındaki etkileime komuluk, ticaret, dinde mütereklik gibi unsurların etki ettii göz önünde bulundurulursa, iki dil arasında etkileimin olacaı, bunun da gayet normal olduu rahatlıkla görülebilir. Zaten Sâsânîler devrinde, hatta onlardan çok önce Türklerin ranlılar ile sıkı münasebeti malumdur. Bu münasebetler, Sâsânîlerin sukutundan sonra da kuvvetlenerek artmıtır. XVI. asra kadar ran sahasına yeni yeni birçok Türk unsurlarının gelmesi, bu suretle Türk ve Fars unsurlarının ran ve Afgan sahalarında yan yana ve aynı siyasî hâkimiyet altında müterek bir hayat geçirmeleri, her iki unsurun da aynı kültür çerçevesi içinde yaamaları gibi etkenler, iki dilin birbiri üzerinde karılıklı etki bırakmasını zaruri kılmıtır (Köprülü 1989: 345). Bu etkileim konusunda özellikle batılı âlimler, Farsçanın Türk dili üzerindeki tesiri konusunda çeitli aratırmalar yapmılardır. Bu aratırmalarında, Farsçada mevcut olan birçok Türkçe kelimenin, daha ziyade, ran meneli olduunu savunmulardır. Meselâ, Türkçe “a” kelimesini Th. Houtsman, P. Horn her ne kadar Sanskritçe ile izah etmek istemilerse de, Benveniste bunun yanlılıını ispatlamıtır. Paul Pelliot ise birçok müterek * * * * * 14 Bu kaynaklarda yer alan bilgilerin doruluu ve yanlılıı kesin olarak tespit edilememitir. Bundan dolayı bir deer ifade ettikleri için bu kayıtları aaıda veriyoruz: Le Norman Manvel’in “arkın Tarihi –L’histoire de L’oirent” ismindeki eserinde yazıldıına göre; Asur kralı Banipal, M.Ö. 2500 yılında Azerbaycan (Atropaten) ülkesine yaptıı bir sefer de Türk cengâverleri ile karılatıını Asur yazıtlarına kaydettirmitir. Dara, batı seferine balarken Azerbaycan ülkesinde, bazı tarihçilerin Türk soyuna mensup olduunu tahmin ettikleri bir kavimle karılatıını Biston yazıtlarına geçirmitir. Prof. Dr. Helmet bakanlıındaki bir heyetin hazırladıı “Umumî Beeriyet Tarihi”nin ikinci cildinde, “Tarihin gösteremedii meçhul bir zamandan beri bu yerlerde münhasıran Türkler yaamıtır” ifadesi vardır (Rasim 1972: 51-2). 15 Türklerin ranlılar üzerindeki hükümranlıkları u ekilde olmutur: Hun Türkleri, M.S. altıncı ran içlerine kadar uzanan akınlar yaptılar ve bir süre bu ülkeyi ellerinde bulundurdular. IX. ve X. yüzyıllarda yaayan Kutayoulları batı, Gazneliler ise dou ran ’a hükmettiler. 1040-1220 yılları arasında ran ’ın büyük bir bölümü Selçuklu Devleti’nin, geriye kalanı da yine bir Türk devleti olan Harezmahların elinde idi. 1220-1500 yılları arası Türk -Mool hakimiyeti dönemidir. lhanlılar, bir buçuk asra yakın bir süre ran ülkesine hâkim olmulardır. lhanlılardan sonra ran ’ın hâkimiyeti Safevî Türklerinin eline geçmitir. Hatay dolaylarından ran’a göçen Safevîlerin en tanınmı hükümdarı ah smail’dir. Safevîlerin 1736’da yıkılıından sonra, ran ’ın baına Türk olan Afar ve Kaçar hanedanları geçmitir. Nihayet 1925 yılında onbaı Rıza, Ahmet ahı devirerek ran tahtına oturmu ve ehinah unvanını almıtır (Rasim 1972: 52). * * * * * * * * * * * * * * 27 27 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL kelimelerin aslen ranca mı, yoksa Altayca mı olduunu tayin etmenin imkânsız olduunu savunmutur (Köprülü 1989: 346). Farsça ile Türkçenin kelime alı verileri çok eski zamanlara dayanmaktadır. Humâî, ran diline Türkçe kelimelerin milattan önce VI. asırdan önce kesin olarak girdiini belirtir (1340: 103). Berthels, Mânî (215-274) dini ile ilgili Farsça ve Türkçe metinlerde bu durumun çok açık olarak görüldüünü, Farsça bir dua metnindeki “Tanrı” ve “tegin (henüz anlamında)” kelimeleriyle örneklendirerek izah eder. Farsça ve Türkçe Mânî edebiyatının yan yana gelitiini ifade eder (Karaismailolu 1999: 15). Sâsânîlerin yıkılmasından sonra ran , slâm devleti dairesine girdikten ve slâmiyet yava yava Türkler arasında yayılıp yerlemee baladıktan sonra, Türk -Fars münasebetleri daha da kuvvetlendi. Özellikle idare eden sınıflar arasında ve büyük merkezlerde, din ve kültür birlii çok çabuk bir kaynamayı saladı. Çeitli sebeplerle Badat’a gelerek slâmı kabul eden Türklerin Abbâsîlerin ilk devirlerinden itibaren idare ve siyaset sahasında mevki aldıkları gibi, Maveraünnehir ve arkî ran’da da, Samanoulları devletinde balayan Türk nüfuzu, Gaznelilerin kuruluu ile iyice arttı. Bu sırada arkî ve garbî Türkistan ’da Karahanlılar saltanatının inkiafı ve Hind fatihi Gazneli Mahmûd’un hemen bütün ran’a hâkim olması, Badad’da Deylemîlerin tahakkümüne ramen, ark-slâm dünyasında hemen hemen hegemonyasını kurdu (Köprülü 1989: 348). Gaznelilerin yerine kurulan Selçuklular döneminde ise, iî Fatımîlerin yönetimindeki Mısır ve Kuzey Afrika hariç Hicaz, Yemen ve Umman dâhil olmak üzere bütün Batı slâm-Arap ülkeleri hemen hemen tamamen Türklerin yönetimi altına girdi. Böylece Türkler, slâm âleminde haklı ve gerçek bir itibar ve üstünlük kazandılar.16 Bu dönemlerde özellikle padiahların iire ve aire önem vermesi sayesinde bir kısmı ırken Türk olan Farsça iir söyleyen airler yetiti. Bu dönemlerde Farsçanın resmi dil olarak kullanılmasının yanında, Türkçe , konuma dili olarak özellikle hanedan ve orduda kullanılmaktaydı. Özellikle yönetimin himayesi altına girmek isteyen âlimler, sanatkârlar ve memurlar da Türkçe örenmeye balamılardır. Gerek mezkûr sebeple Türkçe örenmek isteyenler, gerekse Türk olup da Farsça iir söyleyenler sayesinde Gazneliler , Selçuklular, Hârezmahlar ve lhanlılar döneminde Farsça iirlerde Türkçe kelimeler kullanılmaya balanmıtır17 * * * * * * * * * * * * * * 16 Rypka, Selçuklular ’ın Gazneliler ile Âl-i Büveyh Devleti’ni ortadan kaldırıp yeni büyük bir imparatorluun temellerini atarak Dou-slâm dünyasının daha fazla parçalanmasının önüne geçtiini belirtirken (Rypka 1381: 265; Yalçın 2009: 15); Mehrengiz-i Mezahirî ise, Selçuklu Türklerinin Akdeniz’den Türkistan ’a kadar bütün slâm ülkelerini tek parça hâline getirdiklerini (2003: 71) ifade etmektedir. 17 . Türkçe kelimeler, sadece iirlerde deil, bazı mensur eserlerde de kullanılmıtır. Nitekim Gazneliler döneminde yazılan Târîh-i Beyhakî’de Türkçe kelimeler yer almaktadır. Türkçe kelimelerin sayısının daha önceki döneme göre daha da arttıı Selçuklular döneminde ise, Râvendî’nin * * * * * * 28 28 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN (Köprülü 1989: 352). Safevîler döneminde de, padiahların Türk olması, idarî ve askerî tekilatta Türklerin bulunması sebebiyle Farsçaya Türkçe kelimeler girmeye devam etmi, hatta Türkçe eserler yazılmıtır. Bu dönemde padiahların Türkçeye gösterdikleri büyük ilgi neticesinde, Türkçe Azerbaycan’ın merkez bölgelerinde en fazla konuulan dil hüviyetini kazanmıtır (Kanar 1994: 57-8). Muhammed Gulâm Rızâî, bu dönemde ortaya çıkan bazı airlerin hem Farsça hem de Türkçe yazdıklarını, bunların baında gelenin ise sanki Fuzûlî Türk deilmi gibi Fuzûlî'nin olduunu söylemektedir. Ayrıca sanki kendi dillerinin kendilerine etkileri aırtıcıymı gibi Türk dilinin nahiv yapısının Türk soylu kabileler arasından çıkan bazı airler üzerindeki etkilerine de dikkat çekmitir. Bu etki hicrî IX. asırda Fars iirinde balamı ve Safevîler döneminde de devam etmitir. Bu tesirin bazı airlerin dilinde karııklıa sebep olduunu belirtmitir (Rızâî 1377). Kaçarlar döneminde de Türkçenin etkisi müahede edilmektedir. Farsçada Türkçenin geni bir ekilde kullanılması 1950’lere kadar devam etmitir. 1960’larda edebî dilde Farsçalatırma sürecinin baladıı görülmektedir. Ancak hem konuma dilinde hem de argoda arkaik kelimeler dahil, birçok Türkçe kelime hâlâ kullanılmaktadır (Azmun 2004: 247-48). Hindistan’da hüküm süren Türk hükümdarlar ve ehzadeler de uurlu bir tavırla Türkçe iirler yazmı ve aristokrat kesimde Türkçe konuulmasını salamılardır. Özellikle hükümdar, bey ve hanların Türkçe iir yazan airleri desteklemesi ve bu konuda gösterdikleri hassasiyet de Türkçenin daha geni alanlara yayılmasını salamıtır. Nitekim Türkçenin Hint alt-kıtasındaki önemi, hassaten Urducada bulunan Türkçe kelimelerin sayısı ve oranıyla da ortaya çıkmaktadır. Hindistan’daki çeitli kütüphanelerde bulunan 36 adet Türkçe gramer kitabı ile sözlük, Türkçe örenme talebinin yaygınlıını göstermesi bakımından önemlidir. Burada bilhassa Babürlü sarayında Türkçenin büyük bir öneme sahip olduuna da dikkat çekelim (Bilkan 2004). Özellikle bir iirinde kendisinin Türk olmadıını tasrih eden18 Karahanlılar dönemi saray airlerinden Sûzenî’nin Türkçe -Farsça birkaç mülemma beyit söylemesi, iirlerinde bazı Türkçe kelimeleri kullanması (Râdûyânî 1949: 111; Avfî 1906: II/194-95); mehur Hayyâm’ın Nevrûz-nâme isimli risalesinin ata hasrettii kısmında, Efrâsiyâb’ın ata dair mehur, “at irke andag kim kökke ay” sözünü alması o dönemde Farsların da Türkçe bildiklerini açık olarak * * * * * * 18 * Râhatu’s-sudûr’unda görülmektedir. Hârezmahlar’ın yıkılmasıyla ibaına gelen Moollar döneminde hem Türkçe hem de Moolca kelimelere teveccüh artmıtır. Bu dönemde telif edilen Cüveynî’nin Târîh-i Cihân-güâ’sı da içerisinde Türkçe kelimelerin yer aldıı eserlerdendir. Türkçenin etkisi, Timurlular döneminde de kendisini göstermektedir. Nitekim Timurlar’ın son dönemini ihtiva eden ve Hâfız Ebrû tarafından kaleme alınan Zeyl-i Câmi’u’t-tevârîh-i Reîdî’de bazı Türkçe kelimelerle karılaılmaktadır (Dilberîpûr 2003: 34-35).   “Gül yüzlüm, ben Türk deilsem de, karanunun karanlık, çiçekin gül olduunu bilirim!.” (Râdûyânî 1949: 111; Avfî 1906: II/194-95) * 29 29 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL göstermektedir (Köprülü 1989: 352; Diriöz 1979: 25). iirlerinde ve nesirlerinde Türkçeyi kullanan bu insanların, Türkçeyi konumalarını düünmek de gerekir kanaatindeyiz. Nitekim Meserret Diriöz yapmı olduu bir çalımada ran ’ın önde gelen airlerinden Ömer Hayyam’ın Türkçe bildiini savunarak ispat etmeye çalımıtır (bak. Diriöz 1979). Yüzyıllar boyu süren Türk -ran kavimlerinin karılıklı münasebetleri sırasında özellikle Türk-Timurilerin idaresindeki ran’ın diline, Türkçeden geçen küçümsenemeyecek miktardaki kelime ve tabirleri Gerhard Doerfer, 4 ciltlik Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen isimli eserinin birinci cildinde ilemitir.19 Müellif burada pek çok misallerle aydınlatılmı bilgiler vererek, Farsça olarak örenilen bazı kelimelerin esasında Türkçe olduunu da ortaya koymutur. Meselâ, ‘ümid’, Eski Türkçede umug, umunç, ‘umut’; bahadır (kahraman), Eski Türkçede bagatur, batur gibi (Çaatay 1971: 110). Es-Seyyid ‘Abdi îr’in 1980 yılında yayımladıı Arap Dillerindeki Farsça Alıntılar Sözlüü20 isimli aratırmasının üçte birini ise, Arapçaya Farsça yoluyla geçen Türkçe kelimeler oluturmaktadır (Karaaaç 2008: XIII). Türkler ile ranlılar arasındaki bu etkileim sadece kelimeyle sınırlı kalmamı, deyim ve atasözleri de karılıklı mübadele edilmitir (bak. Olgun 1989). Hatta bizzat ran edebiyat tarihlerinde, Farsçaya -Fars iirine-, Türkçe kelimelerin geçtii belirtilerek bazıları sayılmıtır (bak. afak 1352: 414; Safâ 1363: 148-50). Farsçaya giren Türkçe kelimeler Lugat-nâme (Dehhudâ 1373), Ferheng-i Fârsî (Mu’în 1371), Ferheng-i Amîd (Amîd 1362), Ferheng-i Ziyâ (ükûn 1984), Persian-English Dictionary (Steingass 1975) gibi Farsça sözlüklerde de geçmektedir. A. Ershadi Fard ise, Fars Dil ve Edebiyatında Türkçe Alıntılar Sözlüü21 isimli bir çalıma yayımlamıtır (Karaaaç 2008: XIII). Ayrıca Türkçeden Farsçaya geçen bu kelimelerin, Farsça iirlerde kullanıldıı da görülmektedir: * * * * * * * * * * Sûzenî (Râdûyânî 1949: 111; Avfî 1906: II/194-95):   19 Doerfer, bu eserinde Türkçeden Farsçaya geçtii müzakere edilen 2545 Türkçe ve Moolca kelimeye yer vermitir. Büyük bir emek mahsulü olan bu eser hakkında iki hususun belirtilmesinde fayda vardır. Bunlardan birincisi, aratırmacının Türkçe oldukları son derece açık ve belli olan bazı kelimeleri tereddütle karılaması, hatta bu kelimeleri baka dillere ait göstermesi; ikincisi ise, bugün Farsçada kullanılan pek çok Türkçe kelimenin eserde yer almamasıdır (Karaaaç 2008: XII-XIII). Mu’cemü’l-elfazu’l-fârisiyyetü’l-mu’arrebiye (A Dictionary of Persian Loan-Words in the Arabic Languages), Beyrut 1980. Ferheng-i Vajgan-i Turkî der-Zebân u Edebiyyât-i Fârisî (Turkish Lexicon in Persian Literature), Erdebik (?). * 20 21 30 30 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ey ay yüzlü Türk , bir gece odama gelsen ve konuk gerek mi desen ne olur? Gül yüzlüm, ben Türk deilsem de, karanunun karanlık, çiçekin gül olduunu bilirim!. *  “Endek” sözünün Türkçe karılıı azdır ve ömür boyu benim cömertlik timsali olan sakim az veremez (Sûzenî; Azmun 2004: 244). * Fahrî (ükûn 1984: I/688):  Onun askeri torba ve çantasını tarak ve çahmah (çakmak) yerine yakutlarla doldurur. Hakanî (Diriöz 1979: 21):  Ey Melik! eref dolayısıyla, gece Karahan’ına ve gündüz Aksungur’una Toan ahlık turası verdin.  Biri Karasungurluk ve öteki Aksungurluk eden gündüz ve gece köleleriyle felek Toan ahını gör.  Meliklik ve saltanattan ötürü iki yücelie sahip olan padiah, Yalavaç (peygamber) ve Tanrı’dan, iki halifelie hak kazanmıtır. Firdevsî (Firdevsî-i Tûsî 1363: VII/106):  Çin hakanına bir mektup yazdı. Sanki hançerinden kalem yaptı. * Yagmâ (ükûn 1984: I/205):  Sakinin yüz örtüsünü kaldır da gül yüzünü açıkça seyret; elindeki lâle renkli ayag (kadeh)a bak; arap içenleri çaır. Kemâl (ükûn 1984: II/ 714):   Horoz gibi erken kalk ki, baını kırmızı taç, vücudunu çekin (ileme kaftan)le süsleyesin. 31 31 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL Farsçada, Türkçe eklerle yapılmı Farsça kelimeler de bulunmaktadır. Meselâ, “-ci” ekiyle yapılan “meyânci” (: aracı); “-lah” ekiyle yapılan “senglah” (: talık); “-ta” ekiyle yapılan “hâceta” (efendileri bir olanlar) bunlardandır. Bu kelimelerin de Fars iirinde kullanıldıı müahede edilmektedir (Resulzade 1951: 331): * *   skender için söylemitir: Meyanciye ve mütercime ihtiyacı olmadan herkesin dilinden anladı.  Tuzlak ve talıkta epeyi (hayvan) sürdü; yolu gâh dar gâh geniti.  Karakol hizmeti için aslanla geyii haceta yapmıtır. Genceli Nizâmî’nin “Hamse”sinde de Türkçe birçok kelimeye yer verilmitir (bak. ükürlü 2002: 84-222). Burada, Farsça ile Türkçe arasındaki söz dizimi benzerlikleri üzerine bir aratırma yapan John Soper22’in Türkçe gramerin Farsça gramer üzerindeki etkisini örneklerle tespit ettiini de belirtelim (geni bilgi için bak. Karaaaç 2008: XIV). * * * Fars iiri Üzerinde Türk Nüfuzu * Yahya Kemal’in ifade ettii gibi, bir devrin edebiyatını o devrin iktidar muhitinde bulunanlar olutururlar (1984: 47). Türklerin hâkim olduu özellikle Batı ve Dou Türkistan , Horasan , Afganistan ve ran bölgelerinde, slâmiyetten sonra gelien edebî faaliyetlerde bu durum açıkça görülmektedir. Bu corafyada Türklerin yükselmelerinin ilk çarpıcı göstergesi, Sâmânîler döneminde23 kuzey bölgelerinin Türk kölelerden ve ordu komutanlarından Sebük Tigin’in eline geçmi olmasıdır. Sebük Tigin, dier Türk köle gruplarının yardımıyla bölgenin yönetimini Gazne’den sürdürerek, Sâmânî topraklarının kuzeydou sınırlarını hâkimiyeti altına aldı. Sâmânî saltanatının üzerine kurduu (Nu’mânî 1368: I/44) devlet, Abbasî halifelerinin güçlerinin doruklarında oldukları dönemden itibaren douda kurulan en güçlü devlet olmutur. Bakent Gazne ise, kültürel * * * * * 22 23 Loan Syntax in Turkic an Iranian, Bloomington 1996. Sâmânî yönetimi, adeta kendilerine hizmet eden Türklerden olumaktaydı. Sâmânîlerin, balarında saray nazırı olan Türk muhafızları ve bir vezirin denetiminde Farsça ve Arapça konuan bir bürokrasileri vardı. Bu kurumların yanı sıra, çounluunu Türk kölelerin oluturduu bir orduyla, saraya hizmet edecek kimselerin yetitirilmesi için kurulmu, örencilerinin çounu Türk gençlerinin oluturduu bir saray okulu da bulunmaktaydı (Canfield 2005: 23-24). * * * 32 32 * RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN zenginlik açısından Badat’tan sonra ikinci sırada yer almıtır (Canfield 2005: 23). Bundan sonra yukarıda belirtilen bölgelerde Türk hâkimiyeti görülmeye balamıtır. Bu bölgelerde sultanlar, isimlerinin baki kalabilmesi için airler tarafından söylenilen iirlerin en önemli vasıtalardan biri olduuna inanmalarından dolayı (Nu’mânî 1368: IV/112), Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu saraylarında aire büyük önem verilmitir. Nitekim Balasagunlu Yûsuf tarafından 1069/1070 yılında yazılan ve Türkçenin en önemli eserlerinden biri olan Kutadgu Bilig ’in balarında yer alan Bura Han övgüsündeki bölümde, Bura Han’a çeitli armaanların sunulduu, ancak bu armaanların unutulduu dile getirilmitir. Ayrıca Yûsuf Has Hâcib, kendisinin sultanın isminin yazıldıı bu eserini ona armaan ettiini, bundan dolayı sultanın adının ebedî kaldıını ifade etmitir (Arat 1979: 28): * * Olarnıng tangrukı kelir hem barır Mening bu tangruk boldı mengü kalır Neçe tirse dünya tüker alkınur Bitise kalır söz ajun tezginür Kitabka bitindi bu hakan atı Bu at mengü kaldı ay terken kutı Bu beyitler yukarıda zikredilen konuya açıklık getirmesi bakımından dikkat çekmektedir. Yine Kutadgu Bilig ’de, Ögdülmi’in Odgurmı’a airler ile münasebet hakkında söyledii u fikirler de, bu minvalde dikkat çekicidir24: * “....Bunlar methederlerse, bu medih bütün ülkelere yayılır; eer hiciv ederlerse, insanın adı daima kötü olarak kalır. Ey karde, bunlara mümkün olduu kadar iyi muamele et; ey dost, bunların diline düme. Eer kendin övülmek istersen, bunları memnun et; ite bu kadar. Bunlar ne isterlerse, ver, hiçbir eyi esirgeme; böylece bunların dilinden kendini satın al” (Arat 1988: 318). 24 Yine Kutadgu Bilig ’de, Ögdülmi’in, Odgurmı’a âlimler ile münasebet hakkında söyledii u düünceler de, bu manada dikkat çekicidir: “... Onları pek çok sev ve onlardan hürmetle bahset; çok veya az, onların bilgilerini ören. Faydalı ve zararlı eyleri birbirinden ayırt ederek, doru ve temiz yol tutan kimseler bunlardır. Mümkünse ilimlerini ören ve bilgilerini bil; onlara iyilik yap ve yardımda bulun; onlara dil uzatma....Onlara malından hisse ayır, onları yedir, içir; güler yüz ve tatlı sözle hizmetlerinde bulun..... Onlara karı sert ve kaba dil kullanma; tuz-ekmek yedir, saygı göster ve hürmet et. Onları dinle, bilgilerine göre hareket et; tavır ve hareketleri hakkında arkalarından dedikodu yapma. Senin için lâzım olan onların ilmidir. Onlar insanlara yol göstererek dorulua sevk ederler....Bunlar ile münasebet kur ve iyi geçin; böylece saadete kavuarak, her iki dünyada mesut olursun” (Arat 1988: 314). * 33 33 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL Ayrıca iki önemli kaynak eserden Çehâr Makâle (Semerkandî 1368: 62-63) ve Râhatü’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr’da25 (Râvendî 1999: I/61) zikredilen bilgiler de bu düünceyi desteklemektedir. Nitekim Nizâmî-i Arûzî’nin Âl-i Efrâsiyâb’ın yani Karahanlılar ’ın isimlerinin Lü’lü’î, Gulâbî, Necîbî-i Fergânî, Am’ak-ı Buhârî, Reîdî-i Semerkandî, Neccâr-ı Sagarci, Alî-i Bâyenzî, Piser-i Dergû, Alî-i Sipihrî, Cevherî, Sogdî, Piser-i Tîe ve Alî-i Satrancî’nin; Âl-i Nâsıruddîn’nin yani Gaznelilerin isimlerinin Unsurî , Ascedî, Ferruhî, Behrâmî, Zînetî, Büzürcmihr-i Kâyinî, Muzafferî, Menûrî, Menûçihrî, Mes’ûdî, Râidî, Mes’ûd-i Sa’d-i Selmân, Kassâr-ı Ümmî, Muhammed Nâsır, Ahmed Halef, Osmân-ı Muhtârî ve Mecdûdü’s-senâ’î’nin; Selçukoullarının isimlerinin ise, Ferruhî-i Gürgânî, Lâmi’î-i Dehistânî, Ca’fer-i Hemedânî, Derfurûz-i Fahrî, Burhânî, Emîr Mu’izzî, Ebu’l-ma’âlî-i Râzî, Amîd-i Kemâlî ve ehâyî’nin iirleriyle baki kaldıını belirtmesi (Semerkandî 1368: 63) bu konaya açıklık getirecek mahiyettedir. Sultanlar nasıl ki airlerin iirleriyle tanınıp isimleri baki kaldıysa, airler de hükümdarın kendilerine bulunduu büyük baılarla mehur olmulardır. Nitekim Nizâmî-i Arûzî’nin Çehâr Makâle’de söyledii u ifadeler bunu göstermektedir (Semerkandî 1368: 84): * * “Medhedilen yani övülen kii, airin iyi iiriyle tanındıı gibi, air de padiahın büyük baııyla bilinir, bu iki mana bir arada bulunur”. Ayrıca iblî-i Nu’mânî’nin ran ’da iir ve airliin hükümetin bereketiyle yani saltanatta bulunan sultanların himaye ve destekleriyle ortaya çıktıını (Nu’mânî 1368: IV/112) belirtmesi bu bakımdan manidardır. Bu bakı açısından ve airlerin deerli görülmesinden dolayı bu dönemlerde baarılı airlerin sultan ve emirlerden büyük servetler ve unvanlar aldıına dair rivayetlere eski ve yeni kaynaklarda rastlanmaktadır. Nitekim Gazneli Mahmûd’un, Hindistan yolu üzerinde kuattıı bir kalenin Nenda isimli Hind emiri, kendisi hakkında Hintçe bir iir söylemitir. Sultân Mahmûd , bu iiri bütün Hind, Arap ve Fars airlerinin okumasını istemitir. iirin okuyan herkes tarafından beenilip bundan daha güzelinin söylenemeyeceinin ifade edilmesi üzerine, Sultân Mahmûd bir fermanla o emire on be kalenin komutanlıını vermitir (Emirçupani 2001: 47). Yine Gazneli Mahmûd, ehzâde Mes’ûd, Horasan’dan Gazne’ye geldiinde airler bir takım kasideler yazarak sarayda okuduklarında, her air için 2 bin dirhem, Unsurî ve Zînetî’ye 50 bin dirhem ihsan etmitir. Nitekim, Gazâirî, iki * * * * * 25 Bu konuda, Konya’da Keyhüsrev b. Kılıç Arslan’a ithaf ve takdim edilen Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’ssürûr (tlf. 599/1203’te balamı, iki veya üç yıl sürmütür) da öyle denilmektedir: “Her devirde iyi ad ve öhret adalet yapan, iyi adamlarla düüp kalkarak onlarla anlamayı tercih eden, airler ve fazıl nedimlerle oturmu kimseden kalır. Çünkü nam ve yayılmı öhret onlar sayesinde ebedileir” (Râvendî 1999: I/61). 34 34 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN beyit karılıında almı olduu ihsanı, u beyitleriyle ifade eder (Nu’mânî 1368: I/46):   Cihan sultanı bana, o, sanavber vücutlu, anber yanaklı ve misk benli için iki beyit (söylememi) emretti. Haset edenlere ve rakiplere ramen, (cihan sultanı) bana iki kese altın ve 2 bin dirhem gönderdi. Yakup Paa, Târîh-i Güzîde Tercümesi’nde âlimleri ve airleri seven Gazneli Mahmûd’un bunlara her sene dört yüz bin altından fazla baı ve ihsanda bulunduunu kaydetmektedir (Yakup Paa, v. 181b). Sultân Mahmûd ’un iire ve airlere göstermi olduu bu ilgi ve alakayı, Gazne sarayında bulunan vezir, emir ve ileri gelen devlet erkanı da aynı ekilde göstererek devam ettirmitir (Zerrînkûb 1371: 12). Çehâr Makâle (tlf. 550551/1155-1157) müellifi, Kara-hanlı sultanı Hızır bin brâhîm Han’ın air Reîdî’ye bir kıtası sebebiyle her birinde 250 dinar bulunan dört tabak dolusu kırmızı altın ihsan ettiini belirtmektedir (Semerkandî 1368: 84). Selçuklu sultanlarından Toanah, houna giden bir rubaisinden dolayı air Ezrakî’nin gözlerinden öpmü ve ona 500 altın dinar ihsan etmitir (Semerkandî 1368: 81). Sultân Turul ise, Zahîruddîn-i Fâryâbî’nin irticalen söyledii bir rubaîsi houna gidince, ona deerli sfahan kumalarından vermitir. Ayrıca baka bir gün terzi, Sultân Turul’un meclisinde kuma biçerken, Zahîruddîn-i Fâryâbî yine irticâlen bir rubai söylemitir. Bunu beenen sultan o gün biçilen kumaların tamamını ona bahetmitir (Müstevfî 1364: 463-4). Bahâristân’da geçen * “airlerden üç kii, üç devlet zamanında hiç kimsenin görmedii saadet elde ederek itibar bulmutur. Samanoulları döneminde Rûdekî, Gazneliler devrinde Unsurî ve Selçuklular zamanında Mu’izzî” (Câmî 1371: 96) * * * ifadeleri de, gerek Gaznelilerin gerekse Selçukluların airlere gösterdii ilgiyi yansıtması bakımından önemlidir. aire ilgi ve itibarın bir tezahürü olan emîrü’-uarâ, melikü'-u’arâ veya sultânu'-uarâ unvanının bu Türk devletlerinin saraylarında bulunan bazı airler için kullanıldıı görülmektedir. Bu unvanı, Karahanlılar döneminde, Hızır Han bin brâhîm’in sarayında bulunan Am’ak-ı Buhârî (Zerrînkûb 1371: 49; Tarlan 1944: 79); Gazneliler zamanında, Sultân Mahmûd ’un airi Unsurî almıtır (Devletâh 1901: 45; Ate 1968: 8; Tarlan 1944: 39). Bu unvan özellikle Selçuklu sarayında önce Alp Arslan’ın airi Burhânî ve Melikâh ile Sencer’in airi Mu’izzî için kullanılmıtır (Karaismailolu 1996: 137). Nitekim Mu’izzî, bir beytinde kendisine ve babası Burhânî’ye gösterilen bu ilgi ve itibarı u ekilde dile getirir (Mu’izzî 1362: 187; Alparslan 1972: 116): * * * * 35 35 * TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL Bu genç hakîm, senin onu kabul etmen ile makbul oldu, kıymet kazandı da varını younu, bahtını ve ikbalini genç hâkimin huzuruna götürdü teslim etti. O, senden olunun hametini kabul etmeni bekliyor, nitekim nasıl ki Alp Arslan onun yani (Mu’izzî’nin) babasına hürmet göstermitir. Anadolu Selçuklu Devleti’nde ise, Muhyiddîn Ebu’l-fezâ’il (Turan 1988: 5758), Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî (bn Bîbî 1996: I/147, 418), Hüsâmeddîn (Turan 1988: 157-58) ve Bahaeddîn Kâni’î (Ahmet Eflâkî 1989: I/354) de bu makamda bulunan airlerdendir (ayrıca bak. Kartal 2008: 115-16). Bu dönemlerde yaayan airler, sultanlar ile dier devlet erkânının kendilerine baı ve ihsanda buldukları hediyeleri bizzat iirlerinde zikretmilerdir. Ferruhî-i Sîstânî, Sultân Mahmûd’un kendisine verdii hediyeleri u ekilde belirtmektedir: * * *     Zenginim, köle ile; zenginim, binek ile; zenginim, neeyle; zenginim, mutlulukla. Benim elbisem, ilkbaharda keten ve ipekten; sonbaharda ise kıymetli sansar, ipek ve samurdandır. Her tarafı halıyla döediim zaman, iki üç yerde sofralar kurmuum (Ferruhî 1335: 197; Emirçupani 2001: 131). Yine Ferruhî, Ahmed b. Hasan-ı Meymendî’ye hitaben öyle demitir:  Yirmi yıldır hizmet etmekte olan ben kuluna, sana güzel hizmetinden dolayı zenginlik gelmitir (Ferruhî 1335: 155; Emirçupani 2001: 66). Emîr Muhammed'in iire olan ilgisinden dolayı, airleri çeitli baılarla ödüllendirdiini Ferruhî u beytiyle dile getirmitir (Ferruhî 1335: 385; Emirçupani 2001: 49):  Onun iyilii ve baılarıyla, övgü söyleyenlerin sarayı, sürekli gelinlerin tahtları gibidir. Gazâyirî, Gazneli Mahmûd'un cömertliini öyle belirtmitir (Emirçu-panî 2001: 50):  Ben, bana maldan bıkkınlık veren o sultanın cömertliinden dolayı, feryadı Zühre yıldızına ulaan kimseyim. 36 36 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Ferruhî-i Sîstânî ise, bu hususu bir iirinde öyle dillendirmitir (Deirmençay 2000: 220-21):    Dünyanın ölçüsü çoktur, fakat onun da bir sınırı vardır. Ancak baıının ne bir sınırı vardır, ne de ölçüsü. Bize öyle çok para baılıyor ki yanımızda para en deersiz eylerden biri olmutur. Uyanıkken baıta bulunur, uyurken düünür. Onun uyanık ve uyur olması bize faydasız deildir. Bu konuda Hakanî de, Unsurî hakkında öyle demitir: * “Kerem noktasında iyi bir baı aldı, ülkeler fetheden Mahmûd’dan Unsurî . On beyit karılıında güzel baılar gördü, bir tek Hindistan fethinden Unsurî. Duydum ki tenceresini bakırdan, sofrasının aletlerini altından yaptı Unsurî” (Safâ 2002: 99). * Yukarıda deindiimiz hususlardan dolayı, Karahanlı , özellikle Gazneli ve Selçuklu Devletleri döneminde Fars dili ve edebiyatı, buna balı olarak Farsça iirin gelimesinde Türk asıllı sultanlar ile Farsça iir söyleyen Türk asıllı airlerin büyük rolü olmutur.26 Karahanlı hakanlarından bazıları, ilmi ve edebiyatı sevmiler, âlimleri ve airleri himaye etmilerdir. Hızır Han bin brâhîm, Sultân Sencer zamanında Maveraünnehir ’de hüküm süren Arslan Han Muhammed bin Süleymân ve olu Mahmûd bin Muhammed (Zerrînkûb 1371: 48), Hasan Bura Han (Dilâçar 1988: 14) bunlardandır. Örnein Hasan Bura Han, Karahanlılar arasında, dürüst yönetimi, bilim ve sanat adamlarını koruması ile kendine olaanüstü bir yer, yurt dıını aan bir ün salamıtır (Dilâçar 1988: * * * * * * 26 Yeni Farsçanın ekillenmesinden sonra, bu dille iirler söyleyenler arasında Türk asıllı kiilerin de olduu bilinmektedir. Bunlardan biri olan Turkî-i Keî-i lâkî hakkında eski kaynaklarda fazla bir bilgi yoktur. Avfî, lâkî’yi Sâmânîler döneminde yaayan, ancak isimleri, nisbeleri ve memduhları belli olmayan airler arasında göstermi, iirlerinden -4 beyit- ise örnek vermitir (Avfî 1906: II/26). Rızâ-kulî Han ise Mecma’u’l-havâs isimli eserinde, Tezkire-i Arafât müellifinin Turkî-i Keî-i lâkî’yi eski airlerden ve mehur emirlerden saydıını bildirmitir (Râdûyânî 1949: 155). Bu bilgiler ııında Ahmed Ate, Huseyn-i Îlâkî hakkında bilgi verirken, “Öyle görülüyor ki, Turkî-i Keî-i lâkî ile Huseyn-i Îlâkî aynı ahıstır. Îlâk, Mâverâünnehir’de bir yer olduundan orada Türklerin bulunması, yani Huseyn-i Îlâkî’nin Türk olması gayet tabiidir. Böyle bir Türkün herhangi bir hükümdara intisap ettikten sonra emirlik mevkiine çıkması ve iir yazacak kadar Farsçaya vakıf olması da ran tarihinde her zaman tesadüf edilen hâdiselerdendir. Binaenaleyh bu iki ahsın aynı olmasını imkânsız gösterecek hiçbir husus mevcut deildir” (Râdûyânî 1949: 155-6) diyerek bu ahsın Türk olma ihtimalini belirtmitir. Yine Tercümânü’l-belâga’da iirleri geçen Pür Tigin (Râdûyânî 1949: 102-6; 17, 48, 100-1-Metin) de aslen Türk olup da Farsça iir söyleyen âhsiyetler arasında sayılmaktadır. * * * * 37 37 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL 14). Karahanlılar döneminin en ünlü airleri Am’ak-ı Buhârî, Reîdî-i Semerkandî ve Sûzenî-i Semerkandî’dir (Zerrînkûb 1371: 49). Gazneli sultanların edebiyat ve airlere verdii önem dorultusunda bu dönemde Fars iiri canlılık kazanıp ilerleme göstermi (Nefîsî 1363: 32), Fars iirinin büyük ustalarından sayılan Firdevsî-i Tûsî, Esedî-i Tûsî, Unsurî -i Belhî, Ferruhî-i Sîstânî, Hakîm-i Senâ’î, Menûçihrî-i Dâmgânî ile birlikte en yüksek derecesine ulamıtır (Nu’mânî 1368: I/44). Özellikle yüksek bir edebiyat terbiyesine sahip olan Gazneli Mahmûd, Fars dili ve edebiyatına dier Gazneli sultanlardan daha fazla hizmet etmitir. Sarayında devrin en büyük kabiliyetlerini toplamı, airlere hürmet ve sevgi göstermi, komu ülkelerden airleri kendi sarayına çaırmıtır. Sarayına çaırdıı airler arasında Türk asıllı olan Ferruhî-i Sîstânî ile Menûçihrî-i Dâmgânî de bulunmaktaydı. Devletâh’ın, Gazneli Mahmûd’un sarayında dört yüz airin bulunduu eklindeki rivayeti mübalaalı olarak kabul edilse de, Gazneliler döneminde edebiyata verilen önemi göstermesi bakımından önemlidir (Merçil 1987: 81; Tarlan 1944: 38; Devletâh 1901: 44). Diyarbakırlı erîfî’nin eh-nâme Tercümesi’nin üçüncü cildinde yer alan mensur kısmında, o dönemin mehur airleri Unsurî, Ferruhî ve Ascedî’nin Firdevsî’ye hitaben söyledii u sözler bu bakımdan manidardır: * * * * * “Der-gâh-ı âlîsi kıble-gâh-ı efâzıldur, ehl-i fazlun melce’idür ve ehl-i ‘ilmün mesnedidür. Mürebbi-yi ehl-i kemâldür ve der-gâhında u’arâ ve nüdemâ ve zurefâ müctemi’dür. Husûsâ bâyi’ân-ı cins-i e’âr ol der-gâhda müreffehü’lhâldürler...bizüm pâdiâhımuz kemâl ehlidür, hüner-perverdür, hüner ehlin sever ve ho tutar” (Kültüral 1999: III/1974). Ferruhî’nin u beyti de, bu hususa ıık tutacak mahiyettedir:  Senin sarayının etrafında, sürekli tavaf eden airler görüyorum, sanki senin sarayın Kâbe, onun çevresi de geni bir ırmak (Ferruhî 1335: 2; Emirçupani 2001: 46). Selçuklular döneminde de, sultanların iire sempatiyle yaklamaları, airleri himaye etmeleri ve onlara bol miktarda maddî ihsanda bulunmaları sonucunda Fars iiri büyük bir revaç kazanmıtır. Nizâmî-i Arûzî’nin Selçuklu sultanlarının iir sevgisi konusunda söyledii: * * “Selçukoullarının tamamı iiri severdi. Ancak onların içinde en çok Doanâh bin Alparslan severdi. Onlarla devamlı muhavere ve muaere ederdi. airlerin tamamı onun nedimiydi.” (Semerkandî 1368: 80), sözleri bu durumu açıkça göstermektedir. Nitekim Nâsır-ı Hüsrev, Ömer Hayyâm, Enverî, Mu’izzî-i Semerkandî, Katrân-ı Tebrîzî, Senâ’î-i Gaznevî, Hakanî-i îrvânî, Zahîruddîn-i Fâryâbî, Nizâmî-i Gencevî, Attâr-ı Nîâbûrî, Baba Tâhir 38 38 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Uryân gibi airler bu dönemde yetimiler ve iirlerini söylemilerdir (Kartal 1999a: 19-20). Bu dönemlerde airleri destekleyerek Farsça iirin gelimesinde önemli rol oynayan Türk asıllı hanedanlar, sultanlar ve söyledikleri Farsça iirlerle Farsça iirin hem olumasında hem de gelimesinde önemli yere sahip Türk asıllı airler hakkında özellikle Farsça eserlerin bu edebî dili konuan milletin kültür ve edebiyat hazinesi olarak görülmesinin sonucu, “o dönem iirinin tamamen ran edebî zevkini yansıttıı”, “o dönem iirine Fars kültürünün hâkim olduu”, “Türk hükümdar ve airlerin, Acem kültürünü benimseyip onu yaymaya ve yaatmaya çalıtıı” ve “ranlılatıkları” gibi gerçei yansıtmayan bazı görülerin genel kabul gördüü görülmektedir. Bu deerlendirmelere göre ran asıllı hanedanların yerini almak isteyen Türkler , üstün bir asalet ve soya dayanmazlar (Mu’temen 1322: 22). Nitekim Muhammed-i Mustevfî, Gaznelilerin “hakâret-gevher” (kötü soylu/asaletsiz) olduunu söyler (Müstevfî 1364: 426). Sâmânî saltanatının üzerine kurulan Karahanlı (Zerrînkûb 1371: 48) ve Gazneli devletleri (Nu’mânî 1368: I/44), Sâmânîlerin geleneini takip ettikleri için kendilerine özgü bir anlayı ve tavır oluturamamılardır (Safâ 1370: 197)27. eh-nâme’nin ran kültür ve ruhunu ihya etmesiyle Gazneliler ranlılamı ve böylece bir ran hânedanı ortaya çıkmıtır (Holt 1997: 155). Gazneliler ranlılamılar ve kendilerini ranlılıın savunucuları olarak ortaya koymulardır (Roux 1995: 142; 2007: 200). Firdevsî’nin eh-nâme’si, ran kültür ve ruhunu ihya etmi, hatta o bölgedeki Türkleri de Farslatırmıtır (Spuler 1988: 153; Palabıyık 2001: 48-49). Gazneli devleti millî temeli olmayan, tamamen askerî bir saltanat idi (Dames 1999: 747). Gazneliler aslında, slâm öncesi dönemde yüksek kültürün gelimesine katkıda bulunan Fârisîlere benzeyen ranlılamı Türklerdi (Canfield 2005: 23). …Türk seçkinleri Türklükten uzaklamılardı (Roux 2007: 259). Selçuklular , Türklükleri konusunda mutaassıp olmadıklarından dolayı ran kültürünü benimsemilerdir (Rypka 1381: 265; Yalçın 2009: 15). Anadolu Selçukluları hâkimiyeti ele aldıklarında Arapçanın yanında Farsça da ilmî bir özellik kazanmı, ran kültürü mutlak egemenlii ele geçirmitir (Dilberîpûr 2003: 20). Yine bu minvalde bazı ranlı aratırmacılar da, Gaznelilerin ve Selçukluların Farsça iir söyleyenlere gösterdikleri ilginin izahını, “yerleik kültüre boyun emek hatta Farslılamak durumundaydılar” eklinde yapmaktadırlar. Ayrıca Gazneli, Selçuklu hatta Osmanlının çok geni bir corafyadaki siyasî hâkimiyetleri zamanlarında Farsça eserler kaleme alınmı olması ve bazı air ve devlet adamlarının Farsça iir söylemi olmaları nedeniyle “ran’ın kültürel zaferi” olarak ifade etmektedirler (Kartal 1999/2000: 258; Karaismailolu 1999: 14). Bazen bu deerlendirmelerin herhangi bir Türk sultanı hakkında yapıldıı * * * * * * * * * * * * 27 Buna benzer ifadeler Sebk-inâsî’de de görülmektedir. Bak. Bahâr 1381: II/252. 39 39 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL da görülmektedir. Meselâ Barthold, Gazneli Mahmûd’un ran milliyetçiliini himaye ettiini, rânî zihniyetine sahip bir hükümdar olup, slâm istilasına karı Arien kavimlere mahsus duyu ve düünü tarzını yaatmaa gayret ettiini vurgulamaktadır (Barthold 1977: 172). Rypka, Gazneli Mahmûd’un Türkistan ile ran’ın batısında ilerleyerek büyük bir ran Devleti kurmayı amaçladıını, bunun için de ölümünden önce Firdevsî’ye dillere destan baıta bulunduunu ifade etmektedir (Rypka 1381: 250; Yalçın 2009: 3). Hodgson ise, Gazne'nin Gazneli Mahmûd'un yönetimi altında (kısmen yazarların mecburî ikamete zorlanmaları sayesinde) ran geleneklerinin ve Sâsânî zaferlerinin hatırasının canlanma merkezi hâlini aldıını belirtmektedir (Hodgson 1993: 41). Oysa bu hükümler, asla doru olmayıp hiçbir ilmî esasa dayanmamaktadır. Sadece Batılı müsterikler ile ranlı aratırmacıların Türklere karı sübjektif bakı açılarını yansıtması bakımından manidardır. Gazneliler’de gerek airleri gerekse fazılları koruyarak onlara deer vermek devlet yönetimi adabındandı (Nefîsî 1363: 34). Gazneliler namına yazılmı birçok eser ise, onların ilmi ve sanatı himaye hususundaki faaliyetlerini gösterir. Yoksa bu, herhangi bir millî fikre hizmet için deil; sırf hükümdarlık icaplarından olduu için yapılmıtır (Barthold 1977: 172; Köprülüzade Mehmed Fuad 1926: 510). Hatta Gazneli Mahmûd, sünnî mezhebine balı olduu için, Arap edebiyatını, mümessillerinin çounluu iîlie mensup olan ran edebiyatına tercih etmitir28 (Brockelmann, 1992: 140). Ayrıca burada unu da belirtelim ki, bazı deerlendirmelerde ifade edildii gibi, Gazneli döneminde ranlılara ait eski eserleri ihya etmeye teebbüs edilmemitir (Bahâr 1349: I/169). Nitekim Kerrâmîlere karı taassup içerisinde bulunan Gazneli Mahmûd, ran’a ait eski eserleri ihya etmeye karı alakasız olmu ve böyle bir eyi hayalinden dahi geçirmemitir (Bahâr 1349: I/168). Firdevsî, ehnâme isimli eserini tamamlayıp Gazneli Mahmûd’a takdim ettikten sonra, sultan * * 28 Burada Gazneli Mahmûd’un u meziyetlerini zikretmeyi uygun görüyoruz: Sultan Mahmûd, daha ehzadelii dönemlerinde bir yandan babasıyla gazaya giderken, bir yandan da tefsir, hadis, fıkıh usulü, fıkıh, kelâm, te’vîl, nâsıh-mensûh, sahih-mevzu ayırt etme, ehl-i sünnet ve bidat mezheplerini aratırma, inceleme ve tartımaya kendini adamıtır (Curfâdekânî 1345: 369; Palabıyık 2001: 51). lim ve fazilette üstün bir meziyete sahip olan Gazneli Mahmûd, Hanefî fıkıh âlimlerinden bahseden ve önemli bir eser olan Cevâhir-i Mudî’e’de, fakihler arasında zikredilmi, fıkıh konusunda tafsilatlı bir eser yazdıı belirtilmitir (Nu’mânî 1368: I/45). Hadis ilmine çok meraklı olan Sultan Mahmûd, sık sık fakihleri huzuruna çaırtır, onlara dinî konularda çeitli tartımalar yaptırır ve mezheplerin birbirinden ayrılan ve benzeen yanlarını örenmeye çalıırdı. Ayrıca tarihe karı da ilgisi olup derin bilgisi vardı (Palabıyık 2001: 52-53). Gazneli Mahmûd, ilim ve sanata deer vermi, çeitli ülkelerden sarayına gelen ilim adamlarını sarayına almı, onlara ikram ve baılarda bulunmu ve saygı göstermitir. Ayrıca ortaçalardaki en büyük ilmî simalarından biri olan Türk asıllı Ebû Reyhân el- Bîrûnî (ö. takriben 1051)’yi Harezm’i igal ettii zaman (1017), Gazne’ye getirmitir. Böylece Bîrûnî Hindistan’a yapılan Gazneli seferlerine itirak etme imkânı buldu. Onun Hindistan’daki temasları, öteki inanç ve âdetler hakkındaki temasları ve sınırsız merakıyla Tahkîk mâli’l-Hind isimli büyük bir eser meydana getirmitir (Merçil 1987: 82). * 40 40 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A eseri inceleyince onun Türk milletini tahkir ettiini, ran milleti karısında küçük düürdüünü, hatta Türk milletine sövdüünü görmü ve yanındakilere dönerek: “Benim her bir Türk pehlivanımın yiitlii senin Rüstem-i Zal gibi pehlivanlarından yüksekte dururlar” * demi ve eserde bahsedilenlerden memnuniyetsizliini belirtmitir (ükürlü 2002: 22-23). Bu da Gazneli Mahmûd’un sahip olduu millî hissi yansıtması bakımından önemlidir. Bütün bu açıklamalardan sonra, yukarıda belirttiimiz bazı yargıların aksine, rahatlıkla unu söyleyebiliriz: Gazneli sultanları asla ranlamamılar, ran kültürünü benimsememiler, yayma gayretinde olmamılar ve yeniden ihya etmek için çaba göstermemilerdir. Bilakis kendi kimlikleri ile Karahanlı döneminden29 itibaren olumaya balayan Türk-slâm kültürünü muhafaza etmilerdir. Aynı eyleri rahatlıkla Selçuklu sultanları için de söylenebilir. Nitekim Selçuklu Devleti’nde Türkler , özellikle saray tekilatında hâkimdiler. Saray, âdeta Türklüün bütün cepheleriyle kendini gösterdii bir merkez konumundaydı. Hükümdardan sarayda vazifeli en küçük rütbeli gulama kadar herkes tam bir Türk hayatı sürdürüyor30, hükümdar dâhil herkes Türkçe konuuyor31 ve tamamen Türk âdetlerinin hâkimiyeti görülüyordu. Ayrıca ordu tekilatı da tamamen gulam Türklerinden meydana gelmekteydi. ranlı Nizâmü’l-mülk, Siyâset-nâme isimli eserinde Türk nüfuzunu bir dereceye kadar kırabilmek için Selçuklu ordusunun, yalnız Türklerden deil, muhtelif ırklardan * * * * * 29 * Karahanlılar , tam anlamıyla hem Müslüman hem de Türk olan bir devlet kurmulardır. Bunda Arap kültür odaklarının uzak ve Karahanlı topraklarındaki Türk nüfusunun younluu etkili olmutur (Roux 2007: 195). Türk geleneklerini her eyin üstünde tutan Karahanlılar, her ne kadar erken dönemlerde gelien Fars ve Arap edebiyatlarının gelimesine katkıda bulunsalar da, hassaten halkının Türk olmasından dolayı hem Türk dilinin edebî bir dil olmasında hem de yazılı Türk edebiyatının olumasında önemli katkılar salamılardır (Canfield 2005: 24). Türkistan ’da halkı yüzde yüze yakın Türk asıllı bir sahada kurulduu için siyasî, içtimaî ve hukukî yönden Türk olan Karahanlılar, dinî açıdan slâmiyeti temsil etmekle, Türk-slâm cemiyet tipine doru köprü vazifesi görmütür (Kafesolu 1988: 342). Mevdûdî, Selçuklular Tarihi isimli eserinde, uzun bir müddet göçebe ve sade bir hayat yaayan ve bu hayata alıan Selçukluların, ehir hayatına girmi olmalarına ramen bu sade, temiz, askerce ve Türkmence yaama ruhunu devam ettirdiklerini, hatta ehirlere yerletikleri hâlde bu ruhun yok olmadıını belirtmektedir (1971: 32). Yine Mevdûdî, bu konu hakkında, göçebe hayatından tamamıyla kurtulamayan Selçuklu Türklerinin kendi aralarında eski Türkmenlerin usul ve kaidelerini devam ettirdiklerini ifade etmektedir (1971: 137). Osman Turan, Farsça iir de söyleyen Sultân Melikâh’ın yakın dostlarına Türkçe mektup yazdıını, sarayın ve ordunun dili olan Türkçenin devletin her tarafına göçebe ve yerleik Türkmenler tarafından yayıldıını, ran devlet adamlarının birçounun Türkçe bildiini, hatta örenmek zorunda kaldıını belirtmektedir (1998: 221). Yine Osman Turan, Badad’da Turul Bey’in düününde bata ihtiyar sultan olmak üzere bütün Türk beylerinin Türkçe arkı söylediklerini ifade etmektedir (1988: 396-97). * * * * * 30 * 31 * * * * 41 41 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL meydana gelen karma bir ordu olması tezini savunmutur32. Ancak onun bu nazariyesi pek itibar görmemitir. Eyalet tekilatlarında da gulam Türklerinin hakimiyeti görülmektedir (Köymen 1971: 308-9)33. Devletin mülkî tekilat kadrolarını ise ranlılar igal etmee balamılardır. Balangıçta, fermanlara ve dier resmî vesikalara hükümdarın alâmetini çekmekle vazifeli “turacı” adlı bir bakan Türk iken, daha sonra, bu makama da ranlılar tayin edilmee balanmıtır. Böylece hükümet tekilatı tamamen ranlıların inhisarına girmitir (Köymen 1971: 309). Yukarıda belirtildii gibi, eer Selçuklu hanedanı bir tarafa bırakılacak olursa devlet tekilatının ikiye ayrıldıı görülür. Birincisi, askerî tekilatın büyük çounluunu oluturan gulam Türkleri, ikincisi ise idari tekilatı tamamen igal eden ranlılar.34 Selçuklu Devleti’nde Türkçenin hükümdarlar ile ordunun, Farsçanın yönetimin ve seküler kültürün, Arapçanın ise din ve hukuk kültürünün dili olduu görülmektedir35 (Hourani 1997: 119). ranlıların, Türk olsun olmasın o dönemlerde çeitli devletlerin idarî tekilatında görev aldıkları bilinmektedir (Köymen 1971: 298). Nitekim Selçuklu Devleti’nin idari tekilatında da vazife almılardır. Dîvânü Lûgati’t-türk’te geçen “tatsız Türk bolmaz, basız börk bolmaz = Acemsiz Türk, basız börk olmaz” (Kagarlı Mahmud 1985: I/349-50; II/281) atasözü bu vazifelendirmenin gerekli olduunu açık bir ekilde göstermektedir. Farsça yönetimin dili olduu için, dolayısıyla devletin resmi dili de olmutur. Bunda en büyük amil, zannımızca Selçuklu Devleti’nin kurulmasında çok önemli yeri olan göçebe Ouzların, çok kuvvetli sözlü geleneklerinin olmasına ramen, yazı dillerinin olmamasından * * 32 Nizâmü’l-mülk’ün bu konudaki görüü için bak. Nizamülmülk 2003: 122. brahim Kafesolu, Selçuklu Devleti döneminde Türk millî geleneklerinin devam ettii konusunda unları söylemektedir (1973: 130-31): “Bu Müslüman Türk devletinin slâm-ran kültürü içinde eriyip kendi gelenek ve örflerini unutarak aslî hüviyetlerinden sıyrılmı ve bir Müslüman-ran cem’iyeti hâline gelmi olduu iddia edilemez. Zira, tâbi kütlenin hususiyeti dolayısıyla, ranlı vezirler yer ve zamana uygun idarî ve askerî tekilat kurmu ve birçok dinî ve sosyal müesseseler meydana getirmi olmalarına ramen, Türk telakki ve gelenekleri ana vasıflarını kaybetmemitir. “Leviratus”, toy, ranlıların Han-ı yama adını verdikleri umumî ziyafetler, tu, askerî kıyafet, çetirler üzerinde ve paralardaki ok ve yay arması, tura böyle olduu gibi, askerî tatbikat mahiyetinde olan büyük sürek avları ve Bizans tarihlerinde açıkça gördüümüz bozkır sava usulleri de onlardandır”. 34 Yuri Bregel, idarî iler ile ilmî faaliyetlerin ranlıların elinde olmasını, bu ilerin Türkler tarafından askerî hizmete nazaran daha aaı görülmesine balamaktadır. Ayrıca, Türk aristokrasisinin askerî aktiviteler dıında herhangi bir ile megul olmasının uygun olmadıını da belirtmitir. Ancak, Türklerin askerî aktivitenin bir parçası olan yönetimle ilgilenmekten geri kalmadıklarına da dikkat çekmitir (Bregel 2005: 95). Bregel, bu ranlıların ya Tacik dili ya da Türkçe konutuklarına da ayrıca dikkat çekmektedir (2005: 103). 35 Bu duruma benzer bir özellik XIV. asır ngiltere’sinde de görülmektedir. Bu dönemde ngiltere’de Latince, Fransızca ve ngilizce kullanılmaktaydı. Bu dillerden Latince, o zaman ve daha sonra eitimlilerin ortak diliydi ve onları bir Avrupa Edebiyat ve Bilim Topluluu ile birletiriyordu. Fransızca sarayın, ngilizce ise halkın diliydi (Lewis 2007: 10-11, dipnot 3). Yine Fransızca XVIII. asırda birçok Avrupa milleti için yüksek sınıfın dili olma özelliine sahipti (Berthels 1997: 1041). 33 * * * * * 42 42 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN kaynaklanmaktadır. Ancak burada unu belirtmek gerekir ki, devletin bürokraside dil olarak Farsçayı kullanması onların Farslamasını ve onların Fars kültürünü benimsediini göstermez. Dîvânü Lûgati’t-türk’te geçen ve her eyin kendi cinsiyle yaaması yolunda söylenen “kılıç tatıksa ı yunçır, er Tatıksa et tunçır = kılıç paslanırsa i kötüleir, adam Farslaırsa kanı bozulur” (Kagarlı Mahmud 1985: II/281-82) atasözü bu bakımdan manidardır. Nitekim yukarıda belirtildii gibi, Selçuklu hükümdarları sarayda Türkçe konumular ve Türk âdetlerine balı kalmılardır. Bundan dolayı rahatlıkla Türklerin aynen Gazneliler döneminde olduu gibi Fars dilinin ve kültürünün hamiliini yaptıı söylenebilir. Hatta Gerhard Doerfer’in de belirttii gibi, Türklerin ran ’daki kültürel nüfuzu Selçuklular ’la XI. asırda ve onlardan daha fazla da Safevîler’le XVI. asırda güçlenmitir (Heyet 2008: 27). Bu da bize slâm’dan sonra ran’ın ekillenmesinde Türk unsurunun belirleyici rol üstlendiini göstermektedir (Heyet 2008: 21). Gazneli ve Selçuklu devletlerinin egemen oldukları yıllarda, slâm dünyasında büyük fikrî ve edebî gelimeler meydana gelmitir. Bu duruma X. asrın ilk yıllarından itibaren Maveraünnehir ve Horasan çıkı noktası olmak üzere bütün slâm dünyasına etkili olmaya balayan Türklerin varlııdır36 (Karaismailolu 2000: 2). Bu konuda Muhammed Bahâr düüncelerini (Bahâr 1349: I/150-52; Karaismailolu 2001: 68’den): * * * * * * “slâm dünyasında Arap taraftarlıının karısında Farsların oluturduu u’ûbiyye hareketi, Gazneli ve Selçuklu Türk devletlerinin ortaya çıkıı ve hâkim oluuyla etkisiz duruma dümütür.” * * diye ifade ederken, dier bir ran edebiyat tarihçisi Zebîhullah Safâ , durumu açık olarak u ekilde özetlemektedir (Safâ 1372: 10; Karaismailolu 2000: 2’den): * * “Kuruluu slâm medeniyetinde ve özellikle ran ’da büyük bir deiimin balangıcı olan en büyük Türk devleti, Selçuklu Devleti’dir.” * * 36 Mevdûdî, Selçukluların slâm ülkesine geliinin ne gibi deiiklikler getirdii konusunda unları söylemektedir: “…Alp Arslan’dan sonra Melikâh zamanında Selçukî devletinin egemenlik dairesi en geni haddini buldu. Batıda Akdeniz kıyılarından balayarak, douda Çin hududuna kadar, Güneyde Yemen, Kuzeyde Harezm ve Abhâz hep Melikâh’ın ülkelerine katılmı oldu. Bütün bu slâm ülkelerinde, bir tek hükümdarın buyruu, bir tek kanun, bir tek siyasî nizam (rejim) yürütüldü. Memlekette emniyet ve asayi salandı. Yolculuk imkânları kolaylatı. Sanat ve ticaret ilerledi. lim ve fennin kaynakları akmaya baladı. Devlet ve hükümet bilginleri ve fen adamlarını koruyunca, bu zümre de çalımalarını geniletmek imkânını buldular. Az zamanda slâm ülkeleri bilginler merkezi hâline geldi. Siyaset, din, askerlik, ilim ve fen dallarında büyük simalar yetiti…” (1971: 31). * 43 43 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Gazneli özellikle Selçuklular dönemi Dou iiri için âdeta bir deiim dönemidir. Bu Arapça , Farsça ve Türkçe iir için aynı derecede etkin olan bir deiim ve gelimedir. iirde üslûp farklılıı olumu, düünce ve hayal aırlık kazanmaya balamı, maddî hisler ve dı dünyaya yönelik gözlemler yerini manevî hislere ve iç dünya zevklerine bırakır olmutur. iirde çok açık bir ekilde dinî, ahlâkî ve tasavvufî diye nitelendirilen bir bakı ve algılayı, dier bir ifadeyle dinî hissiyat öne çıkmıtır (Karaismailolu 2001: 14).37 Bu dinî hissiyat ise kendisini Sünnî ve Hanefî çizgide oluan bir dindarlık olarak göstermektedir. Hatta daha Gazneliler döneminde saray airleri, Sultân Mahmûd ve oullarını överken din ve adalet adına mücadeleden bahsetmilerdir. Ayrıca Gazneliler döneminde yaayan Unsurî (Kedkenî 1366: 534-35), Ferruhî-i Sîstânî (Yûsufî 1373: 399-402; Kedkenî 1366: 492-93) ve Menûçihrî-i Damgânî (Kedkenî 1366: 516; Cokuner 2002: 30-37) ile Selçuklu döneminde yaayan Hakanî-i îrvânî (Kezzâzî 1368: 201-5, 208-10), Katrân-ı Tebrîzî (Kedkenî 1366: 544) ve Lâmi’î-i Dehistânî’nin (Kedkenî 1366: 648) iirlerinde slâm ve slâmî akideden kaynaklanan tasvirler sıkça yer aldıı görülmektedir. Yine Selçuklular dönemine kadar Arapça iirde younlukla; Farsça iirde kısmen yaygın örnekleri bulunan balıca arap, kadın ve müstehcenlik olmak üzere maddî zevkler üzerine söylenen iirler, bundan sonra ancak nadir örnekler olarak görülür. Türk hanedanlarına mensup saray çevresinde oluan, siyasî bir muhteva taıyan ve iîlik davasında bulunan iirlerin de bu dönemlerde oldukça azaldıı dikkat çekmektedir (Karaismailolu 2001: 16). Tasavvufî iir, Gazneli dönemi airlerinden Senâ’î-i Gaznevî eliyle olgunlua ulamıtır. Esedî’nin Lugat-i Furs’unda Ebu’l-kâsım-ı Gûrgânî, Ebû Abdullah-ı Hafîf, Ebû Alî-i Serahsî, Ebu’l-hasan-ı Bustî, Ebu’l-hasan-ı Harakânî, Ebû Alî-i Dekkâk, Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr gibi Gazneliler devri mutasavvıflarına ait bazı beyitler nakledilmitir (Emirçupani 2001: 109). Mutasavvıflardan eyh Ebu’l-hasan Alî-i Gaznevî (öl. 1072), Kefu’l-mahcûb li-Erbâbi’l-kulûb adlı tasavvuf konusu ile mutasavvıf eyhlerin biyografileri ve tasavvufî bazı terimleri açıklayan önemli bir eser bırakmıtır (Levend 1988: 230). Dîvân-ı Hikmet müellifi ve Türk milletinin manevî müridi olan Ahmed-i Yesevî’nin (öl. 1166) hocası Yûsuf-ı Hemedânî, ömrünü Herat’ta geçirmi ve 1140’da Merv’de vefat etmitir (Köprülü trhs.: 6466). Sufilerden Ebu’l-hasan Ali bin Osman el-Hucvîrî Gazneli olup birçok * * * * * * * * 37 Kedkenî, (H. 400/450) tarihleri arasında kaleme alınan iirlerde slamî unsurların çok kuvvetli olduunu kaydetmektedir (Kedkenî 1366: 480). Önceki dönemlerde ise, slamî unsurların ya az ya da hiç olmadıı dikkat çekmektedir. Nitekim Zerdüt kültürünün izlerinin bulunduu Rûdeki’nin iirlerinde, slamî ve Araba ait unsurlardan daha çok eski ran kültürüne ait unsurların yer aldıı görülmektedir (Kedkenî 1366: 415). Dakîkî’nin iirlerinde slamî kültürün yanında iî inancına ait unsurlar da yer almaktadır (Kedkenî 1366: 428). eh-name’de ise, slamî unsur yer almamaktadır (Kedkenî 1366: 457). Hatta Kedkenî, Firdevsî tarafından kaleme alınan Yûsuf u Züleyhâ’nın onun olmadıını kaydetmektedir (Kedkenî 1366: 457). * 44 44 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN seyahatte bulunmu, Sultân Gazneli Mahmûd’un yakın çevresinde yer almı ve Lahor’da ölmütür (Palabıyık 2001: 69). Sûfî, air ve Melâmetî eyhi olan Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr da Gazneli dönemi âlim ve mutasavvıflarındandır (Yazıcı 1994). Sûfîlere karı büyük bir saygı gösteren Gazneli Mahmûd, onların ziyaretine giderek onlarla konuur, kendisine nasihat ve dua etmelerini ister (Emirçupani 2001: 109) ve ihtiyaçlarını giderirdi (Palabıyık 2001: 54). Bu dönemde ahlâkî eserlerin de kaleme alındıı görülmektedir. Müstakil olarak nazmedilen ilk ahlâkî eser, Sultân Mahmûd'un çadaı Bedî'-i Belhî'nin Pendnâme-i Enûirvân'ıdır (Emirçupanî 2001: 111). Tasavvufî çizgide yetien büyük eyhlerin Selçuklu döneminde yaadıı görülmektedir (Nefîsî 1363: 73). Bunlar içersinde iir söyleyenlerinin en mehurları Baba Tâhir-i Hemedânî, Hâce Abdullah-i Ensârî, Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr, Senâ’î ve Attâr-ı Nîâbûrî’dir (Hiredmend trhs: 27). Vambery : * “ranlılar iirsel yaratılı ve düünceleri, çok eski zamanlardan kalma uygarlıkları nedeniyle Türklerin önünde bulunduklarını ileri sürerler. Ama yabancı ulusların bilgin ve sanatçılarının yaptıkları yararlı keiflerden yararlanmayı istemeye, Avrupa dillerini örenmeye, sözün kısası onlarla her türlü ilikiyi günden güne artırmaya yönelik çaba ve çalıma, herhalde kendilerinin ran halkına olan üstünlüklerini kanıtlamaktadır” (Vambery 1993: 20) * * diyerek, Türklerin ranlılar gibi özellikle edebî yönden büyük bir geçmiimiz var deyip onun arkasına sıınmadıklarını, bilâkis yeni olan her eyden istifade edip onu kendi birikimleriyle yourarak ortaya yeni eyler çıkardıklarını, bundan dolayı da, ranlılardan daha üstün olduklarını kaydetmitir. Özellikle Gazneli ve Selçuklu devletleri döneminde oluan iir üsluplarına verilen isimler, Türklerin o dönemlerdeki Fars dili ve edebiyatındaki fonksiyonları açısından dikkat çekicidir. Nitekim Gazneli Sultân Mahmûd ile Sultân Mes’ûd ’un Irak ’taki fetihlerinden sonra, Horasanlı olan Selçuklular burada aralıksız yayılma göstermi, Irâk-ı Âcem ve Irâk-ı Arab’da, Irak ve Horasan zevkleri ve kültürleri imtizaç ederek bu dönem iirinde açıkça görülebilen bazı deiiklikler olmutur. Bu bölgede oluan bu yeni iir tarzına “sebk-i Selçûkî” ismi verilmitir (Bahâr 1349: II/66). Aynı ekilde Gazneliler muhitinde oluan ve gelien iir tarzına ise “sebk-i Türkistânî” denmektedir (Vanlıolu vd 1994: 262). Hatta Alî îr Nevâ’î (ö. 1501)’nin Muhâkemetü’l-lugateyn (tlf. 1500) isimli eserinde yer alan (Alî îr Nevâyî 1996: 169): * * * * * * * * “Türk u’arâsı kim Fârsî til bile rengîn e’âr ve îrîn güftâr zâhir kılurlar...” * yani, Fars dili ile parlak iirler ve tatlı sözler ortaya çıkaran Türk asıllı airlerin bulunduu ifadeleri de, bu bakımdan bizim için manidardır. * * 45 45 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Türk nüfuzunu belirtme açısından özgürlük düüncesinin yava yava Hind, Rusya ve de Osmanlı-Türk Dili aracılııyla ran ’da yayıldıını ve çok geçmeden bu yeni fikirlerin yayılarak Fars edebiyatında da yer edindiini de belirtelim (Tarih-i Edebiyat-ı ran 1380: 448). Özellikle Yeni Farsçanın oluumundan sonra oluan Fars iirinin oluumu ve geliimi üzerinde iire sempati ile yaklaıp airleri destekleyen Türk asıllı sultanlar ile Farsça iir söyleyen Türk asıllı airlerin önemli bir yere sahip olduu ve Fars iirinin muhtevasının belirlenmesinde de etkili oldukları görülmektedir. Bu durum bu dönem iirinin Fars iiri mi, yoksa Farsça iir mi olarak isimlendirilmesinin doru olacaı konusunu gündeme getirmektedir (Arı 2003). Geliim sürecine bakıldıı zaman, Fars iiri yerine Farsça iir denilmesinin daha uygun olduu görülmektedir. Çünkü bu dönemde yazılan iirler bu bakıla tekrar incelenmeye tabi tutulduunda, bu dönemlerde oluan edebî zevke, Türk edebî zevkinin sirayet ettii görülecektir. Hatta bu iirin özünde Türk millî hissi ile Türk sanat anlayıının bulunduu; Türk örf, âdet, gelenek ve inançlarının önemli bir yere sahip olduunun nianı konumunda olan “Türk” kavramının önemli bir kullanıma sahip olduu müahede edilecektir. Türkler , Fars dili ve edebiyatı için göstermi olduu bu hamiyetperverlii, aynen Arap dili ve edebiyatı için de göstermilerdir. Nitekim Türkler slâm medeniyetine girdikten sonra, bu medeniyetin bayraktarlıını alıp uzun müddet devam ettirdii gibi, Arap dili ve edebiyatının da gelime, büyüme ve genilemesine dier milletlerden daha çok hizmet etmitir (geni bilgi için bak. Kitapcı 2004). * * * * * * * * Farsça iir Söyleyen Türk Asıllı airler * * Karahanlılar , özellikle de Gazneliler ve Selçuklular döneminde, kültür ve sanat hayatının ilerlemesinde üç dil kullanılmıtır38. Bunlar, ilmî hayatta kullanılan Arapça 39, edebî dil olan Farsça ile saray ve orduda konuulan Türkçedir.40 Sâmânî saltanatının üzerine kurulan Karahanlı (Zerrînkûb 1371: 48) * * * * * * 38 * Canfield, bu dillerden Farsçanın devlet ilerinde ve edebiyatta; Farsça ve Arapçanın bilimde; Arapçanın hukukta ve Türkçenin ise askerî alanda kullanıldıını belirtmektedir (2005: 34). ranlılar da X. asırdan itibaren hukukî ve dinî eserlerinde Arapçayı, seküler edebiyatta ise Farsçayı kullanmılardır (Hourani 1997: 118). Türkçenin Arapça ile Farsça karısındaki hüviyetini belirtmek için bazı Batılı müsteriklerin görülerini burada belirtmeyi uygun görüyoruz (bak. Özdem 2000: 118): A Von Le Coq: “arkî Türkistan Türklerinde lisan güzel, oldukça temiz, ifadeye harikulâde nuanslar vermek imkânına malik olan bir Türk lehçesidir.” Oestrup Le: “Samî dillerde, samî ruhta perspektiv hassası olmaması hasabile cümlelerin fikirlerdeki unsurları ehemmiyet derecelerine göre ayırmayan söz dizilerinden ibaret kaldıı halde, Türkçede bütün fikir unsurları çok daha nizamlı, çok daha yerli yerinde ve sistemli bir vahdet tekil eder bir haldedir.” * 39 40 * * * * 46 46 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ve Gazneli devletleri (Nu’mânî 1368: I/44), özellikle de Gazneliler, hazır buldukları devlet tekilatını, hem daha önce içinde bir parçası olmaları hem de aynı yönetim ile gelenein içinde bulunmaları sebebiyle alıp fazla bir sıkıntı çekmeden devam ettirmilerdir. Bunda üphesiz dönemin artları da etkili olmutur. Çünkü Türk devletlerinin kurulduktan hemen sonra, fetih hareketlerine baladıkları dikkat çekmektedir. Ancak devlet tekilatı oluturmak için belli bir zamana ve artlara gereksinim olduu malumdur. Bundan dolayı da gerek Gazneliler, gerekse Selçuklular vakit kaybetmemek için hazır olanı alıp hiçbir komplekse girmeden benimseyip kullanmılardır. Böylece devletin yazıma usulleri de dier pek çok kurum gibi bu devletler döneminde aynen devam ettirilmitir. Meselâ, Utbî'nin bu hususta verdii malumata göre; Gazneli Mahmûd'un veziri Ebu'l-hasan el-sferâyînî, Arapçayı iyi bilmediinden dolayı divanları ve her türlü yazımaları Arapçadan Farsçaya çevirmitir. Ancak ondan sonra, son derece iyi münî, edip ve âlim olan Ebu'l-kâsım Ahmed Meymendî'nin vezarete gelmesiyle, menur, emsâl ve tüm yazımalar yeniden Arapça olarak yazılmaya balanmıtır (Curfâdekânî 1345: 345-46; Palabıyık 2001: 50; Bahâr 1381: I/197, II/81-82). Beyhakî'deki kayıtlardan da, her mahalle gönderilen evrakın genelde o mahallin diliyle yazıldıı anlaılmaktadır. Meselâ halifeye yazılan yazılar Arapça iken, Karahanlı hükümdarı Kadır Han'a yazılan mektup Farsça kaleme alınmıtır. Sultan, hazırlanan evraka bazen kendi el yazısıyla eklemelerde bulunuyordu. Bunun yanında, Türkler Türkçe konumaktaydılar41. Hatta mahallî lisanlar da kullanılmakta ve bu dilleri tercüme * * * Amédé Jaubert: “Türk konuma dili kemiyet, ahenk ve letafetçe Farisîye muadil, belki de faiktir. Türk dili bütün ark dillerinin en güzellerinden biri ve itiraz kabul etmez en muhteemidir.” G. Johnes: “Acem dili caziptir, Arap dili fasih ve genitir. Türk dili son derece vakarlıdır.” A. B. Davids: “Birincisi bizi tatlılıkla çeker; ikincisi yükselir ve büyük dalgalar halinde yürür; üçüncüsünde zarafet ve güzellikle mümteziç bir asalet vardır. Bu dil (yani Türkçe ) zengindir, yüksektir, ahenklidir. Tabirlerinin incelii itibarile belki hiçbir dil ona tefevvuk etmemitir. Esalette, güzellikte, zarafette hemen esizdir.” Bu konuda Corci Zeydan; “Türkler (balangıçta) daima Türkçe konuurlardı. Bazen Arapçayı örenirler, fakat tekebbür saikasıyla (büyüklük taslayarak) Arapça konumak istemezlerdi. Hatta Türkler kendi dillerini Araplara öretmek için sözlükler bile meydana getirmilerdi. Abbasîler devrinde, anası Türk olan Halife Mu’tasım’ın çarılısı olarak Badat’a gelen Türklerin, kısa bir zamanda erklerini artırarak egemenlii salamaları, Türk dilinin sürümünü arttırmı, Araplar da, Farslar da Türklere yaranmak için Türkçeyi örenme istei uyanmıtır.” demektedir. Gerçekten de, Türklerin Araplarla iliki kurdukları ilk dönemlerde, millî kimliklerini korumaya özel bir önem verdikleri dikkat çekmektedir. Dillerini koruma hususunda oldukça duyarlılık östermilerdir. Nitekim Kagarlı Mahmûd, kelimenin önünde bulunan “elif ()” leri “he ()” ye çeviren Hotanlılarla Kençeklileri, Türk dilinde bulunmayan bir harfi Türk diline kattıkları için onları Türk saymadıklarını belirtmektedir (Özakıncı 1994: 10). Bu da Türklerin dillerine karı sergiledikleri duyarlılıı ve onu koruma hususunda gösterdikleri bilinci göstermesi bakımından dikkat çekmektedir. Lars Johanson’un Orta ran ’da konuulan Halaç Türkçesi hakkındaki u deerlendirmesi de bu açıdan dikkat çekmektedir (Johanson 2002: 25): “Orta iran’da konuulan Halaçça, Türk dili haritası üzerinde son yıllardaki en önemli keiftir. Halaçça aynı kökenden olduu varyantlardan oldukça erken, belki 13. yüzyılda ayrılmı ve daha sonra Farsçanın baskın olduu bir * * * * * * 41 * * * * * * 47 47 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL edebilecek görevliler ise hazır bulundurulmaktaydı (Beyhakî 1350: 88, 101, 201, 205, 582, 836, 888, 912; Palabıyık 2001: 50-51). Burada unu da belirtmemizde fayda olduunu düünüyorum. Orta çada kurulan Türk-slâm devletlerinde "devlet dili"nin bazılarında Arapça, bazılarında Farsça olduu iddiaları fazla önem taımamaktadırlar. Çünkü son asırlarda millî devletlerin teekkülü ile ortaya çıkan "resmî dil" anlayıını Ortaçalarda aramak doru deildir. O devirlerde gerek yazıma gerek konuma dilinin tayininde en önemli faktör yönetilen halk idi. ran sahasında ve Arap memleketlerinde idareyi Türkçe ile yürütmek mümkün deildi. Öyle olunca Türklerin gelimi edebî dili ve kendi yazıları olduu hâlde Arapça ve Farsçanın yanında Türk dilinin devletler ölçüsünde umumîlememesini tabiî karılamak gerekir (Kafesolu 1988: 38182). Nitekim Beylikler dönemi Türk kültürü üzerine kurulan ve halkı Türklerden oluan Osmanlı Devleti'nin yükselii ile ayrı bir Osmanlı Türk dili ve kültürü oluturulmaya çalıılmı, bu vesileyle Türk dili ve kültürü saray ve ordunun yanı sıra yüksek memurların da dili ve kültürü olmutur42 (Hourani 1997: 119). Yine bu dönemlerde, özellikle de edebî eserlerde Farsçanın kullanılmasında, genel teamüle göre Farsçanın gelimi bir dil olarak görülmesinin etkili olduu da muhakkaktır. Bunun yanında millî hisleri oldukça kuvvetli olan ve yönetilen konumunda bulunan Fars milletinin bu duygularının harekete geçmeyip söndürülmesi için de Farsçanın kullanılmı olabileceini gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Karahanlı , özellikle Gazneli ve Selçuklu Devletleri döneminde Fars dili ve edebiyatı, buna balı olarak Farsça iirin gelimesinde, yukarıda geni olarak açıkladıımız gibi edebiyata sempati ile yaklaan ve airlere önem veren Türk asıllı sultanlar ile Farsça iir söyleyen Türk asıllı airlerin büyük rolü olmutur. Bizzat hükümdarlar, ehzadeler ve devlet adamlarının da Farsça iir söyledikleri görülmektedir. Emîr Ali Böri-Tigin, Kılıç Tamgaç Han ve Nusretuddîn Kılıç Arslan Karahanlı sultanlarından iir söyleyenlerdir (Safâ 1372: 344). Gazneli Devleti’nin önemli sultanlarından olan Gazneli Mahmûd da, iir söylemitir. Avfî, Lubâbu’l-elbâb isimli eserinde, Gazneli Mahmûd’un adını iir söyleyen büyük melikler ve öhretli sultanlar arasında zikretmitir (1906: I/23-25). Ayrıca Gülistan isimli kızının ölümü üzerine söyledii üç beyitlik mersiye ile ölümünün yaklatıını hissettii anda söyledii altı beyitlik iirini de kaydetmitir (1906: I/24-25). Emîr Sebüktegin’in dier olu Emîr smâ’îl b. Sebüktegin’in de fasih iir söyledii bilinmektedir. Avfî, eyhülislam bn-i Ahmed’den naklen Selçuklu sultanlarından, Sultân Melikâh b. Alp Arslan’ın iir yazma kabiliyetinin olduunu, zaman zaman parlak ve güzel iirler söylediini nakleder ve bir * * * * * * * 42 çevrede gelimitir. Çok sayıda arkaik özellii korumu ve aynı zamanda dikkat çekici tipolojik deiikliklere uramıtır”. Canfield, Osmanlıların “saray dili olarak Farsçayı bırakıp yerine Batı Türklerinin dili olan Türkçeyi kullanan ilk ‘barut imparatorluu’ ” olduunu ifade etmektedir (2005: 35-36). 48 48 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN rubaîsini aktarır (1906: I/34). Sultân Süleymân âh es-Selçûkî de airler arasında sayılır, iirlerinin ho olup Hind ve Gazne’de de mehur olduu belirtilir (1906: I/39). Sultân Sencer de iir söyleyen hükümdarlardandır (TET 1975: 60; Akar 1998: 42-3). Ayrıca Sultân Sencer’in kardeinin olu Sultân Süleymân b. Sultân Muhammed es-Selçûkî de airler arasında yer aldıı görülür (Avfî 1906: I/3940). Irak Selçuklu sultanlarından Turul b. Arslan’ın latif iirleri olduu belirtilir ve üç rubaîsi örnek olarak verilir (Avfî 1906: I/41-2). Râvendî ise, iirlerinin halk arasında mehur olduunu ve daima söylendiini kaydeder (Râvendî 1999: II/308). Selçuklu sultanlarının dıında devletin idarî kadrosunda bulunan kimseler arasında da iir söyleyenler bulunmaktaydı. Bunlar arasında iirleri kaynaklarda geçen Selçuklu Devleti’nin ünlü veziri Nizâmü’l-mülk (Avfî 1906: I/65-7) ile olu Müeyyidü’l-mülk Ebû Bekr (Avfî 1906: I/67-8) bulunmaktadır. Ferruhî-i Sîstânî (Ferruhî 1335), Menûçihrî-i Damgânî (Damgânî 1375; Cokuner 2002), Mu’izzî-i Semerkandî [ö. 1224-1227yıllarında] (Mu’izzî 1362), Hakanî-i îrvânî [ö. 1198] (Hakanî 1363), Nizâmî-i Gencevî [ö. 1212-14 ?] (Nizâmî 1370), Katrân-ı Tebrîzî (Katrân-ı Tebrîzî 1362), Emîr Hüsrev-i Dihlevî [1253-1324] (Husrev-i Dihlevî 1343), Sâ’ib-i Tebrîzî [ö. 1676-77 ?] (Sâ’ib-i Tebrîzî 1370)... gibi yazdıı Farsça eserlerle büyük bir kısmı ran Edebiyatında birinci derecede yer igal eden, daha sonraki dönemlerde de birçok muakkıp edinen Türk asıllı airler bu ve sonraki dönemlerde yetimilerdir. Anadolu ’nun, Türkler tarafından fethedilmesinden sonra, iktisadî refahın, düünce özgürlüünün ve düzenli devlet idaresinin hâkim olduu, güzel sanatların gelitii bir saha (laydın 1974: 770) olması ve Anadolu Selçuklu sultanlarının tıpkı Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu sultanları gibi airlere ihsanda bulunmaları, ilim adamlarına lâyık oldukları ikram ve himayeyi göstermelerinden dolayı (Uzunçarılı 1948: 295) Anadolu’ya Türkistan , Suriye , Irak ve ran taraflarından bir çok âlim, mütefekkir ve sanatkâr gelmitir (Uzunçarılı 1948: 288). Necm-i Râzî’nin, Mirsâdü’l-ibâd isimli eserinin mukaddimesinde yer alan u cümleler bunu açık bir ekilde göstermektedir (Riyâhî 1995: 73): * * * * * * * * * * * * “Vatanımdan, meskenimden umudumu yitirince, din ve dünya salahının, ehl-i sünnet ve cemaatın yaadıı diyarda buldum. Orada emniyet ve adalet varmı, dirlik düzenlik varmı. O diyarda dindar, âlim, âdil ve insaflı bir padiah varmı. Memleketler hakkında bilgi sahibi olan tüccarlara ve görü sahiplerine sordum soruturdum. Dediler ki: Bu özellikte bir yer bu zamanda ancak Anadolu ehirlerinde olabilir. Hem ehl-i sünnet ve cemaattirler, hem adalet, insaf ve emniyetle donanmılardır. Allah’a ükürler olsun, o diyarda Selçukluların devamı olan bir padiah var. Müslümanlar rahat, huzur ve emniyeti o hanedanın gölgesinde bulmutur.” * Anadolu’da gerek Dânimendliler gerekse Selçuklular döneminde ilmî ve edebî faaliyet önce saray muhitinde balamı, müteakiben bu faaliyet II. Kılıç Arslan’ın oullarının valilikleri zamanında ehirlerdeki ehzade muhitlerine de * * * 49 49 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL sirayet etmitir. Özellikle sukun ve asayiin iyice salanmasıyla Anadolu’da hummalı bir içtimaî ve fikrî hareket kendini göstermitir (Uzunçarılı 1948: 288). Anadolu Selçuklu sultanları arasında da Türkistan ’da kurulan Türk devletlerinde olduu gibi Farsça iir söyleyenler vardı. I. Alâeddîn Keykubâd, I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, zzeddîn Keykâvus ve II. Rükneddîn Süleymân bunlardandır. Bu sultanlardan I. Alâeddîn Keykubâd, bazen zengin tabiatından, berrak ve saf kalbinden süzülen ve ahane incilere benzeyen rubaîler de söylemitir. bn Bîbî’nin eserine aldıı (1996: I/246) ancak, Ömer Hayyâm’a ait olarak tanınan bir rubaîsi (Riyâhî 1995: 71) günümüze kadar gelmitir. Bazen ehzadelerin de Farsça iir söyledikleri görülmektedir. Nitekim Anadolu Selçuklu sultanlarından II. Kılıç Arslan’ın olu Nasireddîn Berkyaruk’un Hürzâd ile Peri-nejâd hikâyesini son derece güzel, akıcı, sanatlı ve mükemmel bir ekilde Farsça olarak nazmettiini bn Bîbî, büyük övgülerle anlatır ve mesneviden örnek beyitler nakleder (1996: I/41-4; Kartal 1999a: 363-64). Anadolu Selçuklu devlet adamları arasında da Farsça iir söyleyenler bulunmaktaydı. Kemâl-i Kâmyâr, Mecdud-dîn Ebîbekr, Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî, emseddîn Hamza-i Tugrâî ve emseddîn Muhammed-i Isfahânî bu özellikteki kiilerdendir (geni bilgi için bak. Kartal 2008: 118-23). Selçuklu Devleti’nin Mool baskısı ile zayıflaması üzerine, bulundukları bölgelerde kendi adlarına hüküm sürmeye balayan Türkmen beylerinin Arap ve Acem kültürüne fazla itibar etmemeleri, millî geleneklerine ve kendi bölge aızlarına verdikleri deer, ilim adamlarını, air ve edipleri korumaları, Türk dili ve edebiyatı için verimli bir dönemin balamasına sebep olmutur. Bu beylerin, memleket kazanmak için yaptıkları savalar ve siyasî mücadeleler sırasında bile ilim ve edebiyat hareketlerini tevik etmeleri, bazılarının Arapça ve Farsçayı iyi bilmelerine ramen Türkçe yazmayı tercih etmeleri dikkate deerdir (Korkmaz 1995: 427). Bu bilinçlenme ile Türkçeye verilen önem neticesinde, Türk dili artık bir ilim ve edebî dil olma yolunda önemli adımlar atarken, Farsça eserler de verilmeye devam edilmitir. Osmanlı Devleti’nin kurulu dönemine rastlayan XIV. asırda, Türk dili bir önceki asra göre daha çok ilenip gelimi, yazar ve air sayısı artmı, mensur ve manzum pek çok eser yazılmıtır (Mazıolu 1982: 86). Bu dönemde Türkçe artık Anadolu ’da tamamıyla yerlemi ve bir edebiyat dili hâline gelerek, dinîtasavvufî, tarihî, hamâsî (epik) ve ahlâkî mahiyette eserler verilmitir (TDEK 1992: III/111). Bu dönemde, Türkçe edebî eserlerin yanında Farsça edebî ürünler de Anadolu’da verilmeye devam edilmitir. Bu asırda Ârif Çelebi ve Nesîmî gibi Farsça divan tertip eden airlerin yanında Gülehrî ve Yârcânî gibi mesnevi yazan airler de olmutur. Bir kısım airler ise, Farsça bazı iirler söylemilerdir. Ancak bu asırda, Türkçe eser vermei uurlu ekilde isteyen ve bunu gerçekletirmee çalıan airlerin varlıı da dikkat çekmektedir. Anadolu’da bir millî edebiyat çaının açılmasını salayan Gülehrî ve Âık Paa bunların baında gelmektedir (TDEK 1992: III/111). * * * * * * * * * * * * * * * 50 50 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN XV. asır ortalarına kadar Emîr Süleymân, Çelebi Mehmed, II. Murâd, Tokatlı Hacı Ivaz Paa ve Timurta Paazade Umur Bey gibi hükümdar ve devlet adamlarının gösterdikleri himaye ve tevik sayesinde Osmanlılarda siyasî ve askerî baarılar yanında ilmî ve fikrî hareketler de hızla genilemitir (Uzunçarılı 1988: II/535). Osmanlı Devleti’nin kültür ve medeniyet alanında ilerleme devri olan bu asırda, özellikle Fâtih Sultân Mehmed’in 1453 yılında stanbul’u fethi, daha önce balayan edebî kıpırdanmaları daha da güçlendirmitir (bak. Levend 1953; Tekin 1995). stanbul’u her yönden bayındır bir ehir hâline getirmeye kararlı olan Fâtih Sultân Mehmed, bu ehrin her bakımdan slâm Dünyasının merkezi olmasına büyük önem vermitir. Bu genç padiah, gelenleri büyük baı ve iltifatlarla karılayarak, kurulduundan beri hep birinci derecedeki kültür merkezlerinden biri olagelmi olan stanbul’a belki kültürel açıdan tarihinin en hareketli dönemini yaatmıtır (sen 1997: 305-6). Bu dönemde özellikle Fâtih’in stanbul’u dünyanın önemli kültür merkezlerinden biri hâline getirmek için sanatkârları, bilginleri ve airleri burada toplamaya balaması, ehzadeler Korkud, Cem ve Ahmed’in etrafında edebî çevrelerin teekkül etmi olması, bu yüzyılda edebiyatın hızlı geliimine katkılar saladı (BT 1993). Fâtih’in bu uygulamasından dolayı Türkistan , ran ve Arap corafyasından birçok air stanbul’a gelerek Fâtih’in teveccühünü kazanmı ve onun himayesine girmitir. Bunlardan bir kısmının Türk asıllı kiiler olması dikkat çekmektedir. Ayrıca Fâtih’in bu tutumundan dolayı çevresinde 185 airin toplandıı bilinmektedir (sen 2000: 3). Fâtih’in özellikle Acem diyarından gelen ve söyledii iirlerle airlik kudretini ispat eden kiileri sarayına alıp onları himaye etmesi bazen eletiri konusu edilmitir (Alî Emîrî 1334d: 111-13; sen 1997: 313-14). Oysa Fâtih’in bu tavrı herhangi bir millî fikre hizmet etmek için ya da onu korumak için deil, sadece devlet yönetimi adabından ve hükümdarlık icaplarından olmasından kaynaklanmaktadır. Bu asırda Farsça iir söyleyen airler önceki asra göre büyük artı göstermitir. Ayrıca tertip edilen Farsça divan ile telif edilen Farsça mesnevilerde de bir artıın olduu görülmektedir. XVI. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde siyasi gelimelerin yanında bütün kurumlarda da olumlu gelimelerin gözlemlendii bir dönemdir (BT 1993: 552). Ülkedeki umumî gelimenin tabiî bir sonucu olarak ilim, kültür ve edebiyat bu yüzyılda devletin büyümesiyle orantılı olarak büyük bir gelime göstermitir. Osmanlı padiahları, bir yandan ardarda yaptıkları seferlerle büyük devletin kuruluunu tamamlamaa uraırken, bir yandan da ilimde, kültürde, edebiyatta ve bütün sanatlarda ilerleme ve yükselmenin gerektiini görmüler ve bunun gerçeklemesi için büyük gayret göstermilerdir. Bu dorultuda saraylarını yabancı ilim adamlarına açmılardır. Ayrıca yaptıkları seferler sonunda tanınmı âlimleri ve sanatkârları yanlarında stanbul’a getirerek himayelerine almılardır (TDEK 1992: III/131). Devlet merkezine gelememi olanları ise koruma ve gözetimleri altına alıp orada bırakmılardır -Fuzûlî gibi(sen 1997: 306). * * * 51 51 * * TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL XVI. asırda devletin gelimesi ve güçlenmesiyle, ülkede zenginliin, bilgi seviyesinin artmasıyla orantılı olarak iirdeki gelime daha da hızlanmı, iir ölçüsü olarak benimsenen aruzun en iyi ekilde kullanılmasıyla bilhassa kaside, gazel ve mesnevide en parlak devrine ulamıtır. Bu dönemde Osmanlı Türkçesi ise klasik biçimini almıtır (TDEK 1992: III/143-44). Ayrıca bu dönemde, Farsça iir söylenmeye devam edilmitir. Bata Osmanlı sultanlarından Bâyezîdi Velî, Yavuz Sultân Selîm ve Kânûnî Sultân Süleymân olmak üzere bir çok air Farsça iir söylemitir. Bu asırda Farsça iir söyleyen airlerin sayısı geçmi asırlara oranla oldukça artmıtır. Bu dönemde tertip edilen Farsça divan ile yazılan Farsça mesnevîlerin de geçmi yüzyıllara oranla artı gösterdii müahede edilmektedir. Anadolu ’da özellikle Türk asıllı airler tarafından yazılan Farsça iirlerden dolayı, “Türklerin ran kültürünü benimsedikleri” ve “o kültüre esir oldukları” ifade edilmektedir. Meselâ bu suçlamaya Farsça bir divan tertip eden Yavuz Sultân Selîm de maruz kalmıtır. Oysa Yavuz Sultân Selîm’in, gerek Farsça iir söylemekle gerekse Sa’dî ve Hâfız’ın divanlarını okumakla fatihi olduu ran’ın manevi esiri olduunu ifade etmek yanlı bir yargıdır (Alî Emîrî 1334: 24). Bilakis Yavuz Sultân Selîm, Türkçeye önem veren bir kiidir. Çıktıı seferlerde yanında Türkçe eserler bulundurmu ve müsait zamanlarında onları okumaya gayret göstermitir. Ayrıca pek çok eseri Türkçeye tercüme ettirmitir (Alî Emîrî 1334: 24-7). Farsça iirlerinin yanında Osmanlı Türkçesi ve Çaatay Türkçesi ile de iirler söylemitir (Alî Emîrî, 1334: 31-4). Hoca Sadettin Efendi’nin Yavuz Sultân Selîm hakkında söyledii u manzume de bu konuya açıklık getirecek tarzdadır (Hoca Sadettin Efendi 1992: 363; Alî Emîrî 1334: 34): * * * * * * Türkî vü Fârisî vü Tâtârî Nazm iderdi nefîs e’ârı Ehl-i irfân ile musâhabete Mâ’il idi dil-i pür-envârı Kevser nazmı cânı tâze ider Ayn-ı tab’ından olalı câri Yavuz Sultân Selîm’in o dönemin gerei olarak Farsça iir söylemesi ve bir divan tertip etmesi, hikmeten ve siyaseten bir mecburiyetten kaynaklanmıtır (Alî Emîrî 1334: 27). Yavuz Sultân Selîm, hasmı smâ’îl-i Safevî’nin: * Âlem tehî zi-merdum vu pur od zî-dîv u ded Bâ-dîv u ded çi çâre konem yâ Alî meded tarizli ve ateli sözlerine karılık: Ber-cân-i hâricî zedeem pençe çun esed 52 52 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Hûn-i Huseyn mî-talebem yâ Alî meded eklinde cevap vermitir (Alî Emîrî 1334: 27-8). Ayrıca smâ’îl-i Safevî, Anadolu’ya göz dikerek Hatâî mahlası ve Osmanlı Türkçesi ile iirler söylemi, söyledii bu iirleri dervileri ve halifeleri vasıtasıyla Anadolu ’da yayarak halkı etrafında toplama gayretinde bulunmutur. Bunun üzerine Yavuz Sultân Selîm, teskîn-i fesâd için kırkbin haneden fazla ahaliyi Anadolu’dan Rumeli’ye nakletmi ve smâ’îl-i Safevî’nin Türkçe iirlerine mukabil Farsça iirler söylemitir (Alî Emîrî 1334: 29). Ahmet Kartal tarafından yapılan bir aratırmaya göre (bak. Kartal 2002), XI. asırdan XVI. asrın sonuna kadar Anadolu ’da yaayan 23 airin Farsça Divanı olduu kaynaklarda belirtilmektedir.43 Bu airler unlardır: Fahruddîn-i Îrâkî (Îrâkî 1373), Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî (Mevlânâ 1345; Gölpınarlı 1992); Sultân Veled (Uzluk 1941); Ârif Çelebi (Vanlıolu 1991); Nesîmî44; Seyf-i Fergânî (1364); Ahmed-i Dâ’î (Ocak 1352; Ertaylan 1952: 27388); Cem Sultan (Ertaylan 1951; Tokmak 1976); Gülen-i Saruhânî (Farzan 1980); Hâmidî (Ertaylan 1949: 57-530); lâhî (Ertaylan 1960); Kabûlî (Ertaylan 1948); Âlî (Kartal 1999a: 409); Basîrî (Sarısoy 2001); Dervî Niyâzî (Kartal 1999a: 422); brâhîm-i Gülenî45; Kefî (Kartal 1999a: 439); Mîrzâ Mahdûm (Kartal 1999a: 444); Muhibbî (Ak 1995; Gelen 1989); Münîrî (Kartal 1999a: 447); Niyâzî (Kartal 1999a: 449); Selîmî (Tarlan 1946); âhidî (Kartal 1999a: 461). Ayrıca bu dönemlerde 25 air tarafından 31 Farsça mesnevî yazılmıtır. Bunlardan Emîr Ahmed Kânî-i Tûsî ve Gubârî’nin 2, Sultân Veled ve âhidî’nin ise 3 tane Farsça mesnevî söyledikleri görülmektedir. Yazılan Farsça mesneviler ile müellifleri unlardır: Dehhânî , elçuklu âh-nâme’si (Köprülü 1943: 396-7); Emîr Ahmed Kânî-i Tûsî, Selçuk-nâme, Kelîle ve Dimne (Kâni’-i Tûsî 1358); Fahruddîn-i Îrâkî, Uâk-nâme (Îrâkî 1373: 297-357); Kadı Burhaneddin-i Anevî, Enîsü’lkulûb (Köprülü 1943: 459-521; Dâvud brâhimî 1995: 242-3); Mevlânâ * * * * * * * * * * 43 adi Aydın ise hazırlamı olduu yüksek lisans tezinde, XIII. asırdan XX. asrın sonuna kadar 33 tane Farsça divan ve divançenin Türk airler tarafından oluturulduunu tespit etmitir. Bu airler unlardır: “XIII. asır: Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî, Fahreddîn-i Irâkî ve Sultân Veled . XIV. asır: Seyyid mâdeddîn-i Nesîmî ve Ulu Ârif Çelebi. XV. asır: Ahmed-i Dâî, Alî îr Nevâî, Mevlânâ Hâmidî, Cem Sultan, Adnî (Mahmûd Paa), Kabûlî, Gülen-i Saruhânî, Mollâ lâhî ve brâhim-i Gülenî. XVI. asır: Basîrî, Selîmî (Yavuz Sultan Selîm), âhî (ehzâde Bâyezid), Fuzûlî, Murâdî (III. Murâd) ve Muhibbî (Sultân Selîm Sultan Süleyman). XVII. asır: Nâbî, Nef’î, ve Fasîh Ahmed Dede. XVIII. asır: Abdullah Nidâî Kagarî, Nevres-i Kadîm ve Sünbülzâde Vehbî. XIX. asır: Ayntablı Aynî Efendi, Nemcî Ömer Efendi, Seyyid Nigârî-i Karabagî, eyhülislâm Ârif Hikmet Beyefendi ve Hâlid Ziyâeddîn. XX. asır: Esad-ı Erbîlî, Ömer Nasuhi Bilmen” (bak. Aydın 2001). stanbul Üniversitesi Kütüphanesi FY 448 Süleymaniye Kütüphanesi, Kadı-zâde Kısmı, Nu. 395/2. Fâtih Kütüphanesi, Nu. 3866. * * * * * 44 45 53 53 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Celâleddîn-i Rumî, Mesnevî-i Ma‘neviyye (Mevlânâ 1370, 1988, 1993); Nasîrî-i Sivasî, Fütüvvetnâme (Gölpınarlı 1949-1950: 181-203); Nasîrüddîn Berkyaruk, Hür-zâd u Peri-nejâd (bn Bîbî 1996: I/41-2); Sultân Veled , btidâ-nâme (Sultan Veled 1315; Gölpınarlı 1976), Rebâb-nâme [tlf. 700/1300-1] (Deirmençay 1996), ntihâ-nâme [tlf. 708/1309]46; Yârcânî, Karaman âh-nâme’si (Köprülü 1943: 396, 399-401); Yûsuf Meddâh, Hâmû-nâme [tlf. 699/1299] (Ertaylan 1946); Gülehrî, Felek-nâme [tlf. 701/1301] (Kocatürk 1982, 1984); Gülen-i Saruhânî, Râz-nâme (Farzan 1980); Hâmidî, Hasbihâl-nâme (Ertaylan 1949: 356); Ma’nevî, Mahzenü’l-ebrâr [874/1469] (Kartal 1999a: 268); Ma’âlî, Hünkâr-nâme (Anhagger 1950); ehdî, Tevârih-i Âl-i Osmân (Kartal 1999a: 408); Ârifî Fethullâh Çelebi, ehnâme-i Âl-i Osmân47; Edâî, Selîm-nâme (Bilgen 1987); Esîrî, Sıfâtu’n-nebî (Kartal 1999a: 423-24; Nahcivânî 1341); Gubârî, âhnâme48; ebistân-ı Hayâl49; brâhîm Gülenî, Ma’nevî50; drîs-i Bidlîsî, Tercüme ve Nazm-ı Hadîs-i Erba’în51; Sâfî, ehrengîz-i stanbul52; âhîdî, Gülen-i Esrâr [tlf. 951/1544] (imekler 1998); ‘Ik-nâme [Bu mesnevî, Sultân Veled’in eseri olarak stanbul’da basılmıtır53]; Tırâ-nâme; eyh Abdullâh-ı ebusterî, em’ u Pervâne54 (Kanar 1995). Ahmet Kartal (bak. Kartal 2002) tarafından yapılan çalımaya göre bu dönemlerde Anadolu ’da Farsça iir söyleyen airlerin toplam sayısı 274’tür. Bunlardan 32’si XI-XIII. asırlarda, 15’i XIV. asırda, 44’ü XV. asırda ve 183’ü ise XVI. asırda yaamıtır. Yapılacak olan daha sonraki çalımalarda gerek eser gerekse air sayısında deiikliklerin olacaı muhakkaktır. Ayrıca daha sonraki * * 46 47 * stanbul Üniversite Kütüphanesi FY 1009 (=Halis Efendi 1905); FY 1009 (=Halis Efendi 3292. Konya Mevlânâ Müzesi htisas Kitaplıı Nu. 2122/3; 2123; 2124; 2127; 2128/3. Osmanlılar hakkında tam bir Farsça ehnâme yazan air Ârifî’dir. Be cilt olarak planlanan eser, son derece güzel minyatürlerle süslenmitir. eh-nâme-i Âl-i Osmân’ın I. cildi peygamberlere, II. cildi slâmiyetin douuna, III. cildi eski Türk devletleri ve Selçuklular ’a, IV. cildi Osmanlı Devleti’nin kuruluuna, V. cildi ise Kânûnî döneminin bir kısmına (1520-1555) ayrılmıtır. Bunlardan günümüze I ve V. ciltlerin tamamı, dierlerinden sadece son bölümü eksik IV. ile II. ciltten birkaç minyatür gelebilmi, III. cilt ise bütünüyle kaybolmutur. 60.000 beyit tuttuundan söz edilen eh-nâme’nin en büyük bölümünü (yaklaık 36.000 beyit) “Süleymân-nâme” adını taıyan V. cilt oluturmaktadır. Eser, on be satırlık dört sütun halinde güzel bir nestalikle yazılmı ve altmı dokuz minyatürle süslenmitir. Eser Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine, Nu. 1517’de bulunmaktadır (Kartal 1999a: 410). Süleymâniye Kütüphanesi, Hekimolu Ali Paa Kısmı, Nu. 764. Manisa l Halk Kütüphanesi Muradiye Kitapları Nu. 1346. Süleymâniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Kısmı, Nu. 3830. Manisa l Halk Kütüphanesi Muradiye Kitapları Nu. 2715. Bayezıt Devlet Kütüphanesi, Nu. 3588. stanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça Yazmalar Bölümü Nu. 823. Süleymaniye Kütüphanesi, Lâlâ smail Kısmı Nu. 30. Nuruosmaniye Kütüphanesi, Nu. 3383. Sultan Veled, Bahâeddin, erh-i Ak-nâme-i Hazret-i Bahâeddin Veled, (ârihi: Hâlid), Mihran Matbaası, stanbul 1305. Süleymaniye Kütüphanesi, Kadı-zâde Mehmed efendi Kısmı, Nu. 415. * * * 48 49 50 51 * * 52 53 54 54 54 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A asırlarda da Farsça divan tertip eden, mesnevî kaleme alan ve çeitli iirler söyleyen airler olmutur. Ancak yukarıda zikredilen tablodan çıkan sonuca göre, özellikle Klasik dönemde, Farsça iir söyleyen airler birbirini takip eden asırlarda artma göstermektedir. Anadolu’da Farsça iir söyleyen airlerin büyük çounluu XVI. asırda yaamıtır. Bu durumun kültürel çalımaların siyasî çalımaları belli bir mesafeden izlemesi ve her ikisi arasında yakın bir ilikinin bulunmasından kaynaklandıı dikkat çekmektedir. Anadolu’da Farsça iir söyleyen airlerin memleketlerine göre daılımı göz önünde bulundurulduunda ise, dönemin siyasi ve kültür merkezi olan stanbul’un birinci sırada yer aldıı görülmektedir. stanbul’u Edirne ve Bursa takip etmektedir. Bu ehirler de daha önce siyasi merkez olmaları dolayısıyla dikkati çekmektedir. Ayrıca 79 airin Türkistan ve ran corafyasında bulunan yerlerden olması da dikkat çeken dier bir noktadır. Eer Anadolu’da doup büyüyen ancak Arap , Acem ile Türkistanlı Türk airler de dikkate alınırsa bu sayının daha da kabardıı görülür. Bu airlerden 19’u ise Balkanlar’dan Anadolu’ya gelmitir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduu zaman, bu dönemlerde Anadolu’da bata Osmanlı hanedanına mensup sultan ve ehzadeler olmak üzere, Türklerin Farsça olarak da iir söylemelerini “ran kültürünü ve edebiyatını taklit etmek” ve “ran’ın manevi esiri olmak” eklinde algılamamak gerektii kanaatindeyiz. Çünkü bu tavır, asırlar boyu süren birlikte yaama ve aynı dinin getirdii kuralları, yeni hayat tarzını örenme ve yaama yıllarındaki beraberlii hissettiren hatta vurgulayan bir tablo olarak görülmelidir. Bu durum ise, “taklitçi”liin ötesinde, Türklerin Maveraünnehir ve Horasan ’da söyledikleri gibi Anadolu’da da Farsça iir söyleme kolaylıını devam ettirdiini gösteren bir durum olarak algılanmalıdır. Nitekim Mevlevîliin manevî kurucusu ve Klasik Türk iirinin oluumunda özellikle Farsça olarak kaleme aldıı Mesnevî-i Ma’nevî’si ile önemli bir yere sahip olan Mevlânâ muakkıplarının eserlerini Farsçadan ziyade Türkçe ile vermeleri bu açıdan dikkat çekicidir. Nilgün Açık (bak. Açık 2004) tarafından yapılan bir aratırmaya göre, mevlevî airlerden Farsça divan sahibi olanların sayısı sadece 5 kii iken, Türkçe Dîvân sahibi olanların sayısı 69’dur. Yine bir divan oluturmayıp Farsça iir yazanlar 58 iken, Türkçe iir yazanlar 125 kiidir. 6 airin ise divançesi bulunmaktadır. Mevlânâ tarafından Farsça olarak kaleme alınan manzum ve mensur eserler etrafında oluan ve Sultân Veled tarafından kurumsallatırılarak tarikat hâline dönüen mevlevîlik yolunda giden airler arasında, Türkçenin Farsçaya göre daha çok hâkim olduu görülmektedir. Bu da yukarıda belirttiimiz gibi “taklitçi”liin ötesinde, Türklerin Maveraünnehir ve Horasan’da söyledikleri gibi Anadolu’da da Farsça iir söyleme kolaylıını devam ettirdiinin bir göstergesidir.55 * * * * * * * * * 55 Burada, özellikle u konuya da kısaca deinmenin faydalı olacaını düünüyoruz. Osmanlı Devleti zamanında Farsça hiçbir zaman resmi dil olmamıtır. Elde bulunan Fâtih Sultân Mehmed’den * 55 55 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Gerek Osmanlı sultanları ve ehzadeleri, vezirler, çeitli meslek erbabı vs. Farsça iir söylemeleri bu gelenein bir tezahürü olarak kendisini göstermektedir. Ayrıca bu dönemlerde Farsça iirler söylenirken böyle bir düünceye sahip olmadıkları kanaatindeyiz. Hatta Osmanlı sanatkârlarını yetitirmek, Acem ilmine, iirine ve dier sanat kollarına karı Osmanlı iir ve kültürünün inkiafını salama düüncesinde olan Yavuz Sultân Selîm ile Kânûnî Sultân Süleymân’ın Osmanlı’nın ran ’a bakı açısını gösteren Farsça ve Türkçe gazellerinin bu bakımdan manidar olduunu düünüyoruz: * * * Askerimle stanbul tahtından hareket edip ran tarafına sefere çıktım. Kızılbaı melâmet kanına gark ettim. Mısır valisi can u gönülden benim azm ü himmetimin kölesi oldu. Padiahlık sancaını dokuz felein fevkine yükselttim. Nusret çengini (musiki aleti) zafer bezminde çalmaya balar balamaz bu müjde Irak mülkünden Hicaza kadar yayıldı. (Irak, Hicaz musiki makamlarıdır). Kılıcımdan Maveraünnehr kana gark oldu. Dümanın gözünü sfahan sürmesinden mahrum ettim. Dümana bir nazar edince gam sıtmasından ter içinde kaldı ve her kılından Amu nehri aktı. Mülk tahtası (bisat: oyun tahtası) üzerinde devlet satrancını oynamaya baladıım zaman Hind ahı, âkil (Ferzâne) askerimin karısında malup bir fil hâline geldi (pîl-i mât). Ey Selîmî, mihr ü vefâ potasında altın gibi eridikten sonra cihan mülkünün parası üzerine benim ismim yazıldı (Tarlan 1946). * * Allah Allah diyelüm sancak-ı âhî çekelüm Yüriyüp her yaneden arka sipâhı çekelüm ki yirden kuanalum yine gayret kuagın Buluup toz ile topraa bu râhı çekelüm Pây-mâl eyleyelüm kiverini surh-ı serün Gözine sürme diyü dûd-ı siyâhı çekelüm Bize farz olmı iken olmaz slâma zâhir Nice bir oturalum bunca günâhı çekelüm önceye ait tahrir defterleri ve er’iye sicilleri Türkçedir. Farsça yaygın olarak tekrarlandıının aksine, Anadolu Selçuklu Devleti döneminde dahi sadece iki vezirin vezirlii döneminde resmî kayıtlar için kullanılmıtır. Anadolu’da bu amaçla kullanılması da Sâhib Ata Fahreddîn Alî’nin (ö. 687/1288) vezareti sırasında 657/1259’den sonra olmutur. Kaynaklara göre bunun sebebi, onun Arapça bilmeyiinden dolayıdır. Karamanolu Mehmed Bey’in, Konya’da 9 Zilhicce 675/15 Mayıs 1277’de Türkçeden baka dil kullanılmayacaını bir fermanla duyurduu ve Osmanlı Devleti’nin de 1299’da kurulduu dikkate alınırsa, Farsçanın devlet kayıtlarında ne kadar kısa bir dönem için geçerli olduu görülecektir (Karaismailolu 2001: 55-6). * * * 56 56 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Umaram rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer Ey Muhibbî yürüyüp ârka Sipâhı çekelüm (Ak 1987: 562) Türk asıllı airler, sadece Farsça iir yazmakla kalmamılar, daima faydayı ve yararlı olmayı göz önünde bulundurdukları için Türk insanının okuduu zaman istifade edeceini düündüü bazı Farsça eserleri manzum veya mensur olarak Türkçeye tercüme etmilerdir. Bunda muhatabın ilme yeni balayan ve sadece Türkçe bilen “mübtedî (: örenci)”lerin olması da etkili olmutur. Ayrıca bilgiyi yalnızca örencileri düünmeden daha büyük bir kitleye yani halka ulatırma düüncesi de tercüme faaliyetinin baka bir sebebi olarak görülmektedir. Türkçe konuan halkın düünülerek eserin Türkçe telif ve tercüme edilmesi müellif ile mütercimin sahip olduu ‘dil bilinci’ne ve Türkçe konuan halka ‘mensubiyet duygusu’na iaret eder. Faydanın yaygınlaması dileine istinaden Türkçe eser telif etmek ya da Türkçeye tercüme etmek Anadolu Beylikler döneminin en önemli özelliklerinden birisidir. Özellikle dinî, tarihî ve edebî eserler bütün bir halkın okuması, anlaması ve faydalanması için telif veya tercüme edilmeye balanmıtır. Osmanlı sultanlarından I., II. ve III. Murâd gibi bazılarının etrafında bulunan air, bilgin ve dier sanatkârları Türkçe telif ve tercüme eser vermeye tevik ettikleri de bilinmektedir. Bu tercüme faaliyetlerinde dil bilincinin de etkili olduunu belirtmemiz gerekir (geni bilgi için bak. Fazlıolu 2003). Zikrettiimiz bu sebeplerden dolayı Türkçeye Farsçadan56 tercüme edilen, hatta bazen Türkçe erhleri de yapılan eserlerden belli balılarını u ekilde sayabiliriz: Sa’dî-i îrâzî’nin Bostan (Kartal 2001a) ve Gülistân (Kartal 2001b)’ı; Hâfız-ı îrâzî’nin Dîvân’ı (Olgun 1978); Feridüddîn-i Attâr’ın Esrârnâme (Kartal 1999a: 132-41), Mantıku’t-tayr (Kartal 1999a: 148-60; Toska 1996), Pend-nâme (Kartal 1999a: 141-48) ve Tezkiretü’l-evliyâ (Kartal 2003a)’sı; Firdevsî-i Tûsî’nin âh-nâme’si (Anbarcıolu 1981); Nizâmî-i Gencevî’nin Hüsrev ü îrîn (Timurta 1959), Leylâ vü Mecnûn (Levend 1959), skender-nâme (Ünver 1974), Mahzenü’l-esrâr (Kartal 1999a: 268-94) ve Heft* * * * * 56 Saçaklı-zâde, Arapça olarak kaleme aldıı Tertîbü’l-ulûm isimli eserinde “Farsçanın örenilmesi” noktasında u düüncelere yer vermitir (Saçaklı-zâde 2009: 225): “Farsçayı örenmek gereklidir. Çünkü bazı meselelere açıklık getiren çou fetva kitapları, özellikle dinden çıkmaya neden olan sözler ve boanma konularını içerenler Farsçadır. Farsça dilinde birçok faydalı kitaplar yazılmıtır. Dolayısıyla bu dilin örenilmesinin müstehap olduunda üphe yoktur. Ancak talebenin Farsçaya fazla dalmaktan da sakınması gerekir. Çünkü böyle yapmak onu faydalı ilimlerden alıkoyarak deersiz iirlere ve elenceye sürükler. Bunun sonu ise, seviyesiz insanlarla dostluk, zulmet ve dindarlıın zayıflamasıdır.” * * 57 57 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Peyker’i (Kartal 1999a: 344-49); Mevlânâ ’nın Mesnevî-i Ma’nevî’si (Temizel 1996; Kartal 1999a: 181-243). Bu tercüme faaliyeti sadece Farsçadan Türkçeye yapılmamıtır. Türkçeden Farsçaya yapılan bazı tercümelerle de karılamaktayız. Alî îr Nevâî’nin XV. asrın sonlarına doru Semerkand’da Çaatay Türkçesi ile yazdıı Mecâlisü’nnefâis adlı eseri, Türk Edebiyatı’nda yazılan ilk airler tezkiresi olup, özellikle Herat, Horasan ve Azerbaycan’da yaayan ve çou Farsça iir söyleyen 461 airi ihtiva etmektedir. çerisinde Farsça iir söyleyen airleri de barındırdıı için bu eser, XV. asır Çaatay Edebiyatının yanında ran Edebiyatı için de önemli bir kaynaktır. Bundan dolayı Mecâlisü’n-nefâis be kii tarafından ayrı ayrı Farsçaya tercüme edilmitir. Bunlar tercüme tarihlerine göre u ekilde sıralanmaktadır: * * * * * 1. Fahrî-i Heratî tarafından 928/1521 tarihinde Letâ’if-nâme ismiyle Farsçaya tercüme edilmitir (Alî îr Nevâî 1323: 1-178; Kartal 2000: 22). 2. Hakîm âh Muhammed bin Mubârek-i Kazvînî tarafından 927-929/15201522 tarihinde yapılmıtır (Alî îr Nevâî 1323: 179-409; Kartal 2000: 22). 3. eyh-zâde Fâyiz-i Nî-merdânî tarafından 961/1554 tarihinde Bakiyye-i Bakiyye’ismiyle tercüme edilmitir (Taberî 1372: 352-53; Kartal: 2000: 22). 4. âh Alî bin Abdulali tarafından XI. asrın balarında tercüme edilmitir (Taberî 1372: 352-53; Kartal 2000: 22). 5. Mîrzâ Abdulbâkî erîf-i Radavî tarafından XIII. asrın ortalarında tercüme edilmitir (Taberî 1372: 353; Kartal 2000: 22). Mecâlisü’n-nefâis’i, Fahrî-i Herâtî Ravzatü’s-selâtîn (tlf. 950/1543) ve Sâm Mîrzâ Tuhfe-i Sâmî (tlf. 957/1550) (Sâm Mîrzâ Safevî 1346) isimli eserleriyle Farsça , Sâdıkî-i Kitâbdâr ise Mecma’u’l-havâs (tlf. 1010/1602 veya önce) adlı eseri ile Türkçe olarak zeyletmilerdir. Mecma’u’l-havâs, son dönemlerde Abdurresul Hayyâmpûr tarafından Farsçaya tercüme edilerek, Türkçesi ile birlikte neredilmitir (Sâdiki-yi Kitâbdâr 1327; Kartal 1999b). Bâbür'ün hayatını, düüncelerini, maceralarını ve daha bir çok hususiyetini samimi ve akıcı bir dille anlattıı ve nesir alanında Çaatay Türkçesiyle yazılmı en önemli eserlerden olan Bâbür-nâme, üç kii tarafından Yâdâthâ-yı Bâbür veya Bâbürnâme adıyla Farsçaya tercüme edilmitir. Bunlardan eyh Zeyneddin Havafî bir kısmını tercüme etmitir. Muhammed Kalı Hisârî-i Mool Bakı, Cunegre hükümdarı Behruz Han’ın, Mirza Abdürrahim Hanhânan da, Ekber âh’ın emriyle tercüme etmitir. Yine Bâbür tarafından yazılan ve Türklere ait bazı nazım ekilleri ile fazla bilinmeyen edebî sanatların anlatıldıı, aruzla ilgili bilgilerin yanında bizzat Bâbür tarafından gelitirilen aruz kalıplarının da yer aldıı eser, Âruzzâde adıyla Azferî mahlasıyla Mirzâ Kelân tarafından manzum olarak tercüme edilmitir. Mirza Kelân, bu manzum tercümenin yanında mensur tercümesini de yapmıtır (Dâninâme-i Edeb-i Fârsî 1380: IV/778). Kimlii u * * * 58 58 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN anki bilgilere göre tam olarak belirlenemeyen ve Râfi’ mahlasını kullanan, Türk veya Farisî bir yazar tarafından eli altında bulunan Nâbî’nin Tuhfetü’lharameyn’inin Mekke ve Medine ile ilgili bölümlerini içeren son kısmı Farsçaya tercüme edilerek kendisine mal edilmitir (Cokun 2002: 110-20). Altıncı hicri asırda Türk hükümetlerinin ran ’da hâkim olmasıyla Farsçadan Türkçeye tercümenin giderek yaygınlatıı görülmektedir. Tercümeler Arapça -Farsçadan sonra Türkçe -Farsçaya da yönelmitir. Son dönemlerde ise, ilmî-tahayyülî romanlar da Farsçaya tercüme edilmitir. Özellikle Jul Verne’nin kitapları daha çok Fransızcadan, bazen de Türkçe ve Arapça gibi ara diller vasıtasıyla yapılmıtır (Dâninâme-i Edeb-i Fârsî 1380: II/347). Ayrıca son yıllarda Dîvânü Lügati't-Türk de Farsçaya tercüme edilmitir (bak. Sadîk 1384/2004). ranlı aratırmacılar tarafından Hindistan ve Pakistandaki Urdu Beluci, Sind, Karaçi, Kemir, Pencabi ve benzer dil ve lehçelerden Farsçaya yapılan tercümeler künyeleriyle birlikte belirtildii halde, özellikle Osmanlıların son dönemlerinde ve Safevîler devrinde Türkçeden Farsçaya birçok tercümenin yapıldıı söylenilmekle yetinilmi, bu eserlerin neler olduu belirtilmemitir. Sadece yukarıda zikrettiimiz Bâbür'ün iki eserinin tercümelerinin künyeleri zikredilmitir (Dâninâme-i Edeb-i Fârsî 1380: IV/763-87). Bu da, ranlıların Türk diline ve Türklere bakı açılarını göstermesi bakımından ilginç olduu kadar, dikkat çekici bir husus olarak kendisini göstermektedir. Sâ’ib-i Tebrîzî’nin Farsça iirlerinin yanında Türkçe iirleri de, Fars edebiyatına tesir etmitir. Nitekim Râkım mahlaslı bir air, Sâ’ib’in: * * * * * * * ‘Âık kanını vesmelü kaun nihân içer Cevherlü tîg kın ara peyveste kan içer matlalı gazeline, u beyitle balayan Farsça nazire yazmıtır: *  O kırmızı dudak, âıın kanını su gibi içer. O kan içtii suyu aynı rahatlıkla içemez. Hatta Râkım, Sâ’ib’in iirinin birinci beytinin ikinci mısraını Farsçaya tercüme ederken ona nazire yazdıını açıkça dile getirmitir:  Bu Râkım’ın Sâ’ib’in o gazeline söyledii cevaptır. Su verilmi cevherli kılıç daima kan içer. (Araslı 1946: 19-20; Kartal 2002: 213). Anadolu 'da Farsça -Türkçe manzum veya mensur sözlükler yazıldıı (Öz 1996; Kartal 2003b: 24-41) gibi, ran 'da da Türkçe-Farsça lügatlerin kaleme alındıı dikkat çekmektedir. Muhammed bin Bedreddin Münî'nin Lugat-i Müselles ve Cinânü’l-cinân'ı; Hâce Tabîb Buharî'nin Çaatayca-Farsça olan Elfâz-ı Celiyye fi Beyân-ı Lügât-ı Türkiyye'si; Mirzâ Mehdî Astrabâdî'nin yine * * * * 59 59 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL Çaatayca-Farsça olan Senglâh'ı bunlardandır (Safâ 1366: V-1/391-94). Ayrıca ran'da Türkçe öretmek için bazı eserlerin yazıldıı da görülmektedir. Nitekim Safevîler döneminde eyh Safiyüddîn-i Erdebilî, Kara Mecmua isimli eserini (eyh Safiyüddîn-i Erdebilî 1380), mekteplerde ve zaviyelerde Azerbaycan Türkçesini öretmek amacıyla yazmıtır (Sadîk 1381: 17). Bu durum daima ran edebiyatını taklit ve tercümecilikle itham edilmek istenen Klasik Türk edebiyatına yapılan haksızlıın bir göstergesi olarak dikkat çekmektedir. Çünkü görüldüü gibi edebî medya tek taraflı deil, bilakis karılıklı olarak gelime göstermitir. * * Fars Edebiyatında “Türk ” Kavramının Kullanımı ve Türk Kültürü ile lgili Unsurlar * Keykâvus, Kâbûs-nâme’nin yirmi üçüncü bölümünde, çeitli kavimlere mensup gulâm (kul, köle) ve cariyeleri mukayese edip deerlendirirken en üstün yeri, “Kukusuz Türk de güzel olursa gayet güzel olur...Türk’ten hangi tayfa içinde olursa olsun, güzelliini anlatmaya deer güzeller çıkar.” * diyerek Türk güzellerine vermitir (1368: 80-81; trhs., I/223-25). Butlân-ı Bagdâdî ise, bu konuda, Türklerin çok güzel, yumak ciltli ve beyaz tenli olduklarını, ayrıca küçük tatlı gözleri bulunduunu belirtmektedir (Kedkenî 1366: 308). Gerek bu durumdan dolayı gerekse sevgililerin ive ve nazlarıyla âıkların sabır ve kararlarını Yamalamaları sebebiyle (Akün 1994: 418), ilk dönem iirlerinden itibaren Türk kelimesi, Farsçada daha çok “mahbub, mauka, güzel” manasında kullanılmıtır.57 Nitekim Rahîm-i Afîfî, Ferheng-nâme-i i’rî isimli sözlüünde, Türk kelimesinin “mahbup, mauktan kinaye olduunu, yani sevgili manasında kullanıldıını” (Afîfî 1372: I/462) belirtmektedir. iblî-i Nu’mânî ise, ilk maukanın Türk olduunu, onun küçük bir göze sahip bulunduunu belirttikten sonra, o gözün nergise benzetildiine dikkat çekmektedir (Kedkenî 1366: 309). Zaten Türk sözünün “güzel/sevgili” manasında kullanıldıı u beyitlerde açıkça görülmektedir: * 57 Fars iirinde “Türk ” kelimesinin, Sa’dî’nin u rubaîsinde olduu gibi ırk, soy olarak da kullanıldıı müahede edilmektedir (Sa’dî trhs.: 887):     “Gözyalarım, üzerinden ırmak gibi geçti. Sandı ki kendisinden bir merhamet dileniyorum. Ben baımdan geçenleri ona nasıl anlatayım. Çünkü o Türk ’tür. Beni top sanır da çevganını vurur.” (Gençosman 1985: 28) * * 60 60 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A  Ön safta her biri iki haftalık ay (ayın on dördü) gibi binlerce Türk (güzel) (Rûdekî 1373: 101). *   Siyah gözlü, peri yüzlü, selvi boylu ve çevgan saçlı bir Türkün (güzelin) elinden (Rûdekî 1373: 101).   (ehîdî-i Kûmî) Bütün cihan ak fitnesinin ehitleriyle dolu, benim Türk sevgilim ise okunu henüz yayında tutuyor (Akün 1994: 418). *  Ey güzelim, sana bir kimse göndermeyelim ve çaırmayalım da gelmeyesin diye, bugün nerede olduunu söylemezsin (Damgânî 1375: 150; Cokuner 2002: 361).  (Hâfız 1372: 222) O âık öldüren sevgilim, bugün sarho bir hâlde yola dütü. Acaba benden baka kimin gözlerinden kanlı yalar akacak ki? (Gölpınarlı 1988: 145).  (Hâfız 1372: 165) O irazlı güzel, bize iltifat eder, gönlümüzü alır, akımızı kabul eylerse, yanaındaki kara bene Semerkand’i de baılarız, Buhara’yı da! (Gölpınarlı 1988: 8). Bu sevgili, “güzel” oluunun yanında “mütekebbir ve cefacı” olmasıyla da dikkat çekmektedir. Artık “güzel” ve “sevgili” kelimeleriyle aynı anlamda kullanılan “Türk ” kelimesiyle (Okuyucu 2004: 218), Farsça “Turk-i bed-hâh, Turk-i bed-hû, Turk-i tannâz, Turk-i cefâ-ger, Turk-i çînî-tırâz, Turk-i çînî-nigâr, Turk-i ikâr-efken, Turk-i akîkul-gîsû, Turk-hû, Turk-çihre, Turk-i perî-çihre, Turk-i âhû-çem, Turk-i terlik-pû, Turk-i tond-hû, Turk-i hârgâhî, Turk-i dilsitân, Turk-i ser-ke, Turk-i dil-ke, Turk-i zulm-pîe, Turk-i kâfir-kî, Turk-i kec-kulâh, Turk-i hindû-hâl, Turk-i eker-rîz, Turk-i kemân-ke, Turk-i siyehdil, Turk-i Hoten” (Dehhudâ 1373; Afîfî 1372: 462-65), “Turk-i Azrâ” (Resulzâde 1951: 178), Turk-i îrâzî, Turkân-i Semerkandî ve Turk-i hancer-ke (Hâfız 1372: 165, 440, 420) gibi çeitli terkipler meydana getirilmi ve Fars iirinde kullanılmıtır: * *  (Kemâlî-i Buhârî) 61 61 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Ey gönül alan Türk (güzel)! Senin alnın ve baın, bu yeryüzünün zühresi, gökyüzünün ayıdır (Deirmençay 2000: 22). *    (Senâ’î 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan) Peri yüzlü Türkler iki yanaı ile bakınca, gül ve servi gibi zünnarı arapla bir araya getirirler. Elencenin sermayesidirler, kadehteki gibi doarlar. Yârin hizmetinde bulunduklarında nazın süsüdürler.  *  Ey güzel ay yüzlü ve huri soylu saki! Parlak kadehte o üzüm renkli araptan getir (Damgânî 1375: 17; Cokuner 2002: 282).  (Tâhirî) Benim onurlu sevgilim, araba meylederse, onun yanaının hararetinden gönül kuu kebap olur (ükûn 1984: I/579)  (Hâfız 1372: 174) O peri yüzlü güzel, elbisesine bürünüp bizden ayrıldı gitti. Acaba ne suç ördü de hata yolundan yürüdü ki? (Gölpınarlı 1988: 78).  (Hâfız 1372: 181) Gönlüm, sakinin gözünden canının baılanmasını dilemedi. Neden mi diyeceksin? Çünkü o kalbi kara merhametsiz güzelin âdetini biliyor (Gölpınarlı 1988: 59). Hatta Türk kelimesinin Farsça çokluk ekli olan “Türkân” da, maukalar/güzeller anlamında Farsça iirde kullanılmıtır: * *  Farsça söyleyen güzeller, adamın ömrüne ömür katarlar. Sâkî, zahit rintlere müjde var (Hâfız 1372: 168; Gölpınarlı 1988: 5). *  Hacerü’l-esved ve zemzem ile Kâbe’yi ne yapacaksın. te Hata güzellerinin yanaı, zülfü, hattı (Hakanî; ükûn 1984: III/1974). Arap ve ran airlerine, alımlı endamları, hafifçe çekik ve manalı gözleri, âdetleri icabı uzun saçları ile kendi ülkelerinin güzellerinden farklı ve üstün bir tipte görülen Türk güzellerinin, özellikle çekik gözleri tesir etmi ve bunları * * * 62 62 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN onların silahları kadar kalbe ileyici bulmulardır. Nitekim Târîh-i Cihân-güâ sahibi Ata Melik Cüveynî’nin bir Türk güzeli hakkındaki iiri, klasik iirdeki güzelin gözlerinin çekici ve avlayıcı olarak tasavvurunun Türk güzellerinden gelme bir imaj olduunu göstermesi bakımından manidardır: Ey Arap badiyeleri, benden uzaklaın. Benim balarım Türk ehirlerine balıdır. Ve ey iri gözlü olan güzeller, kendi kavminizin yanına gidin. Çünkü beni deli eden iri gözler deil, dar ve çekik gözlerdir (Akün 1994: 417-18). * * Ömer Hayyâm da, bir rubaîsinde Türk güzellerin gözlerinin güzelliini u ekilde dile getirmitir (Abdullah Cevdet 1926): *  Türk güzellerinin güzel gözleri bu kimsenin ve hür gönüllerin temaalarına has olduu halde, akirtlerin mütena’im oldukları bir malikâne olmutur. * Hüsrev-i Dihlevî ise, bir beytinde Türk güzellerinin gözlerinin hüviyetini öyle açıklamıtır (Türkmen 1989: 57): *  manıma kasteden mest Türk ’ümün (sevgilimin) gözleri canımı harap etmeye koyuldu. * Zemaherî de, birçok iirinde Türkün göz ekliyle baka gözleri karılatırmı ve çekik gözü üstün tutmutur (Okuyucu 2004: 218). Fars iirinde yukarıda belirtildii gibi güzellik vasıflarının yanında, kahramanlık özellikleri etrafında da, sık sık Türk ’e, çeitli Türk hanlarına, soylarına, Türk ehirlerine ve genel isimlendirmeyle Turan ve Türkistan ’a yer verilmitir. Özellikle yer ve soy adlarının bazılarının bir mecaz veya rumuz eklinde kullanılması dikkat çekmektedir: * *    (Senâ’î 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan) Türkler askerdirler ve askerin önde gelenlerindendirler. Hisarların güneidirler ve hisarları fethedicidirler. Okun gözünden yayla su çıkarır, kılıcın ateinden de safta duman attırırlar (safı kırarlar). Bakırdan ve demirden pası giderir, onların temizledii o bakır ve demirden ok ve mızrak yaparlar.  *  (Hâfız 1372: 64) 63 63 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL O asker Türkün aç gözlülüüne kurban olayım…. Bir tek hırkadan baka bir eyciim yok, bana bile hücum etti (Gölpınarlı 1988: 129). Amû58:   O Türk güzelinin dostluu kesmesi beni daima elem içinde buradan oraya koan, sıkıntı içinde bu taraftan o tarafa giden yavrusu ölmü cevlana benzetir (Katrân-ı Tebrizî; ükûn 1984: I/79). * Balasagun59:  Kutlu binein senin peinden bir gecede Balasagun’dan Tıraz’a gelerek gösterdii hünere aferin (Damgânî 1375: 51; Cokuner 2002: 303). Çâç60: (Nizâmî) Çâç ii kemanlar ve Çin ii ipekli kumalar, birkaç da deerli kılıç (ükûn 1984: 1/674). *  Çâç ii kemanı elinde udu (Firdevsî; ükûn 1984: 1/674). Çigil:  Dedim: “Eer Çigil’e doru iki ok atsa ne olur?”. Dedi: “Biri Çigil’i alır, biri Huten’i” (Ferruhî-i Sîstânî; Deirmençay 2000: 283-84).   Onun ayva tüylerine ve yanaına sürekli aferin derler, biri Çigilli güzel ve bir Teksin’in sevgilisi (Bedr-i Câcermî; Deirmençay 2000: 255-56).   (Hâfız 1372 : 180) Gülün güzellii Çin ve Çigil diyarındaki miske muhtaç deildir. Nefesi kendi kaftanının iliinden hasıl olur (Gölpınarlı 1988: 87). * 58 59 60 Buhara ile Merv arasında ve Ceyhun’un aktıı yer üzerinde bulunan kum sahrası. iirlerde geçen “âhû-yı Amû” terkibi, Türk güzeli anlamında kullanılmıtır (ükûn 1984: I/78-79). Türkistan Han’ın bakenti olup Çu ırmaının kıyısındadır. Türkistan ’da Takent denilen memleket. * * * 64 64 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A  Bu lâle yanaklılar ki, asılları Çiil’dendir; ya Rabbi! Temiz olan hilkatleri hangi çamurdandır (â’ir; ükûn 1984: II/ 714). Gazneyn:    Kayser’in kalbine, baını bir sopanın üzerinde Gazneyn’e getirirler diye korku ve endie dütü (Damgânî 1375: 199; Cokuner 2002: 385). Halluh (Karluk):  Mutluluk meclisinde, bazen Halluh güzelinin bazen de Yagmâ güzelinin elinden daima parlak arap al (Ferruhî 1335: 3; Kartal 1999: 35)   Kendi çalgıcılarının küçük sarayını Babil, ayya kölelerin çadırını Halluh yaparsın (Damgânî 1375: 40; Cokuner 2002: 297). Horasan : *  Tüm ahlardan kim Irak ’tan Horasan ’a, Horasan’dan Irak’a böyle bir ordu getirip götürdü (Damgânî 1375: 60; Cokuner 2002: 308). * *   Bülbül bahar zamanında öterdi. Güz geldii hâlde henüz ötmüyor. Bülbül bugün Horasan ’dadır. te padiahın meclisinde ötüyor (Ferruhî; ükûn 1984: II/904). * Huten [Hıtâ, Hatâ]:   O nar çiçei bir avuç kırmızı haha gibi dibine azıcık Huten miski balamı (Damgânî 1375: 1; Cokuner 2002: 272).   Huten bölgesinden, Zengibar çölünden, Herat’tan bütün ahları senin ayak ayanın tozu yapar (Damgânî 1375: 192; Cokuner 2002: 382).   (Bedr-i Câcermî) Dedim ki, “Ey Huten güzeli, zülfün ve yüzün nedir?” Dedi ki, “biri sümbüldür, dieri yasemin” (Deirmençay 2000: 44). 65 65 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL   Hatâ güzellerinin dudak ve diini bu kadar güzel yaratmamalıydın; zira onların dudak ve diinin elinden dile dudak ve el ısırmak gerektir. Yani insan onların dudak ve dilerinin güzelliine hayran olmamak mümkün deildir (Nâsır; ükûn 1984: I/688).  (Sa’dî trhs.: 815) Ey Hataylı yavrusu; acaba senin hiç hatan yok mu? Sevap ehli olanlar da bazen hata ilerler (Gençosman 1985: 52). lek (Eylâk)61:  Ve eer Türk hakanını hazinedarlıa Türkistan ’a gönderse, Balasagun’dan lek’e yayan olarak koar (Damgânî 1375: 58; Cokuner 2002: 307). * * lek, yer ismi yanında, lek ehrinin bakanı manasına da gelmekte olup derece olarak Turan hanlarından aaıdadır. lek’in bu manasıyla da Fars iirinde kullanıldıını Mes’ûd’un u beyitleri göstermektedir (ükûn 1984: I/209):  Senin harp meydanında ahlar ve padiahlar hademedirler; senin meclisinde hakan ve reisler kapıcıdırlar.   Hangi han vardır ki, senin yanında bakan deildir. Hangi bey vardır ki, senin yanında çavu deildir. Kagar (Kaçgar): *  (Mes’ûd-i Sa’d-i Selmân) Ey Kagar selvisi gibi uzun boylu güzel! Ey güzel yüzü, ay gibi ve ondan daha güzel olan sevgili (Deirmençay 2000: 21).  *  Kırmızı gül, güzün ilk ayında bahçede yine gizlendi. Bahçenin sarayı Kagarlı gül yanaklılarla dolu (ükûn 1984: 3/1473). 61 Hatâ bölgesinde bir ehirdir. 66 66 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN  Onu yanıma oturttum ve bir arap verdim ki, ondan Kagar ayının yanaı lâleye döndü (Kaânî; ükûn 1984: 3/1485). * Kemir62  O Kemir güzelinin yanına, “gönlüm niçin zülfünün halkası altında esirdir” diye haber gönderdim (Muizzî; Deirmençay 2000: 195).   O gülyüzlü dilberin yüzü ve boyu Naheb ayı ve Kemir selvisi gibidir (Hidâyet-i Taberistânî; Deirmençay 2000: 71). Özkend:  Özkend’den Rey kapısına kadar insanlarını ortadan kaldırmak için savama (Unsurî ; Kartal 1999: 38). * Semerkand:  Hâfız, güzellere gönül verme, Semerkand Türklerinin Harezmlilere yaptıkları vefasızlıkları gör de ibret al (Hâfız 1372: 420 [dipnot 2]; Gölpınarlı 1988: 432).   O irazlı güzel, bize iltifat eder, gönlümüzü alır, akımızı kabul ederse yanaındaki bene Semerkand’ı da baılarız, Buhara’yı da! (Hâfız 1372: 165; Gölpınarlı 1988: 8)  Akam namazı yaklatı. Ey Semerkand güzeli! Çengi tanzim et ve nihavendî perdesinden çal (Nizârî; ükûn 1984: III/1930). Tatar:  62 Gazneliler zamanında ehirler kurarak bölgeye yerleen Hint kıtasındaki Türkler , günümüzde younlukla Himalayaların eteklerine dagılmı küçük köylerde varlıklarını sürdürmekte ve bölgede Kemir ya da Pakistan Türkleri olarak bilinmektedirler. Her ne kadar kendi aralarında konutukları bozulmu Türkçeleri olsa da, konuma dili olarak Urducayı tercih etmilerdir. Bu köylerde yaayan Türklerin tamamı, Sultan II. Abdulhamid Han zamanında yapılan yardımlar, kurulan ilikiler ve Osmanlı Devletine balılıkları nedeni ile “Osmanî” soyadını kullanmaktadırlar (bak. http:// www.arbuz.com/showthread.php?t=34830, 25/12/2009). * * 67 67 * TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Hem at sürüm var, hem de koyun sürüm. Hem Çin güzeli hem de Tatar güzelim var (Ferruhî 1335: 81; Emirçupani 2001: 131).  *  (Ehlî-i îrâzî) Mahallenin cennet havası, amber saçan ho kokulu nesimdir. Tatar miskinin güzel kokusu, saçının ho kokusuna fedadır (Deirmençay 2000: 64-65).  (Menuçihrî; Dorc 3) Ey güzel, senin hürlerin gönlüyle ne iin var, bizim bu gönlümüz Tatar Türkleri’nin Yaması deil ki (Cokuner 2002: 277). Tebriz:   Tebriz, benim canımın rahat edecei ve dilimden düürmediim yer olacak. Çerendâb ve Gecîl suyunu içmedikçe gözümden kan revan olacak (Hocendî; ükûn 1984: I/698-99). Tengî63:  Bu güzellikte Ferhar güzeli görmedik. Bu ive ve edada Teng dilberi iitmedik (Selmân; ükûn 1984: I/608). Tıraz64 (Taraz, Talas):  An o geceyi ki, O Taraz güzellerinin yaldızı beni ezan vaktine kadar elendirdi (Ferruhî 1335 199; Kartal 1999: 35).    Gökyüzü onun gitmesinden sakınır, hükümdarın kıymeti hem Balasagun’da hem Tıraz’dadır (Damgânî 1375: 53; Cokuner 2002: 304). Tibet:  Hindistan’dan Tibet arazisine gitti, oradan da Aksa-yı Çin ’e girdi (ükûn 1984: I/558). * 63 64 Türkistan ’da güzelleriyle mehur bir ehir. Dou Türkistan ’da Çin sınırında bir ehirdir. * * * 68 68 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A   (Mus’abî; Lazard 1964: 48) Kamar’ın ödü, Tibet’in miski ve Hicaz ile Yemen’in amberiyle karıtırılmı gibi. Türkistân  (Attâr-ı Niaburî) Esen rüzgârın iddetinden o, yarı diri Türkistan ’a dütü (ükûn 1984: I/580). * Türkmân/Türkmen  (Mevlânâ ) Çadır kapısında Türkmenin köpekleri, konuun önünde yaltaklanmı (ükûn 1984: I/580). * Yagmâ:  Mutluluk meclisinde, bazen Halluh güzelinin bazen de Yagmâ güzelinin elinden daima parlak arap al (Ferruhî; Kartal 1999: 35)   Ey Sa’dî! Yagmâ dilberinin ivesine gönül verirsen gönlün Yamaya urar demedim mi? (ükûn 1984: 3/2031).    Yagmâ güzelleri güzellik yolu ile sürekli gönülleri Yama ederler. Senin makamının hasetçisi, canı Yama yeline verdi. Yagmâ güzellerinin elinden sen arap iç (Avfî 1906: I/141). Yemek65:  Senin dergahın, saçları misk kokulu Hatalıların kıblesi, senin eiin ay yüzlü Yemeklilerin secde yeridir (Selmân; ükûn 1984: III/ 2038).  65 Hem Türkistan padiahlerından birinin adı, hem de güzelleriyle mehur bir memleket (ükûn 1984: III/2038). * 69 69 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL  Ya Rabbi! Bundan önce her ne kadar benim cierim Çiil güzelinin hastası, gönlüm Yemek dilberine balı idiyse de bundan el silkmi, ondan ayak çekmi yani vazgeçmiim. Balçıktan yapılmı tanenin tüfekten sıçraması gibi her iki tuzaktan kurtuldum (Amîd; ükûn 1984: II/748). Hâfız-ı îrâzî, u beytinde Türklere ait bir gelenek olan hân-ı yagmâ66ya iaret etmitir:  (Hâfız 1372: 166) Feryat, feryat… bu uh, bu cilveli, bu ehri birbirine katan kara kalı, kara gözlü güzeller, sabrımızı öle bir Yamaladılar ki, Türkler de hân-ı yagmâyı ancak öyle kapıır, öyle Yamalarlar (Gölpınarlı 1988: 9) * ran iirinde, Türkistan Hanları tarafından kullanılan ve büyük bir hizmette bulunan kimseye verilen “Terhan” lakabının da kullanıldıı görülmektedir (ükûn 1984: I/573)67: * * /  (Nizârî) Eer bir göz kırpmakla yüz kan dökersen kimse sormuyor. Galiba Sultan lhan’dan fermanın var. Türklerin kuvvetini kaybetmemesi için, çok piirmedikleri ete verdikleri “turk-cû” ismi de, Mevlânâ ’nın aaıdaki beytinde olduu gibi, Farsça iirlerde geçmektedir (ükûn 1984: I/579): * *  / Benim piirdiim et, yarı pimi, yarı çidir. Sözlerim eksiktir, tamamını Gazneli hakimden dinle. Ünlü Turan hükümdarı Efrâsiyâb’ın da, Fars iirlerinde anıldıı görülmektedir. Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn mesnevisinde, bir ermeni kraliçesi 66 Hân-ı yagmâ, yama yemei, yama ziyafeti demektir. Türkler arasında çok eski zamanlardan beri, bayramlarda ve düünlerde ziyafet verilir, gayet deerli kaplar ve kacaklarda yemekler daıtılır, ziyafetlerin sonunda yaygılarla kapları, kacakları ziyafette bulunanlar kapıırlardı. Sûdî, hân-ı yagmâyı “bayramlarda ve düünlerde yama için dizilen çanaklardır” diye açıklamı ve padiahın düününde bu hân-ı yagmâyı bizzat gördüünü belirtmitir (Gölpınarlı 1988: 670). Bu lakabı alan kimse, bütün vergilerden affedilir ve izinsiz padiahın huzuruna girebilmek, kusurları ho görülmek, istekleri yerine getirilmek gibi imtiyazlara sahip olurdu. * 67 70 70 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN olan Mehînbânû, yeeni îrîn’e öüt verirken, Hüsrev’i Keyhüsrev’e kendilerini ise Efrâsiyâb’a benzetir (Nizâmî 1986a: 114; 1370: 222):  Eer o, ay ise biz de güneiz! O Keyhüsrev isebiz de Efrâsiyâb’ız! Bushak ise, “Türk ii cier kavurması”nı bir mısraında u ekilde kullanmıtır (ükûn 1984: I/162): *   Dün gece Türk ii cier kavurması gönlüme uygun dütü. * Firdevsî ise, Efrâsiyâb hakkında öyle demektedir (Akar 1999: 200):  Eer demirden da Efrâsiyâb’ın adını iitseydi, su gibi erir, deniz olurdu. Hem Efrâsiyâb’ın damadı hem de Turanlı bir kahraman olan Tezâv da Fars iirinde kullanılmıtır (ükûn 1984: I/586):  (Firdevsî) Tezâv, Dîv pehlivana sen karaku gibisin, ben toygar gibiyim, dedi. Hâfız-ı îrâzî ise, Efrâsiyâb ile onun veziri ve bakomandamı Pîrân ile olu îde’ye iirinde u ekilde yer vermitir:   Bu yıkık dünya, Efrâsiyâb’ın sayvanını gören konaktır. Onun kumandanı Pîrân ne oldu; îde o kahraman Türk ne âlemde? (Hâfız 1372: 440; Gölpınarlı 1988: 514). * Unsurî , bir beytinde Türk , Tacik, Türkmen, Guz (Ouz) ve Hazer soy adlarını birlikte kullanmıtır (Unsurî 1341: 112; Karaismailolu 2001: 38):     * * üphesiz Çin ve Maçin’den Ceyhun’un kenarına kadar, Türk ve Taciklerden, Türkmen, Ouz ve Hazarlardan, hepsi Anter gibi savçı, lek (lig) ve Togan gibi on, on iki emir geldi. Bedenleri harple yorulmu, tabiatları hamle yapmaya uygun hale gelmi ve gözleri uykusuzlua alımı. * * 71 71 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL Senâ’î-i Gaznevî de, Behrâmâh döneminde Gazneliler ordusunda bulunan Türklerin öneminden bahsederken bunların Çin , Hıtâ, Huten ve Kagar memleketlerinden gelmi Tibetli, Yagmâ, Kırgız ve Tatar olduklarını ve sayılarının yirmi bin olduunu u beyitleriyle dile getirmitir: * * *   (Senâî 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan) Çin , Hıta, Huten ve Kagar ’dan gelirler. Tibetten, Yagmâ’dan, Kırgız’dan ve Tatar’dandırlar. Allah’a ükür olsun ki, Acem sultanının ordusunda onlardan yirmi bin tane vardır. * * Bu dönem airleri Sultân Mahmûd bata olmak üzere, Sultân Mes’ûd ve dier devlet adamlarını övmek için yazmı oldukları kasidelerine “Ey Türk !” sesleniiyle balamılardır. Hatta iirlerinde Türk güzellerine defalarca yer vermiler, beenilen ve yüceltilen güzellikleri onlarla ifade etmilerdir: * * *  Ey Türk , Yagmâ ve Karluk ba fitnecisisin. Hem misk saçlı selvi, hem gülyanaklı aysın (Unsurî 1341: 185; Karaismailolu 2001: 40).  * *  Ey güzelim, sana bir kimse göndermeyelim ve çaırmayalım da gelmeyesin diye, bugün nerede olduunu söylemezsin (Damgânî 1375: 150; Cokuner 2002: 361).   Cadılıkta Babilli ihtiyarların öretmeni, güzellikte Karluk Türklerinin öncüsüsün (Unsurî 1341: 186; Karaismailolu 2001: 40).  *  Ey Türk , sana olacak kötü gözden korkarım, daima Ya Rabbi onu koru diye söylüyorum (Ferruhî 1335: 170; Karaismailolu 2001: 41).  *  Ey güzel, senin yeni âdetli namen bende suskunluk meydana getirdi (Damgânî 1375: 152; Cokuner 2002: 363). “Ey” hitabının dorudan sultana yapıldıı da görülmektedir. Nitekim Menûçihrî, Sultân Mes’ûd ’a “ey” hitabıyla seslenerek öyle demektedir: * 72 72 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A     Ey Horasan’ın efendisi ve Irak’ın padiahı, ey insanlık ve ahlıkta ahların önüne geçen. Ey ordusu sfahan sancaını Rey’e diken, ey ran’dan Turan’a kadar kölelerine otak kuran. Ey babasının âdet ve kuralları dünyayı yenileyen, ey memleketin ayını muhak68tan çıkaran. Ey zamanın hürlerinin senin önderlik ve krallıın hususunda müttefik oldukları Melik Mes’ûd bin Mahmûd (Damgânî 1375: 60; Cokuner 2002: 308). * * * Yine, bu ve daha sonraki dönem iirlerinde bu hitabın, dorudan Türk güzellerine yapıldıı da görülmektedir: *   (Râdûyânî 1949: 111; Avfî 1906: II/194) Ey ay yüzlü Türk , bir gece odama gelsen ve konuk gerek mi desen ne olur? *    (Enverî 1372: I/83) Ey Türk ! Bayram ve Behmen ayı olduu için arap getir. Kayıp olma, (sokakta) oyun nöbeti tut. *   (Hilâlî; Afîfî 1372: I/462) Ey ahu gözlü Türk (güzel)! Ben senin köpeinim. Peçeni aç, senin yüzünü görmek için gözümü dört açtım. * Gaznelilerin ran taraflarında hâkimiyet kurmalarından sonra ran ve Turan, Türk asıllı sultanların idaresine girmitir. Bundan dolayı Acem’in hâkimi olarak Gazneli sultanlar daima “âh-ı Acem”, “âh-ı Îrân”, “Hüsrev-i Îrân”, “Melik-i Îrân” (Karaismailolu 2001: 39), “Sultân-ı Acem” gibi unvanlarla anılmıtır: * *  Dounun Hüsrevi, devletin yemini olan o Acem ahının yaratılıı, daima devletin baına taç olsun (Unsurî ; Kartal 1999: 37).  *  68 Kameri aylarda ayın kaybolduu son üç gece. 73 73 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL âh-ı Acem, dizgin hamlesiyle ahlanınca, o kavimden Rebî’ ve Mazar gibi tek kimse kalmadı (Unsurî ; Kartal 1999: 37).  *  ran ahı beni Rey’den fil sırtında istedi, kendisi bu birkaç yılda seni hiç düünmedi (Damgânî 1375: 91; Cokuner 2002: 328).  *  Muzaffer ah, ran ’ın uurlu sultanı; ran’ın sultanı, ordunun ve ülkenin yardımcısı (Sipihr-i Kâânî; Deirmençay 2000: 223-24).  *  (Senâî 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan) Allah’a ükür olsun ki, Acem sultanının ordusunda onlardan yirmi bin tane vardır. Ferruhî, Sultân Mahmûd hakkında söyledii bir kasidesinde, onu “eh-i Îrân” diye anmıtır: *  Doru söyledin, Ketr çölünde ran ahı Mahmûd’un önünde hanendi ordusu yenildi (Kartal 1999: 37). * airlerin, bazen ran ve Turan bölgelerine de iarette bulundukları görülmektedir: *  randan Turan’a bu kadar belâ geldikten sonra, Turanlı ranlıdan nasıl holanır (Ferruhî; ükûn 1984: 1/207).   Ey ordusu sfhan sancaını Rey’e diken, ey ran ’dan Turan’a kadar kölelerine otak kuran (Damgânî 1375: 60; Cokuner 2002: 308).  *   Turan’ı o oluna verirsin, ran ’ı bu oluna, douyu bu kabileye, batıyı o oymaa. Kirvan’dan daha iyi üçyüz bin ehir, Kandehar’dan daha güzel üç yüz bin bahçe yaparsın (Damgânî 1375: 40; Cokuner 2002: 297). * Ayrıca slâmiyet sonrasında, bin yılı civarında Türk topluluklarının Anadolu için taıdıkları ideallere iaret eden ifadelere de rastlanmaktadır. * * 74 74 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ferruhî bu konuda unları söylemitir (Ferruhî 1335: 287; Karaismailolu 2001: 46):     Ali, Hayber’in kapısını kopardıı için Allâh’ın aslanı oldu; illiyyîne, yücelere ulatı. Kostantin’in kapısı Hayber’in kapısından daha büyüktür, ehrin kadısı bugün buna ahitlik ediyor. Efendime Dünya ahı Mahmûd emrederse, ona Kostantin’in kapısını elinde getirir. Ferruhî, Sultân Mahmûd hakkında yazdıı bir kasidede ise, Rum yani Anadolu hakkında öyle demektedir (Ferruhî 1335: 344; Karaismailolu 2001: 46): * *  Rum ehirleri küfürden temizlenir mi? Dedi. Kararmı gümüün saman arasında temizlendii gibi dedi. Gerek Gazneli, gerekse Selçuklu sultanlarının, onların varisleri ve devlet adamlarının övülürken kullanılan hitapların, tavsiflerin ve ifadelerin tamamen Türklerle ve onların kahramanlıklarıyla ilgili olduu görülmektedir: Unsurî , Sultân Mahmûd için: * *  Hâtem’i ve Rüstem’i anmam. Zira en küçük parmaı Hâtem’den ve Rüstem’den daha iyidir.   Sultanın bir seferde be fethi vardır. Erdeîr ve Enûirvân bundan birini yapmamıtır (Kartal 1999: 39).   Onun sarayı, büyüklükte melikler için Kâbe’dir. Onun kalemi Hacerü’l-esved, avucu ise zemzem çemesidir (Vezînpûr 1374: 167).     75 75 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL   ah’ın kılıcına bak ve eski nameyi okuma; zira onun kılıcı birçok nameden daha doru söyler... arkın sahibi savaa gittiinde; zamane ona delil ve tanrı da yar olur. Da gibi sıraya dizilmi, sel gibi her yeri kaplamı, felek gibi saldırgan, yılan gibi incitici ve karınca gibi çok sayıda olan o ordunun baında. Savaçıları fil gibi güçlü, pars gibi yürekli, geyik gibi çevik, kaplan gibi kibirli ve çınar gibi uzun boylu. Hepsi kalkan vücutlu, kılıç elli, ok parmaklı; hepsi ordu yaran, dev balayan ve aslan avlayandır (Emirçupani 2001: 68-9).       Moltan seferinin hikâyesini biliyor musun? Bilmiyorsan, Tâcu’l-futûh’u getir. Feridun, Dicle’den gemisiz geçtiyse, bu, âh-nâme’de bir efsnedir. Efsane, doru da olur yalan da; sen, tam bilmedikçe söze inanma. Yeryüzü sultanını talihli, mutlu ve bahtlı olarak çok gözümle görmüümdür. Moltan’a gitti. Yolda iki yüz kale aldı; her birinin Hayber gibi yüz tane kapısı vardı (Emirçupani 2001: 124-25).    Acaba sultanların maharetlerini duydun mu? Gel, dou sultanının yeteneini gözünle gör. Yalanı, haberle bil; doruyu gözünle gör; eer yalan iyi ise doru daha iyidir (Emirçupani 2001: 118).    (Avfî 1906: II/49) Sen öyle bir ahsın ki, douda ve batıda bulunan Yahudi, kâfir, Hıristiyan ve Müslümanların hepsi akıbetinin Mahmûda dönmesi için sürekli hamd u sena eder. Firdevsî, Sultân Mahmûd için (Ate 1954: 166-67): *   Cihanda yüksek bir ses duydum: Ba ve vücut endieden kurtuldu. Uyanık gönüllü Feridun canlandı, yer ve zaman onun önünde kul oldu. 76 76 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A  O cihan hükümdarı Ebu’l-kâsım ki, ahlar ahının tacı onun sayesinde yenilendi.  ah, Sultân Mahmûd , padiah olu padiahtır, güne ve ayın kubbaesi onunla gururlanır. * Ferruhî, Sultân Mahmûd için: *   Rüstem’in hünerleriyle ün kazandıı zamanda sava oyundu ve dünya adamları da basit düünceliydi. Senin savatıın u zamanda Zâl Olu Rüstem dirilse, senin Türklerinin okunu öper (Karaismailolu 2001: 41; Kartal 1999: 38-9).   Senin namın bütün âhların namını sildi, süpürdü. âh-nâme’nin bundan sonra hiç deeri yoktur (Karaismailolu 2001: 44; Kartal 1999: 40).    Dünyada hiç böyle ah var mıydı, dedi. Bana sorma eh-nâme’ye bak, dedim. âhnâme, batanbaa yalandır, dedi. Sen doru olanı al, yalan olanı yok et, dedim (Karaismailolu 2001: 44; Kartal 1999: 40).      Ey efendi, seni nasıl övebilirim; senin yaptıın, benim övmemden daha üstündür. Duydum ki, Rüstem’in olu Ferâmurz, Sind’de bir yılan öldürdü ve kendi halkı içinde onunla övündü. Daha sonra bazen o büyük yaya, binden fazla ok yerletirip attı. Sen Hindistan’da bir kurt öldüren padiahsın, bu cesaret ondan yüz kere daha iyidir (Emirçupani 2001: 78).   Mahmûd-nâme’nin bütün iirlerini okusan, sanki âh-nâme’nin tamamını okumu olursun (Emirçupani 2001: 78).   77 77 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL    Zamanın komutanı, hükümdarların övüncü Mahmûd, Cem gibi yüzlerce kapıcıya ve komutana sahip olan ah...Tarihçiler ve akıllılar, bundan sonra, ahın haberleri dıında haberler asla yazmazlar. nkârcıların ordu komutanları aırı yenilgi almalarından dolayı kâfirler, daılmı ve birbirlerinden kopup ayrılmılardır. O sürekli savamak ister, fakat onun ordusuyla savamak isteyen bir kimse yoktur (Deirmençay 2000: 220-22). Ebû Serrâka Abdurrahmân b. Ahmed el-Belhî, Sultân Mahmûd için: *       (Avfî 1906: II/42) Zamanın ahlarından ve meliklerinden, Mahmûd'dan ne önce ne de sonra Mahmûd gibi bir padiah olmadı, olmaz. Sayısız seferler yapan ah, bazen Feridun gibi Ceyhun tarafına; bazen de skender gibi zulmete (karanlıklar ülkesine) gider. Bazen çipal tahtını alır, bazen de hakanın çadırını baına yıkar. Bazen de onun rayetini peri yüzlü gibi görürsün. O, yedi iklim sahibi ve mülkün eminidir. Yemînlik, eliyle yemân (ihtiam, saltanat) bulan ah, mahere kadar slâm'a emniyet ver. Zînetî, Sultân Mahmûd için: *   (Avfî 1906: II/39) Han ve Kayser'in ahlar ahının önünden kaçtıı gibi, bizden de gam kaçar. Hüsrevlerin hüsrevi olan Mahmûd, millet ve mülkün (halkın) sürekli sıınaıdır. Ferruhî, Sultân Mes’ûd için: *   Keykubâd, Keyhüsrev ve Enûirvân gibi binlerce bendeye lâyık olan Sultan, dünya mülkünün bir yarısını babasından miras aldı, dierini kılıç, ok, gürz ve yayla elde etti (Karaismailolu 2001: 43; Kartal 1999: 39). 78 78 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Menûçihrî, Sultân Mes’ûd için: *  Rüstem’in kemendi ancak onun üzengisi; aynı ekilde Feridûn’un gürzü de ancak onun demir çivisi ve mızraıdır (Damgânî 1375: 58; Kartal 1999: 40).     Var olan bu meliklerin hepsi onun kulu ve kölesidirler. Hiçbir efendi kendi isteiyle kölelie gitmez. Meliklerin hiçbiri bundan daha yüce olmaz. Birisinin hizmetçisi olan kii efendi olmaz. O nereye varsa melikler rezil rüsva oluyorlar. Melikin asla rezil rüsva olmaması gerekir (Damgânî 1375: 33; Cokuner 2002: 293).        Eer ah Rum Kayserine mektup yazsa ve eer Çin Fafuruna ulak gönderse, Kayser ona itaatten kulaına küpe takar, Fafur ise hizmetten sırtını iki büklüm yapar. Bu adaletli ah hizmetçileri ve saray köleleriyle yöneldii her yerde, muhakkak u mavi gök ve felein çarkı tüm ileri onun gönlünün istedii ekilde yaptı. Rey, Kazvin ve Sâve’ye yönelince, Âl-i Büveyh’in tüm kokusu ve Behayilerin bütün güzellii gider. Melik Gürgan ve Amul’a yönelince, Deylemî ahı kiyalıını ve kendi memleketini bıraktı (Damgânî 1375: 150; Cokuner 2002: 362).  *    Hanların ülkesini tamamen alır, Çin ’in kapısına bir halife oturtur. Horasan ’ın sınırını Rum sınırına ulatırır, dou ordusunu Irak ’tan geçirir. kbal sancaklarını Yemen’e dikmedikçe (atını) dizginlemez ve geride kalmaz (Damgânî 1375: 176; Cokuner 2002: 374). * * * Senâ’î-i Gaznevî, Sultân Behrâmâh için: 79 79 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL  (Senâî 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan) Cihan ahlarının vergi ve haraç verdikleri Behram ah Mes’ûd. demitir. Bedîuzzamân el-Hemedânî’nin Arapça bir kasidesinde, Gazneli sultanı ile Samanoulları arasındaki rekabeti dile getiren u beyitler manidardır: *         Allâhu Taâlâ dilediinin imanını yüceltir. Krallıkta Feridun mu, yoksa skender mi, yoksa daha eskiye gidersek, dönü Süleymân’ı mı geri getirdi? (Sultân) Mahmûd’un günei Sâmânoulları’nın yıldızları üzerine mi dodu? Behrâmoulları Hâkân’ın olunun bir kölesi mi oldu? Senin gözlerin Sultanı, eytanın omuzlarında mı gördü? Hindistan’ın ortasından Curcan bölgesine Sind’den Horasan ’ın en ücra köesine kadar uzanan bölgelerin hakimi kim? * Burada sözü edilen Ferîdun efsanevî ran kralıdır. “Ali Behrâm”dan murad, Sâmânoullarıdır. Mahmûd ise, bu ülkeleri fetheden sultandır. Hemedânî, Sultân Mahmûd ’un Türk olması hasebiyle onu “bn Hâkân (Hanolu)” diye anmıtır (Yılmaz 1995: 88). Gazneliler döneminde balayan, özellikle Ferruhî, Unsurî ve Menûçihrî’nin divanlarında görülen ve yukarıda verdiimiz örnek beyitlerle dile getirdiimiz Acem meliklerinin âh-nâmelerine ve rivayetlerine; ran âdetlerine saldırı ve tarizin Selçuklular döneminde de artarak aynen devam ettii görülmektedir (emîsâ 1374: 98; Karaismailolu 2001: 70): * * * * * * * Mu’izzî, Sultân Melikâh için:  Onun kılıcının önünde, skender Seddi’nin ne yeri olur. Onun fermanı karısında, Enûirvân adaletinin ne yeri olur (Mu’izzî 1362: 144).   80 80 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A  sfendiyar ve Rüstem’in hikâyesi imdi botur. Çünkü onlar, cansızdırlar ve tenleri topraktadır. Yüzbinlerce Rüstem ve üçyüzbinlerce sfendiyar, her gün senin sarayının önünde zemini öper (Mu’izzî 1362: 223)    Onun fethinden stanbul sınırına kadar nian (belirti) oldu. Onun adaletinden haber Türkistan sınırına kadar ulatı. Onun fethi önünde, skender’in fethinin ne yeri vardır. Onun adaleti önünde Nûirvan adaletinin ne yeri vardır (Mu’izzî 1362: 168). * Sultân Sencer için:  Onun (Sultân Sencer’in) ismi Çin ’den Kayrevân’a kadar mehur oldu. Onun ismini iiten meliklerin hepsi onun kölesi oldu (Mu’izzî 1362: 135).  *  Eer bugün sfendiyar ve Rüstem ortaya çıksalar, her ikisi de sava meydanında onun yayını çekemezler (Mu’izzî 1362: 135)     Dinin yardımcısı ve dounun hükümdarı olan Sencer, cihandarlardandandır ve dünya sultanlarının yadigârıdır. Selçuklulardan (onun gibisini), ran ahlarından ve ehriyarlarından, O’ndan (Sencer’den) daha büyüünü felein gözü görmedi (Mu’izzî 1362: 276). * Abdülvâsi’-i Cebelî, Sultân Sencer için:  Senin huzurunda Çin’de fafur alnını, Hindistan’da çipal yüzünü, Türkistan’da hakan baını, Rum ülkesinde kayser dudaını yere koyarlar (Deirmençay 2000: 199, 203). * * Seyyid Eref, Sultân Sencer için: Hakan otaının kapısında hizmet eder, Kayser atının önünde haa çeker (Râvendî 1999: I/188). Sultân Sencer tarafından Harizmah’a tayin edilen Alâuddevle Atsız hakkında Reîdüddîn Vatvât (Deirmençay 2000: 235-36):  81 81 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL     Okun yakıcılıı ve kılıcın parıltısından sava meydanı cehennem gibi olduu vakit, bütün yiitlerin hayatı zehirleir ve her yiidin yüzü isperek gibi sararır. Hindistan kılıcı, ölüm istikametini gösterir; Hattî süngüsü ise, sava tarafına elçilik eder. Böyle bir sava meydanında sen, dümanın gönlünü mızrak ok uçlarıyla dikersin. Senin intikamın, dümana cehennemi hatırlatır. Senin efkatin, dosta cenneti müjdeler.  Selçukluların ilk saray airi olan Lâmiî-i Gürgânî-i Dehistânî, bir iirinde Alparslan’a halife tarafından verilen Ebû uca ve Burhân-ı Emîrü’l-mü’minîn lakaplarına da temas ederek onun cihangirliini u ekilde övmütür (Alparslan 1972: 115):    Ülkeye, kimi zaman korkusu, Mısır’a varan; kimi zaman ordusu, Çin ’e saldıran böylesine bir padiahlar padiahı ve sultan gerektir. Gazne sınırından ordusu Antakya’ya kadar ılgar etmeli; saltanat alayı Ogan’dan Meyyafârikîn’e kadar varmalı. Ebû uca (ecaat sahibi) Burhân-ı emîrü’l-mü’minîn (Emîrü’l-mü’minîn’in delili) Alp Arslan’dan baka kainatta halkın sıınacaı hangi padiah vardır. * Râvendî, Sultân Alparslan için: Tanrıya yemin ederim ki, Keyhüsrev ile Cem sana aslâ e olamazlar (Râvendî 1999: I/121). Mücîr Sultân Arslan için: Senin bir hücumun Dârâ’nın yüz ordusuyla bir tutulur, senin bir duruun skender’in yüz seddi sayılır (Râvendî 1999: II/297). Mu’izzî’nin Melikâh için kaleme aldıı medhiyelerde yer verdii u beyitler ise, oldukça manidardır (Karaismailolu 2001: 53):    Ben Firdevsî’ye hayret ediyorum; bu kadar yalanı nereden uydurdu ve bu efsaneyi niçin bo yere söyledi. Kıyamette Rüstem ona diyecektir: “Ben senin hasmınım, 82 82 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A niçin benimle ilgili batan baa kasıtlı yalan söyledi.” O Rüstem’le ilgili çokça yalan söylediyse de, bizim ünlü padiahla ilgili söylediklerimiz dorudur.    Ne zamana kadar eh-nâme’den yalan sözler söyleyecekler. Ne zamana kadar falanın filanın hünerlerini okuyacaklar. Sultân Melikâh’ın özellikleri açıktır, dieri ise rivayet. Rivayetlerden neyin açık olduunu anlayamazlar. Ferruhî, Sultân Mahmûd övgüsünde kaleme aldıı bir kasidesinde Firdevsî’ye hitap ederek eh-nâme’nin “yalan” oluu hakkında öyle demektedir (Sadîk 1374: 347): *   skender’in ii efsane oldu ve eskidi. Dierinden/skender’inkinden daha tatlı yeni söz geldi. Eski efsane ve yalan serüvenlerden i olmaz. Yalandan geç, meakkat çekme. Türk asıllı olup Farsça iirler söylemi olan Mu’izzî ve Ferruhî’nin bu söylediklerinin doruluunu bizzat Firdevsî’nin kendisi de, hayatının sonuna doru Acem ahlarının efsanelerini yazdıından pimanlık duymasından dolayı, söylediklerinden tevbe etmek için (Sadîk 1374: 22) yazmı olduu söylenilen Yûsuf u Züleyhâ isimli mesnevîsinin balarında yer alan “Der-zhâr-i Nedâmet ezSurûden-i âh-nâme (eh-nâme’yi söylemekten dolayı pimanlıın izhar edilmesi hakkında)” balıklı bölümde dile getirmitir. Firdevsî bu bölümde pimanlıını ve söylediklerinin “yalan oluunu” öyle belirtmitir (Sadîk 1374: 34-35; ayrıca bak. Kartal 2005): * *           83 83 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Her ne kadar gönlüm, ektiim günah ve eziyet tohumundan zevk aldıysa da, o tohumu ekmekten piman oldum. Gönlüme ve dilime düüm attım. imdi yalan yazılardan (namelerden) söylemiyorum ve sözü sözde kurtarmıyorum (parlatmıyorum). Siyahın yerine beyaz geldii için, imdi günah ve sıkıntı tohumu ekmem. Gönlüm melik Dahhâk’ın beni götürdüü kahraman Feridun’un hikâyelerinden doydu (yani soudu). Gönlümü Keykubâd’ın mülkünden ve Kâvus’un tahtının nasıl berbat olduundan ayırdım. Beden, Efrasiyab’ın cenginden ve Keyhüsrev’den baka azap olarak ne ister, bilmiyorum. Lâyık olan aklın beenmesidir. Benden ortaya çıkan eyleri akıl nasıl beenir. Rüstem’in adını cihana yayarak ömrümün yarısını bitirdim. Gönlüm Zal olu Rüstem’den, Tus’tan ve Gîv’den bıktı... Osman Karatay’ın Turan’ın ünlü hükümdarı Alp Er Tonga (Tona)’nın ranlılatırılarak ranlıların altın çaının hükümdarı olan Feridun yapıldıı eklindeki u görüleri de bu manada dikkat çekmektedir (Karatay 2003: 183): “…Burada sakatlık ran geleneindedir. Çünkü, deil Feridun veya Cem, Kura’tan önce herhangi bir hükümdarlarının olmasına imkan yoktur. Çünkü esir ve balı, köle konumunda bir halk idiler. lk kez Kura ile baımsızlık kazandılar. Ondan sonrasının tarihini ise zaten iyi biliyoruz. Geçmileri böyle olan Perslerin Keyümers (Kaymars) gibi ta Hz. Nuh zamanına götürülen hükümdarlarından bahsetmeleri gibi, Feridun’dan bahsetmeleri de bir fantezidir; dahası bu bir intihaldir. Fars geleneklerini erken bir tarihte bize aktaran Taberî’nin yukarıda aldıımız bir cümlesi aslında meseleyi aydınlatmaktadır: “Acemler Zahhâk’ın kendilerinden olduunu iddia ederler.” Bir Med olan, iyi bildiimiz tarihi kiilik Astiyak, Farslar tarafından sahiplenilmektedir. Aynı ekilde bakalarının, yani Turanlıların / Sakaların hükümdarlarını da sahiplendiklerini, Pers hükümdarları Ceyhun nehrini geçememiken, Feridun’un ahsında ve hayal aleminde Farslıların ran , Turan ve Rûm’un hakimi olduklarını görüyoruz.” * * Osman Karatay’ın yine u görüleri bu açıdan ilginçtir (2003: 185-86): “….Böylece büyük Saka hükümdarının Medlerce hile ile, ehname’ye göre ise Farslarca sava meydanında kahramanca öldürülmeleri olayı çakımaktadır. Ortada Farslar filan yoktur. O dönemde ve öncesinde Sakaların Farsları muhatap almalarına, hele kız alıp vermelerine imkan yoktur. Dolayısıyla, Farslarla hiçbir ilgisi olmayan, Turanlı halklarla aynı kökten gelen Medlerin tarihi Farslarca sahiplenmitir. Bunun sebebi ranlı yazar Purpirar’ın belirttii gibi, ran ’da Farsların hakim olduu dönemde yüz aartacak bir mazinin olmaması gerektir.”69 * 69 Bu konuyla ilgili Samih Rifat ise unları söylemektedir: “ran mübalaacıdır. Tarihine hakikatten ziyade aırılıklar girmitir. ran efsanelerinde ufuklar asıl mesafelerinden daha uzak, renkler daha parlak tarih daha eskidir. Venedik’te zorla siyahlatırılan talarla ehre bir eskilik havası verildii gibi, ran’ın da sonradan toplanan hikâyeleri zorla eskitilmi Acem halısına benzer. Fakat ne * 84 84 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Demekki, bu bölgedeki gelimeler sırasında derkenar konumunda bulunan Farslar, Turan olgusundan iki yönlü olarak istifade etmilerdir. Farslar, hem Türklerin atalarını kendilerine mal ederek görkemli bir geçmi ve onun üzerinde de sıkı bir milliyet ve milli kültür kurmular, hem de aynı insanları ve ülkeleri Turan’ı ezeli ve ebedi bir düman eklinde ‘karıt ve öteki’ olarak tanımlayıp, bu korku ile kendi milliyetlerini pekitirmilerdir (Karatay 2003: 188; bu konu hakkında ayrıca bak.  Keke ehnâme’yi Yazmasaydım!). Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlılar döneminde de artarak devam eden (bak. Kartal 2002) bu bakı açısının mimarı konumundaki hem Gazneli hem de Selçuklu çevresinde Farsça iir söyleyen airler, ranlı bilim adamlarınca, genel olarak bu yönde olumsuz özellikler taıdıkları belirtilerek eletirilmektedir. Ünlü Gazneli saray airî Ferruhî-i Sîstânî70 hakkında Gulâmhuseyn-i Yûsufî unları söylemektedir: * * * “Ferruhî’nin iirindeki millî ruhun zayıflıını gösteren bu konunun örnekleri çoktur. O, eski hüsrevlere ait rivayetler içinde Sultân Mahmûd için bir benzer bulmaz. Zira, Sultân Mahmûd’un ismi bütün ahların ismini ortadan kaldırmıtır. âh-nâme’nin bundan sonra hiçbir kıymeti yoktur. Ordu toplamakta Rüstem’in, akıllılıkta Hueng’in yüz katı eder. Eer Bîjen O’nun tuzaına düseydi, Rüstem bile onu hileyle de olsa kurtaramazdı. Sultân Mes’ûd ’un dergâhına hizmet için Keyhüsrev gibi yüz ah, Rüstem gibi yüz aslan toplanmıtır. Muhammed bin Mahmud’un en küçük hâcibi, Cem ve Kisrâ gibidir. Onun en küçük bendesi Gîv ve Bijen gibidir. Ferruhî, iirlerinde ranlı ahlar ve kahramanları kendi memduhlarıyla defalarca mukayese etmi, hepsinde de onları memduhları karısında tahkir etmitir... Gazneli sultanları ve ehzadeleri, eh-nâme’de geçen ranlı hükümdarlar ile kahramanlardan daha üstün tutmutur...” (Yûsufî 1373: 403-5). * * Kedkenî, Selçuklu dönemi airlerinden Lâmi’î-i Dehistânî’nin iirlerinde ran kültürü ile millî destanlarının izlerinin çok zayıf olduunu, övgüdeki aırı * 70 olursa olsun, bu gösteri, bu mübalaa hakikatleri tamamen mahvetmemitir. Nakledilen olaylardan birçou Sod, Buhara civarında bilhassa Medya havalisi ranlılardan çok, Turan unsurlarıyla alakalıdır….eh-nâme’nin sayfalarında ran hükümdarlarının yaadıı dönemler vardı. Bunlara dier kavimlerin menkıbeleri karıınca saha daha da geliti. eh-nâme’de kazananlar ekseriya Rüstem adını alırlar. ran’ı zapt edenler ran hükümdarlarının sırasına geçer. Asılları bilinmeyen hükümetler benimsenir. Mitolojinin müphem kitabelerinden ran’a ait bir takım efsaneler çıkarılır. Mücadeleler, kavgalar icat olunur. Hariçteki milliyetler zehir bulamı sözlerle süslenir. Mübalaa, icat, ikna!...ran ırkı, muhitinin ve füsunkâr lisanının kendisine bahettii artlardan istifade ile Turan’ın menkıbelerini benimsemitir….Keyhüsrev’in mitolojiye karıan biyografisi sathî (yüzeysel) bir ekilde incelenince Turanla münasebeti anlaılır. Bu kii ran efsanelerinin ‘Efrasiyab’ unvanıyla tanıdıı ‘Medya’ hükümdarı ‘Astiya’ın torunudur” (Celepolu 2008: 197, 203, 205). Ferruhî’nin ran kültürünü ve destanlarını hor görmesi, tahkir etmesi hakkında ayrıca bak. Kedkenî 494-95. * 85 85 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL mübalaanın dıında bu hususlardan fazla yararlanmadıını belirtir (Kedkenî 1366: 648). Ayrıca ünlü Selçuklu saray airi Mu’izzî ile ilgili Kedkenî’nin u deerlendirmesi de bu bakı açısını yansıtması bakımından dikkat çekicidir: “O, her yönüyle övmekle görevli bir air örneidir. Sanki iirden amacı sadece bu olmutur ve bu yüzden divanında, özellikle övgülerinde aırı mübalaa zirvededir. O sadece ran destanlarının sembolü olan Firdevsî’yi kınamamakta ve ona hakaret etmemekte; Rüstem’i, sfendiyâr’ı ve millî sembollerden her birini, övdüü Türk asıllı emirin ayaı altında hakir ve zelil kılmaktadır. Türklerin böyle bir istei olduu sanılmaması için hatırlatırım ki o, slâm dininin üstün remizlerini de övdüü kiinin ayaı altında hakir ve zelil yapmaktadır. Hakirlik ve ahsiyetsizlik kendi varlıındandır ve Türkçe konuan Türk asıllı memduhu, o kadar günahkâr deildir” (Karaismailolu 2001: 69-70). * * * Burada öyle bir düünce akla gelebilir. Bu airler Gazneli ve Selçuklu saraylarında bulunuyorlardı. Doal olarak bu sultanları övecekler, durumlarına uygun olarak iirlerini yazacaklar ve bu tarzda hareket ettiklerinde yerlerini koruyabileceklerdir. Bu düüncenin anlaılması ve gerçein ortaya çıkması, kanaatimize göre, o dönem övgü anlayıında gizlidir. Bu anlayı tespit edilip ifade edildiinde bu düüncelerin açıklık kazanacaını zannediyoruz. Bu konuda slâm âleminde Türklere dair yazılan en eski eser olan Fezâ’ilü’l-etrâk’ın giri kısmında yer alan Câhiz (ö. 255/869)’in u ifadeleri ile: “Eserin orta hacimde, insafa uygun olmasını temenni edip bir kavmin (milletin) medhinde ileri giden, dierlerinin yerilmesinde (hicvinde) mübalaaya kaçan bir eser olmamasını istedim. Zira, eser bu tarzda olursa yalan onu çirkinletirir, içine tekrarlar karıır, temeli sunîlik üzerine kurulur, ifadesi çirkin ve mulak olur. Medhedene en çok fayda veren, medhedilene en çok iyilii dokunan, en uzun iz, en güzel hatıra bırakan medih doru, öülenin hâline uygun ve ona münasip olan medihtir. Tâ ki bahsettii ve tavsif ettii kimseye iaret edip ona dikkati çeksin” (Câhiz 1988: 61). Hodgson’un u deerlendirmeleri bizi bu konuda aydınlatacak mahiyettedir (Hodgson 1993: 326): “(airler) medhiyelerinde okuyanı yanıltmak ya da yanlı yönlendirmek amacı gütmezlerdi; çünkü medhiyenin, kii ile yaptıı iler arasında mübalaalı bir ba kurmadıını, ilgili olan herkes bilirdi. airler övdükleri kiilerin büyüklüünü zarif bir ekilde ifade edebilme becerileri ölçüsünde saygı görürlerdi”. Yine bn Bîbî’nin, zzüddîn Keykâvus'un güzel vasıflarının Arapça ve Farsça yazılmı iirlerden örnekler vererek mecazî deil de gerçek olarak kaydedildiini belirtmesi, airlerin sultanları hâllerine uygun ve ona münasip bir ekilde övdüklerini göstermesi bakımından ayrıca dikkat çekmektedir (1996: I/141-42). * * 86 86 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Türkler , Sâmânîler vasıtasıyla alıp kabul ettikleri slâm dininin (Köprülü trhs.: 21) Hanefî ve Sünnî mezhebini benimseyip ona balanmılardır. Nitekim Türklerin amelde mezhebi olan Hanefî mezhebine mensup olup onda tam bir taassup sergilileyen71 Gazneli Mahmûd (Zerrînkûb 1371: 15; Palabıyık 2002: 54), slâm ülkelerinde dinî yönden kargaalık çıkaran Râfizî ve Bâtınî gruplara karı da mücadele etmi (Merçil 1987: 72-3), Karmatîleri ve iîleri takip ettirerek, gereksiz tartıma çıkaran bazı Mutezile felsefe ve ia kitaplarını yaktırmıtır72 (Tümer 1992: 208; Zerrînkûb 1371: 15; Safâ 2002: 53). Sultân Mahmûd 'un, Rey (bugünkü Tahran) ehrini aldıktan sonra Abbasî Halifesi Kadır Han’a bir mektup göndererek Rey ehrinin Bâtınîler ile Râfizîlerden temizlendiini bildirmesi dikkat çekmektedir (Safâ 1370: 236).73 Gazneli Mahmûd'un Kirman valisi Ebû Ali'ye gönderdii mektupta yer alan u cümleler de bu bakımdan manidardır74: * * 71 Nizamülmülk, padiahlar için en hasletin dindarlık olduunu u ekilde açıklamaktadır: “Padiah için en iyi ey dindar olmasıdır. Çünkü din ve padiahlık tıpkı iki karde gibidirler. Memleketinde bir kimse ıstırap çekerse dinde geveklik var demektir. Hemen dinsiz ve müfsitler ortaya çıkarlar, dinde geveklik olunca da memlekette karııklıklar görülür. Bozguncular kuvvet bulur, padiah saygısını yitirir. Gönüllere üzüntü hâkim olur. Bid’atler ortaya çıkarak, hâricîler hâkim duruma geçerler.” (Nizamülmülk 2003: 76). Yûsuf Has Hâcib ise Kutadgu Bilig ’de öyle demektedir (Arat 1988: 150, 152): “Bey takva sahibi ve temiz olmalıdır; aslı temiz olan daima temizlik ister…Eer bey takva sahibi ve temiz kalpli olmazsa, hiçbir vakit temiz ve isabetli hareket edemez… Beyin dili dürüst ve kalbi doru olmalı ki, halka faydalı olsun ve günei dosun…Beyin gönülü, dili ve tabiatı düzgün olmazsa, saadet o memlekette dolaamaz, kaçar.” Nizamülmülk’ün Siyâset-nâme’sinde verdii hâricîlerle ilgili bilgiler, Sultân Mahmûd ’un ve dier Türk hükümdarların bu tarz hareketlerini açıklar mahiyettedir (2003: 213-14): “Hâricîler her zaman ve her devirde mevcuttur. Hz. Âdem’den bugüne kadar isyanlar çıkarmılardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde, peygamberlere ve padiahlara karı bunlardan daha uursuz, daha ters, daha aleyhtar, daha dinsiz bir topluluk görülmemitir. Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüünü isteyerek, karııklık çıkarmaya çalıırlar. Kulaklarını konuulanlara dikerek, gözlerini öfke ile doldururlar. (Allah korusun) bu devlete bir felaket vuku bulsa, gizlendikleri yerden çıkarak isyana kalkıırlar. (iîlik (mezhebi) iddiasında bulunarak, Rafizîlerden daha büyük kuvvet toplayabilir, bütün dinlere saygıları olduunu söyler, ellerinden gelen kötülük, bozgunculuk ve katilden geri kalmayarak, Müslümanlık adına hareket ettiklerini iddia ederler. Fiillerinde kâfirlerin fiillerini örnek aldıklarını, içleri görünülerinin, sözleri de yaptıklarının ve Hz. Muhammed Mustafa (s.a.)’nın dininin tam zıddıdır. Ülke için onlardan daha amansız düman yoktur. Bugün devlete yakınlıı olan ia gömleinden balarını çıkaran güruh bunlardır. Efendimiz huzurunda ilerini yaparak, kuvvetleniyor ve Dünya Sultanını (Allah mülkünü daim kılsın) Abbasî halifelii hanedanını yıkmak için saldırmaya tevik ediyorlar. Bendeniz serpuunu baından çıkarmasa, daha pek çok rezillikleri görülür…” Bu konuda Zebîhullah Safâ ise öyle demektedir (Hucvirî 1996: 17): “Sultan Mahmûd, Sünnî mezhebine taassupla balı idi. O derecede ki, bu taassup, Abbasi halifesi Kadır’ın emrine uymasına, Mutezile, filozoflar, smailîler ve Karmatîlere karı amansız ve sert bir sava açmasına, bu zümrelere mensup olanları öldürmesine ve idam etmesine, ülkelerinden kovmasına ve minberlerde aleyhlerinde lanetler yadırmasına, hikmet, felsefe, astronomi ile ilgili eserlerin ve Mutezileye ait kitapların yaktırılmasına sebep olmutu.” Sultân Alparslan’ın, Erdem’in kendisine Bâtınî olan Hurdabe’yi kâtip olarak atadıını örenince söyledii u sözler de dikkat çekmektedir (Nizamülmülk 2003: 186): “Kabahat bu adam müsveddesinde deil, bir inançsız kiiyi hizmetine alan Erdem’dedir. Ben sizlere defalarca dedim ki: * 72 * * 73 * 74 87 87 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL "Benim maksadım Irak 'a gelip vilâyeti almak deildi. Hindistan'da hergün ortaya çıkan orijinal olaylar mevcut olduundan, onlarla megul oluyordum. Irak'ta yaayan müslümanların çou bana mektup göndererek, Deylemlilerin halka açıktan açıa pek çok zulüm yaptıklarını yazdılar. Nerede güzel bir kadın, temiz bir çocuk görseler onları zorla götürüp, fesat çıkarıyorlar. Onlarla kadınlar gibi birlikte yaıyorlar. Resulullah'ın(s.a.) hakkında dostlarına açıktan lanet okuyorlar. Hz. Aie (r.anhâ) hakkında çok kötü sözler söylüyorlar. Mukataalardan iki veya üç defa vergi alıyorlar. Velhasıl istediklerini yapıyorlar. Hepsi, nikâhlı dokuz karısı olan Mecdü'd-devle denilen oranın padiahını ehinah ilân etmeye karar vermiler. ehirlerde ve nahiyelerde Rafizîlik mezhebini açıkça medhediyorlar. Yaratıcı'nın var olmadıı hakkında açıkça sohbet ediyorlar. Namaz, oruç, zekât ve haccın tamamını inkâr etmektedirler. Mukataa sahipleri bunları böyle eylerden men edemedikleri gibi zulümlerinin önünü de alamıyorlar. Bu haberin doruluu anlaılınca, ben de bu mühim ii Hindistan'a gazaya tercih ettim. Irak'a yönelerek hepsi Hanefî mezhebinden, temiz inançlı, dinlerine sadık Türk askerlerini Deylemîler, Rafizîler ve Batınîler üzerine gönderdim. Neticede köklerini yeryüzünden kazıdılar. Bir kısmını kılıçtan geçirdiler, kimisini hapsettiler, bir kısmını da zincire vurup esir ettiler. Bir kısmı da dünyanın urasında burasında âvâre oldu. Horasan ulemasını, hepsini Hanefî veya âfiî yapmaları için görevlendirdim. Her iki toplum da Rafizî, haricî ve Batınîlerin dümanı ve Türklerin tabiatına uygundurlar. Hepsinin Rafizî olduunu anladıım, ileri güçleri Türkler arasında karııklık çıkarmak olan Iraklı kâtiplerin, ellerine kalem almalarını yasakladım. Allah (c.c.)'ın yardımıyla çok kısa zamanda Irak ülkesini onlardan temizledim. Belki Allah beni, kötülük yapanları yeryüzünden kaldırayım, doruları koruyayım, adaletle yeryüzünü imar edeyim diye yaratarak insanlara emir tayin etmitir75" (Nizamülmülk 2003: 81-82). * * * * Sizler buraların yabancısı Horasanlı ve Mâverâünnehirli Türklersiniz, bu vilâyeti ben kılıcımla ve zorla aldım. Irak halkının ekseriyetinin itikadı bozuk ve Deylem taraftarıdırlar. Türkler ile Deylem arasındaki dümanlık ve anlamazlık yeni deildir. Allah Taalâ Türkleri, Deylemlilere musallat oldukları için aziz kılmıtır. Allah’ın yardımıyla Türkler Müslüman ve Ehl-i sünnettirler. Onlar ise, dünyayı seven, bid’atlar çıkaran inançsızlardır. Türklere karı aciz oldukları müddetçe, büyüklük göstererek, itaatli olurlar. Eer Türklerin zayıf dütüklerini görerek, kendileri kuvvetlenseler, Türkleri kökten yok ederler.” 75 Bu dönemlerde, Türklerin “Allah’ın Ordusu” olduu ve fenalık yapan kavimlerin üzerine gönderildii eklindeki inanç, Hıristiyan dünyasında da görülmekteydi. Nitekim Süryani yazarlar, “Tanrı’nın kendilerini râfizî Rumların fenalıklarından kurtarmak için Türkleri gönderdiini” belirttikleri gibi, Avrupa’daki Musevîler de, Hıristiyanların kendilerine reva gördüü fenalıklara karı Türklerin gönderildiine inanmaktaydılar. slâm dünyasında ise, Kâgarlı Mahmûd’un naklettii “Benim Türk adını verdiim ve arkta yerletirdiim bir ordum vardır. Bir kavme gazaplandıım zaman onları o kavim üzerine hâkim kılarım.” mealindeki kudsî hadis çok yaygındı. Ayrıca uzun asırlar kılıcın Türkler elinde bulunacaına dair bir inanç da yer etmitir. Bu hususta da, “Türk dilini öreniniz, zira onların hâkimiyetleri uzun sürecektir.” Hadisi rivayet edilmitir (Kösolu 1997: 66). * * * * 88 88 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Yine Firdevsî’nin tam anlamıyla dümanı olduu Rafizî topluluuna mensubiyetini örenen Gazneli Mahmûd’un, ona karı olan tavrını ve düüncesini deitirmesi de bu hususu teyit etmektedir (Devletâh 1901: 52). Kerrâmîlere sempati duyan ve saltanatının ilk yıllarında Mutezile ve smailîlere karı onları bir silâh olarak kullanan Gazneli Mahmûd, sarayında yapılan dinî bir münazarada Kadı Sa'îd'in Kerrâmiye mezhebinin Sünnîlik dıında fikirler ihtiva ettiini ortaya koymasıyla Kerrâmîler Sultân Mahmûd 'un gözünden dümütür. Ayrıca Gazneli Mahmûd Horasan 'daki valiler ve mahallî yöneticilere bu mezhebin taraftarlarının aratırılması ve onların cami ve minberlerden uzaklatırılması için emir vermi, bu mezhebe açıktan açıa taraftar olanları ise cezalandırmıtır (Merçil 1987: 73-74). Yine Sultân Mahmûd, âfiî mezhebinden olan Ebu’l-hasan Ali b. Muhammed el-Hannânî’nin Kerrâmîler için bir medrese yaptırdıını örenince, onu 1023’te Gazneye davet ederek: * * “Niye inandıın bir mezhebe yardım etmiyorsun? Bundan sonra bu grup için medrese bina etmeyeceksin. Bir kimse medrese yaparken, kendi itikadı zıddına herhangi bir grubun eitim yapmasına imkân verirse, lüzumsuz bir i yapmı olur. Kendi inancı hilâfına i yapan ise, gözü ve kulaıyla Hak Tealaya yaklaamaz” diye azarlamı ve Hannânî araya giren efaatçiler sayesinde kurtulabilmitir (Palabıyık 2001: 58).76 Ayrıca Sultân Mahmûd ’un “slâm dinine yardım etmek ve Allah’ın dümanı mülhidleri söküp atmak için her sene Hindistan’a sefer yapmayı vaadetti”i bazı kaynaklarda zikredilmektedir (bn Hallikân 1977: 178, emuddîn Ebû Abdillah ez-Zehebî 1985: 245; Ocak 2001: 40-41’den). Gazneli Mahmûd’un Karmatîler üzerine düzenlemi olduu bu seferlerle hem onların Hindistan bölgesinde yayılmaları engellenmi hem de Sünnî düünce açısından yanlı telakki edilen fikirlerin yayılmasına imkân verilmemitir (Ocak 2001: 43). Ayrıca Gerdizî'nin rivayetine göre, henüz slâmiyeti kabul etmemi olan iki Türk hükümdarının Gazneliler sülâlesiyle kız alıp vermek suretiyle akraba olmak istediklerini bildirmek üzere gönderdii iki elçiye, Gazneli Mahmûd'un: "slâmlar müriklere kız vermezler, eer hanlar slâmiyeti kabul ederlerse * * * 76 Nizamülmülk, Sultan Turul ve Sultan Alparslan’ın, bir emir veya bir Türk ’ün, bir Rafizîyi hizmetine aldıını duyduu zaman, kızarak o emiri veya Türk’ü cezalandırdıklarını belirtmektedir (2003: 185). Yine Nizamülmülk’ün bu konuda vermi olduu u bilgiler de dikkat çekicidir (2003: 185): “Sultan Mahmûd, olu Mes’ûd, Sultan Turul ve Sultan Alparslan devirlerinde hiçbir ateperest, Hristiyan, Rafizî ortaya çıkıp, bir Türkten ileri bir mevki elde etmeye cesaret edemezdi. Zengin Türklerin kahyaları, hizmetkârları Horasanlı Hanefî veya afiî mezhebinden olan temiz adamlardı. ster köle ister kâtip olsun Iraklı, bozuk inançlıları kendilerine yaklatırmazlardı. Türkler onlara Deylemî mezhepli diyerek asla bir görev vermedikleri gibi verilmesini de doru bulmazlardı. Onları tercih edenler ayaklarını yere salam basarak, uyanık olsunlar. Türklerle ve Müslümanlarla konutuklarında sıkıntı ve zarar göreceklerinden, üphesiz kendilerine her iki taraftan da bela ulaır.” * * 89 89 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL istedikleri kabul edilir" eklinde verdii cevap da dikkat çekicidir77 (Barthold 2004: 80). Yukarıda bahsettiimiz hususlar, Gaznelilerin hassasiyet gösterdikleri hususları yansıtması bakımından önemlidir. Çünkü o dönemde oluan kültür ve medeniyet yukarıda dikkat çektiimiz hususlar üzerine bina edilmeye çalıılmıtır. Böylece gerek dinî gerekse kültürel yönden Acem kültüründen farklı bir yapı oluturulmutur78. O dönem airlerinin iirlerinde gerek Sultân Mahmûd gerekse dier Gazneli sultanlarının bu özellii yaygın olarak ilenmitir. Ferruhî, Gazneli Mahmûd için bu konuda unları söylemektedir: *  Karmatî’yi öldürmeyi ve muhal (olan) âdetlerini ortadan kaldırmayı, Allâh bütün zamane ahlarından (ahları içerisinden) sana verdi (Kartal 1999: 48 [dipnot: 82]).   Ehl-i sünnetin kıymetini yücelten, ilim ve edep ehlini okayan (Kartal 1999: 48 [dipnot: 83]).   Rum ehirleri küfürden temizlenir mi? Dedi. Kararmı gümüün saman arasında temizlendii gibi dedi (Ferruhî 1335: 344; Kartal 1999: 41).  Tıraz yolundan, Sûmenât’a böyle bir ordu çıkaracaını asla kimse sanmazdı (Ferruhî; Emirçupanî 2001: 21-22).  77 Aynı anlayıı Selçuklularda da görmekteyiz. bnü’l-esîr ve Ebu’l-fidâ’nın belirttiklerine göre, Selçuklular Maveraünnehr’e gelip Müslüman olduktan sonra, Müslümanlarla karıarak kendi gayr-i Müslim soydalarına karı da savamılar ve slâmiyetin savunucusu olmulardır. Nitekim Müslüman olmayan Türkler namına vergi toplayan birkaç kimse, Cend civarına gelerek Selçuklulardan vergi istediklerinde Selçuk’un adamları öyle demitir: “Biz artık Müslüman olduk. Müslümanlar da kâfirlere vergi vermezler. Bundan böyle bizde size vergi vermiyeceiz. ” Bu itirazdan sonra, Müslüman olmayan Türklerle, Müslüman Türkler arasında sava çıkmı ve Müslüman olmayan Türkler savaı kaybetmilerdir (Mevdûdî 1971: 69-70). Bu durum bize, Gaznelilerin hassasiyet gösterdikleri hususlara, aynı ekilde Selçukluların da gösterdiini göstermektedir. Gerek Sultan Mahmûd’un ve dier Gazneli sultanların iirlere yansıyan bu tarz özellikleri gerekse özellikle Gazneli Mahmûd’un fakihler arasında zikredilip, fıkıh konusunda et-Tefrîd adlı tafsilatlı bir eser yazdıının (Nu’mânî 1368: I/45; Palabıyık 2002: 109) belirtilmesi, bu dönemdeki dînî ve kültürel yapı ile Acem kültürü arasındaki farklılıı göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca, yapılan bir aratırmaya göre, XI ve XII. asırlarda Mâverâünnehir’de, Batı Türkistan ’da Karahanlılar devrinde yetien slâm fakihlerinin %99’un Hanefî fıkıh mektebini benimsemeleri (Kavakcı 1976: 15) de bunu teyit etmektedir. * * 78 * 90 90 * RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN  Allah, o dini gözeten padiahın o putu yerinden söküp atmasına hükmetmiti (Ferruhî 1335: 71; Emirçupani 2001: 121). [Sûmenat’taki mehur put hakkında söylenmitir]          Gece gündüz, putu ve puthaneyi, putperestin baına nasıl yıkayım düüncesinden baka düüncesi olmayan ah, bazen Ceyhun’dan Seyhun’a doru ordu çıkarır, bazen de batıdan douya ordu gönderir. Eer onun serüveninden iki hikâye okursan, skender’in yaptıklarına gülersin...O yol üzerinde çok sayıda kale ve büyük ehir vardı, onları temelinden söküp attı. Önde büyük bir puthane, ortasında bir put, ay kadar güzel ve da selvisi kadar heybetli. Halkı öldürdü; Darnî ve Tanîser puthanesi gibi puthaneleri yakıp gitti. Sûmenât puthanesini yıkmak isteyen biri, yorgunlar için, zamanını heder etmez...Padiahın dünyada iki arzusu vardı; Allah’tan sürekli bunu isterdi: biri Hintlilerin hac yerini yıkmak, dieri hacca gidip Hacerü’l-esved’i öpmekti (Ferruhî 1335: 66-74; Emirçupani 2001: 122-23).   O inançlı, gönlü temiz ve abit olduu için, ona tabi olmak dindir.   Ali’nin ilminin tamamı onun eliyledir. Ömer’in adaletinin tümü de onun yanındadır (Vezînpûr 1374: 167).  Ey devletin mübarek sahibi, mülkün ve memleketin ulusu; ey milletin güven kaynaı, din ve eriatın süsleyicisi (Emirçupani 2001: 22). Ascedî, Sultân Mahmûd için: *   91 91 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL        (Avfî 1906: II/51) Sultanlar sultanı Sûmenât'a sefer yaptıında kendi yaratılıını mucizelerle donattı. Geçmi meliklerin parlak eserleri, akılların katında zora dütü. Dünyayı küfür ehlinden iman ehline soktu. Kendine ükür ve duayı vaciplerden (gerekli) kıldı. Cömertlik (ikram) sahibi olan Mahmûd, mülkü övülecek ve yüceltilecek hâle getirdi. Binlerce ahla mülk satrancı oynadı ve her ahı baka bir oyunla mat etti. Ey padiah! Sen, her seferini baka bir amaç için yapan skender'den de yücesin. Sen seferde Allah'ın rızasını ararsın, o hayat suyunu arar. Sen ilerini mızrakla, okla ve yayla yaparsın; o ise ilerini hileyle, kalemle ve divitle yaptı. Menûçihrî de, Sultân Mes’ûd için: *   Arın Sahibi bütün mülkü Mes’ûd’a teslim etti, dünyanın yedi iklim ülkesini ona saydı. Hindistan’ın bütün pasını hep kılıçla kazıdı, Hindistan ülkesi ona çok hakir ve küçük geldi (Damgânî 1375: 199; Cokuner 2002: 385).             Kular gülün üzerinde Acem sarayının emirinin vücudu ve ve ruhuna iyilikle dua ediyorlar. O, Allah’ın rızası haricinde yeryüzünde bir tek adım atmayan bir padiahtır. Cihan ahı Ebû Sa’îd ibn-i Yemîn-i düvel, Allah’ın yaratıklarının koruyucusu ve ümmetin dininin yardımcısıdır...Allah’ın dümanlarına Hz. Peygamber’in Beytü’l-harâm’da vurduu gibi iki balı kılıç vurur. Cihan padiahı kin kılıcını, ne padiahlıın ardından, ne taht ve yakınlarının ardından, ne de hazine ve paranın ardından vurur. Belki Allah için ve Allah’ın yaratıkları için, ordunun kârına ve hizmetçilerin faydasına...Mülkün efendisi odur, halkın efendisi odur, hamdle süslenen odur ve yergiden arınan odur (Damgânî 1375: 70-71; Cokuner 2002: 314-16). 92 92 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A demektedir. Yukarıda belirttiimiz gibi mutaassıp bir Sünnî olması, karı düünceyi benimseyen iîlerle Karmatî, Mutezilî ve felsefeci muhalifleri sıkı bir takibe alması gibi sebeplerden dolayı Gazneli Mahmûd, iî mezhebine balı olan Nâsır-ı Hüsrev ve benzeri bazı airler tarafından eletirilmekten kurtulamamıtır (Çiftçi 2002: 129). Bazı çada ranlı yazarların, Gazneli Mahmûd’un bu tavrını tamamen hissî ve ilmî hiçbir geçerlilii olmayan bir ekilde deerlendirdii de görülmektedir. Bunlardan Vezînpûr, Gazneli Mahmûd’un Fars dilinin inceliklerini tam olarak anlamadıını, Sünnî mezhebinde sergiledii taassup sebebiyle hikmet ve düünce özgürlüüne sert ekilde dümanlıı olduunu, iir, edebiyat ve ilime karı temayülünün bulunmadıını ifade etmitir. Ayrıca âlim ve fazılları sarayına davet etmesini, siyasî ve yayılmacı düüncesine balayarak, ilim ve edebiyata olan sempatisinden kaynaklanmadıını söylemitir (1374: 16465). Hatta Vezînpûr, Gazneli Mahmûd’u gulâmbârelikle, sarholukla, sürekli içki içmekle, raiyetinin malını yamalamakla, zulümle itham edecek kadar ileri gitmitir (1374: 352). Vezînpûr, ayrıca Medh, Dâg-i Neng ber-Sîmâ-yi Edeb-i Fârsî (Övgü, Fars Edebiyatının Yüzünde Utanç Damgası) isimli eserinde “Gazneli Mahmûd’un Savaları ve Cihatları slâmı Yaymak çin Deildi” diye bir balık kullanarak tutumunu netletirmitir (1374: 354). Oysa Gazneli Mahmûd, ilme ve âlimlere olduu gibi fikre de saygı gösteren bir sultandır. Nitekim ünlü Türk bilgini Bîrûnî, Gazneliler ’in bakenti Gazne’ye geldiinde, Sultân Mahmûd tarafından daha çok bir takım siyasî sebeplerle takibata uramı, ancak daha sonra sultan tarafından sevilip makbul karılanılarak bundan vazgeçilmitir. Yine bir gün Bîrûnî, müstebit hükümdarların tebalarını kandırmak için, kendi ahsiyetlerine dair türlü türlü yalanlar uydurduklarından bahsetmitir. Bu fikirler, dier hükümdarlar meyanında Mahmûd’a karı da yapılan bir tenkit olmasına ramen, sultan Bîrûnî için bir takibat yaptırmamıtır (Togan 1997: 638-39). Yine zahit ve müfessir olan imam Ali b. Abdullah b. Ahmed b. En-Niâbûrî'yi bir gün Sultan Mahmûd'un huzuruna çıkardılar. Bu zat huzurda izin almadan oturup yine izinsiz olarak Hz. Peygamber'den bir hadis rivayet etti. Sultan bu tavrından dolayı gulâmına emir verip âlimin kafasına bir yumruk vurdurarak kulaının saır olmasına sebep oldu. Sultan daha sonra zühd, diyanet ve nefsini temizlemeyi örendikten sonra bu âlimden özür dileyip ona çeitli ihsanlarda bulundu. Ancak mam verilen malları kabul etmedii gibi özürle de memnun olmayıp, * * * Hak Teala'nın bana verdii hediyeyi zulümle benden aldın, sen iitme organımı bana geri ver ki, ben de memnun olayım. dedi ve Sultan'ın yüzüne bakarak ilâve ettii: 93 93 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Allah seninle benim aramda gözetleyicidir. sözlerini, Hz. Peygamber'den bir rivayetle öyle bitirdi: Sen bu siyaseti faydalı yere emretmedin, halk meliklerin iznine balı deildir. Mahçup olan Sultan, baını önüne eerek oradan uzaklatı (Palabıyık 2001: 5354). Bu da, yukarıda belirttiimiz gibi Gazneli Mahmûd’un ilme ve âlimlere olduu gibi fikre de saygı gösterdiini göstermektedir. Gazneli Mahmûd’un Hindistan üzerine yapmı olduu seferlerin mahiyeti hakkında gerek dönemin kaynakları gerekse slâm kaynaklarının deerlendirmelerine ranlı aratırmacılar gibi batılı müsteriklerin çounluunun da katılmadıkları dikkat çekmektedir. Bunlardan Barthold: “Hindistan’ın servetlerini ele geçirmek arzusu, Mahmûd’un seferleri için kâfi sebep tekil ettiinden bunu dinî heyecana balamak mümkün deildir. iîlerin cezalandırılması da, yukarıda bahsedilen siyasî sebeplerle izah edilebilir. Bazen iîlik ithamı, sanıın mallarını müsâdere etmek için bir bahaneden baka bir ey deildi” (Barthold 1990: 310; Ocak 2001: 44’den) derken, Roux ise, “Bu seferlerin tek amacı cihat ruhuna tamamen aykırı olarak iyi bir vurgun yapmaktı” eklinde görüünü belirtmitir (Roux 2001: 248; Ocak 2001: 44’den). Rypka da, u açıklamayı dile getirmektedir (Rypka 1381: 249; Yalçın 2009: 3): “Samanîlerin aksine, sürekli Hindistan’a asker sürüyordu. Öncelikli amacı, slâm’ı yaymak deil, topraklarına toprak katmak ve yagma yapmaktı. Bu ganimetlerden kendi, askerleri ve devletin önde gelenleri istifade ediyordu. Ganimetlerden bir bölümünü de, kendi ülkesinin bakentini tezyin etmek için kullanıyordu. Bazen ehrin çalıanları da ganimetlerden faydalanıyordu. Bu vesileyle yönetici tabakanın ve buna ek olarak askerlerin ve gazilerin isteini yerine getiriyordu.” Gazneli Mahmûd’un bir istilacı ve yagmacı olduunu ortaya koyan bu düüncelerin, gerek slâm fetih geleneiyle gerekse Türklerin slâm dinine bakı açılarıyla hiç örtümedii hemen görülmektedir. Batılı tarihçilerden P. Spear, konu hakkındaki görüünü u ekilde belirtmektedir: “slâmı Hindistan’a esaslı bir ekilde getirenler Türkler olmutur. Oysa Araplar Sind’e askerlerini, Malabar’a da tüccarlarını getirmekten öte bir ey yapmamılardı. Hindistan’daki Hinduların köylü sınıflarının Brahmanların baskısından kurtulması da Gazneli Mahmûd’un akınları sayesinde olmutur.” (Spear 1961: 53; Ocak 2001: 44’den). * 94 94 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Hans Wilhelm Haussig ise, bu konu hakkında öyle demektedir: “1006 yılında Gazneli Mahmûd’un yaptıı Hindistan seferinin amacı, Sind ve Miltan’da Sünnîlii tekrar hâkim kılmak idi. Her iki bölgede de iî akımlar hâkimiyeti ele almılardı. Onlar, Mısır’a ulaan deniz (pek Yolu) üzerinden kısıtlı da olsa ticarî ilikilerini sürdürmekteydi” (2001: 280)79. Nitekim Gazneli Mahmûd'un Hind Brahmanların kadınları kocalarının cenazesiyle birlikte diri diri yakmaları, ölüleri Ganj ırmaına atmaları gibi insanlık dıı olan batıl inançları yasaklaması, birçok büyük puthaneyi içindeki putları kırdıktan sonra camiye dönütürmesiyle slâma ve slâm medeniyetine hizmet etmitir (emsettin Sâmî 1996: 4229). Hatta sergiledii tavır ve davranılar ile yaptıı iler ve fetihlerden dolayı slâm âleminde ilk defa “sultan” olarak adlandırılan (Nizamülmülk 2003: 65) Gazneli Mahmûd’a, putları kırmasından dolayı "büt-iken (put kıran)" lakabı da verilmitir (Linpol 1312: 257) Spuler de, Mahmûd’un Hind seferlerinden ve slâmı yayma çabalarından bahsederken öyle demektedir: “Böylece Türklerin slâma girmelerinden birkaç çeyrek asırdan sonra, daha baka kimselerin de slâma girme imkânı salanmı oldu. Sadece Arap ya da Araplamı insanların vasfı olan slâm, bundan böyle yaygın ve evrensel bir din hâline geldi.” (Spuler 1988: 155; Ocak 2001: 44’den). * Bu görüler, hassaten önceki görülerin yanlılıını göstermesi bakımından ilginçtir. Selçuklu sultanlarının da, Gazneliler ’de olduu gibi Sünnî ve Hanefî bir çizgide dindarlık anlayıına sahip oldukları görülmektedir.80 Târîh-i Guzîde’de Selçukluların Sünnî, pâk-dînli (: temiz dinli), iyi inançlı (: nîgû-i’tikad), hayır sahibi, halka karı müfik oldukları belirtildikten sonra, devletlerinde “hâricî” ortaya çıkmadıı kaydedilmektedir (Müstevfî 1364: 426). Rypka, Selçukluların Âl-i Büveyh’in aksine Sünnîliin alemi olduklarını ve Sultân Mahmûd gibi Badat’ta bulunan slâm halifesini bütün Müslümanların önderi olarak kabul ettiklerini belirtmektedir81 (Rypka 1381: 265; Yalçın 2009: 15). Mevdûdî, * * 79 Haussig’in u deerlendirmeleri de bu manada dikkat çekicidir (2001: 280): “…Gazneliler için bu toprakların fethedilmesinin sebebi, orada yayılmı bulunan Batınî Karmatî inancının yok edilmesi ve slâm inancının buralarda hâkim kılınmasının salanması idi. Toharistan ve Bedehan da aynı ekilde, henüz Müslüman olmayan bu bölgelerin slâmlatırılması için fethedilmiti. Buradaki ahalinin slâma kazandırılması gibi sade (temiz) bir amaca dayanıyordu.” Türkler tarafından kurulmu olan Karahanlı , Gazneli, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin ortak noktalarından birisi, dördünün de Hanefî ve Sünnî çizgide dindarlık anlayıına sahip olmalarıdır. Selçuklular ile Abbasî halifeleri arasındaki münasebetler konusunda Mevdûdî unları söylemektedir: “Selçukîlerin slâm diyarına gelileri ile slâm siyasetinin sahasında kendine has bir deime oldu. * 80 * 81 * * 95 95 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL Selçuklular Tarihi isimli eserinde Selçukluların olgun, inançlı ve saffetli bir imana sahip olduklarını, ehl-i sünnet mezhebine balı bulunduklarını, fıkhî ve medenî hususlarda bütün Müslümanların rızalarına ve slâm fıkhına göre hareket ettiklerini, halkın da bu inançta olmalarından dolayı herkes tarafından sevildiklerini söylemektedir (1971: 5, 32-33). Zerrînkûb ise, Selçuklu yöneticilerinin özellikle de Hanefî mezhebine mensup ilk dönem emirlerinin, genellikle mezhepleri konusunda tam bir taassuba sahip olduklarını ifade etmektedir (Zerrînkûb, 1371: 25). Selçuklu sultanları, kuvvetle balı oldukları Sünnîlii desteklemekle kalmamılar, onu yaygınlatırmak için de mücadele etmilerdir.82 Selçuklulardan önce ran topraklarında hüküm süren Irak ve Horasan padiahları, Tâhirîler, Saffârîler, Sâmânîler, Deylemîler ve Gurlular zamanında Selçuklular dönemindeki slâmiyetin yayılması, tarihî binaların yapılıp yaatılması, mescitlerin ve dînî binaların çoaltılması ve vakıfların gelitirilmesi konularında fazla bir çaba gösterilmemitir (Nejâd 1987: 480). Buna mukabil Selçuklu sultanları ise, tam aksine edebiyata sevgi ile yaklamılar, âlimleri koruyup tevik etmiler, slâmiyeti yayarak geniletmek için mücadele göstermiler ve pek çok hayır ileri yapmılardır. Nitekim Râvendî bu konuda unları söylemektedir: * * * * * “Kahredici sultan, dehrin büyüü Gıyâs ed-dünya ve’d-dîn Ebu’l-feth Keyhüsrev b. Es-Sultân es-Sa’îd Kılıc Arslan b. Mes’ûd b. Kılıç Arslan b. Süleymân b. Gazi b. Kutulmı b. srail b. Selçuk –Tanrı devletini ebedîletirsin!- Selçuk aacının meyvesidir. Bu öyle bir aaçtır ki, kökü dini gelitirme ve kuvvetlendirme; meyvesi Bozulmaya ve ortadan kalkmaa yüz tutmu olan Abbasî hilafeti birdenbire ve yeniden canlanmaa baladı. Selçukîler, Abbasî halifelerinin siyasî kudret ve egemenliklerini kendilerine geri iade etmemi olmakla beraber, dinî akide bakımından Abbasî hilafetini kabul ediyorlar ve onların hilafethaklarını teslim ettikleri gibi hürmet ve ihtiram da gösteriyorlardı. Hilafet hanedanını dier hükümdarlardan üstün tutmakla beraber, onlara manevî bir büyüklük payesi veriyor ve bu makamı o gözle görüyorlardı. Kendilerinden önce, Hilafeti oyuncak hâline getirmi bulunan dier Türk emirleri ve Büveyh oulları gibi, Halifeleri azledip öldürmüyor ve gözlerini çıkarmadıkları gibi hapse atıp hakaret de etmiyorlardı. Bu kabil hadiselerin vuku bulduunu Selçukîler zamanındaki tarihçiler haber vermezler. Fakat u noktayı da belirtmek gerekir ki, bazen halifeler, Selçukîlerin siyasi tutumlarına müdahele ettikleri olmu, buna karılık Selçukîlerin de bu ekil davranılardan memnun kalmadıkları varittir. Böyle hâllerde Selçukîlerle halifeler arasında anlamazlıklar olmamı, hadiseler de çıkmamıtır diyemeyiz. Nitekim, Melik ah ile Halife Muktedâ arasında anlamazlıklar çıkmı, hatta savalar olmutur. Bütün bunlara ramen, Selçukîlerden önceki Türk emirlerinin ve Büveyh oullarının halifelere reva gördükleri muamelelere Selçukîler tevessül etmemilerdir. Selçukîler, gerçek olarak Abbasî halifelerine karı saygı ile davranmı ve kendilerine ihtirama kail olmulardır. Hatta Selçukîlerin Abbasî halifelerine göstermi oldukları saygı ve sevgiyi Abbasîler, daha önceki kendi emirlerinden bile görmemi olduklarını söyleyebiliriz.” (1971: 35-36). Bu mücadelenin en önemli amacı ise, Abbasî hâkimiyetini manevî yönden desteklemek, böylece Fâtımî halifelerinin faaliyetleri neticesinde her tarafta gelimekte olan ve aslında bütün slâm âlemini Alevîlerin Mısır’daki reisine balamayı amaçlayan iî propagandasının devlet içinde dinîsiyasî ihtilâle uygun bir zemin hazırlamasını önlemekti (Kafesolu 1973: 132). * 82 96 96 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ise, medrese, hankah, mescitler, konaklar, köprüler ve Hicaz yolu su mahzenleri gibi hayır binaları yaptırma, âlimlere bakma, evliya ve zahitlerle düüp kalkma, mal baılama, adalet kaidelerini yeniletirme, siyaset adetlerini canlı tutmadır” (1999: I/29). “Yeryüzünde, bilhassa Irakeyn ve Horasan ’da âlimler yetiip fıkıh kitapları yazmaları, Peygamber’in hadislerini toplamaları, Selçuk oulları arasından çıkan hükümdarların âlimlere bakmalarının, ilmi sevmelerinin ve ona hürmet etmelerinin bereketidir. O zaman Kur’ân’ın muhkem ve müteabih ayetleri ile tefsir ve doru hadisler hakkında o kadar kitap topladılar ki, dinin kökleri gönüllerde kökleip yerleti; kötü dinlilerin ümitleri kesildi. Filozoflar, nesh edilmi mezheplerin taraftarları ve dehrîler, ister istemez, eriatle Muhammed ümmetinin müftülerinin verdikleri emirlere tamamile boyun ediler, “Muhammed’in yolundan baka bütün yolların kapalı olduunu” itiraf ettiler. Âlimlerden her bir büyük zat, Selçuk sultanlarının kendilerine bakması sayesinde, herkesin hürmetini kazandı. Hâce mam Fahreddîn-i Kûff, Hâce mam Burhan, Ebu’l-fazl-ı Kirmânî, mâm Hüsam-ı Buharî, Muhammed Mansûr-ı Serahsî, Natıfî, Nasihî ve Mes’ûdî gibi. Onların fetva kaleminin, Tanrı korkusunda yürüyerek halkı eriat yolunda tutmalarının bereketi ile Selçuk-oulları sultanlarının memleketleri düzeldi. Padiahın maiyeti, emir, vezir ve bütün ordu arazi ve iktalarını, büyük din adamlarının fetvalarına göre aldıklarından memleket mamur oldu, vilayetler meskûn kaldı. Mesel: “Âlimlerle düüp kalkan vekar bulur; sefihlerle düüp kalkan da hakir olur”. Her bir vilâyette emirler padiahın adalet ve siyasetini icra etmekle megul idiler ve kendi divanlarının vermesi icabeden parayı raiyetten kolaylıkla ve müsamaha göstererek topluyorlardı. Bu sayede hem raiyet refaha kavutu, hem de emirler dinlendi; askerler de müslüman olarak ölüyorlardı. Devlette hiçbir vazifede halktan zorla para alan, gammaz ve kötü dinliler yoktu. Bu zamanlarda, zulum ve zorlama ile bir vilayetten alınan para, o zaman bir iklimden toplanmazdı. O zaman ordu daha muntazam, padiahlar daha sakin ve daha zengin idiler” (1999: I/30). * Selçuklu dönemi airlerinin iirlerinde de, Selçuklu sultanlarının bu özellikleri ve dinî hassasiyetleri yaygın olarak ilenmitir. Mu’izzî, Melikâh’ı överken öyle demektedir:  Bugün Horasan ve Irak ’ta zühdde ona benzer kim vardır? (Mu’izzî 1362: 115; Karaismailolu 2001: 54’ten). * * Sultân Sencer için:  Senin mızraın ve senin Türklerinin hançeriyle Kayravan müriksiz ve Rum Hıristiyansız (Mu’izzî 1362: 646; Karaismailolu 2001: 55’ten). 97 97 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL  Senin mızraından Hindistan putkedesinde korku vardır. Senin Türklerinden Çin puthanesinde korku vardır.. (Mu’izzî 1362: 23; Karaismailolu 2001: 55’ten).  *  iiler senin gücünü görünce sana Ali derler. Sünnîler adaletini görünce sana Ömer derler (Mu’izzî, 1362: 277; Karaismailolu 2001: 56’dan). Nizâmî’nin, Mahzenü’l-esrâr isimli mesnevisinde, zulme uramı ihtiyar bir kadının azından Büyük Selçuklu Devleti hükümdarlarından Sultan Sencer’e hitaben söyledii sözleri83, Resulzâde nazmen öyle aktarmıtır (Resulzâde 1951: 177): Türklerin çün yükseldi devletleri Adaletten süslendi hep illeri Madem ki sen zulme âmil olursun Bir Türk deil, çapulcu bir Hindusun * Enverî, Melikâh hakkında öyle demektedir:  Sen Acem meliklerinin hamisi, senin hamin Allah. Sen hak sahibinin yardımcısı, senin yardımcın Allah (Enverî 1372: 405; Karaismailolu 2001: 56’dan). Sultân Sencer zamanında nâib-i vezir olan Ziyâeddîn Mevdûd’u överken:  Senin adalet elin, zamanın bidatçısı üzerinde, Mahmûd’un sümenat üzerindeki elidir (Enverî 1372: 136; Karaismailolu 2000: 56-57’den). Mücîr Sultân Arslan için: Adın küfr ehlinin namusunu yıkmı, yalnız mektubun Kandehar ülkesini zaptetmitir (Râvendî 1999: II/290). Ey lûtuf ve ihsan âdetini Tanrı kereminden almı olan, salam dinli, gazi hükümdar, ad ol! (Râvendî 1999: II/294). 83      (Nizâmî1370: 63) 98 98 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Son olarak burada u konuya deinmenin de faydalı olacaı kanaatindeyiz. Bu dönemlerde hükümdarların bu tarz davranılarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Çünkü hükümdarın dinî akidesinin memleket siyasetinde çok büyük bir önemi ve tesiri vardır. Halkın dinî inançlarının aksine hareket eden bir hükümetin i baında kalması ve yaamasının zor olduu düünülünce (Mevdûdî 1971: 35), o dönem Türk halkının da hükümdarlarla aynı ekilde slâmın Hanefî ve Sünnî bir çizgide dindarlık anlayıına ve Acem kültüründen farklı bir deere sahip olduu görülür. * Klasik Türk iiri Üzerinde “Fars Kültürü Gölgesi” * Fars iiri tamamıyla Arap iirinin tesiri altında ve onu taklit ederek balamı ve ilk ürünlerini o tarzda vermitir (Farsça iirin Balangıcı ve Geliimi). Ancak, Arap iirini taklit ederek oluan ve daha sonra gelierek özgünleen Fars edebiyatının “taklit” olarak nitelendirilmedii, hatta “çok büyük” ve “gelimi” olarak vasıflandırıldıı görülmektedir. Oysa aynı paralellikte oluan ve daha sonra özgün aheserler ortaya koyan Klasik Türk iirinin “taklit”, airlerinin ise “acem-perestlik”le suçlandıı dikkat çekmektedir. Özellikle Klasik Türk iiri üzerinde böyle bir yargının olumasında, zannımızca en büyük amil, oryantalistlerin Dou toplumlarına, özellikle de Osmanlılara bakı açısından kaynaklanmaktadır. Edward Said, arkiyatçılıı u ekilde tanımlamaktadır: arkiyatçılık, * * * * “ark’la -ark hakkında saptamalar yaparak, onu betimleyerek, öreterek, oraya yerleerek, onu yöneterek- uraan ortak kurum olarak, kısacası ark’a egemen olmakta, ark’ı yeniden yapılandırmakta, ark üzerinde yetke kurmakta kullanılan bir Batı biçemi olarak incelenebilir, çözümlenebilir” (1999: 13). Bu tariften anlaıldıı gibi, Oryantalistler, “arka egemen olma” ve onu istedikleri ekilde “yeniden yapılandırma” düüncesine sahip oldukları için, hiçbir zaman; “Batı kadar ark’ın da, kendisine Batı’da ve Batı için gerçeklik ve mevcudiyet kazandıran bir tarih ile bir düünme geleneine, bir ortak imge ve sözcük daarcıı geleneine sahip bir fikir” (Said 1999: 14) dünyalarının olduunu kabul etmemilerdir. Çünkü arkiyatçılıın özü, “Batının üstünlüü ile arkın aaılıı” (Said 1999: 51) fikrine dayanmaktadır. Onun için, arkiyatçılara göre, “Batı her zaman -hükmeden konumunda olmasa bile- güçlü konumda olmalıydı” (Said 1999: 49). Zaten Cromer için, arklılar her zaman, ngiliz sömürgelerinde yönettii insan malzemesinden baka bir ey deildi (Said 1999: 48). Demek oluyor ki, “arkiyatçının ark’ı, ark’ın kendisi deil, arklatırılmı bir ark’tır” (Said 1999: 114). 99 99 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Batı için, Asya, “suskun ıraklıı ve yabancılıı temsil eden” bir yer; “slam da, Avrupa Hıristiyanlıının karısındaki saldırgan hasımdı”. Bu iki güç, kendileri için muhkem ve zorlu deimezleri ifade etmekteydi. “te böylesi zorlu deimezlerin üstesinden gelmek için, unutulmu dilleri, tarihleri, ırkları ve kültürleri, modern ark’ı yargılamakta, yönetmekte kullanılabilecek –modern arklının akıl erdiremedii- gerçek klasik ark olarak ortaya koymak üzere gün ııına çıkaran aratırmacılar, askerler, yargıçlar tarafından ark’ın önce bilinmesi, sonra istila edilip mülk edinilmesi, ardından da yeniden yaratılması gerekiyordu” (Said 1999: 102). Ayrıca onlar için, ölü ya da yitik bir ark dilini yeniden kurmak, eninde sonunda, ölü ya da ihmal edilmi bir ark’ı yeniden kurmak anlamına geliyordu. Bunun yanında bu yeniden kurucu dikkatin, bilimin, hatta imgelemin, sonraları ordular, yönetimler, bürokrasiler tarafından toprak üzerinde, arkta gerçekletirilecek icraatların yolunu hazırlaması anlamına da gelmekteydi (Said 1999: 133). te salt metinsel bir ark kavrayıı, formülü ya da tanımlaması yapıldıktan sonra bunların tamamı ark’ta uygulamaya konuldu (Said 1999: 106). Böylece arkiyatçılık, bir yandan ark’ı olabildiince geni bir biçimde, tam anlamıyla kendine mal etti, öte yandan da bu bilgiyi düzenleyici ifrelerden, sınıflandırmalardan, örnek vakalardan, süreli yayınlardan, sözlüklerden, dilbilgisi kitaplarından, yorumlardan, edisyonlardan ve çevirilerden geçirip süzerek Batı için evcilletirdi; bunların tamamı bir araya gelerek ark’ın temsili suretini oluturdu. ark, Batı’da, Batı için maddî olarak yeniden üretildi (Said 1999: 177). Edward Said, “kesintisiz bir bilgi ve iktidar kemeri Avrupalı ya da Batılı devlet adamı ile Batılı arkiyatçıları birbirine balar; ark’ın içinde bulunduu sahneyi çevreleyen de bu kemerdir” (1999: 114) diyerek meselenin politik yönüne dikkat çekmi ve bu iin organizeli bir ekilde yapıldıını belirtmitir. Burada unu da belirtmek gerekir ki, VII. asrın sonundan 1571 nebahtı savaına kadar, gerek Araplara ve Osmanlı’ya özgü biçimiyle, gerekse Kuzey Afrika’yla spanya’ya özgü biçimiyle slâm, Avrupa Hıristiyanlıına egemen olmu ya da onu fiilen tehdit etmitir. slâm’ın Roma ’ya üstün gelmesi, Roma’yı gölgede bırakması geçmite ya da günümüzde hiçbir Avrupalının zihninden silinmemitir (Said 1999: 84). XVII. asrın sonuna kadar “Osmanlı Tehdidi” tüm Hıristiyan uygarlıı için sürekli bir tehlikenin temsilcisi olarak Avrupa’nın yanıbaında pusuda beklemitir (Said 1999: 69). te Avrupalılar için büyük bir korku ve tedirginlik sebebi olan Osmanlı Devleti, XIX. asra “Dou Sorunu” sıfatıyla nak olunmak üzere, -özellikle Avrupalılar açısından- yürekleri ferahlatıcı bir “kocamılık” konumuna yerletirildi (Said 1999: 86). Bu arada, * 100 100 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN büyük bir geçmie ve köklü bir kültüre sahip olan Osmanlı Devleti’nin altı asırlık köklü ve derin bir maziye sahip olan ve Ali Nihad Tarlan’ın ifadesiyle “medeniyet âlemine büyük bir iftiharla sunabileceimiz bir sanat mahsulü” (Tarlan 1990: 90) konumundaki “muazzam” edebiyatı, bütün görkemiyle devam etmekteydi. Ancak oryantalistlerin bu bakı açısının bir yansıması olarak, “Türk iiri” kavramı, Avrupalı aydınlar için ilk önceleri olduu gibi bugün de bir ey ifade etmeyen tamamen yabancı bir kavram olarak ortada durmaktadır. ran iiri, XVII. asırdan itibaren Almanya’da ve bazı Avrupa ülkelerinde tanınırken, “Türk iirinin muazzam hazinesini” aratırmaya hemen hemen hiç kimse teebbüs etmemitir. Nitekim Viyanalı arkiyatçı Josef von Hammer-Purgstall, kaleme aldıı ran’ın En Güzel Söz Sanatı adlı eserinde, Türk Edebiyatı Tarihi adı altında bir bölüm açmasına ramen Türk iir sanatına ilgi duymamıtır. Hatta Çinceye varıncaya kadar her çeit dou dilinden fevkalade iir tercümeleri yapan Friedrich Rückert bile hiçbir zaman Türk iirine ilgi göstermemitir. Ayrıca Avrupa’da yer alan edebiyat tarihlerinde, Klasik Türk iirinden gayet muhtasar olarak bahsedilmi ve Türk airleri, ranlı airlerin zayıf bir taklidi oldukları düüncesiyle alaycı bir ekilde reddedilmitir. Türk halk edebiyatından ise hiç bahsedilmemitir (Schimmel 1973: 1-2). stanbul’da elçilik görevinde bulunan Donato, XVII. asrın sonlarında kaleme aldıı Della Litteratura de’ Turchi (Venedik 1688) adlı eserinde bazı Osmanlı dönemi Türk airlerine yer vermitir. Bir asır sonra Toderini, üç ciltlik Litteratura Turchesca (Venedik 1787) isimli eserinde, Osmanlı dönemi airlerine sadece birkaç sayfada deinmitir. Hatta her iki müellif, Osmanlı dönemi Türk iirine ikinci dereceden önem vermekle kalmamılar, bu iirin Avrupa’da olduu gibi Asya’da da önemli rol oynamı olan, adını Çin seddinden Tuna kıyılarına ve Viyana surlarına kadar ulatırmı bulunan Türk milletinin edebiyatının bir dalı olduundan bile kuku duymulardır (D’istra 1982: 7). arkiyatçıların, ran ’ın da Doulu olmasına ramen, Fars dili ve edebiyatı ile kültürüne gösterdikleri bu ilgi dikkat çekicidir. Bu ilgi ve alaka, ranlıların Avrupalılar gibi Arien ırkından olmalarına, tarihî balantılarına, Batılı siyaset tarzının etkinliine veya tesirine, özellikle de geçmiten bugüne karılarında hâkim güç olarak Türk milletini görmelerine balanabilir. Nitekim Arap edebiyatının özellikle de Fars edebiyatının yüceltilmesinde ve Dou edebiyatının hâkim unsuru olduunun vurgulanmasında Batılıların bu yaklaımının etkili olduu müahede edilmektedir. Ancak Mine Mengi’nin de ifade ettii gibi, * * * * * * * “Cihan fütuhatı ideolojisiyle yüzyıllar boyu siyasî ve askerî çekime yaamı ve bu çekimenin Osmanlı lehine sürdürüldüü bilinen Osmanlı Fars ilikisinde, kültürel üstünlüün ran lehine olmasının yorumu mümkün deildir” (2000: 167). * Ayrıca edebî ürünlere bakıldıında Osmanlı airinin Fars edebiyatıyla olan ilikisinde eziklik duygusu içinde deil, ranlı airle rekabet duygusu içinde olduu açıkça görülür. Özgün iir peinde olduu müddetçe, Fars airiyle boy 101 101 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL ölçüebilecei düüncesinde olan Osmanlı airi, daima özgün olma gayreti içerisinde bulunmutur. Çünkü usta air için iirde taklidin yeri yoktur. Onun için de Osmanlı airi baka airlerden, özellikle de Fars airlerinden farklı tarzlarda ve ekillerde iir söyleme çabası içerisinde bulunmu ve bunda belirli oranda baarılı olmutur (Mengi 2000: 167). Özellikle söylemi olduu Farsça iirlerle hem Fars dilinin hem de Fars edebiyatının oluumu, geliimi ve klasik mahiyet alıında önemli bir yere sahip olan Türkler , özellikle Anadolu ’ya gelip burayı vatan edindikten sonra, hâkim unsur olan Türklere hitap etmek için artık iirlerini Türkçe olarak söylemeye baladılar. Böylece Türk dilinin özellikle Ouz Türkçesinin son derece zarif, parlak ve muhteem bir edebiyat dili olarak gelimesini ve klasik hâle gelmesini saladılar. Bundan sonra Türk iiri daima gelierek tekâmüle doru giderken, Gazneli ve Selçuklu dönemlerindeki Türkün hamiliini kaybeden ran iiri, Gibb’in de ifade ettii gibi “asla kurtulamayacaı bir kısırlıa maruz kal”dı. Câmî ile klasikliini tamamlayan ve gerilemeye balayan ran iiri, XV. asırda ne ise XX. asırda da o olmutur. Her ne kadar ara dönemlerde çeitli aamalardan geçmise de, bu sadece kelime seçimi ve ifadede ufak deiiklikler olarak kalmıtır. Asla köklü deiiklik ve yeni bir hayat ifadesi olmamıtır. Hatta Câmî döneminde söylenenlerin ifade eklini ve mecazlarını deitirerek, fakat asla öze dokunmadan ve yeni konular ilave etmeden aynı eyleri söylemeye devam etmilerdir (Gibb 1999: I-II/43). Bu durum, Türklerin ran iirinin oluumu, geliimi ve tekâmüle ermesinde oynadıı rolü göstermesi bakımından oldukça önemli olup daima göz önünde bulundurulması gereken bir husustur. arkiyatçılar içersinde ilk defa Türk Edebiyat Tarihi’nin dönemlerinin bir panoramasını History of Ottoman Poetry adlı eseri ile E.J.W. Gibb yapmıtır (Schimmel 1973: 2). Gibb’in bu eserinde yukarıda bahsettiimiz arkiyatçıların Douya özellikle Türklere bakı açılarını görmek ve hissetmek mümkündür. Gibb, bu eserinde ranlıları ve Fars edebiyatını ön plana çıkarırken Osmanlıyı ve edebiyatını geri plana atmı; Osmanlı Edebiyâtını “Acem taklidi”, kendisini ise “Acem-perest”likle suçlamıtır. Ayrıca, kendi zihninde tasarlayıp ortaya koyduu düüncelerini, daha sonra kabul ettirme yoluna gitmitir. Nitekim ngiliz oryantalisti E.J.W. Gibb, tasavvurundaki Türklük tanımını Osmanlı iir Tarihi isimli eserinin giri kısmında öyle belirtir: * * * * * * * “Osmanlıların mensup oldukları ve yalnız Garp ve ark Türklerini deil, Tatar ve Türkmen ismi verilenleri, hatta Moolları da ihtiva eden o büyük ırk, ahsî dehasının damgasını taıyan hiçbir din, felsefe veyahut edebiyat vücuda getirmemitir. Çünkü bu ırkın hakiki dehası, tasavvur ve tahayyülden ziyade, hareket sahasında kendini göstermitir. Türkler ve Türk ırkına mensup olanlar, her eyden evvel askerdirler. slâmiyet’in Orta Asya’ya nüfuzundan evvel, Türklerin ilk zamanlarda kurdukları cemiyetler hemen hemen tamamen askerî maksatlara dayanırdı. Bir sefer biter bitmez, aynı maksat etrafında toplanmı olan muhtelif airetler, aileler yahut fertler, ekseriyetle daılır, çok geçmeden yeni ve aynı * 102 102 * RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A derecede muvakkat bir teekküle iltihak ederlerdi. Baka bir sebep olmasa bile hayat tarzlarının daimi huzursuzluu, bu halkı derin bir kâinat nazariyesi yaratmaktan ve basit bir halk iiri fevkinde bir edebiyat vücuda getirmekten menetmee kâfi idi" (1943: 6). Görüldüü gibi Gibb, “büyük ırk” diye vasıflandırdıı Türkleri, sadece “savaçı” olarak yani eylem insanı olarak nitelendirmekte ve “din, felsefe ve edebiyat” gibi incelikleri oluturacak gücü olmadıını belirterek bir fantezi oluturmaktadır. Holbrook, bu gerçei u ekilde dile getirir: “Gibb’in temel Türk toplumu –katıksız ulusal saflıklarıyla rükü bir Fars etkisinden korunması gereken, bırakın din, felsefe, edebiyat gibi incelikleri, beslenme ve üremeye bile fazla gereksinim duymayan, Orta Asya steplerinde ortaya çıkan bir savaçı tanrılar ırkı- Türk kuramcılarınca da bolca gelitirilmi, bilimkurguya yatkın iirsel bir fantezidir. Bu fanteziye ezamanlı olarak karı çıkılar olmusa da, uluslar arası popüler kurmaca olarak varlıını korumayı baarmıtır” (1998: 49). * Gibb’in kafasındaki Türklük tanımının bir yansıması olarak Osmanlı iir Tarihi’nde yer alan, “Bilhassa Osmanlı diye anılanlar, edebî terbiyelerini bu suretle karımı oldukları Selçuklulara borçludurlar; ve bundan dolayı Selçukluların harsı olan ran harsını kabul ettiler” (1943: 10-1), “..ilim, felsefe ve edebiyat sahalarında kendi eksikliklerini olduundan fazla görmüler ve bu hususlarda ran mektebine müracaat etmiler; yalnız onun metotlarını almakla kalmamılar, aynı zamanda ruhuna nüfuz etmek, düündüünü düünmek, hissettiini hissetmek istemilerdir” (1943: 12), “Türk airleri daima ran’a gözlerini çevirdiler ve orada cari olan herhangi bir modaya kendilerini uydurmaı bir kaide haline getirdiler” (1943: 123), “Farslamı airler” (1943: 30), “bütün muharrirler aslen Osmanlı olsalar da olmasalar da, münhasıran ran tesiri altında fikrî terbiyelerini almı Türklerdi” (1943: 11) * * gibi tespitler, bu açıdan dikkat çekicidir. Ayrıca hiç Türkçe bilmeyen ve Farsça gazel alanında Kuzey Amerika’nın kıdemli akademisyenlerinden Michael Hilmann’ın 1987’de, International Journal of Turkish Studies’de, Walter Andrews’un “iirin Sesi, Toplumun arkısı: Osmanlı Gazeli” isimli çalıması üzerine yayımladıı eletiri yazısında, Andrews’un kitabında alıntılanan bütün Osmanlı nazım örneklerini, “klasik dönemin teknik Farsçasıyla yazılmı gazellerin soluk yansımaları” olarak deerlendirmitir. Burada dikkat çekici nokta, hiç Türkçe bilmeyen Hilmann’ın, Andrews’un “bilim adamı yanılsaması” örnekleri olarak ngiliz oryantalist Gibb’den ve Fuat Köprülü ile Talat * * 103 103 * TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL Halman’dan yaptıı alıntılarla84 kendi görüünü desteklemeye çalımasıdır85 (Holbrook 1998: 35). Osmanlı iirinin taklit olduu düüncesinde en etkili olan tavır, oryantalistlerin, “metinler ile bileenlerinin sözcük, söz sanatları ya da konu düzeyinde tarihsel kökenlerini belirlemeye” (Holbrook 1998: 40). çalımalarıdır. “Onların çalımalarında Türkçe ya da Farsça bir sözcük Arap kökenli olarak deerlendirilmise, o sözcük Türkçe ya da Farsça olarak deil Arapça olarak kabul edilmitir. Eer Osmanlı edebî üslûp ya da eretileme kuramı Arapça’dan yola çıkılarak oluturulmusa, Arap retoriinden aparılmı olarak deerlendirilmitir. Eer Osmanlıca bir mesnevinin olay örgüsü, daha önce yazılmı bir Fars mesnevisinde benzer karakterler ve olaylar bulunuyorsa –müellifin ana dili Türkçe de olsa-, Osmanlıca eserin, Farsça eseri taklit ettii belirtilmitir. Oryantalist teknik, Osmanlı Edebiyâtının bütününü bu ekilde bütünün dıına çıkartıp parçalara bölmütür” (Holbrook 1998: 40). * * * * Holbrook, bu metinlerin üretildii dönemlerde modern anlamda tanımlandıı biçimiyle ulusların olmadıı ve Arapçayla Farsçanın da Osmanlı Devleti’nin dilleri olduu gerçeinin gözardı edildiini vurguladıktan sonra: “nsan ngiliz dili ve edebiyatını Yunan, Latin, Fransız bileenlerine indirgeyebilir ve ngilizlerin “hiçbir edebî meselede kendilerini buluçu bir halk olarak gösteremediklerini” söyleyebilir. Ama bu görü yaygınlık kazanamaz, çünkü ngilizler buna izin vermez”. 84 Michael Craig Hillmann, bu eletiri yazısında, kendi görüünü desteklemek için Fuad Köprülü’nün “hayatla hiçbir ilikisi olmayan bir utanç edebiyatı” deerlendirmesi ile Talat Halman’ın Contemporary Turkish Literature isimli eserindeki “Fars ve Arap iirinin yaygın etkisi altında kalmıtır; aynı iir ekillerine, kafiye ve ritim kalıplarına, mitolojiye ve hatta aynı dünya görüüne imrenip taklit etmeye çalımıtır.” yargısını kullanmıtır (Hilmann 1987). Ortadou ve Türk uzmanı olmayan Clark’ın, 1973 yılında Newyork’ta yayınlanan bir makaleler derlemesinde yer alan “Osmanlı Edebiyâtı Türk Edebiyatı mıdır?” makalesinin balıında kullandıı soru ve bu soruya verdii cevap –ki verdii cevap hayırdır-, ngilizce ve ona yakın dillerde mevcut kaynakları elden geçiren iyi eitim görmü profesyonel bir Amerikalının varacaı sonuç hakkında bilgi vermesi bakımından manidardır: talya’dan ngiltere’ye kadar balıca Avrupa ulusal edebiyatları, Roma mparatorluu ve onun kozmopolit kültürünün çöküünden çok uzun zaman sonra dodu. Osmanlı kozmopolit uygarlıının çöküü de, Türkler ve uzun süre Osmanlı emperyalist gücü tarafından ezilen dier halklar arasından sahici ulusal edebiyatların domasıyla sonuçlandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk elli yılda ürettii edebiyattan yola çıkarak deerlendirme yapacak olursak, ulusal dehasının edebî anlatım aracılııyla çiçek açmasını ummak için gereken her türlü neden mevcuttur (Holbrook 1998: 57-58). * 85 * * * 104 104 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A der ve u tespitte bulunur: “Bu filolojik indirgemecilik uygulayıcılarına çok normal görünmü olabilir. Belki o zamanlar mevcut olan en uygun yöntem buydu –sadece Oryantalistler için deil, Osmanlı hikemi yetkesinin yerine bilimsel bir seçenek ararken bunu bularak ithal eden Türk bilim adamlarına da-. Fakat doal olarak, hiçbir yöntem standart deildir; söylemsel uygulamalar tarihsel açıdan özgüldürler ve belirli ihtiyaç ve amaçları karılamak için gelitirilirler. Buradaki can alıcı nokta, Osmanlı yenilikçilerinin devletlerinin devrimci bir eletirisini üretmeye baladıkları sırada, Gibb’in de filolojik seçenei standart kabul etmesidir” (1998: 40-1) * Batılı oryantalistlerin, özellikle Gibb’in ve bazı Türk âlimlerinin, Osmanlı iirinin taklide dayandıı eklindeki yanlı yorumu, özellikle millî bir edebiyat icat etme göreviyle yükümlü modern ran aratırmacıları için de tamamlayıcı bir amaç olarak hizmet verdii görülmektedir. Çünki, ranlılar, Türkler gibi fetheden konumunda olmayıp, daima fethedilen durumundaydılar. Bunun için, fethedilen bir geçmiten ulusçu bir süreklilik çıkarmak zorundaydılar. Bundan dolayı kendileri öyle söylem oluturmulardı: * * * “ran askerî olarak defalarca hezimete uramı olmakla birlikte, fethedenleri kültürel olarak fethetmilerdi. ran’ı igal eden göçebeler sonunda onun kentli edebî ve felsefî kültürüne massediliyorlardı” (Holbrook 1998: 143). * Yine bu balamda, bazı ranlı aratırmacılar, Gaznelilerin ve Selçukluların Farsça iir söyleyenlere gösterdikleri ilginin izahını, “yerleik kültüre boyun emek hatta Farslılamak durumundaydılar” eklinde yapmaktadırlar. Ayrıca Gazneli, Selçuklu hatta Osmanlının çok geni bir corafyadaki siyasî hâkimiyetlerini, zamanlarında Farsça eserler kaleme alınmı olması ve bazı air ve devlet adamlarının Farsça iir söylemi olmaları nedeniyle ran’ın kültürel zaferi olarak ifade etmektedirler (Karaismailolu 1999: 14). Oysa Türklerin Farsça olarak da iir söylemeleri, yukarıda belirttiimiz gibi, asırlar boyu süren birlikte yaama ve aynı dinin getirdii kuralları, yeni hayat tarzını örenme ve yaama yıllarındaki beraberlii hissettiren hatta vurgulayan bir tablo olarak görülmektedir. Bu durum ise, “taklitçi”liin ötesinde, Türklerin Maveraünnehir ve Horasan’da söyledikleri gibi Anadolu’da da Farsça iir söyleme kolaylıını devam ettirdiini gösteren bir durum olarak algılanmalıdır. Son yıllarda ran ’da hiçbir ilmî dayanaı olmayan, tamamen sübjektif ve övenist bir tarzda Muhammed Emîn Riyâhî (1369, 1995) ve lhâme-i Miftâh Vehhâb-i Velî (1374) tarafından kaleme alınmı iki eser yayımlanmıtır. Bu eserler okunduu zaman rahatlıkla, eserde yapılan yorumların tamamen sübjektif olup hiçbir ilmî dayanaı olmayan çalımalar olduu görülmektedir. Bundan dolayı bu iki eserin ne ikna edici ne de gerçei yansıtıcı bir tarafının olmadıı aikârdır. * * * * * 105 105 * TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL Klasik Türk iirini deerlendirirken özellikle u konunun göz önünde bulundurulması gerektii kanaatindeyiz: Din birlii üzerine kurulan büyük medeniyetlerin içlerine aldıkları çeitli ulusların kültürlerini az çok müterek bir hüviyete büründürdükleri bir gerçektir. slâm medeniyeti, bunun en karakteristik örneklerinden birini tekil eder. Yaama biçimleri ve corafyaları birbirinden çok farklı olan çeitli milletler Müslüman olduktan sonra, ortak sayılabilecek bir hayat tarzını tatbike balamılardır (sen 1993: XII). Nitekim gerek Türkler gerekse ranlılar slâm dinini kabul ettikten sonra, kendilerine ait alfabelerini bırakıp yerine Arap alfabesini almılar; slâmiyet’ten önceki eserlerine “âsâr-ı küfr nazarıyla bakmaları tabii olduundan” onları korumamılardır. Bunun için onların birçou kaybolmutur. Hatta Hindistan’a hicret eden ranlı Mecusîler, mukaddes saydıkları Zerdüt’ün kitabını bile tamamıyla muhafazaya muvaffak olamamılar, bu kitabın sadece birkaç bölümü elde kalmıtır (mzasız 1298: 86). Ayrıca, Türk toplumunu yeniden yapılandıran bir ahlâk ve inanç nizamı oluturan slâmiyet, bir inanç ve ahlâk nizamı olarak Türk toplumunun yapısını meydana getiren bir medeniyet olmutur. Böylece Türk toplumunun slâmiyet öncesi niteliklerinden bir kısmı, inanç, fikir ve gönül olarak balanılan yeni medeniyetle birlikte terk edilmi (bir takım aman âdetleri gibi), bir kısmı daha da kuvvetlenirken (kahramanlık, mertlik, temizlik gibi nitelikler slâmiyetle birlikte yeni bir anlam kazanmıtır), pek çok yeni nitelikler de fertlerin ahsiyetine ve toplum hayatına katılmıtır (çok derin anlamlar taıyan tevazu, iyilik, adalet gibi nitelikler de kültüre eklenmitir) (Özakpınar 1997: 32-3). Bundan sonra Türk – slâm medeniyeti adı verilen tarihî geliimin temelleri atılmıtır. Nasıl ki, slâmiyet, bir inanç ve ahlâk nizamı olarak Türk toplumunun yapısını ve kültürünü belirleyen bir medeniyet (Özakpınar 1997: 33, 39) olduysa, ran toplumunun da yapısını ve kültürünü belirleyen bir medeniyet olmutur. Türk tarihinden gelen özellikler, slâmiyet’in getirdii yenidünya ve hayat görüü ile birleerek Büyük Selçuklu Devleti’nde, Anadolu Selçuklu Devleti’nde ve Osmanlı Devleti’nde sosyal yapının temelini oluturmutur (Özakpınar 1997: 34). Aynı durum hiç üphesiz ran için de geçerlidir. te slâm dininin ortaya koyduu prensipler, asırlardan beri bir arada yaamakta olan Türkler ve ranlılar tarafından mütereken kabul edilmitir. Bunun neticesinde, gerek dilde, gerek edebiyatta, bilhassa iirde vuku bulan deiiklikler, Arap edebiyatından alınan yeni unsurlar, Türk ve ranlı sanatkârlar tarafından mütereken zevk imbiinden geçirilerek birlikte mütalaa edilmi, yapılması gerekli olan bazı deiiklikler yine birlikte yapılmıtır (Bilgin 1996: 164). Böylece farklı iki millete ait airlerin ortak zevklerine uygun ekilde mütereken oluturulan yeni bir edebiyat olumutur. Türk, ran ve Arap airlerinin iirlerinde, ortak mefhumlar ile kavramların kullanılmasına, ortak konuların ilenmesine etken olan en büyük amil, hiç üphesiz içerisine dâhil oldukları slâm medeniyeti olmutur. Bu müterekliin dier önemli bir sebebi ise, tahminimize göre, o dönemlerdeki airlik anlayıından kaynaklanmaktadır. * * * * * 106 106 * RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Nitekim Fars iirinin önemli kaynak eserlerinden olan Çehâr Makâle (tlf. 550551/1155-1157) müellifi, bu durumu izah ederken unları söylemektedir: “air, çocukluunda ve ilk gençlik çalarında kendisinden öncekilerin iirlerinden 20 bin beyit ezberlemedikçe ve yakın dönem eserlerinden 10 bin kelime gözünün önüne getirmedikçe, üstat airlerin divanlarını okumadıkça ve ezberlemedikçe; onların mazmunlarının ve sözlerinin inceliklerine ne derece nüfuz ettiklerini anlayıp kendi tabiatında iirin yollarını ve türlerini ekillendirmedikçe; sözlerinin gelimeye yüz göstermesi ve tabiatının yücelmeye meyletmesi için kendi akıl sayfasında iirin ayıp ve hünerini naketmedikçe airlik derecesine ulaamaz” (Semerkandî 1368: 65). bn Haldun ise, Mukaddime isimli eserinde, iir söylemenin ve iir sanatının salam bir ekilde elde etmenin çeitli artları olduunu belirttikten sonra, unları söylemektedir: “Birinci artı, ezberledii iirleri ekil ve kalıbında, o iirleri örnek alıp iirler tertip etmek hususunda nefiste salam bir alıkanlık (meleke) husule gelmesi için, söyleyecei iirler cinsinden birçok Arap iirleri ezberlemektir. Ezberleyecei o iirleri belâgat bakımından yüksek olan iirler arasından seçmelidir. slâmiyet çaında yetien büyük airlerden Zürrime, Kesir, Cerîr, Ebû Nüvâs, Habîb, Buhturî, Rezî, Ebû Firâs gibi airlerden birinin iirlerini ezberlemek, ezberi gerektiren iirlerden en az derecesini tekil eder. Ezberlenmesi gereken bu iirlerin en yüksek derecesi El-Egânî sahibinin eserinde topladıı iirleri ezberlemektir. Çünkü o (slâmiyet tabakası) airlerinin bütün iirlerini eserinde toplamıtır. En az ve en çok diye iki kısma bölerek andıımız derecede iirler ezberleyemeyen kimsenin nazımları eksik ve kusurlu olur. O kimse nazımlarına parlaklık ve tatlılık veremez. Bu parlaklık ancak çok iir ezberlemekle elde edilir. Az iir ezberleyen veyahut hiç ezberleyemeyen kimse iir söyleyemez. O ancak nazımları tertip edebilir. iir ezberlemeyen kimsenin iir söylemekten sakınması daha iyidir. Bir air, ancak birçok iir ezberledikten ve bu iirleri örnek alarak iirler söyleyebilmek istidadını kuvvetlendirdikten sonra nazımları tertip etmeye balamalıdır...” (1988: III/236-38). * Menûçihrî-i Dâmgânî’nin, muasırlarından birine: kendi üstünlüünü ispat hususunda   “Ben araplardan pek çounun divanını ezberledim. Sen    yı okumayı bilmezsin.” diyerek, hem Arapça bilmesinden hem de pek çok Arapça divanda yer alan iirleri ezberlemesinden dolayı övünmesi (Nu’mânî 1368: IV/97) bu durumu göstermesi bakımından önemlidir. * 107 107 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL Bahsettiimiz bu müterek unsurlar ve benzerlikler86 aydın kesimlerde, özellikle de kültürel ürünlerde daha bariz bir ekilde görülmektedir. Türklerin slâmiyet’i kabul etmelerinden sonra baka alanlarda ortaya çıkan deiiklikler gibi iir ekillerinde ve türlerinde de köklü deimeler meydana gelmitir. Fuâd Köprülü: “Hiç üphe yok ki, slâmiyetin kabulünden sonra Türklerin edebî zevkleri, bedîî temayülleri eskisinden çok farklı bir mahiyet aldı; eski kavmî edebiyat ekilleri az çok farklarla devam etmekle beraber, bedîî telakkilerde çok mühim tahavvüller husule geldi. Çünkü din, ahlâk, hukuk, lisan pek geni bir nispette deimiti. Fakat eyhîlerin, Ahmed Paaların, Bâkîlerin edebiyatı her itibar ile ona yabancı kaldıından, eski kavmî ekiller bu yeni medeniyetin getirdii yeni ekillerden hemen hemen hiç müteessir olmadı ve kendi kendisine, aldıı yeni unsurları yava yava mas ve temsil ederek müstakil bir hayat geçirdi” (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1924: 60). diyerek bu hususu dile getirmitir. Ayrıca, o güne kadar canlı bir ekilde hayatiyetini devam ettirmekte olan aıt gelenei kendi çizgisini sürdürürken, bir yandan da Arap edebiyatından Fars edebiyatına, oradan da Türk edebiyatına geçen mersiye türünün kendine has muhtevasıyla klasik airlerimiz tarafından kullanılmaya balanılması da bu açıdan dikkat çekicidir (sen 1993: XII). Yukarıda belirtildii gibi, Farsça iir söyleyen airler, ilk olarak Arapça iirleri örnek almılar, hatta onları kelime kelime tercüme edip kafiyelerini aynen korumulardır. Bu sebeple Farsça iirlerde yer alan konularla Arapça iirlerdeki konuların birbiriyle aynilik gösterdii görülmektedir. Zaten slâm dünyasında hicrî IV/X. asrın sonlarına kadar Mâverâünnehir’den Endülüs’e iirdeki konular aynıydı (Karaismailou 1999: 15). slâm dünyasındaki balıca konular, övmek (medh), övünmek (fahr), mersiye (risâ’), hiciv (hicâ’), kadın ve ak (nesîb, tagazzül, teebbüb), tasvir (vasf, tebîh), arap, zühd, öüt, hikmet ve hamaset idi (Çetin 1973: 86-7; Karaismailolu 1999: 15; ekîbâ 1373: 42-4). Burada özellikle unu da belirtelim ki, Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki manzum parçalar da, konuları bakımından bu birliktelii büyük oranda yansıtmaktadır (Tekin 1986; Köymen 1971a). Arap iirinde, dünyevî hazları terk ile Allâh’a yönelii anlatan zühd ve takva iirleri sonraları sık sık ilenmitir. Tasavvuf ise, Arap iirinde ancak Ömer bin el-Fâriz (ö. 632/1235)’in eserlerinde ilk büyük mümessiline eriebilmiken (Çetin 1973: 91); Fars iirinde, hicrî IV. (miladi X.) asrın sonlarında yer edinmeye balamı ve bir asır kadar sonra ilk büyük mutasavvıf air olma özelliini Senâ’î-i Gaznevî (ö. 525/1131) elde etmitir (Karaismailolu 1999: 15). Türk iirinde ise, Türkistan’da XI. asrın ikinci yarısı ile XII. asrın birinci yarasında yaadıı kabul * * * * * * * 86 Sîrûs emîsâ tarafından hazırlanan, Ferheng-i Telmîhât (ntiârât-i Firdevs, Çâp-i Çihârum, Tehrân 1373) isimli sözlükte yer alan kavramlarının ekseriyetinin klâsik airlerimiz tarafından kullanılması, Türk ve ranlı airlerin birlikte oluturdukları bu edebî zevkin varlıını teyit etmektedir. * 108 108 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A edilen ve Türklerin manevî müridi olan Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed-i Yesevî, “Hikmet” adını verdii dinî-tasavvufî iirleri ile ilk büyük mutasavvıf air olma özelliini elde etmi; Anadolu’da ise Yûnus Emre, bu iirin ilk büyük mümessili olmutur. Böylece slâm dünyasında giderek genel anlamda tasavvufî bakı ve ifade biçimi, iirde hâkim unsur haline gelmitir. Bundan böyle slâm dünyasında, tasavvufî konular, Türkçe, Farsça ve Arapça iirlerde yer almaya balamı ve her air, artık ortak deer haline gelen aynı düünceyi kendi diliyle tanzim etmi, aynı eyleri yazıp söylemilerdir. Nitekim Anadolu’da oluan Türk edebiyatı, hassaten XV. asra kadar ki edebiyat, özellikle büyük Türk sufileri87 Yûnus Emre’nin ve Mevlânâ’nın açtıı çıırda gelien bir tasavvuf edebiyatı görünümündedir. Klasik Türk edebiyatını ekillendiren unsurlar da, esas itibariyle tasavvuftan gelmitir. Sanatı ekillendiren bu anlayı, XVI. asırda kıvamını bulmu ve klasik kültür hâlini almıtır (Okuyucu 1996: 308). slâm medeniyeti çevresinde, Türk ve Fars airlerinin mütereken oluturdukları ve gelitirdikleri edebiyatın kurulu safhasında yer alan airlerin ekserisi, Türk asıllı airler de dâhil olmak üzere, iirlerini Farsça yazmı ve Fars iirinin gelimesinde önemli bir rol oynamılardır. Anadolu ’da, özellikle Batı Türkçesi edebiyat dili olarak yaygınlamadan önce, Türk asıllı airler, çalımalarında Senâ’î, Attâr, Mevlânâ ve dierlerinin iir geleneini, halihazır söyleyi ve üslûp tarzları temin ettii için model olarak almılardır. Çünkü eklî ihtiyaçları sunan ilevsel bir dille yazmak, bunları baka bir dile aktarmaktan daha kolaydı. Romantik döneme kadar Avrupa’da da buna benzer bir durum söz konusu olmutur. Birçok air, benzer söyleyi modelleri, hazır bir ifade sistemi ve kalıpları, kelime ve iir tanzim etme örnekleri sunduu için Latinceyi tercih etmilerdir (Johanson 1993: 24-5). Anadolu ’da Batı Türkçesi gelitikten sonra, Türk airleri Fars airleriyle birlikte oluturdukları ortak mefhumları, iirlerinde kullanmaya balamılardır. Bu mefhumlar bazen Türkçe kelimelerle ifade edildii gibi Arapça ve Farsça kelimelerle de söylenilmitir. Meselâ, had (yanak) kelimesi, Türk iirinde Türkçe “yanak” kelimesinin yanında Farsça “ruh” ve “ruhsâr”, Arapça “had” ve “izâr” kelimeleriyle de ifade edilmitir. Türk, Arap ve Fars airleri, yanaı, mütereken güle, lâleye, aya... v.s. benzetmiler ve bunları iirlerine de aksettirmilerdir: * * * * * * * * * * * * * * *  Senin iki yanaındaki bir gül beni felakete sürüklemi ve kalbime akı yerletirmitir (Ürün 1997: 13). 87 Sufîlik, çounlukla Arap kaynaklı bir ran olgusu olarak tanımlanmasına ramen, tarikatların kurumsallaması Osmanlı mparatorluu’nun yükselii ile doru orantılı olup bunlar, mparatorluk sınırları içersinde baka yerlerde olduklarından daha güçlü idiler (Holbrook 1997: 25). * * 109 109 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL  Baba Figânî (Afîfî 1372: III/2183) Gül (mevsimi) geldi. Ey sâkî! Gül yanaklı sevgili gerekir. Elde saf arap var, dikensiz gül gerekir. Gül kimüñ yanagıdur lâle kimüñ çehresidür Diye bir bir sorana hâl dili ile giyâh [Revânî] (Kartal 1998: 66) Bu tür örnekleri çoaltmak mümkündür. Özellikle Fars ve Türk airlerinin, aynı medeniyet dairesine mensup olan insanlar arasında bilinmekte olan bir “kıssa” veya “efsane”yi kaleme aldıkları da görülmektedir. Bu tarz davranılar ise normal karılanmalıdır. Çünkü edebiyatta özgünlük, yüzyıllar boyu ne Dou’da ne de Batı’da önemli bir meziyet sayılmıtır. Edebî bir yapıtın özgünlüünü olay örgüsünün yazar tarafından yaratılmı olmasına balayan düünce, bugün Batı Avrupa’da da gündemden çıkmıtır.88 Barthes’in bu düünceyi reddettii “Yazarın Ölümü” adlı yazısı da bunu göstermektedir (Holbrook 1997: 139). Hamdullâh Hamdî Yûsuf u Züleyhâ’yı, eyhî Hüsrev ü îrîn’i, Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn’u... anlatırken esasında bir ‘kurmaca’ yapmılardır. Kurmaca yapılan bu hikâyeler, Dou kültürüne ait bir takım kıssa ve efsanelere dayandıı için bir özgünlükten söz edilemeyecei öne sürülebilir. Çünkü Câmî Yûsuf u Züleyhâ kıssasını yazarken, Kur’ân-ı Kerîm’deki Yûsuf Sûresi’nden ve tefsirlerdeki malumatlardan istifade * 88 Nihâd Sâmî Banarlı’nın bu konudaki düüncesini burada zikretmeyi uygun buluyoruz: “Klasik edebiyatlarda nazire bir taklit deil, bir kreasyondur. Eski Yunan’dan beri hemen bütün Dou ve batı klasikleri, nazire öyle dursun, tercümeyi bile kreasyon addederlerdi. Fransız trajedi airi Corneille’in Le Cid adlı eserinde, bu eseri ilk defa yazan spanyol airinden aynen tercüme edilmi 120 mısra vardır. Çünkü klasik anlayıta iir demek söylenmi bir manzumeyi, tekrar ve yeni bir dizi hâlinde terennüm etmek, iir söylemektir. Bu sebepledir ki gerek Dou, gerek Batı edebiyatında aynı eserin, bu edebiyatların birçok airleri tarafından tekrar tekrar yazıldıı görülür. Bu tekrarları taklit sanmak hatadır. Bunlar, eski üstatların izinde bir saygı yürüyüüdür ki bir taraftan onların eserlerini yeni bir dil ve üslûp hamlesiyle ve yeni bir görü ve düünüle tazelemek ve yüceltmek hedefindedir. O kadar güzel ve üstün bir eseri, bir defa daha yazmak zevki, heyecanı ve ananesi, her iki edebiyatta bu çeit eserleri çoaltmıtır. Böyle eserlerin yine her edebiyatta yeni ve orijinal eser sayılmalarıdır ki onların defalarca yazılmasını salamı ve bu gelenek zamanımıza kadar gelmitir. Bir misal olarak, Miladdan önce V. asırda, eski Yunan klasiklerinden Euripides tarafından yazılan phigeneia Aulis’de adlı trajedi, XVII. asır Fransız klasiklerinden Racine tarafından tekrar yazılmıtır. Aynı mevzu, aynı isimle XVIII. asır Alman airi Goethe tarafından da tamamiyle yeni bir sanat aheseri hâlinde yazılarak tekrarlanmıtır. Bu sonuncu eserin ana kaynaı yine Euripides’tir. Bu tekrarlanı üphesiz phigenie trajedisine mahsus deildir. Andromaque gibi, Faust gibi eserler de böyledir….Burada adları ve eserleri anılan bu yazarların her biri yeni bir mevzu bulmak ve mevzularını zengin görgü, bilgi, duygu, düünce, felsefe, psikoloji ve modern teknik deerleriyle ileyerek yepyeni eserler yaratmak kudretinde sanatkârlardır. Böyle sanat büyüklerinin yeni bir mevzu aramaya lüzum görmeyerek eski bir sanat eserini bir daha yazmak yolundaki hamleleri bu izaha çalıtıımız anane ve anlayıın ifadesidir.” (1982: 267-69). 110 110 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A etmitir. Nizâmî, Arap edebiyatında Kays’ın iirleriyle, sonradan bunlara eklenen söylentilerden meydana gelen ve kaynakların efsaneletirdii Kays ile Leylâ arasındaki ak ‘kurmaca’sını, ran edebiyatında ilk defa kendine göre yeniden anlatmıtır (Levend 1959: 370). Yine Nizâmî, kendine ait olmayan, Sasanîler döneminin sonlarında doup slâmî dönemde ise son eklini alan Hüsrev ü îrîn ‘kurmaca’sını, kendine göre yeniden kaleme almıtır. Bu tavrı biz Klasik Türk edebiyatında da görmekteyiz: Türk airleri de esasında kendilerine ait bir ‘kurmaca’ olmayan ve geçmiten kendilerine intikal eden Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ vü Mecnûn, Hüsrev ü îrîn gibi ‘kurmaca’ları kendilerine göre müteaddit defalar yeniden kaleme almılardır. Böyle bir ‘kurmaca’ türüne, bugün postmodern romancıların da yabancı olmadıı89 ve eserlerinde bu tarz bir kullanıma gittikleri görülmektedir. Nitekim Orhan Pamuk, Kara Kitap’ının son cümlelerinde unları söyler: * * Eski, çok eski, çok çok eski hikâyeleri yeniden kaleme almaktan ibaret yeni iime daha bir evkle sarılıp kara kitabımın sonuna geliyorum (Kahraman 1998: 31). Aynı konuda, Borges de unları dile getirmektedir (Kahraman 1998: 31; Moran 1994: 101-2): “Özgünlük denen eyin olanak dıı olduunu düünüyorum. Geçmii belli belirsiz çeitleyebilirsiniz ancak. Her yazar yeni bir tonlamaya, yeni bir nüansa sahip olabilir, ama hepsi bundan ibarettir. Belki her kuak aynı iiri yazıyor, aynı öyküyü yineliyor, ama küçük, benzeri olmayan bir tonlama, bir ses farkı ile yazıyor ve yineliyor. Bu da yeterli.” Berna Moran da, Borges’in bu fikirlerine yakın bir gerçeklie u ekilde dikkat çekmektedir (1994: 98): “Ne ki yapısalcılık sonrasında, yapıtların, daha önce yazılmı yapıtlardan baımsız, tek ve özgün olamayacaı, her metnin kendinden önce gelen metinlerle ilikili olduu (intertextuality) ortaya konuldu. Bir anlamda, metinleri meydana getiren daha önceki metinlerdir deniyordu.” 89 Bu tür olgu, yeni edebiyat terimi olarak metinlerarasılık (intertextuality/intertextualität) diye isimlendirilmektedir. Bu konuda Yıldız Ecevit unları söylemektedir: “‘Üstkurmaca’ ögenin bir türevidir ‘metinlerarası’ eilim; içinde yaadıı gerçeklie yabancılaan çada yazarın bütünlemekte zorlandıı bu gerçeklii yansıtmaktan vazgeçip, daha önce baka yazarlar tarafından yazılmı metinlerin dünyasına ‘sıınması’, onlardan yola çıkarak ‘ikinci elden’ yeni bir kurmaca gerçeklik yaratması demektir. Eskileri ‘taklitçilik’ diye adlandırıp aaıladıkları bu eilim; ça edebiyatında ‘alıntı’ tekniiyle bir biçim ögesi durumuna dönümü, giderek eski metinlerin farklı tekniklerle yeniden kurgulanmasına kadar gelinmitir (Ecevit 1996: 50). 111 111 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL Klasik airlerimiz, kendi dönemlerinde hiçbir komplekse girmeden artık ortak kültürün bir ürünü haline gelmi olan çeitli kıssaları ve efsaneleri yeniden ele alarak yazmılardır. Bunları yazarken özellikle konu, kullanılan kelime, vezin, kafiye, redif gibi unsurlarda Fars airlerin tesiri olsa da yine kendi özgünlüklerini ve sanat kudretlerini eserlerine yansıtmılardır. Meselâ, Hamdullâh Hamdî, Yûsuf u Züleyhâ’yı yazarken Câmî’nin aynı adlı eserinden istifade etmitir. Bunu zaten eserinin Sebeb-i nâ... bölümünde yer alan u beyitlerle dile getirmitir (Hamdî 1991: 50): Salmı idüm bu niyyete kur’a Câmîden irdi nâgehân cur’a Tercemân oldı ba‘zı tercemesi Nazma germ oldı tab‘ımuñ hevesi Kimisi terceme kimisi nazîr Umarum âhır eyleye takdîr Ancak Hamdullâh Hamdî, bu eserini yazarken kendisinden evvel yazılan Türkçe ve Farsça manzum Yûsuf u Züleyhâ mesnevilerini, bazı tefsirleri ve çeitli Arapça kaynakları da okumutur. Buralardan edindii bilgileri, örendii ya da aldıı eyleri ve Türk kültürüne ait bazı deerleri, hem çok iyi ekilde mezcedip yorumlayarak hem tanzim ve tertip edip ileyerek hem de dönemin Türkçe iir dili imkânlarını, en iyi ekilde kullanarak ortaya orijinal ve mükemmel bir eser koymutur. Nitekim Hamdullâh Hamdî, eserine Câmî’de olmayan bazı bölümleri eklemi; Câmî’nin iledii bazı bölümleri eserine almamı, bazılarını ise geniletmitir. Her iki eserde geçen bazı vak’a farklılıklarının olduu da görülmektedir. Hamdî, Câmî’den farklı olarak eserinde anlattıı bir olay ile ilgili, çeitli “hikâyet-i münâsib” balıı altında bazı hikâyeler anlattıı gibi uygun yerlerde bir kısım öüt ve nüktelere de yer vermitir. Câmî, eserini sadece mesnevî nazım ekliyle yazarken Hamdî, mesnevî nazım eklinin yanında tercibent ile terkibbende; Ya’kub, Ehl-i Mısır, Züleyhâ ve Bâzigâ’nın azından, onların rûhî tahlillerini veren gazellere ve bir rubaîye de yer vermitir. Özellikle tasvirlerde Câmî’den farklı davranarak kendi sanat kudretini göstermitir. Bazen Câmî’nin kullandıı sanatları kullansa da, çounlukla –özellikle tasvirlede- kendi üslubunu ve sanatkârlıını göstermi, böylece Câmî’den ayrılmıtır. Bazen bu konuda Câmî’den baarılı olduu da görülmektedir. u beyitte olduu gibi: * * * * *  (Câmî 1370: 697) Ya Râb! Gül bahçesindeki bu aaç nedir? Parlak gözün temaagâhı neresidir (kimdir)? 112 112 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ki bu yâ Rab ne gülistân gülidür Gulgulı ho ne bâg bülbülidür (Hamdî 1991: 58) Kısaca söylemek gerekirse, kendisinden önce anlatılan bir ‘kurmaca’yı tekrar ele alan Hamdullâh Hamdî, onu yazarken hem yeni ilavelerde bulunmu hem de birçok olayın teferruatında deiiklikler yapmıtır. Hamdî, sanki eseri oturup yeniden yazmıtır. Dolayısıyla Hamdî’nin yazdıı eser bir taklit deil, yukarıda belirttiimiz gibi orijinal bir eserdir. Aynı eyleri rahatlıkla eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i için de söyleyebiliriz (Kartal 2003, 2007). Ayrıca her milletin kendi duygu ve düüncesine uygun olarak oluturduu bir iir anlayıı vardır. Gelenekçi ve geleneklerine son derece balı olan Osmanlı toplumu, vücut verdii edebiyatta yaygın olarak benimsedii bir prensip gerei, iirde övülen insanın veya sevgilinin, Allah’a ve Hz. Peygamber’e kadar uzanması hedeflenen çarıımlara konu olacak bir ahsiyeti temsil etmesine çalııldıı için, iirin muhatabı olan insanın çou zaman cinsiyeti belirtilmemitir. Eer belirtilecekse erkek olmasına özellikle özen gösterilmitir. Aksi takdirde sevgilinin kadın olması hâlinde iire ten zevkleri ve menfaatleri karıarak, iirde bulunması beklenen manevî boyut bir anda yok olup idealize edilen saf ve katıksız ak zedelenebilirdi. Hatta kadınlar için iir yazmak o devirde ayıp sayılıyordu. Meselâ bir Rum kadınına âık olarak onun için iirler yazan Gelibolulu Sun’î hakkında hemehrisi Âlî, “Mezkûre hakkında vâfir gazeller dimidür, ol cihetden kendüyi rüsvâ-yı âlem eylemidür” diyerek bu konuya açıklık getirmitir (entürk 2004: 384). Bu hem Osmanlı toplumunun meydana getirdii iir tarzının bir boyutunu yansıtması bakımından hem de Türklerin bazı noktalarda ranlılardan farklı bir iir anlayıına sahip olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak mesnevîsinin “sebeb-i te’lîf” kısmında, Nâbî’nin Hayr-âbâd’ını tenkit ederken söyledii: Bulmagla bir iki hoça ta’bîr Erlik midir izdivâcı tasvîr beytiyle, Hayr-âbâd’da sembolik ifadelerle cinsî münasebetin anlatıldıını; bunun ise ayıp olduunu söylemesi (Doan 2002: 58-59) bu açıdan ilginçtir. Bu anlayıın bir yansıması olarak da Kaya Bilgegil, ranlı rindlere gönderme yapılan, Ol tarz-ı ‘acemdür olmaz i’câb Rindân-ı ‘acem gözetmez âdâb 113 113 TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER AHMET KARTAL beytinden hareketle, ranlı bir airin âdâbı bir yana bırakabileceini, ancak bir Türk airi için bunun bir kusur olduunu belirtmitir (eyh Galip 1992: X [Giri]). Nitekim Fahrî, Hüsrev ü îrîn isimli mesnevisinde, Nizâmî’nin aynı adlı eserinde geçen Hüsrev ile îrîn’in sevime bölümünü (Nizâmî 1370: 365-6) eserine almamı; Hüsrev ile îrîn’in zifaf gecesinin anlatıldıı bölümü (Nizâmî 1370: 372-4) ise kısaltmı, bazı yerlerini de çıkartmıtır (Flemming 1974: 4656). Yine eyhî, aynı adlı eserinde, Nizâmî'nin kadın güzelliini bütün detaylarıyla öne çıkardıı sahneler (Nizâmî 1370: 186-87) ile Hüsrev'in îrîn'i kucaına nakılı kuma sarıyor gibi çekmesi, îrîn'in vücudunu ısırıklarla morartması gibi sahneleri de mesnevisine almamıtır (Nizâmî 1370: 207). Ayrıca Nizâmî’nin eserinde geçen Hüsrev ile îrîn’in sevime sahnesini de (Nizâmî 1370: 364-6) pek çok yerini çıkararak kaleme almıtır. eyhî, Nizâmî’nin Hüsrev ile îrîn’in zifaf gecesinde anlattıı sevime sahnesinin (Nizâmî 1370: 372-3) de bazı beyitlerini çıkarmı bazılarını ise hafifleterek eserine almıtır (Nizâmî 1370: 249-50). Hem Fahrî’nin hem de eyhî’nin bu ekilde davranıı, o dönem Türk kültürünü ve ahlâkî deer yargısını yansıtması ve Türk airlerin geleneklerine balılıklarını göstermesi bakımından önemlidir. XIV. asrın baında Anadolu ’ya hâkim olup Arap -slâm âleminin hemen hemen tamamına ve Güneydou Avrupa’ya boyun ediren bir devlet kuran Osmanlılar, hem ran edebiyatını yaklaık altı asır himaye etmiler hem de Anadolu’nun doudaki bölgelere göre daha istikrarlı bir yer olmasından dolayı özellikle XVI. asırda çok sayıda âiri, âlimi ve sanatkârı kendi topraklarına çekmilerdir. Bunun yanında devletin çok geni sınırlara ulaması ve Arap, Fars ve Avrupalı tebaanın etkisiyle Osmanlılar, farklı sanat ve edebiyat türleri gelitirmekle kalmamılar, bazı Farisî nitelikleri de yava yava deitirmilerdir (Canfield 2005: 35). Nitekim Klasik airlerimiz, XV. asırdan itibaren aırlıklı olarak kendi duygu ve düüncelerini, yaayılarını, çevrelerini, gelenek ve göreneklerini, atasözlerini ve deyimlerini, kısaca tümüyle kendi benliklerini ranlı airlerle oluturdukları ortak mefhum ve kavramlarla yourup ekillendirerek ran iirinden ayrı bir Türk iiri meydan getirmilerdir (Mazıolu 1982: 112). Meselâ, çevrelerini ve tabiatı çok iyi gözlemleyen klasik airlerimiz, lâlenin biyolojik özelliklerinin tamamını iirlerine naketmilerdir. XV. asırdan itibaren çeitli kültür yoluyla elde edilen lâlelere verilen airâne isimler ile insanı cezbedip etkileyen lâle renklerinin klasik iirde ebediletiini görmekteyiz. Ayrıca lâlenin ekilmesinden balayarak nasıl yetitii, yetimesiyle toplumda olan hareketlenmeyi ve yapılan elenceleri, özellikle lâle devrinde kazandıı deerle orantılı olarak mücevherattan daha kıymetli hâle gelii ve bunun neticesinde mücevher yerine takılmaya balanması, önceleri “taralı” diyerek “gül meclisine” kabul edilmezken daha sonra çiçeklerin ahı olarak nitelendirilen “gül”ün tahtını sarsması gibi özellikleri de bu iirlerde görmek mümkündür (bak. Kartal 1998). Bu da klasik airlerin ortak mefhumdan hareketle oluturdukları yeni Türk iirinin varlıını göstermektedir. Nitekim Ali * * * * * 114 114 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Nihat Tarlan da, Türklerin bu ortak malzemeyi ileyi bakımından ona millî bir karekter verdiklerini u ekilde ifade etmektedir (Okuyucu 2004: 233): “Bu edebiyat bazı kimselerin sandıı gibi gayr-i millî, gayr-i içtimaî, gayr-i hayatî, Arap -Acem taklidi filan deildir. Aynı kültür ve aynı estetiin mahsulü olan Arap, Acem edebiyatlarından çok bakadır. Tıpkı aynı kaideler ve aynı estetik altında meydana gelen Alman, Fransız ve ngiliz edebiyatlarının90 birbirinden baka oldukları gibi.” * Ali Nihat Tarlan bu konuda, yabancı kelime ve terkiplerin kullanımı bakımından en dikkati çeken âirlerimizden olan Nef’î’yi de örnek gösterip, onun ruh olarak halis bir Hasankale Türkü olduunu kabul etmektedir (Okuyucu 2004: 233-34). Özellikle bu durum klasik metinlerimizin ekil ve onları oluturan kelimeler itibariyle deil, öz/mana olarak deerlendirildiinde net bir ekilde görülecektir. Ayrıca Türklerin ranlılardan farklı olarak yeni edebî türler de gelitirdiini burada belirtelim. Yaklaık yedi asır boyunca Türk milletinin ilim ve kültür zümresine hitap etmi olan bu edebiyat, hiç üphesiz bütün dünya edebiyatlarında olduu gibi yazıldıkları ve yaandıkları devrin derin izlerini de bünyesinde bulundurmaktadır. Bu hususlar üzerinde yapılacak tetkikler, o dönemin sosyal hayat ve antropolojisiyle uraanlar için önemli ipuçları verecek mahiyettedir. Klasik airler çevrelerini çok iyi ekilde gözlemleyip onları hayal ve fikirleri ile yourarak her beyitte estetik bir sanat eseri oluturma gayretine dümülerdir. Bunun için bu iirlerde Türk milletinin örf, âdet, gelenek ve günlük hayat sahnelerine de ulaılması mümkündür. Bu durum Osmanlı dönemi Türk iirinin özgünlüünü ve ran iirlerinden farklılıını göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim Ahmet Atillâ entürk tarafından yapılan bazı çalımalar bu duruma açıklık getirmesi bakımından dikkat çekicidir (bak. 1993, 1993a, 2002). Sonuç olarak unu söyleyebiliriz, Klasik Türk iirinin gerçek deerinin ve kıymetinin ortaya konması için Batılı müsteriklerin özellikle de Gibb’in altı ciltlik eseri Osmanlı iir Tarihi’nin Türk ilim adamlarınca tetkik ve tahkik edilerek hiçbir ilmî gerçee dayanmayan, tamamen sübjektif olan bilgiler tespit edilmelidir. Daha sonra tespit edilen bu bulguların deerlendirilerek gerçeklerin ortaya konması ve ondan sonra o konulara gerekli cevapların verilmesi gerekmektedir. Ayrıca Klasik Türk iiri hakkında yapılan deerlendirilmelerin mutlak doru olmadıı düüncesinden hareketle, bu deerlendirmelerin tekrar * * * * 90 Eliot, Alman, Fransız ve ngiliz edebiyatları arasındaki kültürel ortaklıı u ekilde dillendirmektedir: “Avrupa tarihinde tek baına gelimi bir medeniyet yoktur. Kültür de yoktur… Avrupa kültür ve edebiyatları arasında sürekli bir alıveri olduu ve zaman zaman, yerine göre her kültür ve edebiyatın dıarıdan gelen bir tahrikle tekrar hayat bulduu söylenebilir. Bir kültürün kendi kendine yetmesi mümkün deildir. Herhangi bir millî kültürü ebediletirmek, o kültürün dier kültürlerle sürekli bir ekilde etkileim kurmasıyla mümkündür.” (Okuyucu 2004: 234). 115 115 TÜRK-FARS LKLER AHMETEDEBÎ KARTAL ele alınıp hiçbir önyargıya sahip olmadan sanat eserinde bulunması gereken kriterler göz önünde bulundurularak yeniden deerlendirilmelidir. Bunu yaparken de, o dönemin kültürel ve sosyal yapısı, dili, iir ve air anlayıı göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak o zaman Klasik iirin gerçek büyüklüü ve muazzamlıı görülebilir91. Nitekim XVII. asır airlerinden Neâtî’nin u beyti (Ünver 1986b: 104): Etdik o kadar ref’-i ta’ayyün ki Neâtî Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız iire ön yargısız ve edebî eser olarak bakan bir Fransız edibine “Mademki böyle mısralar söylemitir, o halde büyük bir Türk iiri vardır” dedirtmitir. Fransız edibi daha sonra sözlerine öyle devam ederek Klasik iirimizin gerçek muazzamlıını dile getirmitir: * “Medeniyet namına bir baka eseriniz olmasaydı, yalnız bu beyit, ne derin millet olduunuzu ifadeye yeterdi.” (Banarlı 1982: 153) Fransız edibinin bu deerlendirmesi hem dikkat çekici hem de önemlidir. 91 Bu minvalde Károly Kós’un Türk sanatı ile ran sanatı arasındaki irtibatı deerlendiren u düünceleri dikkat çekicidir (Kós 1995: 54): “…Yine aynı ekilde slâm dininin birletirdii üç büyük ırkın arasından Türklerinkini inkâr ederek sanat eserlerinin tüm sonuçlarını ranlıların, Perslerin lehine söyleyen sanat tarihi görüü de günün birinde yıkılacaktır. …Artık bugün kabul edilebilir ki, Asya’dan kaynaklanan kubbeli merkezi yapının douu ve geliiminin Türk kavimlerinin güçlenmesi ve Önasya’ya gelip yerlemesi ile sıkı sıkıya balantılı olduu söylenebilir. Ancak, bundan baka unu da ortaya atıp ispatlayabiliriz. Önasya’nın sanatının ilenmesinde gerçek etken ve yönlendirici olan Türkler idi. ran , Türklere ya da Türkler tarafından aracılıı yapılan ilere sadece kendi zevk ile teknik kolaylıkları vermitir. ran minyatür sanatı ve resim tekniinin buraya, Batı’ya Çin ’den geldii kesinlikle bilinen bir gerçektir. Bu sanatı Batı’ya Moolların getirdiklerini, buna onların aracılık ettiklerini biliyoruz. Yani bu sanat ne ran’a ne de Hindistan’a dorudan doruya ulamı deildir. Oysa buna mukabil hayret verici derecede mehur ve tipik resim sanatı okulları Semerkant’ta, Buhara’da, Sivas’ta, Horasan ’da ortaya çıkmı ve tam Timur hanedanının hüküm sürdüü yıllarda altın çaını yaamıtır. Demek ki, Moollar devrinde ve ran’ın o zamanlar olduu gibi bugün için de Türk kavimlerinin oturdukları bölgelerde yayılmıtır bu sanat teknii. Çini hakkında da yine bu türden bilgilere sabiz ve onun gerçek yurdunun Çin olduu da bilinmektedir…Çinicilik de yine Batı’ya, hâliyle ran’a da, Moollar sayesinde gelmitir. Ve son olarak dünyanın en karateristik ve de Avrupa’da en çok bilinen, en çok deer verilen bir el sanatları ürünü olan halıyı her ne kadar sıradan Avrupalı “ran halısı” diye anıyorsa da, gerçekte halı: Hiçbir üpheye yer vermeyecek ekilde bozkırlarda, çadırlarda yaayan bu göçebe halk sanatının bir ürünüdür ve onun gelitirlmesi de yine Türk kavimleri tarafından salanmıtır. ran’ın bu konuda gerçekten bu ite son derece az bir katkı payı bulumaktadır.” * * * * * * * * * * 116 116 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Bu yazı, daha önce yayımladıımız u makalelerden hareketle ve konu yeniden ele alınarak oluturulmutur: “Farsça ’da Türkçe Kelimeler ve Fars Edebiyatı’nda “Türk ” Kavramı le lgili Unsurlar”, Bilig, 11, 31-54 (1999); “Klâsik Türk Edebiyatının ran Edebiyatı ile Münasebeti Üzerine Düünceler”, Türk Yurdu, 700. Yılında Osmanlı Özel Sayısı, 148-149, 246266 (1999-2000); “Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu Saraylarındaki Edebî Faaliyetler Üzerine Düünceler”, Bilig, 17, 55-70 (2001); “Anadolu ’da Farsça iir Söyleyen airler (XI-XVI. Yüzyıllar)”, Türkler , 7: Ankara, 682-95 (2002); "Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili Üzerine Düünceler", Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri (20-26 Eylül 2004), Ankara, 1685-724 (2004); "Türk Fars Edebi likileri", Türk Edebiyatı Tarihi, Editörler: Talat Sait Halman vd., Cilt 1, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları, stanbul, 2006, 300-318. * * * * * * * * 117 117 RAZ’DAN STANBUL’A KEKE EHNÂME'Y YAZMASAYDIM! ran edebiyatının gelmi geçmi en büyük âirlerinden biri sayılan Firdevsî, Samanî ve Gazneli devletleri döneminde yaamıtır. Bu dönemlerde hükümdarların isimlerinin baki kalabilmesi için âirler tarafından söylenilen iirlerin birinci derecede etken olduuna inandıkları için âir sultan için önemli hatta zaruriydi. Bundan dolayı sultanlar iire ve âire önem vermiler ve etrafında dönemin önde gelen âirlerini toplayarak onları himaye etme yarıına girmilerdir. te Gazneli sultanlarının edebiyata sempati ile bakmaları ve âirlere önem vermelerinden dolayı, bu dönemde hem Fars dili hem de Fars iiri canlılık kazanıp ilerleme göstermi, klâsikleme yolunda önemli mesafeler katetmitir. Fars iirinin büyük ustalarından sayılan Firdevsî, Esedî-i Tûsî, Unsurî , Ferruhî, Hakîm-i Senâ’î, Menûçihrî-i Dâmgânî ile birlikte en yüksek derecesine ulamıtır. Özellikle yüksek bir edebiyat terbiyesine sahip olan Gazneli Mahmûd, Fars dili ve edebiyatına dier Gazneli sultanlardan daha fazla hizmet etmitir. Sarayında devrin en büyük kabiliyetlerini toplamı, âirlere hürmet ve sevgi göstermi, komu ülkelerden âirleri kendi sarayına çaırmıtır. Sarayına çaırdıı âirler arasında Türk asıllı olan Ferruhî-i Sîstânî ile Menûçihrî-i Dâmgânî de bulunmaktaydı. Devletah’ın, Gazneli Mahmûd’un sarayında dört yüz âirin bulunduu eklindeki rivayeti mübalaalı olarak kabul edilse de Gazneliler döneminde edebiyata verilen önemi göstermesi bakımından önemlidir. Bu dönemde yetien en önemli Fars âirleri Unsurî, Firdevsî-i Tûsî, Esedî, Ascedî, Gazâirî, Ferruhî-i Sîstânî ve Menûçihrî-i Dâmgânî’dir. Nizâmî-i Arûzî, Âl-i Nâsıruddîn’nin yani Gaznelilerin isimlerinin Unsurî, Ascedî, Ferruhî, Behrâmî, Zînetî, Büzürcmihr-i Kâyinî, Muzafferî, Menûrî, Menûçihrî, Mes’ûdî, Râidî, Mes’ûd-i Sa’d-i Selmân, Kassâr-ı Ümmî, Muhammed Nâsır, Ahmed Halef, Osmân-ı Muhtârî ve Mecdûdü’s-senâ’î’nin iirleriyle baki kaldıını belirtir. Firdevsî, Gazneli Mahmûd'un himayesi ve desteiyle yaklaık otuz yılda tamamladıı ve bu sayede “yok olmakla yüz yüze olan Fars milletini yeniden dirilttiini” ifade ettii eh-nâme isimli eseriyle, ran edebiyatında önemli bir yere sahip olmutur. âir bu eserinde ran’ın en eski devirlerinden balayarak, Müslüman Araplar tarafından zaptedilmesine kadar ki tarihini kapsayan Pîdâdîler, Keyânbîler, Ekânîler ve Sâsânîler dönemlerini anlatmıtır. Bu da * * * * * * 119 119 * KEKE EHNÂME’Y YAZMASAYDIM! AHMET KARTAL ranlılar için oldukça öneme sahip olan bu eserin Türk asıllı bir hükümdar olan Gazneli Mahmûd'un himmetiyle vücut bulduunu gösteriyor. Yine bu dönemde Fars dili ve edebiyatının gelimesine yazmı olduu Farsça iirlerle destek veren Türk asıllı âirlerin varlıını da göz önünde bulundurursak, Fars milleti ve dili için Türklerin önemi kendisini açıkça göstermektedir. ran 'da destan ve tarih yazma gelenei eski dönemlerden beri mevcuttu. Akamenid ve Sasanî hükümdarları zamanlarında olan olayları yazdırmılardır. ran destanları bayram günlerinde ahların huzurunda okunmaktaydı. Arap istilası her ne kadar bunları ortadan kaldırdıysa da, yine bir kısmı anane hâlinde hatıralarda bir kısmı da yok olmayan kitaplarda kalmıtı. Bu kitaplardan biri bn Mukaffâ'nın pehlevî dilinden Arapçaya çevirdii Hodaynamek, dieri Erdeir-i Bâbekân'ın eseri olan Kârnâmek, bir bakası da âh-nâme-i Gotasb adı verilen Yâdigâr-ı Zeriran'dır. Arap istilâsından sonra ran'da istiklal hareketlerinin balamasıyla bu eski tarihler ve millî destanlar hatırlanmıtır. Samanîler tarafından Tus hakimliine getirilen Ebû Mansûr Mehmed bin Abdurrezzak-ı Tûsî, Tus münevverlerinden dört kiiyi eski ran destanlarını toplayarak yazmaları için görevlendirdi. Bu sıralarda veya daha evvel Mes'ûdî-i Mervezî, Ebu’l-müeyyed-i Belhî, Ebû Alî-i Belhî ve Dakîkî gibi âirler de nazım ve nesir olarak ahnâme yazmaya balamılardı. Bu eserlerden bugün sadece Dakîkî'nin eseri eldedir. Dakîkî, Zerdüt'ün zuhurunu, Gotasb ve Ercasb'ın kıssalarını yazmı, ancak kölesi tarafındann öldürüldüü içinn eserinni tamamlayamamıtır. Firdevsî daha sonra Dakîkî'nin yazmı olduu bu kısmı aynen eserine almıtır. Firdevsî eserine balarken, Muhammed-i Lekerî adında bir dostunun kendisine mensur bir ehnâme verip bunu nazma çekmesini teklif ettiini belirtmektedir. Aslen köylü olan bir mobed'in (zerdüt rahibi) toplayarak yazdırdıı bu mensur ehnâme'nin, Ebû Mansûr el-Muammerî'nin Abdurrezzâk adına kaleme aldıı mensur ehnâme olduu tahmin edilmektedir (Tarlan 1944: 46-47). Firdevsî, eserinin önemli bir bölümünü Samanî Devleti döneminde kaleme almıtır. 25 ubat 1010 tarihinde ehnâme'ye son eklini veren Firdevsî, eserini alarak Gazneye gitmi ve Gazneli Mahmûd'a takdim edilmek üzere Hüseyin bin Ahmed'e vermitir. Firdevsî'nin âh-nâme isimli eserinde Farsları cömert ve kahraman, Türkleri ise vahi, aaı ve korkak olarak sıfatlandırdıı görülmektedir. Savalarda Farslar daima galip gelirken, Türkler malup olmaktadır. Firdevsî, Türklere: * * * * * * * “Bu sizin alın yazınız. Farslar kadar güçlü olmadıınızı kabul edin. Farsların büyüklüüne, Türklerin ise daha alt seviyede olduuna inanın. Fars pehlivanı Rüstem'i hiçbir Türk kahramanı yenemez. Onu ancak kendi öz olu olan Sührâb yenebilir.” * diyerek, Türkleri psikolojik baskı altında tutmaya çalımıtır. Aynı bakı açısını: “Deve sütünü içip deve tabanını yiyen Araplar” dedii Araplar için de 120 120 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN sergilemitir. Bu da Firdevsî'nin eserini asabiyet hissi içerisinde bir bakı açısıyla yazdıını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Gazneli Mahmûd, Firdevsî'ye ran -Turan savalarını objektif bir bakı açısıyla yazması için âh-nâme adlı eserini hazırlaması emrini vermi, ancak eser hazırlanıp kendisine sunulduunda, istenilen eyin tam tersinin ifade edildiini görmütür (Gürgenli 2005). Eserini yazarken objektif davranması istenen Firdevsî, bilâkis eserinde Türklere durmadan küfretmi, Türkleri tahkir edip Farsların karısında küçültmü ve Türkün büyüklüünü ve kahramanlıını yok saymıtır. Yazılı kaynakların verdii bilgiye göre, eser sarayda okunduu zaman Gazneli Mahmûd yanındakilere dönerek: “Benim her bir Türk pehlivanımın yiitlii senin Rüstem-i Zâl gibi pehlivanından daha yüksektedir.” demitir (ükürlü 2002: 22-23). Çünkü Gazneli Mahmûd, kendisini Firdevsî'nin ismini Efrâsiyâb diye deitirdii ve kahramanlıkları o dönemlerde Türk halkı arasında oldukça yaygın bir ekilde anlatılan Alp Er Tunga'nın mirasçısı olarak görmekteydi. Bilindii gibi bu ölümsüz Türk kahramanı hakkında Dîvânü Lügati't-Türk'te bilgi verilirken, Kutadgu Bilig 'de ise hürmetle anılmaktadır. Ancak Firdevsî'nin onu zalim ve kötü bir insan olarak nitelendirmesinden sonra, Fars edebiyatında bu ekilde kullanılmaya devam edilmitir. Firdevsî'nin yaadıı devirde ran , ilk Türk -slâm devletlerinden olan Gazneliler hakimiyetinde idi. Firdevsî'nin eserini yukarıda bahsettiimiz ekilde tarafgirane bir ruhla yazmasının sebeplerinden birisi hiç üphesiz Türklerin hakimiyetini içine sindirememesinden kaynaklanmaktadır. Türklerin bu ekilde tahkir edilip küçük görülmesi affedilecek bir ey deildi (Gürgenli 2005). Tabii ki, Firdevsî'nin Türklere gösterdii böyle bir saygısızlıktan dolayı Gazneli Mahmûd'un memnun olması da mümkün deildi. Ayrıca slâm ülkelerinde dinî yönden kargaalık çıkaran Râfizî ve Bâtınî gruplara karı mücadele eden ve Sünnnî bir hükümdar olan Gazneli Mahmûd'un mecusîlie ait deerleri ihtiva eden böyle bir esere önem vermesi de beklenemezdi. Onun için âire vaat ettii kızıl sikkeler yerine gümü sikkeler yollamıtır (ükürlü 2002: 23). Evet Firdevsî, bu eserinde olanı deil de, zihninde tasavvur ettii, tahayyülünde canlandırdıı ve olmasını arzu ettii eyleri kendisine ait üslup ve eda ile kaleme almıtır. Hatta Türk kahramanlara ait olan vasıfları bizatihi ranlı kahramanlara yükleyerek onlara aitmi gibi göstermi, Türkleri ise küçük görerek tahkir etmitir. Nitekim ta o zamandan itibaren bazı âirler tarafından Firdevsî'nin söyledii eylerin yalan olup bir efsaneden ibaret olduu açıkça ifade edilmitir. Nitekim Unsurî , Sultân Mahmûd için (Emirçupani 2001: 68-9): * * * * * * * * *  ah’ın kılıcına bak ve eski nameyi okuma; zira onun kılıcı birçok nameden daha doru söyler... 121 121 KEKE EHNÂME’Y YAZMASAYDIM! AHMET KARTAL diyerek âh-nâme'ye atıfta bulunmu ve onda yer alan bilgilerin yalan olduunu dile getirmitir. Yine Unsurî 'nin Sultân Mahmûd hakkında söyledii u sözler de bu bakımdan ilginçtir (Emirçupani 2001: 124-25, 118): * *      Moltan seferinin hikâyesini biliyor musun? Bilmiyorsan, Tâcu’l-futûh’u getir. Feridun, Dicle’den gemisiz geçtiyse, bu, âh-nâme’de bir efsanedir. Efsane, doru da olur yalan da; sen, tam bilmedikçe söze inanma. Yeryüzü sultanını talihli, mutlu ve bahtlı olarak çok gözümle görmüümdür. Moltan’a gitti. Yolda iki yüz kale aldı; her birinin Hayber gibi yüz tane kapısı vardı.    Acaba sultanların maharetlerini duydun mu? Gel, dou sultanının yeteneini gözünle gör. Yalanı, haberle bil; doruyu gözünle gör; eer yalan iyi ise doru daha iyidir. Gazneli dönemi âirlerinden Ferruhî'nin Sultân Mahmûd için söyledii u sözler de bu duruma ıık tutacak mahiyettedir (Karaismailolu 2001: 41, 44; Kartal 1999: 38-40): *   Rüstem’in hünerleriyle ün kazandıı zamanda sava oyundu ve dünya adamları da basit düünceliydi. Senin savatıın u zamanda Zâl Olu Rüstem dirilse, senin Türklerinin okunu öper.   Senin nâmın bütün âhların nâmını sildi, süpürdü. âh-nâme’nin bundan sonra hiç deeri yoktur.    Dünyada hiç böyle âh var mıydı, dedi. Bana sorma ehnâme’ye bak, dedim. âhnâme, batanbaa yalandır, dedi. Sen doru olanı al, yalan olanı yok et, dedim. 122 122 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Selçuklular döneminin önde gelen âirlerinden olan Mu’izzî’nin Selçuklu sultanı Melikâh için kaleme aldıı medhiyelerde yer verdii u beyitler ise bu açıdan oldukça manidardır (Karaismailolu 2001: 53): *     Ben Firdevsî’ye hayret ediyorum; bu kadar yalanı nereden uydurdu ve bu efsaneyi niçin bo yere söyledi. Kıyamette Rüstem ona diyecektir: “Ben senin hasmınım, niçin benimle ilgili batan baa kasıtlı yalan söyledi.” O Rüstem’le ilgili çokça yalan söylediyse de, bizim ünlü padiahla ilgili söylediklerimiz dorudur.    Ne zamana kadar ehnâme’den yalan sözler söyleyecekler. Ne zamana kadar falanın filanın hünerlerini okuyacaklar. Sultân Melikâh’ın özellikleri açıktır, dieri ise rivayet. Rivayetlerden neyin açık olduunu anlayamazlar. Gazneliler dönemi âirlerinden Unsurî ile Türk asıllı olan Ferruhî'nin ve yine Türk olan Selçuklu dönemi âirlerinden Mu’izzî’nin bu söyledikleri üpheyle karılanabilir. Çünkü Bu âirler Gazneli ve Selçuklu saraylarında bulunuyorlardı. Hatta ikisi Türk asıllı idi. Doal olarak bu sultanları övecekler, durumlarına uygun olarak iirlerini yazacaklar ve bu tarzda hareket ettiklerinde yerlerini koruyabileceklerdir. Ancak o dönem medih anlayıı bu konuya açıklık getirecek mahiyette olup durumun hiç de böyle olmadıını göstermesi bakımından ilginçtir (Kartal 2004: 1713-14). Ayrıca yukarıda zikredilen durumun doruluunu bizzat Firdevsî’nin kendisi de itiraf etmitir. öyle ki, eserinde söylemi olduu Acem hükümdarlarının efsanesi ve Mecusî destanlarının hüviyetinden dolayı Gaznelilerle ihtilafa düen Firdevsî Gazne’den ayrılarak önce Herat’a, sonra sfahan’a ve daha sonra Badat’a gitmitir. Yaı yetmii geçen ve artık hayatının sonuna doru yaklatıının bilincine varan Firdevsî, Acem ahlarının efsanelerini yazdıından pimanlık duymaya balamıtır. Bu hikâyeleri yazarken söylediklerinden tövbe etmek için (Sadîk 1374: 22) yazmı olduu söylenilen Yûsuf u Züleyhâ isimli mesnevîsinin balarında yer alan “Der-zhâr-i Nedâmet ez-Surûden-i âh-nâme (eh-nâme’yi söylemekten dolayı pimanlıın izhar edilmesi hakkında)” balıklı bölümde, pimanlıını dile getirmitir. Nitekim Firdevsî bu bölümde gerek pimanlıını gerekse söylediklerinin “yalan oluunu” öyle haykırmaktadır (Sadîk 1374: 3435): * * 123 123 * KEKE EHNÂME’Y YAZMASAYDIM! AHMET KARTAL           Her ne kadar gönlüm, ektiim günah ve eziyet tohumundan zevk aldıysa da, o tohumu ekmekten piman oldum. Gönlüme ve dilime düüm attım. imdi yalan yazılardan (namelerden) söylemiyorum ve sözü sözde kurtarmıyorum (parlatmıyorum). Siyahın yerine beyaz geldii için, imdi günah ve sıkıntı tohumu ekmem. Gönlüm melik Dahhâk’ın beni götürdüü kahraman Feridun’un hikâyelerinden doydu (yani soudu). Gönlümü Keykubâd’ın mülkünden ve Kâvus’un tahtının nasıl berbat olduundan ayırdım. Beden, Efrasiyab’ın cenginden ve Keyhüsrev’den baka azap olarak ne ister, bilmiyorum. Lâyık olan aklın beenmesidir. Benden ortaya çıkan eyleri akıl nasıl beenir. Rüstem’in adını cihana yayarak ömrümün yarısını bitirdim. Gönlüm Zal olu Rüstem’den, Tus’tan ve Gîv’den bıktı... Evet, Firdevsî âh-nâme’de söylediklerinden dolayı piman olmutu. Çünkü o, eserini olutururken her ne kadar ran mitolojisinden istifade etse de, Türk mitolojisine ait olan unsurları, büyük bir ustalıkla ait olduu yerden alıp deitirerek Fars ruhuna uygun hâle getirmi ve ranlı kahramanlara maletmiti. Daha sonra büyük bir ihtimalle yapmı olduu haksızlıın vermi olduu vicdan azabıyla yukarıda belirtilen pimanlıını haykırmıtır. Nitekim Akmırat Gürgenli, Çin kaynaklarında eh-nâme’nin Türk halklarının mitolojisi esas alınarak yazıldıını belirten bilgilerin bulunduunu ifade etmektedir. Bu da, bahsedilen duruma açıklık kazandırması bakımından oldukça ilginçtir. * * * “Keke ehnâme’yi Yazmasaydım”, Türk Edebiyatı, sy. 381, Temmuz 2005, s. 18-21 * 124 124 RAZ'DAN STANBUL'A TÜRK’ÜN HÂFIZ SEVGS YAHUT HÂFIZ TÜRK’E NE ANLATIR? Dünyanın en büyük lirik âirlerinden biri kabul edilen Hâfız-ı îrâzî, imdi tespit edilemeyen bir tarihte îraz'da domu, çocukluk ve gençlik yıllarında iyi bir eitim görmütür. Bütün hayatı boyunca iraz'dan ayrılmadıı zannedilen Hâfız, muhtemelen 792/1390 yılında yine iraz'da ölmütür. rfanî hüviyete sahip olan Hâfız, daha önce gazel söyleyen üstat âirlerin meziyetlerini kavrayıp özümsedikten ve bunları kendi fıtratında ekillendirdikten sonra, yazmı olduu gazellerle öhret bulmutur. Gazellerinde fikirlerini tasavvufî remiz ve rumuzlarla mükemmel bir ekilde ifade ettii için lisânü'lgayb/gaybın dili, tercemânü'l-esrâr/sırların tercümanı olarak anılmı ve özellikle ârifler katında tanınmıtır. Onun iirlerinde arifane söyleyiin yanında, didaktik hüviyete sahip beyitler de görülmektedir. iirlerindeki ahenk, akıcılık ve parlaklıın yanında, dilinin sade, üslûbunun tekellüfsüz ve veciz olması da, dikkat çekmektedir. Her türlü ilmî, ahlâkî, felsefî ve tasavvufî mazmunları ihtiva eden gazellerinde deiik aruz kalıplarını kullanan Hâfız, iirlerinde birçok edebî sanata yer vermesine ramen, mânâ ve ifadeyi bu sanatlarla bomamıtır. iirlerinde bütün hayatını “rindlik” ve “âıklık”la geçirdiini ifade eden âirin iirlerinin en temel vasfı da, zaten “rindlik” ve “aıklık”tır. (Yazıcı 1997; Mazıolu 1956). Bundan dolayı, XVI. asır âirlerinden Behitî: Gayrdan geçsün Behitî â'irân-ı Rûma di Mekteb-i ıka mu'allim Hâfız-ı îrâzîdür beytiyle, Hâfız'ı ak mektebinin muallimi olarak nitelendirmitir. Anadolu 'da, Türkler arasında Mevlânâ 'nın Mesnevî-i Ma'nevî'si ile Sa'dî'nin Gülistân'ından sonra, en mehur olan ve okunan Farsça eser, hiç üphesiz Hâfız Dîvânı olmutur. slâm âleminde gerek muhtevası gerekse iir sanatı ve estetik özellikleri bakımından dikkat çeken bu eser, Türkler arasında hem Farsça örenmek isteyenlerin hem de iir bilgilerini ilerletmek isteyenlerin ellerinden dümemitir. Hatta bu minvalde, bazı beyitleri ya ezberlenmi ya da ezberletilmitir. Böylesine sevilen, okunan ve örnek alınan Hâfız'ın klasik Türk iirini ve âirini etkilememesi düünülemez. Nitekim, daha XIV. asırdan itibaren * * * * * 125 125 TÜRK’ÜN HÂFIZ SEVGS YAHUT HÂFIZ TÜRK’E NE ANLATIR? AHMET KARTAL Hâfız'ın özellikle iir tarzını ve üslubunu benimseyip kabul eden ve o tarzda iir söyleme gayreti içerisinde bulunan âirlerimizle karılamaktayız92. Bu benimseyi ve kabul ediin muhakkak bir sebebi olmalıdır. Özellikle Farsça iirlerinde Örfî ile Enverî'nin etkisinin açıkça görüldüü Nef'î'nin, fıtraten bu iki âiri kendisine yakın görmesi ve her iki âirin de hicivci yönlerinin baskın olması gibi. Biz bu sebebin “Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında ve slâm öncesi edebî birikimlerinin bir devamı olarak kendi zevk ve anlayılarıyla ilk örneklerini Asya’da Fars diliyle verip ran edebiyatının geliimine katkıda bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçe ’nin slâmî kültür ve edebiyat geleneklerine adapte olmasıyla da Osmanlı, Çaatay ve Azerî sahaları merkez olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz ve ekil itibarıyla klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak kaydıyla vücuda getirdikleri edebiyat” diye tarif edebileceimiz klasik edebiyatımızın oluum sürecinde gizli olduunu düünüyoruz. Malum olduu üzere, Karahanlı , özellikle Gazneli ve Selçuklu Devletleri döneminde Fars dili ve edebiyatının, buna balı olarak Farsça iirin gelimesinde, hem iire sempatiyle yaklaarak âirleri himaye eden ve onlara bol miktarda maddî ihsanda bulunan Türk asıllı sultanların, hem de Farsça iir söyleyen Türk asıllı âirlerin büyük rolü olmutur. Ferruhî-i Sîstânî, Mu’izzî-i Semerkandî (ö. 1224-1227 yıllarında), Hakanî-i îrvânî (ö. 1198), Nizâmî-i Gencevî (ö. 1212-14 ?), Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî (ö. 1273), Emîr Hüsrev-i Dihlevî (1253-1324), Sâ’ib-i Tebrîzî (ö. 1676-77 ?) gibi yazdıı Farsça eserlerle, büyük bir kısmı ran Edebiyatında birinci derecede yer igal eden, daha sonraki dönemlerde birçok takipçi edinen Türk asıllı âirler, bunlardandır. Bunlar bir yandan, Fars iirini gelitirirken dier taraftan bu iire kendi bediî zevklerini ve kendi iir anlayılarını yansıtmılardır. Ayrıca burada dikkat çeken baka bir husus da, Gazneli özellikle Selçuklular döneminin Dou iiri için âdeta bir deiim dönemi oluudur. Bu Arapça , Farsça ve Türkçe iir için aynı derecede etkin olan bir deiim ve gelimedir. iirde üslûp farklılıı olumu, düünce ve hayal aırlık kazanmaya balamı, maddî hisler ve dı dünyaya yönelik gözlemler yerini manevî hislere ve iç dünya zevklerine bırakır olmutur. iirde çok açık bir ekilde dinî, ahlâkî ve tasavvufî diye nitelendirilen bir bakı ve algılayı, dier bir ifadeyle dinî hissiyat öne çıkmıtır (Karaismailolu 2000a: 74). Bu dinî hissiyat ise, kendisini Türklerin mensup olduu Sünnî ve Hanefî çizgide oluan bir dindarlık olarak göstermektedir. Hatta, daha Gazneliler döneminde saray âirleri, Sultân Mahmûd ve oullarını överken din ve adalet adına mücadeleden bahsetmilerdir. Ayrıca Gazneliler döneminde yaayan Unsurî (Kedkenî 1366: 534), Ferruhî (Yûsufî 1373: 399-402; Kedkenî 1366: 492) ve Menûçihrî (Kedkenî 1366: 516; Cokuner 2002: 30-37) ile Selçuklu * * * * * * * * * * * 92 Nitekim Âık Çelebi, Vâlihî'den bahsederken: “Hakka ki Hâfız ve Câmî'nin peyrevidir” diyerek onu örnek alıp takip ettiini ve ona benzemeye çalıtıını ifade eder (Tolasa 2002: 269). 126 126 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A döneminde yaayan Hakanî-i îrvânî (Kezzâzî, 1368: 201-5, 208-10), Lâmi’î-i Dehistânî’nin (Kedkenî, 1366: 648) iirlerinde slâm ve slâmî akideden kaynaklanan kullanımların sıkça yer aldıı görülmektedir. Yine Türk hanedanlarına mensup saray çevresinde oluan, siyasî bir muhteva taıyan ve iîlik davasında bulunan iirlerin de bu dönemlerde oldukça azaldıı müahede edilmektedir (Karaismailolu 2000a: 74). Tasavvufî iir, bu dönemlerde Senâ’î-i Gaznevî, Feridüddin-i Attâr gibi âirlerin eliyle olgunlua ulamıtır. Bahsedilen bütün bu hususlar, Türklerin Fars iirinin gerek oluumu, gerek geliimi, gerek hüviyetinin oluturulması gibi konularda fonksiyonlarını net bir ekilde ortaya koymaktadır. Bu noktada u hususa dikkat çekmeyi uygun görüyoruz. Gazneli ve Selçuklu döneminde oluan Farsça iirlerde, “Türk” kavramının önemli bir konuma sahip olduu dikkat çekmektedir. Bu dönem Farsça iirlerinde, kahramanlık özellikleri ve güzellik vasıfları etrafında sık sık Türk’e, çeitli Türk hanlarına, soylarına, boylarına, Türk ehirlerine ve genel isimlendirmeyle Turan ve Türkistan’a yer verilmitir. Gazneli ve Selçuklu sultanları, varisleri ve onların devlet adamları övülürken kullanılan hitaplar, tavsifler ve ifadeler, tamamen Türklerle, onların kahramanlıklarıyla, dinî heyecanla, Halifeye saygı ve sünnîlii gözetmekle doludur. Ayrıca bu dönem iirlerinde ran tarihine ve mitolojisine ait kahramanlara Türk sultanlar, ehzadeler ve devlet adamları karısında deer verilmemi; bilakis ran kültürü tahkir ve tazir edilmitir (bak. Kartal 1999, 2004). Hatta Gazneli Mahmûd, sünnî mezhebine balı olduu için, Arap edebiyatını, mümessillerinin çounluu iîlie mensup olan ran edebiyatına tercih etmitir (Brockelmann 1992: 140). Bazı deerlendirmelerde ifade edildii gibi, Gazneli döneminde, biz buna Selçuklu dönemini de ilâve edebiliriz, ranlılara ait eski eserleri ihya etmeye teebbüs edilmedii gibi tahayyülden bile geçirilmemitir (Bahâr 1349: I/168-69). te Türklerin, gerek oluum gerekse geliiminde, hatta muhtevasında etkili olduu bu edebiyatı teneffüs edip koklayan Hâfız, kendi edebî ahsiyetini olutururken, doal olarak bu dönem âirleri ve iirlerinin tesiri altında kalıp istifade etmitir. Böylece onun iirlerinde hem kemiyet hem de keyfiyet itibariyle, Türk iir zevki, Türk iir anlayıı ve Türk iirinin metrik sistemi muhakkak ki dolaylı da olsa yansımıtır. Hatta genel anlamda, rahatlıkla ran iirine Türk zevkinin sirayet ettii ve ona uygun bir ekilde söylendii de burada ifade edilebilir. Bunun da, dönem ve süreç gerei normal görülmesi gerekmektedir. te bu durum, Hâfız'ın iirleriyle Osmanlı Türkü arasında bir gönül baının olumasına, dolayısıyla kabul görmesine vesile olmutur. Hatta, bizzat kendi zevkine ve iir anlayıına uygun olup ecdadının hüviyetine tercüman olan bu tarzda, kendisi de iirlerini söylemekten ve Hâfız'ı örnek almaktan çekinmemitir. Çünkü ecdadımız yaptıı her ite faydayı daima ön planda tutmu ve onu amaçlamıtır. Onun için de çift kahramanlı hikâyelerde dahi, yeri geldikçe insanı eitecek ve terbiye edecek bilgi ve nasihat vermekten geri durmadıkları gibi, onlara dorudan doruya irfanî bir hüviyet de * * * 127 127 TÜRK’ÜN HÂFIZ SEVGS YAHUT HÂFIZ TÜRK’E NE ANLATIR? AHMET KARTAL kazandırmılardır. Farsça gazellerinin ekseriyetini Hâfız tarzında kaleme alan Ali îr Nevâî, sanki Türkçe Divanlarının ilki olan Garâ'ibü's-sıgar'ın “dibace”sinde yer alan: * * “Divan tertip edildiinde onda arifane gazel bulunmazsa ve bir gazelde nasihatvari bir beyit olmasa ve divan böylece yazılsa ancak beyhude zahmet ve boa emek sarfetmi olur” (Üzgör 1990: 79) ifadeleriyle buna cevap vermektedir93. Bu ifadelerden anlaıldıı gibi, divan tertip edildiinde, onda hem arifane gazel hem de her gazelde nasihatvari beyit olması gerekmektedir. Bu tarz iirin yani irfanî iirin en önemli mümessillerinden biri bilindii gibi Hâfız-ı îrâzî'dir. Bu da, zannediyoruz Türkün Hâfız'a temayülünü net olarak göstermektedir. Buradan hareketle u sonuca rahatlıkla ulaabiliriz: Osmanlı âirinin ran iirinden istifade etmesi, esasında ecdadının zevkiyle, anlayııyla, düüncesiyle tezyin edip Farsça oluturduu yadigarını Anadolu 'da Türkçe olarak ifade etmekten baka bir ey deildir. Yukarıda dikkat çektiimiz hususlardan dolayı, daha önce belirttiimiz gibi, daha XIV. asırdan itibaren Hâfız'ın özellikle iir tarzını ve üslubunu benimseyip kabul eden ve o tarzda iir söyleme gayreti içerisinde bulunan klasik âirlerle karılamaktayız. Nisârî ve Ebu'l-fazl-ı Defterî Hâfız'ın iirlerinin tamamına nazire söylerken, âhidî, Hızrî, Gelibolulu Âlî, Alî îr Nevâî gibi bazı âirler bir kısım gazellerini tanzir etmilerdir. Nizâmî, Bâkî, Nâbî ve Besîm ise, Hâfız'ın bazı gazellerini tahmis etmilerdir. Özellikle XIV. ve XV. asırlarda Hâfız'dan tercüme edilmi denecek kadar büyük benzerlikler gösteren gazeller vardır. Bu durum eyhî'de açık bir ekilde görülürken, Ahmed Paa'da tazminlerle veya farklı söyleyi tarzlarıyla deimeye urar. Fuzûlî'nin iirlerinde, her ne kadar Hâfız tesirinden bahsedilse de, bu tesirin açıkça görüldüü, hatta ilham kaynaı tekil ettii beyitlerinin sayısı fazla deildir. Bunun dıındaki benzerlikler ise, ran ve Türk edebiyatlarında konuların ve iir telakkilerinin ortaklıından kaynaklanır; ayrıca Fuzûlî'yi Hâfız'dan ayıran orijinallik ve sanatkâr ahsiyeti dikkat çeker. Ancak özellikle XVI. asrın ikinci yarısından itibaren ise, Nef'î'nin: * * * * * * Böyle ho-tab'âne rindâne gazel mi derdi ol Sunmasa ger câm-ı feyzi Hâfız-ı îrâza dest beytinde belirttii gibi, “feyz” alma tarzında kalmıtır. Nitekim Nedîm ve eyh Gâlib'de Hâfız tesiri bulunmamakla beraber, ona nazireler ve takdir mısraları yer almaktadır (Yazıcı 1997: 105). 93 Bu tarz deerlendirmeyi Sûdî'nin Hâfız Dîvânı erhinin mukaddime kısmında da görmekteyiz. 128 128 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Hâfız, her ne kadar büyük bir lirik âir olsa da, balangıçtan itibaren, iirlerindeki mübhemiyet ve remizlerden dolayı, sözlerinin anlaılmamasından ikayetlerde bulunulmutur. ran 'da bile anlaılması güç olan bu iirlerin, Türkler için de büyük zorluklar oluturması gayet normaldi. te “ârif”ler arasında mehur olan bu iirlerin, normal okuyucular tarafından da kolayca anlaılmasını salamak, bünyesinde bulundurduu sırları açıa çıkarmak için yazılmı Türkçe bazı erhlerle karılamaktayız (Hoca 1980: 19-20). Hâfız Dîvânı'na Türkçe yazılan en eski erh, yazdıı edebî eserlerle de dikkati çeken ve döneminin önemli âlimlerinden olan Surûrî tarafından, 966/1559 tarihinde kaleme alınmıtır. Bu erhten sonra, em'î de Hâfız Dîvânı'nı erh etmitir. Daha sonra, Zâhid bin Muhammed, 1005/1597'de Hâfız'ın iirlerini “derviâne” yani muhtemelen “tasavvufî” olarak erheden Surûrî ile, onun açıklamalarını reddeden em'î'nin eserlerini bir araya getirerek bir Hâfız Dîvanı erhi tertip etmitir. Müellif, her beyit için önce Surûrî'nin açıklamalarını özetlemi, akabinde em'î'nin açıklamalarını kaydetmitir. Böylece hem iki erhin bir arada görülmesi, hem de Hâfız'ın iirlerinin çok daha iyi ve rahat bir ekilde anlaılması salanmıtır (Ate 1968: 302). Kendisinden önce yazılan ve Surûrî ile em'î'ye ait olan erhleri beenmeyen Sûdî Efendi, 1007/1598-99 tarihinde yeni bir Hâfız Dîvânı erhi kaleme almıtır. Hâfız Dîvânı erhleri arasında, en tanınmıı ve en güvenileni olan bu eserinde Sûdî, kendinden önce kaleme alınan Surûrî ve em'î erhlerinde yer alan hataları, ince ve alaylı bir üslûp ve dille tenkit etmekten de geri kalmamıtır. Müellif bu erhini olutururken, karılatıı güçlükleri çözümlemek için, dönemin önemli bazı ilim adamlarına müracaat etmi, günümüze ulamayan Hâfız hakkındaki bazı kitaplardan istifade etmi ve ifahî rivayetlerden yararlanmıtır. Ayrıca eserde yer alan mazmunları tahlil ederken, devrin örf ve âdetlerinden de söz etmitir. erh ettii metinlerin doru olup olmaması hususuna da dikkat eden Sûdî'nin, bugünkü mâna da ilmî bir metin kurma çabası içerisinde bulunduu dikkat çekmektedir. Nitekim bu titiz çalıması ve gayreti neticesinde, Hâfız'a ait olmayıp divanına sonradan ilâve edilen bazı gazelleri tespit ederek bunları belirtmitir. Bu erh, sahip olduu bu hususiyetlerinden dolayı, gerek Surûrî, gerekse em'î'nin erhlerini unutturmutur (Hoca 1980: 20-21; Ate 1968: 300; Gölpınarlı 1988: XXII). Matbu olarak da basılan (st. 1292) Sûdî erhi, smet Settârzâde tarafından erhi Sûdî ber-Hâfız adıyla ve üç cilt olarak Farsçaya da tercüme edilmitir. Kefeli Hüseyin ile Mehmed Vehbî de Hâfız Dîvânı ârihlerindendir. Abdülbaki Gölpınarlı, Hâfız'ın “en garip ve en sâf” erhi olarak deerlendirdii Mehmed Vehbî'nin eserinin tamamen “saçma, zoraki ve gülünç tevillerle” dolu olduunu belirtmektedir. Hâfız'ın Mevlevî olarak nitelendirildii eserde, O’nun her sözü tasavvufî olarak açıklanmıtır (1988: XXVI-VII). Bundan dolayı bu erh, Hâfız'ın gerçek sanatını ve düüncelerini yansıtmamaktadır. * * * * 129 129 TÜRK’ÜN HÂFIZ SEVGS YAHUT HÂFIZ TÜRK’E NE ANLATIR? AHMET KARTAL Derin bir iir müphemiyeti içinde her ruhun ihtiyacına cevap verecek beyitler ihtiva eden ve slâmî tasavvuf âleminde Hâfız'ın veli olarak önemli bir yer kazanmasına vesile olan divanı, çeitli zamanlarda bir çok erh yazılmasının yanında, bir çeit fal kitabı olarak da kullanılmıtır (Tarlan 1944: 104-5). Bunda Hâfız'ın iirlerinin çeitli konularda ve her düzeydeki insanın zevkine uygun olmasının yanında, niyete göre anlam verme hüviyetine sahip bulunmasının da, etkili olduu görülmektedir. Ayrıca burada, garip bazı tesadüflerin yardımıyla kiilerin ekseriyetle arzu edip istedikleri eye uygun bir beyit ve gazelle karılamalarının da fonksiyonunu unutmamak gerekir (Gölpınarlı 1988: XXVIII). Ancak “[...] tefeülâttan lezzet alan zayıf akıllılar yahut bo kafalılar, Hâfız Dîvânı'na fâl-nâme vazifesini de gördürürler.” (Çeltik 1998) diyen Ömer Ferit Kam gibi bu duruma karı çıkan kiiler de olmutur. Tefeülde en fazla Hâfız Dîvânı'nın kullanıldıı dikkat çekmektedir. Hatta, bu âdetin Zerdütler arasında da oldukça yaygın olduu müahede edilmektedir. Hâfız Dîvânı'nından fal açma usulünün nasıl olması gerektii ve onunla ilgili bazı hikâyeler, hem Muhammed bin Muhammed el-Darabî'nin Letâ'if-i Gaybiye hem de Hüseyn-i Kefevî'ninn Râz-nâme isimli eserinde yer almaktadır. Buna göre; Hâfız Dîvânı'ndan fal bakmadan önce, Hâfız'ın ruhuna Fâtiha okunur ve ardından: Ey Hâfız-ı îrâzî Ber-men nigâh endâzî Men tâlib-i yek-fâlem To kâif-i her râzî (terc.: Ey Hâfız-ı îrâzî, sen bana bakar himmet edersin.... Ben bir tek falın talibiyim; sen, her sırrın kâifisin) eklindeki kıt'a okunarak divan açılır, önceden tespit edilen beyit ya da gazel okunup niyete göre anlam verilir. te bu âdet, Hâfız daha hayattayken balamı, öldükten sonra da devam etmitir. Nitekim Ebû Bekr-i Tihrânî'nin Farsça olarak kaleme aldıı ve Akkoyunlu ile Karakoyunlu Türkmenleri hakkında olan Kitâb-ı Diyarbekriyye isimli eserinde, Hâfız Dîvânı'ndan fal bakma olayına ve hâle uygun iirin çıkmasına geni ekilde yer verilmitir (Aksoyak 2004: 10-11). Hâfız Dîvânı'ndan fal bakma geleneinin, ranlıların dıında Türkler arasında da yaygın olarak kullanıldıı görülmektedir. Nitekim Anadolu 'da yazılan bazı tezkirelerde ve kroniklerde bunun örnekleriyle karılaılmaktadır (bak. Aksoyak 2004: 11-14). Hatta Anadolu'da, bata Hâfız Dîvânı olmak üzere, Dîvân-ı Kebîr, Gülistân gibi Farsça eserlerin yanında Fuzûlî Dîvânı, Nâbî Dîvânı, Hayretî Dîvânı gibi bazı Türkçe eserlerin de tefeül için kullanıldıı bilinmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse, Hâfız'ın iirlerinde ecdadından sirayet eden kendi iir estetiini, zevkini ve anlayıını bulan ve aralarında bir gönül baı oluan Türk milleti, XIV. asırdan itibaren onları okumu, okutmu, nazireler söylemi ve onun gibi söyleme çabası içerisinde bulunmutur. * * * * * * 130 130 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A “Türk 'ün Hâfız Sevgisi Yahut Hâfız Türk’e Ne Anlatır”, Türk Edebiyatı, 392, 28-33 (2006). * 131 131 TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI Karahanlılar Dönemi * Yagmâ Türkleri tarafından kurulan, Dou ve Batı Türkistan ’da hüküm süren Karahanlıların 10. yüzyılın ortalarında tamamen müslüman olmalarından sonra Türk tarihinde yeni bir dönem baladı94 (Yazıcı N. 1992: 80, 93). Türk toplumunu yeniden yapılandıran bir ahlâk ve inanç nizamı oluturan slâmiyet, bir inanç ve ahlâk nizamı olarak Türk toplumunun yapısını meydana getiren bir medeniyet oldu. Böylece Türk toplumunun slâmiyet öncesi niteliklerinden bir kısmı, inanç, fikir ve gönül olarak balanılan yeni medeniyetle birlikte terk edildi, bir kısmı daha da kuvvetlenirken, pek çok yeni nitelikler de, fertlerin ahsiyetine ve toplum hayatına katıldı95 (Özakpınar 1997: 32-3). Bundan sonra, Türk – slâm medeniyeti adı verilen tarihî geliimin temelleri atıldı. Bu dönemden itibaren, yeni bir sentez hâlinde Türk -slâm kültürü olumaya baladı. Balayan bu yeni oluum, dier alanlarda olduu gibi kendisini edebiyatta da göstererek, özellikle bu dönemde önemli bir Türk-slâm merkezi haline gelen Dou Karahanlıların bakenti Kagar ’da, slâmî Türk Edebiyatının bilinen ilk eserleri -11. yüzyıl ortalarında- Hakanî Türkçesi ile yazılmaya balandı. Bunlardan biri Balasagun’lu Yûsuf’un Balasagun’da iken yazmaya baladıı ve Kagar’a gelerek orada tamamlayıp 1069/1070’te Karahanlı hükümdarı Tawgaç Bura Han’a sunduu Kutadgu Bilig 96dir. Bu * * * * * * * 94 95 96 Karahanlılar hakkında geni bilgi için bak. TDEK 1992: I/240-6; Yazıcı N. 1992: 80-107; Pritsak 1993. Örnein bir takım aman âdetleri terk edilirken kahramanlık, mertlik, temizlik gibi nitelikler slâmiyet hizmetinde ve ibadet gerei olarak yeni bir anlam kazanırken, çok derin anlamlar taıyan tevazu, iyilik, adalet gibi nitelikler de kültüre eklenmitir (Özakpınar 1997: 33). Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Kahire Nüshası], Kültür Bakanlıı Yayınları: 1341, Klasik Eserler Dizisi: 15, Ankara 1993. Reid Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig I, Tıpkıçekimle Yapılmı kinci Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları: 458, Ankara 1979. Reid Rahmeti Arat, Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig , (Çeviri), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları II. Dizi-Sa.20 c, 4. Baskı, Ankara 1988. * * * * * * 132 132 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN muazzam Türkçe eser, 6645 beyit olup aruzun “fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl” kalıbıyla yazıldı97. Dieri Yûsuf Has Hâcib’in çadaı Türkistanlı Kagarlı Mahmûd’un 464/1072’de balayıp 466/1074’te tamamladıı Dîvânu Lugati’ttürk98 isimli Türkçe-Arapça sözlüüdür99. Burada yazılan dier eser ise, Edib Ahmed tarafından tahminen 12. asrın sonlarında yazılan 512 dizelik Atabetü’lhakâyık100 adlı manzum eserdir. Karahanlılar döneminde yazılan ve elimizde bulunan birkaç Kur’an tercümesini ile Kagarlı Mecdüddîn Mehmed’in brâhîm Han’a takdim ettii –u an kayıp olan- Târîh-i Türkistân ve Hıtây adlı eserini de burada zikretmek gerekir (Dilâçar 1988: 14). Sayram’da doup Yesi’de yaayan, geni halk kitlelerine ulamak için sanatkârâne kaleme aldıı Hikmet adı verilen iirlerinde, o günkü Türkçenin imkânları ile Kur’ân-ı Kerîm’in emirlerini ve Hadis-i eriflerin muhtevalarını ileyen Dîvân-ı Hikmet101 müellifi ve Türk milletin manevî müridi Ahmed-i Yesevî (öl. 1166) de bu dönemde yaamıtır. Türkler , X. asırda müslüman olmalarına ramen, XI. asırda hâlâ Uygur harflerini yazı dilinde kullanıyorlardı. Kagarlı Mahmud’un, Dîvânu Lugati’ttürk isimli eserinde: “Bütün Türk dillerinde kullanılan harfler onsekizdir. Türk yazısı bu harflerle yazılır (Kagarlı Mahmud 1990: 6, 1985-: I/8) diyerek Uygur harflerini göstermesi, O’nun eserini yazdıı (1072/1074) sırada, Türklerin hâlâ Uygur yazısını kullandıklarını göstermektedir. Ahmet Bican Ercilasun, Arap yazısının tahminen XII. asırda Türkler arasında yaygınlamaya baladıını (1998: 58) ifade eder. * * * * * * * * Reid Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig III ndeks, (ndeksi Nere Hazırlayanlar: Kemal Eraslan, Osman F. Sertkaya, Nuri Yüce), Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yayınları: 47, Seri: IV, Sayı: A 12, stanbul 1979. Fikri Silahdarolu, Yusuf Has Hacip-Günümüz Türkçesi ile Kutadgu Bilig Uyarlaması, Kültür BakanlııYayınları: 1845, 1000 Temel Eser Dizisi: 163, Ankara 1996. 97 Kutadgu Bilig hakkında geni bilgi için u çalımalara bakılabilir: A. Dilâçar, Kutadgu Bilig ncelemesi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 340, 2. Baskı, Ankara 1988; Sait Baer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, Kültür Bakanlıı Yayınları: 1153, Kaynak Eserler Dizisi: 39, Ankara 1990; Mehmet Kara, Bir Baka Açıdan Kutadgu Bilig, Kültür Bakanlıı Yayınları: 2031, Bavuru Kitapları Dizisi: 48, Ankara 1998. 98 Kagarlı Mahmûd, Dîvânü Lûgati’t-türk [Tıpkıbasım/Facsimile], Kültür Bakanlıı Yayınları: 1205, Klâsik Eserler Dizisi: 11, Ankara 1990. Divanü Lûgat-it-Türk Tecümesi, (Çeviren: Besim Atalay), 4 Cilt, Türk Dil Kurumu yayınları: 521, 522, 523, 524 Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1985-1986. 99 Bu eserde yer alan Türkçe iirler Talat Tekin tarafından biraraya getirilerek yayınlanmıtır: XI. Yüzyıl Türk iiri Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki Manzum Parçalar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 541, Ankara 1989. 100 Reid Rahmeti Arat, Edib Ahmed b. Mahmud Yükneki: Atabetü’l-hakayık, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları Sayı: 32, 2. Baskı, Ankara 1992. 101 Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet Seçmeler, (Hzr. Kemal Eraslan), Kültür Bakanlıı Yayınları: 546, Türk Klasikleri Dizisi: 22, Ankara 1993. * * * * * * * * * * 133 133 TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI AHMET KARTAL Bu dönemde yazılan eserlerde, slâmî deerlerin102 konu edildii, özellikle din ile irtibatı olan Arapça ve Farsça kelimelerin yava yava Türk diline girmeye baladıı103, özellikle iirde aruz vezninin kullanıldıı104 görülmektedir. Bunun yanında öz kültüre ait bazı deerlerin de eserlerde yer aldıı müahede edilmektedir105. Bu özellikleri üzerinde barındıran ve devrinin en büyük ve Türkçenin en muazzam eseri, hiç üphesiz Kutadgu Bilig ’dir. Bu eserde, ayrıca Türk kültürüne ait olmayan, ancak Türk anlayıına ve fıtratına uygun olup giren çeitli milletlere ait hikmetler ve iirler de kullanılmıtır. Bu durum eserin giri kısmına sonradan eklenen mensur bölümde açık bir ekilde dile getirilmitir: * * * * “Bu kitap çok aziz bir kitaptır. Çin hakîmlerinin hikmetleri ile bezenmi ve Maçin âlimlerinin iirleri ile süslenmitir. Bu kitabı okuyan ve bu beyitleri bakalarına bildiren bu kitaptan daha iyi ve daha azizdir. Merik eyaletinde, bütün Türkistan memleketlerinde, Bura Han dilinde, Türkçe olarak, bu kitaptan daha iyi bir kitabın hiç kimse tarafından tasnif edilmemi olduunda Çin ve Maçin âlimleri ile hakîmlerinin hepsi ittifak etmilerdir. Bu kitap hangi padiaha veya hangi diyara eriti ise, fevkalâdeliinden ve sonsuz güzelliinden dolayı, o memleketlerin hakîmleri ve âlimlerince makbul görülerek, her biri ona bir türlü ad ve lakap verdiler. Çinliler – Edebü’l-mülûk adını koydular. Maçin mülkünün hakîmleri – Âyînü’l-memleke ve merikliler – Zînetü’l-ümerâ dediler. ranlılar – âh-nâme-i Türkî diye ad koymular. Bazıları da – Pendnâme-i mülûk demiler. Turanlılar ise, Kutadgu Bilig demilerdir” (Arat 1988: 1). * * * * Yûsuf Has Hâcib, bu eserini yazarken Çin felsefesinden106, Batılılı filozofların düüncelerinden etkilenen slâm filozofları107 ile slâm düüncesinden108 etkilenmitir. Eserin özellikle “ehnâme vezninde ve mesnevi nazım ekliyle yazılmasından ve içersinde bazı Farsça ve Arapça kelimelerin bulunmasından dolayı, bu etkilenmeyi özellikle “ran “ehnâme”sinin bir * * * * * 102 Bu konuda bak.: Mehmet Kara, Bir Baka Açıdan Kutadgu Bilig , Kültür Bakanlıı Yayınları: 2031, Bavuru Kitapları Dizisi: 48, Ankara 1998. Halil Ersoylu, “Kutadgu Bilig ’deki Arapça ve Farsça Asıllı Kelimeler”, Türk Dünyası Aratırmaları, Sayı: 27, Aralık, 1983, ss. 121-38. Sultan Mahmut Kagarlı, aruz vezninin, Türk boyları içinde tarihi çok eskilere dayanan ve yüksek bir kültüre sahip olan Uygurlar’da, tıpkı hece vezni gibi eski devirlerden günümüze kadar gelen Uygur iirinde tarihî devamlılıa sahip millî bir ölçü olduunu söylemektedir (Kagarlı 1988). Bu durum bize, Türklerin önceden kullandıkları bir veznin, daha sonra Araplar tarafından sistemletirilmi biçimiyle tekrar klâsik iirimize girdiini gösterir. Özellikle Orhun kitabelerinde yer alan görülerin izleri Kutadgu Bilig ’de görmek mümkündür. Bu konuda geni bilgi için bak. Öztürk 1996: 225-31. Li-Chuan Okay, “Kutadgu Bilig ile Çin Felsefesi Arasındaki liki Konusunda Bir Görü”, Dou Dilleri – Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Dou Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Dergisi, Cilt: V, Sayı: 1, 1992, Ankara 1992, ss. 255-64. Bu konuda bak. Dilaçar 1988: 24-8. Bu konuda bak.: Mehmet Kara, Bir Baka Açıdan Kutadgu Bilig , Kültür Bakanlıı Yayınları: 2031, Bavuru Kitapları Dizisi: 48, Ankara 1998. * 103 * 104 * * * * * 105 * 106 * 107 108 * * 134 134 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A taklidi” (Köprülü 1986: 170), olarak nitelendirmek ve ran edebiyatının tesiri altında Kutadgu Bilig ’i takiben aruz vezniyle, mevzuu ve edasıyla tamamıyla Acemlere uydurulmaa çalıılan klasik bir edebiyat (Köprülüzade 1918: 85) oluturulmaa balanması gibi düüncelerin gerçei yansıtmadıı kanaatindeyiz. Çünkü Yûsuf Has Hâcib, bahsettiimiz kültürlerden örendii ya da aldıı eyleri ve Türk kültürüne ait bazı deerleri, çok iyi yorumlayıp tanzim ederek, dönemin Türkçe iir dili imkânlarını, en iyi ekilde kullanarak ortaya orijinal ve mükemmel bir eser koymu ve Türkçenin kudretini ispat etmitir. Nitekim yukarıda zikrettiimiz, ayrıca Kutadgu Bilig’e yine sonradan manzum olarak eklenen, * * * “Çin ve Maçin hakîmlerinin hepsi hep bunun güzelliini övmülerdir. Türk , Çin ve bütün marik illerinde, dünyada bunun gibi baka bir kitap yoktur...Böyle bir eseri daha önce kim söylemitir, bundan sonra da bu kadar ustalıkla kim söyleyebilir. Bunun gibi bir eser vücuda getirecek kimse nerede; yapan varsa, ben onu da överim” (Arat 1988: 4) * * sözleri de, bu eserin büyüklüünü ve deerini açık bir ekilde göstermektedir. arkî Türkistan ’da yazılan Kutadgu Bilig ’den sonra, bu sahalarda veya komu yerlerde meydana gelen Türkistan Türk edebiyatının en eski mahsulleri arasında çok büyük boluk bulunmaktadır. Bu durum edebiyatın mene ve mahiyetini izah hususunda çeitli fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olmutur. Ahmet Ate tarafından tanıtılan bir risale109 ile o risalenin müstensihi olan Ali b. Hüseyin el-Farâbî110’nin, istinsahıyla alakalı kaleme aldıı 6 beyitlik iir, boluk olan dönemde de edebiyatın mevcut olduunu göstermesi bakımından önemlidir (Ate 1958: 29). Karahanlı sultanları arasında iir söyleyenler bulunmaktaydı. Emîr Ali BöriTigin, Kılıç Tamgaç Han ve Nusretuddîn Kılıç Arslan (Safâ 1372: 344) bunlardandır. Emîr Seyfeddîn111 ve Aslan Hoca Tarhan112 da Karahanlı dönemi âirlerindendir. * * * * 109 110 111 Bu risale, IV/X. asrın büyük kıraat âlimlerinden Ebû Nasr el-râkî diye mehur Mansûr b. Ahmed brâhîm’in kıraat ilmine dair el-âre bi-Latîf el-bâre adlı eserdir (Ate 1958: 25). Ali b. Hüseyin el-Farâbî, bu nüshayı 679 yılı zilkadesinin 12 sinde (4 Mart 1281) kendisini “zaif, aciz ve garip” diye tavsif ederek istinsah etmitir. iirden hareketle Ahmed Ate unları söylemitir: “iirin 5. Beytinden Ali al-Farâbî yaının 110 a geldiini anlatmaktadır. Bu yata, bir kitap istinsahını ikmal etmek gibi alelâde bir vesile ile, bu kadar canlı ve selis bir iir yazan Ali’nin gerçekten bir âir olması icap eder. Onun bu yaına kadar yazdıı ve kendisine hiç olmazsa böyle bir iir yazmak melekesini kazandırmı olan daha pek çok iirlerinin bulunması lazımdır, hatta buna muhakkak nazarı ile bakılabilir. Bundan dolayı Ali el-Farâbî’yi Yûsuf Has Hâcib’den sonra, bu sahadaki Türk edebiyatının ikinci âiri saymak her halde yanlı olmayacaktır” (1958: 26, 30). Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Timur’un emirlerindendir. Seyfî mahlasıyla Farsça ve Türkçe iirler söyledi. (Dawlatsháh 1901: 108; TDEL 1992: III/65). * * 135 135 * TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI AHMET KARTAL Aynı dönemlerde hüküm süren Gazneliler ’de olduu gibi, Karahanlı sultanları da saraylarında bilim ve sanat adamlarını himaye etmi ve onlara çeitli lütuf ve ihsanlarda bulunmutur. Örnein Hasan Bura Han, Karahanlılar arasında, dürüst yönetimi, bilim ve sanat adamlarını koruması ile kendine olaanüstü bir yer, yurt dıını aan bir ün salamıtır (Dilâçar 1988: 14). Burada Karahanlılar sarayının âirlerinden olmak üzere Sûzenî-i Semerkandî’yi zikredebiliriz. Sûzenî’nin Dîvân’ında Semerkand Karahanlı hükümdarları Arslan Han Muhammed, Tamgaç Muhammed Han v.b. ile bu devletin ileri gelenleri için söylenmi medhiyeler bulunmaktadır (Ate 1968: 41-2). Sûzenî Dîvân’ında dikkati çeken dier önemli nokta ise, iirlerde yer yer Türkçe kelimelerin kullanılmasıdır. u beyitlerde olduu gibi (Râdûyânî, 1949: 111; Kartal, 1999: 33): * * * *  113    Karahanlı sultanlarının âirlere bulunduu lütuf ve ihsanlar hakkında bariz örnekler kaynaklarda geçmektedir. Önemli kaynak eserlerden olan Çehâr Makâle (tlf. 550-551/1155-1157) müellifi Karahanlı sultanı Hızır bin brâhîm Han’ın âir Reîdî’ye bir kıtası sebebiyle her birinde 250 dinar bulunan dört tabak dolusu kırmızı altın ihsan ettiini belirtmektedir (Semerkandî, 1368: 74). Özellikle bu bölgelerde âir, sultan için önemli hatta zaruriydi. Çünkü sultanlar isimlerinin baki kalabilmesi için âirler tarafından söylenilen iirlerin en önemli vasıtalardan biri olduuna inanıyorlardı. Nitekim önemli kaynak eserlerden olan Çehâr Makâle (tlf. 550-551/1155-1157) müellifi bunu izah ederken “Sultanın adının bekasını salayacak, divanlara ve kitaplara yerletirecek iyi bir âire mutlak ihtiyacı vardır, kaçınılmaz ölüm gelince sultanın ordusundan ve hazinesinden eser kalmaz. Adı ise âirlerin iirleriyle ebedileir” diyerek bir kıt’a ile de tarihten örnek verirmitir (Karaismailolu 1996: 133-4): *    114  112 113 Timur’un devletinin en mühim bir mevkiinde idare amiri ve kumandanı idi. Memleketi imar etmekle kalmayarak devrinin fikir hayatı ve edebiyatı ile de ilgilendi. Ayrıca âirleri himaye etti. Türkçe iir söyledi (Arat 1992: 17-9). Ey ay yüzlü Türk , bir gece odama gelsen ve konuk gerek mi desen ne olur? Gül yüzlüm, ben Türk deilsem de, karanunun karanlık, çiçekin gül olduunu bilirim!. * * 136 136 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Yine aynı ekilde Konya’da Keyhüsrev b. Kılıç Arslan’a ithaf ve takdim edilen Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr115 (tlf. 599/1203’te balamı, iki veya üç yıl sürmütür) da ise “Her devirde iyi ad ve öhret adalet yapan, iyi adamlarla düüp kalkarak onlarla anlamayı tercih eden, âirler ve fazıl nedimlerle oturmu kimseden kalır. Çünkü nam ve yayılmı öhret onlar sayesinde ebedileir” (Râvendî 1999: I/61) denilerek bu hususun bu ekilde kabul gördüü belirtilmitir. Ayrıca “âirler doru bir hükümdar ve büyük mükafatlar bulmadıkça ömeye girimezler” (Râvendî 1999: I/43), sultanlar ise “âirler kendileri için kasideler yazsın da bakaları ezberlesin diye, mal baılarlar. Ecdadları için de öylece iirler söyler, aynı caizeleri alırlar” (Râvendî 1999: I/60) diyerek bu konuya açıklık getirmektedir. Nitekim Yûsuf Has Hâcib’in, Kutadgu Bilig ’in balarında yer alan Bura Han övgüsündeki bölümde, Bura Han’a çeitli armaanların sunulduunu, ancak bu armaanların unutulduunu; kendisinin ise sultanın isminin yazıldıı bu eserini armaan ettiini, bundan dolayı sultanın adının ebedi kaldıını ifade eden u beyitler (Arat 1979: 28): * Olarnıng tangrukı kelir hem barır Mening bu tangruk boldı mengü kalır Neçe tirse dünya tüker alkınur Bitise kalır söz ajun tezginür Kitabka bitindi bu hakan atı Bu at mengü kaldı ay terken kutı bu düünceleri destekler ve dorular mahiyettedir. 114 Gazneli Mahmûd’un ina ettii nice kökler yükseklikte ayla yarııyordu. Onlardan ayakta bir tula göremezsin. âir Unsurî ’nin övgüsü ile yerinde kalmıtır. 115 Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî, Râhat-üs-sudûr ve Âyet-üs-sürûr [Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti] I. Cilt, (Muhammed kbal’in 1921’de G.M.S., H’de bastırdıı Farsça metinden Türkçeye çeviren Ahmed Ate), Türk Tarih Kurumu Yayınlarından II. Seri, No. 14, Ankara 1957. Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî, Râhat-üs-sudûr ve Âyet-üs-sürûr [Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti] II. Cilt, (Muhammed kbal’in 1921’de G.M.S., H’de bastırdıı Farsça metinden Türkçeye çeviren Ahmed Ate), Türk Tarih Kurumu Yayınlarından II. Seri, No. 14a, Ankara 1960. * * * * * 137 137 TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI AHMET KARTAL Karahanlı dönemi Türk iiri balıca iki kolda geliti. Birincisi halk iiri, ikincisi ise aydın zümre iiri denilen slâmî özellikler ihtiva eden iir. Bunlardan birincisi millî ölçü olan hece ölçüsü ve yine millî nazım birimi olan dörtlüklerle meydana getirilmi olup slâm etkisi dıında kaldı. Aydın zümre iiri ise, slâmî ölçü olan aruz ölçüsü ile ve genellikle yine slâmî nazım birimi olan ikiliklerle vücuda getirildi (Tekin 1986: 81-2). VIII. yüzyıldan, hatta birkaç küçük metinle VII. yüzyıldan itibaren, yazılı metinlerden takip edilebilen Türkçe , XIII. asra kadar tek bir yazı dili olarak geldi. Göktürk , Uygur ve Karahanlılar dönemini içine alan ve Eski Türkçe adı verilen bu dönemde, Türkler hangi boya mensup olurlarsa olsun aynı yazı dilini kullandılar. Göktürk, Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri arasında gramer yapısı bakımından çok küçük bir iki fark dıında hiçbir deiiklik yoktur. Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri arasında sadece kelime hazinesi bakımından önemli fark vardır. O da, Göktürklerden kalma eserler bozkır medeniyetini yansıttıı için yabancı dillerden giren kelimeler yoktur. Uygur dönemi eserlerinde Sanskritçeden girmi veya Türkçeden yaratılmı bulunan Budizm ve Maniheizmle ilgili kelimeler; Karahanlı dönemi eserlerinde Arapça ve Farsçadan girmi veya Türkçeden yaratılmı müslümanlıkla ilgili kelimelerdir. Bunun dıında da kelime kadrosu ortaktır (Ercilasun 1990: 4; 1998: 58). Burada kısaca unu belirtmek gerekir ki, Eski Türkçe , Dou ve Kuzey Türklüü içinde XIII. asırdan sonra çok fazla deimeden devam etti. XIII-XV. Asırlarda Harezm’de ve genel olarak Altınordu ile Türkistan ’da kullanılan Harezm Türkçesi116; yine aynı dönemde Mısır ve Suriye ’de kullanılan Kıpçak Türkçesi, Eski Türkçenin organik devamıdır. Çaatay Türkçesi de aynı ekilde Harezm ve Kıpçak Türkçesinin devamıdır (Ercilasun 1990: 5). Bu sahalarda yazılan telif ve tercüme edilerek oluturulan eserlerden bazıları günümüze kadar gelmitir.117 * * * * * * * * * * * * * Bu yazı, “Türk Yazı Dilinin Gelime Çaları” (Türk Yurdu - Türkçeye Saygı Özel Sayısı-, 162-163, 221-249 (2001)) balıklı makalenin ilgili bölümünden olumaktadır. 116 XIII. yüzyıldan itibaren Harezm ve Sirderya’nın aaı kesimlerinde kısmen Ouz (Türkmen) ve Kıpçak yerli aızlarının etkisi altında Karahanlıca’dan teekkül eden Orta – Asya Türkçesi edebiyat dilinin gelime devresine Harezm Türkçesi denir. Bu Türkçe , XIV. Asırdan itibaren yerini Çaatay Türkçesine bırakmıtır (Toparlı 1995: 3). 117 Göktürk , Uygur , Karahanlı , Harezm, Kıpçak ve Çaatay Türkçesi hakkında geni bilgi için u çalımalara bakılabilir: Thury Joseph, “Orta Asya Türkçesi Üzerine Notlar” (Çeviren: Râgıb Hulûsî), Millî Tetebbular Mecmuası, Cild: 1, Sayı: 2, 1331, ss. 207-32. Thury Joseph, “On Dördüncü Asır Sonlarına Kadar Türk Dili Yâdigarları”, Millî Tetebbular Mecmuası, Cild: 2, Sayı: 4, Terînievvel-Eylül, 1331, ss. 81-133. Ahmed Zeki Velîdî, “Harezmde Yazılmı Eski Türkçe Eserler”, Türkiyat Mecmuası, Cild: II, 1926, Devlet Matbaası, stanbul 1928, ss. 315-45 Kemal Erarslan,, Eski Türkçede sim – Fiiller, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 2731, stanbul 1980. * * * * * * * 138 138 ŞİRAZ’DAN RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A inasi Tekin, “Uygur Edebiyatının Meseleleri (ekiller – Vezinler)”, Türk Kültürü Aratırmaları, Yıl: II, Sayı: 1-2, Ankara. Rıdvan Öztürk, Uygur ve Özbek Türkçelerinde Fiil, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 680, Ankara 1997. Burhan Paçacıolu, Orta Türkçe [Karahanlı , Harezm, Kıpçak ve Eski Anadolu Türkçesi], Sivas 1995. János Eckmann, Çaatayca El Kitabı, (Çeviren: Günay Karaaaç), stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 3412, stanbul 1988. János Eckmann, Harezm, Kıpçak ve Çaatay Türkçesi Üzerine Aratırmalar, (Yayıma Hazırlayan: Osman Fikri Sertkaya), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları No: 635, Ankara 1996. Recep Toparlı, Harezm Türkçesi, Sivas 1995. Recep Toparlı – Hanifi Vural, Kıpçak Türkçesi, Gaziosman Paa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, Tokat 1999. Ali Fehmi Karamanolu, Kıpçak Türkçesi Grameri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 579, Ankara 1994. Necmettin Hacıeminolu, Karahanlı Türkçesi Grameri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 638, Ankara 1996. A. Von Gabain, Eski Türkçenin Grameri, (Çeviren: Mehmet Akalın), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 532, Ankara Mehmet Akalın, Tarihî Türk iveleri, Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü yayınları: 73, Seri: IV – Sayı: A. 21, laveli kinci Baskı, Ankara 1988. Reid Rahmeti Arat, Makaleler, Cilt I, (Hzr.: Osman Fikri Sertkaya), Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yayınları: 65, Seri: IV – Sayı: A. 20, Ankara 1987. Mustafa Canpolat, – Kayahan Erimer, Tıpkı Basımlarıyla Türk Dili ve Edebiyatı Örnekleri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Yayınları No: 308, Ankara 1981, ss. 235-357. Mehmed Fuad Köprülüzâde, “Osmanlı Edebiyâtının Balangıcı”, Yeni Mecmua, Numara: 57, Austos 1918, ss. 85-88. M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken, Yayın Nu: 157, Kültür Serisi: 28, 4. Basım, stanbul 1986. M. Fuad Köprülü, “Çaatay Edebiyatı”, Edebiyat Aratırmaları 2, Ötüken Yayınları, Yayın Numarası: 200, Kültür Serisi: 53, stanbul 1989, ss. 82-193. * * * * * * * * * * * * * * * * 139 139 GAZNELLER DÖNEMNDE TÜRK DL GAZNELLER DÖNEMNDE TÜRK DL Gazneliler döneminde, kültür ve sanat hayatının ilerlemesinde üç dil kullanılmıtır. Bunlar, ilmî hayatta kullanılan Arapça , edebî dil olan Farsça ile saray ve orduda konuulan Türkçedir. Gazneliler, malum olduu üzere Sâmânî Devleti tekilatına varis oldukları için, hazır buldukları devlet tekilatını, daha önce içinde bir parçası olmaları, aynı yönetim ile gelenein içinde bulunmaları sebebiyle alıp fazla bir sıkıntı çekmeden devam ettirmilerdir. Bunda üphesiz dönemin artları da etkili olmutur. Çünkü devlet kurulduktan sonra hemen fetih hareketlerine balanmıtır. Ancak devlet tekilatı oluturmak için belli bir zamana gereksinim vardır. O zamana sahip olmayan Gazneliler, vakit kaybetmemek için hazır olanı alıp kullanmılardır. Böylece devletin yazıma usulleri de dier pek çok kurum gibi aynen devam ettirilmitir. Utbî'nin bu hususta verdii malumata göre; Gazneli Mahmûd'un veziri Ebu'l-hasan elsferâyînî, Arapçayı iyi bilmediinden dolayı divanları ve her türlü yazımaları Arapçadan Farsçaya çevirmitir. Ancak ondan sonra, son derece iyi münî, edip ve âlim olan Ebu'l-kâsım Ahmed Meymendî'nin vezarete gelmesiyle, menur, emsâl ve tüm yazımalar yeniden Arapça olarak yazılmaya balanmıtır (Curfâdekânî 1345: 345-46; Palabıyık 2001: 50). Beyhakî'deki kayıtlardan da, her mahalle gönderilen evrakın genelde o mahallin diliyle yazıldıı anlaılmaktadır. Meselâ halifeye yazılan yazılar Arapça iken, Karahanlı hükümdarı Kadır Han'a yazılan mektup Farsça kaleme alınmıtır. Sultan, hazırlanan evraka bazen kendi el yazısıyla eklemelerde bulunuyordu. Bunun yanında aaıda deineceimiz gibi Türkler Türkçe konumaktaydılar. Hatta mahallî lisanlar da kullanılmakta ve bu dilleri tercüme edebilecek görevliler hazır bulundurulmaktaydı (Beyhakî 1350: 88, 101, 201, 205, 582, 836, 888, 912; Palabıyık 2001: 50-51). Burada unu da belirtmemizde fayda olduunu düünüyorum. Orta çada kurulan Türk -slâm devletlerinde "devlet dili"nin bazılarında Arapça, bazılarında Farsça olduu iddiaları fazla önem taımamaktadırlar. Çünkü son asırlarda millî devletlerin teekkülü ile ortaya çokan "resmî dil" anlayıını Ortaçalarda aramak doru deildir. O devirlerde gerek yazıma gerek konuma dilinin tayininde en önemli faktör yönetilen halk idi. ran sahasında ve Arap memleketlerinde idareyi Türkçe ile yürütmek mümkün deildi. Öyle olunca Türklerin gelimi edebî dili ve kendi yazıları * * * * * * * * * 140 140 * RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN olduu hâlde Arapça ve Farsçanın yanında Türk dilinin devletler ölçüsünde umumîlememesini tabiî karılamak gerekir (Kafesolu 1988: 381-82). Nitekim Beylikler dönemi Türk kültürü üzerine kurulan ve halkı Türklerden oluan Osmanlı Devleti'nin yükselii ile Osmanlı Türk dili ve kültürü, saray ve ordunun yanı sıra yüksek memurların da dili olmutur (Hourani 1997: 119). Türklerin içerisine dahil oldukları slâm medeniyeti, Türk dilinin ne inkiafına mani olmu ne de Türkler arasında onun deerini azaltmıtır (Caferolu 1984: II/18). Hiçbir yerde Arap ve ran medeniyetine tamamen tabi olmayan Türkler, hiçbir zaman kendi dillerini de unutmamılardır (Barthold 2004: 117). Türkler, dier milletlerden farklı olarak, ekseriyetle her fethettikleri ülkeyi batan baa kaplayıp, kendi nüfus çounluu ile, hem kendi milliyetlerini hem de dillerini korumulardır. Türkistan ’ın slâmî devrinde, yerli ran lehçelerinin yava yava Türk dili tarafından sıkıtırılıp kaldırılması, Türklerin kendi dillerine karı gösterdikleri sıkı balılıktan ileri gelmitir (Caferolu 1984: II/10). Nitekim Barthold bu konuda u tespitte bulunmaktadır: * * * * * * * “Makedonyalı skender ve Selefkoslar sülâlesi devrinden sonra Fars ranlıları ile Orta Asya ranlıları ilk defa olarak bu slâm devrinde bir devlet idaresinde birletiler. Herhalde ranlılardan büyük bir kısmı da Araplarla beraber Türkistan ’a gelip yerletiler. Orta Asya ranlıları eski ran ahları hakkındaki menkıbeleri (ran’dan gelen bu yeni muhacirler vasıtasıyla) örendiler. Orta Asya ran lehçeleri yerine yava yava Farsça geçti. Ve ran ranlıları ile Türkistan ranlıları için ortak bir genel Farsça edebiyat dili meydana geldi. Orta Asya ranlılarının eski dilleri ve onlardan biri olan Sogd edebî dili ortadan kalkıp yerlerine bugün Tacik dili denilen lisan geçti ki bu dil Farsçadan pek az farklıdır. Farsçanın yalnız bir rakibi var idi ki o da Türkçe idi. Farsçanın bu rakip dil ile mücadelesi çounlukla baarısızlıkla neticeleniyordu. Daha slâmiyet’in ilk asırlarında iki akım baladı ki bugüne kadar devam ediyor. 1. Edebî Farsçanın yava yava yerli ran konuma lehçelerini zorlayarak ortadan kaldırması. 2. Türk dilinin, edebî Fars dili de dahil, Fars dilini zorlayarak ortadan kaldırması. Dikkate deer ki bundan baka Türk dilinin asıl ran dahilinde de yayılıı geniliyor, meselâ bir köyde Türk ve Fars beraber yaıyorlarsa sonunda Türk dili herkesin dili olarak kalıyor” (2004: 42-43). * * * * * * * te bu husus dolayısıyla, Türk dili slâmiyet’ten sonra, Karahanlılar ’ın himayesi sayesinde, Balasagunlu Yûsuf Has Hâcib gibi bir Türk mütefekkiri tarafından ilenmi ve edebî bir dil hâline getirilmitir. Bu dönemde, hem edip hem de ilk Türk nazım edebiyatı mektebinin kurucusu olan Yûsuf Has Hâcib ile dilci ve skenderiye mektebi üslûbunda ilk Türk gramercilii geleneinin kurucusu olan Kagarlı Mahmûd’un, iki önemli yönden Türk dilini ilemeleri ve birletirmeleri, yeni slâm medeniyeti çevresi içerisinde alınan Türklerin, oynadıkları tarihî ve millî roller sayesinde olmutur (Caferolu 1984, C. II: 5-6). Her ikisinin ortaya çıkardıı eser, Türk bilinci ile yorulmu ve yaratılmıtır. Bu da o dönemlerdeki Türk diline karı olan bilinci yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Ayrıca Dîvânü Lûgati’t-türk’te geçen ve her eyin kendi cinsiyle * * * 141 141 * GAZNELLER DÖNEMNDE AHMET KARTAL TÜRK DL yaaması yolunda söylenen “kılıç tatıksa ı yunçır, er Tatıksa et tunçır = kılıç paslanırsa i kötüleir, adam Farslaırsa kanı bozulur = kılıç pas tutarsa yiitin hali kötüleir; nitekim, Türk Farslının ahlâkını alırsa eti sölpür” (Kagarlı Mahmud 1985: 281-2) atasözü o dönemde var olan millî uuru yansıtması bakımından manidardır. Aynı dönemlerde hüküm süren Karahanlılar döneminde uurlu ve bilinçli bir ekilde yazılan Türkçe eserler, Gaznelilerde de Türkçe eserlerin yazılmı olabilecei intibaını vermektedir. Çünkü Gaznelilerin resmi dili Arapça olmasına ramen sarayda ve orduda Türkçe konuulmaktaydı (Yazıcı N., 1992: 131). Nitekim Beyhakî, Türkler ve hükümdarla Türk görevliler arasında Türkçe konuulduunu kaydetmektedir (Beyhakî 1350: 88; Palabıyık 2001: 51’den). Vezînpûr ise, Türk asıllı olan Gazneli sultanlarının daima Türkçe konutuklarını belirttikten sonra, Türk asıllı Gazne saray âirlerinden Menûçihrî-i Damganî'yi ranlı olarak göstererek onun Türkçe iire ainalıı olduunu, bu ainalıın sadece onunla sınırlı bulunmadıını ifade etmektedir (1374: 418). 1027 yılında Uygur ve Kıtay hanlarından Gazneli Mahmûd'a gelen elçi, Türk usul ve takvimine göre, Uygur Türkçesiyle yazılmı bir mektup getirmitir ki Mervezî bunun Arapça tercümesini eserine almıtır (Turan 1998: 421). Bu hususlar Gazneli saraylarında Türkçe konuulduunu göstermektedir. Yine çeitli Türk boylarına mensup olan Türklerden oluan Gazneli ordusunda da Türkçe konuulmaktaydı. Senâ’î-i Gaznevî’nin, Behrâmâh döneminde Gazneliler ordusunda bulunan Türklerin öneminden bahsettii terci-bendinde, bunların Çin , Hıtâ, Huten ve Kagar memleketlerinden gelmi Tibetli, Yagmâ, Kırgız ve Tatar olduklarını ve sayılarının yirmi bin olduunu belirten u beyitler bunu açıkça göstermektedir: * * * * * * * * *   (Senâî 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan) Çin , Hıta, Huten ve Kagar ’dan gelirler. Tibetten, Yagmâ’dan, Kırgız’dan ve Tatar’dandırlar. Allah’a ükür olsun ki, Acem sultanının ordusunda onlardan yirmi bin tane vardır. * * Tabii olarak Gazneli hakimiyeti altında yaan Türkler de Türkçe konuuyorlardı. Her ne kadar elimizde bir belge olmasa da, Gazneli devletine balı Türklerin saraya herhangi bir sebeple yaptıı müracaatlarını da yazılı veya ifahi olarak Türkçe yaptıkları muhakkaktır. Bütün bunlar o dönemde Türk dilinin etkinliini ve kullanım alanını göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca bu durum, Türkçenin böylesine etkin olduu bir ortamda iir dili olarak kullanılmı olabileceini dahi düündürtmektedir. Nitekim ilk defa Fuad Köprülü tarafından belirtilen (Köprülüzade Mehmed Fuad 1929), daha sonra Adnan Karaismailolu tarafından da ifade edilen (Karaismailolu 1999), * * * 142 142 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Gazneliler dönemi en büyük üç kaside âirinden biri olan Menûçihrî’nin, övülmeye uygun bulduu etkili ve bilgin bir ahsa 1000 yılı civarında: *     Daha iyi söylediin için Türkçede kalasın, bana Türkçe ve Ouzca iir oku. Söylediin her dille konuabilirsin, çünkü senin her bir kelimenin aslı ebced ve hevvezdir (Damgânî 1375: 129; Cokuner 2002: 349). * eklinde hitapta bulunması, slâmiyet sonrası Türkçe iirle ilgili iaretler vermesi bakımından önemlidir. Çünkü Kutadgu Bilig ’den hemen hemen yarım asır önce söylenilen bu sözler, Gazneliler döneminde Türk iirinin varlıını ispat etmektedir. Ayrıca Menûçihrî’nin burada “Türk iiri” ile “Guz yani Ouz iiri”ni birbirinden ayırt etmesi dikkat çekmektedir. Çünkü “Ouz” Türkçesi ile “Türkçe” yani bugünkü Dou Türkçesinin esası olan Karluk-Basmil Türkçesi arasında daha H. IV-V. asırlarda bir ayrılıın mevcut olduu, Dîvânü Lügati’ttürk’ün bulunmasıyla iyice netlik kazanmıtır. Bu beyitlerden bir de, Gazneli devleti içerisinde yaayan Türkler arasında, Türkçenin o dönemdeki iki lehçesini bilen ve kullananların bulunduunu öreniyoruz (Köprülüzade Mehmed Fuad 1929: 84-85). Yine bu ifadelerden önemli bir devlet adamının, büyük bir âirin beenecei özellikte Türkçe iir söyledii ve bunun tabii bir durum olduu sonucu çıkarılmalıdır. Aynı corafyada ve tarihî seyir içersinde bulunan, Türkçe konuan bilgin ve edipler tarafından daha önceki yıllarda iirler de söylenmi olacaı ve söylendii açıktır (Karaismailolu 1999a: 2). Nitekim Gazneli ordusunda bulunan Türk kabileleri arasında âıkların (saz âirleri) bulunduu (Köprülü 1989: I/160, 247) bilinmektedir. Nitekim Utbî, Gazneli Mahmûd'un askerlerinin Huten melodilerine göre arkı söylediklerini kaydetmektedir (Turan 1998: 401). Köprülü, Menûçihrî’nin mezkur beyitlerde zikrettii Türkçe ve Ouzca iirlerin millî Türk “metrik”ine göre tanzim edilmi olabileceini (1989a: I/338) söyler. Menûçihrî, ayrıca u beytinde “suhan-i Turkî” ifadesiyle Türkçeye atıfta bulunmaktadır: * * * * *   “O turna turnayla Türkçe konuur, Mâzil daında papaan Hintçe konuur” (Damgânî 1375: 69; Cokuner 2002: 314). * Menûçihrî’nin Farsça arkıya karılık olmak üzere “Maveraünnehir arkısı” ifadeleriyle Türkçeye atıfta bulunduu da görülmektedir: * * 143 143 GAZNELLER DÖNEMNDE AHMET KARTAL TÜRK DL   Bir ku pârsî makamında, bir ku Mâverâünnehrî makamında söylüyor (Damgânî 1375: 117; Cokuner 2002: 341). Yukarıda bahsettiimiz hususlar, bize bugün için her ne kadar karanlık da olsa, Türkçenin Gazneliler döneminde de gelierek slâmî Türk edebiyatının olumaya baladıı intibaını vermektedir. Bu husus o dönemlere ait Türkçe metinler bulunduu takdirde daha netlik kazanacaktır. Gazneli Mahmûd’un fethettii topraklarda yetien, kendisine “Türkî-i Hindistânî (Hindistanlı Türk )” diyen ve ran Edebiyatının en büyük dört be simasından biri, Hindistan’da Farsça yazan âirlerin en büyüü olan Hüsrev-i Dihlevî’nin (651/1253-725/1325) u beyitleri, Türkçenin önemi ile yayıldıı yerleri göstermesi bakımından dikkat çekicidir: * * * * * *     Hüner ehli Türkçenin sarf ve nahvi ile inceliklerini (yani kaidelerini) düzenlemilerdir. Bu sebeple Türkçe bazı yerlerde i sahiplerince de muteberdir. Ondan dolayı ordu kumandanları, ehl-i külâh ve beer, Türkçeyi örenmeye heveslidirler. Türkçe, Rumca ve (derî) Farsçayı bilmeyen kimse dünya ilimlerini örenememilerdir. * *   Tuzun Hind’den yayılması gibi, Yimek (Kimek) ve Kıpçak ülkelerinden meydana çıkan, Guz (Ouz) Türklerinden Otuz, Kanklı ve Uygur Türklerinin Türkçesi bütün dünyaya yayıldı. *  Türkçenin öhret bulmasının sebebi, umumiyetle dünyada ahların Türk olmasıdır (Merçil 1978: 190-91). * Bu yazı, "Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili Üzerine Düünceler", (Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri (20-26 Eylül 2004), Ankara, 1685-724 (2004)) isimli bildirinin bir kısmından olumaktadır. * 144 144 * dünyaya yayıldı.  Türkçenin öhret bulmasının sebebi, umumiyetle dünyada ahların Türk olmasıdır (Merçil 1978: 190-91). ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A * Bu yazı, "Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili Üzerine Düünceler", (Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri (20-26 Eylül 2004), Ankara, 1685-724 (2004)) isimli bildirinin bir kısmından olumaktadır. * 144 145 * ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES VE XVI. ASIRDA YAPILAN FARSÇA K TERCÜMES Giri Tezkire, Arapça zikr kökünden türetilmi bir kelimedir. Zikr, anma, hatırlama, sözünü etme anlamlarına geldiine göre tezkire, hatırlamaya vesile olan ey mânâsına gelir (sen 1997a). Türk Edebiyatı’nda, belli bir meslekte tanınmı kiilerle, özellikle âirlerin hayat hikâyelerinden söz edip eserlerinden örnekler veren çalımalara tezkire denmektedir (sen 1997b). Türk Edebiyatı’nda yazılan ilk âirler tezkiresi, Alî îr Nevâî’nin XV. asrın sonlarına doru Semerkand’da Çaatay Türkçesi ile yazdıı Mecâlisü’n-nefâis adlı eserdir. Mecâlisü’n-nefâis, özellikle Herat, Horasan ve Azerbaycan’da yaayan ve çou Farsça iir söyleyen 461 âiri ihtiva etmektedir. Bu eser, XV. asır Çaatay Edebiyatı ve aynı zamanda ran Edebiyatı için önemli bir kaynaktır. Ayrıca kendisinden sonraki tezkireciler üzerindeki etkileri bakımından da dikkat çekici bir eserdir (pekten 1988). Eseri, Fahrî-i Herâtî Ravzatü’s-selâtîn (telifi 950/1543) ve Sâm Mîrzâ Tuhfe-i Sâmî (telifi 957/1550) isimli eserleriyle Farsça, Sâdıkî-i Kitâbdâr ise Mecma’u’l-havâs (telifi 1010/1602 veya önce) adlı eseri ile Türkçe olarak zeyletmilerdir. Ayrıca Mecâlisü’n-nefâis be kii tarafından ayrı ayrı Farsçaya tercüme edilmitir. Bunlar tercüme tarihlerine göre u ekilde sıralanmaktadır: 1. Fahrî-i Heratî tarafından 928/1521 tarihinde Letâ’if-nâme ismiyle Farsçaya tercüme edilmitir (Alî îr Nevâî 1323). 2. Hakîm âh Muhammed bin Mubârek-i Kazvînî tarafından 927-929/1520-1522 tarihinde yapılmıtır (Alî îr Nevâî 1323). 3. eyh-zâde Fâyiz-i Nî-merdânî tarafından 961/1554 tarihinde Bakiyye-i Bakiyye’ismiyle tercüme edilmitir (Taberî 1372). 4. âh Alî bin Abdulali tarafından XI. asrın balarında tercüme edilmitir (Taberî 1372). âh Alî eserine ekledii önsözde, dostlarının istei üzerine Mecâlisü’nnefâis’i Farsçaya tercüme ettiini dile getirmitir (Levend 1968). 5. Mîrzâ Abdulbâkî erîf-i Radavî tarafından XIII. asrın ortalarında tercüme edilmitir (Taberî 1372). * * * * * * 146 146 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Mecâlisü’n-nefâis, Fars Edebiyatı’nda görülen bu etkisinin yanında, Anadolu ’da balayan tezkire yazma geleneine de örnek olmutur. Anadolu sahasında türün ilk örneini Sehî Bey, Het-Behit adlı eseriyle kaleme almıtır. Sehî Bey tezkiresini Herat tezkirelerini, yani Câmî’nin (ö. 1492) Bahâristân’ını (telifi 1487), Devletâh Tezkiresi’ni (telifi 1491-92) ve Alî îr Nevâî’nin (ö. 907/1501) Mecâlisü’n-nefâis’ini (telifi 1498) örnek alarak meydana getirdiini açıkça belirtmitir. Ancak Sehî Tezkiresi gözden geçirildiinde, pek çok eyin özellikle Nevâî’den alındıı kolayca görülmektedir (sen 1997a, 1997b). Bu çalımada, önce Türk Edebiyatı ve Fars Edebiyatı üzerinde büyük etkisi olan Mecâlisü’n-nefâis ile Fahrî-i Herâtî ve Muhammed-i Kazvînî’nin tercümeleri hakkında bilgi verilecek, daha sonra ise bu üç eser karılatırılarak benzerlikleri ve farklılıkları ortaya konulmaya çalıılacaktır. * * Mecâlisü’n-nefâis Mecâlisü’n-nefâis, Alî îr Nevâî tarafından Çaatay Türkçesiyle yazılmı ilk âirler tezkiresidir. Alî îr Nevâî, Türk Edebiyatı’nın en seçkin simalarındandır. Yazdıı Türkçe manzum ve mensur eserlerle Türk Edebiyatı’nda, özellikle Farsça Dîvân’ı ve Mecâlisü’n-nefâis adlı tezkiresiyle de ran Edebiyatı’nda çok üstün bir mevkii vardır. Nevâî, Uygur kabilesine mensup olan Kiçkine Bahi’nin oludur. 844/1441’de Herat’ta domu ve 906/1501’de yine aynı ehirde ölmütür (Ate, 1968; Nevâî’nin hayatı ve eserleri hakkında geni bilgi için bak. Levend 1965; Togan 1964; Kut 1989b). * * * * * Dı Yapısı Çaatay Türkçesi ile Semerkand’da, Hüseyin Baykara adına yazılan Mecâlisü’n-nefâis, Türk Edebiyatı’nda yazılan ilk tezkiredir. Bu tezkirenin telif tarihi hakkında ihtilâf vardır. Agâh Sırrı Levend (Levend 1965) ile Günay Kut (Kut 1989b) kaynak belirtmeden eserin 897/1491-92 tarihinde kaleme alındıını belirtirler. Kanaatimize göre Mecâlisü’n-nefâis’in ikinci meclisinin baında yer alan Türkçe açıklama kısmında geçen: ... ve hâlâ sene sitte ve tis‘în ve semânemi’e târîhide kim bu muhtasar bitiledür... (...ve hâlâ bu özet 896 tarihinde yazılmaktadır...) (Alî îr Nevâî 1961) cümlesinden hareketle tezkirenin telif tarihini Kâtib Çelebi (Kâtib Çelebi trhs.), Browne (Browne 1956), C. A. Storey (Storey 1972), Halûk pekten (pekten 1988), ristay Kuçkartayev (Kuçkartayev 1997) Ali Asgar Hikmet (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]) ve Muhammed-i Mu‘în (Mu’în 1371, c. 5) 896/1490-91 olarak vermektedirler. Oysa yukarıda verdiimiz cümlede geçen “bitil- (: yazıl-)” fiiline eklenen “-e”, imdiki zaman ekidir (Eckmann 1959). imdiki zaman ise bilindii gibi bir iin bittiini deil, hâlâ devam ettiini ve yapılmakta olduunu gösterir. Bu da eserin henüz bitmediini, bilâkis yazılmaya devam ettiini düündürmektedir. Suyima * * 147 147 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL Ganieva 896/1490-91 tarihinin II. meclisin yazılı tarihi olduunu söyledikten sonra, eserin tamamının yazılı tarihi olarak da düünülebileceini, ancak önce tamamlanmı metnin tarihi olduunu, esere son eklinin verilerek oluturulduu halinin tarihi olmadıını belirtir. Tezkirenin tam ve mükemmel olan Viyana, Paris, Leningrad ve Takent nüshalarına sonradan yapılan ilâvelerin118, eserin tekrar gözden geçirilerek oluturulduunu gösterdiini söyler. Suyima Ganieva, bundan hareketle eserin ilk yazılı tarihini 896/1490-91, ikinci defa gözden geçirilerek oluturulmasının ise 903/1498 olduunu ifade eder. Çünkü Bâbürnâme’de Nevâî’nin, iki defa Semerkand’da yönetimde bulunduu, birincisinin 901/1496 yılında kısa bir dönem, ikincisinin ise 903-906/1497-1500 yılları arasında olduu kayıtlıdır. Nevâî’nin Semerkand’da bulunduu tarih ile tezkirenin yazıldıı tarih olan 903/1498 tarihi örtümektedir (Alî îr Nevâî 1961 [Önsöz]). Bu da eserin 903/1498’de son halini aldıını göstermektedir. Eserin telif tarihini, eserin gözden geçirilip çeitli ilâveler yapılarak ikinci defa oluturulan 903/1498’i almak gerektii kanaatindeyiz. Mecâlisü’n-nefâis, bir önsöz ve sekiz tabakadan olumaktadır. Ali îr Nevâî, eserinin her tabakasına meclis ismini vermitir. Tezkirenin önsözünde eserin yazılıı hakkında yeterli bilgi mevcuttur. Bu bölümde Nevâî, âirlerin isimlerinin unutulup yok olmaması için musannifler tarafından çeitli telif eserler oluturulduunu, bunlardan Mollâ Câmî’nin Bahâristân isimli eserini sekiz ravzaya ayırdıını, bir ravzasında âirlerden söz ettiini; Emîr Devletâh’ın Tezkiretü’-u’arâ adlı bir eser yazdıını ve onda âirleri topladıını belirtir. Daha sonra bu konuda baka eserler de kaleme alındıını, ancak bunlarda eski âirlerin yer aldıını ve sıfatlarının belirtildiini, oysa ‘Sultân-ı sâhib-kırân (Hüseyin Baykara)’ zamanında iirin her alanında özellikle gazelde deerli âirler yetitiini, bunların eskilerden aaı olmadıklarını, bundan dolayı isimlerinin ve sözlerinin kaybolmaması için onları toplayarak ötekilere katmak amacıyla bu eseri oluturmaa karar verdiini belirtir. Nevâî, bu kararını ve nedenini aynen öyle anlatmaktadır: “...bu cihetdindür kim alarnıng nâmî atları ve kirâmî sıfâtları zamân sahâyifidin ve devrân safâyihidin mahv bolmasun dip tasnîf ehli te’lîfleride ve te’lîf hayli tasnîfleride fusûl-ârâste ve ebvâb-pîrâste kılupdurlar. Ve öz kitâbetlarıga bu cemâ‘at zikridin zîb birüpdürler. Ol cümledin biri Hazret-i Mahdûmî eyhu’l-islâmî Nûru’ddîn Abdu’r-rahmân Câmî medde zıllu ve irâduhudur...mundak büzürg-vâr-ı ‘âlîmikdâr Bahâristân atlıg kitâbıda kim sikkiz ravza açıpdur ve sikkiz ravza-i cennet alar hacâletidin il közidin ihtifâ perdesiga kaçıpdur. Ve anı sultân-ı sâhib-kırân atı zîveri 118 Meselâ, Birinci ve ikinci Meclise 5; üçüncü ve dördüncü Meclise ise 83 yeni âir ilâve edilmitir. Üçüncü ve dördüncü Meclise eklenen 83 âirin içinde Mehed’li 23 tane genç kabiliyet de vardır. Yapılan bu ilâveler eserin sonuna deil, kabiliyetlerine göre metne yerletirilmilerdir (Alî îr Nevâî 1961 [Önsöz]). 148 148 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN bile müzeyyel ve elkâbı gevheri bile mükellel kılıpdur. Bir ravzasını bu mevzûnnevâlık belâbil ve matbû‘-sadâlık ‘anâdil gülbangidin rek-i nigâr-hâne-i çîn gayret-i firdevs-i berîn kılıpdur. Ve Emîr Devletâh kim Horâsân mülkining asîl mîrzâdeleri arasıda fazl u dâni zîverî bile behre-mend ve fakr u kanâ‘at tâcı bile ser-bülenddür. Hem sultân-ı sâhib-kırân atıga Tezkiretü’-u‘ârâ atlıg kitâb bitipdür. Vâkı‘an besî zahmet tartıpdur ve bu tâyifeni yahı cem‘ kılıpdur. Bu bâbda yana dagı resâ’il ü kütüb bar ammâ barçasıdın burun ötken u‘arâ ve irte kiçken fusahânıng atı mezkûr ve sıfâtı mestûrdur. Ve huceste-zamân ve ferhunde-devrân u‘arâ ve ho-tab‘ları kim Sultân-ı sâhib-kırân yümn-i devletidin ve netîce-i terbiyyetidin i‘rning köprek üslûbıda be-tahsîs tavrıda barçadın dil-âsârak ve neât-efzârakdur terkîb-i selâset ve letâfetin burungılarga yitküredürler. Ve ma‘nî nezâket ve garâbetin olca artı bar becâ kiltüredürler. Atları ol cemâ‘at zümreside bolmakdın mahrûm ve sözleri ol tertîb ü kâ‘ide de nâ-ma‘lûm uçun ikeste-hâtırga ve sınuk göngülge kildi kim bir niçe varak bitilgey. Ve bu ‘asr u‘arâsı bile bu devr zurefâsı atın anda sebt itilgey tâ bu niyâz-mendler hem burungı u‘arâ ekâbiri zeylide mezkûr bolgaylar ve bu peyrevler hem ol rehberler haylıga koulgaylar” (Alî îr Nevâî 1961). Her tabaka baında o tabaka için Türkçe açıklama ve her tabaka sonunda sekizinci tabaka hariç- ise yine Türkçe ‘tetimme’ kısmı bulunmaktadır. Nevâî, tabakaları ve ‘tetimme’leri isimlendirirken balıklarında Türkçe sayıları kullanmayı tercih etmitir. Özellikle her tabaka sonunda yer alan ‘tetimme’lerde, Nevâî’nin son mânâsına gelen yedi farklı kelime kullandıı dikkati çekmektedir. Bu kelimelerden altısı Arapça , biri ise Türkçedir. Bu durum o dönemde kullanılan Türkçenin kelime zenginliini yansıtması bakımından önem arzetmektedir. Bu kullanımlar u ekilde sıralanmaktadır: Mecâlisü’n-nefâyisning Evvelgı Meclisning tmâmı (s. 32-3)119; kinci Meclisning htitâmı (s. 82); Üçünci Meclisning Hatmi (s. 135); Törtünçi Meclisning Âhiri (s. 170); Biinci Meclisning Gâyetî (s. 180); Altıncı Meclisning Nihâyeti (s. 194); Yitinci Meclisning Tükencisi (s. 207). Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’indeki her tabaka u kategori altında toplanmaktadır (Bu tabakalarda yer alan âirler için bak. âirler Listesi): Evvelgı Meclis: Alî îr Nevâî’nin zamanlarının sonuna yetitii, ancak kendilerini tanıma mutluluuna eriemedii âirler. 46 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Emîr Kâsım Envâr, sonuncu âiri Mevlânâ Muhyî’dir. kinci Meclis: Alî îr Nevâî’nin bazılarıyla küçüklüünde tanıtıı, bazılarıyla ise sohbet ettii âirler. Bu âirlerin hepsi eserin yazılmakta olduu tarih olan 896/1490-91 tarihinden önce ölmülerdir. 91 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Mevlânâ erefuddîn Alî-i Yezdî, sonuncu âiri Seyyid Hasan-ı Erdeîr’dir. * * * * 119 Parentez içersindeki sayfa numaraları, Mecâlisü’n-nefâis’in Takent baskısına aittir. Bak. Alî îr Nevâî 1961. 149 149 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES AHMET KARTAL Üçinci Meclis: Alî îr Nevâî’nin zamanında üne kavuan âirlerdir. Nevâî bunların bazılarıyla tanımı, bazılarıyla da dostluk kurmutur. 174 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Mevlânâ Nûreddîn Abdurrahmân-ı Câmî, sonuncu âiri Pehlevân Kâtib’dir. Bu tabaka, Mecâlisü’n-nefâis’in en çok âir ihtiva eden tabakasıdır. Törtünçi Meclis: Dönemin tanınmı fazıl kiilerini (bilginlerini) ihtiva eder. Bunların iirleri mehur deildir, ammâ alardın nazm tarîkıda köp letâyif zâhir bolur ve köp zarâyif ba urar. 73 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Pehlevân Muhammed Ketîgîr, sonuncu âiri Mevlânâ Fasîhuddîn’dir. Biinci Meclis: Horasan ’ın ve baka yerlerin “mîrzâdeleri” ve “sâyir azâdeleri”. 21 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Emîr Devletâh, sonuncu âiri Sâkî’dir. Altınçı Meclis: Horasan ’ın dıındaki yerlerde yaayan ulular. 31 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Ahmed Hâcî Big, sonuncu âiri Seyyid ‘mâd’dır. Yitinçi Meclis: Sultanlar ve ehzadeler. Bunlardan bazıları âirdirler, bazıları da güzel iir okurlar. 22 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Timur-ı Gürgân, sonuncu âiri Sultân Alî Mîrzâ’dır. Sikizinci Meclis: Sekizinci tabakayı sadece Alî îr Nevâî’nin ‘Sultân-ı sâhib-kırân’ diye vasıflandırdıı Hüseyin Baykara tekil etmektedir. Ayrıca bu meclisin sonuna ilâve edilen ‘Halvet’ balıı altında, Mevlânâ Lutfî ve Mevlânâ Kabûlî hakkında da bilgi verilmitir. Mecâlisü’n-nefâis’i oluturan sekiz tabakada daha çok Herat, Horasan ve Azerbaycan’da yaayan toplam 461 âir yer almaktadır. Bunlardan 46 tanesi Türk ve Türkçe iir söyleyen âirlerdir. Nevâî, bu âirler hakkında bilgi verirken bazılarının bizzat ‘Türk’ olduunu, bazılarının da milliyetini söylemeden Türkçe iir dediini belirtmitir. Türkçe iir söyleyen âirlerin bir kısmını ise, ‘Türkîgûy’ diye vasıflandırmıtır. Ancak bu tezkirede zikredilen dier âirlerin içinde Türk asıllı olan baka âirlerin olma ihtimali fazladır. Nitekim eyh Âzerî hakkında bilgi verilirken (Alî îr Nevâî 1961) milliyeti belirtilmemitir. Ancak bu âirin eserde örnek olarak verilen beytinde kendisinin Türk olduunu belirttii görülmektedir. Ahmet Caferolu da, Nevâî’nin bu eserinde, bizzat kendisinin bildii ve tanıdıı üç yüzü akın âirin Türkçe bildiini, ancak Farsça yazmayı tercih ettiklerini belirtmektedir (Caferolu 1984). * * * * * * * * * Muhtevası Alî îr Nevâî, âirler hakkında bilgi verirken, önce âirin ismini verir. âirin isminden sonra verilen bilgiler arasında belirli bir tertip ve düzen olmadıı görülmektedir. Nevâî, âirin ismini zikrettikten sonra bilgi vermeye bazen âirin lakabını, bazen babasının adını, bazen doduu yeri, bazen kimin örencisi olduunu zikrederek, bazen de iirini ve fıtratını deerlendirerek balar. Daha 150 150 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A sonra kimin örencisi olduunu, tarikat ehli ise kimin müridi veya halifesi olduunu, tahsilini, tahsil yapmak için nerelere gittiini, hangi ilimlerde ve sanatlarda mahir olduunu, mesleini yazdıktan sonra âirin kiilii ve iirleri hakkındaki fikirlerini kısaca ekler. Varsa eserlerinin ismini zikreder, bazen beyit sayılarını da belirtir. Bu eserler Türkçe ise, Türk diliyle yazıldıını ifade eder. Zikredilen eserler eer baka bir âirin eserine nazire ise o âirin ismini verir. Tezkirede âirlerin doum tarihlerine rastlanmaz. Yalnız nadiren âirlerin ölüm tarihi ile kimin döneminde yaadıını belirtir. Bazen kaç yıl yaadıını söyledii de görülür. Genellikle âirlerin nerede öldüünü bazen de kabirlerinin nerede olduunu kaydeder. Eer âirin öldüü yer hakkında söyledii bir rivayete dayanıyorsa, onu da açıklar. iirlerinden örneklerle o ahıs hakındaki malumatı bitirir. Nevâî’nin her âirin ekseriyetle bir, bazen iki veya en fazla dört matla‘ını ya da beytini örnek verdii görülür. Sadece Hüseyin Baykara’nın iirlerinin tamamının matla beyitlerini tezkiresine almı ve açıklama getirmitir. Alî îr Nevâî, tezkiresini hazırlarken âirler hakkında uzun uzadıya bilgi vermekten kaçınmı, gereken bilgileri adeta arka arkaya sıralamıtır. Bu bakımdan bilgiler “muhtasar”dır. Sadece söylenmesi gerekenler belirtilmitir. Bazen bir satırla geçitirilmi, bazen de sadece nereli olduu söylenilmekle yetinilmitir. Bu hal daha ziyade üçüncü meclisteki âirler için geçerlidir. * * Üslûbu Alî îr Nevâî, tezkiresinde sade ve fasih bir dil kullanmıtır. Tezkireyi batan baa okuyacak olursak, gerek âirin gerekse iirinin deerlendiriliinde belli kelimeler, terkipler, tabirler ve klielerle karılaırız. Farsça ve Arapça kelime ve terkiplerin yanı sıra Çaatay Türkçesine ait kelimeler de vardır. Bu klie ve tabirleri anlamak ve onlara gerçek anlamlarını vermek âiri anlamak ve deerlendirmek bakımından hayati derecede önemlidir. Alî îr Nevâî, bir âirin iirini deerlendirirken ekseriyetle u kelime ve klieleri kullanmıtır: * * “Yahı söz”, “yahı vâki’ boluptur.”, “hûb vâki’ boluptur.”, yahı kasîde”, “rengîn”, “i’ri yaman irmes”, “yahırak”, “pesendîde”, müstahsen” “nazmı revân ve selîs vâki’ boluptur”, “mesnevisi puhte ve gazelleri revân irdi”, “yahı tasnîfleri bar”, “Gazâliyyât ve kasâyid dîvânı mehûrrak ve yahırak vâki’ boluptur.”... Bir âiri deerlendirirken ise u kelimeler, terkipler, tabirler ve klielerle karılaırız: “Dervî-ve ve nâ-murâd kii irdi”, ho-tab‘”, ho-hulk”, “ho-tavr”, “ho-gûy”, “ho-muhâvere”, “ho-sohbet”, “müselmân ve”, “ûh-tab‘”, “fânî-sıfat”, “bîtekellüf”, mütedeyyin”, “dîlîr”, “îrîn-gûy”, “mesel-gûy”, “gazel-gûy”, “fâzıl kii”, “hezzâl”, “yaman tab‘ı yok”, “asrınıng yegânesi”, “âüfte-dimâg”, “mesnevî-gûy”, 151 151 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL “sebük-ruh”, “latîf”, “sünnî mezheb”, “lâ’übâlî kii”, “âmî”, “abdâl-ve”, “kem bıdâ‘at â‘ir irdi”, “habîs-îve”, “Türkî-gûy”, “sefîh ve bed-zebân”... Zeki Velidi Togan, bu eserin Nevâî’nin çok ince bir münekkit, insan ruhunu anlamak ve insanlara kıymet biçmekte fevkalâde maharet sahibi olduunu gösterdiini dile getirmektedir (Togan 1964). Mecâlisü’n-nefâis, hem Fars Edebiyatı hem de Türk Edebiyatı için önemli bir eserdir. Farsça iir söyleyen âirlerin hayat hikâyelerine bir silsile içersinde yer veren Devlet âh’ın Tezkiretü’-u‘arâ’sı ile Sâm Mîrzâ-yı Safevî’nin Tuhfe-i Sâmî’si arasındaki boluu tamamlaması ve Farsça iir söyleyen Fars asıllı âirleri almasından dolayı Fars Edebiyatı için önemli bir kaynaktır. Eserin Alî îr Nevâî tarafından fasih bir Çaatay Türkçesiyle ‘kâmil’ ve kuvvetli olarak yazılması, eserde zikredilen âirlerin çounun Farsça iir söyleyen Türkler olması ve haklarında önemli bilgiler verilmesi ve Türk Edebiyatı muhakkıkları nezdinde deerli ve kuvvetli beyitlerinden örneklerin yer alması bakımından ise Türk Edebiyatı için önemli bir kaynaktır (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]). Ayrıca Mecâlisü’n-nefâis, kendisinden sonra Anadolu’da meydana gelen tezkireler için de birinci derecede modellik yapan dikkate deer bir eserdir (sen 1997b). Mecâlisü’n-nefâis’in önemli taraflarından bir dieri ise, yer yer Alî îr Nevâî’nin hayatına dair bilgilerin yer almasıdır. Bu bilgileri u ekilde belirtebiliriz: Alî îr Nevâî, henüz altı yaındayken babasıyla Yezd’e gitmi, Mevlânâ erefuddîn Alî-i Yezdî onunla konumutur (s. 34-5)120. Hvâce Evhad-ı Müstevfî’nin sohbetlerine katılmıtır (s. 36). Hvâce Fazlu’llâh Ebû Leysî’den iki yıl ders almıtır (s. 37). Semerkand’da iken ayaı kırılıp yatakta yatan Mevlânâ Ulâ-i âî’yi ziyaret etmi ve onun ismine bir muamma söylemi ve daha sonra oradan ayrılmıtır. Mevlânâ Ulâ-i âî de Alî îr Nevâî’nin adına bir muamma söyleyip bir örencisiyle ona göndermitir (378). eyh Sadruddîn-i Revâsî ile sohbet etmitir (s. 39). Nevâî, Sultân Ebû Sa‘îd Mîrzâ zamanında Mehed’de hastalandıı dönemde eyh Kemâl Türbetî ile karılamı ve onunla sohbet etmitir (s. 45-6). Mevlânâ Muhammed Mu‘ammâyî ile dostluu vardır (s. 53). Mevlânâ Kabûlî, ölümünden bir gün önce öleceini söyleyip kendisinin defin ileriyle Alî îr Nevâî’nin ilgilenmesini vasiyet kılmıtır (s. 60). Mevlânâ Ayazî’yi, Pûl-ı Mâlân’da, üç yıl sonra ise Bâgı Sefîd’de görmü ve konumutur (s. 62-3). Emîr Hasan-ı Erdeîr’in kendisine babası mesabesinde olduunu belirtmektedir121 (s. 81). Hilâlî, Alî îr Nevâî’den ilim okumak istemitir (s. 103). Mevlânâ Dervî-i Mehedî’nin ‘cünûnluk’ ve * * * * * * 120 121 Parentez içersindeki sayfa numaraları, Mecâlisü’n-nefâis’in Takent baskısına aittir. Bak. Alî îr Nevâî, 1961. Alî îr Nevâî, yazdıı bir risâle ile, müridi ve yakın dostu olan Seyyid Hasan-ı Erdeîr’in hayatı, ahvâli ve fikirlerini ustalıkla anlatmıtır. Bak. Eraslan, 1971. 152 152 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN ‘âüftelik’ini görmütür (s. 93). Nevâî, Mevlânâ Mes‘ûd ile sohbet etmitir (s. 103). Pehlevân Muhammed Ketîgîr ile dostluu vardır122 (s. 136). Hüseyin Baykara, Nevâî’ye mansıp mührünü teklif ettiinde, Mevlânâ Burhâneddîn tarih düürmütür (s. 139). Mevlânâ Fasîhuddîn ile sohbet etmitir (s. 170). Hvâce Hord, Nevâî’nin “Vakfiyye”sini tashih etmitir (s. 182). Mevlânâ Yârî’nin iyi bir nakkâ olmasına vesile olmutur (s. 191). Hüseyin Baykara’nın hizmetinde bulunmutur (s. 208). Takent’te 1908 ve 1961123 yıllarında iki defa yayımlanan Mecâlisü’nnefâis, Türkiye’de de 1995 ve 2001124 yıllarında iki defa neredilmitir. Mecâlisü’n-nefâis’in XVI. Asırda Yapılan Farsça iki Tercümesi * Letâif-nâme Letâif-nâme, Mecâlisü’n-nefâis’in Fahrî tarafından Farsçaya yapılmı ilk tercümesidir. Fahrî, Herâtlı’dır. Zühd ve takva sahibi bir kii olup âh Tahmasb’ın kaside âirlerindendir. Îsâ Tarhan adına Cevâhirü’l-acâyib isminde kadın âirleri ihtiva eden baka bir tezkire daha yazmıtır. Bostân-ı Hayâl ve Tuhfetu’l-ceyb adlı iki eseri daha vardır (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]). Mecâlisü’n-nefâis’in Farsçaya tercümesi olan Letâif-nâme hakkında eski kaynaklarda herhangi bir bilgi yoktur. Sadece Tezkire-i lâhî’de “muellif-i Letâif-nâme-i Fahrî (Letâif-nâme-i Fahrî’nin müellifi)” ibaresi geçmektedir (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]). Bu ibareden ise sadece Fahrî’nin Letâif-nâme isminde bir eseri olduu anlaılmakta, muhtevasının ne olduu ise belirtilmemektedir. Fahrî hakkında bilgi veren emseddîn Sâmî ise bu eserden bahsetmemektedir (Sâmî 1996, c. 5). Ancak emseddîn Sâmî, Emîrî ile Fahrî’yi karıtırmı, Fahrî’nin Bostân-ı Hayâl ile Letâif-nâme isimli eserlerini Emîrî’ye nisbet etmitir. Yine burada sehven Emîrî’nin Mecâlisü’n-nefâis’i, Mecâlisü’nnefâis ismiyle Çaatay Türkçesinden Farsçaya tercüme ettiini belirtmitir (Sâmî 1996, c. 2). 122 123 124 Alî îr Nevâî yazdıı bir risâle ile, üstadı ve yakın dostu olan ve devrinin önde gelen edebiyatçı, bestekâr, tabib ve sofisi Pehlevân Muhammed’i, bütün yönleriyle ustalıkla tanıtmıtır. Bak. Eraslan, 1980. Alî îr Nevâî, Mecâlisü’n-nefâis, (Tayörlovçi: Suyima Ganieva – Mesul Muharrir: Vohid Zohidov), Özbekistan SSR Fahlar Akademisi, Takent 1961. Alî îr Nevâyî , Mecâlisü’n-nefâyis, (Hazırlayanlar: Hüseyin Ayan – Kemal Yavuz-Efrasiyap Gemalmaz-Recep Toparlı-Gönül Ayan -Yavuz Akpınar), Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Yayını No: 2, Aratırma Serisi No: 2, Erzurum 1995. Alî-îr Nevâyî, Mecâlisü’n-nefâyis I (Giri ve Metin), II (Çeviri ve Notlar), (Hzr. Kemal Eraslan), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2001. * * 153 153 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL Fahrî-i Herâtî, Mecâlisü’n-nefâis’in Farsçaya ilk tercümesi olan eserine, Letâif-nâme ismini verdiini, eserinin mukaddimesinde belirtmektedir (Alî îr Nevâî 1323). Letâif-nâme, bir önsöz ve dokuz tabaka ile hâtimeden olumaktadır. Fahrî-i Herâtî, eserinin her tabakasına meclis ismini vermitir. Tezkirenin önsözünde eserin yazılıı hakkında yeterli bilgi mevcuttur. Bu bölümde Heratî, Türkçe bilmeyen bazı büyük kimselerin, Türkçenin letafetinden ve güzelliinden haberdar olmamaları sebebiyle üzüldüünü dile getirdikten sonra, Türkçenin güzellii üzerindeki perdeyi kaldırmayı uygun gördüünü ve bu eserini oluturduunu kaydetmektedir (Alî îr Nevâî 1323). Fahrî-i Herâtî, bu eserini Ebu’l-muzaffer âh smâ’îl bin Haydar, âh smâ’îl’in olu Ebu’n-nasr Mîrzâ ve Horasan emiri Durmu Han adına 928/1521 tarihinde yazmı, Horasan veziri Hvâce Habîbullâh’a takdim etmitir (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]). Fahrî-i Herâtî’nin Letâif-nâme’sindeki her tabaka u kategori altında toplanmaktadır (Bu tabakalarda yer alan âirler için bak. âirler Listesi): Meclis-i Evvel: [Alî îr Nevâî’nin] zamanlarının sonuna yetitii, ancak kendilerini tanıma mutluluuna eriemedii âirler. 42 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Emîr Kâsım Envâr, sonuncu âiri Emîr âhî’dir. Meclis-i Devvum: [Alî îr Nevâî’nin] bazılarıyla küçüklüünde tanıtıı, bazılarıyla ise sohbet ettii âirler. Bu âirlerin hepsi eserin yazılmaya balandıı tarih olan 890/1485 tarihinden önce ölmülerdir. 89 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Mevlânâ erefuddîn Alî-i Yezdî, sonuncu âiri Emîr Hüseyn-i Erdeîr’dir. Meclis-i Sevvum: [Alî îr Nevâî’nin] zamanındaki büyük kiiler. [Nevâî] bunların bazılarıyla tanımı, bazılarıyla da dostluk kurmutur. 138 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Mevlânâ Nûreddîn Abdurrahmân-ı Câmî, sonuncu âiri Mevlânâ Zâtî’dir. Meclis-i Çihârum: Dönemin tanınmı fâzıl kiilerini ihtiva eder. Bunların iirleri mehur deildir. 52 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Pehlevân Muhammed Ketîgîr, sonuncu âiri Hvâce Fasîhuddîn’dir. Meclis-i Pencum: Horasan ’ın ve baka yerlerin “mîrzâdeleri” ve “sâyir azâdeleri”. 19 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Emîr Devletâh, sonuncu âiri Sâkî’dir. Meclis-i eum: Horasan ’ın dıındaki yerlerde yaayan ulular. Bunların iirleri güzel olup divanları vardır. 28 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Emîr Ahmed Hâcî Big, sonuncu âiri Seyyid ‘mâd’dır. Meclis-i Heftum: Sultânlar ve ehzâdeler. Bunlardan bazıları güzel iir okurlar, bazıları da iire iltifat ederler. 16 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Timur-ı Gürgân, sonuncu âiri Ferîdûn Hüseyn Mîrzâ’dır. Meclis-i Hetum: Sekizinci tabakayı sadece Hüseyin Baykara tekil etmektedir. Meclis-i Nohum: Bu tabakada Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’inde * * * * * * 154 154 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN zikretmedii âirlere yer verilmitir. Heratî, bu tabakayı dokuz ‘kısm’a ayırmıtır: Kısm-ı Evvel: Bu bölümde sadece Alî îr Nevâî’ye yer verilmitir. Kısm-ı Devvum: Sâdât-ı izâm. 13 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri Mîr Abdülbâkî, sonuncu âiri Mîr Hâim’dir. Kısm-ı Sevvum: slâm âlimleri. 26 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri Mevlânâ Nizâmüddîn, sonuncu âiri Mollâ Alî Feyzî’dir. Kısm-ı Çihârum: Fâzıl kimseler. 8 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri Mollâ Hasan Alî, sonuncu âiri Hâfız Penâhî’dir. Kısm-ı Pencum: Sanatkârlar. 9 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri Mollâ Sultân Muhammed Handân, sonuncu âiri Mollâ Emânü’llâh’tır. Kısm-ı eum: Dier kimseler. 118 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri Mollâ Abdussamed, sonuncu âiri Mollâ Kâsım Gamze’dir. Kısm-ı Heftum: Vezirler. 3 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri Hvâce Mîrek, sonuncu âiri Mîrzâ Kâsım’dır. Kısm-ı Hetum: Emirler. 10 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri Mîrzâ Mukîm Keyhüsrevî, sonuncu âiri Emîr Sultân Velî’dir. Kısm-ı Nohum: Sultanlar. 7 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri Sultân Mahmûd Mîrzâ, sonuncu âiri Hümâyûn Mîrzâ’dır. Herâtî, eserinin ‘Hâtime’ kısmını Mîrzâ âh Hüseyin adına ayırmı ve onun ismiyle eserini tamamlamıtır. Ali Asgar Hikmet, Herâtî’nin tercümesinin üslûbunun Kazvînî’ninkine nazaran daha fasih ve akıcı olduunu kaydeder (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]). * * Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi Mecâlisü’n-nefâis, Farsçaya ikinci olarak Muhammed-i Kazvînî tarafından tercüme yapılmıtır. Muhammed-i Kazvînî, Acem olup Kazvin’de dodu. Celâleddîn Devvânî’den dersler aldı. Özellikle tıp alanında mehur oldu. Medine’ye gitti. Burada yazdıı tıpla ilgili bir kitabı Sultân II. Bâyezîd’e gönderdi. Mısır’a gitti ve orada Kansugavri hizmetinde bulundu. Sultân II. Bâyezîd’in nikris hastalıını tedavi için daveti üzerine stanbul’a geldi. Sarayda büyük itibar gördü. Bunu çekemeyenlerin, “Sultân Selîm ile ittifak etmitir.” diye nifak etmeleri üzerine itibarını kaybetti, ancak Yavuz Sultân Selîm devrinde yeniden himaye gördü. Onun ölümünden hemen sonra vefat etti (Kartal 1999a; Kurnaz 1999). Kazvînî’nin tercümesi hakkında eski kaynaklarda fazla bir malumat yoktur. Kâtib Çelebi, Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis’i Türkçeye tercüme ettiini ve ondan sonra gelen âirleri ise eserine eklediini kaydetmektedir (Kâtib Çelebi trhs.). Oysa Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâis’i Türkçeye deil Farsçaya tercüme etmitir. Burada tahminimize göre istinsah hatası bulunmaktadır. Mecdî ise, 155 155 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL Kazvînî’nin Alî îr Nevâî zamanından sonra, Acem diyarından Anadolu ’ya gelen âirleri bir araya getirip baka bir tezkire yazdıını kaydetmektedir (Mecdî 1989). Tahminimize göre bahsedilen bu tezkire Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi’dir. Çünkü Kazvînî, bu tercümesinde yer yer Anadolu’ya gelen âirlerden de bahsetmi ve bizzat Anadolu’ya geldiklerini kaydetmitir. Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi, bir önsöz ve sekiz tabakadan olumaktadır. Kazvînî, eserinin her tabakasına bihit ismini vermitir. Tezkirenin önsözünde eserin yazılıı hakkında yeterli bilgi mevcuttur. Kazvînî, eserinin mukaddimesinde, bu eserinin Hüseyin Baykara’nın yaadıı dönemdeki fâzıl âirlerden kemal erbabının hallerini içeren Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis isimli tezkiresinin tercümesi olduunu belirtir. Bunun ardından Mecâlisü’nnefâis’te yer alan iirlerin ekserisinin Farsça olmasına ramen zikredilen âirlerin hallerinin Tatar Türkçesi ile yazıldıını, oysa herkesin Tatar Türkçesi bilmediini, bunun için bazı kimselerin bu eserden büyük hazzı ve yeterli nasibi olmadıını, bundan dolayı onun tercümesini Farsça yaptıını ifade eder. Daha sonra Farsların da ondan haz alıp nasiplenmesini salamak ve iirler ile âirlerin hallerinin aynı dilde olması için Farsçaya tercüme ettiini söyler. Böylece kendisine hayır duada bulunulacaını umduunu da dile getirir (Alî îr Nevâî 1323). Kazvînî, eserini stanbul’da 927/1521’de yazmaya balamı, 929/1523’te tamamlamıtır. Nitekim eserine 927/1521 yılında baladıını eserinin mukaddimesi ile ekledii kısımlarda mükerrer olarak belirtmitir (bak. s. 182, 289, 297). Eser, 928/1522 yılında ise, yazılmaya devam edilmektedir (bak. s. 359). Eserin 929/1523 yılında tamamlandıını eserinin sonunda yazdıı tarih beytiyle belirtmitir (bak. s. 409). * * Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi’ndeki her tabaka u kategori altında toplanmaktadır (Bu tabakalarda yer alan âirler için bak. âirler Listesi): Bihit-i Evvel: Alî îr Nevâî’nin sohbetlerine eriemedii âirler. 40 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Emîr Kâsım Envâr, sonuncu âiri Emîr âhî’dir. Bihit-i Devvum: Alî îr Nevâî’nin bazılarıyla küçüklüünde tanıtıı, bazılarıyla ise sohbet ettii âirler. 89 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Mevlânâ erefuddîn Ali, sonuncu âiri Seyyid Hasan-ı Erdeîr’dir. Bihit-i Sevvum: Alî îr Nevâî’nin zamanındaki büyük kiiler. Nevâî, bunlarla sohbet etmitir. Ayrıca onların tavırları ile tarzlarını da beenmektedir. 122 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Mevlânâ Nûreddîn Abdurrahmân-ı Câmî, sonuncu âiri Pehlevân Kâtib’dir. Bihit-i Çihârum: Dönemin iir de söyleyen tanınmı fâzıl kiilerini ihtiva eder. Bunların iirleri mehur deildir. 52 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Pehlevân Muhammed, sonuncu âiri Hvâce Fasîhuddîn’dir. Bihit-i Pencum: Horasan ’ın “emîrzâdeleri”. 18 kiiden olumaktadır. * * * 156 156 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Tabakanın birinci âiri Emîr Devletâh bin Fîrûz âh, sonuncu âiri Melik Sâkî Big’dir. Bihit-i eum: Horasan dıındaki yerlerde yaayan ve iirleri Horasan’a ulaan ulular. Bunların iirleri Horasan halkı tarafından beenilmektedir. 69 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Ahmed Hâcî Big, sonuncu âiri Seyyid ‘mâduddîn’dir. Bihit-i Heftum: Sultânlar ve ehzâdeler. Bunlardan bazıları güzel iir okurlar, bazıları da güzel iir söylerler. 10 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Sultân Timur Hân, sonuncu âiri Sultân Hüseyn Mîrzâ’dır. Bihit-i Hetum: Kazvînî, sekizinci tabakayı iki ravzaya ayırmıtır: Ravza-i Evvel: Yavuz Sultân Selîm Han’dan önce yaayan âirler. 69 kiiden olumaktadır. Ravza’nın birinci âiri eyh Ebû Sa‘îd Fazl bn Ebi’l-hayr, sonuncu âiri Mîr Alî îr’dir. Ravza-i Devvum: Yavuz Sultân Selîm Han ve O’nun dönemindeki dier âirler. 82 kiiden olumaktadır. Ravza’nın ilk âiri Sultân Selîm âh, sonuncu âiri Emînî’dir. Kazvînî, sekizinci tabakanın birinci ravzasını yazarken bazı âirleri, Câmî’nin Bahâristân isimli eserinin yedinci ravzasında geçen âirlerden almıtır. Bu âirleri yazarken Bahâristân’daki sıraya uymamı, ekseriyetle takdim-tehir suretinde almı, bazı âirleri ise çıkarıp eserine dahil etmemitir. âirlerin hayatıyla ilgili kısımları alırken bazen ufak tasarruflarda bulunmu, iirlere ise aynen yer vermitir. Kazvînî’nin Bahâristân’dan eserine aldıı âirler unlardır: 125 Hakîm Erzakî Efdaluddîn-i Herevî [Ezrakî-i Herevî] (s. 325-6, 95-6)126, Hakanî [Efdaluddîn Hakanî-i îrvânî] (s. 331-3, 101-2), Fahr-i Gürgânî [Fahr-i Cürcânî] (s. 333, 102), Hvâcû Kirmân (s. 333, 106-7), Dakîkî (s. 334-5, 91-2), Ammâre-i Mervîzî [Ammâre] (s. 335, 92), Rûdekî (s. 336-7, 90-1), eyh Sa‘dî Muslihuddîn bin erefuddîn-i îrâzî [eyh Sa‘dî-i îrâzî] (s. 337-8, 105), Zahîruddîn-i Fâryâbî (339-1, 102-3), Unsurî (s. 341-2, 92-3), Abdulvâsi‘-i Cebelî (s. 342-3, 97), Firdevsî (s. 343-5, 93-5), Ferruhî (s. 345-6, 93), Emîr Mu‘izzî (s. 346-7, 96), Sâbir [Edîb Sâbir] (s. 347-8, 97), Nâsır-ı Hüsrev (s. 3489, 95), Reîdüddîn Vatvât (s. 349, 99), Sûzenî (s. 351-2, 99-100), eyh Nizâmî [Nizâmî] (s. 352-3, 103-4), Selmân-ı Sâvecî (s. 353-4, 104), Muhammed ‘Assâr (s. 354, 105), Hâfız-ı îrâzî (s. 354-5, 105), eyh Kemâl-i Hucendî [Kemâl smâîl] (s. 355-6, 105-6), Hüsrev-i Dihlevî (s. 356-7, 106), Hasan-ı Dihlevî (s. 357, 106), Mîr Alî îr [Mîr Nevâyî] (s. 357-8, 108-9). * * 125 126 Köeli parentez içindeki isim Bahâristân’da geçen eklini göstermektedir. Parentez içersindeki sayfa numaralarının birincisi Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi’ne (bak. Alî îr Nevâî 1323), ikincisi ise Câmî’nin Bahâristân’ına (bak. Câmî 1371) aittir. 157 157 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES AHMET KARTAL Sekizinci tabakanın ikinci ravzası ise, bu eserin en önemli bölümüdür. Çünkü bu bölüm, sadece bu kitaba özel bedii konuları ve mergup malumatları ihtiva etmektedir. Ayrıca bu bölümde, dier tezkirelerde bulunmayan nadir konular da yer almaktadır. Bu durum, burada tanıtılan kiilerin müellif ile muasır olmalarından kaynaklanmaktadır (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]). Kazvînî’nin eserinin üslûbunda Herâtî’nin tercümesindeki fesahat ve akıcılık yoktur. Kazvînî, bulunduu muhitin tesiriyle, eserinde kaba secilere ve külfetli cinaslara yer vermitir. Buna ramen sade ve akıcı olan eserde, kapalı terkipler ile alıılmamı sözlere de rastlanılmaktadır (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]). Mecâlisü’n-nefâis ile Herâtî ve Kazvînî’nin Tercümelerinin Karılatırılması Mecâlisü’n-nefâis’in Letâif-nâme ile Karılatırılması Fahrî-i Herâtî’nin, Letâif-nâme ismini verdii tercümesi, bir ‘mukaddime’ ve dokuz ‘tabaka’ ile ‘hâtime’den olumaktadır. Fahrî-i Herâtî, Nevâî gibi eserinin her tabakasına meclis ismini vermi, tabakaları isimlendirirken Farsça sayıları kullanmayı tercih etmitir. Ayrıca eserine ‘dokuzuncu meclis’ ile ‘hâtime’ bölümünü ilâve etmitir. Herâtî, ‘dokuzuncu meclis’i eklemesinin sebebini eserinin mukaddimesinde, Türklerin âdetince hediyelerin dokuz sayısıyla mehur olduunu, Mecâlisü’n-nefâis’in sekiz meclis ile olutuu için ne olabileceini yani sekizi dokuza çıkarmak için ne yapmak gerektiini çokça düündükten sonra, Alî îr Nevâî’yi âirler zümresine gösterdii son derece iltifat ve yardımdan dolayı ayrı bir bölümde deerlendirmeyi, bu zamanda nazmı mânâ süsüyle süslemi olan âirler zümresini ise onun arkasından anlatmayı uygun gördüünü, böylece sekizi dokuza çıkardıını ifade ederek açıklamıtır (Alî îr Nevâî 1323). Herâtî, Nevâî’nin her tabaka baında o tabaka için getirdii Türkçe açıklamayı Farsça olarak vermi, her tabaka sonunda yer alan Türkçe ‘tetimme’leri ise çıkartmıtır. Herâtî, eserini olutururken, Nevâî’nin eserine yazmı olduu ‘mukaddime’yi tercüme etmemi, kendisi yeni bir ‘mukaddime’ yazmıtır. Herâtî, ‘meclis’ ismini verdii tabakaları olutururken Nevâî’deki tertibe sadık kalmı ve ondaki düzene göre tercüme etmitir. Nevâî’den tercüme ettii tabakalarda, bazen bir kısım âirleri çıkarmı bazen de yeni âirler eklemitir (Bak. âirler Listesi). Mecâlisü’n-nefâis’te yer alan tabakalarda geçen âirleri eserine alırken, çounlukla tabakada geçtii sıraya uygun, bazen de takdim-tehir ederek almıtır (Bak. âirler Listesi). Herâtî, Mecâlisü’n-nefâis’te geçen âirlerin bir kısmının isimlerini eserinde deiik olarak vermi, bir kısmının ise isimlerini zikretmemitir (Bak. âirler Listesi). Herâtî, eserine aldıı âirler hakkında bilgi verirken, ekseriyetle Nevâî’ye sadık kalmı, O’nun * * 158 158 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN üslûbunu korumaya gayret göstermitir. Bunun yanında bazen âirin hayatı hakkında Nevâî’de olmayan bazı bilgiler ilâve etmi, bazen Nevâî’nin verdii bazı bilgileri çıkartmı, bazen de çeitli latifeler eklemitir. Nevâî, tezkiresine aldıı âirlerin ekseriyetle tek beytini veya matlaını örnek olarak almıtır. Herâtî, bazen Nevâî gibi davranmı, bazen yeni beyit veya matla’ eklemi, bazen de bir gazel örnek olarak vermitir. Herâtî, Türkçe beyit de eklemitir. Meselâ Herâtî, Nergisî’nin Nevâî’nin zikretmedii Türkçe bir matlaını eserine ilâve etmitir (s. 66). Ayrıca Nevâî’den farklı olarak bazı âirlerin ölüm tarihlerini de belirtmitir. Herâtî, eserinin sonuna Nevâî’de bulunmayan ‘hâtime’ eklemitir. Herâtî, eserinin ‘hâtime’ kısmını Mîrzâ âh Hüseyin adına ayırmı ve onun ismiyle eserini tamamlamıtır. Herâtî, Nevâî’nin bir âir hakkında verdii bilgi veya yargıyı bazen reddetmi bazen de kabul edip desteklemitir. Meselâ, Nevâî, Mevlânâ Süleymânî hakkında bilgi verirken örnek verdii iki beytin Mevlânâ Hakîm Tabîb’in ei Mihrî’nin olduunu, ancak iyi kiilerden bunların Süleymânî’ye ait olduunu iittiini kaydeder (s. 26-7). Herâtî, Nevâî’nin söylediklerini kaydettikten sonra, bu durumu tahkik ettiini ve beyitlerin Mihrî’ye ait olduu belirtir ve gazelin tamamını verir (s. 21). Nevâî, Mevlânâ Dervî’in ‘sefih’ ve ‘bed-zebân’ olduunu belirttikten sonra onun cünunluk ve aüfteliini gördüünü kaydeder (s. 93). Herâtî ise, Nevâî’nin Mevlânâ Dervî’in ‘sefâhet’ ve ‘bed-zeban’lıı hususunda çok ey söylediini, ancak insanların onun u derviçe söylenmi matlaı ile bunlardan muaf tuttuunu ifade eder (s. 63). Herâtî, Nevâî’nin Mollâ Yârî hakkında çok efkat gösterdiini (s. 191), bundan dolayı hata ettiini belirttikten sonra, padiah ve emirlerin mühürlerini taklit edip kötü emellerine nian yazdıını, bu durum anlaılınca yaptıının cezasını bulduunu ifade eder (s. 121). Nevâî’nin “Âh kim köyündürdi dâg-ı intizârım kiçeler” eklinde verdii, Harîmî-i Kalender’in beytinin ikinci mısraının (s. 57), Herâtî, “Âh kim köyündürdi dâg-ı hicr-i yârım kiçeler” eklinde olursa daha iyi ve güzel olacaını dile getirmitir (s. 41). Mecâlisü’n-nefâis’te 461 âir yer alırken, Letâif-nâme’de bu sayının 574 olduu görülmektedir. Bu da Letâif-nâme’nin Mecâlisü’n-nefâis’ten daha geni olduunu ve birçok âirin ilâve edildiini göstermektedir. Herâtî, Mecâlisü’nnefâis’ten tercüme ettii 8 meclisten 76 âiri çıkartmı, kendisi 2 yeni âir eklemitir. lâve ettii dokuzuncu mecliste ise Mecâlisü’n-nefâis’te olmayan 189 âire yer vermitir. Mecâlisü’n-nefâis’te yer alan âirlerden 46 tanesinin ya bizzat Türk olduu belirtilmi ya da Türkçe iir söyledii kaydedilmitir (Bak. âirler Listesi). Herâtî bu âirlerin 5’ini çıkartmı, 41’ini ise eserine alıp tercüme etmitir (Bak. âirler Listesi). Ayrıca eserine ekledii ‘dokuzuncu meclis’te bunların dıında 12 Türk olan veya Türkçe iir söyleyen âire de yer vermitir. Bunlar unlardır: Alî îr Nevâyî : Emîr Kiçkine’nin oludur. Hüseyin Baykara ile örenim görmütür. Türkçe iir söylemede onun gibi baka birisi yoktur. Onu, * * * * * 159 159 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL Abdurrahmân-ı Câmî ile e tutarlar. Manzum ve mensur ondört tane Türkçe eseri vardır. Ayrıca O’nun dördü Türkçe biri Farsça olmak üzere gazellerinden oluan be Divanı vardır. Türkçe Dîvânlarından birincisi Garâyibu’s-sıgar, ikincisi Nevâdirü’-ebâb, üçüncüsü Bedâyi’u’l-vasat, dördüncüsü ise Fevâyidü’l-kiber ismini taımaktadır. Farsça Divanı altı bin beyittir. Onun Farsça beyitlerini ezberlememi Türk ve Acem’den hiç kimse yoktur (s. 133-6). Mollâ Mîr Alî: Heratlı’dır. Kâtib zümresindendir. Kendi iirini okumadan önce tarif edermi. Türkçe ve Farsça iir söylemede yetenei iyidir (s. 148-9). Mollâ retî: Halebî-i Tanburçı’nın oludur. Türkçe iir söylemede yetenei kötü deildir (s. 164). Mollâ Cârûbî: Türk olup Belhli’dir. Divane, kumarbaz ve itibarsız biridir (s. 166). âh Muhammed Kurçî: Güzel ve ho Türkçe ve Farsça iir söyler (s. 167). Mollâ Mahremî Mîr ikâr: Türktür. Arzu ve isteine kavuamamı biridir (s. 169). Mîrzâ Kâsım: Mîrzâ Bedîuzzamân’ın veziri Hvâce Mîrekî’nin oludur. Türkçe ve Farsça iir söylemede, muammada, inada ve güzel yazı yazmada Horasan ’ın yeni yetien kabiliyetli gençlerindendir (s. 170). Mogol Abdulvehhâb: Tekellüfsüz ve iyi yaratılılı bir gençtir. Güzel ve ho Türkçe ve Farsça iir söyler (s. 171). Emîr Rüstem Alî: Emîr Kâsım Alî’nin oludur. Horasan ’ın salahiyeti az olan emirzadelerindendir (s. 171). Sultân Mes‘ûd Mîrzâ: Sultân Mahmûd Mîrzâ’nın oludur. Türkçe ve Farsça Divan tertip etmitir. Türkçe iirlerinde âhî, Farsça iirlerinde ise Ârifî mahlasını kullanmıtır (s. 173). Zahîruddîn Muhammed Bâbür Pâdiâh: Ömer eyh Mîrzâ’nın oludur. Bütün ilimleri iyi bilen Zahîruddîn özellikle mûsikîde baarılıdır. Farsça ve Türkçe iirleri ho ve güzeldir (s. 174). Ubeydullâh Han: Sultân Mahmûd ’un olu, eybânî Han’ın ise erkek kardeinin oludur. Tertip ettii meclislerde halk, köle ve âirler hazır bulunurmu. Türkçe ve Farsça iir söylemede yetenei iyidir (s. 174). * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * Mecâlisü’n-nefâis’in Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi ile Karılatırılması Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi ise, Nevâî’nin eseri gibi bir ‘mukaddime’ ve sekiz tabakadan olumaktadır. Kazvînî, eserinin her tabakasına Nevâî’den farklı olarak bihit ismini vermi, tabakaları isimlendirirken ise, Farsça sayıları tercih etmitir. Kazvînî, Nevâî’nin her tabaka baında o tabaka için getirdii Türkçe açıklamayı Farsça vermi, her tabaka sonunda yer alan Türkçe ‘tetimme’leri ise çıkartmıtır. Kazvînî, Nevâî’de geçen ‘sekizinci meclisi’ çıkartmı, onda geçen Hüseyin Baykara’yı ‘yedinci bihit’in sonuna * * 160 160 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A kısaltarak ve Türkçe beyitlerini tamamen kaldırarak ilâve etmitir. Kazvînî, Nevâî’nin bu bölümde ‘Halvet’ balıı altında verdii Mevlânâ Lutfî ve Mevlânâ Kabûlî’yi ise çıkartmı ve eserine almamıtır. Kazvînî, tercümesinde yer alan ‘sekizinci bihit’i kendisi ilâve etmitir. Bu bölümü, iki ‘ravza’ya ayırmı, ‘birinci ravza’da Yavuz Sultân Selîm Han’dan önce yaayan âirlere, ‘ikinci ravza’da ise, Yavuz Sultân Selîm Han ve O’nun döneminde yer alan dier âirlere yer vermitir. Kazvînî, eserini olutururken, Nevâî’nin eserine yazmı olduu ‘mukaddime’yi tercüme etmemi, kendisi yeni bir ‘mukaddime’ yazmıtır. ‘Bihit’ ismini verdii tabakaları olutururken Nevâî’deki tertibe sadık kalmıtır. Nevâî’den tercüme ettii tabakalarda, bazen bazı âirleri çıkarmı bazen de yeni âirler eklemitir. Meselâ, ‘bihit-i eum’a Akkoyunlu Hükümdarı Sultân Yakup zamanında yaayan 40 âir eklemitir (Bak. âirler Listesi). Nevâî’de geçen âirleri eserine alırken ekseriyetle ondaki tertibe uymu, bazen takdim-tehir ederek almıtır (Bak. âirler Listesi). Aynı âir olmasına ramen bazen isimlerini Nevâî’den farklı vermitir (Bak. âirler Listesi). âirler hakkında bilgi verirken çeitli tasarruflarda bulunmu, bazen âirin hayatı hakkında Nevâî’de olmayan bilgiler ilâve etmi, bazen de onun verdii bilgileri kısaltmıtır. Kazvînî, bazen Nevâî’de olmayan bazı âirlerle ilgili latifeler de anlatmıtır. Ayrıca Nevâî, âirin ekseriyetle tek beytini veya matlaını verirken Kazvînî bazen tam bir gazelini veya kasidesini örnek olarak almıtır. Ayrıca Nevâî’den farklı olarak bazı âirlerin ölüm tarihlerini de yazmıtır. Kazvînî, Nevâî’nin bir âir hakkında verdii bilgi veya yargıyı bazen reddetmi bazen de kabul edip desteklemitir. Mesela, Nevâî, Mevlânâ ehîdî’nin ‘aüfte’ ve ‘dîvâne’ kii gibi göründüünü ancak bunun sahte olduunu söyler (s. 190). Kazvînî ise, Mevlânâ ehîdî ile çok sohbet ettiini ve onun divaneliine hiç ahit olmadıını kaydeder (s. 296-7). Nevâî, Mevlânâ Mîrekî’nin ‘ham-tab‘rak’ olduunu söyler (s. 192). Kazvînî ise, her ne kadar Nevâî’nin onun ‘ham’ olduunu söylese de eserinde örnek verdii beytin onun ‘puhte’ olduunu gösterdiini ifade eder (s. 299). Mecâlisü’n-nefâis’te 461 âir yer alırken, Kazvînî’nin tercümesinde 549 kii geçmektedir. Bu da Kazvînî’nin eserine birçok ilâveler yaptıını göstermektedir. Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâis’ten tercüme ettii 8 meclisten 105 âiri çıkartmı, kendisi 47 yeni âir eklemitir. lâve ettii ‘sekizinci bihit’te ise Mecâlisü’nnefâis’te olmayan 152 âire yer vermitir. Mecâlisü’n-nefâis’te yer alan âirlerden 46 tanesi ya bizzat Türk olduu belirtilmi ya da Türkçe iir söyledii kaydedilmitir (Bak. âirler Listesi). Kazvînî bu âirlerin 13’ünü çıkartmı, 33’ünü ise eserine alıp tercüme etmitir (Bak. âirler Listesi). Kazvînî, Nevâî’nin eserinde zikrettii âirlerden Anadolu ’ya gelenleri belirtmitir. Ayrıca eserine ekledii ‘sekizinci bihit’te de Türkistanlı Türk âirler, Anadolulu âirler ile Anadolu’ya Türkistan ve ran ’dan gelen âirlere de yer vermitir. Bu âirler metinde geçi sırasına göre unlardır: * * * * * * * 161 161 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL Mecâlisü’n-nefâis’te Geçip de Anadolu ’ya Geldii Bildirilen âirler * Mevlânâ Sâyil127: Cüveynli’dir. Dervi olup az konuan biridir. iir ve telifatı çoktur. Kazvînî, Anadolu ’da olduunu, kâtipler zümresi arasında yer aldıını ve sultanın kitabet ulufesi ile geçimini saladıını kaydetmektedir. Zamanının çounu kendi iirleri ile eserlerini yazarak geçirmitir. Bostân ve Gülistân’a cevap yazmıtır. Hiciv de söylemitir. Ömrünü oruç tutarak geçirmi, hayvan eti yememitir. iir söylemeye her zaman hazır ve amadedir (s. 241). Mâyilî: Mecnûn tabiatlı, ancak iyi biridir. Kazvînî, Yavuz Sultân Selîm döneminde Anadolu ’da bulunduunu kaydetmektedir. Burada frengi hastalıına yakalanmıtır. Kazvînî, Hz. Ali ve ailesine muhabbetinin yok olduunun söylendiini, eer bu doru ise iyi bir kii olmadıını belirtir (s. 248). Seyyid Hüseyn-i Bâverdî: lim tahsil etmek için Herat’a gitti. Tahsilini tamamladıktan sonra Mîrzâ Kiçik’in refekatında Mekke’ye gidip Mekke-i Mükerreme’yi, Mezâr-ı Halîl’i ve dier kutsal mezarları ziyaret etti. Irak , Fars ve Anadolu ’da bulundu. Oraların mehur âlimleri, bilginleri ve evliyaları ile sohbet etti ve onlarla yaptıı bu sohbetlerden faydalandı. Ancak kendisine haset eden kimselerin kınamasına maruz kaldı ve onların ‘dîvâne’ suçlaması ile karılatı (s. 273). Mevlânâ Sâ’ilî128: Kur’ludur. Hızlı yazı yazan bir gençtir. Her an iir söylemeye hazır ve amadedir. Dâima oruç tutar. Hayvan eti yemez, sadece sultanın ulufesini yerdi. Gülistân’a nazire olarak bir eser yazmıtır. Ancak ondan baka kimse o eseri yazmamı ve mütalaa etmemitir. Her beyti hece harflerine göre düzenlenmi bir divan oluturmutur. Fakat bu divan bakalarından kopyadır yani çalıntıdır. Kazvînî, Sâ’ilî’nin 927/1521 tarihinde Anadolu ’da bulunduunu kaydetmektedir (s. 289). Sultân Bedîuzzamân: Zamanının seçkini, güzel ahlâkta esiz, kemal sahibi, bezm ve rezmin binaziri olan Sultân Bedîuzzamân, cömertlikte de Hâtem-i Tâyî gibidir. iiri iyi ve ho söyler. 920/1514 tarihinde Yavuz Sultân Selîm Tebriz tahtını fethedip âh smâ’îl’i hezimete urattıı zaman, Sultân Bedîuzzamân Mîrzâ’yı Tebriz’den stanbul’a getirmitir. Bedîuzzamân Mîrzâ, stanbul’da * * * * * * * 127 128 Cüveynli Sâilî ile Kurlu Sâilî farklı âirler olmasına ramen Kazvînî ikisini birbiriyle karıtırmı ve ikisi için de birbirine benzer ifadeler kullanmıtır. Kurlu Sâilî ile Cüveynli Sâilî farklı âirler olmasına ramen Kazvînî ikisini birbiriyle karıtırmı ve ikisi için de birbirine benzer ifadeler kullanmıtır. 162 162 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Yavuz Sultân Selîm’in hizmetinde bulundu. Bir gün Herat tahtının kendisine miras kalacaı ümidiyle yaadı. Tam umuduna kavuacakken stanbul’da vebadan öldü (s. 315-6). Sekizinci Bihit’te Geçen Türkistanlı veya Anadolulu Türk olan ya da Anadolu ’ya Gelen âirler * * I. Ravza: eyh Evhaduddîn-i Kirmânî: iirleri mehurdur (s. 318-9). eyh Celâlüddîn Behâü’l-veled: Belhli’dir. Konya’da vefat ettiinden dolayı Rûmî diye mehur olmutur. Mesnevî isminde bir eseri ile baka iirleri vardır (s. 321). Raziyuddîn Baba: Abaka Han zamanında Diyarbakır hâkimi idi. Daha sonra azledilerek yerine Celâluddîn getirilmitir. iirleri çoktur (s. 338). Mîr Alî îr: Deeri yüce bir kimsedir. Câmî, âirler zümresi arasında adının defterin baında yer aldıını söylemitir. iirlerinde Nevâî mahlasını kullanmıtır. Farsça ve Türkçe iire tam kudreti vardır. Ancak o, daha çok Türkçe iir söylemeye meyletmitir. Yaklaık otuz bin beyit olan Türkçe hamsesi mehurdur. Kimse ondan daha iyi ne Türkçe iir söylemi ne de nazım ve nesir incisi delmitir (s. 357-8). * * * II. Ravza: Sultân Selîm âh: Gücü, kuvveti, azameti ve ülkesinin genilii cihanda görülmemi bir padiahtır. Ayrıca latif ve zarif biridir. Arap ve Acem diyarında fetihler yapmı, yaptıı fetihler ismine yazılan tarih kitaplarında geni olarak anlatılmıtır. Farsça ile yazılmı birçok iyi iiri vardır. Türkçe iirleri de güçlü ve olgundur (s. 359-64). Mevlânâ Behâuddîn Alî: irazlı’dır. Mahlası Edâ’î’dir. iirde kasdedilen ‘edayı’ çok iyi ifade ettii için bu mahlası almıtır. iraz’ın muteber kâtiplerinden olup iyi bir hattattır. eh-nâme, Nizâmî ve Hüsrev-i Dihlevî’nin Hamse’si, Kemâl’in Dîvân’ı gibi eserleri istinsah etmitir. Ayrıca eyh Sa‘dî gibi çeitli ülkeleri ve yerleri gezip dolamı, oralarda bulunan fazilet ve kemal sahibi kimselerle sohbet etmi ve onların her birinden bir fazilet kazanmıtır. Bundan dolayı bünyesinde çeitli faziletler toplanmıtır. 928/1521-2 tarihinde stanbul’da vebadan ölmütür. Güzel ve ho mesnevî, gazel ve kaside söylemitir. eh-nâme vezninde Yavuz Sultân Selîm dönemi tarihini yazmıtır (s. 364-6). eyh Abdullâh-ı ebusterî: Gülen-i Râz müellifi eyh Mahmûd-ı ebusterî’nin oludur. “El-veledü sırrı ebîhi (: çocuk babasının sırrıdır)” nin * * * * 163 163 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL mânâsı onda ortaya çıkmıtır. Çünkü onun ceddinin olgunlukları ve faziletlerinin nurları onda latif bir ekilde bulunmaktadır. Her ilimde, özellikle riyazette mahareti vardır. 926/1520 yılında Semerkand’dan Anadolu ’ya geldi. Yavuz Sultân Selîm ona hürmet ve tazim gösterdi. Her gün için 30 akçe ulufe balandı. Ayrıca her iki veya üç ay için de 5000 akçe ihsan edildi. eyh Abdullâh-ı ebusterî, devamlı Yavuz Sultân Selîm’in önünde giderdi. Sultân Selîm ona hürmet eder, huzurunda ayaa kalkardı. em‘ u Pervâne isimli mesnevî ile muammanın kaideleri ile ilgili risalesini Sultân Selîm adına yazmıtır. Güzel ve ho iirleri vardır (s. 366-9). Mevlânâ emsuddîn-i Berda‘î: Mahlası Hamdî’dir. Halk arasında Mollâzâde ve Berda‘îzâde diye mehurdur. erh-i Ìsâgocî’ye haiyesi olan Mevlânâ Muhammed Berda‘î’nin oullarındandır. Mollâzâde de fazilet ve çeitli ilimlere mâlik bir kiiydi. Tefsîr-i Kâdî, erh-i Hidâye, Hikmet, Mîrek Cengi ve Âdâb-ı Bahs-i Mes‘ûdî gibi mehur eserlere hâiye yazmıtır. 917/1511-2 tarihinde Horasan ’dan Anadolu ’ya geldi. Yavuz Sultân Selîm ona hürmet ve tazim göstererek Hâssa Olanlara muallim tayin etti ve çeitli ihsanlarda bulundu. Güzel ve ho iirler söylemitir (s. 370-7). Mevlânâ Hazânî: Kâdı Han’ın oullarından Mevlânâ Yahyâ-yı Semerkandî’nin oludur. 928/1521-2 tarihinde babasıyla Det-i Kıpçak üzerinden Anadolu ’ya geldi. Buradan Mekke’ye gitti. iir söylemitir (s. 377-8). Sultân Abdullâh: Buhara sultanlarındandır. Türkçe ve Farsça güzel iirleri vardır. lmî ve amelî faziletleri bünyesinde toplamıtır (s. 378-9). Mevlânâ Sedîd Tabîb: Kazvinli’dir. Uzun müddet Edirne’de Hâssa-i Sultânî-i Osmânî’de tabiplik yapmıtır. “Hezzâl (: zayıflık)” hastalıında uzman bir tabipti. iir söylemitir (s. 381). Mevlânâ Habîb: Ho sohbet biridir. Birçok iir ezberindedir. Güzel yazı yazar, iiri ise iyi söyler. Çinicilikte benzeri yoktur. Kazvînî, hâlâ Anadolu ’da çinicilikle megul olduunu belirtmektedir (s. 381). Mevlânâ Basîrî-i Acemî: Mehur bir âirdir. Dünya malına ehemmiyet vermeyen kanaatkâr biridir. Güzel iir söyler (s. 381-2). eyh Fethullâh: Fâzıl ve kâmil bir gençtir. eyh Muzaffuriddîn’in oludur. Annesi tarafından Mevlânâ Celâluddîn-i Devvânî soyundandır. Genç yalarda hikemî ve er‘î olgunluk ile çeitli faziletler kazanmıtır. iirleri oldukça iyidir. Bursa’da 929/1522-3 yılında meydana gelen veba salgınında ölmütür (s. 389). Mevlânâ Fahr-i Halhâlî: eyhlerin büyüklerinden olan Halhâl’ın çocuklarındandır. iirdeki yetenei iyidir. Anadolu müftüsü Ali Çelebi’nin olunun sünnetine Farsça manzum tarih söylemitir. Sünnetten bir müddet sonra, Müftü Ali Çelebi’nin Fâzıl ismindeki olunun vefatına da Farsça manzum tarih demitir (s. 391-2). Mîr Ayânî: Seyyiddir. Derici mesleine mensuptur. Bir zaman kalenderlik yapmı, bir zaman da Anadolu ’da bulunmutur. Yahudiler mahallesinde * * * * * * * * * * * * * * * * * * 164 164 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN oturmutur. Ho görünülü bir yahudi çocuu devamlı onun hizmetinde bulunurmu. O çocuk, onun sohbetinden dolayı müslüman olmu. Bundan dolayı ona “Seyyid-i Yehûdân (: Yahudilerin efendisi)” denmitir. Fazıl bir kimse olup irticâlen iir söylemeye muktedirdir (s. 392). Mevlânâ Fethullâh-i Kâtib: Kâtibler zümresi içerisinde esizdir. Bütün yazı çeitlerini gayet ho ve güzel yazar. Ho sohbet birisidir. iirlerinin çou üstad kiilerin ezberindedir. Yavuz Sultân Selîm onu, Tebriz’den stanbul’a getirtmitir. Kazvînî, orada âh smâ’îl’in imdi ise Yavuz Sultân Selîm’in kâtibi olduununu kaydeder (s. 393). Mevlânâ Muhammed Mezheb-i Kirmânî: Gençlik yıllarında güzellik ve iyi huy ile ahlâkta benzersizdi. Hüsn-i hatta ve tezhip sanatında mehurdur. Güzellikte Yûsuf, tezhipte ise ikinci Mânî idi. Güzel ve ho iirler söylemitir. stanbul’da vebadan on gün içersinde babası ve erkek kardei ile birlikte ölmütür (s. 400). Mevlânâ Ferruhî: lim ve fazilet sahibi biridir. iir ve âirlikte mahir olup iirin her türünü söylemeye muktedirdir. stanbul’da ilk defa bir mısraı Sultân Süleymân’ın tahta oturuuna, bir mısraı Belgrat kalesinin fethine tarih düülen esiz ve gönül alıcı bir kaside söylemitir (s. 404-5). Emînî: Fakir, miskin-sıfat ve düzgün yaratılılı biridir. Dâima gazel söyleyen Emînî’nin kaside de söyledii görülmektedir. Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi’nin bitimine doru Emînî-i Semerkandî129’nin Mekke’den Anadolu ’ya geldiini, her mısraı Kânûnî Sultân Süleymân’ın cülusuna tarih olan bir kaside yazdıını bildirmektedir. Kazvînî bu kasideyi eserine almıtır. Kazvînî, ayrıca bu kasidenin brâhîm Paa’nın vezareti sırasında ona iletildiini, brâhîm Paa’nın Emînî’ye üç bin akçe ulatırdıını, Emînî’nin bu para ile ticarete baladıını, ticaret maksadıyla çeitli yolculuklara çıktıını da kaydetmektedir (s. 406). * * * * Örnek Metinler I. Baba Sevdâ’î (Alî îr Nevâî 1961): Bâverddindür. Evvel Hâverî tahallus kılur irdi. Gayb ‘âlemdin anga cezbe yitti kim ‘aklı zâyil bolup ildin çıkıp ba ayag yalang dîvâneler dik tag u detde kizer irdi. Öz hâliga kilip il arasıga kirgendin songra Sevdâ’î tahallus kıldı. Baysungur Mîrzâ atıga kasâyidi bar. Gazelni dagı nev‘î aytıpdur. Bu matla‘ anıngdur kim:  129 Emînî için kullanılan Semerkandî nisbesinden onun Semerkandlı olduu anlaılmaktadır. 165 165 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES AHMET KARTAL  ‘Ömri siksendin ötti ve kabri Bâverdning Sükkân atlıg kentisedür. ki garîb ogul yâdgâr koyup bardı. Herâtî (Alî îr Nevâî 1323):   ()  :..     .(853) 130 (?)  Kazvînî (Alî îr Nevâî 1323):     :       : “”] 130 Bâverdli’dir. lk önce Hâverî mahlasını kullanmıtır. Gayb âleminden ona cezbe ulaınca, halk arasından çıkarak da ve çölde gezip dolatı. Önceki haline tekrar dönünce yeniden halk arasına girdi ve Sevdâ’î mahlasını kullandı. Baysungur adına söylenmi birçok kasidesi vardır. Gazel de söylemitir. u matla’ onundur: Benin anber, yanaın gül, ayva tüylerin reyhandır. Azın gonca, diin inci ve dudaın mercandır. Seksen yıldan fazla yaamıtır.853 yılında vefat etti. Kabri Bâverd’in Sükkân köyündedir. ki garip oul bırakmıtır. 166 166 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN   : 131 [ II. Mevlânâ Kemâlî (Alî îr Nevâî 1961): * Belhdindür. Kûh-ı Sâfda bolur irdi. Türkî-gûydur. Anıng hem nazmı hem ol nevâhîde halâyık arasıda hâlî ez-öhret imes irdi. Bu matla‘ anıngdur kim: rning kavlidür ney-eker iy cân bili baglık Gül dagı yüzüng bendesidür tonı yamaglık Kabri Kûh-ı Sâfdadur. Herâtî (Alî îr Nevâî 1323):   :  132   Kazvînî (Alî îr Nevâî, 1323):  131 lk önce Hâverî mahlasını kullandı. Meczup olup dada ve çölde çıplak ayak gezdi. Meczupluktan kurtulup tekrar aklı baına gelince, mahallesinin çocukları ona ‘Sevdâ’î’ dedikleri için Sevdâ’î mahlasını aldı. Sultân Baysungur Mîrzâ’nın methi hakkında söylenmi birçok ho ve güzel kasidesi vardır. u matla’ beyti onun bir kasidesindendir: Benin anber, yanaın gül, ayva tüylerin reyhandır. Azın gonca, diin inci ve dudaın mercandır. Mevlânâ Sevdâ’î seksen yıl yaamıtır. Söylerler ki, Mîrzâ Baysungur’un âıkı idi. Bir gün Mîrzâ’yla evinin çatısında oturmutu. Mîrzâ ona: eer beni seviyorsan çatıdan aaıya atla ve benim dostluumda canını ver dedi. Mevlânâ o an sıçradı, hızlıca kotu ve çatının kenarında durdu ve: Biz seni buraya kadar seviyoruz, o kadar dedi. Mîrzâ bundan çok holandı; güldü ve ona: Onu bırakmam için eer bir aybımı görürsen beni ikaz et dedi. Mevlânâ Sevdâ’î, senin tembellikten baka bir aybın yoktur dedi. Mîrzâ, Sevdâ’î’ye ne çeit tembelliim var diye sordu. Mevlânâ Sevdâ’î, Mîrzâ’ya söyleyecein bir kelime ile beni zengin etmee kadirsin ve o kelimeyi tembellikten dolayı söylemiyorsun. Eer bana bin kırmızı ‘tonuke’ vermelerini söyleseydin ben zengin olurdum dedi. Mîrzâ, Mevlânâ Sevdâ’î’nin bu sözlerine güldü ve ona bin kırmızı ‘tonuke’ verdi. Kûh-ı Sâf’tan idi. Türkçe iir söylemektedir. iirinin, o bölge halkı arasında öhreti vardır. Bu Türkçe matla‘ onundur: rning kavlidür ney-eker iy cân bili baglık Gül dagı yüzüng bendesidür tonı yamaglık * * 132 * 167 167 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S AHMET KARTAL SML TEZKRES  :   133  Mâverâü’n-nehrdindür. Semerkand ehli anga köp mu‘tekiddürler ve be-gâyet ta‘rîfin kılurlar. Ammâ fakîr, Semerkand’da irkende mu‘arrifleridin her niçe tefahhus kıldım kim anıng netâyic-i tab‘ıdın birer nîme anglayın. Ta‘rîf kılganlarıça nîme zâhir bolmadı. Barçadın kalsalar sözleri budur kim Mevlânâ Lutfîning barça yahı i‘rleri anıngdur kim ugurlap öz atıga kılupdur. Ol yirlerde bu nev‘ohaı yok. Mezesiz mükâbereler gâhî vâki‘ bolur. Bari ba‘zısı ta‘rîf kılıp kim okurlar. Bu matla‘nı anga isnâd kılurlar kim: * Ni nâz bu ni îvedür ey câdû közlük ûh-ı eng Kebk-i derî tâvûsda yok elbette bu reftâr u reng Kabri hem ol sarıdur. Herâtî (Alî îr Nevâî 1323):       :    134 133 Belhli’dir. Türkçe iir söyler. Onun iiri Belh nahiyelerinde mehurdur. Kûh-ı Sâf’ta meskundur. Bu matla‘ onundur: Matla rning kavlidür ney-eker iy cân bili baglık Gül dagı yüzüng bendesidür tonı yamaglık Mâveraunnehir’dendir. Semerkand halkı ona çok balıdırlar. Hakkında fazlasıyla bilgi verirler. Ancak ben Semerkand’da bulunduum zaman her ne kadar aratırdımsa da onun tabiatı yani hayatı hakkında söyledikleri eye ulaamadım. Semerkand halkının aciz kaldıı sorular karısında verdii cevap Molla Lutfi’nin bütün güzel beyitlerini ondan aldıı idi. Ancak Maveraunnehir’de bunun gibi sevimsiz hadiseler çoktur. Bu matlaı Mevlânâ Sekkâkî’ye isnat ederler: * 134 * 168 168 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Kazvînî (Alî îr Nevâî 1323):    :   135  ÂRLER LSTES Bu tablodan istifade edilirken u hususlara dikkat edilmelidir: 1. Bu listede “bold” olarak yazılan âir isimleri, bizzat Türk olduu veya Türkçe iir söyledii belirtilenleri göstermektedir. 2. sminden sonra (*) iareti konulan âirler, aslında aynı kii olup da isimleri bu tezkirelerde deiik geçen âirlerdir. 3. Takdim-tehir edilerek yazılan âirler dipnotlarla belirtilmitir. 4. simleri zikredilmeyen âirler [ ] içerisinde verilmitir. 5. Anadolu ’ya Anadolu dıından gelen âirler, italik yazı ile gösterilmitir. * * * Mecâlisü’n-nefâis136 Tercüme-i Herâtî (Letâif-nâme) Kitâb-ı Mecâlisü’n-nefâis (Mukaddime) (Mukaddime) 1. 2. 3. 4. 135 136 Tercüme-i Kazvînî (Mukaddime) Evvelgı Meclis Meclis-i Evvel Bihit-i Evvel Emîr Kâsım Envâr (s. 5-7) Mîr Mahdûm (s. 7-8) Hâfız Sa’d (s. 8) Hâce Ebu’l-vefâ-yi Hvârizmî Emîr Kâsım Envâr (s. 6-7) Mîr Mahdûm (s. 7-8) Hâfız Sa’d (s. 8) Hvâce Ebu’l-vefâ (s. 9) Emîr Kâsım Envâr (s. 183-4) Mîr Mahdûm (s. 184) Hâfız Sa’d (s. 184-5) Hvâce Ebu’l-vefâ (s. 185) Ni nâz bu ni îvedür ey câdû közlük ûh-ı eng Kebk-i derî tâvûsda yok elbette bu reftâr u reng Mâveraunnehir’dendir. Semerkand halkı ona çok balıdırlar. Bu Semerkand halkının beenip okuduu matlalarındandır: Ni nâz bu ni îvedür ey câdû közlük ûh-ı eng Kebk-i derî tâvûsda yok elbette bu reftâr u reng Kabri Semerkand’dadır. Parentez içersindeki sayfa numaraları, Mecâlisü’n-nefâis’in Takent baskısına aittir. Bak. Alî îr Nevâî, 1961. 169 169 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL (s. 8-9) 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. Mevlânâ Hüseyn-i Hvârizmî (s. 9-10) eyh Âzerî (s. 10-1) Mevlânâ Kâtibî (s. 11-3) Mevlânâ Eref (s. 13) * * * Hvâce smetullâh (s. 13-4) Mevlânâ Hayâlî (s. 14) Mevlânâ Hayâlî (s. 12-3) Mevlânâ Bisâtî (s. 14-5) Mevlânâ Bisâtî (s. 13) Mevlânâ Yahyâ Sibek Mevlânâ Yahyâ Sibek (s. 15-6) (s. 13-4) Mîr slâm Gazâlî (s. 16) Emîr slâm Gazâlî (s. 14) Seyyid Ali Hâimî (s. 17) Seyyid Hâimî* (s. 14) Kâdî Muhammed mâmî Kâdî Muhammed mâmî (s. 17) (s. 14) Mevlânâ Muhammed Âlim Mevlânâ Muhammed Âlim (s. 17-8) (s. 15) Mevlânâ Kudsî (s. 18) Mevlânâ Kudsî (s. 15) Mevlânâ Rûhî Yârzî (s. 18) Mevlânâ Rûhî Yârzî (s. 15) Mevlânâ Sâhib-i Belhî (s. 19-20)Mevlânâ Sâhib-i Belhî (s. 15-6) Mevlânâ Sîmî (s. 20) Mevlânâ Sîmî (s. 16-7) * * * * * * * * 31. 32. 33. Mevlânâ Alî Âhî (s. 20-1) Mevlânâ Alî ihâb (s. 21) Muhammed Alî-i ugânî (s. 21) Mevlânâ Tâli’î (s. 21) Mevlânâ Tûsî (s. 21) Baba Sevdâ’î (s. 22-3) Mevlânâ Zâhidî (s. 23) Mevlânâ Emîrî (s. 23) Mevlânâ Bedahî (s. 24) Mevlânâ Tâlib-i Câcermî (s. 24) Mevlânâ Burunduk (s. 24-5) Mevlânâ Cünûnî (s. 25) Mevlânâ Ârifî (s. 25) 34. 35. Mevlânâ Süleymânî (s. 26-7) Mevlânâ Kadîmî (s. 27) 36. 37. Mevlânâ Mesîhî (s. 28) Mevlânâ Hâcî Ebu’l-hasan (s. 28-9) Mevlânâ Kutbî (s. 29) Mevlânâ Na’îmî (s. 29) Mevlânâ Zeyn (s. 29-30) Mevlânâ Muhammed-i Câmî (s. 30) Mîr âhî (s. 30-1) Mevlânâ Müterî (s. 32) Mevlânâ Alî Der-düzd (s. 32) Mevlânâ Tâli’î (s. 32) Mevlânâ Muhyî (s. 32) 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. Mevlânâ Hüseyn-i Hvârizmî (s. 9) eyh Âzerî (s. 10) Mevlânâ Kâtibî (s. 10-1) Mevlânâ eref-i Hıyâbânî* (s. 11-2) Hvâce smet* (s. 12) * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * Mevlânâ Alî Âsî* (s. 17) Mevlânâ Alî ihâb (s. 17) Mevlânâ Muhammed Alî-i ugânî (s. 17) Mevlânâ Tâli’î (s. 17) Mevlânâ Tûsî (s. 18) Mevlânâ Sevdâ’î* (s. 18) Mevlânâ Zâhidî (s. 18) Mevlânâ Emîrî (s. 18-9) Mevlânâ Bedahî (s. 19) Mevlânâ Muhammed Tâlib-i Câcermî* (s. 19) Mevlânâ Burunduk (s. 19) Mevlânâ Cünûnî (s. 19) Mevlânâ Mahmûd Ârifî* (s. 20) Mevlânâ Süleymânî (s. 21) Mevlânâ Nedîmî (Kadîmî)* (s. 21-2) Mevlânâ Mesîhî (s. 22) Hâcî Ebu’l-hasan (s. 22) * * Mevlânâ Kutbî (s. 22) Mevlânâ Na’îmî (s. 22-3) Mevlânâ Zeyn (s. 23) Mevlânâ Muhammed-i Câmî (s. 23) Emîr âhî (s. 23-4) Yok Yok Yok Yok 170 170 Mevlânâ Hüseyn-i Hvârizmî (s. 185) eyh Âzerî (s. 185-6) Mevlânâ Kâtibî (s. 186-7) Mevlânâ eref* (s. 187) Hvâce smet* (s. 187-8) Mevlânâ Hayâlî (s. 188) Mevlânâ Bisâtî (s. 188) Mevlânâ Yahyâ ibek (s. 188-9) Mîr slâm* (s. 189) Seyyid Ali Hâimî (s. 189) Kâdî Muhammed* (s. 189) Mevlânâ Muhammed Âlim (s. 190) Mevlânâ Kudsî (s. 190) Mevlânâ Rûhî* (s. 190) Mevlânâ Sâhib* (s. 190-1) Mevlânâ Sîmî-i Nîâbûrî* (s. 191) Mevlânâ Âhî (s. 191) Yok Yok Mevlânâ Tâli’î (s. 191) Mevlânâ Tûsî (s. 192) Mevlânâ Sevdâ’î *(s. 192) Mevlânâ Zâhid* (s. 193) Mevlânâ Emîr* (s.193) Mevlânâ Bedahî (s. 193) Mevlânâ Tâlib* (s. 193) Mevlânâ Bâyezîd* (s. 193) Mevlânâ Cünûnî (s. 194) Mevlânâ Ârifî (s. 194) Mevlânâ Süleymânî (s. 194-5) Mevlânâ Kadîmî (s. 195-6) Mevlânâ eyhî* (s. 196) Mevlânâ Hâcî Ebu’l-hasan (s. 196) Mevlânâ Kutbî (s. 196) Mevlânâ Na’îmî (s. 197) Mevlânâ Zeyn (s. 197) Mevlânâ Muhammed* (s. 197) Emîr âhî (s. 197-8) Yok Yok Yok Yok RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Mecâlisü’n-nefâyisning Evvelgı Meclisinin tmâmı (s. 32-3) 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. 64. 65. 66. 67. 68. 69. 70. 71. 72. 73. 74. 75. 76. 137 138 139 140 141 kinci Meclis Mevlânâ erefuddîn Alî-i Yezdî (s. 34-5) Hvâce Evhad-i Müstevfî * (s. 35-6) Mevlânâ Abdü’l-vehhâb (s. 36-7) Hvâce Fazlullâh Ebu’l-leysî * Yok Yok Meclis-i Devvum Mevlânâ erefuddîn Alî-i Yezdî (s. 25-6) Hvâce Evhad-i Müstevfî (s. 26) Mevlânâ Kâdî Abdü’l -vehhâb-i Mehedî* (s. 26) Hvâce Fazlullâh Ebu’l-leysî Bihit-i Devvum Mevlânâ erefuddîn Ali* (s. 199-200) Hvâce Evhad-i Müstevfî (s. 200-1) Mevlânâ Abdü’l-vehhâb (s. 201) Hvâce Fazlullâh-i Semarkandî* (s. 37) (s. 26-7) (s. 201) Mevlânâ Ulâ-i âî (s. 37-8) Mevlânâ Ulâ-i âî (s. 27) Mevlânâ Ulâ-i âî (s. 201-2) Mevlânâ Muhammd-iTebâdkânî Mevlânâ Tebâdkânî* Mevlânâ Muhammed-i Tebâdkânî (s. 38-9) (s. 27-8) (s. 202) eyh Sadruddîn-i Revâsî (s. 39) eyh Sadruddîn-i Revâsî (s. 28) eyh Sadruddîn-i Revâsî (s. 202) Mîr Haydar-ı Meczûb (s. 39-40) Mîr Haydar-ı Meczûb (s. 28) Mîr Sadruddîn-i Meczûb* (s.202-3) Mevlânâ Muhammed-i Arab Mevlânâ Muhammed-i Arab Mevlânâ Muhammed-i Arab (203) (s. 40) (s. 28-9) Mîr Müflisî (s. 41) Mîr Müflisî (s. 29-30) Mîr Müflisî (s. 203) Mevlânâ Abdülkahhâr (s. 41) Mevlânâ Abdülkahhâr (s. 30) Mevlânâ Abdülkahhâr (s. 203) Mevlânâ Abdürrezzâk (s. 42) Mevlânâ Abdürrezzâk (s. 30) Mevlânâ Abdürrezzâk (s. 203-4) Mîr Yâdigâr Big (s. 42-3) Emîr Yâdigâr Big* (s. 30-1) Mîr Yâdigâr (s. 204) Mevlânâ Tûtî (s. 43) Mevlânâ Tûtî (s. 31) Mevlânâ Tûtî (s. 204) Mevlânâ Veysî (s. 44) Mevlânâ Veysî (s. 31) Mevlânâ Veysî (s. 205) Mevlânâ Sâgarî (s. 44-5) Mevlânâ Sâgarî (s. 32) Mevlânâ Sâgarî (s. 205) Mevlânâ Fasîh-i Rûmî (s. 45) Mevlânâ Fasîhî-i Rûnî* (s. 32) Mevlânâ Fasîh* (s. 205) eyh Kemâl-i Türbetî (s. 45-6) eyh Kemâl-i Türbetî (s. 32-3) eyh Kemâl-i Türbetî (s. 205-6) Dervî Mansûr (s. 46-7) Dervî Mansûr-ı Sebzvârî* Dervî Mansûr (s. 206) (s. 33-4) Hâfız Alî-i Câmî (s. 47) Mevlânâ Hâfız Alî-i Câmî* Mevlânâ Alî-i Câmî* (s. 207) (s. 34) Mevlânâ Muhammed Mevlânâ Muhammed Mevlânâ Muhammed Mu’ammâyî (s. 48) Mu‘ammâ’î (s. 34) Mu‘ammâ’î (s. 207) Seyyid Kemâl Keçkûl (s. 48-9) Seyyid Kemâl Keçkûlî* (s. 34-5)Seyyid Kemâl Keçkûl137 (s. 207-8) Hvâce Mü’eyyed Dîvâne (s. 49) Hvâce Mü’eyyed Dîvâne138 Hvâce Mü’eyyed Dîvâne139 * * * * * * * * * * * Hvâce Mü’eyyed Mehne (s. 49) Mîr mâd-i Mehedî (s. 49-50) âh-ı Bedahân (s. 50) bn-i La‘lî (s. 50) Mevlânâ Abdüssamed-i Bedahî (s. 51) Mevlânâ Yûsuf âh (s. 51) Hvâce Ebû shâk (s. 51-2) * * (s.35) Hvâce Mü’eyyed Mehne*140 (s. 35) Mîr mâd-i Mehedî (s. 35-6) âh-ı Bedahân (s. 36) bn-i La‘lî (s. 36) Mevlânâ Abdüssamed* (s. 36) Mevlânâ Yûsuf âh (s. 37) Hvâce Ebû shak (s. 37) (s.209) Hvâce Mü’eyyed Mehne*141 (s. 208-9) Mîr mâd-i Mehedî (s. 209) âh-ı Bedahân (s. 209) bn-i La‘lî (s. 209-10) Mevlânâ Abdüssamed-i Bedahî (s. 10) Mevlânâ Yûsuf âh (s. 210) Hvâce Ebû shak (s. 210) Metinde ‘Kecke‘al’ eklinde yazılmıtır. Hvâce Mü’eyyed Dîvâne, Hvâce Mü’eyyed Mehne’den sonra geçmektedir. Hvâce Mü’eyyed Dîvâne, Hvâce Mü’eyyed Mehne’den sonra geçmektedir. Hvâce Mü’eyyed Mehne, Hvâce Mü’eyyed Dîvâne’den önce geçmektedir. Hvâce Mü’eyyed Mehne, Hvâce Mü’eyyed Dîvâne’den önce geçmektedir. 171 171 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL 77. 78. 79. 80. 81. 82. 83. 84. 85. 86. 87. 88. 89. 90. 91. 92. 93. 94. 95. 96. 97. 98. 99. 100. 101. 102. 103. 104. 105. 106. 107. 108. 109. 110. Seyyid Kâzımî (s. 52) Seyyid Kâzımî (s. 37) Mevlânâ Muhammed Mevlânâ Muhammed Mu‘ammâyî (s. 52-3) Mu‘ammâ’î (s. 37-8) Hvâce Hasan Hızır âh (s. 53-4) Hvâce Hızır âh-ı Esterâbâdî* * (s. 38) (s. 211-2) Mevlânâ Hâcî Nücûmî (s. 54) Mevlânâ Hâcî Nücûmî (s. 38) Mevlânâ Nücûmî* (s. 212) Hvâce Mes‘ûd-ı Kûmî (s. 54-5) Mevlânâ Mes‘ûd-ı Kumî (s. 38-9)Hvâce Mes‘ûd-ı Kumî (s. 212) Hâfız Yârî (s. 55) Hâfız Yârî (s. 39) Hâfız Yârî (s. 212-3) Mevlânâ Kanberî (s. 55) Mevlânâ Kanberî (s. 39) Mevlânâ Kabrî* (s. 213) Mevlânâ Hüsrevî (s. 55-6) Mevlânâ Hüsrevî (s. 39-40) Mevlânâ Hüsrevî (s. 213) Mevlânâ Zeynî (s. 56) Mevlânâ Nâzenînî-i Sebzvârî* Mevlânâ Nâzenînî (s. 213) (s. 40) Velî-i Kalender (s. 56-7) Mevlânâ Velî-i Kalender* (s. 40)Velî-i Kalender (s. 213-4) Mevlânâ Vâlihî (s. 57) Mevlânâ Vâlih* (s. 40-1) Mevlânâ Vâlihî (s. 214) Harîmî-i Kalender (s. 57) Mevlânâ Harîmî-i Kalender* Cerîmî-i Kalender* (s. 214) (s. 41) Mevlânâ Tarhânî (s. 57-8) Mevlânâ Tarhânî (s. 41) Mevlânâ Tarhânî (s. 214) Mevlânâ Akî (s. 58) Mevlânâ Âıkî* (s. 41) Mevlânâ Akî (s. 214) Mevlânâ Abdulvehhâb (s. 58-9) Mevlânâ Abdulvehhâb-ı Mevlânâ Abdulvehhâb (s. 214-5) Esferâyenî* (s. 42) Hvâce Yûsuf Burhân (s. 59) Hvâce Yûsuf Burhân (s. 42) Hvâce Burhân* (215) * * * * * * * * * * * Mevlânâ Marıkî (s. 59) Mevlânâ Hevâyî (s. 59-60) Mevlânâ Kabûlî (s. 60) Mevlânâ Muhammed Emîn (s. 60-1) Mevlânâ Sa‘îdî (s. 61) Mevlânâ Mîr Argun (s. 61-2) Mevlânâ Sadr-ı Kâtib (s. 62) Mevlânâ Ayâzî (s. 62-3) Mevlânâ Enîsî (s. 63) Yok Mevlânâ Muhammed-i Âmulî (s. 63-4) Mevlânâ Burûcî (s. 64) Dervî Nâzikî (s. 64-5) Mevlânâ Kevserî (s. 65) Seyyid Müslimî (s. 65) * * * * * * * * * * * * Mevlânâ Nizâm (s. 65-6) Mevlânâ Yârî (s. 66) Hvâce Ahmed-i Mücellid * * 112. (s. 66) Mevlânâ Muhammed-i Ni‘met-âbâdî (s. 67) Seyyid Abdulhak (s. 67-8) 113. 114. 115. 116. 117. 118. Mevlânâ Mevlânâ Mevlânâ Mevlânâ Mevlânâ Mevlânâ 111. 142 Seyyid Kâzımî (s. 211) Mevlânâ Muhammed Mu‘ammâ‘î (s. 211) Hvâce Hüseyin Hızır âh* * * * * * * * Mîr Karî (s. 68) Cevherî (s. 68) Hâverî (s. 68-9) Halvâyî (s. 69) Riyâzî (s. 69-70) Safâyî (s. 70-1) Mevlânâ Marıkî (s. 42) Mevlânâ Hevâ’î (s. 42-3) Mevlânâ Kabûlî (s. 43) Mevlânâ Muhammed Emîn (s. 43) Mevlânâ Sa‘dî* (s. 43-4) Mevlânâ Mîr Argun* (s. 44) Mevlânâ Sadr-ı Kâtib (s. 44) Mevlânâ Ayâzî (s. 44) Mevlânâ Enîsî (s. 44-5) Yok Mevlânâ Muhammed-i Âmulî (s. 45) Yok Dervî Nâzikî (s. 45) Dervî Kevserî (s. 46) Seyyid Müslimî-i Esferâyenî* (s. 46) Mevlânâ Nizâm (s. 46) Mevlânâ Yârî (s. 46) Mevlânâ Muhammed-i Mücellid (s. 46) Mevlânâ Muhammed-i Ni‘met-âbâdî (s. 46) Seyyid Abdulhak-ı Esterâbâdî* (s. 47) Mevlânâ Mîr Karî (s. 47) Mevlânâ Cevherî (s. 47) Mevlânâ Hâverî (s. 47) Mevlânâ Halvâ’î (s. 47-8) Mevlânâ Riyâzî (s. 48) Safâ’î (s. 48) * Mevlânâ Enîsî’den önce, Seyyid Nakîbî geçmektedir. * 172 172 Mevlânâ Marıkî (215) Mevlânâ Hevâ’î (215-6) Mevlânâ Kabûlî (s. 216) Mevlânâ Muhammed Emîn (s. 216) Mevlânâ Sa‘dî (s. 216-7) Mîr Argun (s. 217) Mevlânâ Sadr-ı Kâtib (s. 217) Mevlânâ Ayâzî (s. 217-8) Mevlânâ Enîsî142 (s. 218) Seyyid Nakîbî (s. 218) Mevlânâ Muhammed-i Âbelî* (s. 218) Yok Dervî Nâzik* (s. 218-9) Dervî Kevserî (s. 219) Seyyid Müslimî (s. 219) Mevlânâ Nizâm (s. 219) Mevlânâ Yârî (s. 219) Hvâce Muhammed-i Mücellid (s. 219-20) Mevlânâ Muhammed* (s. 220) Seyyid Abdulhak (s. 220) Mevlânâ Karî* (s. 220) Mevlânâ Cevherî (s. 220-1) Mevlânâ Hâverî (s. 221) Mevlânâ Halvâ’î (s. 221) Mevlânâ Riyâzî (s. 221-2) Yok RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN 119. 120. 121. 122. 123. 124. 125. 126. 127. 128. Mevlânâ Yûsuf (s. 71-2) Mevlânâ Hâkî (s. 72) Mevlânâ Lutfî (s. 72-3) Mevlânâ Yakînî (s. 73-4) Mevlânâ Atâyî (s. 74) Mevlânâ Mukîmî (s. 75) Mevlânâ Kemâlî (s. 75) Mevlânâ Latîfî (s. 75-6) Mevlânâ Sekkâkî (s. 76) Mîrzâ Hâcî Sodî (s. 76-7) 129. 130. 131. Nûr Sa‘îd Big (s. 77) Pehlevân Hüseyin (s. 77) Mevlânâ Sâni‘î (s. 77-8) Hvâce Müseyyeb (s. 78) 132. 133. 134. 135. * * * * * * * * * * * Mevlânâ Yûsuf (s. 222) Mevlânâ Hâkî (s. 222) Mevlânâ Lutfî (s. 223-4) Mevlânâ Nakîbî* (s. 224) Mevlânâ Atâlî* (s. 224) Yok Mevlânâ Kemâlî (s. 224) Mevlânâ Latîfî (s. 225) Mevlânâ Sigâlî* (s. 225) Mîrzâ Hâcî Sodî (s. 225) Sa‘îd Big* (s. 225) Pehlevân Hüseyin (s. 225-6) Mevlânâ Sâni‘î (s. 226) Hvâce Müseyyeb (s. 226) Mevlânâ Hilâlî* (s. 53) Mîr Sa‘îd-i Kâbilî* (s. 53) Mîr Muhammed Alî-i Kâbilî* (s. 53-4) Dervî Big (s. 54) Mîrzâ Big (s. 54) Emîr Hüseyn-i Erdeîr* (s. 54-5) Mîrzâ Alî* (s. 227) Mîrzâ Big (s. 227) Seyyid Hasan-ı Erdeîr (s. 228) Meclis-i Sevvum Bihit-i Sevvum Mevlânâ Nûreddîn Abdurrahmân-ı Câmî (s. 56) Emîr eyhim Süheylî (s. 56-7) Mevlânâ Seyfî (s. 57-8) Mevlânâ Nûreddîn Abdurrahmân-ı Câmî (s. 229-30) Mîr eyhim Süheylî (s. 230) 141. Mevlânâ Nûreddîn Abdurrahmân-ı Câmî (s. 83-4) Emîr eyhim Süheylî (s. 84-6) Mevlânâ Seyfî (s. 86-7) 142. 143. 144. 145. 146. 147. 148. 149. Mevlânâ Âsafî (s. 87-8) Mevlânâ Bennâyî (s. 88) Mevlânâ Kâmî (s. 89) Mevlânâ Âlim (s. 89-90) Mevlânâ Hasan âh (s. 90) Mevlânâ Mazhar144 (s. 90-1) Mevlânâ âmî (s. 91) Mevlânâ Abdullâh (s. 91-3) 150. Mevlânâ Dervî-i Mehedî (s. 93) Mevlânâ Hurremî (s. 93-4) Mevlânâ Kurâza (s. 94) Seyyid Kutub Lekedenk (s. 94-5) Mevlânâ Mukbilî (s. 95) Dervî Hüsâmî (s. 95) Mevlânâ Âsafî (s. 58-9) Mevlânâ Bennâ’î (s. 60) Mevlânâ Kâmî (s. 60) Mevlânâ Âlim (s. 60-1) Mevlânâ Hüseyin âh* (61-2) Mevlânâ Mutahhar145 (s. 62) Mevlânâ âmî (s. 62) Mevlânâ Abdullâh-ı Hâtifî* (s. 62-3) Mevlânâ Dervî* (s. 63) 136. 137. 138. Mevlânâ Bilâl (s. 78) Mîr Sa‘îd (s. 78-9) Muhammed Alî (s. 79-80) Mevlânâ Bedî‘î* (s. 48-9) Mevlânâ Hâtemî* (s. 49) Mevlânâ Lutfî (s. 49-50) Mevlânâ Nakîbî* (s. 50) Mevlânâ Atâ’î (s. 50) Mevlânâ Mukîmî (s. 50-1) Mevlânâ Kemâl* (s. 51) Mevlânâ Latîfî (s. 51) Mevlânâ Sekkâkî (s. 51) Mevlânâ Hâcî Sodî-i Semerkandî* (s. 51-2) Nûr Sa‘îd Big (s. 52) Pehlevân Hüseyin (s. 52) Mevlânâ Sâni‘î (s. 52) Hvâce Müseyyeb (s. 52-3) * Dervî Big (s. 80) Mîrzâ Big (s. 80-1) Seyyid Hasan-ı Erdeîr (s. 81-2) kinci Meclisning htitâmı (s. 82) Üçünci Meclis 139. 140. 151. 152. 153 154. 155. 143 144 145 146 * * * * * * * * * * * * * * * Mevlânâ Hurremî (s. 63) Seyyid Kurâza* (s. 63-4) Seyyid Kutub* (s. 64) Mevlânâ Kabûlî* (s. 64) Yok Mevlânâ Mîr Seyyid’den sonra, Mîr Sa‘îd geçmektedir. Metinde  eklinde yazılmıtır. Mevlânâ Hasan âh hakkında bilgi verilirken geçmektedir. Mevlânâ Hasan âh hakkında bilgi verilirken geçmektedir. * * * 173 173 Mevlânâ Mîr Seyyid* (s. 226) Mîr Sa‘îd143 (s. 226) Muhammed Alî (s. 227) Mevlânâ Seyfî-i Buhârî (s. 230-1) Mevlânâ Âsafî (s. 231-2) Mevlânâ Bennâ’î (s. 232-3) Mevlânâ Kâmî (s. 233-4) Mevlânâ Âlim (s. 234) Mevlânâ Hasan âh (s. 234-5) Mevlânâ Mutahhar146 (s. 235) Mevlânâ âmî (s. 235) Mevlânâ Abdullâh (s. 235-6) Mevlânâ Dervî-i Mehedî (s. 236) Mevlânâ Hurremî (s. 236) Seyyid Kurâza (s. 236-7) Mevlânâ Seyyid Lekedenîk (s. 237) Mevlânâ Mukîmî* (s. 237) Yok * ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S KARTAL SML TEZKRES 156. 157. 158. 159. 160. 161. 162. 163. 164. 165. 166. 167. 168. 169. 170. 171. 172. 173. 174. 175. 176. 177. 179. 180. 181. 182. 183. 184. 185. 186. 187. 188. 189. 190. 191. 192. 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 Mevlânâ evkî (s. 96) Mevlânâ Ziyâ (s. 96-7) Mevlânâ evkî (s. 64) Mevlânâ evkî (s. 237) Mevlânâ Ziyâ-i Tebrîzî* Mevlânâ Ziyâ-i Tebrîzî* (s. 64-5) (s. 237-8) Mevlânâ Halef (s. 97) Mevlânâ Halef-i Tebrîzî* (s. 65) Mevlânâ Halef-i Tebrîzî* (s. 238) Mevlânâ Mahvî (s. 97) Mevlânâ Mahvî (s. 65) Mevlânâ Mahvî (s. 238) Mevlânâ Nergis (s. 98) Mevlânâ Nergis (s. 65-6) Mevlânâ Nergis (s. 238) Mevlânâ Sâlimî (s. 98) Mevlânâ Sâ’ilî* (s. 66) Mevlânâ Sâlimî (s. 238-9) Mevlânâ Cennetî (s. 99) Mevlânâ Cennetî (s. 66) Mevlânâ Cennetî (s. 239) Mevlânâ Enverî (s. 99) Mevlânâ Enverî (s. 66) Mevlânâ Enverî (s. 239) Mevlânâ Kâbilî (s. 99) Mevlânâ Kâbilî (s. 66-7) Mevlânâ Kâbilî147 (s. 240) Yok Yok Mevlânâ Hamîd (s. 239) Mevlânâ Sırrî (100) Mevlânâ Sırrî (s. 67) Mevlânâ Sırrî148 (s. 240) Mîr Hâc (s. 100) Mîr Hâc (s. 67) Mîr Hâc (s. 240) Mevlânâ Mânî (s. 100) Mevlânâ Mânî (s. 67) Mevlânâ Mânî (s. 240-1) Mevlânâ Sâyilî (s. 100-1) Mevlânâ Sâ’ilî (s. 67) + Mevlânâ Sâyilî (s. 241) Mevlânâ Selâmî (s. 101) Mevlânâ Selâmî149 (s. 69) Yok 150 Mevlânâ Fârigî (s. 101) Mevlânâ Fârigî (s. 69) Yok Mevlânâ Cemîd (s. 101) Mollâ Cemîd-i Mu‘ammâyî* Yok (s. 69) Mevlânâ ihâb (s. 101-2) Mollâ ihâb*151 (s. 70) Mevlânâ ihâb152 (s. 239) Mevlânâ Abdulhak (s. 102) Yok Mevlânâ Abdulhak153 (s.239-40) Mevlânâ Vedâ‘î (s. 102) Mevlânâ Vedâ‘î154 (s. 67-8) Mevlânâ Vedâ‘î155 (s. 241) Mevlânâ Bekâyî (s. 102) Mevlânâ Bekâ’î156 (s. 68) Mevlânâ Bekâ’î (s. 241) Mevlânâ Mürifî (s. 103) Mevlânâ Mürifî157 (s. 68) Mevlânâ Mürifî (s. 241-2) 178. Mevlânâ Asîlî (s. 103) Mevlânâ Asîlî158 (s. 69) Mevlânâ Asîlî (s. 242) Mevlânâ Kevserî (s. 103) Mevlânâ Kevserî159 (s. 69) Mevlânâ Kevserî (s. 242) 160 Mevlânâ Hilâlî (s. 103) Mevlânâ Hilâlî (s. 68-69) Mevlânâ Hilâlî (s. 242) Mevlânâ Kabûlî (s. 104) Mevlâ nâ Kabûlî161 (s. 72) Mevlânâ Kabûlî (s. 242) Mevlânâ Ebû Tâhir (s. 104) Mevlânâ Ebû Tâlib* (s. 70) Yok Yok Mevlânâ [ ] (s. 71-2) Yok Mevlânâ Cânî (s. 104) Mevlânâ Cânî (s. 72) Mevlânâ Cânî (s. 242-3) Mevlânâ Âfetî (s. 104-5) Mevlânâ Âfetî (s. 72) Mevlânâ Âfetî (s. 243) Mevlânâ Zülâlî (s. (s. 105) Mevlânâ Zülâlî (s. 72) Mevlânâ Zülâlî (s. 243) Seyyid Nakîbî (s. 105) Mevlânâ Nakîbî* (s. 72-3) Yok Mîr Hâimî (s. 105) Mevlânâ Hâimî (s. 73) Mevlânâ Hâimî (s. 243) Mevlânâ Sâhib (s. 105-6) Mevlânâ Sâhib (s. 73) Mevlânâ Sâhib (s. 243-7) Mevlânâ Mâyilî (s. 106) Mevlânâ Mâyilî (s. 73) Mevlânâ Mâyilî (s. 248) Mevlânâ Kavsî (s. 106) Mevlânâ Kavsî (s. 73) Mevlânâ Kavsî (s. 248) Mevlânâ Hicrî (s. 106) Yok Yok * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * Mevlânâ Hamîd, Mevlânâ ihâb ve Mevlânâ Abdulhak’tan sonra geçmektedir. Mevlânâ Kâbilî’den sonra geçmektedir. 167. sırada geçmektedir. 168. sırada geçmektedir. 170. sırada geçmektedir. 154. sırada geçmektedir. 155. sırada geçmektedir. 161. sırada geçmektedir. 159. sırada geçmektedir. 162. sırada geçmektedir. 163. sırada geçmektedir. 164. sırada geçmektedir. 165. sırada geçmektedir. 166. sırada geçmektedir. 183. sırada geçmektedir. * * 174 174 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN 193. 194. 195. 196. 197. 198. 199. 200. 201. 202. 203. 204. 205 206. 207. 208. 209. 210. 211. 212. 213. 214. 215. 216. 217. 218. 219. 220. 221. 222. 223. 224. 225. 226. 227. 228. 229. 230. 231. 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 Mevlânâ Nûrî (s. 107) Mevlânâ Dâ‘î (s. 107) Mevlânâ Subhî (s. 107) Mevlânâ Mecnûn (s. 107) Mevlânâ Melik (s. 108) Mevlânâ Celâlüddîn (s. 108) Hvâce Mûsâ (s. 108) * * * * * * Mevlânâ Merebî (s. 108-9) Mevlânâ Vefâyî (s. 109) Mevlânâ Habîb (s. 109) Mevlânâ Harîmî (s. 109) Mevlânâ Kalender (s. 109) Mevlânâ Kırânî (s. 109-10) Mevlânâ âdî (s. 110) Mevlânâ Halîl (s. 110) Mevlânâ Heybetî (s. 110) Mevlânâ Fenâyî (s.110) Mevlânâ Kanberî (s. 110-1) Seyyid Ârif (s. 111) Lutfî-i Sânî (s. 111) Mevlânâ Adîmî (s. 111) Mevlânâ ebâbî (s. 111) Mevlânâ Dervî (s. 111-2) Mevlânâ Ayânî (s. 112) Mevlânâ Gıyâsuddîn (s. 112) Seyyid Abdullatîf (s. 112) Mevlânâ Muhammed (s. 112) Mevlânâ Fahrî (s. 113) Mevlânâ Rüknî (s. 113) Mevlânâ Nâsihî (s. 113) Mevlânâ Tâyirî (s. 113) Seyyid Hazînî (s. 114) Mevlânâ Mehdî (s. 114) Mevlânâ Tâyifî (s. 114) Mevlânâ Nâyibî (s. 114) Mevlânâ Sıfâtî (s. 114) Emîr Levend (s. 114-5) Mevlânâ Emînî (s. 115) Mevlânâ Muhammed Tâlib (s. 115) * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * Mevlânâ Nûrî (s. 73) Mevlânâ Nûrî (s. 249) Mevlânâ Dâ‘î (s. 73-4) Mevlânâ Dâ‘î (s. 249) Mevlânâ Subhî (s. 74) Mevlânâ Subhî (s. 249) Mevlânâ Mecnûn (s. 74) Mevlânâ Mecnûn (s. 249) Mevlânâ Melik (s. 74-5) Mevlânâ Melik (s. 249) Mevlânâ Celâlüddîn (s. 75) Mevlânâ Celâlüddîn (s. 250) Mevlânâ Mûsâ* (s. 75) Hvâce Mûsâ162 (s. 250) * Mevlânâ Merebî163 (s. 70) Yok Mevlânâ [Vefâyî]164 s. 70 Yok Mevlânâ [Habîb]165 s. 70 Yok Yok Yok Yok Yok Mevlânâ [Kırânî]166 s. 70 Yok Mevlânâ [âdî]167 (s. 71) Yok Yok Yok Yok Yok Mevlânâ [Fenâyî]168 (s. 71) Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 169 Mevlânâ [Gıyâsuddîn] (s. 71) Yok Mevlânâ [Abdullatîf]170 (s. 71) Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Mevlânâ [Nâsıhî]171 (s. 72) Yok Mevlânâ Tâyirî172 (s. 77-8) Yok Seyyid Hazînî173 (s. 78) Yok Mevlânâ Mehdî174 (s. 78) Yok Mevlânâ Tâyirî* (s. 78) Yok Yok Yok Yok Yok Mîr Kalender* (s. 78) Yok Mevlânâ Emînî (s. 75) Mevlânâ Emînî (s. 250) Mevlânâ Muhammed Mevlânâ Muhammed Tâlib (s. 75) Tâlib (s. 250) * Metinde  eklinde yazılmıtır. 172. sırada geçmektedir. 173. sırada geçmektedir. 174. sırada geçmektedir. 175. sırada geçmektedir. 176. sırada geçmektedir. 177. sırada geçmektedir. 179. sırada geçmektedir. 180. sırada geçmektedir. 182. sırada geçmektedir. 209. sırada geçmektedir. 210. sırada geçmektedir. 211. sırada geçmektedir. 175 175 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL 232. 233. 234. 235. 236. 237. 238. 239. 240. 241. 242. 243. 244. 245. 246. 247. 248. 249. 250. 251. 252. 253. 254. 255. 256. 257. 258. 259. 260. 261. 262. 263. 264. 265. 266. 267. 268. 269. 270. 271. 272. 273. 175 176 177 178 179 180 181 182 183 Mevlânâ Zîrekî (s. 115) Mevlânâ Vahdetî (s. 115) Mevlânâ Nâdirî (s. 116) Mevlânâ Zamânî (s. 116) Yok Mevlânâ Sûsenî (s. 116-7) Mevlânâ Helâkî (s. 117) Dost Muhammed (s. 117) Hasan Alî (s. 117-8) Mevlânâ Fethullâh (s. 118) Mevlânâ Esîrüddîn (s. 118) Mevlânâ Gubârî (s. 118) Mevlânâ Zîrekî (s. 75-6) Mevlânâ Vahdetî (s. 76) Mevlânâ Nâdirî (s. 76) Mevlânâ Zamânî (s. 76) Yok Mevlânâ Sûsenî (s. 76) Mevlânâ Sûsenî (s. 76-7) Yok Yok Yok Yok Mevlânâ Gubârî-i Esferâyenî* (s. 77) Mevlânâ Riyâzî (s. 119) Mevlânâ Riyâzî (s. 77) Mevlânâ Tâhirî (s. 119) Mevlânâ Tâhirî177 (s. 79) Mevlânâ Mecnûnî (s. 119-20) Mevlânâ Mecnûnî (s. 79) Mevlânâ Hemdemî (s. 120) Mevlânâ Hemdemî (s. 79) Mevlânâ Necmî (s. 120) Mevlânâ [Necmî] (s. 79) Seyyidzâde-i Münî (s. 120) Seyyidzâde-i Münî178 (s. 78) Mevlânâ Âsımî (s. 120) Mevlânâ Âsımî179 (s. 78) Mevlânâ Fahruddîn (s. 121) Yok Mevlânâ Maksûd (s. 121) Yok Mevlânâ Sâfî (s. 121) Mollâ Sâfî (78-9) Yok Mollâ Sıfâtî (s. 79) Mevlânâ Figânî (s. 121) Mîr Sa‘îd (s. 80) Mevlânâ Bû-Alî (s. 122) Mevlânâ Bû-Alî (s. 80) Mevlânâ eyhî (s. 122) Mevlânâ eyhî (s. 80) Mevlânâ Herâtî (s. 122) Mevlânâ Herâtî (s. 80) Mevlânâ Bihitî (s. 122) Mevlânâ Bihitî180 (s. 80) Mevlânâ Ehlî (s. 122-3) Mevlânâ Ehlî182 (s. 80-1) Mevlânâ Nergisî (s. 123) Mevlânâ Nergisî (s. 81) Mevlânâ Hızrî (s. 123) Mevlânâ Hızrî (s. 81-2) Mevlânâ Bâtınî (s. 123) Mevlânâ Bâtınî (s. 82) Mevlânâ Fazlî (s. 123-4) Mevlânâ Fazlî (s. 82) Mevlânâ ûhî (s. 124) Mevlânâ ûhî (s. 82) Mevlânâ Zâhirî (s. 124) Mevlânâ Zâhirî (s. 82) Mevlânâ Hulkî (s. 124) Mevlânâ Hulkî (s. 82) Mîr Esedullâh (s. 124-5) Yok Mîr Ahadullâh (s. 125) Yok Mevlânâ âh Alî (s. 125) Yok Mevlânâ Zîbâ’î (s. 125) Mevlânâ Zîbâ’î (s. 82-3) Mevlânâ Sa‘îd (s. 125) Mevlânâ Sa‘îd (s. 83) Mevlânâ Dervî Alî (s. 125-6) Mollâ Dervî Alî-i emmâ‘* (s. 83) * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 193. sırada geçmektedir. 189. sırada geçmektedir. 216. sırada geçmektedir. 214. sırada geçmektedir. 215. sırada geçmektedir. 226. sırada geçmektedir. 187. sırada geçmektedir. 227. sırada geçmektedir. 188. sırada geçmektedir. 176 176 Mevlânâ Zîrek* (s. 250-1) Mevlânâ Vahdetî (s. 251) Mevlânâ Nâdirî (s. 251 Mevlânâ Zamânî175 (s. 252) Mevlânâ Dost (s. 251-2) Mevlânâ Sûsenî (s. 252-3) Mevlânâ Helâkî (s. 253) Mevlânâ Dost176* (s. 251-2) Hasan Alî (s. 252) Mevlânâ Fethullâh (s. 252) Mevlânâ Nazîrüddîn* (s. 252) Mevlânâ Gubârî (s. 253) * * Mevlânâ Riyâzî (s. 253) Mevlânâ Zâhir* (s. 253) Mevlânâ Mecnûnî (s. 254) Mevlânâ Hemdemî (s. 254) Mevlânâ Necmî (s. 254) Seyyidzâde Münî (s. 254) Mevlânâ Âsî (s. 254) Mevlânâ Fahruddîn (s. 254-5) Mevlânâ Maksûd (s. 255) Mevlânâ Sâfî (s. 255) Mevlânâ Safâ’î* (s. 255) Mevlânâ Figânî (s. 255 Mevlânâ Bû-Alî (s. 255) Mevlânâ eyhî (s. 255-6) Yok Mevlânâ Bihitî181 (s. 251) Mevlânâ Ehlî183 (s. 251) Yok Mevlânâ Hızrî (s. 256) Mevlânâ Bâtınî (s. 256) Mevlânâ Feyzî (s. 256-7) Mevlânâ ûhî (s. 257) Mevlânâ Tâhirî* (s. 257) Mevlânâ Hulkî (s. 257) Yok Yok Yok Mevlânâ Zîbâ’î (s. 257) Mevlânâ Sa‘îd (s. 257) Mevlânâ Dervî Alî (s. 257-8) * RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN 274. 275. 276. 277. 278. 279. 280. 281. 282. 283. 284. 285. 286. 287. 288. 289. 290. 291. 292. 293. 294. 295. 296. 297. 298. 299. 300. 301. 302. 303. 304. 305. 306. 307. 308. 309. 310. 311. 312. 313. 314. 315. 316. 317. 184 185 186 187 Mevlânâ Kallâî (s. 126) Mevlânâ Kallâî (s. 83) Mevlânâ Gedâyî (s. 126) Mevlânâ Gedâ’î (s. 83) Mevlânâ Vâhidî (s. 12 6-7) Mevlânâ Vâhidî (s. 83) Zâve Kadısı (s. 127) Kâdîzâde* (s. 84) Mîr Hüseyin (s. 127) Yok Mevlânâ Kâî (s. 127) Yok Mevlânâ Zâyirî (s. 127-8) Yok Mevlânâ Kâni‘î (s. 128) Yok Mevlânâ Ziyâyî (s. 128) Yok Mevlânâ Nûrî (s. 128) Yok Mevlânâ Feyzî (s. 128) Yok Mevlânâ Aynî (s. 128) Yok Mevlânâ Mu‘înî (s. 128-9) Yok Ahdarî (s. 129) Yok Üstâd Muhammed–i Obahî Yok (s. 129) Mevlânâ Kevkebî (s. 129) Mevlânâ Kevkebî (s. 84) Mevlânâ Mihnetî (s. 129) Mevlânâ Mihnetî (s. 84) Mevlânâ ükrî (s. 130) Mevlânâ ükrî (s. 84) Mevlânâ Hakîrî (s. 130) Mevlânâ Hakîrî (s. 84-5) Mevlânâ Esîrî (s. 130) Mevlânâ Esîrî (s. 85) Mevlânâ Sa‘d (s. 130) Mevlânâ Sa‘d (s. 85) Hvâce Kelân-ı Bezzâz (s. 130-1) Hvâce Kelân-ı Bezzâz (s. 85) * * * * * * * * * * * * * * * * * Mevlânâ Kallâî (s. 258) Mevlânâ Gedâ’î (s. 258) Mevlânâ Vâhidî (s. 258) Kâdîzâde* (s. 258) Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Mevlânâ Kevkebî (s. 258) Mevlânâ Muhabbetî* (s. 258) Mevlânâ ükrî (s. 259) Mevlânâ Hakîrî (s. 259) Mevlânâ Esîrî (s. 259) Mevlânâ Sa‘d (s. 259) Hvâce Kelân-ı Bezzâz (s. 259) Hvâce Mansûr (s. 131) Sultân Mahmûd (s. 131) Mevlânâ Nizâm (s. 131) Mevlânâ Yârî (s. 131) Mevlânâ Dâ‘î (s. 131) Baba ûrîde (s. 132) Mevlânâ Sûf1( (s. 132) Mevlânâ Hamîd-i Gül (s. 132) Mevlânâ Bihitî (s. 132) Mevlânâ Figânî (s. 133) Mevlânâ erârî (s. 133) Mevlânâ Fedâyî (s. 133) Mevlânâ Mahremî (s. 133) Mevlânâ Ayânî (s. 133) Mevlânâ Vâlihî (s. 134) Seyyid Hançer Çiçek (s. 134) Mevlânâ Zârî (s. 134) Mevlânâ Nâzırî (s. 134) Mevlânâ Zâtî (s. 134) Mevlânâ Mîr Alî (s. 135) Pehlevân Kâtib (s. 135) Hvâce Mansûr (s. 85) Hvâce Mansûr (s. 259) Sultân Mahmûd (s. 85) Sultân Mahmûd (s. 259-60) Mevlânâ Nizâm (s. 85) Mevlânâ Nizâm (s. 260) Mevlânâ Yârî (s. 86) Yok Mevlânâ Dâ’imî* (s. 86) Mevlânâ Dâmî (s. 260) Baba ûrîde (s. 86) Baba ûrîde (s. 260) Mevlânâ Sûfî (s. 86) Mevlânâ Sûfî (s. 260) Mevlânâ Hamîd-i Gül (s. 86) Mevlânâ Hamîd* (s. 260) Mevlânâ Bihitî (s. 86) Mevlânâ Bihitî (s. 261) Mevlânâ Figânî (s. 86-7) Mevlânâ Figânî (s. 261) Mevlânâ erârî (s. 87) Mevlânâ erârî (s. 261) Fedâ’î-i Tebrîzî* (s. 87) Mevlânâ Fedâ’î (s. 261) Mevlânâ Mahremî (s. 87) Mevlânâ Mahremî (s. 261) Mevlânâ Ayânî (s. 87-8) Mevlânâ Mahremî (s. 261-2) Mevlânâ Vâfî (s. 88) Mevlânâ Vâlihî (s. 262) Seyyid Hançer* (s. 88) Seyyid Hançer* (s. 262) Mevlânâ Zârî (s. 88) Mevlânâ Zârî (s. 262) Mevlânâ Nâzırî 184 (s. 88) Mevlânâ Nâzırî (s. 262) Mevlânâ Zâtî185 (s. 88) Mevlânâ Zâtî (s. 262) Mevlânâ Mîr Alî186 (s. 88) Mevlânâ Mîr Alî (s. 262) Pehlevân Kâtib187 (s. 88) Pehlevân Kâtib (s. 262-3) Üçünci Meclisning Hatmi (s. 135) Yok Yok Törtünçi Meclis Pehlevân Muhammed Meclis-i Çihârum Pehlevân Muhammed Bihit-i Çihârum Pehlevân Muhammed* (s. 264-5) * * * * * * * * * * * * * * * * * * 268. sırada geçmektedir 269. sırada geçmektedir. 266. sırada geçmektedir. 267. sırada geçmektedir. 177 177 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL 318. 319. 320. 321. 322. 323. 324. 325. 326. 327. 328. 329. 330. 331. 332. 333. 334. 335. 336. 337. 338. 339. 340. 341. 342. 343. 344. 345. 346. 347. 348. 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 Ketîgîr (s. 136-7) Mîr-Ser-bürehne (s. 137-8) Mevlânâ Burhâneddîn (s. 138-9) Mîr Gıyâsuddîn Azîz (s. 139) Mevlânâ Mes‘ûd (s. 139-40) * * Hâfız-ı erbetî (s. 140-1) Hvâce Kemâlüddîn-i Ûdî (s. 141) Alî Kermâl (s. 141) Mîr Atâullâh (s. 141-2) Mîr Murtâz (s. 142-3) Mevlânâ Hüseyin Vâ‘iz (s. 143) Mevlânâ Mu‘în Vâ‘iz (s. 144) Sultân brâhîm-i Müa‘a‘ (s. 144-5) Mîr Hvând (s.145) * * Mevlânâ Hvând Mîr (s. 145-6) Mevlânâ Hamîdüddîn (s. 146) Mîr Kemâlüddîn-i Hüseyin (s. 146-7) Mîr htiyârüddîn (s. 147-8) Mevlânâ Muhammed-i Bedahî (s. 148) Mevlânâ Hâcî Muhammed (s. 149) Mîr Hüseyin-i Mu‘ammâyî (s. 149-50) Hâfız Muhammed Sultân âh (s. 150) Mevlânâ Fahrî (s. 150) Seyyid Ca‘fer (s. 150-1) Emîr Seyyid Hasan-ı Ebîverdî (s. 151-2) Seyyid Gıyâsuddîn (s. 152) Seyyid Esedullâh (s. 152) Mevlânâ Kâsım (s. 152) Mevlânâ Alî (s. 153) eyh-zâde(-i) Pûrânî (s. 153) Mevlânâ Safî (s. 253) Mevlânâ ihâb (s. 154) * * * * * * * * * Ebû Sa‘îd* (s. 89-91) Seyyid Ser-bürehne* (s. 91) Mevlânâ Burhâneddîn Atâullâh-i Râzî* (s. 91) Yok Mevlânâ Kemâlüddîn-i Mes‘ûd* (s. 91-2) Hâfız-ı erbetî188 (s. 92) Yok Seyyid Ser-bürehne (s. 265) Mevlânâ Burhân (s. 265-6) Yok Mevlânâ Mes‘ûd (s. 266) Hâfız-ı erbeti189 (s. 267) Yok Yok Mîr Atâullâh190 (s. 92) Mîr Murtâz (s. 92-3) Mevlânâ Hüseyin Vâ‘iz (s. 93) Mevlânâ Mu‘în Vâ‘iz (s. 94) Yok Yok Mîr Atâullâh191 (s. 266) Mîr Murtâz (s. 267-8) Mevlânâ Vâ‘iz* (s. 268-9) Mevlânâ Mu‘în Vâ‘iz (s. 269) Yok Mîr Hvând (s. 94) Mevlânâ Mîr Hvând* (s. 270) Yok Mevlânâ Hamîdüddîn (s. 94) Mevlânâ Kemâlüddîn-i Hüseyin (s. 94-5) Seyyid htiyâr* (s. 95) Mollâ Muhammed-i Bedahî* (s. 95-6) Yok Yok Mevlânâ Hamîdüddîn (s. 270) Mîr Kemâlüddîn-i Hüseyin (s. 270-1) Seyyid htiyâr* (s. 271) Mevlânâ Muhammed-i Bedahî (s. 271-2) Yok Mîr Hüseyin-i Mu‘ammâ’î (s. 96) Yok Mîr Hüseyin-i Mu‘ammâ’î (s. 272) Yok Yok Seyyid Ca‘fer (s. 96) Mîr Hüseyin-i Bâverdî192* (s. 97) Mîr Gıyâsuddîn194 (s. 96-7) Mîr Esedullâh (s. 97) Yok Mevlânâ Alî (s. 98) eyh-zâde(-i) Pûrânî196 (s. 97) Mevlânâ Safî (s. 98) Mevlânâ ihâb-ı Müdevven199* Yok Seyyid Ca‘fer (s. 272) Seyyid Hüseyin-i Bâverdî193* (s. 273) Seyyid Gıyâsuddîn195 (s. 272-3) Yok Yok Yok eyh-zâde-i Pûrânî197 (s. 275) Mevlânâ Safî198 (s. 275) Yok * Mîr Atâullâh’tan sonra geçmektedir. Mîr Atâullâf’tan sonra geçmektedir. Hâfız-ı erbetî’den önce geçmektedir. Hâfız-ı erbetî’den önce geçmektedir. Mîr Gıyâsuddîn’den sonra geçmektedir. Mîr Gıyâsuddîn’den sonra geçmektedir. Mîr Hüseyin-i Bâverdî’den önce geçmektedir. Mîr Hüseyin-i Bâverdî’den önce geçmektedir.. 289. sırada geçmektedir. 275. sırada geçmektedir. 276. sırada geçmektedir. 178 178 * RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A 349. 350. 351. 352. 353. 354. 355. 356. 357. 358. 359. 360. 361. 362. 363. 364. 365. 366. 367. 368. 369. 370. 371. 372. 373. 374. 375. 376. 377. 378. 379. 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 Hâfız Celâlüddîn-i Mahmûd (s. 154) Mevlânâ Nâyî (s. 154-5) Mevlânâ Abdulvâsi‘ (s. 155) Hvâce Sultân Muhammed * * (s. 97) Hâfız Celâlüddîn-i Mahmûd (s. 98) Mevlânâ Nâmî* (s. 98-9) Mevlânâ Abdulvâsi‘ (s. 99) Mevlânâ Sultân Muhammed* (s. 155-6) (s. 99) Mîrek Hüseyin (s. 156) Yok Mevlânâ Muhammed Nâmenî Mevlânâ Muhammed Nâ’înî* (s. 156-7) (s. 99-100) Mevlânâ Nûr (s. 157) Mevlânâ Nûr (s. 100) Mevlânâ îr Alî (s. 157-8) Mevlânâ îr Alî (s. 100) Mevlânâ Sultân Alî (s. 158) Mevlânâ Sultân Alî (s. 100-1) Mevlânâ Sultân Alî-i Kâyinî Dervî Sultân Alî-i Kâyinî* (s. 158) (s. 101) Mevlânâ erîf-i Bâg-ı ehrî Yok (s. 158-9) Mevlânâ âh Alî (s. 159) Yok Mevlânâ Behlûl (s. 159) Yok Sûfî Pîr-i Si-sad Sâle (s. 159-60) Dervî Sûfî* (s. 101) Mevlânâ Vaslî (s. 160) Mevlânâ Vaslî (s. 101) Mevlânâ Gıyâsuddîn (s. 160) Mevlânâ Gıyâsuddîn Alî* (s. 102) eyh-zâde-i Ensârî (s. 160-1) eyh-zâde-i Ensârî (s. 102-3) eyh Abdullâh (s. 161) eyh Abdullâh205 (s. 103) v H âce Mahmûd (s. 161-2) Hvâce Mahmûd-ı Sebzvârî* * * * * * * * * * * * Üstâd Kul Muhammed (s. 162) Mevlânâ erbetî (s. 162) Pehlevân Dervî Muhammed (s. 163) nisi Hüseynî (s. 163) Muhammed Alî (s. 163) Pehlevân Sultân Alî-i Kütigîr (s. 163) Hvâce Ebû Sa‘îd (s. 163-4) * (s. 104) Mevlânâ Hâcî (s. 164) Mevlânâ Abdurrezzâk (s. 164) Mevlânâ Hâcî (s. 165) Mevlânâ Cemâlüddîn (s. 165) Hvâce Ebû Nasr (s. 165) * * * * Hâfız Celâlüddîn-i Mahmûd (s. 275) Mevlânâ Nâmî (s. 275-6) Mevlânâ Abdulvâsi‘ (s. 276) Hvâce Sultân Muhammed (s. 277) Mevlânâ Mîrek Hüseyin* (s. 276) Mevlânâ Muhammed Nâ’înî* (s. 276) Mevlânâ Nûr (s. 276-7) Mevlânâ îr Alî200 (s. 273) Mevlânâ Sultân Alî201 (s. 273-4) Mevlânâ Sultân Alî-i Kâ’inî202 (s. 274) Yok * Yok Yok Dervî Sûfî203* (s. 274) Mevlânâ Vaslî204 (s. 274) Mevlânâ Gıyâsuddîn (s. 277) eyh-zâde-i Ensârî (s. 277) eyh-zâde-i Abdullâh206 (s. 277) Hvâce Mahmûd (s. 277) (s. 103) Üstâd Kul Muhammed (s. 103) Üstâd Kul Muhammed207 (s. 278) Mevlânâ erbetî (s. 103-4) Mevlânâ erbetî208 (s. 279) Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Hvâce Ebû Sa‘îd-i Mehne* Hvâce Ebû Sa‘îd (s. 277-78) Mevlânâ Hâcî (s. 104) Mevlânâ Abdurrezzâk (s. 104) Mevlânâ Hâcî (s. 104) Mevlânâ Cemâlüddîn (s. 104-5) Hvâce Ebû’n-nasr* (s. 105) Mevlânâ Hâcî (s. 278) Mevlânâ Abdurrezzâk (s. 278) Mevlânâ Hâcî (s. 278) Mevlânâ Cemâlüddîn (s. 278) Hvâce Ebû Nasr-ı Mehne* (s. 278) 288. sırada geçmektedir. 270. sırada geçmektedir. 271. sırada geçmektedir. 272. sırada geçmektedir. 273. sırada geçmektedir. 274. sırada geçmektedir. eyh-zâde-i Ensârî hakkında bilgi verilirken geçmektedir. eyh-zâde-i Ensârî hakkında bilgi verilirken geçmektedir. 292. sırada geçmektedir. 293. sırada geçmektedir. 179 179 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES AHMET KARTAL 380. 381. 382. 383. 384. 385. 386. 387. 388. 389. Hvâce Hüseyin-i Kîrengî (s. 166) Hvâce Kutbuddîn (s. 166) Hvâce Hüseyin-i Kîrengî (s. 105) Yok Hvâce Yûsuf-ı Mehne (s. 166-7) Yok Hvâce Ebû Tâhir (s. 167) Hvâce Ebû Tâhir (s. 105) Hvâce Hasan* (s. 279-80) Yok Yok Hvâce Ebû Tâhir (s. 280) Hvâce Kutbuddîn Ahmed Hvâce Kutbuddîn Muhammed* Hvâce Kutbuddîn Ahmed (s. 167) (s. 105) (s. 280) Mevlânâ Muhammed-i Horasânî Mevlânâ Muhammed-i Horâsânî Mollâ Muhammed-i Horâsânî* (s. 167-8) (s. 106) (s. 280) Hvâce Kemâlüddîn-i Hüseyin Hvâce Kemâlüddîn-i Hüseyin Hvâce Kemâlüddîn-i Hüseyin * (s. 168) (s. 106) (s. 280-1) Hvâce Abdullâh-ı Sadr (s. 168-9)Hvâce Abdullâh-ı Sadr (s. 106) Hvâce Abdullâh* (s. 281) Hvâce Yahyâ (s. 169) Yok Yok Mevlânâ Fasîhuddîn (s. 169-70) Hvâce Fasîhuddîn* (s. 106-7) * Törtünçi Meclisning Âhiri (s. 170) Hvâce Fasîhuddîn* (s. 281) Yok Yok Biinci Meclis Meclis-i Pencum Bihit-i Pencum 390. Emîr Devletâh (s. 171) Emîr Devletâh (s. 108) 391. Hüseyin Alî-i Celâyir (s. 172) Haydar (s. 172-3) Abdulvehhâb (s. 173) Sultân Hüseyin (s. 174) Mîr brâhîm (s. 174) Muhammed Sâlih (s. 174-5) îrem (s. 175) Mîr Ikî (s. 175) Mîr Alî-i Dost (s. 176) Yamgurçi Big (s. 176) Muhammed Alî-i Celâyir (s. 176) Mevlânâ Kevkebî (s. 177) brâhîm Muhammed Halîl (s. 177) Mîr Habîbullâh (s. 177) Muhammed Ca‘fer (s. 177-8) âh Kulı Uygur (178) Dervî Abdullâh (s. 178) Abdulkahhâr (s. 178-9) Big Melekî (s. 179) Sâkî (s. 179-80) Hasan Alî-i Celâyir* (s. 108-9) Mîr Haydar* (s. 109) Abdulvehhâb (s. 109-10) Sultân Hüseyin (s. 110) Yok Muhammed Sâlih (s. 110) Yok Mîr Ikî (s. 110-1) Mîr Alî-i Dost (s. 111) Yamgurçi Big (s. 111) Muhammed Alî-i Celâyir (s. 111) Mevlânâ Kevkebî (s. 111) Mîr brâhîm* (s. 111-2) Emîr Devletâh bin Fîrûz âh* (s. 282) Emîr Hasan-ı Celâyir* (s. 282) Mîr Haydar* (s. 282) Mîr Abdulvehhâb (s. 283 Mîr Sultân Hüseyin* (s. 283) Yok Mîr Muhammed Sâlih* (s. 283) Yok Mîr Ikî (s. 283) Mîr Alî-i Dost (s. 283) Yamgurçi Big (s. 283-4) Muhammed Alî-i Celâyir (s. 284) Mevlânâ Kevkebî (s. 284) brâhîm Halîl (s. 284) Mîr Habîbullâh (s. 112) Muhammed Ca‘fer (s. 112) âh Kulı (U)ygur (s. 112) Dervî Abdullâh (s. 112) Abdulkahhâr (s. 112) Big Kulı* (s. 112-3) Sâkî (s. 113) Mîr Habîbullâh (s. 284) Muhammed Ca‘fer (s. 284-5) âh Kulı Uygur (s. 285) Dervî Abdullâh (s. 285) Abdulkahhâr (s. 285) Yok Melik Sâkî Big* (s. 285) 392. 393. 394. 395. 396. 397. 398. 399. 400. 401. 402. 403. 404. 405. 406. 407. 408. 409. 410. * * Biinci Meclisnin Gâyetî (s. 180) Yok 411. 412. 413. 414. 415. 416. 417. Altınçı Meclis Ahmed Hâcî Big (s. 181) Hvâce Hord (s. 182) Ebu’l-bereke (s. 182-3) Hvâce Hvâvend (s. 183) Emîr Mahmûd Barlas (s. 184) Dervî uhûdî (s. 184) Mevlânâ Mü’minî (s. 184) * Yok Meclis-i eum Bihit-i eum Emîr Ahmed Hâcî Big* (s. 114) Ahmed Hâcî Big (s. 286) Hvâce Hord (s. 114) Hvâce Hüsrev* (s. 286) Ebu’l-bereke (s. 115-6) Kâdı Ebu’l-bereke* (s. 286-7) Hvâce Hvâvend (s. 116) Hvâce Fazlullâh* (s. 287) Mîr Mahmûd Barlas (s. 116) Mevlânâ Fânî* (s. 116) Mevlânâ Mü’minî (s. 116-7) * 180 180 Mîr Mahmûd Parlas* (s. 287-8) Mevlânâ Fânî* (s. 288) Mevlânâ Mü’min-i Semerkandî RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ârif-i Ferketî (s. 185) Mevlânâ Nâsıruddîn (s. 185) Mevlânâ Bekâyî (s. 185-6) Mevlânâ Hayrî (s. 186) Mevlânâ Sâyilî (s. 186) Mevlânâ emsî (s. 186) Mevlânâ Sâlihî (s. 187) Mevlânâ Dervî-i Dihegî (s. 187) Kâdî Îsâ (s. 187-8) eyh Necm (s. 188) Hvâce Efdal (s. 188-9) Mevlânâ Ârif* (s. 117) Mevlânâ Nâsıruddîn (s. 117) Mevlânâ Bekâ’î (s. 117) Mevlânâ Hayrî (s. 117) Mevlânâ Sâyilî (s. 118) Mevlânâ emsî (s. 118) Mevlânâ Sâlihî (s. 118) Dervî-i Dihegî* (s. 118) (s. 288) Mevlânâ Ârif (s. 288) Mevlânâ Nâsıruddîn (s. 288) Mevlânâ Bekâ’î (s. 288-9) Mevlânâ Sabrî* (s. 289) Mevlânâ Sâ’ilî (s. 289) Mevlânâ emsî (s. 289) Mevlânâ Sâlih* (s. 290) Dervî-i Dihegî (s. 290-3) Kâdî Îsâ (s. 118-9) eyh Necm (s. 119) Hvâce Fazlullâh* (s. 119) Kâdî Îsâ (s. 293-4) eyh Necmüddîn* (s. 295-6) Hvâce Efdal (s. 296) 440. Mevlânâ ehîdî (s. 190) Mevlânâ Hümâyî (s. 190-1) Yok Mevlânâ Hâlidî (s. 191) Mevlânâ Yârî (s. 191) Mevlânâ Mîrek (s. 192) Mevlânâ Ehlî (s. 192) Mevlânâ Fazlullâh (s. 192-3) Mevlânâ Mu‘în (s. 193) Hvâce ‘mâd (s. 193) Yok Yok Mevlânâ ehîdî (s. 119-20) Mevlânâ ehîdî (s. 296-7) Mevlânâ Hümâyî (s. 120) Mevlânâ Hümâ’î209 (s. 298-9) Yok Gülhanî (s. 297-8) Mevlânâ Hâlidî (s.120) Mevlânâ Hâlidî (s. 298-9) Mollâ Yârî* (s. 120-1) Mevlânâ Yârî (s. 299) Mevlânâ Mîrek (s. 121) Mevlânâ Mîrekî* (s. 299) Yok Yok Mevlânâ Fazlullâh (s. 121) Mevlânâ Fazlullâh (s. 299) Mevlânâ Mu‘în (s. 121) Mevlânâ Mu‘în (s. 299) Hvâce ‘mâd (s. 121-2) Hvâce ‘mâd210 (s. 312) 441. 442. 443. 444. 445. 446. 447. 448. 449. 450. 451. 452. 453. 454. 455. 456. 457. 458. 459. 460. 461. 462. 463. 464. 465. 466. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 418. 419. 420. 421. 422. 423. 424. 425. 426. 427. 428. 429. 430. 431. 432. 433. 434. 435. 436. 437. 438. 439. 209 210 * * * * * * * Edhemî-i brâhîm (s. 189) Hvâce Alâüddîn (s. 189-90) * * * * * * * * * Yok Yok Hvâce Muzaffer-i Mi‘mâr (s. 300) Mevlânâ Beyânî (s. 300) Mevlânâ Vefâ‘î (s. 301) Mevlânâ Enîsî-i Kâtib (s. 301) Mevlânâ Hurremî (s. 301-2) Mevlânâ Garkî (s. 302) ‘Alîhân Mîrzâ (s. 302) Kûçek Big (s. 302) Mevlânâ Âgehî (s. 302) Mevlânâ Sıfâtî (s. 303) Mevlânâ Tâhirî (s. 303) Mîr Hümâyûn (s. 303) âh ‘nâyetullâh (s. 303-4) âh Mahmûd Cân (s. 304) âh Mazharî (s. 304) Mevlânâ Refîkî (s. 304-5) Mevlânâ Hakîrî (s. 305 Mevlânâ Cezevî (s. 305) Mevlânâ Fedâî (s. 305) Mevlânâ emsî (s. 305-6) Mevlânâ Bâtınî (s. 306) Mevlânâ Helâkî (s. 306) Mevlânâ efîkî (s. 306) Mevlânâ Fânî (s. 306-7) Mevlânâ Figânî (s. 307) Mevlânâ Kabûlî (s. 307) * * * * * * * * * * * * * * * * * * * Gülhanî’den sonra geçmektedir. 386. sırada geçmektedir. 181 181 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL 467. 468. 469. 470. 471. 472. 473. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Mevlânâ Hayrânî (s. 307-8) Mîr Fenâî (s. 308) Mevlânâ Rûhî (s. 308) Mevlânâ Tûtî (s. 308) Mevlânâ Hâtemî (s. 308) Hvâce Maksûd-ı Kâzerûnî (s. 309) * * * * Yok Yok * 474. Yok Yok 475. 476. 477. 478. 479. 480. 481. 482. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Mevlânâ Beyzâyî (s. 193) Seyyid ‘imâd (s. 194) Yok Yok Yok Yok Yok Yok Mevlânâ Beyâzî* (s. 122) Seyyid ‘mâd (s. 122) 483. 484. 485. 486. 487. 488. 489. 490. 491. 492. 493. 494. 495. 496. 497. 498. 499. 500. 501. 502. 503. 504. 505. 211 212 * Mevlânâ Celâlüddîn Muhammed-i Devvânî (s. 309-10) [Burada zikredilen âirin ismi Belirtilmemitir] (s. 311) Hvâce Mes‘ûd (s. 311) Mevlânâ Selâmî (s. 311) Mevlânâ Medîhî (s. 311) Mevlânâ Nasîbî (s. 311-2) Mevlânâ Fethî (s. 312) Mevlânâ Dellâl (s. 312) Mevlânâ Beyâzî211* (s. 312) Seyyid ‘mâdüddîn212* (s. 312) * * * * * Altıncı Meclisning Nihâyeti Yok Yok (s. 194) Yitinci Meclis Meclis-i Heftum Bihit-i Heftum Timur-ı Gürgân (s. 195-6) Emîr Timur-ı Gürgan* (s. 123-4)Sultân Timur Han* (s. 313) Hakan-ı Sa‘îd âhruh Mîrzâ Hakan-ı Sa‘îd âhruh Mîrzâ Hakan-ı Sa‘îd âhruh Mîrzâ (s. 196-7) (s. 124) (s. 314) Ebâ Bekr Mîrzâ (s. 197) Ebâ Bekr Mîrzâ (s. 124) Yok Sultân skender-i îrâzî Sultân skender-i îrâzî Yok (s. 197-8) (s. 124-5) Halîl Sultân (s. 198) Halîl Sultân (s. 125) Yok Ulug Big Mîrzâ (s. 199) Ulug Big Mîrzâ (s. 125) Mîrzâ Ulug Big (s. 314) Baysungur Mîrzâ (s. 199) Baysungur Mîrzâ (s. 125) Baysungur Mîrzâ (s. 314) Bâbür Mîrzâ (s. 200) Bâbür Mîrzâ (s. 126) Bâbür Mîrzâ (s. 315) Abdullatîf Mîrzâ (s. 200) Abdullatîf Mîrzâ (s. 126) Mîrzâ Abdullatîf (s. 315) Cihânâh Mîrzâ (s. 201) Yok Yok Ya‘kûb Mîrzâ (s. 201) Yok Yok Seyyid Ahmed Mîrzâ (s. 201-2) Seyyid Ahmed Mîrzâ (s. 126) Seyyid Ahmed Mîrzâ (s. 315) Sultân Ahmed Mîrzâ (s. 202) Sultân Ahmed Mîrzâ (s. 126-7) Yok Baykara Mîrzâ (s. 202) Baykara Mîrzâ (s. 127) Yok Kiçik Mîrzâ (s. 202-3) Kiçik Mîrzâ (s. 127) Mîrzâ Kiçik (s. 315) Sultân Bedî‘u’z-zamân Mîrzâ Sultân Bedî‘u’z-zamân* Sultân Bedî‘u’z-zamân* (s. 203-4) (s. 127-8) (s. 315-6) âh Garîb Mîrzâ (s. 204-5) âh Garîb Mîrzâ (s. 128) Yok Ferîdûn Hüseyin Mîrzâ (s. 205)Ferîdûn Hüseyin Mîrzâ Yok (s. 128-9) Muhammed Hüseyin Mîrzâ Yok Yok (s. 205-6) Baysungur Mîrzâ (s. 206) Yok Yok Sultân Mes‘ûd Mîrzâ (s. 206) Yok Yok Sultân Alî Mîrzâ (s. 206) Yok Yok (Sekizinci Mecliste geçmek(Sekizinci Mecliste geçSultân Hüseyn Mîrzâ (s. 316) tedir.) mektedir.) 387. sırada geçmektedir. 388. sırada geçmektedir. 182 182 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN 506. 507. 508. 509. 510. Yitinci Meclisning Tükencisi (s. 207) Yok Sikizinci Meclis Meclis-i Hetum Ravza-i Evvel Sultânü’s-selâtîn Ebu’l-gazi Ebu’l-gazi Sultân Hüseyin Sultân Hüseyin Bahâdır Han Bahâdır Han (s. 130-1) (s. 208-251) Halvet (s. 251-2) Mevlânâ Lutfî (s. 252-3) Mevlânâ Kabûlî (s. 253-6) * * Yok 511. Kısm-ı Evvel Yok 512. 513. 514. 515. 516. 517. Mîr (s. 133-6) Kısm-ı Devvum 518. 519. 520. 521. 522. Yok Yok 523. 524. 525. 526. 527. 528. 529. 530. 531. 532. 533. 534. 535. 536. 537. 538. 539. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 540. Yok 541. 542. 543. 544. 545. Yok Yok Yok Yok Yok 546. 547. 548. 549. 550. Yok Yok Yok Yok Yok 551. 552. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Meclis-i Nohum Zikr-i Sâdât-i ‘zâm Mîr Abdülbâkî (s. 137) Emîr Seyyid erîf (s. 137) Mîr Muhammed Mîr Yûsuf (s. 137) Mîrzâ Asgar (s. 137-8) Mîr Sultân brâhîm Sadr (s. 138) Emîr Hüsrev (s. 138) Seyyid Hakîmî (s. 138) Emîr Efdal (s. 138-9) Emîr brâhîm-i Kânûnî (s. 139) Emîr erîfî (s. 139) Mîr Hümâyûn (s. 139) Emîr Kâsım (s. 139-40) Mîr Hâim (s. 140) Kısm-ı Sivvum Zikr-i Letâyif-i slâm ki... Mevlânâ Nizâmüddîn (s. 141) Mollâ Celâlüddîn Muhammed-i Devvânî (s. 141) Sa‘düddîn Mes‘ûdu’l-emîn (s. 141-2) Kâdî Nûrullâh (s. 142) Mevlânâ Âgehî (s. 142-3) Husâmî-i Vâ‘iz (s. 143) Hâfız Alî (s. 143) Hvâce Hâfız Mîr (s. 144) * * Hâfız Sultân Alî-i Obahî (s. 144) Baba Abdullâh Çeme Mâlân (s. 144) Kâdî Yahyâ (s. 144) Hvâce Hâimî (s. 144-5) Mollâ Mîr (s. 145) Mollâ Nesîmî (s. 145) Mollâ Gıyâsüddîn Muhammed (s. 145) Hvâce Ebu’l-kâsım (s. 145) Abdü’l-mü’min (s. 145) 183 183 Yok Bihit-i Hetum eyh Ebû Sa‘îd Fazl bn Ebi’l-hayr (s. 317-8) eyh Mecdûd bin Âdem (s. 318) mâm Ahmed-i Gazâlî (s. 318) eyh Evhaduddîn-i Kirmânî (s. 318-9) eyh Mecduddîn-i Bagdâdekî (s. 319) eyh Necmüddîn-i Kübrâ Zikr-i Letâyif-i Hazret-i (s. 319-20) eyh ihâbuddîn (s. 320) eyh Cemâlüddîn-i Gîlânî (s. 320) ey Necmüddîn-i Dâye (s. 320) eyh Seyfüddîn-i Bâharzî (s. 320-1) eyh Celâlüddîn Behâü’l-veled (s. 321) eyh Ziyâüddîn (s. 321) eyh mâmuddîn-i Râfi‘î (s. 321-2) Hakîm Esîrüddîn-i Ebherî (s. 322) Fahruddîn-i Râzî (s. 322-3) eyh Muhyiddîn (s. 323) Hvâce Nasîruddîn-i Tûsî (s. 323-4) Hakîm Enverî (s. 324-5) Hakîm Erzakî Efdaluddîn-i Herevî (s. 325-6) Esîrüddîn-i Umânî (s. 326) Esîrüddîn-i Fergânî (s. 326) mâmî-i Herevî (s. 327) bn-i Hatîb-i Gencei (s. 327) Evhadî-i Merâgai (s. 327-8) Ebu’l-ulâ-i Gencei (s. 328-9) Cemâlüddîn-i Restak (?) (s. 329) Celâlüddîn-i Atîkî (s. 329) Seyyid Cemâlüddîn-i Kâî (s. 330) Seyyid Hasan-ı Gaznevî (s. 330) Ömer Hayyâm (s. 330) Hâkânî (s. 330-3) Fahr-i Gurgânî (s. 333) Hvâcû Kirmânî (s. 333-4) Dakîkî (s. 334-5) Emâre-i Mervezî (s. 335) Refî’uddîn-i Bekrânî (s. 335-6) Rûdekî (s. 336-7) eyh Sa’dî-i Muslihiddîn bin erefüddîn-i îrâzî (s. 337-8) Raziyuddîn Baba (s. 338) Sirâcî (s. 338) Sirâc-i Kumrî (s. 338) Hakîm Senâ’î (s. 339) Sa‘d behâ (s. 339) ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL 553. 554. 555. 556. 557. 558. 559. 560. 561. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 562. Yok 563. 564. 565. 566. 567. 568. 569. 570. 571. 572. 573. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 574. 575. 576. 577. 578. Yok Yok Yok Yok Yok 579. 580. 581. 582. 583. 584. 585. 586. 587. 588. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 589. 590. 591. Yok Yok * Hvâce Eyyûb (s. 147) Kemâluddîn smâ‘îl-i sfahânî Mollâ Sâkinî (s. 147) (s. 348) Hâfız Penâhî (s. 147) Nâsır-ı Hüsrev (s. 348-9) Kısm-ı Pencum Hümâm (s. 349) Zikr-i Letâyif-i Erbâb-ı Hüner Reîdüddîn-i Vatvat (s. 349) Mollâ SultânMuhammed Handân Mehsetî (s. 350) (s. 148) ‘Âie-i Mukriye (s. 350) Mollâ Abdî-i Kalender (s. 148) Bîce Müneccime (?) (s. 351) Mollâ Nizâm-ı Bedr (s. 148) Mevlânâ Mu‘înî (s. 351) Mevlânâ Mahmûd-ı Kâtib (s. 148)Sûzenî (s. 351-2) Mollâ Mîr Alî (s. 148-9) eyh Nizâmî (s. 352-3) Hvâce Ebu’l-kâsım (s. 149) Selmân-ı Sâvecî (s. 353-4) * * Mollâ Cemîd-i Müneccim Muhammed Ussâr (s. 354) (s. 149) Hâfız-ı îrâzî (s. 354-5) Mollâ Hâcî Alî (s. 149) eyh Kemâl-i Hucendî (s. 355-6) Mollâ Emânü’llâh (s. 149) Mîr Alî îr (s. 357-8) Kısm-ı eum Ravza-i Devvum Zikr-i Letâyif-i Sâyir ‘Avâm Sultân Selîm âh (s. 359-64) Mollâ Abdussamed (s. 150) Mevlânâ Behâuddîn Alî Mollâ Kelân-i Mu‘ammâ’î (s. 150) (s. 364-6) Mevlânâ ‘lmî (s. 150) eyh Abdullâh-ı ebusterî Mollâ Gıyâsuddîn Muhammed (s. 366-9) (s. 150-1) Mevlânâ emsüddîn-i Berda‘î Mollâ Sıdkî (s. 151) (s. 370-7) Mollâ ‘Ârif (s. 151) eyh Müridüddîn (?) (s. 377) Mollâ Hâcî Muhammed-i Fûtaî Mevlânâ Hazânî (s. 377-8) (s. 151) Mevlânâ Abdullâh (s. 378-9) Kâdî Nûrullâh-i Sâveî (s. 151) Hvâce Hâim (s. 379) * * * * * * Yok Yok Yok 592. Yok 593. 594. Yok Yok 595. 596. 597. Mollâ Alî Feyzî (s. 145) erefüddîn-i sfahânî (s. 339) Kısm-ı Çihârum Zahîruddîn-i Fâryâbî (339-41) Zikr-i Fuzalâ-yı Vâcibü’l-ihtirâm Unsurî (s. 341-2) ki... Abdulvâsi‘-i Cebelî (s. 342-3) Mollâ Hasan Alî (s. 146) mâduddîn-i Lor (s. 343) Mollâ Zülâlî (s. 146) Kâdî Osmân-ı Mâkî (s. 343) Mollâzâde-i Mollâ Abdulgaffâr Firdevsî (s. 343-5) (s. 146) Ferruhî (s. 345-6) Mollâ Likâ’î (s. 146) Mu‘izzî (s. 346-7) Hvâce Behâ’üddîn (s. 146) Sâbir (s. 347-8) Yok Yok Yok 598. 599. 600. 601. 602. 603. 604. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 605. 606. Yok Yok Mevlânâ Sultân Alî (s. 151) Mollâ Sâdıkî (s. 151-2) Mevlânâ Bekâî (s. 379) Mevlânâ Hayretî (s. 379) Mevlânâ Sâfî-i Tûzpû (s. 152) Hvâce Eyyûb (s. 380) Mollâ Gıyâsuddîn Alî (s. 152) Hvâce Muhammed-i Ketf * * * Mevlânâ Gıyâsuddîn Alî (s. 152)(s. 381) Hvâce Hâfız Ahmed (s. 152) Mevlânâ Sedîd-i Tabîb (s. 381) Mevlânâ Haydar Kulûçeî Mevlânâ Habîb (s. 381) (s. 152-3) Mevlânâ Basirî-i Acemî Hvâce Hâfızî (s. 153) (s. 381-2) * * * * Dervî Kâsımî (s. 153) Mevlânâ Halvâî (s. 382) Mollâ Hayretî (s. 153) Mevlânâ Selâmî (s. 382) Mollâ Peyâmî (s. 153-4) Mîr Abdülbâkî (s. 382-3) Mollâ Hâcî Muhammed (s. 154) eyh Ebu’l-vecd (s. 383) Mollâ Dervî Muhammed (s. 154)eyh-zâde-i Lâhîcî (s. 383) Mevlânâ Meclisî (s. 154) Gıyâsuddîn-i Sabbâg (s. 383-4) Mollâ Safâî-i Kirmânî (s. 154) Hvâce Necmî (s. 384) * * * Mollâ Feyzî-i Kâredger (s. 154) Mevlânâ Râzî-i Bagdâdî * 184 184 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN 607. 608. 609. 610. 611. 612. 613. 614. 615. 616. 617. 618. 619. 620. 621. 622. 623. 624. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 625. 626. 627. 628. 629. 630. 631. 632. 633. 634. 635. 636. 637. 638. 639. 640. 641. 642. 643. 644. 645. 646. 647. 648. 649. 650. 651 . Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 652. 653. 654. 655. 656. 657. 658. 659. 660. 661. 662. 663. 664. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Mollâ âh Muhammed (s. 154-5) (s. 384) Mollâ Re’îs (s. 155) Mevlânâ Sedîd-i Tabîb-i Gîlânî Mevlânâ Kutbuddîn (s. 155) (s. 384) Mevlânâ Abdulcelîl (s. 155) Seyyid erîf (s. 384-5) Mollâ Kevkebî (s. 155) Mevlânâ Refîkî (s. 385) Mollâ Vâlihî-i Semerkandî Mevlânâ ihâb (s. 385) (s. 155) Dîvâne-i Belhî (s. 386) Mollâ Hicrî-i Endicânî (s. 155) Mevlânâ Sadr-ı Dîvâne (s. 386) Mollâ Likâ’î (s. 155-6) Mevlânâ Nergisî (s. 386) Mollâ Maksûd-ı Tîrger (s. 156) erîfî-i îrâzî (s. 386-7) Mollâ Yûsufî (s. 156) Ehlî-i îrâzî (s. 387) Mollâ Dost (s. 156) Mevlânâ Yûsuf-ıMerevî (s. 387) Mollâ ihâb (s. 156) Mevlânâ Mektebî (s. 387-8) Mollâ Yakînî (s. 157) Mevlânâ Sabûhî (s. 388) Mollâ Muizzîleng (s. 157) Mevlânâ Âteî (s. 388-9) Mollâ smî (s. 157) eyh Fethullâh (s. 389) Mollâ Bîdîlîleng (s. 157) Mevlânâ Reîd-i Kâzerûnî (s. 389) Mollâ Servî (s. 157) Mevlânâ Mukîm-i Kâzerûnî Hvâce Tâhir Muhammed (s. 158)(s. 389-90) * * * * * * * * * * * * * Mollâ Ferhâdî (s. 158) Mevlânâ Tâlibî (s. 390) Mollâ Sadr (s. 158) Mevlânâ Visâlî-i Kâî (s. 390) Mollâ Cezvî (s. 158) Mevlânâ Nasîr-i Leng (s. 390) Mollâ Fethî (s. 158) Kâdî Abdullâh-i Gîlânî-i Lâhîcânî Halkî-i Buhârî (s. 158) (s. 390) Mollâ Meylî (s. 159) Mevlânâ Yârî (s. 390) Mollâ Mukîmî (s. 159) Mevlânâ âh Mahmûd (s. 391) Mollâ Rûhî-i Buhârî (s. 159) Mevlânâ Sûfî (s. 391) Mollâ Rehâ’î (s. 159) Mevlânâ Fahr-i Halhâlî (s. 391-2) Mollâ Alî-i Buhârî (s. 159) Heftrengî (s. 392) Mollâ Belâ’î (s. 159) Mîr ‘Ayânî (s. 392) Mollâ Tufeylî (s. 160) Mevlânâ Servî (s. 392) Mollâ Serkâ-yi Buhârî (s. 160) Mevlânâ Behâ’ (s. 393) Mollâ Cürmî (s. 160) Mevlânâ Fethullâh-i Kâtib (s. 393) Hümâî-i Semerkandî (s. 160) Mevlânâ ‘mâd-i Kâtib (s. 394) Fânî-i Kûr (s. 160) Mevlânâ Habîb-i Kâtib (s. 394) Mollâ Zihnî (s. 160) Mevlânâ Latîf (s. 394) Mollâ Lisânî (s. 160-1) Mevlânâ Hâimî (s. 394) Figânî (s. 161) Mevlânâ Misâlî (s. 395) Mevlânâ Gülhanî (s. 161) Mevlânâ Mecdüddîn-i Kâî Vahîdî (s. 161) (s. 395) Muhibbî-i Niâbûrî (s. 161) Kâdî Selâmullâh (s. 395) Dîvâne-i Niâbûrî (s. 161) emsüddîn Muhammed-i Latîfî Süleymân-ı Türkmân (s. 161-2) (s. 395-6) Mollâ Sâkî (s. 162) Kâdî eyh-i Kebîr (s. 396-7) Mollâ Hâcî (s. 162) Mevlânâ Pertevî (s. 397, Mollâ Hvâce Hıyâbânî (s. 162) Mevlânâ Nasîbî-i Gîlânî (s. 398) * * * * * * * * * * * * * * * * * Mollâ Vasfî (s. 162) Mollâ âh Hüseyn (s. 162) Mollâ Bîhûdî (s. 162) Mollâ Efserî (s. 163) Mollâ Nâdirî (s. 163) Mollâ Veysî (s. 163) Mollâ Abdullâh (s. 163) Mevlânâ Yûsuf Çâkerî (s. 163) Mollâ Ahmed-i Serrâc (s. 163) Mevlânâ Zarîfî (s. 163) Mollâ retî (s. 164) Mollâ Babacan (s. 164) * * 185 185 * Mevlânâ Muhyiddîn (s. 398) Mevlânâ Ümîdî (s. 399) Mevlânâ Muhammed Mezheb-i Kirmânî (s. 400) Mevlânâ Erd (s. 400) Mevlânâ Kabûlî (s. 400) Rûzbeh (s. 400) Mevlânâ Hurremî (s. 401) Mevlânâ Fahr (s. 401) eyh Muhammed-i Tebrîzî (s. 401) Mevlânâ Cevherî (s. 402) * * * * * * * ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES KARTAL 665. 666. 667. 668. 669. 670. 671. 672. 673. 674. 675. 676. 677. 678. 679. 680. 681. 682. 683. 684. 685. 686. 687. 688. 689. 690. 691. 692. 693. 694. 695. 696. 697. 698. 699. 700. 701. 702. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok 703. 704. 705. Yok Yok Yok 706. 707. 708. 709. 710. 711. 712. 713. 714. 715. 716. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Kûr Latîf (s. 164) Mevlânâ Rıfkî (s. 403) Mevlân â Lutfî (s. 164) Mevlânâ ‘Ayî (s. 403) eyh-zâde (s. 164) [Burada geçen âirin ismi Mevlânâ Nûrî (s. 164) zikredilmemitir] (s. 403) Âfâk (s. 164) Mevlânâ Seyfî (s. 403-4) Fürûî (s. 165) Mevlânâ Yârî (s. 404) Mollâ Hâsî (s. 165) Mevlânâ Hûî-i Horâsânî Vasfî (s. 165) (s. 404) Alâ’ulmülk (s. 165) Mevlânâ Merevî (s. 404) Mollâ Kâsım Âsım (s. 165) Mevlânâ Ferruhî (s. 404-6) Mollâ Hicrî (s. 165) Emînî (s. 406-7) Mollâ Seyrî (s. 165) Mollâ Muhammed Ali (s. 165-6) Mollâ Abdulkerim (s. 166) Mîrzâ Alî-i Halac (s. 166) Mollâ Fakîrî (s. 166) Mollâ Cârûbî (s. 166) Mollâ Sevdâyî (s. 166) Mollâ Necmî (s. 166) Mollâ Besmeçi (s. 166) Mollâ Kavsî (s. 167) Mollâ Mânî-i Türbetî (s. 167) Mollâ Ebu’l-ma’âlî (s. 167) Mollâ Tâbi’î (s. 167) Mevlânâ âh Muhammed (s. 167) Dervî Haydar-ı Tunyânî (s. 167) âh Muhammed Kurçî (s. 167) Mollâ Dervî (s. 168) Mevlânâ Nûrullâh (s. 168) Mollâ Nevâî (s. 168) Mollâ Za’îfileng (s. 168) Melik Muiziddîn (s. 168) Mollâ Firâkî (s. 168) Mollâ Zeynüddîn Ali (s. 168) Mollâ Mücrimî (s. 169) Mîrem Siyâh (s. 169) Mollâ Mahremî Mîr ikâr (s. 169) Mollâ Kâsım Gamze (s. 169) Kısm-ı Heftum Zikr-i Letâyif-i Vüzerâ-yı Âlî-mikdâr Hvâce Mîrek (s. 170) * * * * * * * * * * Mollâ Hasanalî (s. 170) Mîrzâ Kâsım (s. 170) Kısm-ı Hetum Zikr-i Letâyif-i Ümerâ-yı Nâmdâr Mîrzâ Mukîm Keyhüsrevî (s. 171) Kâsım Veledî (s. 171) Mogol Abdulvehhâb (s. 171) Emîr Rüstem Alî (s. 171) âh Veled Big (s. 171-2) Emîr Muhammed Yûsuf (s. 172) Emîr Maksûd Gulâm (s. 172) Yâr Muhammed Rahne (s. 172) Dost Hüseyn (s. 172) âhek (s. 172) Emîr Sultân Velî (s. 172) Kısm-ı Nohum Zikr-i Letâyif-i Selâtîn-i Kâmgâr... 186 186 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN 717. 718. 719. 720. 721. 722. 723. Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Sultân Mahmûd Mîrzâ (s. 173) Sultân Mes‘ûd Mîrzâ (s. 173) Baysunkur Mîrzâ (s. 174) Zahîrüddîn Muhammed Bâbür Pâdiâh (s. 174) Ubeydullâh Hân (s. 174) Muhammed Mümin Mîrzâ (s. 174-5) Hümâyûn Mîrzâ (s. 175) Hâtime (s. 176-8) * “Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâ’is simli Tezkiresi ve XVI. Asırda Yapılan Farsça ki Tercümesi”, bilig, sy. 13, Ankara 2000, s. 21-64. * 187 187 RAZ'DAN STANBUL'A ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER Giri Alî îr Nevâî, yazmı olduu manzum ve mensur eserleriyle sadece Çaatay edebiyatının deil, bütün Türk edebiyatının en seçkin ve önde gelen simalarından biridir. Nevâî, Uygur kabilesinden olan Kiçkine Bahi’nin oludur. 844/1441’de Heratta domu ve 906/1501’de yine bu ehirde ölmütür (Nevâî’nin hayatı hakkında geni bilgi için bak. Levend 1965; Togan 1964; Kut 1989b). Nevâî, hayatı boyunca kendini yetitirmekle megul olmu, sonsuza kadar ismini yaatacak eserler yazmaya, güzel ve parlak iirler söylemeye gayret ve çaba sarf etmitir (Sâm Mîrzâ 1346: 334). Nevâî, fıtraten her ne kadar Farsça ve Türkçe iir söylemeye kabiliyeti varsa da, o daha ziyade Türkçe iirler yazmıtır (Câmî 1371: 108). Devletâh’ın ifadesiyle Türkçede üstat, Farçada ise fazilet sahibi (Devletâh 1901: 495) olan Nevâî, Farsça divanında yer alan bir kıt’ada her iki dilde iirleri olduunu dile getirmitir: * * * *  213 (Nevâî 1342: 212; 1375: 327) Devletâh, yazmı olduu bir mülemmada, Nevâî’nin her iki dilde söylemi olduu iirlerin kudretini u ekilde dile getirmitir: Türkîsin körüp kılurlar irdi terk ü tevbe hem Ger tirek bolsalar irdi Lutfî birlen Kerderî  214 (Devletâh 1901: 495) 213 Renkli ve güzel mânâlı Türkçe sözlerim çoktur. Farsçada da inci ve la’l gibi deerli sözlerimi görürsün. Lutfî ve Kerderî eer onun Türkçe iirlerini görselerdi, iir söylemeyi terk ve tövbe ederlerdi. Onun olgun iirleri yanında Zahîr’in iirleri nedir, Enverî kimdir. * 214 * 189 189 ALÎ ÎR AHMET NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER KARTAL Nevâî, Fars edebiyatının özellikle Mollâ Câmî ile zirveye ulatıı bir dönemde, Türkçe ile yüksek bir edebiyatın oluturulabileceini ve Türkçenin birçok yönlerden Farsçadan üstün olduunu savunarak, manzum ve mensur Türkçe eserler yazmıtır. Bu eserler unlardır: * I-Dîvânları (Hazâ’inü’l-me’ânî) 1. Garâ’ibü’s-sıgar 2. Nevâdirü’-ebâb (Alî îr Nevâyî 1985) 3. Bedâyi’ü’l-vasat 4. Fevâ’idü’l-kiber (Alî îr Nevâyî 1996b) II-Hamsesi 5. Hayretü’l-ebrâr 6. Ferhâd u îrîn (Alî îr Nevâyî 1956, 1963, 1994) 7. Leylî vü Mecnûn (Alî îr Nevâyî 1996c) 8. Seb’a-i Seyyâre 9. Sedd-i skenderî (Alî îr Nevâyî 2001) III-Tezkireleri 10. Mecâlisü’n-nefâ’is (Alî îr Nevâî 1961; Alî îr Nevâyî 1995, 2001; Kartal 2000) 11. Nesâyimü’l-mahabbe min-emâyimi’l-fütüvve (Alî îr Nevâyî 1996a) IV-Dil ve Edebiyat Eserleri 12. Risâle-i Mu’ammâ 13. Mîzânu’l-evzân (Alî îr Nevâyî 1993) 14. Muhâkemetü’l-lugateyn (Alî îr Nevâî 1941, Alî îr Nevâyî 1996) V. Dînî-Ahlâkî Eserleri 15. Münâcât 16. Çihil Hadîs 17. Nazmu’l-cevâhir 18. Lisânu’t-tayr (Alî îr Nevâyî 1995a) 19. Sirâcü’l-müslimîn 20. Mahbûbu’l-kulûb VI. Târihî Eserleri 21. Târîh-i Enbiyâ vü Hükemâ 22. Târîh-i Mülûk-i Acem 23. Zübdetü’t-tevârîh VII-Biyografik Eserleri 24. Hâlât-ı Seyyid Hasan-ı Erdîr (Eraslan 1971) * * * * * * * * * 190 190 * RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN 25. Hamsetü’l-mütehayyirîn 26. Hâlât-ı Pehlevân Muhammed (Eraslan 1980) VIII-Belgeler 27. Vakfiyye 28. Müne’ât Alî îr Nevâî’nin yukarıda verdiimiz Türkçe manzum ve mensur eserlerinden baka, Farsça iirlerinden oluan bir divanı da vardır. Özellikle Farsça Dîvân’ı ve Mecâlisü’n-nefâis adlı tezkiresiyle ran edebiyatında çok üstün bir mevkii olan Alî îr Nevâî, Türkçe iirlerinde Nevâî, Farsça iirlerinde ise Fânî215 mahlasını kullanmıtır. Bu çalımada, gençlik dönemlerinden balayarak hayatının sonuna kadar söyledii Farsça iirleri deerlendirilecektir. * * * Alî îr Nevâî’nin Farsça iirleri * Alî îr Nevâî’nin Farsça Dîvân’ı Rükneddîn Hümâyûnferruh tarafından 1342 ve 1375 tarihlerinde Tahran’da iki defa yayımlanmıtır216. Bu neire göre Dîvân, “gazeliyyât (: gazeller)”, “mukatta’ât (: kıt’alar)”, “müfredât (: müfretler)”, “rübâ’iyyât (: rübâ’îler) ve “mu’ammiyyât (muammâlar)” bölümlerinden olumaktadır. Bu divan nerinde kaside ve mesnevi nazım ekilleriyle yazılmı iir görülmemektedir. Ancak Nevâî’nin Nuruosmaniye Kütüphanesi Nu. 3850 (Ate 1968: 454-55; Levend 1966: VII-VIII) ve Türk slâm Müzesi Nu. 1952 (Levend 1966: VII-VIII) de kayıtlı Farsça Divan nüshalarında mensur bir dîbâce ile altı tane kaside bulunmaktadır. Bunlar Hümâyûnferruh nerinde yer almamaktadır. Nevâî iki beyitlik bir nazm ile balayan ve üç buçuk sayfa tutan “dîbâce”de, Divanını Farsça ile yazmasını dostu ve müridi Abdurrahmân-ı Câmî’nin kendisinden istediini; ayrıca Hüseyin Baykara’nın da kendisine aynı eyi emrettiini belirttikten sonra, 902/1496-97 yılında bazı kasideler yazdıını ve böylece Divanın olutuunu belirtmitir (Ate 1968: 454-55; Levend 1966: VIIVIII). Bu “dîbâce”den sonra “cihât-ı sitte”ye uygun olarak altı tane kaside yer almaktadır. Bu kasideler sırayla unlardır: * * * * 215 Hayyâmpûr, Nevâî’nin Farsça iirlerinde kullandıı mahlasını sehven “Fenâyî” eklinde vermitir (Hayyâmpûr 1368: II/952). Birinci Baskı: Dîvân-i Emîr Nizâmüddîn Alî îr Nevâ’î «Fânî», (Be-Sa’y u htimâm-i Rukneddîn Humâyûnferruh), Çâp-i Evvel, Ez-ntiârât-i Kitâb-hâne-i bn-i Sînâ, Tehrân 1342. kinci Baskı: Dîvân-i Emîr Nizâmüddîn Alî îr Nevâ’î «Fânî», (Be-Sa’y u htimâm-i Rukneddîn Humâyûnferruh), Çâp-i Devvom, ntiârât-i Esâtîr, Tehrân 1375. * 216 191 191 ALÎ ÎR AHMET NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER KARTAL Rûhu’l-kuds: “Tevhîd” olan bu kaside toplam 130 beyittir (Levend 1966: 219-220). Nevâî, Muhâkemetü’l-lügateyn isimli eserinde bu kasidesi hakkında öyle söyler: “....  217” (Alî îr Nevâyî 1996: 184). * Aynü’l-hayât: Na’t-ı Nebevî olan bu kaside toplam 150 beyittir (Levend 1966: 219-220). Nevâî, Muhâkemetü’l-lügateyn isimli eserinde bu kasidesi hakkında öyle der: “  ”218 (Alî îr Nevâyî 1996: 184).  * Tuhfetü’l-efkâr: Bu kaside Emîr Hüsrev-i Dihlevî ’nin mehur kasidesi Deryâ-yı Ebrâr’a naziredir. Deryâ-yı Ebrâr, Bahrü’l-ebrâr diye de anılmaktadır (Devletâh 1901: 497; Nu’mânî 1368: II/123). Nevâî, didaktik ve ahlâkî olan bu kaside hakkında Hüsrev-i Dihlevî’nin öyle dediini nakleder: * “                                   ”219 (Alî îr Nevâyî 1996: 182). * Mollâ Câmî, Deryâ-yı Ebrâr’a 100 beyitten oluan bir nazire yazmı ve adını Lüccetü’l-esrâr koymutur (Câmî trhs.: 20-4 [Kasîdehâ]). Nevâî bu iki kaside hakkında unları söyler: 217 218 219 Kr. “...Rûhu’l-kuds kasidesini haykırıp kutluların ruhunu onunla tazeledim. Matlaı budur: beyit, Aman ne güzel, kudret kalemi ile eyayı tasvir eden, hayret, ondan her an bin örnek domada” (Alî îr Nevâyî 1996: 218-19). Kr. “Aynu’l-hayât kasidesinin souk suyunu ulatırıp gaflet ehlinin ölü bedenlerine can giydirdim. Matlaı budur: Manzum, Gece kapıcıları sevda perdesini gerdiklerinde, ay yüzlü güzeller topluluuna cilve atarlar” (Alî îr Nevâyî 1996: 219). Kr. “Ola ki yüz bin beyitten fazla olan divanlarımın, gazel, kaside ve mesnevilerimin beyitleri, âlem sayfasından silinse ve devran sayfasından yok olsa, derin mânâları içine almada yeterli olan bu kaside kalsa, bu fen ehline faziletlerimin delili için kâfidir” (Alî îr Nevâyî 1996: 217). * * * 192 192 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A “             ” 220 (Alî îr Nevâyî 1996: 182). * Nevâî, daha sonra bunlara bir nazire yazmı ve ismini Tuhfetü’l-efkâr koymutur. Nevâî kendi kasidesi hakkında öyle der: “                                                               (Alî îr Nevâyî 1996: 183). * Nevâî’nin en tanınan ve mehur olan kasidesi bu olup Devletah Tezkiresi’nde de geçmektedir (Devletâh 1901: 497-503). Câmî Bahâristan’da, Deryâ-yı Ebrâr’a nazire olan Tuhfetü’l-efkâr’ın ince nükteler ve ho, güzel hayallerle dolu olduunu belirtir (Câmî 1371:108). Devletâh, bu kasidenin Bahrü’l-ebrâr’a parlak bir nazire olduunu söyledikten sonra, dier bütün nazirelerden üstün olduunu kaydeder (Devletâh 1901: 497). Yine Devletâh, Hüsrev-i Dihlevî’nin Bahrü’l-ebrâr’ında birçok hakikat ve bilgiyi açıkladıını, bu kasidenin arifler tarafından takdir edildiini ifade ettikten sonra, Nevâî’nin de bu manzumesinde mânânın hakkını verdiini, âirlikte kendine özel hayaller ile 220 221 Kr.: “Eer ilk söylenen [Deryâ-yı Ebrâr] iyilerin denizi ise, bu bahar bulutudur; mertebede ondan daha yüksek ve nasipte ondan daha faydalıdır. Çünkü onun üstüne gölge salmak için yayılabilir ve baına inci saçıcılık dahi yapabilir” (Alî îr Nevâyî 1996: 217). Kr. “Ben fakir, her iki muhterem büyüe niyaz ederek ve kimsesiz olduumdan iyice aratırıp yazdım ve adına Tuhfetü’l-efkâr dedim. Matla’ı budur: Padiahların tacının süsü olan ate renkli yakut, ham olan düünceyi piirmek için bata bir kor atetir. (Buna) pek çok mânâ yadıran ibareler ve gizlilikle karıık iaretler kattım ki, bu fen ehlinin mâhirleri de tasdik etmitir. Her hangi bir kimsenin bu konuda tereddüdü olursa, Hazret-i Mahdûmî’nin hayat baharistanı ve kurtulu nigaristanı denmee lâyık Bahâristân adlı kitabında bu matlaı yazıp delil olarak sürmek için açıklamasını yapmılardır. Bu devlet fermanı gök takına asılsa yeri var ve bu saadet turası Müteri yıldızının boynuna sallandırılsa, öünme ve iftihar vesilesidir. O kitabı al ve bu yeri bulup bak ve benim onca tarifi için yazdıklarımda noksan kaldıımı anla!” (Alî îr Nevâyî 1996: 217-18). * * 193 193 ALÎ ÎR AHMET NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER KARTAL mânâları dile getirmede kusur etmediini söylemi ve u beyti kaydetmitir (Devletâh 1901: 503): 222 Muhammed-i Kazvînî Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi’nde (Alî îr Nevâî 1323: 358), Sâm Mîrzâ ise Tuhfe-i Sâmî’sinde (Sâm Mîrzâ 1346: 337) bu kasidenin Deryâ-yı Ebrâr’a nazire olduunu ifade ettikten sonra, matla beytini vermilerdir. Kûtu’l-kulûb: “Mevâız-ı sûd-mend” ve “nasâyıh-ı dil-pesend”i ihtiva eden bu kaside (Levend 1966: 219) 118 beyit olup Enverî’nin Ebu’l-feth Tâhir methinde söyledii 70 beyitten oluan kasidesine (Enverî 1372: I/41-45) naziredir. Nevâî bu kasidesi hakkında öyle söyler: “...   ”223 (Alî îr Nevâyî 1996: 184). * Minhâcü’n-necât: Kasidenin adı “dîbâce” ve “manzumenin baında” Tuhfetü’n-necât olarak geçtii hâlde Nevâî kasidesinde ismini Minhâcü’n-necât olarak vermektedir (Levend 1966: 222). Bu kaside, sultan övgüsünde olup Hakanî’nin “tahkîk”, “mev’ıza” ve “hikmet” konulu, mâm Nâsıruddîn brâhîm için yazılan 89 beyitlik mersiyesine (Hakanî 1373: 410-15) naziredir. 138 beyitten oluan bu kaside için Nevâî unları der: “            ”224 (Alî îr Nevâyî 1996: 184). * 222 223 224 Bu nazire Hüsrev’in söylediinden aaı deildir. Belki bu iki iir, birbirinden daha güzel olmutur. Kr.: “.... Kendi kalemimden çıkan Kûtu’l-kulûb kasidesiyle hakikat yolunda gönüllere o yaatacak gıdadan kuvvet ulamıtır. Matlaı budur: Beyit: Cihan yokluk ana caddesinin dar bir konaıdır. Onda ikamet etmeyi isteme, çünkü orası ahın ve dilencinin yoludur.” (Alî îr Nevâyî 1996: 218). Kr.: “Minhâcu’n-necât kasidesinde hidayet yolunu düzdüm ve dalâlet ehline asıl kurtulu yolunu gösterdim. Matlaı budur: Beyit: Aman ne güzel, yüzünün mumundan halkın gözü aydınlanmıtır. nsansın, ama dünyanın gözbebei oldun” (Alî îr Nevâyî 1996: 219). * * 194 194 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Nesîmü’l-huld: Bu kaside 128 beyit olup Hakanî225 (Hakanî 1373: 209-15) ile Câmî226 (Câmî trhs.: 49-55 [Kasîdehâ])’nin kasidelerine naziredir. Nitekim Nevâî bu kasidesi hakkında unları söylemektedir: “                    227  ”228 (Alî îr Nevâyî 1996: 183-84). * Nevâî, “Sitte-i Zarûriyye” adını verdii bu altı kasidesinin hususiyeti hakkında u açıklamayı yapar: “ ”229 (Alî îr Nevâyî 1996: 184). * Bu ifadelerden de anlaıldıı gibi Nevâî’nin bu kasideleri konu itibariyle “tevhid”, “naat” ve “mevize” olup, hakikat ehlinin diliyle kiiye hem kendini hem de Rabbini bildirecek mahiyettedir. Bu kasidelerin bir özellii de, Nevâî’nin her kasidenin sonunda ismini vermesidir. Meselâ Tuhfetü’l-efkâr’ın sonuna doru kasidenin adı u beyitte verilir: 230 225 226 227 228 229 Hakanî’nin bu kasidesi “Kasîde-i Mir’âtu’s-safâ, der-Hikmet u Tekmîl-i Nefs” balıında olup 115 beyitten olumaktadır. Câmî’nin bu kasidesi “Cevâbest În Cilâ’u’-r-rûh Hakanî vu Husrev-râ” balıında olup 131 beyitten olumaktadır. Bu matla beyti Âgah Sırrı Levend tarafından u ekilde verilmitir (Levend 1966: 222):  Kr.: “Mîr Hüsrev’in Mir’âtu’s-safâ adlı kasidesine, mânâ yaratıcısı Hakanî-i irvânî derinlemesine bir inceleme yapmıtır...Hazret-i Mahdûmî, onun karılıı olarak Cilâ’u’r-rûh adlı kasideyi söylemilerdir...ve ben fakir de her iki muhterem için Nesîmü’l-huld kasidesini tetebbu ettim. Matlaı budur: beyit, öretmen aktır ve akıl pirini onun onun ders okuyan talebesi bil! Cehalet dersi ve bilgin gönlüm onun ders okuyan talebesidir. Bu kasidede dahi pek çok mânâ cevheri derc ve ömür bedeli harc olmutur.” (Alî îr Nevâyî 1996: 218). Kr.: “Bu altı kaside hamd u naat, sena ve mev’izedir ve tasavvuf ve hakikat ehlinin dili ile kiinin kendini ve rabbini bilmesidir.” (Alî îr Nevâyî 1996: 219). * * 195 195 ALÎ ÎRAHMET NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER KARTAL (Levend 1966: 221) Nevâî’nin Nuruosmaniye Kütüphanesi ve Türk -slâm Müzesi’nde bulunan Farsça Divan nüshalarında bulunmayan “Fusûl-i Erba’a” balıını taıyan dört kasidesi daha vardır. Nevâî bu kasideleri hakkında Muhâkemetü’l-lügateyn isimli eserinde unları söyler: * * “             ”231 (Alî îr Nevâyî 1996: 185). * Bu kasidelerden bahar ile ilgili olan, Selmân-ı Sâvecî’nin bazen ayrı bir eser olarak tesadüf edilen, içinde bütün edebî sanatlar kullanılan ve vezir Gıyâsüddîn Muhammed’e ithaf olunan “Kasîde-i Masnû’a”232 (Ate 1968: 280, 553) ya naziredir. Gazeliyyât: Rükneddîn Hümâyûnferruh tarafından neredilen Nevâî’nin Farsça divanı dorudan gazeller ile balamaktadır. Dîvânda redif ve kafiyelerine göre tertip edilmi toplam 486233 tane gazel bulunmaktadır234. Ancak nair esas aldıı nüshada bazı sayfaların kopmu olduundan bahseder235 (Nevâî 1342: 11, 19, 134; 1375: 79, 88, 227). Bu durum göz önünde bulundurulduunda gazel sayısının daha fazla olabilecei söylenebilir. Divanda yer alan gazellerden 1 tanesi 2236, 5 tanesi 5, 40 tanesi 6, 258 tanesi 7, 29 tanesi 8, 139 tanesi 9, 4 tanesi 10, 10 tanesi de 11 beyitten olumaktadır. Bu rakamlardan Nevâî’nin tercihini 7 beyitli gazel söylemeden yana kullandıı görülmektedir. Divan’da yer alan gazellerin çou ya Nevâî’nin kendi döneminde ya da kendisinden önceki dönemlerde yaayan bazı âirlerin iirlerine yazılan nazirelerdir. Nitekim Nevâî Muhâkemetü’l-lügateyn isimli eserinde bununla ilgili olarak unları söylemektedir: * 230 231 232 233 Eer (bu kasidenin) adını Tuhfetü’l-efkâr koyarsam aılmamalı. Çünkü bu benim fikir denizimden sunulmu bir hediyedir. Kr.: “Dı dünyayı iirletiren âirler yolunda da Fusûl-i erba’a olarak tanınan dört kasidemde dört mevsimin sıcaklık, soukluk, yalık ve kuruluk keyfiyeti bildirilmitir. Yazdıım bu dört kaside, dört mevsimin tesirinin izi gibi dört bir yana yayılmıtır.” (Alî îr Nevâyî 1996: 219). Bu kaside Selmân-ı Sâvecî’nin divanında yoktur (Selmân-ı Sâvecî 1367). Farsça divanın ikinci baskısında ise 485 tane gazel bulunmaktadır. Birinci baskıda yer alan 376 numaralı gazel, ikinci baskıda yoktur. Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshada 469, Türk -slâm Müzesi’nde bulunan nüshada ise 468 gazelin bulunduunu kaydetmektedir (Levend 1966: VII). Nitekim 24. gazelin matla beyti yoktur (Nevâî 1342: 11; 1375: 79). 317. gazelin ise sadece ilk iki beyti vardır (Nevâî 1342: 134; 1375: 227). Divanda 317. gazel olarak geçen bu iir iki sayfanın kopmasından dolayı eksiktir (Nevâî 1342: 134; 1375: 227). * * 234 * 235 236 196 196 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A RAZ'DAN STANBUL'A “                                   “                                                                                   237           ” (Alî îr Nevâyî 1996: 185-6).   Nevâî’nin bu ifadelerinden kendisinin Hâfız-ı îrâzî, Sa’dî-i îrâzî, Hüsrev-i 237 ” (Alî îranlaılmaktadır. Nevâyî 1996: 185-6). Dihlevî ve Abdurrahmân-ı Câmî’ye nazireler söyledii Ancak * * Nevâî’nin bunların dıında Emîr Süheylî, Selmân-ı Sâvecî, Sâhib-i Belhî, Kâhî-i Nevâî’nin bu ifadelerinden Hâfız-ı îrâzî, Sa’dî-i îrâzî, Hüsrev-i Kâbilî, âhî-i Sebzvârî, smet-i kendisinin Buhârî, Seyfî-i Türk , Kemâl-i Hocendî, HüseynDihlevî ve Abdurrahmân-ı Câmî’ye nazireler söyledii anlaılmaktadır. Ancak i Baykara, Hasan-ı Dihlevî ve Vefâyî’ye de söylemi olduu nazireleri vardır. Nevâî’nin bunların dıında Emîr Süheylî, Selmân-ı Sâvecî, Sâhib-i Belhî, Divanda yer alan gazellerin balıına “tetebbu’-ı.....” yazılarak kime Kâhî-i cevap Kâbilî, Sebzvârî, smet-i Buhârî, Seyfî-i Türk , Kemâl-i Hocendî, olarak âhî-i yazıldıı belirtilmitir. Bu tip gazellerin kimlere nazireHüseynolarak isöylendiini Baykara, Hasan-ı Dihlevîu veekilde Vefâyî’ye de söylemi olduu nazireleri vardır. ve balıklarını gösterebiliriz: Divanda yer alan gazellerin balıına “tetebbu’-ı.....” yazılarak kime cevap olarak yazıldıı belirtilmitir. Bu tip gazellerin kimlere nazire olarak söylendiini ve balıklarını u ekilde gösterebiliriz: * * 237 Kr.: “Bütün güzel yazı ve iir yazanların nazarında beenilmi ve kabul görmü olan Farsça gazeller divanı(m) Hâce Hâfız üslûbundadır. Tertiplediim beyitlerin sayısı altı binden daha fazladır ve daha çok o Hazret’in iirleri tetebbu edilerek meydana getirilmitir. Fakat bir kısmı gazel tarzının mucidigüzel Hazret-i Muslihiddîn Sa’dî’ye –Tanrı sırrını kutsasınbir kısmı akolan tapınaının Kr.: “Bütün yazıeyh ve iir yazanların nazarında beenilmi ve kabul görmü Farsça ıık saçıcısı ve dert gariphanesinin göz yaı dökücüsü Mîr Hüsrev’e ve bazısı olgunluk doruunun  gazeller divanı(m) H âce Hâfız üslûbundadır. altıolan binden daha parlak günei Hazret-i Mahdûm’a –Nur içinde Tertiplediim yatsın- ithaf beyitlerin edilmitir. sayısı Mezkur azizlerin fazladır ve toplayıcısı daha çok o olan Hazret’in iirlerihalk tetebbu edilerek getirilmitir. Fakat bir kısmı hallerinin bu divan arasında iyimeydana bilinir ve zamanelerin tabiatları o gazel yöne tarzının mucidi öyle Hazret-i sırrını kutsasınbir (Alî kısmı tapınaının 1996: dorudur.Onda çok eyh gönülMuslihiddîn çeken edalarSa’dî’ye ve gönül–Tanrı okayan mânâlar var....” îrak Nevâyî ıık saçıcısı ve dert gariphanesinin göz yaı dökücüsü Mîr Hüsrev’e ve bazısı olgunluk doruunun 220-21). parlak günei Hazret-ilirik Mahdûm’a –Nurbiri içinde edilmitir. olan azizlerin Dünyanın en büyük âirlerinden kabulyatsınedilenithaf Hâfız-ı îrâzî Mezkur (ö. 791/1388-89 veya hallerinin toplayıcısı olan bu divan halk arasında iyi bilinir ve zamanelerin tabiatları o yöne 792/1389-90) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 302-8; Câmî 1371: 105, 1993: 681-82; dorudur.Onda öyle çok gönülAte çeken edalar ve gönül okayan1368: mânâlar var....” (Alî îr Nevâyî Alî îr Nevâî 1323: 354-55; 1968: 288-301; Nu’mânî II/165-246; Hâfız-ı îrâzî 1996: 1372; 220-21). Karahan 1988; Hâfız 1988, Sâmî 1996: III/1913-14; Hayyâmpûr 1368: I/240-41. Dünyanın en büyük lirik âirlerinden biri kabul edilen Hâfız-ı îrâzî (ö. 791/1388-89 veya Bu gazelin balıı Farsça ikinci “Der-Tavr-ı Hvâce” eklinde geçmektedir 792/1389-90) hakkında genidivanın bilgi için bak.: baskısında Devletâh 1901: 302-8; Câmî 1371: 105, 1993: 681-82; (Nevâî Alî îr 1375: Nevâî110). 1323: 354-55; Ate 1968: 288-301; Nu’mânî 1368: II/165-246; Hâfız-ı îrâzî 1372; vâce” eklinde geçmektedir Bu gazelin balıı divanın ikinci baskısında “Der-Tavr-ı Karahan 1988; HâfızFarsça 1988, Sâmî 1996: III/1913-14; Hayyâmpûr 1368:HI/240-41. (Nevâî 1375: 119). Bu gazelin balıı Farsça divanın ikinci baskısında “Der-Tavr-ı Hvâce” eklinde geçmektedir Bu gazelin (Nevâî 1375:balıı 110). Farsça divanın ikinci baskısında “Der-Tavr-ı Hvâce” eklinde geçmektedir (Nevâî 1375: 119). Farsça divanın ikinci baskısında “Der-Tavr-ı Hvâce” eklinde geçmektedir Bu gazelin balıı * 237 * * 26 * 26 27 * 28 * 27 29 * * 28 * 29 (Nevâî 1375: 119). Bu gazelin balıı Farsça divanın ikinci baskısında “Der-Tavr-ı Hvâce” eklinde geçmektedir (Nevâî 1375: 119). * 197 197 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER AHMET KARTAL                                                                         30 31 32 33 34     Bu gazel Farsça divanın ikinci baskısında yoktur. Rükneddîn Humâyûnferruh dipnotta Hüsrev-i Dihlevî’nin de aynı vezin ve kafiyeli bir gazelinin olduunu söyledikten sonra gazelin matla beytini vermitir. Ancak Hüsrev-i Dihlevî’nin elimizde bulunan divanında bu tarz gazelini bulamadık. Bak. Emîr Husrev-i Dihlevî 1343. Bu gazel Farsça divanın ikinci baskısında 442. gazel olarak geçmektedir. Bak. Nevâî 1375: 293. Bu gazelin mahlas beyti Farsça divanın ikinci baskısında yoktur. Bak. Nevâî 1375: 302. Farsça divanın birinci baskısında 7 beyit olan (Nevâî 1342: 193) bu gazel, ikinci baskıda 6 beyit olup (Nevâî 1375: 302-3) beinci beyit yoktur. Nevâî’nin dostu ve eyhi olan Abdurrahmân-ı Câmî (ö. 898/1492) hakkında geni bilgi için bak.: Câmî trhs., trhs.2; 1370, 1371, 1375; Devletâh 1901: 483-94; Alî îr Nevâî 1323: 56, 229-30; 1961: * * * * 35  198 198 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN 36 83-84; Nasrâbâdî 1361: 500; Ate 1968: 392-443; Ali Asgar Hikmet 1991; Sâmî 1996: III/1759-60; Hayyâmpûr 1368: I/204-5. Timurlular devri Türk ve ran edebiyatının tanınmı simalarından olan Ahmed Süheylî (ö. 907/15012 veya 918/1512-13) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 509-13; Alî îr Nevâî 1961: 8485, 1323: 56-57, 230; Sâm Mîrzâ 1346: 338-39; Devletâh 1901: 509-13; Okumu 1352, 1982; Sâmî 1996: IV/2707; Ate 1968: 455-56; Hayyâmpûr 1368: I/472-73. ran edebiyatının en tanınmı ve önemli simalarından biri Sa’dî-i îrâzî (ö. 691/1292) hakkında geni bilgi için bak.: Sa’dî trhs.; Müstefî 1364: 734-35; Alî îr Nevâî 1323: 337-38; Câmî 1371: 105, 1993: 670; Devletâh 1901: 202-10; Sâmî 1996: IV/2572-73; Yazıcı 1997; Ate 1968: 168-201; Kartal 2001a, 2001b; Nu’mânî 1368: II/19-76; Hayyâmpûr 1368: I/454-55. Bu gazel numaralandırılmamıtır. 67 olması gerekirken kendisinden sonraki gazel 67 olarak numaralandırılmıtır. Farsça divanın ikinci baskısında bu gazelin Hâfız-ı îrâzî’nin bir iirine nazire olduu dipnotta belirtilmitir. Bak. Nevâî 1375: 113. Hâfız-ı îrâzî’nin de, Sa’dî-i îrâzî’nin bu gazeli tarzında bir gazeli (bak. Hâfız-ı îrâzî 1372: 256; Gazel no: 477) vardır. Kendine “Turk-i Hindistânî (Hindistanlı Türk )” diyen ve ran edebiyatının önde gelen simalarından biri olan Hüsrev-i Dihlevî (ö. 725/1325) hakkında geni bilgi için bak. Devletâh 1901: 238-47; Alî îr Nevâî 1323: 356-57; Câmî 1371: 106; 1993: 677-78; Ate 1968: 233-51; Nu’mânî 1368: II/77149; Sâmî 1996: III/2045; Emîr Husrev-i Dihlevî 1343; Türkmen 1989; Hayyâmpûr 1368: I/307-8. Bu gazel ayrıca Hâfız-ı îrâzî’nin gazeline de (bak. Hâfız-ı îrâzî 1372: 168; Gazel no: 281) naziredir Bu gazelin balıı, Farsça divanın ikinci baskısında “Tetebbu’-i Hvâce” eklinde geçmektedir (Nevâî 1375: 304). Bu gazelin balıı, Farsça divanın ikinci baskısında “Muhteri’” eklinde geçmektedir (Nevâî 1375: 315). XIV. asrın en tanınmı âirlerinden olan Selmân-ı Sâvecî (ö. 778/1376) hakkında geni bilgi için bak.: Selmân-i Sâvecî 1367; Devletâh 1901: 257-63; Câmî 1371: 104; Alî îr Nevâî 1323: 353-54; Sâmî 1996: IV/2606; Nu’mânî 1368: II/150-64; Yazıcı 1997a; Ate 1968: 279-85; Hayyâmpûr 1368: I/464-65. iirlerinde erîfî mahlasını kullanan, tıp alanında hâzik olan ve Bedahan hakimleri hakkında methiyeler söyleyen Sâhib-i Belhî (IX/XV. asır) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 45254; Alî îr Nevâî 1961: 19-20, 1323: 15-16, 190-91; Sâmî 1996: IV/2858; Hayyâmpûr 1368: II/535. * 37 * * 38 39 * 40 41 * 42 43 * * 44 * 45 46 199 199 ALÎ ÎR AHMET NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER KARTAL Bazen kime cevap olarak yazıldıı belirtilmeyen gazeller de vardır. Bunların balıı “Tetebbu’-ı Yâr-i Azîz”, “Tetebbu’-i Ba’zî ez-Zurefâ-yi Zemân”, “Tetebbu’-i Ba’zî-i Yârân”, “Tetebbu’-i Ba’zî-i Azîzân” ve “Tetebbu’-i Ba’zî-i E’izze” ekillerinde verilmitir. Bu tip gazeller unlardır: Bazen gazelin balıında nazire olduu ifade edilse de, iirine nazire söylendii belirtilen âirin elimizde bulunan divanında o tarzda bir gazelin olmadıı görülmektedir. Meselâ, “Tetebbu’-i Hvâce” balıında verilen 136 ve 137. gazeller, “Tetebbu’i eyh” balıında verilen 35. gazel, “Tetebbu’-i Hvâce Sel-mân” balıında verilen 42. gazel, “Tetebbu’-i Mîr Hüsrev” balıında verilen 202. gazel bu ekilde olan iirlerdendir. 47 ran ’ın tanınmı âirlerinden olup Mollâ Câmî’nin örencilerinden Kâhî-i Kâbilî (ö. 983/1575 veya 988/1580) hakkında geni bilgi için bak.: Nasrâbâdî 1361: 469, 520; Sâmî 1996: V/3535; Hayyâmpûr1368: II/760. Timurlular devrinin tanınmı âirlerinden biri olan Kâtibî-i Tarîzî (ö. 838/1434-35 veya 839/143536) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 381-91; Câmî 1371: 107; Alî îr Nevâî 1323: 1011, 186-87; 1961: 11-13; Sâmî 1996: V/3807; Ate 1968: 340-45; Hayyâmpûr1368: II/753-54. Güzel iirleri olan âhî-i Sebzvârî (ö. 857/1453 veya 859/1454-55) hakkında geni bilgi için bak.: Câmî 1371: 107; Sâmî 1996: IV/2839-40; Hayyâmpûr 1368: II/491-92. Timurlular devrinin en tanınmı âirlerinden olan smet-i Buhârî (840/1436-37) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 357-66; Câmî 1371: 107; Alî îr Nevâî 1961: 13-14; 1323: 12, 187-88; Sâmî 1996: IV/3157; Ate 1968: 346-48; Hayyâmpûr 1368: II/638. Hüseyn-i Baykara (911/1505-6) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 521-41; Alî îr Nevâî 1961: 208-51, 1323: 130-31, 316; Hayyâmpûr 1368: I/262, 265, 268-69; Eraslan 1987. Bu gazel Farsça divanın ikinci baskısında 441. Gazel olarak geçmektedir (Nevâî 1357: 292). * 48 49 50 51 52 * 200 200 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Divanda, Nevâî’nin kimseden etkilenmeden bizzat kendisinin yazdıı gazeller de vardır. Bunların balıına “ihtirâ’ ” veya “muhteri’ ” kelimeleri yazılmıtır: Kimi gazellere ise hiçbir balık konulmamıtır. Bu tip gazeller unlardır:238 Dîvânda bulunan gazellerin birinde “Cevâb-i Hod-gûyed” (Nevâî 1342: 14 [G. 31]), dierinde ise “Der-Cevâb-i i’r-i Mâzî” (Nevâî 1342: 24-25 [G. 56]) balıkları bulunmaktadır. Bunlardan Nevâî’nin kendi iirine de cevap söyledii anlaılmaktadır. Nevâî, bazen sevdii veya beendii bir âirin tarzında da gazeller söylemitir. Bu tarz iirlerin bir kısmında dikkati çeken nokta, cevap söylenilen âirin dıında bir âirin üslubunda söylenilmi olmasıdır. Bu tür iirleri u ekilde gösterebiliriz: 53 54 55 56 Hindistan’da yetien önemli âirlerden olan Hasan-ı Dihlevî hakkında geni bilgi için bak. Devletâh 1901: 247-49; Alî îr Nevâî 1323: 357; Câmî 1371: 106; 1993: 678; Sâmî 1996: III/1950; Ate 25152; Hasan-ı Dihlevî 1352; Hayyâmpûr 1368: I/257. XIV. asrın büyük sûfîlerinden biri olan eyh Kemâl-i Hocendî hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 325-31; Câmî 1371: 105-6; Alî îr Nevâî 1323: 355-56; Sâmî 1996: V/3886; Ate 1968: 305-8; Kemâl-i Hocendî 1337. Alî îr Nevâî’nin musahiplerinden olan Vefâyî-i Horasanî (IX/XV.asır) hakkında geni bilgi için bak.: Alî îr Nevâî 1961: 181, 1323: 114, 286; Hayyâmpûr 1368: I/237, II/985. Farsça divanın birinci baskısında 7 beyit olan (Nevâî 1342: 1) bu gazel, ikinci baskıda 6 beyit olup (Nevâî 1375: 67) altıncı beyit yoktur. * 201 201 ALÎ ÎRAHMET NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER KARTAL Nevâî’nin Muhâkemetü’l-lügateyn’de dercettii 575859            (Alî îr Nevâyî 1996: 185-6) * 57 Farsça divanın ikinci baskısında bu gazelin balıı “Tetebbu’-i Hvâce” eklinde geçmektedir (Nevâî 1375: 180). Farsça divanın birinci baskısında 7 beyit olan (Nevâî 1342: 80-1) bu gazel, ikinci baskıda 6 beyit olup (Nevâî 1375: 161) üçüncü beyit yoktur. Farsça divanın ikinci baskısında bu gazelin balıı “Der-Tavr-i Hvâce” eklinde geçmektedir (Nevâî 1375: 167). Kr.: “Bütün güzel yazı ve iir yazanların nazarında beenilmi ve kabul görmü olan Farsça * 58 * 59 * 60 * gazeller divanı(m) Hâce Hâfız üslûbundadır.” (Alî îr Nevâyî 1996: 220-21). * 202 202 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN ifadelerinden de anlaıldıı gibi o, en çok Hâfız-ı îrâzî’ye hem nazire söylemi hem de onun tarzında gazel yazmıtır. Bunda en büyük amilin Nevâî’nin iir poetikasından kaynaklandıını düünüyoruz. Türkçe Divanlarının ilki olan Garâ’ibu’s-sıgar’ın “dîbâce”sinde yer alan u ifadeler bunu açık olarak göstermektedir: * “  ”61 (Üzgör 1990: 78). Bu ifadelerden anlaıldıı gibi Nevâî divan oluturulduunda onda hem arifane gazel hem de her gazelde nasihatvari beyit bulunması gerektiini ifade etmitir. Bu tarz yani irfanî iirin ise en önemli mümessillerinden biri malum olduu gibi Hâfız-ı îrâzî’dir62. Bu da Nevâî’nin gazellerini Hafız tarzında yazmasını açıklaması bakımından dikkate deerdir. Yukarıda görüldüü gibi Nevâî, gazellerinin ekseriyetini ya nazire olarak söylemi ya da beendii bir âirin üslubunda yazmıtır. Bu tarz davranmasıyla O, ne bir dava peinde olmutur ne de kendini gösterme amacı gütmütür. Nitekim Dîvânında yer alan bir kıt’ası O’nun bu tarz davranıını açıklaması bakımından dikkate deerdir. Bu kıt’a u ekildedir:   63 (Nevâî 1342: 212) Nevâî’nin irfanî ve nasihatvari64 gazellerinin yanında akı ve onun etkilerini ifade eden, ak yolunda çekilen sıkıntıları ve üzüntüleri güzel bir eda ile dile getiren ve sevgiliye olan sonsuz sadakati konu edinen aikane iirleri de vardır. Ayrıca Nevâî, iirlerinde ak ve arabı öütlemi, rind ile zâhid arasındaki tartımada da rind tarafında olduunu hissettirmitir. iirlerinde sevgiliden, onun güzellik unsurlarında bahseden Nevâî, 4 tane na’t (Nevâî 1342: 2, 46, 128-29; 1375: 68, 120, 220-21) yazmıtır. Türkçe Divanlarında olduu gibi yakın dostu ve arkadaı Hüseyn-i Baykara övgüsünde de gazel söylemitir (Nevâî 1342: 161 [G. 383]; 1375: 261 [G. 383]). Ayrıca iirlerinde yer yer bahar mevsimine de yer * 61 62 63 64 “Dîvân tertip edildiinde onda arifane gazel bulunmazsa ve bir gazelde nasihatvari bir beyit olmasa ve dîvân böylece yazılsa ancak beyhude zahmet ve boa emek sarfedilmi olur.” (Üzgör 1990: 79). Hâfız-ı îrâzî’de irfan konusunda geni bilgi için bak. Mutahharî 1997. Fânî’nin iirlere nazire söylemesi ne davadandır ne de kendini göstermekten gelir. Söz erbabı, gönül sahibi olduu için, onun muradı gönüller kapısında dilenciliktir. Divanda yer alan 202. gazel “mevize” balıı altında verilmitir (Nevâî 1342: 86). 203 203 ALÎ ÎR AHMET NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER KARTAL veren Nevâî’nin lâle çiçeini konu alarak iledii bir gazel de dikkati çekmektedir (Nevâî 1342: 101 [G. 239]; 1375: 186-87 [G. 239]). Nevâî, nazire söyledii gazelin bazı mısralarını tazmin etmitir65  (Hâfız-ı îrâzî 1372: 84)   (Nevâî 1342: 39; 1375: 112)  Bazen de mısra üzerinde çok az deiiklik yaparak tazmin ettii görülmektedir66:  (Hâfız-ı îrâzî 1372: 142)  (Nevâî 1342: 77; 1375: 157) Nevâî’nin, cevap yazdıı âirin iirlerinde kullandıı mazmuna iaret ettii de müahede edilmektedir: 67  (Hâfız-ı îrâzî 1372: 126) 68  (Nevâî 1342: 88; 1375: 171) Nevâî, gazellerinde bazen atasözlerine de yer vermitir: 69  (Nevâî 1342: 7 [Giri]; 1375: 27) 70   65 66 67 68 69 Bu konuda ayrıca bak: G. 84/b. 7; 180/3; 213/6; 215/4; 254/8; 266/5; 330/8; 420/7; 461/4-5. Bu konuda ayrıca bak: G. 182/b. 2-3; 207/5; 222/2; 223/3; 226/4; 255/5; 318/5; 319/11; 326/7; 335/6; 345/1. Senin civarının havası, bir türlü baımdan gitmiyor.. evet, garibin gönlü daima vatandadır (Hâfız 1988: 208). Hairde ateperestlerin mabedinin bahçesinde olmayı arzu ediyorum... evet garibin hüzünlü gönlü daima vatandan taraftadır (vatandadır). Gerçi azından henüz süt kokusu geliyorsa da, kanım senin gözüne helâl olsun. 204 204 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN (Nevâî 1342: 7 [Giri]; 1375: 27) 71  (Nevâî 1342: 7 [Giri]; 1375: 27) Ayrıca Nevâî, gazellerinde kendilerine nazire söyledii Hâfız-ı îrâzî, Hüsrev-i Dihlevî, Mollâ Câmî ve Sa’dî-i îrâzî’yi zikretmi ve onlara bakı açısını yansıtmıtır: 72  (Nevâî 1342: 164; 1375: 266) 73  (Nevâî 1342: 81; 1375: 162) 74  (Nevâî 1342: 121; 1375: 212) Nevâî’nin Farsça iirlerinin çounluunu gazel nazım ekliyle söylenmi olanlar oluturmaktadır. Nevâî’nin bu özelliinin, genel olarak çadalarının tercihi ile aynı olduu görülmektedir (Câmî 1371: 90). Farsça divanda geçen u beyit zaten Nevâî’nin gazele bakıını yansıtmaktadır: * * 75   (Nevâî 1342: 41; 1375:115 ) Bütün klasik âirlerde alfabenin yirmi sekiz harfinin hepsiyle eksiksiz surette kafiyelenmi gazeller yazmak arzusu vardır. Nevâî de bu arzu içerisinde 76 bütün harflerle en az bir en fazla doksan üç gazel yazmıtır . Nevâî’nin Farsça divanında yer alan gazellerin tamamı insicam, selâset, fesahat ve belâgat yönünden aynı tarzdadır (Nevâî 1375: 23). Nevâî’nin Farsça iirlerinin üslubu, Horasan üslubu ile Irak ve Herat üsluplarının karımasından olumutur. Hümâyunferruh “tefekkür”, “endîe” ve “tahayyüle” dayanan bu üç * * 70 71 72 73 74 75 76 * Devlet mührünün dorulukta ve kurtuluta olduu kabul edilirse de, serv-i sehî gülbahçesinin en üstünü oldu. Diline her geleni söyleyen sade gönüllü vaiz, senin için bu efsaneye inananlar önemsizdir. Ey Fânî, eer Hüsrev ve Hâfız sana doru yolu gösterdilerse de, sen güzellik itibariyle Câmî’ye tabisin. Ey Fânî, eer Sa’dî’nin yoluna biraz ayak basarsan onun iirinde bundan dolayı tatlılık ve güzellik olduunu görürsün. Ey Fânî! Sultanlık ve rif’at istiyorsan, Hâfız’ın kulu, Câmî’nin ise yolunun çörçöpü ol. Felek denizinde ömür nigehbanına yüz engel vardır. Onun devası arap denizi ve gazel gemisidir. Nevâî’nin Farsça divanında alfabedeki harflere göre kafiyelenmi gazel sayıları u ekildedir: elif:37, be:21, te:73, se:1, cim:4, ha:3, hı:3, dal:93, zel:1, re:18, ze:8, sin:6, in:23, sad:1, dad:1, tı:1, zı:1, ayn:2, gayn:2, fe:2, kef:5, lam:10, mim:64, nun:34, vav:15, he:12, ye:42. * 205 205 ALÎ ÎR AHMET NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER KARTAL üslûbun karımasından oluan yeni üslubu “sebk-i Isfahânî” veya “sebk-i 77 Safevî” eklinde isimlendirilmesinin gerektiini belirtir . Musammatlar: Gazellerden sonra bir müseddes ve terkîb-bend bulunmaktadır. Müseddes balıı altında verilen manzume, esasında Câmî’nin “kâkî” redifli gazelinin78 her beytinin önüne dört mısra eklemek suretiyle oluturulmu bir tesdîstir. Bu manzume “Gazel-i Hazret-i Mahdûm est ki beHukm-i âlî Museddes Kerde ode est” balıı ile verilmitir. Bu balıktan Nevâî’nin bu manzumeyi ya Sultân Hüseyin Baykara’nın hükmü ile ya da Mollâ Câmî’nin istei üzerine yazdıı anlaılmaktadır. Hüseyin Baykara övgüsünde kaleme alınmı olan iir, 9 bendden olumaktadır. Tesdîsten sonra, Nevâî’nin eyhi ve dostu Mollâ Câmî’nin ölümü üzerine söylemi olduu mehur mersiyesi yer almaktadır. “Mersiye-i Hazret-i Mahdûm Nûren” balıı altında verilen terkib-bend yedi bendden olumaktadır. I., II., IV., VI. ve VII. bendler 10, V. bend 9, III. bend ise 8 beyitten meydana gelmektedir. Mukatta’ât: Bu bölümde Nevâî’nin kıt’a nazım ekliyle söylenmi 33 tane manzumesi vardır79. Bu kıt’aların yirmi üçü 2, yedisi 3 ve ikisi 4 beyitten olumaktadır. Kıt’alarda genellikle çeitli ahlâkî deerler övülmütür. Ayrıca bazı mersiye ile tarih kıt’aları da vardır. Rubâ’iyyât: Bu bölümde Nevâî’nin rubai nazım ekliyle yazılmı 59 tane manzumesi vardır80. Bahâristân’da geçen üç (Câmî 1371: 109), Muhâkemetü’llügateyn’de geçen bir rubaî (Alî îr Nevâyî 1996: 185) divanda yoktur. Nevâî’nin rubaileri arifane ve sufiyane özellik arz eder. Rubailerde “hâl”, “vecd” ve “letafet” göze çarpar (Nevâî 1342: 6 [Giri]). Muhâkemetü’l-lügateyn’de geçen rubaî tarsî sanatıyla söylenmitir. O ana kadar bu tarzda söylenmi ilk rubai olma özelliine sahiptir. Bu rubai u ekildedir: * * *  81  (Alî îr Nevâyî 1996: 185). * 77 78 79 Humâyûnferruh, ancak bu üslûbun “sebk-i Hindi” diye adlandırıldıını, bunun ise yanlı olduunu belirtir. Bu konuda geni bilgi için bk. Nevâî 1375:27-8. Câmî’nin gazelleri arasında “kâkî” redifli bir gazel vardır (Câmî trhs.: 747). Ancak bu gazel Nevâî’nin tesdîs yaptıı gazelden farklıdır. Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshada 34, Türk -slâm Müzesi’nde bulunan nüshada ise 36 kıt’anın bulunduunu kaydetmektedir (Levend 1966: VIII). Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshada 53, Türk -slâm Müzesi’nde bulunan nüshada ise 67 rubainin bulunduunu kaydetmektedir (Levend 1966: VIII). “Ey yüzü cihanın süsleyicisi olan, ve ey kokusu ruhu dinlendiren, Ya Rab, senin saçın olmaksızın gönül eskiticisin, senin saçın gece gibi figan artırıcıdır” (Alî îr Nevâyî 1996: 220). * 80 * 81 * 206 206 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Tarihler: Bu bölümde Nevâî’nin bazı yakın dostları ve arkadalarının ölümü üzerine “nazm” ve “kıt’a” nazım ekilleriyle söyledii 10 tane iiri vardır82. Bu manzumelerin 7 tanesi 2, bir tanesi 3, iki tanesi ise 5 beyitten olumaktadır. Bu tarih manzumelerinden biri u ekildedir: *  83  (Nevâî 1342: 222; 1375:339 ) Muammiyyât: Bu bölümde Nevâî’nin çeitli isimlere beyit ekliyle söyledii 16 tane muamması vardır.84  Sonuç Alî îr Nevâ’î’nin yakın dostu ve müridi Mollâ Câmî ile küçüklükten beri en yakın arkadaı Hüseyin Baykara’nın istei üzerine oluturduu Farsça Dîvânı, Rükneddîn Hümâyûnferruh neirine göre: “Gazeliyyât”, “mukatta’ât”, “müfredât”, “rübâ’iyyât” ve “mu’ammiyyât” bölümlerinden olumaktadır. Bu divan nerinde, Nevâ’î’nin Nuruosmaniye Kütüphanesi Nu. 3850 ve Türk -slâm Müzesi Nu. 1952’de kayıtlı Farsça Divan nüshalarında yer alan mensur “dîbâce” ile Rûhu’l-kuds, Aynü’l-hayât, Tuhfetü’l-efkâr, Kûtu’l-kulûb, Minhâcü’n-necât ve Nesîmü’l-huld isimlerinde altı kaside bulunmamaktadır. Hümâyûnferruh nerine göre Nevâî’nin Farsça Dîvânında 486 gazel, 1 tesdîs, terkîb-bend eklinde bir mersiye, 33 kıt’a, 59 rübai, 10 tarih ve 16 muamma bulunmaktadır. Gazellerin ekserisi Hâfız-ı îrâzî bata olmak üzere Sa’dî-i îrâzî, Hüsrev-i Dihlevî, Abdurrahmân-ı Câmî, Emîr Süheylî, Selmân-ı Sâvecî, Sâhib-i Belhî, Kâhî-i Kâbilî, âhî-i Sebzvârî, smet-i Buhârî, Seyfî-i Türk, Kemâl-i Hocendî, Hüseyn-i Baykara, Hasan-ı Dihlevî ve Vefâyî’ye söylenmi nazirelerdir. Bir kısmı ise Nevâî’nin kimseden etkilenmeden bizzat kendisinin yazdıı iirlerdir. Gazellerden sonra “Müseddes” balıı altında Câmî’nin “kâkî” redifli gazelinin her beytinin önüne dört mısra eklemek suretiyle oluturulmu bir tesdîs ve Nevâ’înin eyhi ve yakın dostu Mollâ Câmî’nin ölümü üzerine terkib-bend nazım ekliyle söylenmi mehur mersiye gelmektedir. Daha sonra kıt’alar, rubailer, tarihler ve muammalar yer almaktadır. * * * 82 Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde ve Türk -slâm Müzesi’nde bulunan nüshalarda 16 tarihin bulunduunu kaydetmektedir (Levend 1966: VIII). Fena kilisesinden cennete doru giden Abdurrahman hayat çemeninin servisidir. Gussa veren böyle bir vakanın tarihini okursan udur: “Hodâ beyâmurz be-hvân”. Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshada 141 muamma ile 3 lügaz, Türk -slâm Müzesi’nde bulunan nüshada ise 341 muamma ile 6 lügazın bulunduunu kaydetmektedir (Levend 1966: VIII). * 83 84 * 207 207 ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A “Ali îr Nevâî’nin Farsça iirleri”, bilig, sy. 26, 2003: 147-180. * 209 208 SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L- HAVÂS SML TEZKRES VE ONDA YER ALAN ANADOLULU ÂRLER Mecma’u’l-havâs, Sâdıkî-i Kitâbdâr tarafından Çaatay Türkçesiyle telif edilen bir âirler tezkiresidir. Asıl konumuza geçmeden önce Sâdıkî’nin hayatı hakkında bilgi vermek istiyoruz: Sâdıkî-i Kitâbdâr’ın asıl adı Sâdık, mahlası Sâdıkî’dir (Dehhudâ 1373: IX/13037). âh smâ’îl’in ortaya çıktıı sıralarda, kendi arzularıyla am’dan ran taraflarına gelerek Irak ve Azerbaycan’a yerleen Hudâbendlü boyunun ileri gelenlerindendir (Terbiyet 1314: 212). Takiyyüddin Evhadî, Sâdıkî’nin Avar oymaına mensup olduunu (Taberî 1372: 356), Nasrâbâdî ise, Avar ilinin ileri gelenlerinden olduunu (Nasrâbâdî 1361: 39) kaydetmektedirler. Sâdıkî, 940/1532 tarihinde Tebriz’de Vercû (Vîcûye) mahallesi yakınlarında domutur (Terbiyet 1314: 212). Babasının salıında, hayatının ilk yirmi senesini, Türkçeden baka bir dil bilmeyen kabile ve akrabaları ile birlikte geçirmitir (Gandjei 1971: 19). Gençliinde nakkalıa heves ederek Mevlânâ Haydar Ali’nin olu, Behzâd’ın yeeni ünlü nakka Muzaffer Ali’nin yanında çalımı ve döneminin mehur nakkalarından olmutur (Terbiyet 1314: 212). Sâdıkî, babasının katlinden sonra, kendisini himaye edecek bir kimse bulamadıı için, baba ocaını ve akrabalarını bırakıp, maceralı bir hayata atılmıtır (Gandjei 1971: 19). Bu arada nakkalıı bırakarak kalenderiler zümresine katılmı ve onlarla seyahatlere çıkmıtır. Bu durumu örenen Hemedan hakimi Emîr Han, onu kalenderiler zümresinden çıkararak himayesine almıtır (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 8 [Giri]). Ayrıca bir müddet Bedir Han ile skender Han Afar’ın da himayesinde de bulunmutur (Terbiyet 1314: 212). Mecma’u’l-havas adlı tezkiresinden anlaıldıına göre, Sâdıkî, Tebriz, Kazvin ve sfahan’dan baka Yezd, Gîlân, Lahican, Eberkûh, Astarâbâd, Hemedan, Badad, Atabat (Necef ve Kerbelâ) ve Halep’te de bulunmu ve buralarda oturmutur (Gandjei 1971: 19-20). Bu sıralarda 963-7/1556-60 yılları arasında Halep’te kadı naibi olarak bulunan Bâkî ile, Sâdıkî Haleb’e uradıında tanııp uzun uzun sohbetlerde bulunmutur (Sâdıkî-i Kitâbdâr 1327: 115-16). * * * 210 210 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Sâdıkî, âh smâ’îl II zamanında kütüphane memurluuna (Kitâbhâne-i Dîvânî) tayin edilmitir (Dehhudâ 1373: IX/13037; Terbiyet 1314: 212). âh Abbâs I devrinde ise, Kitâbdârlık görevine getirilmitir (Astrâbâdî 1361: 39; Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 10 [Giri]). Ancak son derece huysuz ve geçimsiz olduu için, bir müddet sonra, fiilen vazife baından uzaklatırılmıtır. Buna ramen ömrünün sonuna kadar makamını muhafaza etmi ve maaını almıtır (Gandjei 1971: 20). Sâdıkî’nin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Takiyuddin Evhadî, 1022 yılı civarında vefat ettiini kaydetmektedir (Taberî 1372: 356). Sâdıkî, Niâburlu olan Mîr Sun’î’nin yanında üç yıl iir ilmine ait olan risâleler okumutur (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 74-5). Hemedanlı Fâ’izî ise, hocası olmutur (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 147). Geçliinde, Kazvinli Hâfız Sâbûnî’nin sohbetlerinde bulunmu, yazdıı iirlerini ona tashih ettirmitir (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 179). Kaynaklar onun iirlerini övdükleri gibi, zamanının büyük nakkaı olduunda da ittifak ederler (Nasrâbâdî 1361: 39; Terbiyet 1314: 212; Sâdıkî-i Kitâbdâr 1327: 8 [Giri]). Ayrıca bu kaynaklarda, Sâdıkî’nin mert ve cesur bir kii oldu da dile getirilmektedir. Sâdıkî, Çaatay Türkçesi, Âzerî Türkçesi ve Osmanlı Türkçesi ile iirler kaleme almıtır. Onun bize kadar gelen iirleri, bu üç Türkçeyi rahat kullanan bir âir olduunu göstermektedir. u iirleri de bu durumu ispat etmektedir (Gandjei 1971: 21, 26) Dou Türkçesi Yana ne berk idi kim saldı ‘ık cânımga Ki tüdi em‘ kibi magz-ı ustuhvânımga Yana ne seyl idi kim yıkdı sabr bünyâdın Ketürdi rahne-i gam mülk(ü) hân u mânımga Yana ne evk idi kim kesdi rite-i cânım Bırakdı dâm-ı belâ cism-i nâ-tüvânımga Yana ne gülbün-i vasl idi kim iküfte bolup Bahâr berdi hazân berli bûstânımga Yana ne berk idi ey Sâdıkî ki oldı ‘ıyân Ki etdi u‘le füzûn âte-i nihânımga Batı Türkçesi Doldı gözüm gubâr-ı ser-i kûy-ı yârdan Gör gör neler yetidi bana rûzgârdan 211 211 SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES AHMET KARTAL ‘Ik âteine yanma yakılma demek nedür Od mâcerâsın istemedi kimse hârdan Cânândan ayrı ta’ne-i dümen nedür bana Yok ictinâbı kalbudung sengsârdan Düdüm muhît-i ‘ıka vü kurtarmaga beni Mevc-i belâ araya çeker bir kenârdan Agyârı mu‘teber elemek güç gelür n’olur Ger tüse Sâdıkî nazar-ı i‘tibârdan Muhammed Ali Terbiyet ise, Sâdıkî’nin, sfahan’da 1010/1602 tarihinde eserlerini toplayıp tertip ederek Külliyat haline getirdiini, bizzat kendisinin mukaddimesinde hayatı hakkında bilgi verdiini kaydeder. Sâdıkî’nin bu Külliyatı u eserlerden olumaktadır (1314: 213): 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Zübdetü’l-kelâm (Kasidelerden olumaktadır.) Mesnevî (Fetih-nâme-i Abbâs-ı Nâmdâr) Mâkâlât u Hikâyât Mesnevî-i Sa‘d u Sa‘îd Dîvân-ı Gazeliyyât-ı Pârsiy u Turkî Mecma’u’l-havâs Manzûme-i Kânunu’s-suveri Nakkâî Mecmû’a-i Müneât u Mekâtibât Tezkiretü’-u’arâ (Rubai ve muamma söyleyen âirleri ihtiva etmektedir) 10. Hazziyyât Mecma’u’l-havâs239 Çaatay Türkçesiyle yazılan eser, âh smâ’îl I devrinin balangıcından, yazıldıı dönemin sonuna kadar ran ve Türk âirlerini kapsamaktadır. Tezkire, Devletâh Tezkiresi (telifi 892/1487), Mecâlisü’n-nefâ’is (telifi 896/1491) ve Tuhfe-i Sâmî (telifi 957/1550)’nin zeyli mahiyetindedir. Nitekim müellif bunu aaıda bahsedeceimiz gibi, eserinin mukaddime kısmında belirtmitir. Bu eser, bazen ranlı âirlerle aynı bölümde, bazen de ayrı bölümlerde Türk âirlerinden bahsetmesi bakımından, Türk Edebiyatı için de önemli bir kaynaktır. * 239 * Bu eser, Farsça tercümesi ile birlikte Doktor Abdurresûl Hayyâmpûr tarafından Tebriz’de 1327 tarihinde neredilmitir. Bu çalımada kullandıımız sayfa numaraları bu eserden verilmitir. * 212 212 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Sâdıkî, bu eserinde siyasî hudutlar ve sülâleler arasındaki ihtilâfları bir tarafa bırakarak, Türk dili ve edebiyatını bir bütün halinde ele almı ve Türk dilinin mevcut üç edebî ivesi (Çaatay Türkçesi – Osmanlı Türkçesi – Azerî Türkçesi) ile iir söyleyen âirleri tanıtıp, onların eserlerinden örnekler vermitir. Bu tezkire, Sâdıkî’nin, Nevâî’nin eserlerini çok iyi tanıdıını, devrinin Türk âirlerini ive farkı gözetmeden takip ettiini ve bu üç iveyi de çok iyi bildiini göstermektedir. Nitekim, kendisinin Mevlânâ ’nın Mesnevî-i Ma‘nevî’sini Türkçeye tercüme etmesi için emir aldıında söyledii u sözler bunu teyit etmektedir: * * * “...mukarrer bolsa kaysı ıstılâh bile bitilse, Çaatay fusahâları reviide, yâ Rûm bülagâları üslûbıda, yâ Kızılba mütekellimleri [tav]rıda...” (Gandjei 1971: 20). Mecma’u’l-havas, mukaddime, 8 mecma‘ (bölüm) ve hâtimeden ibarettir. Mukaddime’de Sâdıkî, Farsça ve Türkçe iirler söyleyen Fars ve Türk âirleri toplayan Câmî’nin Bahâristân’ını, Ali îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’ini, Devletâh’ın Tezkire-i Devletâh’ını ve Sâm Mîrzâ’nın Tuhfe-i Sâmî’sini sayar (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 3): Lihâzâ hûb-a‘lâmlık Fürs nükte-perdâzları ve mergûb-kelâmlık Türk sühansâzları bu cemâ‘at perîânlıgı cem‘iyyeti içün ve bu tâ’ife cem‘iyyeti pürniânlıgı içün âyeste meclisler ve bâyeste mahfiller ârâste ve pîrâste kılupdurlar. Evvelâ eyhü’l-islâmî (Nûreddîn) Abdu’r-rahmân Câmîning Bahâristânınıng bir ravzasıdur, ve yine Emîr-i Kebîr ‘Alî îrning Mecâlisü’n-nefâyisidür, ve yine Tezkire-i Devletâhdur, ve yine ehzâde-i ‘âlem ve ‘âlemiyânnıng Tuhfe-i Sâmîsidür. Ardından bu silsilenin bozulmayıp devam etmesi için bu eserini yazdıını belirtir (Sâdikî-i Kitâbdâr, 1327: 3): Bu silsile ser-halka-i intizâmı birbiridin üzülmesün diyü ve bu tezkireler serritesi bozulmasun diyü... Daha sonra, tezkiresini, Ali îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis isimli tezkiresindeki usule ve tertibe uyarak sekiz bölüme (mecma’a) ayırdıını ve tezkiresinin adını Mecma‘u’l-havâs koyduunu ifade eder (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 3-4): Nevâyî....kim ol Hazretning Nefîs-i Meclis [Mecâlisü’n-nefâis]larıga muvâfık sikkiz mecma‘-ı hâs-ı (?) mutâbık tüzmek diler ve Mecma‘u’l-havâsga nâm zed kılmak ister... Sâdıkî, Mukaddime’nin sonunda, eserini Dönemin sultanı âh Abbâs adına yazdıını belirtir ve ona duada bulunur (Sâdikî-i Kitâbdâr, 1327: 4-6). Sâdıkî’nin mukaddimede belirttii gibi, tezkirenin asıl kısmı mecma‘ adı verilen sekiz bölüme ayrılmıtır. Bu bölümler ve bölümlerde ele alınan âirler u ekildedir: 1. Evvelgı Mecma‘: Selâtîn-i rûzigâr zikride kim... (Birinci bölüm, zamanın padiahları hakkındadır): âh Tahmasb-ı Hüseynî (s. 7-9), Sultân Muhammed * * * * 213 213 SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES AHMET KARTAL Hudâbende “Fehmî” (s. 9-10), âh smâ’îl-i Sânî “Âdilî” (s. 10-2), Han Ahmed Pâdiâh (s. 12-3), Hümâyûn Pâdiâh (s. 13-4), Sultân Süleymân Hvând-gâr “Muhibbî” (s. 14-5), Ubeyd Han Özbek (s. 15-6), Abdullâh Han Özbek “vaz Gazi” (s. 16-7), Nizâm âh “Sipihrî” (s. 17-8), Cemîd Han (s. 18-9), Gazi Giray Han (s. 19-20), Muhammedî Han Gord (s. 20). Bu bölümde12 sultan âire yer verilmitir. 2. kimci Mecma‘: Ol âhzâdeler zikride kim... (kinci bölüm, ehzâdeler hakkındadır): Behrâm Mîrzâ (s. 21-2), Elkâs Mîrzâ (s. 22-3), Sâm Mîrzâ (s. 234), Sultân brâhîm Mîrzâ “Câhî” (s. 24-6), Sultân Hasan Mîrzâ (s. 26), Bedî‘u’zzamân Mîrzâ (s. 26-7), Sultân Mustafâ Mîrzâ (s. 27-8). Bu bölümde 7 ehzade âire yer verilmitir. 3. Üçümci Mecma‘: Etrâk-i rükni’s-saltanaları zikrede kim... (Üçüncü bölüm, Türk saltanat erkanı hakkındadır): Müseyyeb Han (s. 29-30), Murâd Han “Figârî” (s. 30-1), Muhammed Emîn (s. 31-2), âhvirdi “Gayyûrî” (s. 32-3), Muhammed Paa (s. 33-4), Muhammed Big Mezâkî (s. 34-5), Mehdîkulı Sultân (s. 35-6), Pehlevân Big Kumrî (s. 36-7), Muhammed Big “Emânî” (s. 37), Rüstem Big (s. 37-8). Bu bölümde 10 Türk saltanat büyüü olan âire yer verilmitir. 4. Tördümci Mecma‘: Tâzikiye erkân-ı devleti zikr ide kim... (Dördüncü bölüm, ran saltanat erkânı hakkındadır): Mîrzâ eref-i Cihân (s. 39-40), eyh Behâ’u’d-dîn Muhammed (s. 40-1), Mîrzâ Süleymân (s. 41-2), Mîrzâ Mahdûm (s. 42-3), Mîrzâ Râstî (s. 43), Hvâce Efdal-i Terke (s. 43-4), Hvâce Habîbu’llâh-i Terke (s. 44-5), Mîr emsu’d-dîn Muhammed (s. 45-6), Mîrzâ Muhammed-i Münî (s. 46), Mevlânâ Nûre’ddîn Muhammed “Karârî” (s. 46-8), Muhammed Mîrek Sâlihî (s. 48-50), Mîr Ali Ekber (s. 50-1), Kâdî Abdu’llâh-i Râzî (s. 51-2), eyh Ebu’l-feyz “Feyzî” (52-3), Hakîm “Mesîhî” (s. 53-6), Muhammed Hâim “Merdümî” (s. 56), Mevlânâ Kâmî (56-7), Kâdî Atâu’llâh (s. 57-8), Mevlânâ Mu’min Huseyn (s. 58), Seyfu’d-dîn Mahmûd “Recâî) (s. 58-9), Mevlânâ Muhammed-i ârkî “Niyâzî” (s. 59-60), Ahmed Big Muerref (s. 60-1), Tahmâsb Kulı Big “Arî” (s. 61-2). Bu bölümde, 23 ran saltanat büyüü olan âire yer verilmitir. 5. Biimci Mecma‘: Türk ü Tâzîk erkân-ı devlet ered evlâdları zikride kim... (Beinci bölüm, Türk ve ran saltanat adamlarının çocukları hakkındadır): Han Mîrzâ (s. 63-4), Kâsım Big Kısmî (s. 64-5), Sultân Mahmûd Han (s. 65), Alî Han Mîrzâ “Sâdık” (s. 65-7), Murâd Big (s. 67), Muhammed Mu’min Big (s. 678), Muhammed Sâlih Mîrzâ (s. 68-9), Yâdgâr Big (s. 69), Mîrzâ Nizâmu’l-mülk (s. 69-70), Mîrzâ brâhîm (s. 70), Emîr Nûru’llâh-i ûterî (s. 70-1), Abbâs Big (s. 71), Muhammed Sâlih Big (s. 71-2), Kâsım Big “Hecrî” ( 72), Muhammed Big Halîfetü’l-hulefâyî (s. 72-3). Bu bölümde, 15 Türk ve ranlı saltanat erkânının çocuklarına yer verilmitir. 6. Altımcı Mecma‘: Efsahu’l-mütekellimîn evlâdı zikride kim... (Altıncı bölüm, “Sâdât”tan olan âirler hakkındadır): Mîr Sun‘î (s. 74-6), Mîr Huzûrî-i Kumî (s. * * * * * * 214 214 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A 76-7), Mîr Ekî (s. 77-8), Mîr Muhammed Mu’min-i Esterâbâdî (s. 78-9), Mîr Sedîd-i Zârî (s. 79), Mîr Ebû Turâb-i Ulvî (s. 79-81), Mîr Muhammed-i Keskenî (s. 81-2), Mîr Vâlihî-i Kumî (s. 82), Kâdî Esîrî-i Râzî (s. 82-3), Mîr Haydar (s. 83), Mîr Haydar-ı Kâî (s. 83-4), Mîr Kurbî (s. 84-5), Mîr Münhî (s. 85-6), Mîr Cezmî (s. 86-7), Mîr Bezmî-i Hemedânî (s. 87), Mîr Ebû Turâb Mahrûm-ı Râzî (s. 87-8), Mîr Hazînî-i Yezdî (s. 88-9), Mevlânâ Mîr Alî (s. 89-90), Mîrzâ Sâdık (s. 90-1), Mîr Mugîs “Mahvî” (s. 91-2), Mîr brâhîm “Derdî” (s. 92), Mîr Kurbî (s. 92-3), Mîr Firîbî (s. 93), Mîrzâ Halîl (s. 93-4), Mîr âh Murtazâ (s. 94-5), Mîr Mu‘izü’’ddîn (s. 95), Mîr Emînî (s. 95-6), Mîr Ya‘kûbî-i Hayât (s. 96), Mîr Ca‘ferî (s. 96-7), Mîr Seyyid Alî Musavver (s. 97-8), Mîr Necdî (s. 98-9), Mîr Tebîhî (s. 99), Mîr Ebu’l-bekâ “Bekâî” (s. 99-100), Mîr Kudsî (s. 100-1), Mîr Sadru’d-dîn Muhammed (s. 101). Bu bölümde, 35 “sâdât”tan âire yer verilmitir. 7. Yidümci Mecma‘: Etrâk-i ho-tab‘ları zikride kim... (Yedinci bölüm, Türk âirler hakkındadır): Mevlânâ Fuzûlî (s. 102-5), Mîrzâ Kulı Meylî (s. 105-6), Yulkulı Big amlu “Enîsî” (s. 106-8), Kâsım Big Hâletî (s. 108-10), Mahmûd Big Sâlim (s. 110-1), Hasan Big ükroglı “Mukîmî” (s. 111-2), Mevlânâ ânî (s. 112-4), mâmkulı Big Füsûnî (s. 114-5), Necâtî-i Rûmî (s. 115), Bâkî Çelebi (s. 115-7), âhkulı Big (s. 117-8), Sûsenî Big (s. 118-9), Emîrhân Big (s. 119-20), Pîrî Big (s. 120-1), Kelbî-i zü’l-kadr (s. 121), Kâsım Big Ragmî (s. 121-2), Dure Big Kirâmî (s. 122-3), Maksûd Alî “ekîbî” (123-4), Ho-tab‘ Bâlî (s. 124), Merebî-i Toklu (s. 125), Mîr Muhammed vaglı (s. 125-6), Kılıc Big (s. 126-7), Emîr Big “Emîrî” (s. 127), Derdî (s. 127-8), Pîr Kulı Big (s. 128), Muhammed Big “emsî” (s. 129), Mevâlî-i Türkmân (s. 129-30), Tenhâyî Big (s. 130). Bu bölümde, 28 Arapça , Farsça ve Türkçe iir söyleyen Türk âirlere yer verilmitir. 8. Sikkizimci Mecma‘: Tâzîk-i fusahâ ve bulegâları zikride kim... (Sekizinci bölüm, Sâdikî’nin çadaı ran âirleri hakkındadır): Mevlânâ Lisânî (s. 13135), Mevlânâ Zamîrî-i sfahânî (s. 135-7), Gazâlî-i Mehedî (s. 137-9), Mîrzâ Kâsım (s. 139-40), Mevlânâ Vahî-i Bâfkî (s. 140-4), Mevlânâ erîf-i Tebrîzî (s. 144-7), Mevlânâ Muhteem (s. 147-8), Hvâce Huseyn-i Senâ’î (s. 148-50), Urfî (s. 150-1), Mevlânâ Velî (s. 151-2), Kâdı-yı Nûrî (s. 153-4), Sabrî-i Rûzbehân (s. 154-5), Mevlânâ Nisârî (s. 155-60), Mîrzâ Hesâbî-i Netanzî (s. 160-2), Mevlânâ Hüznî (s. 162-4), Mevlânâ ucâ‘ (s. 164-5), Mevlânâ Hayretî (s. 165-6), eyh Alî Nakî (s. 166-8), Haydar Kelîc (s. 168-9)..... Mevlânâ Firâkî (s. 311-2), Eyyûb (s. 312-3). Bu bölümde, Sâdikî’nin muasırı olan 202 ranlı âire yer verilmitir. Eser, sonunda yer alan “Hâtime” ile son bulmaktadır. Burada kendisinin eserinde zikrettii âirlerin dıında kalmasını uygun görmediini dile getiren Sâdıkî-i Kitâbdâr, iirlerinin “erbâb-ı nazma” ulaması için onlardan bazı bölümler ile beyitler zikreder (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 314-7). Mecma’u’l-havas’ın ne zaman yazıldıı kesin olarak bilinmemektedir. smail Hikmet Ertaylan, Azerbaycan Edebiyat Tarihi’nde, eserin 1007/1598 * * * * * * * * * 215 215 SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES AHMET KARTAL tarihinde telif edildiini kaynak göstermeden belirtmitir (pekten 1988: 98, dipnot 3). Halûk pekten, Sâdıkî’nin 1016/1607-08 tarihinde Külliyatını düzenlediini, bu eserin onda bulunduunu, tezkirenin o yıl bitirilerek Külliyata ilâve edildiinin anlaıldıını belirtir. Daha sonra, eserin stanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (Ty. 4085) bulunan ve en eski nüshası sayılan nüshanın yazılıının da 1016/1607-08 olduunu ifade ederek, 1607-08’de bitirildiinin sanıldıını kaydeder (pekten 1988: 98). Muhammed Ali Taberî de, 1016/160708 yılında Çaatay Türkçesi ile telif ettiini belirtir (Taberî 1372: 356). Muhammed Ali Terbiyet de, Sâdıkî’nin, sfahan’da 1010/1602 tarihinde eserlerini toplayıp tertip ederek Külliyat haline getirdiini, mukaddimesinde ise hayatı hakkında bilgi verdiini kaydeder (Terbiyet 1314: 213). Halûk pekten, Mecma’u’l-havas’ın en eski nüshası sayılan nüshanın (stanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Ty. 4085) istinsah kaydından hareketle onun 1016/1607-08 tarihinde yazılmı olduunun sanıldıını belirtmitir. Bu nüshanın istinsah tarihini veren kıt’a u ekildedir (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 317): Kıt‘a-i Berâ-yi Târîh-i htitâm-i Kitâbet: Yazıldı Tezkire-i Sâdıkî mübârek bâd Re’îs Efendiye tenhâda ola gâhi enîs Görünce Hâimî itmâmını anun târîh Didi kitâb-ı nev u bî-bedel berâ-yı re’îs Görüldüü gibi bu iir, Osmanlı Türkçesi ile yazılmıtır. Bu da, bu nüshanın, Anadolu ’da yazıldıını göstermektedir. iirden anladıımıza göre, Hâimî isminde bir kii, bu eserin yazımının tamamlandıını görünce, bu kıt’ayı yazmıtır. Demek oluyor ki, bu eser, Anadolu’da bir devlet yetkilisinin istei üzerine istinsah edilmitir. stinsah edilirken gayet tabii olarak eserin baka bir nüshasından istifade edilmitir. Onun için eserin bu tarihten önce yazılmı olması gerekmektedir. Muhammed Ali Terbiyet’in Sâdıkî’nin, sfahan’da 1010/1602 tarihinde eserlerini toplayıp tertip ederek Külliyat haline getirdiini, Mecma’u’l-havas’ın altıncı sırada bulunduunu (Terbiyet 1314: 213) ifade eden sözleri göz önünde bulundurulsa, eserin ya bu tarihte ya da bu tarihten daha önce yazıldıını göstermektedir. Bu da smail Hikmet Ertaylan’ın söyledii 1007/1598 tarihinin doru olma ihtimalini güçlendirmektedir. Sâdıkî’nin, eserinde, Türkistanlı Türk âirlerin yanında Anadolulu âirlere de yer verdii görülmektedir. Çadaı olan padiahlara yer verdii birinci mecma’ada, Osmanlı Devleti’nin hükümdarı ve Muhibbî mahlasıyla Türkçe ve Farsça iirler söyleyen Kânûnî Sultân Süleymân’a; Türk âirlerine ayrılan yedinci bölümde, dönemlerinin sultânu’-u’arâsı sayılan Necâtî Bey ile Bâkî’ye yer vermitir. Ayrıca, bu bölümde Sâdıkî, Karpa Olu diye mehur olan ahkulu Big’in de Rumlu (Anadolulu) olduunu belirtmektedir. Türk saltanat * * * * 216 216 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A erkanının yer aldıı üçüncü mecma‘ada ise, Bayburtlu olan ve Emânî mahlasıyla iirler söyleyen Muhammed Big hakkında bilgi verilmitir. Mecma’u’l-havâs’ta, ayrıca Anadolulu olmayıp da, Anadolu ’ya dıardan gelen âirlere de yer verildii görülmektedir. Anadolu’ya Badad’dan gelen Ahdî ile ran ’dan gelen Mahdûm Mîrzâ bu tip âirlerdendir. Bahsettiimiz bu âirler, Mecma’u’l-havâs’ta u ekilde geçmektedir: * * Sultân Süleymân Hvând-gâr (Muhibbî) ‘Âdil ü müselmân u ra‘iyyet-perver pâdiâh irdi. i‘r ve â‘irga köp tâlib ve râgıb irdiler. Hazreti hem i‘rde ökü mülâyim-tab‘ irdi. Muhibbî tahallus kılurlar. Gâlibâ âh-ı cennet-mekân ve ol pâdiâh mâ-beynide külfet ülfetga ve ‘adâvet muhabbetga müncer bolganda bu tahallusnı ihtiyâr kılmı bolgaylar. Beher hâl bu tahallusdın muhabbet zâhir irür. Bu ebyât ol Süleymân-ı zamânıngdur kim: Hem-demün her demde bir gül yüzlü cânân oldı tut Mahremün dün gün meh ü hûrîd-i rahân oldı tut Tâc u taht-ı saltanat berbâd olur çün ‘âkıbet Kendüni ‘âlem serîrinde Süleymân oldı tut Kaldurursın bezm-i ‘âlemden ayagı çün gönül çdügün câm-ı arâbı âb-ı hayvân oldı tut Dehr bâgınun Muhibbî yok gülinde bûy-ı latîf Dâglar cismünde yir yir verd-i handân oldı tut Bu Fârisî matla‘ hem Haleb ehride ol pâdiâh ismıga Bâkî Çelebidın istima‘ itdüm kim: Dîde ez-âte-i dil garka-i âbest merâ Kâr-ı în çeme zi-ser-çeme harâbest merâ240 Necâtî-i Rûmî Ol vilâyetde ehl-i nazm ve erbâb-ı isti‘dâdga, sebkat tutup melikü’u‘arâlık mesnedide mütemekkin bolur irdi. Fi’l-vâki‘ öz ıstılahları birle e‘ârı köp yahı vâki‘ bolur. Bu ebyât ol hazretningdur kim: 240 Benim gözüm gönül ateinden dolayı suya gark olmutur. Benim bu göz çememin ii serçemeden dolayı haraptır. 217 217 SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES AHMET KARTAL Dil kiverine zülf-i siyâhıng belâ yiter Yıkmaga min vilâyeti bir ejdehâ yiter Ey çarh sin de yâr kibi olma bî-vefâ Zîrâ bu dengli dünyâya bir bî-vefâ yiter Tik yirde gökde zerre kadar minnet olmasun Örtü döek Necâtîye bir bûriyâ yiter * Bu ne kâkül bu ne mû sünbül-i ho-bûdur bu Dil-i ‘uâkı perîân eyleyen bûdur bu Ne köngül koydı ne göz hâl u hatt-ı ‘ârız-ı yâr Oda yanmaz suya batmaz nice câdûdur bu Gözüming penceresin yapmaga hükm eyledi er‘ Ki nigârıng harem-i hüsnine karudur bu Bâkî Çelebi Rum melikü’-u‘arâsı Necâtîdin songra anı müsellem tutarlar. Haleb ehride eref-i mülâkatlarıga müerref bolduk. Gahı yok, kim ekser evkât bu hakîr birle turfe zerâfetler kılur irdi. Yûsuf Çelebi atlıg bir hvâcezâdesi bar irdi kim fi’l-vâki‘ Yûsuf-ı sânî dimek ol matlûbga kinâye irdi ve mahkûm hükmi irdi. Mükerrer ayturdı kim bu gice bi gazel aytmıam. Mübâhâtı mübâlagadın tecâvüz kıldugıdın songra aytdum kim küstâhlık bolmasa bu gice Yûsufnı bizke bir ‘ale’s-sabâh on tâze gazel aytup bitüp islâh-ı erîfingizga yitkürelüm. Tarîk bolup âzurdelık izhâr kıldı; yine der-sâ‘at hâtır-cûlıg kılup musâhafa aytup garîb-nuvâzlık kıla baladı. Bu e‘âr anglarınıngdur kim: ‘Asker-i fitne sanga hayl-i hat u hâl yiter Tîg lâzım degil ol gamze-i kattâl yiter Fitneler kaynadup ey dost nedur hâl u hatung Köngül almaga ruhung eyledügi âl yiter * Nice tûfân oldı peydâ dîde-i hûn-pâdan Nûh çemüm yanına gelse dem urmaz yadan Jâle dümi berg-i sûsendür murassa‘ hançerün Berkdür ey seng-dil ammâ demürden tadan 218 218 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A * Halk-ı ‘âlem gül seveydi kâkî bülbül gibi Ol lebi gonçe bana tenhâ kalaydı gül gibi * Cür‘adan abdâla gerçi mahzenü’l-esrârdur Rind-i dürd-ââma sâgar matla’u’l-envârdur * Gamıng za‘îfde pehlûm üstühânı sayılur bir bir Mini seyr itmeyen ahbâb mûsikârı görsünler Güzeller mihri-bân olmaz dimek yanglıdur iy Bâkî Olur va’llâhi bi’llâhi hemîn yalvarı görsünler âhkulı Big Karpa oglı mehûr irür; Rumludur. sti‘dâd-ı fıtratı evvelce kim kii tahayyül kıla olsa bar. ükufte ve germ-ihtilât yigitdür. Mukaddemât (mutâlebe)sıga evkât sarf kılur, eger mezâk uglıdın fursatı bolsa. Ekser evkât erbâb-ı isti‘dâd bile muhtalit bolur. Mevlânâ Muhteem-i Kâî i‘riga köp i‘tikâdı bar irdi; o yanglıg kim eger bir o ahyânen anglar huzûrıda Mevlânâ-yı müârün ileyhning bir medhûl beytiga dahl kıla alsa irdi hedef-i tîr-i melâmet belki terk-i selâmet kılmak kirek irdi. Bu uçurda ol i‘tikâdı fâsid bolup bir mikdâr yok kim köp muttasıf mülâhaza kılıldı (); ümîd kim mundın hem bihrak bolgay. Bu rübâ‘îlar ol yâr-i ‘azîzningdur kim: * Ey bâd-ı sabâ nâmemi ol yâre yitür erh-i dil-i zârımı vefâdâra yitür Dil müntazır-ı visâldur Tingri içün Öldüm yine ey Mesîh bir çâre yitür * Ni derdi bile sabr u karârım bardur Ni hod pervây kâr u bârım bardur Rüsvâlıgıma nasîhat eyler nâsih Sanur ki ilimde ihtiyârım bardur 219 219 SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES AHMET KARTAL Muhammed Big (Emânî) Bayburtludur. Terk-i vaz‘ ve ‘âbid ve sâlih ve perhîzkâr kiidür. Bâ-vücûd terklıg mukaddemât-ı mütâla‘asıga ragbet körgözer. i‘r hem aytur. Emânî tahallus kılurlar. Dâru’l-‘ibâde Yezdde hâkim irdiler. Gâhî iltifât kılup ayttukları e‘âr istimâ‘çun bu hakîrni meclislarıga taleb kılur irdiler, ifâdelarıdın (müsteb‘ad kılur) irduk. E‘ârları bu yanglıg irür kim: Sâyeng baımdın ey eh-i hûbân kem olmasun Vaslıngdın ayru ‘ömr manga bir dem olmasun Mîrzâ Mahdûm Mîr Seyyid erîf oglıdur. Köp fazîleti bar, öz zamânınıng ferîdi irdi. Tesennün-i töhmetidin mülâhaza kılup Rûm diyârıga bardı. El-hak dirler kim Hvândgâr Hazretlerining erkân-ı devletleri silkide meslûkdurlar. i’rde tab’ı yahı barur. Bu ebyât ol Mahdûmnıngdur kim: Guzetem ez-heme endîe tâ kazâ çi kuned Guzetem be-Hudâ kâr tâ Hudâ çi kuned Be-kâmet-i men-i mecnûn kabâ ne-mî-zîbed Kesî ki çâk kuned pîrehen kabâ çi kuned Be-dest hamr u be-dil irk u ber-meyân zünnâr Bedîn tarîk kesî rûz-i mâcerâ çi kuned Be-kon bâ-eref bî-çâre ânçi mî-hvâhî To pâdiâhî vu û kemterîn gedâ çi kuned241 241 Kaza ne yapacaksa yapsın diye tüm düüncelerden vaz geçtim. Allâh ne yaparsa yapsın diye iimi Allâh’a bıraktım. Ben mecnun boyluya kabâ yaramaz. Gömleini yırtan kimseye kabâ ne yapsın. Elde içki, gönülde irk, belde ise zünnar. Bu tip insan günlük maceralarla ne yapabilir ki. Ey zavallı kii! stediin eyi erefle yap. Sen padiahsın, o ise bir dilencidir, ne yapsın. 220220 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ‘Ahdî Dâru’l-hulefâ-i Bagdâddındur. Yahı tavrlık ve nîkû-hısâllık kiidür. ller Mevlânâ -i müârün ileyh birle mahsûs ve merbût irduk. Aksâm-ı i‘rni aytur; Dîvân-ı mükemmel kılur. Bu ebyât anglarnıngdur kim: * Eger ez-dumenânem tîg ber-ke katl dümen kon Vu ger ez-dôstânem çâre-i derd-i dil-i men kon Meyân-i dumenân bâ-men hadîs-i dôstî kem-gû Nihânî dôst bâ ammâ be-zâhir kâr-i dumen kon Zi-bezm-i vasl-i cânân ‘azm reften mî-kunî ‘Ahdî Muheyyâ ev berâ-yi cân supurden fikr-i morden kon242 “Sâdıkî-i Kitâbdâr’ın Mecma’u’l-havâs simli Tezkiresi ve Onda Yer Alan Anadolulu âirler”, Türk Kültürü, 440, 42-50 (1999). * 242 Eer benim dümanlarımdansan kılıcını çek, beni öldür. Eer dostlarımdansan gönlümün derdine bir çare bul. Dümanlar arasında benimle çok az dostluk sohbeti yap. Gizli yerde dost ol. Ancak açıkta düman görün. Ey Ahdî! Sevgililere kavuma bezmine gitmek istiyorum. Ölme fikrinde ol. Canını teslim etmeye hazır ol. 221 221 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER SÂ’B- TEBRÎZÎ ve TÜRKÇE RLER Sâ’ib-i Tebrîzî, Hakânî-i irvânî (ö. 1198), Nizâmî-i Gencevî (ö. 1212-14 ?), Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî (ö. 1273) ve Emîr Hüsrev-i Dihlevî (1253-1324) gibi yazdıı Farsça eserlerle ran Edebiyatında birinci derecede yer igal eden Türk asıllı âirlerden biridir. Sâ’ib-i Tebrîzî, ran edebiyatında yeni bir üslûbun kurucusu olmasına ramen, ran’dan ziyade Hindistan ile Türkiye’de öhret kazanmıtır (Ate 1968: 513). Farsça iirlerinin yanında, Türkçe iirleri de bulunan Mîrzâ Muhammed b. Mîrzâ Abdurrahîm Sâ’ib, XVII. asrın en önemli âiridir. Sâ’ib, yaklaık olarak 1012/1603/4 tarihinde Tebriz’de dodu243. Ailesi, kendisi henüz çok küçük iken âh I. Abbâs (995/1037-1587/1628)’ın emri ile, Tebriz’den sfahan’a göçtü. Sâ’ib, burada yetiti. Çok erken yalarda Mekke’ye Hac farizasını yerine getirmek için giderken, Anadolu ’ya gelmi, Konya’da Mevlânâ ’nın saâdet-penâhında hizmet-i ziyârete mülâzım olmutur. Buradan tekrar “me’zûnen” ve “müstahlefen” Tebriz’e gitmitir (Esrar Dede 2000: 28283). Ancak bu sebeple, çeitli iftiralara maruz kaldıı için, Hindistan’a giderek Hind-Türk imparatoru âh-Cihân’ın maiyetine girdi. Sâ’ib, 1042/1632-33 tarihinde babasıyla ran ’a döndü. Safevîler’den âh II. Abbâs zamanında (1052/1077-1642/1677) Sâ’ib ‘melikü’-u’arâ’ oldu ve 1059/1649’da, bu hükümdarın âh-Cihân ile savaını ve Kandehar’ı zaptını manzum olarak anlattı. âh Süleymân 1077/1667’de tahta çıkınca, ona takdim ettii cülus kasidesinin ilk beytinde kullandıı tabirler dolayısıyla, hükümdarın gözünden dütü. Sâ’ib, son zamanlarında Anadolu’ya geldi. Dönüünde, sfahan’da bir Mevlevî tekkesi açarak ölümüne kadar (1087/1676-77) kendi köesinde sakin bir hayat geçirdi (Sâ’ib’in hayatı hakkında geni bilgi için bak. Terbiyet 1314: 217-26; Deyhîm 1367: 351-81; Nasr-âbâdî 1361: 217-20; Nu’mânî 1368: 158-71; Safâ 1364: 1271-84; Tarlan 1944: 121-23; Kurnaz, 1999: 86-90; Yazıcı 1988). * * * * * * * * * * 243 Sâ’ib’in u beyti, onun Tebriz’de doduunu göstermektedir (Araslı 1946: 7): Sâ’ib ez-ehr-i pâk Tebrîz est Hest Sa’dî ger ez gol-i îrâz “Sa’dî, îrâz gülünden ise, Sâ’ib pak (temiz) olan Tebrîz ehrindendir.” 222 222 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Çok verimli âir olan Sâ’ib’in iirlerinin 40.000 (Sâmî 1996: IV/2933), 80.000 (Safâ 1364: 1277) veya 100.000 (Ate 1968: 514) beyit olduu söylenir. Hatta, 200.000 beyit olduu iddia edilir (Ate 1968: 514). Nasrâbâdî, Sâ’ib’in yaklaık 120.000 beyti olduunu (Nasrâbâdî 1361: 218) söylerken, Muhammed Ali Terbiyet ise, onun yaklaık 120.000 beytini gördüünü belirtir (Terbiyet 1314: 222). Sâ’ib’in bu iirlerinin ekseriyeti, gazellerden ibarettir. Muhammed Kahraman tarafından neredilen Sâ’ib divanında, 7015 Farsça (Kahraman 1370: 1-3423), 19 Türkçe (Kahraman 1370: 3425-45) olmak üzere toplam 7034 tane gazel yer almaktadır. Elde bulunan divanlar, Sâ’ib’in bütün iirlerini ihtiva etmez. Bunlar, bazı kiiler tarafından tertip edilmi seçme divanlardır. Sâ’ib’in, bizzat kendisinin iirlerinden seçip oluturduu ve her bölümüne özel ad verdii divanlara da rastlanmaktadır. Bu divanlarda Sâ’ib, sevgilinin uzuvlarını ileyen bölüme “mir’âtü’l-cemâl”, ayna ve tarak ile ilgili bölüme “ârâyi-i nigâr”, arapla ilgili bölüme “meyhâne”, gazellerinin seçilen matla beyitleri ile ilgili bölümüne ise, “vâcibü’l-hıfz” adını vermitir (Terbiyet 1314: 221). Sâ’ib’in divanından baka, Kandahâr-nâme ve Mahmûd u Ayâz isimlerinde iki mesnevisi vardır (Terbiyet 1314: 221; Zerrînkûb 1371: 137). Ayrıca Sâ’ib’in, kendi iirleri ile gazellerinin matlalarından ve sekiz yüz kadar kendisinden önce gelen veya muasırı olan âirlerin iirlerinden seçilmi 25 bin beyitlik “Beyâz” adını verdii bir eseri daha vardır (Terbiyet 1314: 221; Deyhîm 1367: 354). Sâ’ib, iirde yeni bir tarz ve üslûp gelitirerek çıır açmı büyük bir âirdir (Safâ 1364: 1277; Ethé 1337: 199). Onu nazmındaki “külfet”ten ve atasözlerinin çokluundan dolayı eletiren Ziyâ Paa bile (Göçgün 1987: 99-100): * * Vdi-i cedîd açdı ib Buldu nice nükte-i münsib demitir. Sâ’ib yaadıı devirden itibaren iki üç asır, özellikle Hindistan, Afganistan ve Anadolu ’da büyük üstat olarak tanınmı, sevilmi ve muakkıplar bulmutur (Diriöz 1977: 280). Ancak ran ’da bu kadar tanınıp sevilmemitir. Nitekim Mecma’u’l-fusehâ’da, âirlikte tarzının “garip” dütüü belirtilir (Araslı 1946: 12). Hindistan’da yazılan tezkirelerden em’-i Encümen ona, “gazel yazanların imamı, âirlerin allâmesi” vasfını verir. Hızâne-i Âmire’de o, “üç iir peygamberinin (Firdevsî, Enverî, Sa’dî) dördüncüsü” olarak kabul edilir. Servâzâd ise, “söz güneinin ühud âleminde nurlarını yaydıı sabahtan bu zamana kadar dönen dünya, bu kadar kudretli bir mânâ yaratan vücuda getirmemitir.” der (Tarlan 1944: 122). iblî-i Nu’mânî, iir ve âirliin ran’da Rûdekî ile baladıını, Sâ’ib ile son bulduunu ifade eder (Nu’mânî 1368: 158). Muallim Nâcî de, Lügat-i Nâcî isimli sözlüünde Sâ’îb’den bahsederken, “Dîvânı Rûmda en ziyâde öhret bulan devâvîn-i Fârisiyyedendir. Hatta evvelleri Hâfız gibi tedrîs olunurdu” (Muallim Naci 1987: 507) der. E. Brown * * 223 223 SÂ’B- TEBRÎZÎ TÜRKÇE RLER AHMETVE KARTAL da, Sâ’ib’in Anadolu ve Hindistan’da son derece sevilen bir âir olduunu, ancak vatanında bu kadar sevilmediini söyler. Anadolu ’da Nâbî dahil, birçok âirlerimiz onun gazellerini tahmis ve tanzir etmilerdir (Diriöz 1977: 280). XVII. asır âirlerinden ehrî, Sâ’ib’in: *    matlalı gazeline (bak. gazel I) u nazireyi söylemitir (BTK 1987: V/193): Gelürse keret-i nereden icb saa O demde sur-ı ryun yeter nib saa244 Nic’etsün yne mihr-i ruula asini far Sen fitba mübihsin fitb saa erre-ve iderüm dude-i cigerden red Ger eylemezse eer âh-ı ule tb saa O b u tbuna var rıuda kef eyler Olursa alb-i tbnda olur nib saa Mey-i tefül n itme girme anımıza245 Siyh mesti-i çemü yiter sirb saa ad ferin azel-i Rûmiynua ib Ki virdi ehr dü-ad evi ile cevb saa Koca Râgıb Paa ise, u mısraında Sâ’ib tarzında iir söylediini ifade eder (Muallim Naci 1986: 241): ased ki Rıba hep fikr-i ibne düer Sâ’ib’in Türkçe iirlerinin Fars edebiyatına da tesir ettii görülmektedir. Nitekim Râkım mahlaslı bir âir, Sâ’ib’in: *   244 245 246 Bu mısraın vezni bozuktur. Bu mısraın vezni bozuktur.  224 224 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN matlalı gazeline (Gazel VI), u beyitle balayan Farsça nazire yazmıtır (Araslı 1946: 19-20): * uu  Hatta Râkım, Sâ’ib’in iirinin birinci beytinin ikinci mısraını Farsçaya tercüme ederken, ona nazire yazdıını açıkça dile getirmitir (Araslı 1946 : 20): n cevb-i n azel-i ib ki Rım gofte est T dim b der-c dred vu n m-ored 248 Sâ’ib, Türk olduu için, ara sıra anadili ile de gazeller yazmayı ihmâl etmemitir. Ancak onun bu Türkçe iirleri, gerek kemiyet ve gerekse mahiyet yönünden, Farsça iirlerinden oldukça farklı bulunmaktadır. Farsça iirlerine göre çok az sayıda olan bu iirlerin de, çou büyük âirlerimize nazire olarak yazılmılardır. Meselâ, bir tanesi Nevâî ve Fuzûlî’ye (Gazel II), bir tanesi Habîbî ve Fuzûlî’ye (Gazel V), dokuz tanesi Fuzûlî’ye (Gazel I, III, VI, IX, X, XI, XII, XIII, XVI) ve bir tanesi de Hatâî’ye (Gazel XVII) naziredir. Bu iirler, ilk bakıta umumiyetle Fuzûlî’nin basit birer taklidi gibi görünürlerse de, üzerinde dikkatle durulacak olursa, bu ilk hükmün, doru olmadıı hemen kendisini gösterir. Ayrıca Sâ’ib, bu Türkçe iirleriyle, Klasik Türk edebiyatının inceliklerine vakıf bir âir olarak görülür. Sâ’ib’in Türkçe iirlerinin Farsça iirleriyle ortak taraflarının olduu müahede edilmektedir. Bu iirlerde de muhtevayı tekil eden mânâ, dolu; fikir ve mazmunlar ince; hayaller orijinal ve güzeldir. Bunlarda da, ahlâkî ve tasavvufî nükteler, hikmet ve nasihatler beyitlerin balıca ziynetlerini tekil eder (Diriöz 1977: 280-81). Sâ’ib’in iirlerinde “ak” konusu, önemli bir yer tutar. Sâ’ib’e göre, akın ilk artı, kendi “özün”den geçmektir: * * *   âir, kendisini ak muhitinde olan “habâb-ı bî-bâk”e benzetir:   “Seng-i melâmet”in deerini, “âık-ı sâdık”ın bileceini söyleyen âir: 247 248 O kırmızı dudak, âıın kanını su gibi içer. O, kan içtii gibi, suyu aynı rahatlıkla içemez. Bu, Râkım’ın Sâ’ib’in o gazeline söyledii cevaptır. Su verilmi cevherli kılıç daima kan içer. 225 225 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER AHMET KARTAL   “Nâsıh”a, kendisini “âkil” eylemenin mümkün olmadıını söyler:   “Mahabbet”in elden bırakılmamasını isteyen âir, “ak”ta sebat edilmesini ifade eder:   Rakiplere daima iltifat eden sevgilinin ayrılıından dolayı, âık daima ah u feryat eder:   Ancak âir, rakiplerden önce sevgilinin elini öptüü için mesrurdur:   Sâ’ib-i Tebrizî, yer yer sevgilinin kendisine ettii eza ve cefayı dile getirmitir:   Çünkü, onların gönülleri Bedahan madeni gibi katıdır:   Buna ramen, kavuma ümidiyle sevgilinin bulunduu semtte ömrünü geçirir:   Ancak, rakiplerin hileleriyle karılaır:   226 226 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Sevgiliden ayrı olmanın verdii acı ve ıstırabı çeken ve yaayan âir, herkesin “yâr”inin olmasını ister:   Sâ’ib, Dou edebiyatında âıkın timsali olan Mecnûn ve Ferhâd ile kendisi arasında benzerlik kurar:      Sâ’ib’in iirlerinde, yer yer sevgilinin güzellik unsurlarına yer verildii de görülmektedir. u gazel, tamamıyla bu ekildedir:                          227 227 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER  AHMET KARTAL Sâ’ib’in iirlerinde dikkati çeken noktalardan birisi de, deyim ve atasözlerine sıkça yer vermesidir:                  Sâ’ib-i Tebrizî’nin 22 tane gazel nazım ekliyle söylenmi Türkçe manzumesi, bir tane ise, Hind sultanına malup olan Nedr Muhammed Han için söylenmi beyti vardır. Beyit sayılarına göre, gazelleri u ekilde gösterebiliriz: 3 beyitli: 1; 4 beyitli: 1; 5 beyitli: 3; 6 beyitli: 1; 7 beyitli: 6; 8 beyitli: 3; 9 beyitli: 3; 10 beyitli: 2; 11 beyitli: 2. Üç beyitten oluan gazelin eksik olduu görülmektedir. Sâ’ib, 22 gazelin 19’unda redif kullanmıtır. Redifler kendisini ek; ek, kelime; kelime; çekimli fiil ve kelime grubu eklinde göstermektedir. Gazellerde, 4 aruz bahri ve 6 aruz vezni kullanılmıtır. Bunlar unlardır: * Remel Bahri: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün 13 (Fa’lün) Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün 1 (Fâ’ilâtün) (Fa’lün) Müctes Bahri: 228228 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Mefâ’ilün Fe’ilâtün Mefâ’ilün Fe’ilün 2 Hezec Bahri: Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün 2 Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün 2 Muzârî Bahri: Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’îlü Fâ’ilün 2 Tek beyit ise, aruzun Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’îlü Fâ’ilün kalıbıyla söylenmitir. Sâ’ib’in iirleri vezin, kafiye ve redif bakımından hemen hemen kusursuz, söyleyii rahattır. iirlerinde edebî sanatlara ise, fazla rastlanmamaktadır. Türkçe iirlerin Yayımlanmasında zlenen Metot * Sâ’ib’in Türkçe iirlerinin üç farklı nerini elde ettik. Bunlar Türkiye'de Meserret Diriöz (Diriöz 1977), Azerbaycan'da Hamit Araslı (Araslı 1946) ve ran 'da Muhammed Kahraman (Kahraman 1370) tarafından yayımlanan neirlerdir. Bunlardan Meserret Diriöz ve Muhammed Kahraman tarafından yapılan yayımlar, tenkitli metin olarak hazırlanmıtır. Biz, iirleri yayımlarken, Muhammed Kahraman tarafından Farsça divanın sonunda ayrı olarak ve “Gazelhâ-yi Turkî” balıı altında verilen Türkçe iirleri aldık ve (K) harfi ile gösterdik. Bu neri esas olarak almamızın sebebi, hem nerin tenkitli olması hem de yazıldıı Azerî Türkçesinin dil hususiyetlerini yansıtmasıdır. Okuyucunun, her üç neri görmeleri amacıyla, Meserret Diriöz (M) ve Hamit Araslı (B) tarafından yayımlanan iirlerin, Muhammed Kahraman tarafından yayımlanan iirlerden farklarını dipnotlarda gösterdik. Bu iirlerin yer aldıı yayımlar ile sayfa numaralarını, “gazel” ve “beyit” balıklarının altında ve parantez içerisinde verdik. Ancak M ve B’de olan, ama K’da olmayan gazelleri ve bazı beyitleri metinde verdik ve dipnotlarda belirttik. Bunlardan M’de 18 gazel, B’de 17 gazel –biri Farsça-Türkçe mülemma-, K’da ise 20 gazel ve 1 beyit yer almaktadır. Bizim oluturduumuz metinde ise 22 gazel ve bir beyit yer almaktadır. Bu yayımla, Sâ’ib-i Tebrîzî’nin Türkçe iirlerinin 3 farklı neri Türk okuyucularının bilgisine sunulmutur. Ayrıca Türkiye’de bilinmeyen 4 Türkçe gazeli (bak. Gazel XVIII-XIX-XX-XXII) ile bir Türkçe beyti de ilim âlemine tanıtılmıtır. * * * * 229 229 * SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER AHMETVE KARTAL SÂ’B- TEBRÎZÎ TÜRKÇE RLER Türkçe iirler *    Türkçe * iirler                                                                       249                 249 251              252    253    250 254    251 255    252 256    253 257    254 258    255   256   257   258   250 230 230 230 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                          259                274  275   276 Terlesün: terlesüng M. 260  261                          231 231 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER AHMET KARTAL                           277 Cevr-i çerde: cevr-i çerdin M. Neylesün: neylesüng M. 279  280  281  282  283     285  286  287  288  289  290  291  292   278 232 232 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                            293   295  296  297  298   299  300  301   302  303  M, B. 304 Bu mısraın vezni bozuktur. 305  306  307  294 233 233 SÂ’B- TEBRÎZÎ TÜRKÇE RLER AHMETVE KARTAL                            308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322                234 234 RAZ’DAN STANBUL’A   ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                     323   325  326  327  328  329  330   331  332  333   334  335  336  337  338  339  340   341   342  324 235 235 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER AHMET KARTAL                            343    345  346  347  348  349  350  351  352  353  354  355  356  357  344 236 236 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                           358 359 360 361 362 363   364 365 366   368  369  370  371  372  367 373 374                   237 237 SÂ’B- TEBRÎZÎ TÜRKÇE RLER AHMETVE KARTAL                            375   377  378  379  380  381  382  383  384  385  386  387  388  389  390  391  392  376                   238 238 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                               393    395  396   397   398   399   400   401   402   403  404   405   406   394 239 239 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER AHMET KARTAL                               407    409   410  411   412   413  414   415   416   417   418   419  408 240 240 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                          420 421  422  423  424  425 426 427 428 429   430 431   433  434  435  432 436       Niçe içsün: nice içsüng M; nice içsün B.            241 241 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER AHMET KARTAL                           437   439  440  441  442  438 443 444   446  447  448  445 449 450   452  453  451                  242 242 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                        454   456  457  458  455 459 460 461   463  462 464 465 466 467 468 469 470 471   473  472                Silin: silüng M.     243 243 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER  AHMET KARTAL                           474     476   477  478   479   480   481   482   483   484   485   486   487  488  489   475 244244 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                               490   492  493  494  495  491 496 497 498   500  499 501 502               245 245 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER AHMET KARTAL                          503     505    506   507   508   509   510  511   512   513   514   515   516  517  518   504 246 246 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                                     519    521   522   523   524   520 247 247 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER AHMET KARTAL                                     525 Bu gazel Muhammed Kahraman tarafından Türkçe gazellerin yer aldıı kısımda deil, divanın sonunda “Yek Gazel-i Tâze Yâfte-i Turkî (: Yeni Bulunan Türkçe Bir Gazel)” balıı altında verilmitir. Muhammed Kahraman, burada gazel hakkında u açıklamayı yapmaktadır: 16 Âbân 1369 yılında Tahran’da neredilen slâmî Birlik mecmuasının bir nüshasını Tebriz’den Aka-yı Behrâm Hak-perest bana gönderdi. Onda Sâ’ib’in hayatını anlatan ve 5 Türkçe iirine yer veren bir makale vardı. Ne yazık ki yazıyı nereden ile Türkçe iirlerin alındıı kaynak belirtilmemiti. Bu gazellerin birincisi bizdeki nüshalarda yoktu. Bu gazeli burada vermemizin uygun olacaı düüncesiyle yayımlıyoruz. * 248 248 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                                     526   528  529  530  527      249 249 SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A        “Sâ’ib-i Tebrîzî ve Türkçe iirleri”, Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 7, stanbul 2002: 209-38. * 251 250 * BÖLÜM II Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminden Yansımalar * ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER Selçuklu hükümdarı Alp Arslan (1063-1072)’ın Malazgirt’te 1071 yılında Bizanslıları bozguna uratması neticesinde Anadolu batan baa istilaya ve sürekli yerleime açılmı, Anadolu’nun Türklemesi ve slâmlamasının uzun süreci balamı (Itzkowitz 1997: 27), bütün Ön Asya’nın, Selçuklular tasarrufuna geçmesi salanmıtır (Caferolu, 1972: 3). Kaynaklar Horasan ’da Selçuklu Devleti kurulduu zaman Türkistan ’dan slâm ülkelerine olan göçü nasıl “sel” gibi tasvir etmilerse 1071 Malazgirt zaferini müteakip Anadolu’ya akan insan dalgalarını da aynı ekilde aksettirmilerdir (Turan 1998: 282)531. Anadolu’ya gelen bu Ouz kitleleri, dâru’l-cihâd saydıkları Anadolu’yu Türkletirmek ve müslümanlatırmak için dinden aldıkları güçle savamılar (Mazıolu 1972: 297), Anadolu’nun derinliklerine kadar ilerleyerek, kendileri ile beraber, Türk dilini, kültürünü, örf ve idaresini de götürmülerdir. Bütün Anadolu Türklerin eline geçtikten sonra, Türk boyları ve halkları, eski Orta Asya bozkır geleneklerinden ayrılarak yeni yerleik hayat prensiplerine yaklamak durumunda kalmılardır (Caferolu 1972: 3-4). Türkmen de denilen bu Ouzların bir kısmı yeni yurtlarında ehirlerde yerlemiler, çou ise Anadolu’nun ıssız topraklarında yeni köyler kurmular, ya da göçebe hayatını sürdürmülerdir (Mazıolu, 1972: 297). Bu çalımada, artık bir Türk yurdu hâline gelen Anadolu’daki dil, edebiyat ve kültürel faaliyetler hakkında bilgi verilecektir. * * * * * 531 Bir anonim Bizans kronii: “Kara ve deniz sanki bütün dünya kafir barbarlar (Türkler ) tarafından igal edildi ve ıssızlatırıldı. Onlar arkın (Anadolu ’nun) bütün köylerini, evleri ve kliseleriyle birlikte, yama ve istila ettiler” ifadesiyle durumu açıkça, ancak hissî olarak tasvir eder. Baka bir kronik Türklerin Anadolu’ya, eskisinden farklı olarak, artık bir yamacı deil igal ettikleri bölgelerin hakiki sahibi olarak sıfatıyla girdiklerini belirterek daha isabetli bir görüü temsil eder (Turan 1998: 282). * * 254 254 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A iir ve Toplum Anadolu halkı özellikle iirin ahengi ile veznin ritmik tekrarının insan ruhunda oluturduu etkiden dolayı, iire karı bir temayül sergilemi, hatta kendisine aktarılacak her bilginin manzum olarak verilmesini istemitir. Tabii ki bunda, iirin örenmeye saladıı katkı ve kolaylıın bilincine vararak öneminin farkına varılması ve bundan yararlanma yoluna gidilmesi de etken olmu olabilir. iiri seven ve ona sempati ile bakan halkın isteiyle iir, Anadolu’da uygun bir ortamla bulumutur. airler bulmu oldukları bu müsait ortamı en iyi ekilde kullanarak, iirin Anadolu’da oluması, gelimesi ve yerlemesi noktasında hummalı bir gayret içine girmilerdir. Hatta iirle ilgisi olmayanlar da, Mevlânâ gibi, iir söylemeye meyil etmiler, duygularını ve düüncelerini iirle ifade etme yoluna gitmilerdir. âirler, iiri bir yandan toplumu, özellikle halkı eitme, aydınlatma ve bilgilendirmenin bir vasıtası olarak kullanırken, dier yandan belli bir bilgi birikimine sahip olup ‘hakikati’ ‘hakikatin diliyle’ örenenlerin estetik duygularına cevap veren bir araç olarak görmülerdir. Böylece toplumun her kesimine hitap eden ve onların ihtiyaçlarına cevap veren iirler kaleme alınmıtır. Özellikle doum yeri olan Belh insanının daha çok nesire temayül ettiini ve airlie dolayısıyla iire çok önem vermediini belirten Mevlânâ’nın, eer orada kalsaydı, büyük ihtimalle kendisinin de o bölge insanının yolunda gideceini, yani ders takrir eden, vaaz veren birisi olarak kalacaını, fakat Anadolu’ya geldiinde buranın insanlarının arzusu dorultusunda sahip olduu hakikatleri vezinli bir ekilde yani iirle ifade etmeye meylettiini gösteren u sözleri, Anadolu halkının bu durumunu göstermesi bakımdan önemlidir (Kılıç 2007: 69): * * “Benim bir mizacım var, kimsenin benden incinmesini istemem. Yanıma gelen dostlar benden mütemadiyen iir istiyorlar, yoksa iir nerde, ben nerde. Vallahi ben iirden usanmıım, benim indimde iirden aaı bir ey yok. Benim iir söylemem, misafir arzu ediyor diye ev sahibinin onları memnun etmek için ikembeyi eliyle yıkayıp temizlenmesine benzer. Çünkü misafirin canı ikembe çorbası istiyor. nsan bir memlekette hangi mal revaçta ise, bayaı bir ey bile olsa, onu alıp satmalıdır. Bizim memleketimizde âirlik kadar ayıp bir i yoktu. Eer memleketimde kalsaydım, ben de oranın âdetlerine uyar; vaaz etmek, ders okutmak ve kitap yazmakla uraırdım. Ama Allah böyle istedi, ben ne yapabilirim? Benim yaptıım, bir hekimin ilaçtan bıkıp onu içmek istemeyen, canı erbet çeken bir hastaya ilacı erbete karıtırarak vermesine benzer.” 255 255 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER iir ve Sultanlar Sultanlar, isimlerinin baki kalabilmesi için âirler tarafından söylenilen iirlerin en önemli vasıtalardan biri olduuna inandıkları için, Anadolu Selçukluları’nda da aynen Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu saraylarında olduu gibi, âire büyük önem verildii görülmektedir. Nitekim iki önemli kaynak eserden Çehâr Makâle (Semerkandî 1368: 62-63) ve Râhatü’s-sudûr ve Âyetü’ssürûr’da (Râvendî 1999: I/61) zikredilen bilgiler ile Balasagunlu Yûsuf tarafından 1069/1070 yılında yazılan ve Türkçenin en önemli eserlerinden biri olan Kutadgu Bilig ’in balarında yer alan Bura Han övgüsündeki bölüm (Arat 1979: 28) ve Ögdülmi’in Odgırmı’a âirlerle münasebet hakkında söyledii fikirler (Arat 1988: 318) bu durumu açık bir ekilde ortaya koymaktadır. Fahreddîn Behrâmâh’ın Nizâmî-i Gencevî’ye Mahzenü’l-esrâr’ına karılık verdii hediyelerden sonra, yanındakilere söyledii u sözler, bu düüncenin Anadolu’da da devam ettiini göstermektedir (bn Bîbî 1996: I/93): * * * “Eer iir baarılı olursa, hazineler ve defineler baılarım. Çünkü bu manzum kitapla benim adım bu fani dünyada ölümsüz olarak kalacak. Bu fani dünyada ve geçici âlemde unutulmadan kalmak ve ismin ebedî olarak anılması, çok büyük bir itibar ve ulaılması zor bir baarıdır.” (bn Bîbî 1996: I/92). Behrâmâh’ın u ifadeleri de, bunu destekler mahiyettedir (bn Bîbî 1996: I/93): Eer Firdevsî bu kitabını (eh-nâme) yazmasaydı, o devrin padiahlarını, taç sahiplerini, ünlü pehlivanlarını kim hatırlayacaktı? Adlarını kim azına alacaktı?” âir ve Sultanlar Anadolu Selçukluları’nda da, aynen Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu saraylarında olduu gibi, âire büyük önem verildii görülmektedir. âirlerin yaptıkları övgüler, sultanların hep duymayı istedikleri cinsten, kahramanlık, adalet, cömertlik gibi vasıflarla ilgiliydi. Ayrıca, bu sebeple, Gazneliler döneminde balayan ve Selçuklular döneminde artan, Türk sultanlarını Acem meliklerinin ehnâmelerde geçen vasıflarına atıflar yaparak övme geleneinin (Kartal 1999a, 2004), Anadolu Selçuklu Devleti döneminde yazılan iirlerde * * * * * * 256 256 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A sürdüü görülmektedir. Nitekim Zahîreddîn-i Faryâbî, Rükneddîn Süleymân âh’ı öyle medheder: Büyük Sultân Süleymânah Rükneddîn’in doruluk gölgesine sıınırım. Çünkü felek ona “kinci skender” adını takmı. Çünkü onun divanında Kayser güzel sözler söyler, çünkü onun sarayında Fagfur kapıcılık eder....Ülke tahtında dinin direi Rükneddîn ah, Süleymânlık bulunca cinler ve periler her an önünde saf dururlar...Onun kadehi Kevser suyuna ve nesim rüzgârına ah çektirir. Onun adı saygınlık kitabına balık olur. Eer biri Rüstem’in mızraından veya Neriman’ın gürzünden bahsederse, onun mızraına ve gürzüne örnek bulmu olur...Ey ah, eer kinin gökte mekan tutarsa, Müterî Behram olur ve Zühre Keyvanlık yapar (bn Bîbî 1996: I/80-1). Nizâmî-i Gencevî, Anadolu Selçukluları’na balı olarak Erzincan ve çevresinde hüküm süren Fahreddin Mübarekâh için unları söylemitir: * Altı bucaın, yedi felein riyasız padiahı, dokuz dairenin (yedi felek ile ar ve kürsi) merkez noktası Behrâmâh, öyle bir ahtır ki, sava gününde onun kahramanlıından Behrâm-ı Gûr’un kudreti karınca gibi kalır. Yüksek gücüyle ahların babuu, geni bilgisiyle cihanın ünlüsüdür. Cihan mülkünü halka baılar, hem “Ermen” hükümdarı hem “Rum” ahıdır. Saltanat tahtının erefi, hilâfet postunun ulusudur. Rum diyarının fatihi “Abhaz”ın galibidir (Nizâmî 1986: 34-35). Hüsameddîn Sâlâr’ın kızı da, zzeddîn Keykâvus hakkında u ifadeleri kullanıyordu: Cihanın efendisi olan o ahlar ahının hükmü, bütün ülkelerde kader gibi geçerlidir...Cihanın günei, Hakk’ın gölgesi, ikinci Kayser, bu Kayser ve Fafur senin kapının tozundan baka bir ey deildir...O sultanlar sultanına sultanlar köledir. Ondan baka sultan kim, nerede ve hangisi...Âlem senin adaletinin etkisiyle batan baa mamurdur. ahların yemini tamamen onun kademinin topraıdır... Cihanda galiplerin malupların altına sıındıı senin rikabının yanında yüz Kayser ve Fafur komaktadır... ahın dergahında cihan onun fermanının bendesi olsun. Baka milletler de onun fermanına uysun (bn Bîbî 1996: I/144-46). Râvendî, I. Gıyâseddîn Keyhüsrev için unları söylemektedir: Fafur, Hakan, Harezmah bu ahlar ahının dergâhından ekmek alacaklar....Bazunun vurularından, Rüstem-i Destân’ın ruhu utanç ve sıkıntı duymaktadır...Harp meydanlarında, haset edenlerin üzerine at sürdü mü, dümanı çevganın büklümü içine alır (Râvendî 1999: I/28). 257 257 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER bn Bîbî, I. zzeddîn Keykâvus'un güzel vasıflarının Arapça ve Farsça yazılmı u iirlerle, mecazî deil de, gerçek olarak kaydedildiini belirtmektedir (1996: I/141-42): * * Ey kaderinde ta ezelden büyüklük ve yücelik yazılmı olan! Sen razı olduun zaman hayat, kızdıın zaman ölüm verirsin. Senin yanında bulunmak, mülk sahibi olmak, baarı ve zafere ortak olmak demektir. Ünlü padiahlar, senin bayraının gölgesinde yürürler. Hz. Cebrail kanatlarıyla sana gölge verir. Ey padiah, Eflâtun’un dediine göre, Allah seni halkın ilerini görsün diye yarattı. Üzüm kabından ayrıldıktan sonra arabın kadeh kalıbına girdii gibi ikbal ve ans eseri, senin varlıına Behmen’in ve apur’un ruhu girdi. Senin zamanında dünya öyle düzen buldu ki, kâfur’un kabı içinde saklanmasına ihtiyaç kalmadı. Kutsal âlemin süsleyicileri, senin yanaına hurinin yanaının güzellik pudrasını sürdüler. Anadolu Selçuklu Devleti dönemi âirlerinin iirlerinde, Selçuklu sultanlarının bu özellikleri yanında, dinî hassasiyetlerinin ilendii de görülmektedir. Zahîreddîn-i Faryâbî, Rükneddîn Süleymânâh hakkında: * * Ülke tahtında dinin direi Rükneddînâh, Süleymanlık bulunca cinler ve periler her an önünde saf dururlar...Senin yüce düüncen ülkeyi dini gelitirmekte tam bir baarı salar ve Tanrı tarafından desteklenir...Senin mükemmel aklının varlıı bilgisizlii azaltır. Kapsamlı ve kalıcı adaletin zulmü ortadan kaldırır (bn Bîbî 1996: I/81-82). Nizâmî-i Gencevî, Fahreddîn Mübârekâh için: shak’ın sancaı onun himmetiyle yükselmitir. Onu istemeyen varsa, ancak smailî “zındık”tır (Nizâmî 1986: 34). Hüsâmeddîn Sâlâr’ın kızı ise, zzeddîn Keykâvus için: Ey ünü bütün yeryüzünü tutmu olan! Senin adından dinin erefi ve anı artmı...Meslei insana eziyet etmek olan kötü zamanlar ve zalim günler, senin adaletin sayesinde hizaya girer (bn Bîbî 1996: I/146). demitir. Bu tarz deerlendirme, daha sonra, Osmanlı Devleti döneminde yazılan iirlerde de görülmektedir (Kartal 2002). Bu durum ise, Gazneli ve Selçuklu döneminde oluan ve gelien Farsça iirin muhteva olarak Anadolu ’da da devam ettiini göstermesi bakımından önemlidir. * * 258 258 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A iirin Dili Türkler Anadolu ’ya gelip yerlemeden önce, Anadolu’da Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Franklar, Yakubiler vs. yaamaktaydı (Ocak 2006: 443, 2006a: 253). Türklerin Anadolu’ya gelmesi ve yerlemesi iki safhada gerçeklemitir. Bunlardan birincisi, Malazgirt Savaının akabinde Türkler kitleler halinde Anadolu’ya akın etmiler ve yerlemilerdir. Bunlar içerisinde göçebelerin yanında, daha Orta Asya’da iken yerleik hayata geçerek ehirlerde yaayan Müslüman Türkler de bulunmaktaydı. Bunlar, Anadolu’daki ehirlere yerlemiler ve oralarda mesleklerini icra etmeye devam etmilerdir. Daha bu dönemlerde bile bu Müslüman Türkler yerli Hristiyan nüfusa oranla Anadolu’da büyük bir çounlua ulamılardır. kinci safha ise, Mool istilasının balamasıyla birlikte, Mâverâünnehr, Hârezm, Âzerbaycan ve Errân mıntıkalarından oluan youn göçlerin oluturduu dönemdir. I. zzeddîn Keykâvus ve I. Alâaddîn Keykubâd devirlerine rastlayan bu dönemde de, pek çok ehirli Türk, göçebe Türk nüfusla birlikte Anadolu’ya gelmitir (Ocak 2006: 447). Özellikle Türkler Anadolu’da yeni kasaba ve ehirler kurdukları gibi, eski Bizans ehirlerini kendilerine uygun hale de getirmilerdir (Baykara 2006: 291). Türklerle birlikte ranlıların da Anadolu’ya geldikleri görülmektedir. Daha çok tüccar, ilim adamı, eyh ve müritlerden oluan ranlılar, ekseriyetle ehirlere yerlemilerdir (Bayram 2001: 63). Bu manzara Anadolu ’nun dolayısıyla Anadolu Selçuklu Devleti ’nin hem karıık kültürlerden olutuunu hem de çok dilli bir ortam sunduunu göstermektedir. Nitekim bn Bîbî, Anadolu’da halkın be dil konutuunu belirtir (1996: I/97). Osman Turan'a göre bu diller Türkçe , Farsça , Rumca , Ermenice ve Süryanicedir (Turan 2006: 471). Ancak bn Bîbî’nin bir baka yerde Anadolu’nun dilinin Arapça ve Farsça olduunu kaydetmesi (1996: I/141) Arapçanın da dil olarak Anadolu’da kullanıldıını göstermektedir. Bilindii gibi Büyük Selçuklu Devleti’nde resmî dil olarak Arapça ve Farsça kullanılırken, medreselerde eitim Arapça ile gerçekletirilmitir. Bütün münevverler hem Arapça hem de Farsça bilgisine sahiptiler. Büyük Selçuklu Devleti’nin bir kolu olan Anadolu Selçuklu Devleti’nde de doal olarak bilim dili Arapça, resmî belge dili önce Arapça, daha sonra Farsça olmutur. Ancak bürokraside birçok Fars dilli memurun bulunması, Önasya’da hissedilmeye balanan Mool baskısı yüzünden bir çok Fars dilli münevverin Anadolu’ya göç etmesiyle Farsçanın itibarı artmıtır (Develi 2006: 42-44). Hatta büyük merkezlerde yüksek tabakanın edebî dili olduu gibi, Türkçenin yanında bir derece konuma dili hüviyeti de kazanmıtır (Turan 2006: 471). XIII. asırda kaleme alınan bazı eserlerin “sebeb-i te’lîf (yazılı sebebi)” bölümlerinde ‘halkın Fars diline olan meyli’nden dolayı Farsça kaleme alındıı belirtilmitir. Hayati Develi’nin de belirttii gibi, söz konusu halktan kasıt, idarî ve entelektüel zümreler olmalıdır (Develi 2006: 44). Çünkü kırsal alanda yaayan halk Türkçe * * * * * * * * * * * * * * * 259 259 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL konuuyordu, dolayısıyla kendisine hitap eden eserin de Türkçe olmasını istiyordu. Nitekim Yunus Emre bu halka Türkçe ile hitap edecektir. Mevlânâ (Turan 2006: 471) ve olu Sultan Veled (Mansurolu 1950: 217 [dipnot 6]) Rumca bazı iirler kaleme almılardır. Anadolu Selçukluları zamanında, aynen Büyük Selçuklular döneminde olduu gibi yukarıda zikredilen dillerden Farsça hem resmî belge dili hem de edebî dil olarak kullanıldıı için telif edilen eserlerin büyük bir kısmının Farsça olduu dikkat çekmektedir. Mikail Bayram, yaptıı kütüphane taramaları neticesinde, Anadolu Selçukluları zamanında, 230 küsur eser telif edildiini, bunlardan 20 tanesinin müellifinin meçhul olduunu, geriye kalan eserlerin 80 müellif tarafından yazıldıını belirttikten sonra, bu eserlerden 145’inin Farsça, 68’inin Arapça , 15’inin Türkçe olarak kaleme alındıını, birkaç eserin de Süryanice ve Ermenice olduunu söylemektedir (Bayram 2004: 107). Bu manzara Anadolu Selçuklu Devleti ’nin hem karıık kültürlerden olutuunu hem de çok dilli bir ortam sunduunu göstermektedir. Bu da her topluma kendi diliyle hitap eden çeitli eserlerin yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli iirlerin (mülemma) yazılmasına da zemin hazırlamıtır. Elimizdeki verilere göre Anadolu Selçuklu Devleti döneminde iirin dili bata Farsça olmak üzere Türkçe ve Arapça olmutur. Nadiren Rumca ile de iirler söylenilmitir. * * * * * * * * * * * * * * * * lmî ve Kültürel Durum * Anadolu ’da gerek Dânimendliler gerekse Anadolu Selçukluları döneminde ilmî ve edebî faaliyetler önce saray muhitinde balamı, arkasından bu faaliyetler II. Kılıç Arslan’ın oullarının valilikleri döneminde ehirlerdeki ehzade muhitlerine de sirayet etmitir. Özellikle sükun ve asayiin iyice salanmasıyla Anadolu’da hummalı bir içtimaî ve fikrî hareket kendini göstermitir. Anadolu’daki ilk ilmî faaliyetlerin 1071-1178 yılları arasında Sivas, Tokat, Amasya, Kayseri, Malatya ve civarlarında hüküm süren Dânimendliler döneminde ve onların hüküm sürdüü bölgelerde baladıı görülmektedir. Bu devletin kurucusu olan Melik Ahmed Gazi, Selçuklu ailesinin muallimi olan Dânimend Ali Taylu'nun olu olup babası gibi bilge bir kii olduu için Dânimend Gazi diye anılmakla birlikte, kurduu devlete de Dânimendiye denmitir. Melik Ahmed Gazi, bir yandan yeni fetihlerle uraırken bir yandan da fethettii bölgelerde youn bir kültürel faaliyette bulunarak ilmî çalımalara zemin hazırlamıtır. Nitekim bugünkü bilgilerimize göre Anadolu'da telif edilen en eski eser olup Melik Ahmed Gazi'ye sunulan Kefu'l-akabe'de: * * * * "O yüce zatı iltizam edenler çounlukla fâzıl ve filozoflardır. Dünyanın her yanından bilgin kiiler (ehl-i ukûl) o hazrete yöneldiler. Her biri ilmini yayması miktarınca itibar görüp, o hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar" 260 260 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A eklinde yer alan kayıt, Malazgirt Zaferi'nden kısa zaman sonra Dânimendliler ülkesinde ilmî çalımaların baladıını ve Melik Ahmed Gazi'nin birçok ilim ve fikir adamını himaye ederek çalımalarına imkan saladıını göstermektedir. Ayrıca Melik Ahmed Gazi'yi sahib-kıran diye zikreden Kefü’l-akabe müellifi bnü'l-Kemal, hem onun Rum, Ermen ve am (Suriye )'da gerçekletirdii fetihlerini dile getirmi hem de bu yerlerde geni bir kültürel faaliyet içerisinde bulunduunu, * * "Rum, Ermeni, am memleketleri o sahib-kıranın varlıının feyzi ile slâm nuruyla bezendi" eklinde ifade etmitir. Dânimendliler devleti emirlerinden Kastamonu fatihi, Emir Karatekin'in bn Makula'nın el-kmâl adlı eserini okuduuna dair bir kaydın bulunması da, bu dönemde ilmî faaliyetlerin varlıını göstermektedir. Anadolu 'da yer alan medreselerin en eskilerinin XII. asrın ilk yarısında ve Dânimendliler zamanında Niksar, Tokat, Sivas ve Kayseri'de yapılması bu açıdan dikkat çeken dier bir noktadır (Bayram 2003: 2-3). Dânimendliler , özellikle Tokat, Sivas, Amasya ve Çorum bölgelerinde daha youn bir kültürel faaliyet içinde bulunmular ve buralara devletlerinin kültürel politikasını yerletirmilerdir. Böylece bu yöreler çok erken tarihlerde belli bir kültürel karakter kazandıı gibi, gösterilen bu youn millî ve dinî diyebileceimiz faaliyetler neticesinde, buraların çok erken sayılacak tarihlerde Türklemesi ve slâmlamasını da gerçekletirmilerdir. Gazilik mefkuresine, Türk kültürüne ve Türkmencilik ülküsüne büyük önem veren Dânimendliler, bunu yerletirmeye ve yaymaya da çalımılardır. Nitekim Melik Ahmed Gazi ve beraberlerindekilerin kahramanlıklarının anlatıldıı Dânimend-nâme (Akkaya 1954) bu kültürel anlayıın mahsulü olduu gibi Dede Korkut Hikayeleri (Ergin 1989) de XIV. asırda yine bu yörede, Amasya’da derlenmitir. Yine Anadolu ’da ilk Türkçe eser yazma gelenei Amasya’da balamıtır. Mool iktidarına ve özellikle Pervâne Muînüddîn Süleymân’ın aır baskılarına ramen Dânimend li, bu millî karakterini ve kültürel hüviyetini uzun süre muhafaza etmitir (Bayram 2003: 3-6). Anadolu ’nun Türkler tarafından fethedilmesinden önce Süryanîlerin elinde bulunan ve önemli bir kültür merkezi olan Malatya, Dânimendliler döneminde de bu özelliini muhafaza etmitir. Malatya’nın Türklerin Anadolu’yu fethetmesinden sonra da, Kuzey Mezopotamya ve Suriye ’den Anadolu’ya açılan ticaret yolu üzerinde bulunmasının etkisiyle daha erken sayılabilecek bir tarihte önemli bir ilim merkezi hâline geldii görülmektedir. Özellikle Gıyaseddin Keyhüsrev’in veziri Malatyalı Muhammed Gazi, eyh zzeddin Ebu’l-kasım-ı Hammuî, eyh Ebu Tâhir Ahmed-i sfahanî, Muhammed b. Ebu Bekr-i Tebrizî gibi ran asıllı kiiler Malatya’ya gelip yerleerek burada faaliyet * * * * * * * * * * * 261 261 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL göstermilerdir. Böylece burada ran kültürü ile Süryanî kültürü yeniden bulumu ve Sasanîler devrindeki ilmî ve fikrî hareket yeniden olumaya balamıtır. ran millî kültürünün yeniden canlandırılmaya çalııldıı Malatya, Selçuklular zamanında ehzadelerin eitim gördükleri bir merkez hâline gelmitir. Gıyaseddin I. Keyhüsrev ve olu zzeddin I. Keykâvus burada eitim gören sultanlardandır. Bu Selçuklu sultanlarının eski ran ahlarının adlarını kullanmalarında Türk cihan hakimiyeti ülküsünün yanında Malatya ve çevresindeki ran kültürünün de etkisi bulunmaktadır. Ayrıca burada eitim gören sultanların çok iyi Farsça bildikleri de müahede edilmektedir. Türk kültürünü ülkelerinde yaymaya ve yerletirmeye çalıan Dânimendlilerin, 50 yıl yönetimlerinde kalan Malatya’nın kültürel yapısını deitirememeleri dikkat çekmektedir (Bayram 2003: 7-8). Selçuklular zamanında, sultanlar muallimi diye anılan Malatyalı eyh Mecdüddîn shak’ın da etkisiyle Malatya’da, slâmî ilimler alanında youn bir faaliyet göze çarpmaktadır (bak. Bayram 2003: 9-10). Tokat ve Malatya’nın Dânimendliler zamanında iki önemli ilim ve fikir merkezi hâline gelmesi, Selçuklular döneminde bu iki ehrin ehzadelerin eitim ve tahsil yeri olmasında etkili olmutur. Selçuklular döneminde bu iki zihniyet kendi ehirlerinde yetien ehzadeyi iktidara getirme gayreti içerisine girmi ve bu yönde siyasî faaliyetlerde bulunmulardır. Bu dönem ümerası da, ya bu iki zihniyetten birine mensup ya da birini tercih etme durumunda kalmılardır. Genellikle bu mücadelede Malatya’nın iktidarlar üzerindeki ilmî, kültürel ve siyasî aırlıının daha etkili ve yönlendirici olduu görülmektedir. Tokat ve civarında Türk kültürüne ve Türkmencilik ülküsüne büyük önem verilirken, Malatya’da ran unsuru aırlıkta idi. bnü’l-esîr, ranlı mehur rakî filozof ihâbeddîn-i Sühreverdî el-Maktûl (587/1237) olduu anlaılan bir filozofun, Rükneddîn Süleymanâh’ın Tokat emiri olduu sıralarda Tokat’a gittiini ve Tokatlı bir bilgin (fakih) tarafından Süleymanah’ın huzurunda tartaklandıı için Tokat’ı terk etmek zorunda kaldıını bildirmesi, ranî zihniyet ile Türk düüncesinin çatıma durumunda olduunun göstergesidir. Hatta Türkmen sufî Evhadüddîn-i Kirmânî (635/1237), Malatya’da kendisine hizmet edecei bir yer tahsis edilmedii için oradan kırgın olarak ve bir daha dönmemek üzere ayrılmıtır. Yine Evhadüddîn-i Kirmânî ile Mevlânâ ’nın hocası ems-i Tebrizî arasındaki ihtilâf, Mevlânâ ve çevresi ile Ahi Evren eyh Nasireddin Mahmûd ve çevresi arasındaki ilmî, fikrî ve siyasî mücadeleler de bu iki kültürel çevre arasındaki ihtilaflarının uzantısıdır (Bayram 2003: 12-13). I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, oullarından I. zzeddîn Keykâvus’u Malatya’ya, I. Alâaddîn Keykubâd ’i ise Tokat’a tahsil ve eitim için göndermitir. I. Alâaddîn Keykubâd, sultanlıı döneminde Anadolu 'da Türkmencilik mefkuresini hakim kılmaya çalımı, yüksek memurluklara Türk asıllı kimseleri atamıtır. Hatta bu dönemde Türkmen eyhler, ilim ve fikir adamları himaye edilmi, Ahi tekilatı bütün Anadolu'ya yayılmı, ehirlerde belediye hizmetleri Ahilere gördürülmütür. Alâaddîn Keykubâd, büyük olu II. Gıyâseddîn * * * * * * * * * * 262 262 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Keyhüsrev'in zihniyet bakımından kendisine muhalif olan Malatya'daki çevrelerle irtibatını ve yakınlıını, ranî zihniyete yatkınlıını fark ettiinden dolayı, daha salıında küçük olu zzeddîn Kılıç Arslan'ı veliaht tayin etmitir. Nitekim ran unsuruna dayanan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in iktidara geliinin ilk yıllarından itibaren Türkmenlere karı olumsuz bir siyasî tutum içerisine girdii görülmektedir. Hatta saltanatının ilk yılında (635/1237) Eridir'de yaptırdıı kervansarayın kitabesinde kendisi için söylenen “Türkmen (Havariç) ve Bagileri daıtıp yok eden" sözü dikkat çekmektedir. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in tahta çıkmasında gösterdii yararlılıklardan dolayı atabek olan Sadüddîn Köpek, Türkmen ve Ahileri devlet kademelerinden uzaklatırarak ran asıllı kiileri yüksek mevkilere getirme gayreti içerisine girdi. Türkmen ve Ahiler Gıyâseddîn Keyhüsrev'e ve onu iktidara getirenlere karı ayaklanınca, iktidarına muhalif olan güçleri yok etme temayülü gösteren sultan atabeyi olan Sadüddîn Köpek vasıtasıyla Türkmen yanlısı ileri gelen devlet adamlarını teker teker öldürttü veya saf dıı etti. II. Gıyaseddîn Keyhüsrev, kendisini bir suikast ile öldürüp Selçuklu tahtını ele geçirme niyetinde olan Sadüddîn Köpek tehlikesini bertaraf ettikten sonra, yeniden iktidarına karı olan Türkmen çevrelerle mücadeleye koyuldu. Birçok Türkmen fikir adamlarını katletti veya tutuklattı (Bayram 2003: 15-17). Babailer syanı 1339’da pek çok siyasî, ekonomik ve dinî etkenin bir araya gelmesiyle, öncülüünü Baba lyas ve halifesi Baba shak’ın yaptıı, göçebe ve yarı göçebe Türkmenlerin Anadolu Selçuklu yönetimine karı giritii harekettir (bak. Ocak 1996a: 35-51, 142-51). Amasya ve Tokat bölgesinde organize edilen ve devletin temelini sarsan Babaîler isyanının en önemli neticesi, Anadolu’nun Mool istilasına maruz kalmasına zemin hazırlaması olmutur. Nihayetinde Türk tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olan Köseda yenilgisi alınmıtır. Mool istilâsından sonra, Türkmen ve Ahilerin mücadeleleri, Mool emperyalizmine ve Moollarla ibirlii içerisinde bulunan güçlere yönelmi ve bu hareket bütün Anadolu 'ya yayılmıtır. II. Gıyaseddin'in ölümünden sonra Anadolu Selçukluları’nın tanınmı devlet adamlarından Celâleddin Karatay (Tanyeri 1993), bu köklü rekabeti ve siyasî ihtilâfı bertaraf etse de, ölümünden sonra Türkmen çevrelerin destekledii II. zzeddîn Keykâvus ile ranlı unsurların destekledii IV. Rükneddîn Kılıç Arslan arasında taht mücadelesi balamıtır. Moolların Anadolu'yu igalinden sonra ranî zihniyeti temsil eden fikir adamları ve ümeranın Mool yanlısı bir politika izlemelerinden dolayı ranlı yöneticilerden yana oldukları dikkat çekmektedir. Nitekim Moolların destei ile kardei II. zzeddîn Keykâvus'u yenen IV. Rükneddîn Kılıç Arslan 1261 tarihinde Selçuklu tahtına geçti. Onun döneminde ülkenin yönetimi kendisini iktidara getiren Pervâne Muîniddîn Süleymân, Vezir Tâceddîn Mu’tez ve Sâhib Fahreddîn Ali'nin elindeydi. Bunlar sultanın fermanını da alarak Anadolu'da Türkmenlerin elinde bulunan medrese, tekke, iyeri gibi müesseseleri gasp ettikleri gibi birçok yörede Türkmenleri katliama tabi * * * * 263 263 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL tutmulardır. XIV. asrın sonlarına kadar devam eden bu uygulama neticesinde Türkmenler kitleler hâlinde uç bölgelere ve Suriye 'ye göç etmilerdir (Bayram 2003: 18-19). * XII. asrın sonlarında Sultan II. Kılıç Arslan, Danimendliler devletini ortadan kaldırarak Danimendlilerin bakenti Tokat ve çevresini olu Rükneddin Süleymanah’a verdi. Burada eitim gören Rükneddin Süleymanah da Danimendolu Melik Ahmed Gazi gibi ilim sever, fazıl ve filozof bir kiiydi. Mutaassıp bir afiî olan bnü’l-Esîr onun hakkında: “Ancak onun itikadının bozuk olduu, felsefî inançlar taıdıı, bu inançta olanların ona sıındıı, ondan yardım ve himaye gördükleri nakledilir. Fakat o akıllı idi. Halkın tepkisinden çekindii için bu inanç ve itikadını açıa vurmazdı.” demektedir. Daha sonra Anadolu Selçuklu tahtına oturan Süleymanah, Tokat ve çevresinde Dânimendolu Melik Ahmed Gazi’nin balattıı ilmî ve fikrî gelenei devam ettirmitir. Yine bnü’l-Esîr, çeitli mezheplere mensup ilim adamlarının onun huzurunda münakaa ettiklerini kaydetmektedir (Bayram 2004: 123-24). bn Bîbî ise görülerini aklına uygun ve tabiatına yakın bulduu ihâbeddin-i Sühreverdî’nin Pertev-nâme isimli eserini onun adına yazdıını bildirmektedir (I/44). Ancak Mool istilâsı ile birlikte hem Tokat hem de Malatya’nın ilmî ve fikrî bakımdan sahip oldukları bu özelliklerini kaybederken, dönemin ünlü bazı filozoflarının, müderrislerinin ve âlimlerinin toplanmaya baladıı Anadolu Selçukluları’nın bakenti Konya’da bu açıdan bir canlanma olduu dikkat çekmektedir. Nitekim bu dönemde kelâm ve mantıa dair Metâli’u’l-envâr ve Konya medreselerinde okuttuu Beyânü’l-hak ve Kitâbu’lmenâhic adlı eserleriyle Kadı Sirâceddin-i Urmevî, mantık ve felsefe ile ilgili çalımalarıyla Kadı zzeddin-i Urmevî ve eyh Sadreddin-i Konevî ile zahir ve batın ilimlerinde zirveye ulaan Mevlana Celâleddin-i Rumî Konya’da bulunan önemli simaları oluturmaktaydı (Ay 1998: 83). Kayseri, Sivas, Amasya, Erzincan, Nide, Kırehir, Kütahya, Aksaray, Ankara, Kastamonu bu dönemde gelime göstermi dier önemli kültür merkezleri olup her biri devlet ve hükümet merkezi olan Konya kadar gelimiti (Köymen 1976: 363; Sümer 1963: 221). Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluunu takip eden ilk 150 yıl (yaklaık 616/1220’ye kadar) ve Danimendliler döneminde Anadolu’da telif edilen eserlerin hemen hepsinin tıp, astronomi, matematik, felsefe gibi aklî ve tabiî ilimlere dair olduu, âlimlerin de bu yönde faaliyet gösterdikleri * * * 264 264 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A görülmektedir.532 Anadolu’da görülen bu felsefe ve tabiî bilimlere yöneliin en önemli sebebi, ilk dönem Selçuklu Sultanları ile Danimendli devlet adamlarının Mu’tezile533 eilimli olmalarıdır. Selçuklu hanedanına mensup kiiler ile bunlara yakınlıı olanlar arasında Mu’tezile eilimli kiiler ile ehzadeler bulunmaktaydı. Gerek E’arî mezhebine mensup olan bnü’l-Esîr’in534 Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleymanah’ın babası Kutalmı için, gerekse bnü’l-Kemal’in535 astronomiye dair olan Kefü’l-akabe isimli eserinin önsözünde Danimend sultanı Melik Ahmed Gazi için söyledii sözler, bunu göstermektedir. Bu akliyeci gelenein XIII ve XIV. asırlarda da Tokat ve çevresinde devam ettiini bnü’s-Serrâc’ın 715/1315’te Kahta’da yazdıı 532 Bu dönemlerde Anadolu ’ya gelip Kayseri’ye yerleen Ömer b. Muhammed b. Ali esSâvî: “Diyâr-ı Rûm’a geldim. Herkesin ilm-i Nücûm (astronomi) ile uramakta olduunu, dinî ilimlerden bihaber olduklarını gördüm.” diyerek bu gerçei ifade etmi ve dinî ilimlere olan ihtiyacı karılamak amacıyla eserini yazdıını bildirmitir (Bayram 2003: 59-60). 533 Bilindii gibi Mu’tezile mezhebi, slâm’ın douundan bir asır sonra ortaya çıkan, slâm dinini akıl ölçü ve kurallarına göre yorumlayan dinî ve felsefî bir harekettir. Zaten Mu’tezile’yi dier mezheplerden ayıran en önemli özellik nakli yani Kur’ân ve Hadisi akla tatbik etmeleridir. Bundan dolayı bu mezhep mensuplarına slâm dünyası rasyonalistleri (akliyecileri) denilmektedir. Bunlar üzerinde özellikle o dönemlerde slâm âleminde yayılan Yunan felsefesinin büyük tesir görülmektedir. Abbasîler bir dönem Mu’tezile’yi resmî mezhep olarak kabul ettiler. Bu mezhep mensupları yüksek memurluklara tayin nedilerek itibar görmülerdir. Ancak IV./X. asırda E’arî ve Maturidî mezheplerinin devlet tarafından desteklenmesi ve tasavvufî düüncenin halk hareketi hâline dönüerek rabet kazanması sonucu Mu’tezile mezhebi geri plana itildi. Hatta Mu’tezile mezhebine mensup olanların halkı hor görmeleri ve kendi inançlarından olmayanları baskı altına almalarından dolayı sıkı bir takibata uradılar (Bayram 2003: 60; Gölpınarlı 1979: 197-200). 534 E’arî mezhebine mensup olan bnü’l-Esîr, u sözleriyle Kutalmı’ın astronomi ve felsefe bilmesini tuhaf karıladıını, bu felsefî bilgilerin özellikle onun dinî inancıda yer tutmasını ho karılamadıını dillendirmitir (Bayram 2003: 61): “aılacak eydir ki, Kutalmı, Türk olmasına ramen astronomi ilmini çok iyi biliyordu. Bundan baka felsefe gelenei ile ilgili bilimleri de biliyordu. Kendisinden sonra oulları ve ahfadı da felsefe geleneinden gelen ilimleri örenmeye devam ettiler. Ve bu alanda isim yapmı olan bilim adamlarını himayelerine aldılar. Bu durum onların dinî inançlarında pürüz meydana getirdi.” 535 Aynen enitesi Kutalmı gibi felsefe geleneinden gelen ve bundan dolayı kendisine “Danimend” de denilen Melik Ahmed Gazi hakkında bnü’l-Kemâl öyle demektedir (Bayram 2003: 61-62): “Pek çok filozoflar ve faziletli kiiler ve dünyanın dört bir yanından akliyeciler (ehl-i ukûl) o yüce zata yöneldiler ve her biri sahip oldukları ilimlerini yaymaları ve ilimlerini uyguladıkları ölçüde o Hazretin cömertlik denizinden pay almaktalar.” * * 265 265 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL 536 Tevîku’l-ervâh ve’l-kulûb isimli eserinden örenmekteyiz (Bayram 2003: 5962). bnü’l-adîm, Anadolu Selçuklu sultanı II. Kılıç Arslan'ın felsefî konulara ilgi duyduunu ve bu konudaki ilmî tartımalara katıldıını bildirmektedir. Suriye atabegi Nureddin Mahmud ise onu geni anlayıı, hür düünceye ve felsefeye olan temayülü sebebiyle zındıklıkla suçlamıtır (Turan 2002: 231-32). te hem Danimendliler hem de Anadolu Selçukluları’nda bu felsefî ve ilmî gelenein devam ettii dönemlerde daha çok aklî ve tabiî ilimlere dair eserlerin yazıldıı dikkat çekmektedir. Bu dönemde yani I. Alaaddin Keykubâd'ın cülûsuna kadar olan zamanda (616/1220) yazılan eserlerin en belirgin özelliklerinden biri ekseriyetle yerli olması (Ate 1945: 133-34), bir dieri de felsefe ile tabiî bilimlere ait eserlerin dinî ve tasavvufî eserlere nazaran daha çok olmasıdır. Nitekim Anadolu ’da telif edilen ilk eser olan Kefü’l-akabe (bak. Anadolu’da Yazılan lk Eser), astronomi ve felsefeye dairdir. ihâbeddîn-i Sühreverdî’nin Berkyaruk namına yazdıı Pertev-nâme’si de felsefeye aittir. Tiflisli Ebü’l-fazl Hüseyin Hubey b. brâhîm ibn-i Mehmed’in Arapçadan Farsçaya tercüme ettii Usûlü’l-melâhim isimli fal kitabı, II. Kılıç Arslan adına yazdıı Kâmilü’t-ta’bîr isimli rüya tabirnamesi ile astronomi ile ilgili olan Beyânu’n-nücûm isimli eserleri de gaybî ilimlere aittir. Tıbba dair ise Sıhhatü’l-ebdân ile II. Kılıç Arslan'ın oullarından Sivas valisi Kutbeddîn Melikâh adına yazdıı Kifâyetü’t-tıbb isimli eserleri vardır. Ayrıca Lügat ve emsile konusunda Kânûnu’l-edeb isminde bir eser daha kaleme almıtır. Bu eserlerin daha çok geni bir okuyucu kitlesine hitap etmek için yazılmı oldukları dikkat çekmektedir. * * ihâbeddîn-i Sühreverdî, Farsça ve Arapça bir çok eser kaleme almıtır. Arapça eserler içersinde en önemlileri, râkî felsefesinin tam bir dönemini ihtiva eden Hikmetü’l-irâk, felsefe ve ilâhiyat ile ilgili et-Telvîhât ile tamamen tasavvufî olan Heyâkilü’n-nûr (Sühreverdî 1988)’dur. Sühreverdî, felsefî konuları remiz ve iaretler yoluyla açıklayan Farsça mensur bazı eserler de kaleme almıtır. Âvâz-i Per-i Cibrîl, Kayseri’de telif edilen Bûstânu’l-kulûb, Erzincan veya Tokat’ta yazılıp Nasireddîn Berkyaruk’a takdim ettii Pertevnâme, Risâle-i Lügat-i Mûrân, Risâle-i Sefîr-i Sîmurg, Mûnisu’l-uâk, Rûzî bâ Cemâ’at-i Sûfiyân, Risâle-i Akl-ı Sorh bunlardandır. Bu eserlerin üslûbunun çok akıcı ve sade oluu dikkat çekmektedir. Temsilî olan eserlerin ekseriyeti hikâyeler eklinde olup soru ve cevap ile birlikte ve basit bir tarzda yazılmıtır. Bunda hitap ettii kesimin göz önünde bulundurulmu olması etken olmutur * 536 * bnü’s-Serrâc, Tokat ve çevresindeki alimlerin akla ve mantıa uymayan eyleri kabul etmediklerini, bundan dolayı da dinî-tasavvufî düünce ile evliya kerametlerini inkar ettiklerini belirterek bu yöre halkını eletirmektedir (Bayram 2003: 62). 266 266 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A (Safâ 2002: 149). Sühreverdî, Arapça, özellikle de tasavvufî mahiyette yazdıı eserlerle bu dönemde dikkat çeken müelliflerdendir. Bu dönemde Muhammed b. Gazî-i Malatyavî tarafından yazılan ve Marzubân-nâme’nin Farsçaya ilk tercümesi olan Ravzatü’l-ukûl, edebî mahiyette bir eser olmakla dikkat çekmektedir. Türü içerisinde oldukça baarılı bir ekilde yazılmı olan eser, Nasrullah b. Muhammed b. Hamîd’in Kelîle ve Dimne’si ve Zahîreddîn Kâtib-i Semerkandî’nin Sinbâd-nâme’si ile mukayese edildiinde, onlardan hiç de geri olmadıı görülür. Ayrıca Marzubân-nâme’nin ilk tercümesi olması bakımından da önemlidir. Yine onun Berîdü’s-sa’âde’si üslûbunun güzellii ve hikâyecilikteki baarısını göstermektedir. Ravzatü’l-menâzır li’lmeliki’n-nâsır, Kemaleddin Ebu Bekr b. Sâ’idü’r-râdî tarafından Farsça olarak Nasireddîn Berkyaruk namına yazılmıtır. Yirmi babdan oluan eser, kelâma dairdir (Uzunçarılı 1948: 292). * Bu dönemde, Râvendî’nin 599/1203’te balayıp 603/1206 yılında tamamlayarak Gıyaseddin Keyhüsrev’e ithaf ettii, Büyük Selçuklular ile sfahan Selçukluları’ndan bahseden Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr adlı tarihî eseri de (Râvendî 1333, 1999) dikkat çekmektedir. Fars nesrinin en güzel örneklerinden biri olan eser, hem sahip olduu selaset hem de bir çok tarihî ve sosyal olaydan bahsetmesinden dolayı, Mool saldırısından önce, VII/XIII. asrın en muteber kitaplarından sayılmaktadır. I. Alâaddin Keykubâd'ın cülûsundan (616/1220) sonraki dönemde, Anadolu Selçukluları zamanındaki bu fikrî ve ilmî gelime Mool istilâsının etkisiyle, özellikle de Moollar’ın 640/1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ’ni hakimiyetleri altına almalarından sonra, tedricen zayıflarken, dinî-tasavvufî düünce ön plana çıkıp gelimeye balamıtır. Çünkü XIII. asrın ilk çeyreinden itibaren çok sayıda mutasavvıf ve sufî, Mool istilâsından kaçarak huzur ve refahın mekanı olarak gördükleri Anadolu’ya gelmiler ve burada gösterdikleri faaliyetler neticesinde de, Anadolu’daki fikrî denge tasavvuf lehine bir ilerleme göstermitir. Bunda Mool iktidarının Anadolu halkı üzerinde yarattıı iddetli fikrî ve siyasî baskı ile gerçekletirdii acımasız katliamlar neticesinde, çaresizlie ve umutsuzlua düen Anadolu halkı için umut ve huzur kaynaı olan tekke ve zaviyelere rabetin artması da etkili olmutur. Böylece hızlı bir ekilde mistiklemeye doru giden Anadolu halkının pozitif ilimlere karı olan ilgisi azalmaya balamıtır. Ayrıca Moolların Anadolu’da gerçekletirdikleri bu katliam ve zulümlerden dolayı birçok münevver, kültürlü ve bilge kiiler ya öldürülmü ya da Anadolu’yu terk etmilerdir. Bu da doal olarak Anadolu’daki ilmî faaliyetleri olumsuz yönde etkilemitir (Bayram 2004: 134). Bu durum da doal olarak dinî ve tasavvufî mahiyette eserlerin sayısının artmasına sebep olmutur. Ayrıca burada insanları dinî yönden eitme ve terbiye etme düüncesinin de olduu göz önünde bulundurulmalıdır. * * * 267 267 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER Bu devrede Anadolu ’da ekseriyetle Farsça olmak üzere Farsça, Arapça ve Türkçe yazılan dinî-tasavvufî-ahlâkî mensur eserlerin sayısında gözle görünür bir artı vardır. Nitekim Farsça olarak kaleme alınan Bahâeddîn-i Veled’in Ma’ârif (Furûzanfer 1352), Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-i Tirmizî’nin Ma’ârif (Seyyid Burhaneddin Muhakkık-i Tirmizî 1972, 1995), ems-i Tebrizî’nin Makâlât (ems-i Tebrizî 1349, 1974-1975), Mevlânâ ’nın Fîhi Mâ Fîh (Haim 1333; Furûzanfer 1369; Gölpınarlı 1959; Anbarcıolu 1990; Konuk 1994) ve Mecâlis-i Seb‘a (Tevfîk 1365; Gölpınarlı 1965); Sultan Veled’in Ma’ârif (Anbarcıolu 1991); Baba lyâs-ı Horasanî’nin Cihâd-nâme (Bayram 2004: 67-72), Necmeddîn-i Dâye’nin Mirsâdü’l-ibâd mine’l-mebde’ ile’l-me’âd (Riyâhî 1352) ve Sirâcu’l-kulûb, Hacı Bekta-ı Velî’nin Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye (Hacı Bekta Velî 2004), Sa’îdüddîn-i Ferganî’nin Menâhicü’l-‘ibâd ile’l-me’âd (Ate 1945: 114) ve erh-i Kasîde-i Tâ’iye-i bn-i Fâriz (Ate 1945: 115-16), Fahreddîn-i Irâkî’nin Lemeât (eyh Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373: 381-416, Fahrüddin Irâkî 1988) ve stilâhât-i ‘rfâniyi ‘râkî (eyh Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373: 417-32), Sadreddîn-i Konevî’nin Tabsıratü’l-mübtedî ve Tezkiretü’l-müntehî (Ate 1945: 113-14), Ahi Evren’in Metâli’ü’l-îmân (Bayram 1996), Tabsıratu’l-mübtedî ve Tezkiretü’l-müntehî, Müridü’l-kifâye, Yezdân-inaht, Menâhic-i Seyfî ve Âgâz u Encâm’ı, Arapça olarak yazılan bn Arabî’nin el-Fütûhatü’l-mekkiyye (bn Arabî 1405, Alpay 1986, Kılıç 1996), Fusûsü’l-hikem ve Husûsü’l-kilem (Konuk 1990), Fazl (Fezâ’il) ehâdet el-Tevhîd ve vasf Tevhîd el-Mûkınî, Kitâb Hutbe fîKeyfiyet Tertîb el-Âlem ve eklih, Kitâb Hilyet el-Abdâl, Tâc el-Terâcim fî-ârât el-lm ve Letâ’if el-fehm, Kitâb el-evâhid, Kitâb el-Celâle ve Huve Kelimât Allah (Ate 1952: 81-84), Sadreddîn-i Konevî’nin Nusus, Fükûk, Risâletü’lvücûd, Miftâhu’l-gayb, Hacı Bekta-ı Velî’nin Makâlât (Hacı Bekta Velî 1996), Yûsuf b. Ebî Said Ahmed-i Sicistânî’nin Münyetü’l-müftî ve Gunyetü’l-fukahâ (Özel 1990: 64)’sı ile Türkçe telif edilen Hacı Bekta-ı Velî’nin erh-i Besmele (Hacı Bekta-ı Velî 1989)’si bunlardandır. Sipehsâlâr diye mehur Ferûdûn b. Ahmed’in Mevlana hakkında kaleme aldıı Risâle-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-i Hazret-i Hudâvendigâr (Sipehsâlâr 1325, 1331, 1977) isimli Farsça bir menkabesi vardır. Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd-ı Hatîb, Farsça Fustâtü’l-adâle fî-Kavâidi’s-saltana (Riyâhî 1995: 126-28), Ahmed b. Sâd b. Mehdî-i Erzincanî ise, I. Alâaddîn Keykubâd adına Arapça Kitâbü’l-letâifü’lalâiyye fi’l-fezâili’s-seniyye (Uzunçarılı 1948: 299) isminde bir siyasetname kaleme almıtır. * * * * * na sanatı hakkında Hasan b. Abdü’l-mü’min-i Hoyî’nin Gunyetü’l-kâtib ve Münyetü’t-tâlib (Erzi 1963), Rüsûmü’r-resâ’il ve Nücûmü’l-fezâ’il (Erzi 1963a), Nüzhetü’l-küttâb ve Tuhfetü’l-elbâb, Kavâ’idü’r-resâ’il ve Ferâ’idü’lfezâ’il (Terbiyet 1314: 113; Riyâhî 1995: 128-29), Emîr Bedreddîn Yahyâ’nın ise Müne’ât-ı Bedreddin Yahyâ (Riyâhî 1995: 135-36) isimli eserleri dikkat çekmektedir. Mevlana’nın mektupları, Mektûbât (Mevlânâ 1335, 1937; Subhânî * 268 268 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A 1371; Gölpınarlı 1963), Ebu Bekir b. Zekî-i Konevî’ninkiler ise Ravzatü’l-küttâb (Ate 1945:120-22) balıı altında bir araya getirilmitir. Bu dönemde mantık ve hikmet alanında da eser verilmitir. Mahmûd b. Ebî Bekr b. Ahmed-i Urmevî’nin Letâ’ifü’l-hikme (Yûsufî 1351) ve Metâli’u’l-envâr (Riyâhî 1995: 132-35; Terbiyet 1314: 180) isimli eserleri bunlardandır. Muhammed b. el-Hüseyn el-Mu’înî de Kur’ân’ın anlaılmasını kolaylatırmak için yazdıı Beâirü’n-nezâ’ir (Ate 1945: 112-13) isimli bir sözlük hazırlamıtır. Nasireddin-i Sicistânî, gizli ilimlere dair Dakâyiku’l-hakâyık’ı (Riyâhî 1995: 137), bn Bîbî de Anadolu Selçukluları tarihi olan El Evamirü’lala’iye fi’l-umuri’l-ala’iye [Selçuk-name]’yi kaleme almıtır (bn Bîbî 1996). Bu dönemde tabiî ilimlere ait bazı eserler de verilmeye devam edilmitir. * iir ve âirler Bugünkü bilgilere göre I. Alâaddîn Keykubâd'ın cülûsuna kadar olan zamanda (616/1220) yetien âir sayısının azlıı dikkat çekmektedir. Bunda devletin kurulu aamasında olması ve istikrarın tam olumaması etken olmutur. Bu âirlerin Farsça , Arapça ve Türkçe olarak söyledikleri bazı iirleri günümüze kadar gelmitir. Bu iirlerin mesnevî, kaside ve rubaî formunda söylendikleri görülmektedir. Ancak bu nazım ekilleri içerisinde rubaînin belirli bir aırlıının olduu dikkat çekmektedir. Tiflisî’nin 2, II. Rükneddîn Süleymânâh ile I. zzeddîn Keykâvus'un bir rubaîsi vardır. Ancak bir yandan Bizansa karı mücadele ederken dier taraftan çevresinde bir edebî muhit oluturan Ankara Meliki Muhyiddîn Mes’ûd adına Ebu Hanîfe Abdülkerîm bin Ebûbekr tarafından tertip edilen el-htiyârât min-Mecma’i’r-rubâ’iyyât adlı mecmuanın bize ulaan birkaç sayfasından Münteceb olu Bedî’-i Engüriyeî’nin 4, Muhyevî-i Engüriyeî’nin 6, Hekim Mahmûd-ı Engüriyeî’nin 1 rubaîsi ile karılaıyoruz. Ayrıca Anadolu ’da yaayıp iir söyledikleri zannedilen Ali Unsâbâdî, Fahrî, mâm Ali Hayem ve Seyyid Eref isimli âirlerin de birer rubaîleri kayıtlıdır. Yine bu dönemde I. Gıyâseddîn Keyhüsrev’in gurbete çıktıı sırada Rum ülkesinden am diyarına giden eyh Mecdüddîn shak’ı Konya’ya davet etmek için yazdıı manzum mektup dikkat çekmektedir. Nasireddîn Berkyaruk’un ran efsanesine dayanan Hür-zâd ile Peri-nejâd hikâyesini son derece güzel, akıcı, sanatlı ve mükemmel bir ekilde Farsça olarak nazmettii mesnevîsi ile bir rubaîsi bulunmaktadır. Yine bugün için kayıp olan Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî, mesnevî formunda söyledii bir ehnâmesi vardır. ihâbeddîn-i Sühreverdî, tasavvufî mahiyette Arapça iirler kaleme aldıı gibi, bn Sînâ’nın Arapça olarak kaleme aldıı Kasîde-i Rûhiye’sine de bir nazire yazmıtır. Râvendî ise Gıyâseddîn Keyhüsrev’i övmek için yazmı olduu bir kasidesi bulunmaktadır. Bu durum bize 616/1220 tarihine kadar Anadolu’nun özellikle kültür ve sanat alanında ne seviyede olduunu göstermesi bakımından önemlidir. Hatta el-htiyârât min-Mecma’i’r-rubâ’iyyât adlı mecmuanın * * * * * * 269 269 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL fihristinden o dönemde yazıldıı anlaılan kasideler, bize kadar ulamı olsa idi hem o dönemde yetien daha çok âiri tanımı olacaktık, hem de o dönem edebiyatı hakkında daha salıklı bilgiye sahip olacaktık. Bu dönemin Türk dili ve edebiyatı açısından en önemli hususiyeti, Anadolu ’da Türkçe olarak yazılan ilk manzum ve mensur eserlerin bu devre ait olmasıdır. Ayrıca bu eserlerin Türkmencilik ruhunun hakim olduu, youn bir ekilde Anadolu’nun Türkletirilmesi ve slâmlatırılması için millî ve dinî diyebileceimiz faaliyetlerin sergilendii Danimendlilerin kurulduu corafyada yazılması da dikkat çeken dier bir noktadır. Anadolu’da yazılan ilk Türkçe eser tıp alanında iken, ilk Türkçe iirin Anadolu’nun çeitli yerlerinde özellikle büyük merkezlerinde gezerek orada bulunan halkı irad etme mücadelesi veren Evhadiye tarikatının kurucusu eyh Evhadüddîn-i Kirmânî tarafından söylenmesi de önemlidir. Bu durumun Anadolu’da yaayan Türklere hem yaadıkları bu dünyada kendilerinin maddî ihtiyaçlarına cevap verecek bilgileri hem dinî vecibelerini tam ve doru olarak yerine getirebilmeleri ve dinî hayatlarını tanzim edebilmeleri için dini, hem de gönül dünyalarını ihya ve mamur etmeler için de tasavvufu öretme ihtiyacından kaynaklandıı görülmektedir. Ortaya konulan eserlerin dilini, hitap edilen kesimin belirlemesinden dolayı, artık Türk halkına kendi dilleriyle seslenilmeye balanılmı ve Anadolu’da Türkçe ile söylenilen bir edebiyatın olumasına zemin hazırlanmıtır. te bu düünceden hareketle verilmeye balanan eserler, Anadolu corafyasında Türk dilinin mükemmel bir ilim ve edebî dil olma yolculuunun balangıcını tekil etmitir. * * * * I. Alâaddîn Keykubâd'ın cülûsundan (616/1220) sonraki dönemde, Anadolu Selçukluları zamanındaki bu fikrî ve ilmî gelime Mool istilâsının etkisiyle, özellikle de Moollar’ın 640/1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ’ni hakimiyetleri altına almalarından sonra, tedricen zayıflarken, dinî-tasavvufî düünce ön plana çıkıp gelimeye balamıtır. Çünkü XIII. asrın ilk çeyreinden itibaren çok sayıda mutasavvıf ve sufî, Mool istilâsından kaçarak huzur ve refahın mekanı olarak gördükleri Anadolu’ya gelmiler ve burada gösterdikleri faaliyetler neticesinde de, Anadolu’daki fikrî denge tasavvuf lehine bir ilerleme göstermitir. Bunda Mool iktidarının Anadolu halkı üzerinde yarattıı iddetli fikrî ve siyasî baskı ile gerçekletirdii acımasız katliamlar neticesinde, çaresizlie ve umutsuzlua düen Anadolu halkı için umut ve huzur kaynaı olan tekke ve zaviyelere rabetin artması da etkili olmutur. Böylece hızlı bir ekilde mistiklemeye doru giden Anadolu halkının pozitif ilimlere karı olan ilgisi azalmaya balamıtır. Ayrıca Moolların Anadolu’da gerçekletirdikleri bu katliam ve zulümlerden dolayı birçok münevver, kültürlü ve bilge kiiler ya öldürülmü ya da Anadolu’yu terk etmilerdir. Bu da doal olarak Anadolu’daki ilmî faaliyetleri olumsuz yönde etkilemitir (Bayram 2004: 134). Bu durum da özellikle dinî ve tasavvufî mahiyette eserlerin sayısının artmasına sebep * * 270 270 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A olmutur. Ancak burada tabii ki, insanları dinî yönden eitme ve terbiye etme düüncesinin olduunu da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu dönemde yetien gerek âir sayısında gerekse ortaya konulan iir sayısında olan artı da dikkat çekmektedir. Bunda iire ve âire sempati ile bakan ve onları destekleyen sultanlar ile devlet adamlarının da önemli etkisi olmutur. Özellikle I. Alâaddin Keykubâd döneminde oluan huzur ve refahın etkisiyle Anadolu ’nun âirler ve sanatkârlar için bir cazibe merkezi hâline gelmesi buna katkı salamıtır. Bu dönemde yazılan iirlerin de ilk dönemde olduu gibi ekseriyetle Farsça söylendii dikkat çekmektedir. Bunda Orta Asya'da Türkler arasında hiçbir komplekse girmeden dönemin kültür ve medeniyet dili olan Farsça ile yazma âdetinin de etkili olduunu göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Ancak Türkçe iirlerdeki hem artı hem de söyleyiteki mükemmeliyet gözlerden kaçmamaktadır. Arapça iirlerin söylenilmesine de devam edilmitir. Bu dönemde yazılan iirler mesnevî, kaside, gazel ve rubaî formunda karımıza çıkmaktadır. * * * * * Farsça mesnevîler içerisinde, üphesiz en çok takdir ve hayranlık uyandıranı Mevlana’nın 6 ciltlik Mesnevî-i Ma’nevî’sidir. Sultân Veled ’in btidâ-nâme, Rebâb-nâme ile son mesnevîsi olan ntihâ-nâme, Kadı Burhâneddîn-i Anevî’nin Enîsü’l-kulûb, Kâni-i Tûsî’nin Selçuklu eh-nâmesi ile Kelîle ve Dimne Tercümesi, Nâsırî ’nin Fütüvvet-nâme, Nasireddîn-i Sicistânî’nin Mûnisü’l-avârif ile Fahreddîn-i Irâkî’nin Uâk-nâme’si bu dönemde kaleme alınan dier mesnevîlerdir. * * * Bu dönemin dikkat çeken noktalarından biri de Farsça , Arapça ve Türkçe divanların tertip edilmesidir. Bunlar içersinde en dikkati çeken Mevlana’nın Dîvân-ı Kebîr’idir. Sultan Veled, Seyf-i Fergânî ve Fahreddîn-i Irâkî Farsça divanı olan dier airlerdir. bn-i Arabî’nin ise Arapça bir divanı bulunmaktadır. Rubaî de geçen asırda olduu gibi rabet gören nazım ekillerindendir. Mevlânâ , Sultan Veled, Evhadüddîn-i Kirmânî ve Fahreddîn-i Irâkî bu dönemde rubaî söyleyen âirlerin önde gelenlerindendir. * * * * * Bu dönemde de geçen dönemde olduu gibi Türkçe eserler verilmeye devam edilmitir. Nitekim bu zamanda yaayan Mevlana, Sultan Veled, Nâsırî ve Dehhânî ’nin bazı Türkçe iirlerinin olduu bilinmektedir. XIII. asrın ortaları ile XIV. asrın balarında yaadıı tahmin edilen, Türkçe bir Dîvân tertip edip Risâletü’n-nushiyye (Tatçı 1990) adında bir mesnevî kaleme alan Yunus Emre’nin bu âirler içerisinde müstesna bir yeri vardır. * * * 271 271 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL iir ve Tasavvuf Sûfî âirler, günlük dilin sı ve dar imkânları yanında aktarmak istedikleri yüce mânâya iirsel dilin daha fazla imkân saladıını görerek tercihen iire yönelmilerdir (Kılıç 2007: 70). Filibeli Ahmed Hilmî’nin de belirttii gibi ran ’da zuhur eden mutasavvıfların hemen hepsi airdir ve bunlar tasavvufî fikirlerini daha çok iirle ifade etmilerdir (Kılıç 2007: 34). Bu durumun Anadolu ’da da yansımasının hemen hemen aynı olduu görülmektedir. Nitekim hsan Fazlıolu’nun Anadolu’da da “irfan”ın iirle hayat bulduunu belirten u sözleri bu mânâda dikkat çekmektedir (2006: 420): * * “rfanî bilginin Varlık’la dolayımsız yani önceden tayin edilmeyen bir dille iliki kurması gerektiini benimseyen, ancak sunumunda nazarî bir dil kullanan irfan-i nazarî okulun tersine hem Varlık’la alâkalı bilginin elde ediminde hem de sunumunda nazarî yöntemi reddeden tasavvufî yaklaımlar, Yunan düünce hayatındaki air ile filozof kavgasını hatırlatırcasına, iir dilini benimsediler. Çünkü onlara göre burhanî bilgide matlub (yani kıyasın sonucu) hedef iken irfanî bilgide mahbûb (yani arzu edilen ya da Tanrı) hedeftir. Bu kabul açısından burhanî bilgide matlub tahsil edilir; irfanî bilgide ise mahbuba vüsul esastır. Visalde ise ana tavır, ön-deyisiz yani herhangi kategorik bir dili benimsememek, baka bir deyile çıkı noktası olarak almamaktır. Özellikle Mevlana Celâleddîn’de, daha sonra Yunus Emre’de göreceimiz bu tavır özünde Varlık’ın yani Hakikat’in sırrını (cevherini) bilmeyi esas alan bütüncül bir dünya görüü ve dünya tasavvuru sunar. Bu noktada ilginç olan bir husus irfan-ı nazarî’nin kurucu isimlerinden Konevî’nin babası eyh Mecdüddin shak’ın, zzeddîn Keykâvus (1211-1220) devrinde irfanî bilgiyi iir diliyle ifade etmesidir. Bu nokta irfanî bilginin ifadesindeki farklı tavırların bata Konya olmak üzere Anadolu topraklarında ne derece yaygın olduunu gösterir. Gerçekten de Anadolu’da Varlık’la konuulan bir dil olarak iir her yönüyle gelikindi”. * Türkler Gibb’in de ifade ettii gibi tamamen ilenmi ve organize edilmi bir ekilde buldukları ran ’ın tasavvufî-felsefî sistemî ile iir sisteminin her ikisini de alıp hiçbir komplekse girmeden kullanmılardır (Kılıç 2007: 33). Özellikle de Yûnus Emre tarafından bu dönemde adeta bir Türk tasavvuf ve ıstılah dili kurulmu ve bunun mükemmel örnekleri verilmitir (Tatçı 1990: I/67). * * * * Sultanlar ve Ödüller Anadolu Selçuklu sultanlarının yazdıkları iirleriyle isimlerini bu fani âlemde baki kılan âirlere verdii bol ödül ve bahiler çeitli kaynaklarda zikredilmektedir. Meselâ, zzeddin Keyhüsrev, Hüsameddîn Sâlâr’ın kızı * 272 272 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A tarafından kendisi için yazılarak Musul’dan gönderilen kasideye karılık 7200 dinar göndermitir. Ayrıca kasideyi getiren postacıya da hil’at, binek hayvanı ve iki bin dinar verilmitir (bn Bîbî 1996: I/142-7; geni bilgi için bak. Kartal 2006: 495). Yine bn Bîbî'nin ifadelerine göre, Rükneddîn Süleymânâh, Zahîreddîn-i Faryâbî (ö. 598/1201-1202)’nin “nûn” redifli kasidesini dinleyince, âire caize olarak, 2 bin sultanî dinar; 10 ba at; 10 ba katır; 12 deve; 5 erkek köle ve 5 Rum cariye; altın ilemeli, atlas, pamuklu, Sakilatun, Attabî kumalarından oluan 50 takım elbiseyle birlikte, kasideyi öven bir yazı göndermi ve onu sarayına davet etmitir (1996: I/80-82). II. Kılıç Arslan'a balı olan ve Erzincan ile çevresinde hüküm süren Fahreddîn Behrâmâh ise, Nizâmî-i Gencevî’nin kendi adına yazdıı Mahzenü’l-esrâr’ına karılık 5 bin dinar, 5 ba katır, 5 ba at, kıymetli bir hil’at, pahalı elbiseler, az bulunur süs eyası ve ilenmi mücevherler vermitir (bn Bîbî 1996: I/92). Sultanlar tarafından ihsan edilen bu ödüllerle âirler, müreffeh bir hayat sürebiliyorlardı. bn Bibî, Rükneddîn Süleymânâh’ın Zahîreddîn-i Faryâbî’ye gönderdii caizelerin, âiri “fakirlik bataından ve iflas çukurundan alıp zenginlik rahatlıına ve bolluk cennetine çıkardıını, “kültür ve edebiyat adamlarını yoksulluk vadisinden, fakirlik çölünden kurtarıp, onların yüzünü, dünyayı aydınlatan güne gibi aartıp, her isteklerini, kalbi temiz kimselerin duası gibi geçerli kıldıklarını” yazar (1996: I/241). Sultanlar, bazen güzel bir iirinden dolayı bazı airlere ya sarayda çeitli görevler vermiler ya da derecelerini yükseltmilerdir. Sultan I. Keykâvus, Sahib emseddin Muhammed-i sfahânî’nin söyledii bir rubaî houna gidince, onun mutfak sorumluluu görevine (erâf-ı matbah), has kâtiplik (inâ-yı hâs) görevini de eklemitir (bn Bîbî 1996: I/221). emseddin Tabas, Nizameddin Ahmed-i Erzincanî’nin yazdıı bir kasideye, zzeddin Keykâvus övgüsünde bir cevap yazınca, Sultan ona Rum memleketlerinin emîr-i arizlik ve ina makamını (mertebe-i mansıb-ı inâ-yi emîr-i arizi-yi memâlik-i Rûm) vermitir (bn Bîbî 1996: I/149; Köprülü 1986: 209). âirler ve Unvanlar âire ilgi ve itibarın bir tezahürü olan melikü’-u’arâ unvanının Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu saraylarında bulunan bazı âirler için kullanıldıı gibi (Kartal 2001: 57) Anadolu Selçuklu sarayında bulunan kimi âirlere de verildii görülmektedir. Takrîru’l-menâsib’de yer alan bir menur bunu dorulamaktadır. Nitekim Muhiddîn Ebu’l-fezâ’il’in melikü’-u’arâlıa tayinine dair olan bu menurda, onun baba ve dedeleri zamanından beri saltanata mülâzemet ettii ve bu vazifeye getirildii, her defa sultanın meclisinde musahiplere fesahat ve belâgatını göstermesi, iirleriyle gönüllere ferahlık vermesi, mübarek günlerde ve bayram merasimlerinde tebrik artlarını takdimden sonra, güzel iirler ve zarif * * 273 273 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER sözlerle lâtif tabiatlı ve hassas kalpli olanlara tenezzüh bahetmesi ve her iirin sonunda devletin devamı için dua ibareleri koyması bildirilmektedir (Turan 1988: 57-58). Bu menurda yer alan ibareler, aynı zamanda melikü’-u’arâ’nın bizzat padiahın emriyle tayin edildiini, görevlerinin ne olduunu ve kendilerinden neler beklendiini ortaya koyması bakımından da önemlidir. Anadolu Selçuklularında Muhiddîn’den baka Hüsâmeddîn (Turan 1988: 15758), Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî (bn Bîbî 1996: I/147, 418) ve Bahâeddîn Kâni’î (Ahmet Eflâkî 1989: I/354) de bu makamda bulunan âirlerdendir. Anadolu ’da Yazılan lk iir * Bugünkü bilgilere göre Anadolu ’da ilk iir söyleyen kii Kemâleddîn Hubey bin brâhîm-i Tiflisî’dir. Tiflisî, Anadolu’ya gelerek II. Kılıç Arslan’ın yakınları arasına girmi, onun Malatya’da tertip ettii dinî ve ilmî toplantılara katılmı ve muhtemelen 579/1183’te ölmütür. Felsefe (hikmet), heyet ve nücum gibi ilimlerde maharet sahibi olan Tiflisî’nin Farsça iki iiri günümüze kadar gelmitir. Bunlardan orta dereceli bir âir olduu anlaılan Tiflisî’nin Nüzhetü’lmecâlis’te geçen bir rubaîsini Muhammed Emin Riyahî zikretmektedir (Riyâhî 1995: 55-57): * * “Senin yüzünde kendi yüzümü görmek mümkün. Kemiin içinden iliini görmek mümkün. Karanlıkta seni görmek o kadar kolay ki, hatta lutfundan dolayı bedeninde canını görmek mümkün.” Anadolu ’da Yazılan lk Eser * Bugünkü bilgilere göre Anadolu ’da telif edilen ilk eser, Malazgird Zaferi’nden 30 sene kadar sonra, Dânimendoulları’nın Kayseri Dizdarı olan bnü’l-Kemâl lyâs b. Ahmed’in Kayseri’de yazdıı ve Dânimendoulları Devleti’nin kurucusu Gümü-Tigin Ahmed Gazi’ye sunduu Kefü’l-akabe (Bayram 1981) adlı astronomiye dair Farsça eserdir. Eserin mukaddimesinden anlaıldıına göre asıl konusu felsefe yani hikmettir. Ancak müellif bazı metafizik düünce ve görülerini astronomik gerçeklermi gibi göstermek amacıyla, konuya giri mahiyetinde corafî ve astronomik bilgiler de vermitir. Dört makaleden oluan eserin birinci makalesi, madde âleminin (âlem-i süflî) ekli ve yer kürenin hareketsiz olduunun ve dört ana unsurun (toprak, hava, su, ate) varlıklarının ispatı hakkında olup 13 fasıldır. kinci makale, cennet ve cehennemin ekillerinin belirlenmesine dair olup iki fasıldır. Üçüncü makale, * * 274 274 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A nefs-i nâtıkanın (insan ruhunun) mahiyeti, dördüncü makale ise nefs-i nâtıkanın saadet ve ekaveti hakkındadır. Özellikle bu eserde dünyanın yuvarlak olduu hakkında ortaya konulan delillerin mükemmellii, ay ve güne tutulmasının ekillerle izahı, kuzey ve güney kutuplara gidildikçe gece ve gündüz farkının büyüdüü, kutuplarda ise altı ay gece ve altı ay gündüz olup soukluun da en iddetli olduu, dünyanın çevre uzunluu, yüzölçümü ve 1 derecelik meridyen arasındaki mesafe için verilen rakamların bugünkü ölçülere uygunluu, dünyadaki iklim kuakları ve kuaklarda bulunan belde ve kavimler gibi bir çok konularda yer alan bilgiler insanı hayran bırakacak tarzdadır. O dönemde Anadolu’daki astronomi ilminin kendi çalarına göre yüksek bir düünce seviyesinde bulunduunu gösteren bu eser, her eyden önce Türklerin Anadolu’da ilim ile uraıp eser yazma geleneinin VI./XIII. asrın ikinci yarısından itibaren deil (Köprülü 1986: 208), bilakis bu asrın balarından itibaren baladıını göstermesi bakımından önemlidir. Eserin dikkat çeken taraflarından biri de, Hz. Muhammed’in mi’rac olayının astronomik izahının yapılmaya çalıılmasıdır. Nitekim bazı metafizik meseleleri astronomik gerçekler olarak telakki eden bnü’l-Kemâl, eserinin ikinci makalesinde, dünyayı tamamen kuatan hava tabakasının yedi tabakadan oluan bir ate tabakası (ate seması) ile çevrildiini, bunun da Hz. Peygamber’in haber verdii cehennem olduunu, yine Hz. Peygamber’in haber verdii cennetin de cehennem semasını çepeçevre kuatan ve sekiz tabakadan meydana gelen sema (cennet seması) olduunu ileri sürer. Eserinin üçüncü makalesinde insan ruhunun mahiyetini incelerken, dördüncü makalede bedenden ayrıldıktan sonra kalıcı olan ruhların ekaveti (cehennemde kalıları) ve saadeti (cennete yükselileri) anlatmıtır. Bir nevi Hz. Peygamber’in mi’rac hadisesinin astronomik izahının yapılması gayretinden doan bu tarz düünü ve anlayı, slâm dünyasında hem bir seyr-i sülûk-i ruhanî, hem de edebî bir motif olmutur. te slâm dünyasında edebî bir motif olan bu tarz ve düünceyi ilk defa baarılı bir ekilde Ebu’l-alâ el-Ma’arrî (449/1057), Risâletü’l-gufrân isimli eserinde ilemitir. Ebu’l-alâ el-Ma’arrî’den yaklaık 45-50 sene sonra, bnü’l-Kemâl’in de aynı konunun astronomik izahını yapmaya çalıtıı dikkat çekmektedir. Daha sonra bnü’l-arabî (638/1242) elFütûhâtü’l-mekkiyye’de kendisi için ileri sürdüü mi’rac olayında bu seyr-i sülûk-i rûhânî motifini ilemitir. Avrupa’da da inikası görülen bu edebî tarz, talyan âir Dante’nin (721/1321) lahi Komedya’sına örnek olmutur. Anadolu’da da bu konunun astronomik bir izahının yapılmı olması hem slâm dünyası hem de Anadolu’nun kültür tarihi için bir yenilik olarak görülmektedir (bak. Bayram 1981: 16-22). 275 275 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER âir Sultanlar iire sempatiyle yaklaıp âirleri destekleyen Anadolu Selçuklu sultanları arasında iir söyleyenler de vardı. Bu sultanlarından II. Rükneddîn Süleymân, Kayseri emiri Kutbeddîn Melikâh’ın kardei olup I. Keyhüsrev’in ilk sultanlık dönemine son vermi ve 588/1192’de onu Konya’dan çıkartarak tahta kendisi geçmitir. 600/1203 yılına, yani Rükneddîn’in son saltanat yılına kadar direnen ve o yıl yenilip öldürülen Muhyiddîn Mes’ûd âh dıında dier kardeleri ona itaat etmitir (Riyâhî 1995: 64). rakiye felsefesini benimseyen Rükneddîn Süleymân, bu düüncesini herhangi bir dedikoduya sebebiyet vermemek için gizli tutmutur. Hatta bir gün, kendi fikrinde olan bir filozofla görüürken yanlarına fakih denilen din âlimlerinden biri gelmi, musahabe esnasında âlim ile filozof münakaaya balamılar. Cevap vermekte aciz kalan âlim, hiddetlenerek Rükneddîn’in huzurunda filozofu tokatlayıp aır sözler söyledikten sonra, çıkıp gitmi. Bu davranı karısında sultanın sessiz kalmasından dolayı müteessir olan filozof: “Senin huzurunda bana böyle muamele olunuyor da onu menetmiyorsun” deyince, sultan: “Ben bir ey söylesem ikimizi de tepelerdi, senin fikrinin intiarı da mümkün olmazdı” sözleriyle karılık vermitir. te bu münazara tarzı Sultan Rükneddîn’in fikir hürriyetine hürmetini, serbest münakaaya verdii önemi ve soukkanlılıı ile itidalini göstermektedir (Uzunçarılı 1948: 292-93). bn Bîbî, kendisi de âir olan Rükneddîn’in edebiyat hamilii ve bilgisi hakkında unları söyler: * “Yine cömertlii ve iyilii yüzünden dünyanın ileri gelen âlimleri, fâzılları, âirleri ve sanatkârları onun sarayına koup, sanatlarının inceliklerini onun yüce görüüne arz ederler ondan çok miktarda baı alırlardı. Elbiseye, paraya ve öhrete kavuurlardı. Sultan, her birinin nazım ve nesir nakdini, engin bilgisinin ve parlak zekasının terazisinde ölçüp tartar, mükemmeli eksikten, doruyu yanlıtan, salamı çürükten, kabayı inceden, iyiyi kötüden ayırt eder, iirleri aruz ve kâfiye açısından ustalıkla deerlendirirdi” (I/79-80). * âirlere bu kadar deer veren ve onları himayesine alan sultanın kendisi de Farsça iir söylemitir. Onun sadece kardei Kayseri Meliki Kutbeddîn Melikâh ile kavgalı olduu sırada onun için söyledii bir rubaîsi bugün elimizde olup tercümesi u ekildedir (bn Bîbî 1996: I/78): * Ey kutup, felek gibi senden ba çekmem seni bir nokta gibi daireye çekmeyince. Baının kasesinden perçemini çekmezsem, vücudumun derileri omzumdan çıksın. Anadolu Selçuklu sultanlarından I. Gıyâseddîn Keyhüsrev de bu dönemde Farsça iir söyleyen âirlerdendir. II. Kılıç Arslan'ın küçük olu olup * * 276 276 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A hayatı ve saltanatı olaylar ve maceralarla geçmi, biri 588-597/1192-1201 dieri 601-607/1204-1210 tarihleri arasında olmak üzere iki kez sultanlık yapmıtır. Anadili Türkçeden baka Farsça, Rumca ve Latince de bildii söylenen (Uzunçarılı 1948: 294) Sultan Keyhüsrev, ataları gibi bilginleri ve âirleri himaye edip onlara taltif ve ihsanlarda bulunmutur. Râvendî, 603/1206 tarihinde tamamladıı Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr isimli Büyük Selçuklular ile sfahan Selçukluları’ndan bahseden önemli tarih kitabını ona ithaf etmi ve mukaddimesinde sultanı öven bir kasideye de yer vermitir (1999: 27-28). Keyhüsrev gurbete çıktıı sırada Rum ülkesinden am diyarına giden eyh Mecdüddîn shak’ı Konya’ya davet etmek için yazdıı manzum mektuptan bazı beyitler, bn Bîbî tarihinde yer alarak günümüze ulamıtır (1996: I/111-13). Sultan âirlerden olan zzeddîn Keykâvus, Gıyâseddîn Keyhüsrev’in büyük olu ve Anadolu Selçukluları’nın büyük sultanlarından biridir. Zamanında kültür faaliyetleri yükselmee balamı, ilim ve sanat mensupları himaye görmü, cülûsunu kaside ile tebrik eden âirler ihsanlara boulmutur. Nitekim Hüsâmeddîn Sâlâr’ın kızı tarafından kendisinin cülûsu hakkında yazılıp Musul’dan gönderilen 72 beyitlik kasidenin (Riyâhî 1369: 50-6) her beytine 1000 kırmızı dinar vermesi (bn Bîbî 1996: I/142-7) onun iir sevgisine ve âirleri korumasına örnektir. Ayrıca Kadı Burhâneddîn-i Anevî, Enîsü’l-kulûb isimli Farsça manzum eserini ona ithaf etmitir. zzeddîn Keykâvus, Ankara kalesi haricinde evvelce Namazgâh denilen ve imdi yerinde Etnografya müzesi bulunan mahalde güzel bir medrese ile dârü’-ifâ ismiyle Sivas’ta bir hastane de yaptırmıtır (Uzunçarılı 1948: 296). iir ve edebiyatla da uraan zzeddîn Keykâvus, Kayseri’de kardei Keykubâd’ın muhasarası sırasında yazmı olduu güzel bir Farsça rubaîsini, önce kendi tarafında olduu halde kardei tarafına geçen Zahîreddîn li Pervâne’ye göndermitir. Ölümünden önce söyledii rivayet edilen Farsça hikmet-âmîz ve güzel bir kıt’ası da Sivas dârü'-ifâsındaki bir taa yazılarak ve bn Bîbî tarafından da tarihine derç edilerek (1996: I/216-17) bize kadar gelmitir.537 bn Bîbî, zzeddin Keykâvus’un üslûbu ve belâgatının son derece baarılı olduunu, nazım ve nesirde kelime ve deyim kullanıının övgüye deer bir ustalıkta bulunduunu, nükte ve mana zenginliinde ise ödül alabilecek seviyeye sahip olduunu kaydetmitir (1996: I/149). * * * * * * 537 bn Bîbî tarafından zikredilen ve Yazıcıolu tarafından Türkçeye nazmen çevrilen bu iir u ekildedir (Turan 2002: 320): Mâ cihân-râ guzâtîm u odîm Bu cihânı kim terk edüp gittik Renc ber-dil nigâtîm u odîm Rencini dilde berk edüp gittik Pes ez-în nevbet umâst ki mâ emden sonra nevbet erdi size Nevbet-i hî dâtîm u odîm Nitekim evvel ermi idi bize 277 277 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL Sultan âirlerden olan I. Alâaddîn Keykubâd, Gıyâseddîn Keyhüsrev’in olu, zzeddîn Keykâvus’un kardei ve halefi olup, Anadolu Selçuklu sultanlarının en büyüklerindendir. zzeddîn Keykâvus’un ölümü üzerine, devlet büyüklerinin Alâaddîn Keykubâd’ı tahta çıkarmasıyla, Anadolu Selçuklu devletinde büyük bir gelime meydana gelmitir. Siyasî, idarî ve askerî yönlerden parlak bir devrin yaandıı, iktisadî refahın arttıı ülkede, büyük bir imar faaliyetine giriilmi, millî birliin kurulmasına çalıılmıtır. Zamanı, Selçuklu devletinin en kudretli ve mesut devrini tekil eder. Mool istilâsı üzerine yakın arka göç etmek zorunda kalan birçok âlim, mutasavvıf, âir ve edip Anadolu’ya yerleerek, burada ilmî ve edebî faaliyetlerin artmasına sebep olmutur. Ayrıca o tarihe kadar umumî slâm kültürü çerçevesi içinde mühim bir konumu olmayan Anadolu, önem kazanmaya balamıtır. Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî’nin babası Bahâeddîn-i Veled ile vahdet-i vücûd felsefesinin önderi olan bn-i Arabî onun zamanında Anadolu’ya gelmi; eyh Sadreddîn-i Konevî, Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî, Necmeddîn-i Dâye, Burhaneddîn Muhakkik-i Tirmizî gibi büyük mutasavvıflar da onun döneminde büyük bir saygı ve hürmete mazhar olmulardır (Uzunçarılı 1948: 296). Keykubâd bilgisi, cesareti, iir, edebiyat ve sanatı himayesi bakımından kendi hanedanındaki fertler arasında özel bir yere sahiptir. âirleri ve sanatkârları himaye etmi, onlara ilgi ve iltifatta bulunmutur. Nitekim Necmeddîn-i Râzî, Mirsâdu’l-ibâd isimli eserini kendisine hediye etme maksadıyla yanına gelince, ona aırı derecede ilgi ve iltifatta bulunmu; eserinin her harfi karılıında ödemede bulunarak onu büyük bir servete kavuturmutur. Satranç ve tavlayı iyi oynayan, iyi ok ve cirit atan Alâaddîn Keykubâd, mimarlıkta, kuyumculukta, bıçak yapmada, ressamlıkta ve dericilikte de büyük bilgi ve maharete sahipti (bn Bîbî 1996: I/247). Türkçeden baka Arapça , Farsça ve Rumca bilen, ayrıca son ikisini konuan (Turan 2002: 391) Alâaddîn Keykubâd, eski sultanlardan bahseden kitapları okumayı çok severdi. Nitekim bn Bîbî, Büyük Gazneli sultanı Mahmûd bin Sebüktegin ile Kâbûs-nâme’nin de müellifi olan ran ’ın Âl-i Ziyâr hükümdarlarından Kâbûs bin Vemgîr’e hayranlık duyup onları dilinden düürmeyen ve kendisine örnek alan Alâaddîn Keykubâd’ın sürekli olarak Gazâlî’nin Kîmyâ-yı Sa’âdet’i ile Nizâmü’l-mülk’ün Siyerü’l-mülûk (Siyâsetnâme)’unu okuduunu da kaydetmektedir (1996: I/246). Müzisyenlerin semaını dinlerken musikî kitaplarından, vezin, kafiye, usul gibi konulardan bahseden sultan, bazen zengin tabiatından, berrak ve saf kalbinden süzülen ve ahane incilere benzeyen rubaîler de söylemitir. bn Bîbî’nin eserine aldıı (1996: I/246) ancak, Ömer Hayyâm’a ait olarak tanınan bir rubaîsi (Riyâhî 1995: 71) günümüze kadar gelmi olup tercümesi u ekildedir: * * * * * * Ayıkken akıl üzerine dayanırım. Sarho olunca akıl benden kaçar. arap iç! Çünkü sarholuk ve ayıklık arasındaki vakit, hayatın ta kendisidir. 278 278 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Bu sultanlar iir yazmalarının yanında yazılan iirleri eletirip Arapça ve Farsça yazılan eserlerin üslûbu hakkında düüncelerini ifade etme bilgi ve yeteneine de sahiptiler. Nitekim bn Bîbî, Sultan Rükneddîn Süleymânâh’ın âirlerin ve nâsirlerin eserlerini engin bilgisinin ve parlak zekasının terazisinde ölçüp tarttıını, mükemmeli eksikten, doruyu yanlıtan, salamı çürükten, kabayı inceden, iyiyi kötüden ayırt ettikten sonra, iirleri aruz ve kafiye açısından ustalıkla deerlendirdiini belirtir (1996: I/79-80). zzeddîn Keykâvus’un edebiyatçıların risaleleri ile âirlerin kasidelerine yaptıı tenkitler ve eletirilerin de dikkat çekici mahiyette olduunu kaydeder (1996: I/149). * * âir ehzâdeler Anadolu Selçuklu ehzadelerinin de sanata, ilme ve edebiyata önem verip iir söyledikleri görülmektedir. Bu dönem ehzade âirlerinden olan Nasîreddîn Berkyaruk’u, babası 584/1188 yılında ülkesini taksim ederken Koyluhisar ve Niksar hâkimi olarak atamıtır. Felsefeye meraklı olan Nasîreddîn Berkyaruk, Sühreverdî’nin görülerini aklına uygun tabiatına yakın bulduu için, kendisine rehber edinip bazı düüncelerini ona dayandırmı ve o konularda aratırma yaparak ilerleme kaydetmitir. Ayrıca Sühreverdî’nin kendi adına yazdıı Pertev-nâme’yi okuyup inceleyen Berkyaruk, onda yer alan bütün sembol ve incelikleri örenmitir (bn Bîbî 1996: I/44). Bundan dolayı ehâbeddîn-i Sühreverdî, felsefede Berkyaruk’un üstadı sayılmaktadır. lme önem verip âirleri ödüllendiren Nasireddîn Berkyaruk, Hür-zâd ile Perî-nejâd hikâyesini son derece güzel, akıcı, sanatlı ve mükemmel bir ekilde Farsça olarak nazmetmitir. bn Bîbî tarafından belâgat örnei ve sanat mucizesi olarak nitelendirilen bu eserin sadece ba kısmı, bn Bîbî’nin tarihinde yer alarak günümüze kadar gelmitir (1996: I/41-44). II. Kılıç Arslan'ın oullarından Muhyiddîn Mes’ûd âh’ın sanata ve sanatçıya gösterdii sempatiden dolayı, Ankara meliki iken etrafında bir takım âirler toplanarak edebî bir muhit teekkül etmitir. Süleymaniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi Nu. 238’de kayıtlı bir mecmua içerisinde bulunan ve Muhyiddîn Mes’ûd âh adına Ebû Hanîfe Abdülkerîm bin Ebûbekr tarafından 588/1192 yılından önce tertip edilen el-htiyârât min-Mecma’i’r-rubâ’iyyât adlı bir mecmuanın bize kadar ulaan birkaç sayfasıyla fihristinden, 588/1192’den önce yaayan bazı âirlerden haberdar olmaktayız. Bunlardan üçünün neseplerine göre Ankaralı oldukları tahmin edilmektedir. Söylenilen rubaîlerin baında ne hakkında olduklarının belirtilmesi de dikkat çekmektedir. Müntecebolu Bedî’-i Engüriyeî’nin demirci (âhenger), hacamatçı (reg-zen), Habe ismi ve Hıristiyan çocuu (tersâ-beçe) hakkında söylenmi 4; Muhyevî-i Engüriyeî’nin Melik Muhyiddîn, çamaırcı çocuk [gâzur-puser] (iki adet), saraç (sarrâc), Muhammed * * 279 279 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL ve Ömer adı hakkında söylenmi 6 ve Hekîm Mahmûd-ı Engüriyeî’nin nalbant (na’l-bend) hakkında söylenmi bir rubaîsi vardır. Bunların dıında Anadolu ’da yaayıp iir söyledikleri tahmin edilen Ali Unsâbâdî, Fahrî, mâm Alî Hayem ve Seyyid Eref isimli âirlerin de birer rubaîleri kayıtlıdır (Ate 1945: 107-9). * âir Devlet Adamları Anadolu Selçuklu devlet adamları arasında da iir söyleyenler bulunmaktaydı. Ebu’l-feth Rükneddîn Süleymânâh’ın kâtipliini yaptıktan sonra, vezir olan Muhammed bin Gâzî-i Malatyavî de bu dönem âirlerinden ve devlet adamlarındandır. Rükneddîn Süleymânâh döneminden önce spehbûd Merzbân b. Rüstem’in Merzbân-nâme’sini Taberî dilinden adalı bir dille tercüme ve tahrir etmeye balayan Malatyavî, Rükneddîn Süleymânâh’ın hizmetine girince, onun da tevikiyle tercümesini Ravzatu’l-ukûl (Düzen 1978) adı altında 598/1201 yılında tamamlayıp Rükneddîn Süleymânâh’a takdim etmi ve sultanın teveccühünü kazanmıtır. Fakat devlet ilerinde baarı gösteremediinden dolayı bu görevden ayrılmıtır. Ravzatu’l-ukûl’un mukaddimesinden Malatyavî’nin bugün mevcut olmayan Müridü’l-küttâb adlı bir kitabı ile divan yazımaları ve dostlarına yazdıı mektuplardan oluan bir ina mecmuasının da olduu anlaılmaktadır. Malatyavî, Ravzatu’l-ukûl’dan dokuz yıl sonra Hz. Peygamber (S.A.V.)’in hadislerinden seçtii kırk hadisi anlatan, ayrıca sahabenin sözlerinden ve dier hikmetli sözlerden de bahseden Berîdü’s-sa’âde’yi I. Keyhüsrev adına kaleme almıtır. Bu eserin mukaddimesinden Malatyavî’nin I. Keyhüsrev’in hocası olduu da anlaılmaktadır. Müellifin her ne kadar burada bahsedilen eserleri mensur ise de, bugün elimizde bulunmayan yazıma örnekleri ve dostlarına yazdıı mektuplarda bazı iirlerinin olduu tahmin edilmektedir (Riyâhî 1369: 62, 1995: 75-76; Ate 1945: 104-6). * I. zzeddîn Keykâvus ve I. Alâaddîn Keykubâd dönemi kâtiplerinden olan Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî de bu dönemde Farsça iir söyleyen devlet adamlarındandır. Bir ara I. Alâaddîn Keykubâd'ın gazabına uramı, fakat daha sonra onun Celâleddîn Harezmâh karısında aldıı zaferleri anlatan bir Fetihnâme yazınca tekrar gözüne girip dîvân-ı turâ reisliine getirilmitir. Bir dönem I. zzeddîn Keykâvus'un sarayına da giren Erzincanî, önce sultana müni, sonra emîr-i ârız-ı Rûm olmutur. bn Bîbî’nin “Sadrazam (sadr-ı kebîr)”, “söz meliki (melikü’l-kelâm)” ve “saadet kaynaı (umdetü’s-saâde)” gibi lakaplarla anıp övdüü (1996: I/147) Nizâmeddîn Ahmed hakkında söyledii: * “...Efendilerin efendisi, bilgi ve fazilet ülkesinin, aaçların çiçekleri kadar parlak ve zarif ifadelerin sahibi Firdevsi-yi Tûsî’den –Allâh onu cennetinin en güzel yerine getirsin ve suçlarını baılasın- sonra kahramanlık destanında daha üstünü bulunmayan, Deri dilinin inci kutusunu ondan daha iyi düzenleyenin 280 280 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A bulunmadıı Vezir Mahmûd’un olu lakabıyla mehur olan Emîr-i arız Nizâmeddîn Ahmed...” (1996: I/220). sözlerinden, Erzincanî’nin ina sanatındaki maharetinin yanında ehname yazdıı da anlaılmaktadır. Nitekim bn Bîbî Muhtasarı’nda geçen “Mesnevî inasında ikinci Firdevsî’ydi” ibaresi de bunu göstermektedir (Riyâhî 1995: 76). Erzincanî’nin I. Keykâvus'u öven ve emseddîn-i Tabes’in kasidesine nazire olarak söyledii kaside (bn Bîbî 1996: I/147-48), sual – cevap rubaîsi (1996: I/220) ile Erzincan’ın fethini müteakip I. Alâaddîn Keykubâd'ın topraklarını çocukları arasında paylatırdıında, konuyla ilgili olarak sultanın elence meclisinde söyledii bir rubaî (1996: I/368) bn Bîbî tarihinde kayıtlı olup tercümesi u ekildedir: skender’in geleneini yerletirip imparatorluk ayinini kanunlatırınca bir günee (yani doan çocua) ahlık sancaı verdin. am (hem karanlık ve hem de am Eyyubîleri) için sabah aydınlıı açtın. Mecduddîn Ebîbekr de,bu dönem âirlerindendir. bn Bîbî, I. zzeddîn Keykâvus'un 617/1220 evvalinde vefatından bahsederken, yeni sultanın seçimi hakkında devlet erkanının danıtıı kiilerden biri olarak Mecduddîn Ebîbekr’i de anarak: “Dünya fâzıllarının seçkini, devrin âkillerinin önde geleni...Sahib Mecduddîn Ebîbekr; güzel hatta ve hızlı yazıda, uygun deyimler kullanmada, sözün açıklıında, belâgatın inceliklerinde, nazmın salamlıında, nesrin akıcılıında, beyan ilminin ayrıntılarını ve mânâ ilminin gerçeklerini bilmede, sayılması çok uzun sürecek olan fesahatin bütün dallarına hâkim olmada engin bir deniz, parlak bir hilâl, ıık saçan bir güne, aydınlık bir ay, zamanın önde geleni, devrinin seçkini....yazıma metni usulünde (îve-i inâ-yı teressül) ve iir söylemede ünü yerleri ve gökleri tutmu...” der ve onun mehur rubaîlerinden bir örnek verir (1996: I/219-20). bn Bîbî’nin ondan sâhib adıyla söz etmesi ve Deylemlilerin vezirleriyle kıyaslamasından onun Selçukluların veziri olduu ve aynı zamanda rubaîlerinin de çok mehur olduu anlaılmaktadır (Riyâhî 1369: 65-66, 1995: 79). II. Keykâvus'un veziri olan emseddîn Muhammed-i sfahanî, bilgin ve âirliinin yanında âir ve edipleri himaye eden bir kiiydi. Cüveynî-i Sâhibdivân’la karıtırılan Muhammed-i sfahanî’nin çoluk çocuu ve akrabası yoktu (Riyâhî 1995: 80). I. zzeddîn Keykâvus'un mutfak sorumluluu (erâf-ı matbah) görevinde bulunan sfahanî, sultanın meclisinde söyledii bir rubaî dolayısıyla, 281 281 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER has kâtiplik (inâ-yı hâs) görevine getirilmi, daha sonra vezirlie kadar yükselmitir (bn Bîbî 1996: I/221). Dönemin önemli âlimlerinden olan ve Âlimzâde diye tanınan Taceddîn-i Tebrizî ile çeitli konularda münazara eden sfahanî, Hoca Veliyüddîn Ali’den hüsn-i hat dersleri almıtır. Hatta tertip ettii meclislerde civar ülkelerden gelen âlimlerle Farsça ve Arapça eserler üzerine konuulmakta, çeitli makamlarda musikî dinlenmekte, bazı ilim dallarında özellikle de tarihî konular ile mizah ve lügaz alanlarında müzakereler yapılmaktaydı (bn Bîbî 1996: II/106-7). Eflâkî, sfahanî’nin Kayseri’nin hâkimi olduu dönemlerde Mevlânâ ’nın müridi olan Seyyid Burhaneddîn’in mürit ve dostlarından olduunu kaydetmektedir (Ahmet Eflâkî 1989: I/61). * * * Muhammed-i sfahanî, II. Keykâvus'un veziri olduu zaman, o devir vaizlerinden olan Amasya kadısı Melikü’l-kelâm Celaleddîn-i Verkânî, ona 17 beyitlik bir kaside yazarak mektubuyla birlikte birkaç yük de üzüm gönderdi. sfahanî ise, vâiz Verkânî’nin gönderdii birkaç yük üzüm ve kasideye teekkür olarak edibâne bir mektup ve bir kaside göndermitir (bn Bîbî 1996: II/108-16). Selçukluların Moollara yenilmesinden sonra, zindana düen Muhammed-i sfahanî, gördüü birçok ikenceden sonra öldürülmütür. Kaan’a balı Cukan’dan olan Celâleddîn-i Verkânî de bu dönemin önemli âirlerindendir. O dönemin vaizlerinden olan Verkânî, aynı zamanda Amasya’da kadılık görevinde de bulunmaktaydı. Takiyüddîn-i Kâî’nin tertip ettii Hülâsatü’l-e’âr isimli mecmuanın ikinci cildinin birinci rüknünde onun bazı kaside, kıt’a ve rubaîlerine rastlanmaktadır (Riyâhî 1995: 81). Yukarıda belirttiimiz gibi, Celâleddîn-i Verkânî, Muhammed-i sfahanî, II. Keykâvus'un veziri olduu zaman, ona 17 beyitlik bir kaside yazarak mektubuyla birlikte birkaç yük de üzüm göndermi, o da Verkânî’nin gönderdii birkaç yük üzüm ve kasideye teekkür olarak edîbâne bir mektup ve bir kaside yollamıtır (bn Bîbî 1996: II/108-16). Bu dönem âirlerinden Emîr Kemâleddîn-i Kâmyâr, Keykubâd hükümetinin ileri gelenlerindendir. Felsefeye meraklı olan emir, Sühreverdî’nin örencilerinden olup, onun Arapça söyledii felsefî bir iirine nazire söylemitir (bn Bîbî 1996: II/33). bn Bîbî, tarihinde onun ilmî makamı ile askerî ve siyasî faaliyetlerinden ayrıntılı olarak bahsetmitir (I/289-90, 386-88, 421-27, 443-58). Nüzhetü’l-mecâlis’te Farsça iki rubaîsi nakledilmektedir (Riyâhî 1369: 72-3, 1995: 83). Selçuklu devlet ricalinden ve II. Keykâvus dönemi Rum Pervanesi olan Nizâmeddîn Hurîd de bu devir âirlerindendir. Aksarayî, yetenekli bir kalem sahibi olan Nizâmeddîn Hurîd’in güzel ibareleri ve isabetli görüleri olduunu belirtir (Riyâhî 1995: 114). 655/1257 tarihinde Rükneddîn’in cülûsundan sonra da pervanelik görevini sürdüren Nizâmeddîn Hurîd, Aksaray’ın Alâiye Kervansarayı’nda ordunun yenilmesine sebep olan Hoca Noyan’ı kabuu soyulmu bir armutla zehirlemekle suçlanarak öldürülmütür. Ölmeden önce duygulu tabiatından ve ince düüncesinden doup durumunu tasvir eden bir * * 282 282 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A beyit bn Bîbî’nin tarihinde yer alarak bugüne kadar gelmitir (bn Bîbî 1996: II/150). I. zzeddîn Keykâvus’un saray debirlerinden olan melikü’l-küttâb emseddîn Hamza b. Müeyyed-i Turaî’nin bn Bîbî’nin tarihinde bir rubaîsi yer almaktadır (I/220). Melikü’-u’arâ Unvanlı âirler Melikü’-u’arâ Emir Bahâeddîn Ahmed bin Mahmûd Kâni-i Tûsî de, Anadolu ’da Farsça iir söyleyen âirlerdendir. VI/XII. asrın sonlarında Tûs’ta doan Tûsî, Mool istilası sırasında Horasan ’dan çıkıp deniz yoluyla Hindistan’a kaçmıtır. Oradan Aden, Mekke ve Badat üzerinden Anadolu’ya gelen Tûsî, 618/1221’de Konya’ya giderek I. Alâaddîn Keykubâd’a intisap etmitir. Onun ölümünden sonrada II. Gıyâseddîn Keyhüsrev ve zzeddîn Keykâvus’a intisap eden Tûsî, tam kırk sene bu üç padiahın hizmetinde bulunmu, onların medihleriyle megul olmu ve Selçuklu hanedanı hakkında otuz ciltlik muazzam bir Selçuklu âh-nâmesi nazmetmitir. Selçuklu âhnâmesi’nde eski ran tarihinden, peygamber kıssalarından, slâm tarihinin çeitli dönemlerinden uzun uzun bahsedildii ve nihayet Gazneliler ve Büyük Selçuklular ’dan sonra, Anadolu Selçukluları hakkında çok geni ve etraflı bilgi verdii sanılmaktadır (Köprülü 1943: 393-95). Mürsel Öztürk, bn Bîbî’nin eserinde âirleri anılmadan nakledilen bir çok iir olduunu, bunların baında Kânî-i Tûsî’nin iirleri geldiini belirtir. Yine Tûsî’nin Selçuk-nâme isimli eserinin, bn Bîbî’nin en önemli kaynaı olduunu belirttikten sonra, bu konuda Zebîhullâh Safâ’nın unları söylediini nakletmitir (bn Bîbî 1996: I/7-8): * * * * * * “Bütün aratırmalar Kânî’nin Selçuknâme’sini kaybolmu eserler arasında sayarlar. Fakat bu eserin önemli bir kısmının bn Bîbî adıyla tanınmı olan Nasıreddîn Hüseyin Muhammed b. Alî’nin yazdıı Selçuknâme de denilen ElEvâmirü’l—Alâ’iyye’nin I. Gıyâseddin Keyhüsrev ve Alaaddin Keykubad ile ilgili bölümleri, tamamen Kânî’nin Selçuknâme’sinden alınmıtır.” Tûsî, ayrıca II. zzeddîn Keykâvus adına 658/1260 tarihinde manzum bir Kelîle ve Dimne (Kâni’-i Tûsî 1358) de yazmıtır. Padiahlarda bulunması gereken hasletler ve faziletler hakkında söylenmi uzun bir mukaddime ile balayan eserin tertibi Nasrullah’ın Kelîle ve Dimne’siyle aynîlik göstermektedir (Ate 1945: 112). Yaklaık 4500 beyit olan eserin tek nüshası British Museum (nr. 7766)’da bulunmaktadır. Eflâkî’nin ifadelerine göre, Tûsî, Mevlânâ ’ya karı büyük bir hürmet beslemi, öldüü zaman ise ona rubaî tarzında bir mersiye söylemitir (Ahmet Eflâkî 1989: I/16). * 283 283 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER Anadolu Selçukluları dönemi melikü’-uarasından olan Hüsâmeddîn’in varlıından Sa’deddîn Mes’ûd ile karılıklı mektuplamalarından haberdar olmaktayız. Sa’deddîn Mes’ûd, ona yazdıı mektupların ilkinde kendisiyle görümek arzusunda olduunu, bu maksatla “sahil dalarına muvassalat” ettiini, müthi fırtına ve sellerin yolları kapaması üzerine geri döndüü için hasret ve firakının arttıını edebî bir dille anlatmıtır. Hüsameddîn’in buna cevabı uzun bir kaside ile balamakta ve kaydedilen bir tarihî hadise ile mektubunun zamanını da belirtmektedir. Gerçekten de aynı arzu ve dostluk hislerini dile getiren âir, Mu’îniddîn Pervâne’nin Sinop’a hücumundan önce Merzubân-nâme’nin erhi olan, bu kaside ve mektuptan baka birkaç name daha yazdıını, ancak gönderecek kii bulamadıı için onları da buna ilâve ederek gönderdiini belirtmektedir. Gerek Hüsameddîn’e ve onun olu Emir Nasrullah’a yazılan mektupların gerekse Hüsameddîn’in ona verdii cevapların tamamıyla edebî manzum ve mensur parçalardan ve dostane hisleri ifadeden ibaret olduu görülmektedir (Turan 1988: 157-58). * Tek Kadın âir Erguvan Hatun, bu dönemde kadın olmasından dolayı dikkati çeken âirlerdendir. Kocası Cemâleddîn’e yazmı olduu mektubuna ekledii iirinde, bir kadın âirin duyduu hasret ve itiyakı dile getirmitir. Bu mektup Anadolu Selçuklu döneminde bir kadın âirin varlıını, yüksek zümrenin hususî hayatını ve özellikle karı-koca münasebetlerini göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Kocası Cemâleddîn’in Erguvan Hatun’a yazdıı mektuba dört beyitlik bir iirle balaması, kendisinin de âir olduunu göstermektedir (Turan 1988: 168-71). * rfanî iirin Temsilcileri Bu devrin hiç üphesiz en önemli sufî âiri Mevlânâ ’dır. Yûnus Emre , Sultan Veled ve Evhadüddîn-i Kirmâni de sufî âirlerdendir (bak. Türk Edebiyatının lk Temsilcileri). Bu dönemin mutasavvıf âirlerinden olan Fahreddîn-i Irâkî, Hamedan yakınlarındaki Kumcan kasabasında domutur. Ciddi bir tahsilden sonra 627/1299 sıralarında, serseri sûfîlerden oluan bir Kalenderler zümresine katılarak, Hindistan’a gitmi ve burada tanınmı eyh Bahâeddîn Zekeriyyâ Multânî’nin (ö. 666/1276) müridi ve damadı olmutur. Bu evliliinden Kebüriddîn smail isminde bir olu oldu. Uzun bir müddet Hindistan’da kaldıktan sonra, hacca gitmi, oradan Anadolu ’ya gelerek büyük sûfî Sadreddîn-i Konevî (ö. 672/1273)’nin Fusûs dersine, yani bn-i Arâbî’nin * * * * 284 284 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A bu addaki eserini açıklamak için verdii derslere devam etmitir. Bu derslerden aldıı ilham ile ak hakkında en tanınmı eserlerden biri olan Lemeât’ını (eyh Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373: 381-416, Fahrüddîn râkî 1988) yazmıtır. Anadolu Selçukluları veziri Muînüddîn Pervâne ona Tokat’ta bir tekke yaptırdıysa da galiba Mool istilasından sonraki Anadolu’nun karıık durumundan dolayı burada kalmayarak Mısır’a gitmi, oradan geldii am ehrinde 688/ 1289’da vefat ederek Sâlihiye’de tanınmı sûfî Muhyiddîn bnü’lArâbî’nin türbesi yakınına defnedilmitir (Ate 1968: 160). Irâkî’nin Farsça olarak kaleme aldıı manzum ve mensur eserleri bir külliyât halinde toplanarak neredilmitir (eyh Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373). Külliyât’ta kaside (39-86), gazel (87-250), terci-bend (251-78), terkibbend (279-91), kıt’a (292-295) ve rubaîlerden (359-80) oluan bir divanı bulunmaktadır. Fahreddîn-i Irâkî’nin Deh-fasl diye de anılan Uâk-nâme (eyh Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373: 297-357) isminde bir mesnevîsi de vardır. râkî, Vezir emseddîn-i Cüveynî’ye ithaf ettii eserinde, akla ilgili düüncelerini bazen konuyla ilgili hikâyeler anlatarak açıklamıtır. Anadolu ’da yaayan ve tam adı Seyfeddîn Ebu’l-mahâmid Muhammed-i Ferganî olan Seyf-i Ferganî, iirlerinden ve Üniversite Kt. FY 171’de kayıtlı olan divanının sonunda bulunan kayıtta yer alan “imam, âlim, zâhid, seyyidü’lmeâyih ve’l-muhakkıkîn” gibi sıfatlardan anlaıldıı gibi büyük bir sufî âirdir. iirlerinde Seyf veya Seyf-i Fergânî’yi mahlas gibi kullanan ve nisbesinden Ferganalı olduu anlaılan âir, Mool istilâsı üzerine memleketini terk ederek önce Tebrize, oradan da Anadolu’ya gelmi ve Konya Aksaray’ına yerlemitir. Seyf-i Fergânî, “Anadolu’nun göz yaı” denilebilecek bir iirinde, Gazan Han (694/1295-703/1304)’a ülkenin durumunu anlatırken baka bir iirinin balıında da 705/1305-6 tarihini zikretmitir. âirin bu tarihten sonra çok yaamadıı tahmin edilmektedir. Seyf-i Fergânî’nin genel olarak dinî ve tasavvufî iirlerini içine alan ve çok yüksek bir seciye ve ruha delâlet eden kaside, kıt’a ve gazel eklindeki iirlerinden oluan bir divanı (Seyf-i Fergânî 1364) vardır (Ate 1959, 1968: 207-9). iirlerinde XIII. asır Anadolu’sunun sosyal ve siyasî yapısını da yansıtan âir, aynı zamanda içtimaî ve siyasî hicivler de kaleme almıtır (Çiftçi 2002: 269-74). * * Dier âirler Anadolu Selçukluları döneminde yukarıda zikrettiimiz âirlerin dıında baka âirler de bulunmakta olup unlardır: Bu dönemin aynı zamanda önemli münilerinden olan Râvendî’nin asıl adı Necmeddîn Ebûbekr Muhammed b. Alî b. Süleymân-i Râvendî olup Kâân vilayetine balı Râvend kasabasında domutur. Küçük yata babasını kaybeden Râvendî, yoksulluk ve kıtlık nedeniyle 570/1174-1175 yılında ailesiyle beraber, * 285 285 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL sfahan’daki dayısı Tâceddîn Ahmed-i Râvendî’nin yanına yerlemi ve dayısı tarafından yetitirilmitir. Fazıl, bilgin, âir, yazar ve sanatkâr olan Râvendî, Irak Selçuklularının son padiahı Turul bin Arslan’ın 590/1194 yılında öldürülmesinden sonra Anadolu ’ya gelerek Anadolu Selçuklu hükümdarlarından Gıyâseddîn Keyhüsrev ve Kılıç Arslan’ın hizmetinde bulundu. 599/1203’te telifine baladıı Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr adlı eserini (Râvendî 1333, 1999) 603/1206 yılında tamamlayarak Gıyâseddîn Keyhüsrev’e ithaf etti. Bu eser, Fars nesrinin en güzel örneklerinden biridir. Hem sahip olduu selaset hem de bir çok tarihî ve sosyal olaydan bahsetmesinden dolayı, Mool saldırısından önce, VII/XIII. asrın en muteber kitaplarından sayılmaktadır. Râvendî, Farsça iir de söylemitir. Ancak onun iirdeki gücü nesirdeki gibi baarılı deildir. Râvendî’nin Gıyâseddîn Keyhüsrev’i övmek için yazmı olduu bir kasidesi, eserinin mukaddimesinde yer almaktadır. Ayrıca eserinde bahsettii Selçuklu sultanlarıyla ilgili her bölümün sonunda söylemi olduu bir iire de yer vermitir. Bu dönem âirlerinden Kadı Burhâneddîn-i Anevî, Türk asıllı bir kumandanın olu olup ilk çocukluk ve gençlik yıllarını Ani’de geçirdi. Farsçanın yanında dier milletlerin dilleri ile Hristiyan ve Musevîlerin dinî inançları hakkında bilgi edindi. Tefsir, hadis ve fıkıh gibi dinî ilimlerin yanında tıp ve astronomiyle de uratı. Ahlatahlar’dan muhtemelen Seyfeddîn Bektemür tarafından Abbasî halifesi Nâsır Li-Dinillah’a elçi olarak Badat’a da gönderilen Anevî, Mahmûd isminde bir vaizin telkiniyle Tebriz’de yazmaya baladıı Enîsü’l-kulûb adlı eserini 608/1212 tarihinde Konya’da tamamlayarak sultan I. zzeddîn Keykâvus’a takdim etti. Kisâ’î ve Taberî gibi tarihçilerin eserlerinden faydalanılarak aruzun feûlün feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılan eser, 28.000 beyit olup ekseriyeti peygamberler kıssasına ayrılmıtır. Bu kıssaların yanında Hz. Peygamber’in miracı, savaları ve mucizeleri, Hulefâ-yı Râidîn, Emevîler ve Abbasîler devrinde meydana gelen bazı hadiseler ve halifeler hakkında da bilgi verilmitir. Aslında dinî-ahlâkî mahiyette bir eser olan ve yedi bölümden meydana gelen Enîsü’l-kulûb, Anadolu Selçukluları tarihinin en eski yerli kaynaklarındandır. Bu eserin en dikkate deer yanı, Abbasî halifelerinden söz ettii kısımda Sünnî gelenee uyarak X-XII. asır slâm dünyasının çeitli vakaları arasında özellikle Gazneli Mahmûd’un Hindistan’daki fetihlerine ve Selçuklulara önem vermesidir. O, Gazneli Mahmûd’un zaferleri arasında sadece Sumenat fethinden bahsetmi ve ona ait bir menkabe nakletmitir. Gazneli Mahmûd’u Hindistan’ı fetheden bir slâm kahramanı olarak telakki eden Anî, onun Türklüünden hiç bahsetmezken slâm tarihinde ilk Türk hegemonyası devri olarak Selçuklular dönemini göstermitir. Müellif, I. zzeddîn Keykâvus ile Nâsır Li-Dinillah arasındaki münasebetlerden bahsettikten sonra, sultana yaptıı öütlerin yer aldıı hâtime kısmı ile eserini tamamlamıtır. htiva ettii bazı bilgilerin dıında tarihî kaynak olarak fazla bir deeri olmayan Enîsü’lkulûb, VI/XII. asırda Anadolu’da yer alan fikrî ve edebî hareketleri, belli bir * * * * * * 286 286 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A sınıfın manevî eilimlerini ve hayat görüünü yansıtması bakımından özellikle kültür tarihi açısından öneme sahiptir (Davud brâhimî 1995: 242-43; Köprülü 1943: 459-70). Bilinen tek nüshası Süleymaniye Ktp. Ayasofya, Nu. 2984’te kayıtlı bulunan Enîsü’l-kulûb’un Kadır Billah’tan Nâsır Li-Dinillah’a kadar gelen Abbasî halifelerine ayrılan ve Gazneliler ile Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları dönemine ait bölümleri, özet hâlindeki Türkçe tercümesiyle birlikte Köprülü tarafından yayımlanmıtır (1943: 470-85, 497519). Bu dönem âlim, âir ve tabiplerinden olan Sa’deddîn Mes’ûd’un yazmı olduu tamamıyla hususî mahiyette mektupları ihtiva eden önemli bir müneat mecmuası vardır. Bu mektuplar, kendisi ve Selçuklu ricali hakkında olduu gibi özellikle devrin edebî, kültürel ve içtimaî tarihi bakımından da önemlidir. Sa’deddîn Mes’ûd’un divan ehlinden olan mâdeddîn isimli birisine yazmı olduu iki mektupta Sinop ehrinin güzel bir tavsifi olan ve o dönemin içtimaî ve edebî hayatı bakımından önemli olan iirlere yer vermitir (Turan 1988: 15657, 159-62). VI./XII. yüzyıl ile VII./XIII. yüzyılın balarında yaadıı tahmin edilen Tâceddîn-i Hâletî’nin, Nüzhetü’l-mecâlis’te üç rubaîsi kayıtlıdır (Riyâhî 1369: 72, 1995: 82-3). eyh Evhadüddîn-i Kirmânî’nin halifelerinden olan eyh emseddîn Ömer b. Ahmed-i Tiflisî’nin eyhi Evhadüddin övgüsünde söylenmi bazı Farsça rubaîleri vardır (Bayram 1993: 98; Kanar 1999: 16). Yine eyh Evhadüddîn-i Kirmânî’nin halifelerinden olan Kerîmüddîn-i Nîâburî’nin Evhadüddîn’in hem övgüsü hem de ölümü üzerine söylenmi rubaîleri bulunmaktadır (Bayram 1993: 100; Kanar 1999: 16). Ebu Bekir bin Zekî-i Konevî (Riyâhî 1995: 136-37; Ate 1945: 120-22), bn Bîbî (bn Bîbî 1996), Mühezzeb-i Kayserî (Riyâhî 1995: 93-6), Nâsireddîn Sicistanî-i Sivasî (Riyâhî 1995: 137), Necmeddîn-i Râzî (Miftâh 1374: 65-6), Sadruddîn-i Konevî (Sadeddin Nüzhet vd 1926: 89-93), Sirâceddîn-i Urmevî (Deyhîm 1367: I/335-7; Riyâhî 1995: 132-35) bu dönemin dier âirleridir. * * * Arapça iir * Anadolu Selçukluları döneminde Arapça iirler de kaleme alınmıtır. XII. asırda yaayan ve I. Sultan Kılıç Arslan zamanında Anadolu’ya gelen ran ’ın büyük mutasavvıflarından olan ihâbeddîn-i Sühreverdî’nin tasavvufî mahiyette Arapça iirleri bulunmaktadır. Ayrıca bn Sînâ’nın Arapça olarak kaleme aldıı Kasîde-i Rûhiye’sine de bir nazire yazmıtır (Van den Bergh 1997, Sühreverdî 1988: IV-V). bn Arabî’nin çeitli mensur eserlerinde bulunan Arapça iirleri, tasavvufî mahiyette söyledikleriyle birlikte bir divanda toplanmıtır. Ayrıca Divan’ın sonunda muvaahat tarzında söylenmi iirlere de yer verilmitir (Ate 1945: 53-54; 1997: 545). Sultan Veled ve Evhadüddîn-i Kirmanî’nin de Arapça iirleri bulunmaktadır. * * * 287 287 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL Türkçe : Edebî ve Resmî Dile Doru * Anadolu ’ya gelip yerleen Türklerin çounluunu Ouz Türkleri oluturduu için, Anadolu’da oluan Türkçenin esasını Ouz Türkçesi tekil etmitir. Anadolu’ya göç eden ve Anodolu Selçuklu Devleti’ni kuran Türklerin, edebî gelenekten yoksun göçebe Ouz boylarına dayanması sebebiyle; bunların beraberinde getirdikleri dil, bir yazı dilini besleyecek özellikleri taımamaktaydı. Ayrıca bunlar Kagarlı Mahmûd’un Hakaniye Türkçesi dedii Orta Asya edebî dilini de bilmiyorlardı. Bundan dolayı, Anadolu’da Türkçeye dayalı bir yazı dilini kurmaya çalıan Türkler , uzun yıllar Arapça ve Farsçanın desteini almak zorunda kalmılardır (Korkmaz 1995: 274). * * * * Buna karılık, Anadolu ’nun fethi ve Müslümanlatırılması için savaan alperenlerin ve gazilerin gösterdikleri gayretlerle Anadolu, daha XII. yüzyılda Türklerin dinî-menkabevi destan edebiyatı geleneklerini sürdürdükleri uygun bir ortam hâline gelir. Bizanslılara karı savamı Müslüman bir Arap kahramanı olduu ileri sürülen Battal Gazi (Ocak 1992) etrafında meydana getirilen Battalname (Köksal 2003) Anadolu’nun fethi sırasında Türk gazilerini gayrete getirmek, gönüllerindeki cihat ruhunu artırmak için yazılmıtır. Yine bu devirde, Daniment Ahmet Gazi’nin (Özaydın 1993a) kahramanlıklarının menkabe ile karıık olarak anlatıldıı Danimend-name (Akkaya 1954; Mélikoff 1960) de Anadolu’da aynı düünceyle bu devirde oluturulmu bir destandır. Battalname’nin metni daha XIII. yüzyılda tespit edildii gibi, 643/1245’te II. zzeddin Keykâvus'un emriyle Müni-i Sultani Melik bn Ula’nın Danimend-name’yi “essah-ı rivayat üzre tasnif” ettii bilinmekte ise de, bu metin u an için kayıptır. Daha sonra II. Murad'ın emriyle Tokat dizdarı Arif Ali Danimend-name’yi manzum ve mensur olarak yeniden kaleme almıtır. Bu durum millî geleneklerine çok balı olan Ouzların yani Türkmenlerin, Orta Asya'da yaratmı oldukları destan geleneini Anadolu’da da sürdürdüklerini göstermektedir. Fetih sırasında orduda savaan, sava sonrasında köy köy, diyar diyar dolaarak destanlar ve iirler okuyan, halk hikâyeleri anlatan ozanların yarattıı sözlü edebiyat gelenei ürünlerinin Anadolu’nun ilk devirlerinde halkın bedii ihtiyacını karıladıı anlaılmaktadır (Mazıolu 1972: 297-98). Türk asıllı âirler, özellikle Türk dilli âirlerin oluumu ve geliiminde etkili olduu ve bedii zevklerini yansıttıkları ran edebiyatı estetiinin mahsulü olan klasik iire Gazneli ve Selçuklu dönemlerinde olduu gibi Anadolu ’da da kendi dilleri yerine Farsça ile vücut vermilerdir. Bu iirde Türkçeye geçi azdan aza küçük denemelerle olmutur. Mülemmalar ve Farsça mısralar arasındaki Türkçe kelimeler bu geçiin hem ilk basamakları hem de ilk habercisi görünümündedir (Akün 1994: 393). Özelikle bu duruma Anadolu Selçuklu Devleti ’nin karıık kültürlerden oluması ve çok dilli bir ortam sunması da uygun bir zemin hazırlamıtır. Bu da her topluma kendi diliyle hitap eden çeitli eserlerin * * * * * * * * * 288 288 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli iirlerin (mülemma) yazılmasına da zemin hazırlamıtır. Çünkü bu tip toplumlarda her dilin kendine has farklı ilevleri vardır ve her biri belirli bir amaç ve durum için kullanılır. te çok dilli iirler de bu durumun ilevsel bir yansımasını sergilerler (Johanson 1993: 29). Hatta bu tip davranıın özellikle zengin bir Halk edebiyatı geleneine sahip olan Ouz Türkçesinin aruz vezniyle söylenilen edebî metinlerde de kullanılmasıyla edebî olarak etkin bir hâle gelmesine yardımcı olduu görülmektedir. Yani bu mülemma iirler edebî açıdan fazla ilenmemi olan Ouz Türkçesinin ilenmi olan dillerin özellikle de Farsça ve Arapçanın çatısı altında talim imkânı elde ettii söylenebilir. Nitekim Köprülü’nün deerlendirmesiyle Horasan ve Maveraünnehir âirlerinin oldukça etkin bir dönemde aruzla iir yazmaya Türkçe-Farsça mülemmalarla baladıkları (Johanson 1993: 34-35) gibi Anadolu’da da aynı durumla karılamaktayız. Tabii ki burada Johanson’un ifade ettii gibi, bu dönemde modern tarzda dil ve millet bütünletirilmedii için son dönemlerdeki millî dile sadakat veya dil milliyetçiliinin olmadıı da hatırlanmalıdır. Ayrıca Orta Ça Avrupa edebiyatında olduu gibi dil tercihi sanatçıların milliyetine göre deil, edebî türe göre belirlenmekteydi (1993: 28). * * Anadolu ’da Türkçeye geçiin önemli sebeplerinden biri de hsan Fazlıolu’nun ilk defa dikkat çektii gibi muhatap olarak alınan halkın kendisine takdim edilen dili anlamasıdır (bak. 2003). Anadolu’da da youn bir Türk halkı bulunduundan dolayı, doal olarak o insanlara kendi diliyle hitap etme ihtiyacı domutur. Ayrıca Anadolu’da Türk diliyle yazılı bir edebiyata varıta gözden kaçırılmaması gereken hususlardan biri de, hiç üphesiz bölgede gittikçe kuvvet kazanmaya balayan tasavvuf cereyanıdır. XIII. asrın ilk çeyreinin sonlarına doru Mool istilasından kaçıp Anadolu’ya gelen birçok büyük sufînin tesiriyle I. Alâaddîn Keykubâd devrinden balayarak tasavvufî düünce hız kazanmıtır. Dier taraftan yine aynı sebeplerle bu defa Orta Asya ve özellikle Horasan sahasından Türkmen eyh ve dervileri de bu çada akın akın Anadolu’ya gelmileridir. Büyük merkezlerde Farsça bilen ehir halkına aynı dille hitap eden eserler yanında, tasavvuf fikriyatını geni halk tabakalarına yaymak evki ve arzusuyla yazılan dinî ve tasavvufî eserlerde Ouz Türkçesi edebiyat ve yazı dili hüviyetiyle kendini göstermeye balamıtır. Böylece XIII. asrın ilk yarısı içinde, dorudan doruya Farsça bilmeyen bir kitleyi irad gayesi güden Türkçe dinîtasavvufî bir edebiyatın douuna ahit olunmaktadır (Akün 1994: 393). Bu dinîtasavvuf edebiyatının bugün için bilinen ilk temsilcileri Sultan Veled ve Yûnus Emre’dir. Yine Selçuklular döneminde yetimi olan Hoca Dehhani ise, Anadolu’da din dıı iirin bilinen ilk temsilcisi olarak kabul edilmektedir. XIII. asırda, I. Alâaddîn Keykubâd (616/1219-634/1236) zamanında yaayan Dehhânî ’nin iirleri (laydın 1974), nazım tekniinde ve üslubunda görülen kusurlarına karılık, dönemine göre gelimi bir dile sahip olması, Anadolu ’da Türkçe iirin geçmiinin XIII. asırdan daha gerilere gittiini düündürmektedir. Ancak elimizde yazılı veriler bulunmadıı için kesin bir * * * * * * * * * * * 289 289 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER yargıya varmak güçtür. Aynı durum Orta Asya’da da mevcuttur. XI. asra kadar yüksek bir edebiyat ve kültür dili meydana getiren ve aynı asırda Kutadgu Bilig gibi büyük bir eser ortaya koyan Türklerin, edebî alanda birdenbire gerilemesi beklenemez. Ayrıca slam medeniyeti dairesine girilmi olan bu dönemde, en azından slam dinini öretmek için birçok eserin yazılmı olması gerekir. Bu karanlık devrin sebebi Canpolat’a göre Mool istilasıdır. XII. asrın sonları ile XIII. asrın balarında yazıldıı tahmin edilen ve bugüne kadar gelmi olan pek az eserin istinsah tarihlerinin XIV. yüzyıla ve daha sonrasına ait olması da bunu açık bir ekilde göstermektedir (1989: 165-66). Bugün için aaıda zikredilen ve Türk dilinin ilk temsilcileri olan airlere ait elimizde bulunan metinlerden baka Eski Anadolu Türkçesi özelliklerini taımakla beraber dil bakımından karıık bir durum gösteren eserler de mevcuttur. Bu durumun en önemli sebebi, özellikle XII. asrın sonu ile XIII. asrın balarında Türkistan 'dan Anadolu'ya siyasi ve iktisadi baskılar ile ticari amaçlarla akın akın gelen din adamları, sufiler ve eyhlerin Anadolu halkı için Ouz Türkçesi ile kaleme aldıkları eserlerine, kendi anadilleri olan Orta Asya Türkçesinin hususiyetlerini bilerek veya bilmeyerek katmalarıdır (Kut 2004: 320). Bunlardan birisi, Ali adlı bir airin 630/1232’de, 8’li hece vezni ve dörtlüklerle yazmı olduu Yusuf u Züleyha (Ertaylan 1960; Hace Alî-i Harezmî 1376) hikâyesi; dieri ise 703/1303’te eyh Ali b. Muhammed tarafından istinsah edilen ve dilinden XIII. asırda yazıldıı tahmin edilen Behcetü’lHada’ik fi-Mev’izeti’l-Hala’ik (Ertaylan 1949a; Buluç 1955, 1956, 1988; Canpolat 1989) adlı dinî-ahlaki eserdir. Dil bakımından karıık bir durum arz eden bu eserlerin nerede yazıldıkları bilinmemekle beraber, Selçuklular devri Ouz Türkçesiyle kaleme alındıkları söylenmektedir. Bu eserlerin dilindeki karııklıın sebebi, Anadolu’ya Ouz boyları ile birlikte sayıları az da olsa Orta Asya’dan baka Türk boylarının da gelmeleri ve Ouz Türklerinin yazı dili olarak göçlerle balarını devam ettirdikleri Dou Türkçesini kullanmı olmaları gösterilmektedir (Mazıolu 1972: 301). XIV. asırda yaayan eyyad Hamza (Mansurolu 1946) ve Kadı Burhaneddin’in de Dou Türkçesiyle karıık iir yazmaları bu durumu dorulamaktadır. Anadolu Selçukluları devrinde Anadolu’da yazıldıı halde bugün elimizde bulunmayan Türkçe eserler de vardır. Bunlar, Gülehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ında * * * * * * * * Bir kii bu dâsitânı eylemi lle lafzın key çepürdük söylemi Eski bizden hûriye ton eylemi Bir keçeden aya pîlven eylemi Veznçün lafzuñ gidermi harfini Artuk eksik söylemi söz sarfını (1957: 51) 290 290 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A mısralarıyla haber verdii ve acemice yazıldıını söyledii manzum eyh San’an Kıssası ile eyyad sa’nın Salsal-name isimli eseridir. Fuad Köprülü’nün XIII. asırda yazıldıını söyledii Salsal-name, bir kahramanlık hikâyesi olup, Salsal adlı bir devin Hz. Ali ile savaını ve yenilip yok olmasını anlatır. Bu hikâye, sonraki yüzyıllarda da çeitli airler tarafından yazılmıtır (1986: 253). Bu dönemde, Karamanolu Mehmet Be, Anadolu Selçuklularının son zamanlarına doru, memleketteki karıık durumdan faydalanarak Konya’yı Alâaddîn Keykubâd’dan alıp devlet idaresini vezir sıfatıyla ele aldıktan sonra, 15 Mayıs 1277’de (H. 10 Zilhicce 675) "Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden baka dil konumayacak" (bn Bibi 1996: II/209) eklindeki kararını bütün ehre ilan ettirip “defterleri dahı Türkçe yazalar” (Korkmaz 1995: 428) buyruunu verir. Bu buyruktan sonra Anadolu’da VI. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar ayrı ayrı bölgelerde tek bir kol hâlinde ilerleyen eski Türk yazı dilinden ayrılıp yepyeni karakterde müstakil bir yazı dilinin kuruluu salanmı (Korkmaz 1995: 424), Türkçe ilim ve edebiyat dili olarak Arapça ve Farsça karısında geçerlik kazanmaya balamı ve resmi dil olmutur. Böylece takriben XI. asırdan itibaren uubiye hareketi dolayısıyla hakimiyetini kısmen Farsça ile paylaan Arapça; XIII. özellikle de XIV. yüzyıllarda balamak üzere Türkçe ile paylamak zorunda kalmıtır (Sayılı 1964: 47). Türkler , Anadolu’da Türkçenin sadece konuma dili olarak kalmayıp bir kültür ve medeniyet dili olmasının temellerini de yine bu dönemde atmılardır. * * * * * * Anadolu ’da Yazılan lk Türkçe iir * * Bugünkü bilgilere göre Anadolu ’da yazılan ilk Türkçe iir, Evhadüddîn-i Kirmânî tarafından kaleme alınmıtır (bak. Türk Edebiyatının lk Temsilcileri). * * * Anadolu ’da Yazılan lk Türkçe Eser * * Anadolu ’da yazılan ilk Türkçe eser meselesi üzerinde ilk defa Fuad Köprülü durmutur. Köprülü, Ahmed Fakîh’in Çerh-nâme isimli kasidesini, Anadolu'da yazılan ilk Türkçe eser olarak kabul etmitir (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1926b, 1926c). Ancak son yapılan aratırmalar bu eserin 1350’den sonra kaleme alındıını göstermektedir (Tezcan 1994; entürk vd 2007: 148-50). Bu sebeple, eldeki bilgilere göre Anadolu’da yazılan ilk Türkçe eser, Hekim Bereket tarafından kaleme alınmı, tıp ilmine dair Tuhfe-i Mübârizî olmalıdır (Bayram 2004: 10-11). Bu eseri, ehabeddin Tekinda geni olarak tanıtmı (1971: 134-39) tır. Hekim Bereket eserinin mukaddimesinde bildirdiine göre, bu eseri Lubâbü’n-Nuhab adıyla Arapça olarak yazmı, daha sonra bunu Tuhfe-i Mubârizî adıyla Farsçaya tercüme edip Amasya emiri Halifet Alp Gazi’ye sunmutur. Hekim Bereket, onun tıp ilmi için faydalı olacak bu eseri * * * 291 291 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL beendiini, ancak Türkçe olarak kaleme alınsaydı deerinin daha da artacaını ifade ettiini, bundan dolayı da bir süre sonra Türkçeye çevirdiini belirtir (Tekinda 1971: 134-36). Yine Hekim Bereket’in bu ifadelerinden bu dönemde Türkçe eserlerin çok nadir olarak mevcut olduu, Halifet Alp Gazi’nin de Türkçe eserler yazılmasını tevik ettii anlaılmaktadır. Büyük ihtimalle, bu tevik neticesinde Hekim Bereket Hulâsa der-lm-i Tıb adıyla yine Türkçe bir baka eser yazarak yine Emir Halifet Gazi’ye takdim etmitir. Yine aynı cilt içersinde müellifi bilinmeyen Tabiat-name isimli Türkçe bir mesnevî bulunmaktadır. Bu mesnevînin Hekim Bereket’in dier iki eseri gibi tıbba dair ve bir cilt içinde bulunması, dilinin ise çok eski olmasından dolayı Hekim Bereket’e ait olduu sanılmaktadır (Bayram 2004: 110). Mahmud Mes’ud Koman, Tuhfe-i Mübârizî'nin hattıyla, eserin kapaında kayıtlı notun hattının farklı oluuna dikkat çekerek, Tuhfe-i Mübârizî’nin mukaddimesinin ve dil hususiyetlerinin Aydınolu Mehmet Bey adına tercüme edilen Kısas-ı Enbiyâ ve Tezkiretü’l-Evliyâ’daki mukaddimelere ve dil hususiyetlerine benzediini ifade ederek: “...namına kitap ithaf olunan bu büyük ve nüfuzlu emirin Aydınolu Mübarizü’d-dîn Mehmed Bey olduunu kuvvetle tahmin ediyoruz” demektedir (1955: 701; Derin 1987: 5-6). Bu eserin ithaf edildii ahıs, 1225 (Tekinda 1971: 138) veya 1232 (Bayram 2004: 111) yılında ehit edilen Amasya Emiri Halîfet Alp Gazi ise, eserin XIII. asrın ilk yarısında; eer bu ahıs 1330 yılında ölen (Koman 1955: 703) Aydınolu Mehmet Bey ise, eserin XIV. asrın ilk yarısında tercüme edildii söylenebilir. Ancak, Hekim Bereket’i Türkçe eserler yazmaya tevik eden Emir Mübârüziddin Halifet Gazi, tanınan ve bilinen bir kii olup Sultan I. zzeddin Keykâvus'un 610/1214 yılındaki Sinop fethine katılmı, Kuzey sahilleri komutanı olmu, I. Alaaddin Keykubad zamanında Amasya valilii yapmı, bu sultanın Gürcistan’a sevk ettii orduda da bulunmu ve bu seferde iken 629/1232 tarihinde ehit dümütür. Halifet Gazi 606/1209’da Amasya’da bir medrese yaptırmıtır. Hekim Bereket’in 622/1225 tarihli bir vakfiyesi (Yınanç 1982) bulunan bu medresede müderrislik yaptıı tahmin edilmektedir. Ayrıca Koman’ın dikkat çektii ve Tuhfe-i Mübarizî'nin kapak kısmında yer alan kayıttan Halifet Gazi’nin babasının adının Tolı, dedesinin ise Terken ah olduu anlaılmaktadır (Bayram 2004: 110-11). Bunların her ikisinin de adı Danimend-name’nin kahramanları arasında geçmektedir (Turan 2002: 131). Bu da Halifet Gazi’nin, Amasya emiri Melikü’l-ümerâ Mubârizu’ddevle ve’d-dîn Halifet Alp Gazi olduu ihtimalini artırmaktadır. Ayrıca Türkmencilik hareketi ile Türk kültürünün himaye edilip desteklendii yer olan Amasya’da, Türkçe eser yazma geleneinin de balamı olabileceini göz önünde bulundurmak da gerekir. Görülüyor ki, eldeki yazılı metinlere göre Anadolu ’da Türkçe eser verme gelenei XIII. asrın balarında balamıtır. Mustafa Canpolat’ın, Behcetü’l* * * 292 292 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Hada’ik’ın Anadolu’da muhtemelen XII. asrın sonları ya da XIII. asrın balarında yazılmı olması gerçee en yakın ihtimaldir görüü de (1989: 165-75) bunu desteklemektedir. Bu da, bazı kaynaklarda ifade edilen (z 1995: II/XXVIII), Anadolu’daki ilk Türkçe eserlerin XIII. asrın ortalarına doru verilmeye balandıı görüünün doru olmadıını göstermektedir. Türk Edebiyatının lk Temsilcileri * Anadolu ’daki Türk edebiyatının, Anadolu Selçuklularının son dönemlerinde (XIII. Yüzyıl) yaayan ilk temsilcileri, bazı Türkçe iirleri/eserleri olduu bilinen Evhadüddîn-i Kirmânî, Yûnus Emre , Dehhânî , Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sultan Veled ve Nâsırî ’dir. Aynı döneme ait gösterilen eyyâd Hamza ve Ahmed Fakîh'in, son yapılan aratırmalar neticesinde XIV. asırda yaadıı tespit edilmitir. Bugün hâlâ Yûnus Emre ve Dehhânî’nin de yaadıı dönemle ilgili farklı iddialar ileri sürülmektedir. * * * * * * * Evhadüddîn-i Kirmânî Anadolu ’da en eski Türkçe iir söyleyen âir olan Evhadüddîn-i Kirmânî’nin ran ’ın Kirman bölgesinde 559/1164’te doduu tahmin edilmektedir. Türk olduu sanılan Evhadüddîn’in asıl adı Hâmid, lakabı Evhadüddîn’dir. iirlerinde ‘Evhad’ mahlasını kullanmıtır. Tahsilini Badat’ta tamamladıktan sonra, önce ‘muîd (asistan)’ daha sonra ‘müderris (profesör)’ olarak Hankâhiye medresesinde çalımaya balamıtır. Ancak tasavvufa meyleden Kirmânî, medrese ile hankahlar arasındaki eitim farkını görmü ve Kutbuddîn-i Ebherî’nin halifesi Rukneddîn-i Sucasî’ye (608/1211) intisap ederek tasavvuf yoluna girmitir. Seyyah bir sufi olarak tanınan ve Evhadiyye tarikatının kurucusu olan Kirmânî, ran, Azarbaycan Kafkasya, Anadolu, Irak , Suriye , Mısır ve Hicaz’ın birçok köy ve kasabalarında bulunmutur. Gittii her yerde devlet adamı ve sultanlardan hürmet gören Kirmânî, muhtemelen 1204 yılında Anadolu’ya gelmi ve ertesi yıl Konya’da bulunan Muhyiddin ibnü’lArabî ile görümütür. Bu arada Malatya, Sivas ve Konya’ya gittiyse de genellikle Kayseri’de ikamet etmitir. Fütüvvet tekilatının Anadolu’daki eyhlerinin lideri olarak halife tarafından gönderilen ve uzun bir süre “eyhu’uyûhi’r-Rûm” unvanını taıyan Kirmânî, Kayseri’de evlenmi ve Fatıma isminde bir kızı olmutur. Mikâil Bayram’ın tespitlerine göre, Fatıma adındaki bu kız, Bâcıyân-ı Rûm adındaki kadınlara özgü olan sivil örgütün lideri Fatıma Hatun’dur. Kirmânî, Riyâzu’l-ârifîn’e göre Badat’ta 635/1238 tarihinde vefat etmitir (bak. Bayram 1996; Kanar 1999). Mehmet Kanar, Evhadüddîn-i Kirmânî’nin 2202 tane rubaîsini tespit etmitir (bak. Kanar 1999). Bunlardan 1153’ü Farsça , 16’sı Arapça , 33’ü ise Arapça-Farsça mülemmadır. Bu rubaîlerdeki konuların ileniine, mazmunlara, * * * * * * * 293 293 * ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER kelime seçimlerine ve edebî sanatların kullanımlarına bakıldıında, Kirmanî’nin ilmî yönü aır basan, akılcı Hayâm ile Fahrüddîn-i Irâkî, Senâ’î ve Mevlânâ gibi ilâhî coku ve heyecan dolu âirler arasında bocalayan, vazgeçemedii ahidbazlık dolayısıyla her taraftan gelen baskılara karı koymaya çalıan, istisnai rubaîler dıında zaman zaman zevksiz ve sıkıcı sanat gösterisi yapmaya çalıan, taklitten kurtulamamı ve iire kendi damgasını vuramayan bir âir olduu görülmektedir. Rubaîlerde vahdet-i vücûd, ahidbazlık, kadın, ilahî ak, eriat, sema, tarikat adabı, kader, ibadet, dünya ve ahiret hayatı, ictimaî durum ve ilim gibi konular ilenmitir (Kanar 1999: 21-29). Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Ayasofya, nr. 2910) bulunan bir mecmuanın ba tarafında Evhadüddin’in bazı nasihatleri, bir mev’izası, biri Halife Müstansır-Billah’a olmak üzere birkaç mektubu bulunmaktadır (Bayram 2005: 90). Bugünkü bilgilerimize göre, Anadolu ’da yazıldıı tespit edilen ve elimizde bulunan Türkçe en eski iir, XIII. asrın sonlarında Gelibolulu Muhyiddîn tarafından Farsçadan tercüme edilen Tercüme-i Menâkıb-ı eyh Evhadüddin-i Kirmanî (Mercan 1989) adlı eserde yer alan ve Kirmanî'ye ait olan Farsça Türkçe mülemma gazeldir. Bugün “olısar” redifli olan bu mülemma gazelin sadece ilk beyti tespit edilmi olup Türkçe menkabede u ekilde geçmektedir: * * * * Me-râ ezeddür mescid der-i hammâr olısar Seccâde neyem lâyık me-râ zünnâr olısar 538 (terc. Meyhane olduu zaman mescit bana zıttır. Zünnâr olduunda ise seccade bana gerekmez.) Yine aynı eserde yer alan, “Hazret-i eyh gûyendelere iâret eyledi, hûb âvâzile Hazret-i eyhün bu gazeline ser-âgâz eylediler” ifadelerinden, bu gazelin eyh Evhaduddîn’in müritleri tarafından hep bir aızdan terennüm edildii de anlaılmaktadır (Bayram 2005: 209). Muhammed-i Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâ’is Tercümesi’ndeki kaydından (Alî îr Nevâî 1323: 318; Kartal 2000: 34), Kirmânî’nin iirlerinin XVI. asırda bile Anadolu ’da mehur olduu anlaılmaktadır. * 538 Bu beyit smail Hakkı Mercan tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinde yanlı ve Farsça olarak u ekilde okunmutur (Mercan 1990: 133): Me-râ ezar der mescid der semâ evlîter / Seccâde nîm lâyık me-râ ez nâr evlîter. * 294 294 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî * Bu dönemde Anadolu ’da dinî ve tasavvufî mahiyette eserler kaleme alan müelliflerin baında hiç üphesiz Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gelmektedir. Asıl adı tezkire yazarlarının ittifakı ile Muhammed, lakabı Celâleddîn olan, bugün Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Belh ehrinde 604/1207 tarihinde doan Mevlâna, uzun bir seyahatten sonra, Konya’ya gelip yerlemi ve uzun müddet burada oturduktan sonra, aynı ehirde 672/1273’te ölmütür (Mevlânâ’nın hayatı hakkında geni bilgi için bak. Gölpınarlı 1985a; Furûzanfer 1990; Can 2003). Necmeddîn-i Kübrâ’nın tarikatına dolayısıyla Horasan tasavvuf mektebine mensup olan babası Sultânu’l-ulemâ Bahâeddîn-i Veled ile, daha çocuk yatayken Mool istilası önünden kaçıp Anadolu’ya gelen Mevlânâ, am ve Halep gibi dönemin önemli kültür merkezlerinde salam bir tahsil görmü, er’î ilimlerde, özellikle fıkıh alanında ihtisas sahibi olmu, bir taraftan babasından tasavvuf terbiyesi alırken, dier yandan da ilmî seviyesini yükseltmitir. Onun bu yetime tarzının, kendi tasavvuf anlayıını olutururken hiç üphesiz büyük tesiri olmu, Sünnî slâm anlayıına genelde salam bir tarzda sadık kalan bir tasavvufî sistem gelitirmitir (Ocak 2006b: 433). Kendinden önceki pek çok mereptaı gibi mistik cezbesini, ilahî akını ve tasavvufî düüncelerini terennüm için iiri bir araç olarak kullanan (Ocak 2007: 17) Mevlânâ , yazmı olduu eserlerle hem Osmanlı hem de dou zihniyet dünyasına ve edebiyatına tesir eden önemli bir sufîdir. O’nun tasavvufî anlayıını ve düüncelerini ortaya koyan Mesnevî-i Me’nevî, Dîvân-ı Kebîr, Fîhi Mâ Fîh, Rubâiyyât gibi eserleri, Farsça yazılmı olmalarına ramen, sanıldıının aksine, o devirde sadece yüksek tabakalara mahsus kalmamı, Türkmen çevrelerine de geni ölçüde nüfuz etmitir. Nitekim Mevlânâ’nın o dönemin bir baka ünlü sufîsi Hacı Bekta-ı Velî ile yakın iliki içinde olduu bilinmektedir. Hatta Anadolu ’da Türkçenin müdafiliini yapan XIV. asrın ünlü Türkmen mutasavvıfı Âık Paa, Garîb-nâme adlı eserinde Mevlânâ’dan çok istifade etmi ve onu takdirle anmıtır. Mevlânâ’dan açıkça etkilendiini söyleyen ve ondan büyük bir hayranlıkla söz eden dier bir Türkmen eyhi de Yûnus Emre ’dir (Ocak 2006b: 433). Mevlânâ ’nın eserlerinden Mesnevî yahut tam adıyla Mesnevî-i Ma‘nevî (Mevlana Calâleddîn-i Rumî 1993; Mevlana 1370, 1925-, 1988; Gölpınarlı 1981-), Mevlâna’nın en çok okunan ve hayranlık uyandıran 6 ciltlik eseri olup, 25.634 beyitten olumaktadır. Mesnevî nazım ekliyle yazıldıı için bu adı almıtır. Bugün de mesnevî denildii zaman akla hemen bu eser gelmektedir. Mevlana, tasavvufî sırları ve tarikat adap ve erkanını açıklayan bir eser yazmayı düünmü ve ilk 18 beytini yazmıtır. Daha sonra Hüsameddin Çelebi’nin, kendisinden Senâ’î’nin Hadîka’sı ya da Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ı vezninde, irfan sırlarını, tarikat usullerini açıklayan bir eser nazmetmesini tevik ve arzu etmesi * * * * * * * * * 295 295 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL üzerine de Mesnevî-i Ma‘nevî’yi yazmaya balamıtır. Yazmı olduu bu 18 beyitten sonraki kısımlar Mevlânâ’nın her yerde, her vesile ile Hüsameddin Çelebi’ye yazdırması suretiyle vücuda gelmitir. Birinci cilt 657-660/1259-1263 yılları arasında tamamlanmı, uzunca bir aradan sonra 662/1264 tarihinde ikinci cilt yazılmaya balanmı ve hiç ara verilmeden bütün eser Mevlana’nın ölümüne (672/1273 tarihine) yakın bir zamanda tamamlanmıtır (Ate 1968: 113-14; Furûzanfer 1990: 145-48, 211-12). Bu hacimli eser, akıcı bir üslûba sahip olmasına karılık, dil nazım teknii bakımından güçlü deildir. Bundan dolayı da sonraki müstensihler bazı üslûp, özellikle de vezin aksaklıklarını düzeltmilerdir (Ritter 1997: 57). Hiç üphesiz bunda dorudan doruya bir edebî kaygıyla kaleme alınmaması etkili olmutur. Çünkü kendinisini toplumu aydınlatmakla görevli sayan bir öretmen gibi gören Mevlânâ ’nın asıl derdi, iir söylemek deil, bilakis mesajını topluma ulatırmaktır. Bundan dolayı da iirin kurallarını zorlamaktan hiç çekinmemitir (Kırlangıç 2007: 222). Mevlânâ didaktik bir eser olan Mesnevî’de, belirli bir plana göre hareket etmemitir. Herhangi bir münasebetle bir hikâyeyi anlatırken, çok kuvvetli olan tedai kabiliyetiyle baka bir hikâyeyi hatırlamı; o hikâye, kendisini dinî, insanî konulara sürüklemi, derken bir baka hikâyeyi, bir baka olayı hatırlayıp onu anlatmaya balamıtır. Bu ekilde devam ederken tekrar ilk hikâyeye dönüp onu bitirmitir (Gölpınarlı 1981-: I/IX). Belki bundan dolayı Mesnevî, “hikâye içinde hikâye” olarak nitelendirilmitir (Kırlangıç 2007: 221). Onun bu üslûbu, aynı zamanda eseri okuyanları meraklandırıcı ve sürükleyici bir etki de oluturmutur. çerisinde birçok tasavvufî, dinî ve ahlâkî terim ve kavramlara yer verilip anlamlarının açıklandıı Mesnevî’de anlatılan hikâyelerin birçounun, o devir Anadolu’sunun sosyal, siyasî ve kültürel hadiseleriyle ilgili olduu da görülmektedir. Mevlana, bu hikâyeleri çok ustaca seçmi ve görülerini, hem âirlik dehasıyla anlatmı hem de muhaliflerini hicvetmekten çekinmemitir (Bayram 2001a: 21-40). Özellikle Mesnevî, Türk illerinde en çok saygı gören, en fazla okunan ve en geni ölçüde erh edilen, seçmeler yapılan, anlaılması güç beyitleri için yorumlar düzenlenen, yorumları kuvvetlendirmek için kendisinden hikâye, temsil ve beyitler aktarılan, hatta okuyucular tarafından daha iyi ve kolay anlaılabilmesi için çeitli sözlükler hazırlanan bir eserdir. Nitekim bütün bu konularda birçok eserin kaleme alındıı görülmektedir (bak. Çelebiolu 1978, Öztekin 1998, Kartal 1999a: 181-243, Kunt 1996). Ayrıca muhteva olarak içerisinde barındırdıı fikirlerden dolayı da, Türk edebiyatının olumasında önemli bir yere sahip olmutur. Dîvân-ı Kebîr (Mevlana 1345, Mevlana Celâleddin 1992), onun gazel ve bir kaç da deiik ekildeki iir ve rubaîlerini ihtiva eden bir dier büyük eseridir. Ancak rubaîleri ekseriyetle ayrı bir eser hâlinde toplanmıtır (Mevlana Celâleddîn-i Rumî 1312, Gölpınarlı 1964, Gençosman 1988, Can 1990, 1991). * * * * 296 296 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Mevlânâ , gazellerinin çounun sonunda kendi adını veya mahlasını söyleyecei yerde, âirlerin usulleri hilafına ems, ems-i Tebrizî isimlerini mahlas olarak kullandıı için, bu dîvâna Dîvân-ı ems veya Dîvân-ı ems-i Tebrizî adı verilmitir. Çok geni bir hacme sahip olduundan Dîvân-ı Kebîr de denilen eser, yukarıda belirttiimiz gibi iirlerde ems ve ems-i Tebrizî mahlasları kullanıldıından Külliyât-ı ems ve Külliyât-ı ems-i Tebrizî isimleriyle de bilinmektedir. Mevlânâ iirlerinde mahlas olarak sıkça kullandıı ems ve ems-i Tebrizî isimlerinin yanında Hâmû kelimesi ile Selahaddîn-i Zerkûb ve Hüsameddîn Çelebi’nin isimlerini de mahlas olarak kullanmıtır. Ancak bu mahlasların çounun hitap mahiyetinde olduu dikkatlerden kaçmamaktadır. Mevlana’nın ems ile olan ilgisinden haberi olmayan kimseler, ems’in Farsça yazılmı gazelleri olduunu, bu çok deerli beyitleri onun yazdıını sanmılardır. Halbuki ems âir olarak tanınmamaktadır. Mevlana’nın çeitli yer ve zamanlarda özellikle sema sırasında duygularını irticalen dile getirdii iirler, kâtib-i esrâr ismi verilen özel kâtipler tarafından anında kaydedilmi ve söylendikleri aruz bahirlerine göre tertip edilmilerdir. Böylece aruz vezninin yirmi bir farklı bahrinde söylenmi ve her bahri, ayrı bir dîvânçe tekil eden büyük bir dîvân meydana gelmitir. Dîvân’da yer alan iirler, iir söyleme veya yazma endiesi içinde olmadan söylenmitir. Mevlana, günlük olaylardan etkilenerek çou kere vecd içinde sema ederken hissettiklerini vezin ve kâfiye potası içersinde söylemeye balamıtır (Yazıcı 1994: 432). Nitekim Ritter, Dîvân’ın hakiki evk ve heyecanın en saf ifadesi olmak ve edebî örneklere uyularak meydana getirilmesinden ziyade, his ve ahsî sergüzetlerin yansıması oluundan dolayı önemli olduunu ifade etmitir (1993: 56-57). Cezbe ve coku içinde kendinden geçmi bir âıın dudaklarından dökülen manzumelerden oluan bir eser olan Dîvân-ı Kebîr, aırlıklı olarak gazel formunda söylenmi iirlerden meydana gelmektedir. Tasavvufî iir geleneinde bir zirve olan bu gazeller, aynı zamanda gazel nazım eklinin en güzel örneklerini oluturmaktadır. Kullanılan imgeler bakımından güçlü iirler içeren bu eser, özgünlük bakımından da dikkat çekmektedir. Özellikle Mevlânâ bu gazellerinde, Farsça gazel geleneinin bir takipçisi olarak, klasik iirde tekrarlanagelen sembol ve imgeleri tekrarlamakla yetinmemi, bu imgeleri daha zengin çarıımlarla kullanmı, hatta daha gönce kullanılmamı imgeler bulup söylemitir. Burada dikkati çeken, Mevlânâ’nın bu özgünlüü sergilerken iir adına özel bir çaba sergilemeyip yaadıı hâli dile getirmekten öte bir ey yapmamasıdır. te bu kendiliinden olu, onun iirine ayrı bir güç ve çekicilik kazandırmıtır (Kırlangıç 2007: 222). Mevlana’nın Dîvân’ındaki iirleriyle Mesnevî arasında üslûp, ifade, heyecan bakımından hiç mi hiç fark yoktur. Mesnevî’yi didaktik bir eser kabul edip Mevlana’nın asıl lirik iirlerinin Dîvân’da mevcut olduunu söyleyenler de vardır. Mesnevî, didaktik bir eser olmakla birlikte, bünyesinde yer yer lirizmin en kudretli ifadesini taır. Dîvân’daki iirlerin bir çou da didakdiktir, fakat * * * * * 297 297 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER Mevlana, inancında o kadar özlüdür ki inandırmak için söyledii sözlerde de lirizm ve didaktizmi âdeta bünyesinde yourur ve yok eder. Dîvân’daki bir çok gazellerde Mesnevî hikâyelerini özetleyen Mevlana, Mesnevî’deki bahislerin birçouna yine Dîvân’da yer vermitir. Dîvân ve Mesnevî, hem uslûp, hem ifade, hem edâ, hem konu bakımından aslında aynı olup bu iki eser arasında sadece tarz ve vezin farkı vardır (Gölpınarlı 1992a: I/X). Arap ve ran Edebiyatı’na hakkıyla vâkıf olan Mevlana’nın Dîvân-ı Kebîr’inde Farsça ve Arapça gazellerin yanında, Rumca ve Arapça mülemmalar da mevcuttur. Mülemmaların toplam sayısı 64’tür. Arapça gazelleri ise 91 adettir (Alp 1997: 5). Ayrıca Mevlana’nın Mesnevî’sinde ve Dîvân’ında yer alan beyitlerde birçok Türkçe kelimeye rastlanıldıı gibi (M. erefeddin 1934: 111155), Dîvân’da zaman zaman Türkçe ve Türkçe-Farsça karıık beyitler de bulunmaktadır539 (M. erefeddin 1934: 156-167; Mansurolu 1988). Bu iirlerde Türkçe, balı baına bir manzume çapına çıkamasa da, beyit seviyesine yükselen daınık ifadeler hâlinde kendini göstermektedir (Akün 1994 : 393). Bunların Farsça iirlerle çok az ortak noktalarının olduu görülmektedir. Ekseriyetinin dünyevî elence ile ilgili olduu izlenimi veren bu Türkçe iirlerde, Mevlana’nın özel hayatına ait kullanımlar da vardır. Bazen bu iirlerde, Ân yekî Turkî ki âyed gûyedem “Hey geymü sen?” (Bana her gelen Türk “hey iyi misin?” der) mısraında olduu gibi Türkçe unsurların alelâde bir ifadenin aktarımıyla sınırlı olduu da görülmektedir. Bunun yanında neeli bir tarzda akın ve arabın zevkinden bahseden iirler de vardır. Muhteva olarak dünyevî görülen bu iirlerde, çeitli deyimlere de yer verilmitir. Rûzî niest hâhem yalguz sinün katunda / Hem sen çagır içer sen hem men kobuz çalar men (Bir gün senin yanında yalnız oturmak istiyorum; sen arap içersin ben de kopuz çalarım) beytinde olduu gibi. Bazı iirlerde ise ya bir “Türk”e hitap edilmekte ya da bir “Türk”ten bahsedilmektedir. Meselâ Turk-i mâh-çehre (ay yüzlü Türk), Merâ yârist Turk-i ceng-cûyî (Kavgacı bir Türk dostum vardır), Resîd Turkem (Türküm geldi) gibi. Mecdut Mansurolu bu iirlerden ikisinin Türkler arasında dinî ve tasavvufî fikirleri yaymak amacıyla yazıldıını söylemektedir (Johanson 1993: 29-31). Vasfi Mahir Kocatürk’ün de dikkat çektii gibi, Mevlânâ ’nın mülemma eklinde söylenmi iirlerinde bulunan bazı mısraları vardır ki, ifade, ruh, ritim ve duygu yönünden, kendisinden önce bir benzeri görülmedii gibi, ondan sonra * * * * * * * * * 539 M. erefeddin, Mevlânâ ’ya ait olduunu söyledii 17 tane Türkçe ve Türkçe-Farsça manzume neretmitir (1934: 156-67). Mecdut Mansurolu ise, M. erefeddin’in Mevlânâ’ya dil, sanat, eda ve konu bakımından uzak düen bazı Türkçe beyitleri de Mevlânâ’nın olarak tanıttıını ileri sürmü ve bunlardan sadece 10’unun Mevlânâ’nın olabileceini ileri sürmütür (1988: 208). * * 298 298 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A da yaklaık bir asır yani Nesîmî’ye kadar benzerlerine rastlanmamaktadır. Özellikle, Mâhest nemî-dânem hurîd ruhet yâ ne Bu ayruluk odına nice cigerüm yane matlalı mülemmaındaki Türkçe mısralar, kendi eserindeki ran iirinin yüksek örneklerinden olan dier mısralardan aaı kalmayacak gerçek iir edası taımaktadır. Bunlardan: * * Mecnûn bigi vâveylî oldum gene dîvâne Fitnelü elâ gözler çün uyhudan uyane mısraları, zaman itibariyle olduu gibi ruh itibariyle de, XVI. asırda Bâkî’nin temsil ettii Türk Klasik iirinin sanki ilk pırıltılarındandır (1970: 101). Mevlana’nın Türkçe iirlerinden biri u ekildedir (Mansurolu 1988: 21415): * * Eger geydür karında yoksa yavuz Uzun yolda saña budur kulavuz Çopanı berk dut kurtlar öküdür it binden kara kuzum kara kuz Eger Tat sen eger Rûm sen eger Türk Zebân-i bî-zebânân-râ biyâmûz540 * Mevlânâ ’nın Farsça -Türkçe mülemma bir gazelinin bazı beyitleri ise öyledir (Cengiz 1985: 8-9): * * * Dânî ki min zi-’âlem yalguz seni sever min Eger der berem neyâyî ender-gamet öler min Men yâr-i bâ-vefâyem ber-men cefâ kılur sen Ger to zi-men ne-porsî min hod seni sorar min Rûzî nieste hâhem yalguz sinün katunda Hem min çakır içermin hem min teyi biler min 540 1. Eer, karde, iyi de, kötü de olsa, uzun yolda sana kılavuz budur. 2. Çobanı sıkı tut, kurtlar çoktur; iit benden kara esmerim, kara esmer. 3. Eer Acemsen, Eer Rumsan (ve) eer Türksen (de), dilsizlerin dilini ören (Mansurolu 1988: 214-15). 299 299 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL Mâhî çü ems-i Tebrîz gaybet numûd u goftâ Ez-men diger ne-porsîd min söyledüm yazar min541 Mevlânâ gerek yaadıı kültürel ortam gerekse içirisinde bulunduu hâlet-i rûhiye ve vecd gerei eserlerini Farsça söylemitir. Çünkü gönlünde bulunan o kabına sımaz ak cokunluunu ancak gelimi ve ilenmi bir dil olan Farsça ile terennüm edebilirdi. Nitekim o Dou Türkçesini biliyordu. Ouz Türkçesini ise Anadolu ’da örenmiti. Oysa Ouz Türkçesi , ‘edebî dil’ hüviyetini henüz o dönemde kazanamamıtı. Ancak yukarıda zikrettiimiz gibi, içlerinde bulunduu ve belli bir noktada muhatabı olan Türk halkına karı da bigane kalmayıp ya mülemma eklinde ya da beyte yayılmı ekilde Türkçe iirler söylemekten de kendini alamamıtır. Edebî açıdan önemli olmayan bu iirlerin, Johanson’un da belirttii gibi, “yerel” bir konuma biçiminin bir yazı dili olarak gelimesine katkı saladıı da yadsınamaz bir gerçektir (Demir 2007: 307). Mevlânâ ’nın bu manzum eserlerinin dıında Fîhi Mâ Fih, Mecâlis-i Seb’a ve Mektûbât isimli Farsça mensur eserleri de bulunmaktadır. * * * * * * * * Sultan Veled Bu dönemin önemli âirlerinden olan Sultan Veled, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin büyük olu olup 623/1226 yılında bugün Karaman olarak bilinen Larende’de domutur. lk örenimini babasından alan Sultan Veled, erken yalarda babası ile birlikte dönemin ileri gelen âlimlerinin de bulunduu çeitli toplantılara katılmı ve katıldıı bu toplantılardan istifade etmitir. Sadık bir mürit gibi babasına ve ems-i Tebrîzî’ye hizmet etmi; ilk kayboluunda am’a giderek (1246) ems-i Tebrîzî’yi geri getirmitir. ems-i Tebrîzî’nin ölümünden sonra (1247) aynı saygıyı babasının halifeleri Selâhaddîn-i Zerkûb’a ve Hüsameddîn Çelebi’ye de göstermi, babasının ölümü üzerine (1273) onun yerine geçmesi istenmise de kabul etmemi, bilakis Çelebi’ye tabi olmutur. Hüsameddin Çelebi ölünce (1284) ısrarlara karı koyamamı, post-niinlii kabul etmi, ancak gerçek halifenin Kerimüddîn Bektemür olduunu belirtmekten geri kalmadıı gibi, Bektemür’ün ölümüne kadar da (1291) ona gereken saygıyı göstermitir. Sultân Veled post-niin olduktan sonra babasının yolunu örgütlemeye çalımıtır. Mevlevilik onun zamanında örgütlü bir tarikat * * 541 1. Bilirsin ki ben (bu) âlemde yalnız seni severim, eer yanıma gelmezsen senin gamınla ölürüm. 2. Ben vefalı âıım (sen ise) bana cefa ediyorsun. ayet sen beni (arayıp) sormazsan, ben kendim seni (arayıp) sorarım. 3. Bir gün senin yanında tek baıma oturmak isterim. Hem ben arap içerim; hem de arkı-türkü bilirim. 4. Tebrizli ems gibi bir ay kayboldu ve dedi: Beni artık sormayın; ben söyledim, ben yazarım. 300 300 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A haline gelmi, gerek yapıtları, gerekse dört bir yana gönderdii dervileri ve halifeleriyle mevleviliin yayılmasını salamıtır. Sultân Veled, 86 yaında olduu halde 712/1312 tarihinde vefat etmitir. iirlerinde Anadolu halkını aydınlatmak ve Mevlânâ ’nın görülerini yayıp açıklamak ile büyüklüünü telkin maksadını güden Sultan Veled, arada Türkçe iirler söylemise de eserlerinin büyük bir çounluunu Farsça yazmıtır. Türkçe iirleri Anadolu Türkçesinin eski örneklerinden sayılır. Tasavvuf esaslarını öretme mahiyetinde olan Türkçe iirlerinde aruz veznini ve daha ziyade mesnevî nazım eklini kullanmıtır. Sultan Veled’in bu Türkçe iirleri Gibb’in söyledii gibi Osmanlı Devleti’nin tesis edildii sıralarda Batı Asya Türkçesine örnek tekil etmesi bakımından ilginçtir. Bu iirlerde kullanılan Türkçe kelimelerin ekseriyeti bugün unutulmu, bir kısmı muhtemelen Osmanlı Türkçesinde hiç kullanılmamı, geri kalanı da belki hâlâ bazı aızlarda varlıını sürdürmektedir. Didaktik mahiyette olup sade ve yumuak bir üslûba sahip olan bu iirlerde, özellikle amacından dolayı edebî bir zerafet yoktur. Ancak Türk tarzı ölçüye uygun olup kafiyeler oldukça isabetli oluturulmutur (Gibb 1999: 106). * * * * * * Sultan Veled’in iirlerindeki Türkçe , Mevlânâ ’nınkiler gibi daınık mısra, beyit ve mülemmalardan ibaret kalmayıp sayısı 14’ü bulan gazelin baından sonuna kadar yer alabilecek bir duruma gelmitir. Sultan Veled bununla da yetinmeyerek btidâ-nâme’sinin 76 beytiyle, Rebâb-nâme’sinin 162 beyitlik bir bölümünü de Anadolu Türkçesiyle meydana getirmitir. Gerek 10.000 bin beyitlik btidâ-nâme’sinde gerekse 8.124 beyitlik Rebâb-nâme’sinde Türkçeye hakim olamadıını bildiren sözlerinde onun aruzlu ifadede nasıl zorlandıı, bundan dolayı her ikisinde ara yerde yaptıı bu Türkçe çıkılardan sonra söyleyeceklerini daha rahat anlatabilmek için tekrar Farsçaya döndüü dikkat çekmektedir (Akün 1994: 393). * * * Sultan Veled’in özellikle Türkçe gazellerinde, Türk halk edebiyatında oldukça fazla kullanılan ve yer alan aliterasyonun varlıı dikkat çekmektedir. âir, bu usülü kullanmakla kendi iirlerini hiç üphesiz Türk halk iirine yaklatırmı, böylece halkın kendi iirlerini kolayca benimsemelerine zemin hazırlamıtır. Bu da hiç üphesiz Sultan Veled’in ortaça Anadolu ’sunda mehur olmasına vesile olmutur (Fomkin 1994: 137-41). Sultan Veled’in Türkçe iirlerinin esasını, Fomkin’in tespit ettii gibi eski çalardan gelen Türk iir gelenei ile onun kendi estetik tasavvurları oluturmutur (bak. Fomkin 1994). * * * Sultan Veled’in söylemi olduu bu Türkçe iirler, daha sonra geleceklerin bir nevi öncülüünü yapmıtır (Akün 1994: 393). Nitekim aaıdaki beyitlerde yer alan ve klasik âirlerin ortak kullanımı olan mazmunlar ve kavramlar sanki bunun delili gibidir: * Senün yüzün günedür yoksa aydur 301 301 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL Cânum aldı gözün daki ne eydür Temââ çün berü gel kim göresin Nite gözüm yaı ırmak u çaydur Ne okdur bu ne ok kim degdi senden Benüm boyum sünüydi imdi yaydur Kalarun yâdur gözün oklar atar Gönglüm ol oklarıçun oldı âmâç Ol ne kadur ol ne gözdür cân alur Ol ne boydur ol ne yüzdür ol ne saç Sultan Veled’in Dîvân’ı ve mesnevîlerinde yer alan Türkçe manzumeleri (Sultan Veled 1341, Mansurolu 1958) ile Arapça iirleri (Deirmençay 1997) yayımlanmıtır. * * Sultan Veled’in tamamı Farsça olan eserleri unlardır: * Sultân Veled ’in Dîvân (Uzluk 1941)’ı, kaside, gazel, kıt’a, terci-bend, terkib-bend, musammat ve rubaîlerden olumaktadır. Rubaîler (Uzluk 1941: 559-616, Deirmençey 1996a) ise ayrı bir cüz halinde bulunmaktadır. Dîvân’da, Farsça 826 gazel, 32 kaside, 9 kıt’a, 10 terci-bend ve terkib-bend, 23 musammat, 454 rubaî yanında Türkçe ve Arapça iirler ile Rumca beyitler de vardır. Bunlar, 62 beyitte 8 Arapça manzume ve 3 rubaînin yanında, Farsça bir gazel içinde 3 beyit, ayrıca bir de Farsça-Arapça mülemma iir; 123 beyitte, 14 Türkçe manzume ve Farsça-Türkçe 13 beyitlik mülemma bir gazel; 21 Rumca beyit ile Farsça-Türkçe, Farsça-Arapça ve Farsça-Rumca bir arada mülemma iirlerdir (Deirmençay 1996: 52). Dîvân’daki gazellerin çou, Mevlânâ ’nın gazellerine nazire olarak yazılmıtır. Büyük bir edebî deeri olmayan bu eser, devrinin muhtelif devlet ricali için yazılmı olan ve çok defa beyitlerinin ilk harflerinin sıralanmasından, hakkında yazılmı olduu ahsın adı çıkan manzumeleri sebebiyle tarih tetkikleri bakımından mühimdir (Yazıcı 1997: 30). Övgü ve mersiye mahiyetinde olanlar müstesna, bütün gazeller tasavvufî ve didaktik bir mahiyettedir. Bu gazellerin ve rubaîlerin en büyük özellikleri ifadenin hepsinde açık ve sâde oluudur. Sultân Veled ’in ilk mesnevîsi olan tidâ-nâme (Sultan Veled 1315, 1976), Mevlânâ ’nın hayatı ve Mevlânâ âıklarının ilk inançlarını gösteren en eski ve doru kaynak olması bakımından oldukça önemlidir. 1291 tarihinde yazılan mesnevîde 76 Türkçe , 180 Arapça ve 23 Rumca beyit de bulunmaktadır. Sultan Veled, mesnevîsinin baında Mevlânâ ’nın, Mesnevî’sinde geçmi erenlerin kıssalarını zikrettiini, onların kerametlerini ve makamlarını * * * * * * * * * * * * 302 302 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A açıkladıını; onların kıssalarını anlatmaktan maksadının kendi kerametlerini ve makamlarını belirtmek olduunu; kendisiyle dost ve gönülda olan Seyyid Burhaneddîn Muhakkık-ı Tirmizî, Tebrizli emseddin Muhammed, Konyalı eyh Selahaddin Feridun, Konyalı Çelebi Hüsameddin’in hâlleri ile kendi hâllerini, anlattıı hikâyelerle zikrettiini belirttikten sonra, bazı kimselerin durumun doruluunu anlayacak, söylenen maksadı kavrayacak anlayı ve sezi kabiliyeti bulunmadıı için Mesnevî’de bildirilen kendisi ve kendisiyle gönülleri bir olan musahiplerinin ahvalinin okuyanlara ve dinleyenlere malum olsun, üpheleri ortadan kalksın diye etraflıca anlattıını belirtir (Sultan Veled 1976: 12). Rebâb-nâme (bak. Deirmençay 1996) 1301’de nesir ve nazım olarak kaleme almıtır. 8124 beyit olan mesnevîde 162 Türkçe , 36 Arapça ve 22 tane de Rumca beyit vardır. Sultan Veled, Rebâb-nâme’de, öütlerden, Hakk’ın sırlarından yani Kur’ân ayetlerinden ve tarikatın gerei olan hususlardan bahsetmitir. Bu bahisler içerisinde birçok âyet ve hadis iktibaslarında bulunulmu ve mânâları geni açıklamalarla ifade edilmitir. Türkçe ve Arapça beyitlerde de aynı hususlar söylenmi olup nispeten Türkçe beyitlerde, Arapça beyitlere oranla biraz daha fazla konu ilenmi; ayrıca Mevlânâ ’nın övgüsüne de yer verilmitir. Sultan Veled’in üçüncü ve son mesnevîsi ntihâ-nâme’dir. Eser, batan sona Farsça olup dier eserlerinde olduu gibi Türkçe , Arapça ve Rumca beyitler yoktur (Deirmençay 1996: 54-55). ntihâ-nâme’de, tarikatın gerei olan eylerle, vaaz ve nasihatlerin anlatılması yanında, Mevlevîlikle ilgili olarak Mevlânâ ’nın ems’e balanmadan önceki durumu, yaantısı ve dier özellikleri ile ems’e balanması ve ems’in, daha önce hiç sema yapmamı olan Mevlânâ’yı semaa balatması; semaın, bütün müritler tarafından yapılması ve sema ile ilgili birtakım kısa anlatımlar da vardır (Deirmençay 1996a: 24). Sultan Veled’in Maârif isminde Farsça mensur ve tasavvufî bir eseri dahi vardır. * * * * * * * * * * * Nâsırî * Bu dönem âirlerinden olan Nâsırî ’nin de bazı Türkçe iirleriyle karılamaktayız. Sivaslı olup Sultan Veled dervilerinden Rükneddin el-Urmevî el-Konevî’nin olu olan Nâsırî, tarikat hakkında manzum bir kitap olmadıını görmü ve Fütüvvetnâme (Gölpınarlı 1952: 181-203) isimli mesnevîsini 679/1280 tarihinde Farsça olarak yazmıtır. Aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla kaleme alınan ve 882 beyit olan mesnevîsini, Ahi Muhammed’e ithaf etmitir (Ate 1945: 118). Nâsırî’nin manzum mensur karıık olarak kaleme aldıı râkât adında bir eseri daha vardır. Burada yer alan bazı hikâyeler Anadolu ’da geçtii için o dönem Anadolu’suna dair bazı bilgiler vermektedir. Ayrıca âirin, Mesnevî ve Garîb-nâme’de de geçen “üzüm hikâyesi”ni anlatırken * * * 303 303 * ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER Türkçe iki beyte, baka bir latifesinde ise bir mısraa yer vermesi, onun Farsçanın yanında Türkçe iirler de söylediini göstermektedir (Köprülü 1943: 446). Yûnus Emre * Yaadıı dönem konusunda farklı görüler olan, XIII. asrın ortaları ile XIV. asrın balarında yaadıı tahmin edilen, ilk Türkçe Dîvânı tertip eden, Risâletü’n-Nushiyye adında bir mesnevî kaleme alan Yûnus Emre ’nin Türk edebiyatında müstesna bir yeri vardır. Türkçeyi çok iyi bir ekilde kullanan Yunus Emre, Ouz Türkçesine dayalı Anadolu Türkçesinin müstakil bir yazı dili olarak kuruluunda önemli bir rol oynamıtır (Korkmaz 1995: 363). Halkın konuma dilini en canlı bir ekilde kullanmı, Türkçenin bir edebiyat ve kültür dili olmasında son derece önemli hizmette bulunmutur (Timurta 1997: 236). Yunus’un eserlerinde kullandıı dil sade, canlı bir konuma diline yaslanmakla birlikte O, halk tarafından anlaılan Arapça ve Farsça kelimeleri kullanmaktan da çekinmemitir. Bu onun öhretinin geni halk kitlelerine yayılmasını salamıtır. Yunus Emre’nin Divan’ında (Tatçı 1990; Timurta 1989) yer alan gazellerinin konusu, hemen hemen tamamen din ve tasavvuf etrafında odaklanmaktadır. O, Orta Asya’da Ahmed-i Yesevî ve dervilerinin hikmetleriyle balayan çıırı, Anadolu ’da devam ettirmitir. Ancak bu devam, taklidî mahiyette olmamıtır. Çünkü Yunus hikmet geleneini kendi kabiliyetiyle yourarak en üst düzeye çıkaran ve kendisinden sonra bir Yunus mektebinin olumasını salayan orijinal bir âirdir (Tatçı 1990: I/71-72). Yunus, Orta Asya Türk tasavvuf gelenei ile tasavvuf felsefesini birletirmi yani Ahmed-i Yesevî ile bnü’l-Arabî’nin düüncelerini kendisinde bir araya getirmi bir ahsiyettir (Yakıt 2002: 17). Bir iirinde, * * * * * * * * Mevlana Hüdâ-vendgâr bize nazar kılalı Onun görklü nazarı gönlümüz aynası [oldu] diyerek, Mevlânâ ’nın manevî nazarı altında olduunu belirten Yunus Emre, bazı yazarlara göre * “Mesnevî’yi ve Dîvân-ı Kebîr’i okumu, onlardan bir çok mazmûnları,kendince tasarruf etmi, Mevlana’nın tesiri altında kalmı, hatta onun insanî görüünü Türkçede dile getirmi bir âirdir.” 304 304 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Bazılarına göre de “Daha önce bn Arabî ve Mevlana’da vahdet-i vücûd ve buna balı olarak dier tasavvufî mefhumlar, en geni ve apaçık ifadesini bulmutu. Fakat Türkçede ilk defa Yunus bu mefhumları ‘üryan’ kılıyordu.” Yine onun Türk edebiyatındaki yeri ve tesirleri üzerinde geni bir çalıma yapan Köprülü’nün ifadesiyle * “O, Muhyiddin-i Arabî ve akirtleriyle Celaleddin-i Rumî’nin yaydıı geni ve serbest telakkîleri tamamıyla kendine maletmi, rûhen mutasavvıf, büyük ve çok samimî ve sanatkâr bir ahsiyetti” (Kılıç 2007: 79-80). Yunus Emre’nin, Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi Bostan ıssı kakıyup dir ne yirsün kozumı matlaıyla balayan iiri, dier iirlerinin aksine tamamen sembolik olarak kaleme alınmıtır. Seyr ü sülûka giren dervilerin karılatıkları güçlüklerin sembolik olarak anlatıldıı bu iire, bazı mutasavvıflar tarafından erhler yazılmıtır (Pekolcay vd 1991; Yakıt 2002; Tatcı 2005). Yunus Emre’nin 707/1307 tarihinde kaleme aldıı Risâletü’N-nushiye (Tatçı 1990; Günay vd 2004) isimli mesnevîsi, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılan manzum bir girile balar. Kısa bir mensur bölümden sonra, mefâîlün mefâîlün feûlün vezniyle yazılan mesnevînin asıl bölümleri gelmektedir. 600 beyitten oluan mesnevînin giri manzumesinde Hz. “Âdem’in yaratılıı” ve “Anâsır-ı Erbaa (toprak, su, hava, ate)” açıklandıktan sonra, mensur kısımda akıl, iman ve ilim makamları ele alınmıtır. Daha sonra “ruh ve akıl”, “kibir ve kanaat”, “buu ve gazap”, “sabır”, “buhl ve haset” ile “gıybet ve bühtan” konuları sırasıyla erh edilmitir. Risâletü’n-nushiye’de tasavvufî ahlâk, ya da seyr ü sülûk denilen manevî yolculuk, insanın iç mücadelesi, kendini bilme ve bulma gayreti, bir toplum düzeninden hareketle daha dorusu Anadolu Selçuklu Türk askerî tekilatından ve sair sosyal hayatından mehazlar alınarak anlatılmıtır. Ele alınan mücerret dünya anlayıı, müahhas örneklerle, hikâye diliyle ve nasihatçi bir anlayıla ilenmitir (Tatçı 1990: III/1-18). Eserin dier bir özellii de slâmiyetle birlikte Türk ruhunda meydana gelen deiiklii yansıtmasıdır. Nitekim eserde, dıa dönük, savaçı, maddî kuvvete dayalı alp tipi'nin yerini; içe dönük, manevî olanın peine giden veli tipi almıtır. Yunus bu eserinde adeta eski Türk akıncısını atından indirerek elinden kılıcını ve okunu almı ve onu kendi içinde sefere davet etmitir (Günay vd 2004: 92). Risâletü'nnushiyye, her ne kadar muhteva ve kurgu yönünden baarılı olsa da, nazım teknii; yani ilenii bakımından zayıf bir eserdir. Eserin türünün ilk * * * 305 305 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER örneklerinden biri olması ve Yunus'un mizacına uymamasından dolayı Yunus, mesnevîsinde ele aldıı konu itibariyle ön plana çıkmıtır. Nitekim Yunus Emre, mesnevîsinden ziyade divanındaki gazel ve ilahîleriyle öhret bulmu ve bir Yunus mektebinin domasına sebep olmutur (Günay vd 2004: 97-98). Dehhânî * Bu dönemde yazmı olduu Türkçe iirlerle dikkati çeken âirlerden biri de Dehhânî ’dir. Dehhânî’nin hayatı hakkında bilgilerimiz çok sınırlıdır. Bugün için elimizde bulunan tek kasidesinden bildiimiz, Horasan ’dan Anadolu ’ya geldii ve sultandan tekrar oraya dönmek istediidir. Dehhânî’yi ilim âlemine tanıtan M. Fuad Köprülü’nün tespitlerine göre âir, III. Alâaddîn Keykubâd devrinde (1298-1302) Anadolu’ya gelmi ve bu sultana intisap etmitir. Onun sarayında bulunan Dehhânî, elence ve iret meclislerine de katılmıtır. Ayrıca bu sultanın istei üzerine yirmi bin beyitlik Farsça bir eh-nâme kaleme almıtır (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1926a, Köprülü 1986: 271, 337). Köprülü’den sonra Mecdut Mansurolu (1947: 4-5) ve Vasfi Mahir Kocatürk (1970: 170) de Dehhânî’nin III. Alâaddîn Keykubâd zamanında yaadıını belirtmilerdir. Devriyle ilgili bazı hususiyetleri bünyesinde barındıran söz konusu kasidesinde yer alan bazı telmîhleri, Hikmet laydın farklı ekilde yorumlayarak onun I. Alâaddîn Keykubâd zamanında (1220-1237) yaamı olabileceini ileri sürmütür (1974). Çetin Derdiyok da “Tematik Bir Bakı”la deerlendirdii kasidesinde bu sultanın büyük ihtimalle I. Alâaddîn Keykubad olduu sonucuna varmıtır (1994). Ömer Faruk Akün ise, bir manzumesindeki ipuçlarından hareket ederek onun 1361 tarihinde daha hayatta olduu ve Anadolu’dan henüz ayrılmadıına dikkat çekmitir (1994: 393). Günay Kut ise, Karaman Beyi Alâaddîn Ali (ö. 1398) zamanında yaadıını belirtmektedir (2004: 354). Ancak Dehhânî'nin bilinen tek kasidesi, Mecmû’atü'n-nezâ'ir'e göre Ahmedî'nin iirine (Canpolat 1982: 26-28), Câmi'u'n-nezâ’ir'e göre ise eyyâd Hamza'nın iirine (vr. 434b) yazılan nazireler arasında gösterilmektedir. Bu da, nazire derleyicilerinin bu konuda yeterli dikkat göstermediklerini, dolayısıyla Dehhânî'nin XIV. asırda yaadıına dair sonuçlara ihtiyatla yaklaılması gerektiini göstermektedir. Dehhânî'nin döneminin bazı hususiyetlerini bünyesinde barındıran kasidesindeki görüler ve dönemin sultanı hakkında söyledii düüncüler ise, onun Sultan I. Alâaddîn Keykubâd döneminde yaadıını düündürmektedir. Çünkü Horasan yöresinden Anadolu'ya olan sanatkar ve alim akımının, bu sultan döneminde oluan huzur ve istikrardan dolayı younlatıı bilinmektedir (Kartal 2007b: 473). * * * * 306 306 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A XV. asırda Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü’n-nezâ’ir’i (Canpolat 1982: 2628, 32-33, 42, 54-55, 133-34) ile XVI. asırda Eridirli Hacı Kemâl’in Câmi’u’nnezâ’ir’i gibi önemli nazire mecmualarında iirlerinin bulunması, eyholu Mustafâ’nın Kenzü’l-küberâ’sında kendisinden bir iir seçilmesi (Yavuz 1991: 144) ve Hatîbolu’nun Hacı Bekta-ı Velî’nin makalelerini tercüme ettii Bahrü’l-hakâyık isimli eserinde adının bazı ünlü Türk airlerle anılması (Ertaylan 1960a: 111 [metin]), Dehhânî ’nin hem öhretinin hem de etkisinin sonraki asırlarda devam ettiini göstermektedir. Fuad Köprülü, Dehhânî ’yi Anadolu ’da “lâ-dinî klasik iirin balangıcı” olarak gösterir. Döneminde hemen bütün âirlerin dinî-tasavvufî konulara yönelmesine karılık Dehhânî’nin iirleri bahar, gül, iret meclisleri gibi dünya zevklerini; hasret, arzu, heves, içli ikâyetler hâlinde dünyevî akın çeitli tezahürlerini, hayatın geçiciliini, bundan dolayı içinde bulunulan zamanı hakkıyla yaamak gerektiini yer yer uh bir eda ile aksettirmitir. Bunda Horasan 'dan Anadolu'ya gelmeden önce büyük bir ihtimalle yine sarayda bulunması ve saray kültürünü yakinen bilmesi de etkili olmutur. Çünkü o dönemlerde Orta Asya corafyasında hüküm süren Türk hanedanlarının gerek saraylarında gerekse saray etrafında vücut bulan edebiyata bakıldıı zaman, muhteva yönünden bu tarzda olduu dikkat çekmektedir (Kartal 2007b: 473). * * * * * * Daha çok maddî hayatı dillendiren ve ekil mükemmeliyetini temsil eden din dıı klasik iirimizin en baında yer alan Dehhâni’nin iirleri, dil bakımından, Mevlânâ ve Sultan Veled’inkilere nazaran daha mütekâmildir. Renkli ve oldukça ilhamlı bir ruha sahip olan âir, iirlerini ekil güzellii ile de süsleyerek mısralarında üstün bir ahenk oluturmayı baarmıtır. iirleri arasında XIV. ve XV. asır klasik iir edasını müjdeleyen güzel beyitler bulunmaktadır. Klasik ran iirinde kalıplaan ve klasik edebiyatımızda da kullanılan temsilî kelime ve mazmunları Türk iirine ilk girdirenlerden biri olarak dikkat çekmektedir. Onunla birlikte, Türk edebiyatında muayyen bir estetik anlayıı, fikir ve sanat malzemesi, telmîh sahaları ve ekil örnekleri olan klasik iir balamı olmaktadır. Dehhânî , maddî duygulu ve ekilci bir sanatkâr sıfatıyla, kendisinden sonra gelen XIV. asır âirlerine, özellikle de Ahmedî’ye tabii bir tekamülle balanmaktadır. XV. asra kadar büyük âirler arasında sayılan Dehhânî, bilhassa Ahmed Paa’dan sonra, hem iir dilinin hem de zevkin tekâmüliyle gölge kalmı ve unutulmutur (Kocatürk 1970: 109). Dehhânî ’nin bugüne kadar ele geçen iirleri bir kaside ile altı gazelden ibaret olup toplam 79 beyittir. Biri özel kitaplıındaki bir mecmuada, dieri Eridirli Hacı Kemal’in Câmi’u’n-nezâ’ir adlı nazireler mecmuasında bulunan iki gazeliyle kasidesinin bazı parçaları ilk defa Fuad Köprülü tarafından yayımlanmı (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1926a), bunlara daha sonra Ömer bin Mezîd’in Mecmû’atü’n-nezâ’ir’inde bulunan dört gazel daha ilâve edilmitir (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1928). Mecdut Mansurolu, stanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki bir nazireler mecmuasında yer alan üç gazeli, son * * * * * 307 307 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER beyitlerindeki “dehânı” kelimesinin “Dehhânî” mahlasının vezin gerei deitirilmi ekli olabilecei düüncesiyle Dehhânî’nin iirleri arasına katmıtır (1942: 101-4). Ancak daha sonra bunun isabetsizlii Köprülü tarafından ortaya konmasına (1943: 396 [dipnot 1]) ramen, Mecdut Mansurolu bu üç gazeli Dehhânî’nin dier iirleriyle birlikte ayrıca neretmitir (1947). Bu üç gazelden birinin Hikmet laydın’ın “tahmin” kayd-ı ihtiyatıyla ifade ettii, M. Fatih Köksal'ın ise doruluunu teyid ettii gibi XV. asır airlerinden Resmî’ye, dier ikisinin ise XVI. asır âlim ve airlerinden Kemal Paa-zâde’ye ait olduu tespit edilmitir (laydın 1978; Köksal 2005). Hoca Dehhânî’ye ait olduu bilinen bütün iirler bazı filolojik düzeltmeler, bir indeks-sözlük ve orijinal nüshasının fotokopisiyle birlikte Hikmet laydın tarafından yayımlanmıtır (1978). Günay Kut, Dehhânî'nin bu yedi iirine bir iir daha ilâve etmitir (Kut 1988). Dehhânî ’nin, Firdevsî’nin eh-nâme’si biçiminde bir eh-nâme yazması için Sultan Alâaddîn Keykubâd’dan emir aldıı XIV. asır Anadolu âirlerinden Yârcânî’nin Karaman Oulları âh-nâmesi’nde kayıtlıdır. Dehhânî, bu emir üzerine 20.000 beyitlik Farsça bir elçuklu âh-nâme’si yazmıtır. Fakat ne yazık ki bu eser bugün ortada yoktur. * * * Beylikler Döneminde iir ve âir Selçuklu Devleti’nin Mool baskısı ile zayıflaması üzerine, bulundukları bölgelerde kendi adlarına hüküm sürmeye balayan Türkmen beylerinin, özellikle Arap ve Acem kültürüne fazla itibar etmemeleri, kavmî geleneklerine ve kendi bölge aızlarına verdikleri önem, ilim adamlarını, âir ve edipleri, sanatkârları korumaları, Türk dili ve edebiyatı için verimli bir dönemin balamasına zemin oluturmutur. Nitekim çou Türkçeden baka bir lisan bilmeyen beyler, özellikle yazılan manzum veya mensur eserlerin daha çok Türkçe olmasına özen göstererek, hem kendilerinin ve halkın faydalanmalarını salamılar hem de Türkçenin edebî dil yolunda önemli adımlar atmasına vesile olmulardır (Uzunçarılı 1988: 211; Korkmaz 1995: 427). Özellikle bu dönemde, beylerin tutumları sayesinde, bazı Farsça eserler manzum veya mensur olarak Türkçeye tercüme edilmi, hatta çeitli konularda telif birçok eser meydana getirilmitir. Bunda muhatabın ilme yeni balayan ve sadece Türkçe bilen “mübtedî (: örenci)”lerin olması da etkili olmutur. Ayrıca, bilgiyi yalnızca örencileri düünmeden daha büyük bir kitleye yani halka ulatırma düüncesi de, tercüme faaliyetinin baka bir sebebi olarak görülmektedir. Türkçe konuan halkın düünülerek eserin Türkçe telif ve tercüme edilmesi, müellif ile mütercimin sahip olduu ‘dil bilinci’ne ve Türkçe konuan halka ‘mensubiyet duygusu’na iaret eder. Faydanın yaygınlaması dileine istinaden Türkçe eser telif etmek ya da Türkçeye tercüme etmek, Anadolu Beylikler döneminin en önemli özelliklerinden birisidir. Özellikle dinî, tarihî ve edebî eserler bütün bir * * * * * * 308 308 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A halkın okuması, anlaması ve faydalanması için telif veya tercüme edilmeye balanmıtır. I. ve II. Murâd gibi bazı Osmanlı sultanlarının, yakınlarında bulunan âir, bilgin ve dier sanatkârları Türkçe telif ve tercüme eser vermeye tevik ettikleri de bilinmektedir. Bu tercüme faaliyetlerinde dil bilincinin de etkili olduunu belirtmemiz gerekir (bak. Fazlıolu 2003). Bu dil bilinciyle Beylikler dönemi Türk kültürü üzerinde kurulan Osmanlı Devleti'nin yükselii ile Türkiye Türkçesi ve kültürü, saray ve ordunun yanı sıra yüksek memurların da dili olmutur. Böylece Türkçe yazı dili olarak youn bir ekilde kullanılmaya balanırken Farsça ve Arapçaya olan rabet de o oranda azalmıtır. Özellikle bu durum Türk dil tarihi açısından oldukça önemlidir. Bu dönemin önde gelen âirleri ve eserleri unlardır: Bugünkü bilgilerimize göre, XIV. asrın en eski âiri Gülehrî'dir. XIII. asrın sonunda ve XIV. asrın baında yaamıtır. 717/1317'de kaleme aldıı Mantıku'ttayr'da geçen bazı beyitlerden, onun Kırehir'de zaviye sahibi, müridi çok ve bütün ehir halkınca tanınan, evinde her gece sema yapılan, saygıyla eli öpülen mehur bir eyh olduu örenilmektedir. Mutasavvıf bir âir olan Gülehrî, nazım tekniine hâkim, dili ve aruz veznini iyi kullanan yüksek derecede bir sanatkardır (Özkan 1996). Eserlerinden slâmî ilimler ile tasavvufun yanında mantık, felsefe, riyazet gibi aklı ilimlere de vakıf olduu anlaılan Gülehrı, birçok seya-hatte bulunarak kendi zamanındaki ve kendinden önceki âirlerin iirlerini okumutur. Eserlerinden Sa'dî, Attâr, Senâyî, Nizâmî ve özellikle Mevlânâ 'nın tesirinde kaldıı görülmektedir. Mevlânâ'nın etkisinde kalması, onun Mevlevî olabileceini akla getirse de, onun Mevlevî olabileceini dorulayan bir kayda, gerek mevlevî kaynaklarında, gerek silsilenamelerinde, gerekse kendi eserlerinde rastlanmamaktadır (Kocatürk 1982: 28-32). Gülehrî'nin Kırehir'deki Ahilik tekilatının eyhi, hatta büyük bir ihtimalle bu tekilatın kurucusu Ahi Evran’ın halifesi olduu da belirtilmektedir (Merhan 2004: 101). Gülehrî tarafından Gülen-nâme olarak da isimlendirilen Mantıku't-tayr (Cunbur 1952; Levend 1957; Merhan 2003; Yavuz 2007), Ferîdüddîn-i Attâr'ın aynı isimli eseri esas alınarak meydana getirilmi, vahdet-i vücut inancını ileyen alegorik bir mesnevidir. Eser, Türk diliyle Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceini ortaya koyma amacıyla kaleme alınmıtır. Attâr'ın eseri gibi aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılan mesnevinin beyit sayısı nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında deimektedir. Gülehrî, Attâr'ın eserindeki esas konuya sadık kalmakla beraber; onun eserinde geçen bazı manzumeler ile bazı kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii cevapları ve hikâyeleri çıkararak eserine almamı, Attâr'ın eserinde olmayan bazı hikâyeler ile kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii cevapları ise eserine eklemitir. Ayrıca Gülehrî, Attâr'ın eserini Türkçeye aktarırken onda geçen bir çok hikâyeyi çıkarmı, sadece yedi hikâyeye eserinde yer vermitir. âir, eserinde geçen hikâyelerden dördünü Mesnevî'den, birini Kelîle ve Dimne, Gülistân ve * * * * * * 309 309 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL Lema'at‘tan almıtır. Bundan dolayı eserin telifî bir özellie sahip olduu rahatlıkla söylenebilir. Gülehrî, eserinin çeitli bölümlerinde kendi dönemini eletirmesi, devrine ait bilimleri sayması, eserinde yer yer tabiat ve bahar tasvirleri ile iki tane temsile yer vermesiyle Attâr'dan ayrılmıtır. Gülehrî, eserinde hiçbir yerden almayıp bizzat kendisinin yazdıı Altı Eren/er Hikâyeti balıını taıyan bir hikâyeye de yer vermitir (Kartal 2004a). Devrine göre, bilinçli bir ekilde Türkçe sade bir dil kullanan ve zengin bir muhayyileye sahip olan Gülehrî'nin bu eserinin itinalı ve canlı bir anlatıma sahip olduu da görülmektedir. Eserde hissedilir bir lirizmin bulunduu, en mücerret ahlâkî nasihatleri verirken bile, müellifin okuyucuya bedii bir heyecan verdii de müahede edilmektedir. Felek-nâme (Kocatürk 1982 1984), lhanlı hükümdarı Gazan Han adına 701/1301 tarihinde Farsça olarak mesnevi nazım eklinde ve aruzun "fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıtır. Kelâm ilminin en önemli bahisleri arasında yer alan "mebde" ve "meâd" konusunun ilendii eser, "ulvî" âlemden "süflî" âleme gelenlerin, gelmeden önceki durumlarını ve süflî âleme niçin geldiklerini belirtmek için kaleme alınmıtır. Kerâmât-ı Ahi Evran (Taeschner 1955; Kartal 2009) da, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılmı, 167 beyitlik Türkçe küçük bir mesnevidir. Ahi Evran'ın fıtrî özellikleri, göstermi olduu kerametleri ve ahiliin kuralları hakkında bilgi verilmitir. Yahyâ b. Halîl'in Fütüvvetnâme'si içinde yer alan ve Mantıku't-tayr'dan alınan bazı beyitleri de ihtiva eden eserin Gülehrî'ye aidiyeti üphelidir (bak. Levend 1957: 12-14; Taeschner 1955; Merhan 2004: 100). Gülehrî'nin, 428/1037 tarihinde ölen Kudurî'nin el-Muhtasar adlı eserini, manzum olarak Kudûrî Tercümesi adıyla tercüme ettiini Mantıku't-tayr'daki: "Degme ilme akl yetüren bizüz / Kim Kudûrî nazma getiren bizüz" beyitten anlıyoruz. Ancak eser, bugüne kadar elimize geçmemitir. Gülehrî'nin bunlardan baka, kaside, gazel ve beyit eklinde müstakil olarak kaleme aldıı bazı iirlerine de rastlanmaktadır. Bu manzumelerden ikisi, Kerâmât-ı Ahi Evran nüshasında (Taeschner 1953), biri Ömer b Mezid'in Mecmû'atü'nnezâ'ir'inde (Canpolat 1982: 139-40), bir dieri TDK Ktp. Nr. A-120'de bulunan Mantıku't-tayr nüshasında (v. 169a, Levend 1957: 31), üçü Eridirli Hacı Kemâl'in Cami'u'n-nezâ'ir'inde (Beyazıt Devlet Ktp. Nr. 5782, v. 152b, 164b, 288b), bir beyti de, eyholu Mustafâ'nın Kenzü'l-küberâ ve Mehekkü'l-ulemâ'sında (Yavuz 1991: 58) yer almaktadır. Ayrıca Süleymaniye Ktp.nde bulunan bir yazmada da, bir iiri bulunmaktadır (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4311, vr. 197a). Gülehrî'nin bu manzum eserlerinin dıında Arûz-ı Gülehrî adında Farsça olarak kaleme alınan 16 varaklık bir risalesi vardır. Bu asrın dikkat çeken ahsiyetlerinden olan Âık Paa, 670/1272'de Kırehir'de domutur. Asıl adı Ali, mahlası Âık'tır. Önce Süleymân-ı Kırehrî'den, daha sonra lyas Paa'nın halifelerinden eyh Osmân'dan ders aldı. Anadolu Valisi Timurta Paa'nın vezirliini yaptı. Bazı siyasî olaylara karıtıı için Mısır'a gitti Amasya'ya geri dönerken Kırehir'e geldiinde hastalandı ve orada 733/1332'de vefat etti. Arapça, Farsça, Ermenice ve branice bilen Âık * * * * * * * 310 310 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Paa, yeni Türk devletinin kuruluunda temel meseleleri öne süren ve fikirler getiren bir bilgin olarak görülmektedir. Bunu yaparken ie Türkçe ile balamı, Türkçe için yeni fikirler getirmi ve bir devlet için dilin önemini özellikle vurgulamıtır. Böylece, geçmite yapılan hatalı davranıı belirterek Türkçeye dönüte önemli rol oynamıtır. fade ve bilgi olarak Orhon Abideleri, Kutadgu Bilig, Dede Korkut, Mesnevî ve Yûnus'tan etkilenen Âık Paa, bazı sözleriyle Süleymân Çelebi'yi yönlendirerek Mevlid'in temelini oluturmutur. Edebiyatımızda Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ vü Mecnûn gibi ak hikâyelerini ilk defa kaleme alan Âık Paa, miracname ve mevlid gibi türlerin yazılmasına da öncülük etmitir. Yine ak içerisinde iledii gül ile bülbülün hususiyetleri, daha sonraki dönemlerde müstakil olarak ilenmitir. Ayrıca Hz. Hızır'ın hayatını anlatan Âık Paa'nın menkıbe türü içinde de ilk sırada yer aldıı görülmektedir (Yavuz 2003: 31-32, 2000: 1/1 L1-L1V). 730/1330 yılında yazılan ve 10.592 beyit olan Garîb-nâme (Yavuz 2000), aruzun "fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün" kalıbıyla nazmedilmi olup on bölümden meydana gelmektedir. Dinî, tasavvufî ve öretici bir eser olan ve halkı eitme amacıyla yazılan Garîb-nâme, Anadolu 'da Türk tasavvuf edebiyatının en eski ve tesirli eserlerinden biridir. Türk edebiyatının benliini koruyarak geliip yayıldıını gösteren ve tamamen telifî bir mahiyete sahip olan mesnevi, on bâb'a ve her bâb on destana ayrılmıtır. Birinci bâb'da vahdet (birlik), ikincide vücut ve ruh, üçüncüde mazi, hal ve istikbal, dördüncüde dört unsur, beincide be duygu, altıncıda yaratılıın altı günü, yedincide yedi kat gök, sekizincide sekiz cennet, dokuzuncuda nefes, onuncuda on mevzu anlatılmaktadır. Her bâb'da bulunan on destanda da, bâb'ın esas konusuyla ilgili deiik hikâyeler anlatılmakta, bunların baında ve sonunda bazı nasihat ve öütler verilmektedir. Eserde yaklaık olarak 550 konu üzerinde durulmutur. Tasavvufî bir ansiklopedi olarak nitelendirilebilecek olan eserde, nasihat üslubu hâkim olmakla beraber; birçok yerlerinde temsil yoluyla bazı hikâyelere yer verilmitir. Bu hikâyeler arasında gerçek hayattan alındıı intibaını verenlere de rastlanmaktadır. Bu yönüyle eser, aynı zamanda önemli bir hayat kitabı hüviyetine sahip görünmektedir. Çünkü, halk üzerindeki büyük tesiri, dinî ve tasavvufî bilgilerin yanında, hayat kültürünü de yansıtmasından kaynaklanmaktadır. XIV. asır Anadolu Türkçesinin hususiyetlerini yansıtan eserin, uurlu bir ekilde Türkçe olarak yazılması da dikkate deerdir. Nitekim Âık Paa, bu asır Anadolu'sunun siyasî ve ideolojik birliinin salanmasında, halkı eitmekte ana dilinin gücüne ve yararına inanmı bir aydın olarak karımıza çıkmaktadır. Garîb-nâme'de, * * * * * * Türk diline kimseler bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri nce yolu, ol ulu menzilleri * * 311 311 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER diyerek üzülen Âık Paa, yeni Türk nazım dilini uurla ilemee çalımı, bazen ho ve güzel mısralar kaleme almı ve eserini uurlu olarak Türkçe yazmıtır. Hatta Arapça ve Farsça tamlamalara sadece gerek duyduunda ve çok az olarak yer vermitir. Ayrıca, bazı beyitlerde Arapça ve Farsça kelimelere hiç yer verilmedii gibi, alınanlar da ölçülü olarak alınmıtır. Âık Paa'nın ilmî ölçülere uygun olarak pek çok kelime türettii de dikkat çekmektedir. sminden de anlaılacaı gibi, orijinal yani garip eylerin anlatıldıı Garîb-nâme, hem tertip ekli hem de hendesî yönü itibariyle Türk kültür tarihi içerisinde bir benzeri olmayan eser konumundadır (Yavuz 2003: 37-38). Âık Paa, 161 beyitten oluan ve tasavvufî bir mesnevi olan Fakr-nâme (Jemma 1954; Levend 1988a)'de alçak gönüllülüü, dünya nimetlerini hiçe sayarak azla yetinmeyi ele almı ve onu Tanrı tarafından türlü renklerle bezenmi "Fakr" adlı bir ku olarak tasvir etmitir. 39 beyitten oluan Vasf-ı Hâl (Levend 1988a)'de, her ne kadar âirin adı geçmese de, onun Garîb-nâme'nin sonunda yer alması Âık Paa'ya ait olduu fikrini kuvvetlendirmektedir. âir bu mesnevisinde "hâl"i, "hâl"in çeitlerini ve nasıl geçirilmesi gerektiini ilemitir. Kemal Yavuz, Fakr-nâme ve Vasf-ı Hâl adlı mesnevilerin sonradan yazıldıı için Garîb-nâme destanlarının içerisine girememi kıssalar olduunu kaydetmektedir. Ona göre, her iki eser de, yapı olarak Garîb-nâme'nin her bir bâb’ındaki on destandan birine paralellik göstermektedir. Bunların tertip ve anlatımında da tamamen Garîb-nâme kıssalarının havası vardır. Hatta bazı beyitleri ortak olup tekrarlanmaktadır (2000 1/1 LIX). Âık Paa'nın 59 beyitten oluan Hikâye (Levend 1988b) isimli mesnevisi, Raif Yelkenci'ye ait bir Garîb-nâme nüshasının sonunda bulunmaktadır. ddia sahibi olmamayı, mânâ ve hikmete önem vermeyi öütleyen bu mesnevide, bir Müslüman, bir Hıristiyan ve bir Yahudinin baından geçenler anlatılmaktadır. Âık Paa'ya ait olduu üpheli görünen Kimyâ Risâlesi'nin (Levend 1988b) bir nüshası Çorum l Halk Kütüphanesi 2889 numarada kayıtlıdır. Bursalı Mehmed Tahir, Âık Paa'nın telifatı arasında Risâle fî Beyâni's-semâ adlı bir eser adı zikrederse de, bu isme baka kaynaklarda rastlanmamaktadır (1333: 1/110). Henüz ele geçmeyen bu risalenin de, Âık Paa'ya aidiyeti üphelidir. Garîb-nâme nüshalarının sonunda yer alan Elif-nâme manzumesi, türünün ilk örneini tekil etmesi bakımından dikkat çekmektedir. âir, bu iirlerin her birine bir harfle balamı ve her cüzün baında da, o harfle balayan bir kelimeye yer vermitir. Genel olarak aruz vezniyle yazılan Elif-nâme'nin bazı cüzleri hece vezniyle kaleme alınmıtır. Bir nüshada dörtlük eklinde yazılan manzumenin, dier nüshalarda musammat gazel formunda yazıldıı görülmektedir. Otuz iirden oluan Elif-namenin altı bölümünü Sadettin Nüzhet Ergun (1936: 129), 29 bölümünü de, Abdülbaki Gölpınarlı (1992: 296-315) neretmitir. Elif-nâme, son olarak Mustafa Demirel tarafından bir incelemeyle birlikte tenkitli metin olarak yayımlanmıtır (1994). Âık Paa'nın Garîb-nâme'de bulunan gazellerinden baka, eski nazire mecmualarında da bazı iirlerine rastlanmaktadır. Bu iirlerde, balangıca ait * * * * * 312 312 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A bazı aksaklıklar görülmektedir. Yûnus Emre 'nin tesiri altında bazen hece vezniyle, bazen de aruzun heceye yakın kalıpları ile yazdıı gazel-ilahîlere rastlanmaktadır. Ancak, bunların Yûnus Emre'deki sanat ve lirizmden mahrum olduu bir gerçektir. Bununla beraber; Türk iir dilinin geliiminde Âık Paa'nın önemli bir yeri olduu inkar olunamaz bir gerçektir. Önce Abdülbaki Gölpınarlı, Âık Paa'nın iirlerinin 14 tanesini yayımlamı (1936), sonra S. Nüzhet Ergun Türk airleri'nde 15 iir daha yayımlamıtır (1936: 1/135-44). Abdülbaki Gölpınarlı, daha sonra 67 tane olan iirlerinin tamamını neretmitir (1992: 295-346). Son olarak O. Kemal Tavukçu, Âık Paa'nın eksik olan Fürkat-nâme isimli mesnevisi ile 2 gazelini (1995), M. Fatih Köksal ise, eksik bir mesnevisi ile bir gazelini (2005) ilim âlemine tanıtmıtır. eyyâd Hamza, daha önceleri XIII. asır âirleri arasında zikredilmekteydi (Köprülüzade Mehmed Fuad 1922, 1337). Ancak son zamanlarda yapılan aratırmalar neticesinde, 1348 yılında daha hayatta olduu anlaılmıtır (Akar 1987). eyyâd Hamza'nın Anadolu 'da dolaıp halka dinî-tasavvufî iirler söyleyen ve kendilerine belki de "eyyâd" ismi verilen gezgin derviler topluluundan olduu sanılmaktadır (Timurta 1990: 196-97). Hem aruz hem de hece vezniyle yazılmı iirleri vardır (Mansurolu 1942, 1946, 1946-1947; Onan 1949; Buluç 1956a, 1963, 1969; Akar 1987). iirlerini mesnevi, kaside ve gazel nazım ekillerinin yanında, dörtlükle de yazmıtır, iirlerini dinî-tasavvufî düünceyle yazan eyyâd Hamza'nın iki tane din dıı gazelinin bulunması, onun dinî-tasavvufî tarafının yanında, dünyevî boyutunun olduunu da göstermektedir. âirin Dou Türkçesine yaklaan iirinin olması da, dikkat çekicidir. Bu iirler, ekil ve eda yönünden Ahmed-i Yesevî ile balayan nazım geleneinin bir devamı olarak görülmektedir. iirlerinin özellikle ekil, ifade ve üslup bakımından farklı oluu, bunların bir kısmının eyyad Hamza'ya aidiyetini kukuya düürtmektedir. eyyâd Hamza'nın Yûsuf u Zeliha (Dilçin 1946)'sı, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün' kalıbıyla nazmettii 1529 beyitlik bir mesnevidir. Eser, konusu itibariyle klasik tertibe uygun, Kur'ân'daki Yûsuf kıssasına dayanan dinî bir ak hikayesidir. Eseri yazarken Kur'ân tefsirinden de istifade eden eyyâd Hamza, konuyu kendi duygu ve düünce dünyası içerisinde gelitirerek anlatmıtır. âir, dinî bir hüviyet taıyan eserini, meclislerde rahatlıkla okunabilmesi için, sanat gösterme kaygısından uzak bir ekilde kaleme almı, her türlü edebî sanattan, benzetmelerden ve edebî tasvirlerden mümkün olduu kadar arındırmı ve sade bir dil kullanmıtır. Kur'ân'da, Zeliha'nın Yûsuf'a aık oluu, açık bir ekilde anlatıldıı ve âirin bunu bildii hâlde Zeliha'yı Yûsuf'a rüya görme yoluyla aık ederek klasik mesnevilerde mutlaka bulunan rüya yoluyla âık olma motifini tatbik etmeye adeta kendini mecbur hissetmitir. eyyâd Hamza, mesnevisinin çeitli yerlerine serpitirdii 'nükte" balıklı kısımlarda, çeitli nasihatlerde bulunmutur (entürk 2002: 49-50). Semih Tezcan, eyyâd Hamza'nın bu eserini, aslında Ahmed Fakih ile aynı kii olduunu savunduu Sula Fakih'in * * * * 313 313 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER AHMET KARTAL aynı isimli eserinden büyük ölçüde esinlenerek, zaman zaman da onun beyitlerini olduu gibi aynen alarak ve üçte bir oranında özetleyerek yazdıını belirtmektedir. Sula Fakih'in eseri, eyyâd Hamza'nınkine nazaran daha akıcı ve çok daha rahat söylenmitir (1994: 82-83). Gazneli Devleti'nin en mehur hükümdarı Gazneli Mahmûd ile bir dervi arasında geçen karılıklı konumayı konu edinen Dâstân-ı Sultân Mahmûd (Buluç 1969), 79 beyitlik küçük bir mesnevidir. Özellikle ihtiva ettii bazı kısa canlı tasvirî ifadelerle dikkat çeken bu eserde, dünyanın faniliini vurgulamaya çalıan eyyâd Hamza, kudretli bir hükümdar olan Gazneli Mahmûd ile yoksul dervii, yani madde ile mânâyı karılatırarak, nefsine hükmetmesini bilen derviin varlık ve ihtiam içinde olan sultandan üstünlüünü vurgulamıtır (entürk 2002: 50). XIII. asır mesnevilerinden biri olarak deerlendirilen Ahvâl-i Kıyâmet (Çelebiolu 1999: 39; Dilçin 1978)’in XIV. asırda yazıldıı anlaılmıtır (Mazıolu 1982: 89; Akar 1987: 9-12). "Maher-name" türünden dinî-didaktik halk tipi bir mesnevi olan eser, konusunu bir hadisten almaktadır. 344 beyitten oluan ve aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılan eserde, kıyametin nasıl kopacaı, bütün evreni dolduran varlıklar ve meleklerin nasıl ölecei ve yeniden nasıl dirilecei, peygamberlerin, be halifenin ve Hz Peygamber'in ümmetine nasıl efaatçi olacaı ve hangi kavimlerin bölük bölük cennete ve cehenneme gidecekleri sade bir dil ve üslupla anlatılmıtır. XIV. asır âirlerinden birisi de, Ahmed Fakîh'tir. Anadolu 'da yazılan ilk Türkçe eser meselesi üzerinde, ilk defa duran kii olan Fuad Köprülü, yazdıı bir makaleyle Anadolu Selçukluları döneminde yaayan Ahmed Fakîh isimli âiri ve onun Türkçe olarak yazdıı Çerh-nâme isimli kasidesini tanıtmıtır (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1926b, 1926c). Köprülü bu makalesinde, Çerhnâme'nin yazarı olan Ahmed Fakîh'in, Menâkıbu'l-ârifîn'de geçen ve 618/1221 yılında vefat ettiinde cenaze namazını Mevlânâ 'nın kıldıı belirtilen zat (Ahmet Eflâkî 1989: 1/452-53) olduunu ileri sürmütür. Ancak Menâkıbu'l-ârifîn'de verilen bazı bilgilerden hareketle, onun XIII. asrın ortalarına kadar yaadıına hükmetmitir. Bu tespitine dayanarak da, Anadolu'da XIII. asrın ilk yarısından itibaren Türkçe eserler yazıldıını belirtmitir. Konya'daki Fakîh Ahmed Türbesi'nin alınlıındaki kitabede, "Seyyidü'lmeczûbîn" diye vasıflandırılan Fakîh Ahmed'in, 618/1221 yılında vefat ettii kayıtlıdır. Ahi Evren eyh Nasîruddîn Mahmûd, Sadruddîn-i Konevî'ye yazdıı mektuplarının birinde, bu Fakîh Ahmed'den bahsetmitir (Bayram 2004: 108). XIII. asrın ikinci yarısında kaleme alınan ve Anadolu 'da yazılan ilk menakıbname olan Menâkıb-ı eyh Evhaduddîn-i Kirmânî adlı eserde, Hak dostlarından olduu belirtilip hayret makamında bulunduu kaydedilerek, Fakîh Ahmed’den söz edilmitir (Cokuner 1994 149). Mikail Bayram, bahsedilen Fakîh Ahmed'in bütün kaynaklarda "meczub" ve "mecnun' bir dervi olarak geçtiini, böyle "meczub" ve "delimen" bir derviin düzenli ve mürettep bir eser yazmı olamayacaını savunur. Daha sonra, 651/1253 * * * * * * 314 314 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A yılında düzenlenen Celâlüddîn Karatay Medresesi Vakfiyesi'ne imza koyan ve Konya Sedirler Mahallesindeki eyh-i Aliman adına ina edilen türbe kitabesinde adı geçen baka bir Fakîh Ahmed'in yaadıını, Eflâkî'nin bu asırda Konya'da yaayan iki ayrı Fakîh Ahmed’den habersiz olduu için, bu zat hakkındaki bilgileri 618/1221 yılında ölen Hâce Fakîh Ahmed'e izafe ettiini ve bu Fakîh Ahmed'in 651/1253 yılından sonra, Mevlânâ 'dan önce öldüünü ifade eder. Birinci Fakîh Ahmed'in, Mevlânâ'nın babası Bahâüddîn Veled'in müridi olduunu belirttikten sonra, Mevlânâ'nın cenazesini kıldıı bildirilen kiinin ikinci Fakîh Ahmed olduunu kaydeder. Daha sonra, Çerh-nâme ile Kitâbu Evsafı Mesâcidi'-erîfe adlı eserlerin, bu ikinci Ahmed Fakih'e ait olduunu söyler. Mikail Bayram, bu arada 746/1345 yılında Karaman'da vefat eden bir üçüncü Fakîh Ahmed bulunduunu; ancak mezkur iki eserin bu zata ait olabileceinin zayıf bir ihtimal olduunu kaydeder (2004: 108-10). Osman Fikri Sertkaya da, kiilikleri birbirine karıtırılmı farklı Ahmed Fakîhler hakkında geni bilgi vermitir (1989). Semih Tezcan ise, XIV. asrın ortalarında çıkan veba salgınından Çerh-nâme'de de bahsedildii için, eserin en erken 1350 tarihinden sonra yazılmı olabileceini ifade ederek, Ahmed Fakîh'in XIV. asır âirlerinden olduunu belirtir. Ayrıca bu dönem mesnevi âirlerinden olan ve Yûsuf u Züleyhâ'yı yazan Sula Fakih veya Süli Fakîh'in, Muhammed Hanefî Cengi yazarı Dervî Fakîh'in, Çerh-nâme yazarı Ahmed Fakîh'in aynı kii olabileceini kaydeder. Hatta, dil ve üslup bakımından benzerlik gösteren ve "fâilâtün fâilâtün fâilün" vezniyle yazılan Cimcime Sultân, Ahvâl-i Fâtıma, Dâsitân-ı Geyik, Kesik Ba gibi manzum hikâyelerin bir kısmının da, XIV. asrın ortasında hayatta olan bu âire ait olduunu belirtir (1994). Ahmed Fakîh'in manzum eserlerinden olan Çerh-nâme (Köprülü 1926c; Mansurolu 1956; Büyük Türk Klasikleri 1985: 1/264-68), Eridirli Hacı Kemâl'in Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde (nr. 5782) bulunan Câmi'u'n-nezâ'ir isimli nazireler mecmuasında (vr. 289a-291 b) yer alan bir kasidedir. Mecmuanın sonundaki listeye göre, 100 beyit olması gereken iirin son 17 beytinin bulunduu yaprak koptuu için, bugün 83 beyti elimizdedir. Aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan ve dinî-tasavvufî mahiyette olan iirde, dünyanın faniliinden, dünya zevklerine kapılmanın yanlılıından bahsedilmi, ölüm hatırlatılarak bu dünyada ahiret için hazırlanmanın gereklilii vurgulanmıtır. Halkı eitmek ve bilgilendirmek için yazılan eserin, sanat teknii ve üslubu bakımından önemi yoktur. Anadolu Türkçesinin ilk örneklerinden olması sebebiyle, dil bakımından önemlidir. Çerh-nâme'nin, Eski Anadolu Türkçesinin en eski örnei olduu görüünün yanlı olduunu savunan Osman F. Sertkaya, onun dil özellikleri itibariyle XIV. asrın ikinci yarısı ile XV. asrın ilk yarısında yazılmı olması gerektii düüncesindedir (1989: 66-67). Nitekim Semih Tezcan'ın, XIV. asrın ortalarında çıkan veba salgınından Çerhnâme'de de, “Gözünile nice gördün i uslu / Ki ma'sûmlar kırılmıdur vebâdan" beytiyle bahsedildii için, eserin en erken 1350 tarihinden sonra yazılmı olabilecei görüü de, bu düünceyi desteklemektedir (1994: 86-87). Bu da, * * * 315 315 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER Çerh-nâme'nin XIII. asırda yaadıı varsayılan Ahmed Fakîh'e ait olmadıını göstermektedir. Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'-erîfe (Mazıolu 1964, 1974), aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılmı olup, 339 beyitten olumaktadır. Mesnevi nazım ekliyle yazılan eserin içindeki iki parçada gazel, sondaki dört manzumede ise, gazel-kaside kafiye düzeni kullanılmıtır. lk yapraktan sonra gelen bazı yaprakların koptuu anlaılan eserin, esasında hacim olarak daha fazla olduu tahmin edilmektedir. Eserde, bir grup arkadaı ile hacca giden Ahmed Fakîh'in bu esnada gördüü am, Kudüs, Mekke ve Medine ile oralarda ziyaret ettii kutsal mekânlar anlatılmaktadır. Osman F. Sertkaya, Çerh-nâme gibi, bu mesnevinin de, gerek dil özellikleri, gerekse yazarının eserde eriat kurallarına balı, düzenli yaayıı olan bir kiilik sergilemesi sebebiyle, mezkur Ahmed Fakîh'ten baka bir Ahmed Fakîh'in olabilecei görüündedir (1989: 67). Ahmed Fakîh'in bu manzum eserlerinin dıında, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Seminer Kitaplıı'nda (nr. 4453) bulunan bir yazma içerisinde (v. 83b-87b) be ayrı manzumesinin bulunduunu, yine O. F. Sertkaya bildirmektedir. Bunlardan dördü, on bir beyit fazlasıyla Kitabu Evsâfı Mesâcidi'-erîfe içerisinde yer almakta, yedi beyitlik besinci manzume ise, bu eserde bulunmamaktadır. Bu durum, bu nüshanın Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'-erîfe'nin eksik bir baka nüshası olduunu düündürtmektedir (1989: 67). Bu dönemin önemli âirlerinden olan Mes'ûd b. Ahmed'in hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur. sminin Mes'ûd olduunu, Ferheng-nâme-i Sa'dî isimli mesnevîsinde belirten âir, babasının adının Ahmed olduunu, yine bizzat kendisi Süheyl ü Nev-bahâr'ında belirtmektedir. Mes'ûd bin Ahmed'in örencilerinden olan eyholu, hem Kenzü'l-küberâ ve Mehekkü'l-ulemâ'da hem de Kabûs-nâme çevirisinde üstadına özel bir deer vererek ondan "Hoca" diye bahsetmesi, onun ulema sınıfına mensup olduunu gösterir. Kenzü'l-küberâ'da ise, "üstad" diye söz etmesi, bu görüü desteklemektedir. Hoca Mes'ûd'un nereli olduu, yahut nerede yaadıı konusunda çeitli görüler ileri sürülmü olup, onun Germiyan Beylii sınırları içerisinde yaadıı veya doduu düüncesi rabet görmütür. Hoca Mes'ûd'un eserlerinde, vezin ve kafiye kusurları bulunmakla birlikte, klasik nazım tekniini iyi bilen, Klasik edebiyatın estetik anlayıı içerisinde iirler yazabilen bir âir olduu görülmektedir. O, tercümenin yaratıcı bir sanat yetenei gerektirdii sırrını kavrayan bir sanatkârdır. Türkçeye tercümeler yaparken, sadece sözcük ve kavramlar aktarmamı, kendi yaratıcı gücünden birçok ilavelerde bulunmutur. Nitekim Âık Çelebi'nin Süheyl ü Nev-bahâr için söyledii, "egerçi Fârisîden mütercem idi ammâ ba'zı ma'nîler bulmıdur" sözleri, bunu destekler mahiyettedir. Anadilini seven ve ona saygılı olan Hoca Mes'ûd, Türkçenin o günkü bütün anlatım imkânlarını gücü yettiince kullanmı, bunda da, üstün bir baarı göstermitir. Okuyucuya karı sorumlu bir sanatçı titizlii * * * 316 316 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A taıdıı anlaılan Hoca Mes'ûd, sadece eserinin beenilmesini, kendisinin takdir edilmesini düünmemi, eserini okuyanların ondan gereince bedii zevk almalarını da amaçlamıtır (Dilçin 1991: 17-21). Süheyl ü Nev-bahâr (Mordtmann 1925; Banguolu 1938; Dilçin 1991; Tezcan 1994), Hoca Mes'ûd'un 751/1350 tarihinde aruzun "feûlün feûlün feûlün feûl" kalıbıyla nazmettii bir mesnevisi olup, 5703 beyitten olumaktadır. Eser, Türk edebiyatında beeri ak konusunda yazılmı ilk mesnevi olup, türünün en baarılı örneklerindendir. Klasik tarzdaki mesnevilerde bulunması gereken bütün bölümleri ihtiva eden eserin, dı ve iç yapısı salam bir kurulu göstermektedir. Türkçenin aruza uygulanmasının yarattıı az sayıdaki bazı fonetik bozukluklar ve zorlamalar dıında, genellikle ilk örneklerde görülen acemilik ve teknik açıdan ilkellik Süheyl ü Nev-bahâr'da görülmez. Kafiyeler zengin ve ahenklidir. Türlü aliterasyon ve cinaslarla iç ahenk de salanmıtır. Akıcı ve sade bir dille yazılan eserde, anlatım söz sanatlarıyla zenginletirilerek kuruluktan uzaklatırılmıtır. Tasvirler canlı ve durumun bütün yönlerini yansıtabilecek niteliktedir. Eser, bu özellikleriyle XIV. asır Türk edebiyatında önemli bir yer kazanmıtır (Dilçin 1991: 182-83). Farsçadan tercüme edilen eserin, ran edebiyatındaki orijinali bugüne kadar henüz ele geçmemitir. Bundan dolayı Hoca Mes'ûd'un tercüme sırasında aslına ne ölçüde sadık kaldıı bilinmemektedir. âir, mesnevîsinin uygun gördüü yerlerinde ahenkteki monotonluu gidermek ve kahramanların psikolojilerini yansıtmak için on be gazele yer vermitir. Buralarda âirin üslûbunu yakalamak mümkündür. Hoca Mes'ûd'un bildirdiine göre, eserin ilk bin beytini yeeni zzeddîn Ahmed, kalan kısmını ise, kendisi kaleme almıtır. Asıl adı Kenzü'l-bedâyi' olan eser, Yemen padiahının olu Süheyl ile Çin fafurunun kızı Nev-bahâr arasındaki akı ilemektedir. âir, Süheyl ile birlikte, Kaytas, haydut Sâlûk ve Yahudi tüccarı da Nev-bahâr'ın aıkları arasında göstererek, eserin asıl temi olan ak konusu üzerinde ısrarla durarak vakanın akıını bir eksen etrafında younlatırmayı baarmıtır. Ayrıca romantik bir konuyu isledii eserinde, yer yer dinî ve ahlakî nasihatlere de yer verdii görülmektedir. Anadolu sahasında kaleme alınmı mesneviler arasında klasik tertibe göre düzenlenmi ilk eser diyebileceimiz bu mesnevi, aynı zamanda edebî tasvirler bakımından parlak bir edebiyatın da ilk müjdecisidir. Eser, telif edildii yıllarda Anadolu'da yerlemekte olan Türkler arasında o zamana kadar okunan dinî-tasavvufî-uhrevî mesnevilerin yanı sıra, dünyevî heyecanları ileyen mesnevilere de yer verilmek suretiyle, cemiyetin edebî temayülünü aksettirmesi bakımından da dikkat çekicidir (entürk 2002: 53). Sa'dî-i îrâzî'nin Bôstân isimli eserinin muhtasar tercümesi olan Ferhengnâme-i Sa'dî (Kilisli Rifat vd 1340-1342). 755/1354 tarihinde aruzun "feûlün feûlün feûlün feûl" kalıbıyla yazılmı olup, 1073 beyittir. Hacim bakımından Bostân'ın dörtte biri kadar olan eser, dinî ve ahlakî konularda öütleri ve bunlarla ilgili hikâyeleri ihtiva eden didaktik bir mesnevidir. Anadolu insanını manen aydınlatmak, onlara çeitli konularda bilgi ve nasihat verme düüncesinde olan Hoca Mes'ûd'un geni halk kitlelerine ulamak için, o günkü Türkçenin * * * * * * 317 317 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER imkânlarını kullanarak eserini yazma gayretinde olduu, bunu yaparken de, oldukça sade ve akıcı bir Türkçe kullandıı görülmektedir. Edebî yönden, müellifin dier eseri Süheyl ü Nev-bahâr kadar önemli olmasa bile, ran edebiyatının tanınmı didaktik eseri olan Bostân'ın Türkçeye manzum ilk tercümesi olması, yazıldıı dönemin dil hususiyetlerini ihtiva etmesi ve müellifin uurlu bir ekilde Türkçe olarak yazması bakımından önemlidir. Hoca Mes'ûd, eserini olutururken Sa'dî'den farklı ve müstakil olarak "Sebeb-i Tercüme-sâhten ve Ta'yîn-i Târîh" bölümünü yazmı ve "Der-Nasîhat-i Mülûk ve Selâtîn" bölümünü ise, eserine eklemitir. Ayrıca, eserinin asıl bölümünde Sa'dî gibi eserini bölümlere ayırmamı; Bostân'daki tertibe balı kalarak istedii kısımları seçip tercüme etmi ve onlara uygun balıklar eklemitir. Bazen Bostân'da bulunmayan beyitler ilâve etmitir (bak. Kartal 2003ç). Hoca Mes'ûd'un üçüncü mesnevîsi ise, manzum Kelîle ve Dimne (Adamovic 1994; Tezcan 1996) tercümesidir. âir, gençliinde mensur olarak tercüme ettii Kelîle ve Dimne'yi, hayatının sonuna doru manzumeletirmitir. Hoca Mes'ûd'un Aydınolu sa Bey'in teviki üzerine, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla I. Murâd için kaleme aldıı mesnevi, 4068 beyitten müteekkildir. Ebu'l-me'âlî Nasrullah'ın 1150 tarihinde Gazne'de yazdıı Farsça eser esas alınarak tercüme edilen Kelîle ve Dimne'de, Nasrullah'ın eserindeki son yedi bölüme yer verilmemitir (Tezcan 1995). Ahmedî, bu dönemde yetien en önemli âirlerden biridir. 735/1334-35 yılında doduu tahmin edilen Ahmedî, bilgisini artırmak için Mısır'a gitmi ve orada eyh Ekmeleddîn'in örencisi olmutur. Tasavvuf ile dinî ilimlerin yanında tıp, astronomi, astroloji, geometri, felsefe, tarih, mitoloji, belagat, dilbilgisi gibi ilimlere de vakıf olan Ahmedî, Mısır'dan tekrar Anadolu 'ya dönünce bir ara Aydınoulları'ndan Ayas Bey'e intisap etmi, sonra Germiyan Beyi Süleymân âh'ın hocası ve müaviri olmu, daha sonra ise; Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bâyezîd'in hizmetinde bulunmu, onun malubiyeti üzerine Timur'un yanında kalmıtır. Sonra ehzade Emîr Süleymân ile Edirne sarayında bulunmu, ardından Sultân Çelebi Mehmed'e intisap etmi ve seksen yalarında Amasya'da ölmütür. Döneminde, Eski Anadolu Türkçesiyle eser verenlerin üstatlarından olan Ahmedî, çeitli konularda kaleme aldıı manzum eserleriyle, hem Anadolu sahası Türk dilinin gelimesinde hem de klasik Türk edebiyatının kurulmasında büyük katkıda bulunmu bir âirdir. Türk iirinde, Hoca Dehhânî ile balayan devrin içtimaî hayatına dikkat etme ve en mühim içtimaî olayları iirde kullanma temayülü, Ahmedî'de de kendisini göstermektedir (Banarlı 1987: 388-89) Zaten Ahmedî'nin dikkat çeken yönü, Elvân Çelebi, eyholu, Gülehrî gibi âirlerin elinde artık belli olmaya balayan Türkçenin aruza uyabilecek kelime ve deyimlerini, büyük Fars âirleri gibi mânâ ve lafız sanatlarına göre tanzim etmede, ilk baarılı örnekleri vermesidir (Çavuolu 1982: 37). Ahmedî, aslında Türkistan ile ran topraklarında Türk asıllı hanedanların, iire ve âire sempati ile yaklaıp onları desteklemeleri ve Türk asıllı âirlerin söyledikleri Farsça * * * * * * * * * * 318 318 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A iirlerle gelierek en olgun seviyesine yükselen klasik ran iir mektebini, onun sanat inceliklerini ve bütün ortak slam medeniyeti kültürünü Türk iirine kuvvetli bir ekilde intikal ettirmekle birlikte, Türk iirinde kurulan milli bir söyleyi geleneinin de temelini atan büyük bir âirdir (Banarlı 1987: 388-90). Ahmedî'nin sanat bakımından en kıymetli eseri olan Türkçe Dîvân'ında (Akdoan 1979, 1988a) 74 kaside, 2 terci-bend, 6 terkib-bend, 1 mersiye, 1 musammat ve 764 gazel bulunmaktadır. Divanda yer alan kasidelerin aynen gazel gibi kafiye sırasına göre alfabetik olarak dizilmesi dikkat çekmektedir (Levend 1988d: 102). Klasik edebiyatın Anadolu sahasındaki belirgin temel talarından olan bu eserin, en önemli yönlerinden biri, yaklaık bir asır boyunca âirlerin büyük bir kısmının bu eserde yer alan iirlere nazire yazarak yetimeleri (entürk 2004: 5), dieri de bugün Osmanlı Edebiyâtı sahasının elde mevcut en eski divanı olmasıdır (Akün 1994: 400). Nitekim Mecma'u'n-nezâ'ir'de yer alan 23 zemin iirine, yaklaık 134 âir tarafından 249 tane nazire yazılması da, Ahmedî'nin iirlerinin etkisini göstermektedir (Köksal 2001: 1/153-54). Ahmedî'nin skender-nâme (Ünver 1974, 1983; Akdoan 1988) adlı eseri, XIV. asırda yazılan mesnevilerin en önemlilerinden olup, edebiyatımızda bu konudaki mesnevilerin ilki ve en baarılı örneidir. Ayrıca Anadolu'da, Nizâmî'nin skendernâme'sine yazılan ilk naziredir. Emîr Süleymân'a sunulan eserin beyit sayısı, bazı nüshalara göre yedi binden az, bazı nüshalara göre ise, sekiz binden fazladır. Balangıç bölümü, klasik mesnevi anlayıı içersinde düzenlenen eserde, dier mesnevilerde görülen "sebeb-i te'lîf" bölümü yoktur. Ahmedî, giri bölümünden sonra gelen dâstân balıkları altında, skender'den önceki olaylardan balayarak, dou edebiyatlarında ilenen ortak bir konu olan Makedonyalı Büyük skender'in ölümüne kadar süren savalarını, yolculuklarını ve baka etkinliklerini anlatır. Ahmedî, bu ortak konuyu ilerken, hem kendisinden önceki manzum skender hikâyelerinden hem de bunlar dıındaki kaynaklardan yararlanmıtır. Bu etkilenme, hiçbir zaman çeviri yahut yakın anlatımla aktarma ölçüsünde olmayıp, ancak olayların genel çizgilerinin benzemesi anlamındadır. Ahmedî'nin bu eseri, vezni, düzeni, deiik konulara yer verii ve ele aldıı konuların ilenii bakımından ran edebiyatındaki örneklerinden oldukça farklı ve orijinal bir mesnevidir. Çünkü Ahmedî, slamî bir ilim ve kültür kitabı mahiyeti verdii eserinde, skender'in hayatı ve hareketleri etrafında çeitli münasebetler düürerek hemen her konunun içinde veya sonunda devrinin ilim seviyesine göre türlü bilgiler vermi, dinî, ahlakî ve hayatî telkinlerde bulunmutur. Eserde, yer yer sanatkarane tasvirler, ak hikâyeleri ve müstakil iir parçaları bulunmakla beraber, iir ve sanat heyecanından ziyade, bilgi ve kültür hususiyetleri göze çarpmaktadır (Kocatürk 1970: 131). Eserin bütün nüshalarında bulunmayan Mevlid ve Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân bölümleri dikkat çekmektedir. Bunlardan 625 beyitten oluan Mevlid bölümü (Ünver 1978), bugün için Türk edebiyatının bilinen ilk mevlidi olması bakımından önemlidir. 334 beyitten oluan Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Â1-i Osmân (Banarlı 1939: 48-135) ise, hem Osmanlı Devleti'nin kuruluuna ait önemli bazı bilgiler ihtiva * * * * * 319 319 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER etmesi, hem Türkçe yazılmı ilk Osmanlı tarihi olması hem de manzum Osmanlı tarihi yazma geleneini balatması bakımından önemlidir. Emîr Süleymân'ın istei üzerine yazılan ve ilk defa N. S. Banarlı tarafından ilim alemine tanıtılan (1939: 136-59) Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975) mesnevisi, 806/1403 yılında tamamlanarak I. Mehmed'e sunulmu veya sunulmak üzere hazırlanmıtır. Aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan eser, 4745 beyitten olumaktadır. Ahmedî, ranlı âir Selmân-ı Sâvecî'nin aynı adlı eserinin tercümesi olan mesnevisine, birçok eklemeler yaparak ona telif hüviyeti kazandırmıtır. Özellikle N. Sami Banarlı'nın Körolu hikâyesi ve Dede Korkud hikâyelerindeki Kanturalı ile Cemîd arasında tespit ettii benzerlik ve yakınlıklar, eserin deerini artırmıtır (1939: 156-58). Eserde, Çin fafurunun olu Cemîd ile Rum kayserinin kızı Hurid arasındaki ak anlatılmaktadır. Tervîhu'l-ervâh (ehsüvarolu 1954) Ahmedî'nin tıpla ilgili olan mesnevisidir. Tıbbın muhtelif bahislerine, terihe, tehise ve tedaviye dair geni bölümler ihtiva eden bu eser, Ahmedî'nin tıp alanındaki yetkinliini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Ahmedî'nin çeitli kaynaklarda adı zikredildii hâlde; imdiye kadar ele geçmeyen Kasîde-i Sarsarî erhi, Hayretü 'l-ukalâ ve Yûsuf u Züleyhâ isimli eserleri de vardır. Ahmedî, Farsça eserler de kaleme almıtır. Bunlardan Mirkatü'l-edeb (Temizel 2002: 203-54) Aydınoulları'ndan sa Bey'in olu Hamza Bey için yazılmı Arapça -Farsça manzum bir lügattir. Eser, Arapça ve Farsça örenmek isteyenlere gerekli olan kelimelerin yanında tıp, hey'et, matematik, astronomi, fıkıh gibi konularda da belli balı sözler ile ıstılahları ihtiva etmektedir. 195 beyitten meydana gelen Mîzânü'l-edeb (Temizel 2002: 255-87), Arapça sarf bilgisi kurallarını; 170 beyitten oluan Miyârü'l-edeb (Temizel 2002: 288-326) ise, Arapça nahiv kurallarını anlatan Farsça kasidedir. XIV. asrın sonu ile XV. asrın baında yaayan Ahmed-i Da'î de, bu dönemin dikkat çeken âirlerindendir. Döneminde bazı âir ve nasirlerin Türk dilinin güçlüünden, duygularını ve düüncelerini ifade etmede yetersizliinden ikayet etmelerine karılık, yüzyılın baında hem nazım hem de nesir alanında Türkçeye önemli eserler kazandıran Da'î'nin hayatı hakkında bilinenler sınırlıdır. Asıl adı Ahmed, mahlası Da'î olup adı ve mahlası birlikte anılır. Ahmed-i Da'î hakkında bilgi veren kaynakların hepsi, onun Germiyanlı olduunu kabul eder. Eserlerinden, Sultân I. Murâd, Germiyan Beyi II. Ya’kûb, Yıldırım Bâyezîd'in olu Emîr Süleymân ve Sultân II. Murâd devirlerinde yaadıı anlaılan Ahmed-i Da'î, bu sultanlar adına eserler de yazmıtır. Ahmed-i Da'î, Türkçeye hakim, vezin, kafiye ve edebî sanatları kullanmakta maharetli, sehlimümteni denecek kolaylık ve akıcılıkta kelimeleri nazma sokan, çok hassas ve derin bir iir kabiliyetine sahip bir âirdir (Ertaylan 1952: 29-63). Yer yer renkli, ritmik ve lirik mısraları görülen âirin, eserleri derinlikten çok sanat ve zarafetle ön plana çıkarlar. iirleri, klasik edebiyatın tekâmülüne destek vermi bir âirdir. Çadaı Ahmedî'ye nispetle daha yumuak ve sempatik olmasına ramen; nazımdaki kudret ve genilik bakımından * * * * * * 320 320 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ahmedî'yi geçememi, öhret ve kendisinden sonrakilere tesir bakımından da geride kalmıtır (Özmen 2001: I/XXXV). Fars iirini iyi ekilde kavrayan Dâ'î, bu iirin ahenk ve söyleyi inceliklerini Türkçeye çevirmede baarı göstermi, böylece klasik tarz iirin Anadolu 'daki kurucuları arasında önemli bir yer kazanmıtır (Banarlı 1987: 455-56). Ayrıca edebiyat tarihi içinde Ahmedî ile eyhî arasında önemli bir köprü olan Dâ'î, yazdıklarıyla da kendi çaının dil ve üslûp özelliklerini yansıtan önemli bir halka olarak dikkat çekmektedir (sen 2002: 541). Geni kültürü ve her konudaki derin bilgisiyle devrinde saygı uyandırıp ünlenen Dâ’î’nin deiik konularda on be kadar eseri vardır. Manzum eserleri unlardır: Ahmed-i Dâ’î’nin Türkçe Dîvân (Ertaylan 1952: 11-144; Özmen 2001)'ının bugün bilinen iki nüshası mevcuttur. Bunlardan biri Ahmet Ate'in 1948 yılında, Burdur Vakıf ve Halkevi Kitaplıı No. 735'te bulduu, Ahmed-i Dâ’î külliyatı içindeki eksik divandır. smail Hikmet Ertaylan'ın "Mutâyebât" adıyla ayrı bir eser olarak düündüü iirler (1952: 291-96), ayrı bir eser olmayıp divandan alınmı iir ve iir parçalarıdır (Kortantamer 1993a). Divanın ikinci ve tam nüshasını Tunca Kortantamer, Kahire'de Mısır Milli Kütüphanesi Darü'l-kütüb ve'l-Vesa'ik el-Kavmiyye'de 8658/23 numarada kayıtlı bulmutur (1993). Ahmed-i Dâ’î’nin 816/1413 tarihinde telif edilmi olan Farsça Dîvân (Ertaylan 1952: 273-88; Ocak 1352)’ı, Çelebi Mehmed'in tahta geçmesi münasebetiyle Sadrazam Hacı Halil Bey'e ithaf edilmitir. Dîvân'da 10 kaside, 24 gazel ve tamamlanmamı bazı iirler vardır. Ahmed-i Dâ’î’nin, Emîr Süleymân'ın elence meclislerinden aldıı ilhamla nazmettii sanılan ve yer yer tasavvufî fikir ve motiflerle süslü olan didaktikromantik mesnevisi Çeng-nâme (Ertaylan 1952: 155-262; Tekin 1992), gerek kendi mevzuunda gerekse zamanına kadar telif edilmi örnekler arasında ilk orijinal mesnevi mahiyetindedir (entürk 2002: 79). 808/1405 tarihinde, Emîr Süleymân adına aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan eser, 1446 beyitten olumaktadır. Eserin sadece bir parçasının deiik vezinle kaleme alındıı görülmektedir. Eser, çengin 24 teli ve dou musikisinin 24 makamına paralel olarak 24 bölüme ayrılmıtır. Çeng-nâme, yer yer saki-nâme özellii taıyan pitoresk ve romantik bir eser olup, güzel bir efsane ve destan mahiyetindedir. Hem kullanılan dil hem ifade edi tarzı hem de edadaki canlılık ve samimiyet yönünden, devrinin en mükemmel eserlerinden biri sayılabilecek eserde, yer yer güzel Türkçe tabirler ve sade mısraların kullanıldıı görülmektedir. Güzel bir teknii bulunan eser, bütün vasıflarıyla devrinin en üstün iirlerinden olup nazım dili bakımından da ileri seviyededir (Kocatürk 1970: 138). Bu eserde çeng bir sembol olarak kullanılmıtır. Burada çeng, insanı ve özellikle de aıı simgelemektedir. Çeng aslından ayrılmı garip zavallı birisi olup, geldii yerde yani dünyada tutsak gibidir. Mevlânâ 'nın Mesnevî’sindeki ney ile Çeng-nâme'deki çeng bu yönden oldukça benzer bir konuma sahip bulunmaktadırlar (sen 1993a: 9). Câmâsb-nâme (Ertaylan 1952: 73-79, 144-54), * * * * * * 321 321 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER ranlı Nasîreddîn-i Tûsî'nin (ö. 672/1274) gizli ilimlerden bahseden "yıldıznâme" türündeki otuz üç beyitlik aynı adlı mesnevisinin geniletilmi tercümesi olup tamamen didaktiktir. 73 beyit olan eser, bu günkü bilgilere göre, Câmâsbnâme'nin Türkçeye ilk tercümesidir. Vasiyyet-i Nûirevân-ı Âdil be-Püsere Hürmüz-i Tâcdâr (Ertaylan 1952: 299-308; Kaplan 1993), tamamen didaktik mahiyette 115 beyitlik bir mesnevi olup aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılmıtır. Mesnevinin baında yer alan dokuz beyitlik mukaddime ile hatimedeki bir kısım beytin dıında kalan bölüm Farsçadan tercüme edilmitir. Adaletiyle mehur Nûirevân'ın olu Hürmüz'e hitaben verdii öütleri aktaran bu didaktik eser, aynı zamanda bir siyaset-name özelliine de sahiptir. Eser, çocuk muhatap alınarak yazılan ilk nasihatname kabul edilmektedir. Nitekim Ahmed-i Dâ’î burada, Hürmüz sembolünden hareketle bütün çocuklara nasihat vermeyi amaçlamıtır. II. Murâd'ın ehzadelii sırasında yazdıı ve Reîdüddîn Vatvât'ın Nukûdü'z-zevâhir ve Cuhûdü'l-cevâhir isimli Arapça Farsça sözlüünün çevirisi olan Ukûdü'l-cevâhir (Ertaylan 1952: 263-72), Arapçadan Farsçaya manzum bir lügattir. XIV. asrın ikinci yarısında Anadolu 'da yaayan Kadı Burhâneddîn, kadılık, vezirlik ve hükümdarlık etmi âlim ve âir bir devlet adamıdır. Harezm'den gelerek Anadolu'ya yerleen Ouz asıllı bir aileye mensup olan Kadı Burhâneddîn, annesi öldüü için babası tarafından yetitirilmitir. Kadı Burhâneddîn, henüz on iki yaında iken sarf, nahiv, lügat, mantık, hesap aruz gibi ilimleri görmü, siyakat yazısı yazmı, Arapça ve Farsça divanlar okumutur. Bütün Türk iirinin en lirik âirlerinden, klasik Türk iirinin banilerinden ve beynelmilel öhreti olan Kadı Burhâneddîn, aslında hükümdarlık, âirlik ve âlimlik gibi üç deerli vasfı hakkıyla temsil etmektedir (Köksal 2001: 1/466). Onu devrinin orijinal bir sanatkârı yapan tarafı, sevgilinin güzellik unsurlarını dile getirmesi, edebiyatımıza yeni tebih ve mecazlar katması ve Türk nazmını kendine has bir estetik anlayııyla ilemesidir (Alparslan 1977: XLIII). Yegane nüshası bugün elimizde bulunan büyük Türkçe divanı (Godsell 1338; Kadı Burhaneddin 1943; Ergin 1980; Seferli 1988; Yontar 1995; Alparslan 1977), onun mücadelelerle geçen hayatına ramen ince bir ruh ve âir bir tabiatta bulunduunu gösterir. Kadı Burhâneddîn için iir, her eyden önce bir sanat, zekasını ve ustalıını gösterebilecei bir sahadır. Onun selefleriyle kendisi arasındaki en önemli fark, bildii zarafet ve hayal unsurlarıyla iirini süslemekten zevk almasıdır. Sanatına karı samimi bir sevgiyle balı olan âir (Gibb 1999: I-II/143-44), XIV. asırda Anadolu'da bir sanat abidesi gibi yükselmi ve Batı Türkçesinin müterek edebî dili ile güçlü iir örnekleri vermitir. iirlerinde mahalli unsurlara yer veren âir, Türk dilinin kıvraklıından ve anlam farklarından ustalıkla yararlanmıtır. htiraslı ruhunun feveranlarını taıyan iirlerin, tasavvufî ak muvacehesindeki ruhî buhranlarını aksettirdii görülür. Bu fikir unsurunu, o devrin henüz tam gelimemi dili ile ifade etmeye çalıtıı için, nazım tekniinde ister istemez bazı eksiklikler * * * * * * * * 322 322 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A olumutur. Ancak bu durum onun büyüklüüne hiçbir zaman halel getirmez (Tarlan 1958). Henüz Kadı Burhâneddîn hayatta iken 796/1393-94 tarihinde istinsah edilen Kadı Burhâneddîn Dîvânı’nın tek nüshası British Library'de Or. 4126 numarada kayıtlıdır. Divan'da 1319 gazel, 20 rubai ve 118 tuyug olmak üzere toplam 1457 iir bulunmaktadır. Klasik divan tertibine göre tanzim edilmeyen divanda, önce gazeller sonra rubailer ve tuyuglar sıralanmıtır. Gazellerin klasik divan tertibinde olduu gibi elifba sırasına göre tertip edilmedii de dikkat çekmektedir. M. Fatih Köksal, Kadı Burhaneddin Divanı'nda bilinen nazım ekillerinin dıında ve farklı olan üç yeni nazım ekli tespit ederek tanıtmıtır (2001a). XV. asrın en önemli isimlerinden olan eyhî, Germiyanoulları sınırları içinde yetimi büyük bir sanatkârdır. smi kaynaklarda bazen Yûsuf, bazen de Sinan olarak geçen eyhî'nin tabip oluu sebebiyle Hekim Sinan diye anıldıı da görülmektedir. lk eitimine, o dönemin önemli kültür merkezlerinden biri olan Kütahya'da balamı, bu arada âir Ahmedî'den de ders almıtır. Tezkirelerin bildirdiine göre, yine genç yalarında eitimini ilerletmek üzere ran 'a gitmi, burada tasavvuf, hikmet ve tıp eitimi görmütür. ran dönüü sırasında, Ankara'ya urayarak Hacı Bayram-ı Velî'ye intisap ederek "eyhî" lakabını almıtır. Memleketi Germiyan'da bir attar dükkanı açıp tabiplie balayan âir, önce Germiyan beyi II. Ya’kûb'un hizmetine, daha sonra da Süleymân âh'ın saltanatı döneminde Germiyan'ın Osmanlılar'a düün hediyesi olarak verilmesi üzerine, Çelebi Mehmed ile II. Murâd'a intisap etmitir. Çelebi Sultân Mehmed'in Karaman seferi sırasında (818/1415) Ankara'da rahatsızlanması üzerine çarılmı, tedavide baarı göstermesi üzerine de, kendisine Tokuzlu Köyü tımar olarak verilmi ve sultanın hususi tabipliine tayin edilmitir. Bu yüzden eyhî, Osmanlı kaynaklarında Osmanlı Devleti'nin ilk "re'îsü'l-etibbâ"sı yani hekimbaısı olarak gösterilir. Sultân II. Murâd'ın 1421'de tahta geçiinden sonra, onu ziyaret için Edirne'ye gelen eyhî, ömrünün son yıllarını memleketinde geçirmitir (entürk 1999: 251). eyhî, Anadolu sahasında klasik edebiyatı ana hatlarıyla ortaya koyan ilk âirlerdendir. Kendisinden önce gelenler, iirlerinde onun derecesinde güçlü bir olgunluk sergileyememilerdir. Nitekim Ahmedî dahi onun kadar incelikler ortaya koyamamıtır. Eskiler bundan dolayı ona, Anadolu âirlerinin öncüsü anlamında "pîterîn-i u'arâ-yı Rûm" ve "eyhü'-u'arâ" demilerdir. Kemâl-i Hocendî, Selmân-ı Sâvecî, Hâfız-ı îrâzî gibi büyük âirlerin elinde ince ve akıcı bir yapı kazanan tasavvuf, bizim klasik edebiyatımıza esas itibariyle eyhî ile girmitir (Tarlan 1964: 7-8). eyhî'nin iirlerinde kullandıı vezinler de dikkat çekicidir. Bu devirlerde daha çok basit vezinlere rabet edilirken, o ekseriyetle karıık vezinleri kullanmıtır. eyhî’nin monotonluktan uzak vezinleri seçmesi, onun ahenk yönünden de ince bir zevke sahip olduunu göstermektedir. (sen vd 1990: 17-19). eyhî'ye kadar sade ve basit bir dil ve üslup özellii gösteren Türkçe , Dehhânî , Ahmedî ve Ahmed-i Dâ’î gibi âirler elinde, belli bir üslup * * * * 323 323 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER özellii kazanmaya balamısa da, hâlâ erken dönemin özelliklerini yansıtmaktadır. Daha çok folklorik üslup olarak adlandırılacak olan bu üsluptan bedii üsluba geçiin ilk örneklerine eyhî'de tesadüf edilebilir. Onda eletiri konusu olan arkaik Türkçe kelimelerin, aruz kusurlarının varlıı, yaadıı çala izah edilmelidir. Bu görüntüye ramen biraz daha farklı bir vadide eser veren Nesîmî hariç tutulacak olursa, eyhî, klasik edebiyatı bütün çizgileriyle gösteren ilk âirdir, denilebilir (sen 2002: 541-42). eyhî'nin orta hacimli olan Türkçe Dîvân (Tarlan 1942, 1964; sen vd 1990)’ı, Anadolu sahasında gelien klasik edebiyatın temel talarından birini oluturur. Hüsrev ü îrîn'de yer alan 5 kaside, 1 terci-bend ve 26 gazel de göz önünde bulundurulduunda, divanda 20 kaside, 2 terkib-bend, 3 terci-bend, 2 müstezat, 200 gazel bulunmaktadır. Bilindii kadarıyla, bu asırda yazılan ilk, Anadolu'da yazılan ikinci Hüsrev ü îrîn (Timurta 1980) hikayesi eyhî'ye aittir. eyhî, Hüsrev ü îrîn mevzuunu kendisinden önce ve sonra gelen Türk âirleri arasında en iyi ileyen âirdir. Birçok müellif bu eseri, Türkçe yazılan Hüsrev ü îrîn mesnevilerinin en güzeli olarak kabul etmitir. eyhî'ye göre, mesnevi nazmetmek bir ehir kurmaya benzer, gazel ise birkaç ev ina etmek gibidir. Dolayısıyla, âirin asıl gücünü ispat edecei eser mesnevidir (entürk 2002: 84). eyhî'nin iire vukufunu ve âirlikteki kudretini gösterdii Hüsrev ü îrîn mesnevisi, 1421-1430 yılları arasında Sultân II. Murâd adına yazılmıtır. 6944 beyitlik mesnevide, 775 beyitlik bir giriten sonra, on bir bölümlük ana hikâyeye yer verilir. Ömrü vefa etmemesi sebebiyle eyhî tarafından bitirilemeyen esere, yeeni Cemâlî tarafından 109 beyitlik bir zeyl yazılmı ve daha sonra, Rûmî adlı bir âir tarafından eserin son kısmını oluturan îrûye Vak'ası aynı vezinle tercüme edilmitir. Mesneviye her ne kadar Nizâmî'nin aynı adlı eseri kaynaklık etse de, eyhî eserinin özellikle giri bölümünü büyük oranda Nizâmî'den farklı kaleme almı ve kendi sanat kudretini gösterme çabasına girmi, bunda da belirli ölçüde baarılı olmutur. Buna ramen âir, mesnevisinin asıl bölümünü oluturan hikâye kısmında, giriten farklı olarak genellikle Nizâmî'nin eserine balı kalmakla birlikte önemli ölçüde çıkartma ve eklemeler yaparak eserine telif hüviyeti kazandırmıtır (Kartal 2007). Kendinden öncekilerin ve çadalarının eserleri arasında dil, üslup, ifade ve tahkiye, tasvirler, hayal ve duygular bakımından oldukça kuvvetli olan eser, Türk mesnevi edebiyatında bir merhale tekil etmektedir (Timurta 1980: 148). nce bir sosyal tenkit ve temiz bir Türkçe örnei olan Har-nâme (Olgun 1949; Timurta 1981), aynı zamanda hiciv ve mizah edebiyatımızın bir aheseridir. âir, aslında kendi baından geçen bir hadiseyi tehis yoluyla hayvanlarla temsil ederek en mükemmel tarzda aksettirmeyi baarmı, bunun için de kuvvetli tasvirler kullanmıtır (entürk 2002: 82). eyhî'nin Sultân II. Murâd'a takdim ettii zannedilen (Mengi 1977: 81) bu hikayesinin konusunu, Arapça bir darb-ı meselle, Herat'ta yetimi Emîr Hüseynî'nin Zâdü'l-müsâfirîn adlı eserindeki küçük bir eek hikayesinden aldıı sanılmaktadır (Timurta 1981: 11). Ancak, eyhî'nin bu eserini, Firdevsî-i * * * * 324 324 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Tûsî'nin eh-nâme'sinde "Ki har od ki hvâhed zi gâvân surû / Be-gâvâre gum kerd gû ez do sû" (terc. Eek öküzlerden boynuz istemeye gitti; -ahmakça düüncesinden dolayı- iki yandan kulaını kaybetti) eklinde geçen (Firdevsî-i Tûsî 1363: 7/23, b. 480) ve Fahrî'nin Hüsrev ü îrîn'inde "Ki varmıdı eek kim bula boynuz / Kulakdan çıkdı oldı hâli yavuz" tarzında tercüme ettii beyitte (Flemming 1974: 311, b. 1131) bahsedilen eek ile öküz hikâyesinden mülhem yazdıının da göz önünde bulundurulması gerekir. Çünkü eyhî'nin hem Hüsrev ü îrîn'inin özellikle Behrâm-ı Çûbîn meselesini eh-nâme'den istifade ederek yazarken eh-nâme'den, hem de kendisinden önce Anadolu'da yazılan Fahrî'nin eserinden bu beyti görmesi ihtimal dahilindedir. eyhî 126 beyitten oluan ve aruzun "feilâtün mefâilün feilün" kalıbıyla yazılan Har-nâme'de, büyük bir mesnevinin, bütün kısımlarının muayyen ölçülerle küçültülmü bir örneini yansıtması ve tasvirlerindeki kuvvetlilik nedeniyle bu eserinde oldukça baarı salamıtır. Ancak, Har-nâme'nin asıl deeri, satirik bir eser olması dolayısıyladır. eyhî, Harnâme'de gösterdii incelik, zarafet ve mükemmel alay edi kabiliyeti ile, Türk mizah ve hiciv edebiyatında mümtaz bir yer almıtır. Har-nâme, hiciv edebiyatımızın en parıltılı ve en önde gelen eserlerindendir. lk olması dolaysıyla, belki de en ileride olanıdır (Timurta 1981: 13-14; entürk vd 2004a: 178-79). Hemen her beyti ince bir nüktenin sehl-i mümteni hâlinde söylenen bu hikâyenin dier dikkate deer hususiyeti, çok sade bir Türkçe ile söylenmi olmasıdır. O kadar ki, bu hikâyenin bazı beyitleri tamamıyla öztürkçe beyitlerdir. Dierlerinde de, ya tamamıyla Türkçelemi kelimeler yahut çok zaruri, yabancı sözler görülür ki, onlar da beyitlerin umumiyetle Türkçe olan sözleri ve Türkçe söyleyi üslubu içinde eriyip kaybolmu durumdadır. Bu lisan ve bu ifade millîliiyle Har-nâme, asrının sade ve tabii Türkçesini en iyi belirten eserlerdendir (Banarlı 1987: 1/460). Dönemin dier âirleri Tasavvuf edebiyatının ünlü kiilerinden olan Eflâkî'nin, Ulu Ârif Çelebi'nin istei üzerine otuz altı yılda Farsça olarak kaleme aldıı ve özellikle Mevlevîlik tarihi açısından önemli olan Menâkıbu'l-ârifîn'in dıında, dört Türkçe gazeli vardır. Bunlardan Mevlânâ , Ulu Ârif Çelebi ve Sultân Veled için yazılan üçü Kilisli Rifat ve Veled Çelebi tarafından yayımlanan Dîvân-ı Türkî-i Sultân Veled'in sonunda, birinci ilave eklinde eski imla ile neredilmitir (Sultan Veled 1341: 118-22). Daha sonra, bu iirlere Ulu Ârif Çelebi için yazılan "ol beeler bâesi gönlümi kıldı esîr / Hükmü revân cânıma kul anunam ol emîr" matlalı gazeli de ekleyerek F. Nafiz Uzluk tarafından hem eski hem de yeni harflerle neredilmitir (1988: 288-96). Yûnus Emr e'nin etkisinin hissedildii bu iirlerden, "y ki hezâr âferîn bu nice sultân olur / Kulu olan kiiler Hüsrev ü Hâkân olur" matlalı olanı, hem Sâkıb Dede hem de Veled Çelebi tarafından tahmis edilmitir. Eflâkî'nin, eyhinin vefatı üzerine yazdıı Farsça iki de rubaisi vardır. * * * * * 325 325 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER Âık Paa'nın olu Elvân Çelebi devrinde önemli ve mehur bir sûfî olmasına ramen; âir olarak fazla tanınmamıtır. Elvân Çelebi'nin yedisi Câmi'u'n-nezâ'ir'de olmak üzere toplam dokuz iiri vardır. Bunlardan ikisi kaside, yedisi gazel nazım ekliyle yazılmıtır. Kasideleri tevhid, gazelleri ise tasavvufî mahiyettedir. Bunların bazısında didaktik gaye açıkça sezilirken, bazısı tamamen aıkane ve rindanedir. Didaktik gayeli olanlarda, akıcılık ve tabiilikten uzaklaırken, ak hislerini terennüm ettii samimi mısralarında ise iiriyeti yakalayabilmitir (Köksal 2004). Ancak Elvân Çelebi'nin zamanımıza kadar ulaan yegane eseri; bir aile tarihi olan hatta bir aile müdafanamesi nitelii taıyan Menâkıbu'l-kudsiyye fî Menâsıbi’l-ünsıyye (Erünsal vd 1984)’dir. Baba lyâs sülalesi ve etrafındakilerin gerçek hayat hikâyelerinin, devrin ve ortamın anlayıına uygun bir tarzda menkıbe unsurlarıyla süslenerek anlatıldıı eser, aruzun "feilâtün mefâîlün feilün" kalıbıyla, 760/1358-59 tarihinde yazılmı olup 2081+3 beyitten olumaktadır. Telifî bir mahiyete sahip olan mesnevi dil, tarih ve edebiyat tarihi aratırmaları yönünden oldukça önemlidir. Bu asırda Tursun Fakîh tarafından yazılan ve dinî-destanî veya gazâvât türündeki mesnevilerden olup Kıssa-i Mukaffa adıyla da anılan Gazavât-ı Resulullah (Çetin 2002: 259-92), Hz. Peygamber ile Yemen'de bulunan ve seksen yaında bir putperest olan Mukaffa arasındaki savaı ihtiva etmektedir. Yer yer halk tipi mesnevilerdeki efsanevî unsurların da yer aldıı eser, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılmı olup 422 beyittir. Tursun Fakîh'in dasitanî ve kısmen dinî olan gazavât türündeki dier bir mesnevisi ise, Muhammed Hanefî Cengi (Çetin 2002: 221-57)'dir. 460 beyit olan eserde, Hz. Ali'nin olu Muhammed Hanefî’nin gençlik dönemindeki kahramanlıkları ile Hz. Ali'nin kahramanlıklarına yer verilmitir. Tursun Fakîh'in bu tarz dier bir mesnevisi ise, 1111 beyitten oluan Kıssa-ı Ummân (Çetin 2002: 135-220)’dır. Hz. Peygamber'in hayatı etrafında yazılan mesnevilerden olan Tavus Mucizesi, zzetolu tarafından kaleme alınmıtır. 60 beyit olan eser, Hz. Peygamber'in mucizelerini ihtiva etmektedir. Sadreddîn'in 32 beyit olan Mu'cizei Muhammed Mustafâ’sı ile 95 beyitten oluan Dâstân-ı Geyik’i de bu tür eserlerdendir. Kastamonulu âzî'nin Maktel-i Hüseyn isimli eseri, "maktel" türünün Türkçede bilinen manzum ilk örneidir. Klasik tertibe uygun olan mesnevi, 3313 beyit olup, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılmıtır. Candaroulları Sultânı Celaleddîn âh Bâyezîd'e sunulduu tahmin edilen eser, on "meclis"ten olumaktadır. çerisinde yer yer aynı vezinle yazılmı gazeller de bulunmaktadır. Eserin bir nüshası Üsküdar Selim Aa Kütüphanesi Kemanke Bölümü nr. 528 de yer almaktadır (Çelebiolu 1999: 56-58). Bu dönemde Kirderci Ali, yazdıı dinî-destanî mahiyetteki mesnevileriyle dikkat çekmektedir. Bunlardan 43 beyitlik Dâsitân-ı Hamâme, Hz. Peygamber'in bir mucizesine, imtihan edilmesine, dolayısıyla onun örnek ahlakına ve ahde vefaya dairdir. Hz Peygamber'e uzak bir ülkeden gelen müslümanların ikayet ettikleri ejderha ile Hz. Ali arasındaki savaın anlatıldıı Dâsitân-ı Ejderhâ, * 326 326 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A "Gazavât-ı Ali" türünden olup 116 beyittir. Yine Hz. Ali'nin cenknamelerinden olan Kesikba Destanı ise, 150 beyittir (Ocak 1989; Argunah 2002). Hikâye-i Delletü'l-muhtel de, “Binbir Gece Masalları” türünden olup 364 beyittir (Çelebiolu 1999: 77-80). Meclislerde okunan dinî-destanî halk tipi eserlerinden olan Dâstân-ı Vefât-ı brâhim (Koncu 2001), Kırehirli veya Kayserili sa tarafından yazılmı olup 150 beyittir. Hz. Muhammed'in, Hz. Mariye'den m. 630 senesinde domu olan ve bir yıl sonra haziran ayında vefat eden olu brâhîm için yazılan eserin ana temasını, vazgeçilmesi çok zor olan çocuk sevgisinden Hz. Peygamber'in nasıl vazgeçip ümmetinin sevgisini bütün dünyevî sevgilerin üstünde tutması oluturmaktadır. Hayatı hakkında hiçbir bilgi bulunmayan slamî'nin mesnevisi (Yüksel vd 1996), bu asırda yazılan dinî-tasavvufî eserlerdendir. Adı zikredilmeyen mesnevi, 3574 beyit olup aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılmıtır. Eserde, slamiyet ile ilgili konular nazma çekilerek halka dinî bilgileri öretmek ve onlara bazı nasihatler vermek amaçlanmıtır. Eser, yaratılı, melekler, kabir azabı, kıyamet, Hz. Muhammed, Burak, cennet, cehennem, mizan, namaz kılmayanlar, münafıklar, Ashab-ı Kehf, yer ile gök arasındaki nefis mücadelesi gibi konuları ihtiva etmektedir. Bu asrın mesnevi âirlerinden olan Fahrî'nin hayatına ait gerek kendi eserinde, gerekse eski kaynaklarda derli toplu bir bilgiye rastlanmamaktadır. Hayatı hakkında bilinenler, sadece Hüsrev ü îrîn isimli mesnevisinin bazı yerlerinde kayıtlı bilgilere dayanmaktadır. Buna göre, asıl ismi Fahruddîn Ya’kûb b. Muhammed olan Fahrî, Aydınoulları Beylii'nde yetimi ve Aydınoulları sarayına intisap etmitir. Eserini yazdıında elli yaın üzerinde olan Fahrî'nin üç olunun kendisinden önce öldüü bilinmektedir. Fahrî'nin Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974) isimli mesnevisi, bugünkü bilgilerimize göre Anadolu 'da yazılan ilk Hüsrev ü îrîn'dir. Aydınolu sa Bey adına 768/1367 tarihinde aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan eser, 4683 beyittir. Fahrî, eserinde hikâyenin asıl konusunu Nizâmî'nin Hüsrev ü îrîn ve Firdevsî'nin eh-nâme mesnevilerinden yararlanarak oluturmutur. Eserdeki beyitlerin yaklaık 1575 beyti eh-nâme'den, kalanı da Nizâmî'den tercüme edilmitir. Fahrî, eh-nâme'den özellikle Hüsrev-i Pervîz'in hayatına ait bölümleri almı ve böylece eserine tarihî, hatta destanî diyebileceimiz bir mahiyet kazandırmıtır. Fahrî'nin, eserini olutururken Nizâmî ve Firdevsî'de geçen pek çok beyti tercüme ettii görülmektedir. Yapılan bu tercümeler, bazen kelime kelime, bazen mealen bazen de yorum eklindedir. Bazen Fahrî'nin Nizâmî ve Firdevsî'nin bir beytini 2-3 beyit, 3-4 beytini de; 1 beyit olarak tercüme ettii görülmektedir, Fahrî, Nizâmî'de geçen bazı âdetleri çıkarmı, ran kültürüne ait unsurlar yerine Türk kültürüne ait bazı unsurları kullanmıtır. Türk dilinin bayaı ve hakir görüldüü ve hemen hemen bütün âirlerin Türk diliyle yazmak zorunda kaldıı için özür diledikleri bir devirde, Fahrî'nin “eker gibi bu Türkî * * * 327 327 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER dilce düzdük / Senünçün kıssa-i Pervîz ü îrîn” diyerek eserini uurlu olarak Türkçe yazması da dikkat çekicidir. Bu eserin en önemli yanı, Fahrî'nin özellikle tercüme yaparken hemen bütün Arapça ve Farsç a kelimeleri Türkçeleri ile tercüme etmesidir. Bundan dolayı bu eser, Beylikler dönemi Türkçesini bünyesinde barındıran önemli bir hazine konumundadır. Eser, Türk edebiyatındaki ilk Hüsrev ü îrîn tercümesi olmasıyla da önemlidir (bak. Kartal 2000a). Bu asrın dikkat çeken mesnevi âirlerinden biri de, eyholu Mustafâ'dır. Germiyan Beylii sahasında yetimi âirlerden olan eyholu, 1340-1410 tarihleri arasında Germiyan Beyi Süleymân âh'ın niancılık ve defterdarlıını yapmıtır. Germiyan beyinin ölümü üzerine, Yıldırım Bâyezîd'e intisap etmitir. 1340 yılında doduu sanılıyorsa da, ölüm tarihi belli deildir. eyholu Mustafâ tarafından Germiyanolu Süleymân âh adına yazılmaya balanan Hurîd-nâme veya Hurîd ü Ferahâd (Ayan 1979) adıyla anılan eseri, Süleymân âh'ın ölümü üzerine 789/1387'de tamamlanarak Yıldırım Bâyezîd'e takdim edilmi ve sultan tarafından beenilmitir. Aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan ve 7903 beyitten oluan eser, ran ahı Siyavu'un kızı Hurîd ile Marib ehzadesi Ferahâd arasındaki akı konu edinmektedir. âir, mesnevisinin içerisine yer yer kahramanların azından 23 gazel ile 1 tercibend eklemitir. âir, bu eserini Anadolu insanının Türkçe konumasından dolayı Türkçe olarak yazmıtır. Eser dil, hikayecilik sanatı ve nazım teknii bakımından oldukça baarılıdır. Bu asrın mesnevi nazmeden sanatkârları arasında yer alan Mehmed'in, hayatı hakkında kaynaklarda hiçbir bilgi yoktur. XIV. asrın ikinci yarısı ile XV. asrın balarında yaadıı tahmin edilmektedir. Eserinin giri kısmında hacca ve Mısır'a gittiini, Mısır dönüünde eserini Emîr Süleymân'a takdim ettiini belirtmektedir. Mehmed'in Ik-nâme veya Tuhfe-nâme (Yüksel 1965) isimli mesnevisi, Süheyl ü Nevbahâr gibi ran edebiyatında orijinali bulunmayan eserlerdendir. âir, Mısır'da iken kendi ifadesiyle "olga-bolga" diye sembolize ettii bir kitap satın almıtır. Daha sonra, bu eseri yeterli görmeyerek yeni batan ve daha edebî olarak Anadolu Türkçesine aktarmıtır. Mısır'da aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılmaya balanan eser, 800/1398 tarihinde tamamlanarak I. Bâyezîd'in olu Emîr Süleymân'a takdim edilmitir. 8702 beyitten oluan mesnevinin konusu, bir ak hikâyesine dayanmaktadır. âir, bu ak konusunu ilerken, sevgililer arasındaki hissî baları, onların ruh hallerini, davranılarını kendisinden öncekilerin aynı tarzdaki eserlerinden farklı olarak ayrıntılara inip bütün incelikleriyle vermeye çalımıtır. Bu mesnevide ele alınan ak, gayesi vuslat olan beerî ve maddî bir aktır. Mehmed, mesnevisinde yer yer dört deiik vezinle yazılmı otuz tane gazele de yer vermitir. Dönemin dier mesnevilerinde olduu gibi, bu eserde de âir tarafından didaktik mahiyette bazı konulara deinilmitir. Bu asrın bir baka mesnevi âiri ise, Tutmacı yahut Tutmacî'dir. Eski kaynakların hiçbirinde, gerek kendi gerekse eserinin ismi geçmediinden, hayatı hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bilinen ismin âirin kendi adı mı yoksa mahlası mı * * * * * * * * * 328 328 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A olduu da belli deildir. 'Tutmaç' kelimesi, Türkçe bir çeit yemek adı olarak Mevlânâ 'nın eserlerinde, Dîvânu Lugati't-Türk ve bazı sözlüklerde görülmektedir. Erzurum'a balı Oltu ilçesinde 'Tutmaç' adında bir köy vardır. Ayrıca Erivan yakınlarında Zengibasar çayı yanında, sulanmadan yetien tatlı ve güzel bir kavun türüne de 'tutma' denilmektedir. Yazarın, o bölgelerde bu cins kavun yetitiren bir adam olarak 'Tutmacı' mahlasını almı olabilecei de akla gelen bir dier ihtimaldir. Tutmacı'nın Gül ü Hüsrev'i (Yolda 1998), Ferîdüddîn-i Attâr'ın aynı adlı yahut Hüsrev-nâme diye bilinen 7708 beyitlik mesnevisinin 5370 beyitle Türkçeye muhtasar tercümesidir. 808/1406 tarihinde, aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla kaleme alınan eserde, Anadolu Türkçesinin Azerî ve Çaatay Türkçelerinin de izlerine rastlanılmaktadır. Rum Kayseri'nin olu Hürmüz ile Hozistan Emirinin kızı Gülruh arasındaki serüvenin anlatıldıı eserde, yer yer didaktik mahiyette beyitlere de yer verilmitir. Attâr'ın eserinden yaklaık 3000 beyit daha kısa olmasına ramen, Gül ü Hüsrev'in konusunda herhangi bir deiiklik yapılmamı; vak'a kuruluu, ahıs kadrosu, zaman, mekan gibi tahkiye unsurları aynen muhafaza edilmitir. Attâr’ın eseri, “mefâîlün mefâîlün feûlün” vezninde ve sadece mesnevi nazım ekliyle yazıldıı hâlde, Tutmacı çevirisine bu vezinden baka, üç ayrı vezinde 9 gazel ve 1 terci-bend ilave etmitir. Buna karılık, Attâr’ın eserinin baındaki tevhid, münacat, naat ve medhiyelerden oluan giri bölümünü ise, kısaltmıtır. Anlatıldıı dönemin toplum yaantısı, mahallî unsurları, inanç ve ahlâkî normları, örf, âdet ve gelenekleri, esere oldukça renkli bir ekilde yansıtılmıtır. Kalabalık ordularla yapılan savalar, çeit çeit yemeklerden oluan ziyafet sofraları, deiik musiki makamları ve çalgı aletleri ile renklenen iret meclisleri ile hikâye, zengin bir dekora sahip olmutur. Ak sahnelerinde, kahramanların azından söylenen iirlerde duygusal ve lirik bir anlatım görülmektedir. ahıs ve mekân tasvirlerinde, klasik iirin mazmun ve mecazlarına yer verilirken, macera bölümlerinde ve ahısların karılıklı konumalrında üslubun iyice sadeleip kurulatıı görülmektedir. âir, bu bölümleri sıkıcılıktan kurtarmak için, heyecanlı olaylar ortaya koyarak okuyucunun merakını toplamaya çalımıtır. Ayrıca, yapmı olduu tekrir, tarsi ve cinas sanatları ve ikilemelerle dı ahengi salama yoluna da gitmitir. Tutmacı, eserini olutururken, Attâr’ın eserini olduu gibi tercüme etmeyip, ona telifî bir mahiyet kazandırmıtır. Gül ü Hüsrev’in bilinen tek nüshası Agâh Sırrı Levend’in Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu nüsha ile stanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY 9862 numarada kayıtlı nüshanın aynı nüsha olduunu tespit eden Cihan Okuyucu, ayrıca Paris’te bulunan B. Nationale’de bulunan yeni bir nüshasını da ilim âlemine tanıtmıtır (Okuyucu 1996a). Afyon il Halk Kütüphanesi Gedik Ahmed Paa numara 18349/2'de kayıtlıdır. Tutmacı, tıbba dair olan Tabîat-nâme isimli manzum eserini Aydınolu Umur Bey adına kaleme almıtır (Ertaylan 1960c; Kut 1985). Bu asır mesnevi âirlerinden olan Yûsuf-ı Meddâh’ın hayatı hakkında da * * * * * 329 329 ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER AHMET KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER hemen hemen hiçbir ey bilinmemektedir. Varka ve Gülâh (Smith 1976; Ertaylan 1945; Yusuf-ı Meddah 2007) adlı eserinin sonunda yer alan Mevlânâ övgüsüne dayanarak o yöreden olduu tahmin edilebilecei gibi, kendisinin bir Mevlevî olduu da düünülebilir. âir, Varka ve Gülâh’ı 770/1368-69 tarihinde aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme almıtır. Eserde, Hz. Peygamber zamanında Mekke ehrinde bulunan Benî eybâ kabilesine reislik eden iki kardein Varka ve Gülâh isimli çocukları arasında geçen ak anlatılmaktadır. Batan sona monoton bir tarzda anlatılan hikâyede, sanat endiesi görülmemektedir. Yûsuf-ı Meddâh’ın bu eseri, mevzu itibariyle romantik ve çok maceralı bir ak mesnevisi olmasına ramen, ekil ve muhteva itibariyle klasik mesnevi formlarına uymamaktadır. Eser, bu hâliyle, eyyâd Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sını hatırlatmakta, müellifin lakabı da göz önünde bulundurulduunda, okunup dinlenmek üzere yazılmı manzum hikâye olma hüviyetini amamaktadır (entürk 2002: 50). Bizzat âirin eserinin sonunda söylediine göre; 1700 beyitten ibaret küçük bir mesnevi olan Varka ve Gülâh, altı “meclis” ten olumaktadır. Mesnevide yer yer kahramanların azından söylenmi gazeller de vardır. Yûsuf, Köprülü Kütüphanesi, I. Kısım, 1597 numarada kayıtlı mecmua içinde, vr. 100-104 arasında yer alan Hamû-nâme isimli Farsça didaktik mesnevisinde, dilini tutmanın faziletini ispat ederek gelii güzel söz söylemenin bir çok felakete ve hatta ölüme sebep olduunu açıklamıtır. Küçük bir mukaddime, 10 hikâye ve küçük bir hâtimeden oluan eser, üç gün içerisinde 699/1299 tarihinde yazılmıtır. Eser, özellikle iir ve sanat bakımından yüksek bir deerde deildir. Yûsuf’un Varaka ve Gülâh ve Hamû-nâme mesnevilerinden baka, Dâstân-ı blîs-i Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Hüseyn isimlerinde iki Türkçe mesnevisi daha vardır (Ertaylan 1946). Özellikle son üç mesnevinin yazarı olarak Yûsuf-ı Meddâh gösterilmekte ise de, bugün için yazarı mı yoksa anlatanı mı olduu kesin olarak bilinmemektedir. Bu asrın dinî konulu mesnevilerinden biri de, Ladikli Mehmed bin Âık Selmân’ın Kefü’l-me’ânî’sidir. âtıbî tercümesi olan eser, 800/1398 tarihinde yazılmıtır. Müellifin ayrıca Kur’ân hakkında manzum bir eseri daha vardır. Her iki eserin nüshası da, Köprülü’nün özel kitaplıındadır. Kadı Darîr’in Yûsuf u Züleyhâ’sı (Karahan 1994), bu dönemde yazılan dinîromantik ak mesnevilerindendir. Konusunu, Kur’ân-ı Kerîm’den alan ve Yûsuf peygamberin hayatını anlatan eser, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla 768/1366-67 tarihinde kaleme alınmıtır. Sekiz “meclis” eklinde tertip edilen eser, 2126 beyitten olumaktadır. çerisinde Yûsuf ve Züleyhâ’nın azından 21 gazele de yer verilmitir. Bu mesnevi de, eyyâd Hamza’nın eseri gibi, sadece Yûsuf kıssasını manzum bir hikâye ekline getirme gayesiyle nazmedilmi, ince tasvirlere ve türlü edebî sanatlara girme temayülü gösterilmemitir. Kıssa-i Yûsuf, gerek dil, gerek söyleyi, gertekse anlayı bakımından daha önce yazılanlardan üstündür. Kemâlolu smâ’îl’in 789/1387 tarihinde yazarak Trablusam hakimi Mîr * * * 330 330 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Gâzî’ye takdim ettii Ferah-nâme de, bu asrın mesnevileri arasında yer almaktadır. 3030 beyitten oluan mesnevi, aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmıtır. Kemâlolu, bir ibretname olarak nitelendirdii eserini Arapça , Farsça ve Türkçe kitaplardan derleyerek oluturmu ve içerisine yer yer masal unsurları da katmıtır. Bir macera hikâyesi olan eserin bilinen tek nüshası Afyon l Kütüphanesi, Gedik Ahmed Paa nu. 18349/2’de kayıtlıdır. Bu asrın dier bir mesnevisi de, Pîr Mahmûd'un Bahtiyâr-nâme'sidir. Mesnevi, konusu itibariyle, hem dinî-tasavvufî, hem de ak konulu eserlerden ayrılmaktadır. Eserde yer alan dokuz hikâyede anlatılanlar, ilginç ibret hikâyeleridir. Bunlar arasında degiik kalıplarda söylenmi iirlerle çeitli ahlakî nasihallere de yerverilmitir. Eserin kuruluu, Kelîle ve Dimne ile Binbir Gece Hikâyeleri'nin zincirleme tekniine göre düzenlenmitir. Konu edebî zevkle birlikte ahlakî ve içtimaî kültür verme düüncesiyle ve uurlu bir ekilde ilenmitir. Bahtiyâr-nâme dil ve teknik bakımından da klasik mükemmeliyete yaklaan bir hüviyete sahiptir. Eserin nüshası Ferah-nâme ile aynı yazma içerisinde Afyon il Halk Kitaplıı'nda bulunmaktadır. * * * Bu yazı daha önce yayımladıımız u yazılardan hareketle oluturulmutur: "Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde iir ve âirler", Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, Editör: Ahmet Yaar Ocak, Cilt 1, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları, Ankara, 2006, 493-519; “Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde Dil ve Edebiyat”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 1, 2008, s. 95-168. * * 331 331 ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE TASAVVUF ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE TASAVVUF XII. asrın son çeyreinde Anadolu ’nun büyük bir kesiminin fethi tamamlanıp siyasî ve içtimaî ortamın nispeten istikrara kavumaya baladıı XIII. asrın balarından itibaren, Türkistan ’da balayan ve batıya doru gelien Mool istilâsının, kitlesel göçlerin Ön Asya’ya ve Anadolu’ya yönelmesine sebep olduu görülmektedir. Bu göç dalgaları arasında, yüksek tasavvufî ve felsefî düüncelerle donanımlı çeitli tasavvuf akımlarına ve tarikatlara mensup eyhler ve derviler olduu gibi, kırsal kesime mensup, daha çok ifahî ve eski inançların hakimiyetindeki popüler tasavvuf çevrelerine mensup olan sufîler de bulunmaktaydı (Ocak 2002: 430). Geni tasavvufî-felsefî düüncelerle donanımlı ve cokun bir mistik yapıya sahip sufîler olarak nitelendirilen yüksek zümre sufîlerinin, popüler sufîlerden farklı olarak slâm memleketlerinin önemli kültür merkezleri niteliinde olan ehirlerini dolaarak, bu çevrelerde aydın ve bürokratlardan oluan elit bir tabaka arasında kendi tasavvufî öretilerini yaymaya çalıtıkları görülmektedir. Yüksek zümre sufîlerinin ekseriyeti ancak manevî kemale erip “hak erleri” derecesine ulatıkları zaman harekete geçerek dier insanların istifade etmeleri için belde belde dolaırlar. Bunlar, ilim tahsil etme, mürid arama, nefsi terbiye etme gibi ruhanî olgunlua ulatırıcı unsurları belirli oranda atıkları için, seyahatlerinde irad etme, ilim yayma gibi unsurların daha etkili olduu dikkat çekmektedir (Ay 1998: 26-27). Anadolu’nun ehir ve köylerinde, özellikle göçebe ve yarı göçebe Türkmenler arasında faaliyet gösteren ve onlar üzerinde oldukça etkili olan popüler dervi ve eyhlerin, eski amanları hatırlatan batınî akidelere sahip, slâmiyeti daha sade ve basit bir anlayıla benimseyen, Köprülü’nün ifadesiyle, “Eski Türklerin eski putperest an’aneleriyle müfrit i’îliin -haricen tasavvuf rengine boyanmı- basit ve popüler bir eklinin ve bazı mahallî bakıyyelerin imtizacından hasıl olmu bir Syncrétisme” niteliinde olan bir slâmî anlayıı yaymaya çalıan Baba, Dede ve Abdal lakaplı Türkmen eyh ve dervilerinin oldukları görülür. Daha çok Yesevîlikle ilikilendirilen bu dervilerin yanında, Kalenderiyye, Haydariye ve Vefaiyye gibi dönemin belli balı tarikatlarına mensup dervilerin de, aynı çevrelerde faaliyet gösterdikleri bilinmektedir (Ay 1998: 42; Köprülü 2003: 117). * * 332 332 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Gerek yüksek zümre sufîleri gerekse popüler eyh ve derviler, bir yandan ehirlerde aydın bir zümreyle dier taraftan da kırsal kesimde göçebe, yarı göçebe köylülerle temasa geçerek, hem sahip oldukları yüksek tasavvufî fikir veya mensubu bulundukları tarikatlar ve eyhlerinin öretisini yaymaya çalımılar hem de bazı sosyal ve politik fikirlerin hatta haber nitelikli unsurların yayılmasına aracı olmaları bakımından kültür dolaımına önemli katkılarda bulunmulardır. Bu sufîlerin, eyhlerin ve dervilerin sahip oldukları tasavvufî seviye ve muhatap oldukları kesimlerin farklılıı, onların kültür dolaımına katkılarının da farklı düzeylerde olmasına sebep olmutur. Nitekim yüksek zümre sufîlerinin uradıkları ehirlerde bulunan âlimler ve mutasavvıflarla sohbet ettikleri, kendi kitaplarını okuttukları ve tarikat yaydıkları görülürken, popüler nitelikli sufîlerin ise, ekseriyetle köylüler ve göçebeler arasında, daha basit düzeyde bir tasavvuf inanıını ve eyhlerinin öretisini, bazı siyasî ve içtimaî fikirler ile genel kültüre ait bir takım unsurları yaydıkları görülmektedir. Bu durum, özellikle yüksek zümre sufîlerinin, uradıkları ehirlerin bilgin ve tasavvuf erbabıyla temasa geçmeleri ve onlarla sohbet etme imkânı elde etmelerinden dolayı, onların kültür dolaımına katkıları yüksek tasavvufî düünce ve ilmî tecrübelerini, karılıklı etkileim sürecine girmek suretiyle birbirlerine aktarma eklinde olmutur. Bu etkileim aynı zamanda farklı corafyalardan ve farklı yerel kültür çevrelerinden gelen insanların temsil ettikleri farklı kültürlerin de karılıklı etkileimi anlamına geldii için, bunların bir yönüyle de slâm kültür alanı içerisinde bulunan yerel kültürler arasında köprü vazifesi gördükleri de dikkat çekmektedir (Ay 1998: 54-55). Yüksek zümre sufîleri seyahatleri sırasında, gerek tasavvufî ve ilmî çevrelerle sohbet yoluyla, gerek eserlerinden icazet verme yoluyla, gerekse propaganda yöntemiyle tasavvufî fikirlerini yayma yoluyla seyahat ettikleri yerlerde önemli etkilerde bulunmulardır. ems-i Tebrizî, bn-i Arabî, Evhadüddîn-i Kirmânî ve Fahrüddîn-i Irakî bu tip sufîlerdendir (Ay 1998: 56). Misyoner niteliklere sahip olan popüler sufîler, Anadolu ’nun uc bölgelerine hem fetihlerden önce hem de fetihlerle beraber giderek gayri Müslim yerli halkla temasa geçip onlara slâm propagandası yapmılardır. Ayrıca Baba, Dede ve Abdal lakaplı bu eyh ve derviler, göçebe ve yarı göçebe Türkmenler arasında faaliyet göstererek onlara hem kendi tarikatlarının öretilerini hem de eyhlerinin menkabevî hayatlarından bahsederek onların dinî-tasavvufî prensiplerini, dolaysıyla ünlerini yaymılardır (Ay 1998: 60). Anadolu Selçukluları zamanında oluan tasavvufî düüncede balıca üç büyük düünce mektebinin etkili olduu görülmektedir. Bunlardan birincisi, Anadolu’da bütün zamanların en mehur mutasavvıfı Muhyiddîn-i Arabî bata olmak üzere, Afîfüddîn-i Tilemsanî ve müritleri tarafından temsil edilen Vahdeti Vücûd mektebi olarak da anılan Marip (Endülüs ve Kuzey Afrika) mektebidir. kincisi, Irâkîler denilen zühd ve takva anlayıının aır bastıı ahlâkçı mekteptir. Kadirî ve Rifâî tarikatları mensuplarıyla, Badatlı mehur ihâbeddîn Ömer-i * * 333 333 ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE TASAVVUF AHMET KARTAL Sühreverdî’nin tarikatına balı olanları bu mektep içinde düünmek gerekir. Üçüncüsü ise, Horasanîler terimiyle ifade edilmekle birlikte, Maveraünnehir ve Harezm bölgelerinden gelenlerin de içerisinde bulunduu, melâmet prensibini benimsemi, daha esnek, estetik yanı aır basan ve daha çok cezbeye önem veren mekteptir. En önemli temsilcileri Necmeddîn-i Kübrâ ile Anadolu’ya dıarıdan gelip yerleen Evhadüddîn-i Kirmânî, Mevlânâ ’nın babası Bahâeddîn-i Veled, Burhâneddîn-i Tirmizî, Necmeddîn-i Râzî’dir. Yesevî tasavvufî düünce gelenei de bu mektebin popüler kesimini oluturmaktaydı (Ocak 1996: 89-90, 2002: 430-31). Özellikle bunlar içersinde Uzun Firdevsî’nin Menâkıb-ı Hacı Bekta-ı Velî (Velâyet-nâme) isimli eserinin giri kısmında belirttii gibi, Anadolu’ya büyük kalabalıklar hâlinde gelip, savaçı olarak bazı yöreleri fethettikten sonra, oralara yerleen Yesevî dervileri, Anadolu’nun Türklemesinde ve slâmlamasında büyük hizmetleri olmutur (Bayram 2003: 50). 560/1165’te Endülüs’te Mursiye’de domu, hadis ve fıkıh tahsilinden sonra, bn Masarra mektebinin de tesiriyle tasavvuf yoluna girmi, bir çok slâm kültür merkezini dolatıktan sonra, Anadolu ’ya gelmi olan bn-i Arabî, üphesiz bütün slâm âleminin en mehur ve etkili sufîlerinden biridir. lk defa sistemsiz bir tarzda Muhâsibî, Bâyezîd-i Bistâmî, Cüneyd-i Bagdâdî gibi mutasavvıfların, özellikle de Hallâc-ı Mansûr’un tasavvuf düüncelerinde kendisini göstermeye balayan Vücûdiye yahut Vahdet-i Vücûd telakkisi, bn-i Arabî sayesinde (o bu terimi hiç kullanmamıtır) en sistemli ve olgun seviyesine erimitir. bn-i Arabî’nin burada asıl yaptıı, kef ve müahedeye dayanan bu metafizik ve metapsiik hadiseyi akıl kalıplarına sokmak, muhakeme ile temellendirerek dil ile ifade edebilme baarısını gösterme olmutur. Roger Delaudrière’nin isabetle belirttii gibi, çou zaman yanlı olarak Panteizmle karıtırılan, hatta herkesin kendisine göre bir tarif yapmaa çalıtıı Vahdet-i Vücûd telakkisi aslında çok karıık ve izahı kolay olmayan bir düünce olup (Ocak 2002: 432; Erdem 1990: 34-38) Hüsamettin Erdem tarafından u ekilde tarif edilmektedir: * * * “Vahdet-i vücûd, Allah’tan baka hakikî hiçbir vücûd kabul etmeyen, bütün varlıkları Mutlak Vücûd’un isim ve sıfatlarının tezahürü, tecellîsi sayarak hakikî varlıa nazaran onların ezelî ve ebedî yokluu ifade ettiini kef ve tecrübe yoluyla ortaya koyan tasavvufî bir meslektir.” Büyük oranda kelâmî epistomolojinin burhanî-aklî bilgi üretme kaygısıyla nesne ile özne arasında yaptıı keskin ayırımı reddeden, bu meyanda Varlık’ı dolayısıyla Hakikat’i cevher-araz, mahiyet-vücud gibi ekillerde parçalayan yaklaımlara karı Varlık’a dolayımsız ve bir bütün olarak yaklaan Vahdet-i Vücûd anlayıı, Anadolu Selçuklu Devleti’nin bakenti Konya’da yepyeni bir ekle bürünmütür. bn-i Arabî’nin kendisinden önceki hemen bütün irfanî birikimini dikkate alarak kef ve ilham yoluyla kurduu tasavvufî bilgi * * 334 334 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A manzumesi, Konya’da annesiyle evlendii ve bizzat terbiyesinde yetitirdii manevî evlâdı Sadreddîn-i Konevî’yle yeni bir yön almıtır. Bu yön, kef ve ilhama dayanan tasavvufî bilgi manzumesinin Anadolu entelektüel hayatında hakim olan ortak-dile dönütürülmesi, kısaca nazarî bir yapıya büründürülmesidir. Bu yolla hem iki yaklaım arasında bir dil birlii salanmı hem de tasavvufî-irfanî bilgi nazarî bir karakter kazanmıtır. Konevî’nin bu teebbüsü, hem Urmevî’nin hem de Dâvud-ı Kayserî’nin eliyle son eklini almıtır. Nitekim Dâvud-ı Kayserî, Vahdet-i Vücûd irfanî manzumesinin en zor ve temel eseri olan Fusûsü’l-hikem’e yazdıı erhin birinci bölümünde, amacının bu bilgi sistemi için yeni bir usul koymak olduunu belirtmektedir. Zaten bu erhin ilk bölümünün adının el-Mukaddemât olması da, böyle bir kaygının mahiyetine iaret etmektedir. Konevî ile Kayserî, her eyden önce Varlık’a dolayımsız bir yaklaımı, yani önceden belirlenmemi bir yaklaımı kabul etseler de, dolayımsız yaklaımdan elde edilen bilginin insanlar arasındaki paylaımının bir dile ihtiyaç gösterdiini düünmü, bu dilin de entelektüel bilginin taıyıcısı olan medreselerde kullanılan mantık dili olduunu görmülerdir. Bundan dolayı da, hem Konevî hem de Kayserî tasavvufî-irfanî bilgiyi nazarî hâle getirmeyi baarmılardır (Fazlıolu 2001: 155-56). Bata Sadreddîn-i Konevî olmak üzere Müeyyedüddîn-i Cendî, Sa’deddîn-i Fergânî ve Afîfeddîn-i Tilemsânî ve bunların yetitirdikleri örenciler, Selçuklu dönemi Anadolu’sunun önemli kültür merkezlerinde açtıkları zaviyelerde, hem eyhlerinin eserlerini erh ederek hem de kendileri yeni eserler kaleme alarak bn-i Arabî’nin fikirlerini yaymılardır (Ocak 2002: 433-34). Bu düüncenin Anadolu’da geni bir ekilde yankı bulmasına ve yayılmasına, hiç üphesiz her türlü düünceye açık olan Anadolu’da entelektüel bir ortamın bulunması da etkili olmutur. Hatta daha sonra bizzat Kayserî tarafından Osmanlı medreselerine aktarılan yukarıda bahsettiimiz bu yaklaım, bata Molla Fenârî (Akar 1993: 155-95) olmak üzere hem Osmanlı hem de ran -Türkistan ve Hindistan’da Molla Câmî (Akar 1993: 138-40), Abdulgânî-i Nablûsî (Alaaddin 1995: 147-94), Molla Sadra gibi âlimler tarafından takip edilmitir. Ayrıca bn Arabî’nin Vahdet-i Vücûd nazariyesi, daha XIV. asrın balarından itibaren Klasik Türk iirinin yegane felsefesi hâline gelmitir. lk dönem klasik âirlerin iirlerinde açık olarak görülen bu düünce sistemi, daha sonraki âirlerin iirlerinde mazmunların almı olduu girift mahiyet içersinde kaybolmutur. Nitekim iirlerde yer alan vahdet, uhûd, gayb, insân-ı kâmil gibi kavramlar, bu öretinin bir yansıması olarak dikkat çekmektedir (Ate 1997: 554). Anadolu Selçuklu ilim hayatında göz önünde bulundurulan ve kısmen nazarî bir dille yeniden ina edilen dier bir bütüncül düünce sistemi de rakîliktir (Fazlıolu 2001: 157). XII. asrın sonlarına doru slâm düünce tarihinde Meâîlie karı Sühreverdî-i Maktûl olarak da bilinen ihâbeddîn-i Sühreverdî (Van Den Bergh 1997) tarafından oluturulmutur. Gerçek bilgiye ancak mistik tecrübe yöntemiyle ulaılabileceini, bu konuda mantıkî kanıtlama ve çıkarımların * * * 335 335 * ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE TASAVVUF AHMET KARTAL geçersiz olduunu savunan Sühreverdî’nin eserleri incelendiinde, Meaî filozofların Aristo ile olan ilikileri ne ise râk filozofunun da, Eflâtun felsefesiyle ilikisinin aynı düzeyde olduu görülmektedir. Ayrıca bn Sînâ’nın e-ifâ isimli eserinin sonunda yer alan ve onun tasavvufî eilimlerini yansıtan Makâmâtü’lârifîn bölümü ile bn Tufeyl’in aynı tarzdaki düüncelerini ihtiva eden ve alegorik bir tarzda kaleme alınan Hay b. Yakzan adlı eseri Sühre-verdî’nin kaynakları arasında sayılmaktadır. Bu konuda eski ran hikmetleriyle Hermetik gnostisizmin de bu felsefenin ekillenmesinde etkisi olmutur (Kaya 1995: 315). Bu felsefî düüncede irak, hem kef’i hem de zuhuru ifade eder. Günein irakı (doması) ile eyanın görülmesine imkân vermesi gibi, manevî irak yahut sezgi de, insana birçok bilgiyi (marifeti) ilham yoluyla verir. Bu felsefede keif ve sezgi, akıl ve tetkik çok önemlidir. Gazzâlî de Sühreverdî’ye etki eden kiilerdendir. Sühreverdî’ye göre biz bedenlerimizi alakalarından temizleyip ilâhî nurları düünmee dalınca, nefislerimiz ilâhî idrakler ve tecellîlerle dolar. Bedenî tutkulardan arındıkça ilâhî nurlar artar. Felekî hareketlerin yenilenmesiyle irak yenilenir; irakın yenilenmesiyle de hareket yenilenir ve devam eder. Bu zincirleme yenileni ile süflî âlemde hadiselerin zuhuru birbirini takip eder. Bu felsefeye göre Allah nurların nurudur ve insan Nur’u Allah’ın tecellisini görebilir (Bolay 1990: 121). Suhreverdî’nin bu görülerinin, özellikle saray çevresine ciddi tesirlerde bulunduu görülmektedir. Nitekim bu görüleri benimseyip kendisine rehber edinen ve bazı düüncelerini ona dayandıran Nasireddîn Berkyaruk, o konularda aratırma da yapmıtır. Ayrıca Suhreverdî’nin kendi adına yazdıı Pertev-nâme isimli eserini okuyup onda yer alan remiz ve rumuzları inceledii bilinmektedir (bn Bîbî 1996: I/44). Ancak bu düünce sisteminin, entelektüel hayatta ciddiye alınmasını salayan, büyük oranda Kutbeddîn-i îrâzî’nin çalımaları olmutur. Özellikle Sühreverdî’nin Hikmetü’l-irâk adlı eserine yazdıı hacimli erh, bugün bile rakî düüncenin klasiklerinden biri olarak kabul edilmektedir. rakî düüncenin en ciddi etkisi, meaî fizik teorilerini eletirisinde görülür. Nitekim îrâzî’nin örencileri, irakî düünce sisteminin bata optik olmak üzere farklı sahalardaki açılımlarını sonuna kadar takip ederek, Kemâleddîn-i Fârisî örneinde olduu gibi, gökkuaının fizik-geometrik izahına benzer pek çok konuda, optik ilminde özgün çalımalar ortaya koymulardır. rakîlik ile meaîlik düünce sistemlerini dikkate alarak Platon’un idealar kuramı üzerinde slâm düünce tarihindeki en özgün çalıma, yine bu tarihlerde Anadolu ’da ortaya konmutur. el-Musul el-akliyye el-Eflâtûniyye adlı müellifi bilinmeyen bu eserde, genel bir Varlık teorisi ile bu ekildeki bir varlık teorisine ait olabilecek bilgi nazariyesi ina edilmitir. Büyük oranda irakî yöntemin göz önünde bulundurulduu bu çalıma, daha sonra Fâtih Sultân Mehmed ile olu Sultân II. Bâyezîd tarafından da mütalaa edilerek, bata Osmanlı corafyası olmak üzere slâm dünyasının pek çok bölgesini etkilemitir (Fazlıolu 2001: 157). Burada unu da ifade edelim ki, Sühreverdî’nin antik ran mistik düüncesinden ilham * * * 336 336 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A alarak gelitirdii, temelinde eski antik ran mistik anlayıı’nın nûr kavramı bulunan teozofik irak (kalbe dou ve aydınlanma) teorisi, özellikle yüksek bürokrasi ve münevver çevrelerde belli ölçüde bir yankı bulmusa da, felsefî karakterinin aır basmasından dolayı fazla yayılma imkânı bulamamıtır (Ocak 2002: 432). Hatta Muhyiddîn-i Arabî’nin Anadolu’ya gelii, daha önce ran’dan gelerek burada çok sınırlı bir çevreye nüfuz edebilen ihâbeddîn-i Sühreverdî mektebinin sonu olmutur (Ocak 1996: 91). Anadolu sufîlii üzerinde etkili olan tasavvufî düüncelerden biri de Kübrevîliktir. Bu tarikat zamanının en büyük mutasavvıflarından olup XII. asrın sonlarıyla XIII. asrın balarında Hârezmahlar sahasında yaayan ve 1221 yılında Moollar tarafından öldürülen Necmeddîn-i Kübrâ’ya nispet edilmektedir. Zühd anlayıı kuvvetli ve sade bir tasavvuf telakkîsine dayanan Kübrevîlik, Mool istilâsından kaçarak Anadolu’ya gelen Sa’deddîn-i Hamavî, Seyfeddîn-i Bâherzî, Baba Kemâl-i Hocendî gibi halifeler vasıtasıyla buraya girmitir. Ancak bu tarikat, Anadolu’da özellikle Necmeddîn-i Râzî, Mevlânâ ’nın babası Bahâeddîn-i Veled ve onun halifesi Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî vasıtasıyla yayılmıtır. Bunlardan Necmeddîn-i Râzî, önce Kayseri’ye gelip burada I. Alâeddîn Keykubâd ile görümü, sonra Sivas’a giderek orada döneminin önemli tasavvufî eserlerinden olup Osmanlılar döneminde Kâsım b. Mahmûd-ı Karahisarî tarafından Türkçeye tercüme edilerek II. Murâd’a takdim edilen Mirsâdü’l-ibâd’ı kaleme almıtır. Bir ara Konya’ya giderek Mevlânâ ve Sadreddîn-i Konevî ile de görüen Necmeddîn-i Râzî, Anadolu’da hatırı sayılır bir müridler çevresi edindikten sonra, Badat’a gitmi ve ölene kadar orada yaamıtır. Bahâeddîn-i Veled’in olu Mevlânâ üzerinde tasavvufî terbiye itibariyle bir hayli etkili olduunu özellikle belirtmemiz gerekmektedir. Çünkü ölünceye kadar babasının Maârif isimli kitabını elinden bırakmayan Mevlânâ’nın tasavvuf sisteminde, sanıldıı gibi sadece ems-i Tebrizî’nin deil, babasının da önemli bir yere sahip olduu görülmektedir. Bu da, onun ilk defa ems-i Tebrizî vasıtasıyla deil, babası aracılııyla tasavvufa sülûk ettiini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca babasının halifesi Burhâneddîn-i Tirmizî’nin de, Mevlânâ’nın yetimesinde önemli bir yeri vardır. Bu da Mevlânâ üzerinde var olan Kübrevîlik tesirini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Kübrevîlik, özellikle Anadolu’nun önemli merkezlerinde etkili olmu, büyük ehirlerde açılan zaviyeler aracılııyla yıllarca faaliyetlerine devam etmitir (Ocak 1996: 92-93, 2002: 431). Bu dönemde, tıpkı Kübrevîlik gibi, Horasan mektebinin estetikçi ve hogörülü bütün özelliklerini aksettiren Sühreverdîliin Anadolu ’ya girii ise, bu tarikatın kurucusu Ebu’n-necîb-i Sühreverdî’nin yeeni ve halifesi olan Ebû Hafs ihâbeddîn Ömer-i Sühreverdî tarafından gerçekletirilmitir. Abbasî halifesi Nâsır Li-Dinillah’ın emriyle fütüvvet tekilatının fikrî alt yapısını ve kurallarını belirleyen ve bu tekilatı yayma amacıyla halifenin elçisi olarak bir çok diplomatik seyahate çıkan Sühreverdî, bu seyahatleri esnasında Anadolu’ya * * * * 337 337 ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE TASAVVUF AHMET KARTAL da gelerek, zzeddîn Keykâvus’u fütüvvet tekilatına dahil etmitir. Yine Sühreverdî’nin I. Alâeddîn Keykubâd’ın tahta çıkıında halifenin gönderdii saltanat menurunu ve dier sultanlık alametlerini sunmak üzere, Konya’ya da geldii bilinmektedir. Bu gelileri esnasında, devlet erkanından olan kimseler ile kendisini ziyarete gelenlere fütüvvetten baka kendi tasavvufî görülerini de aktarmaya çalıtıı görülmektedir. Bu sayede Anadolu’ya giren ve müridlerinin çalımalarıyla yayılan Sühreverdîlik, XIV. asırdan sonra pek tutunamamı ve muhtemelen bu dönemde Anadolu sufîliinde güçlü bir ekilde yer alan Halvetîlik, Nakbendîlik ve benzeri tarikatlar arasında erimitir. Ancak XV. asrın ilk yarısında Zeynüddîn-i Hafî tarafından kurulan Zeyniyye koluyla Osmanlı topraklarına bir baka kanalla da olsa yeniden girmitir (Ay 2004: 1516; Ocak 2002: 431-32). Kübrevîlik ve Sühreverdîliin aksine, XIII. asrın ortalarından itibaren Anadolu’da görülmeye balayan Rifaîlik, geni bir mürid çevreleri edinerek günümüze kadar gelmitir. Rifaîliin Anadolu’daki ilk temsilcileri üzerinde aratırmalar yapan Sadi Bayram, Samsun-Ladik’te medfun Rifaîliin kurucusu Seyyid Ahmed-i Kebîr el-Rifaî’nin torunlarından ya da halifelerinden olduu tahmin edilen Küçek Seyyid Ahmed-i Rifaî ve evlatları üzerinde durmutur. XIII. asrın son yarısı ile XIV. asrın baları arasında yaadıı ihtimaline deinen Bayram, Anadolu’daki pek çok Rifaî tekkesini ya da halifesini bu kiiyle alakalı görmütür. Ancak Amasya’nın Taova-Alparslan beldesinde Seyyid Nûreddîn Velî el-Rifaî’ye ait zaviyenin 1257 tarihli vakfiyesinin bulunmasından sonra, bu zatın Küçek Ahmed-i Rifaî’den önce Anadolu’da bulunabileceine dikkat çekmitir. Rifaîliin Anadolu’daki ilk temsilcilerinden olan bu eyhler, özellikle de Küçek Ahmed-i Rifaî’nin çocukları aracılııyla ve dier kanallarla gelen Rifaî eyhleri, öncelikle Amasya’nın deiik ilçelerinde, Ladik, Kayseri, zmir, Bergama ve Dou Anadolu’dan batı Anadolu’ya kadar birçok yerde tekkeler kurarak mürid çevreleri oluturmulardır. Burhan gösterileri olarak adlandırılan atee girme, vücudun deiik yerlerine iler sokma, yılanlarla oynama gibi olaanüstü gösterileriyle ve yüksek sesli, cokulu zikir ayinleriyle dikkat çeken bu dervi zümresi, bazen kalabalık kafileler hâlinde seyahat da etmilerdir. Nitekim Eflâkî, Küçek Seyyid Ahmed-i Rifaî’nin olu Seyyid Tâceddîn Rifaî’nin bir grup müridiyle Konya’ya gelerek, hem Konya halkının, hem Konya ileri gelenlerinin, hem de içlerinde Mevlânâ ’nın ei Kira Hatun’un da bulunduu Konyalı kadınların seyrettii burhan gösterilerinde bulunduklarından bahsetmektedir (Ay 2004: 16). Anadolu Selçukluları devrinin ünlü âir ve mutasavvıflarından olan Evhadüddîn-i Kirmânî de, Anadolu sufîlii üzerinde etkili olan ahsiyetlerden biri olarak görülmektedir. Kirmânî’nin balattıı Evhadiye hareketi, XIII. asrın baında Kayseri’de domu, I. Gıyâseddîn Keyhüsrev ve olu I. Alâeddîn Keykubâd'ın zamanında, iktidarın destek ve himayesini kazanmıtır. Anadolu’nun bata Konya, Kayseri, Sivas, Malatya gibi gelimi ehirleri olmak üzere, hemen * * * 338 338 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A her büyük merkezinde Evhadüddîn’e balı bir mürid çevresi olutuu gibi, halifeleri de yer almaya balamıtır. Bu da, onun Anadolu sufîlii üzerindeki etkisinin yaygınlıını göstermektedir. Evhadüddîn-i Kirmânî’nin Anadolu’daki en ünlü halifesi, kendisinin eyhu’-uyûhi’l-fütüvve olarak Badat’a gittiinde, yerine eyhu’-uyûhi’r-rûm makamına vekil olarak bıraktıı Zeynüddîn Sadaka’dır. Ayrıca 34. Abbasî halifesi Nâsır Li-Dinillah’ın organize edip yönettii Fütüvvet Tekilatına balı olarak kurulan Evhadiye hareketinin banisi olan Evhadüddîn-i Kirmânî, Abbasî halifesi tarafından Anadolu’ya eyhu’-uyûhi’rrûm olarak gönderildii için, Fütüvvet tekilatını Anadolu’da kadrolatıran ve yöneten kii kabul edilmektedir. O, bu yönüyle hem Anadolu Ahî tekilatının (Ahiyân-ı Rûm) hem de bu tekilatın kadınlar kolu olan Anadolu Bacıları tekilatının (Bacıyân-ı Rûm) teekkülünde büyük rol oynamıtır. Evhadüddîn’in Anadolu Ahî tekilatının lideri olarak kabul edilen ve Ahî Evren diye tanınan eyh Nasireddîn Mahmûd-ı Hoyî’nin kayınpederi ve Bacılar tekilatının lideri Fatma Bacı’nın da babası olması, onun Anadolu’ya ait olan bu iki kurulu içerisindeki yeri ve önemini göstermesi bakımından önemlidir. Zaten Ahî Evren’in onun en önde gelen balılarından olduu bilinmektedir. Evhadüddîn-i Kirmânî’nin Türk asıllı olması ve Türkmenlerle Türkçe konuması, onun Türkmenler arasında tanınmasını kolaylatırmıtır. Ayrıca, bu tasavvufî yol ve düünce tarzının, Türkmenlerin yaayı tarzına uygun olması da, hem Türkmenler arasında daha fazla ilgi uyandırmasını salamı hem de Türkmen dervilerin cokun bir iman ile Evhadüddîn’e balanmalarına vesile olmutur. Nitekim el-Veledü’-efîk’in sahibi Nideli Kadı Ahmed, Tabduklu dervilerin Evhadüddîn’in yolunda olduklarını çeitli vesilelerle dile getirmitir. Bunda Evhadiye tarikatındaki Seyr-i Sülûk-i Âfâkî yani müridin yaratanın eseri olan eya ile meguliyet içinde olması ve böylece yaratanın sırrını yaratılanda kefetmesini amaçlayan bir görüü benimsemesi de etkili olmutur. Çünkü bu yol, dıa dönüklük yani objektif yoludur. Bu yolda eserden, eserin sahibi, yani yaratanı bulmaya çalıılır. Allah’ın sıfat ve fiilleri eyada tecellî ettiinden, eyanın tezekkür ve tefekkürü insanı Allah’a vuslata götürür. te bu özelliinden dolayı Mikail Bayram’ın ifade ettii gibi * * * “hayatı kırda, bayırda tabiatla ba baa geçen, hayvan sürüleri ile göçebe olarak, veya kırsal bölgelerde geçen insanların bu tasavvufî yolu tercih etmeleri gayet tabii idi” (bak. Bayram 1993, 2003: 71-88). Muhyiddîn-i Arabî’den sonra, Anadolu ’da en etkili olan mekteplerden biri de, hiç üphesiz tesiri bugün dahi devam eden Mevlânâ Celaleddîn-i Rumî’nin senkretik mektebidir. Dinî ilimleri babasından talim eden Mevlânâ, tasavvufî terbiyeyi babasının müritlerinden Tirmizli Seyyid Burhâneddîn’den almıtır. ems-i Tebrizî Konya’ya geldikten sonra, Mevlânâ ile aralarında geçen sohbetler, Mevlânâ’nın hem hayatında hem de gönül dünyasında büyük deiiklikler meydana getirmitir. Nitekim ems-i Tebrizî, Mevlânâ’daki derin * * 339 339 ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE TASAVVUF AHMET KARTAL cezbeyi açıa çıkarmı, tasavvufun sadece zühd demek olmadıını göstermi, hatta Mevlânâ’yı bu konuda çeitli sınavlara tabi tutmutur. Mevlânâ’da Kalenderlie karı sempati uyandıran ve eserlerinde bu sempatinin defalarca dile gelmesine sebep olan yine o olmutur. Bu etkileimin tek taraflı olduu düünülmemelidir. Çünkü Mevlânâ da, kendi kabına sımayan mücessem cezbe âbidesini kendine balayıp Konya’ya yerlemesine sebep olmutur. Mevlânâ böylece Horasan ’ın estetikçi ve cokucu tasavvuf anlayııyla kendini olgunlatırmıtır. Burada unu da belirtelim ki, Mevlânâ’nın tasavvuf anlayıının temelinde vahdet-i vücûd telakkisi yatmaktadır. Bu onun bütün mısralarında müahede edilir. Mesnevî’nin ilk beyti bunun delillerinden sadece bir tanesidir. Mevlânâ bu iki mektebi, kendine has üslûbu, yorumu ve yaratıcı kabiliyetiyle salam bir senteze ulatırmı, bununla da kalmayarak inandıklarını fiilen yaamıtır. Aynı zamanda Sadreddîn-i Konevî gibi o devrin tanınmı mutasavvıflarıyla da kuvvetli dostluklar kurarak, çevresini geniletmi ve tasavvufî anlayıını bütün Selçuklu Anadolu’sunda yaygın hâle getirmitir. Hatta sadece yüksek tabaka mensuplarının deil, farklı slâm anlayıına sahip halk kesimlerinin de takdis ettii bir velî mertebesine yükselmitir (Ocak 1996: 9394, 2002: 433). Mevlânâ hayatta iken tasavvufî düünce ve görülerini bir tarikat hâlinde tekilatlandırmamıtır. Mevlânâ’nın ölümünden sonra ve özellikle olu Sultân Veled ’in post-niinliinin akabinde mevlevîliin örgütlü bir tarikat hâline gelmeye baladıı görülmektedir. Sultân Veled gerek eserleri, gerekse dört bir yana gönderdii dervileri ve halifeleriyle mevlevîliin yayılmasını salamıtır. Bu tarikat Anadolu Selçuklu Devleti ’nin yıkılmasından sonra, Beylikler ve özellikle Osmanlılar döneminde gelierek devletçe resmen desteklenen bir kurum hâline gelmitir. Bu dönemde dikkat çeken mutasavvıflardan olan Hacı Bekta-ı Velî’nin büyük bir ihtimalle Haydariyye tarikatının bir mensubu olarak Anadolu ’ya geldii, daha sonra Baba lyâs-ı Horasanî çevresine girerek Vefâiyye’ye intisap ettii tahmin edilmektedir. Hayatının sonuna kadar muhtemelen bu ekilde yaayan Hacı Bekta-ı Velî, adını taımasına ramen Bektaîlik tarikatının banisi deildir. Nitekim Bektaîlik, XVI. asrın ilk yıllarında Balım Sultân tarafından Haydarîlik’ten ayrılmak suretiyle onun adına kurulmutur. Burada dikkat çekici olan nokta, Hacı Bekta-ı Velî etrafında teekkül eden kültün, ondan çok daha eski olan ve göçlerle buraya intikal eden Ahmed-i Yesevî, Kutbeddîn Haydar, Dede Garkın kültlerini ve nihayet, büyük bir dinî-sosyal hareketin lideri olmasına ramen Baba lyâs kültünü kendi içine alması ve böylece Anadolu’daki bütün heterodoks sufî eilimleri temsil eder duruma yükselmesidir. Bektaîliin, bütün slâm öncesi yerel kültleri de, kendi bünyesi içinde özümseyip badatırıcı bir yapı ortaya koyarak kendini Anadolu Türk heterodoksisinin temeline yerletirebilmi olması da ayrıca dikkat çekicidir. te bu badatırmacı kültün teekkülü, aynı zamanda menkabevî yahut mitolojik Hacı Bekta-ı Velî’yi sahneye çıkartarak, hem Bektaîliin hem de Alevîliin * * * * * 340 340 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN merkezine oturtmutur. Yani Hacı Bekta-ı Velî asıl tarihî rolünü, yaarken deil tıpkı Hz. sa, Hz. Ali ve hatta mehur sufî Hallâc-ı Mansûr gibi, öldükten sonra oynamıtır. Kendi döneminde pek tanınmayan Hacı Bekta-ı Velî’yi, gerek hayattayken gerekse ölümünden kendi zamanına kadar geçen sürede üretilen yeni menkıbeler aracılııyla, bata yeni kurulmakta olan Osmanlı Beylii olmak üzere, bütün Orta ve Batı Anadolu’da tanıtarak âdeta ona tekrar hayat veren, XIV. asırda Hacı Bekta’ın Sulucakaraöyük’teki tekkesinde yetien Abdâl Mûsâ olmutur. Bugün elimizde bulunan ve Alevî-Bektaî toplulukları nezdinde kutsal bir kitap muamelesi gören Vilâyet-nâme, XV. asrın son yıllarında bu menkıbelerin toplanıp yazıya geçirilmi hâli olup ekseriyetle bu mitolojik Hacı Bekta-ı Velî’yi yansıtır. Bu eserde Hacı Bekta-ı Velî’nin tarihî ve gerçek ahsiyetini aydınlatmaya yarayacak bilgiler de vardır. Ancak bu durum onun genel niteliini deitirecek oranda deildir. Vilâyet-nâme’ye göre Hacı Bekta-ı Velî, seyyiddir. Babası brâhîm-i Sânî, mam Mûsâ Kâzım neslinden olup Horasan hükümdarıdır. Küçükken önce ünlü sufî Lokmân-ı Perrende, daha sonra onun tavsiyesiyle Ahmed-i Yesevî’nin terbiyesinde yetimitir. Daha o zamanlar birçok kerametler göstererek herkesi hayretler içerisinde bırakan Hacı Bekta’ın, kemâle erdiini gören Ahmed-i Yesevî, kendisine halifelik sembolleri olan cihâz-ı fakr’ı (tâc, amdan, seccade, sofra ve alem) teslim ederek beline tahta kılıcını kuatmı ve Rum diyarına irat etmekle görevlendirmitir. Mekke’ye giderek hac görevini ifa eden Hacı Bekta-ı Velî, dönüte Necef ve Kerbelâ’yı ziyaret ettikten sonra Anadolu’ya gelmitir. Bu geliten haberdar olan Rum Erenleri buna pek sevinmezler. O, Çepni oymaına mensup konar-göçer birkaç evin kılaı durumunda olan Sulucakarahöyük’e (bugünkü Hacıbekta ilçesi) gelir. Kadıncık Ana’nın evine misafiri olur, bu arada gösterdii kerametleriyle dikkat çeker. Geçimini salamak için köyün sıırlarını güder. Bir müddet sonra, bugünkü dergâhın yerinde ilk inziva yeri olan Kızılca Halvet’i yapan Hacı Bekta-ı Velî, artık kendisini kabul ettirerek mürit edinmeye balar. Ünü kısa zamanda yayılır ve onu kıskanan velîler tarafından tabi tutulduu sınavlardan baarıyla geçerek onları utandırır. Avucundaki Yeil Ben’i göstererek Hz. Ali’nin mazharı olduunu yani onun kendi bedeninde zuhur ettiini ispat eder. Böylece Rum’un en büyük evliyası olduu anlaılır. Hacı Bekta-ı Velî bu arada Seyyid Mahmûd-ı Hayranî, Ahi Evren gibi büyük Rum evliyasıyla yakınlık kurmutur. Çevresindeki gayr-ı müslimlerle yakın ilikiler içerisine girmi, Mool otoriteleriyle tanımı ve onların bir kısmının Müslüman olmasına vesile olmutur. Bu arada birçok halife yetitirerek ölümüne yakın onların her birine halifelik icazetnamesi verip Anadolu’nun bir yanına yollamı, kendisi de kerametine yakıır bir ekilde vefat etmitir (Ocak 1996: 163-69). Hacı Bekta-ı Velî’ye bata Makâlât (Hacı Bekta Velî 1996) olmak üzere birtakım eserler isnat edilmektedir. Kitâbü’l-fevâ’id (Hacı Bekta-ı Velî 1953), Fâtiha Sûresi Tefsiri, athiyye, Hacı Bekta’ın Nasihatleri, erh-i Besmele (Hacı Bekta-ı Velî 1989) ve Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye (Hacı Bekta Velî 2004) bunlardandır. Hacı Bekta-ı Velî’ye atfedilen * 341 341 ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE TASAVVUF AHMET KARTAL iirlerin aslında onun nefes evlâdı sayılan ve dris Hoca’nın soyundan gelen üç Bekta Çelebi’den ilki olan, 1544’te çelebilik makamına geçip 1580’de vefat eden Zehr-nû Yûsuf Balı olu Bekta Çelebi’nin olduu tahmin edilmektedir (Gölpınarlı 1992b: 11). XIII. asırdan itibaren Türk halkının büyük teveccühünü kazanan Bektaîlik, dinî-iktisadî, hatta askerî ve sosyal bir teekkül olan Ahîlik ile daha sonra da Osmanlı devleti ordusu bünyesinde kurulan Yeniçeri Ocaı’yla oluturmu olduu yakın iliki dolayısıyla varlıını pekitirmi, XV ve XVI. asırlarda bütün Anadolu ve Balkanlar’da geni tekilatlar kurarak günümüze kadar gelmitir. Birçok yönden millî özelliklere sahip olan Bektaîlikte, aynen Mevlevîlikte olduu gibi giyim kuamdan selâmlamaya kadar birçok özellik tamamen Türk halk terbiyesi ve estetiine uygun ekilde teekkül etmitir. Bu tarikatın bünyesine giren birçok dervi, nefes denen hece vezni ve millî nazım ekilleriyle terennüm ettikleri iirlerini sade, akıcı ve güzel bir Türkçe ile söyleyerek, tasavvufî bir çok Arapça ve Farsça kavramı Türkçe ile ifade etme baarısını göstermilerdir. Ayrıca pek çok Türkçe kelimeye yeni mânâ, mecaz ve ses yükleyerek farklı bir hüviyet kazandırmılardır (Banarlı 1987: 294-95; entürk vd 2004: 81-82). * * * * * * “Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde Tasavvuf”, Gazi Üniversitesi Gazi Eitim Fakültesi Dergisi - 2007 Özel Sayı -, Ankara: 201-11. * * 342 342 giren birçok dervi, nefes denen hece vezni ve millî nazım ekilleriyle terennüm ettikleri iirlerini sade, akıcı ve güzel bir Türkçe ile söyleyerek, tasavvufî bir çok Arapça ve Farsça kavramı Türkçe ile ifade etme baarısını göstermilerdir. Ayrıca pek çok Türkçe kelimeye yeni mânâ, mecaz ve ses yükleyerek farklı bir hüviyet ŞİRAZ’DAN kazandırmılardır (Banarlı 1987: 294-95; İSTANBUL’A entürk vd 2004: 81-82). * * * * “Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde Tasavvuf”, Gazi Üniversitesi Gazi Eitim Fakültesi Dergisi - 2007 Özel Sayı -, Ankara: 201-11. * * 342 343 ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE LM ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE LM ran Selçuklu hükümdarı Alp Arslan’ın (1063-1072) 1071 tarihinde Malazgirt’te Bizanslıları bozguna uratmasıyla birlikte, Anadolu batan baa fethe ve sürekli yerleime açılmı, Anadolu’nun Türklemesi ve slâmlamasının uzun süreci balamı (Itzkowitz 1997: 27), bir müddet sonra da Ön Asya’nın önemli bir kısmının Selçuklular ’ın hakimiyetine geçmesi salanmıtır (Caferolu 1972: 3). Malazgirt muharebesini müteakip ran üzerinden Anadolu’ya akın eden Ouz kitleleri, kendileri ile beraber, dillerini, kültürlerini, örf ve âdetlerini de getirmilerdir (Mazıolu 1972: 297). Bütün Anadolu Türklerin eline geçtikten sonra, Türk boy ve halkları, eski Türkistan bozkır geleneklerinden ayrılarak yeni yerleik hayat prensiplerine uymak durumunda kalmılardır (Caferolu 1972: 3-4). Anadolu'ya gelip yerleen bu Türkler , burada sadece han, hamam, kervansaray, köprü, medrese, gözlemevi ve hastane yapmamı, bir taraftan da, bunların temelini oluturan ilmî faaliyetlerde bulunmulardır (Kahya 2004:73). Anadolu’daki ilk ilmî faaliyetlerin 1071-1178 yılları arasında Sivas, Tokat, Amasya, Kayseri, Malatya ve civarlarında hüküm süren Dânimendliler (Özaydın 1993a; Yınanç 1997) zamanında ve onların hüküm sürdüü bölgelerde baladıı görülmektedir. Bu devletin kurucusu olan Melik Ahmed Gazi, Selçuklu ailesinin muallimi olan Dânimend Ali Taylu'nun olu olup babası gibi bilge bir kii olduu için Dânimend Gazi diye anılmakla birlikte, kurduu devlete de Dânimendiye denmitir. Melik Ahmed Gazi, bir yandan yeni fetihlerle uraırken bir yandan da fethettii bölgelerde youn bir kültürel faaliyette bulunarak ilmî çalımalara zemin hazırlamıtır. Nitekim, bugünkü bilgilerimize göre, Anadolu'da telif edilen en eski eser olup Melik Ahmed Gazi'ye sunulan Kefu'l-akabe'de: * * * * * * * * “O yüce zatı iltizam edenler çounlukla fâzıl ve filozoflardır. Dünyanın her yanından bilgin kiiler (ehl-i ukûl) o hazrete yöneldiler. Her biri ilmini yayması miktarınca itibar görüp, o hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar” eklinde yer alan kayıt, Malazgirt Zaferi'nden kısa zaman sonra Dâni-mendliler ülkesinde ilmî çalımaların baladıını ve Melik Ahmed Gazi'nin birçok ilim ve fikir adamını himaye ederek çalımalarına imkan saladıını göstermektedir. 344 344 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ayrıca Melik Ahmed Gazi'yi sahib-kıran diye zikreden Kefü’l-akabe müellifi bnü'l-Kemâl, hem onun Rum, Ermen ve am (Suriye )'da gerçekletirdii fetihlerini dile getirmi hem de bu yerlerde geni bir kültürel faaliyet içerisinde bulunduunu, “Rum, Ermeni, am memleketleri o sahib-kıranın varlıının feyzi ile slâm nuruyla bezendi” eklinde ifade etmitir. Dânimendliler devleti emirlerinden Kastamonu fatihi Emîr Karatekin'in, bn Makula'nın el-kmâl adlı eserini okuduuna dair bir kaydın bulunması da, bu dönemde ilmî faaliyetlerin varlıını göstermektedir. Anadolu 'da yer alan medreselerin en eskilerinin XII. asrın ilk yarısında ve Dânimendliler zamanında Niksar, Tokat, Sivas ve Kayseri'de yapılması bu açıdan dikkat çeken dier bir noktadır (Bayram 2003: 23). Dânimendliler döneminde, önemli ilim merkezlerinden birisi de Malatya idi. Anadolu ’nun Türkler tarafından fethediliinden önce Süryanîlerin elinde bulunan Malatya, önemli bir kültür merkeziydi. Malatya’nın, Türklerin Anadolu’yu fethetmesinden sonra da, Kuzey Mezopotamya ve Suriye ’den Anadolu’ya açılan ticaret yolu üzerinde bulunmasının etkisiyle, daha erken sayılabilecek bir tarihte önemli bir ilim merkezi hâline geldii görülmektedir. Özellikle, Gıyâseddîn Keyhüsrev’in veziri Malatyalı Muhammed Gazi, eyh zzeddîn Ebu’l-kâsım-ı Hammuî, eyh Ebû Tâhir Ahmed-i sfahanî, Muhammed b. Ebû Bekr-i Tebrizî gibi ran asıllı kiiler, Malatya’ya gelip yerleerek burada faaliyet göstermilerdir. Böylece, burada ran kültürü ile Süryanî kültürü yeniden bulumu ve Sasanîler devrindeki ilmî ve fikrî hareket yeniden olumaya balamıtır. ran millî kültürünün yeniden canlandırılmaya çalııldıı Malatya, Selçuklular zamanında ehzadelerin eitim gördükleri bir merkez hâline gelmitir. Gıyâseddîn I. Keyhüsrev ve olu zzeddîn I. Keykâvus burada eitim gören sultanlardandır. Bu Selçuklu sultanlarının eski ran ahlarının adlarını kullanmalarında, Türk cihan hakimiyeti ülküsünün yanında Malatya ve çevresindeki ran kültürünün de etkisi bulunmaktadır. Ayrıca burada eitim gören sultanların çok iyi Farsça bildikleri de müahede edilmektedir. Türk kültürünü ülkelerinde yaymaya ve yerletirmeye çalıan Dânimendlilerin, 50 yıl yönetimlerinde kalan Malatya’nın kültürel yapısını deitirememeleri dikkat çekmektedir (Bayram 2003: 7-8). Selçuklular zamanında, sultanlar muallimi diye anılan Malatyalı eyh Mecdüddîn shak’ın da etkisiyle Malatya’da, slâmî ilimler alanında youn bir faaliyet göze çarpmaktadır. Örencisi I. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in ikinci defa tahta geçmesinden sonra, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kültürel politikasına yön veren eyh Mecdüddîn shak, diplomat olarak bir çok defa Badad’a ve dier ülkelere gitmi ve bir çok ilim adamının Anadolu’ya gelmesine vesile olmutur. Mehur sufî bnü’l-arabî, Evhadiye tarikatının banisi Evhadüddîn-i Kirmânî, Anadolu Ahi Tekilatı’nın kurucusu eyh Nasîruddîn Mahmûd, Muhaddis Ebu’l-hasan Alî-i skenderânî, eyh Hasan Onar, Cemâleddîn-i Vâsıtî bunlardandır. Bu âlimlerin hemen hepsi bir süre Malatya’da ikamet etmilerdir. * * * * * * * * * * * * * * 345 345 ANADOLU SELÇUKLU AHMETDEVLET KARTAL DÖNEMNDE LM eyh Mecdüddîn shak, Malatya’ya çok sayıda kitap da getirerek ilim adamlarının istifadesine sunmutur. Cizreli bnü’l-esîr kardelerle, bnü’l-cevzî ve olu Ali b. Abdurrahmân’ın bazı eserleri bunlardandır. Ekseriyeti Sadreddîn-i Konevî’den intikal eden bu eserler, bugün Konya Yusufaa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Bayram 2003: 9-10). Tokat ve Malatya’nın Dânimendliler zamanında iki önemli ilim ve fikir merkezi hâline gelmesi, Selçuklular döneminde bu iki ehrin ehzadelerin eitim ve tahsil yeri olmasında etkili olmutur. Selçuklular döneminde bu iki zihniyet kendi ehirlerinde yetien ehzadeyi iktidara getirme gayreti içerisine girmi ve bu yönde siyasî faaliyetlerde bulunmulardır. Bu dönem ümerası da, ya bu iki zihniyetten birine mensup ya da birini tercih etme durumunda kalmılardır. Genellikle bu mücadelede, Malatya’nın iktidarlar üzerindeki ilmî, kültürel ve siyasî aırlıının daha etkili ve yönlendirici olduu görülmektedir. Tokat ve civarında Türk kültürüne ve Türkmencilik ülküsüne büyük önem verilirken, Malatya’da ran unsuru aırlıkta idi. bnü’l-esîr, ranlı mehur rakî filozof ihâbeddîn-i Sühreverdî el-Maktûl (587/1237) olduu anlaılan bir filozofun, Rükneddîn Süleymân âh’ın Tokat emiri olduu sıralarda Tokat’a gittiini ve Tokatlı bir bilgin (fakih) tarafından Süleymân âh’ın huzurunda tartaklandıı için Tokat’ı terk etmek zorunda kaldıını bildirmesi, ranî zihniyet ile Türk düüncesinin çatıma durumunda olduunun göstergesidir. Hatta Türkmen sufî Evhadüddîn-i Kirmânî (635/1237), Malatya’da kendisine hizmet edecei bir yer tahsis edilmedii için, oradan kırgın olarak ve bir daha dönmemek üzere ayrılmıtır. Yine Evhadüddîn-i Kirmânî ile Mevlânâ ’nın hocası ems-i Tebrizî arasındaki ihtilâf, Mevlânâ ve çevresi ile Ahi Evren eyh Nasîruddîn Mahmûd ve çevresi arasındaki ilmî, fikrî ve siyasî mücadeleler de, bu iki kültürel çevre arasındaki ihtilaflarının uzantısıdır. Ayrıca ems-i Tebrizî’nin Konya’da Ahiler tarafından öldürülmesi, buna karılık Mevlânâ’nın da bata olu Alâeddîn Çelebi olmak üzere, bazı kiilerin öldürülmesine vesile olması tamamen bu fikrî ve kültürel mücadelenin uzantısı olarak görülmektedir (Bayram 2003: 12-13). I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, oullarından I. zzeddîn Keykâvus’u Malatya’ya, I. Alâeddîn Keykubâd’ı ise, Tokat’a tahsil ve eitim için göndermitir. I. Alâeddîn Keykubâd, sultanlıı döneminde Anadolu 'da Türkmencilik mefkuresini hakim kılmaya çalımı, yüksek memurluklara Türk asıllı kimseleri atamıtır. Hatta bu dönemde, Türkmen eyhler, ilim ve fikir adamları himaye edilmi, Ahi tekilatı bütün Anadolu'ya yayılmı, ehirlerde belediye hizmetleri Ahilere gördürülmütür. Alâeddîn Keykubâd, büyük olu II. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in zihniyet bakımından kendisine muhalif olan Malatya'daki çevrelerle irtibatını ve yakınlıını, ranî zihniyete yatkınlıını fark ettiinden dolayı, daha salıında küçük olu zzeddîn Kılıç Arslan'ı veliaht tayin etmitir. Nitekim ran unsuruna dayanan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in iktidara geliinin ilk yıllarından itibaren Türkmenlere karı olumsuz bir siyasî tutum içerisine girdii görülmektedir. Hatta, saltanatının ilk yılında (635/1237) Eridir'de * * * * * * * * 346 346 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A yaptırdıı kervansarayın kitabesinde kendisi için söylenen “Türkmen (Havariç) ve Bagileri daıtıp yok eden” sözü dikkat çekmektedir. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in tahta çıkmasında gösterdii yararlılıklardan dolayı atabek olan Sa’düddîn Köpek, Türkmen ve Ahileri devlet kademelerinden uzaklatırarak, ran asıllı kiileri yüksek mevkilere getirme gayreti içerisine girdi. Türkmen ve Ahiler Gıyâseddîn Keyhüsrev'e ve onu iktidara getirenlere karı ayaklanınca, iktidarına muhalif olan güçleri yok etme temayülü gösteren sultan, atabeyi olan Sa’düddîn Köpek vasıtasıyla Türkmen yanlısı ileri gelen devlet adamlarını teker teker öldürttü veya saf dıı etti. II. Gıyâseddîn Keyhüsrev, kendisini bir suikast ile öldürüp Selçuklu tahtını ele geçirme niyetinde olan Sa’düddîn Köpek tehlikesini bertaraf ettikten sonra, yeniden iktidarına karı olan Türkmen çevrelerle mücadeleye koyuldu. Birçok Türkmen fikir adamlarını katletti veya tutuklattı (Bayram 2003: 15-17). I. Alâeddin Keykubâd'ın cülûsundan (616/1220) sonraki dönemde, Anadolu Selçukluları zamanında meydana gelen fikrî ve ilmî gelime, Mool istilâsının etkisiyle, özellikle de Moollar’ın 640/1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ’ni hakimiyetleri altına almalarından sonra, tedricen zayıflarken, dinî-tasavvufî düünce ön plana çıkıp gelimeye balamıtır. Çünkü XIII. asrın ilk çeyreinden itibaren çok sayıda mutasavvıf ve sufî, Mool istilâsından kaçarak huzur ve refahın mekanı olarak gördükleri Anadolu’ya gelmiler ve burada gösterdikleri faaliyetler neticesinde de, Anadolu’daki fikrî denge tasavvuf lehine bir ilerleme göstermitir. Bunda Mool iktidarının Anadolu halkı üzerinde yarattıı iddetli fikrî ve siyasî baskı ile gerçekletirdii acımasız katliamlar neticesinde, çaresizlie ve umutsuzlua düen Anadolu halkı için umut ve huzur kaynaı olan tekke ve zaviyelere rabetin artması da etkili olmutur. Böylece hızlı bir ekilde mistiklemeye doru giden Anadolu halkının pozitif ilimlere karı olan ilgisi azalmaya balamıtır. Ayrıca Moolların Anadolu’da gerçekletirdikleri bu katliam ve zulümlerden dolayı, birçok münevver, kültürlü ve bilge kiiler ya öldürülmü ya da Anadolu’yu terk etmilerdir. Bu da doal olarak, Anadolu’daki ilmî faaliyetleri olumsuz yönde etkilemitir (Bayram 2004: 134). Bu durum da, özellikle dinî ve tasavvufî mahiyette eserlerin sayısının artmasına sebep olmutur. Ancak burada, insanları dinî yönden eitme ve terbiye etme düüncesi olduunun da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde aklî ilimlerde önemli gelimeler ve deimeler olmutur. Bu ilimlerin hem sosyal hayattaki teknik uygulamaları gelitirilmi hem de teorik çerçeveleri zenginletirilmitir. Bu ilimlerden ilk göze çarpan astrolojidir. Bu dönem için astroloji bir askerî, dier bir ifadeyle bir istihbarat ilmi olarak incelenmelidir. Çünkü astroloji her ne kadar astronomi ile matematik bilimlerinin kombinasyonuna dayansa da, zemininde bulunan kozmolojik ilkelere balı olarak gelecee dair mümkün ve muhtemel olayların tespiti konusunda insan zihnini diri tutmakla birlikte, alternatifleri de daima hesaba katmayı gerektirir. Bundan dolayı, astroloji, fütuhatı iar edinen * * * * 347 347 ANADOLU SELÇUKLU AHMETDEVLET KARTAL DÖNEMNDE LM sultanların sık sık müracaat ettikleri bir ilim olmutur. Dönemin bilgi paradigması içerisinde düünüldüünde, ortak “bir dil” olarak astroloji, hem doayı hem de insanı beraberce dikkate almayı gerektirir. Ayrıca astroloji, kendisi için üretildii sultana ya da komutana bir misyon biçme açısından da son derece önemlidir. Çünkü astroloji, belirli bir projeyi yürüten kiiye, genelde Varlık’ın özelde Kozmos’un, daha özelde de, o dönemdeki kozmolojinin kabulüne göre “ruh ve akıl” sahibi ay-üstü âlemin kendi projesine katıldıını ve hatta desteklendiini gösterir. Bu moral destek ve eylemin ontik karılıı projeyi yürüten kiiye büyük bir güç verir. Bundan dolayı astroloji, tarih boyunca askerî ve siyasî bir disiplin olarak sultanların, özellikle proje sahibi ve kendisine bir misyon yükleyen komutanların dikkate aldıı bir alan olmutur (Fazlıolu 2001: 158). Bu hususiyetinden dolayı, Anadolu Selçuklu Devleti sultanlarının da, astrolojiye önem verdikleri, hatta bizzat bu ilimle ilgilendikleri görülmektedir. Nitekim bnü’l-esîr, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleymân âh’ın babası Kutalmı’tan bahsederken: “Tuhaf olan u ki, bu Kutalmı Türk olmasına ramen astronomi (nücum) ilmini çok iyi biliyordu. Ayrıca kavimler ilmini de iyi bilirdi. Kendisinden sonra da oulları bu ilimlere rabet göstermeye devam ettiler ve bu ilimlerde sivrilmi olan bilim adamlarını korudular” * demek suretiyle bu duruma açıklık getirmektedir. XII. asrın sonlarında Anadolu ’ya gelip Akâid-i Ehl-i Sünnet adlı bir eser yazan Ömer b. Muhammed b. Ali, eserinin önsözünde: * “Diyâr-ı Rûm’a (Anadolu ’ya) geldim. nsanların astronomiye (ilm-i nücûma) rabet ettiklerini ve fakat dinî ilimlerden bîhaber olduklarını gördüm” * diyerek, bnü’l-esîr’in söylediklerini teyit etmitir (Bayram 2004: 124-25). Ermeni vakayinamecisi Sempad’ın, nücum ilmine meraklı bir hükümdar olduunu kaydettii Sultân I. Alâeddîn Keykubâd (Fazlıolu 2001: 158), Sultân Celâled-dîn Harzemâh’a elçi olarak gönderdii Kemâleddîn-i Kâmyâr vasıtasıyla, Ahlat’ta Sultân Celâleddîn’in yanında bulunan bn Bîbî’nin annesi Bîbî Müneccime’nin yıldızlardan bilgi çıkarmadaki öhretini örenerek, onu Dımık’ta buldurup Anadolu ’ya getirtmi ve himayesine almıtır. Harput’a giden ordunun zafer müjdesini veren Bîbî Hatun’a, Sultân Alâeddîn bir hil’at ile çok miktarda mal vermitir (bn Bîbî 1996: I/439-40). Astrolojinin askerî stratejik bir bilim olması dolayısıyla, rakî filozof Kutbeddîn-i îrâzî, astronomi-astroloji sahasında önemli bir eser olan htiyarât-ı Muzafferî’yi (Ate 1945: 117-18) kaleme alarak, Kastamonu’daki Çobanolu Beylii hükümdarı Muzaffereddîn Yavlak Arslan’a ithaf etmitir. Konyalı Zeynülmüneccim b. Süleymân ise, 773 tarihinde Sivas’ta kadim Türk astrolojisini konu alan Ahkâm-ı Sâl-i Türkân isimli eserini telif etmitir (Fazlıolu 2001: 158-59). Bu dönemde * * 348 348 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A kaynaklarda Selçuklu saraylarında birçok müneccimin himaye edildii kaydedilmektedir. II. Kılıç Arslan döneminde Hubey-i Tiflisî (Karaka 1991: 354), Alâeddîn Keykubâd devrinde Bîbî Müneccime (bn Bîbî 1996: I/439-40), Esîrüddîn (bn Bîbî 1996: II/130-31), Bahâeddîn ang-ı Müneccim (Ahmet Eflâkî 1989: II/251) bunlardandır. Astronomi de, Anadolu Selçukluları’nın üzerinde durduu ve kendileri için önemli saydıkları bilim dallarından biridir. Yukarıda zikrettiimiz gibi Ömer b. Muhammed b. Ali, Akâid-i Ehl-i Sünnet adlı eserinin önsözünde, Anadolu’da astronomiye olan ilgiyi özellikle vurgulamıtır. Hatta Anadolu’da yazılan ilk eser olan Kefü’l-akabe’nin (Bayram 1981) de, bir astronomi kitabı olması bunu göstermektedir. Genelde slâm âleminde, özelde ise, Anadolu’da, astronomiye olan ilginin sebepleri u ekilde belirtilebilir. Astronomi, insanı her an geni düünceye, gökyüzüne, uzaya ve evrene yönelmeye, her görünen olayı tetkik ve tenkit zihniyetiyle incelemeye sevk eder. Bu düünce sistemini mâm-ı Gazâlî, el-Munkız mine’d-dallâl isimli eserinde, “Astronomi ve anatomi bilmeyen kimse, Allah’ı (c.c.) tanıma hususunda noksan kalır” eklinde ifade etmitir. Ayrıca Müslümanların yaayılarında Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i erîflerin ilgili hükümleri gerei, günün ve yılın belirli zamanlarında yapılan ibadetlerden namaz vakitleri, dinî bayram günleri, dier mübarek gün ve geceler ile kıble yönünün belirlenmesi için Güne ve Ay’ın görünürdeki hareketlerinin doru olarak tespitinin gereklilii bakımından da önem arz etmektedir (Göker 1998: 275-77). Dinî, iktisadî hatta siyasî yönden önemli bir ilim olarak görülen astronominin, hem pratik hem de teorik yönüyle ilgili çeitli çalımaların yapıldıı görülmektedir. Bunlardan bazıları astronomi biliminin tarihi içerisinde teknik düzeyde ilerleme kaydeden bilgiler içerir. Büyük oranda fizik ve matematik yaklaımları terkip etmi olan bn Heysemci anlayıta seyreden Meraa matematik-astronomi okulunun çizgisini izleyen bu çalımalar içerisinde Kutbeddin-i îrâzî (634/1236-710/1311)’nin (Wiedemann 1997; Ate 1945: 117) özel bir yeri vardır. Optik sahasında benimsedii rakî tenkitleri de dikkate alarak astronomi biliminde önemli eserler kaleme alan îrâzî, seçkin bir hekim ailesine mensup olup önce babasından, onun ölümünden sonra ise amcasından tıp tahsil etmi ve onların hastanelerinde çalımıtır. Kânûn’u örenmek için Horasan’a giden îrâzî, daha sonra Nasîreddîn-i Tûsî’nin talebesi olmutur. Anadolu’ya geldiinde, çok iyi karılanmı ve kendisine çeitli lütuflarda bulunulmutur. Anadolu’da hem ders alan hem de ders veren îrâzî, 673/1274’te Konya’da Sadreddîn-i Konevî’den icazet almıtır. Konya, Malatya ve Sivas’ta kadılık yapan îrâzî, Muîniddîn Pervâne’nin Kayseri’de yaptırdıı medrese ile Sivas’taki Gök Medrese’de de müderrislik yapmıtır. Anadolu’da bulunduu süre içerisinde, astronomi alanında örencilerine okuttuu Nihâyetü’l-idrâk fîDirâyeti’l-eflâk isimli önemli eserini, 681/1282 tarihinde Sivas Gök Medrese’deki müderrislii sırasında yazdı. Yine aynı yerde önemli bir astronomi eseri olan elTuhfetü’l-âhiyye fî-lmi’l-hey’e’yi, 684/1285’te kaleme aldı. îrâzî’nin eitim ve * * 349 349 ANADOLU SELÇUKLU AHMETDEVLET KARTAL DÖNEMNDE LM öretim faaliyetleri ile kaleme aldıı eserler, onun VII/XIII. asır sonlarında Anadolu’daki ilmî hayata olan etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca kendisi Meraa matematik-astronomi okulunda okutulan ve bu okul üyelerince telif edilen eserlerin Anadolu’ya aktarılmasında da etkili bir rol oynamıtır. Kutbeddîn-i îrâzî, ömrünün sonlarında, Gazan Han’ın 1299 tarihinde Tebriz’de yaptırdıı enb-i Gâzân adlı külliyenin baına geçmi ve burada Anadolu-Osmanlı ilim hayatında derin bir etki oluturan Kemâleddîn el-Hasan b. Ali el-Fârisî (öl. 718/1318), Nizâmeddîn el-Arac el-Nîâbûrî (öl. 730/1330), mâdeddîn Yahya b. Ahmed el-Kâî (öl. 745/1344) ile Cemâleddîn Said b. Muhammed b. Musaddık elTürkistanî gibi önemli matematikçi-astronomlar yetitirmitir (Fazlıolu 2001: 159-60; 1998: 29-30). Bu dönemde, astronomi alanında eser verenlerden biri de, Esîreddîn-i Ebherî’dir. Felsefe, mantık ve geometri alanlarında da birçok eser kaleme alan Ebherî, ilk tahsilini Musul’da yapmı, daha sonra Horasan ve Mısır’a giderek tamamlamıtır. O dönemin ünlü bilginlerinden Kemâleddîn bn Yûnus’un talebesi, bn Hallikân’ın ise hocası oldu. Bir süre Musul sarayında himaye gördükten sonra, 625/1228’de Erbile gelerek oraya yerleti. Anadolu’ya çeitli seyahatlerde bulunan Ebherî, buradaki Türk beylerinin saraylarında aırlanmı ve onların destekleriyle felsefe ve müspet ilimlerde dersler vermitir. Astronominin temel problemlerini ihtiva eden Muhtasar fî-lmi’l-hey’e, Ebu’l-vefâ el-Bûzcânî’nin elZîcü’-ifâ isimli eseri üzerine aynı isimle yazdıı erh, Batlamyus’un eserinin fizikçi yaklaıma uygun olarak çıkarılmı özeti olan Mülahhas fî-Sınâ’ati’lmecistî, Risâle fi’l-usturlâb ve Dirâyetü’l-eflâk astronomi alanında yazdıı eserlerindendir (Bingöl 1994). Dânimendliler devletinin kurucusu Gümütigin Melik Ahmed Gazi’ye takdim edilen ve Anadolu’da yazılan en eski eser olan Kefü’l-akabe’nin müellifi lyas b. Ahmed (Bayram 1981), yine II. Kılıç Arslan’a ithaf edilen ve Anadolu’da yazılı nüshası bize kadar gelmi olan Farsça eserlerin eskilerinden biri olan Kâmilü’t-ta’bîr ile Beyânu’n-nücûm’un yazarı Hubey b. brâhîm-i Tiflisî (Ate 1945: 97-101), Kara Arslan’a sunulan Urcûze fî-Suverkevâkib el-Sâbite’nin müellifi Ebû Ali b. Ebi’l-hasan el-Sûfî (Fazlıolu 2001: 160) ile Zübdetü’l-hey’e adlı çalımanın sahibi Muvaffak-ı Kayserî (Fazlıolu 1998: 27) bu dönemde astronomi alanında eser veren dier kiilerdir. Anadolu ’da, astronominin yanında kozmolojinin (Seyyid Hüseyin Nasr 1985) de, ilgi çeken bir konu olduu görülmektedir. Anadolu’da oluan kozmoloji, dier bilimlerde olduu gibi slâm kozmolojisini esas almaktaydı. Bu kozmoloji, dine dayalı olup Kur’ân’a balı olarak gelitirilmitir. Her ne kadar yazardan yazara bazı farklılıklar görülse de, bu bilgiler, temel prensipleri aynı olan bir bilgi yıınını oluturmaktaydı. Bu görüe göre, Allah ilktir ve evrenin yaratıcısıdır. Her ey sonludur, ancak Allah bunun dıında kalır ve O sonsuzdur. Yer ve gökteki her eyin yaratıcısıdır; onları meydana getirendir; düzenin kurucusudur; bir baka ifade ile, O kozmosun var olu sebebi ve onu oluturandır. Genellikle kozmoloji ile ilgilenen bilgin ve filozoflar bu görüleri * * * * * * 350 350 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A paylamılar ve bunlara balı olarak yedi gök, yedi yer, ilâhî kürsü, ar, Kaf daı, kozmik aaçlar gibi terimleri kullanarak, yer ve göün oluumunu açıklamaya çalımılardır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Anadolu’da slâm kozmolojisini ele alan kiilerdendir (Kahya 2002: 545-46). Anadolu Selçukluları döneminde, matematik alanında, hendesî ve adedî yönelimler açısından ilginç çeitlilikler görülmektedir. Her eyden önce matematik, günlük hayatın yanında devlet malî tekilatının bel kemii olan muhasebe sınıfı için önem arz etmektedir. Özellikle bu alanda ondalık konumsal sayı sistemine dayalı olan “hisâb-ı hindî”nin kullanıldıı söylenebilir. Hesap alanında pratik algoritmanın alabildiine gelitii bu dönemde Anadolu Selçuklu Türkleri, slâm Medeniyeti’nde o zamana kadar ilk ve tek olmak üzere ondalık kesirleri günlük hayatta kullandılar. Dier taraftan astronomi ve trigonometri için gerekli olan “hisâb-i sittîn” de örenilmeye devam edildi. Cebir ilminde ise, özellikle Kerecî çizgisinde cebri aritmetikletiren, soyut cebir anlayıına yaklaan ve aynı zamanda bir tabip olan Maribli Samav’el’in (öl. 570/1174) Anadolu ve Azerbaycan’da, özellikle de Diyarbakır’da yaaması ve eser vermesi dikkat çekici bir olaydır. Çünkü Türk bölgelerinde bulunduu için, örendii ondalık kesri, kök hesaplarında uygulamaya çalımıtır. Bu dönemde, fakihlerin de matematii ele almaları dikkat çekmektedir. Sayı mistisizmini dıarıda tutan, özellikle Pitagorasçı sayı ilâhiyatını tasfiye eden bir anlayıa sahip olan fakihlerin bu tavrı, bir taraftan matematiin teorik karakterini nispeten ihmal ettirirken, dier taraftan tereke hesaplamalarının çarıtırdıı düünceyle matematik ifadelerinin dı dünyaya tatbiki sürecinin önünü açmıtır. Böylece daha önce Aristotelesçi yaklaımın tasfiye ettii matematik-doa ilikisini ele almada yeni açılımlar salanmıtır. Dier yandan fakihler, belki de ilk defa bn Fellûs örneinde olduu gibi Pitagorasçı sayı mistisizmine dümeden saf sayılar teorisi yapılabileceini göstermilerdir. Nitekim bn Fellûs lakaplı Hanefî fakihi Mardinli smâ’îl’in (öl. 637/1239-40), elementer sayılar teorisini konu alan Kitâb dâd el-srâr fî-Esrâr el-A’dâd isimli eserinde, Nicomachos’un el-Medhal ilâ lm el-Aritmatikî (Introductio Arithmaticae) adlı çalımasını örnek almasına ramen, Theologoumenates aritmetikes anlamında bir sayı mistisizmine yanamadıı için eseri saf bir matematik metni olarak görülebilir. Fakihler, hesap ve cebir bilimini de tereke hesaplarına uygulayarak hesap ve cebire yeni uygulama alanları açmılardır. Bu tavır hem cebire pratik bir yön verirken hem de matematiin dı dünyaya uygulanması konusundaki düünceleri beslemitir. Bu konuda bn Fellûs’un çalımaları dikkat çekmektedir. Onun râd el-Hussâb fî elMeftûh min lm el-Hisâb adlı hesap eseri ile Nisâb el-Habr fî-Hisâb el-Cebr isimli cebir kitabı, slâm matematik tarihinde, hesap ve cebir ilmine tamamen amelî-fıkhî görünüm kazandıran ilk çalımalardan kabul edilmektedir. Onun bu tavrı, çalımalarının mantıkçıların ontolojik içerii olmayan mantık aratırmalarına paralel ekilde Hanefî fakihlerinin çok erken bir tarihte üretmeye baladıkları içeriksiz, saf, dolayısıyla amelî matematik külliyatı içerisinde görüldüü için önemlidir. Hanefîlerin bu yönelimi, daha sonra Mısır âfiî okulunda, özellikle bn * * * 351 351 ANADOLU SELÇUKLU AHMETDEVLET KARTAL DÖNEMNDE LM Hâim, Türk asıllı matematikçi-astronom Tayboaolu bn el-Mecdî ve yine Türk asıllı Mardinli Sibt el-Mardinî elinde en mükemmel seviyeye ulaacaktır (Fazlıolu 2001: 161-62). Astroloji gibi hem askerî hem de içtimaî karılıı bulunan dier bir disiplin de kimya ile onun batınî tarafı olan simyâdır. Kimya ile simya bir taraftan ucuz metallerin altın ve gümüe dönütürülmesiyle Sultanlara, yürüttükleri projenin maddî masrafını finanse etme imkânı verdii gibi ayna, kâıt, boya vb. mamullerin elde edilmesi için kurulan küçük ölçekli iletmelerde teknik üretimi mümkün kılıyordu. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Câbir b. Hayyân-Ebû Bekir Zekeriyâ Râzî çizgisinde olan eski kimya-simya kitapları kullanıldıı gibi, bir çok yeni eserler de telif edilmitir. Anadolu’nun birçok ehrinden kimya bilginleri yetimitir. Bunlardan, Ahlat’ta yetien brâhîm b. Abdullah’ın öhretini duyan Memlûk hükümdarı kendisini sarayına davet etmitir. Hüseyin Hilâtî ise, kimyagerlikteki mahareti sebebiyle akranları arasında Lâciverdî lakabıyla tanınmıtır (Fazlıolu 2001: 163). Anadolu Selçukluları’nda da, simyanın slâm dünyasında olduu gibi ilgi çeken bir konu olduu görülmektedir. Bu dönemde Cevberî, daha çok simya ve dier gizli ilimlere dair çalımalarıyla tanınmıtır. Deiik ülkeleri gezip gören Cevberî, Hindistan’a kadar gitmitir. Ayrıca Anadolu’da bir süre Harran (612/1219) ve Konya’da da bulunmutur. Daha sonra, Mâlik el-Mes’ûd’un sarayında görev alan (618/1221) Cevberî, bu hükümdar için seyahatleri sırasında edindii bilgilerden de yararlanarak, otuz bölümden oluan el-Muhtâr fî-Kefi’l-esrâr ve Hetki’l-estâr adlı eserini kaleme almıtır. Cevberî, doulu ve batılı yazarlara ait konuyla ilgili eserleri okuyarak, belli bir birikimi elde ettikten sonra kaleme aldıı eserinde, esas itibariyle arlatanları incelemekte ve onların sahtekârlıklarının iç yüzünü ortaya koymaktadır. Ele aldıı tipler arasında yalancı peygamberler, sahte tasavvuf eyhleri, sahtekâr Yahudi ve Hıristiyan mistikleri, dolandırıcı simyager, hekim ve eczacılar, hokkabazlar ve tuzaklarıyla mehur fettan kadınlar bulunmaktadır. Eserin asıl yazılı amacının, illuzyona dayalı hünerlerden kaba ve aldatmacaya kadar çeitli yollarla insanları kandırıp onların cahillik, zaaf, iyi niyet ve dinî inançlarını istismar etmek suretiyle menfaat salayanlara karı halkı uyarmak olduu anlaılmaktadır. Cevberî, benzeri birçok sahtekâr arasında insanların zaaflarını kötüye kullanma imkânına daha çok sahip olan simyacılar üzerinde fazlaca durmutur. Eser, o dönemdeki sosyal, kültürel, sınaî ve ilmî atmosferi yansıtması bakımından da önemlidir (Ökten 1993; Kahya 2002: 54950). Salık hizmetlerinin asla ihmal edilmedii görülen Anadolu Selçukluları dönemi tıbbı, genel tıp tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü bu dönemde hem tıp kurumları yaygınlatırılarak tıbbın topluma mal edilmesi salanmı hem de Ebû Bekir Zekeriyâ Râzî’nin klinik tıp yöntemi ile bn-i Sînâ’nın teorik tıp anlayıı terkip edilerek kullanılmıtır. Her yönden gelitirilip donatılan hastanelerde klinik tıbbın bütün gerekleri yerine getirilirken, hekim * * * 352 352 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A yetitirilmesine özel bir önem verilmitir (Fazlıolu 2001: 164). Nitekim bütün içtimaî yardım ve hayır müesseseleri gibi Anadolu’nun hemen her ehir ve kasabasına Dârü’-ifâ, Dârü’l-âfiye, Dâru’s-sıhha veya Bîmâristân adlarıyla hastaneler ina edilmitir. na tarihlerine göre bu hastaneler unlardır: Mardin Emîneddîn Dârü’-ifâsı (502-516/1108/9-1122), Kayseri Tıp Sitesi (602/1205-6), Sivas I. zzeddîn Keykâvus Dârü’-ifâsı (614/1217-18), Konya Hastaneleri (1219-1236), Divrii Turan Melik Dârü’-ifâsı (626/1228-29), Harput Dârü’ifâsı (1229), Çankırı Cemâleddin Ferruh Dârü’-ifâsı (633/1235), Kastamonu Pervâneolu Alî Dârü’-ifâsı (671/1272-73), Tokat Muîniddîn Pervâne Dârü’ifâsı (1277), Sivas Dârü’r-râhanesi (1288), Konya Aksarayı Dârü’-ifâsı (XIII. asır), Erzurum Dârü’-ifâsı (XIII. asır), Erzincan Dârü’-ifâsı (XIII. asır), Akehir Dârü’-ifâsı (XIII. asır), Amasya Anber b. Abdullah Dârü’-ifâsı (708/1308-9) (Cantay 1992; Ünver 1993: 14-22). Anadolu Selçukluları’nın, yaptırmı oldukları bu hastaneleri destekleyen kaplıca, hamam, içme ve ılıca da oluturmaları dikkat çekmektedir. Bazı slâm merkezlerindeki medreselerde, er’î ilimler yanında tıp ve dier müspet ilimlerin okutulduuna dair malumatımız olduu hâlde, Anadolu Selçukluları medreselerinde tıp tedrisatı yapıldıı hususunda bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak Rusûmu’r-resâil adlı ina mecmuasındaki bir menur, hastaneye tayin edilen doktorun orada hastaları tedaviden baka tıp talebesini yetitirme vazifesiyle de sorumlu tutulduunu göstermektedir (Turan 1988: 51-53). Bu da, hastanelerin tedavi yapılan bir kurum olmalarının yanında, tıp tedrisatının da verildii yerler olduunu göstermektedir. Yine bu vesikadan örendiimize göre, tabiplerden hasta ve malûllerin tedavilerinde üstatlar gibi ustalık ve efkatle muamele etmesi, hasta ve deliler arasında fark gözetmemesi istenmektedir. Ayrıca tedavide tecrübe kazanan tabipler, sultanın hususî tabipliine tayin edilmekte ve sulhta ve seferde onun hizmetinde bulunmaktaydı. Meselâ Tabip erefeddîn Ya’kûb bunlardandır (Turan 1988: 51). Bazı Selçuklu hekimlerinin tıp alanında edindikleri öhret dolayısıyla, civar slâm devletlerinin hükümdarlarından özel davet aldıkları görülmektedir. Nitekim mantık alanında da güçlü bir âlim olan ve el-Makalat el-Müride fî-Derc el-Edviye fî-Diryâk el-Farûkî adlı tıbba ve eczacılıa dair eseri olan Koçhisarlı mâdüddîn Muhammed (öl. 686/1287), önce Kahire’de, daha sonra Dımık’ta Atabeg Nureddin’in büyük Bimaristan’ında görev yapmıtır (Fazlıolu 2001: 164). Bunun yanında, Anadolu’daki ilmî ortamı tercih edip dıarıdan Anadolu’ya gelen hekimler de olmutur. Meselâ çok yönlü bir slâm bilgini olan Abdüllatîf-i Bagdâdî bunlardandır (Kaya 1988). Anadolu Selçukluları’nda, her alanda olduu gibi tıpta da büyük gelime salanmı ve bir çok hekim yetimitir. Bu hekimler tarafından tababetle ilgili birçok eser kaleme alınmıtır. Bunlar içerisinde, özellikle bn Sînâ’nın Kânûn’u üzerine yapılan çalımaların geniçe yer aldıı görülmektedir. Nitekim bn Bîbî, aynı zamanda matematikçi olan Sa’deddîn Ebû Bekr-i Erdebilî’yi Kânûn’u Anadolu’da tanıtan kii olarak nakleder. bn Bîbî’nin eserinde, Kânûn üzerinde * 353 353 ANADOLU SELÇUKLU AHMETDEVLET KARTAL DÖNEMNDE LM çalıan tabiplere sık sık atıfta bulunması, bu eserin Anadolu’daki tabipler indinde ne kadar önemli olduunu göstermektedir. Külliyât-ı Kânûn’u yazan Sadr Feridüddin Muhammed-i Cacermî ile Bedreddin bn Harîrî gibi tabiplerin yanında, Kutbeddîn-i îrâzî’nin uzun süre birçok yerleri gezerek ve çeitli kiilerle görüerek yaptıı aratırmalar neticesinde kaleme aldıı Kânûn erhi, sadece Anadolu’da deil bütün bir slâm tıp tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir (Fazlıolu 2001: 164; bn Bîbî 1996: I/312; Wiedemann 1997: 1050). Gerek Anadolu Selçuklu sultanlarının maiyetinde bulunan tabiplerin gerekse ülke sathına yayılan hastanelerde görev yapan tabiplerin tıbbın çeitli konularına dair bir çok eser kaleme aldıkları görülmektedir. Bunlardan eyh mâmü’l-hâfız Cemâleddîn Ebu’l-ferec Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed-i Cevzî, Arapça olarak üç tane eser kaleme almıtır. Bunlardan 596/1200 tarihinde yazılan Kitâb-ı Lugati’lmenâfi’ fi’t-tıb’da, insan hayatının evreleri, çocuklar ve yetikinlerin mizacı hakkında bilgi verildikten sonra, hıltlar (safra, balgam, kan ve sevda) ve onların düzensizlikleri üzerinde durulmutur. Daha sonra, yiyecek ve içecek ile onların özellikleri ve medikal hususiyetleri dile getirilmitir. Bu eseri tamamlar nitelikte olan Kitâbu’l-muhtâri’l-lugat fi’t-tıb’da ise, daha çok yalar, onların medikal özellikleriyle banyolar ve salıklı giysiler hakkında bilgi verilmitir. Daha çok ülkelerin sosyal ve idarî düzeni hakkında bilgi verilen Kitâbü’l-mevâzi’i’l-mülûk ve’s-selâtîn isimli eserinin son bölümlerinde Cevzî, bir ülkenin salıklı olabilmesinin önemini vurgulayarak salıklı idare, salıklı idareci ve salıklı halk arasında ilginç münasebetler kurmutur. Konya’da Beyhekim mahallesindeki ifahanede doktor olarak çalıan Burhâneddîn brâhîm b. Abdurrahmân b. Ebi Bekr Ezrak’ın Arapça olarak yazdıı Kitâbu’l-teshîl fî’t-tıbb ve’l-hikme isimli eseri ise, be bölümden olumaktadır. Birinci bölümde hıltlar teorisine uygun olarak organların mizaçları, ikinci bölümde besinler ve bazı basit ilaçlar, üçüncü bölümde hıfzısıhha, dördüncü bölümde patoloji ve tedavi ile ilgili bilgiler, beinci bölümde ise bulaıcı hastalıklar hakkında bilgi verilmitir (Kahya 2002: 553-56). Hubey b. brâhîm-i Tiflisî, Kifâyetü’t-tıbb isimli eserini özel hekimliini de yaptıı Sultân II. Kılıç Arslan’a takdim etmitir (Ate 1945: 101; Karaka 1991: 354). Bu devrin dikkate deer doktor ve eczacılarından olan ve spanya’ya balı Malaka’da doan bnü’l-baytar (öl. 1248), özellikle nebatat ilmine karı olan aırı merakından dolayı, yirmi yalarına doru Kuzey Afrika’da seyahate çıkarak Fas, Cezayir ve Bicaya gibi memleketlere gitmi, 1220 tarihinde Kasantina, Tunus, Trablus, Barka gibi ehirleri gezdikten sonra, deniz yolu ile Antalya civarına gelmi, oradan da Mısır’a gitmitir. Mısır’da Eyyubî sultanlarından el-Kâmil’in hizmetine girerek reis ala sairi’l-aabin (: otçular baı) olmutur. 1237’de melikle birlikte am’a gitmitir. Melik el-Sâlih Necmeddîn devrinde de bu vazifesinde kalarak Suriye ve Anadolu’da aratırmalarına devam etmitir. Bu aratırmalarını Melik Sâlih Necmeddîn namına yazdıı ve Müfredât-ı bn Baytar olarak da bilinen Kitâb elCâmi’ fi’l-adviye el-müfrede isimli eserinde toplamıtır. Nebatî, hayvanî ve basit ilaçların toplandıı eserde, 1400 ilaç tarif edilmi olup bunların 200 tanesi nebatî * * 354 354 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A olmak üzere 300’ü bizzat kendisi tarafından yapılan yeni ilaçlardır. Arapça, Latince, Farsça ve Berberice olmak üzere dört lisanda ve alfabetik olarak yazılan eser, XVI. asrın sonlarına kadar Avrupa’da en kıymetli ilaç kitabı olarak kullanılırken, XIX. asra kadar da slâm dünyasında klasik öretim kitabı olarak okunmutur. XIV. asırda ise, Aydınolu Umur Bey adına Türkçeye tercüme edilmitir. Bu eserinde alfabetik olarak zikrettii ilaçları, Kitâb el-Mugnî fi’ladviye el-Müfrede isimli eserinde hastalıklara göre tasnif etmitir. bnü’l-Baytar’ın ilaçlar ve gıdalar hakkında yazdıı Câmii Müfredât el-Adviye ve’l-agdiye isimli eseriyle, tıbba dair olan Tezkiret-i bn Baytar adlı çalıması da bulunmaktadır (Karaka 1991: 367-69). Uzun müddet Ahlat’ta kalıp Ahlat emiri âh-ı Arman’ın özel doktorluunu yapan, daha sonra Mardin’e gelerek Bedreddîn Lu’lu’nun hizmetine giren Mühezzebüddîn Ebu’l-hasan Alî b. Ahmed bn-i Hübel-i Bagdâdî’nin Vezir Cemâleddîn Cevâd adına telif ettii el-Muhtâr fi’t-tıbb elCemâlî ile azalar üzerine tertip ettii Muhtarat bn-i Hübel isimli eserleri vardır (Karaka 1991: 343). Artuk Oulları’nın hizmetinde Ahlat ve Silvan’da hekimlik yapan Sedidüddîn b. Rakîka Ebu’s-senâ’î Mahmûd b. Ömer el-eybânî (öl. 1237)’nin Külliyât fi’t-tıbb (Karaka 1991: 360-61), Urfalı shak b. Alî’nin de Edebu’t-tabîb (Karaka 1991: 377) isimli kitabı bulunmaktadır. Tıp ilminde, döneminin önde gelenlerinden olan zzeddîn bn Hubel-i Musulî, Takiyüddîn Tabîb-i Reanil Safiyüddevle Nasranî ve Cerrah Vasil (bn Bîbî 1996: I/312) de Anadolu Selçukluları dönemi hekimlerindendir. Bu dönemde tıpla ilgili olarak özellikle tıbbı-ı Nebevî konusunda da bazı hekimler tarafından eserler kaleme alındıı görülmektedir. Bunlardan el-ahkâm el-Nebeviyye, aslında bir göz hekimi olarak öhret yapmı olan Alâeddîn b. elKehhâl Alî b. Abdülkerîm b. Turhan es-Safedî tarafından 720/1320 tarihinde kaleme alınmıtır. On bölümden oluan eserde, hastalıklarla ilgili açıklamalar, söz konusu hastalıkların tedavisiyle ilgili hadisler ve açıklamaları, hıfzısıhha ile ilgili açıklamalar ve bunlarla ilgili hadisler, çeitli yiyecek ve içeceklerle ilgili ravilere dayanılarak verilen hadisler ve onların yorumlarına yer verilmitir (Kahya 2002: 556). Uzun müddet Erzincan’da tabiî ilimlere büyük önem veren Mengücek Oulları’ndan Alâeddîn Dâvud ah’ın sarayında bulunan ve bn-i Lablab diye öhret bulan Abdullatîf Muvaffaküddîn Ebû Muhammed b. Yûsuf b. Muhammed b. Alî el-Bagdâdî bn Samhun’un (öl. 1231) tıbba dair hadislerden meydana getirdii erhü’l-hadîsi Erba’în isimli eseri vardır. Tıbb-ı Nebevî’ye dair olan bu eseri, daha sonra Ebu’l-Abbâs Ahmed bni Es’ad (öl. 1254) erh etmitir (Karaka 1991: 354-56). Anadolu’daki müspet ilimler üzerindeki bu çalımalar, bilimin i alanında uygulanmasına ve insanların bilimden yararlandırılması düüncesinin domasına ve kuvvetlenmesine vesile olmutur. Böylece bilimin ie dönütürülmesi ön plana çıkmı ve bunun uygulanması için gayret edilmitir. II. Kılıç Arslan döneminde Kayseri’de yaayan Tiflisli Hubey b. brâhîm, Beyânü’s-sınâ’at isimli eserinde, sanat alanında bilimden yararlanmanın yollarını göstermeye * * 355 355 ANADOLU SELÇUKLU AHMETDEVLET KARTAL DÖNEMNDE LM çalımı ve sanat alanında bilimden geni ölçüde yararlanılabileceini savunmutur. Aynı dönemde Diyarbekir Artukluları devri bilgini Cizreli Ebu’lizz smâ’îl b. er-Rezzâz el-Câmi’ Beyne’l-ilm ve’l-amel adlı kitabında (Ökten 1993a), pek çok otomatik makinelerin projesini çizerek, ilmin amele dönütürülmesi yollarını göstermitir. bnü’l-Kemâl, Kefü’l-akabe’de, bilim adamlarının bilimi uygulamaları ölçüsünde deer kazandıklarını ifade ederek, bu hususu belirtmek istemitir. Yine XIII. asrın balarında Sivas’a yerleen Kübreviyye eyhi, eyh Necmüddîn-i Dâye de, Sultân Alâeddîn Keykubâd’a sunduu Mirsâdü’l-ibâd adlı eserinde, sanatı, hem ilmin insan ruhunda meydana getirdii gücün neticesi olarak görmekte hem de insanın sahip olduu ilmi sayesinde aklın direktifi ile ruhunu, duygu ve düüncesini eya üzerinde göstermeye çalımaktadır. te bu düünceler, Anadolu’da bir süre geliim göstererek kendisine uygulama alanı bulmutur. Bu zihniyetin uygulayıcıları olarak karımıza, o dönemlerde hirfet ve sanat erbabı olan Ahiler çıkmaktadır. Nitekim Anadolu’da Ahi tekilatının kurucusu olarak tanınan ve Ahi Evren diye tanınan Anadolu Selçukluları döneminin en güçlü fikir ve aksiyon adamı eyh Nasireddîn Mahmûd-ı Hoyî’nin bu konuya özel bir önem verdii görülmektedir. O, eserlerinde sık sık ilmi i ve sanat alanında kullanmanın gerekliliini; ilmin amelden önce geldiini, ilimsiz amelin fayda salamayacaını, kiinin ilmini uyguladıı ölçüde makbul insan olacaını savunmutur. Bu zihniyet, amacı ilmin çeitli sanat alanında uygulamaya konulması ve toplumun bundan yararlanmasının salanması olan Ahi Tekilatı’nın kurulmasına da vesile olmutur (Bayram 2003: 63-65; 2004: 128-31). Selçuklular zamanında Kayseri’de teekkül eden Ahi Tekilatı’nın yanında, Türkmen hanımların da kendi aralarında örgütlenerek Bâcıyân-ı Rûm tekilatını kurdukları dikkat çekmektedir. Türkmen eyhi Evhadüddîn-i Kirmânî’nın kızı ve Ahi Evren’in ei olan Fatma Bacı’nın lideri olduu bu tekilata balı olan kadınlar, Kayseri’de bulunan sanayi sitesinde de yer alan örgücüler ve dokumacılar çarısında el sanatlarını icra etmilerdir (Bayram 1994). Anadolu Selçuklu Devleti dönemi bilginlerinin, ferdin kendini idaresi (ahlâk), ailenin idaresi (tedbir el-menzil) ve toplumun idaresi (ilm-i siyaset) konuları üzerinde de klasik düüncenin imkânları içerisinde durdukları görülmektedir. Hanefî fıkıh âlimlerinden Abdülmecid-i Herevî'nin (öl. Kayseri, 537/1143) el-râf alâ Gavâmiz el-hukumât adlı eseri, bu açıdan dikkat çekmektedir (Fazlıolu 2001: 165). Bu dönem âirlerinden ve devlet adamlarından olan Muhammed bin Gâzî-i Malatyavî, Rükneddîn Süleymân âh döneminden önce spehbûd Merzbân b. Rüstem’in Merzbân-nâme’sini Taberî dilinden adalı bir dille tercüme ve tahrir etmeye balamı, Rükneddîn Süleymân âh’ın hizmetine girince, onun da tevikiyle tercümesini Ravzatu’l-ukûl (Düzen 1978) adı altında 598/1201 yılında tamamlayıp Rükneddîn Süleymân âh’a takdim etmi ve sultanın teveccühünü kazanmıtır. Malatyavî, devlet idaresi ve ahlâka dair olan Ravzatu’l-ukûl’dan dokuz yıl sonra, Hz. Peygamber’in * * * 356 356 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A hadislerinden seçtii kırk hadisi anlatan, ayrıca sahabenin sözlerinden ve dier hikmetli sözlerden de bahseden Berîdü’s-sa’âde’yi I. Keyhüsrev adına kaleme almıtır (Riyâhî 1369: 62, 1995: 75-76; Ate 1945: 104-6). Anadolu Selçuklu hükümdarları içerisinde, tarih ve siyaset felsefesine en çok ilgi duyan, Türkçeden baka Arapça , Farsça ve Rumca da bilen I. Alâeddin Keykubâd olmutur. Onun meliklerin tarihlerinden ve eski padiahların huylarından bahseden kitapları okumayı çok sevdii kaynaklarda zikredilmektedir. Nitekim bn Bîbî, Alâeddîn Keykubâd’ın sürekli olarak Gazâlî’nin Kîmyâ-yı Sa’âdet’i ile Nizâmü’l-mülk’ün Siyerü’l-mülûk (Siyâset-nâme)’unu okuduunu kaydetmektedir. Sultan sadece bu alandaki eserleri okumakla kalmamı, aynı zamanda Ahmed Usmânî'nin 625/1227 tarihinde Alanya'da kendisine sunduu Kitâb el-Letâif el-alâiyye fî el-Fedâil el-Seniyye adlı eser örneinde olduu gibi bilginleri bu konularda kitap yazmaya tevik etmitir (Fazlıolu 2001: 165; bn Bîbî 1996: I/246). Anadolu Selçuklu devlet adamları da, ataları gibi corafyaya büyük ilgi duymular; çıktıkları seferlere dair “günlük” benzeri eserler kaleme almılardır. Corafyaya ait konular, astronomi ilmi içerisinde matematiksel yönden incelenmi; corafya eserlerinde ise, ele alınan ülkelerin bitki ve hayvan örtüsü, iklimi ve beerî yapısı hakkında ayrıntılı bilgi verilmitir (Kahya 2004: 75). Bu dönemde, mantık ve hikmet alanında da eser verildii görülmektedir. Mahmûd b. Ebî Bekr b. Ahmed-i Urmevî’nin Letâ’ifü’l-hikme (Yûsufî 1351) ve Metâli’u’l-envâr (Riyâhî 1995: 132-35; Terbiyet 1314: 180) isimli eserleri bunlardandır. Muhammed b. el-Hüseyn el-Mu’înî de, Kur’ân’ın anlaılmasını kolaylatırmak için yazdıı Beâirü’n-nezâ’ir (Ate 1945: 112-13) isimli bir sözlük hazırlamıtır. Kemâleddîn Ebû Bekr b. Sâ’idü’r-râdî, kelâma dair olan Ravzatü’l-menâzır li’l-meliki’n-nâsır isimli Farsça eserini, Nasireddîn Berkyaruk namına yazmıtır (Uzunçarılı 1948: 292). Nasireddîn-i Sicistânî, gizli ilimlere dair Dakâyiku’l-hakâyık’ı (Riyâhî 1995: 137), bn Bîbî de Anadolu Selçukluları tarihi olan El Evamirü’l-ala’iye fi’l-umuri’l-ala’iye [Selçukname]’yi kaleme almıtır (bn Bîbî 1996). Râvendî ise, 603/1206 tarihinde tamamladıı Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr isimli Büyük Selçuklular ile sfahan Selçukluları’ndan bahseden önemli tarih kitabını Gıyâseddîn Keyhüsrev’e ithaf etmi ve mukaddimesinde sultanı öven bir kasideye de yer vermitir (Râvendî 1333, 1999). Kurumsallamaya son derece önem veren Anadolu Selçukluları ile Anadolu’nun çeitli yerlerinde hakim olan Türkmen beyliklerinde, gerek yapı ve gerekse tekilat bakımından Büyük Selçuklu medreselerini (Köymen 1975a) örnek alan ve daha sonra Osmanlı medreselerine de mahreç olacak bir çok medrese tesis edilmitir. Bu medreselerin en eskisi Konya’da II. Kılıç Arslan zamanında yapılan ve pekçi diye mehur olan emseddîn Ebû Said Altun Aba Medresesi’dir. Konya’daki erîf Mes’ûd Medresesi (639/1241), Sırçalı Medrese (640/1242-43), Karatay Medresesi (649/1251-52), Kayseri’de Sahibiyye * * * * * * * * 357 357 ANADOLU SELÇUKLU AHMETDEVLET KARTAL DÖNEMNDE LM Medresesi (666/1267-68) ve Külük Camii Medresesi, Sivas’taki Gök Medrese (670/1271-72), Tokat’taki Gök Medrese (674/1275-76) ve Çukur Çeme Medresesi, Kırehir’deki Cacabey Medresesi, Konya Aksaray’daki Tâcü’l-vezir Medresesi, Malatya’daki Ulu Cami Medresesi, Afyon’daki Kale Medresesi, Antalya’daki mâret, Atâ Bey ve Karatay Medreseleri bu dönem medreselerindendir. Ayrıca Güneydou Anadolu’da hakimiyet kuran Artuklular ile Dou Anadolu’ya hakim olan lhanlılar da birçok medrese ina ederken, bir Anadolu beylii olan Hamidoullarından Dündâr Bey, 634/1236-37 tarihinde Eridir’de, Emîr Sinâüddîn 1319’da Korkuteli’nde medrese yaptırmılardır (BT 1993: 90-91). Anadolu Selçukluları’nda, hem aklî hem de naklî ilimlerin medreselerin yanında, ilim adamlarının evlerinde, hastanelerde, tekke ve konaklar gibi mekânlarda da tedris edildikleri görülmektedir. Anadolu Selçukluları, bir yandan devletin resmî çizgisinde eitim veren medreseler ile dârü’-ifâlar kurarak mensup oldukları slâm medeniyetindeki bilgi birikimini nesiller arası aktarımını yaparken, dier taraftan da, bilginin kontrollü bir ekilde yayılmasını salamılardır. Tesis edilen medreseler ile dârü’-ifâların çokluu ve yaygınlıı, bu konudaki siyasetin bilinçli bir ekilde yapıldıını göstermesi bakımından önemlidir (Fazlıolu 2001: 165). Ayrıca medreseler arasında gerçek anlamda ihtisaslamanın Anadolu Selçuklu medreselerinde olduu dikkat çekmektedir. Nitekim Konya’da nce Minareli Medrese’de hadis, yine Konya’da Sırçalı Medrese’de fıkıh, Kırehir ve Kütahya medreselerinde hey’et ve nücum, Kayseri’de Çifte Medrese’nin birinde tıp örenimi yapılmaktaydı (Tademirci 2001: 164). Anadolu ’da kurulan bu medreselerin birçounda, ilim ve irfanın deimez parçası olarak telakki edilen kütüphane de bulunmaktaydı. Nitekim bazı vakıf kayıtlarında, Selçuklu sultanları ile ümeranın özel kütüphaneleri olduu da kayıtlıdır. Özellikle Anadolu Selçukluları döneminde bir ilim ve kültür merkezi hâline gelen Konya’da, ilk Selçuklu kütüphanesi emseddîn Altun-Apa tarafından kurulmutur. II. Kılıç Arslan'ın olu Rükneddîn Süleymân âh zamanında, 598/1202 tarihinde kaleme alınan vakfiyeye göre Altun-Apa Medresesi’nde bir kütüphane oluturan emseddîn Altun-Apa, vakıf mütevellî ve nazırının her yıl kütüphane için ayrılan vakıf gelirlerinden 100 dirhem ile gerekli kitapları satın almalarını ve mevcut koleksiyonu zenginletirmeleri ile rehin karılıı medrese dıına ödünç kitap vermeyi art komutur. Bu dönemin ünlü bilginlerinden Sadreddîn-i Konevî’nin, Konya’da eyh Sadreddin mahallesindeki hangahında da bir kütüphane bulunmaktaydı. Bu kütüphanede Sadreddîn-i Konevî’nin ahsî kitaplarının yanında kendisinin ve üvey babası Muhyiddîn-i Arabî’nin el yazısıyla bazı eserleri de yer almaktaydı. Sirâcüddîn-i Urmevî evlâdından Bedreddîn Mahmûd’un zevcesi Kutlu Melek Hatun’un kurmu olduu Dârü’l-huffâzında, Emîrü’l-hâcolu Müstevfî Ebu’s-senâ Mahmûd’un da Nizâmiye hangahında birer kütüphane tesis ettikleri çeitli vakıf * * 358 358 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A kayıtlarında yer almaktadır. Yine Selçuklu vezirlerinden Sahip Ata’nın, Anadolu’nun çeitli ehirlerinde kurduu medreselerde birer kütüphane mevcut olduu Süheyl Ünver’in bazı yazma eserlerin üzerlerindeki vakıf kayıtlarını incelemesiyle ortaya çıkmıtır (BT 1993: 245-46, Cunbur 1986, Ünver 1970). Türklerin anayurdu olmasıyla birlikte Anadolu ’da, gerek Anadolu Selçukluları, gerekse dier Türk devletleri sahip oldukları toprakları, medreselerin dıında cami, mescit, kümbet, imarethane, dârü’-ifâ/hastane, rasathane/gözlemevi, saray, kök, han, hamam, kervansaray, köprü, çeme gibi mimarî eserlerle tezyin edip oralara Türk-slâm damgasını vurmulardır. * * 359 359 TERCÜME EDEBYATI TERCÜME EDEBYATI Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın (1063-1072) Malazgirt’te 1071 yılında Bizanslıları bozguna uratmasıyla, Anadolu’nun kapıları Türklere açılarak anayurtları hâline gelmitir. Ancak burada kurulan ve Selçuklu Devleti’nin bir kolu olan Anadolu Selçuklu Devleti, 1243’te Köseda’da Moollar karısında aldıı malubiyetten sonra, hızlı bir çökü devresine girmi ve lhanlılar’a tâbî olmutur. XIII. asrın sonlarında Anadolu’da Mool baskısı azalınca, bu durumdan istifade eden uçlarda ve sınırlarda yerletirilen Türkmen Beyleri ve halk, yava yava Selçuklular ile ilikilerini keserek büyüklü küçüklü birçok devletler kurmulardır. Eratnaoulları, Karasioulları, Saruhanoulları, Aydınoulları, Menteeoulları, Germiyanoulları, Karamanoulları, Candaroulları, Pervaneoulları, zmiroul-ları, Tekeoulları, Erefoulları, Dulkadiroulları, Ramazanoulları ve Osman-oulları Anadolu’da bunun sonucu olarak kurulan Türkmen beyliklerindendir. te bu dönemde, Karamanolu Mehmed Be, Anadolu Selçuklularının son zamanlarına doru, memleketteki karıık durumdan faydalanarak Konya’yı Alâeddîn Keykubâd’dan alıp devlet idaresini vezir sıfatıyla ele geçirdikten sonra, 15 Mayıs 1277 (H. 10 Zilhicce 675) de * * * “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden baka dil konumayacak” (bn Bîbî 1996: II/209) eklindeki kararını bütün ehre ilan ettirip, “defterleri dahı Türkçe yazalar” (Korkmaz 1995: 428) buyruunu verdi. Bu buyruktan sonra, Anadolu ’da VI. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar ayrı ayrı bölgelerde tek bir kol halinde ilerleyen eski Türk yazı dilinden ayrılıp yepyeni karakterde müstakil bir yazı dilinin kuruluu salanmı (Korkmaz 1995: 424), Türkçe ilim ve edebiyat dili olarak Arapça ve Farsça karısında geçerlik kazanmaya balamı ve resmi dil olmutur. Böylece takriben XI. asırdan itibaren uubiye hareketi dolayısıyla hakimiyetini kısmen Farsça ile paylaan Arapça, XIII. özellikle de XIV. yüzyıllarda balamak üzere Türkçe ile paylamak zorunda kalmıtır (Sayılı 1964: 47). Ayrıca baka milletlerin sadece yazılarını kabul edip dillerini hiçbir zaman almayan Türkler (Lewis 1964: 78), Anadolu’da Türkçenin sadece konuma dili olarak kalmayıp bir kültür ve medeniyet dili olmasının temellerini de yine bu dönemde atmılardır. * * * * * * 360 360 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Selçuklu Devleti’nin Mool baskısı ile zayıflaması üzerine, bulundukları bölgelerde kendi adlarına hüküm sürmeye balayan Türkmen beylerinin, özellikle Arap ve Acem kültürüne fazla itibar etmemeleri, millî geleneklerine ve kendi bölge aızlarına verdikleri önem, ilim adamlarını, âir ve edipler ile sanatkârları korumaları, Türk dili ve edebiyatı için verimli bir dönemin balamasına zemin oluturmutur. Bu beylerin, memleket kazanmak için yaptıkları savalar ve siyasî mücadeleler sırasında bile ilim ve edebiyat hareketlerini tevik etmeleri, bazılarının Arapça ve Farsçayı iyi bilmelerine ramen, Türkçe yazmayı tercih etmeleri dikkate deerdir. Özellikle bu dönemde, beylerin tutumları sayesinde, çeitli konularda telif ve tercüme yüzlerce eser meydana getirilmitir (Korkmaz 1995: 427). Bilindii gibi, ecdadımız daima faydayı ve yararlı olmayı göz önünde bulundurmu, 'hakikati' içerisinde yaamı olduu toplumun bireylerine ulatırma gayreti içerisine girmitir. Bunda baarılı olabilmesi için de, hiç üphesiz vermi olduu eserleri, o toplumun diliyle vermenin gerekliliinin farkına varmıtır. Nitekim bu dönemde, yüksek slâm kültürünün dili yani 'hakikat'in temsil ettii dil Arapça olduu için, üst kültürün eitimini alan kii de, dolayısıyla Arapça üzerinden 'hakikat'i elde etmi ve onunla iliki kurmutur. Oysa 'hakikat'in ulatırıldıı kii, sadece anadili olan Türkçeyi konuan bir kii ise, anlama sorununu amak için, 'hakikat'in Arapça yerine Türkçeyle ifade edilmesi gerekmektedir. te bu durumun farkına varan gerek Beylikler dönemi gerekse ilk dönem Osmanlı bilginleri, eserlerini artık Türkçe yazma ihtiyacı hissetmilerdir (Fazlıolu 2003: 155). Esasında bu hususun ilk kıvılcımları Anadolu Selçuklu Devleti döneminde kendisini hissettirmiti. öyle ki, bn Bîbî'nin ifadelerine göre, Anadolu'da Türkçe, Rumca , Ermenice , Arapça ve Farsça olmak üzere be dil konuulmaktaydı (1996: I/97, 141). Anadolu Selçukluları zamanında, bu dillerden Farsça resmi dil olarak kullanıldıı için, telif edilen eserlerin büyük bir kısmının Farsça olduu görülmektedir. Mikail Bayram, yaptıı kütüphane taramaları neticesinde, Anadolu Selçukluları zamanında, 230 küsur eser telif edildiini, bunlardan 20 tanesinin müellifinin meçhul olduunu, geriye kalan eserlerin 80 müellif tarafından yazıldıını belirttikten sonra, bu eserlerden 145’inin Farsça, 68’inin Arapça, 15’inin Türkçe olarak kaleme alındıını, birkaç eserin de Süryanice ve Ermenice olduunu söylemektedir (Bayram 2004: 107). Bu manzara Anadolu Selçuklu Devleti’nin hem karıık kültürlerden olutuunu hem de çok dilli bir ortam sunduunu göstermektedir. Bu da her topluma kendi diliyle hitap eden çeitli eserlerin yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli iirlerin (mülemma) yazılmasına da zemin hazırlamıtır. Çünkü bu tip toplumlarda her dilin kendine has farklı ilevleri vardır ve her biri belirli bir amaç ve durum için kullanılır. te çok dilli iirler de, bu durumun ilevsel bir yansımasını sergilerler (Johanson 1993: 29). Hatta, bu tip davranıın, özellikle zengin bir Halk edebiyatı geleneine sahip olan Ouz Türkçesinin aruz vezniyle söylenilen edebî metinlerde de kullanılmasıyla, edebî olarak etkin bir hâle gelmesine yardımcı * * * * * * * * * * * 361 361 TERCÜME EDEBYATI AHMET KARTAL olduu görülmektedir. Yani bu mülemma iirler, edebî açıdan fazla ilenmemi olan Ouz Türkçesinin ilenmi olan dillerin özellikle de Farsça ve Arapçanın çatısı altında talim imkânı elde ettii söylenebilir. Nitekim Köprülü’nün deerlendirmesiyle, Horasan ve Maveraünnehir âirlerinin oldukça etkin bir dönemde aruzla iir yazmaya Türkçe-Farsça mülemmalarla baladıkları (Johanson 1993: 34-35) gibi, Anadolu’da da aynı durumla karılamaktayız (Bayram 2004: 111). Tabii ki burada, Johanson’un ifade ettii gibi, bu dönemde modern tarzda dil ve millet bütünletirilmedii için, son dönemlerdeki millî dile sadakat veya dil milliyetçiliinin olmadıı da hatırlanmalıdır. Ayrıca Orta Ça Avrupa edebiyatında olduu gibi dil tercihi sanatçıların milliyetine göre deil, edebî türe göre belirlenmekteydi (1963: 28). te, bu çok dilli iirlerin yazılmasının yanında, bugünkü bilgilere göre, Anadolu’da Hekîm Bereket tarafından Türkçe olarak kaleme alınan Tuhfe-i Mübârizî'nin yazılı amacının halkı bilgilendirme ve onlara yardımcı olma düüncesinin olması dikkat çekmektedir (Bayram 2004: 110-11). Hekîm Bereket, tıp ilmine dair olan Tuhfe-i Mubârizî (Tekinda 1971: 134-39; Derin 1987)'nin mukaddimesinde bildirdiine göre, bu eseri Lubâbü’n-nuhab adıyla Arapça olarak yazmı, daha sonra Tuhfe-i Mubârizî adıyla Farsçaya tercüme edip methini iittii ve kendisine intisap ettii Amasya emiri Melikü’lümerâ Mubârizu’d-devle ve’d-dîn Halifet Alp Gazi’ye sunmutur. Hekîm Bereket, onun * * “Tıb sanâ‘atından bir kitâb geregidi ki anuñ mutâla‘asından bize bir fâ’îde olaydı çün bu du‘âcınuñ ol kitâbın gördi begendi pes buyurdı eger bu kitâbı Türkiye döndüreler öyle kim ol dâyireler kamusı anda bile yazıla yavlak ho ola bu ‘ilm içinde bir garîb bedî‘ nüsha ola....” diyerek, tıp ilmi için faydalı olacak bu eseri beendiini, ancak Türkçe olarak kaleme alınsaydı deerinin daha da artacaını ifade ettiini, bundan dolayı da bir süre sonra Türkçeye çevirdiini belirtir (Tekinda 1971: 134-36). Hekîm Bereket’in bu ifadeleri, bu dönemde Türkçe eserlerin çok nâdir olarak mevcut olduunu göstermesinin yanında, özellikle halkın istifadesi için Türkçe eserlerin yazılmasının gerekliliini göstermesi bakımından da önemlidir. Büyük ihtimalle, bu tevik neticesinde Hekîm Bereket Hulâsa der-lm-i Tıb adıyla yine Türkçe bir baka eser yazarak yine Emîr Halifet Gazi (ö. 1225 veya 1232)’ye takdim etmitir. Yine aynı cilt içersinde müellifi bilinmeyen Tabîat-nâme isimli Türkçe bir mesnevî bulunmaktadır. Bu mesnevînin Hekîm Bereket’in dier iki eseri gibi tıbba dair ve bir cilt içinde bulunması, dilinin ise çok eski olmasından dolayı, Hekîm Bereket’e ait olduu sanılmaktadır (Bayram 2004: 110). Özellikle Beylikler döneminde, Türkçe telif ya da tercüme birçok eser yazılmaya balanmıtır. Nitekim Âık Paa (ö. 1332), eski ve yeni bilginlerin Arapça ve Farsça birçok eser yazmasına karın, * * * * 362 362 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A “...ve imdi öyle bil kim bizüm zamânumuzda halkun çokı idrâk-i ma'ânî niçe kim gerekdür idemez ve besâtîn-i ma'rifetden bir gül direbilmez; ve bülbül âvâzın gülistân içinde iidemez. Zarûret iktizâ itdi kim bir kitâb Türk dilinçe tertîb ola....” * diyerek, “Vemâ erselnâ min resûlin illâ bi-lisâni kavmihi (Biz her elçiyi kendi milletinin dili üzre gönderkik)” ayetini iktibas eder ve: Türk dilinde anlayalar ol Hak'ı Tâ ki mahrûm kalmaya Türkler dakı * * beytiyle hedefini tayin eder. Âık Paa, 'hakikat'i temsil etmede diller arasında ilkece bir fark olmadıını özellikle vurgular: Kamu dilde ma'ni vardur bilene Cümle yolda Hak bulundı buluna Âık Paa'ya göre aslında bütün diller tek bir hakikati (mânâyı) söyler: Ma'niyi bir dilde sanman siz hemân Cümle diller anı söyler bî-gümân Âık Paa ile aynı görüü paylaan Mu'înüddîn bin Mustafa, Sultân II. Murâd'a takdim ettii Mesnevî-i Murâdiyye'de öyle demektedir: Kavmine kendü lisanıyla nüzûl Eyledi küllî nebî vü hem resûl Biz de Türkî dil ile erh eyledük Kavmümüze dilleriyle söyledük Aynı görüü dile getiren Yazıcıolu Ahmed Bican da, Envârü'l-âıkîn adlı eserinde: “....Türkçe bir kitâb düzem ki bizüm il kavmi dahı ol 'ilmlerden fâ'ide tutup...” * diyerek hem zâhirî hem de bâtınî ilimlerde mevcut bulunan 'hakikat' “bizim kavme” ulatırmanın yolunun eserlerin Türkçe telif edilmesinden geçtiini belirtmitir. Ancak bu hususu dillendiren en yetkin ifadeler, eyholu Mustafâ'nın u beyitleridir (Fazlıolu 2003: 155-56): * lüm Türkdür dilüm Türkdür didüm Egerçi Tat dilinde var durur yat 363 363 TERCÜMEKARTAL EDEBYATI AHMET Velikin Rûm ilünün kavmi yek-ser Ingup Türk dilini söyleürler * Dirüm ben söyleem 'âkıl bulunca Sözi her kavm ile dillü dilince Bahsettiimiz bütün bu hususlardan dolayı, Türk asıllı âlimler Türkçe çeitli konularda telif eserlerin yanında, kendi insanının okuduu zaman istifade edeceini düündüü bazı Farsça ve Arapça eserleri manzum veya mensur olarak Türkçeye tercüme etme temayülü içerisine girmilerdir. Bunda, muhatabın ilme yeni balayan ve sadece Türkçe bilen “mübtedî (: örenci)”lerin olması da etkili olmutur. Nitekim Ahmed-i Dâ'î, Nasîrüddîn-i Tûsî'nin astronomi ve astroloji konusundaki Sî Fasl adlı eserinin tercümesinin mukaddimesinde, bu eseri Türkçeye tercüme etmesinin sebebini: “...bazı mübtedilere [Farsça metni okumak] mükil olduu için Türkî dille terceme eyledük...” eklinde belirterek buna açıklık getirmitir. Ayrıca bilgiyi yalnızca örencileri düünmeden daha büyük bir kitleye yani halka ulatırma düüncesi de, tercüme faaliyetinin baka bir sebebi olarak görülmektedir. eyholu Mustafâ'nın Marzubân-nâme'sinin giri kısmında yer alan “...bu za'îf diledi ki ol fevâyid ve hikmetden bir mikdâr çıkarup Türkî dil ile erh ide tâ ki fâidesi 'âma âmil ola...” ifadeler bunu göstermektedir. Yine siyasî ya da medenî bir meslekî sınıfa mensup Türkçe konuan kiiler için de, Türkçe telif eserlerin yanında, bazı Arapça veya Farsça eserler Türkçeye çevrilmitir. Bu durum en güzel ekilde Osmanlı tıp, muhasebe ve muvakkıt sınıfına yönelik olarak Türkçe kaleme alınan veya Türkçeye tercüme edilen matematik ve astronomi eserlerinde gözlemlenebilir. erefeddîn Sabuncuolu, Akrâbâdîn Tercümesi'nde bu durumu u ekilde dile getirmitir: * * * * “...zîrâ kim ilm-i tıbbın kitâbları Pârisî ve Tâzî dilinde düzülmidür. Rûm ehlinün ekseri Arabî ve Pârisî dilün bilmeyüp âciz ve âtıl olmulardı....”. Bizzat beyler ile sultanların istekleri de, bazı eserlerin tercüme edilmesine sebep olmutur. Türkçe konuan halkın düünülerek, eserin Türkçe telif ve tercüme edilmesi, müellif ile mütercimin sahip olduu ‘dil bilinci’ne ve Türkçe konuan halka ‘mensubiyet duygusu’na iaret eder. Faydanın yaygınlaması dileine istinaden, Türkçe eser telif etmek ya da Türkçeye tercüme etmek, Anadolu Beylikler döneminin en önemli özelliklerinden birisidir. Özellikle dinî, tarihî ve edebî eserler bütün bir halkın okuması, anlaması ve faydalanması için, telif veya tercüme edilmeye balanmıtır. Osmanlı sultanlarından I., II. ve III. Murâd gibi bazılarının etrafında bulunan âir, bilgin ve dier sanatkârları Türkçe telif ve tercüme eser vermeye tevik ettikleri de bilinmektedir. Bu tercüme * * 364 364 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN faaliyetlerinde dil bilincinin de etkili olduunu belirtmemiz gerekir (Fazlıolu 2003: 162-82). Bu dil bilinciyle Beylikler dönemi Türk kültürü üzerinde kurulan Osmanlı Devleti'nin yükselii ile Osmanlı Türk dili ve kültürü, saray ve ordunun yanı sıra, yüksek memurların da, dili olmutur (Hourani 1997: 119). Böylece Türkçe , yazı dili olarak youn bir ekilde kullanılmaya balanırken, Farsça ve Arapçaya olan rabet de, o oranda azalmıtır. Özellikle bu durum, Türk dil tarihi açısından oldukça önemlidir. * * * * Hem Türkçeye verilen önem hem de Türkçe edebî eserler açısından, Anadolu beylikleri içerisinde, Germiyanoulları'nın önemli bir yeri vardır. Özellikle Ya’kûb Bey’in olu Mehmed Bey (ö. 1363) ve onun yerine geçen Süleymân âh zamanı, bu açıdan dikkat çekmektedir. Bunda, beyler tarafından ilim adamları ile âirlerin korunmasının da önemli yeri olmutur. Nitekim Süleymân âh, beylii süresinde hem ilim adamlarını hem de âirleri himaye etmi ve onları desteklemitir. Süleymân âh’ın bir halk âirine sade yazması ve anlaılır ekilde söylemesinden dolayı, ihsanda bulunması, eyhî’nin yazdıklarından ise, bir ey anlamadıını ifade etmesi dikkat çekmektedir. Ya’kûb Bey de, babası gibi ilme ve sanata önem verip âlimleri ve âirleri himaye etmitir. Bundan dolayı, ikisi döneminde, kültür faaliyetleri itibariyle Kütahya, beylikler içerisinde birinci sırayı igal etmitir. Süleymân âh’ın ilme ve ilim adamlarına verdii bu önem üzerine, eyholu Mustafâ, Ahmed-i Dâ’î, Ahmedî gibi devrin âlim ve âirleri meclisinde hazır bulunmutur (Yavuz 1983: 10-11). eyholu Mustafâ, Germiyan-oulları Beylii’nde yetien önemli âlim ve âirlerdendir. 1340-1410 tarihleri arasında Germiyan Beyi Süleymân âh’ın niancılık ve defterdarlıını yapan eyholu, Germiyan beyinin ölümü üzerine, Yıldırım Bâyezîd’e intisap ederek, Osmanlı sarayına girmitir. Germiyanolu Süleymân âh adına yazmaya baladıı Hurîd-nâme veya Hurîd ü Ferahâd (Ayan 1979) adıyla da anılan eserini, Süleymân âh’ın ölümü üzerine 789/1387’de tamamlayarak Yıldırım Bâyezîd’e ithaf etmitir. Nitekim, bu durumu eserinde açıkça belirten âir, eserinin Yıldırım Bâyezîd tarafından beenildiini de kaydetmitir. ran ahı Siyavu’un kızı Hurîd ile Marib ehzadesi Ferahâd arasındaki akı konu edinen mesnevî, aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmı olup, 7903 beyitten olumaktadır. Eser, “Ki Türkî nazm idem bir ho hikâyet / ‘Arabdan nite kim oldı rivâyet” beytinden de anlaılacaı gibi, Arap edebiyatındaki kıssalara balanmaktadır. Ancak eserin asıl konusunun ileniindeki bazı kullanımlar ve motifler, ran meneli olduunu da düündürtmektedir. XIV. ve daha eski yüzyıllardaki Türk örf ve âdetlerinden izler taıyan Hurîd-nâme, Türk kültür hayatı için önemli bir kaynak durumundadır. âir, bu eserini, Anadolu insanının Türkçe konumasından dolayı Türkçe olarak yazmıtır. Eser dil, hikâyecilik sanatı ve nazım teknii bakımından oldukça baarılıdır. eyholu Mustafâ’nın bu manzum tercümesinin * * * * * * 365 365 TERCÜMEKARTAL EDEBYATI AHMET dıında, mensur tercümeleri de vardır. Bunlardan Marzuban-nâme Tercümesi (Korkmaz 1973), Germiyan Beyi Süleymân âh’ın istei üzerine Varavinî’nin metnine dayanılarak Türkçeye tercüme edilmi ve Destûr-i âhî adı verilmitir. Didaktik mahiyette olan bu eser, hayvan hikâyelerine dayanarak devlet idaresi ve ahlâkî öütleri ihtiva etmesi bakımından, Kelîle ve Dimne’ye benzemektedir. eyholu, eserinde yer yer hayattan ve devlet idaresinden bahsetmi, sultana devlet idaresine dair nasihatlerde bulunmu, fikirlerini bazen ayet ve hadislerle de desteklemitir. eyholu’nun yine Germiyan Beyi Süleymân âh’ın istei üzerine Farsçadan tercüme ettii dier bir eseri ise, Kabus-nâme çevirisidir. Eser, Unsurü’l-ma’âlî Keykâvus bin skender bin Kabus’un 475/1082 yılında, olu Gîlânah için yazmı olduu nasihatlerden olumaktadır. Eserin bilinen tek nüshası Kâhire’de Dârü’l-kütüb, Fünûn-ı Mütenevvie, Türkî, mim. 22’de kayıtlıdır. eyholu Mustafâ’nın benzer türdeki önemli dier bir eseri de, Necmüddîn Dâye’nin Mirsâdü’l-ibâd’ından serbest bir tercüme olan Kenzü’lküberâ ve Mehekkü’l-ulemâ (Yavuz 1991) isimli çalımasıdır. Geni bir devlet tecrübesine dayanan eser, Türkçe’de Kutadgu Bilig’den sonra, devlet idaresi ve cemiyet ilerini ele alan ikinci eser olarak kabul edilmektedir. Bata sultan olmak üzere, devlet adamlarına devlet yönetimi ile ilgili tavsiyelerde bulunulan eser, Yıldırım Bâyezîd dönemi devlet adamlarından Paa Aa bin Hoca Paa’ya takdim edilmitir. Eser ayrıca, Elvan Çelebi, Gülehrî, Hâs, Hoca Dehhânî, Hoca Mes’ûd, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Yûsuf-ı Meddâh’ın iirlerinden örnekler vererek, adlarının günümüze ulamasına yardımcı olması bakımından da, dikkat çekicidir. eyholu Mustafâ’nın ayrıca Taberî Tarihi Tercümesi de bulunmaktadır. Germiyanoulları dönemi âirlerinden biri de, Ahmed-i Dâ’î’dir. Nitekim kendisi hakkında bilgi veren kaynakların hepsi, onun Germiyanlı olduunu kabul etmektedir. Sehî Bey ve Latîfî, Dâ’î’nin Emîr Süleymân devri (14021410) âirlerinden olduunu söyledikleri hâlde, Hasan Çelebi ve ondan naklen Mehmed Süreyyâ, onu Sultân I. Murâd dönemi (1362-1389) âirlerinden sayarlar. Eserlerinden, Sultân I. Murâd, Germiyan Beyi II. Ya’kûb, Yıldırım Bâyezîd’in olu Emîr Süleymân ve devirlerinde yaadıı anlaılan Ahmed-i Dâ’î, bu sultanlar adına eserler de yazmıtır. Hatta Germiyan’da bir müddet kadılık yapan Ahmed-i Dâ’î, Ya’kûb Bey’in emri ile Ebû Bekir bin Abdullah elVâsıtî’nin Arapça kaleme aldıı tabirnamesinin Farsçaya yapılan tercümesini Türkçeye çevirmitir (Ertaylan 1952: 161-68). Bir akaid kitabı olan Miftâhu’lcenne'yi, Lülü Paa adında biri için, Arapçadan dilimize tercüme etmitir. Konusu astronomi ve astroloji olan Tercüme-i Ekâl-i Nâsır-ı Tûsî, Nâsır-ı Tûsî’nin Sî-Fasl adlı eserinden tercümedir (Ertaylan 1952: 150-53, 311-21 [metin]). Yine Nasîrüddîn-i Tûsî’nin gizli ilimlerden bahseden ve yıldız-nâme türündeki otuz üç beyitlik Câmasb-nâme isimli mesnevîsini, Türkçeye tercüme etmitir. Bu eser, bugünkü bilgilere göre, “Câmâsb-nâme”nin Türkçeye ilk tercümesidir. Vesîletü’l-mülûk li Ehli Sülûk, Âyet’el-kürsî’nin tefsiri ile Esmâ-yı Hüsnâ’yı açıklayan * * * * 366 366 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A bir çeviridir (Ertaylan 1952). Osmanlı sultanı II. Murâd adına da, bazı eserleri tercüme ettii görülmektedir. XV. asrın en önemli isimlerinden olan eyhî, Germiyanoulları sınırları içinde yetimi büyük bir sanatkârdır. Eitimini ilerletmek için gittii ran dönüü sırasında, Ankara’ya urayarak Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap etmi ve “eyhî” lâkabını almıtır. Memleketi Germiyan’da bir attar dükkânı açıp tabiplie balayan âir, önce Germiyan beyi II. Ya’kûb'un hizmetine, daha sonra da Süleymân âh'ın saltanatı döneminde, Germiyan'ın Osmanlılar’a düün hediyesi olarak verilmesi üzerine, Çelebi Mehmed ile II. Murâd’a intisap ettii görülmektedir. Çelebi Sultân Mehmed’in Karaman seferi sırasında (818/1415) Ankara’da rahatsızlanması üzerine çarılarak tedavide baarı göstermesinden dolayı, kendisine Tokuzlu Köyü tımar olarak verilmi ve sultanın hususî tabipliine tayin edilmitir. Bu yüzden eyhî, Osmanlı kaynaklarında Osmanlı Devleti’nin ilk “re’îsü’l-etibbâ”sı yâni hekimbaısı olarak gösterilir. Türkçe Dîvân’ının yanında, Osmanlı sultanı II. Murâd adına, ince bir sosyal tenkit ve temiz bir Türkçenin örnei olan Har-nâme ile Nizâmî’nin aynı adlı eserinden tercüme ettii ve Türk edebiyatında yazılan en güzel Hüsrev ü îrîn olarak kabul edilen iki mesnevîsi vardır. Germiyanoulları ile iliki olan âirlerden biri de, Ahmedî’dir. Ahmedî, eitim için gittii Mısır’dan tekrar Anadolu ’ya dönünce, bir ara Aydınoulları’ndan Ayas Be’e intisap etmi, sonra Germiyan Bei Süleymân âh’ın hocası ve müaviri olmu, daha sonra ise; Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bâyezîd’in hizmetinde bulunmu, onun malubiyeti üzerine Timur’un yanında kalmıtır. Akabinde ehzade Emîr Süleymân ile Edirne sarayında bulunmu, ardından Sultân Çelebi Mehmed’e intisap etmi ve seksen yalarında Amasya’da ölmütür. Ahmedî, Mirkatü’l-edeb (Temizel 2002: 203-54) adında Aydınoulları’ndan sa Bey’in olu Hamza Bey için, Arapça -Farsça manzum bir lügat kaleme almıtır. Eser, Arapça ve Farsça örenmek isteyenlere gerekli olan kelimelerin yanında tıp, hey'et, matematik, astronomi, astroloji, fıkıh gibi konularda da, belli balı sözler ile ıstılahları ihtiva etmektedir. Ahmedî, ayrıca Emîr Süleymân’ın istei üzerine, ranlı âir Selmân-ı Sâvecî’nin Cemîd ü Hurîd isimli mesnevîsini Türkçeye tercüme etmi ve birçok eklemeler yaparak ona telif hüviyeti kazandırmıtır (Banarlı 1939; Akalın 1975). Aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan ve 4745 beyitten oluan eser, 806/1403 yılında tamamlanarak I. Mehmed’e sunulmu veya sunulmak üzere hazırlanmıtır. Hikâye teknii bakımından önemli bir yere sahip olan mesnevîde, gerek olay ve hareketlerin çok ve cazip oluu, gerekse ifadesindeki sürükleyicilik dikkat çekmektedir. Eserde, her ne kadar yer yer Hüsrev ü îrîn'deki ahsiyetler, Leylâ vü Mecnûn'daki sahneler, hatta Vâmık u Azrâ'daki motifler görülse de, özellikle N. Sami Banarlı’nın Körolu hikayesi ve Dede Korkud Hikâyelerindeki Kanturalı ile Cemid arasında tespit ettii benzerlik ve yakınlıklar eserin deerini artırmıtır (1939: 156-58). Eserde, Çin fafurunun olu Cemid ile Rum kayserinin kızı Hurid arasındaki ak anlatılmaktadır. * * * * * * * 367 367 TERCÜME EDEBYATI AHMET KARTAL Ahmedî’nin Nizâmî’nin skender-nâme’sine nazire olarak kaleme aldıı skender-nâme (Ünver 1983)’sini de burada belirtelim. XIV. asırda yazılan mesnevîlerin en önemlilerinden olan bu eser, aynı zamanda türünün ilki ve en baarılı örneidir. Emîr Süleymân’a sunulan skender-nâme, vezni, düzeni, deiik konulara yer verii ve ele aldıı konuların ilenii bakımından, ran edebiyatındaki örneklerinden hem farklı hem de orijinal bir mesnevîdir. XIV. asırda yer alan beylikler içerisinde, bünyesindeki edebî canlılık dolayısıyla dikkati çekenlerden biri de, Aydınoulları Beylii’dir. Hacı Paa diye mehur olan Celâlüddin Hızır'ın muhtasar olarak Türkç e kaleme aldıı ve özellikle dil açısından önemli olan tıp kitabı Müntahab-ı ifâ (Önler 1990) gibi Türkçe telif eserlerin yanında, Arapça ve Farsça yazılan bazı eserlerin Türkçeye tercüme edildikleri de görülmektedir. Bu açıdan Aydınoulları’nın en parlak dönemi, hiç üphesiz Mehmed Bey ve yerine geçen olu Umur Bey zamanıdır. Bu günkü bilgilere göre, tıp alanındaki eserlerin ilki, Aydınolu Umur Bey (1340-1348) adına, bni Baytar’ın Kitâbü’l-câmii fi’l-edviyeti’l-müfrede adlı eserinden, ismi bilinmeyen bir ahıs tarafından Müfredât-ı bni Baytar Tercümesi adıyla yapılan tercümedir (Önler 1988: 53-4). Tutmacı isimli bir âir de, manzum olarak Aydınolu Umur Bey için Tabîat-nâme (Ertaylan 1960c; Kut 1985, 2004: 308) adında, tıbbın önemli bir dalı olan salıklı beslenme konusunda bir eseri Farsçadan Türkçeye tercüme etmitir. Tutmacı’nın bir de, Attâr’ın aynı adlı yahut Hüsrev-nâme (Attâr-ı Niaburî trhs.) diye bilinen 7708 beyitlik mesnevîsinin 4706 beyitle Türkçeye muhtasar tercümesi olan Gül ü Hüsrev (Yolda 1998; Levend 1960, 1988c, 1988ç)'i vardır. 808/1406 tarihinde kaleme alınan mesnevîde, Rum Kayseri’nin olu Hürmüz ile Hozistan Emirinin kızı Gülruh arasındaki serüven anlatılmaktadır. Attâr’ın eserinden yaklaık 3000 beyit daha kısa olmasına ramen, Gül ü Hüsrev’in konusunda herhangi bir deiiklik yapılmamı; vak’a kuruluu, ahıs kadrosu, zaman, mekân gibi tahkiye unsurları aynen muhafaza edilmitir. Anlatıldıı dönemin toplum yaantısı, mahallî unsurları, inanç ve ahlakî normları, örf, adet ve gelenekleri, esere oldukça renkli bir ekilde yansıtılmıtır. Ak sahnelerinde, kahramanların azından söylenen iirlerde duygusal ve lirik bir anlatım görülmektedir. ahıs ve mekân tasvirlerinde, klasik iirin mazmun ve mecazlarına yer verilirken, macera bölümlerinde ve ahısların karılıklı konumalarında üslûbun iyice sadeleip kurulatıı görülmektedir. âir, bu bölümleri sıkıcılıktan kurtarmak için, heyecanlı olaylar ortaya koyarak okuyucunun merakını toplamaya çalımıtır. Ayrıca, yapmı olduu tekrir, tarsi ve cinas sanatları ve ikilemelerle dı ahengi salama yoluna da gitmitir (Yolda 1998: 435-36). Gül ü Hüsrev’in bilinen tek nüshası Agâh Sırrı Levend’in Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu nüsha ile stanbul Üniversite Kütüphanesi TY 9862 numarada kayıtlı nüshanın aynı nüsha olduunu tespit eden Cihan Okuyucu, ayrıca Paris B. Nationale’de bulunan yeni bir nüshasını da ilim alemine tanıtmıtır (1996a: 239-41). Bu dönemde, Sa’lebî’nin kısaca Kısas-ı Enbiyâ olarak bilinen ve orijinal adı Kitâbu Arâisi’l-mecâ* * * * 368 368 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A lis fî Kasasi’l-enbiyâ isimli eseri Türkçeye çevrilmitir. Bu tercümelerden birisi de, Aydınolu Mehmed Bey (ö. 734/1333/34) adına yapılmıtır. Bunlardan yazarı bilinmeyen ve nüshası Bursa Kurunluolu Kütüphanesi (imdiki adıyla Bursa Eski Eserler ve Yazmalar Kütüphanesi) 141 numarada kayıtlı bulunanı, smet Cemilolu tarafından dil incelemesi ile birlikte yayımlanmıtır (Cemilolu 1994). XIV. asır Türk yazı dilinin mükemmel örneklerinden olan eser, sade diliyle dikkat çekmektedir. Ayrıca bu dönemde, Attâr’ın Tezkiretü’l-evliyâ’sının çevirileriyle de karılaılmaktadır. Bunlardan XIII. asrın ikinci yarısı ile XIV. asrın ilk yıllarında yazıldıı tahmin edilen ve ikinci defa 815/1412 yılında tamir gören Topkapı Müzesi Kütüphanesi, Koular 1004 numarada kayıtlı olan nüsha, Orhan Yavuz tarafından neredilmitir (Yavuz 1988). Yirmi veliye yer verilen eser, folklorik üslûbu ve sade diliyle dikkat çekmektedir. Aydınoulları bölgesinden olan Hoca Mes’ûd, 5703 beyitten oluan Süheyl ü Nev-bahâr (Mordtmann 1925; Banguolu 1938; Dilçin 1991; Tezcan 1994) isimli mesnevîsini, 751/1350 tarihinde aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla Farsçadan Türkçeye manzum olarak çevirmitir. Hoca Mes’ûd’un bildirdiine göre, eserin ilk bin beytini yeeni zzeddîn Ahmed, kalan kısmını ise, kendisi kaleme almıtır. Ancak eserin ran edebiyatındaki orijinali bugüne kadar henüz ele geçmedii için, Hoca Mes’ûd’un tercüme sırasında aslına ne ölçüde sadık kaldıı bilinmemektedir. Türk edebiyatında beerî ak konusunda yazılmı ilk mesnevî olan eser, türünün en baarılı örneklerindendir. Klasik tarzdaki mesnevîlerde bulunması gereken bütün bölümleri ihtiva etmekle birlikte, dı ve iç yapısı salam bir kurulu göstermektedir. Akıcı ve sade bir dille yazılan eserde, anlatım söz sanatlarıyla zenginletirilerek kuruluktan uzaklatırılmı olup, tasvirler canlı ve durumun bütün yönlerini yansıtabilecek niteliktedir (Dilçin 1991: 182-83). âir, mesnevîsinin uygun gördüü yerlerinde, âhenkteki monotonluu gidermek ve kahramanların psikolojilerini yansıtmak için, on be gazele yer vermitir. Buralarda âirin üslûbunu yakalamak mümkündür. Asıl adı Kenzü’l-bedâyi’ olan eser, Yemen padiahının olu Süheyl ile Çin fafurunun kızı Nevbahâr arasındaki akı ilemektedir. Anado lu sahasında kaleme alınmı mesnevîler arasında klasik tertibe göre düzenlenmi ilk eser diyebileceimiz bu mesnevî, aynı zamanda edebî tasvirler bakımından parlak bir edebiyatın da ilk müjdecisidir. Eser, telif edildii yıllarda, Anado lu’da yerlemekte olan Türkle r arasında o zamana kadar okunan dinî-tasavvufî-uhrevî mesnevîlerin yanı sıra, dünyevî heyecanları ileyen mesnevîlere de yer verilmek suretiyle, cemiyetin edebî temayülünü aksettirmesi bakımından da dikkat çekicidir (entürk 2001: 53). Yine Hoca Mes’ûd, Sa’dî-i îrâzî’nin Bôstân isimli eserini, 755/1354 tarihinde aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla ve muhtasar olarak Ferhengnâme-i Sa’dî (Kilisli Rif’at vd. 1340-1342) adıyla tercüme etmitir. 1073 beyit olan eser, hacim bakımından Bôstân’ın dörtte biri kadardır. Eser, dinî ve ahlâkî konularda öütleri ve bunlarla ilgili hikâyeleri ihtiva eden didaktik bir mesnevîdir. Anado lu insanını manen aydınlatmak, onlara çeitli konularda bilgi ve nasi* * * * * * 369 369 * TERCÜMEKARTAL EDEBYATI AHMET hat verme düüncesinde olan Hoca Mes’ûd’un, geni halk kitlelerine ulamak için, o günkü Türkçenin imkânlarını kullanarak eserini yazma gayretinde olduu görülmektedir. Ekseriyetle Türkç e kelime kullanmaya gayret gösteren, eserine esas aldıı “ehnâme vezni”nin Türkçeye uygun olmamasından dolayı sıkıan ve mecbur kaldıı yerlerde Arapç a ve Farsç a kelimeleri kullanmaktan da çekinmeyen Hoca Mes’ûd, eserinde oldukça sâde ve akıcı bir Türkç e kullanmıtır. Hoca Mes'ûd, Ferheng-nâme-i Sa'dî'yi, belirli bir sistem dahilinde Bostân'ı tercüme ederek oluturmamıtır. O, eserini olutururken, Sa'dî'den farklı ve müstakil olarak “Sebeb-i Tercüme-Sâhten ve Ta'yîn-i Târîh” bölümünü yazmı ve “Der-Nasîhat-ı Mülûk ve Selâtîn” bölümünü ise, eserine eklemitir. Sa’dî’nin eserindeki bâbların sayısına ve düzenine balı kalan âir, bu bâblardan rastgele ve kendisinin houna giden bölümleri seçerek onları tercüme etmi ve eserini meydana getirmitir. Ancak Sa’dî gibi eserini bâblara ayırıp göstermemitir. Sadece her bâbdan çeitli beyitleri seçip bâbların sıralanıına göre tercüme etmitir. Hoca Mes'ûd'un tercüme ettii bazı beyitler, güzel ve parlaktır. Kilisli Rifat'ın belirttii gibi (1340-1342:16) özellikle Hoca Mes’ûd’un bazı eklemeler yapıp Sa’dî’den (Furûgî trhs.: 387-91) tercüme ederek oluturduu Der-Nasîhatı Cüvânân balıı altında yer alan kısım, fevkalade mükemmeldir (bak. Kartal 2003ç). Edebî yönden, müellifin dier eseri Süheyl ü Nev-bahâr kadar önemli olmasa bile, ran edebiyatının tanınmı didaktik eseri olan Bostân’ın, Türkçeye manzum ilk tercümesi olması, yazıldıı dönemin dil hususiyetlerini ihtiva etmesi ve müellifin uurlu bir ekilde Türkç e olarak yazması bakımından önemlidir. Hoca Mes’ûd’un dier bir mesnevîsi ise, manzum Kelîle ve Dimne (Adamovi 1994; Tezcan 1996) tercümesidir. âir, gençliinde mensur olarak tercüme ettii Kelile ve Dime’yi, hayatının sonuna doru Aydınolu sa Beg’in teviki üzerine, I. Murâd için manzumeletirmitir. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme alınan mesnevî, 4068 beyitten müteekkildir. Ebu’l-me’âlî Nasrullah’ın 1150 tarihinde Gazne’de yazdıı Farsça eser esas alınarak tercüme edilen Kelîle ve Dimne’de, Nasrullah’ın eserindeki son yedi bölüme yer verilmemitir (Tezcan 1995). Bu dönemde yapılan çevirilerden biri de, Aydınolu sa Bey adına Aydınoulları Beylii’nde yetien ve Aydınoulları sarayına intisap eden Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974)’idir. 768/1367 tarihinde, aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan eser, 4683 beyittir. Fahrî, eserinde hikâyenin asıl konusunu Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn’inden almakla beraber, Nizâmî’nin * * * * * “O gelin (Meryem) ile uurlu padiah (Hüsrev-i Pervîz) için nasıl tezahürat yapıldıını, Niyatus ile ne kadar asker gönderildiini, cenahların bir tavus kanadı gibi nasıl donatıldıını, ben burada tekrar etmem, çünkü bakası Firdevsî vaktiyle onları yazmı.” diye eserinden çıkardıı veya birkaç beyitle geçitirdii yerleri, eh-nâme’den aldıı yaklaık 1575 beyitle geniletmitir. Bu da, Fahrî’nin eserini, Nizâmî’nin eseri ile eh-nâme’den yapmı olduu tercümelerle oluturduunu göstermektedir. Fahrî, kendisini özellikle tarihî hikâye ilgilendirdii için, “Acem 370 370 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A dilince düzen düzdi ‘ıkın / Ne cengin zikr kıldı vü ne sulhın” beytiyle Nizâmî’yi tenkit etmi ve eh-nâme’den ilgili bölümleri eserine ilâve etmitir. Fahrî, bu tavrıyla eserine tarihî, hatta destanî diyebileceimiz bir mahiyet kazandırmıtır. Fahrî’nin, gerek Hüsrev ü îrîn’den gerekse eh-nâme’den yapmı olduu tercümeler, bazen kelime kelime, bazen meâlen bazen de yorum eklinde kendini göstermektedir. Fahrî’nin bazen Nizâmî ve Firdevsî’nin bir beytini 2-3 beyit, 3-4 beytini de; 1 beyit olarak tercüme ettii de müahede edilmektedir. Fahrî, Nizâmî’de geçen bazı âdetleri çıkarmı, ran kültürüne ait unsurlar yerine Türk kültürüne ait bazı unsurları kullanmıtır. Türk dilinin bayaı ve hakir görüldüü ve hemen hemen bütün âirlerin Türk diliyle yazmak zorunda kaldıı için özür diledikleri bir devirde, Fahrî’nin “eker gibi bu Türkî dilce düzdük / Senünçün kıssa-i Pervîz ü îrîn” diyerek, eserini uurlu bir ekilde Türkç e yazması da, dikkat çekicidir. Bu eserin en önemli yanı, Fahrî’nin özellikle tercüme yaparken, hemen bütün Arapç a ve Farsç a kelimeleri Türkçeleri ile tercüme etmesidir. Bundan dolayı bu eser, Beylikler dönemi Türkçesini bünyesinde barındıran önemli bir hazine konumundadır. Eser, Türk edebiyatındaki ilk Hüsrev ü îrîn tercümesi olmasıyla da önemlidir (bak. Kartal 2000a). Yapılan bu tercümeler, Aydınoulları Beylii dönemindeki hem edebî canlılıı hem de Türkçenin edebî dil olma yolundaki macerasını göstermektedir. Menteeoulları döneminde de, Türkçeye önem verilmi ve Türkçe eser yazma faaliyetleri desteklenmitir. Özellikle, lyas Bey zamanında kaleme alınan iki eser, dikkat çekmektedir. Bunlardan biri Mahmûd-ı îrvânî’nin lyas Bey adına tıpla ilgili yazmı olduu Arapça lyâsiyye isimli eserinin lyas Bey’in istei üzerine aynı adla Türkçeye çevirdii eserdir. Eserin hem Arapça hem de Türkçe nüshaları u an için kayıptır (Argunah 1999: 6-7, 26). Dier eser ise, Balat hükümdarı Mehmed Bey’in Barcınlı Mehmedolu Mahmud’a çevirttii avcılıkla ilgili olan Bâz-nâme’dir (Kut 2004: 311). Candaroulları Beylii’nde ise, özellikle I. Süleymân Paa ile balayan ilim ve fikir hareketleri artarak Kemâlüddîn smâ’îl Bey zamanında zirveye ulamıtır. Genç olmasına ramen vaktini daha çok âlimler ve fazıllarla geçiren I. Süleymân Paa adına ntihâb-ı Süleymânî adlı Farsça eserini yazan Allâme Mahmûd-ı îrâvî, bu beyin emri ile olu brâhîm Bey’in okuması için Cevâhirü’l-esdâf adlı Kur’ân-ı Kerîm tefsirini yazdırmıtır (Yavuz 1983: 13, 1995: 173). Kastamonulu âzî, Kötürüm Bâyezîd olarak da bilinen Candar hükümdarı Celâlüddîn âh Bâyezîd adına, Kastamonu’da 763/1362 yılında, bni Muhnef Lutolu’nun eserinden Maktel-i Hüseyn mesnevîsini tercüme etmitir. On meclisten oluan ve klasik mesnevî tertibine uygun olan eser, türünün ilk örnei olmasından dolayı önemlidir (Çelebiolu 1999: 56-58). Ayrıca Sinoplu hekim Mümin bin Mukbil, Kitâbu Miftâhu’n-nûr ve Hazâinü’s-sürûr adlı eserini sfendiyar Bey adına telif etmitir. Kasım Bey adına telif edilen ve yazarı bilinmeyen Türkçe Hülâsatu’t-tıb adlı eser ise, dört bâb üzerine tertip edilmitir. Kastamonulu Ömer bin Ahmed de, smâ’îl Bey’in emriyle kırâat-ı seb’a ile ilgili olan Risâle-i Münciyye adlı Türkçe mufassal * * * * * * * * * 371 371 TERCÜME EDEBYATI AHMET KARTAL Tecvid Kitabını kaleme almı ve Yûnus bin Halîl bin Mehmed tasavvufla alakalı olan Mîyârü’l-ahyâr ve’l-erâr adlı eserini smâ’îl Bey adına yazmıtır. smâ’îl Bey’in Türkçeye hizmeti bununla kalmamı, bizzat kendisi de, Türkçe olarak Hulviyyât-ı âhî adlı fıkıhtan fürua dair büyük bir eser ortaya koymutur (Yavuz 1983: 13). Daha çok denizcilikle uraan Saruhanoulları zamanında, Salahaddin isimli bir yazar, Ya’kûb Bey adına Nasirüddîn-i Tûsî’den Bâh-nâme’yi Türkçeye tercüme etmitir. Daha sonra, Sultân II. Murâd’a intisap eden ve Saruhan yöresinden olan Hassân’ın, Saruhan hükümdarlarından Hızır Bey adına söylenmi bir kasidesi bulunmaktadır (Canpolat 1978). Bu Hassân’ın, ran âirlerinden Mihr ü Müterî mesnevîsini Türkçeye tercüme eden Hassân olduu tahmin edilmektedir (Kut 2004: 312). Bu beyliklerin yanında, Osmanlı topraklarında da, edebî bir hayatın varlıı kendisini göstermektedir. Orhan Gazi zamanında kurulan ilk Osmanlı medresesi ile balayıp Yıldırım Bâyezîd devrinde bir hayli gelien saray hayatı, zamanla bir edebî merkez hâline gelmeye balamıtır (Kalpaklı 2003: 43). Anadolu ’da oluan bu edebî canlılık, Çelebi Mehmed’in kısa padiahlıı süresinde de devam etmitir. Çelebi Mehmed, Germiyan sarayından Osmanlı sarayına intisap eden Ahmedî, Ahmed-i Dâ’î ve eyhî gibi âirleri himaye ettii gibi, telif tercüme bazı eserlerin yazılmasına da sebep olmutur (pekten 1996: 18). Bu dönemde, Lütfullah b. Fazlullah tarafından Çelebi Mehmed adına, Hubey b. brâhîm etTiflisî'nin Farsça kaleme aldıı Kâmilü’t-ta’bîr isimli eseri Türkçeye tercüme edilmitir (Eliaçık 2003). Yine Çelebi Mehmed adına, Zekeriya bin Mehmed-i Kazvinî’nin ansiklopedi tarzında heyet, corafya, tıp, botanik, madenler ve ilaçlar ile mehur ehir ve kasabalardan bahseden Acâ’ibü’l-mahlûkat adlı eseri, Rükneddîn Ahmed tarafından Türkçeye çevrilmitir. Abdülvehhab bin Yûsuf bin Ahmed el-Mardanî tarafından Çelebi Mehmed’in hazinesi için telif edilen Kitâbü’l-müntehab fi’t-tıb, tıbbî eserlerden intihap olunmu bir kitap olup nüshası Tire’de Necib Paa kütüphanesinde (nr. 591) bulunmaktadır. Yazıcı Sâlih’in melhame tarzında skender bin Hacı Paa’ya ithafen yazdıı emsiyye, Hatîbolu’nun Rûhu’l-kulûb isimli ilmihâl kitabı ile Cacaolu Nureddin Hamza Bey namına yazılmı olan El-Kasîdetü’n-nasîha bi-Lügati Türkiyye adındaki iki yüz altmı dört beyitlik kasîde erhi de bu dönemde yazılmıtır (Uzunçarılı 1988: I/537-38). Ahmedî Cemîd ü Hurîd, Abdülvasi Çelebi ise, Halîl-nâme isimli mesnevîlerini Çelebi Mehmed’e sunmutur. Çelebi Mehmed döneminde yazılan eserler nitelik bakımından oldukça orijinaldir. Bu asırda, kültür hareketlerini balatan, koruyup gelitiren, Türkçenin büyük devlet dili olmasına zemin hazırlayan II. Murâd olmutur (Yavuz 1983: 15). uurlu bir Türkçecilie sahip olan II. Murâd, Türkçeye Arapça ve Farsçadan bazı tercümeler yaptırmı; mütercimlere eserlerinde sade ve açık bir dil kullanmalarını tavsiye etmitir. Nitekim daha XIII. asırda II. zzeddîn Keykâvus’un emriyle bn-i Alâ tarafından halk içinden derlenerek, Türk diliyle * * * * * 372 372 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN yazılan Dânimend-nâme’yi Tokad dizdarı Ârif Ali’ye daha sade bir Türkçeyle tekrar yazdırması bunu göstermektedir (Banarlı 1987: 440). Hatta Kâbûs-nâme tercümesini beenmeyerek, “Ho kitaptır, içinde çok yararlı eyler ve öütler vardır, ama Fars dilincedir, bir kii Türkçeye çevirmi, ama anlaılır deil, açık söylememi, bundan dolayı hikâyesinden tat bulamayız. Ama bir kimse olsa, bu kitabı açık ve anlaılır bir biçimde çevirse, tâ ki anlamından gönüller haz alsa” (Keykâvus yty: I/71) demesi ve eserin ikinci bir defa tercüme edilmesi için Mercimek Ahmed’i vazifelendirmesi, onun dil ve edebiyat anlayıını yansıtması bakımından önemlidir. II. Murâd döneminde, Arapça ve Farsça eserlerin dıında telif tercüme bir çok manzum (Çelebiolu 1999) ve mensur eser yazılmıtır. Bunların bir kısmı ise, Arapça veya Farsçadan yapılan tercümelerdir. Bu dönemde tercüme edilen eserleri u ekilde belirtebiliriz: Dinî eserlerin tercümesi olarak ilk önce Kur'ân tercüme ve tefsirleriyle karılamaktayız. Kimlii kesin olarak tespit edilemeyen Muhammed bin Hamza, II. Murâd devrinin balarında, 827/1424 tarihinde, Kur'ân'ın satır arası tercümesini yapmıtır (Topalolu 1976). Ahmed-i Dâ'î'nin II. Murâd devrinde Ebu'l-leys es-Semerkandî'nin (ö. 383/993) tefsirinden Umur Bey'in emir ve tevikiyle yaptıı tercüme iki kısma ayrılmaktadır. Manzum olan mukaddime kısmı tamamen Ahmed-i Dâ'î'nin telifi olup eserin bazı nüshalarında Emîr Süleymân devrinde yaptıı bu kısım bulunmamaktadır. Eserin tercüme kısmı ise, mensur olmakla birlikte yer yer manzum parçalara da yer verilmitir (Azamat 1996: 130; Ertaylan 1952: 140-49, 339-48 [Metin]). Abdurrahmân-ı Aksarayî, Bursalı Mehmed Tâhir'in ifadesine göre, Molla Abdülazîz'in Farsça kaleme aldıı Umdetü'l-islâm adlı eserini bazı ilâvelerle serbest olarak Türkçeye tercüme etmitir. Eser, Türkçe ilmihal yazma geleneinin ilk örneklerinden olması dolayısıyla önemlidir (Azamat 1996: 13941). Büyük fıkıh âlimi Tâcü’-erîa Mahmûd b. Ahmed b. Ubeydullah elMahbûbî’nin Vikâyetü’r-rivâye fî mesâ’ili’l-hidâye adlı eserinden faydalanarak Devletolu Yûsuf’un yazdıı Kitâbü’l-beyân (Altunkaynak 1992), Vikâye, Vikâye Tercümesi, Hidâye ve Vikâye Tercümesi, Manzum Fıkıh, Kitâb-ı Manzûme, Tuhfei Murâdî ve Murâd-nâme olarak da isimlendirilmi, ancak daha çok Vikâye-nâme adıyla mehur olmutur. 827/1423 tarihinde aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla tercüme edilmeye balanan eser, 828/1424’te tamamlanarak Sultân II. Murâd’a takdim edilmitir. 6970 beyitten müteekkildir. Devletolu, halka dinî bilgi vermek, özellikle de kadılara yardımcı olmak maksadıyla eserini Türkçe ve hatırda kalabilmesi için de manzum olarak kaleme almıtır. âirin, eserin aslının da manzum olduunu, bundan dolayı Türkçeye nazmen çevriliinin bir kusur tekil etmeyeceini belirtmesi, Kitâbü’l-beyân’ın Tâcü’-erîa Mahmûd b. Ahmed b. Ubeydullah el-Mahbûbî’nin Vikâyetü’r-rivâye fî mesâ’ili’l-hidâye adlı eserinden * * * * * 373 373 TERCÜMEKARTAL EDEBYATI AHMET dorudan yapılmı bir tercüme olmayıp, muhtemelen bu eserden faydalanılarak meydana getirilmi Arapça manzum bir eserin tercümesi olduunu göstermektedir. Ayrıca tercümede esas aldıı kaynaın dıında baka eserlerden de bazı nakillerde bulunması, Devletolu’nun tek bir kitaba balı kalmadıını ve eserinin sadece bir tercüme olmayıp aynı zamanda yarı telif bir eser özellii taıdıını göstermektedir (Özkan 1994: 243). II. Murâd döneminde bazı tasavvufî eserlerin de Türkçeye tercüme edildii görülmektedir. Bunlardan Mûsâ-yı znîkî, Nakbendiyye tarikatının kurucusu Bahâüddîn-i Nakbend'in (ö. 791/1389) halifesi Muhammed Pârsâ'nın mehur eseri Faslü'l-hitâb'ı, müellifinin vefatından (ö. 822/1419) kısa bir süre sonra, II. Murâd dönemi uç beylerinden Timurta Paa olu Umur Bey'in emri ile tercüme etmitir. Eser, Türkçeye tercüme edilen ilk Nakbendî kaynaı olması açısından önemlidir (Azamat 1996: 144-45). Hacı Bayram-ı Velî'nin mensuplarından nce Bedreddîn, Fahreddîn-i Irâkî'nin tasavvuf düüncesinin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen ve ak, âık ve mauk sembollerinin tasavvufî olarak yorumlanan Lemeât (eyh Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373: 381-416, Fahrüddin Irâkî 1988)'ı Türkçeye çevirmitir (Azamat 1996: 145-46). Ahmed-i Bîcân, aabeyi Yazıcıolu Mehmed'in Megâribü'z-zamân li-Gurûbi'l-eyâ fi'layni ve'l-iyân adlı Arapça eserini, yer yer geniletmek suretiyle mensur olarak Türkçeye tercüme etmi ve Envârü'l-âıkîn adını vermitir. Ahmed-i Bîcân, zahir ve batın ilimlere dair konular hakkında, ayet ve hadisler ile dier eserlerden derledii bilgilere dayanarak eserinde bilgi vermitir. Envârü'l-âıkîn, Muhamme-diyye ve Müzekkü'n-nüfûs gibi Türk dünyasının slâm dini ve kültürü hakkındaki balıca kaynaklarından biri olmutur. Hatta Batı dillerine en erken tercüme edilip basılan Türkçe eserlerdendir. Nitekim, Erdel hükümdarı Gabor Bethlen'in tercümanı ve kâtibi Janos Hazi tarafından 1624'te Macarcaya tercüme edilmi ve 1626'da Macaristan'ın Kosica ehrinde basılmıtır (Azamat 1996: 148-49). Ahmed-i Dâ'î, Karaca Bey'in istei üzerine, II. Murâd için Ferîdüddîn-i Attâr'ın Tezkiretü'l-evliyâ'sını Türkçeye tercüme etmitir. Ahmed-i Dâ'î'nin sanatkâr üslûbunun canlı bir örneini tekil eden eser, Anadolu 'da yazılmı olan Tezkiretü'l-evliyâ tercümelerinden ilki olması bakımından önemlidir. Bilinen tek nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi, Serez Kısmı, nr. 1800'de bulunmaktadır (Kartal 2003a: 385). Akemseddin'in Hallü Mükilât adlı Arapça eserini, kardei Hacı Hamza 841/1437 yılında Türkçeye tercüme etmitir. Sûfîlere yöneltilen tenkitlere cevap olarak yazılan eser, Def'u metâ'ini's-sûfiyye diye de tanınmaktadır (Azamat 1996: 152-53). Elvân-ı îrâzî, Gülen-i Râz Tercümesi'ni (Sadîk 1381a; Ülken 2002) Mahmûd-ı ebüsterî’nin aynı adlı eserinden tercüme ederek oluturmutur. 829/1425-26’da aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılarak II. Murâd’a takdim edilen eser, 2854 beyitten olumaktadır. Bu sahada îrâzî, Muhiddîn-i Arabî’den, eyh Attâr’dan, Mevlâ nâ’dan ve dier slâm-Türk müfessirlerinden de fikir ve ilham almı, ancak eserin hakikî musannifi olarak adını hürmetle zikrettii ebüsterî’nin izahatını daha fazlasıyla Türkçe* * * * * * 374 374 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN ye nakletmitir. Eserinde, Türk edebiyatında tasavvufun hayâlî ve ilâhî âlemlerini anlatırken, bu sahanın renkli ve güzel iirlerini meydana getirdii gibi, bazen iirinin cokun mısralarını da ilemitir. îrâzî’nin esere yaptıı ilâvelerle onu hacim olarak Farsç a aslının üç katına çıkardıı göz önünde bulundurulursa, onun bir tercüme olmaktan öte, telif nitelii taıdıı rahatlıkla söylenebilir (bak. Kartal 2003d). Türk edebiyatında Mesnevî’nin Türkçeye brâhîm Bey’in tercüme ve kısmen erh ettii on iki Mesnevî hikâyesinden sonra (Köksal 2006), ikinci tercüme ve erhi, II. Murâd’ın istei üzerine 839/1436 tarihinde yazılan Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiye (Yavuz 1977) isimli eseridir. ki cilt olan eser, Mesnevî’nin birinci cildinden seçme yoluyla ve manzum olarak oluturulmutur. Kemal Yavuz, 14.404 beyitlik eserden seçmi olduu 3789 beyitlik kısmını yayımlamıtır (1982). Pîr Mehmed, Attâr’ın Musîbet-nâme’sini Tarîkat-nâme adıyla nazmen Türkçeye tercüme ederek II. Murâd’a takdim etmitir. Eserin . Hikmet Ertaylan tarafından neredilen Raif Yelkenci nüshasının sadece 80 beyitlik kısmı bilinmekteydi (Ertaylan 1946a). Ancak Abdulkadir Gürer, eserin ünik nüshasını bularak Türk Dil Kurumu Kütüphanesi'ne kazandırmı ve tanıtmıtır (2003). 1423 yılının Mart ayında aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan eser, 4930 beyitten olumaktadır. Müellif eserinin hatime bölümündeki, “Sekiz bin beyte yakındur bu dîvân / Ki hikmetdür ser-â-ser külli yeksân” beytiyle, Tarîkat-nâme'nin beyit sayısının 8000 civarında olduunu söylediine göre, elimizdeki nüshada 3000 beyit civarında eksiklik vardır. II. Murâd döneminde yazılan ilk mesnevî olan Tarîkat-nâme’nin, dolayısıyla Musîbetnâme’nin konusu, salikin Allah’ı kainatta arayıp kendinde bulması fikrinin, yani vahdet-i vücûd düüncesinin farklı bir ekilde ifade edilmesidir. Kübreviye tarikatına mensup sufîlerden Necmüddîn-i Dâye tarafındann 620/1223 tarihinde Sivas'ta kaleme alınıp I. Alâeddîn Keykubâd'a takdim edilen ve Türk tasavvuf düüncesini ve edebiyatını derinden etkileyen Mirsâdü'l-ibâd'ı, Kasım b. Mahmûd-ı Karahisarî 825/1422'de râdü'l-mürîd ile'l-murâd fî-Terceme-i Mirsâdü'l-ibâd adıyla tercüme ederek II. Murâd'a sunmutur. Tasavvuf kaidelerinin teferruatlı olarak anlatıldıı bu tercüme, tekkelerde yaygın olarak okunmutur (Azamat 1996: 156-57). II. Murâd döneminde, bazı edebî eserler de, Türkçeye çevrilmitir. Bu dönemde eyhî, Nizâmî'nin Hüsrev ü îrîn isimli mesnevîsini aynı adla 14211430 yılları arasında II. Murâd adına tercüme etmitir (Timurta 1980). Bilindii kadarıyla, bu asırda yazılan ilk, Anado lu’da yazılan ikinci Hüsrev ü îrîn hikâyesi olan eser, birçok müellife göre, Türkç e yazılan Hüsrev ü îrîn mesnevîlerinin en güzeli olarak kabul edilmitir. Her ne kadar mesnevîye, Nizâmî’nin aynı adlı eseri kaynaklık etse de, eyhî hikâyede önemli ölçüde çıkartma ve eklemeler yaparak, eserine telif hüviyeti kazandırmıtır (bak. Kartal 2007). Cemâlî’nin Hümâ vü Hümâyûn veya dier bir ismiyle Gülen-i Uâk isimli eseri (Horata 1990, 2000), XIV. asır Fars âirlerinden Hâcû-yi Kirmânî’nin Hümâ vü Hümâyûn mesnevîsinin tercümesidir. 850/1446 tarihinde, II. Murâd adına aruzun “me* * * 375 375 TERCÜME EDEBYATI AHMET KARTAL fâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan mesnevî, 4593 beyitten olumaktadır. Arap ülkesinin mehur padiahı Menûeng’in olu Hümâ ile Çin fafurunun kızı Hümâyûn arasındaki akın anlatıldıı eserin, hem giri hem de biti bölümünde, Hâcû-yi Kirmânî’ye balı kalınmamıtır. Ancak mesnevîsinin asıl bölümünü oluturan hikâye kısmında ise, giriten farklı olarak genellikle Hâcû’nun eserine balı kalınsa da, ondan ayrıldıı yerler önemli bir yer tutmaktadır. Ahmed-i Dâ'î'nin Câmasb-nâme (Ertaylan 1952: 144-54) isimli mesnevîsi, ranlı Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (ö. 672/1274) gizli ilimlerden bahseden “yıldız-nâme” türündeki otuz üç beyitlik aynı adlı mesnevîsinin geniletilmi tercümesidir. Tûsî bu eserinde, Hz. Peygamber’in hicretinden 803’e kadar olan dönem içerisinde olacak olaylardan bahsetmitir. Dâ’î’nin bu eseri ise, bu günkü bilgilere göre Câmâsbnâme’nin Türkçeye ilk tercümesidir. Farsçasında olduu gibi, aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla yazılmıtır. Timur’un Anado lu’yu istilası üzerine yazıldıı tahmin edilmektedir. Türkçedeki en önemli Câmâsb-nâme tercümesi, Mûsâ Abdî'nin II. Murâd’ın istei üzerine nazmen tercüme ettii eserdir (Bozkaplan 1989; Koncu 1998). Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan ve 5313 beyitten oluan eser, Danyal Peygamber’in olu Câmâsb’ın baından geçenleri ve ahmaran’ın yanında geçirdii günleri ihtiva eden iç içe girmi on hikâyeden olumaktadır. Sade ve akıcı bir üslûpla kaleme alınan, Arapç a, Farsç a kelimelere az yer verilen Câmâsb-nâme’de, halk söyleyiine ve deyimlere oldukça sık rastlanmaktadır. Eser, kelime hazinesi ve dil bilgisi bakımından Eski Anado lu Türkçesi’nin özelliklerini taımaktadır. Ahmed-i Mısrî ise, eski bir Hind masalından alınarak Sinbâdnâme adıyla Farsçaya, Erbaûn Subh ve'l-mesâ adıyla da Arapçaya tercüme edilen eseri, Türkçeye çevirerek II. Murâd'a takdim etmitir (Azamat 1996: 166). II. Murâd döneminde, bazı tarihî eserler de, Türkçeye tercüme edilmitir. Yazıcıolu Ali, bn Bîbî'nin Anadolu Selçuklu tarihinin temel kaynaklarından olan el-Evâmiru'l-alâiyye fi'l-umûri'l-alâiyye (bn Bibi 1996) adlı Farsça eserinin muhtasarını, Türkçeye çeitli ilâvelerle tercüme ederek Târîh-i Âl-i Selçuk adlı eserini meydana getirmitir. Selçuk-nâme adıyla da anılan eserin birinci bölümü, Türk ve Mool kavimleriyle Ouz boyları hakkında tarihî ve kronolojik bilgileri ihtiva eder. Bu bölüm, Reîdeddîn'in Câmiu't-tevârih'inin tercümesi olup, sadece Dede Korkut ve Akkoyunlu beyi Kara Osman'a dair bazı bilgiler eklenmitir. Eserin ikinci kısmı, Râvendî'nin Râhatu's-sudûr'unun (Râvendî 1333, 1999) tercümesidir. Selçuk-nâme'nin üçüncü kısmı, Anadolu Selçuklu Devleti 'nin kuruluu hakkında kısa bilgi verildikten sonra, el-Evâmiru'l-alâiyye'nin tercümesini ihtiva etmektedir. Esere bazı eklemeler yapan Yazıcıolu, büyük emirlerin, Ouz boylarına mensubiyetlerini bildirmi ve çeitli vesilelerle Selçuklu Devleti'nde Ouz töresinin uygulanıına dair bilgiler vermitir. Eserin dördüncü kısmı yine Reîdeddîn'den tercüme edilmitir (Azamat 1996: 168-69). irvanlı Mahmûd ise, umumî tarih kitabı olan el-Bidâye ve’n-nihâye’nin, müslüman Türklerin de istifade etmesi için, II. Murâd'ın istei üzerine Türkçeye tercüme * * * * * * * * * * 376 376 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A etmitir. II. Murâd'a takdim edilen Târîh-i bni Kesîr Tercümesi’nin (Yelten 1998; Tekin 1998) Mustafa Argunah bazı deliller ileri sürerek irvanlı Mahmûd'a aidiyetinin üpheli olduunu belirtmi ve irvanlı Mahmûd'a atfedilen eserler arasında zikretmitir (Argunah 1999: 31-33). II. Murâd döneminde, bazı ahlâkî eserler de, Türkçeye tercüme edilmitir. Emîr Unsûrü'l-meâlî Keykâvus tarafından 475/1082 tarihinde olu Giylânâh için yazılan Kâbûs-nâme (Keykâvus 1368), ilk olarak XV. asrın sonunda, iki defa da XV. asrın ilk yarısında Türkçeye çevrilmitir. II. Murâd, daha önce yapılan Kâbûs-nâme Tercümesi’ni beenmeyerek, “Ho kitaptır, içinde çok yararlı eyler ve öütler vardır, ama Fars dilincedir, bir kii Türkçeye çevirmi, ama anlaılır deil, açık söylememi, bundan dolayı hikâyesinden tat bulamayız. Ama bir kimse olsa, bu kitabı açık ve anlaılır bir biçimde çevirse, tâ ki anlamından gönüller haz alsa” (Keykavus yty: I/71) diyerek eserin ikinci bir defa tercüme edilmesi için Mercimek Ahmed’i vazifelendirmitir. O da, 835/1432'de eseri tercüme etmitir (Keykavus yty). Anadolu sahasında, Gülistân’ın Türkçeye tercümesini ilk defa Sultân II. Murâd dönemi âlimlerinden Mahmûd b. Kâdî-i Manyâs’ın yaptıı kabul edilmektedir. Kadı Mahmûd’un biri manzum ve ilâveli dieri ise muhtasar olmak üzere iki Gülistan Tercümesi vardır. Birincisi, Gülistân’ın Manzum ve lâveli Tercümesi’dir. Kadı Mahmûd’un, padiahın emriyle yaptıı manzum tercüme, eklemeler yapılarak geniletilmi bir tercümedir. Mensur kısımlar, yine mensur halinde, manzum kısımlar ise, manzum olarak tercüme edilmitir. Kadı Mahmûd, tercüme ederken bazen metnin aslından uzaklamı ve tercüme ettii konuyla münasebet kurarak eserine çeitli hikâyeler ile fıkralar eklemitir. Ayrıca, hikâyeyi anlattıktan sonra, bundan alınacak dersi veya çıkarılacak neticeyi de belirtmitir. Kadı Mahmûd, mensur hikâyeleri ve manzumeleri tercüme ederken, hikâye ile manzume balıklarını belirtmemi, ancak manzum kısımları aynen eserine alıp altlarına ise manzum Türkçe tercümelerini yazmıtır. Farsça kısımları, biraz koyu yazarak Türkçelerinden ayırmıtır. Kadı Mahmûd, tercüme ederken zorlandıı manzum kısımları aynen muhafaza etmitir. Bu tercüme eksiktir. Çünkü 8 bölüm olan Gülistân’ın sadece ilk 4 bölümü tercüme edilmitir. Dil bakımından sâde ve daha çok Türkçe unsurlar taıyan bu tercümenin Üniversite Kütüphanesi, T.Y. 3010 numarada kayıtlı bir nüshası vardır. Kadı Manyas tarafından yapılan ikinci tercüme ise, Mensur Tercüme’dir. Bu Mensur Tercüme, Kadı Mahmûd’un, manzum ve ilâveli tercümeden vazgeçerek Gülistân’ı mensur olarak ve daha muhtasar bir ekilde tercüme yapıp II. Murâd’a takdim ettii tercümedir (Özkan 1993). II. Murâd döneminde, tıbbî bazı eserlerin de, Türkçeye tercüme edilerek kazandırıldıı müahede edilmektedir. Bunlardan, salıın korunmasıyla ilgili hadisleri ihtiva eden Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî, Ebû Nuaym Hâfız-ı sfahânî’nin Kitâbu’-ifâ fî Ehâdisi’l-Mustafâ adlı eserinin Ahmed b. Yûsuf et-Tıfâî tarafın* * * 377 377 TERCÜME EDEBYATI AHMET KARTAL dan meydana getirilen muhtasarının, Umur Bey’in II. Murâd'ın da istifade edeceini söylemesi üzerine, Ahmed-i Dâ'î tarafından Türkçeye tercüme edilerek meydana getirilmitir. ki bölümden oluan eserin ilk bölümünde, salıın korunması, ikinci bölümünde ise, hastaların sebep ve belirtileriyle tedavisi ele alınmıtır (Ertaylan 1952: 387-403; Azamat 1996: 178). Mahmûd-ı îrvânî, Muhammed bin Hasan bin Muhammed el-Kerîm el-Kâtib elBagdâdî'nin 623/1226 yılında Arapça olarak kaleme aldıı Kitâbü't-tabîh isimli yemek kitabını, aynı adla Türkçeye tercüme etmitir. Mütercim, 11 bâbdan oluan eserin giri kısmında, insanın yemek, içmek, giyinmek, evlenmek gibi zarurî ihtiyaçları üzerinde durduktan ve yiyeceklerin salıklı olarak nasıl hazırlanması gerektiini açıkladıktan sonra, 237 çeit yemek tarifine yer vermitir. Eserde yer alan her yemein tarifi verilmeden önce, vücuda olan faydalarının belirtilmesi, eserin salıkla ilgili tarafını yansıttıı gibi, bu husus tıp tarihi açısından da oldukça önemlidir (Azamat 1996: 180-81; Kut 1984). Mukbil-zâde Mü'min, 841/1437 yılında tamamlayarak II. Murâd'a ithaf ettii Zahîre-i Murâdiyye isimli eserinin adını ve ihtiva ettii bilgilerin önemli bir kısmını, smâ’îl bin Hasan el-Cürcânî (ö. 531/1137)'nin Zahîre-i Harzamâhî diye mehur olan Arapça eserinden almıtır. Ayrıca bazı Farsça tıp kitaplarından da istifade etmitir. Göz hastalıklarının geni olarak ele alındıı eserin en önemli tarafı, Arapça tıbbî terimlerin yanında Türkçe terimlerin de kullanılmasıdır (Azamat 1996: 181-82; Ate 1948: 175). Mûsâ bin Mes'ûd, Nasîreddîn-i Tûsî (ö. 678/1274)'ye atfedilen ve bâh-nâme türünde olan el-Bâhü'-âhiyye adlı eseri, II. Murâd adına Farsçadan Türkçeye tercüme etmitir. 17 bâbdan oluan Tercüme-i el-Bâhü'-âhiyye ve't-terkîbâtü's-sultâniyye'de insan mizaçları, cinsellii güçlendirici gıdalar, erbetler, macunlar, ifa verici droglar hakkında bilgi verilmitir (Azamat 1996: 182). II. Murâd döneminde, bazı menakıb-nameler de Türkçeye tercüme edilmitir. II. Murâd dönemi âlimlerinden ve Fâtih Sultân Mehmed'inn hocalarından olan Mehmed bin Ömer el-Halebî (ö. 859/1453), Hafîzüddîn Muhammed el-Bezzâzî (ö. 827/1424)'nin mâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin menakıbına dair Arapça olarak kaleme aldıı eserini, aynı adla tercüme ederek II. Murâd'a takdim etmitir. Bir mukaddime ile on bir bâbdan meydana gelen eserin giri kısmında, ashab ve tabiînin faziletleri belirtildikten sonra, Ebû Hanîfe ile örencilerinin, dier müctehidlerin ve bin kadar âlimin menkıbelerine yer verilmitir (Azamat 1996: 185-86). Zâhid bin Ârif ise, Ahmed-i Eflâkî (Eflâkî 1976-1980; Ahmet Eflaki 1989)'nin özellikle Mevlevîlik tarihi açısından önemli olan, bata Mevlâ nâ Celâleddîn-i Rûmî olmak üzere, dier Mevlevî büyükleri ve Mevlevî tarikatı hakkında bilgiler veren Menâkıbu'l-ârifîn adlı Farsça eserini, Mahzenü'l-esrâr adıyla Türkçeye tercüme etmitir. Mütercimi tarafından yeniden gözden geçirilip tanzim edildikten sonra, II. Murâd'a takdim edildii zannedilen eser, bazı arkaik Türkçe kelimeler ve bir kısım Arapça ve Farsça tabirler istisna edilecek olursa, sade bir dille tercüme edilmitir. Hatta * * * * * * * 378 378 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN anlaılması güç olan yerler atlanmı, bazı paragraflar çıkarılmı, manzum kısımlar ise tercümeye dahil edilmemitir (Azamat 1996: 186-87). II. Murâd devrinde, Behcetü't-tevârîh müellifi ükrullah, Safiyyüddîn-i Urmevî'nin musikî nazariyatına dair olan Kitâb-ı Edvâr adlı eserini tercüme ederek II. Murâd'a takdim etmitir (Azamat 1996: 187-88). II. Murâd döneminde ansiklopedik mahiyette olan Kabus-nâme, Bedr-i Dilâd tarafından Murâd-nâme (Ceyhan 1997) adıyla Türkçeye tercüme edilmitir. Murâd-nâme, çok yönlü bir eser olup nasîhat-nâme türüne dahil ahlâkî, öretici bir mesnevî, devlet idaresine, padiahlık, vezirlik, nedimlik, subaılık artlarına dair tavsiyeler, öütler ihtiva ettii için siyâset-nâme, civanmertlik adabından bahseden 26. bâbı yönünden fütüvvet-nâme, bazı ilim ve sanat dallarıyla ilgili bilgi veren bölümleri itibariyle de kısmen bir ansiklopedik eser sayılabilir. Sultân II. Murâd adına aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla 830/1427’de tamamlanan eser, 9820 beyittir. âir, eserini olutururken Kabusnâme’de yer alan her konuyla ilgili fikir ve tavsiyeleri aynen deil, kısaltma veya açıklama gibi bazı tasarruflarda bulunarak nakletmitir. âir, bazen Kabusnâme’den baka, kendi gözlem ve tecrübeleri ile okuduu Türkç e, Arapç a ve Farsç a eserlerden de istifade etmitir. Murâd-nâme'nin bata Adem Ceyhan ve Muhammet Yelten olmak üzere bazı aratırmacılar tarafından Mahmûd-ı îrvânî'nin eseri olduu ispat edilmeye çalıılmasına ramen, Mustafa Argunah, ileri sürdüü delillerle bu eserin irvanî'ye ait olmadıını tespit etmitir (Argunah 1999: 34-38). Bu dönemde Yazıcıolu Muhammed, kardei Ahmed-i Bîcân'ın kendisinden dinî konuları ihtiva eden bir eser kaleme almasını istemesi üzerine, Arapça olarak Megâribü'z-zamân li-Gurûbi'l-eyâ fi'l-ayni ve'l-iyân adlı eserini telif etmitir. Ancak bu eserden istifade edemeyen kimselerin ısrarı üzerine, aynı eseri nazmen tercüme ederek Muhammediyye'yi (Çelebiolu 1975, 1996) oluturmutur. 9008 beyitten oluan ve 12 deiik aruz kalıbının kullanıldıı eser, aır fakat itinalı üslûbu, samimi havası ve duygulu muhtevası ile gerek kendi devrinde ve gerekse sonraki devirlerde, sadece Anado lu sahasında deil, Türk dünyasının dier sahalarında da çok sevilmi, okunmu, örnek alınmı bir eserdir. Nitekim, Kırım Hanlıı Kadıasker Defterleri, I (1017/1022 – 1608/1613), s. 4b/5’de kayıtlı olan Gözleve’de bulunan Câmi’-i Kebîr’de Muhammediyye okunması için 290 ham derinin vakfedildiinin belirtilmesi (Turan 2003: 83-84) de bunun bir göstergesi olarak görülmektedir. Yine bu dönemde, Gülehrî tarafından Gülen-nâme olarak da isimlendirilen Mantıku’t-tayr (Cunbur 1952; Levend 1957; Merhan 2003), Feridüddîn-i Attâr’ın aynı isimli eseri esas alınarak meydana getirilmi, vahdet-i vücut inancını ileyen alegorik bir mesnevîdir. Mantıku’t-tayr, Türk diliyle Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceini ortaya koyma amacıyla kaleme alınmıtır. Attâr’ın eseri gibi, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan mesnevînin beyit sayısı nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında deimektedir. * * * * * * * 379 379 TERCÜME EDEBYATI AHMET KARTAL Gülehrî, Attâr’ın eserindeki esas konuya sadık kalmakla beraber; onun eserinde geçen bazı manzumeler ile bazı kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii cevapları ve hikâyeleri çıkararak eserine almamı, Attâr’ın eserinde olmayan bazı hikâyeler ile kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii cevapları ise eserine eklemitir. Nitekim Gülehrî, Attâr’ın eserinde geçen 9 özrü eserine almı, 14 tane de kendisi ilâve etmitir. Gülehrî, Attâr’ın eserini Türkçeye aktarırken onda geçen bir çok hikâyeyi çıkarmı, sadece yedi hikâyeyi eserine almıtır. Tespitlerimize göre; âir eserinde geçen hikâyelerden dördünü Mesnevî’den, birini Kelîle ve Dimne, Gülistân ve Lemeât’tan almıtır. Bundan dolayı eser telif özellii taımaktadır. Gülehrî eserinin çeitli bölümlerinde kendi dönemini eletirmesi, devrine ait bilimleri sayması, eserinde yer yer tabiat ve bahar tasvirleri ile iki tane temsil’e yer vermesiyle Attâr’dan ayrılmıtır. Gülehrî eserinde hiçbir yerden almayıp kendisinin yazdıı Altı Erenler Hikâyeti balıını taıyan bir hikâyeye de yer vermitir (bak. Kartal 2004a). “Tercüme Edebiyatı”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, Editör: Ahmet Yaar Ocak, Cilt 1, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları, Ankara, 2006, 533-545. * 380 380 dolayı eser telif özellii taımaktadır. Gülehrî eserinin çeitli bölümlerinde kendi dönemini eletirmesi, devrine ait bilimleri sayması, eserinde yer yer tabiat ve bahar tasvirleri ile iki tane temsil’e yer vermesiyle Attâr’dan ayrılmıtır. Gülehrî eserinde hiçbir yerden almayıp kendisinin yazdıı Altı Erenler Hikâyeti balıını taıyan bir hikâyeyeŞİRAZ’DAN de yer vermitir (bak. Kartal 2004a). İSTANBUL’A “Tercüme Edebiyatı”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, Editör: Ahmet Yaar Ocak, Cilt 1, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları, Ankara, 2006, 533-545. * 380 381 BÖLÜM III Osmanlı’dan Yansımalar KLASK TÜRK EDEBYATI’NI ANLAMAK KLASK TÜRK EDEBYATI'NI ANLAMAK Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında ve slâm öncesi edebî birikimlerinin bir devamı olarak, kendi zevk ve anlayılarıyla ilk örneklerini Asya’da Fars diliyle verip, ran edebiyatının geliimine katkıda bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçenin slâmî kültür ve edebiyat geleneklerine adapte olmasıyla da, Osmanlı, Çaatay ve Azerî sahaları merkez olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz ve ekil itibarıyla klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak kaydıyla, vücuda getirdikleri edebiyat Klasik Türk Edebiyatı olarak isimlendirilmektedir (Kartal 2006b: 29). Büyük bir geçmie ve köklü bir kültüre sahip olan Osmanlı Devleti döneminde, yaklaık yedi asırlık köklü ve derin bir maziye sahip olan, kemiyet ve keyfiyet bakımından Türk edebiyatının “yüz akı” diyebileceimiz bir hususiyete sahip “muazzam” bir edebiyat oluturulmutur. Nitekim XVII. asır âirlerinden Neâtî’nin: * * * * Etdik o kadar ref’-i ta’ayyün ki Neâtî Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız beyti, iire ön yargısız ve edebî bir eser olarak bakan bir Fransız edibine, “Mademki böyle mısralar söylemitir, o halde büyük bir Türk iiri vardır” dedirtmitir. Fransız edibi daha sonra, sözlerine öyle devam ederek, Klasik iirimizin gerçek hüviyetini dile getirmitir: “Medeniyet namına bir baka eseriniz olmasaydı, yalnız bu beyit, ne derin millet olduunuzu ifadeye yeterdi.” (Banarlı 1982: 153). te yaklaık yedi asır boyunca Türk milletinin ilim ve kültür zümresine hitap eden, köklü ve derin bir geçmie sahip olan klasik Türk edebiyatının, bütün yönleriyle anlaılabilmesi ve salıklı bir ekilde deerlendirilebilmesi, Yeni Fars Edebiyatının oluum dönemleriyle, o dönemlerde mevcut olan Türk edebiyatının tarihî seyir itibariyle aratırılması ve incelenmesi ile mümkün olabilir. Bu ilk dönemle ilgili aratırmalarda, öncelikle Arap ve Fars edebiyatlarının da, mukayeseli bir ekilde dikkate alınıp incelenmesi gereklidir. Türk edebiyatının Arap edebiyatından çok Fars edebiyatı ile iliki içerisinde bulunduu, slâm medeniyeti esaslarına göre oluan Yeni Fars Edebiyatının gelimesinde özellikle Türk asıllı hükümdarların ve Farsça iir * * * 384 384 RAZ'DAN STANBUL'A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A söyleyen Türk asıllı âirlerin büyük rolü olduu malumdur. Bundan dolayı, bu inceleme ve aratırmayı yaparken, öncelikle Fars edebiyatının dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca, konu Türkçe ile Farsçanın tarihî seyir içerisindeki münasebetleri, beraberlikleri ve karılıklı etkileimlerini de, göz önünde bulundurmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak, bu ekilde hareket edildii zaman salıklı bir sonuca varılacaı ve klasik Türk iirinin gerçek deerinin ortaya konulabilecei kanaatindeyiz. Yoksa özellikle XIX. asrın ikinci yarısından sonra, Batılı müsteriklerin öncülüünde dile getirilen ve günümüzde de genel kabul gören, “Klasik Türk iirinin herhangi bir geçmiinin olmadıı”, “tamamen Fars kültürünün etkisinde kaldıı”, “Fars iirinin taklidi olduu”, hatta “tamamen ran zevkini taıdıı” gibi hiçbir ilmî gerçee dayanmayan ve sübjektif bakı açısını yansıtan görülerin aırlıı devam edecektir. Burada unu belirtelim ki, özellikle Yeni Farsçanın oluumundan sonra, meydana gelen Fars iirinin oluumu ve geliimi üzerinde iire sempati ile yaklaıp âirleri destekleyen Karahanlı , özellikle Gazneli ve Selçuklu Devletlerinin Türk asıllı sultanları ile o dönemlerde Farsça iir söyleyen Türk asıllı âirlerin önemli bir yere sahip olduu ve Fars iirinin muhtevasının belirlenmesinde de etkili oldukları görülmektedir. Bu durum, bu dönem iirinin Fars iiri mi, yoksa Farsça iir mi olarak isimlendirilmesinin doru olacaı konusunu gündeme getirmektedir. Geliim sürecine bakıldıı zaman (geni bilgi için bak. Kartal 1999/2000, 2001, 2004; Karaismailolu 2001) Fars iiri yerine Farsça iir denilmesinin daha uygun olduu görülmektedir (geni bilgi için bak. Arı 2003). Çünkü bu dönemde yazılan iirler, bu bakıla tekrar incelemeye tabi tutulduunda, bu dönemlerde oluan edebî zevke, Türk edebî zevkinin sirayet ettii görülecektir. Hatta bu iirin özünde, Türk millî hissi, Türk sanat anlayıı, Türk örf, âdet, gelenek ve inançlarının önemli bir yere sahip olduunun nianı konumunda olan “Türk” kavramının önemli bir kullanım alanı vardır. Hatta Türkçenin metrik yapısının yansıdıı dahi hissedilmektedir. Nitekim Türk asıllı Nizâmî-i Gencevî’nin eserlerinde bu husus rahatlıkla müahede edilmektedir. Bundan dolayı, Nizâmî-i Gencevî ile Hâfız’ın iirleri ve bunların yapıları göz önünde bulundurulduunda bu husus net olarak kendisini göstermektedir. Vambery : * * * * * “ranlılar iirsel yaratılı ve düünceleri, çok eski zamanlardan kalma uygarlıkları nedeniyle Türklerin önünde bulunduklarını ileri sürerler. Ama yabancı ulusların bilgin ve sanatçılarının yaptıkları yararlı keiflerden yararlanmayı istemeye, Avrupa dillerini örenmeye, sözün kısası onlarla her türlü ilikiyi günden güne artırmaya yönelik çaba ve çalıma, herhalde kendilerinin ran halkına olan üstünlüklerini kanıtlamaktadır” (1993: 20) * diyerek, Türklerin ranlılar gibi özellikle edebî yönden büyük bir geçmiimiz var düüncesine sahip olup onun arkasına sıınmadıklarını, bilâkis yeni olan her eyden istifade edip onu kendi birikimleriyle yourarak, ortaya yeni eyler 385 385 KLASK TÜRK EDEBYATI’NI AHMET KARTAL ANLAMAK çıkardıklarını, bundan dolayı da, ranlılardan daha üstün olduklarını kaydetmitir. Özellikle Gazneli ve Selçuklu devletleri döneminde oluan iir üsluplarına verilen isimler, Türklerin o dönemlerdeki Fars dili ve edebiyatındaki fonksiyonları açısından dikkat çekicidir. Nitekim Gazneli Sultân Mahmûd ile Sultân Mes’ûd ’un Irak ’taki fetihlerinden sonra, Horasanlı olan Selçuklular , burada aralıksız yayılma göstermi, Irâk-ı Âcem ve Irâk-ı Arab’da, Irak ve Horasan zevkleri ve kültürleri imtizaç ederek bu dönem iirinde açıkça görülebilen bazı deiiklikler olmutur. Bu bölgede oluan bu yeni iir tarzına “sebk-i Selçûkî” ismi verilmitir (Bahâr 1349: II/66). Aynı ekilde Gazneliler muhitinde oluan ve gelien iir tarzına ise, “sebk-i Türkistânî” denmektedir (Vanlıolu vd 1994: 262). Hatta Alî îr Nevâ’î (ö. 1501)’nin Muhâkemetü’llugateyn (tlf. 1500) isimli eserinde yer alan (Alî îr Nevâyî 1996: 169): * * * * * * * * “Türk u’arâsı kim Fârsî til bile rengîn e’âr ve îrîn güftâr zâhir kılurlar...” * yani Fars dili ile parlak iirler ve tatlı sözler ortaya çıkaran Türk asıllı âirlerin bulunduu ifadeleri de, bu bakımdan bizim için manidardır. Ayrıca unu da belirtelim ki, Gazneli ve Selçuklu devletlerinin egemen oldukları yıllarda, slâm dünyasında büyük fikrî ve edebî gelimeler meydana geldii görülmektedir. Bu duruma etki eden en önemli faktör, X. asrın ilk yıllarından itibaren Maveraünnehir ve Horasan çıkı noktası olmak üzere, bütün slâm dünyasında etkili olmaya balayan Türklerin varlııdır (Karaismailolu 2000: 2). Bu konuda Muhammed Bahâr düüncelerini: * * * * “slâm dünyasında Arap taraftarlıının karısında Farsların oluturduu u’ûbiyye hareketi, Gazneli ve Selçuklu Türk devletlerinin ortaya çıkıı ve hakim oluuyla etkisiz duruma dümütür” (Bahâr 1349: I/150-52; Karaismailolu 2001: 68’den) * * diye ifade ederken, dier bir ran edebiyat tarihçisi Zebîhullah Safâ , durumu açık olarak u ekilde özetlemektedir: * * “Kuruluu slâm medeniyetinde ve özellikle ran ’da büyük bir deiimin balangıcı olan en büyük Türk devleti, Selçuklu Devleti’dir.” (Safâ 1372: 10; Karaismailolu 2000: 2’den). * * Gazneli özellikle Selçuklular dönemi Dou iiri için âdeta bir deiim dönemidir. Bu Arapça , Farsça ve Türkçe iir için aynı derecede etkin olan bir deiim ve gelimedir. iirde üslûp farklılıı olumu, düünce ve hayal aırlık kazanmaya balamı, maddî hisler ve dı dünyaya yönelik gözlemler yerini manevî hislere ve iç dünya zevklerine bırakır olmutur. iirde çok açık bir ekilde dinî, ahlâkî ve tasavvufî diye nitelendirilen bir bakı ve algılayı, dier bir ifadeyle dinî hissiyat öne çıkmıtır (Karaismailolu 2001: 14). Bu dinî hissiyat ise kendisini Sünnî ve Hanefî çizgide oluan bir dindarlık olarak * * * * 386 386 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN göstermektedir. Hatta daha Gazneliler döneminde saray âirleri, Sultân Mahmûd ve oullarını överken din ve adalet adına mücadeleden bahsetmilerdir. Ayrıca Gazneliler döneminde yaayan Unsurî (Kedkenî 1366: 534), Ferruhî-i Sîstânî (Yûsufî 1373: 399-402; Kedkenî 1366: 492) ve Menûçihrî-i Damgânî (Kedkenî 1366: 516; Cokuner 2002: 30-37)’nin ve Selçuklu döneminde yaayan Hakanî-i îrvânî (Kezzâzî 1368: 201-5, 208-10), Lâmi’î-i Dehistânî’nin (Kedkenî 1366: 648) iirlerinde slâm ve slâmî akideden kaynaklanan tasvirlerin sıkça yer aldıı görülmektedir. Yine Selçuklular dönemine kadar Arapça iirde younlukla; Farsça iirde kısmen yaygın örnekleri bulunan balıca arap, kadın ve müstehcenlik olmak üzere maddî zevkler üzerine söylenen iirler, bundan sonra ancak nadir örnekler olarak görülür. Türk hanedanlarına mensup saray çevresinde oluan, siyasî bir muhteva taıyan ve iîlik davasında bulunan iirlerin de bu dönemlerde oldukça azaldıı dikkat çekmektedir (Karaismailolu 2001: 16). Tasavvufî iir, Gazneli dönemi âirlerinden Senâ’î-i Gaznevî eliyle olgunlua ulamıtır. Esedî’nin Lugat-i Furs’unda Ebu’l-kâsım-ı Gûrgânî, Ebû Abdullah-ı Hafîf, Ebû Alî-i Serahsî, Ebu’l-hasan-ı Bustî, Ebu’l-hasan-ı Harakânî, Ebû Alî-i Dekkâk, Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr gibi Gazneliler devri mutasavvıflarına ait bazı beyitler nakledilmitir (Emirçupani 2001: 109). Mutasavvıflardan eyh Ebu’l-hasan Alî-i Gaznevî (öl. 1072), Kefu’l-mahcûb li-Erbâbi’l-kulûb adlı tasavvuf konusu ile mutasavvıf eyhlerin biyografileri ve tasavvufî bazı terimleri açıklayan önemli bir eser bırakmıtır (Levend 1988: 230). Dîvân-ı Hikmet müellifi ve Türk milletinin manevî müridi olan Ahmed-i Yesevî’nin (öl. 1166) hocası Yûsuf-ı Hemedânî, ömrünü Herat’ta geçirmi ve 1140’da Merv’de vefat etmitir (Köprülü trhs.: 6466). Sufilerden Ebu’l-hasan Ali bin Osman el-Hucvîrî Gazneli olup birçok seyahatte bulunmu, Sultân Gazneli Mahmûd’un yakın çevresinde yer almı ve Lahor’da ölmütür (Hucvirî 1996; Palabıyık 2001: 69). Sûfî, âir ve Melâmetî eyhi olan Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr da Gazneli dönemi âlim ve mutasavvıflarındandır (Yazıcı 1994). Sûfîlere karı büyük bir saygı gösteren Gazneli Mahmûd, onların ziyaretine giderek onlarla konuur, kendisine nasihat ve dua etmelerini ister (Emirçupani 2001: 109) ve ihtiyaçlarını giderirdi (Palabıyık 2001: 54). Bu dönemde ahlâkî eserlerin de kaleme alındıı görülmektedir. Müstakil olarak nazmedilen ilk ahlâkî eser, Sultân Mahmûd'un çadaı Bedî'-i Belhî'nin Pend-nâme-i Enûirvân'ıdır (Emirçupanî 2001: 111). Tasavvufî çizgide yetien büyük eyhlerin Selçuklu döneminde yaadıı görülmektedir (Nefîsî 1363: 73). Bunlar içersinde, iir söyleyenlerinin en mehurları Baba Tâhir-i Hemedânî, Hâce Abdullah-i Ensârî, Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr, Senâ’î ve Attâr-ı Nîâbûrî’dir (Hiredmend trhs: 27). Anadolu’nun, Türkler tarafından fethedilmesinden sonra, iktisadî refahın, düünce özgürlüünün ve düzenli devlet idaresinin hâkim olduu, güzel sanatların gelitii bir saha (laydın 1974: 770) olması ve Anadolu Selçuklu sultanlarının tıpkı Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu sultanları gibi âirlere ihsanda bulunmaları, ilim adamlarına lâyık oldukları ikram ve himayeyi * * * * * * * 387 387 KLASK TÜRK EDEBYATI’NI AHMET KARTAL ANLAMAK göstermelerinden dolayı (Uzunçarılı 1948: 295), Anadolu’ya Türkistan , Suriye , Irak , ran taraflarından bir çok âlim, mütefekkir ve sanatkâr gelmitir (Uzunçarılı 1948: 288; ayrıca bak. Riyâhî 1995: 73). Anadolu’da gerek Dânimendliler gerekse Selçuklular döneminde ilmî ve edebî faaliyet önce saray muhitinde balamı, müteakiben bu faaliyet II. Kılıç Arslan’ın oullarının valilikleri zamanında ehirlerdeki ehzade muhitlerine de sirayet etmitir. Özellikle sükun ve asayiin iyice salanmasıyla Anadolu’da hummalı bir içtimaî ve fikrî hareket kendini göstermitir (Uzun-çarılı 1948: 288). bn Bibî, Anadolu ’da halkın be dil konutuunu belirtir (1996: I/97). Osman Turan'a göre bu diller Türkçe , Rumca , Ermenice ve Farsça olup beinci dil belli deildir. Ancak bn Bibî’nin bir baka yerde Anadolu’nun dilinin Arapça ve Farsça olduunu kaydetmesi (1996: I/141) beinci dilin Arapça olduunu göstermektedir. Anadolu Selçukluları zamanında da, Selçuklu döneminde olduu gibi edebiyat dili Farsça, ilim dili ise Arapça idi. Ayrıca bu dillerden Farsça resmî dil olarak kullanıldıı için telif edilen eserlerin büyük bir kısmı Farsçadır. Mikail Bayram, yaptıı kütüphane taramaları neticesinde, Anadolu Selçukluları zamanında, 230 küsur eser telif edildiini, bunlardan 20 tanesinin müellifinin meçhul olduunu, geriye kalan eserlerin 80 müellif tarafından yazıldıını belirttikten sonra, bu eserlerden 145’inin Farsça, 68’inin Arapça, 15’inin Türkçe olarak kaleme alındıını, birkaç eserin de Süryanice ve Ermenice olduunu söylemektedir (2004: 107). Bu manzara Anadolu Selçuklu Devleti ’nin hem karıık kültürlerden olutuunu hem de çok dilli bir ortam sunduunu göstermektedir. Bu da her topluma kendi diliyle hitap eden çeitli eserlerin yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli iirlerin (mülemma) yazılmasına da zemin hazırlamıtır. Çünkü bu tip toplumlarda her dilin kendine has farklı ilevleri vardır ve her biri belirli bir amaç ve durum için kullanılır. te çok dilli iirler de, bu durumun ilevsel bir yansımasını sergilerler (Johanson 1993: 29). Hatta bu tip davranıın, özellikle zengin bir sözlü edebiyat geleneine sahip olan Ouz Türkçesinin aruz vezniyle söylenilen edebî metinlerde de kullanılmasıyla edebî olarak etkin bir hâle gelmesine yardımcı olduu görülmektedir. Yani bu mülemma iirler edebî açıdan fazla ilenmemi olan Ouz Türkçesinin ilenmi olan dillerin özellikle de Farsça ve Arapçanın çatısı altında talim imkânı elde ettii söylenebilir. Nitekim Köprülü’nün deerlendirmesiyle Horasan ve Maveraünnehir âirlerinin oldukça etkin bir dönemde aruzla iir yazmaya Türkçe-Farsça mülemmalarla baladıkları (Johanson 1993: 34-35) gibi Anadolu’da da aynı durumla karılamaktayız. Nitekim Anadolu'da yazılan ilk Türkçe iirin Türkçe-Farsça mülemma bir gazel olması bunu göstermektedir. Tabiî ki burada, Johanson’un ifade ettii gibi, bu dönemde modern tarzda dil ve millet bütünletirilmedii için, son dönemlerdeki millî dile sadakat veya dil milliyetçiliinin olmadıı da hatırlanmalıdır. Ayrıca Orta Ça Avrupa edebiyatında olduu gibi dil tercihi sanatçıların milliyetine göre deil, edebî türe göre belirlenmekteydi (1993: 28). * * * * * * * * * * * * * * 388 388 * * RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN Selçuklu Devleti’nin Mool baskısı ile zayıflaması üzerine, bulundukları bölgelerde kendi adlarına hüküm sürmeye balayan Türkmen beylerinin Arap ve Acem kültürüne fazla itibar etmemeleri, millî geleneklerine ve kendi bölge aızlarına verdikleri deer, ilim adamlarını, âir ve edipleri korumaları, Türk dili ve edebiyatı için verimli bir dönemin balamasına sebep olmutur. Bu beylerin, memleket kazanmak için yaptıkları savalar ve siyasî mücadeleler sırasında bile ilim ve edebiyat hareketlerini tevik etmeleri, bazılarının Arapça ve Farsçayı iyi bilmelerine ramen Türkçe yazmayı tercih etmeleri dikkate deerdir (Korkmaz 1995: 427). Bu bilinçlenme ile Türkçeye verilen önem neticesinde, Türk dili artık bir ilim ve edebî dil olma yolunda önemli adımlar atarken, Farsça eserler de verilmeye devam edilmitir. Osmanlı Devleti’nin kurulu dönemine rastlayan XIV. asırda, Türk dili bir önceki asra göre daha çok ilenip gelimi, yazar ve âir sayısı artmı, mensur ve manzum pek çok eser yazılmıtır (Mazıolu 1982: 86). Bu dönemde Türkçe artık Anadolu ’da tamamıyla yerlemi ve bir edebiyat dili hâline gelerek, dinîtasavvufî, tarihî, hamâsî (epik) ve ahlâkî mahiyette eserler verilmitir (TDEK 1992: III/111). Bu dönemde, Türkçe edebî eserlerin yanında, Farsça edebî ürünler de, Anadolu’da verilmeye devam edilmitir. Bu asırda Ârif Çelebi ve Nesîmî gibi Farsça divan tertip eden âirlerin yanında Gülehrî ve Yârcânî gibi mesnevi yazan âirler de olmutur. Bir kısım âirler ise, Farsça bazı iirler söylemilerdir. Ancak bu asırda, Türkçe eser vermei uurlu ekilde isteyen ve bunu gerçekletirmee çalıan âirlerin varlıı da dikkat çekmektedir. Anadolu’da bir millî edebiyat çaının açılmasını salayan Gülehrî ve Âık Paa bunların baında gelmektedir (TDEK 1992: III/111). Bu dönemden itibaren Anadolu'da olumaya balayan edebî Türk dili, zamanla gelierek tekamüle doru ilerleme kaydetmi ve Türk iir dili de böylece olumutur. Bu iir dili oluurken Osmanlı âiri, ecdadı olan Gazneli ve Selçuklu dönemi âirlerinin Farsça olarak söyledikleri ve kendilerine tevarüs eden iirleri, kavramları, üslubu ve tarzı bazen muhafaza ederek bazen de Türkçe olarak ifade etmeye balamı ve gelitirerek gerçekten merhum Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan'ın ifade ettii gibi "medeniyet âlemine büyük bir iftiharla sunabileceimiz bir sanat mahsulü" (1990: 90) hâline getirmitir. Bundan dolayı, Anadolu'da gelien Türk edebiyatını anlamak için, Türkistan 'da Türk asıllı hükümdar ve âirlerin destei ve hamilii ile gelien Farsça iirin iyi ekilde analiz edilip anlaılması gerekir. Çünkü klasik iirimiz yukarıda ifade ettiimiz gibi, tohumu Türkistan'da atılan iirin Anadolu'da Türkçe ile ifade edilmesinden baka bir ey deildir. Yani Osmanlı âirinin ran iirinden istifade etmesi, esasında ecdadının zevkiyle, anlayııyla, düüncesiyle tezyin edilip Farsça oluturulan yadigârının Anadolu’da Türkçe olarak ifade edilmesi olarak kendini göstermektedir. Mevcut olan edebiyat, zaten bu filizlenmenin Anadolu’da gerçekletiini net olarak göstermektedir. Burada unutmayalım ki, Hasibe Mazıolu’nun da dikkat çektii gibi, klasik âirlerimiz, özellikle XV. asırdan itibaren aırlıklı olarak kendi * * * * * * * * * * * * * 389 389 KLASK TÜRK EDEBYATI’NI ANLAMAK AHMET KARTAL duygu ve düüncelerini, yaayılarını, çevrelerini, gelenek ve göreneklerini, atasözlerini ve deyimlerini, kısaca tümüyle kendi benliklerini Türk ve ran asıllı âirlerin birlikte oluturdukları ortak mefhum ve kavramlarla yourup ekillendirerek ran iirinden ayrı bir Türk iiri meydan getirmilerdir (1982: 112). Bunun en net göstergesi ise, Fars edebiyatının gözlere, genilemesine görünmesine ramen, bizim klasik edebiyatımızın youn bir anlam derinliine sahip olmasıdır. Nitekim onda, bizim klasik edebiyatımızdaki derinlie tesadüf edilmez. Bundan dolayı da, ran edebiyatını anlamak kolay, bizim edebiyatımızı kavramak ise güçtür. Bu da Türk iirinin Fars iirinden yukarıda dikkat çektiimiz yönlerinin yanında, özellikle anlam derinlii bakımından ayrı bir hüviyete sahip olduunu göstermektedir. Özellikle Batılı bilim adamları, klasik edebiyatımızı dıtan incelemiler, derinliine inemedikleri için de, müterek mazmunlara bakarak onu ran edebiyatının bir kopyası zannetmilerdir (Diriöz 2003: 32). Türk asıllı bu âirler, Anadolu ’da da Farsça iir yazmakla kalmamılar, daima faydayı ve yararlı olmayı göz önünde bulundurdukları için, Türk insanının okuduu zaman istifade edeceini düündüü bazı Farsça eserleri manzum veya mensur olarak Türkçeye tercüme etmilerdir (bak. Kartal 2002, 2006a: 307-9). Bunda muhatabın ilme yeni balayan ve sadece Türkçe bilen “mübtedî”lerin olması da etkili olmutur. Ayrıca bilgiyi yalnızca örencileri düünmeden daha büyük bir kitleye yani halka ulatırma düüncesi de tercüme faaliyetinin baka bir sebebi olarak görülmektedir. Türkçe konuan halkın düünülerek eserin Türkçe telif ve tercüme edilmesi müellif ile mütercimin sahip olduu “dil bilinci”ne ve Türkçe konuan halka “mensubiyet duygusu”na iaret eder. Faydanın yaygınlaması dileine istinaden, Türkçe eser telif etmek ya da Türkçeye tercüme etmek Anadolu Beylikler döneminin en önemli özelliklerinden birisidir. Özellikle dinî, tarihî ve edebî eserler bütün bir halkın okuması, anlaması ve faydalanması için telif veya tercüme edilmeye balanmıtır. Osmanlı sultanlarından I., II. ve III. Murat gibi bazılarının etrafında bulunan âir, bilgin ve dier sanatkârları Türkçe telif ve tercüme eser vermeye tevik ettikleri de bilinmektedir. Bu tercüme faaliyetlerinde dil bilincinin de etkili olduunu belirtmemiz gerekir (Fazlıolu 2003: 151-184). Ancak burada u noktayı vurgulamak istiyoruz. arkiyatçıların, ran ’ın da Doulu olmasına ramen, Fars dili ve edebiyatı ile kültürüne gösterdikleri ilgi dikkat çekmektedir. Bu ilgi ve alaka, ranlıların Avrupalılar gibi Arien ırkından olmalarına, tarihî balantılarına, Batılı siyaset tarzının etkinliine veya tesirine, özellikle de geçmiten bugüne karılarında hakim güç olarak Türk milletini görmelerine balanabilir. Nitekim Arap edebiyatının özellikle de Fars edebiyatının yüceltilmesinde ve Dou edebiyatının hakim unsuru olduunun vurgulanmasında Batılıların bu yaklaımının etkili olduu müahede edilmektedir. Ancak Mine Mengi’nin ifade ettii gibi, * * * * * * * * 390 390 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN “Cihan fütuhatı ideolojisiyle yüzyıllar boyu siyasî ve askerî çekime yaamı ve bu çekimenin Osmanlı lehine sürdürüldüü bilinen Osmanlı Fars ilikisinde, kültürel üstünlüün ran lehine olmasının yorumu mümkün deildir” (2000: 167). * Ayrıca edebî ürünlere bakıldıında, Osmanlı âirinin Fars edebiyatıyla olan ilikisinde, eziklik duygusu içinde deil, ranlı âirle rekabet duygusu içinde olduu açıkça görülür. Özgün iir peinde olduu müddetçe, Fars âiriyle boy ölçüebilecei düüncesinde olan Osmanlı âiri, daima özgün olma gayreti içerisinde bulunmutur. Çünkü usta âir için iirde taklidin yeri yoktur. Onun için de, Osmanlı âiri baka âirlerden, özellikle de Fars âirlerinden farklı tarzlarda ve ekillerde iir söyleme çabası içerisinde bulunmu ve bunda belirli oranda baarılı olmutur (Mengi 2000: 167). Özellikle söylemi olduu Farsça iirlerle hem Fars dilinin hem de Fars edebiyatının oluumu, geliimi ve klasik mahiyet alıında önemli bir yere sahip olan Türkler , hassaten Anadolu ’ya gelip burayı vatan edindikten sonra, hakim unsur olan Türklere hitap etmek için, artık iirlerini Türkçe olarak söylemeye baladılar. Böylece Türk dilinin özellikle Ouz Türkçesinin bir edebiyat dili olarak geliimini ve klasik hale gelmesini saladılar. Bundan sonra, Türk iiri daima gelierek tekâmüle doru giderken, Gazneli ve Selçuklu dönemlerindeki Türkün hamiliini kaybeden ran iiri, Gibb’in ifade ettii gibi “asla kurtulamayacaı bir kısırlıa maruz kaldı. Câmî ile klasikliini tamamlayan ve gerilemeye balayan ran iiri, XV. asırda ne ise XX. asırda da o olmutur. Her ne kadar, ara dönemlerde çeitli aamalardan geçmise de, bu sadece kelime seçimi ve ifadede ufak deiiklikler olarak kalmıtır. Asla köklü deiiklik ve yeni bir hayat ifadesi olmamıtır. Hatta Câmî döneminde söylenenlerin ifade eklini ve mecazlarını deitirerek, fakat asla öze dokunmadan ve yeni konular ilâve etmeden söylemeye devam etmilerdir (1999: I-II/43). Bu durum, Türklerin ran iirinin oluum, geliim ve tekâmüle ermesinde oynadıı rolü göstermesi bakımından oldukça önemli olup daima göz önünde bulundurulması gereken bir husustur. Bu konuya açıklık getirdikten sonra, klasik edebiyatımızın anlaılması için u hususa da dikkat çekmek istiyoruz. Bilindii gibi edebiyat metinlerine genel olarak iki farklı bakı açısı ile yaklaılır. Bunlardan birincisi “edebiyat tenkitçisi” dieri ise “edebiyat tarihçisi”nin bakı açısıdır. “Edebiyat tenkitçisi” kendi yaadıı dönemin düüncesi, anlayıı ve deer yargılarıyla metinleri ele alır ve okuduunda ne anlıyor ve görüyorsa eseri ona göre deerlendirir. Ancak “edebiyat tarihçisi”, metinlerin oluturulduu dönemin kültürel yapısına, fikir anlayıına, ilim seviyesine, hatta metinleri oluturan her kelimeye, kelimenin metnin yazıldıı dönemdeki anlamı çerçevesinde yaklamak durumundadır. Özellikle klasik Türk iirine ikinci deerlendirme tarzıyla bakıldıında, onun günümüzde zannedildiinden çok farklı bir yapıya sahip olduu görülecektir. Yine aynı ekilde bu iire konu olan “ak” ve “sevgili” kavramlarının da günümüz anlayı ve deerleriyle büyük ölçüde ilgisi olmayan bir boyut taıdıı müahede edilecektir (entürk 2006: 353). Nitekim tamamen uzak bir çada, * * * * * * * 391 391 KLASK TÜRK EDEBYATI’NI AHMET KARTAL ANLAMAK farklı bir kültür boyutunda, amaçları, zevkleri, hedefleri ayrı olan bir toplumun ferdi olan günümüz insanı için, eski metinlerde geçen yahut söylenen her ey farklı bir etki ve çarıım yapar. Eski metinlerde yer alan “kalem”, kalem açacaı”, “mürekkep” gibi kelimeler bugün de kullanıldıı hâlde, artık onlar günümüzdeki “kalem”, kalem açacaı” ve “mürekkep” deildir. Aynı ekilde her kelimenin anlam alanı da moda, kültür, teknolojik ilerlemeleri vs. ile birlikte deitiinden, eski kelimeler bugün aynen kullanımda olsalar dahi, kelimenin o dönemdeki tam karılıını idrak edemeyen günümüz insanının, o metni hakkıyla anlaması mümkün deildir. Çünkü o metinlerin kaleme alındıı dünya ile günümüz insanının yaadıı dünya tamamen farklıdır (entürk 2006: 354). Burada Ahmet Atillâ entürk ’ün dikkat çektii gibi klasik Türk iirinin dilinin yılların estetik süzgecinden geçerek oluan kendine has bir yapı arz ettiini ve bu dilin kendisini terennüm eden mantık ve dünya görüünden ayrı olarak, bir baka devir veya medeniyetin estetik deerleriyle düünülerek ifade edilebilecek bir yapıya sahip olmadıını, hatta böyle bir zorlamayı kabul etmeyeceini ifade edelim. Bir baka ifade ile bu iirin lafız yönünü tekil eden kelimeler, iirin estetik çerçevesi içerisinde, hayâl dünyasının gerektirdii çarıımları oluturmaya yarayan yardımcı kelimeleri de birlikte kullanmayı gerektirirler. Bunda Arapça , Farsça ve Türkçedeki zengin anlam ve mazi yüküyle dolu kelimelerle, sadece bu edebiyatın estetik sınırları içinde düünülmek kaydıyla oluturulmu bir takım klie kullanımların büyük payı vardır. Yüzlerce beyit gösterilerek izah ve ispat edilebilecek bu hususa Ahmet Atillâ entürk tarafından verilen Mesîhî'nin u beyti güzel bir örnek tekil edebilir: * * * * Haddünün devrinde zülfünde gözünden korku yok Ugrıdan ol gice havf olmaz ki ola mâhtâb âir sevgiliye hitaben "Senin [ay gibi parlak] yanaının devrinde, zülfünde gözünden korku yok, [çünkü] ay ııı olan gecede hırsızdan korku olmaz." diyor. Kolayca anlaılacaı üzere beyitte zülf geceye, âıın kalbini çalan göz hırsıza, yanak da geceyi aydınlatan dolunaya benzetilmitir. Dikkat edilirse beyitteki ay, yanak ve devir kavramları hep yuvarlak hatlardan ibaret olup ilk mısradaki bütün güzellik unsurları ikinci mısrada çizilen tasvirde teker teker karılıklarını bulmulardır. Beyit en küçük bir müdahaleye dahi meydan vermeyecek bir yapı arz eder. Hâl böyle iken son yıllarda neredilen Mesîhî Dîvânı'nda beytin ilk kelimesini tekil eden "haddünün" ibaresi, divanın bütün yazma nüshalarında "kaddü-ñüñ" imlâsı bulunduu gerekçesiyle "kaddüñüñ" eklinde tespit edilmitir. Geometrik ekil itibarıyla elif gibi düz bir çizgi imajı arz eden ve eski iirin ideal estetik anlayıına göre uzun olması gereken "kadd" [= boy] kelimesi hem yukarıda ifade edilen yuvarlak hatlarla uyum salamadıı, hem de ıık saçma özellii bulundurmadıından klasik edebiyatımızın estetik gelenei; dil ve mantık itibarıyla bu kelimeyi derhal reddeder. Öyle anlaılıyor ki, âirin el 392 392 RAZ'DANİSTANBUL’A STANBUL'A ŞİRAZ’DAN yazısından kaynaklanan okunaksız bir "hı" harfi, kelimenin bütün nüshalara yanlı olarak "kaf" ile geçirilmesine sebep olmutur. Ancak katı estetik kaideler sebebiyle eski edebiyat dili ve bu dili oluturan estetik zihniyet böyle bir düzensizlii asla kabul etmeyecek ve çarpıklıı derhal tashih edecektir (entürk 1998: 4). Bu durum da bize, görüldüü üzere uzun bir mazisi ve zengin bir estetik gelenei olan klasik edebiyatımızın dilinin, vezin ve kafiyenin yanı sıra bir araya getirilen kelimelerin estetik konumları ve edebî sanatlar itibarıyla da zapturapt altına alındıı bir dil olduunu göstermektedir. Öyle ki, bu edebiyatta bazı kelimeler belirli kalıplar içinde kullanıla kullanıla renk, koku ve ekil kazanmılardır. Çou zaman âirler, bu gibi hüviyet kazanmı kelimeleri keyfî olarak kullanmak gibi bir tasarruf hakkına dahi sahip olamazlar (entürk 1998: 4). Sonuç olarak belirtmek gerekirse, yazıldıı dönemin aynası konumunda olan edebiyat, o döneminin maddî ve manevî bütün deerlerini bünyesinde barındırır. Hiç kukusuz bütün dünya edebiyatlarında olduu gibi, klasik edebiyatımız da yazıldıkları ve oluturuldukları devrin derin izlerini bünyesinde bulundurmaktadır. Bu hususlar üzerine yapılacak tetkikler, o dönemin hem sosyal ve kültürel hayatı hem medeniyeti hem de antropolojisiyle uraanlar için, önemli ip uçları verecek mahiyettedir. âirler, önce çevrelerini çok iyi ekilde gözlemleyip en küçük teferruatı bile göz önünde bulundurmular, daha sonra onları hem hayalleri, birikimleri, fikirleri hem de o dönemin sanat ve estetik deerleriyle yourarak güzel ve zarif bir sanat eseri oluturma gayretine dümülerdir. Bundan dolayı, bu iirlerde, Türk milletinin örf, âdet, gelenek ve görenek ile günlük hayat sahnelerine; hatta o dönemin ilmî hüviyetine, fikir yapısına, düünce dünyasına ulaılması mümkündür. Öyle olunca, bu iirler “Türk Millî Kültür Tarihi” veya “Türk Medeniyeti Tarihi” yazacak olanların bavurması gereken temel kaynaklardan birisi olarak okuyucusunu ve aratırıcısını beklemektedir. Mükemmel, güçlü ve salıklı bir edebiyat tarihinin kaleme alınabilmesi, bilindii gibi öncelikle edebiyat tarihine konu oluturan bütün edebî metinlerin, yazıldıı dönem de göz önünde bulundurularak tutarlı ve doru birer yorum, tahlil ve tenkidinin ortaya konulmasına balıdır. Ancak bizde maalesef eski metinlerimiz ve eserlerimiz ekseriyetle hem günümüz Türkçesine çevrilmeden hem de hüviyeti keyfiyet/nitelik ve kemiyet/nicelik bakımından tam olarak ortaya konulmadan tenkitli metin olarak hazırlanmakta ve neredilmektedir. Bu da okuyucunun ve aratırıcının yapılan o çalımalardan istifade etmesini kısıtlamaktadır. te medeniyet ve kültür tarihimiz için oldukça önemli olan bu metinleri/iirleri anlamak, yukarıda dikkat çektiimiz gibi, hem Arap ve Fars edebiyatlarının mukayeseli bir ekilde dikkate alınıp incelenmesine hem belli ölçüde bu iirlerin bütün inceliklerinin ve ilham kaynaklarının hakkıyla bilinmesine hem de olumasına kaynaklık eden deerlere vakıf olmaya balıdır. Yani Fuzûlî’yi anlamak için Fuzûlî, eyh Gâlib’i anlamak için eyh * * 393 393 KLASK TÜRK EDEBYATI’NI AHMET KARTAL ANLAMAK Gâlib gibi olmak gerekir. Onların iirlerini tezyin eden aklî ve naklî ilimleri bilmek, etkilendii âirlerin yaadıı dönem ile bizzat kendisinin yaadıı devrin kültürel deerlerine sahip olmayı gerektirir. Bu iirlere, bu ekilde yaklamaz, günümüzden bakarak bir eyler söylemeye kalkıırsak, maalesef onda olmayan ve söylenmeyen eyleri ona isnat ederek onu olduundan farklı bir mecraya götürmü oluruz. Klasik edebiyatımızı oluturan eserlerin bir kısmının, onu meydana getiren âirin tahayyülünün bir ürünü olduunun da unutulmaması gerekir. Nitekim bazen âirler, hayal dünyalarında oluturup kurguladıkları bazı hususları eserlerinde ileyerek onlara hayat vermilerdir. Onun için bu eserlere yaklaırken, bu durumun da daima göz önünde bulundurulması gerekir. “Klasik Türk Edebiyatı’nı Anlamak”, Edebiyat ve Dil Yazıları – Mustafa sen’e Armaan-, editörler: Ayenur Külahlıolu slam – Süer Eker, Ankara 2007, s. 375-87. * 394 394 götürmü oluruz. Klasik edebiyatımızı oluturan eserlerin bir kısmının, onu meydana getiren âirin tahayyülünün bir ürünü olduunun da unutulmaması gerekir. Nitekim bazen âirler, hayal dünyalarında oluturup kurguladıkları bazı hususları eserlerinde ileyerek onlara hayatSTANBUL’A vermilerdir. Onun için bu eserlere RAZ’DAN İSTANBUL’A yaklaırken, bu durumun da ŞİRAZ’DAN daima göz önünde bulundurulması gerekir. “Klasik Türk Edebiyatı’nı Anlamak”, Edebiyat ve Dil Yazıları – Mustafa sen’e Armaan-, editörler: Ayenur Külahlıolu slam – Süer Eker, Ankara 2007, s. 375-87. * 394 395 395 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI YAVUZ SULTÂN SELÎM DÖNEM EDEBYATI Sultân Bâyezîd-i Velî’nin olu olan Yavuz Sultân Selîm, saltanatının çok kısa sürmesine ramen, Osmanlı Devleti’nin büyük ve önemli padiahlarından biridir. Babasının hayli hareketsiz geçen devrine karı, Sultân Selîm’in sekiz yıl süren saltanatı seferler ve zaferlerle geçmitir. Avrupa devletleri ile barı hâlinde yaama siyaseti güden Sultân Selîm, her eyden önce ran’da kurulan Safevî Devleti’ni yıkarak ii tehlikesini bertaraf etmek, Dou Anadolu’da Türk birliini temin etmek istiyordu. Eer bu baarılamaz ise hem Dou Anadolu’da Türk birlii salanamayacak hem de Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarının siyasi açıdan önemi kalmayacaktı. Ayrıca Memlukluların koruyamadıı ark ticaret yolu Portekizlilerin eline geçmek üzere idi. Yavuz bu iktisadi kaynaa büyük ehemmiyet vermekte idi. Bundan dolayı Yavuz yüzünü douya ve Arap dünyasına çevirmitir. Bu dönemde Osmanlı fütuhatının Arap dünyasına doru yayılmasının ana aamalarını Çaldıran (1514) ve Elbistan (1515) seferleri oluturmaktadır. Bu seferler Yavuz Selîm’in ran Safevî devletinin hükümdarı âh smâ’îl’in kuvvetlerini yenerek Irak yolunu açmasını salamıtır. Ertesi yıl Musul dümü, daha sonra, Selim’in Suriye ve Filistin’i ele geçirmesini salayan ve Mısır Memluklarına karı yürütülen iddetli sefere sıra gelmitir (1516-1517). 24 Austos 1516’da, Sultân Kansuh elGavrî’nin Kuzey Suriye’de, Mercidabık’ta bozguna uramasından sonra, austosta Halep, ekimde am igal edilmi ve tüm Filistin Osmanlıların eline geçmitir. 1517 baında, son Memluk sultanı Tumanbay, Kahire kapıları önünde, Ridaniye’de birkaç saat içinde hezimete uramıtır (22 Ocak). Ertesi gün, 922 Hicri yılının son günü, Kahire’de Cuma hutbesi Osmanlı sultanı adına okunmutur: * * * * * * “Allahım, sultan soyundan gelen sultana, sultânü’l-berreyn ve hakanü’l-bahreyne, iki orduyu kahreden, Irakeyn’in sultanı, Harameyn-i erifeyn’in hizmetkârı, elmelikü’l-muzaffer Selim ah’a yardım et! Rabbü’l-alemin, ona güçlü yardım elini uzat, parlak baarılar bahet”. 396 396 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Sultân Selîm stanbul’a dönerken orduları güneye doru ilerlemeyi sürdürerek Nil’in üçüncü elalesine kadar gelmi ve 1520’de Kızıl Deniz kıyısındaki Suakin’i almıtır. Arabistan’da, Mekke erifi II. Berekât Osmanlı egemenliini tanımı ve Kabe’nin anahtarlarını Selîm’e göndermitir.542 Yavuz Sultân Selîm Asya ve Afrika’da yaptıı bu fetihlerle Osmanlı topraklarını iki katına çıkararak Osmanlı Devleti’ni bir cihan devleti hâline getirmi, Dou Anadolu ’daki Safevî kontrolüne son vermi, Anadolu’nun güney ve güneydousundaki emniyeti salamıtır. Ayrıca kutsal toprakları Osmanlı topraklarına katarak halifelii Osmanlıya nakletmitir. Kemâl Paa-zâde kısa saltanatı döneminde bu kadar büyük iler yapan Yavuz’un bu özelliini u iki beyitte özetlemitir: * Az müddetde çog i itmi idi Devleti olmı idi âlem-gîr ems-i asr idi asrda emsün Zıllı memdûd olur zamânı kasîr543 Bu büyük sultanın ölümüne iki tane mersiye yazılmıtır. Bunlardan birincisi Yavuz ile uzun süreli ilikisi olan ve Mısır seferinde üç yıl kadar padiahın en yakınında yer alan Kemal Paa-zâde’nindir. Terci-bend nazım ekliyle yazılan mersiye, gerçekten içten yakınmaları ihtiva etmektedir544. Yavuz Sultân Selîm’e yazılan ikinci mersiye ise ükrî-i Bidlisî tarafından kaleme alınmıtır.545 Osmanlı padiahı, devlet içinde mutlak örfî hakimiyet salahiyeti ile, Fatih Mehmed’in ahsında domu ve bütün kudret ve salahiyetlerini Yavuz Selîm ve Kânûnî zamanında kazanmıtır.546 Nitekim Rum tarihçiler tarafından Fatih’e imparator unvanı verilmitir. Yavuz Selîm için basılan madalyonda da imparator unvanının yer aldıı görülmektedir.547 Ayrıca Yavuz’la birlikte Osmanlı padiahları kendilerini Hâdimü’l-harameyni’-erîfeyn unvanıyla anmaya balayıp Memluk sultanlarının slâm âlemindeki saygın yerlerinin, bu arada da * 542 André Raymond, Osmanlı Döneminde Arap Kentleri, (Çev.: Ali Berktay), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, stanbul 1995, s. 1-2. Ayrıca Yavuz’un bu faaliyetleri hakkında geni bilgi için bak. inasi Altunda, “Selim I”, A, C. X, stanbul 1997, ss. 423-34; Selahattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, Ankara 1969; Ahmet Uur, Yavuz Sultan Selim, Kayseri 1989; Yaar Yücel – Ali Sevim, Klâsik Dönemin Üç Hükümdarı Fatih Yavuz Kanuni, Ankara 1991. Âık Çelebi, Mea’irü’-u’ara [nceleme - Tenkitli Metin], (Hzr. Filiz Kılıç), Cilt: 1, Gazi Üniversitesi, SBE, Ankara 1994, s. 118 [Basılmamı Doktora Tezi]. Mustafa sen, Acıyı Bal Eylemek, Türk Edebiyatında Mersiye, Akça Yayınları, Ankara 1994, s. 54, 178-82. Mustafa sen, a.g.e., s. 54-55, 183-86; Mustafa Argunah, “Bitlisli ükrî’nin Yavuz Sultan Selim Mersiyesi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 5, Kayseri 1994, ss. 211-8. Ahmet Yaar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, stanbul 1998, s. 85. Ahmet Yaar Ocak, a.g.e., s. 86. * 543 544 * 545 546 547 397 397 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL hilâfet makamının varisi ve slâm’ın da hamisi olarak görmüler ve böylece de slâm dünyası tarafından görülmülerdir.548 Artık slâm’ın hamisi olan Osmanlı padiahı bu konumuyla dünyanın da sıınaı, yani kendine mahsus deyimiyle pâdiâh-ı âlem-penâh olmu; bu hüviyetiyle Yavuz Selîm ve Kânûnî Sultân Süleymân tarafından bütün ihtiamıyla canlandırılmıtır.549 Otorite sahibine fiziksel yakınlıa duyulan toplumsal ihtiyacın önemli bir sonucu da, hükümdarın ikamet ettii yere verilen önemdir. Osmanlı Devleti’nin kurulu devrinde, yönetim merkezi, hükümdarın bulunduu yer nereyse orasıydı, ama stanbul’un fethiyle padiahın resmî ve mutat ikamet yerleri, iki ehirle sınırlanmıtır. Bunlar stanbul ve Edirne idi. Ancak Yavuz Selîm devrinden itibaren stanbul –tek deilse bile– esas iktidar merkezi olarak aırlıını hissettirmeye balamıtır.550 Osmanlı saray geleneine göre ehzadelere çok iyi bir eitim verildii, bunun da baında askerlik ve din eitimi yanında tarih ve sanat eitiminin geldii anlaılmaktadır. Bu sebeple hemen hemen bütün Osmanlı sultanları bir sanat dalında temayüz etmitir. Yavuz’un Çaldıran Savaı’nın resmini yapıp Venedik Cumhuriyeti’ne hediye olarak gönderecek kadar iyi bir ressam olduu rivayet edilir.551 Yavuz Mısır seferi sırasında görüp beendii Kansu Gavri Külliyesine benzer bir külliye yaptırmaya karar vererek oradan renkli mermer kaplamalar getirtmi ise de sonradan bu isteinden vazgeçerek stanbul’da kendi adıyla bilinen camii babasının Edirne’deki camiine benzer planda yaptırmıtır.552 Yavuz da dahil olmak üzere Osmanlı sultanlarının mimari eserlerin estetik görünüünde olduu kadar salamlıında da önemli rolü bulunan malzemenin en iyisini kullanma konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıkları görülmektedir. Bütün Türk dünyasında sanatkârın, devletin prestiji bakımından arz ettii önem sebebiyle sanatçılar, savaların en önemli ganimetleri arasında sayılmaktaydı. Bundan dolayı zafer elde eden bir sultan hemen o ülkede ne kadar büyük sanatkâr var ise kendi bakentine götürmekteydi. Nitekim Yavuz Sultân Selîm Çaldıran zaferinden sonra, bin kadar ilim ve sanat ehlini Tebriz’den stanbul’a naklettirmitir553. Bunların çou âh smâ’îl’in Horasan ’dan Tebriz’e naklettii Türk asıllı sanatkârlardı. Yavuz sesinin * * 548 549 550 551 552 553 Ahmet Yaar Ocak, a.g.e., s. 87-88. Ahmet Yaar Ocak, a.g.e., s. 88-89. Walter G. Andrews, iirin Sesi, Toplumun arkısı, (Çev.: Tansel Güven), letiim Yayınları, stanbul 2000, s. 126. smail Hakkı Uzunçarılı, Osmanlı Tarihi, C. II, Dördüncü Baskı, Ankara 1983, s. 619; Nusret Çam, “Osmanlı Mimarisinde ve Sanatında Sultanların Estetik Rolleri”, Osmanlı, C. 10, Ankara 1999, s. 66. Nusret Çam, a.g.m., s. 67. Lütfi Paa, “Ve tüccârdan ve ehl-i Sanâyi’den iki yüz hâne mikdârı sürüp slâmbol’a gönderdiler” diyerek bu sayının ikiyüz kadar olduunu nakletmektedir. Bak. Kayhan Atik, Lütfi Paa ve Tevârîhi Âl-i Osmân, Kültür Bakanlıı Yayınları: 2747, Kültür Eserler Dizisi: 305, Ankara 2001, s. 219. 398 398 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A güzellii ile mehur sfahanlı müezzin Hafız Mehmed’i olu Hasan Can554’la beraber stanbul’a götürmütür. Yavuz’un Tebriz’den stanbul’a götürdüü ahsiyetlerden en önemlisi Timurîlerden Horasan hükümdarı mehur Hüseyin Baykara’nın olu ve Halefi Bedîüzzaman Mîrzâ’dır. Hüseyin Baykara 912/1506 tarihinde vefat ettii zaman kardei Muzafferle mütereken tahta çıkan Bedîüzzaman, biraderinin vefatından sonra Özbeklerin hücumu üzerine âh smâ’îl’e iltica edip Tebriz sarayında yaamaya balamıtır. Yavuz Tebriz’e girdiinde Bedîüzzaman fevkalâde Yavuz’dan hürmet görmü, sultanın tahtının yanında ona da bir taht kurulmu ve günde bin akçe tahsisat tayin edilerek Yavuz’la birlikte stanbul’a gelmitir.555 Yavuz ayrıca Mısır’ı fethettikten kısa bir müddet sonra kendisine teslim olan Abbasî halifesi Üçüncü El-Mütevekkil al-Allah’ı Mısır’ın birçok âlimleri, sanatkarları ve bir kısım önemli ahsiyetleri ile beraber stanbul’a göndermitir.556 Yavuz’un bu hareketlerinden Osmanlının bakenti olan stanbul’u slâm ilimleri ve sanatlarının en önemli merkezi hâline getirmeyi istedii, Osmanlı bilim ve iirine ise ivme kazandırmaya çalıtıı anlaılmaktadır. Ayrıca sanattan anlayan ve seven Yavuz’un bu davranıında, rakiplerini sanat gücünü zayıflatma düüncesi olduu da muhakkaktır. Nitekim Osmanlı tarihçisi ükrî-i Bidlîsî, “Sultân Selîm Tebriz’de ne kadar sanat ve hüner sahibi, hoca, tüccar ve zengin varsa stanbul’a sürdürdü.” dedikten sonra “böylece Anadolu ’nun, Acem sanatına ihtiyaç göstermemesini saladı” demek suretiyle bu zihniyeti açık bir ekilde dile getirmitir.557 Saray sanatçıları, sultanlar gözünde öyle deerli idi ki Çaldıran Savaı sırasında âh smâ’îl, Yavuz’un eline geçmemesi için mehur ressam Bihzad ile hattat Niaburlu ah Mahmud’u bir maaraya gizlemitir.558 Yavuz’un bu sanatkârları stanbul’a getirmesinde etkili olan dier bir önemli faktör de, bunlar sayesinde Osmanlı sanatkârlarını yetitirmek, Fatih’in bütün gayretine ramen hâlâ revaçta olan Acem ilmine, iirine ve dier sanat ramen halkın ranlılara üstat nazarı ile bakıp onları, Türk sanatkârlara tercih ettiini iitince kollarına karı Osmanlı iir ve kültürünün inkiafını salama düüncesiydi559. Ancak Yavuz bütün gayretlerine üzülmü, bu üzüntüsünü nedimi Hayâlî Çelebi’ye u ekilde açıklamaktan çekinmemitir: * * 554 555 556 557 558 559 Hasan Can, Yavuz’un nedimi olup mehur Osmanlı müverrihi ve Tâcü’t-tevârîh müellifi eyhülislâm Hoca Sadeddîn Efendi’nin babasıdır. Hoca Sadeddîn Efendi, Selim-nâme’sini babası Hasan Can’ın rivayetlerine istinaden yazmıtır. Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-tevarih IV, (Hzr. smet Parmaksızolu), Eskiehir 1992, s. 223-24; smail Hami Danimend, zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.: II, Türkiye Yayınevi, stanbul 1948, s. 15. smail Hami Danimend, a.g.e., s. 37. Nusret Çam, a.g.m., s. 72. Nusret Çam, a.g.m., s. 72. Halûk pekten, Divan Edebiyatında Edebî Muhitler, stanbul 1996, s. 60. 399 399 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL “Aceme varduk kavâbil-i Acemi Rûma sürdük her hirfetün sâhib-hezllerin bile getürdük garazum buydı ki Rûmun kavâbili Aceme gâlib olalar ve zâyi’ ü hirfetde merâtib-i âliye bulalar. idirüm ki halk yine Acem üstâdlarına mürâca’at iderler imi Rûmîlere mürâca’atdan âr u hamiyyet iderler imi....”560. Hayâlî Çelebi sultanın bu sözlerine karılık, bunun doru olmadıını anlatıp, sanat erbabının isimlerini saymı, ustalıklarını anlatmıtır. Padiah “nice âhâne iltifâtlar eyler didügün sözleri isbât eyle” deyince, Hayâlî Çelebi bütün sanatkârların en nadide eserlerini toplayıp sultana göstermi ve onu inandırıp memnun etmitir.561 Yavuz’un ran ’dan getirdii sanatkârlar arasında ah Mehmed, Abdülgani, Dervi Bey adlarındaki ressamlarla, Alâüddin Mehmed, Mansûr Bey, eyh Kâmil, Ali Bey, Abdulhalık adlarındaki ünlü nakkalar ile hattat Fethullah-i Kâtib vardı.562 II. Bâyezîd döneminde Anadolu ’ya gelen ve ehzâde Ahmed’in Amasya’da yanında bulunan ah Kulu’yu stanbul’a davet ederek banakka tayin etmitir.563 Yavuz’un Tebriz’den getirdii sanatkârlar arasında Nâyî eyh Murâd, Neyzen mamkulu, Kânûnî ahmeran, daireci Maksûd, kemençe üstadı âh Kulu vardı.564 Osmanlı ülkesinde yetien musikiinaslardan Fehmî, iyi kopuz çalan Sagarî bu devrin ünlü üstatlarından idiler. Yavuz seferlerden arta kalan zamanını meclislerde musahabet etmekle, musiki meclisleri tertip etmekle geçirirdi.565 Devrin büyük âlimleri arasında II. Bâyezîd zamanında öhret bulan Müeyyed-zâde Abdurrahman Çelebi, II. Bâyezîd döneminde eyhülislâm olan, Yavuz ve Kânûnî’nin saltanatlarında 25 yılı akın bir süre bu makamda kalan ve halkın Zembilli Ali Efendi diye adlandırdıı Ali Cemâli Efendi, sadece Osmanlı Devleti sınırları içinde deil, bütün slâm dünyasında tanınmı, günde bin fetva verdii ve insanlardan baka cinlerin de sorularını fetvalarıyla cevaplandırdıına inanıldıı için “müftî’s-sakaleyn” unvanı verilen Kemâl Paa-zâde emseddîn Ahmed vardır. Bu âlimler Yavuz’un seferleri sırasında yanında bulunmulardır. Bunlardan özellikle Ali Cemâli Efendi, bütün saltanatı boyunca eyhülislâm kalmı, birçok meselede padiahın hiddetini teskin etmi, pek çok kiiyi aır cezalardan kurtarmı, sözünü dinletmi bir bilim adamıdır. Yavuz ona hep saygı göstermi, fikirlerine deer vermitir.566 Yavuz’un Mısır’ı fethi sırasında orada bulunup, Osmanlı ordusunda çalıan Ahmed bin Alî Zünbülîü’l-mahallîü’r-remmâl adında bir yazar Kanûn fi’d-dünyâ * * 560 561 562 563 564 565 566 Âık Çelebi, a.g.dt, C. II, s. 866. Âık Çelebi, a.g.dt., C. II, s. 866-67. smail Hakkı Uzunçarılı, a.g.e., s. 618. Halûk pekten, a.g.e., s. 61. smail Hakkı Uzunçarılı, a.g.e., s. 611; Halûk pekten, a.g.e., s. 61. Halûk pekten, a.g.e., s. 61. Halûk pekten, a.g.e., s. 61; Türk Dünyası El Kitabı Üçüncü Cilt: Edebiyat, Ankara 1992, s. 136. * 400 400 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN adıyla Arapça bir eser yazmıtır. Bu eser daha sonra III. Murâd’ın emriyle, Kadı Abdurrahman adında bir zat tarafından, Türkçeye çevrilmitir. Bu eserin Arapçasında yazarın resmi ve eski mehur hekimlerin ve bilginlerin resimleri olduu gibi, tarihî hikâyelere de birer resim uydurulmutur. Türkçe tercümesinde bu resimler yoktur. Eser corafya, memleketlerin acayip ve garayibi, efsaneler, astronomi, astroloji, remil ve cifir konularını ihtiva etmektedir. Yazarın bundan baka, Feth-i Mısır adıyla bir tarih yazdıı gibi, Yavuz Selîm’in vefatına kadar devrinin tarihini Vâkı’ât-ı Sultân Selîm Han adıyla kaleme almıtır.567 Yavuz Sultân Selîm ve Kânûnî Sultân Süleymân dönemlerinde, slâm corafyacılarının eserleri tercüme edilirken, yeryüzü ile ilgili çok ayrıntılı bilgiler içeren monografi özellii gösteren corafî çalımalar da önemli yer tutar.568 Pîrî Reis, Hind ve Çin denizlerinin haritalarını çizmi ve bunu Mısır’da Yavuz Sultân Selîm’e sunmutur.569 Ali Kuçu’nun hem torunu hem de talebesi olan ve Mîrim Çelebi adıyla tanınan Mahmûd ibn Mehmed II. Bâyezîd ve Yavuz Sultân Selîm döneminin astronom ve matematikçilerindendir.570 Bu dönemlerde riyazat ve heyetin gelimesine hizmet etmitir. Düstûrü’l-amel ve Tashîhü’l-cedvel, Risâletü’lfethiyye erhi, Risâle fî-Rub’ü’l-mucîb, Risâletü’l-câmi’a, Risâletü’l-mukantarat isimli eserleri vardır.571 Yavuz ve Kânûnî zamanlarında yaayan Kınalı-zâde Ali Efendi Nasîr-i Tûsî ve Celâleddîn Devvânî’nin Aristocu, Gazzâlî’nin tasavvufçu olan ahlâkından tercümeler ve telifler yapmak suretiyle Türkçe bir Ahlâk vücuda getirmitir.572 Yavuz Sultân Selîm’in 1514’te yapılan Çaldıran seferinde, ordunun salıını düünerek aldıı kararlar da dikkat çekicidir. Yürüyerek Sivas’a kadar gelen orduda iddetli kı ve kıtlık nedeniyle askerlerden yolda ölenler olunca, bütün askerlerin genel muayeneden geçirilmesini istemi, zor ve aır artlara dayanamayacaı belirlenen 40.000 asker ayrılmı, geride kalan 500 süvari ve 80.000 yayanın teçhizatı yeniden gözden geçirilerek, ran seferine çıkmıtır. Bu karar yolda birçok askerin ölümüne engel olmutur.573 * * * * * 567 568 569 570 571 572 573 A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde lim, Remzi Kitabevi, stanbul 1970, s. 95. Ramazan Özey, “Osmanlı Devleti Döneminde Corafya ve Öretimi”, Osmanlı, C. VIII, Ankara 1999, s. 327. Mahmut Ak, “Hind Donanması Kaptanı ve Bahriye Müelliiifi Pîrî Reis (Gelibolu, 1470? – Mısır, 1554), Osmanlı, C. VIII, Ankara 1999, s. 373. Yavuz Unat, “Osmanlı Astronomisine Genel Bir Bakı”, Osmanlı, C. VIII, Ankara 1999, s. 412. Mehmet H. Oryan, “Osmanlı mparatorluu’nda Matematik Bilimi”, Osmanlı, C. VIII, Ankara 1999, s. 384. Hilmi Ziya Ülken, Uyanı Devirlerinde Tercümenin Rolü, stanbul 1997, s. 185. Adnan Ataç, “Askeri Tıp Tarihi”, Osmanlı, C. VIII, Ankara 1999, s. 566. 401 401 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Bu dönemde Hekim ah Kazvînî tarafından Demirî’nin mehur Hayâtü’lhayvân isimli eseri Farsçaya tercüme edilmitir.574 Yavuz Sultân Selîm çıktıı seferlerde âirlerin çounu yanında götürmü ve sefer tarihini nazm etmelerini istemitir. Bunun sonucu olarak adına birçok Selim-nâme yazılmıtır. Bunlar Yavuz’un Trabzon’daki valiliinden balayarak onun Gürcülerle, babası ve kardeleri ile yaptıı mücadeleleri, tahta cülusundan sonra ran ve Memluklularla yaptıı savaları anlatan manzum ve mensur eserlerdir. Bu eserler ve müellifleri unlardır: drîs-i Bidlîsî, Selîm âh-nâme575, ükrî-i Bidlîsî, Selîm-nâme576; shak Çelebi, Selîm-nâme577; Sücûdî, Selimnâme578, Kefî, Selîm-nâme579, Celâl-zâde Niancı Koca Mustafa Çelebi, Selîmnâme580, Süheylî, Selîm-nâme581, eyhülislâm Hoca Sadeddîn Efendi, Selîmnâme582, Sa’dî bin Abdü’l-müte’âl, Selîm-nâme583, Muhyî, Selîm-nâme584; Edâî, Selîm-nâme585; Selîm-nâme586. Son olarak Yahya Kemal de terkib-bend nazım ekliyle bir Selîm-nâme587 yazmıtır. Bunların dıında Yavuz’un özellikle ran ve Mısır üzerine yaptıı seferleri anlatan eserler de yazılmıtır.588 Zamanında iirleri öhret bulmu, takdirini ve iltifatını kazanmı, himayesi altına girmi pek çok âir vardır. Bunlar arasında bilhassa ilmi ile de öhret yapan Müeyyed-zâde, Kemâl Paa-zâde, Tâcî-zâde Cafer Çelebi sayılabilir. * * 574 575 576 577 578 579 580 581 582 583 584 585 586 587 588 A. Adnan Adıvar, a.g.e., s. 97. Hicabi Kırlangıç, drîs-i Bidlîsî Selîmâh-nâme [nceleme – Metin – Çeviri], Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1995 [Basılmamı Doktora Tezi]; Hicabi Kırlangıç, drîs-i Bidlîsî, Selim ah-nâme, Ankara 2001. Mustafa Argunah, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, Erciyes Üniversitesi Yayınları No: 100, Kayseri 1997. Hamdi Sava, shak Çelebi ve Selim-namesi, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1986 [Yayımlanmamı Doktora Tezi]; smet Parmaksızolu, “Üsküplü shak Çelebi ve Selimnâmesi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi Eylül 1951 – Mart 1952, Cilt: III, Sayı: 5-6, stanbul 1953, ss. 123-34. brahim Hakkı Çuhadar, Sücûdî’nin Selim-nâmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1988 [Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi]. efaettin Severcan, Kefî ve Selîm-nâmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 1995 [Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi]. Ahmet Uur - Mustafa Çuhadar, Celâl-zâde Mustafa, Selim-nâme, Millî Eitim Bakanlıı Yayınları, stanbul 1997. Agâh Sırrı Levend, Gazavât-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey’in Gazavât-nâme’si, Ankara 1956, s. 2829. Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-tevarih IV Cilt, (Hzr. smet Parmaksızolu), Üçüncü Baskı, Eskiehir 1992, ss. 122-367. Agâh Sırrı Levend, a.g.e., s. 29-30; Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları Sözlüü, (Çeviren: Cokun Üçok), Mersin 1992, s. 67-68. Agah Sırrı Levend, a.g.e., s. 30-31. Abdüsselam Bilgen, Adâ’î-yi îrâzî ve Selîm-nâmesi [Aratırma, Metin ve Çeviri], Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1987 [Basılmamı Doktora Tezi]. Âgah Sırrı Levend, a.g.e., s. 31. Yahya Kemal, Eski iirin Rüzgarıyle, stanbul 1985, ss. 5-20. Bu tip eserler hakkında geni bilgi için bak. Âgah Sırrı Levend, a.g.e., ss. 31-34. 402 402 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Remzî mahlaslı Pîrî Paa, Zeynel Paa aynı zamanda iirle de megul olmulardır. Hizmetinde uzun yıllar geçiren, nihayet nakibü’l-erâf tayin ettii Emîrî mahlaslı Seyyid Mahmûd hayli ihsanını ve iltifatını görmütür. Yavuz’un harem-i hasında yetimi Sadrazam Hersek-zâde Ahmed Paa’nın olu îr Ali Bey, sarayda kapıcı-baı ve mirahur olarak padiahın hizmetinde bulunmutur. II. Bâyezîd devrinde saraya alınarak yetitirilen Âsaf-nâme sahibi Lutfî Paa da padiahın çok makbul tuttuu ahıslardandı. Bunların hepsi padiahın yakın çevresine dahil olup iirleri ve dier kabiliyetleri ile mehur olmulardır. Trabzon’da ehzadeliinden itibaren nedimlerinden olan Halimî Çelebi, Hayâlî Abdulvehhâb Çelebi, Revânî; seferlerine beraber götürdüü Sücûdî, Tâli’î, Güvâhî, shak Çelebi, Nihâlî, Cafer Çelebi, Fehmî; meclislerine alıp iltifat ettii ükrî, Sâgarî; ulufe verip koruduu Zâtî, Âhî, Tâcî-zâde Sa’dî Çelebi, Lâmi’î Çelebi, Muammâyî; yabancı âirlerden ah Muhammed-i Kazvînî, Dervî emsî, ah Kasım Yavuz’un çevresinde toplanmı, izzet ve ikram görmü veya uzaktan himayesini kazanmı âirlerdir.589 Yavuz hiddetli, sert, çabuk kızan bir yaratılıa sahipti. Bir ie karar vermeden önce çok düünür, fakat bir kere karar verdi mi, kimse bu kararından döndüremezdi. Sekiz yılda sekiz veziriazam deitirmi, bunlardan Koca Mustafa Paa, Dukakin-zâde Ahmet Paa ve Yûnus Paa’yı idam ettirmitir. Ahmed Paa’yı hançeri ile bizzat kendisi vurmutur. Bundan dolayı zamanı âirlerinden biri: “Rakîbün ölmesine çare yokdur / Meger vezîr ola Sultân Selîme” beytini söylemitir.590 Amasya’da yeniçeri isyanına karıtıından üphe edince, çok sevdii nedimi Tâcî-zâde Cafer Çelebi’yi bile öldürtmekten çekinmemitir. Kızdıı zaman vezirleri döverdi. Yalanını yakaladıı Çoban Mustafa Paa, ran seferinde baarısız gördüü veziriazam Hersek-zâde Ahmet Paa, Pîrî Mehmed Paa bizzat onun tarafından dövülmülerdir. Bu özelliinden dolayı devrinde vezirler, daima ölüm korkusuyla yaamılardır. Güvendii ve takdir ettii Pîrî Mehmed Paa bir gün, “nasılsa bir gün bir bahane ile beni öldüreceksin, bir an evvel halas etsen münasiptir” diyerek korkusunu belirtmi, padiah ise, bir zaman gülmü, sonra “benim dahi muradım, lâkin yerini tutar bir adam bulunmaz” diyerek iltifat etmitir.591 Ünlü hattat eyh Hamdullah Yavuz’un saltanat yıllarında padiahın hiddetinden ürkerek Üsküdar haricinde, Alemdaı civarına çekilerek orada oturmutur.592 yi bir eitim gören Yavuz Selîm, bilime ve sanata önem verir sanatkârlara ise saygı gösterir, hürmet ederdi. Nitekim bn-i Kemâl’in atının sıçrattıı çamurlarla kirlenmi bugün bej renginde ve zamanların tahribiyle yer yer delinmi ve yırtılmı bir halde bulunan mehur kaftanının ilim adamlarına duyduu hürmeti * 589 590 591 592 Halûk pekten, a.g.e., s. 62. Halûk pekten, a.g.e., s. 59-60. Halûk pekten, a.g.e., s. 60. Halûk Y. ehsuvarolu, Asırlar Boyunca stanbul, [stanbul] trhs., s. 24. 403 403 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL belirtmek için öldüünde sandukası üzerine konulmasını vasiyet etmitir. Bu kaftan bugün Yavuz’un sandukası üzerinde bulunmaktadır.593 Ayrıca kendisi de bo zamanlarını okuma ve aratırma ile geçirirdi. Çou gece uyumayıp sabaha kadar kitap okur, bazen de Hasan Can’a okutur kendisi de dinlerdi.594 Hazîne-i âmirede bulunan deerli kitapları tamamen okumutur.595 u hadise de bu özelliini yansıtması bakımından dikkat çekicidir: Yavuz Mısır’ın fethinden sonra Anadolu’ya dönerken am yakınlarında bir sandık kitap yitirilmi. Bu kitaplar içinde güzel bir hatla yazılmı kendisinin sevdii ve sefer esnasında okuduu Târîh-i Vassâf da varmı. Sultan bu eserin yitirilmesine çok üzülmü ve Hocası Halîmî Çelebi’ye emseddîn’in kendisine bir Târîh-i Vassâf yazsın diye emretmitir.596 Padiahın bilim ve sanat ehlini yüceltmesi güzel adetlerindendi.597 Yavuz, Trabzon’da ehzadeliinden itibaren etrafında pek çok âir toplamı, kaside ve eser sunanları caize ve ihsanları ile memnun etmitir. Trabzon’daki sancak beylii sırasında etrafında topladıı sanatkârlarla sarayı etrafında bir edebî muhit meydana getiren Yavuz Selîm, gerek ehzadeliinde gerekse sultanlıı devrinde himaye ettii âlimler ve âirlerle Klasik iirin, olu Kânûnî Sultân Süleymân devrindeki inkiafını hazırlamıtır.598 Kendisi de bizzat iirle megul olmu ve Farsça bir divan tertip etmitir. Dîvân’daki Farsça iirler, dil ve deer bakımından büyük ran âirlerinin iirleri ayarındadır. Ayrıca Türkçe lirik iirler de söylemitir. 305 parça iiri ihtiva eden Yavuz Sultân Selîm’in Farsça Divan’ı Alman mparatoru II. Wilhelm’in emriyle Prof. Horn tarafından büyük boy, ta’lik hat ile Berlin’de 1904’te basılmıtır. Bu divan, Ali Nihad Tarlan tarafından tercüme edilerek 1946’da neredilmitir599. Yavuz Sultân Selîm’in iirlerini, ayrıca Hüseyin evket Ma’lûmât dergisinde tercümeleriyle beraber neretmitir. Tacü’t-tevârîh’te anlatılan u anekdot Yavuz’un iir deerlendiriini yansıtması bakımından önemlidir: * * * * “Hekim eydir, Padiahım bir beceri ıssı garip kii ran ’dan gelmitir. Bir kasidecügi vardır, ferman olursa okuyayım. Okı deyü buyururlar. Birkaç dize okudukta buyururlar ki, Hekim, bo lâf söyleme. Bu iir senün sözlerine benzer. Hiç deil caize içün sen söylemisin. Görür ki yadsıma bir ie yaramaz. Eydir ki, Va’llahi padiahım gerçek buyurur. Bir fakir idi. Ne yola yardım idecegim bilemedim. Anun dilinden bu * 593 594 595 596 597 598 599 Halûk Y. ehsuvarolu, a.g.e., s. 133. Hoca Sadettin, a.g.e., C. IV, s. 128. Hoca Sadettin, a.g.e., C. IV, s. 364. Hoca Sadettin, a.g.e., C. IV, s. 131. Hoca Sadettin, a.g.e., C. IV, s. 134. Halûk pekten, a.g.e., s. 206. Ali Nihad Tarlan, Yavuz Sultan Selim, Türk Klasikleri Serisi: 8, Ahmet Halit Kitabevi, stanbul 1946. * 404 404 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN kasideyi yazdım. Binlerce alkı Padiahımın anlayı ve seziine didi. Padiah hazretleri de bir miktar altın hekime ihsan idüb, bir miktar da ol fakir içün virdi.”600 Anadolu’da özellikle Türk asıllı âirler tarafından yazılan Farsça iirlerden dolayı “Türklerin ran kültürünü benimsedikleri” ve “o kültüre esir oldukları” ifade edilmektedir. Meselâ bu suçlamaya Farsça bir divan tertip eden Yavuz Selîm de maruz kalmıtır. Oysa “mâlik-i memâlikü’l-arab ve’l-acem601 (Arap ve Acem ülkelerinin sahibi)” diye vasıflandırılan Yavuz Sultân Selîm’in, gerek Farsça iir söylemekle gerekse Sa’dî ve Hâfız’ın divanlarını okumakla fatihi olduu ran’ın manevi esiri olduunu ifade etmenin yanlı bir yargı olduu görülmektedir.602 Çünkü Yavuz Sultân Selîm, Türkçeye önem veren bir kiidir. Çıktıı seferlerde yanında Türkçe eserler bulundurmu ve müsait zamanlarında onları okumaya gayret göstermitir. Ayrıca pek çok eseri Türkçeye tercüme ettirmitir.603 Nitekim Mısır seferi esnasında Kemal Paa-zâde Padiahın emriyle bn Tagribirdî’nin Nücûmü’l-zâhire adlı tarihini tercümeye balamıtır. Yavuz, Farsça iirlerinin yanında Osmanlı Türkçesi ve Çaatay Türkçesi ile de iirler söylemitir.604 Hoca Sadettin Efendi’nin Yavuz Sultân Selîm hakkında söyledii u manzume de bu konuya açıklık getirecek tarzdadır:605 * * * * * * Türkî vü Fârisî vü Tâtârî Nazm iderdi nefîs e’ârı Ehl-i irfân ile musâhabete Mâ’il idi dil-i pür-envârı Kevser nazmı cânı tâze ider Ayn-ı tab’ından olalı câri Ali Emîrî’ye göre, Yavuz Sultân Selîm’in o dönemin gerei olarak Farsça iir söylemesi ve bir divan tertip etmesi, hikmeten ve siyaseten bir mecburiyetten kaynaklanmıtır.606 Yavuz Sultân Selîm, hasmı smâîl-i Safevî’nin: * Âlem tehî zi-merdum u pur od zi-dîv u ded Bâ-dîv u ded çi çâre konem yâ Alî meded tarizli ve ateli sözlerine karılık: 600 601 602 Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., C. IV, s. 139. Mehmed Mecdî Efendi, akaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, Hadaiku’-kakaik, (Hzr. Abdülkadir Özcan), Çarı Yayınları, stanbul 1989, s. 381. Alî Emîrî, “Türk Edebiyatı’nın ran Edebiyatı’ndaki Tesiri”, Târîh ve Edebiyyât, Aded: 2, 30 Nisan 1334, s. 24. Alî Emîrî, a.g.m., s. 24-27. Alî Emîrî, a.g.m., s. 31-34. Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s. 363; Alî Emîrî, a.g.m., 34. Alî Emîrî, a.g.m., s. 27. * 603 604 605 606 * 405 405 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Ber-cân-i hâricî zedeem pençe çun esed Hûn-i Huseyn mî-talebem yâ Alî meded eklinde cevap vermitir.607 Ayrıca smâîl-i Safevî, Anadolu üzerindeki emelinin esiri olarak Hatâî mahlası ve Osmanlı Türkçesi ile iirler söylemi, söyledii bu iirleri dervileri ve halifeleri vasıtasıyla Anadolu’da yayarak halkı etrafında toplama gayretinde bulunmutur. Bunun üzerine Yavuz Sultân Selîm, teskîn-i fesâd için kırkbin haneden fazla ahaliyi Anadolu’dan Rumeli’ye nakletmi ve smâîl-i Safevî’nin Türkçe iirlerine mukabil Farsça iirler söylemitir.608 Bu dönemlerde Anadolu ’da bata Osmanlı hanedanına mensup sultan ve ehzadeler olmak üzere, Türklerin Farsça olarak da iir söylemelerini “ran kültürünü ve edebiyatını taklit etmek” ve “ran’ın manevi esiri olmak” eklinde algılamamak gerektii kanaatindeyiz. Çünkü bu tavır, asırlar boyu süren birlikte yaama ve aynı dinin getirdii kuralları, yeni hayat tarzını örenme ve yaama yıllarındaki beraberlii hissettiren hatta vurgulayan bir tablo olarak görülmelidir. Bu durum ise, “taklitçi”liin ötesinde, Türklerin Maveraünnehir ve Horasan ’da söyledikleri gibi Anadolu’da da Farsça iir söyleme kolaylıını devam ettirdiini gösteren bir durum olarak algılanmalıdır. Gerek Osmanlı sultanları ve ehzadeleri, vezirler, çeitli meslek erbabı vs. Farsça iir söylemeleri bu gelenein bir tezahürü olarak kendisini göstermektedir. Ayrıca bu dönemlerde Farsça iirler söylenirken böyle bir düünceye sahip olmadıkları kanaatindeyiz. Ayrıca Osmanlı sanatkârlarını yetitirmek, Acem ilmine, iirine ve dier sanat kollarına karı Osmanlı iir ve kültürünün inkiafını salama düüncesinde olan Yavuz Selîm’in Osmanlı’nın ran’a bakı açısını gösteren Farsça gazelinin bu bakımdan manidar olduunu düünüyoruz: * * * * * * * * Askerimle stanbul tahtından hareket edip ran tarafına sefere çıktım. Kızılbaı melâmet kanına gark ettim. Mısır valisi can u gönülden benim azm ü himmetimin kölesi oldu. Padiahlık sancaını dokuz felein fevkine yükselttim. Nusret çengini (musiki aleti) zafer bezminde çalmaya balar balamaz bu müjde Irak mülkünden Hicaza kadar yayıldı. (Irak, Hicaz musiki makamlarıdır). Kılıcımdan Maveraünnehr kana gark oldu. Dümanın gözünü sfahan sürmesinden mahrum ettim. Dümana bir nazar edince gam sıtmasından ter içinde kaldı ve her kılından Amu nehri aktı. Mülk tahtası (bisat: oyun tahtası) üzerinde devlet atrancını oynamaya baladıım zaman Hind ahı, âkil (Ferzâne) askerimin karısında malup bir fil hâline geldi (pîl-i mât). * * 607 608 Alî Emîrî, a.g.m., s. 27-28. Alî Emîrî, a.g.m., s. 29. 406 406 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Ey Selîmî, mihr ü vefâ potasında altın gibi eridikten sonra cihan mülkünün parası üzerine benim ismim yazıldı609. Özellikle u durumu ifade etmek gerekir ki, Yavuz Sultân Selîm döneminde Arap ülkelerinin fethiyle bu ülkeler devletin bir parçası haline gelerek, bata am ve Mısır’dan olmak üzere çok sayıda Arap ilim adamı ve talebe görev yapmak ve tahsil görmek için stanbul’a gelmitir. Pek çok Türk de aynı maksatla Arap ülkelerine gitmitir. Kahire ve stanbul devletin en önemli iki ilim ve kültür merkezi olmu, ikisi arasındaki yarı Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar devam etmitir. Buna karılık âh smâ’îl’in ortaya çıkması, ran ’da iiliin resmi ideoloji haline gelmesiyle Osmanlı Devleti ile ran-Maveraünnehir arasındaki irtibat da kopmutur610. Bazı kaynaklarda Türkçe iiri bulunmadıı söylenen611 Yavuz Sultân Selîm’in, Edirneli Nazmî’nin Mecma’ü’n-nezâ’ir’inde geçen u murabbaını burada vermeyi uygun görüyoruz: * * * * * Hasteyem hecrün ile ey büt-i ayyâr meded Demidür eyler isen vasl ile tîmâr meded Koma bu derd ü belâda bizi nâ-çâr meded Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded Sanemâ gel berü ko fürkati birlik demidür Beni kurtar bu gam u gussadan erlik demidür Hasret-i hecr ile öldüm bana dirlik demidür Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded Dem mi geçdi ki firâkunla figân eylemedüm Ya gözüm yaın ayaguna revân eylemedüm N’ola sevdümse seni ben kara kan eylemedüm Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded Kim ola k’incine dildârı cefâ itdügine Meger incindügi agyâra vefâ itdügine N’ola eh merhamet itmez mi cefa itdügine Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded Bu Selîmî nice inâ ide dîvân-ı firâk Ey aceb yok mı ola âhire pâyân-ı firâk Saldı gerdân-ı belâya beni ummân-ı firâk 609 Ali Nihad Tarlan, Yavuz Sultan Selim, Türk Klasikleri Serisi: 8, Ahmet Halit Kitabevi, stanbul 1946. Ramazan een, “stanbul’un Fethine Kadar Osmanlılar’daki lmî Durum, stanbul’un Fethi’nin Türk lim ve Kültürüne Katkısı”, Kuruluunun 700. Yıldönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Uluslar Arası Kongresi 7-9 Nisan 1999 Konya, 2000, s. 241-4. Bu konu üzerinde geni olarak yapacaımız baka bir çalımada durmayı düünüyoruz. * 610 * * 611 407 407 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded612 Yavuz döneminde iir yazarak öhret kazanmı ve eserler vermi âirler unlardır: Abdî (ö. 961/1554): Amasyalı olup Müeyyed-zâde sanıyla tanınmıtır. Kazasker Müeyyed-zâde’nin kardeidir. Yavuz Selîm onun ‘terbiyete liyakat’ini görünce kendisine kadılık görevi vermitir. Serez ve Üsküp’te kadılık yapmı, Sofya kadısı iken vefat etmitir. iir, ina ve muammada yetenekli, talik yazıda usta idi. Devrinde kitap meraklısı olarak tanınmıtır. iirlerindeki üslûbu Acem tarzındadır.613 Âhî: Nibolulu olup asıl adı Hasan’dır. Benli Hasan lakabıyla tanınmıtır. stanbul’a gelen âir ileri bir yata tahsile balamı ve kırk yalarında Kara Bâlî’den mülazım olmutur. Bu arada yazdıı iir ve nesirleriyle adını duyurmaya balamıtır. îrîn ü Pervîz mesnevisinden birkaç parçayı görüp beenen Yavuz Selîm, Zeyrek-zâde ve Kemal Paa-zâde’ye durumunu sormu, Kara Bâlî Efendi’den mülazım olup meyhane meyhane dolatıını, halinin perian olduunu örenince bir müderrislik verilmesini emretmitir. Bunun üzerine Kazasker Kemal Paa-zâde Bursa’da ki Bâyezîd Paa müderrisliine tayinini teklif etmi, ancak Âhî, çevresindekilerin telkiniyle bu vazifeyi küçümsemi ve kabul etmemitir. lgisinin kötüye kullanılmasına kızan padiah, ona yeni bir görev verilmesini istememitir. Uzun bir süre sonra Karaferye medresesine tayin edilmitir. âir bu sırada Manastır’da âir Hâverî’nin kızkardeiyle evlenmi ve çok geçmeden Karaferye’de ölmütür. Küçük bir Türkçe Divan614’dan baka her ikisi de tamamlanmamı olan manzum Hüsrev ü îrîn’i615 ile mensur Hüsn ü Dil’i616 vardır. Âhî’nin ikisi tamamlanmamı üç eseri içinde, tezkire yazarları tarafından en çok beenilen ve takdir gören Hüsrev ü îrîn mesnevisi olmutur.617 Alî (ö. 941/1535): Tezkire yazarı Âık Çelebi’nin babası, Seyyid Mehmed Nattâ’ın oludur. Ceddi Badatlıdır. Alî Efendi babasının vefatından sonra * 612 613 614 M. Fatih Köksal, Edirneli Nazmî Mecma’ü’n-nezâ’ir [nceleme-Tenkitli Metin], Cilt: 2, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2001, s. 702 [Yayımlanmamı Doktora Tezi]. Kaynaklar: Âık Çelebi 1994, C. II: 567; Nâil Tuman: II/646; pekten 1988a: 2. Necati Sungur, Âhî Divânı, Kültür Bakanlıı Yayınları: 1617, Türk Klasikleri Dizisi: 32, Ankara 1994. M. Fatih Köksal, “Âhî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, Sayı: 6, Sivas 1998, ss. 209-53. M. Fatih Köksal, “Türk Edebiyatında Hüsn ü Dil Hikâyeleri ve Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil Mesnevîsi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, Sayı: 3, Sivas 1996, ss. 91-126. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 188-89; Latîfî 1990: 89-93, 2001: 182-85; Hasan Çelebi 1989: I/191-96; Âık Çelebi 1994: 175-79; Beyânî 1998: 38-39; sen 1988, 1994: 173-75; Nâil Tuman: I/81; Bursalı 1333: II/67; Kâtib Çelebi trhs., I/778; Mehmed Süreyyâ 1311: II/119; emsettin Sami, 1996: I/5023; Muallim Nâcî 1986: 301; Gibb 1999: 482-501; pekten 1988a: 14-15, 1996: 76-77; entürk 1999: 149-54. * 615 616 * 617 408 408 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A tahsilini tamamlamıtır. Yavuz Selîm cülüsundan sonra, ilk önce Ali Efendi’yi negöl kadısı olarak atamıtır. Filibe kadısı iken ölmütür. yi Farsça bilen Alî Efendi, muamma çözmede usta idi. Âık Çelebi, özellikle müfredlerinin iyi olduunu kaydeder.618 Atâ: Asıl adı da Atâ olup Üsküp’te domutur. ran tarafından göçmü olan ailesinin ceddi Ahmed Yesevî’ye dayanmaktadır. Sehî Bey’e göre tahsilini tamamladıktan sonra ticarete atılmı, Latîfî ve Âık Çelebi’ye göre ise tahsilini yarım bırakarak Nakibendî tarikatına intisap etmi, tasavvufa yönelmitir. Bir müddet kadılık da yapan âir 1523’te vefat etmitir. Latîfî, II. Selim devrinin sonunda; Mehmed Süreyyâ 1552 yılından sonra öldüünü kaydetmektedir. Divan sahibi âirin tezkirelerde, Süleymân Çelebi’nin Mevlid’ini beenmeyerek bir Mevlid yazdıı, ayrıca Kâtibî’nin Tecnîsât’ı yolunda yazılmı Tuhfetü’luâk619 adlı tasavvufî manzum bir eseri olduu kayıtlıdır. Kaynaklar Atâ’nın âirliinden övgü ile söz ederler. Latîfî, Atâ’nın Anadolu âirlerinin makbullerinden olduunu, Sehî Bey benzersiz gazelleri ve kasideleri bulunduunu kaydederken, Hasan Çelebi ve Âık Çelebi yukarıda zikredilen Mevlid’iyle ilgili bir hikâye anlatarak Atâ’nın iirinin beenilmediini ima etmilerdir.620 Basîrî (ö. 941/1534-35): Kaynakların bir kısmına göre Badatlı, bir kısmına göre Horasanlı, bir kısmına göre Acemdir. Acem Basîrî ve Alaca Basîrî diye tanınmıtır. Kaynaklarda, yanında Câmî ve Nevâ’î’nin kitapları, gazelleri ve sipari-nâmeleri olduu halde II. Bâyezîd devrinde Anadolu ’ya geldii belirtilmektedir. Hazineden ve padiahtan ulufeli âirlerdendir. stanbul’da vefat eden Basîrî, Edirnekapısı dıında birçok âirin kabrinin bulunduu bir mezarlıa defnedildi. Devrinde özellikle latifeleri ve tarihleri ile tanınmıtır. Balangıçta kendi dili olan Âzerî ivesiyle iirler yazan Basîrî, daha sonra iirlerinde stanbul Türkçesini kullanmaya balamıtır. Basîrî’nin Farsça Dîvân621’ından baka * * * * * 618 619 620 621 Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/613-14; Mehmed Süreyyâ 1311: III/497; Nâil Tuman: II/701; pekten 1988a: 27. Seyfullah Türkmen, Atâ, Tuhfetü’l-uâk (Uâk-nâme) [nceleme – Metin – Dizin], Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kırıkkale 2000 [Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi]; . Hakkı Aksoyak, “Ahmed Yesevî’nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ ve Tuhfetü’l-uâk Mesnevîsi”, Türk Kültürü ncelemeleri, Sayı: 5, stanbul 2001, ss. 71-98. Kaynaklar: Köksal 2001: I/180, III/2997; Sehî Bey 1980: 195; Latîfî 1990: 123, 2000: 397-98; Âık Çelebi 1994: II/597; Hasan Çelebi 1989: II/638-39; Beyânî 1997: 177; Riyâzî: 105b; Kâtib Çelebi trhs.: I/802; Mehmed Süreyyâ 1311: III/474; emsettin Sâmî 1996: IV/3158; Nâil Tuman: II/682; Kurnaz 1999: 196-98; pekten, 1988a: 50. Fikret Sarısoy, Basîrî’nin Farsça Divanı, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kırıkkale 2001 [Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi]. * * 409 409 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Türkçe iirler’i622 ve Letâif’i vardır. Yavuz övgüsünde Türkçe bir, Farsça üç kasidesi bulunmaktadır.623 Cafer Çelebi (856/1452-921/1515): Amasyalı olup II. Bâyezîd devri defterdarlarından Tâcî Bey’in oludur. Tâcî-zâde sanıyla tanınmıtır. lk tahsilini babasından gören âir, devrin tanınmı hocalarından aldıı derslerle medrese tahsilini tamamladıktan sonra müderris olmutur. Aynı zamanda iyi bir hattat olan Cafer Çelebi, daha sonra on yıl kadar niancılık görevinde bulunmutur. Devlet ilerinde kazaskerlie kadar yükselen Cafer Çelebi’nin, Yavuz Selîm’in çok güvendii, yanından ayırmadıı ve birçok konuda görüünü alarak uyguladıı kimselerden olduu kaynaklarda kayıtlıdır. Buna ramen Yavuz Selîm döneminde yeniçerileri isyana tevik ettii gerekçesiyle 921/1515 yılında idam edilerek öldürülmütür. Hakkında bilgi veren kaynaklar, nazım ve nesrinin güzellii konusunda birleirler. Bunun yanında nesrinin iirinden, kasidesinin gazelinden iyi olduunu ifade ederler. Arapça, Farsça ve Türkçe iirler yazan Cafer Çelebi’nin Dîvân’ı yayımlanmıtır624. Edebiyatımızda Halîlî’nin Firkatnâme’sinden sonra sergüzet nevinin ilk mahsullerinden bilinen Cafer Çelebi’nin Heves-nâme625 isimli mesnevisi, gerek mevzu gerekse içindeki tasvirlerin orijinallii itibariyle devrine kadar kaleme alınmı mesneviler arasında tamamen ayrı hususiyetler taıyan bir eserdir626. Cafer Çelebi’nin bunlardan baka stanbul ehrengîzi, Mahrûse-i stanbul Fetih-nâmesi, Müneât, Enîsü’l-ârifîn ve Kûsnâme isimli eserleri vardır.627 * * * 622 624 625 626 * 627 * Ahmet Kartal, “Basîrî ve Türkçe iirleri”, lmî Aratırmalar, Sayı: 10, stanbul 2000, ss. 77-96; Basîrî ve Türkçe iirleri, Kırıkkale 2001. Kaynaklar: Çavuolu 1992, 1976: 78-80; Kurnaz 1997: 73-80; Alî îr Nevâî 1323: 381-2; Sehî Bey 1980: 201-2; Latîfî 1990: 128-31; sen 1994: 152-3; Hasan Çelebi 1989: II/214-7; Riyâzî: 40b41a; Beyânî 1997: 45-6; Âık Çelebi 1994: II/194-8; Kâtib Çelebi trhs.: I/780; Mehmed Süreyyâ 1311: II/21; emsettin Sâmî 1996: II/1318; Nail Tuman: I/100; Hayyâmpûr 1338: I/138; Kartal 2000: 35. smail Erünsal, The Life and Works of Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi with a Critical Edition of His Dîvân, stanbul 1983. Nuruosmaniye Kütüphanesi Nu. 4373. Ahmet Atillâ entürk , XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî Tasvirler, Kitabevi, stanbul 2002, s. 104. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 69-70; Latîfî 1990: 138-40, 2001: 209-12; Hasan Çelebi 1989: I/246-52; Beyânî 1997: 58-60; Âık Çelebi 1994: I/215-24; Riyâzî: 45a-47a; Mecdî 1989: 335-7; Kâtib Çelebi, trhs.: I/782, II/2047; Hoca Sadettin Efendi 1992: V/244-5; Mehmed Süreyyâ 1311: II/8-9; Bursalı 1333:I/63-4; emsettin Sâmî 1996: III/1819-20; Fâik trhs.: 261-8; Nail Tuman: I/148; Müstakîmzâde 1928: 148-9; TYDK: I-II/89-91; BTK 1985: II/239-44; Gökbilgin 1964; pekten 1988a: 81; Altunba 1987: 73; Gölpınarlı 1954: 18, 79-80; Çiftçi 1997: 140-52; Bayrak 1998: 57; Bayrak 1992: 205-6; Gövsa trhs.: 77; Külekçi 1999. II/456-62; entürk 2002: 104-9; Gibb 1999: 470-81; entürk 1999: 121-36. * 623 * * * 410 410 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Celîlî: Edirne’de dodu. âir hakkında bilgi veren kaynakların bir kısmı onun terzilik, bir kısmı da yorgancılık yaptıını belirtirler. Yavuz Sultân Selîm döneminde ölmütür. iirlerinin lirik olduu konusunda kaynaklar birleirler.628 Celîlî (893/1487 – 977/1569): Bursalı olup asıl adı Abdülcelîl’dir. Mevlânâ Hâmidî’nin küçük oludur. yi bir tahsil gören Celîlî, bir ara stanbul’a gitmi, orada Âhî ile dostluk kurmutur. Yavuz Selîm’e methiyeler yazmasına ramen padiahtan herhangi bir iltifat görmemitir. Bursa’ya dönen Celîlî, Murâdiye zevâidinden aldıı 6 akçe ile geçimini salamaya mecbur kalmı, daha sonra 3 akçeye inen bu ücretle çok sıkıntılı günler geçirmitir. Yalnız yaamayı seven, içine kapanık bir mizaca sahip olan Celîlî’nin son zamanlarında kimse ile konumak istemedii kaynaklarda zikredilmitir. Gittikçe münzevî bir hayat sürmeye balayan Celîlî Bursa’da vefat etmitir. Küçük yalarda yazmaya baladıı iirlerinde genellikle sade ve akıcı bir üslûp görülür. Tezkirelerde özellikle mesnevi ve gazel yazmada baarılı olduu kayıtlıdır. Celîlî’nin Dîvân’ından baka, Hüsrev ü îrîn629, Leylâ vü Mecnûn, Gül-i Sad-berg-i bîHâr, Hecr-nâme630, Mehek-nâme631 isimli eserleri vardır. Bazı kaynaklarda Celîlî’nin Terceme-i ehnâme ile Yûsuf u Züleyhâ adlı iki eseri daha olduu kayıtlıdır.632 Cenâbî633: Amasyalı olup hattattır. Rıdvan-zâde sanıyla tanınmıtır. Yavuz Sultân Selîm devrinde ölmütür. iirleri sadedir.634 Cihânî: Sehî Bey’e göre Anadolulu, Latîfî’ye göre Rumelilidir. Eitimini tamamladıktan sonra kadılıa balamıtır. Kaynaklarda bildirilmeyen bir sebepten dolayı Yavuz Sultân Selîm tarafından idam edilerek öldürülmütür. Latîfî iirlerinin beenilmediini kaydeder.635 * 628 Kaynaklar: Latîfî 1990: 144, 2000: 214; Hasan Çelebi 1989: I/259; Nâil Tuman: I/154; pekten 1988a: 85; Canım 1995: 78. 629 A. Rıza Ertan, Celîlî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi, Türk Edebiyatı Bitirme Tezi, Ankara 19661967. evkiye Kazan, Hâmidî-zâde Celîlî Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii ve Hüsrev ü îrîn Mesnevisi [nceleme – Tenkidli Metin], Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta 1997 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi]. 630 Hüseyin Ayan, “Celîlî’nin Hecr-nâme’si”, Fen-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, Fasikül: 1, Sayı: 14, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum 1986, ss. 155-173. 631 Hüseyin Ayan, “Celîlî’nin Mehek-nâme’si”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, II, zmir 1983, ss. 5-13. 632 Kaynaklar: Aksoy 1993; sen 1994: 203-5; Sehî Bey 1980: 198; Latîfî 1990: 144-6, 2000: 213-14; Hasan Çelebi 1989: I/257-9; Beyânî 1997: 61; arlı 1994: 327; Kâtib Çelebi trhs.: I/704, 724, II/1571; Belî 1998: 454-5; emsettin Sâmî 1996: III/1869; Bursalı 1333: II/125-6; Mehmed Süreyyâ 1311: II/81; Nâil Tuman: I/154; Ayan 1983, 1983a, 1983b, 1986; Ertan 1966-1967; Levend 1959: 199-208, 1989; Mansurolu 1964; BTK 1986: III/412-4. 633 Latîfî ve Hasan Çelebi tezkirelerinde Cenânî eklinde kayıtlıdır. 634 Kaynaklar: Latîfî 1990: 148-49, 2000: 218-19; Hasan Çelebi 1989: I/266; emsettin Sâmî 1996: III/1839; Mehmed Süreyyâ 1311: II/88; Nâil Tuman: I/161; pekten 1988a: 89. 635 Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 204-5; Latîfî 1990: 149-50, 2001: 219-20; Nâil Tuman: I/170; Çiftçi 1997: 159; Köksal 2001: I/189, II/401. * * 411 411 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Çamçak Mehmed Efendi (ö. 922/1516): iirlerinde mahlas kullanmayan âirin hayatı hakkında kaynaklarda hiçbir bilgi yoktur. Dîvânında yer alan iirlerden Yavuz Sultân Selîm dönemi âirlerinden olduu tahmin edilmektedir.636 Duhânî: Kuloullarından olup asıl adı Ahmed’dir. ran ’a giderek orada örenim görmütür. II. Bâyezîd döneminde silahtar, Yavuz Selîm devrinde silahtar kâtibi olmutur. Diyarbakır fethedilince oraya defterdar tayin edilmi, giderken yolda öldürülmütür. Mardin’de metfundur. Hakkında bilgi veren kaynaklarda iirleri hakkında deerlendirme yoktur.637 Edâî (ö. 928/1521-2): irazlı olup asıl adı Behâuddîn Alî’dir. iraz’ın muteber kâtiplerinden olup iyi bir hattattır. eyh Sa‘dî gibi çeitli ülkeleri ve yerleri gezip dolamı, oralarda bulunan fazilet ve kemal sahibi kimselerle görüüp sohbet etmitir. Selim-nâme isimli mesnevisinin ‘Sebeb-i Te’lîf’ kısmında îrâz’dan ayrıldıını, uzun süren kara ve deniz yolculuundan sonra önce Hindistan’ın Dakkan bölgesine, sonra Mekke ve Medine’ye daha sonra ise, Anadolu’ya geliini ayrıntılı bir ekilde anlatmıtır. stanbul’da vebadan ölmütür. Güzel ve ho mesnevî, gazel ve kaside söylemitir. eh-nâme-i Selîmhânî adıyla da bilinen ehnâme tarzında 2670 beyitlik Farsça manzum bir Selîm-nâmesi638 vardır.639 Emîrî (ö. 926/1520): Bursalı olup asıl adı Mahmûd’dur. II. Bâyezîd’in hocası Seyyid Abdullah’ın oludur. Küçük yata yetim kalınca dönemin bilginlerinden Molla Kırımî tarafından yetitirilmitir. Bir süre deiik yerleri dolatıktan sonra, stanbul’a dönmütür. Kaynaklarda II. Bâyezîd ve Yavuz Selîm dönemlerinde nâkibü’l-erâflık yaptıı kayıtlıdır. iir sanatında “Hassân-ı Sânî”, kaside alanında Zahîr ve Hakanî olduu söylenerek övülmütür. iirleri didaktiktir. Mevlid’i vardır.640 Fakîrî: Kalkandelenli olan Fakîrî, kimi kaynaklara göre Yavuz, kimilerine göre Kânûnî devrinde ölmütür. Âık Çelebi genç yata öldüünü belirtir. Kaynaklarda ehrengiz tarzında çeitli meslekleri tanımlayan manzum bir eseri olduu kaydedilmektedir. Tezkirelerde temiz ve yakıcı iirlerinin olduu belirtilmektedir.641 * * * 636 637 638 639 640 641 Kaynaklar: Nail Tuman: II/1258; TYDK 1947: I-II/211. Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: I/252-53; Mehmed Süreyyâ 1311: II/327; Nâil Tuman: I/274; pekten 1988a: 102 Abdüsselam Bilgen, Adâ’î-yi îrâzî ve Selîm-nâmesi [Aratırma, Metin ve Çeviri], Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1987 [Basılmamı Doktora Tezi]. Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 364-6; Hayyâmpûr 1368: I/50; Kartal 1999a: 422, 2000: 34. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 101-2; Latîfî 1990: 158-59, 2000: 180-81; Âık Çelebi 1994: I/168-70; Hasan Çelebi 1989: I/185-86; sen 1994: 152; Mecdî 1989: 342-43; Ahmed Rıf’at 1998: 61-61; emsettin Sâmî 1996: II/1041; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/311; Nâil Tuman: I/63-64; pekten 1988a: 112; Mazıolu 1974: 37-40. Kaynaklar: Latîfî 1990: 166-67, 2000, 440-41; Âık Çelebi 1994: II/665-67; Hasan Çelebi 1989: II/768-69; Beyânî 1997: 213; sen 1994: 182; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/25; emsettin Sâmî 1996: V/3417; Nâil Tuman: II/781-82; pekten 1988a: 126; Köksal 2001: I/195, III/3000. 412 412 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Fehmî: stanbullu olup kuloullarındandır. Sipahi bölüünde iken Edirne Harç emini olmutur. Yavuz Selîm ile Mısır fethine katılmıtır. Trablus’ta bulunmu ve orada bazen nazır bazen emin olarak görev almıtır. Trablus’ta ölmütür. âirlii yanında musikiinaslıı da olan Fehmî, zamanının tanınmı kemençecisi ah Kulu ve Neyzen Mehmed Kasım ile Padiahın meclisine girmi, iltifatını ve ihsanını almıtır.642 Ferîdî (ö. 1516?): Haraççı Hüsâm adıyla tanınmıtır. Üsküplüdür. Önce divan kâtiplii yapmı, daha sonra Edirne’de Dârü’l-hadîs mütevelliliine getirilmitir. Yavuz Selîm devrinde ölmütür. Âık Çelebi’nin “Sühâyî” maddesinde “Ferîdî ile bir yılda ölmütür” dediine ve Hasan Çelebi’nin Ferîdî’nin Yavuz’un Irakeyn seferi esnasında öldüünü bildirdiine göre Ferîdî’nin ölüm tarihi de 1516 olmalıdır. Mezarı Edirne’dedir. Kaynaklarda iirleri övülmektedir.643 Fethullâh-i Kâtib: Usta bir hattat olup ho sohbet birisidir. Birçok büyük âirin iirleri ezberinde imi. Yavuz Selîm onu, Tebriz’den stanbul’a getirmitir. Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâ’is tercümesinde, onun Tebriz’de âh smâ’îl’in, imdi de Yavuz Selîm’in kâtibi olduunu kaydetmektedir.644 Garîbî: Sehî Bey’e göre Edirneli, Ahdî’ye göre Yenicelidir. Defterdar Mehmed Çelebi’nin olu olduundan Defterdar-zâde sanıyla tanınmıtır. Kaynaklar, âirin garip mânâlar bulmada usta olduunu ve güzel iirleri bulunduunu kaydederler. Ayrıca Ok atmada da usta imi. Kânûnî zamanında Mısır üzerine düzenlenen Gazâlî seferinde genç yata vefat etmitir.645 Güvâhî: Geyve’de domutur. Sipahi ve tımar sahibi âirlerdendir. Yavuz’un Mısır seferine katılmıtır. Yavuz Selîm adına düündüü ancak ölümü üzerine Kânûnî’ye sunduu Pend-nâme646 ile Yavuz’a takdim ettii Kenzü’lbedâyi’ adlı eserleri vardır. Latîfî’ye göre iirleri pek de güzel deildir.647 Habîb: yi bir hattat olan âirin ezberinde birçok iir varmı. Çinicilikte usta imi. Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâ’is tercümesinde, hâlâ Anadolu ’da çinicilikle megul olduunu kaydetmektedir. Farsça güzel iirleri vardır.648 * * 642 643 644 645 646 647 648 Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/696-99; Hasan Çelebi 1989: II/781; Nâil Tuman: II/798; pekten 1988a: 135, 1996: 74. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 174-75; Latîfî 1990: 173, 2001: 431; Nâil Tuman: II/770; Köksal 2001: I/196, III/3000. Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 393; Beyânî 1363, I-II/564; Hayyâmpûr 1368: II/687; Kartal 2000: 35-6. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 201; Nâil Tuman: II/728; pekten 1988a: 158; Canım 1995: 90. Mehmet Hengirmen, Güvâhî, Pend-nâme, Kültür ve Turizm Bakanlıı yayınları: 549, 1000 Temel Eser Dizisi: 99, Ankar 1983. Kaynaklar: Latîfî 1990: 192-95, 2000: 471-73; Âık Çelebi 1994: I/369-70; Hasan Çelebi 1989: II/824824-25; Beyânî 1997: 234-35; sen 1994: 182; Bursalı 1333: II/389; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/85; Nâil Tuman: II/870; pekten 1988a: 165. Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 381; Kartal 2000: 35. 413 413 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Habîbî-i Berguâdî: Bergüâdlıdır. Önceleri Sultân Ya’kûb’un daha sonraları ise âh smâ’îl’in hizmetinde bulunmutur. âh ona ‘melikü’-u’arâ’ unvanını vermi, akacılıından dolayı da Gürziddîn’ adını koymutur. Hayatının ilk devrelerinde çobanlık yapmı, daha sonra Sultân Yakup onu yanına alarak yetitirmitir. II. Bâyezîd döneminde Anadolu’ya gelmi, Yavuz devrinde ise ölmütür. Latîfî iirini över. Hasan Çelebi ve Beyânî, edası Acemâne olmakla birlikte, âıkane iirlerinde kendine has bir üslubu olduu görüündedir. Habîbî’nin Türkçe iirlerini ilk olarak Fuat Köprülü neretmitir649. Daha sonra E. Memmedov650 bunlara 5 yeni iir ekleyerek yeniden yayımlamıtır.651 Hâfız-ı Acem (ö. 957/1551): Asıl adı Mehmed olup Berdaa’da domutur. II. Bâyezîd devrinde kardei Kukla Acem’le Osmanlı ülkesine gelmi, kazasker Müeyyed-zâde’nin himayesiyle müderris olmutur. Merzifon’da müderris iken, Çaldıran seferi dönüünde Amasya’da kılayan Yavuz Selîm’e bir gazel sunmutur. iirini beenen padiah, kendisini stanbul’da Atik Ali Paa Medresesi müderrisliine getirmitir. Sonra yükselerek Sahn ve Ayasofya müderrisi olmutur. Hâfız-ı Acem, devrinin önde gelen ilim adamlarındandır. Fıkıh, kelâm ve belâgat alanlarında yazdıı erh ve haiyeler dikkat çekicidir. Latîfî onun muteber konuların pek çouna erh ve haiye yazdıını, zor meseleleri inceleyerek tetkik ettiini söyler. Arapça ve Farsça çok sayıda kaside ve gazeli, ayrıca Çaatay dilinde beenilen iirleri olduunu ifade eder. Hasan Çelebi, “Ekser-i e’ârınuñ ma’nâsı garâbet ve edâsı rekâket üzre kelimât-ı gûl ile nâ-merbût u nâ-ma‘kûldur.” dedikten sonra, bazı iirlerinin gayet güzel olduunu ekler. Arapça ve Farsça iirleri de vardır.652 Halîmî (ö. 922/1516): Kastamonu’da domutur. Kastamonulu Ali Efendi’nin oludur. Bir rivayete göre örenimini bitirdikten sonra, bir bakasına göre yarıda bırakarak Acem ülkesine gitmitir. Döndüünde Trabzon valisi bulunan Sultân Selîm’in musahibi ve hocası olmutur. Yavuz tahta geçince aynı itibar gösterilerek stanbul’a getirilmitir. Rivayete göre Sultân Selîm, Halimî stanbul’a geldiinde bizzat karılamı, bahçe kapısından Saray’a alıp halini hatırını sormu, “saltanata nail olduk ama, dostlar hâlinden gafil olduk, böyle saltanatta ne zevk olur” demitir. Halimî ölümüne kadar Sultanın hocası ve musahibi olarak hürmet ve itibar görmü, gerek stanbul’da ve gerek seferde bir * * * 649 650 651 652 * M. Fuad Köprülü, “Habîbî”, Edebiyat Aratırmaları 2, Ötüken, stanbul 1989, ss. 581-625 Türkiye Dıındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-2: Azerbaycan Türk Edebiyatı, Ankara 1993, s. 127. Kaynaklar: Latîfî 1990: 195-96, 2000: 221-22; Âık Çelebi 1994: I/302-3; Hasan Çelebi 1989: I/279-80; Beyânî 1997: 66-67; sen 1994: 175; Sâm Mîrzâ Safevî 1346: 357-58; Terbiyet 1314: 112; Mehmed Süreyyâ 1311: II/109; emsettin Sâmî 1996: III/1927; Nâil Tuman: I/188; pekten 1988a: 166; Hayyâmpûr 1368: I/248; Kurnaz 1999: 54-57. Kaynaklar: Kurnaz 1997: 100-4, 1999: 66-9; Sehî Bey 1980: 97; Latîfî 1990: 200, 2001: 220; Hasan Çelebi 1989: I/276-7; Beyânî 1997: 65; Âık Çelebi 1994: I/296-9; Mecdî 1989: 449-51; Mehmed Süreyyâ 1311: II/97; emsettin Sâmî 1996: III/1914; Bursalı 1333: 275; Nail Tuman: I/175; Fâik 1309; Müstakimzâde 1928: 381; Akün 1997; Çavuolu 1976: 81-2; pekten 1988a: 169, 1996: 72. * 414 414 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN an padiahın yanından ve meclislerinden uzak kalmamıtır. Sultana bu yakınlıı, devlet ricalinin de hürmetini ve muhabbetini kazanmasına sebep olmutur. Mısır seferinde yine Padiahla beraber bulunmu, ordu dönüte am’da kıladıı sırada ölmütür. Cenazesinde bizzat Yavuz hazır bulunmutur. Ho sohbet, Arap ve Fars edebiyatlarını iyi bilen, muamma çözmede usta biriydi. Kaynaklar iirlerini pek makbul saymazlar.653 Hâimî-i Acem: Babası Acem vilâyetinden Anadolu ’ya gelmitir. Soyu Hz. Muhammed’e dayandıı için bu mahlası almıtır. Selim Trabzon’da ehzade iken onun âiri ve musahiplerinden olmutur. Babası, Yavuz’un II. Bâyezîd ile yaptıı savata ölmütür. Anadolu’nun çeitli yerlerinde kadılık yapmı ve kadı iken ölmütür. Hasan Çelebi iirini letafetten yoksun ve garip bulur. Âlî “Acemligine göre eyü dimidür” diyerek iirini beenir. Latîfî ise, bir deerlendirmede bulunmaksızın “cânânlar ile” kafiyesini en önce onun bulduunu ve dierlerinin onu izlediini kaydetmektedir.654 Hâtemî (860/1455-922/1516): smi Abdurrahman Çelebi, lakabı Müeyyedzâde’dir. II. Bâyezîd, Amasya’da ehzâde iken onun meclisine girerek musahibi olmutur. Fâtih’e, Abdurrahman Çelebi’nin olu Bâyezîd II’i afyon gibi kötü eylere alıtırıyor diye ikayet edilince, Fâtih öldürülmesini emretti. Sultân Bâyezîd bu haberi önce alınca her ikisine para vererek kaçmalarını saladı. Hâtemî önce Haleb’e daha sonra Acem’e gitti. îrâz’da Molla Celâl Devvânî’ye hizmet etti. Örenimini tamamlayıp Sultân Bâyezîd’in saltanatında stanbul’a dönmü ve müderrislik yapmıtır. Sonra Edirne’de kadı olan Hâtemî’yi Sultân Bâyezîd kendisine kadı yaptı. Bir ara yeniçeriler ayaklanınca evini yagmaladılar. Bunun üzerine Kazaskerlik görevinden ayrılıp uzlete çekildi. Yavuz Selîm tahta çıkınca kendisini tekrar kazasker yaptı. htiyarlıktan dolayı aklî dengesi bozulunca azledildi. Arapça , Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Türkçe iirleri dierlerine oranla daha çoktur. Yavuz Selîm’e sunduu Arapça kasidesi o dönem çok mehur olmutur. Yavuz Selîm Müeyyed-zâde’nin ölümünden sonra her zaman * * * * * “Rûmda iki kii var imi biri Müeyyed-zâde ve biri Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi hayfâ ki birinün pîrligi zemânına irdük ve birinün kadrin bilmeyüp bilmezlük ile kendi elimüzle berg ü bârı vücûdın yile virdük” diyerek sevgisini ve iltifatını göstermitir.655 653 654 655 Kaynaklar: Latîfî 1990: 207-8, 2000: 230-32; Âık Çelebi 1994: I/312-13; Hasan Çelebi 1989: I/307-8; Beyânî 1997: 74; sen 1994: 175-76; Mecdî 1989: 385-86; Nâil Tuman: I/220; Bursalı 1333: I/273; emsettin Sâmî 1996: III/1978; pekten 1988a: 177, 1996: 68. Kaynaklar: Latîfî 1990: 221-23, 2000: 568-69; Hasan Çelebi 1989: II/1057; sen 1994: 169-70; Nâil Tuman: II/1196-97; Köksal 2001: I/210, III/2459. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 68-9; Âık Çelebi 1994: II/836-42; Hasan Çelebi 1989: I/318-25; Beyânî 1997: 77-8; Riyâzî: 60a-60b; Mecdî 1989: 308-11; Nail Tuman: I/236-7; Müstakimzâde 1928: 249- 415 415 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Hayâlî (ö. 930/1523): stanbullu olup asıl adı Abdulvehhâb’dır. Fâtih dönemi müftülerinden Abdulkerîm Efendi’nin oludur. Tezkire yazarı Riyâzî’nin dedesidir. Örenim görüp Kestelli’den mülâzım olmutur. Edirne’de müderrislik, Manisa, Selanik ve Tire’de kadılık görevinde bulunmutur. Yavuz Selîm Hayâlî’yi Trabzon’da ehzadeliinde tanımı, kadı iken musahibi ve nedimi yapmıtır. Kardeleri ile mücadelesi sırasında Selanik kadılıına tayin edilen Hayâlî’yi sultan olduktan sonra stanbul’a getirtip, türlü iltifat göstererek badefterdarlıa tayin etmitir. Padiahın meclislerine devama balamı ve dert ortaı olmutur. Çaldıran seferinden dönerken Amasya’da kılandıında, yeniçeri isyanı sebebiyle azil edilmesine ramen padiahın katında itibarını asla kaybetmemitir. Kânûnî devri balarında zmir kadısı iken ölmütür. Edirne’de metfundur. Devrinde ilmî eserleri yanında iirleri ile de tanınmı âirlerdendir. Arapça , Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Hasan Çelebi iirlerini över. Âık Çelebi ise mehur Hayâlî’ye isnat edilen bazı iirlerin gerçekte bu Hayâlî’ye ait olduunu belirterek örnekler verir. Türkçe Leylâ vü Mecnûn mesnevisi vardır.656 Hızrî (ö. 923/1517 veya 924/1518): Bursa müftüsü Ahmed Paa’nın oludur. Asıl adı Hızır Beg’dir. Dedesi de kendisi gibi Hızrî mahlasını kullanmıtır. Fakat dedesi âir olarak fazla tanınmadı. Tahsilini tamamladıktan sonra Bursa’da müderrislik yapmıtır. Bu görevini bırakarak Tasavvufa meyletmi ve eyh Emîr Buhârî hazretlerine içtenlikle balanmıtır. Bursa’da Zeyniye tekkesine yakın ve yol üzerinde metfundur. Arapça , Farsça ve Türkçe iirleri vardır. iirleri tasavvufîdir. Beyânî, iirlerinin âıkâne olduunu söyler.657 Hilâlî-i Kazzâz: stanbul’da domutur. Lakabından da anlaıldıı gibi esnaf âirlerdendir. Bazı kaynaklara göre babası, bazılarına göre ise kendisi takke yaparak geçimini salamaktaydı. Tezkirelerde vücudunun son derece zayıf ve nahif olmasından dolayı Hilâlî mahlasını aldıı kaydedilmektedir. Kaynaklarda ölüm yılı olarak 950/1543-44 ve 990/1582 gibi birbirinden çok farklı iki tarih gösterilmektedir. Mürettep Divan’ından baka Sıfâtü’l-âıkîn adlı bir eseri daha vardır. Ayrıca Muhammed-i Hamedânî’nin Seb’iyyât’ını Türkçeye çevirmitir. Latîfî, gazelde Âhî’nin yolunu takip ettiini ifade ederken Âık Çelebi ve Hasan * * * * 656 657 * * 50; Bursalı 1333: I/255; emsettin Sâmî 1996: III/2007; pekten 1988a: 192-3; Faik Reat trhs.a: 111-2; Uzunçarılı 1965: 232; Levend 1953: 500; Bayrak 1998: 123. Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/866-8; Beyânî 1997: 89; Hasan Çelebi 1989: I/353; Latîfî 1990: 228, 2000: 252-53; Riyâzî: 67a-67b; Kâtib Çelebi trhs.: II/1571; Mecdî 1989: 333-4; emsettin Sâmî 1996: III/2070; Mehmed Süreyyâ 1311: III/404; Bursalı 1333: I/357; Nail Tuman: I/260; Muallim Nâcî 1986: 213; pekten 1988a: 196, 1996: 68-69; Levend 1959: 368; Canım 1995: 87-88; Köksal 2001: I/212-13, III/3003. Kaynaklar: Latîfî 1990: 237-8, 2000: 245-47; Âık Çelebi 1994: II/862; Hasan Çelebi 1989: I/340; Beyânî 1997: 83; Riyâzî: 64b; Mecdî 1989: 431; Belî 1998: 463; Mehmed Süreyyâ 1311: I/196, II/278; Nâil Tuman: I/252; pekten 1988a: 206. 416 416 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Çelebi bata gazelleri olmak üzere iirlerinin incelik dolu olduunu zikretmektedirler.658 Huzûrî: Gelibolu’da domutur. Yavuz Sultân Selîm devrinin sonlarına doru ölmütür. Tasavvufa yönelerek uzlete çekilmitir. iirleri tasavvufanedir.659 brâhîm Gülenî (830/1426-940/1533): Diyarbakır’da domutur. Menakıbında nesebi Ouz Ata’ya kadar uzanır. Babası o henüz iki yaında iken vefat etmi, bunun üzerine amcasının himayesinde büyümü ve ilk tahsiline onun yanında balamıtır. Daha sonra bilgisini arttırmak için Mâverâü’n-nehir’e giderken Tebriz’e uramıtır. Orada Uzun Hasan’ın kazaskeri Mevlânâ Hasan, ondaki kabiliyetleri fark ederek yetimesinde ihtimam göstermitir. Bütün slâmî ilimleri tam olarak örenen Gülenî, kısa bir süre içinde Uzun Hasan’ın da iltifatını kazandı. Dede Ömer Rûenî ile görümü ve ona intisap etmitir. Daha sonra Rûenî’den hilafet alarak, Sultan Ya’kub’un Tebriz’de Rûenî için yaptırdıı zaviyede kısa bir müddet irad vazifesinde bulundu. Erdebil hanedanına mensup iîlerin ortaya çıkıı, bölgedeki huzur ve güveni bozunca, olu Ahmed Hayâlî ile birlikte Diyarbakır’a geldi. Burada fazla kalmayan brâhîm Gülenî Ruha’ya, oradan da Kudüs yoluyla Mısır’a gitmitir. Tarikatını burada yaymaa balayan Gülenî, kısa zamanda büyük öhret kazandı. 1516’da Mısır’ı fetheden Yavuz Sultân Selîm, ona bir arsa hediye etmi, o da, dostlarının yardımıyla bu arsa üzerinde zaviyesini ina etmitir. Adı bütün Mısır’da duyuldu, dergâhı yeni müritlerle dolup tamaya baladı. öhretini duyan Kânûnî Sultân Süleymân’ın daveti üzerine stanbul’a geldi. Bir müddet stanbul’da kaldıktan sonra tekrar Mısır’a döndü ve 940/1533 tarihinde orada vefat etti. brâhîm Gülenî’nin Farsça Dîvânı660 ve Ma’nevî661 isimli 40.000 beyitlik mesnevisi vardır. Bu mesnevî, Mevlânâ’nın Mesnevî’sine nazire ve cevap olarak yazılmıtır. brâhîm Gülenî’nin ayrıca Kenzü’l-cevâhir662 isminde, bir kısmı tuyug, bir kısmı rubai olan 7.000 dörtlükten oluan bir eseri daha vardır.663 drîs-i Bitlisî: Asıl adı dris’tir. Bitlis asıllı olduu için bu yere nispetle Bidlîsî nisbesiyle anılır. eyh Ömer Yesîr’in tarikatına mensup Hüsameddîn adlı bir sûfînin oludur. lk tahsilini babasından almı, ailesiyle Diyarbakır’dan * * 658 659 660 661 662 663 Kaynaklar: Köksal 2001: I/218, III/3003; Sehî Bey 1980: 234; Latîfî 1990: 241-43, 2000: 572-73; Âık Çelebi 1994: I/269-70; Hasan Çelebi 1989: II/1065-67; Beyânî 1997: 329-330; sen 1994: 285; Kâtib Çelebi trhs.: I/820; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/628; emsettin Sâmî 1996: VI/4743; Bursalı 1333: II/486, Nâil Tuman: II/1203; TYDK 1947: 114-15; pekten 1988a: 209. Kaynaklar: Latîfî 1990: 244-45, 229-30; Hasan Çelebi 1989: I/294-95; sen 1994: 175; Nâil Tuman: I/204; Mehmed Süreyyâ 1311: II/233; emsettin Sâmî 1996: III/1964; pekten, 1988a: 218. Fâtih Kütüphanesi, Nu. 3866. Bayezıt Devlet Kütüphanesi, Nu. 3588. stanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça Yazmalar Nu. 1233. Kaynaklar: Latîfî 1990: 59-60, 2000: 128-31; Atâ’î 1989: II/67-8; Kâtib Çelebi, trhs.: I/808; Mehmed Süreyyâ 1311: I/93; Nâil Tuman: II/857-8; Bursalı 1333: I/19-20; emsettin Sâmî 1996: I/570; Sâdık Vicdânî 1995: 197-9; Terbiyet 1314: 318-9. * 417 417 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL gittii Tebriz’de tahsiline devam etmitir. drîs-i Bitlisî önce Akkoyunlular’ın sarayında Uzun Hasan’ın olu Yakûb Bey’in maiyetinde kâtip olarak çalıtı. 890/1485’te II. Bâyezîd’e yazdıı bir tebrîk-nâme ile hükümdarın dikkatini çekti. âh smâ’îl’in Safevî saltanatını kurması üzerine 907/1501’de ran ’dan Anadolu ’ya kaçarak II. Bâyezîd’in maiyetine girdi ve sarayda kaldı. Daha sonra I. Selim’in maiyetinde ran seferine katılmı ve Sultan’ın emriyle Kürdistan ona verilmitir. ranlılarla yaptıı savaı kazanmı, Mardin’i fethetmi, Urfa ve Musul’un ilhakı için görümelerde bulunmutur. Sultân Selîm’le Mısır seferine de katılmıtır. Eyüb’de dris Kökü denilen yerde metfundur. drîs-i Bidlîsî’nin Kasâid ve Müneât ve Müraselât664, Tercüme ve Nazm-ı Hadîs-i Erba’în665, Het-Behit, Selîm âh-nâme666 gibi tıb, felsefe, kelâm, tasavvuf, ahlâk, fıkıh, hadis, tefsir, tarih ve seyahatle alakalı 28 tane eseri vardır. 667 lâhî Bey: Kürdistan beylerindendir. Yavuz Sultân Selîm bazı suçlarından dolayı Haleb’de idam ettirmitir. Nevaî tarzında Türkçe iirleri vardır.668 shak Çelebi (899/1493 - 949/1542): Üsküp’te domutur. Kılıç yapmakla tanınmı bir demirci olan brâhîm Çelebi’nin olu olduundan Kılıççı-zâde sanıyla tanınmıtır. yi bir tahsil görerek Kara Bâlî’den mülazım olduktan sonra, müderrislik yapmaya baladı. Sahn müderrislii esnasında Yegan-zâde Sinan Çelebi ile geçinemeyerek müderrislikten ayrılmı ve am’a kadı olarak tayin edilmitir. am’da vefat etmitir. shak Çelebi kısa bir zaman da olsa, Sultân Selîm’in muhitinde bulunmutur. Üsküp müderrisi iken 923/1517’de Sultân Selîm Mısır seferine çıkarken sohbetine dahil olacak birkaç musahip istemi. Devlet erkanı Galata kadısı Nihâlî Cafer Çelebi, Mihaliç kadısı Kadı Buzenî ve Üsküp müderrisi shak Çelebi’yi tayin etmiler. Fakat el öpmek için Padiahın huzuruna bellerinde kılıçlarla girmeleri, Padiahı kızdırmı. Öldürülmelerini emretmi. Sonra affederek denemee karar vermi. Lâkin bunlar lâubali hareketlerine devam etmiler. El öperken kendi önüne geçen Nihâlî’ye kızan shak Çelebi, onun için bir hicviye yazmıtır. Bunu haber alan Nihâlî, bir beyitle cevap vermitir. Padiahla satranç oynamaa davet edildiklerinde yine uygunsuz bir kıyafetle huzuruna çıktılar. Satrançtan sonra musahabet balayıp shak Çelebi * * * 664 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Kısmı Nu. 1888/3. stanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça Yazmalar Bölümü Nu. 823. Süleymaniye Kütüphanesi, Lâlâ smail Kısmı Nu. 30. 666 Hicabi Kırlangıç, drîs-i Bidlîsî Selîmâh-nâme [nceleme – Metin – Çeviri], Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1995 [Basılmamı Doktora Tezi]; Hicabi Kırlangıç, drîs-i Bidlîsî, Selim ah-nâme, Kültür Bakanlıı Yayınları2565, Kültür Eserleri Dizisi: 287, Ankara 2001. 667 Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 46; Mecdî 1989: 327-8; Kâtib Çelebi, trhs.: II/2043; Hoca Sadettin Efendi 1992: V/238-9; Müstakimzâde 1928: 110-1; Mehmed Süreyyâ 1311: I/309-10; Bursalı 1333: I/6-8; emsettin Sâmî 1996: II/811; Nâil Tuman: I/24; Ahmed Rifat Efendi 1299: I/109-10; Özcan 1998; Bayrakdar 1991; Tavakkoli 1974; Babinger 1992: 51-5; Karahan 1952: 10, 1991: 116-8; Taberî 1372: 427; Bayrak 1998: 120; Gövsa trhs.: 187. 668 Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: I/151; Hasan Çelebi 1989: I/170; emsettin Sâmî 1996: II/1027; Nâil Tuman: I/55. 665 * 418 418 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN ve Nihâlî yazdıkları müstehcen hicviyeleri okuyunca sabrı tükenen Padiah, yol yordam bilmeyen bu kaba saba ahısları hemen geri göndermitir. shak Çelebi’nin yayımlanmı Türkçe divanı669 vardır. iirleri devrinde ve daha sonra rind-merep kiiler arasında çok sevilmi hemen hemen tüm elence, zevk ve safa yerlerinde tekrar tekrar okunmutur. Tarih düürmede oldukça baarılı olan shak Çelebi’nin divanından baka, Yavuz Sultân Selîm’in fetihlerini anlatan Selîm-nâmesi670, Risâle-i mtihâniyyesi ve Bursa ehrengizi671 vardır.672 Kabilî: stanbulludur. lim yolunda iken kendisini tasavvufa yönelen Kâbilî, Mekke, Medine, am ve Badad’ı dolamıtır. Anadolu vilâyetlerinde de gezen âir, kulaı saırlatıktan kısa bir müddet sonra da ölmütür. Fâ’izî, Yavuz devrinde öldüünü bildirmektedir. Tezkirelerde âirlii üzerinde yorum bulunmamaktadır.673 Karaca Paa: Asıl adı Ahmed’dir. Ergene mütevellilii yapan âir, Trabzon’da Yavuz Sultân Selîm’e defterdar olmutur. Yavuz son derece güvendii Karaca Paa’yı kabiliyet ve zekasının üstünlüü dolayısıyla sürekli yanında bulundurmutur. Sehî Bey görünüte defterdar olmakla birlikte, Yavuz’un daha birçok iini gören bir yardımcı olduunu kaydetmektedir. Yavuz’un padiahlıı döneminde sancak verilmi, büyük beyliklere mutasarrıf tayin edilmitir. Hakkında bilgi veren tek tezkire yazarı olan Sehî Bey, Paa’nın ilmin her dalında gayret göstermi âlim ve fazıl biri olduunu kaydetmektedir.674 Kemâl Paa-zâde: Asıl adı emseddîn Ahmed’dir. Dedesi Kemâl Paa’ya izafeten Kemâl Paa-zâde veya bn-i Kemâl adıyla anılmıtır. Doum yeri olarak kaynaklarda Amasya, Tokat ve Edirne gösterilmektedir. Ancak çou kaynakta 873/1468-69 yılında Tokat’ta doduu kayıtlıdır. Süleymân Paa adlı birinin oludur. Tahsilinden sonra askeri sınıfa giren Kemâl Paa-zâde, sonradan ilmiye sınıfına geçmitir. Mollâ Lutfî’den ders alan âir, çeitli medreselerde müderrislik yapmıtır. Bilahare kadılık mesleine intisap etmi, Edirne kadılıı görevinden sonra Anadolu kazaskerliine getirilmitir. Yavuz’un çok sevip * * * 669 670 671 Mehmed Çavuolu – M. Ali Tanyeri, Üsküplü shak Çelebi, Dîvân [Tenkitli Basım], Mimar Sinan Üniversitesi Yayınları No: 15, Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 2, stanbul 1990. smet Parmaksızolu, “Üsküplü shak Çelebi ve Selimnâmesi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi Eylül 1951 – Mart 1952, Cilt: III, Sayı: 5-6, stanbul 1953, ss. 123-34. stanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY 2870 v. 4a-6a; Metin Akku, “Türk Edebiyatında Bursa ehrengizleri-I: shak Çelebi’nin Bursa ehrengizi”, Atatürk Üniversitesi SBE Dergisi: Prof. Dr. Halûk pekten’in Anısına, Sayı: 1, Erzurum 1993, ss. 81-5. Kaynaklar: Latîfî 1990: 250-3, 2000: 171-74; sen 1994: 191-3; Hasan Çelebi 1989: I/158-64; Beyânî 1997: 26-7; Âık Çelebi 1994: I/135-44; Mecdî 1989: 468-71; Kâtib Çelebi, trhs.: I/775, II/1001; Bursalı 1333: II/76; Nâil Tuman: I/32-3; emsettin Sâmî 1996: II/903; Mehmed Süreyyâ 1311: I/324; BTK 1986: III/278-81; TYDK 1947: I/111-2; Babinger 1992: 60; Levend 1957: 28-9; Gövsa trhs.: 191; Külekçi 1999: II/484-9; entürk 1999: 231-34; pekten 1988a: 230, 1996: 72-73. Kaynaklar: Köksal 2001: I/220, II/1178-79,1517-18, III/2529-30; Âık Çelebi 1994: II/725-26; Hasan Çelebi 1989: II/791; emsettin Sâmî 1996: V/3490; Nâil Tuman: II/817; pekten 1988a: 237. Kaynaklar: Köksal 2001: I/223, II/1482; Sehî Bey 1980: 856; Nâil Tuman: I/16; pekten 1988a: 18. * 672 673 674 419 419 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL saydıı bir âlim olduu kaynaklarda kayıtlıdır. Sultân Selîm devrinde ran seferinden önce, iilik hakkında yazdıı risale ile Padiahı pek memnun etmitir. Mısır seferinde de Padiahın yanında bulunmutur. Bu sefer sırasında üç yıl kadar Yavuz’un yanından ayrılmayan Kemal Paa-zâde gerek Padiahtan gerek etrafındakilerden daima hürmet ve itibar görmütür. Bu sefer esnasında Padiahın emriyle bn Tagribirdî’nin Nücûmü’l-zâhire adlı tarihini tercümeye balamı ve stanbul’da devam etmitir. Her gece sabaha kadar çalııp tercüme etmi, Açı-zâde Hasan Çelebi’nin beyaza çektii kısımları ertesi sabah parça parça Padiaha sunmutur. Kânûnî devrinde 932/1525-26 yılında eyhülislâm olan bn-i Kemâl 940/1534 tarihinde, Babinger’e göre 941’in aynı günü ölmütür. Türkçe Dîvân675’ı yayımlanan Kemâl Paa-zâde’nin en tanınmı ve önemli eseri Tevârîh-i Âl-i Osmân’ıdır. Sa’dî’nin Gülistân isimli eserine Farsça nazire olarak yazdıı Nigâristân676’ından baka Türkçe, Arapça ve Farsça otuz civarında eseri vardır. Tezkireler özellikle Yûsuf u Züleyhâ677 mesnevisinin mehur olduunu kaydederler. Tezkirelerde ilim ve irfanının yanı sıra iirleri için de mültefit ifadeler yer almaktadır. bn-i Kemâl’in bir özellii de iirlerinde mahlas kullanmamasıdır.678 Lâmi’î Çelebi (ö. 938/1532): Bursalı olup asıl adı Mahmûd’dur. II. Bâyezîd devri hazine defterdarlarından Osman Çelebi’nin olu, tanınmı süsleme sanatçısı Nakkâ Ali’nin torunudur. Tahsilini Bursa’da yaparak zamanın ileri gelen bilginlerinden Molla Ahaveyn ve Çelebi Hasanzâde’den ders almıtır. Önceleri zahirî bilim üzerine çalıırken tasavvufa meylederek Nakibendî tarikatı eyhlerinden Seyyid Ahmed-i Buhârî’ye intisap etmitir. eyh Emîr Buhârî’ye olan hayranlıı ve balılıı hayatı boyunca devam etmitir. Ancak bir ara lhâmî Efendi aracılııyla Gülenî tarikatına girse de gerçek kiiliini Nakibendî tarikatında bulmu, daha sonra bu tarikatın eyhlerinden olmutur. Hayatı boyunca resmî görev kabul etmemi ve eserlerinden elde ettii gelirle geçimini salamıtır. Bursa’da 938/1532’de vefat etmitir. Lâmi’î, edebî çevrelerde telif eserlerinden çok yaptıı tercümelerle tanınmıtır. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen Lâmi’î, stanbul’da bulunmadıı halde Yavuz’un takdirini kazanmı ve himayesinde bulunmu âirlerdendir. Hüsn ü Dil’i Yavuz’a takdim * * * * * 675 676 677 678 Mustafa Demirel, bn Kemâl – Divan, Fakülteler Matbaası, stanbul 1996. Mustafa Çiçekler, Kemal Paa-zâde ve Nigâristân’ı, stanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, stanbul 1994 [Basılmamı Doktora Tezi]. Mustafa Demirel, Kemal Paazâde, Yûsuf u Züleyhâ, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları: 513, 1000 Temel Eser Dizisi: 92, Ankara 1983. Kaynaklar: Köksal 2001: I/224-25, III/3005; Sehî Bey 1980: 92-93; Latîfî 1990: 96-100, 2000: 15962; Âık Çelebi 1994: I/112-23; Hasan Çelebi 1989: I/122-34; Beyânî 1997: 21-23; Mecdî 1989: 381-85; Müstakîmzâde 1978: 16; Kâtib Çelebi trhs.: II/1976; Bursalı 1333: II/223; emsettin Sâmî 1996: V/3886; Fâik 1309b; Uur 1981, 1987, 1987a, 1988; Saraç 1995; Canım 1995: 109-15; Nâil Tuman: I/10; Ahmed Rifat Efendi 1299: IV/150; Mehmed Süreyyâ 1311: 197; Gibb 1999: 521-30; entürk 1999: 207-13. 420 420 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN ederek karılıında 35 akçe ulufe almıtır. Daha sonra Ferhâd-nâme’sini de Padiaha sunmu, bunun karılıında da kendisine Bursa’da bir köy verilmitir. Yavuz Sultân Selîm döneminde öhret kazanmaya balamı, özellikle Kanûnî Sultân Süleymân devrinde padiah ve devlet erkanının tevikiyle otuza yakın eser tercüme etmitir. Bu çevirilerin hemen hepsine ilaveler yapmıtır. Yaptıı bu çevirilerin belli bir bölümü Câmî’nin eserlerinden yapıldıı için Câmî-i Rûm sanıyla tanınmıtır. Lâmi’î’nin Divân679’ından baka ehrengîz680, Salâmân u Absâl681, em’ u Pervâne, Gûy u Çevgân682, Ferhâd u îrîn683, Vâmık u Azrâ684 ile Vîs ü Râmin685 adlı mesnevileri ile Câmî’den çevirdii Nefahâtü’l-üns686 isimli biyografik eseri, Letâ’if-nâme687, erefü’l-insân688, bret-nümâ689 ve Hüsn ü Dil690 adlı mensur eserleri en tanınmı eserleridir. âirin bunlardan baka 679 680 681 682 H. Bilen Burmaolu, Lâmi’î Çelebi Divânı [Hayatı, Edebî Kiilii, Eserleri ve Dîvânı’nın Tenkidli Metni], Atatürk Ünüversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1983 [Basılmamı Doktora Tezi]. Bursalı Lami’î Çelebi Divanı’ndan Seçmeler, Kültür Bakanlıı Yayınları: 1020, Kaynak Eserler Dizisi: 25, Ankara 1989. Mustafa sen - Hamit Burmaolu, “Lâmî’nin Bursa ehrengizi”, Yedi klim, Cilt: 5, Sayı: 40, Temmuz, stanbul 1993, ss. 103-5. Sabiha Gürkan, Lâmi’î Çelebi’nin Ebsâl ü Salâmân Mesnevîsi ile Mollâ Câmî’nin Salâmân Mesnevîsinin Karılatırılması, Ü Edebiyat Fakültesi, 1954 [Yayımlanmamı Mezuniyet Tezi]. Nuran Tezcan, Lâmi‘î’in Hayatı-Eserleri-Gûy u Çevgân Mesnevisi [nceleme-Metin], Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Corafya Fakültesi, Ankara 1976 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi]; “Lâmi’î’nin Gûy u Çevgân Mesnevisi”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Türk Dil Kurumu Yayınları: 449, Ankara 1978, ss. 201-25; Tezcan, Nuran, Lâmî’s Gûy u Çevgân Supplementband 35, Franz Steiner Verlag, Stuttgard 1994. Hasan Ali Esir, Bursalı Lâmi’î Çelebi: Hayatı – Edebî Kiilii – Ferhat-nâme’nin Tahlili ve Tenkitli Metni, stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, stanbul 1999 [Basılmamı Doktora Tezi]; Abdülkadir Erkal, Lâmî Çelebi: Ferhâd u îrîn [nceleme – Metin], Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1997 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi]. Gönül Ayan, Lâmi’î, Vâmık u Azrâ [nceleme-Metin], Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1998. Fatma Zehra Kavukçu, Lâmi’î Çelebi’nin Vîs ü Râmin’i [nceleme-Metin], Uluda Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1994 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi]. Abdurrahmân Câmî, Nefehâtu’l-üns min-Hazarâti’l-kuds, (Terceme ve erh: Lâmi’î Çelebi; Giri: Süleyman Uluda), Marifet Yayınları No: 4, Tasavvuf Klâsikleri Dizisi No: 1, kinci Baskı, Oul Matbaası, stanbul 1993. Saim Sakaolu, “Bursalı Lâmi’i’nin Letâ’if’indeki Hayvan Masalları”, Journal of Turkish Studies,In Memorium Ali Nihat Tarlan, (Yayınlayanlar: inasi Tekin – Gönül A. Tekin), Volume: 3, 1979 . Sadettin Eri, Lâmiî’nin erefü’l-insân’ı, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1997 [Basılmamı Doktora Tezi]. Salih Gülerer, Lâmi Çelebi-bretnumâ [nceleme – Metin] , Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1988 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi]. Dvorak, Rudolf, Hüsn ü Dil Persicha Allegorie von Fettâhî aus Nisapur hrsg.Übers und erklart und Mit Lâmiî’s Türkischer Bearbeitung Vergliechen, Denkschriften der Akademia, Wien 1839; Ülkü Ayan, Lâmi’î Çelebi’nin Hüsn ü Dili [nceleme-Metin], Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1987, [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi]. * 683 684 685 686 687 688 689 690 421 421 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Türkçe , Arapça ve Farsça manzum ve mensur otuzun üzerinde eseri bulunmaktadır.691 Likâyî: stanbulludur. Yavuz’un meddahlarından olup sahaflık yapan âirin hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Sehî Bey, âirin bilgili, olgun, fakat öksürük rahatsızlıı olan bir kimse olduunu kaydetmektedir. Yavuz devrinde ölmütür. Hakkında çok az bilgi bulunan âir için Latîfî, kendi hâlinde bir âir olduunu ve iirlerinin irfan sahipleri katında makbul olmadıını söylemektedir.692 Lütfî Paa: Yavuz Sultân Selîm’in terbiyesinde yetimi kullarından olup katında çok makbul tutulmutur. Vezirlii döneminde özellikle stanbul’da âdet hâline gelen bazı bid’atları ortadan kaldırmıtır. Sehî Bey güzel iirleri olduunu kaydeder.693 Mâyilî: Mecnûn tabiatlı ancak iyi biridir. Kazvînî, Yavuz Selîm döneminde Anadolu ’da bulunduunu kaydetmektedir. Burada frengi hastalıına yakalanmıtır. Kazvînî, Hz. Ali ve ailesine muhabbetinin yok olduunun söylendiini, eer bu doru ise iyi bir kii olmadıını belirtir.694 Medhî: Amasya Ladik’te domutur. Hacı Musa sanıyla tanınmıtır. Kaside ve gazelleri toplanıp mürettep bir divan haline getirilmitir. Yavuz Selîm döneminde yaayan Medhî’nin iirleri dinî mahiyettedir.695 Mesîhî (ö. 918/1512): Üsküp yakınlarındaki Pritine’de domutur. Asıl adı Sehî Bey’de Mesîh, dier tezkirelerde sa’dır. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Rumeli’de geçiren âir, düzenli bir eitim görebilmek için stanbul’a gelerek orada medrese eitimine balamıtır. Bu arada hat dersleri almı ve dönemin hat ustaları arasında yer almıtır. Sehî Bey’e göre Mesîhî, medrese tahsilini bırakarak sipahi olmutur. Güzel yazı yazmadaki ustalıı sayesinde Hadım Ali Paa’nın divan kâtibi oldu. Hadım Ali Paa’nın vefatından sonra hamisiz kalan âir, ömrünün kalan kısmını yokluk içersinde geçirmitir. 918/1512'de vefat etmitir. Mesîhî, döneminin üstat âirlerindendir. Âık Çelebi, onu Zâtî’ye tercih eder. Mesîhî, Bâkî üzerinde de etki bırakmıtır. Nitekim Bahariyyesi Bâkî tarafından * * * 691 692 693 694 695 Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 104; Latîfî 1990: 280-3, 2000: 475-80; sen 1994: 266-7; Âık Çelebi 1994: I/381-8; Hasan Çelebi 1989: II/830-4; Beyânî 1997: 237-8; Riyâzî: 127b-128a; Belî 1998: 176-80; Mecdî 1989: 431-3; Kâtib Çelebi trhs.: I/666, 808, II/996, 1044, 1064, 1066, 1123, 1258, 1524, 2045; emsettin Sâmî 1996: V/3973-4; Nâil Tuman: II/873-4; Ahmed Rifat Efendi 1300: VI/131-2; Mehmed Süreyyâ 1311: III/415, IV/86-7; Muallim Nâcî 1986: 311; Bursalı 1333: II/4925; Fâik 1309a; TYDK 1947: I/98-100; Ayan, 1994; Karahan 1964; Kut 1976; Tezcan 1979; Levend 1957: 25-7; Gölpınarlı 1954: 20, 89-90; Gövsa trhs.: 228; Külekçi 1999: I/27-33, 412-8, II/74-80, 269-77, 279-99, 478-83; BTK 1986: III/247-57; IV/141-7; entürk 1999: 187-91. Kaynaklar: Köksal 2001: I/230, II/913, 1557, III/1789, 2877; Sehî Bey 1980: 174; Latîfî 1990: 29495, 2000: 490-92; Nâil Tuman: II/891. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 65-66. Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 73, 248; 1961: 106. Kaynaklar: Latîfî, 1990: 302-3, 2000: 496-97; Nâil Tuman, C. II: 944; pekten, 1988: 278. 422 422 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A tanzîr edilmitir. Mesîhî’nin Türkçe divanından696 baka manzum ehrengîz697 ile mensur Gül-i Sad-berg698 isimli Türkçe eserleri vardır. Mesîhî’nin divanında Yavuz Selîm övgüsünde bir kaside bulunmaktadır.699 Mîr Ayânî-i îrâzî: Seyyiddir. Derici mesleine mensuptur. Bir zaman kalenderlik yapmı, bir zaman da Anadolu ’da bulunmu, Yahudiler mahallesinde oturmutur. Ho görünülü bir yahudi çocuu devamlı onun hizmetinde bulunurmu. O çocuk, onun sohbetinden dolayı müslüman olduundan dolayı ona “Seyyid-i Yehûdân (Yahudilerin efendisi)” denmitir. Fazıl bir kimse olup irticâlen iir söylemeye muktedirdir.700 Muammâyî: Tireli olup asıl adı Ali’dir. Çok küçük yatayken ailesi Selanik’e göç ettii için oraya yerlemitir. Muamma ilminde çok çalıtıı için bu mahlası almıtır. Ömrünü seyahatlerle geçirmi ve gezdii yerlerden epeyce kitap toplamıtır. Farsçası ve lügat bilgisi çok iyidir. Rumeli’deki Mihalli, Yahyalı, Evrenoslu ve Turhanlı beylerinin himayesini kazanmıtır. Muammada Emrî’ye kadar ki en büyük isimdir. Acemden gelen muamma ustaları ile padiahın huzurunda muammalar söyleyip, ayrıca Muamma Risalesi yazıp sununca, tarihlerden de muammalar çıkardıını gören Yavuz, bu ilmin kendi memleketinde de üstatları yetitiine memnun olmu, âire çok iltifat etmi, ayrıca 300 flori ihsanda bulunmutur. Sonra Tuna kıyısında Ruscuk kasabasında bir zaviye yaptırıp geri kalan ömrünü orada geçirmitir.701 Nasûhî: Edirne’de domutur. Önce attarlık sonra hekimlik yapmıtır. Yavuz döneminde Edirne darüifasında bahekimlie terfi etmitir. Astroloji ile uraanların anlam çıkarmalarına yarayan ve Takvîm-i Nasûhî adını verdii bir takvim icat etmitir. Sehî Bey Nasûhî’nin nefis denebilecek gazellerinin olduunu kaydeder.702 * * 696 697 Mine Mengi, Mesîhî Dîvânı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını – Sayı: 80, Divanlar Dizisi: 1, Ankara 1995. Süleymaniye Kütüphanesi Lala smail Nu. 483/2; Ahmet Atillâ entürk , Osmanlı iiri Antolojisi, stanbul 1999, ss. 138-40. . Çetin Derdiyok, 15. Yüzyıl âirlerinden Mesîhî’nin Gül-i Sad-berg’i, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana 1994 [Basılmamı Doktora Tezi]. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 190; Latîfî 1990: 310-3, 2000: 498-500; Hasan Çelebi 1989: II/898-902; Beyânî 1997: 263-5; Âık Çelebi 1994: I/422-6; Riyâzî: 134a-134b; Kâtib Çelebi trhs.: I/814, II/1068; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/369; Nâil Tuman: II/955-6; emsettin Sâmî 1996: VI/4286; Müstakimzâde 1928: 566; Bursalı 1333: II/410; Fâik trhs.: 245-53; Eren 1976, 1976a; Mengi 1974, 1986, 1990; TYDK 1947: 87-8; Levend 1957: 17-8; Gölpınarlı 1954: 18, 78-9; Bayraktareviç 1977; Külekçi 1999: II/468-72; Köksal 2001: I/235-36; Gibb 1999: I-II/445-66; pekten 1988a: 285. Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 392; Hayyâmpûr 1368: II/660; Kartal 2000: 35. Kaynaklar: Latîfî 1990: 321-22, 2000: 501; Âık Çelebi 1994: II/429-33; Hasan Çelebi 1989: II/913-15; Beyânî 1997: 267; emsettin Sâmî 1996: VI/4329; Nâil Tuman: II/966; pekten 1988a: 294, 1996: 79. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 175-77; Âık Çelebi 1994: II/465-66; Hasan Çelebi 1989: II/991-92; Beyânî 1997: 294-95; Nâil Tuman: II/1062; emsettin Sâmî 1996: VI/4579; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/555; pekten 1988a: 321; Beyzadeolu 1994; Canım 1995: 101-2 * 698 699 700 701 702 423 423 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Nazmî: Edirneli olup asıl adı Mehmed’dir. Ahkâm katipliinden sonra sipahi olmutur. Sipahi olarak Yavuz’un ran ve Mısır seferlerine katılmıtır. 930/ 1523-24 yılına kadar yazılan nazireleri Mecma’u’n-nezâ’ir703 adıyla toplayıp kendi nazirelerini de eklemi ve Kânûnî’ye sunmutur. Vahid-i Tebrîzî’nin Risâle-i Arûz’undaki vezinlerden her biri için elif kafiyesinde birer gazel yazmı ve yeni bahirler icat etmitir. Ayrıca Türkçe Divan’ı704 vardır.705 Necmî-i Rûmî: Astronomi ilmiyle uramıtır. Latîfî iirlerinin kötü olmadıını söyler. Yavuz Selîm’e birkaç tane gazel sunmutur.706 Nehârî: Prizrenli olup âir Sa’yî’nin kardeidir. Tahsilini memleketinde yapmıtır. II. Bâyezîd ve Yavuz Sultân Selîm devri âirlerindendir. Kaynaklar vaktini gece gündüz ibadetle geçiren kendi hâlinde biri olduunu kaydetmektedir. Hattatlıı da olan Nehârî, Prizren’de kabiliyetli gençlere iir ve nesirde hocalık etmitir.707 Nerî: Bursalı olup asıl adı Mehmed’dir. Eitimini tamamladıktan sonra Bursa’da müderrislik yapmıtır. Sultân Bâyezîd devri sonlarına kadar Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı bir tarih yazmıtır. iirleri tanınmamıtır. Latîfî, halkın çounun Yavuz’a isnat ettii u beytin Nerî’ye ait olduunu kaydetmektedir: “Geçmek içün seyl-i ekümden hayâlün lekeri/Bir direklü iki gözlü köpridür kaum benüm.”708 Nihâlî: Bursalı olup asıl adı Cafer’dir. Medrese eitimini tamamladıktan sonra, Plevne ve stanbul’da müderrislik ve Galata kadılıı yapan Nihâlî, Murâd Paa Medresesi’nde çalımasından dolayı Muradiye Caferi lakabıyla tanınmıtır. Sehî Bey, Galata kadısı iken emekli olan âirin vezirler ve komutanlarla devamlı görüme içinde olduunu belirtmektedir. Galata kadılıı görevinde iken Yavuz’un meclisine de girme imkanına kavutuu kaynaklarda zikredilmektedir. Padiahla birlikte âh smâ’îl üzerine yapılan sefere de katılmıtır. 949/1542/43, Belî’e göre ise 950/1543/44 senesinde ölmütür. Sehî Bey iirde kendine has üslûbu olduunu söyledii için latife yollu yazdıı iirlerin Türkçe ’de deil, * * * 703 704 705 706 707 708 M. Fatih Köksal, Edirneli Nazmî Mecma’ü’n-nezâ’ir [nceleme-Tenkitli Metin], 3 Cilt, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2001 [Yayımlanmamı Doktora Tezi]. M. Fatih Köksal, “Orijinal Bir air: Edirneli Nazmî ve Dîvân’ına Yeni Bakılar”, Bilig, Sayı: 20, Ankara 2002, ss. 101-23. Kaynaklar: Latîfî 1990: 326-29, 2000: 535-38; Âık Çelebi 1994: II/468-70; Hasan Çelebi 1989: II/996-97; Beyânî 1997: 296-97; sen 1994: 279; Nâil Tuman: II/1067-68; Bursalı 1333: II/436; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/560; Kâtib Çelebi trhs.: I/817; emsettin Sâmî 1996: VI/4589; pekten, 1988a: 327; Canım 1995: 133-37; Atsız 1934; Avar 1998. Kaynaklar: Latîfî 1990: 337-38, 2000: 523; Nâil Tuman: II/1035. Kaynaklar: Latîfî 1990: 338, 2000: 540; Âık Çelebi 1994: 482-83; Hasan Çelebi 1989: II/1011-12; Beyânî 1997: 304; Kâtib Çelebi trhs.: I/818; sen 1994: 282; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/596; emsettin Sâmî 1996: VI/4624; Bursalı 1333: II/435; Nâil Tuman: II/1117; pekten 1988a: 333. Kaynaklar: Latîfî, 1990: 341-42, 2000: 527-28; Âık Çelebi, 1994, C. II: 464; sen, 1994: 182; emsettin Sâmî, 1996, C. VI: 4577; Bursalı, 1333, C. III: 150; Nâil Tuman, C. II: 1059; pekten, 1988: 336. 424 424 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Arap ve Fars dilinde bile benzeri görülmedii iddiasındadır. Latîfî ise iirlerini latife ve sanat dolu olduunu ve halk arasında mehur olduunu bildirir. Âık Çelebi de hicivde çok baarılı olduunu âirin baından geçen çeitli hikâyelerle birlikte aktarır.709 Nihânî (ö. 925/1519): Asıl adı Fâzıl’dır. Kuloullarından olup Arnavut asıllıdır. Mühtedi olduu için Nacak Nihânî lakabı takılmıtır. Hacı Hasanzâde’ye danimendlik yapmı ve ondan mülâzım olmutur. Hacı Hasan-zâde’nin yaptırdıı medresede müderrislik yaptı. stanbul’da Mustafa Paa Medresesi’nde müderris iken seyyidler ve eyhlerle dostluk kurup görevinden ayrılan Nihânî, 925/1519’da hacca gitmi ve Medine’de ölmütür. Divan’ı vardır. Sehî Bey, ehli ilm arasında mehur biri olduunu kaydeder. Kaside, tarih ve muammalarıyla tanınmıtır. Latîfî, onun Edirneli Nazmî’nin Mecma’u’n-nezâ’ir’inde geçen zemin iirinin avam tarafından Yavuz Selîm’e isnat edildiini belirtmektedir.710 Niânî (ö. 975/1567): Tosya’da domutur. Asıl adı Mustafa Çelebi olup Koca Niancı sanıyla tanınmıtır. Kadı Celâl’in oludur. lk tahsilini memleketinde yapmı, sonra stanbul’a giderek tahsilini orada tamamlamı ve devlet hizmetine girmitir. Özellikle “dîvânî” yazıdaki mahareti, mesleinde yükselmesine neden olmutur. Yavuz zamanında Pîrî Paa’ya; Kânûnî döneminde ise, Mısır’a atanan veziriazam brâhîm Paa’ya tezkireci oldu. Mısır’dan döndüünde Reisü’l-küttâb tayin edildi. Badat seferinde Kânûnî’ye niancı olmu, 24 sene bu görevde bulunduktan sonra kendi isteiyle emekliye ayrılmıtır. Sonra Kânûnî’nin Sigetvar seferine katılmı ve Tura-kelik vazifesinde bulunmutur. Daha sonra Eyüb’de ba, bahçe, cami ve hamam yaptırarak hayatını burada devam ettirdi. 965/1568’de vefat etti. Kabri Eyüb’dedir. Niânî’nin Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Kaynaklar iirlerini över ve inâda baarılı olduunu belirtir. Niânî’nin Tabakatü’l-memâlik fîDerecâti’l-mesâlik, Enîsü’s-selâtîn ve Celîsü’l-havâkîn ve Selîm-nâme isimli mensur eserleri vardır.711 Penâhî: Acem Nakkâ âh Kulu’nun mahlasıdır. Sultân Bâyezîd zamanında Tebrîz’den Amasya’ya gelerek ehzâde Ahmed’in maiyetine katılmıtır. Yavuz * * 709 710 711 * Kaynaklar: Köksal 2001: I/246-47; II/1043, III/1878, 2340, 2509-10, 2661, 2818-19; Latîfî 1980: 343-45, 2000: 540-41; Âık Çelebi 1994: II/483-96; Hasan Çelebi 1989: II/1015-17; Beyânî 1997: 305-6; sen 1994: 182-83; Mecdî 1989: 473-75; Belî 1998: 511-12; emsettin Sâmî 1996: VI/4624; Nâil Tuman: II/1118; pekten 1988a: 340, 1996: 74. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 181; Latîfî 1990: 345-47 2000: 541-42; Âık Çelebi 1994: II/497; Hasan Çelebi 1989: II/1017-19; Beyânî 1997: 308-9; sen 1994: 183; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/596; emsettin Sâmî 1996: IV/4624; Tuman: II/1120-21; pekten 1988a: 341, Köksal 2001: I/247, III/3010. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 79-81; Latîfî 1990: 354-5, 2000: 529-32; Ahdî 1996: 246-9; Âık Çelebi 1994: 461-4; Hasan Çelebi 1989: II/988-91; Beyânî 1997: 293-4; Riyâzî: 140b; Atâ’î 1989: II/1134; Kâtib Çelebi trhs.: II/1108, 1728; Bursalı 1333: III/37-9; emsettin Sâmî 1996: VI/4577; Nâil Tuman: II/1058-9; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/375; Müstakimzâde 1928: 525; Ahmed Rifat Efendi 1300: 83; Haskan 1993: I/75. 425 425 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Selîm’in cülusundan sonra stanbul’a geldi. Kânûnî devrinde nakkâ baı oldu. Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Ahdî iir kabiliyetinin iyi olduunu kaydetmektedir.712 Pîrî Paa (ö. 939/1532): Konya Karaman’da domutur. Hz. Ebû Bekir’in neslindendir. Örenim gördükten sonra Galata’ya kadı, Sultân Mehmed Camii’ne mütevelli, Sultân Bâyezîd’in hazine defterdarı olmutur. Yavuz Selîm’in daima yanında bulunmu, Çaldıran seferine katılmı ve bu seferde gösterdii yararlılıktan dolayı devlet idaresinde en yüksek mevkie kadar yükselerek vezirlik yapmıtır. Amasya’da yeniçeriler isyanında evi yamalanmı, stanbul’a dönüldüünde tahkikat sonunda vezirlikten azledilmi ve bir müddet Yedikule’de hapsedilmitir. Yavuz Selîm Mısır seferine çıkarken stanbul muhafızı tayin etmi ve bu sefer sırasında öldürülen Yûnus Paa yerine am’a davet edilerek sadrazam olmutur. iirlerinde atasözü ve deyimlere yer vermitir. âirlere büyük deer veren Pîrî Paa, mahlas olarak bazen Remzî bazen de adını kullanmıtır. Silivri’de namına mensup camii haziresinde metfundur. Yavuz gibi sertlii ile tanınmı bir padiaha iki yıl veziriazamlık etmesi olgunluu ve dirayetine delil sayılır.713 Refîkî: Fâ’izî’ye göre Edirneli, dier kaynaklara göre Amasyalıdır. Yazısının güzelliinden dolayı ilim tahsilini tamamlayıp katiplie balamıtır. II. Bâyezîd ve Yavuz dönemlerinde divan katiplii yapan Refîkî, devlet adamlarından rabet gören biri iken yalanınca tevliyetle görevlendirildi. Aynı zamanda hattat olan âir, 939/1533/34 tarihinde Edirne’de dârü’l-hadîs tevliyetindeyken ölmütür. Latîfî çok sayıda kaside, kıt’a ve rubaisinin bulunduunu söylemektedir. Tezkirelerde özellikle bir terci-bendi çok övülmütür.714 Revânî: Edirneli olup asıl adı lyâs ücâ’dır. II. Bâyezîd devrinde Edirne’den stanbul’a gelen âir, iiriyle padiahın dikkatini çekerek meclislerinde bulunmaya balamıtır. Bu dönemde surre eminliine getirilmi, ancak zimmetine para geçirdii iddiasıyla bu görevden alınınca Trabzon’da ehzade olan Selim’e sıınmıtır. stanbul’a Yavuz Selîm’le beraber gelmi ve Yenibahçe’de ota kurulduunda Müeyyed-zâde ve Abdî Çelebi’nin yanında at üzerinde hararetle Padiahı medh ü sena etmi, sevincinden boynundaki tülbendi çıkarıp havaya atmıtır. Yavuz’un cülusundan sonra ikbali açılan âir, matbah kâtibi, matbah * 712 713 714 * Kaynaklar: Ahdî 1996: 340-1; Âık Çelebi 1994: I/199-201; Nail Tuman: I/119; Köksal 2001: I: 251. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 62-63; Latîfî 1990: 369-70, 2000: 276-77; Âık Çelebi 1994: II/773; Hasan Çelebi 1989: I/417-19; Beyânî 1997: 104-5; Atâ’î 1989: 103; emsettin Sâmî 1996: II/1585, III/2299; Mehmed Süreyyâ 1311: II: 43; Bursalı 1333: II/111; Nâil Tuman: I/372; pekten 1988: 359, 1996: 66-67; Turan 1997. Kaynaklar: Köksal 2001: I/253, III/3011; Sehî Bey 1980: 191; Latîfî 1990: 367-69, 2000: 274-76; Âık Çelebi 1994: II/770-73; Hasan Çelebi 1989: I/412-13; Beyânî 1997: 103; Kâtib Çelebi, trhs.: I/790; Müstakimzâde 1928: 205, Mehmed Süreyyâ 1311: II/413; Nâil Tuman: I/371; pekten 1988a: 377. 426 426 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A emini ve Surre emini olmutur. Yavuz’un Mısır seferinde musahip olarak yanında bulunmu ve sunduu “berf” redifli bir kaside bu sıcak iklimde garip karılanıp Padiahın houna gitmeyince, aynı sefere itirak etmi olan Sücûdî bir beyit söylemi, Revânî de bu latifeye, o sıralarda ihtiyarlıktan beli iki kat olmu Sücûdî’nin bu halini telmîh ederek u cevabı vermitir: Yüzün tokun-maduk yir yok cihânda / Anunçün didiler sana Sücûdî. 930/1523-24 tarihinde stanbul’da ölmütür. çki müptelası olması tezkirelerde maceralarıyla birlikte anlatılan Revânî ömrünün sonuna doru tövbe etmi ve kendini ibadete vermitir. Tezkirelerde Divan715 ve ret-nâme716 adlı mesnevisinden bahsedilirken Osmanlı Müellifleri’nde Hamse’si ve Câmi’ü’n-nesâyih adlı bir eseri olduu ileri sürülmektedir. Tezkire yazarları, devrin birçok âiriyle müâarede bulunan Revânî’nin iirlerini ince, latif, esiz ve kusursuz bulmaktadırlar. Sehî Bey bazı âirlerin iirlerinin manalarını deitirerek kendi iirleri arasında gösterdii gerekçesiyle hırsızlıkla suçlandıını belirtmektedir. Sultân Selîm devrinin büyük âirlerinden sayılan Revânî, Padiah adına gül, serv, berf, benefe redifli kasideler yazmıtır.717 Sabâyî: Edirneli olup asıl adı Hayreddîn’dir. eyh Vefâ Hazretleri’nin hizmetinde bulunmutur. Kaynaklar, iir ve aruz bilgisinin çok olduunu kaydetmitir. Acem âirlerinin iirlerini incelemi, Deryâ-yı Ebrâr ve Niaburlu Kâtibî’nin ütür u Hücre adlı kasidesine nazire yazmıtır. Mürettep Türkçe divanı olan âirin, Koca Davud Paa’nın Bosna Beylerbeyiyken yaptıı kazaları anlatan 15.000 beyitlik bir manzumesi ile Üveysü’l-karânî hakkında Üveys-nâme’si vardır.718 Sa’dî Çelebi (ö. 922/1516): Amasyalıdır. Tâcî Bey’in olu, Niancı Cafer Çelebi’nin biraderidir. Tâcî-zâde sanıyla tanınmıtır. yi bir örenim görmü, özellikle iyi Arapça örenmitir. Tahsilini tamamladıktan sonra müderrislik yaptı. Sahn müderrisliine kadar yükselmi, oradan emekliye ayrılmıtır. Âık Çelebi’ye göre Yavuz Selîm’le katıldıı Mısır seferinde ölmütür. Yavuz Selîm, Mısır sultanı Kansu Gavri’ye bir mektup göndermek gerektiinde “imdi Cafer Çelebi sa olsaydı bu mektubu yazardı” demi, etrafındakiler “Kardei Sahn müderrisi Sa’dî Çelebi’nin de inası iyidir” diyerek Sa’dî Çelebi’yi tavsiye etmilerdir. Bunun üzerine çavu gönderilip Saray’a çarılan Sa’dî Çelebi öldürüleceini * * 715 716 717 718 Samiye nceolu, Revânî Dîvânı’nın Edisyon Kritik ve Transkripsiyonu, stanbul 1961 [Bitirme Tezi]. Rıdvan Canım, Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve retnâme, Akça Yayınları, Ankara 1998. Kaynaklar: Köksal 2001: I/254-55, III/3011-12; Sehî Bey 1980: 148-49; Latîfî 1990: 372-76, 2000: 278-81; Âık Çelebi 1994: II/776-81; Hasan Çelebi 1989: I/419-23; Beyânî 1997: 105-7; sen 1994: 176-77; Kâtib Çelebi, trhs.: I/790; Müstakimzâde 1928: 560; Mehmed Süreyyâ 1311: II/420; emsettin Sâmî 1996: 2306; Bursalı 1333: II/180; Nâil Tuman: I/377-78; Gibb 1999: I-II/502-20; Canım 1995: 91-99; pekten 1988a: 384, 1996: 69-70; entürk 1999: 161-67. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 135-6; Latîfî 1990: 385-6; sen 1994: 180; Hasan Çelebi 1989: II/554-5; Beyânî 2997: 148-9; Kâtib Çelebi trhs.: I/796; Bursalı 1333: II/278; Nâil Tuman: II/541; emsettin Sâmî 1996: IV/2935; pekten 1988a: 398; Levend 1956: 22. * 427 427 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL sanarak ailesi ve dostları ile helalleip Padiahın huzuruna çıkmıtır. Kendisinden bir mektup yazması istendiinde, evine dönüp sabaha kadar çalıarak mektubu yazmıtır. Arapça inasını pek beenen Padiah otuz bin akçe ihsan ettii gibi maaına zam ve aır hediyeler vermek suretiyle Cafer Çelebi’nin ölümünden duyduu üzüntüyü biraz olsun gidermek istemitir. Arapça, Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Kaynaklar özellikle Arapça iirlerinin çok güzel olduunu, Türkçe iirlerinin ise mehur olmadıını kaydederler. Arapça birçok risale yazmıtır. nâda da yetenei vardır. Beyânî, kardei Cafer Çelebi’nin inâsının halkın houna gittiini, ancak Sa’dî’ninkinin ustaca olduunu, bilginlerin takdirini kazandıını söyler.719 Sâgarî (ö. 927/1520): Edirneli olup asıl adı Mustafa’dır. Kazzaz Ali sanıyla tanınmıtır. Aırı içki dükünlüünden dolayı bu mahlası almıtır. Dönemin büyük musiki ustalarından olup, hem çalmada, hem de söylemede çok yetenekliydi. Uzun bir ömür sürmü ve yaı doksanın üzerindeyken Kânûnî dönemi balarında ölmütür. iiri ve musikideki ustalıı sebebiyle Yavuz’un takdirini kazanıp meclislerine girmi, saz çalmı iir söylemitir. iirlerinin çou hezel tarzındadır. Bunları toplayarak divan tertip etmitir. Mezar taına yazılacak iirini de hazırlamıtır.720 Sâ’ilî: Cüveynlidir. Dervi olup az konuan biridir. iir ve telifatı çoktur. Kazvînî Mecâlisü’n-nefâ’is tercümesinde, Anadolu ’da olduunu ve kâtipler zümresi arasında yer aldıını kaydetmektedir. Zamanının çounu kendi iirleri ile eserlerini yazarak geçirmitir. Bostân ve Gülistân’a cevap yazmıtır. Hiciv de söylemitir. Ömrünü oruç tutarak geçirmi, hayvan eti yememi, sultanın kitabet ulufesiyle geçimini salamıtır. rticalen iir söylemitir.721 Sa’yî: Latîfî’ye göre, stanbul’da; Hasan Çelebi, Beyânî, Âlî ve Riyâzî’ye göre Prizren’de domutur. Molla Hamdî’nin kız kardeinin olu, âir Nehârî’nin kardeidir. Tahsilini tamamladıktan sonra, Fâtih Sultân Mehmed zamanında sarây-ı hümâyûn muallimi olmu, daha sonra Prizren’e giderek uzlete çekilmi ve Dülger-zâde’nin sohbetlerine katılmıtır. Bir gazelinin dönemin padiahı II. Bâyezîd tarafından beenilmesi üzerine saraya davet edilmi, fakat o bu daveti kabul etmemitir. Sehî Bey, Yavuz Selîm tahta geçince Sa’yî’yi saraydaki gılmanlara hoca yaptıını söylemektedir. Kaynaklarda, Yavuz Selîm dönemi sonlarında veya Kânûnî Sultân Süleymân dönemi balarında öldüü kayıtlıdır. iir ve inâsıyla tanınmıtır. Arapça , Farsça ve Türkçe iirleri vardır. * * * * 719 720 721 * * Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 99; Latîfî 1990: 390-1, 2000: 303; Âık Çelebi 1994: II/531-2; Hasan Çelebi 1989: I/462-4; Beyânî 1997: 121-2; Mecdî 1989: 337-38; Mehmed Süreyyâ 1311: III/25; emsettin Sâmî 1996: IV/2573; Bursalı 1333: I/263; Müstakimzâde 1928: 149; Nâil Tuman: I/42829; pekten 1988a: 405, 1996: 77-78. Kaynaklar: Latîfî 1990: 396-99, 2000: 291-95; Âık Çelebi 1994: 503-4; Hasan Çelebi 1989: I/44445; Beyânî 1997: 115-16; sen 1994: 225; Mehmed Süreyyâ 1311: III/3; emsettin Sâmî 1996: IV/2483; Nâil Tuman: I/403; Canım 1995: 82-85; pekten 1988a: 412-13, 1996: 75. Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 67, 241; 1961: 102; Hayyâmpûr 1368: I/437; Kartal 2000: 33. 428 428 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Kaynaklar âirliini ve iirlerini övmektedir. Camilerde okunan bir Ta’rîfât’ı ile gemicilik ıstılahı ile ilgili bir kasidesi vardır.722 Sedîd Tabîb-i Kazvînî: Kazvinlidir. Uzun müddet Edirne’de Hâssa-i Sultânî-i Osmânî’de tabiplik yapmıtır. “Hezzâl (zayıflık)” hastalıında uzman olup Farsça iirleri vardır.723 Sehî Bey: Asıl adı bilinmeyen âir, Anadolu sahasında yazılan ilk âirler tezkiresi Het-Behit724’in müellifidir. Edirneli olup âir Necâtî Bey’in damadıdır. Âlî, âirin devirme olduunu söylemektedir. ehzâde Mehmed’le birlikte Manisa’ya gitmi, ehzadenin ölümünden sonra stanbul’a dönerek divan katiplii yapmıtır. Kânûnî’nin tahta çıkması üzerine tevliyetle stanbul’dan Edirne’ye gönderilmitir. Edirne’de Dârülhadis mütevellisi olan âir, bu görevindeyken 945/1538-40’ta Het-Behit adını verdii âirler tezkiresini padiaha sunmu, 1548’de Edirne’de ölmütür. âirin Het-Behit’ten baka Türkçe Dîvân725ı vardır. Sehi Bey, gerek devrinde gerekse sonra alâka ve takdir uyandırmamıtır.726 Sultân Bedîuzzamân: Hüseyin Baykara’nın oludur. Babasının vefatından sonra kardei Muzaffer ile mütereken tahta çıkmıtır. Kardeinin vefatından sonra Özbeklerin hücumu üzerine âh smâ’îl’e iltica etmi ve Tebriz sarayında yaamaya balamıtır. Zamanının seçkini, güzel ahlâkta esiz, kemal sahibi, bezm ve rezmin bî-naziri, cömertlikte ise Hâtem-i Tâyî gibi biridir. Yavuz, Sultân Bediuzzaman Mîrzâ’yı Tebriz’den stanbul’a getirmitir. Güzel iirleri olan Bediuzzaman Mîrzâ, bugün Herat tahtının kendisine miras kalacaı ümidiyle yaamı, ancak tam umuduna kavuacakken stanbul’da vebadan ölmü ve Eyüb’e defnedilmitir.727 Sun’î: Asıl adı Mustafa’dır. skender Paa’nın oludur. Beyler arasında skender Paa olu Mustafa Bey lakabıyla tanınmıtır. Yavuz Selîm Çaldıran * * * 722 723 724 725 726 727 Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 151-2; Latîfî 1990: 402-3; sen 1994: 178; Hasan Çelebi 1989: I/474-5; Beyânî 1997: 125; Riyâzî: 85b-86a; Mehmed Süreyyâ 1311: III/50; emsettin Sâmî 1996: IV/2570; Nâil Tuman: I: 441-41; pekten 1988a: 428-9; Fâik trhs.: 259-60. Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 381; Hayyâmpûr 1368: I/443-4; Kartal 2000: 35. Sehî Bey, Tezkire “Het-Behit”, (Hzr. Mustafa sen), Tercüman 1001 Temel Eser: 152, stanbul 1980; Günay Kut, Het-Behit The Tezkire by Sehî Beg, Harward 1978. Paris, Biblioteque Nationale, Suppl.360; Kut, Günay Kut, “Sehi Divanı”, Çevren, Yıl: VI, Sayı: 20, Aralık, 1978, ss. 23-43. Kaynaklar: Köksal 2001: I/264-65, III/3013; Latîfî 1990: 407-8, 2000: 314; Âık Çelebi 1994: II/55052; Hasan Çelebi 1989: I/493-95; Beyânî 1997: 131-32; Kâtib Çelebi trhs.: I/793; sen 1994: 179, 1997; Mehmed Süreyyâ 1311: III/115; emsettin Sâmî 1996: IV/2706; Bursalı 1333: II/225; Nâil Tuman: I/458; Mehmed Hâlid 1339; Babinger 1934; Kut 1984; Gövsa trhs.: 347; Akün 1980; BTK 1986: IV/152-8; Canım 1995: 127-30. Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 127-8, 315-6; 1961: 203-4; Dânimend 1948: II/15. 429 429 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL savaındaki kahramanlıını ve yiitliini görüp kendisini Trablus sancaına bey olarak atamıtır. Latîfî, iirlerinin iyi olmadıını söyler.728 Sûzî: Üsküp yakınındaki Prizren kasabasında domutur. Örenimini yarım bıraktıktan sonra Nakibendî tarikatına girmitir. Mihal oullarından Ali ve Mehmed Bey’lerin hizmetinde bulunmutur. Bir ara kadılık yaptı. Sûzî Mehmed Bey’in yanından memleketi Prizren’e döndükten sonra, lyas Hoca mahallesinde, Bistritza suyu kenarında bir mescit ile bir dersane yaptırmı, ölümüne kadar kendi mescidinde imamlık ve müezzinlik, dersanesinde de öretmenlik yapmıtır. âir, Yavuz tarafından 1512-1520 tarihli “temlik-name” ile kendisine verilen Prizren yakınlarındaki Grajdanik çiftliini, mescit ile dersanenin idaresi için vakfetmitir. “Vakfiye” 919/1513 tarihinde yazıldıına göre, âir bu tarihten önce Mehmed Bey’in yanından ayrılmı demektir. iirleri lirik ve temizdir. Mihal olu Ali Bey’in Bosna uçlarındaki gazalarını729 nazmetmitir. 730 Sücûdî: Latîfî’ye göre Pritineli, dier kaynaklarca Kalkandelenlidir. Pîrî Paa ve Cafer Çelebi tarafından yetitirilmi, divan kâtibi, sonra silahdar kâtibi olmutur. Rind-mereb, derya-dil bir kimse idi. Çok içki içtiinden dolayı kendisine Sucu iti derlermi. Yavuz Selîm Mısır seferine çıkarken fetihlerini yazmak üzere Sücûdî Ve Tâli’î’yi de beraberinde götürmütür. Sefer sırasında Revânî’nin sunduu “berf” kasidesinin hoa gitmemesi üzerine u beyti söylemitir: Sovuk sözlerle tondurdun cihânı / Bauna tolular yagsun Revânî. shak Çelebi’nin Selîm-nâme’sine zeyl olarak, Mısır fethine kadar yazdıı Selîmnâme’si Padiah tarafından beenilmemitir. Kânûnî devri ortalarında hacca giderken yolda ölmütür. Latîfî iirde pek yetenekli olmadıını ve “kendi hâlince” nesri bulunduunu söylerken, Sehî Bey ve Âlî iirini övmekte ve çok sayıda gazele sahip olduunu bildirmektedir.731 Sürûri-i Acem: Sürûrî-i arkî veya Acem Sürûrî diye anılır. ran’dan Anadolu’ya gelen âirlerdendir. Latîfî onun için bazılarının aslında Anadolulu olduunu söylediklerini kaydetmektedir. Anadolu’ya bir mansıp elde edebilmek ümidiyle gelmesine ramen buna kavuamamı ve ömrünü seyahatlerle * * 728 729 Kaynaklar: Latîfî 1990: 415-16, 2000: 560-61; Hasan Çelebi 1989: I/568-69; sen 181; pekten 1988a: 455. Agâh Sırrı Levend, Gazavât-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey’in Gazavât-nâme’si, Türk Tarih Kurumu Yayınalrından/XI. Seri, No. 8, Ankara 1956, ss. 179-361. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 194-95; Latîfî 1990: 421-25, 2000: 311-14; Âık Çelebi 1994: II/548-50; Hasan Çelebi 1989: I/491-93; Beyânî 1997: 130-31; sen 1994: 178-79; Nâil Tumân: I/457; Bursalı 1333: II/231; Mehmed Süreyyâ 1311: III/114; emsettin Sâmî 1996: IV/2684; pekten 1988a: 45657; entürk 2002: 112-16. Kaynaklar: Köksal 2001: I/270-71, III/3014; Sehî Bey 1980: 192; Latîfî 1990: 420-21, 2000: 29697; Âık Çelebi 1994: II/507-8; Hasan Çelebi 1989: I/449-50; sen 1994: 177-78; Mehmed Süreyyâ 1311: III/9; emsettin Sâmî 1996: IV/2538; Nâil Tuman: I/415; pekten 1988a: 457, 1996: 70-71; Babinger 1992: 61-62; entürk 2002: 112-16. * 730 731 430 430 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN geçirmitir. Yavuz devrinde âh smâ’îl’in yanında iken ölmütür. Muhayyel iirleri vardır. Özellikle gazelde esizdir. Âlî iirlerinin beenildiini ve çok sayıda lügaz yazdıını bildirmektedir.732 âh Çelebi (ö. 929/1522): Bursa’da domutur. Fenârî-zâde Alâüddîn Ali Çelebi’nin olu, Muhyiddîn Çelebi’nin büyük kardeidir. Yavuz ve Kânûnî dönemlerinde kazaskerlik yapmıtır. Sehî Bey iirlerinin tatlı sözlerinin açık ve güzel olduunu kaydeder.733 âh Kasım (ö. 949/1542): Tebrîz’de domutur. eyh Mahdûmî’nin oludur. Yavuz Sultân Selîm Tebrîz’e gittiinde, hocası Halîm Çelebi, eyh Mahdûmî’nin hizmetinde birkaç gün kalarak âh Kasım’la tanımı ve Padiaha da tanıtmıtır. Yavuz Selîm, âh Kasım’ı dönerken yanına alarak stanbul’a getirmitir. Meclislerine kabul edip, iltifatını göstermi ve daima yanında gezdirmitir. Edirne’de bir mecliste padiahın emri ile bazı ayetleri tefsir edince, çok memnun kalan Sultân Selîm, Kasım’a 40 akçe ukufe balamıtır. Kânûnî Sultân Süleymân devrinde de himaye görmü ve itibarı daha da artarak ulufesi 100 akçeye çıkarılmıtır. Kânûnî döneminde ölmütür. Ölüm tarihi Sicill-i Osmânî’de 945/1538-39, Âık Çelebi’de 946/1539-40, Ahvâl u Âsâr-ı Honuvîsân ve Dânimendân-i Âzerbaycan’da ise 948/1541-42 olarak gösterilmitir. Farsça ve Türkçe iirleri vardır. iirlerinin çou Farsça’dır. Çok az Türkçe iir söylemitir. Kânûnî’nin ekali üzerine mensur bir eser yazmaya balamı, ancak bitirememitir. Ayrıca yarım kalmı bir Osmanlı tarihi vardır.734 âh Mehmed (ö. 926/1520): Kazvin’de domutur. Celâleddîn Devvânî’nin örencisi oldu. Özellikle tıp alanında mehur oldu. Medine’ye gitmi, orada yazdıı tıpla ilgili bir kitabı Sultân II. Bâyezîd’e göndermitir. Daha sonra Mısır’a gitmi ve orada Kansu Gavri’nin hizmetinde bulundu. Sultân II. Bâyezîd’in nikris hastalıını tedavi için daveti üzerine stanbul’a gelmi, sarayda büyük itibar görmütür. Bunu çekemeyenlerin, “Sultân Selîm ile ittifak etmitir.” diye nifak etmeleri üzerine itibarını kaybetti, ancak Yavuz Sultân Selîm devrinde yeniden himaye görmütür. Onun ölümünden hemen sonra vefat etmitir. Hekimlii yanında tefsir ve hadiste ve edebî ilimlerde üstat olan ah Mehmed, Yavuz Selîm’in meclislerine ve sohbetlerine girmi, padiahın musahip ve nedimlerinden olmutur. Sultân Selîm’in son zamanlarında Mısır’a gitmi, Padiahın hastalıını duyunca, iyileecei umuduyla stanbul’a bir mektup göndermitir. Farsça iirleri vardır. Ayrıca Yavuz’un emriyle Ali îr Nevâyî’nin * * * 732 733 734 Kaynaklar: Latîfî 1990: 425-27, 2000: 300-1; Âık Çelebi 1994: 520-21; Hasan Çelebi 1989: I/456-57; sen 1994: 178; Kâtib Çelebi trhs.: I/792; Mehmed Süreyyâ 1311: III/12; emsettin Sâmî 1996: IV/2558; Nâil Tuman: I: 419-20; pekten 1988a: 461; Kurnaz 1997: 68-69, 1999: 57-59; Köksal 2001: I/271, III: 3014. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 70-71; Belî 1998: 248-49; pekten 1988a: 461. Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/791-4; Mecdî 1989: 454-5; Mehmed Süreyyâ 1311: III/132; Nâil Tuman: II/478; Kurnaz 1997: 86, 1999: 85; pekten 1988: 463-4; Terbiyet 1314: 188-9; Beyânî 1363: I-II/289-90. 431 431 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL Mecâlisü’n-nefâis735’ini, daha sonraki bazı âirleri de ekleyerek Farsça’ya çevirmitir.736 âhî: smâ’îl-i Erdebilî’nin mürididir. Yavuz Sultân Selîm zamanında Anadolu ’ya gelmitir. âhî-i arkî diye tanınmıtır. Dönemin ünlü âirlerindendir. Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Türkçe iirleri Nevâyî tarzını andırır. Ayrıca Deryâ-yı Ebrâr’a nazire yazmıtır.737 ehdî: Antakya’da domutur. Helvacı olduu için bu mahlası almıtır. Yavuz Sultân Selîm dönemi sonlarında ölmütür. Latîfî iirlerini över.738 ehîdî: Niksar’da domutur. Asıl adı Kasım’dır. Hz. Peygamber neslinden olduu için Seyyid Kasım sanıyla tanınmıtır. yi bir tahsil görerek devrin âlim ve fazıllarından olmutur. Yavuz Sultân Selîm Trabzon’da ehzâde iken ona intisap etmi739 ve onun musahiplerinden olmutur. Saltanatı döneminde oldukça iltifat görmütür. Güzel iirleri bulunduunu söyleyen Sehî Bey, Farsça iir söylemeye de kadir olduunu bildirmektedir.740 emsî: Latîfî’ye göre Seferihisarlı, dier kaynaklara göre Acem’den Anadolu ’ya gelmitir. Iık ems sanıyla tanınmıtır. Yavuz döneminin sonlarında öldüü tahmin edilmektedir. Dîvân’ı ve Yavuz’a takdim ettii Dehmurg741 isimli mesnevisi vardır. Padiah eseri pek beenmi, hediye ve caizeler vermitir. Yavuz Selîm devri sonlarında ölmütür.742 emsî (ö. 926/1519): Bursalıdır. Kara emsî diye tanınmıtır. Yavuz Sultân Selîm Arap diyarına fetih için yürüdüü sırada Kefe kadısı idi. Döneminde iirleriyle tanınmıtır.743 emsuddîn-i Berda‘î: Mahlası Hamdî’dir. Halk arasında Mollâ-zâde ve Berda‘î-zâde diye mehurdur. erh-i Ìsâgocî’ye haiyesi olan Mevlânâ * * * * * * * 735 736 737 738 739 740 741 742 743 Mîr Nizâmeddîn Alî îr Nevâî, Mecâlisü’n-nefâis, (be-Sa’y u htimâm: Ali Asgar Hikmet), Tehrân 1323, ss. 179-409. Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/794-8; Hasan Çelebi 1989: I/511-3; Mecdî 1989: 341-2; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/109; Nail Tuman: II/913; emsettin Sâmî 1996: 1970; Kurnaz 1997: 71-2, 1999: 96-7; pekten 1988a: 464; Kurdolu 1967: 78-80; Taberî 1372: 352. Kaynaklar: Latîfî 1990: 427-8, 2000: 322-23; Hasan Çelebi 1989: I/513-4; emsettin Sâmî 1996: IV/2839; Nâil Tuman: II/480; Kurnaz 1997: 83-5, 1999: 59-60; Hayyâmpûr 1368: 492. Kaynaklar: Latîfî 1990: 433-34, 2000: 336-37; Hasan Çelebi 1989: I/527; emsettin Sâmî 1996: IV/2887; Nâil Tuman: II/511; pekten 1988a: 472. Mehmed Süreyyâ, Trabzon’da Kânûnî Sultân Süleyman’a intisap ettiini söyler. Bak. C. III, s. 181. Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 172-3; Âık Çelebi 1994: II/818; Hasan Çelebi 1989: I/529; Süreyyâ 1311: III/181; Nâil Tuman: II/516; emsettin Sâmî 1996: IV/2892; pekten 1988a: 472; Köksal 2001: I/275; III/3015. Hasan Aksoy, Dervi emseddin, Kuların Münazarası – Deh Murg-, stanbul 1998. Kaynaklar: Latîfî 1990: 441-42, 2000: 331-32; Âık Çelebi 1994: II/806-7; Beyânî 1997: 137-38; Hasan Çelebi 1989: I/521; Nâil Tuman: II/501; emsettin Sâmî 1996: IV/2873; Mehmed Süreyyâ 1311: III/170; pekten 1988a: 475-76. Kaynaklar: Latîfî 1990: 438, 2000: 329; Hasan Çelebi 1989 II/520; Beyânî 1997: 138; sen 1994: 180; Belî 1998: 478; Nâil Tuman: II/497-98; emsettin Sâmî 1996: IV/2873; Mehmed Süreyyâ 1311: III/162; pekten 1988a: 476. 432 432 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Muhammed-i Berda‘î’nin oullarındandır. Mollâ-zâde, fazilet ve çeitli ilimlere mâlik bir kiiydi. Tefsîr-i Kâdî, erh-i Hidâye, Hikmet, Mîrek Cengi ve Âdâb-ı Bahs-i Mes‘ûdî gibi mehur eserlere hâiye yazmıtır. 917/1511-12 tarihinde Horasan ’dan Anadolu ’ya gelmitir. Yavuz Selîm ona hürmet ve tazim göstererek Hâssa Olanlara muallim tayin etmi ve çeitli ihsanlarda bulunmutur. Farsça güzel ve ho iirleri vardır.744 evkî: Bursalı olup asıl adı Mehmed’dir. Yavuz Selîm Trabzon’da ehzade iken defterdarı Fenârî ems’in hizmetinde yetimi, bu münasebetle Yavuz’un dikkatini çekmi ve himayesini kazanmıtır. Bir zaman ehzadenin yakınında kalan ve edebî harekete itirak eden âirlerle beraber olan evkî, sonra yine onun himayesi ile Bursa’da Sultân Osman ve Orhan türbelerine türbedar tayin edilmitir. Yavuz cülusundan birkaç ay sonra Bursa’ya geldiinde kalabalık arasında evkî’yi görmü ve yanındaki Zeynel Paa’ya “bu bizim evki deil mi?” diye sormu, Paa’nın “hayır deildir, o ölmütür” cevabını alınca atını mahmuzlayıp yürümütür. evkî bu hadiseyi daima anlatırmı. Yavuz’un cülusundan sonra, himayesinden uzak kalmıtır. evkî’nin Bursa’da bir sahaf dükkanı varmı. Firdevsî’nin Süleymân-nâme’sini kısaltmaya uraarak ömrünü tüketmi ve eseri meydana çıkaramadan ölmütür. evkî, Emîr Sultân menkıbelerini derlemitir.745 eyh Abdullâh-ı ebusterî: Gülen-i Râz müellifi eyh Mahmûd-ı ebusterî’nin oludur. iirlerinde Niyâzî mahlasını kullanmıtır. Her ilimde, özellikle riyazette maharet sahibiydi. 926/1520 yılında Semerkand’dan Anadolu ’ya gelmitir. Yavuz Selîm ona hürmet ve tazim gösterirmitir. Kendisine her gün için 30 akçe ulufe balanmı, ayrıca her iki veya üç ay için de 5000 akçe ihsan edilmitir. eyh Abdullâh-ı ebusterî, devamlı Yavuz Selîm’in önünde gidermi. Padiah ona hürmet eder, huzurunda ayaa kalkarmı. em‘ u Pervâne746 isimli mesnevîsi ile muammanın kaideleri ile ilgili risalesini Sultân Selîm adına yazmıtır. Güzel ve ho iirleri vardır.747 îrî: stanbullu olup asıl adı Ali’dir. Sadrazam Hersek-zâde Ahmed Paa’nın oludur. Yavuz Selîm’in sancak verdii gözde yiitlerden biriydi. Âık Çelebi bizzat padiahın himayesinde yetitirildiini kaydetmektedir. Kânûnî devrinde kapıcıbaılıktan sancakbeyliine terfi etmi, bu makamda iken genç yata * * * * 744 Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 370-77; Kartal 2000: 35. Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/816-17; Hasan Çelebi 1989: II/537-38; Beli 1998: 478-79; Mehmed Süreyyâ 1311: III/172; emsettin Sami 1996: IV/288; Bursalı 1333: III/72; Nâil Tuman: II/508; pekten 1988a: 480, 1996: 209. 746 Mehmet Kanar, Fehmî ve ebisterî’den em ve Pervane, nsan Yayınları: 106, rfan Dizisi: 1, stanbul 1995. 747 Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 366-69; Deyhîm 1367: I/537-39; Terbiyet 1314: 266-67; Hayyâmpûr 1368: II/620; Kartal 2000: 35. 745 433 433 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL yakalandıı bir hastalık neticesinde ölmütür. Sehî Bey, mesnevi üzerinde çok çalıtıını bildirmektedir.748 ükrî: Bitlis’te domutur. Tahsilini tamamladıktan sonra kadılık, müftülük ve müderrislik görevlerinde bulundu. Herat ve Gilan gibi iki büyük Asya kültür merkezini gezmi ve birçok ilimle megul olmutur. Yavuz tahta geçince stanbul’a gelerek ona bir kaside sunmu ve iltifatını kazanmıtır. Selîm’in meclislerine girerek onun sohbetlerinde bulunmutur. Padiah tarafından Diyarbakır havalisinde bir zeamet ile mükafatlandırılmıtır. ükrî, Yavuz Selîm’in yanında seferlere katılan ve Dulkadır Türkmen Beylii’ne tayin edilen ehsüvarolu Ali Bey’in anlattıklarına göre bir Selîm-nâme yazmıtır. Ali Bey’in ölümü üzerine, yerine geçen Koçi bin Halîl, uzun yıllar Yavuz Selîm’in yanında bulunduunu ve eserin birçok tarihî yanlılıklarla dolu olduunu söyleyince, ükrî Selîm-nâme’749yi yeni batan Koçi Bey’in anlattıklarına göre yazmıtır. ükrî, Türkçe , Farsça , Ermenice , Arapça , Kürtçe ve Hindçe’yi bilip onlarla iir söylemitir. Onun hakkında bilgi veren kaynakların çou onun iirdeki baarısını takdirle karılamılardır.750 Tâli’î: Asıl adı Mehmed’dir. Âık Çelebi’ye göre Manisalı, dier kaynaklara göre Kastamonuludur. Eitimini tamamladıktan sonra ehzade Mahmûd’un divan katipliini yapmı, Yavuz döneminde yeniçeri katibi olmutur. Yavuz döneminde bu görevde iken ölmütür. Mezarı stanbul’dadır. Yavuz’a sunduu iirlerle takdirini kazanan âir, Sücûdî ile birlikte Mısır seferi tarihini yazmaa memur edilmitir. Sık sık Sultanın meclislerine katılmı, sohbetlerde bulunmutur. Fakat manzum ve mensur olarak yazdıı tarih Padiah tarafından beenilmemitir. Ayrıca huzurunda azından kaçırdıı garip sözler yüzünden Padiahı gücendirmi ve bundan sonra boynunun vurulmasından endie edip, türlü özürlerle meclislerinden kaçar olmutur. ehzade Mahmûd’un yanındayken Necâtî, Sun’î gibi Edirneli âirlerle tanımı, onlarla karılıklı iirler yazmı, Necâtî’den de son derece etkilenmitir. Gazelleri hakkında bütün tezkire yazarlara ittifak hâlinde övücü sözler kullanmılardır. Özellikle Latîfî “Türkçe söyleyen âirler arasında Necâtî’ye benzer bir âir varsa o da budur” diyerek onu özel bir yere koyar. O da Necâtî gibi iirlerinde atasözlerine yer vermitir. Yalnız Âık Çelebi, Sücûdî ile * * * * * 748 749 750 Kaynaklar: Köksal 2001: I/278-79, II/497-98, 809; Sehî Bey 1980: 84; Latîfî 1990: 452-53, 2001: 345-47; Âık Çelebi 1994: 825-27; Hasan Çelebi 1989: I/539-40; Beyânî 1997: 144; emsettin Sâmî 1996: IV/2898; Nâil Tuman: II/525; pekten 1988a: 489. Mustafa Argunah, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, Erciyes Üniversitesi Yayınları No: 100, Kayseri 1997. Ahmet Uur– Mustafa Çuhadar – Ahmet Gül, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, sis Yayınları, stanbul 1995. Kaynaklar: Latîfî 1990: 456, 2000: 325-27; Hasan Çelebi 1989: I/519; sen 1994: 233-5; Âık Çelebi 1994: II/802-6; Nâil Tuman: II/494; Mehmed Süreyyâ 1311: III/155; Bursalı 1333: III/72; emsettin Sâmî 1996: IV/2864; Babinger 1992: 58-9; Erünsal 1984: 9; Argunah, 1986, 1988, 1994; Uur 1981; BTK 1986: III/286-8. 434 434 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN beraber bir Selîm-nâme yazma iine giritiini, ancak eserin berbatlıından bunu ortaya çıkarmadıını kaydetmektedir. Tâli’î’nin divanı vardır.751 Ulvî: Bursa’da domutur. Yeganoglu sanıyla tanınmıtır. Tahsilini tamamladıktan sonra müderris olmutur. Bursa’da müderris iken Yavuz döneminde ölmütür. Hasan Çelebi, örenimini yarıda bırakarak ömrünü ibadetle geçirdiini söyler. iirleri tasavvufî ve didaktiktir. Latîfî iirlerini över. Âık Çelebi ise iirlerinin tekellüf ve tasannudan uzak olduunu belirtir.752 Vahyî: znikli olup Vahyî-i Evvel diye anılmaktadır. Eitimini tamamladıktan sonra kadı olmutur. Âık Çelebi gençliinde Diyarbakır ve ran ’a gidip uzun müddet kaldıını hatta o yöre ive ve terimlerinin iirlerinde de görüldüünü bildirmektedir. Latîfî’ye göre Yavuz Selîm devri sonlarında ölmütür. Nasûhî’nin takvimine de kaynaklık eden mensur bir Takvîm’i vardır. Âık Çelebi bu Takvîm’den örnekleri tezkiresinde aktarmıtır. Latîfî’ye göre muhayyel iirleri vardır.753 Visâlî: Aydınlı olup asıl adı Îsâ’dır. II. Bâyezîd ve Yavuz zamanlarında Edirne’de saray hocalıı yapmı, bu görevindeyken ölmütür. âirler arasında adının Îsâ olmasından dolayı hristiyan ve sünnetsiz olduu da söylenmitir. Sade Türkçecilikten söz edilince ismi anılan üç âirden biri budur. Latîfî ve Hasan Çelebi Divan’ından baka mahbûbların isimlerinin her biri için alfabetik olarak söylenmi gazelleri olduunu söylemektedir. Edirneli Nazmî’nin Mecma’ü’nnezâ’ir’inde yer alan iirlerinden bir kısmını bu tür gazeller oluturmaktadır. Sehî Bey terbiye sınırlarını aan iirler yazan Visâlî’nin iirlerini tatsız ve can sıkıcı bulmaktadır. Ancak Sehî Bey de dahil olmak üzere tezkire yazarları âirin iir sanatını hakkıyla bildii ve bu yüzden dier âirlerin iirlerine teknik yönden türlü müdahalelerde bulunduundan bahsetmektedirler. Visâlî’nin Türkçe iirleri754 Ahmet Mermer tarafından yayımlanmıtır.755 Zamânî: Edirneli olup lakabı Kız Memi’dir. Kaynaklar genç yata Yavuz Selîm devri sonlarında vefat eden âirin iir söyleme konusunda büyük bir * * 751 752 753 754 755 Kaynaklar: Köksal 2001: I/280, III/3016; Sehî Bey 1980: 150; Latîfî 1990: 458-60; 2000: 372-74; Âık Çelebi 1994: I/320-22; Hasan Çelebi 1989: II/580-82; Beyânî 1997: 156-57; sen 1994: 181; Kâtib Çelebi, trhs.: I/798; Mehmed Süreyyâ 1311: III/241; Nâil Tuman: II/580-81; emsettin Sâmî 1996: IV/2989; pekten 1988a: 502, 1996: 72. Kaynaklar: Latîfî 1990: 467-68, 2000: 400-1; Âık Çelebi 1994: II/602-4; Hasan Çelebi 1989: II/691-92; Kâtib Çelebi trhs.: I/802; Mehmed Süreyyâ 1311: III/492; Bursalı 1333: II/304; emsettin Sâmî 1996: IV/3174; Nâil Tuman: II/700; pekten 1988a: 510. Kaynaklar: Köksal, 2001: I/282-83, II/533-34, III/1986, 2471-72; Latîfî 1990: 473, 2000: 561-62; Âık Çelebi 1994: 274-75; Nâil Tuman: II/1161; pekten 1988a: 518. Ahmet Mermer, “XV. Yüzyılda Yazılmı Bilinmeyen Bir Nazîre Mecmûası ve Aydınlı Visâlî’nin Bilinmeyen iirleri”, Millî Folklor, Cilt: 7, Yıl: 14, Sayı: 56, 2002, ss. 75-94. Kaynaklar: Köksal 2001: 284, III/3017; Sehî Bey 1980: 161-62; Latîfî 1990: 481-83, 2000: 562-63; Hasan Çelebi 1989: II/1040-41; sen 1994: 169; Kâtib Çelebi trhs.: I/819; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/608; emsettin Sâmî 1996: VI/4687; Nâil Tuman: II/1166; pekten 1988a: 530 435 435 YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI AHMET KARTAL yetenee sahip olduu kanaatinde birleirler. Latîfî Ahmed Paa’nın “ate” redifli gazeline en güzel nazireyi Zamânî’nin yazdıını kaydetmitir.756 Zâtî (876/1471-72 – 953/1546-47): Asıl adı bazı kaynaklarda Bahî, bazılarında Satılmı, Satı veya vaz olarak gösterilmektedir. Balıkesirli olup bir çizmeci esnafının oludur. Latîfî’nin “ömrünün bir kısmını sarf ve nahiv örenmeye sarf etti” sözlerinden, Âık Çelebi’nin biraz Farsça bildii, iirin ona Allah vergisi olduu yolundaki ifadelerinden de iyi bir tahsil görmedii anlaılan Zâtî, zeka ve kabiliyetiyle kendisini yetitirmesini bilmitir. Önceleri devlet büyüklerine, hatta yılda birkaç kere padiaha sunduu kasidelerle geçimini çok rahat bir ekilde salarken güçlü hamisi Ali Paa’nın öldürülmesi sonucu koruyucusuz kalmı ve yoksul dümütür. Saırlıı sebebiyle devlet kademelerinde görev verilmeyen Zâtî, ömrünün sonuna doru Bâyezîd Camii’nin avlusuna bir dükkân açarak remilcilik, muskacılık yapmı, 953/154647’de ölmütür. Yavuz Selîm döneminde âirlerin üstadı olarak öhretini korumutur. Yavuz’un cülusunda ona sunduu culusiyyesinin özellikle bir beytini beenen Padiah ihsan ve hediyelerde bulunduu gibi, Bursa’da bir köyde baılamıtır. Zâtî’nin sadece gazelleri 3 cilt hâlinde yeni Türk harfleriyle yayımlanan Dîvân757’ından baka yine yayımlanmı Letâ’if758’i vardır. Ayrıca tezkirelerin verdii bilgilere göre Hikâyet-i Ahmed ü Mahmûd, em’ ü Pervâne759, Hüsrev ü îrîn, Ferruh-nâne, Siyer-i Nebî ve Mevlid’i vardır. Türk Edebiyatının zirve âirlerinden biri olan Zâtî’ye eserlerinde en geni yeri veren tezkire yazarları onu hakkıyla övmülerdir.760 Zeynel Paa (ö. 934/1527): Yavuz Selîm’in vezirlerinden biri olup kâmil ve fazıl biriydi. Mahlasını Latîfî Zeynî, Hasan Çelebi ise Zeynelî olarak vermektedir. Yavuz’la birlikte seferlere katılmı, Anadolu beylerbeyi olarak Mercidabık muharebesinde ordunun sa tarafında bulunmutur. Kânûnî döneminde Kefe sancaına mutasarrıf olmu ve bu görevde iken ölmütür. Farsça bilgisi ile mehur * * * * 756 757 758 Kaynaklar: Latîfî 1990: 491, 2000: 287; Hasan Çelebi 1989: I/431-32; Mehmed Süreyyâ 1311: II/429; emsettin Sâmî 1996: IV/2420; Nâil Tuman: I/391; pekten 1988a: 542; Canım 1995: 79 Ali Nihad Tarlan, Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – I], stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, stanbul 1967; Ali Nihad Tarlan, Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – II], stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, stanbul 1970; Mehmed Çavuolu – M. Ali Tanyeri, Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – III], stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, stanbul 1987; Cokun Ak – Mehmet Akkaya (1993), Zâtî Divanından Seçme Gazeller, Balıkesir. Mehmed Çavuolu, “Zâtî’nin Letâ’if’i I”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XVIII, stanbul 1970, ss. 25-51; Mehmed Çavuolu, “Zâtî’nin Letâ’if’i II”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXII, stanbul 1977, ss. 143-61. Sadık Armutlu, Zâtî’nin em’ u Pervâne Mesnevîsi [nceleme-Metin], nönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Malatya 1998 [Yayımlanmamı Doktora Tezi]. Kaynaklar: Köksal 2001: I/288-89; Sehî Bey 1980: 187-88; Latîfî 2000: 262-67; Âık Çelebi 1994: II/888-906; Hasan Çelebi 1989: I/382-93; Beyânî 1997: 97-98; sen 1994: 215-18; Kâtib Çelebi trhs.: I/789; Mehmed Süreyyâ 1311: II/341; emsettin Sâmî 1996: III/2224; Bursalı 1333: II/176; Nâil Tuman: I/284-85; pekten 1988a: 546-47, 1996: 75-76; Muallim Nâcî 1986: 199-205; entürk 1999: 235-46. * 759 760 436 436 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN olan Zeynel Paa, ilimle ve âirle uramaktan zevk duyardı. Bundan dolayı âlim ve âirlerle sıkı münasebeti olmutur. Epeyce iirleri vardır. Farsça ve edebî bilgilerdeki kuvveti sebebiyle kimsenin iirini beenmez, hatalar bulurdu. Bir gün Sultân Selîm meclisinde yine bir iiri tenkit edince padiah “senin mahlasın Dahlî olsun diye latife etmitir. Sehî Bey ve Latîfî iirlerinin güzel olduunu kaydeder.761 “Yavuz Sultân Selîm Dönemi Edebiyatı”, Arayılar-nsan Bilimleri Aratırmaları-, yıl: 4, sy. 7-8, 2002, s. 105-52. 761 Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 64; Latîfî 1990: 498-97, 2000: 288; Hasan Çelebi 1989: I/434-35; Nâil Tuman: I/395; emsettin Sâmî 1996: IV/2449; Mehmed Süreyyâ 1311: II/436; pekten 1988a: 54950, 1996: 67-68. 437 437 TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI VE “TEZÂD” LE “TELMÎH” SANATLARINA ELETREL BR BAKI Duygu, düünce ve hayallerin okuyucuda heyecan, hayranlık ve estetik zevk uyandıracak ekilde sözle ifade edilmesi sanatına edebiyat denilmektedir (Okay 1994: 395). Çok eski zamanlardan beri, hem Dou’da hem batıda birer sanat mahsulü olarak kabul edilen bu tip eserlerin estetik bir deer taıdıkları görülmektedir. Edebîlik vasfı taıyan ve belli bir ölçüde güzellie dayanan eserler, dillere, kültür dairelerine, zaman ve devirlere göre, farklı ölçü ve kaideler göz önünde bulundurularak deerlendirilmeye tâbi tutulmutur. Özellikle edebiyatlar klâsikletikçe, yani zarifletikçe eserlere uygulanan ölçü ve kaidelerde çok ince ayrıntılara inilmi ve bu teferruat sıkı bir kayıt altına alınmıtır. te edebî eserlerin lafız, ekil ve mânâlarıyla alakalı olan bu ölçü ve kaidelerinin toplanması retorik de denilen belâgatı meydana getirmitir (Diriöz 2002: 255). Özellikle Klasik Türk edebiyatının slâmî bir edebiyat olmasından dolayı, Arap ve Fars edebiyatlarında müterek kullanılan belâgat, bizde de Tanzimat'a kadar geçerli tek ölçü olmutur. Hicret’in daha ilk asırlarından itibaren Kur'ân-ı Kerim'in bütün yönleriyle incelenmeye balandıı görülmektedir. Özellikle de Allah kelâmında (Kur’ân-ı Kerîm’de) bulunan kelimelerle mânâları arasındaki münasebetleri tespit önem kazanmıtır. Hatta Araplar, Cahiliye dönemlerinde bile kendi dillerine çok önem vermiler ve bu vesile ile baka milletlerden daha üstün olduklarına inanmılardı. Böylece Kur'ân-ı Kerim'in icazı ve mecazları üzerinde yapılan çalımalar neticesinde belâgat ilmi ortaya çıkmıtır. Bu ilmin temelini Câhiz (ö. 255/869), Kitâbu'l-beyân ve't-tebyîn adlı eseriyle atmıtır. Onu takiben bnü'l-mu'tezz (ö. 269/908), Kitâbu'l-bedî'; Ebu'l-hilâlü'l-askerî (ö. 395/1005), Kitâbü's-sınâ'ateyn; bnü Reîku'l-kayravânî (ö. 463/1070), El-umde; Ebû Bekr Abdü'l-kahiri'l-cürcânî (ö. 471/1078), Esrârü'l-belâga fi'l-me'ânî ve'lbeyân adlı eserleriyle tedricen bu ilmin dairesini geniletmilerdir. Bu çalımaların Farslar arasında da meyvesini vermeye baladıı görülmektedir. Nitekim sırasıyla, Muhammed bin Ömerü'r-râdüyânî'nin Kitâbu Tercümâni'lbelâga (507/1114'ten önce)'sı, emsüddîn Muhammed bin Kaysi'r-râzî'nin Kitâbu'l-mu'cem fî maayiri E'âri'l-acem (tlf. VII. Asrın baları), Reîdüddîn * * 438 438 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Vatvât (ö. 573/1177)'ın Hadâiku's-sihr fî Dakâ'iki'-i'r'i ve Kemâlüddîn Hüseyn bin Aliyi'l-vâ'iz-i Kâifî (ö. 910/1504)'nin Bedâyi'ü'l-efkâr fî Sanâyi'i'l-e'âr'ı, ran âir ve edipleri için birer kaynak olmutur. Bu alanda Araplar, Farslar ve Türkler arasında en çok öhreti Sirâcüddîn Ebî Ya'kûb Yûsuf bin Ebî Bekri'ssekkâkî (ö. 626/1229)'nin Arapça kaleme aldıı Miftâhu'l-ulûm'u kazanmıtır. Üç bölümden oluan bu eserde, aslında sarf, nahiv ve belâgattan bahsedilmektedir. Eserin tamamı veya bölümleri, asırlar boyu birçok Arap, Fars, Türk ve dier slâm âlimleri tarafından ya kısaltılmı ya da erh edilmitir (Diriöz 2002: 255-56). Meselâ bunlardan Hatîb-i Dımıkî de denilen Celâlüddîn Ebu'l-ma'âlî Muhammed bin Abdurrahmân bin Ömer bin Ahmed bin Muhammed El-Kazvînî (ö. 739/1338-39), el-Miftâh'ın üçüncü bölümünü Telhîsü'l-miftâh (Hatîb El-Kazvînî yty) adıyla muhtasar hâle getirmitir. Müellif eserinin giri kısmında bu konuda unları söylemektedir (Hatîb el-Kazvînî yty: 1): * * * (Bu alanda) deerli, büyük âlim Ebû Yakûb es-Sekkâkî'nin yazdıı Miftâhu'lulûm'un üçüncü kısmı -tertibi en güzel, yazılıı tam, temel kuralları toplama yönünden en zengini olduundan- belâgat alanında tasnif edilen mehur kitapların fayda bakımından en büyüü idi. Ancak o da fazlalıktan, gereksiz uzatmadan ve mulak ifadeden korunmu olmadıından kısaltılması mümkün, açıklama ve ayıklamaya da muhtaç olduundan o (üçüncü kısım)daki kaideleri ihtiva eden, (ispat için) kendisine ihtiyaç duyulan örnekleri ve ahit (beyit)leri de içeren özet bir kitap yazdım. O (özet kitaptaki) aratırma ve düzenlemedeki gayretimi de eksik etmedim. Bunu, onun tertibinden daha kolay anlaılır bir tertibe koydum. steklilerin çabuk elde etmesi ve kolay anlaması için lafzını aırı kısaltmaya da gitmedim. Bazı yazarların kitaplarında muttali olduum faydalı eyleri ve hiçbir kimsenin ifadesinde -kendisine açıkça ve iareten- bulmadıım ek bilgileri de buna ilâve ettim ve ona Telhîsu'l-miftâh adını verdim. Aslından daha çok beenilen bu eser, Sa'deddîn et-Taftazânî (ö. 793/1390) tarafından önce el-Mutavvel, daha sonra Muhtasaru'l-ma'ânî adıyla erh edilmitir (Hatîb el-Kazvînî yty: IV). Telhîsu'l-miftâh ile onun en iyi erhi olan el-Mutavvel, bizde Abdünnâfi Efendi ismiyle bilinen Adanalı ffet bin Mehmed (ö. 1308/1891) tarafından tercüme edilerek en-Nef'ü'l-mu'avvel fî Tercemeti'ttelhîs ve'l-mutavvel adıyla H. 1290 tarihinde yayımlanmıtır. Daha önce Gelibolulu Mustafa Surûrî’nin 956/1553 tarihinde kaleme aldıı Bahrü’l-ma’ârif (afak 1991), bizde edebiyat bilgileri veren ilk Türkçe çalımalardandır. Mevcut bilgilerimize göre bizde edebiyat bilgilerine ve belâgata dair yazılmı ilk kitap Diyarbakırlı Bardahî’nin eseridir (Bkz. Köksal 2003: 216). Alî b. Hüseyin Hüsâmeddîn Amasî'nin Risâletün mine'l-arûz ve Istılâhi'-i'r'inde bazı edebî terim ve sanatlara yer verilmitir (Cokun 2003). Müstakim-zâde ise Istılâhâtü’-i’riyye adlı risalesinde slâm akidesinde iir ve âirin konumu hakkında bilgi verdikten sonra aruz, îhâm, cinas, tecnis, tahmis, kafiye, kaside, takti, tercîbend gibi 59 edebî terimin tarifini yapmıtır (Tolasa 1986). Özellikle klasik * 439 439 TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI AHMET KARTAL dönemde âir ve sanatkarlarımız belâgat konusunda tamamen Arapça ve özellikle de Farsça kaynaklardan istifade etmilerdir. Ayrıca kendi aralarında devam eden anane, sohbet ve tenkidlerden de yararlandıkları bilinmektedir. Tanzimat döneminde ise, Arapça ve Farsça kaynakların yanında, Fransızca retorik kitaplarından da istifade edilerek yeni açılmı olan askerî - sivil mekteplerde okuyan örencilere güzel ve doru yazmanın, hitabetin yollarını öretmek amacıyla iir ve edebiyat sanatları üzerine bazı eserlerin yazıldıı görülmektedir. Kâimmakam Seyyid Süleymân Hüsnî (Süleymân Paa)'nin Mebâni'l-inâ (c. I-II, stanbul 1288)'sı, Ahmed Cevdet Paa'nın Belâgat-i Osmâniye (stanbul 1299)'si, Diyarbakırlı Sa'îd Paa 'nın Mîzânü'l-edeb (stanbul 1305)'i, Mehmed Celâl'in Osmanlı Edebiyâtı Numuneleri (stanbul 1312), Muallim Nâcî'nin Istılâhât-ı Edebiyye (stanbul 1314)'si, Menemenli-zâde Tâhir'in Osmanlı Edebiyâtı (stanbul 1315) bu tip eserlerden bazılarıdır. Bunlar arasında Manastırlı Mehmed Rifat'ın Mecâmi'ü'l-edeb (stanbul 1308) adlı on kitaptan oluan 3 ciltlik eserinin ayrı bir önemi vardır. Müellif her ne kadar yeni kaynaklardan da istifade ettiini ifade etse de, onun özellikle edebî sanatların tasnifinde hemen hemen El-Mutavvel, Hadâiku's-sihr gibi eski eserlerin sisteminden ayrılmadıı görülmektedir. Bu arada Recaizade Mahmud Ekrem, Ta'lîm-i Edebiyat (stanbul 1299) adlı kitabı ile edebî sanatlara farklı açıdan bakarak edebî sanatlarla insan düünce ve psikolojisi arasında bir ba kurmu, böylece Avrupaî Türk edebiyatının ruhuna uygun yeni bir yol takip etmitir. Süleymân Fehmî'nin Edebiyat (stanbul 1325) ve Reîd (H. Nâzım)'in Nazariyyât-ı Edebiyye (stanbul 1328) adlı eserleri Ta'lîm-i Edebiyat yolunda yazılmı olup özellikle belâgat yönünden Servet-i Fünun edebiyatını ideal gösteren yayımlardandır. Bu konuda ilmî deer taıyan eserlerden olan Edebî San'atlara Dair (stanbul 1932), Ali Nihad (Tarlan) tarafından hocası Ali Ekrem (Bolayır)’le yaptıı bir fikir münakaası neticesinde kaleme alınmıtır. Güzel sanatları insanların hayatî bir fonksiyonu sayan Tarlan, sanat hadisesini sinir sisteminin haz ve elem karısındaki çalıması sonunda uurda oluan dalgalanmalara balar. Bahsettii edebî sanatları da psikolojik mahiyetlerine göre tasnif eder. M. Kaya Bilgegil ise, Edebiyat Bilgi ve Teorileri I, Belâgat isimli çalımasında eski belâgati, bütünüyle ve kadrosuna dokunmadan, yeni bir tasnif ve yepyeni misallerle deerlendirmeye tabi tutmutur (bkz. Diriöz 2002). Bu çalımaların dıında son zamanlarda konu ile ilgili yapılmı baka çalımaların da bulunduunu burada belirtelim. Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaılacaı gibi, belâgat bizde her yönüyle aydınlatılmı bir konu deildir. Özellikle de, konunun hem aır oluu hem de ilk kaynaklarına gidebilmek için iyi ekilde Arapça ve Farsça bilmenin gerekliliinin, bunda etkili olduu görülmektedir. Yapılan çalımalar ise, ekseriyetle Türkçeye tercüme suretiyle oluturulmu ve verilen örnekler de yine çounlukla Arapça ve Farsça metinlerden seçilmitir. Bu da bizde yazılan belâgat kitaplarının önce Arapça ve Farsça, Tanzimat’tan sonra ise kısmen * * * * 440 440 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Fransızca eserlerden hareketle hazırlandıını göstermektedir. Maalesef bizim sanatkârlarımız tarafından kaleme alınmı metinlerden hareketle kısmen bir iki çalıma hariç (bkz. Bilgegil 1980; Saraç 2001) telif edilen dört baı mamur bir belâgat kitabı ortaya konulamamıtır. Bu da, konunun müphemlii noktasına etki eden bir unsur olarak kendisini göstermektedir. Yoksa her milletin edebiyatının iç dinamikleri vardır ve sanatkârlar bu dinamikler neticesinde yeni açılımlara ve kullanımlara doru temayül göstermilerdir. Nitekim yukarıda zikrettiimiz gibi, özellikle edebiyatlar klâsikletikçe, yani zarifletikçe eserlere uygulanan ölçü ve kaidelerde çok ince ayrıntılara inilmi ve bu teferruat sıkı bir kayıt altına alınmıtır. Bu noktada var olan sanatlara, yeni kullanım özelliklerinin eklendii de dikkat çekmektedir. Bu hususiyet açık bir ekilde bizim Klasik edebiyatımızda da kendisini göstermektedir. Ancak M. Fatih Köksal'ın dikkat çektii gibi, Türkçe basılmı belâgat kitaplarında tespit edilebilen ve bugün hepsi “edebî sanatlar” genel çerçevesi içinde deerlendirilen, ancak eskilerin kimisini “beyân”, kimisini bedî” grubuna dahil edecek kadar farklı telakki ettikleri bu sanatların sayısı ellinin üzerindedir. “Tebih”ten “isti’âre”ye, “tezâd”dan “itikak”a kadar bir çounun ne olup ne olmadıı konusunda edebiyat, özellikle de belâgat ilmiyle uraanlar farklı görüler ileri sürmülerdir. Aslında edebî bir metnin lâyıkıyla anlaılmasında son derece önemli olan edebî sanatlar üzerinde -özellikle son yıllarda- yapılan çalımaların konuyu aydınlatması ve net bir ekilde ortaya koyması bakımından yeterli olduunu söylemek güçtür. Bugüne kadar tespit edilebilen belâgat veya edebiyat nazariyesini konu edinen kırk civarındaki eski harfli Türkçe kitaptan ancak bir elin parmaklarını geçmeyecek kadarının yeni harflere çevrilmesi de bu durumu yansıtmaktadır. Bu eserlerin yeni harflerle yayımlanmasıyla birlikte, zikredilen ellinin üzerindeki sanatın bütün belâgat kitaplarımızda nasıl tarif edildii, ne tür örneklerle desteklendii ve tabiatıyla nasıl anlaıldıının mukayeseli olarak ilenmesi de ayrıca önem arz etmektedir (bkz. Köksal 2005a: 195). Böyle bir çalıma yapıldıktan sonra, bu edebî sanatların anlaılması mümkün olur. Daha sonra, getirilen tariflerin, getirildii sanatı tam olarak kapsayıp kapsamadıı, örneklerin o tariflere uygun olup olmadıı, ayrıca deerlendirmeye tabi tutulmalıdır. te biz bu düünceden hareketle “tezâd” ve “telmîh” sanatlarının eletirel bir bakı açısıyla yeniden ele alınması gerektiini düündük. Bunu yaparken de, bizim âir ve yazarlarımızın ortaya koydukları edebî metinleri kullanmayı uygun gördük. Sözü yerinde kullanma sanatı olan belâgatin konularını, “meânî, beyân ve bedî” olarak tasnif etmek hususunda edebiyat nazariyatçıları genellikle ittifak etmilerdir. Bugün “edebî sanatlar” adıyla andıımız, iirde kullanılan söz sanatları da, belâgatin üç temel kolundan beyân daha çok bedî'in sahasına girmektedir (Köksal 2005a: 195). Bunlardan “bedî”in sözlük anlamı “örneksiz ve modelsiz olarak bir eyi icat eden, örnei ve modeli olmadan yaratılmı olan” demektir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de “O, göklerin ve yerin esiz yaratıcısıdır.” * 441 441 TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI AHMET KARTAL (el-Bakara 2/117) mealindeki ayette yer alan “bedî’” bu mânâyı ifade etmektedir. Bir edebiyat terimi olarak “bedî’”, “edebî sanatlarla örülü ifadenin lâfız bakımından kusursuz, mânâ bakımından makul ve aynı zamanda bir âhenge sahip olmasının usul ve kaidelerini inceleyen ilim” demektir (Hacımüftüolu 1992: 320). Sözlükte “açık seçik olmak” ve “açıklamak” mânâlarına gelen “beyân” ise, terim olarak da sözlük anlamı ile paralellik gösteren bir muhtevaya sahiptir. Buna göre beyan, “mânâdaki kapalılıı giderip ona muhatabın anlayacaı biçimde açıklık kazandırmaktır.” (Dönmez 1992: 23). “Meânî” de, sözün duruma ve makama uygun oluuna denir. Sözün muhatapla alâkasını tespit eden meânî, gramer kaidelerini ihtiva eder. Edebî hüviyete sahip güzel bir söz, güzel bir dilbere benzer ve onun güzellii tabiîdir. te bunun güzelliini tekil eden ey meânî ve beyândır. Bu güzele süs nasıl yakıırsa, bedî de o vazifeyi görür. Meânî ve beyân salandıktan sonra, bedî’ de eklenirse daha güzel ve uygun olur. Yukarıda belirttiimiz gibi edebî sanatlar için çeitli tarifler ileri sürülmütür. Özellikle sosyal bilimlerde herhangi bir kavramı bir tarif içerisine girdirdiinizde, o tarifin dıında kalan hususları ister istemez o kavramın dıında bırakıyorsunuz. Bundan dolayı da her hangi bir kavrama getirilen tarifin, o kavramı bütün boyutlarıyla kapsaması ve zihinlerde hiçbir soru iaretine mahal bırakmaması yani eskilerin tabiriyle “ayârını mâni’, efrâdını câmi’” olması gerekmektedir. Ancak böyle yapıldıı zaman, hem o tarifle kavram örtütürülmü hem de zihinde herhangi bir soru iaretinin oluması engellenmi olur. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak; tebih sanatı konu ile ilgili kaynakların ekseriyetinde “zayıf olan bir eyin kuvvetli olan bir eye benzetilmesi” eklinde tarif edilmektedir. Tebih bu ekilde bir tarifle açıklandıı vakit, tebihin olabilme artı “zayıf bir eyin”, “kuvvetli bir eye” benzetilmesiyle sınırlandırılarak, sanki bunun dıında yapılan benzetmenin tebih olamayacaı gibi bir anlayıın olumasına sebep olunmaktadır. Oysa yukarıda belirttiimiz gibi herhangi bir kavrama getirilen tarifin, kavramı tamamıyla kapsaması ve dıarıda herhangi bir unsuru bırakmaması gerekmektedir. Yani, “kuvvetli bir varlık”, “zayıf bir varlıa” benzetilirse o zaman tebih sanatı olmaz mı?762 lla “bir varlık” “bir varlıa mı” benzetilmeli? Bir varlık birden çok varlıa, ya da birden çok varlık bir varlıa benzetilirse buna ne demek gerekecek. Yine benzetme yönünün tek olması mı gerekli, birden fazla benzetme yönü olamaz mı? Bu yapılan benzetme gerçek/birebir benzetme mi? Yoksa lafza ait bir benzetme mi? gibi sorular ister istemez zihinlerde olumaktadır. Nitekim bizim edebiyatımızda yer alan metinlere baktıımızda, 762 Meselâ, boyun uzunluu konusunda klâsik airin ideal örnei “serv”dir ve sevgili bu cihetle “güçlü olan “serv”e benzetilmitir. Ancak bunun tersi olursa, yani servi aacı sevgiliye tebih edilirse ne olacak? Nitekim bu hususla ilgili örnekler klâsik iirimizde çoktur. 442 442 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A yukarıda sorduumuz sorulara cevap olacak mahiyette örneklerle karılamaktayız. Burada da, tebih diye nitelendirdiimiz husus var, o zaman tebihe getirilen tarifte bu soruların cevaplarının olması gerekmez mi? te bu durum, bizim edebî metinlerimize yönelerek edebî sanatlara yeni bir bakı açısıyla bakıp yeni tarifler getirmemizi zorunlu hâle getirmektedir. Tezâd “Tezâd” sanatı, konu ile ilgili kaynakların ekseriyetinde, birbirinin zıttı olan kavramların bir arada söylenmesi olarak tarif edilmektedir (bkz. Tablo I). Ali Nihad (Tarlan) ise, Recâî-zâde Mahmûd Ekrem'in Ta'lîm-i Edebiyyât'ta “tezâd” için getirmi olduu tariften hareketle, bu tarifin zamanımıza göre kâfi olmadıını ifade eder. Akabinde “gece uyur ve gündüz çalıırım” denildii zaman, “tezâd” mı olur diye sorar (Tarlan 1981: 175). Çünkü ona göre, büyük bir coku ve duyguya dayanan “tezâd”, iki zıt imge ya da düüncenin aralarında bir ilgi, hatta ayniyet/tıpkılık kurarak bir kavramda birletirilmesidir. Bu da bir eye, biri gerçek dieri mecaz olmak üzere iki zıt yönden bakabilmekle mümkündür. Burada özellikle belirtilmesi ve vurgulanması gereken husus, zıtlıın kelimede deil, düüncede ve imgede olmasıdır. Nitekim Ali Nihad Tarlan'ın yukarıda verdii, “gece uyur ve gündüz çalıırım” örneinde, “gündüz” ve “gece” karıt/zıt kelimeler olmasına ramen “tezâd” sanatı söz konusu deildir (Can 2003: 134). Buradan hareketle, beyaz/siyah, gece/gündüz, zayıf/iman, uzun/kısa, sabah/akam gibi birbirinin zıttı olan kelimelerin biri mecazî, dieri hakikî mânâda olmadıkları ve bir noktada da birlemedikleri takdirde, heyecana balı olan “tezâd” sanatını oluturmadıkları sonucu çıkarılabilir. Çünkü dier durumda herhangi bir edebî metinde sadece birbirinin zıttı olan kelimeler kullanılmı olur. Oysa Tarlan'a göre “tezâd” sanatı baka bir eydir. Nitekim onun görüüne göre “tezâd” sanatı biraz daha netletirilmek istenirse, yukarıda bahsedilen hususlar göz önünde bulundurularak u ekilde sistemletirilebilir: 1. âir/sanatkar bir objeye/kavrama iki zıt yönden bakar. 2. Bu bakı açısından biri mecazî, dieri ise hakikî mânâdadır. 3. Bu iki zıt kavram aynı noktada/objede birleir. Özellikle belirtelim ki, Ali Nihad Tarlan’ın bu sözleri her ne kadar indî de olsa, tartımaya deer eylerdir. Çünkü, görüldüü kadarıyla eski kaynakların çou edebî sanatlarla ilgili ilhamlarını eski Arap ve Fars belâgat kitaplarından almılardır. “Tezâd” için o kaynakların bir kısmında “sadece birbirine muhâlif iki sözün bir arada kullanılması” yeterli görülürken, bir kısmında ise “aynı eye taalluk eden” artı getirilmektedir. Birinin hakikî, dierinin mecazî olması artı eski kaynakların hiç birinde görülmemektedir. Öyleyse bu durum nereden çıktı? Bu husus üzerinde hassaten durulması gerekmektedir. Ali Nihad Tarlan, eski kaynakların getirmi olduu “tezâd” tarifine “zamanımıza göre kifayetsiz” * 443 443 TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI AHMET KARTAL demektedir. Her ne kadar edebî sanatlar zaman ve zemine göre deimeseler de, özellikle yukarıda dikkat çektiimiz gibi, edebiyatlar klâsikletikçe, yani zarifletikçe eserlere uygulanan ölçü ve kaidelerde çok ince ayrıntılara inilerek yeni oluumlara ve açılımlara zemin hazırlanmı ve aynı eylerin deiik ekillerde ifade edilmesine imkân oluturulmutur. Büyük ihtimalle, Tarlan'ı da böyle bir hükme varmaya dilin/edebiyatın bu iç dinamiiyle yakaladıı seviyeyi gösteren örnekler sevk etmitir. Nitekim bazı klasik âirlerimizin iirlerinde bu tarz kullanımların olduu da müahede edilmektedir. Bu durumun göz ardı edilmemesi gerektiini düünüyoruz. Çünkü birbirinin muhalifi olan kelimelerin kullanılmasıyla balayan süreç, aynı eye taalluk etmesiyle devam etmi ve son nokta olarak da, biri hakikî dieri mecazî olan iki kavramın bir objede birlemesine kadar uzanmıtır. Bu da “tezâd” sanatının tekâmüle ulama noktasında sergiledii geliim sürecini göstermektedir. Burada, eski kaynaklara dayalı olarak, “tezâd” sanatı hakkında bir hükme varmamız gerekirse: 1. Bir ibare içinde birbirine zıt iki eyin bulunması tezat sanatının oluması için kâfîdir. 2. Bu iki ey, isim “gece – gündüz, aç - tok”; fiil “gülmek – alamak, dümek – kalkmak…” olabilecei gibi günümüz mekteplerinde ısrarla “karıt deillerdir” diye öretilen fillerin olumlu – olumsuz çekimleri “almak – almamak, yazmak – yazmamak” ve “siyah – beyaz” gibi renkler de olabilir. Çünkü eldeki örnekler gösteriyor ki, eski anlayıta bunlar da “karıtlık” kabul ediliyordu. 3. Aynı kavram üzerinde olmasa dahi, aynı yerde (mısra, beyit, bend) bulunmaları da, bu iki ey arasında tezat oluturmaya kâfidir. Zira edebî sanat kavramının ruhuna uygun olarak, iki zıt eyin bir arada kullanılması insanın ruh ve fikriyatında oluturduu tenakuz, onun duygu ve düüncesini taıdıı farklı iklimler bunun bir sanat olarak telakki edilmesine kifayet eder. Ancak; yukarıda dikkat çektiimiz eylerin hepsini de “tezâd” olarak kabul etsek dahi, bu tür zıtlıkların okur üzerinde bıraktıkları tesirlerin farklı oldukları da aikârdır. Bir sıralama yapmak gerekirse; aynı beyitte farklı cümlelerde farklı eyler için kullanılan zıt kavramlar en zayıf; aynı cümlede farklı eyler için kullanılanlar nispeten daha kuvvetli; aynı ey üzerine taalluk etmi zıtlıklar daha da kuvvetli; aynı kavram üzerinde ve fakat aynı zamanda biri hakikî, öteki mecazî mânâda kullanılan zıtlıklar en kuvvetli bir ekilde tesir eder. Bir benzetme yapacak olursak, tebîh sanatındaki tebîh-i mufassaldan tebîh-i belîe, hatta istiâreye uzanan çizgide, fonksiyon ve tesirât nasıl farklılaıyorsa, “tezâd” sanatındaki durumu da öyle kabul etmek icap eder. Bu söylediklerimizi u örneklerle netletirebiliriz: Bâkî'nin; Gülmek ol gonceye münâsibdir Aglamak bu dil-i hazîne gerek 444 444 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A beytiyle, Ahmed Paa'nın; Agladıgımca ben ol ûh-ı sitemkâr güler Bir olup dümen ile her nefes oynar güler beytinde, gramer hususiyeti itibariyle iki zıt unsurun bir arada kullanıldıı görülmektedir. eyh Gâlib'in; Zevki kederde mihneti râhatda görmüüz Âyinedir biri birine subh u âmımız beytiyle, Yûnus Emre 'nin; * Gaflete virme özüni dünyâ-perestlik eyleyüp Görmez misin bu dünyâya eyü yavuz geldi gider beytinde iki zıt unsur bir noktada toplanmıtır. Fuzûlî'nin mehur “Su Kasidesi”nin matla beyti olan; Saçma ey göz ekden gönlümdeki odlare su Kim bu denlü dutuan odlare kılmaz çare su beytinde ise, “gönül” kavramı üzerinde “ek=göz yaı” ve “od=ate=ak” kelimeleri birlemitir. Bunlardan “ek” gerçek anlamda, “od” ise mecazî anlamda kullanılmıtır. Yine Abdülhak Hâmid'in, Ne siyâh eylemi bu nâsiyeyi Saçımı bembeyaz eden bahtım eklindeki mısralarında da, iki zıt kavram olan “siyâh nâsiye” ile “bembeyaz saç”, “baht” kavramında birlemilerdir. Bunlardan “siyâh nâsiye” mecazî, “bembeyaz saç” ise gerçek anlamda kullanılmıtır. Özellikle bu tip kullanım, “tezâd” sanatının ulatıı tekâmülü göstermesi bakımından dikkati çekmektedir. Sonuç olarak vurgulamak gerekirse, yukarıda belirttiimiz gibi, birbirinin muhalifi olan kelimelerin kullanılmasıyla balayan “tezâd”, aynı eye taalluk etmesiyle devam etmi ve biri hakikî dieri mecazî olan iki kavramın bir objede birlemesine kadar uzanmıtır. Bu geliim çizgisinde oluan fonksiyon ve tesirâtın, insan üzerindeki etkisinin farklı olduunun da unutulmaması gerekmektedir. te Ali Nihad Tarlan'ın dikkat çektii husus, “tezâd” sanatının geliim süreci içerisinde yakaladıı en üst düzeyi yani tekâmülü göstermesi bakımından ilginç görünmektedir. 445 445 TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI AHMET KARTAL Telmîh Bedî tabirlerinden olan “telmîh”, lügatte “parıl parıl parlatmak” mânâsına gelir. Konu ile ilgili kaynakların ekseriyetinde ise, terim olarak “temsil yolu ile ifade içinde bilinen bir olaya, hikâyeye, çeitli inanılara, âyet ve hadislere vs. iaret etme” sanatı olarak tarif edilmektedir. Hatîb el-Kazvînî'nin Osmanlı medreselerinde altı asır boyunca edebî bilgiler konusunda ders kitabı olarak okutulan Telhîsu'l-miftâh adıyla mehur eserinde de “telmîh”, “Bir kıssa veya iire -onu zikretmeden- iaret edilmesi” (yty: 170) eklinde açıklanmaktadır. Ayrıca konu ile ilgili Türkçe kaynaklarda da, aynı hususa dikkat çekilmektedir. Nitekim Ahmed Cevdet Paa, Belâgat-i Osmâniyye'de “telmîh”i, “bir kıssaya yahut bir mesel-i mehûre iaret olunmaktır.” (1311: 163) eklinde tarif etmitir. Aynı durum dier Türkçe kaynaklarda da kendisini göstermektedir (bkz. Tablo II). Görüldüü gibi heyecan ve duygunun beraberinde getirdii bir çarııma dayanan sanatlardan olan “telmîh”te asıl olan husus, “ünlü bir olayın, kiinin, kıssanın, atasözünün, ayetin vs. zikredilmeden hatırlatılmasıdır.” Eer zikrederek verilirse müphemiyet ortadan kalkar ve açıkça belirtilmi olur. Dolayısıyla bu durumda, “telmîh” sanatı yapılmamı olur. Ancak olayın açıkça belirtilmesi, “telmîh” sanatı olarak kabul edilecek olursa, yapılan “telmîh”in zayıf olduunun kabul edilmesi gerekir. O zaman da, âirler tarafından yapılan “telmîh”lerin kapalılıktan açıklıa doru sıralanıp bölümlere ayrılarak verilmesinde fayda vardır. Çünkü “telmîh”in okuyucu üzerindeki tesiri, onun verili ekliyle yani müphemliiyle paraleldir. Nitekim okuyucu üzerinde beyitte/metinde hem olayın kahramanının hem de olayın ifade edilmesi en zayıf; olayı dorudan hatırlatacak ekilde kelimelerin kullanılması nispeten zayıf; özellikle kelimelerin okuyucunun zihninde yaptıı çarıımlarla yapılan iaretin ise, kuvvetli bir tesir bırakacaı kesindir. Tezad sanatında ifade ettiimiz gibi, tebîh-i mufassaldan tebîh-i belîe, hatta istiâreye uzanan çizgide fonksiyon ve tesirât nasıl farklılaıyorsa “telmîh” sanatındaki durumu da öyle kabul etmek icap eder. Heyecanın yol açtıı tedai/çarıım birçok kimse tarafından bilinen, hiç deilse toplumun aydın kesimince bilinmesi gereken bir olay, bir kii, kıssa, atasözü vs. ye ait olması gerekir. Sanatçı, öze ya da ayrıntıya inmeden onu bir ipucu ile veya bir takım özellikleri üstü kapalı bir ekilde vererek hatırlatır. u örneklerde olduu gibi; * Hür ufuklarda donanmı iki yüz pâre gemi Yeni domu aya baktıkları yerden geliyor Yahya Kemal Beyatlı 446 446 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Burada Ramazanlarda ve bayramlarda Osmanlı donanmasının yeni ayın doup domadıını gözetlemek üzere denize açılması geleneine “telmîh” yapılmıtır (Kocakaplan 1992: 149). Râz-ı derûnı taraya salmak revâ degül Budur günâhı kim asılur muttasıl ceres Fuzûlî Bilindii gibi çan gönüle benzetilir. çinde de dili vardır. Ses çıkararak içindeki sırrı dıarıya verir. Hallâc-ı Mansûr da, “Ene'l-Hak (= Ben Tanrıyım)” diyerek içindeki sırrı açıa vurduu için asılmıtır. Oysa “fenâfillah” mertebesine ulaan kiinin bu sırrı açmaması gerekir (Can 2003: 130-31). te âir burada “râz-ı derûnı tara sal-”, “revâ degül” ve “asıl-” kelime ve kelime gruplarının çarıımlarıyla, Hallâc-ı Mansûr’un “Ene'l-Hak (= Ben Tanrıyım)” diyerek içindeki sırrı açıa vurduu için asılması olayına telmîhte bulunmutur. “Fenâfillah” makamında bulunan kimsenin susması ve sırını ifa etmemesi gerekir. Ancak o konuarak uygun olmayan bir davranı sergilemitir. Ey karanu gicelerde gezdügüm men' eyleyen Berk-ı âh-ı tâbnâküm mâh-ı tâbândur bana Necâtî Bey Osmanlı Devleti'nde bir çok ülkede olduu gibi hırsız, katil, isyancı gibi ahısların karanlıktan istifadesini engellemek ve asayii salamak için büyük ehirlerde belirli saatten sonra, halkın sokaa çıkmasına izin verilmezdi. Gece sokaa çıkma yasaı, bazen fenersiz olarak sokaa çıkma yasaı eklinde hafifletilirken, bazen de belirli bir saate kadar sokakta fenerle dolamaya izin verilerek uygulanırdı. te bu beyitte bu olaya “telmîh”te bulunulmutur (entürk 1995: 104-6). Eer hiç kimsenin bilmedii bir hadiseye iaret edilerek “telmîh” sanatı icra edilirse, sanat baarısız olur; daha dorusu böyle bir durumda “telmîh”ten söz edilemez. Çünkü bu tavır iiri veya edebî bir metni bilmece hâline sokar. Bu da özellikle okuyucunun, sanatkârın ruh hâline ulamasına mani olur. âir, “telmîh” sanatı vasıtasıyla iir veya nesrinin ifade gücünü geniletmi olur. Çünkü okuyucu sanatkârın eseri ile beraber “telmîh” ettii/hatırlattıı olayı da düünerek yorumunu daha geni yapma imkânına kavuur. “Telmîh” sanatında bir olaya, efsaneye, hikâyeye, âdet ve görenee, inanı veya atasözüne vs. özellikle yukarıda belirttiimiz gibi iaret edilmesi gerekmektedir. Bunun da, dorudan deil de çarıım yoluyla ve karineyle yapılması gerekmektedir. Eer dorudan olay, hikâye vs. zikredilirse o zaman yukarıda belirttiimiz gibi zayıf bir “telmîh” yapılmı olur. Çünkü iaret deil de, dorudan zikredilmi olur. Nitekim Nâdirî'nin; 447 447 TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI AHMET KARTAL Ser-i tugda itdi oklar mekân Tuyûr itdi Kaysın saçın âiyân beyti ile, Fuzûlî'nin; Âiyân-ı murg-ı dil zülf-i perîânındadır Kande olsam ey perî gönlüm senin yanındadır beyti, aynı hikâyeyi ihtiva etmesine karılık, Nâdirî bu hikâyeyi Kays'ı zikrederek açıkça ifade ederken, Fuzûlî zikretmeden sadece o olaya yani, Kays'ın/ Mecnûn'un bakımsızlıktan çalı gibi olan saçlarına bir kuun yuva yapmasını kullandıı kelimelerin çarıımlarıyla ve iaret ederek vermitir. Aynı olayı ihtiva eden bu beyitlerden üphesiz Fuzûlî'ninki daha sanatkârâne iken, dieri olayı açıkça belirttii ve söyledii için daha zayıftır. Bundan dolayı eer, Nâdirî'ninkini de, “telmîh” olarak kabul edecek olursak, aynen “tebîh”te olduu gibi bu söyleyiin “tebîh-i mufassal” mesabesinde olduunu söylememiz gerekecektir. Bu da, bu “telmîh”in zayıf bir “telmîh” olduunu bize gösterecektir. Bu durum da “telmîh” sanatının ifade edili ekillerine göre kısımlara ayrılması gerekliliini düündürmektedir. Hayâlî Bey'in; Hayretinden Yûsuf'un kavm-i Züleyhâ kesdi el Sen cigerler zahmını dillerde destân eyledin beyti ile, yine Fuzûlî'nin; Degildim ben sana mâ'il sen etdin aklımı zâ'il Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı beyti de aynı ekildedir. Her iki beyitte de, Yûsuf u Züleyhâ hikâyesine göndermede bulunulmutur. öyle ki; Züleyhâ, kendisine köle olarak aldıı Yûsuf'a âık olur. Dedikodular saray kadınları arasında iyice dillendirilmeye balayınca, Züleyhâ kendisini kınayan kadınları evine davet ederek, onlara bir tabak içerisinde narenciye/portakal ikram eder. Züleyhâ bir ara Yûsuf'u yanlarına çaırır. Kadınlar Yûsuf'un insanı büyüleyen ve kendinden alan güzellii karısında, akınlıklarından narenciye/portakal yerine ellerini keserler. Akabinde Züleyhâ'dan utanarak: “Biz böyle bilmiyorduk” diyerek ondan özür dilemilerdir. te bu olayı Hayâlî Bey, dorudan zikrederek söylerken, Fuzûlî, “ta'n eyle-”, “gâfil” ve “utan-” kelimelerinin çarıımlarıyla ifade etmitir. Sonuç olarak unu ifade edebiliriz: “Telmîh”te asıl olan husus, “ünlü bir olayın, kiinin, kıssanın, atasözünün, ayetin vs. zikredilmeden hatırlatılmasıdır.” Eer zikrederek verilirse müphemiyet ortadan kalktıı ve söylenmek istenen ey açıkça belirtildii için “telmîh” sanatı yapılmı olmaz. Bu tip kullanımlarda da 448 448 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN “telmîh” sanatı yoktur. Eer bahsedilen olayın vs. açıkça belirtilmesi “telmîh” sanatı olarak kabul edilecek olursa yapılan “telmîh”in zayıf olduunun kabul edilmesi gerekir. O zaman da, yukarıda dikkat çektiimiz gibi âirler/sanatkarlar tarafından yapılan “telmîh”lerin kapalılıktan açıklıa doru sıralanıp bölümlere ayrılarak verilmesinde fayda vardır. Buna göre de, okuyucu üzerinde beyitte/metinde hem olayın kahramanının hem de olayın ifade edilmesi en zayıf; olayı dorudan hatırlatacak ekilde kelimelerin kullanılması nispeten zayıf; özellikle kelimelerin okuyucunun zihninde yaptıı çarıımlarla yapılan iaretin ise, kuvvetli bir tesir bırakacaından hareketle “telmîh” sanatının bölümlere ayrılması gerekmektedir. 449 449 TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI AHMET KARTAL Tablo I: Belâgatla ilgili bazı eserler ve onlarda “tezâd”a getirilen tarifler: 450 450 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A 451 451 TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI AHMET KARTAL Tablo II: Belâgatla ilgili bazı eserler ve onlarda “telmîh”e getirilen tarifler:                                                                                                                                                                                                452 452 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Bu makale önce Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi II. Uluslar Arası Türk Tarihi ve Edebiyatı Kongresi’nde bildiri olarak sunulmu, daha sonra Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c. 16, sy. 1, 2007, s. 413-28’de yayımlanmıtır. * 453 453 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… ST’ÂRE SANATINA ELETREL BR BAKI ve ST’ÂRE SANATININ NECÂTÎ BEY DÎVÂNI’NDA KULLANIMI    “Beyân” ilminin en önemli konularından biri olan isti’âre, sözlükte; bir eyi kaldırmak ve onu bir yerden alıp baka bir yere koymak veya bir eyden faydalanmak için onu birisinden ödünç olarak istemektir (Bolelli 2006: 83). Edebiyatta; bir kelimenin anlamını geçici olarak dier bir kelime hakkında kullanmaktır (Tâhirü’l-mevlevî 1973: 71). “Beyân” ilmine göre ise isti’âre; mani bir karine dolayısıyla ve benzerlik alakasıyla bir sözü baka bir söz yerine kullanmak veya bir sözü baka bir anlamda kullanmaktır (sti’âre ile ilgili yapılan tarifler için bak. tablo). Bu tarife göre isti’ârenin oluabilmesi için üç art gerekmektedir. Bunlar: 1. Bir kelimenin/sözün gerçek anlamını anlamamıza engel durum demek olan “karîne-i mâni’a/mani karine”nin varlıı. 2. “Müebbehün-bih” ile “müebbeh” arasında var olan benzerlik alakası. 3. Bir kelimenin/sözün baka bir kelimenin/sözün yerine kullanılması ya da bir kelimenin/sözün baka anlamda kullanılması. Yine bu tariften anlaıldıına göre isti’âre, kendi anlamında kullanılmayıp baka bir anlamda kullanılan bir lafızdır. Gerçek anlamının dıında kullanıldıına engel bir durum yani mani karine olduu için esasında isti’âre bir mecazdır. Ancak benzerlik alakasının bulunması onun mecaz olmasına engel olmaktadır. Çünkü mecaz, benzerlik alakası olmaksızın mani bir karinenin varlıı ile bir kelimeyi baka bir anlamda kullanmaktır. Dolayısıyla isti’âre, alakası benzetme olan bir mecaz olarak kendisini göstermektedir. Bu da tebihin/benzetmenin isti’âre denilen mecaza kaynaklık eden en önemli unsur olduunu göstermektedir. Kısaca belirtmek gerekirse, isti’ârenin artı benzerlik alakasının bulunmasıdır. Eer benzerlik alakası olmazsa o zaman isti’âre deil, mecâz-ı mürsel olur. 454 454 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Konu ile ilgili kaynaklarda isti’ârenin, tebih sanatının temel iki rüknü olan ve “tarafeyn” olarak isimlendirilen “müebbeh/benzeyen” ile “müebbehünbih/kendisine benzetilen”den birinin hazfedilmesiyle yapıldıı belirtilmektedir. Bu ifadede bir belirsizlik dikkati çekmektedir. Acaba “müebbeh/benzeyen” mi yoksa “müebbehün-bih/kendisine benzetilen” mi hazfediliyor. Bu belli deil. Bunun net bir ekilde ortaya konulması gerekmektedir. Bilindii gibi isti’âreye tebih sanatı kaynaklık etmektedir. âirler, tebîh-i mufassaldan tebîh-i belie oradan da isti’âreye uzanmılardır. Onun için isti’âre, tebihin en güzeli ve en etkileyicisi olarak kabul edilmitir. Bu süreci bir örnekle gösterecek olursak: “Ali, aslan gibi kuvvetlidir.” cümlesinde yer alan; Ali: müebbeh/benzeyen aslan: müebbehün-bih/kendisine benzetilen gibi: edât-ı tebih/benzetme edatı kuvvetli: vech-i ebeh/benzetme yönü’dür. Bu cümlede, önce vech-i ebeh olan “kuvvetli” kelimesi, daha sonra da edât-ı tebih olan “gibi” kelimesi hazfedilerek tebih-i beli yapılmı ve geriye “tarafeyn” denilen “müebbeh” ve “müebbehün-bih”ten oluan “Ali aslandır” cümlesi kalmıtır. te bu cümlede de, söyleyii daha etkili kılmak için kısaltmaya gidilerek isti’âreye ulaılmıtır. Bu yapılırken de, “müebbeh” yani “Ali” kelimesi hazfedilmitir. Demek ki, isti’âre, “tarafeyn”den “müebbehünbih”le yapılan bir sanattır. Özellikle bu husus, net bir ekilde ortaya konulmadıı zaman, bazı yanlı anlaılmalara zemin oluturulmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, “müebbehün-bih”le yapılan bir sanat olan isti’âre, sadece tebihin dier tarafı olan “müebbeh” kullanılarak yapılamaz. Gerek klasik gerekse son dönemlerde yazılan belagat kitaplarında isti’ârenin oldukça ayrıntılı bir ekilde ele alındıı görülmektedir. Bu tip çalımalarda isti’âre birçok bölüme ayrılmı, ayrıca bu bölümlerin bir kısmı alt bölümlere taksim edilmitir. Bu bölümlerde, bazen zorlamalar olduu gibi, bazen birbiriyle çelien deerlendirmeler de dikkat çekmektedir. Biz burada isti’ârenin en çok tercih edilen iki bölümüne deineceiz. Bunlar açık ve kapalı isti’âredir. Açık isti’âre sti’âre-i muhakkaka, isti’âre-i musarraha ve isti’âre-i tahkîkiyye de denilen açık isti’âre, mani bir karine dolayısıyla “müebbehün-bih”i “müebbeh” yerine kullanmaya denir. (Açık isti’âre ile ilgili yapılan tarifler için bak. tablo) Burada “müebbehün-bih”in ifade ettii anlam, “müebbeh”e ödünç olarak verilir. Dolayısıyla “müebbeh” hazfedilir yani söylenmez. Kurnaz bir kimseye “tilki” demek gibi. Burada benzerlik alakası “kurnazlık”tır. Necâtî Bey’in 455 455 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… AHMET KARTAL aaıdaki beyitleri açık isti’âreye örnektir. Nitekim bu beyitlerde geçen “perî”, “sanem”, nigâr”, “melek” ve “hûr” sevgili yerine; la’l” ve “hokka-i mercân” dudak yerine; “sünbül-i anber-feân” saç yerine, “it” rakip yerine ve “nergisler” ise, iki göz yerine kullanılmıtır: Gördi sâkîlik idersin meclis içre ey perî 763 Agzın açdı kaldı hayrân sâgar-ı sahbâ sana Nola hüsnünden Necâtî olsa bî-hû ey sanem Bûy-ı güldendür demâdem bülbül-i gül-zâr mest Gelelden hatt-ı mügînün nigârâ Kim ola hâtırına konmaya gerd Ahumı alma kim yedi kat gökler ey melek Cehd eyler ise baglayı bilmez du’â yolın Gülmek sana yaraur eyâ hûr-i meh-nijâd Kim güldügünce gül gibi hüsnün olur ziyâd La’line ‘ömr-i girâmî harc iden dîvâneler Gûe-i mihnetde imdi cân virüben cân alur Ol hokka-i mercân üzerinde hat-ı mügîn Dil-hastelerün derdine dermân yazılubdur Gül yüzünde sünbül-i ‘anber-feânı bilmeyen Oldur ol cennetde ‘ömr-i câvidânı bilmeyen tler gülerse hâlüme yiridür ah kim Aglatdı beni dümanumı hurrem eyledi Bâdedür lâ’lîn lebün mestânedür nergislerün Bezm-i hüsnün zînet itmi piste bir bâdâm iki Kapalı isti’âre sti’âre-i bi’l-kinâye ve isti’âre-i mekniyye de denilen kapalı isti’âre, mani bir karine dolayısıyla “müebbehün-bih”e ait olan vasıf/sıfat veya vasıfları/sıfatları “müebbeh”e verip onu “müebbehün-bih” yerine kullanmaya 763 Bu çalımada kullanılan Necâtî Bey’e ait beyitler, Ali Nihat Tarlan tarafından hazırlanan Necati Beg Divanı (Millî Eitim Bakanlıı Yay., stanbul 1997) isimli eserden alınmıtır. 456 456 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN denir. (kapalı isti’âre ile ilgili yapılan tarifler için bak. tablo). Dikkat edilirse kapalı isti’âre de, aynen açık isti’âre gibi “müebbehün-bih”le yapılmaktadır. Ancak burada dorudan “müebbehün-bih” zikredilmeyip onun bir vasfı veya vasıfları belirtilerek “müebbehe” yüklenmekte, daha sonra “müebbeh”, “müebbehün bih” yerine geçmektedir. Yoksa bazı kaynaklarda belirtildii gibi kapalı isti’âre, “müebbeh”in söylenip “müebbehün-bih”in söylenmedii isti’âre deildir. Zaten yukarıda dikkat çektiimiz gibi “tarafeyn”den sadece “müebbeh” ile herhangi bir sanat meydana gelmez. Burada sanatkârın yaptıı, “müebbehün-bih” yerine onun bir vasfını veya vasıflarını belirtmektir. Eer dorudan “müebbehün-bih”i zikretseydi, o zaman tebîh-i beli yapmı olacaktı. Mesela, “Ali, pençesiyle saldırdı.” cümlesinde, “Ali”, “aslan”a benzetilmitir. Ancak aslan dorudan belirtilmeyip ona ait bir özellik/vasıf olan “pençe” kullanılmı ve “Ali”ye yüklenmitir. Eer “Ali aslandır.” denseydi, o zaman “Ali” dorudan aslana benzetilmi olacaktı. Demek ki, “müebbehünbih”in vasfının kullanılıp “müebbeh”e yüklenmesi, tebih-i beliin yapılmasını engelliyor ve farklı bir sanatın yapılmasına imkân veriyor. Ayrıca kapalı isti’ârede “müebbeh”in kullanılması belli bir noktada mani karine görevi görmektedir. Nitekim “Pençesiyle saldırdı.” dediimiz zaman, saldıranın aslan olduu; “selam verdi” dediimizde, selam verenin bir insan olduu anlaılır. “Ali pençesiyle saldırdı.” dediimizde ise, saldıranın bir aslan olmadıını; “Aaçlar sanki bize selam veriyorlardı.” cümlesinde de, selam verenin insan olmadıını belirtmi oluruz. Yine konu ile ilgili bazı çalımalarda kapalı isti’âre, “müebbeh” ile “müebbehün-bih”e ait bir vasfın zikredilmesi olarak açıklanmıtır. Bu tarifte ise, isti’ârenin hangi kelimede ve nasıl olduu net olarak ortaya konulmamıtır. Necâtî Bey’in, Nâfe dirmi zülf-i ‘anber-bâr-ı dilber var iken ‘Âlem içre müg adı bir kuru bühtândur bana eklinde geçen beytinde, “nâfe” insana benzetilmi, ancak insan hazfedilmi, yerine onun konuma vasfı zikredilmitir. Necâtî Bey’in u beyitlerinde de, kapalı isti’âre vardır: Gonca gibi gam dikenlerinde bülbül kan yutar Karusında bâd-ı subh ile güler oynar gül âh dîvânına tâs olmadı_ise çarh-ı felek Ne içün zerle kenârına niân yazdı hilâl Çözüben dügmesin açar yakasın goncalarun Kasdi bâd-ı seherün ya’nî temââ mı degül 457 457 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… AHMET KARTAL Yolunda kurdı dîdelerüm halka halka dâm Sayd ide bir nazar seni ey kebk-i ho-hırâm Tiryâk koydı hokka-i la’lîne lâleler Görüp çemende âb-ı revânı misâl-i mâr çmeyeliden kudurdum mu nice_oldum bilmezem Sâf ü pâk âb-ı revânler kıp kızıl kandur bana Öykündügi içün senün ay alnuna güne Hım itdi rûzigâr iletmedi ahama Ba salar sofî gibi yeil murakka’lar geyüp öyle benzer serv gülende sabâdan el aldı Burada u konuya da açıklık getirmek istiyoruz. Esasında bir kapalı isti’âre olan “tehis” ve “intak” sanatları, bize batı retoriinden geçmitir. Nitekim Yekta Saraç’ın da dikkat çektii gibi, bu sanatlar hem Ta’lîm-i Edebiyyât’tan önceki edebiyat nazariyesi ile ilgili eserlerimiz ile klasik belâgat kitaplarımızda geçmemekte hem de böyle bir terime rastlanmamaktadır (2007: 121). Öyle olunca böyle bir sanatı bilmeyen, dolayısıyla kullanmayan klasik dönem âirlerimizin iirlerinde bu sanatların varlıını zikretmenin doru olmadıını düünüyoruz. Çünkü onların baka bir sanat amacıyla kaleme alıp bu niyetle oluturmadıkları, hatta varlıından dahi haberdar olmadıkları “tehis” ve “intak” sanatlarını, sanki onlar kullanmı gibi bahsetmek ve onlara yüklemek doru deildir. Bu sanatlara bakılınca, esasında bunların birer kapalı isti’âre oldukları dikkat çekmekte ve klasik âirlerimizin de zaten bu niyetle kullandıkları görülmektedir. Nitekim insan dıındaki canlı ve cansız varlıklar ile mücerret duygu ve düüncelere insana has özellikler vermeye tehis, konuma özellii olmayan bu varlıkları konuturmaya da intak denmektedir (Saraç 2007: 121). Aynı ekilde, kapalı isti’âre sanatı yapılırken de, insan dıındaki canlı ve cansız varlıklara (müebbehün-bihe) insana ait özellikler yüklendii gibi, onlar aynı zamanda konuturulmulardır. Bu durum bize bütün “tehis” ve “intak”ların esasında birer kapalı isti’âre olduunu göstermektedir. Ancak her kapalı isti’ârenin “tehis” ve “intak” olmadıını da burada belirtelim. Dolayısıyla klasik metinler okunurken, “tehis” ve “intak” sanatlarına uygun tarzda olan kullanımları, klasik âirlerimizin kullandıı ve yaptıı sanat gerei, kapalı isti’âre olarak kabul etmek ve bu ekilde isimlendirmek daha doru görülmektedir. Burada dikkat çekmek istediimiz konulardan bir dieri de, iirlerde geçen “mâh”, “serv”… gibi bazı kavramların bir kısım kullanımlarıdır. Bunlar bazen gerçek anlamlarında, bazen insana ait bazı vasıflar yüklenerek kapalı isti’âre olarak kullanılırken, bazen de genel teamüle göre dorudan 458 458 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN “sevgili/güzel” yerine yani “açık isti’âre” olarak kullanılmıtır. Nitekim gerek “mâh” gerekse “serv” kelimesi, sevgili yerine ödünç olarak alınıp kullanılmı ve “sevgili/güzel” hazfedilmitir. Bilindii gibi “mâh” kelimesinin kullanımlarından biri, parlaklıından dolayı yüzün/yanaın, “serv”in ise, boyun/endamın “müebbehün-bih”i oluudur. Ancak iirlerde bu tip kullanımlar, “zikr-i cüz irâde-i kül” anlayıına uygun olarak yüz/yanak ya da boy/endam yerine, dorudan sevgilinin zatıyla ilgilidir. Bu tarz kullanımın altında ise, “güzel”e bakıldıında gerek parlaklıı gerekse dier güzellik unsurlarını ihtiva etmesi bakımından ilk dikkat çeken yerin “yüz” olması yatmaktadır. Yine “güzel”e bakıldıında ilk dikkati çekenlerden bir dieri ise, boy/endamdır. Ancak burada murat edilen güzelin yüzünden ve boyundan ziyade, onun zatıdır. Yani “cüz”ün söylenip “küll”ün kastedildii müahede edilmektedir. Bundan dolayı, acaba sanatkârlar bu tip kullanımlarıyla mecaz-ı mürsel sanatı yapmılar mıdır, veya bu tip kullanımlarını mecaz-ı mürsel niyetiyle mi yapmılardır diye sorgulanması gerektiini düünüyoruz. Nitekim Necâtî Bey’in aaıdaki beyitlerde gerek günei (âftâb) gerekse ayı (mâh, kamer) güzelin yüzüne, servi ise güzelin boyuna benzettii açıkça anlaılmaktadır: Nigâra gâh güne gâh olur kamer dirler Görün o bî-bedelün yüzine neler dirler Benzetdilerse çihre-i dildâra ey güne evk ile germ olup külehün âsumâna at Zülf-i mügînün ki cânâ mâh-tâb üstindedür Sanasın tâvûs-ı kudsî âfitâb üstindedür Ey sa’âdet günei dil yüzüni mâh bilür igüni felek evirmezin Allâh bilür Hayâli serv-i kaddünün dile gelmedi haylıdan Ayagına su dökmelü olubdur çem-i pür-nemden Özenürler elif-i kaddüne serv okumaga Çekinürler saçuna müg-feândur dimege Allâh ziyâde ide ki_el irmez olubdur Kaddün olalı serv-i hırâmâna berâber u günden kim boyun serv ü ser-i zülfün semen-bûdur Çinâr ölmidürür gider benefe kara yasludur Aaıdaki beyitlerde geçen “mâh” ve bedr-i temâm” kelimeleri, esasında sevgilinin yüzü esas alınarak kullanılmı, ancak sevgilinin bütünü kastedilmitir. Yani Necâtî Bey, sevgilinin ay gibi parlak yüzünü esas alarak onun zatını 459 459 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… AHMET KARTAL kastetmitir. Nitekim bu kelimeleri günümüz Türkçesine aktarırken, “yüzü ay gibi parlak sevgili ya da yüzü dolunay gibi parlak sevgili” diye söyleriz: Bakmadı benden yana sen mâha uyaldan gönül ki gün bir kimseye dîvâne olmaz âinâ Niçün ahamlarsın agyâr ile ey bedr-i temâm Seg bilürsin kim meh-i tâbâna olmaz âinâ Sen gelmeyince mâhum mahv olmaz âte-i dil Har olmayınca âhum söyünmez er çerâgı Aynı hususun aaıdaki beyitlerde geçen “serv” için de geçerli olduu görülmektedir: Ey serv-i nâz-pîe seni mi yüri yüri Ayruklara vefâ vü bana gam he mi he mi Billâh ey servüm giyâh-ı nâ-tüvândan çekme ser Ki_ol kad-i ra’nâdan ancak sâyedürür mültemes Benüm serv-i hırâmânum cemâlün tâze bag olmı Ruhun güllerinün kızılı kızıl agı ag olmı Meyl it gözüm yaına eyâ serv-i ho-hırâm Dirler ki eyle iylügi âb-ı revâna at Tablo: Belâgatla ilgili bazı eserler ve onlarda "istiâre, açık isti’âre ve kapalı isti’âre"ye getirilen tarifler: Hatîb el-Kazvînî, Telhîsü'l-miftâh Vatvat, Hadâiku’s-sihr fî-Dekâikı’- 1362 Çou kere isti’âre (lafzı) müebbehün bih (benzetilen)in adının müebbeh (benzeyen)in yerinde kullanılması anlamında söylenir. Onlar (müebbeh ve müebbehün bih) müste’ârun minh (ödünç veren / asıl anlam) ve müste’ârun leh (ödünç alan / mecâzî anlam), (müebbehün bih = benzetilenin) lafzı ise müste’âr (ödünç alınan ey)dir. / s. 111. sti’âre (müste’ârın) lafzına göre iki kısımdır. Çünkü o müste’âr cins ismi olursa, (isti’âre) asliyyedir. (Cesur adam için isti’âre olunan) “esed: arslan” ve (iddetli bir vuru için isti’âre olunan) “katl: öldürme” gibi. (Müste’âr lafız cins ismi) deilse (isti’âre) tebe’iyyedir. / s. 118. sti’âre, air veya yazarın hakikî ya da lafzî 460 460 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN anlamlı bir kelimeyi ödünç alıp baka bir kelime yerine kullanmasıdır. / s. 28-29. Bir eyi ödünç istemek. Hakîkî ya da lafzî anlamlı olan bir kelimeyi ödünç alarak baka bir kelime yerine kullanmaktır. / s. 40. Mecâz, asıl anlamın dıında ve o anlamda kullanılmadıını gösteren bir karine ile (zikredilmesi)’dir. Kelimenin (asıl anlamı dıında) doru kullanıldıını (gösteren) karine, o kelime (lafız) ile mana arasındaki alakadır. Bu alaka benzerlikten baka bir ey olursa ona “mecâz-ı mürsel” denir…benzerlik olursa buna isti’âre, söyleyene müste’îr, müebbehün bih lafzına müste’âr, müebbehün-bih manasına müste’ârun minh ve müebbeh manasına müste’ârun leh denir. / s. 106-7. sti’ârede, müste’âr ve müste’ârun leh hiçbir mulâyimi (ilgi unsuru) olmayınca (indî esedün) gibi o, isti’âre-i mutlak diye adlandırılır. / s. 109. sti’âre-i bi’l-kinâye ve tahyîliyye, benzetmeyi nefsinde gizleyen ve müebbehten baka bir (unsuru) zikredilmeyen, müebbehün-bihe ait olan bir durumun müebbehte gerçeklemesine delâlet eden isti’âredir. Kendisinde hissen veya aklen gerçekleen bir durum olmaksızın ve o kapalı benzetmenin kendisinde o olan bu isti’âreye isti’âre-i bi’l-kinâye ve isti’âre-i mekniyye denir. / s. 107-8. sti’âre ol lafızdır ki isti’mâl olunmu ola aslı olan ma’nâsına müâbih olan ma’nâda…. sti’âre müebbehün bihi müebbehde isti’mâl eylemekdir. / s. 87. Bir lafzı benzerlik alakası dolayısıyla hakiki manasının dıında kullanmaktır. stiarede lafzın hakiki anlamının anlaılmasına engel bir karine bulunur. Dier bir ifade ile istiare, alakası tebih olan mecazdır. stiarenin temeli tebihtir. Müekked tebihin iki tarafından birinin zikredilerek zikredilmeyen tarafın murad edilmesi ile istiare meydana gelir. Zikredilen taraf zikredilmeyen taraf yerine kullanılır. / s. 52. stiare-i musarraha, müebbehi hazfedilmi tebihtir. stiare-i mekniyye (kapalı istiare), müebbehin i’r Râdûyânî, Tercemânü’l-belâga 1362 Ahmedî, Bedâyi'u's-sihr fî Sanâyi'i'- 2002 i'r smâîl-i Ankaravî, Miftâhu’l-belâga 1284 ve Misbâhu’l-fesâha Muallim Nâcî, Istılâhât-ı Edebiye 1996 461 461 KLÂSK TÜRK RNDEAHMET “GÜL”ÜN KULLANIMI… KARTAL Ahmed Cevdet Osmâniye Paa, Belâgat-ı 2000 Mehmed Celâl, Osmanlı Edebiyâtı 1312 Nümûneleri Abdullah Salâhaddîn-i Uâkî 2004 Süleymân Fehmî, Edebiyât 1325 Reîd, Nazariyyât-ı Edebiyye [c. I] 1328 zikredildii fakat müebbehün bihin zikredilmeyerek sadece onun levazımından (zihinde hatıra getirdii ona balı unsurlardan) birinin zikredildii tebihtir. / s. 53. sti’âre, müâbehet alakasıyla ve karîne-i mâni’a ile ma’nâ-yı mevzû’un lehin gayride müsta’mel olan lafızdır. Ve ba’zan masdar olarak müâbehet alakasıyla “bir lafzı, ma’nâ-yı mevzû’un lehin gayride isti’mâl etmek” ma’nâsına gelir. / s. 94 sti’âre-i musarraha, müebbehün-bihe dâll ve mezkûr ve ma’nâ-yı müebbehde müsta’mel olan kelimedir. / s. 95 sti’âre-i mekniyye, bir ey, zihinde, dîger ey’e tebîh ve erkân-ı tebîhden yalnız müebbeh zikr ü tasrîh ve fakat müebbehün-bihin levâzımından bir ey’in zikriyle ol muzmer zamîr olan tebîhe remz olunmasıdır. / s. 96 sti’âre, bir lafzın ma’nâ-yı hakîkîsinden sarf-ı nazarla ona dîger bir ma’nâ vermekdir ki bu ma’nâ-yı dîgerin o lafza muvâfık dümesi ancak zihinde vücûd bulan bir müâbehet alâkasıyladır. / s. 78. 1. bâreti alâ sebili’n-nakl asl-ı lügatten olan mâ-vudie-lehin gayrı üzerine ta’lîktir. 2. sti’âre bir eyde ma’nâ-yı hakîkati iddiâdır, tebîhte mübâlagadan ötürü. 3. sti’âre bir ey’-i ma’kûl için bir ey’-i mahsûsun isti’âresidir. 4. sti’âre tebîhte ve hüsn-i beyânda taleb-i mübâlaga için ism-i râcihi mecrûha nakildir. / s. 300. sti’âre, müâbehet alâkasıyla ve karîne-i mâni’a ile bir kelimenin ma’nâ-yı mâvudie-lehin gayrıda isti’mâlidir. sti’âre, tarafeyn-i tebîhden birinin hazfiyle hâsıl olduuna göre ikiye ayrılır: Musarraha, mekniyye. Müebbeh hazf olunarak yerine müebbehün-bih ikâme edilirse isti’âre musarraha olur. Müebbeh, mezkûr olur ve müebbehün-bih mahzûf olup da mahsûsâtından bir ey tasrîh edilerek kendisine iâret edilirse buna isti’âre-i mekniyye denir. / s. 244-45. Bir lafzın ma’nâ-yı hakîkîsini terk ile ona müâbeheti olan dîger bir ma’nâ i’âresi demektir. / s. 186. Vüzûh-ı delâleti tezyîd için –zihinde alâka-i temâsülle birleebilen 462 462 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Muhammed Mihrî, Fenn-i Bedî' yty Sîrûs-i emîsâ, Beyân ve Me’ânî 1375 iki hayâlden birini dîgeriyle istibdâl, ve yâhud bir hayâle kendinde olmayan bir vasf-ı mülâyım izâfe etmektir. / s. 187. sti’âre-i musarraha, vüzûh-ı delâleti tezyîd için, bir hayâlin yerine alâka-i temâsüli hâiz dîger bir hayâl ikâme etmektir. / s. 192. sti’âre-i mekniyye ki tahayyül-i mebde’in iki cenâh-ı i’tilâsı olan tehîs ve istibdâlin vâsıta-i mûcezesidür. / s. 195 sti’âre âriyet tarîkiyle bir ey almakdır. Beyne’l-ma’neyn alâka-i müâbehet olan kelimeye denilir. / s. 25. stif’âl babından olan isti’âre, bir sözü baka bir söz yerine ödünç istemektir. Çünkü âir, isti’ârede bir kelimeyi/sözü benzerlik yönüyle baka bir kelime/söz yerine kullanır. / s. 57. sti’âre-i musarraha, müebbehün-bihin kaldıı bir tebihtir. / s. 59. sti’âre-i mekniyye ise müebbehin müebbehün-bih ile ilgili unsurlardan biriyle kullanılmasıdır. / s. 62. stiâre, tebihin iki tarafından birini zikredip dier tarafını kastetmektir. stiârei muhakkaka ve musarraha da denilen istiâre-i tahkîkiyye, müebbehün-bihin müebbeh yerine geçmesidir. stiâre-i bi’lkinâye ya da istiâre-i mekniyye, müebbehin zikredilip müebbehün-bihin zikredilmedii, ancak müebbehün-bihin gerekli karinesinden birinin bulunduu istiâredir. / s. 250-51. Müebbehün-bih veya müebbehi hazf edilen tebîhlere isti’âre denilir. “Temââyı Hazân”da oldugu gibi müebbehün-bih zikr edilmeyerek yapılan isti’ârelere “mekniyye”, “Bir Lahza-i taahhür”de görülen tarzda, yani müebbeh zikr edilmeyerek yapılan isti’ârelere de “musarraha” nâmı verilir. / s. 60. uura mukârin olan “müebbehünbih” eer tebih edatını hazfedecek kadar kuvvetli ise “tebîh-i beli” olur. Tebih edatı ile beraber müebbehi de husûfa uratacak bir mâhiyet ve vuzuhta olursa “istiâre-i musarraha” nâmını alır. Eer dâhilî bir tecrid yapılıp da müebbehün-bihin hey’eti umûmiyyesinden ziyade müebbeh ile alâkar olan mümeyyiz vasfı uur sathına çıkıp müebbeh ile birleirse istiâre-i Humâyî, Funûn-ı Belâgat ve Sinâ’ât-i 1377 Edebî Ali Cânib, Edebiyât 1928 Ali Nihad Tarlan, Edebiyat Meseleleri 1981 463 463 KLÂSK TÜRK RNDE AHMET “GÜL”ÜN KULLANIMI… KARTAL Tâhirü'l-mevlevî, Edebiyat Lügati mekniye yapmı olur. / s. 171. Müebbehün-bih veya müebbehi hazf edilen tebîhlere isti’âre denilir. “Temââyı Hazân”da oldugu gibi müebbehün-bih zikr edilmeyerek yapılan isti’ârelere “mekniyye”, “Bir Lahza-i taahhür”de görülen tarzda, yani müebbeh zikr edilmeyerek yapılan isti’ârelere de “musarraha” nâmı verilir. / s. 60. stiâre bir eyin ödünç verilmesini veya ödünç alınmı bir eyin iâdesini istemektir. Arada bir engel karîne (karîne-i mâni’a) bulunmak artıyla, bir sözü, benzerlik ilgisiyle kendi mânâsı dıında kullanmak, istiâre adını alır. / s. 154. Açık (Musarrah) stiâre: Müebbehünbihin mânâsını taıdıı hâlde, müebbeh yerinde kullanılan söz, açık istiâreyi tekil eder. / s. 158. Kapalı (Meknî) stiâre: Bir eyi, zihinde dier bir eye benzetip, bu benzetmeden yalnız müebbeh ile müebbehünbihe balı bir unsuru zikretmek suretiyle yapılan istiâre, kapalı (meknî) istiâre adını alır. / s. 160. Bir eyi kendi adının dıında, türlü yönlerden benzedii baka bir eyin adıyla anma. / s. 412. Açık istiare (istiare-i musarraha), benzetme öelerinden yalnız benzetmelik ile yapılan istiaredir. / s. 412. Kapalı istiare (istiare-i mekniye), benzetme öelerinden yalnız benzetilenle yapılan istiaredir. Bu türlü istiarede benzetmelik söylenmez, bir anlamda gizlenir. / s. 414. Tebîh’teki temel unsurlardan, yani “müebbeh” veya “müebbehün-bih”ten biri söylenmeyerek yapılan benzetmelerdir. / s. 46. sti’âre-i musarraha, müebbehi söylenmeden yapılan isti’ârelere denir. / s. 49. sti’âre-i mekniye, müebbehün-bihi söylenmeden yapılan isti’ârelerdir. / s. 50. Tebihe yakınlık gösteren bir sanattır. Bilindii gibi tebih en az iki öge ile yapılır. Benzeyen ve kendisine benzetilen. te benzetme bu iki ögeden sadece biri ile yapılırsa istiare meydana gelir. Mesela: Arslan asker, deyimi tebih-i belidir. Çünkü iki öge ile yapılmıtır. Asker aslana benzetilmitir. Yani asker benzeyen, arslan ise kendisine benzetilendir. te askeri gördüümüz zaman “Arslanım” dersek 1973 M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve 1980 Teorileri (Belâgat) Cem Dilçin, Örneklerle Türk iir 1983 Bilgisi * M. Orhan Soysal, Edebî San'atlar ve 1992 Tanınması sa Kocakaplan, Açıklamalı Edebî 1992 Sanatlar 464 464 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Numan Külekçi, Edebî Sanatlar istiare yapmı oluruz. Çünkü yalnızca bir öge ile benzetme yapılmıtır. Asker söylenmemi, sadece benzetilen öge olan arslan söylenmitir. / s. 63. Açık istiare: stiare zayıf bir varlıı daha kuvvetli göstermek için yapılan benzetmedir. Tebihten farkı tek öge ile yapılmasıdır. Benzeyen zayıf öge, benzetilen ise kuvvetli ögedir. te açık istiare kuvvetli öge, yani benzetilen ile yapılır. / s. 64. Kapalı istiare: Açık istiarenin zıddına olarak bu istiare türünde benzetme, benzeyen unsurla yapılır. Yani kendisine benzetilen unsur söylenmez, kapalı kalır. Bu yüzden bu istiareye kapalı istiare denilir. / s. 68. Kelimenin lügat manası “ödünç alma, birinden ireti bir ey alma”dır. Edebî sanat olarak “bir eyi gerçek anlamı dıında, çeitli yönlerden benzedii baka bir eyin adıyla anmaktır. / s. 46. Musarrah isti’âre (Açık isti’âre): “Kendisine benzetilen” söylenir “benzetilen” söylenmezse buna açık isti’âre denir. / s. 51. Meknî isti’âre (Kapalı isti’âre): Benzetilen söylenir, kendisine benzetilen söylenmezse buna kapalı isti’âre denir. Yalnız kendisine benzetilen ile ilgili bir özellik zikredilir. Bu özellik isti’ârenin anlaılması için bir ipucu mahiyetindedir. / s. 52. Lügat manası; “birinden ireti bir ey isteyip almak” demektir. Edebiyatta; “bir kelimenin manasını muvakkaten dier bir kelime hakkında kullanmak”tır. Beyancılara göre isti’âre; “müabehet alâkasıyla ve karine-i mania dolayısıyla konulduu mananın dıında kullanılan lafızdır”. Bu tarife göre isti’âre, kendi manasında kullanılmayan bir lafızdır. Konulduu manada kullanılmasında engel karine bulunduu için “mecaz”dır. Alâkası da “tebih”tir. / s. 90. sti’âre-i asliye, isimlerle isim hükmünde mastarlardan, bir de sıfatla ün kazanmı olan isim hükmüne girmi alemlerden yapılır. sti’âre-i mekniyye, bir ey zihinde dier bir eye benzetilir ve müebbehün bih deil de, levazımından bir ey sözde müebbehle beraber getirilirse isti’âre-i mekniyye adını 1999a Nasrullah Hacımüftüolu, ’câz ve 2001 Belâgat Deyimleri 465 465 KLÂSK TÜRK RNDE AHMET “GÜL”ÜN KULLANIMI… KARTAL alır. / s. 91. Lügat anlamı birinden bir eyi ödünç isteyip almak olan istiâre, bir kelimeye aralarındaki benzerlik alâkası dolayısıyla lügat/temel anlamının dıında yeni bir anlam vermektir. Dolayısıyla istiâre, alâkası tebih/benzerlik olan mecaz-ı lügavîdir. stiârenin temeli tebihtir. Tebihin iki temel unsuru olan müebbeh (benzeyen) ve müebbehün bih (kendisine benzetilen)den sadece birisinin –dorudan veya dolaylı- söylenilerek söylenilmeyen, kaldırılan kısmının kasdedilmesi ile istiâre meydana gelir. Dier bir ifade ile istiâre kısaltılmı tebihtir. Bu açıdan bakıldıında istiâre hem bir mecaz, hem de bir tebihtir. / s. 118. Açık istiâre, benzeyeni düürülen tebihtir. Bu istiârenin “açık” olarak nitelenmesi kendisine benzetilenin açıkça ifade edilmesindendir. / s. 119. Kapalı istiâre, kendisine benzetilenin açıkça bulunmadıı sadece onu hatırlatan, onunla ilgili bir unsurun bulunduu istiâredir. Yani ibarede tebihin iki tarafından müebbeh/benzeyen bulunur, fakat müebbehün bih/kendisine benzetilen açıkça yer almaz. / s. 120. Eretileme, bir varlık, kavram, nesne vb. belirten bir sözcük ya da sözün gerçek anlamını bir yana bırakarak, ona –gerçek anlamını düündürmeyecek bir biçimdeereti (ödünç) olarak baka bir varlık, nesne, kavram vb.nin adını vermektir. Bu söz sanatı için “Benzetme ilgeci olmayan, ilgeci içinde gizlenmi, kısaltılmı benzetme (tebih-i muzmer-ül-edat)”; “bir sözcüün, benzerlik ilgisiyle baka bir sözcük yerine kullanılması” yolunda tanımlar da yapılmaktadır. Ancak, benzetme ilgeci olmaması, eretilemeyi tanımlama bakımından yeterli bir sınırlama deildir; önemli olan, benzeyen ve kendisine benzetilenlerden birinin bulunup birinin bulunmamasıdır. Bir sözcüün baka bir sözcük yerine kullanılmasının da eretileme olabilmesi, benzerlik ilikisi kouludur. Böyle bir ilgi yoksa, eretileme deil “mecâz-ı mürsel” olur. / s. 17. Açık eretileme (istiare-i musarraha), yalnızca M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat 2007 Bilgisi Kaya Can, Balıca Yazınsal Sanatlar 2003 466 466 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN kendisine benzetilenin söylendii – benzeyenin söylenmedii- eretileme türü. / s. 19. Kapalı eretileme (kapalı istiare – istiare-i mekniye), yalnız “benzeyen”in söylendii, “kendisine benzetilen”in söylenmedii; bu nedenle de, doal olarak, benzetme ilgecinin bulunmadıı eretilemelere denir. /s. 21. Sözlükte; bir eyi kaldırmak ve onu bir yerden alıp baka bir yere koymak veya bir eyden faydalanmak üzere onu birisinden ödünç olarak istemektir. Bir beyan terimi olarak isti’âre; hakikî mana ile mecazî mana arasındaki benzerlik alakasından dolayı bir kelimenin manasını geçici olarak alıp baka bir kelime için kullanmaktır. Ayrıca bunda, hakikî manayı kastetmeye engel olan bir karinenin bulunması gerekir. / s. 83. stiâre-i tasrihiyye, içinde müebbeh bihin lafzı açıkça zikredilen ve müebbeh hazfedilen istiâredir. stiâre-i mekniyye, müebbeh bihin lafzı hazfedilen ve kendisi ile ilgili bir hususla ona iaret edilen istiâredir. / s. 84. Kelime anlamı, birinden ireti/ödünç bir ey almaktır. Terimde ise, gerçek anlamı ile mecazî anlamı arasında benzerlik ilgisi olması artıyla bir kelimeyi gerçek anlamı dıında kullanmaktır. Baka bir deyile tebihin iki tarafından (benzeyen ve benzetilen) birini zikredip dier tarafı kastetmektir. Bu nedenle istiâre de mecazdan bir türdür. / s. 163. stiâre-i tahkîkiye, cümlede müebbehün bihin (benzetilenin) zikredilip müebbehin (benzeyenin) kastedilmesidir. Baka bir ifadeyle müebbehi hazf edilmi tebihtir. Buna istiâre-i musarraha veya muhakkaka yani açık istiâre de denir. / s. 164. stiâre-i bi’l-kinâye veya istiâre-i mekniyye, müebbehin zikredilip müebbehün bihin zikredilmedii, fakat müebbehün bihin ilgilerinden birinin mevcut olduu tebihtir. / s. 168. Tebih bir anlam aktarımı sanatıdır, istiare ise hem anlam hem de ad aktarımı sanatıdır. Bir kavramın herhangi bir bakımdan benzedii baka bir kavramla adlandırılmasına istiare (ödünçleme) denir. Nusrettin Bolelli, Belâgat, Beyân- 2006 Me’ânî-Bedî limleri, Arap Edebiyatı * Veyis Deirmençay, Fünûn-ı Belâgat 2006 ve Sınâât-ı Edebî Menderes Cokun, Sözün Büyüsü 2007a Edebî Sanatlar 467 467 KLÂSK TÜRK RNDEAHMET “GÜL”ÜN KULLANIMI… KARTAL stiarenin kelime anlamı ödünç almaktır. Yani benzerlik ilgisiyle bir kavramın adı, baka bir kavram için ödünç alınır ve geçici olarak kullanılır. / s. 66. Açık istiare, benzetme unsurlarından sadece kendisine benzetilenin söylenmesiyle meydana gelir. / s. 67. Kapalı istiare, benzeyenle birlikte kendisine benzetilenin bir özelliinin söylendii istiare çeidi olarak tanımlanmıtır. Yani bir ifadede benzeyenle birlikte kendisine benzetilene ait bir unsur veya özellik kullanılmısa, onda kapalı istiare vardır denilmektedir. / s. 68. Gerçek anlam ile mecazî anlam arasındaki alâkanın benzerlik üzerine kurulduu mecâza isti’âre denir. Baka bir deyile isti’âre, iki tarafından biri, edatı ve benzetme yönü hazfedilmi bir tebihtir. / s. 75. Açık isti’âre, sadece müebbehünbih zikredilerek dier üç unsurun hazfedildii tebihe denir. Kapalı isti’âre ise, sadece müebbeh zikredilerek dier üç unsurun hazfedildii tebihe denir. / s. 76. Nevzat H. Yanık, Edebi Bilgiler ve 2007 Aruz Bu yazı TDK tarafından neredilecek Necâtî Bey Armaan Kitabı’nda yayımlanacaktır. 468 468 benzetme yönü hazfedilmi bir tebihtir. / s. 75. Açık isti’âre, sadece müebbehünbih zikredilerek dier üç unsurun hazfedildii tebihe denir. Kapalı isti’âre ise, sadece müebbeh zikredilerek dier üç unsurun ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A hazfedildii tebihe denir. / s. 76. Bu yazı TDK tarafından neredilecek Necâtî Bey Armaan Kitabı’nda yayımlanacaktır. 468 469 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI VE RÜYADA GÖRÜLÜ EKLNE GÖRE YORUMU Çiçek sevgisi ve merakı Türk kültür tarihinde önemli bir yer tutar. Çiçekleri çok seven ve onları büyük bir özen ve titizlikle yetitiren milletimizin duygularındaki incelii ve zariflii, hatta güzele olan tutkunluunu yetitirdii çiçeklerde görmek mümkündür. Çiçeklere karı olan bu tutku ve sevgi köylüsüyle ehirlisiyle, fakiriyle zenginiyle bütün milletimizde rahatlıkla görülüp hissedilebilir. Ayrıca milletimiz çiçeklere karı olan sevgisini bütün hayatına yani evine, bahçesine, mânilerine, türkülerine, arkılarına, çeitli sanat eserlerine, atasözleri ve deyimlerine yansıtmı hatta çocuklarına isim olarak koymutur. Özellikle bazı çiçeklerin kültürümüzde özel bir yeri ve önemi vardır. Bunların baında gelen gül, Nev'î'nin, *   Egerçi peyrev-i em’-i kelâm-ı Enverî’yem Sözüm çerâgı benüm imdi gül gibi mehûr      beytinden, Nazîm'in ise, Gül gibi vasf-ı kemâlâtunda buldum itihâr mısraından anlaıldıı gibi, dier çiçekler arasında oldukça mehurdur. Biz bu çalımamızda, âirlerin diliyle gülün klasik iirimize nasıl yansıdıını ifade ettikten sonra, iki tabirnamede gülün rüyada görülmesine getirilen yorumları belirteceiz. Hz. Peygamber'in en çok sevdii çiçek olan gülün, ilâhî güzellii ve ihtiamı en güzel biçimde yansıttıı ifade edilir. Sinan Paa’nın “Ikdur gülleri peydâ iden / Ikdur gül yüzlüleri hüveydâ iden” sözlerinden anlaıldıı gibi, gülün ortaya çıkmasına da ak sebep olmutur. Hatta Hz. Peygamber'in gül hakkında, “Kırmızı gül, Allâh'ın ihtiamının tezahürüdür” dedii de, rivayet olunmaktadır. Her eyden önemlisi o, Hz. Peygamber’in 'nian'ına sahip olduu için, Hz. Peygamber'in remzi sayılmıtır: 470 470 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Verd-i ra‘nâ Ahmed-i muhtârdan virüb niân Râyet-i sebz olup üstinde turur serv-i çemen Tacizade Cafer Çelebi Çünkü gül, bir rivayete göre, Hz. Peygamber’in yere düen ter damlasından yaratılmıtır (Tatçı 1990: I/125): Gül Muhammed deridür bülbül anun yâridür Ol gülile ezelî cihâna bile geldüm Yunus Emre ‘Irk-ı Muhammedün ‘arakından yaratdı gül Hilkatde anı itdi anun bigi bî-misâl Karamanlı Aynî Zîb-i cemâl-i fasl-ı bahâr olsa gül ne tan Çün asl-ı pâkidür ‘arak-ı Fahr-ı Enbiyâ Tacizade Cafer Çelebi Bundan dolayı, Hz. Peygamber, Sinan Paa'nın diliyle “gül-i gülzâr-ı nübüvvet” yani peygamberlik gülbahçesinin gülü olarak tavsif edilmitir. Gül ve Peygamber sevgisini birletiren en güzel ve etkileyici söyleyilerden birisi, iirlerinde Bahtî mahlasını kullanan Sultân I. Ahmed'in u iiridir (Ayvazolu 1992: 93): N’ola cânum gibi baumda götürsem dâ’im Kademi resmidür ol hazret-i âh-ı rusülüñ Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidür Ahmedâ turma yüzüñ sür kademine o gülüñ764 764 Evliya Çelebi'nin anlattıına göre, bu kıt'anınn yazılı hikâyesi u ekildedir: I. Ahmed, Mısır'da Kayıtbay türbesinde muhafaza edilen Nak-ı Kadem'i, yani Hz. Peygamber'in bir ta üzerindeki ayak izini stanbul'a getirterek Eyüb Camii'ne koydurur. Nak-ı Kadem, daha sonra da inası tamamlanan Sultanahmet Camii'ne nakledilir. I. Ahmed, bu nakil ileminin tamamlandıı günün gecesi, rüyasında kendini bütün padiahların toplandıı yüce bir divanda bulur. Kadı mevkiinde Hz. Peygamber oturmaktadır. Kayıtbay, Kadem-i erîf'i türbesinden alıp kendi camiine nakleden Sultan Ahmed'den davacıdır. Hz. Peygamber, tarafları dinledikten sonra, Kadem-i erîf'in alındıı yere iade edilmesi hükmünü verir. Ertesi gün, “ulemâ ve meâyıh” grubu, rüyayı, emanetin derhal eski yerine gönderilmesi gerektii eklinde yorumlarlar. Sultan Aahmed, Nak-ı Kadem'i geri gönderir, fakat üzüntüsünü gidermek için Kadem-i Sa'âdet-i Peygamberî eklinde bir sorguç yaptırarak önemli günlerde hilâfet sarıına takmaya balar. Ayrıca bir tahta üzerine resmedilen Kadem-i erîf'in kenarlarına da söz konusu dörtlüü kendi eliyle yazarak eyhi Azîz Mahmûd-ı Hudâyî'ye gönderir. Bilindii gibi, Nak-ı Kadem-i erîf, imdi Mukaddes Emanetler'de korunmaktadır (Ayvazolu 1992: 93). 471 471 KLÂSK TÜRK RNDE AHMET “GÜL”ÜN KULLANIMI… KARTAL Fuzûlî ise: Suya virsün bâgbân gülzârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzâre su beytinde, Hz. Peygamber'in yüzünü bir güle benzetmekte ve bu güzellikte bir gülün bir daha yetimesinin mümkün olmayacaını ifade etmektedir. Klasik iirimizde Hz. Peygamber'in bir gül, onun yaadıı “Asr-ı Sa'âdet”in de yine Fuzûlî'nin: Gül-i ruhsâruna karu gözümden kanlu ahar su Habîbüm fasl-ı güldür bu ahar sular bulanmaz mı beytinde olduu gibi, bahar mevsimi eklinde ilendii düünülecek olursa, âirin Hz. Peygamber'in ahir zaman peygamberi olduu inancından hareketle, “bâgbân” kelimesiyle Allah'ı, “gülzâr” ile de dünyayı sembolize ederek onun ölümünden sonra dünyanın varlıının anlamsızlıını ifade etmeye çalıtıı rahatlıkla anlaılacaktır (entürk 1999: 286). Necâtî Bey de, Yılda bir kerre menâr-ı âhdan dîdâr gül Gösterür nite ki nûr-ı Ahmed-i Muhtâr gül beytiyle, gülün yılda bir kez seçilmi insan olan Hz. Peygamber'in nuru misali yüz gösterdiini söyleyerek gül ile Hz. Peygamber'i özletirmitir (Akpınar 2003: 5). Yine de gül, bu ihtiamı, bu güzellii ve bu kokusuna ramen Hz. Peygamber’e hayrandır: Yanagı nûrı vü saçınuñ sâyesin görüp Hayrân u zârdur gül ü reyhân Muhammed’e Ahmedî Özellikle bu boyutundan dolayı milletimiz, güle özel bir itina göstermi ve ona sevgi ile yaklamıtır. Bu sevgi, Anadolu insanının kırmızı renkli gülü gördüünde, özellikle de onu eline alıp kokladıında, sa elini kalbi üzerine koyup Hz. Peygamber’e salavat getirmesinde açık bir ekilde görülebilir. Gül bu hususiyetinden dolayı da klasik iirimizde müstesna bir yere sahip olmu, bata mutasavvıf âirler olmak üzere bütün klasik âirler tarafından bolca kullanılmıtır. * 472 472 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Yûnus Emre , * Niçün sen nefs-i emmârı bu gafletden uyarmazsın Muhammed er’î gülünü senün yüzüne urmazsın beytinde gülün ferahlatıcı, latif, uyarıcı özellikleri ile eriatın nefs-i emmareyi gafletten uyaran özelliklerinden hareketle gülü Hz. Peygamber’in yoluna benzetmitir (Tatçı 1990: I/125; II/247). Revânî, Gül-i sepîd eger olmasaydı Âl-i Resûl Yeil ‘alâmet ile olmaz idi destârı beytinde, beyaz gülü, “âl-i Resûl”e benzetirken, Vuslatî Ali Bey de, Çemen ravza-i pâke oldı misâl Sahâbe anâdil gül-i âl âl beytinde, çimenlii Hazret-i Peygamber’in mukaddes merkadine, sahabeyi bülbüllere, kırmızı gülü de âl-i Resûle tebih etmitir. Vuslatî Ali Bey'in baka bir beytinde ise, gülü bahtı çiçek gibi açılmı olan Osmanoulları yerine kullandıı dikkat çekmektedir: Gül-i âl-i Osmân-ı üküfte-baht Hazâret-nümâ nahl-i gülzâr-ı taht Mayıs-Haziran ayları arasında, pembe, beyazımsı, sarı, kırmızı renkli çiçekler açan, güzel kokulu, çalımsı ve dikenli bir bitki olan gülün, Farsçadaki genel anlamı çiçektir. Klasik edebiyatımızda da, aaıdaki beyitlerde olduu gibi, aynı mânâda kullanıldıı görülmektedir. Nitekim aaıdaki beyitlerde kullanılan gül-i nesrîn, nesrin çiçei; gül-i eftâlü, eftali çiçei; gül-i bâdâm, badem çiçei ve gül-i sünbül ise sümbül çiçei anlamlarına gelmektedir: Tadur yüregün lîk tenündür gül-i nesrîn Binüm gönülüm sırçadur u ta ola taum K.Burhaneddin G 484/3 Câm-ı cân perveri ey ehl-i safâ pâk idelüm Gül-i eftâlü gibi cür’aları hâk idelüm Hıfzî Erefi saçar sabâ ana gül-i bâdâmdan gösterür Zer nisâr ider peine ol gülün âh-ı semen Adlî 473 473 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… AHMET KARTAL Görmedüm gerçi nigâr-hâne-i Çîni ammâ Bunda gördüm gül-i sünbülle nice nak u nigâr Subhî-zâde Azîz Gül'ün çeitli renkleri olmasına ramen klasik iirde en çok kırmızı rengiyle söz konusu edilmitir. Efsaneye göre, önceleri gülün rengi kırmızı deildi. O soluk renkli bir çiçekti. Bazı rivayetlere göre ise beyazdı. Bülbül, ta o zamanlar da, güle âıktır. Gece boyu akını güle terennüm eder, arkılar söyler. Seher vakitlerinde gülün açılmasını bekler. Lâkin gül yüz vermez, naz yapar bülbüle. Artık tahammülü kalmayan bülbül, bir gün gülün üzerine konar ve dikenlerin üstüne düüp ölür. Bülbülün vücudundan gülün dibine kanlar dökülür. Bu kanlar onun kökünden damarlarına doru yayılır ve gül o günden itibaren kırmızı ve parlak bir renge bürünür. Bundan dolayı gülün kırmızı rengini bülbülün kanından elde ettiine ve daha güzel renge sahip olmak için bülbüle sürekli aynı hileyi tekrarladıına inanılır (entürk 1999: 289; Akpınar 2003: 2) Fuzûlî'nin su kasidesinde yer alan: çmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile Gül budaının mizâcına gire kurtare su beyti bu inanıın bir göstergesidir. Yine bu efsaneden hareketle gülün, bülbülün kanını döktüüne, içtiine ve allık olarak yüzüne sürdüüne de inanılmaktadır. Her ne kadar zaman zaman sarı ve beyaz gülden bahsedilirse de: Gördüm açılmı çemende bî-bedel bir ak gül Görmedim hergiz cihanda böyle bir berrâk gül Bâga çık nâz ile mesrûr eyle hasret-keleriñ Sünbül özler zülfini ruhsârıña mütâk gül Neylî Görinen haymeler sanma? açılmı ak güllerdür Hümâyûn ordusı âhu? unutdurdı gülistânı Revânî Gül-i zerd ü sefîdi ola üküfte gülistânın Meh ü mihr ile gerdûn olmasın hîç Reîd klasik iirde, gül-i surh, gül-i ahmer, gül-i hamrâ, kızıl gül.... ekillerinde geçen kırmızı gül, üphesiz en fazla kendisine kullanım alanı bulmutur: Bâgbân-ı zülfi sihr eyler el altından meger Kim bitürdi bâg-ı hüsninde gül-i ahmer çemen Revânî 474 474 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Sahn-ı gülen âsumân olmı kızıl gül âfitâb Goncanu? her biridür bir günbed-i hadrâ yine Revânî Ben hâke idüp tîrini baran o kaı yâ Sînem bitürür yaralarumdan gül-i hamrâ Nev'î Bazen penbe (açık kırmızı) renkli gülün de iirlerde kullanıldıı görülmektedir: Ey Türâbî sîne-i pür-dâgımı kim görse dir Sanasın penbeyle zeyn itmi der ü dîvârı gül Türâbî Bunların dıında gül-i sad-berg (yüz yapraklı gül, katmerli bir çeit gül), gül-i ter (taze, taravetli gül), gül-i hod-rû (kendi kendine yetien yaban gülü), gül-i ra’nâ (içi kırmızı, dıı sarı gül) ifadelerine de sıkça rastlanılmaktadır. Ancak Arpaemînizâde Mustafa Sâmî, katmerli gülün sade gülden daha iyi olduunu: Bir mi katmer-gül-i zîbâ ile verd-i sâde Benzemez nâtıka-i gayra bu i'r-i hem-vâr beytiyle dile getirmitir. Bunlardan bir kısmı kırmızı dier kısmı sarı yahut beyaz olan gül veya lâleye bu güzel görünüü sebebiyle “gül-i ra’nâ” ve “lâle-i ra’nâ” dendii hâlde, sonraları “iki renklilik”ten kinaye olarak edebiyatta sevgilinin iki yüzlülüünü ve güzelliini ifade eden bir tabir olarak kullanılmıtır. Daha sonra “ra’nâ” kelimesinin iirlerde hafif mereplik ima eden bir sıfat olarak yer aldıı da görülmektedir. Meselâ Hayretî: Begüm her yüzi açılmı gül-i ra’nâya aldanmaz Henüz yıylanmaduk bir gonce-i bî-hâr arar gönlüm beytinde, “gül-i ra’nâ” terkibini “yüzü açılmı” yani hayasız güzeller için kullanarak, gönlünün hayasız güzellere aldanmayacaını, bizatihi henüz koklanmadık dikensiz bir gonca aradıını söylemektedir (entürk 1995: 82). bn-i Kemâl, sevgilinin kırmızı lâle renkli yüzünde kendisinin sararmı yüzü birlese (yani yüz yüze koysalar), gözlere bu ikisinden hasıl olan kırmızı sarılı bir gül görüneceini ifade eder: kisinden bir gül-i ra’nâ görünürdü göze Lâle ruhsârınla cem’ olsa ruh-ı zerdim benim 475 475 KLÂSK TÜRK RNDE AHMET “GÜL”ÜN KULLANIMI… KARTAL Müncîk-i Tirmizî de, u Farsça beytinde gül-i ra’nânın hem kırmızı-beyaz hem de sarı-kırmızı renkte olanlarına güzel iki benzetmeyle iarette bulunmutur. Bunlardan birincisini, kırmızı akik taının altındaki inciye, ikincisini ise halvet gününde yanak yanaa koymu âık ve mauka benzeterek dile getirmitir: *   Tercüme: ki renkli güle bak, ne ho. Ya sade akikin altında incidir, ya da halvet gününde yanak yanaa koymu aık ve mauktur.  Nâbî ise: ki güldür yüzü ol mâh-rûy-ı meclis-efrûzun Bu ma’nâya gül-i ra’nâ dü-vechile müsaiddir diyerek, sevgilinin yüzünü beyaz ve kırmızı güle benzetmitir. âire göre bu yüze, gül-i ra’nâ demek iki veçhile, yani biri ay gibi parlak, dieri beyaz ve kırmızı olduu için müsaittir (Onay 2000: 221). Her ne kadar gül-i ra'na, kırmızı-beyaz ve sarı-kırmızı renklerinden olusa da, kokusu birdir: Dü nîm olursa da ten dilde ârzû birdir Dü-reng ise gül-i ra'nâ aceb mi bû birdir Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî * âirlere ilham kaynaı olan gül, çiçeklerin sultanıdır. Bu husus “âh-ı gül, eh-i gül, gül âhı, sultân-ı gül, hüsrev-i gül, gül hüsrevi, dâver-i ezhâr, dâver-i gülen” gibi sözlerle ifade edilmitir: Sultân-ı gülden almag içün cebr ile anı Yagdurdı ana top u tüfeng ebr-i nevbahâr Revânî Giydi her nergis-i zerrîn baa bir tâc-ı Kubâd Lâle gül hüsrevi yâdına içer sâgar-ı Cem Hayâlî Bey 765 Hafızamızda yer alan bu beytin kaynaı tespit edilememitir. 476 476 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Evet, gül sultandır. Çünkü o, sultan olmak için gerekli olan alemlere sahiptir. Bilindii gibi sultan olmanın asgarî üç alemi vardır. Bunlardan birincisi tahttır. Gül ise zümrüt bir tahta sahiptir. Revânî, Taht-ı zümürrüdîne geçüp nâgehân gül Ezhâr içinde oldı eh-i kâmrân gül diyerek, “gülün zümrüt tahtına geçip çiçekler içerisinde bahtiyar bir sultan olduunu” belirtir. kincisi ise, taçtır. Ahmedî, Gül tâc-ı lacl urınmı tâc-ı zümürrüd üzre Sûz-ıla aña karu ho-sâz ider belâbîl diyerek, “la'lden kırmızı tacını giyen güle karı, bülbüllerin yanık bir ekilde ah u figan ettiini” söyler. Bu durum onun taç sahibi bir sultan olduunu göstermesine ramen gül, hükümdarlık alametlerinden olan kırmızı renkli kabasını giymeyi de ihmal etmez: Geydi zer-ke kabâ-yı la‘lîni Gül eh-i tâc-dâr oldugı-çün Tâci-zâde Cafer Çelebi Ancak gülün bir rakibi vardır. O da yine milletimizin özel bir deer verdii çiçekler arasında yer alan lâledir. Özellikle lâle kelimesini oluturan harflerin Allâh lafzıyla aynı olması ve her ikisinin ebced hesabıyla 66 sayısını vermesi, yine lâlenin tersinden okunduunda hilâl kelimesinin oluması, hilâl'in ise islâmiyeti simgelemesi ayrıca; lâle bir kök ve çiçekten olutuu için tevhidi remzetmesi, ona karı olan ilginin artmasına sebep olmutur. Millî çiçeklerimizden biri olan lâle özellikle III. Ahmed döneminde ve Sadrazam Damad brâhîm Paa'nın hamiliinde hiçbir dönemde rastlanmayan bir ilgi görür. Lâle, stanbul'un seçkin bahçelerini göz alıcı renk ve tazelikleriyle süsler. Sadece lâle yetitirmek için özel bahçeler tanzim edilir; hakkında risâleler yazılır; müsabakalar düzenlenir; yeni yetitirilen her lâleye âirâne isimler verilir. Pek çok sanat dalında stilize edilerek motif olarak kullanılır. Hatta lâle, bu devre adını vererek cemiyetin zevk u safâya dükünlüünü en güzel ekilde gösteren bir sembol olur. fade ettii gerek manevî gerekse maddî boyutundan dolayı lâle de aynen gül gibi milletimiz tarafından itina ile yetitirilmi, ıslah edilerek yeni türleri elde edilmi, belli bir dönem de deeri öyle artmıtır ki ‘çiçeklerin ahı’ olarak nitelendirilen gülün tahtını sallamı, hatta o tahta geçmitir. Kolayca gerçeklemeyen bu olay âirlerin diliyle öyle gerçeklemitir: 477 477 KLÂSK TÜRK RNDEAHMET “GÜL”ÜN KULLANIMI… KARTAL Gül, lâleden daha önce ehre gelerek yerlemi ve ehirlerde oluturulmaya balayan balarda yani bahçelerde yetimeye balamıtır: Çünkim bezendi bâg u çemen cümle huk ü ter Sahrâda lâle tagda çiçek bâgda gül biter Ahmed-i Dâ'î Böylece lâleden daha evvel ehirde yerleen ve medenî olan gül, bahar meclisinde bahçede kurulan çiçekler meclisinin emiri yani sultanı olmutur. Nitekim Bâkî bu hususu u beytiyle dile getirmitir: Bezminde sürdi lâle murassa’ piyâlesin Oldı emîr-i meclis-i bâg u bahâr gül Oysa dalarda ve kırlarda yetien lâle, yâni gelincik klasik âirler tarafından sahrâ-niîn (kırda, çölde oturan) olarak nitelendirilir: Gül yüzüne öykünürse lâle-i sahrâ-niîn Yüregine dâg-ı hirmân ur yüzüni kana bas Necâtî Be Gelincik kırlarda ve da eteklerinde yetitii ve meclis âdâbını bilmedii için taralıya benzetilir ve devr-i gül sohbetine kabul edilmez: Taradan geldi çemen mülkine bîgâne diyü Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler Necâtî Be Çünkü o, meclis usul ve erkânını bilmediinden bu toplantıya yaramaz: Lâle-i dil-sûhte tutmaga geldi dâmenin Didiler bunda yaramazsın sen ey sahrâ-niîn Hayâlî Bey Bundan dolayı, lâleyi geldii yere yani daa geri gönderirler: Geldi benefe bâga arar hattına misâl Reng-i ruhuna lâleleri daga saldılar766 Hayâlî Bey 766 Bu beyitte geçen daga sal- ibaresini yara içersinde koymak, yaralamak eklinde de düünebiliriz. 478 478 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Meclis erkânının bu tavrından dolayı lâle, ba kenarında boynu bükük ve hacîl (utanmı) olarak bekler: 'Aceb mi bâg kenarında olursa lâle hacîl Ki lâle-zâr-ı cemâlinde hâr u zârundur Ahmed Paa Ancak o, kırlarda yetien çiçeklerin âhı olarak oraya gelmitir: Lâle gibi çünki ben sahrâ-niînler âhıyam Kırmızı eyvân yiter bu kanlu pîrehen bana Âhî Ama lâlenin bu mahcubiyeti ve taralı oluu fazla sürmez. Özellikle XVI. asırdan itibaren kültür yoluyla yeni türleri elde edilmeye balanmı ve o da medenî yani ehirli olmutur. Bundan sonra gül ile amansız bir rekabete girierek onun saltanatını sarsan lâle, Bâkî'nin ifadeleriyle gül-en ile çemenzârın âhı olarak la’lin tâcını jâlelerden mücevherlerle süslemitir: Jâlelerden takınur tâcını gevher lâle âh olupdur çemen iklîmine benzer lâle Geyer gül-ende la’lîn-tâc lâle Elinde nergisün altun piyâle Gül bahçesinin ahı olan lâlenin bu ekilde gönlü çeken güzelliini gören dier çiçekler artık ona, haset edip mızraklarını çekerler (Kartal 1998: 46-48): Hüsn-i dil-kele görüp behcet-i vâlâ-ânın Lâleye nîze-ke-i dâg-ı haseddir ezhâr eyhülislâm shâk * Kânî, kalbi mermer gibi katı olan sevgiliye gül misin lâle-i pür dâg mısın hâr mısın diye sormu: Seng-i hârâ gibi saht u sitem-âver kalbin Gül misin lâle-i pür dâg mısın hâr mısın Yahya Bey de, sevgilinin lâle gibi fena kalpli olduunu ifade etmitir: Gerdenün silsilesi dûd-ı âh Lâle-i hamrâ gibi kalbi siyâh (Gülen-i Envâr) 479 479 KLÂSK TÜRK RNDE AHMET “GÜL”ÜN KULLANIMI… KARTAL Ancak Mesîhî, gülleri yanakları renkli güzellere benzetmi ve çiy tanelerinin kulaklarına çeitli mücevherlerden küpeler taktıını söylemitir: Ruhları rengin güzellerdür gül ile lâleler Kim kulaklarına dürlü cevher asmı jâleler Bu da, gülün çeitli vasıflarından dolayı, daha çok sevgilinin sembolü olarak kabul edildiini göstermektedir. Nitekim Subhî-zâde Azîz, gülün sultân-ı nev-rûzun mahbubu yani sevgilisi olduunu ifade etmektedir: Cihân yek-bezm-i hâssu'l-hâssıdur sultân-ı nev-rûzun Ki gül mahbûbı bülbül mutribi lâle kadem-kârı Revânî, gülün kimin yüzü olduunu: Gül kimün yanagıdur lâle kimün çehresidür Diye bir bir sorana hâl dili ile giyâh Üsküdarlı Sırrî de, kırmızı yüzün holukta taze gül mü olduunu, Surhî-i rûyı letâfetde gül-i tâze midür Eser-i ermî-i nezzâre midür gâze midür Üsküdarlı Sırrî beyitleriyle sorar. Bu sorunun cevabı, sanki u beyitlerle verilmek istenmitir: ‘Anber hatunı didi gören gül yüzün üzre Akyazı yüzin tutdı yine kara benefe Revânî Âl ile almag içün gönlini üftâdelerün Yâr-ı gül-çihre gibi bâde yine geymi al Revânî Ol yüzi gül sefer ideli bende gördiler Bülbül figânlar eyledügini bahârsuz Zâtî Avnî, Ne aceb aglar ise bülbül-i cân çünki gelüp Gülüp eglenmedi ol yüzi gülistânn bu gice Kadün servi firâkında yaumı cûybâr itdüm Yüzün gülzârı yâdına gözüm ebr-i bahâr itdüm 480 480 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A beyitleriyle, sevgilinin yüzünü “gülistân “ ve “gülzâr “a yani gülbahçesine benzetirken, Ey pür-gül ü ükûfe yüzünle bahâr-ı hüsn Mihr-i ruhunla rûen olur rûzgâr-ı hüsn beytiyle de, batan baa güller ve çiçeklerle bezenmi yüzüyle sevgiliyi güzellik baharı olarak nitelendirmitir. âirlerin dilinde sevgilinin sembolü olan gül: Demezem dahi sana âıkem ey gül zîrâ Sana âıklıum izhâr edeli hâr olubem Fuzûlî (Leylâ vü Mecnûn) Bir gülüñ sünbüline cân ile dil balamıuz Zâtî’yâ beste-i tâvûs-i cinân kâküliyüz Zâtî Kütahyalı Rahîmî ve Nedîm’in iirlerinde sevgiliye hitap olur: Gel gülüm î idelüm bâkî degildür nev-bahâr Her zamân ta’cîl ider ömrüm gibi ârâ-yı gül Kütahyalı Rahîmî Gülüm öyle gülüm böyle demekdir yâre mu’tâdım Seni ey gül sever cânım ki cânene hitâbımsın Nedîm eyhî, Nigârâ haddünün lutfı komadı gülde reng ü bû Apardı gözlerün sihri gözinden nergisün uyhu diyerek, sevgilinin yanaının rengini güle benzeten âirlerden bir adım öne geçmi ve gülün sevgilinin yanaından renk aldıını belirtmitir (entürk 1999: 26-27). Bundan dolayı sevgilinin yanaını görüp de, onun kırmızı renginden dolayı utanmayan gül yoktur: ‘Ârızundan ermsâr olup ‘arak-rîz olmaduk Bir gül-i zîbâ mı var bir lâle-i hamrâ mı var Üsküblü shâk Çelebi Hatta Subhî-zâde Azîz, sevgilinin güne gibi parlak yanaını gören gülün hummaya tutulacaını belirtirken: 481 481 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… AHMET KARTAL Çemen seyrine çıkmı varısa ol mihr-had imdi Güle hummâ-yı yevmî nergise gelmi remed imdi Üsküdarlı Sırrî de, sevgilinin yüzünün kırmızılıı güle nakledilse gülün renginin yok olacaını söyler: Sürhî-i rûyun güle nakl eylesem bî-reng olur Gonçeye sırr-ı dehânun söylesem dil-teng olur Onun için de gülün sevgilinin yanaıyla kendisini karılatırması mümkün deildir: Ne gülde tâb u fer var ‘arızına kılmaga nisbet Ne servüñ kadd-i dil-cûyına var öykünmege cânı Nev'î Ancak, kendilerini sadece sevgilinin yanaına benzetmekle yetinen gül ile lâle, bu durum karısında bile o kadar mutlu olmulardır ki, elbiselerine sımayıp açılmılardır: Ruhlarına benzeyelden ol kadar âd oldılar Câmesine sıgmadı ey gonca güller lâleler Gelibolulu Sun'î Gül ile nergis de, bahçede gezintiye çıkan sevgilinin karısında saf tutmulardır: Sen bâg içinde serv gibi seyr idicegez Karunda saf tutar gül ü nerges nazâreye Ahmed-i Dâ'î Fuzûlî de, sevgilinin güzel yüzünü gördükten sonra, gönlünün güle temayül etmeyeceini söyler: Tâ Fuzûlî kamed ü ruhsârına vermi gönül Mâil-i serv ü hevâ-hâh-i gül ü nesrîn degül Çünkü o, bülbülün gülü istedii gibi sevgilinin yanaını istemektedir: N’ola gönlüm ârızın isterse cânım kâmetin Resmdir âlemde bülbül gül sever pervâne em’ Sevgilinin dudaı da, güle benzetilmitir: 482 482 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Leb-i cânâne 'aceb la'l mi yâ gül mi disem 'Anberin-hâline hem mük mi fülfül mi disem Neylî Ancak Avnî, sevgilinin eker tadındaki dudaklarının güzellikte, naz ve ivede güller ve goncaları gölgede bırakacak özellikte olduunu: Gerçi kim agız bir itdi güller ile goncalar Ol ekker-leb söze gelse anlara degme suhan beytiyle dile getirmitir. eyhülislâm Yahyâ’nın u beyti de bize, sevgililerin nezdinde mücevherât takmanın rabetten dütüünü, onun yerine lâle ve gül takmanın revaç kazandıını belirtir ki, bu da lâlenin ve gülün o dönemde gördüü ilgiyi daha belirgin bir ekilde göstermektedir: Lâle vü gül takınur oldı güzeller imdi hep La’l u gevher kıymetin ezhâr erzân eyledi * Evet yukarıda belirttiimiz gibi gül, klasik iirde gerek mecazî gerekse lâhî akta sevgiliyi temsil eder. Hakîkî sevgiliye duyduu ak ile yanıp tutuan, itiyak içerisinde bulunan ruhu da temsil eden bülbül ise, güle âıktır. Çünkü gül, yukarıda belirttiimiz gibi lâhî güzellii ve ihtiamı en güzel biçimde yansıtır. Gülün ihtiva ettii bu hikmeti, gönlünde meydana gelen bilginin neticesi olarak sezen bülbül tarafından geçmite sevilmi, günümüzde sevilmekte, gelecekte de sevilecektir. Klasik iirde âirlerimiz kendilerini bülbüle benzetmilerdir. Nitekim Fuzûlî kendisini gül bahçesinde gezen bir bülbül olarak niteler: Bir bülbülem ki gülen olupdur neîmenim Yâ tûtiyim ki bir ekeristâne yetmiem Ahmedî ise, bu hususu u beytinde dile getirmitir: Senüñ-ile benüm hâlüme beñzer Gül-ile bülbülüñ nâz u niyâzı Zaten bülbülün yuvası gül dalında olduu için, onun mekânı güller arasındadır: 483 483 KLÂSK TÜRK RNDE AHMET “GÜL”ÜN KULLANIMI… KARTAL Zenahdânından ayrılmaz dil ol serv-i gül-endâmun Olur san âh-ı gülde âyân-sâz andelîb-âsâ Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî Bülbülüñ mekânı güller içinde Kargalar ötmez bülbüller içinde Ümmî Sinân Kendisine mekan olarak güller arasını seçen bülbülün feryadına sebep olarak gülü gösteren Ümmî Sinân, aynı zamanda bülbül olmanın artını, gece gündüz gül için ah u figan etmeye balamıtır: Bülbülüñ efgân itdügi Bagçe degüldür gülidür Ey göñül geç bu fenâdan öyle bi-’âr ol yüri Bülbül iseñ ol gül içün dün ü gün zâr ol yüri Ancak gül, gururlu olup kendisine büyük bir itiyakla balı olan âıkın ateli yalvarmalarına ve çekmi olduu ıstıraba karı daima lâkayt ve ilgisizdir. Nitekim güle karı bülbül her ne kadar daima terennüm etse de, gül onun ah u feryadına sadece tebessüm etmekle yetinir: Güle karu kılur bülbül terennüm Gül ider bülbül âhına tebessüm erîfî Evet, bülbül daima feryat ederken gül ona karı güler. Çünkü dünya ta ezelden beri böyle gelmi böyle gider: 'Andelîb âh idüp aglar gül ana hande ider Böyle gelmidür ezelden bu cihân böyle gider Behitî Bülbüle yüz vermedii için, onun ıstırabının tedricen artmasına sebep olan gül, her zaman tebessüm edip gülerken, bülbül de daima alar. Çünkü bu, onların genel vasfı olduu için bu duruma aılmamalıdır: Gül gülse dâim aglasa bülbül aceb degil Zîrâ kimine agla demiler kimine gül Bâkî unu da unutmamak gerekir ki, bülbülün ii “niyaz”, gülün ise “naz”dır: Bülbül ü gül ii nâz ile niyâz illâ benüm 484 484 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Hâsılum dâg-ı cefâdur lâlezârum var iken Avnî Neâtî, bülbülün bu çekmi olduu ak ıstırabını: evkiz ki dem-i bülbül-i eydâda nihânız Hûnuz ki dil-i gonce-i hamrâda nihânız Beytinde, “dem çekmek”le ifade etmitir. (Nefes, soluk; vakit, an; kan gibi mânâları ihtiva eden 'dem' kelimesi, ayrıca Hakk'ın feyzinden olan Rahmânî nefesi de ifade eder. Bu durumdaki âık, tecellînin zuhur ettii an içerisinde bulunur. Mevlevîler buna “hû” der. âirin Mevlevî olduunu hatırlayalım). Demek ki, gül için alayıp inleyen bülbülün devası yine güldedir: Bülbül gül içün kılanda nâle Derdine devâ olur mı lâle Fuzûlî (Leylâ vü Mecnûn) Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî'nin dedii gibi, em' (mum) ile bülbül, verd (gül) ile pervâne bir araya gelmez: Tenâsüb cilvegerdir akda bî-gâne cem' olmaz Belî em' ile bülbül verd ile pervâne cem' olmaz Bunun için bülbül, gülün kendisini red etmeyerek efkat göstermesini ister. Âık Veysel'in “Güzelliin on para etmez, bu bendeki ak olmasa” dedii gibi, gül her ne kadar güzellii ile ho olsa da onun zuhur etmesinin müsebbibi bülbüldür: Beni redd itme efkat it ey gül Güle lâzım degül midür bülbül Hüsnile gerçi gül durur zîbâ Lîk bülbül virür zuhûrı ana Fazlî Gelibolulu Sun'î de, gülün zuhurunu yani açılmasını, bülbülün söyledii güzel sözlere balamıtır: Bülbül latîfe eylese gül açılur güler Bâd-ı seher ki söylese def'î yüzin dürer Belkide Nev'î'nin belirttii gibi, bülbülün etmi olduu feryadın tesiri, onun açılmasına vesile olmasında gizlidir: 485 485 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… AHMET KARTAL Bülbülüñ güldeki te’sîr-i niyâzın gördüm Bunı bildüm ki eser eyler-imi nâle vü zar Bülbülün akını beenmeyen Fuzûlî, bülbüle öyle seslenir: Mesken ey bülbül sana geh âh-ı güldür geh kafes Nice âıksın ki âhından tutumaz hâr u has Herhalde Dou edebiyatlarında âıklıın remzi olan Mecnûn için: Mende Mecnûndan füzûn âıklık isti'dâdı var Âık-ı sâdık menem Mecûnun ancak adı var diyen ve ettii ah ile felekleri yakan: Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı âhımdan murâdım em'i yanmaz mı Fuzûlî'den de bunu söylemesi beklenirdi. Esasen bu dünyada Muhibbî’nin söyledii gibi sevgiliye benzeyen tek bir gül, âık gibi de çaresiz bir bülbül yoktur: Sana benzer cihân içinde yok gül Benüm tek dahı bir bî-çâre bülbül ve bülbülün ikâyetçi olduu da güldür: der gülden ikâyet bülbül-i eydâyı söyletsen eker yir ükrin itmez tûtî-i gûyâyı söyletseñ Nev'î * Baharın bir adının “gül mevsimi” oluu, güle verilen bu önemden kaynaklanmaktadır. Bu mevsimde açan gül, aynı zamanda baharın geldiini de ilan eder: Yüzün beâeti insâna Hakdan ihsândır Gülün tebessümü evvel bahârı i'lândır Âsaf Bundan dolayı bahar için “fasl-ı gül, vakt-i gül, mevsim-i gül, devr-i gül, eyyâm-ı gül” gibi ifadeler de kullanılmıtır. Bahar mevsiminin müjdecisi olan gülün açılmasıyla güzeller seyrana çıkmaya balar ve iret günlerinin balamasına zemin hazırlar: 486 486 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Mevsüm-i güldür ehâ gül-zâr içinde oturup Câm-ı gül-gûn virsün elüñe nigâr-ı gül-cizâr Ahmedî Aynı zamanda baharın gelmesiyle bülbüller de feryada balar. Ancak bu feryada aılmamalıdır: Bülbül figâna baladı gül devridir bu gün Sular bulandı sît u sadânun zamânıdır Türâbî Bahâr eyyâmı geldi tan mı feryâd itse bülbüller Dirîgâ anların feryâdına yetimedi güller Türâbî Gül, bahar gibi ömrün kısalıı ile hayatın geçiciliini de ifade etmektedir: Gülüñ bir haftadır rengi senüñ yüzüñ gül-istânı Hemîe tâze vü terdür zihî gül gülden ayruhsı Ahmedî Gül vakti geldi u geçürgil ho geçer dem öyle kim Bu devr içinde lâle-ve elden piyâle dümesün Ahmedî “Ben yârime gül demem / Gülün ömrü az olur” mısraı bu anlayıın halk iirine yansımı eklidir. Nev'î bundan dolayı geçici olan gülün güzelliine deil de, kalıcı olan gönül güzelliine talip olunmasını ister: Hüsn-i gül kılma taleb fânîdür iste hüsn-i dil Tal’at-i mihre hazân görmez misin virmez zarar Nev'î, özellikle kı mevsiminde açan güle rabet edildiini, Mergûb olur açılsa itâ mevsiminde gül Hodur zamân-ı berf olıcak ems-i tâbdâr beytiyle dile getirmitir. * Gülün daima bülbül gibi birlikte zikredildii unsurlardan birisi de dikenidir. Çünkü bu âlemin gülbahçesinde dikensiz tek bir gül açılmaz: 487 487 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… AHMET KARTAL Gülene açılmaz ol gonca-dehen ayârsuz Gülsitân-ı ‘âlem içre gül açılmaz hârsuz Zâtî Gülün bu özelliinden dolayı Nev'î, onun hemniini olarak dikeni zikretmitir: Gül celîs-i hâr u bülbül tu’me-i dendân-ı mâr Menzil-i îe miyân-ı seng-i hârâ vü meder Dikenin çeitli benzetmelere konu olduu da görülmektedir. Nitekim Nev'î, Destinde hârdan ne ‘aceb tutsa âne gül Çün zülfüñe takılmaga ister bahâne gül beytinde, gülü taraa benzetmitir. Toplandıktan sonra deste hâline getirilerek satılan gül: Vilâyet açdı yeñiden meer ki âh-ı bahâr Ki baglanup satılur sünbül ü gül ü ‘abher Nev'î Zamâne güleninüñ güllerin bana satman Ki füls-i ahmere degmez yanında har olıcak Nev'î bazen hediye olarak verilmi: Bâg-ı tab’umdan kopardum bu gül-i sad-bergi ben Sundum insâf ehline bir yâdigâr-ı mu’teber Nev'î Yâra arz itmek dilerdüm kanlu yaum kıssasın Tuhfe diyü gönderem dirdüm vefâsız yâre gül Hasan Ziyâ'î bazen de bir ieye konulmutur: Gönülde çem ü 'izâr u külâle fikri hemân Konuldı îede san nergis ü gül ü sünbül Hasan Ziyâ'î Gül renginden dolayı atee de tebih edilmitir. Bu özellii en güzel yansıtan beyitlerden birisi eyh Gâlib'in u beytidir: 488 488 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Gül âte gülbün âte gülen âte cûybâr âte Semender-tıynetân-ı aka besdir lâlezâr âte Ve gül suyu tabii ki gülden elde edilir. Karamanlı Aynî'nin: Yüzün münâzarasında gözüm n’ola yaara Cihânda gülden olur her ne denlü olsa gül-âb Didüm iy dil-ber yüzünde dürr bigi dürler nedür Gül bigi güldi didi güldür gül-âb andan tamar beyitleri bunun göstergesidir. Gülün âirlerin tasavvurlarıyla yukarıda bahsettiimiz konuların dıında ekli, rengi ve kokusu itibariyle birçok tebih ve mecazlara konu olduunu da burada belirtelim. * Gül, klasik iirde bu kullanımlarının yanında bazen rüya yorumcuları tarafından görülü ekillerine göre tabir edilmilerdir. Lütfullah b. Fazlullah tarafından Çelebi Mehmed adına Hubey b. brâhîm et-Tiflisî'nin Ta'bîrnâme'sinden tercüme edilen Kâmilü't-ta'bîr isimli eserde (Eliaçık 2003) “gül”ün rüyada görülü ekline göre yorumlanması u ekilde kendini göstermektedir: [TDK Ktb. B/34, 252b-253a] Murâd çiçekdür ne çiçek gerekse olsun. bn-i Sirin eydür, her çiçegün hükmi iki dürlüdür, biri oldur ki agacında göre, ikinci oldur ki agacından ayru göreler. Amma ol çiçegi ki agacında göreler delalet ogula eyler. Ol çiçek ki agaçdan üzilmi göreler gussadur dahı aglamak. öyle bilmek gerek her çiçegün ki bekası az ola çün agacından üzilmi göreler gussadur ki ol dü gören kiiye tiz irie. Her çiçegün ki bekası agaçda çok ola yine gussadur velî giç irie. Eger vaktinde kızıl gül görse, agacında oglı toga; eger gül vakti olmasa ogul sebebinden musibet irie. Kirmânî eydür, düde kızıl gül agacı bir ulu kiidür ki âd-kâm ola dahı sözi geçe. Saru gül agacı bir bâzirgân avrat ola hacet revâ eyleyecek. Ak gül agacı devlet ü izzetdür. Eger bahar faslında gül agacı görse öyle ki gül açılmı kendü evinde, bir kız evine getüre kâbînile. Eger ak gül agacın görse ogul sebebinden âd-kâm ola. Eger görse ki gül agacının köki yirden çıkmı ev halkı namaza kâhil ola. Câbir-i Magribî eydür, düde gül görse bî-vefâdan ve himmet kii göre. Eger görse ki gül var yâ kii virdi ol sıfatlu kiiye dostluk eyleye. Eger gül vaktinde görse eyüdür. smâ’îl-i E’as eydür, düde gül nâmedür ki gâyib kiiden gele, yâ gâyib katına gele. Ca’fer-i Sâdık eydür, düde gül görmegün altı vechi var: hûb ogul, dost, himmetsiz kii, eyü kul, nâme-i gâyib. Eger avrat görse er ala, eger agaçdan ayru görse gussadur. Görüldüü gibi, Lütfullah b. Fazlullah burada rüya yorumcularından bn-i Sirin, Kirmânî, Câbir-i Magribî, smâîl-i E'as ve Ca'fer-i Sâdık'ın yorumlarına 489 489 KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI… AHMET KARTAL yer vermitir. Eserde “gül” maddesine, “gül”den kasdedilenin bütün çiçekler olduu belirtilerek balanmı, daha sonra isimlerini zikrettiimiz muabbirlerin yorumlarına balanmıtır. Buna göre: bn-i Sîrîn: Gül aacında görülürse, çocua; aacından koparılmı olarak görülürse, gussaya, kedere ve alamaya delâlet eder. Ömrü az olan her gülün aacından koparılmı olarak görülmesi, dert ve kederdir. Bu dert ve keder, rüyayı görene hemen duçar olur. Aacındaki ömrü uzun olan gülü rüyada görmek de dert ve kederdir. Ancak rüyayı görene geç ulaır. Eer mevsiminde aacında kırmızı gül görülürse, çocuk domasına; mevsimi dıında görülürse, çocuundan dolayı kiiye bir musibetin ulaacaına delâlet eder. Kirmânî: Rüyada kırmızı gül aacı görmek, sözü geçen ve bahtiyar olan büyük bir kii olmaya; sarı gül aacı görmek, ihtiyacı giderecek tüccar bir kadın olamaya; ak gül aacı görmek ise, devlet ve üstünlüe delâlet eder. Bahar mevsiminde kendi evinde açılmı gül aacı görmek, çeyizi ile birlikte gelin getirmee; ak gül aacı görmek ise, çocuundan dolayı mutlu olmaya iarettir. Gül aacının kökünün topraktan çıktıını görmek, ev halkının namaza isteksiz olacaına delâlet eder. Câbir-i Magribî: Rüyasında gül gören, vefasız olan bir kimseden iyilik görür. Ya sahip olduu bir gül ya da gülün bir kii tarafından verildii görülürse, güzel huylu bir kimseyle dostluk etmeye delâlet eder. Gülün mevsiminde görülmesi iyiye iarettir. smâ'îl-i E'as: Rüyada gül görmek, bilinmeyen kiiden gelen veya bilinmeyen kiiye giden mektuptur. Ca'fer-i Sâdık: Rüyada gül görmenin altı yönü vardır. 1. yi çocuk. 2. Dost. 3. Himmetsiz kii. 4. yi köle. 5. Bilinmeyen mektup. 6. Kadın görürse, evleneceine; eer aacından ayrı görürse eleme yani kedere delâlet eder. Metinbankası, Temmuz 2004 versiyonunda bulunan baka bir tabirnamede ise, gül görmenin talihsiz ve kötü amelli kii olmaya delâlet edecei kayıtlıdır. “Klâsik Türk iirinde “Gül”ün Kullanımı ve Rüyada Görülü ekline Göre Yorumu”, Gül Kitabı, Gül Kültürü Üzerine Düünceler, (Editörler: Bilal Kemikli - Selami Turan), Isparta, 169-91 (2005). * 490 490 Ca'fer-i Sâdık: Rüyada gül görmenin altı yönü vardır. 1. yi çocuk. 2. Dost. 3. Himmetsiz kii. 4. yi köle. 5. Bilinmeyen mektup. 6. Kadın görürse, evleneceine; eer aacından ayrı görürse eleme yani kedere delâlet eder. Metinbankası, Temmuz 2004 versiyonunda bulunan baka bir tabirnamede ise, gül görmenin talihsiz veŞİRAZ’DAN kötü amelliİSTANBUL’A kii olmaya delâlet edecei kayıtlıdır. “Klâsik Türk iirinde “Gül”ün Kullanımı ve Rüyada Görülü ekline Göre Yorumu”, Gül Kitabı, Gül Kültürü Üzerine Düünceler, (Editörler: Bilal Kemikli - Selami Turan), Isparta, 169-91 (2005). * 490 491 TÜRK’ÜN FUZÛLÎ MUHABBET TÜRK’ÜN FUZÛLÎ MUHABBET Bugün genelde Türk edebiyatı , özelde ise Klasik Türk edebiyatı dendii zaman, akla gelen ilk ahsiyetlerden birisi, hiç üphesiz Fuzûlî’dir. O, Türkün yaadıı ve bulunduu hemen her corafyada en çok sevilen, beenilen, okunan, takdir edilen ve iirleri hafızalarda yer edinen âirlerin baında gelmektedir. Vasfi Mahir Kocatürk’ün de dikkat çektii gibi, O, klasik iirimizin sınırlarını ve yüksek sınıfın sahasını aarak halka nüfuz etmi, hatta halk âirleri üzerinde bile etkili olmutur. iirleri, “iir ve nazire mecmuaları” ile “cönklerin” en temel malzemesini oluturmutur. Kendi neviahsına münhasır bir ekilde oluturduu iir geleneiyle kendi “mekteb”ini kurmu ve bir çok muakkıp edinmitir. Hâlâ günümüzde onun mektebinin takipçisi olup iirlerine nazire yazanlar bulunmaktadır. Hâlâ iirleri, pek çok kiiye ilham kaynaı olmaktadır. Eserleri hâlâ yazıldıı dönemdeki hem canlılıını, parlaklıını, zarifliini, samimiliini korumakta hem de aynı hâlet-i ruhiye ile okunmaktadır. Acaba bütün bunların sebebi nedir? te ben sizlere bunun sebebini birkaç maddede toplayarak açıklamaya çalıacaım. Klasik Türk edebiyatının önemli bir bölümünü oluturan manzum eserlerin ekseriyeti, “güzellii” ve güzellik kavramının kaynaı kabul edilen “Hüsn-i Mutlak”ı (Mutlak Güzellik) ihtiva etmektedir. Güzele duyulan ilgi ve bunun artması sonucu gelien görme, elde etme ve kavuma arzusunun insan ruhunda oluturduu “ak”, dolaylı olarak bu iirin temel konusunu oluturmaktadır. Genel kabul gören bir inanıa göre, insanın tanıdıı ilk güzellik Allah'ın “Cemâl”i olup, güzellikle bu ilk tanıma hâli ruhların yaratılıp onunla ahitletikleri “bezm-i Elest”te gerçeklemitir. Ruhlar, gördükleri bu olaanüstü “güzellik” karısında kendilerinden geçip mest olmular ve ten elbisesi giydirilip dünyaya gönderildikten sonra da, bilinçaltlarında yer alan o güzellii hiç unutamamılardır. Yine bu inanıa göre, insanların dünyaya beden olarak gönderililerinden sonra, ilgi ve sevgi duydukları yahut daha da ileri giderek âık oldukları her güzellik, aslında o ilk yaadıkları zevk hâline duyulan özlemin bir uzantısıdır. Mevlânâ ’nın Mesnevî-i Ma’nevî’sinde dile getirdii, insanın sazlıktan koparılmı yani ana vatanından uzaklatırılmı bir kamıla sembolletirilmesi, ite bu hususun tipik örneklerindendir. Bu kamıın kuruyup sararması, ana vatanı olan sazlıa duyduu hasrettendir. Üzerinde kızgın ile yakılarak açılan delikler, dünyada çekilen çileleri sembolize etmektedir. Ney * * * * 492 492 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A olup çıkarttıı iniltili sesler ise, tekrar anavatanına dönmek için alayıp feryat etmesidir. Dolayısıyla bu iirin ana hedefi, bu dünyada gurbette bulunan insanın gerçek anavatanı olan “Mutlak Güzellik”e bilinçli veya bilinçsizce, dorudan veya dolaylı olarak yeniden kavuma yolunda sarf ettii gayret ve çileleri anlatmaktır (entürk 2006: 349). Bu kavuma hâli ise, ancak “ak” ile mümkündür. Çünkü “ak”, eskilerin nazarında bir insanın maddî ve manevî bakımdan kemale erip yücelmesi için vazgeçilmez bir mektep olarak telakki edilmekteydi. Özellikle Osmanlı toplumunda “ak”, sadece bir cinsin karı cinse duyduu ilgi ile sınırlı kalmayıp, bir hayat felsefesi olarak neredeyse toplumu oluturan bütün fertleri saracak bir anlayı çerçevesinde hayatın her safhasını kuatacak bir boyutta deerlendiriliyordu. Yûnus dilince “Yaratılanı yaratandan” dolayı seven ecdadımızın “sevgi/ak” temeline dayalı olarak oluturduu medeniyetimizin bir “ak medeniyeti” olduunun ifade edilmesinde bu gerçekliin payı büyük olmalıdır. Türk medeniyetini özlü bir ekilde niteleyen “ak” kelimesi, Osmanlı iirini de tanımlayan en isabetli kelimedir. Nitekim bu iir kâinatın yaratılı sebebini, gezegenlerin dönüünü, gece ve gündüzün olumasını, yamurun yaıını, bülbülün ötüünü, gülün açılıını, pervanenin mumun çevresinde dönüünü; kısacası dünyada var olan her eyi ve hareketi “ak” ile izah etme inceliine erien bir zihniyetin iiridir. Çünkü onların nazarında insanı yücelten en büyük deer olan “ak” sayesinde Allah’a eriilebilir, insan gerçek varlık ve mahiyetini ancak ak sayesinde idrak edilebilirdi. Bundan dolayı âık olmak, toplumu oluturan fertler için âdeta iftihar edilebilecek hâl idi (entürk 2006: 359). te Fuzûlî’nin iirlerinin hemen hepsinde bu “ak” terennüm edilmitir. Bundan dolayı o, bir ak âiri olarak nitelendirilmi ve âıkane iirleriyle insanların gönüllerine nüfuz etmeyi baarmıtır. Bunda kendisini bu ateli ve yakıcı akına teslim etmi ve herhangi bir kayıt altında kalmadan içinden geldii gibi ve samimi bir ekilde kalbini/gönlünü iirlerine dökmü bir âık profili çizmesi de etkili olmutur (Gibb 1999: III-IV/65). Ancak onun bu akı, hemen her insanda olduu gibi, mecazî bir akla balamı, tedricen tekamüle doru ilerleyerek ilahî akın olgunluuna ve cokunluuna ulamıtır. Bunu onun gazellerinde, hassaten Leylâ vü Mecnûn mesnevîsinde görmek mümkündür. Nitekim Leylâ vü Mecnûn kiinin beerî aktan kendisini tecrit edip mâsivâdan/maddeden kurtulmasını, bunun için verdii mücadeleler ile çektii sıkıntıları, ulatıı makamları ve nihayet Allah’a vuslatını mükemmel bir ekilde ihtiva etmektedir. Fuzûlî, özellikle Âık Çelebi’nin belirttii gibi, her sözü yakıcı, her noktası kıvılcım ve bir kor gibi tesirli olan (Çelebican 2006: 124) Leylâ vü Mecnûn mesnevîsini hangi hâlet-i rûhiye ile kaleme aldıını, daha eserinin giriinde yer alan ikinci kıt’ada açıkça belirtmitir: 493 493 TÜRK’ÜN FUZÛLÎ MUHABBET AHMET KARTAL Dutsam taleb-i hakîkate râh-ı mecâz Efsâne behânesiyle arz etsem râz Leylî sebebiyle vasfun etsem âgâz Mecnûn dili ile etsem izhâr-ı niyâz Görüldüü gibi, Fuzûlî , “mecaz yolu” olarak tavsif ettii edebiyat vasıtasıyla, ilâhî hakikatleri ve sırları açıklamak istediini, “Leylâ” ismi altında “Allah’ın sıfatlarını”, “Mecnûn” kimlii ile de “Allah’ı arayan ve O’na ulama yolunda meakkatlere katlanan insanı” anlatmak istediini ifade etmektedir. Ayrıca “dîbâce”nin mensur kısmının hemen baında yer alan: “lahî! Leylî-i sırr-ı hakîkat serâ-perde-i vahdetten iktizâ-yı zuhûr edip tecellî-i cemâliyle fezâ-yı sûreti müzeyyen etdükde ve Mecnûn-rûh, ser-gete-i bâdiye-i gaflet iken, ol a’a’a-i cemâli görüp inân-ı ihtiyârı elden getdükde…” sözlerinden “Leylâ’nın hakikat sırrının; Mecnûn’un da insan ruhunun sembolü olarak kullanıldıı da açıkça görülmektedir. Bu da gösteriyor ki, âir, Mecnûn ve Leylâ adındaki iki âık arasında geçen bu dramatik ak, ayrılık, ıstırap ve çile ile dolu maceranın, tasavvuftaki asıl vatandan (vahdet) kopuu ve gurbete (kesret âlemi) düüü (seyr-i nüzûl) ve bu andan itibaren, ayrı düülen varlıa (Allah’a) ulama (fenâfillah) yolunda (seyr-i urûc) duyulan itiyak ve hasreti (ak-ı hakikî), bu uurda verilen nefsî mücahedeyi ve çekilen sıkıntıları “devir nazariyesi” minvalinde baarılı bir ekilde vermitir. Ayrıca eser, gerçek hayatın insan ruhunu yakan tezahürleri ile varlıın tasavvufî yorumunu birlikte yansıtacak ekilde sanatkârın estetik heyecanlarla zenginleen ruhunun bahçesinde nadide bir çiçek gibi açmıtır (Doan 2002a: 15-16). te asıl vatandan gelinen, dolayısıyla “cemâl-i mutlak”tan ayrı düülen bu fani âlemde yaanılan “hicran/ayrılık/hasret” duygusu. Ayrılık hasreti, aslî vatan hasreti, özellikle de “cemâl-i mutlak”a olan hasret ve ona tekrar kavuma düüncesi. Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse gerçek sevgiliye olan “vuslat” düüncesi. te insanın kendisini bulduu, kendisiyle özdeletirdii hem bir eser hem de o esere vücut veren âir ve ona karı olan temayül. Sanki bu muhabbetin sırrının burada gizli olduunu hissettirmekte. Fuzûlî’nin duygu bakımından fevkalâde derin ve cokun olan akı, fikir bakımından da hemen hemen filozofik/felsefî bir sistem haline gelmi gibidir. O sevimeyi deil, sadece sevmeyi anlatmıtır. Tek taraflı olan bu sevgi feragat ve fedakârlıın son derecesini bulan mahrum ve mahkum bir aktır. âir, akın saadetini bu mahrumiyetten doan ıstırabın tadında bulmutur (Kocatürk 1970: 333-34). Özellikle bu hususun da Türk halkının teveccühünün ve temayülünün önemli sebeplerinden birisi olduunu düünüyorum. Çünkü buradaki ak anlayıı, Türkün ak anlayıı olarak kendisini göstermektedir. Nitekim bizim akımız da, tıpkı Fuzûlî’ninki gibi saf ve temiz bir aktır. Çounlukla da gönülde yaanan, fedakarlık gösterilen, hiçbir menfaat beklentisi gösterilmeyen, her türlü * 494 494 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN lekeden berî olan, hatta canın bile hiç çekinmeden verilecei bir aktır bu. Nitekim gerçek âıın nasıl olması gerektiini ifade eden u beyitler, sanki bizim âıklık anlayıımızın bir terennümü gibidir: Âık oldur kim kılur cânın fedâ cânânına Meyl-i cânân etmesin her kim ki kıymâz cânına Cânını cânâna vermekdir kemâli âıkın Vermeyen cân i’tirâf etmek gerek noksanına Vasl eyyâmı verip cânâna cân râhat bulan Yegdür andan kim salur cânın gam-ı hicrânına Ak derdinin devâsı terk-i cân etmekdedir Terk-i cân derler bu derdin mu’teber dermânına * Bin cân olaydı kâ men-i dil-ikestede Tâ her biriyle bir kez olaydım fedâ sana * Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever Mecnûn’un Beytullah’a yüz sürdüü anda ettii u dua, esasında hepimizin duası deil midir: Yâ Rab! Belâ-yı ak ile kıl âinâ beni Bir dem belâ-yı akdan etme cüdâ beni Az eyleme inâyetini ehl-i derdden Ya’nî ki çok belâlara kıl mübtelâ beni Oldukça ben götürme belâdan irâdetim Ben isterem belânı çü ister belâ beni Temkînimi belâ-yı mahabbetde kılma süst Tâ dost ta’n edip demeye bî-vefâ beni Getdükçe hüsnin eyle ziyâde nigârımın Geldikçe derdine beter et mübtelâ beni Ben kandan ü mülâzemet-i i’tibâr ü câh Kıl kâbil-i sa’âdet-i fakr ü fenâ beni Eyle za’îf eyle tenim fürkatinde kim Valsına mümkün ola yetirmek sabâ beni 495 495 TÜRK’ÜN FUZÛLÎ MUHABBET AHMET KARTAL Nahvet kılıp nasîb Fuzûlî kimi bana Yâ Rab! Mukayyed eyleme mutlak bana beni Fuzûlî’nin “ak” gibi, hemen her dönemde önemini koruyan, ilgi çeken ve gündemde olan “gam”, “ıstırap”, “elem”, “acı”, “keder”, “belâ”, “feryat”, “vefa” gibi konuları iirlerinin merkezine yerletirilmesi, yine onun bu kadar muteber olmasının önemli göstergelerinden biri olarak kendisini hissettirmektedir. Nitekim âirin dedii gibi: Âdemin gam birle topragın muhammer kıldılar Anda derd ü mihneti menzil mukarrer kıldılar nsan topraktan yaratılırken hamuruna “gam” katılmı, dolayısıyla “derd” ve “mihnet” onun için en önemli deerler ve ayrılmaz bir parça olmutur. Bundan dolayı da bu konular, her dönem, insanın ilgisini ve alakasını celbetmi ve gönlüne tesir etmitir. Gerçekten de insan hayatının geneline bakıldıı zaman, üzüntülü ve kederli anının sevinçli anından daha fazla olduu dikkat çekmektedir. Özellikle bu konular, geçmite olduu gibi bugün de, ister mecazî ister hakikî mânâda olsun, dier insanlarda olduu gibi Türk milletinin de ilgisini çeken ve onun indinde muteber olan konulardan olmutur. Buna bizzat Fuzûlî’nin gerçek hayatındaki hüviyeti ile hâlet-i ruhiyesindeki atmosfer de etki etmitir. Nitekim, hassaten günümüzde bu konuların ilendii filmlerin ve programların Türk halkının youn bir ilgisini çektii ve teveccühünü kazandıı da müahede edilmektedir. Ayrıca türkülerimiz ile arkılarımızın da en temel konularını yine bunlar oluturmaktadır. te Fuzûlî’nin iirlerinin en önemli konusu “ak” ve “ıstırap, acı, gam, keder… vs.” bu teveccühün en önemli müsebbibi olarak kendisini göstermektedir. Çünkü bizzat bu duyguları kendi gönlünde yaayan ve hisseden insanımız, bunların terennüm edildii iirlerde kendi hissiyatını bulmu, ona temayül eylemi, onlamı ve ondan büyük bir haz ve zevk almıtır. Gerçekten de, Fuzûlî’nin dikkat çektii gibi gönlünde bir derdi bulunmayan, cieri yaralı olmayan insanın iirinde tat yoktur. Zevk ve safa, huzur ve rahat iire haz vermez. Asıl ıstırabın dourduu iir tesirli olur. iir müsabakasını zevk ve sefada olan deil, bilâkis dert ve elem çeken kazanır. ehit kanlarıyla yorulmu bir corafyada yetien, hamisiz olup sıkıntı içerisinde yaayan Fuzûlî, çektii bu sıkıntı ve elemleri sanat dehasıyla yourarak iirlerinin asıl sermayesi yapmıtır. Çektii sıkıntı ve ıstıraplarla kemale ermi, dünyanın geçici zevklerine deer vermeyip manevî hazlara yönelmitir (Mazıolu, 1997: 27; Küçük 2004: 251). Böylece hissiyatımızın tercümanı olan bu “barı yanık” âir, Türk toplumunun derin muhabbetini kazanmayı hak etmitir. Bu kavramlar yukarıda vurguladıımız gibi, bazen gerçek anlamlarında kullanılmı, bazen de tasavvuf düüncesinin genel temayülü içerisinde iirlerde yer almıtır. Nitekim insanın yaratanına ulamasına bir vesile olan ak yolunda * 496 496 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ilerleyebilmek için hem “gam”, “elem”, “ıstırap” çekmesi hem de bunlara katlanması gerekmektedir. Tekamül için bunlar bir vesiledir. Bunun Fuzûlî’de ileri bir safhada olmasına hiç üphesiz kendi reel hayatı da etkili olmutur. Fuzûlî’nin u iiri bu hüviyetinin en tipik örneklerinden biridir: Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı âhımdan murâdım em’i yanmaz mı Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsân Niçün kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı Gamım pinhân dutardım ben dediler yâre kıl rûen Desem ol bî-vefâ bilmen inânır mı inanmaz mı eb-i hicrân yanar cânım töker kan çem-i giryânım Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı Gül-i ruhsârına karu gözümden kanlu akar su Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı Degildim ben sana mâil sen etdin aklımı zâil Bana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı Fuzûlî rind-i eydâdır hemîe halka rüsvâdır Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı u gazelde de, bu durumu görmek mümkündür: Benim tek hîç kim zâr ü perîân olmasın yâ Rab Esîr-i derd-i ak u dâg-ı hicrân olmasın yâ Rab Dem-â-dem cevrlerdir çekdiim bî-rahm bütlerden Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasın yâ Rab Görüp endîe-i katlimde ol mâhı budur derdim Ki bu endîeden ol meh peîmân olmasın yâ Rab Çıkarmak etseler tenden çekip peykânın ol servin Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasın yâ Rab Cefâ vü cevr ile mu’tâdem anlarsız n’olur hâlim Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasın yâ Rab Demen kim adli yok yâ zulmü çok her hâl ile olsa Gönül tahtına andan gayrı sultân olmasın yâ Rab 497 497 TÜRK’ÜN FUZÛLÎ MUHABBET AHMET KARTAL Fuzûlî buldu genc-i âfiyet mey-hâne küncünde Mübârek mülkdür ol mülk vîrân olmasın yâ Rab Tam anlamıyla tekâmülü yakalayan ve hakiki ahsiyetini bulan Fuzûlî, iirin her sahasındaki üstün kudretine ramen, dehasının kendisini mustarip ruhunun iniltilerini terennüme çaırdıını görmü, kaderiyle, esas kabiliyetinin artık ayrılmamak üzere birletiini fark etmi, bundan dolayı da iirin dier çeitlerini bir yana bırakarak “aıkane” iirler söylemeye devam etmi (Kocatürk 1970: 338) ve kendisinden ‘medh’ ve ‘zem’ konulu iirler istenmemesini arzu etmitir: Benden Fuzûlî isteme e’âr-ı medh ü zem Ben âıkam hemîe sözüm âıkânedir Herhalde Fuzûlî’nin asırlar önce dillendirmesine ramen, bugün hâlâ güncelliini koruduunu düündüüm u beytinden etkilenmemek mümkün mü: Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devrân bî-sükûn Derd çok hem-derd yok dümen kavî tâli’ zebûn Fuzûlî’nin etrafında oluan bu muhabbettin sebeplerinden bir dieri kullandıı dil ve üslubundaki içtenlik ve samimiyettir. Onun iirlerinde dikkati çeken en önemli hususlardan biri, Türkçeyi kullanmadaki ustalıı ve ifadedeki gücüdür. O, dile tasarrufu, Türkçenin zengin ifade imkânlarından yararlanıı sebebiyle iirlerine akıcı ve samimi bir söyleyi gücü ve güzellii kazandırmıtır. Duygularını iir hâlinde terennüm ederken, geni edebî kültürü, dili kullanı yetenei ve ana dili zevki ile ifadesine canlı, sıcak bir hava vermitir. Gerek mısralarda gerekse beyitlerde Türk dilinin mantıı ve ifade tarzı hakimdir (Mazıolu 1997: 34-35). Sahip olduu zengin kelime hazinesini ustalıkla kullanabilecek ölçüde güçlü bir dil mantıına sahip olan Fuzûlî, iirlerinde Türkçe deyimleri ve atasözlerini sıkça kullanmı, hikemî tarzda söylemlere de yer vermitir. Ayrıca Türk halk edebiyatında oldukça fazla kullanılan ve yer alan aliterasyonun varlıı da dikkat çekecek boyuttadır. Yine iç ahengin olumasına sebep olan kelime tekrarları ile iç kafiyeler de kendisini hissettirmektedir. Türkçeyi öylesine rahat ve ustaca kullanmıtır ki, pek çok beyti ve mısraı birer “sehl-i mümteni” örneidir. Fuzûlî özellikle bu tavrıyla kendi iirlerini hiç üphesiz Türk halk iirine yaklatırmı, böylece halkın kendi iirlerini kolayca benimsemelerine zemin hazırlamıtır. Burada Türk milletinin zevkine ve anlayıına uygun aruz kalıplarını hassaten kullanmasını da ekleyelim. Azerî Türkçesi, Çaatay Türkçesi ve Anadolu Türkçesinin kesitii bir noktada yetien Fuzûlî’nin iirlerinde, bu üç Türkçeye ait özellikleri ve onların çeitli tezahürlerini görmek mümkündür. Esasen bu tezahürler, bizi yadırgatmaktan ziyade, ana kaynak duygularına ve millet denilen varlıın beik deerlerine doru götüren bir ruhla daha çok holandırmaktadır. Özellikle * * * 498 498 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Türkçe divanda yer alan manzumelere bakıldıında, ilk dönemlerde kaleme alındıı tahmin edilen iirlerde daha çok Âzerî ve Çaatay Türkçesiyle eserler veren âirlerin etkisinde kaldıı görülmektedir. Kadı Burhâneddîn, Nesîmî, Habîbî, Lütfî ve Emîrî ilk sevdii âirler arasındadır. Habîbî’nin orijinal olan “dedim-dedi” müseddesi, Fuzûlî’nin kaleminde daha mütekâmil bir cevabını bulmutur. Özellikle Ali îr Nevâyî, çok daha sürekli bir tesirle Fuzûlî’ye bütün ömründe büyük âir örnei olmutur. Bununla birlikte ran kaynaklarından da ifade ve ilham almıtır. Ancak Fuzûlî bahsedilen sanatkârların mahdut muhiti içinde kalmamı, Anadolu’da gelien yeni iiri de tetkik ederek benimsemitir. Nitekim Ahmed Paa ve eyhî’nin çenisi de onun iirlerinde görünmee balamıtır. Ancak Rum dedii, Batı Anadolu âirleri içinde en devamlı tesiri yapan Necâtî Be olmutur. Fuzûlî’nin Necâtî Be’in birçok gazeline nazire söyledii görülmektedir. Bu muhtelif tesirler, Fuzûlî’nin sanatını zenginletirmitir, ancak onun bütün bu tesir sahiplerinden çok daha kuvvetli olan ahsiyeti içinde hakim bir rol alamamılardır. Fuzûlî tam olarak ahsiyetini bulduu zaman yepyeni ve neviahsına münhasır ruh ve eda ile bütün bu büyük âirleri fersahlarca geride bırakmıtır (Kocatürk 1970: 329, 335). Fuzûlî’nin eskilerin tabiriyle elsine-i selâsenin (Arapça -Farsça -Türkçe ), üç Türk lehçesinin (Azerî Türkçesi-Çaatay Türkçesi-Anadolu Türkçesi) ve iki mezhebin bulutuu bir corafyada yetimesi ve bunların müstesna kabiliyeti ile birlemesi, ona Türk-slâm corafyasında her âire nasip olmayacak genilikte bir nüfuz salamıtır. Bugün Delhi’den Kazan’a, Takent’ten Kahire’ye, Bakü’den stanbul’a kadar slâm corafyasının hemen her kültür bakentinde onun eserlerinin yazma ve basma nüshalarına tesadüf edilmesi bunun bir göstergesidir (Okuyucu 2006: 51). Fuzûlî’nin iirlerinde dikkati çeken ve insanı cezbeden noktalardan bir dieri, yukarıda belirttiimiz gibi, içten ve samimi oluudur. Mütevekkil bir ruhun derinliklerinden kopup gelen yanıklıındaki lirizm ve samimiyet, bütün mısralarına ve bütün gazellerine amil tek ve umumi bir ses hâlini almıtır. Türk edebiyatının en lirik âirlerinden olan Fuzûlî’nin bu samimilii, dier âirlerin fevkindedir. Meselâ, türü içerisinde müstesna bir yere sahip olup mükemmel bir eser olan “Su Kasidesi”nde Hz. Peygamber’e karı gösterilen cokun ve samimi sevgi, harikulâde bir sanat maharetiyle imtizaç ederek sonsuz bir lirizm edası bulmutur. Derin ve samimi hasret ifadeleriyle dolu olan eser, geçmite olduu gibi bugün de hemen herkese aynı tesiri uyandırmaktadır. u beyitlerden etkilenmemek mümkün mü (Kocatürk 1970: 330): * * * * * * * * Ârızın yâdiyle nemnâk olsa müjgânım n’ola Zâyi’ olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su Ben lebin mütâkıyam zühhâd Kevser tâlibi Nitekim meste mey içmek ho gelür hüyâre su 499 499 TÜRK’ÜNAHMET FUZÛLÎ MUHABBET KARTAL Su yolun ol kûydan tobrag olup dutsam gerek Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su Dest-bûsi ârzûsiyle ger ölsem dostlar Kûze eylen topragım sunun anınla yâre su Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl Baını dadan daa urup gezer âvâre su Yâ Habîballah yâ Hayre’l-beer mütâkınam Eyle kim leb-teneler yanıp diler hemvâre su u murabbalardaki samimiyet ve yakıcılıa ne demeli: Perîân-hâlin oldum sormadın hâl-i perîânım Gamından derde düdüm kılmadın tedbîr-i dermânım Ne dersin rûzigârım böyle mi geçsin güzel hanım Gözüm cânım efendim sevdiim devletlü Sultânım Esîr-i dâm-ı akın olalı senden vefâ görmen Seni her kande görsem ehl-i derde ânâ görmen Vefâ vü ânâlık resmini senden revâ görmen Gözüm cânım efendim sevdiim devletlü Sultânım Deer her dem vefâsız çerh yayından bana bin ok Kime erh eyleyem kim mihnet ü endûh ü derdim çok Sana kaldı mürüvvet senden özge hiç kimsem yok Gözüm cânım efendim sevdiim devletlü Sultânım * Hâsılım berk-i hevâdisden melâmet dâgıdır Mesnedim kûy-i melâmetde fenâ topragıdır Zâr gönlüm tende zindân-ı belâ tutsagıdır Rahm kıl devletlü sultânım mürüvvet çagıdır Devr cevrinden ten ü cânımda râhat kalmadı Sûret-i hâlimde âsâr-ı ferâgat kalmadı Mihnet ü gam çekmege min ba’d tâkat kalmadı Rahm kıl devletlü sultânım mürüvvet çagıdır Gönlümün mülkün cefâ seyl-âbı vîrân eyledi Bahtımın hâlin hücûm-ı gam perîân eyledi Barımı endîe-i devr-i felek kan eyledi Rahm kıl devletlü sultânım mürüvvet çagıdır 500 500 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ya u beyitteki samimiyet ve içtenlik: Ne yanar kimse bana âte-i dilden özge Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı Herhâlde bir kimse, kendisini, ancak u ekilde içten, samimi ve net olarak dile getirebilir: Ben kimim bir bî-kes ü bî-çâre vü bî-hânümân Tâli’im âüfte ikbâlim nigûn bahtım yaman Nemli ekimden zemîn memlû ünümden âsmân Âh ü nâlem nâvek ü peyveste ham kadim kemân Tîr-i âhım bî-hatâ te’sîr-i nâlem bî-gümân Muttasıl gam-hâne-i sînemde yüz gam mihmân Kanda bir gam etse benden istesinler ben zamân Yok bana kayd-i belâ vü dâm-ı mihnnettenn emân Çıktı cân gönlümde endûh ü gam ü mihnet hemân Ey benim cânım sen ü gönlüm seninle âdmân Sensiz olman ayrı mihnetten belâdan bir zamân El-emân hicrân belâ vü mihnetinden el-emân Fuzûlî’nin etrafında oluan bu muhabbettin sebeplerinden bir dierinin gerek divanında gerekse Leylâ vü Mecnûn’da Türk kültürüne, içtimaî hayatına, örfüne, âdetine, anlayıına, deer yargısına… vs. ait unsurlar ile atasözü ve deyimlerimizin yine samimi bir dil ve üslupla ifade etmesinden kaynaklandıını düünüyoruz. Çünkü insanlar kendilerine yabancı olan unsurlara pek iyi nazarla bakmazlar. Bilâkis kendilerine ait olan deerleri görmek isterler. Gördüklerin de ise onu kabullenir ve benimserler. Bundan yaklaık altı asır önce Leylâ’nın annesinin Leylâ’ya verdii u nasihatlerin etkisinde kalmamak ve onu benimsememek mümkün mü? Bu nasihatler aynı duygu ve düünceyle hâlâ Anadolu anneleri tarafından kız evlatlarına verilmiyor mu? Bu nasihatleri okuyan bir annenin kendisini o anneyle özdeletirmemesi veya kızın, o anneyi kendi annesi gibi görmemesi mümkün mü?: * * K’ey ûh nedür bu güft gûlar Niçün özüne ziyân edersen Niçün sana ta’ne ede bed-gû Nâzik beden ile berg-i gülsen Lâle kimi sende lutf çohdur Temkîni cünûna kılma tebdîl Her sûrete aks kimi bahma Kılmak sana ta’ne ayb-cûlar Yahi adını yaman edersen Nâmûsa ta’alluk i midir bu Ammâ ne deyem igen yögülsen Ammâ ne deyem yüzün açuhdur Kızsen ucuz olma kadrini bil Her gördügüne su kimi ahma 501 501 TÜRK’ÜN FUZÛLÎ MUHABBET AHMET KARTAL Mey gerçi safâ verir dimâga Gözgü kimi katı yüzlü olma Gözden gerek olasen nihân sen Sen em’sen uymagıl hevâya Lu’bet kimi özünibezetme Sâgar kimi gezmegi harâm et Sâye kimi her yere yüz urma Sen sâdesen özge ehl-i nîreng Derler sani aka mübtelâsen Sen hand ü ak zevki handan Oglan aceb olmaz olsa âık Ey iki gözüm yaman olur âr Biz âlem içinde nîk-nâmız Ne neng ile dahi edelim lâf Dut kim sana kızmazem ben zâr N’eylersen eger atan eitse Min-ba’d gel eyle terk-i mekteb Etme kalem ile mekden yâd Etfâlden eyle kat’-ı ülfet Büt kimi bir evde eyle menzil Ankâ kimi uzlet eyle pîe Gerçi adın ola dilde mezkûr Ho ol ki kızı hemîe gizler Ahdugı içün düer ayaga Nergis kimi hîre gözlü olma Tâ demek ola sana ki cânsen Kim em’i hevâ verir fenâya Revzen kimi kûçeler gözetme Nagme kimi perdede makâm et Hiç kimse ile oturma durma Cehd eyle verilmesin sana reng Bîgâneler ile âinâsen Sen handan ü dûst evki handan Âıklıg ii kıza ne lâyık Nâmûsumuzı itürme zinhâr Ma’rûf-ı tamâm-ı hâs u âmız Biz demeyelim sen eyle insâf Benden ulu bir müdebbirin var Kahr ile sana siyâset etse Bil mektebini hemîn ced ü eb Sûzen dut ü nak eyle bünyâd Hem-râz yeter yanında lu’bet Olma dahi her yanaya mâil Eyle revi eyle kim hemîe Görmek seni ola gayr-i makdûr Hod gizlü gerek hemîe kızlar Kısaca belirtmemiz gerekirse, Türkün bu Fuzûlî muhabbetinin sebebi, Fuzûl’nin iledii konular, kullandıı dil, üslûbundaki samimiyet ve Türk kültürüne ait kullanımlarında gizlidir. Fuzûlî’yi okuyan her Türk onda kendi hissiyatını, düüncesini, benliini ve deerlerini, kısacası kendini ve özünü bulmu ve onu benimseyerek derin bir muhabbet duymutur. * Bu yazı, Yakın Dou Üniversitesi tarafından düzenlenen “I. Türk Dünyası air ve Yazarları Sempozyumu: Fuzûlî’nin Türk Kültür ve Sanat Dünyasındaki Yeri (28-31 Mayıs 2008)” isimli sempozyumda bildiri olarak sunulmutur. * 502 502 Kısaca belirtmemiz gerekirse, Türkün bu Fuzûlî muhabbetinin sebebi, Fuzûl’nin iledii konular, kullandıı dil, üslûbundaki samimiyet ve Türk kültürüne ait kullanımlarında gizlidir. Fuzûlî’yi okuyan her Türk onda kendi hissiyatını, düüncesini, benliini ve deerlerini, kısacası kendini ve özünü İSTANBUL’A bulmu ve onu benimseyerekŞİRAZ’DAN derin bir muhabbet duymutur. * Bu yazı, Yakın Dou Üniversitesi tarafından düzenlenen “I. Türk Dünyası air ve Yazarları Sempozyumu: Fuzûlî’nin Türk Kültür ve Sanat Dünyasındaki Yeri (28-31 Mayıs 2008)” isimli sempozyumda bildiri olarak sunulmutur. * 502 503 EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ VE ESERLER EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ VE ESERLER A. Hayatı smi ve lâkabı Anadolu ’da yetien evliyâ zatlardan olan Baba Yûsuf, Sivrihisar’da doduu için, doduu yere istinaden kaynaklarda “Sivrihisârî” veya “Seferihisârî” lâkabıyla anılmaktadır. Ayrıca, Bâyezîd Han’la Baba Yûsuf arasında yapılan, babalık ve oulluk akdinden sonra, Bâyezîd Han’ın Baba Yûsuf’a “Baba” diye hitap ettii ve bundan dolayı Baba Yûsuf’un “Baba” lâkabıyla da anıldıı halk arasında söylenmektedir767. Müellifin adı çeitli kaynaklarda u ekillerde geçmektedir: eyh Baba Yûsuf (Atsız 1991: 102; Özalp 1961: 126; Atmaca 1986: 2; Gölpınarlı 1992a: 119), Baba Yûsuf Sivrihisârî (TGAA trhs.: XIII/294; Uyan 1983: 402; Bursalı trhs.: I/58; Bursalı 1993: 4569, Baba Yûsuf (Hoca Sadettin Efendi 1992: V/281; Ahmed Rifat Efendi 1299: II/5; Develiolu 1963: 89; Cunbur 1987: 69), Baba Yûsuf b. eyh Halîl Seferihisârî (Müstakimzâde v. 116), Yûsuf Baba (Mehmed Süreyyâ 1311: IV/653; Akaku 1961: 254), Sivrihisarlı eyh Baba Yûsuf (Kunter 1966: 94; Baltacı 1976:164-165), Yûsuf ibni eyh Baba Halîl (Çelebi 1943: II/1648), eyh Baba Yûsuf Seferihisârî (Mecdî 1989: I/376), Baba Yûsuf Seferihisârî (Yıldırım 1985: II/241; Cebeciolu 1991: 120), eyh Halilolu Sivrihisarlı Baba Yûsuf (Gölpınarlı 1965a: XXXII), Baba Yûsuf b. Halil Seferihisârî (TYTK 1984: IV/279), Hakîkî zzaddin Yûsuf (Gölpınarlı 1971: 345), eyh zzüddün Yûsuf Hakîkî (Karabulut trhs.: 164). * Doum yeri eyh Baba Yûsuf, bugün Eskiehir’e balı olan Sivrihisar ilçesinde domutur. akâik-ı Nu’mâniye’de geçen “eyh Efendi mevtın-ı aslîsi olan Seferihisâr’a zâhib oldı” (Mecdî 1989: 376) cümlesi ile Baba Yûsuf’un Mevhûb-ı Mahbûb isimli mesnevisinde Sivrihisar’ı övdüü: 767 Bu konu ile ilgili olarak “II. Bayezîd ile Münasebeti ve Hacca Gitmesi” bölümüne bakılabilir. 504 504 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Üçünci vechi budur ki vatandur Kiiye sıdk nedür hubb-ı vatandur (196b) Buyurmıdur hadîs sultân-ı kümmel Vatan hubbiçun o zât-ı ekmel Hadîsi görüben idüp tafattun Anunçun bunda biz kılduk tavattun768 beyitlerinden de, onun Sivrihisarlı olduu düüncesi kuvvet kazanmaktadır. Ancak, Evliyalar Ansiklopedisi’nde Baba Yûsuf’un zmir’in Seferîhisâr da denilen Sivrihisar kasabasında769 doduu kaydedilmektedir (EA II/ 340). Recep Akaku ise, Eyüp Sultân ve Mukaddes Emanetler isimli eserinde, Baba Yûsuf’un aslen Karahisarlı olduunu belirtmitir (Akaku 1961: 254). Mevhûb-ı Mahbûb’da Sivrihisar’dan bahseden: Vechün dördüncisi budur ki iy yâr Bu eh(i)rde yatur Ca’fer-i Tayyâr770 (196b) Budur altıncı vech ko itmegil hâb Bu eh(i)rde yatur eyh ‘Abd-i Vehhâb771 (197a) Biinci vech budur kırklar efendi Bu yirde cem’ olur dinle bu pendi (196b) 768 769 770 Yazımızda kullandıımız beyitler, Koyunolu Kütüphanesi’nde bulunan nüshadandır. Kitâb-ı Bahriye’de Sivrihisar, Aydın line balı bir liman olarak geçmektedir. Çevirmen ise, dipnotta Aydın’ı, merkezi bugünkü Aydın ehri olan ve Osmanlı döneminde zmir, Aydın ve çevresini içine alan il; Sivrihisar’ı ise bugünkü Seferihisar olarak açıklamıtır. Bak. Pîrî Reis, Kitâbı Bahriye, (Hzr. Mert Bayat), c. 1, st. 1988, s. 89/b, 385. Yaklaık 590 yılında Mekke’de doan Ca’fer b. Ebû Tâlib, Hz. Ali’nin öz kardei olup ondan on ya büyüktür. Ebû Tâlib’in çocukları fazla olduu için amcası Abbas tarafından yetitirilmitir. Hz. Peygamber’e ilk iman edenler arasında yer almıtır. Mekkeli müriklerin Müslümanlara eziyet ve ikenceleri artınca Ca’fer, hanımı Esmâ bint Umeys ile birlikte Habeistan’a hicret eden ikinci kafileye bakan tayin edildi. Hudeybiye Antlaması’ndan sonra Arabistan’a geri döndü. H. 8 (M. 629) yılında Suriye ’ye gönderilen orduya Hz. Peygamber Zeyd b. Hârise’yi kumandan tayin etti. Eer o ehid edilirse Ca’fer b. Ebû Tâlib’in, o da ehid düerse Abdullah b. Revâha’nın orduya kumanda etmesini istedi. Mûte’de, slâm ordusunun bu üç kumandanı da ehid olmutur. Bak. Ahmet Önkal, “Ca’fer b. Ebû Tâlib” mad., Türkiye Diyanet Vakfı slâm Ans., c.6, st. 1992, s. 548549. Baba Yûsuf’un ifadelerine göre, Abdulvehhâb Hazretleri, sahabenin fakihlerinden olup zühd ve takva sahibidir. Cömert olduu kadar cesur bir kimsedir. Bak. Mevhûb-ı Mahbûb, K. 197a. * 771 505 505 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER Rivâyet böyledür eyh Hacı Bayram772 O sultânu’-uyûh zi-lutf u nîk-nâm Dirimi kırkların budur makâmı Güzâf görmen dirimi bu makâmı ‘Azîzlerimi husûsâ Yûnus Emre 773 dermi zühd ü ‘uzlet uyup emre (197a) * Bu yirdedür bu zümrenün mezârı Müerref eylemilerdür diyârı bu beyitlerde, eyh Baba Yûsuf, Ca’fer-i Tayyâr (ö. 629) ile eyh Abdülvehhâb’ın Sivrihisar’da metfun olduunu söylemektedir. Bu konuda Orhan Keskin Bey’in774 ifadelerine göre, “Ca’fer-i Tayyâr’ın türbesi, bugün, Sivrihisar Cumhuriyet Mahallesi’nde bulunan Sivrihisar slâmî limler Vakfı’nın çok amaçlı olarak kullandıı hizmet binasının avlusunda bulunmaktadır. eyh Abdülvehhâb Hazretleri’nin mezarı ise, bizzat kendileri tarafından Endüstri Meslek Lisesi’nin avlusundan Kurunlu Mahallesi’nde bulunan Kumluyol Kabristanı’na nakledilmitir.”775 Yine Baba Yûsuf Hazretleri, yukarıdaki beyitlerde, Kırklar’ın burada toplandıını, Hacı Bayram-ı Velî’nin Kırklar’ın makamının burası olduunu söylediini ifade ettikten sonra, Yûnus Emre ’nin de burada yattıını belirtmitir. Hacı Bayram-ı Velî’ni yaadıı corafî bölge olarak (Anadolu ve civarı) Sivrihisar’a gelmesi mümkündür. Ayrıca, günümüzde Yûnus Emre’nin kabrinin Eskiehir’in Sivrihisar ilçesine balı olan Sarıköy’de bulunduu fikrinin aırlıını da düünürsek, yukarıdaki beyitlerin ııı altında Baba Yûsuf’un Eskiehir’e balı Sivrihisar ilçesinde doduunu söyleyebiliriz. Ayrıca, yine Sivrihisar’dan bahsederken, “Perembe gecesi, mescide i’tikâf ederken, kendisine çalıarak bu mescidi câmi yapmasının söylendiini, o an hemen ayaa * * 772 Hacı Bayram Veli, Ankara yakınlarında Solfasol’da dodu. Ankara’da vefat etmitir. Bayramiyye tasavvuf ekolünü kurdu. Âlim bir sufiydi. Gençlik yıllarında medrese müderrisi iken tasavvufa intisap etmitir. Türkçe birkaç iirinden baka elimizde eseri yoktur. Bak. Hayrani Altınta, Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi lâhiyat Fakültesi Yayınları No: 190, kinci Baskı, Ank. 1991, s. 150. Yûnus Emre , Sivrihisar’a balı Sarıköyde domutur. Türk sufilerin en büyüklerinden biridir. Tabduk Emre’nin tasavvuf terbiyesiyle yetimitir. 1320 yılında Sarıköyde öldüü rivayet edilmektedir. Türkçe tasavvufi iirlerinin olduu bir Divân’ı vardır. Hayrani Altınta, a.g.e., s.149. Orhan Keskin, Sivrihisarlı olup halen Eskiehir’de ikamet etmektedir. Ahmed Bican Atmaca, bu zatın mezarının kandil günlerinde ziyaret edildiini ve geç yürüyen çocukların türbesinin etrafında dolatırılarak onun mânevî ve rûhânî feyzinden yararlanıldıını kaydetmektedir. Bak. Sivrihisar’da Yetien Ünlüler ve Menkıbeleri, Iık Matbaası, [Eskiehir] 1986, s. 47. * 773 * 774 775 * * 506 506 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A kalktıını ve eyh Hamid (1325-1413)’in776 yetierek kendisine bu mescidi, hizmet etmek için câmi yapmasını söylediini ifade ettikten sonra, “bu iaretten sonra bu mescidin câmi haline getirildiini” belirtmektedir.777 Büyük bir ihtimalle bu câmi, bugün Sivrihisar’da, Tekye sokaında bulunan ve kapısının üzerindeki sivri kemerin üzerinde üç bölümlü üç satır olarak, bozuk bir “sülüs hattı”yla Arapça olarak yazılan kitabesinden bânisinin Baba Yûsuf olduu, inâ tarihinin ise 898/1498 olarak kaydedildii Sivrihisar Kurunlu –Baba YûsufCâmii’dir (Yüksel 1983: 373-74). Bu hadise, Baba Yûsuf’un Sivrihisarlı olduu fikrini daha da kuvvetlendirmektedir. * Doum tarihi Baba Yûsuf’un doum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, Mevhûb-ı Mahbûb’daki, muhtemelen Fâtih Sultân Mehmed’in stanbul’u fethederek, ehri “emân u emn” ile “ma’mûr” hale getirdiini ifade eden: Fet(i)h idüp gelüp slâmbolı ol Emân u emnile ehr oldı ma’mûr (14a) 776 eyh Hâmid, Hacı Bayram Veli’nin eyhi Hâmid-i Veli Hazretleridir. Musa emseddîn adlı bir eyhin olu olup Bursa’da fırıncılık yaptıı için Somuncu Baba veya Ekmekçi Koca, bir ara da Aksaray’da kaldıı için Hamîdüddîn-i Aksarâyî diye anılır. 1325 yılında Kayseri’de doan Hamîd-i Velî, tahsil için Kayseri’den ayrılarak am, Tebriz, Erdebil gibi ehirleri dolamıtır. Erdebil’de eyh Seyfeddîn shak’ın torunlarından Alâeddin Ali Erdebilî’ye intisap etti. Burada kısa bir müddet içinde zahirî ve batınî ilimleri örendikten sonra, manevî bir iaretle Bursa’ya giderek fırıncılık yapmaa baladı. Bir ara, Bursa halkının aırı ilgisi karısında “sırrının fa olduunu, dile dütüünü” söyleyerek birkaç müridi ile Bursa’yı terk ederek Konya Aksaray’a yerleti. Bir müddet sonra hacca gitti. Dönüünde Dârende’ye gelerek oraya yerleti. 1413 yılında Darende’de vefat etmitir. Yûnus Emre tarzında bazı ilahileri vardır. Bak. Abdullah Uçman, XV. Yüzyıl Tekke iiri “Hâmid-i Veli”, Büyük Türk Klasikleri, c. 3, Ötüken-Söüt, st, 1986, s.13. 777 Pienbe gicesi mescid içinde (197a) Olurken mu’tekif gice içinde Dinildi bana nefsün kâni’ eyle Bu mescidi dürü yap câmi’ eyle Tevekkeltü ala’llâh diyü fi’l-hâl Turugeldüm yirümden fârigu’l-bâl Yitidi eyhimüz emsü’l-mehâmid Münîb ü kutbu’l-aktâb eyh Hâmid Didi yap câmi’i hidmet idelüm ‘Atâ nusret du’â himmet idelüm Fakîre oldı çünki bu iâret âret oldı cân ‘ayn-ı beâret Bî-hamdi’llâh yapıldı mescid oldı çi Kur’ân zik(i)r hamdıla toldı * * 507 507 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER beyitten, Baba Yûsuf’un stanbul’un fethini gördüünü düünebiliriz. Buradan hareketle de, Baba Yûsuf’un XV. asrın ikinci çeyreinde doduunu söyleyebiliriz. eceresi eyh Baba Yûsuf’un eceresi, Mevhûb-ı Mahbûb isimli mesnevîsinin sonunda u ekilde kayıtlıdır: “Musannif eyh-i fâzıl u mürid-i kâmil Baba Yûsuf bin eyh Halîl Baba bin eyh Alâaddîn bin eyh brâhîm bin eyh Cemâleddîn bin eyh Safiyüddîn, bin eyh Abdulcelîl bin eyh Muhammed eyh Abdulvehhâb bin eyh erefüddîn bin eyh Azîz bin eyh Nûreddîn bin eyh Gıyâseddîn bin eyh Sadruddîn bin eyh Hamîdüddîn bin eyh Abdurrahmân bin Abdulgaffâr bin eyh Muîd bin eyh erefüddîn bin eyh Ahmed bin eyh Muhammed bin eyh Alî bin eyh Hasan Geylânî bin eyh Abdullâh bin Ebyaz bin Abdulkerîm bin Mûsâ Asgar…” (201a201b). Bu ecereye göre, eyh Baba Halîl isminde bir zâtın olu olup dedesi eyh Alâaddîn, büyük dedesi ise eyh brâhîm’dir. Bu ecere, Hz. Âdem (A.S.)’e kadar gelmektedir. Tahsili ve görevleri eyh Baba Yûsuf, ilk tahsilini babası eyh Baba Halîl’den aldıktan sonra, Sivrihisar medreselerinin en ünlülerinden olan Selçuk Medresesi’nde örenimini tamamlamı ve icâzet almıtır. Daha sonraları ise, çeitli yerlerde vaizlik yapan (Atmaca 1986: 2) Baba Yûsuf, ettii vaazlarla mehur bir vâiz olmutur (Özalp 1961: 126). Ayrıca, Halim Baki Kunter, Baba Yûsuf’un II. Bâyezîd’in hocası olduunu ifade ederken (Kunter, 1966: 94), Recep Akaku ise, O’nun Hz. Hâlid Türbedarlarından olduunu kaydetmektedir (Akaku 1961: 254). Çocukları Baba Yûsuf’un, Hamdî Baba, Fahrî Baba, Sofi Baba ve Hamid Baba778 olmak üzere dört tane olu vardır (Atmaca 1986: 2, 8; Özalp 1961: 128). Bunlardan Hamdî Baba da, babası gibi çaının önemli din büyüklerinden olup Selçuk Medresesi’nden icâzet almı ve bir dönem vâizlik yapmıtır. Daha sonra, müderrislik yaparak birçok örenci yetitirmi ve onlara icazet vermitir. 778 Tahsin Özalp, adı geçen eserinde Hamid Baba’nın Sofu Baba’nın olu olduunu söylemektedir. Bkz. s.128. 508 508 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Sivrihisarlı Velî eyh Baba Hamîdullah diye anılan Hamdi Baba, bir ahi büyüüdür. Yazma eserleri olduu söylenmekle beraber bunlar kayıptır. Kabri, Kurunlu Camii’nin bitiiinde kendi ismiyle anılan türbededir. Baba Yûsuf’un çocuklarından Sofi Baba ile Hamid Baba’nın kabirleri de, yine bu türbededir (Atmaca 1986: 7-8). Mensup olduu tarikat Baba Yûsuf, Hacı Bayram-ı Velî tarikatına779 mensup (TGAA trhs.: XIII/294; EA trhs.: II/340; Uyan 1983: I/402; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/653; Mecdî 1989: 376; Hoca Sadettin Efendi 1992: V/281; Haskan 1993: I/1337; Atmaca 1986: 2; Özalp 1961: 127; Bursalı 1993: 456) olup Akemseddîn Hazretleri ( 1390-1459) ‘nin780 halifelerindendir (Bursalı trhs.: I/58; Develiolu 1963: 1989). Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi’nde, Baba Yûsuf, Sultân II. Bâyezîd zamanındaki eyhler arasında sayılmıtır.781 Bu bilginin ııında, Baba Yûsuf’un Akemsedddîn Hazretleri’nin halifelerinden olduu görüü kuvvet kazanmaktadır. Ethem Cebeciolu ise, Baba Yûsuf’u, Hacı Bayram-ı Velî’nin halifeleri arasında, halifelikleri tarih açısından kesin olmayan ahıslar arasında saymıtır (Cebeciolu 1991: 120). Bu görü muhtemelen dorudur. Çünkü, Hacı Bayram-ı Velî, 1430 tarihinde Ankara’da vefât etmitir. Yukarıda açıkladıımız gibi Baba Yûsuf, o tarihte ya domamıtır ya da çocuk denecek yatadır. II. Bâyezîd ile münasebeti ve hacca gitmesi Sultân II. Bâyezîd, stanbul’da yaptırdıı, Bâyezîd Camii’nin inaatı bittii zaman, ilk Cuma namazına 779 Hacı Bayram-ı Velî tarafından kurulan Bayramiye tarikatı, Mevlevîlik ve Bektâîlikten sonra Anadolu ’da oluan üçüncü büyük tarikattır. Bayramiye tarikatının Osmanlı döneminde mühim tesirleri olmutur. Hacı Bayram-ı Veli’nin yanında yetien insanların sohbet ve eserleri daha sonraki asırlarda oluan tasavvufi düünce ve zihniyetin olumasında birinci derecede rol oynamılardır. Bak. smail Kara, “Osmanlı’da Tasavvuf ve Tarikatlar”, Osmanlı Ans. Tarih – Medeniyet – Kültür, Aaç Yay., c. 1, st., tarihsiz, s.199. Asıl adı emseddin Muhammed b. Hamza olup 1390 yılında am’da domutur. Akemseddin veya kısaca Akeyh adıyla öhret bulmutur. Yedi yalarında babasıyla birlikte Anadolu ’ya gelerek o zaman Amasya’ya balı olan Kavak ilçesine yerlemitir. Kur’ân’ı ezberleyip kuvvetli bir dinî tahsil gördükten sonra, Osmancık Medresesi’ne müderris olmutur. Daha sonra tasavvufa yönelerek Hacı Bayram’a intisap etmitir. Sıkı bir riyazet ve mücahededen sonra, eyhinden hilafet almıtır. Hacı Bayram-ı Velî’nin vefatından sonra onun yerine irâd makamına geçmitir. Fatih Sultan Mehmed’in hocası olup stanbul’un da manevi fatihi olmutur. Hayatının son yıllarını Göynük’te geçiren Akemseddin, 1459 yılında burada vefat etmitir. Bak. F. Orhan Köprülü – Mustafa Uzun, “Akemseddin” mad., Türkiye Diyanet Vakfı slâm Ans., c. 2, st., 1989, s. 299- 301. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler, s. 102. Ayrıca Recep Akaku, a.g.e.inde Baba Yûsuf’un Bayramî tarikatının ileri gelenlerinden olduunu söylemektedir. Bak. s. 254. * 780 * 781 509 509 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER “âdâb-ı ir’at-ı erî’atı ve hudûd-ı tarîkat-ı tarîkatı hâfız u râ’î olup mesâ’i-i va’z u tezkîrde sâ’î olmagın enfâs-ı nefîse-i müteberrikesinin muhkem te’sîri var olan niçesinün dillerin sahre-i sammâ gibi kalb-i sulbini mûm gibi nerm idüp eyhun hây u hûy ve âh u figânı in’ikas tarîkıyla ol saht-dillere feryâd u figân itdüren” (Mecdî 1989: 376) hocası (Kunter 1966: 94) Baba Yûsuf’u da çaırdı.782 lk Cuma namazını Padiah II. Bâyezîd kıldırdı (Bursalı 1993: 456). Baba Yûsuf, namazdan sonra minbere çıkıp vaaz ve nasihate balayıp783 gizli gerçekleri ortaya döktü. O aydın gönüllü padiahın bile yüreini eriterek alatıp öütlerinden pay almasını baardı. Bu yeni camii görmek için gelip dıarıdan bakan üç Hıristiyan784 eyh’in güzel sözlerinden etkilenerek785 camiye girip eyh’in huzurunda Müslüman oldular.786 Sultân 782 783 784 785 786 Ahmed Bican Atmaca, adı geçen eserinde Baba Yûsuf’un II. Bâyezîd tarafından yaptırılan mezkur câmiinin açılıına çarılmasıyla ilgili olarak u anekdotu vermektedir: “Fatih Sultan Mehmed’in olu, II. Bâyezîd Han her padiahın yaptırdıı gibi ismine izafeten bir cami ina ettirir. Yapımına çok önem ve itina gösterdii caminin ibadete açılıına da çok önem vermektedir. Çevresindeki ilmiye sınıfına: Cuma namazını ben kıldıracaım. Vaaz ve nasihati de ülkemizin en iyi vaizi yapacak. Böyle bir vaiz bulun” diye emir verir. lmiye sınıfı ileri gelenleri, böyle belâgatli ve üstün bilgili bir vaizin ancak Sivrihisar’da bulunacaına karar vererek Sivrihisar’a gelirler. Sultanın arzusuna uygun bir vaiz isterler. Sivrihisar medreselerinin büyükleri eyh Baba Yûsuf’u tensib ederler. stanbul’a gelen eyh Baba Yûsuf Hazretleri, Cuma günü Bâyezîd camii’nin kürsüsünden, vaaz u nasihate balar.” bak. s. 2. Celâl Yıldırım ise, a.g.e. inde, II. Bâyezîd’in ilmiyle, irfânıyla, keramet ve takvasıyla ün yapan Baba Yûsuf Hazretleri’nin namaz kıldırmasını, vaaz edip hutbe okumasını arzu ettiini ifade ettikten sonra, sultanın bu arzusuna olumlu cevap veren Baba Yûsuf Hazretlerinin birçok müridi ve yakın dostlarıyla câmiye geldiini belirtmektedir. Bak. s. 241. Ayrıca, Câhid Baltacı, Bâyezîd medresesinin resmî açılıını da Baba Yûsuf’un yaptıını söylemektedir. Bak. XV.-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri Tekilat-Tarih, rfan Matbaası, st., 1976, s. 164-165. Celal Yıldırım, adı geçen eserinde, Baba Yûsuf’un namaz vaktinin girmesine iki saat kala kürsüye çıkıp, gönülleri yerinden oynatacak, ruhları heyecandan heyecana sevkedecek ölçüde bir konuma yaptıını kaydetmitir. Bak. s. 241. Mecdî Mehmed Efendi, adı geçen eserinde, “hâric-i mescidden âvâzını istimâ’ eyleyen üç Hristiyan” eklinde geçmektedir. Bak. s. 376. Menkıbelerle slâm Menurları Ans. nde ise, “Hristiyanlardan, caminin dıından sesini duyanlardan üç hristiyan” eklinde geçmektedir. Bak. s. 402. Tahsin Özalp’in a.g.e. inde ise, “Mescidin kapusunda vaaz dinleyen yedi Hristiyan Müslüman oldular.” eklinde geçmektedir. Bak. s. 127. Ahmet Bican Atmaca’nın a.g.e. inde de, “Caminin açılıına gelen birçok Hristiyan slâm dininin yüceliinin beli bir ekilde ifade ediliinden evke gelerek slâm dinini kabul ettiklerini, kinci Bâyezîd’e beyan ederek ihsana mazhar olmulardır.” eklinde ifade olunmutur. Bak. s. 2- 3. Evliyalar Ansiklopedisi’ nde, bu üç Hristiyanın, “Baba Yûsuf Hazretlerinin tesirli sözlerinden ve cemâatin topluca alamasından çok etkilendikleri” belirtilmektedir. Bak. s. 341. Celal Yıldırım, a.g.e. inde bu olayı öyle nakletmektedir: “nanmı ve son derece samimi kâmil zatın dudaklarından çıkan her cümle cemaatin kalbini delip derinliine iniyor ve geni te’sir meydana getiriyordu. Bata II. Bâyezîd Han olmak üzere, camide alamayan cemaat kalmadı. Herkes vaktin uzamasını ve konumanın kesilmemesini arzu ediyordu. Derken bu muhteem açılı merasimini yakından görmek isteyen üç tane Rum da dıarıda yapılan konumaları takip ediyordu. Dayanamadılar, Cenâb-ı Hak onlara bu sebeple hidayet kapısını açtı, kelime-i ehâdet getirerek slâm dinine girdiklerini ilan ettiler. Namaz vakti girmeden hamama koup gusül abdesti alarak 510 510 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Bâyezîd kendi adını taıyan camide böyle bir uyanma olayının geçtiini görünce, gayet sevinç duyarak o üç yeni Müslümana pek çok para verdii gibi, ayrıca vezirlerinin de para vermelerini buyurdu.787 eyhin kutlu nefesi sayesinde onlar, dünya ve ahiret güzelliklerine erimi oldular (Hoca Sadettin Efendi 1992: 281). Böylece, Baba Yûsuf, II. Bâyezîd tarafından yaptırılan Bâyezîd Câmii’nin, ilk Cuma ve kürsü vaizi olmutur (Akaku 1961: 254). Bu hadiseden sonra, Sultân Bâyezîd Hân, eyh Hazretlerine “mahabbet ü meveddet idüp mâ-beynlerinde ‘akd-i übüvvet ü bünüvveti ‘akd eyledikten sonra788 her kaçan erâf-ı emsâr-ı aktâr-ı arz olan Ka’be-i erîfeye gider olursanuz bizümile mülâkî olup onda ba’zı maslahatımız vardur göriviresüz diyü sipâri iyledi. Ortalarında bu ‘ahd-i vesîk tevsîk olduktan sonra eyh Efendi mevtın-ı aslîsine zâhib oldı” (Mecdî 1989: I/376). Bir müddet memleketinde kaldı. Düünde Hacer-i Esved yanında iir biçiminde bir kitap yazması kendisine buyruldu. iir söylemeye gücü yok iken buna güç buldu. Padiahla aralarında olan anlama gereince stanbul’a geldi (Hoca Sadettin Efendi 1992: V/282). Sultân Bâyezîd Han’a veda etmek için saraya uradı. Sultan onu kapıda karıladı ve içeride uzun müddet görütüler (Yıldırım 1985: 242-243). O yüce padiah da, eyh’e armaanlardan baka halis altınlar da verip dedi ki: “Bunlar helâldir. Kendi elimle kazandım. Bunları Resûli Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Türbe-i mutahharasının kandillerine harcarsın. Türbe-i mutahhara yanında dersin ki: Yâ Resûlallah, ümmetinin koruyucusu günâhkâr kul Bâyezîd sana selâm söyledi ve bu helâl altınları Türbenin kandillerine zeytin yaı almak için gönderdi. Bu hediyenin kabulü için ona yalvarırsın (Uyan 1983: I/402). Ümid ediyorum ki, senin vâsıtanla kabûl olunur.” dedi. O da, bu isteini yerine getirmek üzere altınları alarak: “Üzülmeyin Sultanım, emrinizi harfiyen yerine getireceim, inallah…” diyerek (TGAA trhs.: XIII/295; Yıldırım 1985: 243) vedalatı ve yola çıktı (EA trhs.: II/342). 787 788 tekrar camiye döndüler, arka safta yer bulup Cuma namazını onlar da kıldılar. Namazdan sonra Baba Yûsuf Hazretlerinin elini öperek Müslüman olduklarını söylediler.” Bak. s. 242. Celal Yıldırım, a.g.e. inde vezirlerin de aynı eyi yaptıını kaydetmitir. Bak. s. 242. Tahsin Özalp’in a.g.e. inde “muhtedilere kendisi ve vezirleri ihsanda bulundular” eklinde geçmektedir. Bak. s. 127; Mustafa Necati Bursalı ise a.g.e. inde Padiahın üç yeni Müslümana para ve kıymetli eyalar hediye ettiini söylemektedir. Bak. s. 457. Bâyezîd Han’la Baba Yûsuf arasında yapılan bu babalık ve oulluk akdinden sonra, Bâyezîd Hân’ın Baba Yûsuf’a “Baba” diye hitap ettii ve bundan dolayı Baba Yûsuf’un “Baba” lakabıyla anıldıı halk arasında söylenmektedir. Ayrıca Ahmet Bican Atmaca, a.g.e. inde, bu hadiseden sonra II. Bâyezîd’in Baba Yûsuf’a eyhülislamlık, müderrislik, kadılık gibi görevler teklif ettii, Baba Yûsuf’un ise, bu teklifleri kabul etmediini söylemektedir. Bak. s. 3. Celal Yıldırım ise, a.g.e. inde, Baba Yûsuf Hazretlerinin maddeye deer vermeyen bir Allâh dostu olduunu ifade ettikten sonra, O’nun sultan (II. Bâyezîd) ile olan münasebetlerinin hep manevî alanda kaldıını ifade etmitir. Bak. s. 242. 511 511 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER “Ol ekmel-i kümmel meâyih-i zevi’l-mefâhir Ka’be-i erîfede bir yıl mücâvir olup Hacerü’l- esvedün yanında te’lîf ü tasnîf ile mülhem oldıgı kitâbı safâyıh-ı levâyıh-ı gaybdan sahâ’if-i bâ-letâ’if-i uhûda nakl eyledi. Bundan evvel nazma kâdir olmayup bihâr-ı nazmda eli yogiken sürû-ı ilhâmun ilkâsıyla ol bâbda izhâr-ı yed-i Beyzâ eyledi. Bütûn-ı kümûn-ı musennefât-ı i’câz-ı âyâtda mektûb u muharrer olan letâ’if-i ma’ârif-i lâhiyyeden lutf-ı ‘ive-i ilhâma karîn ve hüsn-i kirime-i feyz-i mahza rehîn olanları hâme-i ‘abbâsı ‘imâme ile tahrîr ü tastîr eyledükden gayrı ‘âlem-i ‘ibârât ile ta’bîr olunmaduk aklâm-ı mügîn-arkâm ve arkâm-ı i’câzpeygâm ile tahrîr olunmaduk ya’nî kendinün ve ben-i nev’-i insânun hâtırına hutûr eylemedük mülhemât-ı gaybiye-i lâ-reybiyeyi dahı ol kitâbda derc eyledi” (Mecdî 1989: I/377). Sonra Medîne-i Münevvere’ye gitti. Abdest aldı, kalın eski bir elbise giydi (Yıldırım 1985: 243) ve ellerini esir gibi arkadan balattı. Yere yatıp yüzükoyun sürünerek ve efaat dileyerek (TGAA trhs.: XIII/295) Hz. Peygamber’in miskler kokan türbesi kapısına gelip, Sidre’den örnek eiine yüz sürdü. Can gözüyle nice görülmez sırlar gördü (Hoca Sadettin Efendi 1992: V/282). Saatlerce göz yaı akıtarak hâlini Cenâb-ı Resûle arz ettikten sonra, üzerinde emanet olarak bulunan Sultan’ın selâm ve tazimatını da münasip bir dille ifadeye çalıtı (Yıldırım 1985: 243). “Kubbe-i erîfenin tarasında mahfûz u masûn ve makbûl u mer’î bir ‘asâ var idi ki huddâm-ı türbe-i mutahhara anı el üzre tutarlar idi. ‘Âlem-i rü’yâda Cenâb-ı Hazreti risâlet-menziletden eyhe öyle iaret oldı ki ‘asâyı üç pâre eyleyüp bir kıt’asını Diyâr-ı Rûmda Mahrûse-i Burusa’da Emîr Sultân Hazretlerinün789 türbelerinde ve bir kıt’asını790 Hacı Bayram Sultânun Enguri’de olan türbet ziyâretlerinde bir kıt’asını bir gayrı eyhün791 mezârında vaz’ eyleye. Müârün ileyh üçünci eyhün 789 790 791 Emîr Sultan (1368 - 1429), sufi Emîr Külâl’in oludur. Buhara’da domutur. Bursa’da metfundur. Sultan Yıldırım Bâyezid’in damadıdır. Bak. Hayrani Altınta, a.g.e., s. 150. Bu parçanın Sivrihisar’da yatan Baba Hamdullah türbesinde olduu da rivayet edilmitir. Bak. Osmanlı Müellifleri, c. 1, s. 58. Ayrıca Ahmet Bican Atmaca, a.g.e. inde, bu parçayı eyh Baba Yûsuf’un Emîr Sultan Hazretlerine teslim ettii ve bu parçanın Emîr Sultan Hazretlerinin kabrini çevreleyen parmaklık içinde bir kılıfta mahfuz olduunu ifade etmektedir. Bak. s. 6. Osmanlı Müellifleri’inde bu eyh, Eyüb Sultan olarak geçmektedir. Bak. c. 1, s. 58. Ahmet Bican Atmaca, a.g.e. inde, bu parçanın Kurunlu Camii’nin dou kısmındaki Asâ-i erîf odasında olduunun malum olduunu belirttikten sonra, Cumhuriyetten sonra Evkaf memuru Necmeddin Dinçer tarafından Eskiehir’e götürüldüünün ortaya çıktıını ifade etmitir. Bak. s. 6. Tahsin Özalp ise a.g.e. inde bu parçanın kendi camiine konmasının emredildiini söylemektedir. Bak. s. 127. Bu asâ için Tahsin Özalp, a.g.e. inde, Mukayyit Süleyman ükri Efendi’nin u iiri yazdıını belirtmektedir (Bak. s. 148): Hazreti fahrin mübârek destine almı asâdır bu Nidâ-i ümmetîde sînesi yanmı asâdır bu Lisân-ı hâl ile söyler hemîe mana Hücresinde âık asâ âh eder asâdır bu Firâk-ı itiyâkından bütün yanmı denir ammâ efi’i azamın destine yüz sürmü asâdır bu 512 512 ŞİRAZ’DAN RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A adını râvî unutmagın bu mahalde ta’yîn olunmadı. Zikr olınan iârete itmârâ ‘asâyı almak istedik de huddâm-ı sidre-makâm ana mâ’ni’ü dâfi’ olup tarafından munâze’a ider iken huddâmun re’îsi gelüp kendüye dahı bu husûsda iâret olundugını i’lâm idüp eyh Hazretlerine ol ‘asâyı almaga icâzet virdükten sonra eyh Hazretleri ol ‘asâyıla vatanına gelüp me’mûr oldıgı emri îkâ’ eyledi” (Mecdî 1989: I/377). Bütün bu rivayetler, Baba Yûsuf’un halk arasında mânen yükselmi bir Allah dostu, Hak âıı olduunun açık bir ifadesidir. Çeitli hususiyetleri Baba Yûsuf usta bir hattattır. Yazmı olduu Farsça tefsirli Kur’ân-ı Kerîm, hattatlıkta üstün vasıflara sahip olduunun açık bir delilidir (Atmaca 1986: 2). lmî ve dinî meselelerde derin bilgisi olan Baba Yûsuf’un, aaıdaki beyitlerinden ‘Kur’ân’ın bütün emirlerini yerine getiren’, ‘er’-i Nebîden’ ayrılmayan, ehli sünnete balı, samimi bir müslüman olduunu, ayrıca ‘tâlib-i râh-ı hidâyet’e de bunlara balı olmalarını tavsiye ettiini görmekteyiz: * * Elâ ey tâlib-i râh-ı hidâyet Dilersen ki ine Hakdan inâyet (11a) Olasın rahmet-i Rahmâna vâsıl Yüzün ak ola hem iün de hâsıl Yirün Firdevs ola matlûb-ı a’lâ Cemâl-i Hak ola Celle Ta’âlâ Ne yola gitdise sultân-ı levlâk Gidelüm biz dahı cellâk u câlâk Kadem ırmayalum er’-i Nebîden Ba’îd olmayalum merdân-ı dînden Kabûl eyle anı ne dirse Kur’ân Netîce dîn ola slâm u îmân Hâl-i pür-sûzânına baktıkça verir hayret ü velh Ser-â-pâ sînesin dâ eylemi asâdır bu Öyle lutfa mazhar olmu kim bu belde ehl-i Hakka Fahr-i âlem dest-i pâk ile eref bulmu asâdır bu Enbiyânın serveri dü-cihânın bâisi Âıkân-ı ümmete yâdigâr kılınmı asâdır bu ükrüye yüzün sürüp eyle tazarru hem niyâz Kim efi’-i rûz-ı maherden eser kalmı asâdır bu 513 513 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER Revâfızların ‘ehl-i ilhâd’ olduunu belirten Baba Yûsuf, onların yolunun izlenilmemesini tavsiye etmektedir. Çünkü onların ‘be-küllü mezheb ü sözleri bâtıl’dır: Revâfız yolını gözleme ko sen Hanum merdân-ı Hak yolına dirgen (11b) ………… Be-küllü mezheb ü sözleri bâtıl Ko sen bunları gel Hak yolına dirgen Aaıdaki beyitte ise, ‘telkîn ü irâd’ın kalmadıından ve ‘Hurûfî’lerin çoalmasından ‘âh u feryâd’ ettiini gördüümüz: Dirîgâ kalmadı telkîn ü irâd Hurûfîler çogaldı âh u feryâd (173a) Baba Yûsuf’un, ‘ehl-i Sünnet itikadına’ balı ‘sünnî’ bir müslüman olduunu u beyitler daha açık göstermektedir: Kimün ki cünnesi er’i Nebîdür Bilün ol sünnîdür Muhammedîdür (152b) Bu yol sünnîlerün yolıdur iy yâr Bu yola gidemez zınduk u ‘ayyâr (176b) Eger ki olmaya sofi çü sunî Bizer yüzünden anun ins ü cinî (189a) Fıkıh, tefsir, hadis, siyer, akaid gibi slâmî ilimlerle tasavvufa ait geni bilgi sahibi olduunun açık bir delili olan Mevhûb-ı Mahbûb isimli eserinde bulunan ve aaıda zikrettiimiz beyitlerde yer alan “key za’îf ü hakîrüz”, “zelîl ü hem fakîrüz”, “key hakîrem”, “key fakîrem”, “men fakîre” eklindeki ifadelerle kendisinden tevazu ile bahsetmesi, onun olgun kiiliine iaret eder: lâhî key za’îf (u) hor hakîrüz Bilürsin ki zelîl ü hem fakîrüz (17a) Veliyu’llâh katında kem hakîrem Bi-za’at yok yedümde key fakîrem (154b) Haber sorarsanız ger men fakîre Nahîf ‘abdü’l-ibâd kem-ter hakîre (197a) Ölüm tarihi 514 514 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Baba Yûsuf’un ölüm tarihi ile ilgili akâik’te “Sultân Selîm Han Gâzî’nin zamân-ı erîfünün evâ’ilinde mahsûre-i Konstantınıyye’de vefât eyleyüp”792 eklinde bir ifade geçmektedir. Osmanlı Müellifleri’nde ise, (Ravza-i rahmet)793 terkibinin delâleti olan 917/1511 tarihinde stanbul’da vefat ettii kayıtlıdır (Bursalı trhs.: I/58). Sicill-i Osmânî’de ise, 919/1513’te stanbul’da vefât ettiini beyan etmektedir (Mehmed Süreyyâ 1311: IV/653). Ahmed Rifat ve Gölpınarlı da, ölüm tarihini “918/1512” olarak vermektedir (Ahmed Rifat Efendi 1299: II/5; Gölpınarlı 1971: 345). Bu bilgiler ııında, Yavuz Sultân Selîm Han’ın tahta geçi tarihi ile mezar taındaki tarihini göz önünde bulundursak, Ahmed Rıf’at ile Gölpınarlı’nın vermi olduu kaydı esas alarak 918/1512 olarak kabul etmek bize göre biraz daha makbul görülmektedir. Çünkü Yavuz Sultân Selîm 7 Safer 918 (24 Nisan 1512) tarihinde tahta geçmitir (Danimend 1948: II/1). Bu bilgi ııında Baba Yûsuf’un 7-17 Safer 918 (24 Nisan- 4 Mayıs 1512) tarihleri arasında ölmü olabilecei tahmin edilebilir. Baba Yûsuf, vefatından sonra “Ebû Eyyûbî Ensârînün civâr mezarlarında defn olun”mutur (Mecdî 1989: I/377). Merkadi794, adırvan avlusunda (Haksan 1993:337) Gazi Edhem Paa mezarının arkasındaki sed üstündedir. Bataı, üst tarafı sekiz dilimli ustuvânîdir ve üzerinde Bayrâmî gülü vardır. Sülüsle yazılmı olan kitâbesi aynen öyledir: ‘Merhûm eyh Baba Yûsuf / Efendünün merkadidür / El- Fâtiha sene 918” (Gölpınarlı 1971: 345). B. Eserleri Baba Yûsuf’un tespit edebildiimiz be tane eseri vardır: Dîvân 792 793 794 Mecdî Mehmed Efendi, s. 377. Aaı yukarı aynı ifadeler u kaynaklarda da geçmektedir: Hadîkatü’l- Cevâmi’, “Evâ’il-i saltanat-ı Hazret-i Selîm Hân-ı Kadîmde vefât idüp” Bak. Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü’l- Cevâmi’, c. 1, Matba’a-i Âmire, st. 1281, s. 248; Tâcü’t-Tevârih, “Sultan Selim’in padiahlıının ilk günlerinde aydın ruhunu ruhları derleyene teslim etmitir.” Bak. Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s.282; Menkıbelerle slâm Mehurları Ans., “Yavuz Sultan Selim Han’ın padiahlıının ilk zamanlarında stanbul’da vefat etti.” Bak. Abdullatif Uyan, s. 403; Tarihte Devlet Adamlarına Iık Tutan slâm Büyükleri, “Bu kadri yüce zat Yavuz Selîm’in ilk yıllarında stanbul’da vefat etti.” Bak. Celal Yıldırım, s.244. Bu terkip Osmanlı Müellifleri nde “ruhuna rahmet” eklinde geçmektedir. Bak. c. I, s. 58. Müjgân Cunbur ise, Baba Yûsuf’un vefat tarihinin ebcedle “ravza-i rahmet” olması gerektiini belirterek, sadeletirenlerin bir yanlı anlamaları sonucu “ruhuna rahmet” diye yazdıklarını ifade etmitir. Bak. Müjgân Cunbur, a.g.t., s. 75, dpnt 7. Recep Akaku, a.g.e. inde, Baba Yûsuf’un mezarının “Hazret-i Halid Camiinin dı avlusunda bulunan tarihî çınarların arka kısmına dü”tüünü söyler. Bak. s. 254. 515 515 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER Kenarı düz cetvelli, ortası emseli, miklaplı, siyaha çalar koyu kırmızı mein ciltli olan eser 349 yaprak, harekeli nesih yazıyla, 24.3x15.5-17.9x10.7 mm. Ölçüsünde, 13 satırlı olarak yazılmıtır. Sayfa kenarları, mısra araları ve balıklar ise surh cetvellidir. Balıklar surhla yazılmıtır. 38. yaprakla 242a263b, 278a-281b, 291b, 301a-313b ve 345b den son yaprak olan 349 uncu yapraa kadar kâıt ve yazı deiiktir. Birisi, noksan olan bu nüshayı bir baka nüshadan tamamlamıtır. Hemen her iirin baında, o iirin bahri ve takti’i, bazı iirlerdeyse, kimlerin övüldüü kaydedilmitir. Batan sona kadar, kaside diyebileceimiz uzun iirlerden ve tercilerden meydana gelen eser, alfabetik tertibe göre yazılmı olup bütün iirler tasavvufîdir. Ba: (1b)   Son ve ketebe: (349a)      Ketebeye göre, aslından, herhâlde müellifin el yazısıyla yazılmı nüshadan, noksan olan yerleri tamamlanmı ve o nüshayla mukabele edilmitir. Farsça bir iirdeki: *   beyitlerden (20b-21a) adının, ‘zzeddîn Yûsuf olduu anlaılmaktadır. (Gölpınarlı 1971: 345-346). eyh zzeddîn Yûsuf Hakîkî, bu eserinde “Hakîkî” mahlasını kullandıı için, eserlerinde yine “Hakîkî” mahlasını kullanan eyh Hâmid Velî’nin olu Yûsuf Hakîkî ile karıtırılmıtır. brâhîm Hakkı Konyalı’nın Aksaray Tarihi’nde eyh Hâmid Velî’nin olu Yûsuf Hakîkî’ye ait olarak ve bir yapraının fotorafını verdii Dîvân, aslında Sivrihisarlı zzüddîn Yûsuf Hakîkî’ye aittir (Karabulut trhs.: 165). Gölpınarlı da, bu Dîvân’ın 913’te yazılması ve dili dolayısıyla Baba Yûsuf’un olduuna ve “akâ’ik” te övülen kitabın bu olduuna hükmetmek zorundayız demektedir (Gölpınarlı 1971: 350). (Bu konuda daha fazla bilgi için 516 516 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A bak. Mevlânâ Müzesi Katalou (Hzr. Abdulbâki Gölpınarlı), Hakîkî ‘zzaddîn Yûsuf (918 H. 1512): Dîvân, TTK, Ank, 1971, s. 345-350). * Risâletü’n- Nûriye Antalya Tekeliolu Kütüphanesi’nde 297.701 noda kayıtlı bulunan eser:  sözleriyle balar. Arapça, nesih yazıyla, 210x150-170-115 mm. ölçüsünde, 26 satırlı, 11b-28a yapraklarında, filigranlı kaıda yazılmıtır. Sırtı ve sertabı kahverengi mein, ebru kaıt kaplı, mıklebli bir cilt içindedir. Keideleri kırmızıyladır. *    duasıyla biten eser, Hacı Osman-zâde Mehmed Aa’nın vakfıdır (TYTK 1984: IV/279). Konusu itibariyle tasavvufî bir eserdir. Tefsir eyh Baba Yûsuf’un böyle bir eseri olduundan Ahmet Bican Atmaca söz etmektedir. Atmaca’ya göre, eyh Baba Yûsuf’un Farsça tefsirli iki cilt Kur’ân-ı Kerîm’i vardır. Yine Atmaca’ya göre, bu eseri bizzat eyh Baba Yûsuf yazmıtır. Bu eserin birinci cildi, Baba Yûsuf tarafından yaptırılan Kurunlu Câmi’de korunmaktadır. Dier cildi ise buradan alınıp baka yere götürülmütür (Atmaca, 1986: 2). u an bu cildin nerede olduu bilinmemektedir. * Mir’âtü’l-Âikîn ve Mikâtü’s-Sâdikîn Mecelletü’n-nisâb’ın “Emre” maddesinde Müstakim-zâde, Kefu’z-zunûn’da ise Kâtib Çelebi, Yûnus Emre’nin Mir’âtü’l-âikîn ve Miskâtü’s-sâdikîn adlı bir eseri olduunu ve bu eserin Baba Yûsuf tarafından erhedildiini bildirmektedir (Müstakimzade v. 116; Çelebi 1943: II/1648). Abdülbaki Gölpınarlı, her iki eserdeki ibarenin karıık olduunu belirttikten sonra, unları söylemektedir: “Bu kitap mı Yunus’undur da Baba Yusuf erh etmitir, yoksa “Mir’âtü’l-âikîn”, erhin adı mıdır ve bu erhte Yunus’un bazı beyitleri mi vardır? imdiye dek Yunus’un böyle bir kitabına rastlayan yoktur. Fakat, Hüdâyî, “Vâkıât”ta Üftâdenin, “Rahmetli Yûnus Emre , * * 517 517 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER Sakla gönül tarlasın susıırı girmesün dedi. Sonra bunu, rahmetli eyh Baba Yûsuf erh etti, amma gerçek, bu erhten ayrıdır” dediini, sonradan da “susıırından maksat, fazla yemekten çekinmektir. Çünkü manda, çok yemek yemenin adıdır. Hatta rüyada görsen bununla yorulur” sözlerini, sözüne eklediini söylüyor (v. 234). Bu sözlerden anlıyoruz ki “Mir’âtü’l-âikîn” erhin adıdır. Fakat Yûnus’un sanılarak erh edilen iir, XVI. yüzyıl Bektâî âirlerinden ve Abdal Mûsâ’nın dervilerinden Kaygusuz Abdal’ındır” (Gölpınarlı 1992a: 119). Bu açıklamalarından sonra, iirin tamamını veren Gölpınarlı795, sözlerini öyle tamalamaktadır: “Baba Yûsuf, bu iiri ihtimal bir yerde Yûnus adına kayıtlı görmü, belki de birisinden, Yûnus’un diye duymu, erh etmi, Mir’ât-al-Âıkıyn böylece meydana çıkmıtır” (Gölpınarlı 1992a: 121). Mevhûb-ı Mahbûb Mesnevî nazım ekliyle yazılmı olan eser, aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” vezniyle yazılmı olmasına ramen, eserde 74b796 ile 76b arasında bulunan 2902-2970 inci beyitler, “fâilâtün fâilâtün fâilün”; 117b’de bulunan ve gazel eklinde yazılan 4629-4638 inci beyitler, “müstefilün müstefilün müstefilün müstefilün” ve 125a’da bulunan 4917 ve 4918 inci beyitler ise, “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” vezniyle yazılmıtır.797 7968 beyitten oluan eserin798 baında kırmızı mürekkeple yazılmı Kitâb-ı Mahbûbiyye ibâresi olmasına ramen, eserin Hâtimetü’l-Kitâb bölümünde geçen: * Kitâbun adını Mahbûb-ı Mahbûb Kodum feth itdi Hak itmedi mahcûb (196a) 795 796 797 798 Kaygusuz Abdal’ın bu iirinin ilk ve son beyitleri öyledir: Allah Tangrı yaratan gel içegör cur’adan Yâr ile yâr olagör agyâr çıksun aradan …….. Kaygusuz’un hüneri havla vü biryan yemek Andan özge hüneri umma bu bîçâreden Bak. Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e., s.120-121. Bu varak numaraları Koyunolu Kütüphanesi’nde bulunan nüshaya aittir. S’de bu iki beyit “Fâilâtün Fâilâtün Fâilün” vezniyle yazılmı olup, son beytin vezninde sıkıntı vardır, u ekilde geçmektedir: Öm(ü)r âhir oldıgını küllüsi Ba açup aladılar her birisi Gözin öpdi didi yâ Fâtıma vedâ’ Yâ Alî vü yâ Hasan yâ Hüseyn el-vedâ’ K ile S’yi karılatırıp farklı beyitleri dahil ettikten sonra eser, 7968 beyit olmutur. 518 518 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A beyitten asıl isminin Mahbûb-ı Mahbûb olduu anlaılmaktadır. S’de ise, Hâtimetü’l-Kitâb bölümünde eserin ismi: Kitâbun adını Mevhûb-ı Mahbûb Kodum feth itdi Hak itmedi mahcûb beyitinde “Mevhûb-ı Mahbûb” eklinde geçmektedir. (Eserin hem konusu hem de aaıda belirteceimiz eserin yazılma gayesi göz önünde bulundurulursa, bu ismin esere daha uygun olduunu düündük ve eserin ismini “Mevhûb-ı Mahbûb” olarak verdik.) Eserin sonunda yer alan u ifadelerden eserin Baba Yûsuf tarafından kaleme alındıı anlaılmaktadır: “Musannif eyh-i fâzıl u mürid-i kâmil Baba Yûsuf bin eyh Halîl Baba bin eyh ‘Alâaddîn bin eyh brâhîm bin eyh Safiyüddîn bin eyh ‘Abdulcelîl…” (201a201b). Ayrıca, K’de varak 100a’nın kenarına bir bakası tarafından yazılan, “Kitâbet-i mü’ellif Baba Yûsuf rûhıçun fâtiha” ile varak 195a’nın kenarındaki “Tazarru’-ı mü’ellif Baba Yûsuf li-nefsihi ve li-sâ’iri’l-müslimîn” eklindeki iki kayıttan da, bu eserin Baba Yûsuf tarafından telif edildii anlaılmaktadır. Ancak, Baba Yûsuf, eserinin 7 beytinde “eyhoglı”, 2 beytinde ise, eyholu mânâsına gelen “bn-i eyh” mahlasını kullanmıtır:799 Hocam eyhoglına lutfun ‘atâ kıl Dilegin o kulun yâ Rab revâ kıl (18a) Neden halk eyledi ‘arını Allah Disün eyhoglı bu sırdan ol âgâh (27b) Urup eyhoglı yüz eyler temennî Dem-i vaslundan itdürme tedennî (92a) Bu hep melek adıdur anla sen de ‘Ayân itdi size eyoglı bende (100a) Hele eyhoglınun iy Hayy u Hannân Zelîl kulundur it derdine dermân (170a)  Fettâh u  Vehhâb u i Rahmân 799 Ahmet Sevgi, “eyholu’nun “Kitâb-ı Mahbûbiyye” Adlı Eseri Üzerine” (Yedi klim Aylık, Sanat, Kültür, Edebiyat Dergisi, c. 8, sayı 57, Aralık 1994, s. 100- 105) isimli makalesinde, eyholu mahlasının eserin 8 yerinde geçtiini ifade etmitir. 519 519 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER Zelîl eyhoglına sen eyle dermân (194a) Urup eyhoglı yüz eyler temennî Hocam evkünden itdürme tedennî (201a) Elâ yâ bn-i eyh der-har-i ecsâm Mühimmü ez-mühimmâtdur Muhammed (81a) Ko gayzı tut sözin sen bn-i eyhün Girüp Firdevse tâ ‘iret idersin (132a) Gölpınarlı, Alevî Bektaî Nefesleri isimli eserinde, bu eyholu’nun tarih bakımından, ne Germiyanlı Emîr Süleymân’ın nedîmi olan ve Yıldırım Bâyezîd adına, 789’da “Hurîd-nâme”yi yazan eyholu olabileceini ne de Hümâ vü Hümâyûn ismiyle öhret bulan ve asıl isminin Gülen-i Uâk olduunu söyledii mesnevînin nâzımı olan ve eyholu mahlasını kullanmayan, eyholu Cemâlî olabileceini söyledikten sonra, Baba Yûsuf olduunu kaydetmitir.800 Eserin Hâtimetü’l-Kitâb bölümünde geçen u beyitten 913/15071508’de tamamlandıı anlaılmaktadır: Tamâm oldı kitâb minnet Hudâya Tokuz yüz on üçünde men gedâya (196a) Ayrıca, u beyitlerle: 800 Abdülbâki Gölpınarlı, Alevî Bektâî Nefesleri, nkılâp Kitabevi, kinci Baskı, st. 1992, s. 275- 276. Biz de bu görüe katılıyoruz. Çünkü Hurid-nâme ve Kenzü’l- Küberâ’nın yazarı Marzübannâme ile Kaabûsnâme’nin ilk mütercimleri arasında olan eyholu Mustafâ, Germiyanlı olup, Germiyan Beyi Süleyman ah’ın yanında niancılık ve defterdarlık vazifeleri görmütür. Daha sonra Yıldırım Bâyezîd Han’a intisap etmitir. 789/1389’da tamamlamı olduu Hurîd-nâme isimli mesnevisini Yıldırım Bâyezîd Han’a sunmutur. Bu da gösteriyor ki, tarih olarak bu eyholu, eyholu Mustafâ olamaz. eyholu Mustafâ hakkında geni bilgi için Bak. Zeynep Korkmaz, “eyholu Mustafâ”, Türk Ansiklopedisi, c. 30, Milli Eitim Basımevi, Ank. 1981, s. 275-276; Ömer Faruk Akün, “eyh-olu”, slâm Ans., c.11, Milli Eitim Basımevi, st. 1979, s. 481- 483; eyholu Cemâlî ise, Fatih devri âirlerinden olup eyhî’nin yeenidir. Asıl ismi Bâyezîd olup Sehî Bey ve ondan sonra gelen kaynaklar bu adından bahsetmemilerdir. Bursa Eski Yazma ve Basma Kütüphanesi’ndeki Hüsrev ü îrîn nüshasında ismi Bâyezîd b. Mustafa el-Mehûr eyholu eklinde geçmektedir. Buna göre Cemâlî’nin eyholu (eyholu Cemâlî) diye öhret bulması mümkündür. Bir kısım kaynaklar (Sehî, Âlî, Bursalı Tâhir) Cemâlî’nin Karamanlı olduunu söylerken, bir kısmı ise, (Riyâzî, S. N. Ergun) Bursalı olduunu kaydetmitir. Bu bilgiler ııında Cemâlî’nin Karamanlı olmakla birlikte bir süre Bursa’da bulunduu söylenebilir. Latîfî’ye göre Sultan II. Bâyezîd devri sonlarında ölmütür. Osmanlı Müellifleri’nde onun Edirnekapı dıında Emîr Buhârî tekkesi yakınında gömülü olduu kayıtlıdır. (Daha geni bilgi için bak. Günay Kut, “Cemâlî” Türkiye Diyanet Vakfı slâm Ansiklopedisi, c.7, s. 316-317.) Oysa yukarıda açıkladıımız gibi, Baba Yûsuf Sivrihisarlıdır. Yine kaynaklara göre Yavuz Sultan Selim’in saltanatının ilk günlerinde vefat etmitir. Gerek eserin sonunda yer alan ecereden gerekse müstensihin K’de 100a ve 195a’nın kenarına yazılan kayıtlardan da, bu eserin Baba Yûsuf’un olduu anlaılmaktadır. Bu bilgiler ııında diyebiliriz ki , bu eyholu ne eyholu Mustafâ’dır, ne de eyholu Cemâlî’dir. Bu eyholu büyük bir ihtimalle Sivrihisarlı Baba Yûsuf’tur. * 520 520 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Halîfe imdi Sultân Bâyezîddür Hil(i)m hulkıla ‘âlemde ferîddür (13a) ük(ü)r Hakka ki irdük bu zamâne Ki Sultân Bâyezid Hândur divâne (16a) den milket-i Rûmda ‘adl u dâdı Bu ‘asr içre odur dînün ‘imâdı âirimizin eserini Sultân II. Bâyezîd zamanında telif ettii görülmektedir. Ayrıca: Agardı saç sakal yok mende devlet Ola ki yitie lutf u sa’âdet (90b) Agardı saç sakal yok mende devlet) Ola ki tuta elim dest-i ‘inâyet (199a) Beyitlerinden, eserini hayatının sonlarına doru telif ettii anlaılmaktadır. Agah Sırrı Levend, eseri, “Dinî Edebiyatımızın Balıca Ürünleri” isimli makalesinde “Yüz Hadis” kısmına dahil etmitir.801 Oysa eser, müellifin tâbiriyle “külli enâme” “nasihatdur”: Dilümde zâhir oldı ibu nâme Nasîhatdur içi külli enâme (195b) Baba Yûsuf, bir müslümanın dînî vecibelerini tam ve doru olarak yerine getirmesi ve dînî hayatını tanzim edebilmesi için mensubu olduu slâm dininin ahkâmını çok iyi bilmesiyle mümkün olduunu bildiinden, eserini telif ederken anlattıı konuları muhakkak bir âyet veya hadîse dayandırmı, bazen de hikâye ve mankıbelerle zenginletirerek okuyucuya hatırlatmak, onun bu yoldaki azmini kuvvetlendirmek ve ona gerçek “’izz ü huzûrı” tattırmak yoluna gitmitir. u beyitlerden de bunu açıkça anlamaktayız: Yolun bilmek dilersen bu kitâbı Alup eline gel okı bu bâbı (7a) Bilesin hâlüni tanıyup özün Cehâlet zulmetinden kurtılasın 801 Agah Sırrı Levend, Dinî Edebiyatımızın Balıca ürünleri, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı – Belleten 1972, TDKY, Ank. 1989, s.54. Bize göre, A.S. Levend’i bu düünceye iten, müellifin eserinde manzum olarak birçok slâmî konulara temas etmesi ve her söylediini de bir âyet veya hadîse dayandırması sonucu eserde âyet ve hadîsin geni bir yer tutmasıdır. * 521 521 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER Gel imdi ders okı bu nâmeden sen Cihâna tolasın hâk olmadın ten (7b) Murâduna irüp rif’at bulasın Kemâlile ferîd bî-cân olasın Tecellî nûrile pür ola kalbün Gide kalmaya hîç gönlünde reybün Gel imdü terk idüp ‘ucb u gurûrı Bulalum cehd idüp ‘izz ü huzûrı âirin nasihatten muradı ise, Allah (C.C.)’ın rahmetine nâil olmaktır: Nasîhatdan murâd budur efendüm Ümîdüm bu ki rahmet ide Allah (196a) Oysa, kendisinin nasihat etmesine karılık onların kendisine “töhmet id”mesinden dolayı serzenite bulunur: Nasîhat idüben ögüt virürsem Bana bin dürlü sen töhmet idersin (132a) Ama “hakkı” söylemek, kendi üzerine “vâcib”dir: Bize vâcib durur hakkı diyelüm Küf(ü)r elfâzını tahrîr idelüm (144a) Baba Yûsuf, Mevhûb-ı Mahbûb’u yazma sebebini, Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb bölümünde öyle açıklamaktadır: Hudâdan bir gice men kula iy cân Yitidi feyz ü hem ilhâm u ihsân (18b-19a) ikeste gönlümi âd itdi Allâh Bu men mücrim kulın yâd itdi Allâh Gönül âyînesinin pâk itdi ol Hak Vakarum perdesin çâk itdi ol Hak Vücûdum Tûrına nûr-ı tecellî Tokundı virdi vü kalbe tecellî Ma’ârif gencini feth itdi çün yâr Temââ eyledüm neme menüm ‘âr Ne kuvvet varıdı mende ne kudret Elümi tutdı nâ-geh dest-i kudret 522 522 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Yitürdi derdüme ol demde dermân Safâ evk haddine irdüm firâvân Didüm Mu’tî vü yâ Mühdî vü Allâh Tevekkeltü ‘aleyke hasbiya’llâh Mefâtîhin idüp izhâr gözüme Yenâbi’-i hikem geldi dilüme Göründi gözüme beydâ-i ma’nî Bu elfâz dilüme geldi ki ya’nî ‘Atâsına meni Hak kıldı mazhar Bana mahfî olan oldı musahhar Nazar itdi çü Hak men hâkisârâ Mecâl komadı dahı intizâra Meni gark itdi bahr-i bî-girâne ‘Atâ ilhâm idüp rûh-ı revâne Hudâdan lutfunı itdüm temennî Yitürdi men kula itdi tesellî Gözümü açuban gösterdi yolum Ne var elde menüm bildüm husûlum Çü gördüm feyz-i feth-i lutf-ı Bâri O dem çâk eyledüm delk-i vekârı Dahı kalmadı bir dem ihtiyârum Döküp virdüm yile nâmûs u ‘ârum Hakîkat bahrinün gavvâsı oldum Haka döndüm ki nefse ‘âsi oldum Ma’ârif gencini açdum gel imdi Eger tâlibisen dür al gel imdi Aaıdaki beyitlerden ise, Baba Yûsuf’un söylediklerinin tamamıyla Allah (C.C.)’ın kendisine ilham ve nasip etmesiyle olduunu anlıyoruz: Müyesser itdi yazdum bu kitâbı Bana ilhâm iden Hakdur bu bâbı (195b) Ne gelürdi hanum menüm elümden Götürmese hicâbı Hak yolumdan Nasîbümdür benüm gelen zebâne 523 523 EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ VE ESERLER AHMET KARTAL Budur söyledügüm hemân divâne (46a) Ma’ârifden seh(i)v bu oldı maksûm Bu bir mücrim kula Hakdan i mahdûm Gerek Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb bölümünden zikrettiimiz beyitlerden, gerekse yukarıda zikrettiimiz dier beyitlerden, Baba Yûsuf’a rüyasında Ka’be’de Hacerü’l-Esved’in yanında yazması iaret edilen manzum eserin, muhtevâsı incelendiinde Mevhûb-ı Mahbûb olduu düüncesi aırlık kazanmaktadır. Ayrıca: Bu durur maksûd menümçün bilesin Rahmet eylesün ana Hak diyesün (75b) Kim ki bu nazmı görüp ide duâ Rahmet eylesün Hudâ her dem ana beyitlerinden, Baba Yûsuf’un maksadının, bu eseri görenlerin kendisine Allah (C.C.)’ın rahmetini dilemeleri olduu anlaılmaktadır. Mevhûb-ı Mahbûb’da yer yer Arapça ve Farsça yazılmı beyitlere de rastlanmaktadır: * * lâhî Rabbenâ fagfir zünûbî Tesaffah zelletî ve’stur’uyûbî (24a) Tehattat havbenâ kün li-mu’înen Tenevver kalbenâ va’det yakînen Tedeffa’ kurbetî ente Kerîmu Teraffa’ kudretî ente Rahîmu802 Bu dünyâdur giçer înrâ harâbest Harâb ender harâb ender harâbest (131b) Ki âhir cümle halk gark-ı türâbest Türâbest ü türâb gark-ı türabest Ki “küllü men ‘aleyhâ”803 goft ki fânest Ki îzed dân cihân fânest u fânest804 802 803 804 “Ey Rabbimiz! Günahlarımı affet (baıla). Hatama (kusuruma) bakma ve ayıplarımı ört. Günahımızı (mîzan gününde) hafiflet ve yardımcı ol. Kalbimizi nurlandır ve yakınlık (en yüksek seviyede balılık) olarak artır.” Rahmân Sûresi (55), âyet 26. “(Bu dünya geçici olduu için) haraptır. Harap üstüne harap üstüne haraptır. Ki sonunda cümle halk topraa girecektir. Ki Allah (C.C.) dedi ki: “onun üzerindeki herkes fani”dir. Bil ki, dünya fânidir ve fânidir. Ve ondaki her ey, bil ki, murdardır, bellidir. Bellidir, bellidir, belli. 524 524 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ve mâ fihâ bidân mürdâst ‘ayânest ‘Ayânest ü ‘ayânest ü ‘ayânest Gerek bu Arapça ve Farsça beyitler, gerekse eserini telif ederken pek çok Arapça yazılmı eserlerden istifade etmesi, ayrıca Arapça tasavvufî bir eser ile Farsça tefsir yazması, Baba Yûsuf’un Arapça ve Fasçayı çok iyi bildiinin ve çok iyi bir eitim gördüünün açık bir göstergesidir. Baba Yûsuf, eserini telif ederken pek çok tefsir, fıkıh, akaid, tasavvuf… eserlerinden istifâde etmi ve onları zikretmitir: * * Gelür Süllimede bir ulı temsîl Kulag ur cânıla gel itme ta’lîl (138b) Budur takdîme vechi gelür haberde Beîr Kâdî vü Keâf-ı Kebîrde (138b) Be-külli kâfir olur dinle bu pendi Gelür hâvî Hulâsada efendi (149a) Nihâyetü’l-Akdâm dirler anda Gelür bu mes’ele mestûrdur anda… Kaynaklarda gördüünü aynen naklettiini, kendisinden bir ey katmadıını, zaten katmaya ne gücü ne de kudreti olduunu, hatta katacak kadar “ebleh” olmadıını u beyitleriyle ifade etmektedir: u kim makdûrıdı yazdum anı men Hanum tefsîre halt itmedüm men (69b) Ne mikdârum ne haddüm var ne çâre Ki gayrı söz katam men yüzi kara Kitâbda gördigim sözleri direm Dimen görmedügüm ebleh degülem (149a) Anlattıı olaya veya konuya inanılmadıı zaman ise, inanmayanların naklettii eserin ismini vererek ona bakmalarını ister: Bunı Ma’âric ü ‘Uddede soyla Bulamazsan bana sad la’net eyle (96a) Gelür Kurtubînün bu söz içinde Delîl vardur buna Kur’ân içinde (167b-168a) Bunun bilmek dilersen gâyetini Gör iz kâmu fe-kâlû âyetini 525 525 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER Nazar kıl bu mahalde Kurtubîde Ne ise hakkı ol sana eyide Tefâsîrde dahı ‘Allâmeyi gör Neyise bilesin hakkı sen anı gör Çeitli tefsirlerden ve dier dînî eserlerden “nazım idübeni tercüme it”mesinin sebebi, inananlara hem faydalı olması hem de inananların onunla amel etmesidir: * Naz(ı)m idübeni tercüme itdüm ‘Amel itmegiçün nef’ içün itdüm (138b) Eserin okunmasında canlılıı salamak, okuyucunun dikkatinin daılmasını önlemek için, çeitli aralıklarla gazel tarzında iirler de yazmıtır. Bu iirlerden bir tanesi u ekildedir: Vakt-i mülâkatdur bu dem gel diyelüm derdile hû Vuslat demi durur bu dem gel diyelüm derdile hû (117b–118a) Cân u gönülden derdile yanıp yakılup zevkile Na’ra uralum evkile gel diyelüm derdile hû Çün oldı bu vakt-i likâ toldı cihân bûy-ı bekâ rdi Hudâya Mustafâ gel diyelüm derdile hû Aç gözüni ko gafleti saçıldı Hakkun rahmeti çüp arâb-ı vahdeti gel diyelüm derdile hû Rahmet kapusın açdı Hak gelsün beri hep ehl-i Hak Cürmümüzi ‘afv ide Hak gel diyelüm derdile hû Bu u’lenün cân bâcıdur ‘âıklarun minhâcıdur Muhammedün mi’râcıdur gel diyelüm derdile hû Yüz ur Hudâdan derdile külli günehlerün dile Gel ‘ıkıla bu dem hele gel diyelüm derdile hû ükr Ganîdür rahmân Rahîmdür Rabbimüz ‘Afv ide bizi Rabbimüz gel diyelüm derdile hû Muhammedi Allâhile her dem getür yâd it dile Biliesin Allâh ile gel diyelüm derdile hû rdük hele bu ni’mete kıl tevbe külli zellete Gark ide Hak tâ rahmete gel diyelüm derdile hû Ayrıca: 526 526 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN delüm ihtisâr kasr-ı kelâmun Latîf olur sözi budur ‘izâmun (100b) Tavîl ola kelâm andan letâfet Gider kalmaz safâ iy ‘âli-himmet Okuyan da bizer hem dinleyen de Sıkılur incinür cân da beden de beyitlerinden de anlaılacaı gibi, Baba Yûsuf eserinde anlatacaı konuların hem okuyucu hem de dinleyici tarafından sıkılmadan okunmasını salamak, hem de sözün letafetini yok etmemek için, konuları kısa ve özlü bir ekilde anlatmıtır. Ancak, bir konuyu anlatırken baka konuya geçmesi, konu bütünlüünün bazen daılmasına sebep olmutur. Eser, nasihatnâme özellii taıdıından edebî hiçbir kaygı güdülmeyip halkın anlayabilecei bir dille ve sohbet havasında yazılmıtır. Eserinde kendisine muhatap olarak inananları aldıını, “münkir”ler ile “hayvan” gibi yaayanlara ise bir sözünün olmadıını u beyitlerden anlıyoruz: u kim münkirdür ana yok sözümüz Anun eklini görmesün gözümüz (90b) O ki insândur anadur sözümüz Bizüm hayvanıla yokdur sözümüz (107a) Ayrıca, Baba Yûsuf’un u beyitlerinden o zamanki halkın yaantısını tenkit ettiini görüyoruz: Bu halkun yok durur ekser temîzi Küf(ü)r îmân nedür bile ‘azîzi (145b) Hazer kılmaz dirîg küfr ü riyâdan Resûlden utanup korkmaz Hudâdan ‘bâdet zühd idüp bir ad takınmaz Uyar kâfirlere dînin sakınmaz Cihândan göç idüp gitdi erenler Yirine kaldılar hep bî-nazarlar (21b) Edeb erkân nedür ki bilmediler Ulular sohbetine irmediler Yolun görmediler nedür yaragın Yürürler semridüp nefsi yaragın Ne irâd gözedürler ne hod takvâ 527 527 EYH BABA AHMET YÛSUF-I SVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER Kib(i)r ‘ucb kasdları ileri da’vâ ‘l(i)m yok cehlile bî-gam yürürler Hemân eytân gibi kendin görürler Kemâl yok ma’rifet nedür ki bilmez Menüm dir lâf ider Hakdan utanmaz Ridâ vü sakalun cübbe vü destâr Onarmadı seni hîç itmedün ‘âr (135a) Edebsüzler hayâsuzlar çogaldı Anınuçun fesâd fitne çok oldı (172b) Baba Yûsuf’un u beyitlerinde ise, o dönemde eyh olarak geçinenleri eletirdii görülmektedir: Yüri sen yoluna iy dâll ü mühmel Degüldür er’ile dînün mükemmel (167 b) Var evvel kendüni eyle müsülmân Kılasın ba’dezân da’vâ-yı îmân Yüri eyhlik adın niçe satarsın er(i)’ hükmini arduna atarsın Riyâ zerk idüben raks-ı harâma z(i)n virüp helâl dirsin ‘avâma Buzaguya tapanundur bu ef’âl Harâmdur bu fi’(i)l degül helâl Cedel itme bizümile i deccâl Çıkarma halkı yoldan idüp idlâl (168a) Yum agzun söyleme er’ün hilâfı Bırakma ortaya hîç itlâfı Ne var geydünise delk-i murakka’ Ridâ vü hırka vü tâc-ı murassa’ Ridâ vü hırka vü tesbîh ü tâcun Ne nef’i var ola koltukda hâçun Libâs geyse olur mı hîç har âdem Ana dir mi ‘amû hîç kimse âdem Giyerse baına meymûn külâhı Hîç âdem olmaz o ko itibâhı 528 528 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Virilse eyhile mürîd mezâda Bahâsı eylemez pûldan ziyâde (176b) Baba Yûsuf, bütün Müslümanları yaptıkları yanlı ilerden dolayı pimanlıa davet etmektedir: Budur sözüm sana ki iy müsülmân Olalum yanlı ilere peîmân (142b) Son olarak eserin yapısına kısaca deinmek istiyoruz: Baba Yûsuf eserine “Tevhîd” ile balamıtır. Daha sonra münâcât, na’t ve dört halifeyi ayrı ayrı medihten sonra, sözü devrin padiahı Sultân II. Bâyezîd’e getirerek, “Nasîhat liSultân” balıı altında ona çeitli nasihatlerde bulunmutur. Çeitli konulara deindikten sonra da, “Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb” balıı altında, eserini yazı sebebini açıklamıtır. Baba Yûsuf, bazen konu balıı vererek bazen de “tenbîh, cevâb, hikâyet, hisse, temsîl, te’vîl, insâf, dakîka, nükte, nasîhat, tahrîs, fevâyid, irâd” gibi balıklar altında yaratılı, Âdem (A.S.)ın ve evlâdının yaratılıı, resûl ile nebî arasındaki fark, duâ, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in yaratılıı, isimleri, sıfatları, hicreti, savaları, miracı, vefâtı, Hz. Fatıma’nın vefâtı, uhuvvet, du’a ve du’a çeitleri, Kâf Daı, çeitli dînî meselelerde verilen fetvâlar, tasavvuf, tarikat, îman ve îman çeitleri, erî’at, hakîkat, dervilik, eyhlik, mahabbetu’llah… gibi birçok dînî konulara temas etmitir. Temas ettii her konuyu muhakkak bir âyet veya hadîse dayandırmıtır. Bundan dolayı, eserde, âyet ve hadîse geni yer verilmitir. Eserde, 178 tane yukarıda belirttiimiz ekillerde bölüm balıı ile alt balık vardır. Mevhûb-ı Mahbûb’un Nüshaları Mevhûıb-ı Mahbûb’un tesbit edebildiimiz iki nüshası vardır: Koyunolu Kütüphanesinde Bulunan Nüsha (K) Konya’da Koyunolu Kütüphanesi’nde 13291 numarada kayıtlı bulunan nüsha, 201 varak805, 25x15-21x9 ebadında, mıklaplı ve mein bir ciltle ciltlenmi, her sayfada 21 satır806 bulunan, kötü bir harekeli nesih yazıyla 805 806 Sonradan, 84. sayfaya kadar numaralandırılan eser, 90. sayfada tekrar numaralandırılmı ve bundan sonra her 10 sayfada bir numaralandırılmıtır. Çalımamızda kullandıımız varak numaraları sonradan tarafımızdan verilmitir. Her sayfadaki satır sayısı ekseriyetle 21 olup, bazen 22, bazen de 20 ve daha az sayıda olduu görülmektedir. 529 529 EYH BABA YÛSUF-I AHMETSVRHSÂRÎ KARTAL VE ESERLER filigranlı kaıda yazılmı olup ketebesi bulunmamaktadır. Ancak imlasına bakarak XV ila XVI. asırlarda yazıldıını tahmin etmekteyiz. Orhan Ersoy’a Ait Nüsha (S) Bu nüshanın, orijinal deri cildi yıpranmı olup, kitapla ilgili kapak bilgileri sonradan deri altındaki mukavva üzerine kurun kalemle yazılmıtır. Bu cildin sert kısmı sonradan bezle desteklenmitir. Ebadı, 28x19 olan eser, aharlı kâıda yazılmı olup 226 varaktan ibarettir. Bazı sayfaları zarar görmütür. Eserde metin, sayfalara iki sütun halinde güzel bir harekeli nesihle yazılmı olup her sayfada 19 satır bulunmaktadır. Ketebesi bulunan nüsha, 1049/1641 tarihinde istinsah edilmitir. Kıyâfet-nâme Manzum ve hacim itibariyle küçük olan bu eser, Baba Yûsuf’un Mevhûıb-ı Mahbûb isimli mesnevisinin içinde, Nasîhat-ı Dil-pezîr balıı altında, Konya Koyunolu nüshasında 55a-56b; Orhan Ersoy’a ait nüshada ise 61b-63b varakları arasında geçmektedir. Aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan eser, toplam 67 beyittir. Eserde geçen: Fütûhât sözüdür fe’sma’ ve fa’lem Bu mezkûr küllisi va’llâhu a’lem Buyurmıdur bu nushı eyh-i Ekmel O âh-ı evliyâ sultân-ı kümmel beyitlerinden, âirin eserini eyh-i Ekmel bn-i Arâbî’nin el-Fütûhâtü’lmekkiyye adlı eserinin yüz kırk sekizinci bâbı olan Fî-Ma’rifeti Makâmi’lFirâseti ve Esrârihâ (leri Görülülüün Makamı ve Sırlarının Bilinmesi Hakkında)’dan tercüme ettii anlaılmaktadır. âir, eserine “firâsetden nasihat vereceini, bu nasihate kulak vererek hayır ve errin kimden geleceini bilerek amel etmemizi” isteyen u beyitlerle balamaktadır: Firâsetden sana eyleyeyin pend Bu pende gû urursan iy hired-mend Hay(ı)r kimden gelür ya er bu pendi it bil de ‘amel eyle efendi (Kartal 1998a: 55-6) 530 530 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN âir, daha sonra bir kimsenin ba, saç, göz, kulak, el, ayak, burun vs. uzuvlarından ve dı görünüünden hareketle onun ahlâk ve karakter husûsiyetlerini belirtir: Baı büyük ola çün âdemün bil ‘Ak(ı)l ehli olur bî-hıkd u bî-gıl Baı küccük oluncak ‘akl olur az Dimek olmaz ana hiç kimsene râz Kiinün ak olup gâyet de teni Gözi gök olıcak sen dinle meni Katı yüzlü olup olur edebsüz Fesâd fısk ehli hâyin ola yüzsüz Yüzi yumrı olup olsa enek tar Baınun kılları çok olsa iy yâr (55a)… Baba Yûsuf, eserinin sonunda “müstakbel ile hâlin iyi olması için verilen nasihatlerin kabul edilmesini, eer kabul edilmezse piman olunacaını, piman olmamak için ise, ulular pendinin zâyi edilmemesi” gerektiini u beyitlerle ifade etmitir: Nazar kıl sen bu pende itme ihmâl Kabûl it nîk ola müstakbel ü hâl Eger ihmâl idersen sen bilürsin Bilürem ba’dezân nâdim olursın Ulular pendini eyleme zâyi’ Budur slâm olasın nusha kâni’ (Kartal 1998a: 56) Eski Bir Mecmû’a-i E’âr’da Yer Alan iiri Bu Mecmû’a-i E’âr, Milli Kütüphane Yazma Eserler kısmındaki Fahri Bilge koleksiyonunda 442 sıra numarası ile kayıtlıdır. Bu mecmuayı Müjgan Cunbur ilim âlemine tanıtmıtır. Mecmuada toplam 26 âirin, çou tasavvufî halk iiri vadisinde yazılmı deyileri vardır. Bu âirlerden biri Baba Yûsuf olup onun adına bir iir kayıtlıdır. Mecmuanın 80b varakında bulunan iir udur: Ey ki hebâdur ey ki hebâdur ibu fenâya olan emekler Renc-i ‘anâdur renc-i ‘anâdur bunda bu yinen hân u nemekler Bunca cefâlar bunca cefâlar çekdügün ola vire safâlar Ol sana düdür ol sana düdür çok sınamıdur anı zîrekler 531 531 EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ VE ESERLER AHMET KARTAL Nice bu sevdâ nice bu seyrân mülki vîrân eyledi devrân öyle kalursın müflis ü ‘uryân kanı bu esbâb bunca yaraklar Göçe yürürsin göçe yürürsin cân u cihândan geçe yürürsin ol agu kim sen içe yürürsin yakdı vü deldi nice yürekler Dime ki tutam dime ki tutam ibu fenâyı sanma ki yapam Niçe yaparsın niçe yaparsın yıka yürürler anı felekler Menem ol pîr-i Ken’ân-ı Ya’kûb aglaram Yûsuf’um görüp Yüzümindün gün topraga urup ol dilersiz gözi karaklar Geç ey Yûsuf geç ey Yûsuf bâtıl i içün itme teessüf Tâlib-i Hak ol tâlib-i Hak ol rehberün ola Hızr-ı melekler (Cunbur 1987: 69-71) Bu iir hakkında Müjgân Cunbur unları söylemektedir: “Hacı Bayram’ın “N’oldu bu gönlüm” diye balayan iirinin havasını taıyan bu iirde, Hacı Bayram’dan Akemseddin’e, ondan da Baba Yûsuf’a geçen bir tesirin izleri görülmektedir. iirin Baba Yûsuf Hakîkî’nin olabilecei de akla gelebilir. Ancak bu zatın iirdeki mahlası Hakiki olup, yukardaki deyi genel yapısıyla da görebildiim kadar onun iirlerinin havasını taımamaktadır” (Cunbur 1987: 71). âiri hakkında ise unları ifade etmitir: “Mecmuada bu ahsın iirinin üzerine yanlılıkla Yunus diye yazılmıtır. Mecmuanın sonradan yapılan fihristinde ismin yanına Sivrihisarlı kaydı konmutur” (Cunbur 1987: 70). “eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî ve Eserleri”, Bilig, 7, 136-154 (1998). 532 532 âiri hakkında ise unları ifade etmitir: “Mecmuada bu ahsın iirinin üzerine yanlılıkla Yunus diye yazılmıtır. Mecmuanın sonradan yapılan fihristinde ismin yanına Sivrihisarlı kaydı konmutur” ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A (Cunbur 1987: 70). “eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî ve Eserleri”, Bilig, 7, 136-154 (1998). 532 533 MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE KUTBUDDN b. MUHAMMED ZNK ( ? - 821 H.) ve RÂHATU’L-KULUB (MUKADDME- KUTBUDDÎN) SML ESER Hanefî fıkhının önemli fıkıh âlimlerinden olan Kutbuddin znikî, znik kasabasında domutur807. Doum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. znik’te doduu için “znikî” lakabiyle de anılmaktadır808. Ayrıca kendisine Anadolulu olduunu göstermek için “er-Rûmî” künyesi de verilmitir809. Kutbuddîn-i znikî diye mehur olan810 müellifimizin ismi çeitli kaynaklarda, Muhammed b. Muhammed el-znikî811, Kutbuddîn Muhammed812, Muhammed b. Muhammed Kutbuddîn el-znikî813, Kutbuddîn-i znikî814, Kutbuddîn b. Muhammed-i znikî815, Kutbeddin Mehmed znikli816, Mevlânâ Kutbeddîn-i znikî817, Kutbuddîn-i znikî818, eyh Kutbeddîn-i znikî819 ve Muhammed b. muhammed-I Rûmî820 * 807 808 809 810 811 812 Mecdî Mehmed Efendi, akaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri “Hadaiku’-akaik”, (Nere Hazırlayan: Doc. Dr. Abdülkadir Özcan), Çarı Yayınları, st. 1989, s. 58; Dr. Yusuf Ziya Öksüz, “Kutbuddin b. Muhammed znikî ( ? - 821 H. ) ve Mukaddime-i Kutbuddin”, Atatürk Üniversitesi slâmî limler Fakültesi, Prof. Dr. M. Tayyip Ökiç Armaanı, Sevinç Matbaası, Ank. 1978, s. 225; emsü’d-dîn Sâmî, Kâmusu’l-Alâm, (nr. Mihrân), 5. cild, Matbaa-i Amire, st. 1314/1896, s. 3672. Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225. Badatlı smail Paa, Hediyyetü’l-Arifîn Esmâü’l-Müellifîn ve Asâru’l-Musannifîn, c. 1, Millî Eitim Basımevi, st. 1955, s. 184. Yeni Rehber Ans., c. 12, s. 310. Kâtib Çelebi, Kef-el-Zunûn, Birinci cilt, Maarif Matbaası, 1941, s. 457. Abdullah Develiolu, Büyük nsanlar-Üçbin Türk ve slâm Müellifi-, Yaylacık Matbaası, st. 1963, s. 322. Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, Bedir Yayınevi, st. 1991, s. 3. Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, 1. c., Matbaa-i Amire, st. H. 1333, s. 144; Mecdî Mehmed Efendi, a.g.e., s. 58; emsü’d-dîn Sâmî, a.g.e., s. 3672. Fehmi Edhem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Katalou I. cild, st. 1964, Nu-234;Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225; Bizdeki nüsha, Rasim Deniz (Erciyes Üniversitesi, lahiyat Fakültesi Ör. Gör.) Özel Kitaplıında, 1b-5. Agah Sırrı Levend, “Dinî Edebiyatımızın Balıca Ürünleri”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten-1972, Türk Tarih Kurumu, Ank. 1983, s. 74. Aynı makalenin 77. sayfasında ise, müellifimizin ismi Kutbeddin Mehmed, znikli eklinde geçmektedir. Aıkpaaolu Tarihi, (hzr. A. Nihal Atsız), Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları, Ank. 1985, s. 194. Rehber Ans., c. 12, s. 310. * 813 814 815 * 816 * 817 818 534 534 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ekillerinde geçmektedir. A. Rıza Karabulut ise, müellifin tam künyesini Kutbuddin eyh Muhammed b. Muhammed el-znikî eklinde vermektedir821. Hazret-i Peygamber’in neslinden olan Kutbuddîn-i znikî’nin, Paa Çelebi lakabiyle öhret bulan Mevlâna Kutbî Çelebi822 ve Muhammed Muhyiddîn ibni Kutbuddîn-i znikî823 isimlerinde iki olu ile Sadrî mahlasıyla mehur olmu Haydar isminde bir yeeni824 vardır. Sultân I. Bâyezîd Han (Yıldırım Bâyezîd) devri Osmanlı meâhir, meâyih ve ulemâsından825 olan Kutbuddîn-i znikî, er’î ilimler ve tasavvufta çok geni bilgiye sahip826olmakla beraber, tasavvuftan büyük zevk almı827 ve tasavvufta yükselerek evliyalıın yüksek derecelerine kavumutur828. Daha gençlik yıllarında, devrin büyük âlimlerinden Mevlânâ Hasan Paa829 ve Molla Fenârî’den ders alan Kutbuddin znikî, Erefolu Rûmî’nin sohbet ve fikir meclislerinde de bulunmutur830. Davûd-ı Kayserî’nin muâsırı ve halefleri arasında sayılan znikî’nin, Davûd-ı Kayserî’nin örencisi olduu da * 819 820 821 822 823 Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih V, (hzr. smet Parmaksızolu), Kültür Bakanlıı Yayınları, Eskiehir 1992, s. 27. Menkıbelerle slâm mehurları Ans., 1250; Yeni Rehber Ans., s. 310. Ali Rıza Karabulut, Mevlana’nın Hocası Seyyid Burhaneddin Hz.leri ve Kayseri lmiye Tarihinde Mehur Mutasavvıflar, Seyyid Burhaneddin Vakfı Yayınları, 2. baskı, Kayseri 1994, s. 100. Sehî Bey, Mevlâna Kutbî Çelebi’nin znikli olup eyh Kutbeddin’in olu olduunu, âir olup Enîsü’l-uak üslubunda “Heves-name” isminde bir eser yazdıını bildirmektedir. Bak. Sehî Bey, Tezkire “Het Behit”, (Hzr. Mustafa sen), “Mevlâna Kutbî Çelebi” Tercüman 1001 Temel Eser/152, st. 1980, s. 91-92; Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı simler Sözlüü, (Hzr.: Haluk pekten, Mustafa sen, Recep Toparlı, Naci Okçu, Turgut Karabey), “Kutbî Paa Çelebi”, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları: 942, Ank. 1988, s. 258. Ayrıca biz znikî’nin Hz. Peygamber’in soyundan geldiini, Sehî Bey’in olu için kullandıı “Hz. Peygamber’in neslindendir” sözüne dayanarak söyledik. Mevlânâ Fenarî’nin en seçkin talebelerinden olup tahsilini ikmalden sonra tasavvuf mesleine intisab etmi, zâhirî ve bâtinî ilimleri vâkıf yüksek bir zattır. Pek çok eseri olan Muhammed Muhyiddin Edirne’de defnedilmitir. Bak. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri 12991915 (Sadeletirenler: A. Fikri Yavuz-smail Özen), Meral Yayınları, st.,c. 1, s. 148-149. Ayrıca bak. dipnot 42. znik’te doan Sadrî’nin esas ismi Haydar’dır. eyh Kutbuddin’in kız kardeinin oludur. Babası ehzade Korkut’un hocası olup Miçekli olu adıyla mehurdur. Örenimini tamamlayıp kadı olmutur. “Hüsrev ü îrîn” tarzında birçok mesnevisi vardır. iirleri bir divanda toplanmıtır. Bak. Sehî Bey, a.g.e., “Mevlâna Sadrî” s. 158-159; Latîfî Tezkiresi, (Hzr. Doç .dr. Mustafa sen), “Sadrî Çelebi” Kültür Bakanlıı Yayınları/1120, Ank. 1990, s. 392-393; Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı simler Sözlüü, “Sadrî”, s. 406. emsü’d-din Sâmî, a.g.e., s. 3672; Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225; Kutbuddin znikî,Mürid-i Müteehhilîn, s. 4; Aıkpaaolu Tarihi, s. 194. emsü’d-din Sâmî, a.g.e., s. 3672. Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s. 27. Yeni Rehber Ans., c. 12, s. 310. Osmanlı Müellifleri’nde müellifimizin resmî ilimleri Mevlânâ Hasan Paa’dan tahsil ettii bildirilmektedir. Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225; Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, s. 3. * 824 825 826 827 828 829 * 830 535 535 MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE AHMET KARTAL sanılmaktadır831. Ayrıca fıkıh, tefsir ve tasavvuf üzerine yazdıı eserlerle, haklı bir öhret kazanan; eriata aykırı fikir ve kanaatleri yüzünden idam edilen mehur Simavna Kadısı eyh Bedrüddin ile de aynı çada ve ülkede yaamıtır832. Çaının ulemâsından ders alarak, her ilimde özellikle de, dînî ilimlerde kendisini tam olarak yetitiren ve kendisini tanıtan833 Kutbuddîn-i znikî, Hanefî fıkhına ait derin ve geni bilgisi sayesinde, bu mezhebin önemli fıkıh temsilcilerinden birisi sayılmıtır834. Ayrıca Râhatu’l-Kulûb’da, bazı fıkhî meselelerde Hanefî mezhebi ile dier mezhebleri de karılatırması, onun dier mezhebler hakkında da geni bilgiye sahip olduunu göstermektedir: “.... Ya gendü ya tavarı susaya diyü korksa, teyemmüm almak dürüstdür. Ammâ abdest alıcak suyıla hasta olam diyü korksa, ya hastalıgım arta diyü korksa, bizüm katumuzda teyemmüm almak dürüstdür. Bizüm mezhebimüzde vaktdan öndin teyemmüm almak dürüstdür..... Ammâ âfi’î katında istemek vâcibdür..... (37b38a).”835 Ayrıca bu ifadelerden, müellin Hanefî mezhebine mensup olduunu görmek de mümkündür. Ayrıca müellifin, hem eserinde kaynak olarak kullandıı eserler (Bidâye-i Kelâm, zâh, Muhtasar-ı Muhît, Münyetü’l-musallî......vs.)in ekserisinin Hanefî fıkhına ait olması, hem de zikrettii ahıslar (Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Ebü’l-Fazl-ı Kirmânî, mam Muhammed..... vs.)ın bir çounun bu mezhebe mensup olması da, O’nun Hanefî mezhebine mensup olduunu açıkça gösterir. Fıkıh, tefsir, hadis gibi slâmî ilimlerle tasavvufa ait geni bilgi sahibi olduunun açık bir delili sayılan Mukaddime-i Kutbuddîn (Râhatu’l-Kulûb) isimli eserinde, kendisinden tevazu ile bahsetmesi, onun olgun kiiliine iaret eder836: “bu za’îf, fakîr, hakir.... 1b”,”bu miskîn..... 2a”,”bu za’îf.... 1b” gibi. znikî, Arapça eser telif edecek kadar bu dili bilmesine ramen, eserini Türkçe yazmıtır. Çünkü hem kendi döneminde hem de kendisinden önceki dönemlerde yazılan eserlerin ekserisi Arapça, bazısı da Farsça yazılmıtır. Halk ise, bu eserleri okuyup anlayamamaktadır. Oysa bir müslümanın dînî vecibelerini tam ve doru olarak yerine getirmesi, dînî hayatını slâmın ahkâmına göre tanzim edebilmesi, ancak slâm dîninin emir ve nehiylerini çok iyi bilmesiyle mümkündür. Bunun için, dînî esasların Türklere kendi dilleriyle * * * 831 832 833 834 835 836 Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100. Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225; Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, s. 3. Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s. 27. Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225. Ayrıca Hidâyetü’l-Arifîn’de Kutbuddin znikî için “elFakîhu’l-hanefî” ibaresi geçmektedir. Bak. s. 184. Râhatu’l-Kulûbdan alınan bölümler Rasim Deniz (E.Ü., lahiyat Fakültesi Ör. Gör.) özel kitaplıında bulunan nushadan alınmıtır. Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 226. 536 536 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A öretilmesi gerektii düüncesine sahip olan znikî, bu konudaki düüncesini hemen eserinin ilk sayfalarında öyle ifade etmitir: “..... bu farz-ı ‘ayın olan ‘ilimde kitâblar düzmiler, latîf, görklü. Ammâ ol c kitâblardın köpi Arabca, kimisi Parsîce. Her gii anlara mutala’a idüp ma’nisin çıkarımazlar....... dahı tizcek girü o onu düze yâhûd sonra gendü ma’nisin görklü eydimez. Pes diledi bu miskîn dahı farz-ı ‘ayın olan ‘ilimde Türkîce bir mukaddime düze. Ta kim mübtediler anı okımak genez ola dahı kızçugazlar ve oglancuklar bâlig olmaga yakın olıcak ögredeler 1b-2a.” Bâyezid Han’ın olu Süleymân Han’ın, bilgi ve faziletine çok deer verdii Kutbuddîn-i znikî837, Timur838’un Anadolu ’da kaldıı müddet içinde, balarını belaya sokmamak için âzâmi gayret gösteren sa ve Mehmet çelebilerden sa Çelebi’nin elçisi olarak Timur’a gitmi ve ehzâde için taç ve hil’at almıtır. Mehmet Çelebi ise, Timur adına sikke bastırmıtır839. Ayrıca Kutbuddîn-i znikî’nin, halka yaptıı zulüm ve ikenceden dolayı, Timur’a acı sözler söyledii, Timur’un ise buna karı sükut ettii çeitli kaynaklarda geçmektedir840. Kutbuddîn-i znikî ile Timur arasında olan bu musâhabe, Tacü’ttevarih’te geni olarak u ekilde geçmektedir: * “Timur, Rum ülkesine geldii sırada sözü edilenle görütüü zaman hazret ona, halkı telef etmek, ülkeleri yamalatmak dürüstlüün gerei deildir. Haram yere kan dökmekten kaçınıp sakınmak, ba ve buluk havasında kanat açanlara gereklidir. Müslüman olana ve din yolunu kollayana islâm ülkelerini korumak balıca amaç olmalıdır, diye konuunca Timur buna karılık Ey eyh, her nerede konaklasam çadırımın kapısı dou yöne bakarken, sabah olunca batıya dönmü olarak görüyorum. Ata bindiimde çevremi elliye yakın insan sarıyor. Önüme düüp bana rehberlik ediyorlar cevabını verdi. Bunun üzerine eyh ben de seni akıllı bir kii sanıyordum. imdi bildim ki, hata eylemiim deyince, Timur, eyhe böyle söylemesinin sebebini sordu. eyh de sen kendini Yaradanın kahrına ulaan blis’e benzetmek istiyorsun dedi ve konumayı kesip yürüdü gitti”841. Öksüz, znik’te yaptıı aratırmalar neticesindeki intibalarını makalesinde öyle belirtmektedir: 837 838 839 840 841 Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 226. Yeni Rehber Ansiklopedisi’nde, Kutbuddîn-i znikî’nin birçok devlet adamınıniltifat ve ihsanına kavutuu, özellikle de Timur’un, din ilimlerindeki yükseklii sebebiyle, ona çok büyük saygı gösterdii kayıtlıdır. Bak. C. 12, s. 310. Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, 2. c., Ötüken Yayınevi, st. 1977, s. 357. Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 114; emsü’d-din Sâmî, a.g.e., s. 3672; Mecdî Mehmed Efendi, a.g.e., s. 58; Abdullah Develiolu, a.g.e., s. 322. Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s. 27. 537 537 MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE AHMET KARTAL “Yerinde yaptıımız aratırmalarda tarihî ahsiyetinden çok menkıbevî anlatımlar içersinde rastladıımız eyh Kutbuddîn’in, halk arasında hâlâ bir yol gösterici olarak kabul edilip, belirli günlerde kabrinin ziyaret edilmesi, onun halk için ne kadar kıymet tekil ettiinin açık bir ifadesidir. Onunla ilgili derlediimiz rivayetlerden biri842, bu konuda bize fikir verecek mahiyettedir. Erefolu Rumî’nin bir sabah namazını kıldırdıı cemaatda hazır bulunan Kutbuddin znikî, namazı kıldıkdan sonra Erefoluna yaklaarak: Hocam, namazı erken kıldırmadınız mı? diye sorunca Erefolu, onu kucaklayıp pencereye doru kaldırarak; günein doup domadıına bakmasını söyler. Pencereden dıarı bakar bakmaz gözlerini outuran Kutbuddin znikî, sadece domu der ve büyük bir sessizlie dalar. Bu rivayet, halk arasında eyh Kutbuddin’in mânen yükselmi olduunun açık bir ifâdesidir. Zirâ «güne en erken,en yüksek yerden görülür» eklindeki düünce bu hususta asıl hareket noktasıdır.”843 Kutbuddîn-i znikî’nin fıkhî meseleleri ihtivâ eden Mukaddime-i Kutbuddîn (Râhatu’l-Kulûb)844, Mürid-i Müteehhilîn845, Kitâbu’s-Salât846, Ve’l-Akdü’sSemîn Ve’l-Akdü’l-Yemîn847, Zâdü’l-Meâd fi’l-Fürû ve’l-Ahlâk848, Fethu Miftâhi’lGayb849, Tefsîr-i Kutbuddîn850 isimli eserleri vardır. 842 843 844 845 846 847 848 849 850 Âıkpaaolu Tarihi’nde Kutbuddin znikî, kerametleri zâhir olan, duâları ise kabul olunan aziz kimselerden biri olarak zikredilmektedir. bak. s. 194. Dr. Ziya Öksüz, a.g.m., s. 226-227. A.g.m.,s. 227; Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, s. 4; Fehmi Edhem Karatay, a.g.e., s. ; Agah Sırrı Levend, a.g.m., s. 74; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100; Badatlı smail Paa, a.g.e., s. 184; Abdullah Develiolu, a.g.e., s. 322. Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri isimli eserinde Mukaddime veya Mukaddime-i Kutbuddin ismiyle anılan eseri, Rahatu’l-Kulûb’dan farklı bir eser olarak zikretmektedir. Fuad Köprülü ise Mukaddime’nin Râhatu’l-Kulûb isimli eser olduunu söylemekte ve Tahir Bey’in bunu Mukaddime’den farklı bir eser saymakla yanıldıını ifade etmektedir. Bak. Ord. Prof. M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken, st. 1986, s. 356. Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, s. 4; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100. A.g.e., s. 4.; Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 227; Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144; Agah Sırrı Levend, a.g.m.sinde geçen “Mukaddime-i Salat” isimli eserin bu olduunu tahmin ediyoruz. bak. s. 77. Ali Rıza Karabulut, a.g.e.de Râhatu’l-Kulûb isimli eserin dier ismini Mukaddimetu’s-Salât olarak vermektedir. Bu bilgi ııında Râhatu’l-Kulûb ile Kitâbu’s-Salat’ın aynı eser olma ihtimali vardır. Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100; Abdullah Develiolu, a.g.e., s. 322; Badatlı smail Paa, a.g.e., s. 184. Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144; Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 227; Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, s. 227; Badatlı smail Paa “Zâdu’l-meâd fil-fıkhı ve’l-Ahlâk”, a.g.e., s. 184; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100; Abdullah Develiolu, a.g.e., s. 322. Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100. Osmanlı Müellifleri (Sad. A. F. Yavuz-. Özen)’nde Muhammed Muhyiddin ibni Kutbuddin znikî’nin erhu Alâ Miftahi’l-Gaybi’l-Müsemma bi Fethi Miftahi’lGayb isimli bir eseri olduu zikredilmektedir. Kanatimizce, Kutbuddin znikî’ye atfedilen mezkûr eser bu olup, Kutbuddin znikî ile Muhammed Muhyiddin ibni znikî arasındaki isim benzerliinden dolayı karıtırılmı olabilir. Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 457; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100; Badatlı smail Paa, a.g.e., s. 184; Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144. * 538 538 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Doduu kasaba olan znik’te vefat eden851 Kutbuddîn-i znikî’nin ölüm tarihi akâiku’n-Nu’mâniye’de u ekilde geçmektedir: “Sikât-i ulemâdan birinin hattından menkûldur ki mûmâ ileyh, Mevlânâ Kutbuddîn-i znikî hazretlerinin znik’te kabri üzere mestûr ve muharrerdir ki sekizyüz yigirmi bir senesinin ehr-i Zil-Ka’desinin sekizinci gününde vefât eyledi.”852 * znik’te Hayreddin Paa’nın torunlarından Halil Paa Camii yanındaki türbesinde medfûndur853. Türbesi, Yeil Camii ile Nilüfer Hatun imareti arasında olup, Bâyezîd Han’ın veziri brâhîm Paa tarafından yaptırılmıtır. Üç sıra tula, bir sıra kesme tala yapılmı olan türbeye birleik olarak yer alan camii ise, stiklâl Harbi sırasında tamamen harap hale getirilmitir.854 Râhatu’l-Kulûb (Mukaddime-i Kutbuddin) Eser, âyet-i kerîme ve hadîs-i eriflerin ııı altında her “âkil ve bâli” tarafından bilinmesi farz olan slâm dininin vaz ettii esasları beyan etmek ve her “âkil ve bâli”in bu yoldaki azmini kuvvetlendirmek üzere yazılmıtır. Çünkü “âkil ve bâli” olmu her müslümanın dînî vecibelerini tam ve doru olarak yerine getirebilmesi ve dînî hayatını tanzim edebilmesi ancak mensubu bulunduu slâm dîninin ahkâmını bilmesiyle mümkündür. Bunun bilincindeki Kutbuddîn-i znikî, eserinin baında farz-ı ayın ve farz-ı kifâye olan ilmi tarif ettikten sonra, eserini yazı gayesini u ekilde dile getirmektedir: 851 852 Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144; emsü’d-din Sâmî, a.g.e., s. 3672; Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 227. Mecdî Mehmed Efendi, a.g.e., s. 59. Tacü’t-Tevarih’de Kutbuddin znikî’nin vefat tarihi 885 (M. 1480) olarak geçmektedir. Bak. s. 27. Yalnız biz bu ölüm tarihinin Osmanlı Müellifleri’nde geçen Muhammed Muhyiddin ibni Kutbuddin znikî (Kutbüddin zade) ile olan isim benzerliinden dolayı karıtırıldıı kanatindeyiz. Çünkü Osmanlı Müellifleri’nde bu zâtın ölüm tarihi “Lekad etellahe bi kalbin selim” ve “Rahmetullahi aleyhi dâimen” terkiplerinin gösterdii H. 885 tarihi gösterilmekte ve kabrinin Edirne’de Zindanaltında Tatarhan mezarlıında olduu kaydedilmektedir. Ayrıca “akayık Tercümesi” ile “Kefu’z-zünûn”da yazılı olan tarihlerin (H. 821) yanlı olduu da belirtilmektedir. Bak. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri 1299-1915 ((HZR. A. Fikri Yavuz-smail Özen) “Muhammed Muhyiddin ibni Kutbüddin znikî (Kutbüddin zade)885=1480”, Meral Y., c. 1, st., s. 148-149) Oysa Kutbuddin znikî, memleketi olan znik’te vefat etmitir. Ayrıca, znikî’nin H. 885 (1480) tarihinde öldüünü kabul edersek, Timur’un Anadolu ’da kaldıı dönemde onunla görüüp halka yaptıı zulümden dolayı ona acı sözler söylemesine ve ondan (Timur’dan) sa Çelebi için, tac ve hil’at almasına imkan yoktur. Çünkü o dönemlerde küçük bir çocuk olması gerekir. Yine OM’nde geçen “znik’te ziyaret ettiim pederinin türbesinde bu zata nisbet edilen bir sanduka vardır” (Bak. s. 149) sözlerinden ve isminde “Kutbuddin znikî’nin olu” mânâsına gelen .... ibni Kutbuddin znikî kelimelerinden Kutbuddin znikî’nin olu olma ihtimali vardır. Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144. Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 226-227. * 853 854 539 539 MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE AHMET KARTAL “..... bu miskîn dahı farz-ı ‘ayn olan ‘ilmde Türkîce bir mukaddime düze. Tâ kim mübtediler anı okımak genez ola. Dahı kızçugazlar ve oglancuklar bâlig olmaga yakın olıcak ögredeler. Bu mukaddimiye ta kim i‘tikadına ve gönline evvelden eri‘at emrin dutmak ve müsülmânlıg kaydın yimeg düe. Bâlig oldukdan sonra bununula ‘amel eyleye.2a” Müellif, yazmı olduu mukaddimesinin “mübtediler” tarafından okunmasını tevik amacıyla, eserine “garîb mes’eleler” de aldıını u ekilde ifade etmektedir: “Dahı garîb mes’eleler dahı getürdi, mübtediler bu mukaddimeyi okımaga yiltenmeg-içün. 7a” Eserin çatısı, müellifin diliyle kısaca öyledir: “Pes imdi bu za‘îf dahı ol ‘ulema’i(?) ‘âlimlere ve munkatı’lara ittibâ’ idip bu mukaddimede zâhire farz olan ‘ilm nedür? Neyile tamâm olur? Anı bildürdi. Ol bi nesneyi kim slâm anun üzerine yapılmıdur anı tafsîl iddi. Andan sonra bâtınına farz olan ‘ilm nedür? Neyle tamâm olur? Anı bildürdi. 5b” Bu ifâdelerin hemen akabinde ise, eserini çok geni ekilde deil de, niçin muhtasar olarak meydana getirdiini u ifadelerle belirtmektedir: “Ammâ kamusın getürüp beyân itmedi. Her birinde çok âyât, hadîs getürmedi, söz uzanmasun diyü. Zîrâ ekser halâyıkın âhiret ‘amelinde i‘tikâdı zayıf olmııdı. ...... Uzunı çok olan ‘ilme, ‘ibâdete ragbet idip mutâla‘a idemezleridi ve ögrenemezleridi ve ilemezleridi. 5b-6a” Müellif, bu eserini yazmaktaki amacının farz-ı ayın olan ilimleri bildirmek olduunu belirttikten sonra, niçin dier konulara da deindiini öyle açıklamaktadır: “Ammâ bilgil kim bu za‘îfun maksûdı bu farz-ı ‘ayn olan ‘ilmleri bildürmegidi. Farz-ı kifâye ve sünnet ve müstahab olanları bildürmek degülidi. Her nesne kim ilemek farz-ı kifâye ola ya sünnet veya müstahab olur. Anı bilmek dahı farz-ı kifâye ya sünnet ya müstahab olur. Lâkin, çünki farz-ı ‘aynun dahı kemâli bunları ilemek birle olurdı. Pes bu mukaddimede farz-ı kifâye ya sünnet ve müstahab olan ve edeb olanları dahı ‘ibâdeti mekrûh ya fâsid ya nâkıs idenleri dahı bildürdi. 7a” Eser, be “bâb”a ayrılmıtır. “Bâb” balıkları ise, her “bâb”ın baladıı sahifenin kenarına yazılmıtır. Ayrıca her “bâb” da bir takım “fasıl”lara ayrılmıtır. “Bâb”ları müellifin kendi ifadesiyle öyle sıralıyabiliriz: 1. “Evvel bâb îmânı bildürür....... 8b-29b” 2. “kinci bâb namâzı nice idicek tamâm olur anı bildürür. Ammâ bilgil ki bu bâbda namâzun artların ve rükunların ve vâciblerin ve sünnetlerin ve müstahabların ve edeblerin bildürdük. Dahı namâzı fâsid idenleri, mekrûh 540 540 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A idenleri, nâkıs idenleri bildürdük. Andan sonra gii Kur’ânı okıriken niçe yanılıcak namâzı fâsid olur, nice yanılıcak secde sehvi lâzım olur anı bildürdüg. Andan sonra imâm olan gii erkânı nedür? Cemâ‘at olan giiler hükmi nedür? Mescid hükmi nedür? Ve hürmeti nedür? Anı bildürdüg. Andan sonra bir kaç mes’eleler getürdüg ki, namâz kılmaga megûl olan giiler anı bilmek katı gereklüyidi. Zîrâ çok vâki‘ olurdı. Andan sonra sefere giden gii namâzı nice kılsa gerek. Hükmi nedür? Anı bildürdük. Andan sonra Cumu‘a namâzı ve Bayram namâzı hükmin bildürdük. Andan sonra ölü namâzı hükmin bildürmeg birle tamâm eyledüg. Amma namâzun artların beyân itmekde evvel gii arısuz olıcak nice yunmak gerek anı bildürdük...... 29b-71-b” 3. “Üçünci bâb zekât bâbıdur. Ammâ bilgil ki, bu bâbda ‘öür ve oruc bayramında virdükleri fıtra ve hacılar bayramında iddügleri kurbanı ve bir gii yabanda ma‘den bulsa ya mâl bulsa anı bildürevüz. Dahı bunlarun ve beytü’lmâlun ve humsun ve kâfirlerden aldukları haracun ve armaganun her birini kime virmek gerek anı bildürevüz.... 71b-93b” 4. “Bu bâb oruc hükmin bildürür...... 93b-101b” 5. “Biinci bab hac,‘umre hükümlerin bildürür.... 101b” Eser, telif olmakla beraber, vücuda getirilirken bir çok Arapça yazılmı eserden istifade edilerek meydana getirilmitir. Bu durum hem eserin dilinden hem de eserde çokça geçen Arapça kaynaklar855dan anlaılmaktadır. Müellif, her ne kadar eserinin özellikle halk tarafından kolayca anlaılmasını salamak amacıyla eserinde sade bir uslûp kullanmısa da, bazen dil yapısının Türkçe cümle kuruluundan uzaklatıı görülmektedir. Bu durumun en önemli sebebi ise, özellikle Arapça yazılmı eserlerden istifade etmesidir. Çünkü müellif, yaptıı çevirilerde metne sadık kalmak istemi, bu da cümle bozukluklarına sebep olmutur. Ayrıca eserde, çokça kullanılan Arapça ve Farsça ’dan kendi sentakslarıyla dilimize geçen balama edatları da ifâde bozukluklarına sebeb olmutur: * * * “Ma’nîsi budur kim Allah Ta’âlâ buyurur eydür kim: «Allahdan korkmaz hiç kimse illâ ‘âlimler korkarlar. Anınıçun Peygamber Hazreti 8’A.M) and içdi eyiddi: Mecmu’unuzdan ben artuk korkaram Allahdan didi. (17b).”, “Yâhûz bir giinün bir ‘acîb iin görürse kim anda çok dürlü zana’atlar ilemidür kimse ancılayın ilemek elinden gelmez (18a).”, “Ma’nîsin budur kim: ‘lim farizadur her bâlig olan müsülmân er giiye ve ‘avrat giiye. mdi bellüdür kim ol farz-ı ‘ayın olan ‘ilim ol ‘ilimdür kim giinün müsülmânlıgı ansuz tamam olamaz anı bilmeyince (2b)”, «Gel imdi gendü aslın ve bünyâzun ‘acâyibin anlarsan sana ‘ibret ve tenbih yiter kim bir katra sudan bunun gibi latîf ‘uzuvlar ve her bir ‘uzuvlarda kuvvetler nice hâsıl oldı 855 Arapça kaynakların bazıları unlardır: Hulâsatu’l-Fetâvâ, hyâ-yı ‘Ulûm-ı Dîn, zâh, Kûtu’l-Kulûb, Mebsût, Mecmu’u’n-Nevâzil, Muhtasar-ı Muhît, Münyetü’l-Musallî, Nihayetü’l-’Ukûl......... * 541 541 MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE AHMET KARTAL dahı görgil ki bu odına cevherdür latîf ve yumak ve nurlu (19a).”, “Peygamber mu’cizâtına nazar kıl kim ‘âdetâ muhâlifdür bu mecmu’ı sana delîldür kim bilesin ki bu mecmu’-ı mümkinât ve i’tibârât ki vardur (19b).” Râhatu’l-kulûb, edebiyatımız için Eski Anadolu Türkçesi’ni temsil etmesi, Eski Anadolu Türkçesi’nin dil hususiyetlerini yansıtması ve müellifin uurlu bir ekilde Türkçe olarak telif etmesi bakımından önemlidir. Eserin nüshaları unlardır: Bizdeki nüsha856: Nüsha, sırt kısmı deri, üzeri karton kapaklı bir cilt olup,130 varaktan ibarettir. Her sahifede 15 satırın yer aldıı aharlı kaıt yapraklar, 25x16,20x13 cm ebadında olup koyu krem renkli ve kalındır. Harekeli nesih ile yazılzmı olup müstensihi bilinmemektedir. Fakat biz yazıdan eserin eski zamanlarda yazıldıını anlamaktayız. Dier nüshalar857: Doç. Dr. Suat Yıldırım’a ait nüsha, Topkapı Nüshası (234 K. 823 numarada kayıtlı), Ayasofaya Nüshası [Süleymaniye (Ayasofya: O. 1171) Ktp. 297.4/94.35 numarada kayıtlı], brahim Efendi Nüshası [Süleymaniye (brahim Ef. 466) Ktp. 297.84/94.35 numarada kayıtlı], Vatikan Nüshası, Paris (Bibl. Nat.) Nüshası (“Bibliothéque Nationale-Manuscrits Orientaux” bölümü 11 ve 12 numaralarda kayıtlı) , Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi (1102 ve 1149 numaralarda kayıtlı) Nüshaları. Müellif ve Eser smi Bakımından Benzerlik Taıyan Nüshalar: Süleymaniye (Hacı Mahmud Ef. 1600) Kütüphanesi, Süleymaniye (Rd. 5381/1) Kütüphanesi, Süleymaniye (Hacı Mahmud ef. 1691) Kütüphanesi. * * “Kutbiddîn b. Muhammed znikî (? - 821 H.) ve Râhatu’l-kulûb (Mukaddime-i Kutbiddîn) simli Eseri”, Gazi Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1, 161-171 (1996). 856 857 Rasim Deniz özel kitaplıına ait nüsha. Bu nüshalar hakkında daha geni bilgi için bak. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 241-45. 542 542 Nüshası, Paris (Bibl. Nat.) Nüshası (“Bibliothéque Nationale-Manuscrits Orientaux” bölümü 11 ve 12 numaralarda kayıtlı) , Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi (1102 ve 1149 numaralarda kayıtlı) Nüshaları. Müellif ve Eser smi Bakımından Benzerlik Taıyan Nüshalar: Süleymaniye (Hacı Mahmud Ef. 1600) Kütüphanesi, Süleymaniye (Rd. 5381/1) Kütüphanesi, İSTANBUL’A Süleymaniye (Hacı MahmudŞİRAZ’DAN ef. 1691) Kütüphanesi. “Kutbiddîn b. Muhammed znikî (? - 821 H.) ve Râhatu’l-kulûb (Mukaddime-i Kutbiddîn) simli Eseri”, Gazi Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1, 161-171 (1996). 856 857 Rasim Deniz özel kitaplıına ait nüsha. Bu nüshalar hakkında daha geni bilgi için bak. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 241-45. 542 543 MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE Asıl adı Mehmed olan müellif, 1610 tarihinde Zvornik sancaının, Donya Tuzla yakınlarındaki Dobırnya köyünde domutur. "Hevâyî" takma adını da kullanan müellifin mahlası "Üsküfî"dir. Nitekim air mahlasını ve Bosnalı oluunu eserinin giri kısmında u ekilde zikretmektedir: Gedâ kim Ûsküfî-i Bosnevîyem ehinâh-ı cihân-dârun kulıyam 125b Ailesini erken yata kaybeden air, örenim görmek için birçok yere gitmi; bir dönem stanbul'a da gelmitir. Üsküfî, 1651 yılında vefat etmitir. Arapça ve Farsça iirler söyleyen Üsküfî'nin 4 tane Türkçe ilahisi de bulunmaktadır. Ancak onun en önemli eseri, Makbûl-i Ârif adındaki, ilk Bosnaca -Türkçe sözlüktür. Daha sonra baka biri tarafından yeniden yazılan eserin adı Potur âhidî olarak deitirilmitir. Nitekim Makbûl-i Ârif kaleme alınmadan önce âhidî, Tuhfe-i âhidî (Lügat-i âhidî) isminde manzum Farsça-Türkçe bir sözlük yazdıı için, daha sonra onu yeniden yazan kii ona Potur âhidî adını vermitir (bk. http://www.bosnjaci.net/egt.php?id=683). Bu eser smet Smailoviç tarafından yayımlanmıtır (Muhamed Hevai Uskufi 1990: 89-188). Evliya Çelebi, Seyahatname'sinde Bonak dili ve Hırvat halkından bahsederken bu yöre halkının kendilerine Bonak'tan ziyade Bosnevî denmesinden haz aldıklarını, dillerinin "pak", ve "Latin lisanına yakın" olduunu, kendilerinin ise "kadir-inas" olduklarını belirttikten sonra, Makbûl-i Ârif 'te yer alan dört ayrı kıt'adan yaklaık 14 beyit örnek vermitir (Evliya Çelebi 2001: 229-30). Eserden daha sonra, 1857'de Saraybosna'ya Rus elçisi olarak atanan Aleksandr Gilferding, 1858'de yazdıı bir eserinde bahsetmitir. Antun Kaznacic 1862 kaleme aldıı eserinde Makbûl-i Ârif 'i eletirirken, 1868'de Saraybosna Prusya konsolosu Otto Blau ise, yazdıı eserinde tam akine eseri övmütür. Hatta Üsküfî'nin dıındaki dier sözlük yazarlarından da söz etmi ve bütün sözlüklerdeki sözcükleri; alfabetik sıraya koyarak Sırp-Hırvatça ve Almanca karılıklarını vermitir (bk. http://www.bosnjaci.net/egt.php?id=683). Biz bu çalımada Üsküfî'nin 1630 tarihinde kaleme aldıı Makbûl-i Ârif isimli manzum Bosnaca-Türkçe * * * * 544 544 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN sözlüünü Râid Efendi Kütüphanesi, 1065/4 (v. 125b-134b) numarada kayıtlı nüshasına göre tanıtacaız. Adı Ûsküfî, yazmı olduu bu manzum Bosnaca – Türkçe eserine Makbûl-i Ârif ismini vermitir. Eserine bu ismi verdiini eserinin mukaddime kısmında geçen u beyitle ifade etmitir: * Çü tanzîmine Hak virdi temâmı Didüm Makbûl-i Ârif ana nâmı 126b Yazıldıı Tarih Makbûl-i Ârif 1040 / 1630 tarihinde telif edilmi ve müellif tarafından telif tarihi eserin sonunda “târîh-i lügat” balıı altında yer alan u beyitle bildirilmitir: öyle bilsün nükte-sencân-ı kelâm Oldı hem bin kırkda bu nüsha temâm858 134b Kim çin Yazıldıı Eserin giri bölümünde yer alan u beyitten hem airin IV. Murâd Han zamanında yaadıı hem de eserini onun için kaleme aldıı anlaılmaktadır. Nitekim "Yazılı Sebebi" bölümünde zikredilen beyitler bu hususu net bir ekilde göstermektedir: Bi-hamdillah ki ol sultâna irdük Murâd Han ibn-i Ahmed hana irdük 126b Yazılı Sebebi 858 Bu beyit smet Smailoviç tarafından yayımlanan metinde u ekilde geçmektedir: oyle bilsin nükte sencani kelam Oldu bin kırk birde bu nusha tamam s. 188 Buradan eserin 1041/1631 tarihinde yazıldıı anlaılmaktadır. 545 545 MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE AHMET KARTAL Müellif eserin mukaddime kısmında bazı airlerin güzel kaside yazdıını, kâtiplerin güzel keîde çektiklerini, bazı alimlerin güzel lügatler yazarak dönemin sultanına sunduklarını öyle ifade eder: Kimi â’ir düzer a’lâ kasîde Kimi kâtib çeker ra’nâ keîde Kimi fâzıl yazar yahı lügatler ‘bâretde komaz aslâ galatlar Kemâlin her biri ‘arz itdi âha Bed(i)r oldı kamu irdükçe mâha 125b Sunulan bu eserlerde, müellifler daima tebasına ihsanda bulunan Sultan IV. Murâd’a duada bulunurlar: Vücûdın saklasun Allah hatâdan Hiç unıtmaz o kulların ‘atâdan Anı gördüm ki herkes bir ‘alâmet düp tahrîr anı düzer beyâget eh-i ‘âlî olan sultân Murâda Nisâr idüp dahı olur du’âda 126a Bunun üzerine müellif, her ne kadar dünyada söylenmedik söz kalmadıysa da, önceden yazılmamı hatta hayal bile edilmemi olan manzum Bosnaca – Türkçe sözlük yazmaya karar verir: * Murâd itdüm ki düzem bir risâle Hiç evvelden alınmaya hayâle Velî yokdur cihânda dinmedük söz Beyân olmı kamu eyü vü yavuz Tevekkül eyleyüp kıldum tefekkür Der-ân-dem hâtıra düdi tezekkür düp Bosna dilince bir lügat cem’ Ki ola ol dahı hâlince bir em’ Lügatler çok yazılmıdur inen hûb Kamu cevher gibi mergûb u mahbûb Velî Bosna dilince yok yazılmı Ne nesr ile ne nazm ile düzilmi urû’ bizden nasîb itmek Hudâdan Ki vâcibdür ii bilmek Hudâdan Tevekkelnâ diyüp Bosna dilince Lügat yazdum olur nef’i bilince Kemâl ehli olan anlar rumûzın O fehm eyler iârât u gumûzın 126a 546 546 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Hasit olanın elbette bu eserine bahaneler getirebileceini ifade eden müellif, “ Bosnaca”nın tıpkı Bosnalılar gibi “iri” olduunu, bundan dolayı onu nazım ile söylemenin çok zor olduunu ifade eder: * Hasûd olan bulur elbet behâne Hased içün gelüpdür ol cihâne Çü Bosnalu olur iri be-kâmet ri(dür) bil lügatlerin begâyet Pes imdi bunları vezne getürmek Demür yaydur degül mümkin çekilmek 126a Müellif daha sonra eserini nasıl tertip ettiini u ekilde açıklar: Bi-hamdillâh bedî’ üzre sanâyi’ Beyân itdüm k’ola anda levâmi’ Selîs itdüm yazup veznin musarrah den ısgâ olur kalbi müferreh Letâyifden beyân itdüm Bosnaca Ki dir gören be-va’llâhi hasence Dahı kıt’a yazıldukça musanna’ Yazardum anda bir beyt-i mülemma’ Muhassal âhidî tarzı veznimüz Ki bir mısra’ ola Bosnaca dilince Bir Türkî ola vezne gelince 126a-126b Vezin Eserin asıl bölümünü tekil eden sözlük kısmı kıt’alardan olumaktadır. Kıt’alar yazılırken özellikle kolay vezinler tercih edilmitir. Her kıt’anın son beytinin takti’e ayrıldıı görülmektedir. Müellif burada, ilk mısrada vezni söylemi, ikinci mısrada ise ya Türkçe , ya Arapça ya da Farsça bir söz nazmetmitir. Bazen de bazı “Bosnaca” kelimeler yazıp onların Türkçelerini yazmıtır. * * * Kıt’alar yazılırken altı bahir kullanılmıtır. Bu bahirler ile bu bahirlerle yazılan kıt’alar u ekilde gösterilebilir: 547 547 MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE AHMET KARTAL I. Remel Bahri: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün Kıt’a: 1 Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilât Kıt’a: 5 Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün Kıt’a: 13 II. Recez Bahri: Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Kıt’a: 2 Müstef’ilâtün Müstef’ilâtün Kıt’a: 6 Müfte’ilün Müfte’ilün Fâ’ilâtün Kıt’a: 8 Müfte’ilün Müfte’ilün Fâ’ilün Kıt’a: 9 Müfte’ilün Müfte’ilün Müfte’ilün Müfte’ilün Kıt’a: 12 III. Vâfir Bahri: Müfâ’aletün Müfâ’aletün Müfâ’aletün Müfâ’aletün Kıt’a: 3 548 548 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A IV. Kâmil Bahri: Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün Kıt’a: 4 V. Hezec Bahri: Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Kıt’a: 7 Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün Kıt’a: 11 VI. Mütekarib Bahri: Fe’ûlün Fe’ûlün Fe’ûlün Fe’ûlün Kıt’a: 10 Kıt’aların son beytinin takti’e ayrıldıı görülmektedir. Müellif burada, ilk mısrada vezni söylemi, ikinci mısrada ise Türkçe -Bosnaca, Türkçe, Arapça ya da Farsça bir söz nazmetmitir. u beyitlerde olduu gibi: * * 11. kıt’a: Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün mrûz ‘amel eyle ki ‘ukbâda senündür 8. kıt’a: Müfte’ilün Müfte’ilün Fâ’ilün Hâlikunâ ya’lemü mâ-fi’s-sudûr 3. kıt’a : Müfâ’aletün Müfâ’aletün Müfâ’aletün Müfâ’aletün ehâ nazaret dirîg me-kon Hodâ çü koned nazar be-omâ 549 549 * MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE AHMET KARTAL 1. kıt'a: Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün Sana benzer kimse yokdur niye nitko kako ti Ayrıca mesnevî nazım ekliyle yazılan mukaddime bölümünde ise hezec bahrinin "mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün" kalıbı kullanılmıtır. Müellif mukaddimede mezkur vezni kullandıını yine takti ederek göstermitir: * Mefâ’îlün Mefâ’îlün Fe’ûlün Recâsı hem du’âdur Ûsküfînün 127b Bölümleri Makbûl-i Ârif , mesnevi tarzında yazılmı 51 beyitlik bir mukaddime ve 160 beyitten oluan 13 kıt’aya taksim edilmi sözlük kısmından olumaktadır. Eserin sonunda “târîh-i lügat” balıı altında yer alan bir beyitle eserin telif tarihi verilmitir. air mukaddimede u konulara deinmitir: Her ie Allah’ın ismi ile balanmasının gerei, Allah’a hamd ve sena, Allah’ın insanı yarattıktan sonra onlara bütün “isim” ile “lügat” i öretmesi, Hz. Peygamber’e ve onun ashabına salat ve selam, eserini yazma sebebi, eserini yazarken izledii yol, Bosna dili hakkında bilgi, eserinin adı ve okuyuculardan du’a etmesini talep. Makbûl-i Ârif ‘in asıl sözlük kısmını oluturan bölümde -mesnevi eklinde yazılan 13. kıt’a hariç- tamamen nazm nazım ekli kullanılmıtır. I. Kıt’a 19, II. Kıt’a 12, III. Kıt’a 6, IV. Kıt’a 8, V. ve VI. kıt’a 11, VII. 13, VIII. XI. XII. Kıt’a 29 beyit olarak nazmedilmitir. Her kıt’anın balıı, Arapça olup o kıt’anın hangi aruz bahriyle yazıldıını göstermektedir. Meselâ birinci kıt’anın balıı u ekildedir: “ El-kıt’atü’l-ûlâ fi’l-bahri’l-remeli’l-müsemmeni’lmaksûre” 127a. Kıt'alar belirli konulara ayrılıp onlarla ilgili kelimelerden olumamaktadır. Bu durum kıt'alarda yer alan kelimelerin tasnifinde hassas davranılmadıını göstermektedir. Nitekim birinci kıt'ada Allah ve insan hakkında kelimelere yer verilmekle birlikte; bir çok farklı konulara ait kelimeler de yer almaktadır. Dier kıt'alarda ise genel olarak u konulara ait kelimelere yer verildii dikkat çekmektedir: Renkler, tarım ve tarım aletleri, haftanın günleri, atele ilgili unsurlar, hayvansal gıdalar, aile bireyleri, köye, denize ve daa ait unsurlar, bazı meyve ve hayvan adları, çeitli madenler, köpek ve tavuk ile ilgili unsurlar, temizlik, ak, doaya ait unsurlar, insan vücudu ve bazı hastalıklar, sayılar... * * 550 550 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Eserde yer alan bazı beyitler: Dahı taga hem didiler gora çam agacına didiler bora Vü sanavbere dahı di yela sakallı bradat örülü pleten 129a Adamun tırnagına dindi nokat Di müsekkek olan altuna dukat 129b Lipo milovat zakon ye davni Güzel sevilmek âdet-i ezeldür 130a I boze ti pokloni moyu duu provesel Yâ Rabbi 'atâ eyle ki rûhumı sevindür 133a Bo tanrı yedno birdir hem yedino vahdetî Due cândır çoyik âdem dirligidir jiveti Hem ferite angil oldu göklere de nebesa Ray cennet ray-niki oldu demek cennetî Moma kızdır prah tozdur tıra izdir put yol Viseko yüksek nizeko alçak u hem nizeti (Evliya Çelebi 2001: 230) “Manzum Bosnaca-Türkçe Sözlük Üzerine”, Türk Dili, 667, 348-53 (2007). * * 551 551 BÖLÜM IV Mesnevî ve Mesnevî Literatürü TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER Giri Mesnevî kelimesi Arapça “s n y” sülâsî (üçlü) kökünden türemi ve “ikier ikier” mânâsına gelen “mesnen” kelimesinin bir nisbet ekli gibi görünmekle beraber Arapçada kullanılmamıtır (Ate 1988: 127). tikakı itibariyle Arapça olan mesnevî tabiri, Farsçada taammüm etmi ve daha sonra Türkçe ’ye de geçmitir (Çelebiolu 1999: 21). Edebî bir ıstılâh olarak mesnevî, aynı vezinde ve her beyti kendi arasında müstakılen kâfiyeli olan nazım ekline verilen isimdir (Humâyî 1370: 156; Sîmâdâd 1375: 263). Bu kelime, özellikle Türk Edebiyatında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin kısaca Mesnevî diye öhret bulan Mesnevî-i Ma’nevî’si sebebiyle mehur olmu, hatta bundan dolayı, bir nazım ekli olan hususiyetini hem geçmite hem de bugün hatırlatmaz olmutur. Nitekim Ahmed-i Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri isimli eserinde bu durumu u ekilde dile getirmektedir: * * * * * * Yine bir gün son gelenlerin en faziletlisi Sa’îd-i ehîd, kadı Necmeddîn-i Tatî (Tanrının rahmeti onun üzerine olsun) ulular toplantısında u lâtifeyi anlattı: Bütün dünyada, umumî olan üç ey vardı. Bu üç ey Mevlânâ ’ya nisbet edildikten sonra özel bir mânâ aldı ve insanların münevverleri bunu ho gördüler. Bunlardan biri, Mesnevî’dir. Eskiden her (kafiyeli) iki mısraa mesnevî derlerdi; fakat zamanımızda mesnevî denilince akıla, hemen Mevlânâ’nın Mesnevî’si gelir. kincisi eskiden bütün bilginlere Mevlânâ diyorlardı, fakat bugün Mevlânâ denilince Mevlânâ hazretleri anlaılır. Üçüncüsü, her mezara türbe derlerdi. Bugün ise herhangi bir türbe anılsa veya söylenilse Mevlânâ’nın kabri akla gelir (Ahmet Eflâkî 1989: II/18). * Mesnevî eklinin, öteden beri eski ran iirinden geldii söylense de, bu nazım eklinin oluumu, Arap iirinin ‘recez’ nevine dayanmaktadır. Aruzun aynı adı taıyan bahriyle nazmedilen ‘recez’, mısra uzunluunda ve birbiri ile kafiyeli kısa beyitler hâlindedir. Umumiyetle kısa olan ‘recez’ler, deveci ezgileri, savaçıların birbirlerine meydan okumaları, kadınların muhariplere serzenileri, ninnileri vb. gibi ani ilhamların irticalen ifadesinde kullanılmıtır. * * * 554 554 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN El-Aleb b. Cûem el-clî (ö. 145/762), ‘recez’i kaside tipinde dâhilî planı olan uzun iirler hâline dönütürmütür. Bu yeni tip recezler, ‘urcûze’ olarak adlandırılmıtır. Urcûzenin kullanılı sahası Abbasî devrinin balarından itibaren sınırlandırılarak hikâye, fıkra, tasvir, öretici eserler vb. gibi bazı mevzulara tahsis edilmitir. te mesnevî, bu urcûze iir nevinden domutur (Çetin 1973: 65-8; 1991: 289). Arapçada, mesnevî tabiri kullanılmamı, bu ekildeki bir manzume veya esere kaside denmi, bu kelime, müzdevic veya müzdevice sıfatı ile tavsif edilmitir. Daha sonra bu sıfat, asıl isim yerine kullanılmıtır (Ate 1988: 128). Kendi aralarında kafiyeli olan beyitlerden oluan (aa / bb/ cc / çç / ...) mesnevî, beyit sayısı bakımından hiçbir kısıtlayıcı kurala balı deildir. ki beyitten balayarak 20-30 beyte kadar olan kısa mesnevîler yazıldıı gibi, binlerce beyit süren tarihler, uzun ak hikâyeleri, ehrengizler, öretici dînî, ahlâkî ve tasavvufî konular... da yazılmıtır. Gerek beyitler arasında kâfiye balantısı bulunmaması, gerekse beyit sayısının sınırlı olmaması, âirlerin iledikleri konuyu istedikleri kadar geniletmelerine imkân salamıtır. Ancak, her beytin anlamının kendi içinde tamamlanması ve dier beyitlere geçmemesi gerekmektedir. Beyitler arasında sadece konu birliine dikkat edilmitir (Ünver 1986: 432; pekten 1997: 59). Beyit sayısında herhangi bir sınırlama olmadıı için mesnevîde, daima aruzun kısa kalıpları kullanılmıtır. Bu kalıplar unlardır: Hezec Bahri: Mefâ’îlün / mefâ’îlün / fe’ûlün (._ _ _ / ._ _ _ / ._ _ ) Mef’ûlü / mefâ’ilün /fe’ûlün (_ _ ./ ._ . _ / ._ _ ) Remel Bahri: Fâ’ilâtün / fâ’ilâtün / fâ’ilün (fa’lün) _ _ _ _ _ _ _ _) ( . / . / . (_ _) Fe’ilâtün / fe’ilâtün / fe’ilün (Fâ’ilâtün) (fa’lün) (.._ _ / .._ _ / .._ ) (_ _ ) ( _ ._ _ ) Seri’ Bahri: Müfte’ilün / müfte’ilün / fâ’ilün (_.. _ / _.. _ / _._) Hafif Bahri: Fe’ilâtün / mefâ’ilün / fe’ilün 555 555 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL (Fâ’ilâtün) (fa’lün) (.._ _ / ._ . _ / .._ ) (_ _ ) ( _ ._ _ ) Mütekârib Bahri: Fe’ûlün / fe’ûlün / fe’ûlün / fe’ûl (._ _ / ._ _ / ._ _ / ._ /) Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri * Belli bir konuyu ileyen, baımsız bir kitap olarak yazılmı mesnevîlerin tertibi, genellikle birbirine benzer. Bu genel tertipte üç ana bölüm bulunur: I. Giri bölümü II. Konunun ilendii bölüm III. Biti bölümü Bununla birlikte, bazı ilk dönem mesnevîlerinde (XIII-XIV. asır), yukardaki bölümlerin kesin çizgilerle ayrılmadıı görülür (Ünver 1986: 432). Giri bölümü Genellikle mesnevîlerin “giri bölümü”nde u bölümler bulunmaktadır: Besmele slâmî gelenee uygun olarak mesnevîler, besmele ile balar. Ancak Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975: 51), Elvân Çelebi’nin Menâkıbu’lkudsiyye fî Menâsibi’l-ünsiyye (Elvân Çelebi 1984: 1), Ali îr Nevâyî’nin Lisânü’t-tayr (Ali îr Nevâyî 1995a), Niyâzî’nin Mansûr-nâme (Niyâzî 1994: 103), Olanlar eyhi brâhîm’in Müfîd ü Muhtasar (Kemikli 2003: 103) gibi bazı mesnevîlerin besmele ile balamadıkları da görülmektedir. Besmele, her zaman mesnevînin baında yer alır. Bazen eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i gibi (Timurta 1980: 1) Arapça , bazen de Hadîdî’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân’ı (Hadîdî 1991: 1) gibi Türkçe yazılmı ilk beyitte “tahmîd”den sonra da geldii görülür: * * * Bi-hamdi’l-vâhidi’l-ahadi’l-kadîmi Vü bismillâhi zi’l-menni’l-azîmi (eyhî 1980: 1) Dilâ hamd it kadîm-i lâ-yezâle Di bismi’llâh irür sözi kemâle (Hadîdî 1991: 1) 556 556 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Besmele, bazen Erzurumlu Darîr’in Kıssa-i Yûsuf (Karahan 1994: 134), Nâbî’nin Hayriyye-i Nâbî (Nâbî 1995: 177), Elvân-ı îrâzî’nin Gülen-i Râz Tercüme’sinde (Elvân-ı îrâzî, 1b) olduu gibi, mesnevî metninin dıında kalır. Bazen de, Ahmedî’nin skender-nâme’si (Ünver 1983: 1b), Hilmî’nin Bahrü’lkemâl’inde (Hilmî 1995: 1) olduu gibi mesnevînin ilk beyti olabilir. Bu ilk beyitteki besmele, bazı mesnevîlerde vezne uymaz. Ancak dier mısra ile kafiyeli olduundan, bir mısra gibi görülür: Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm Matla’-ı ser-nâme-i nazm-ı kadîm (Hilmî 1995: 1) Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm Devha-i bustân-ı Kelâm-ı Kadîm (Gelibolulu Âlî 1998: 55) Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm Kıble-nümâ-yı der-i zât-ı kerîm (Nâlî 1999: 79) lk beyitteki besmele’nin, bazı mesnevîlerde ise, vezne uyduu görülür: Levh-i mahfûz üzre evvel ol kadîm Yazdı bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm (abanî 1999: 9) Bazı mesnevîlerde ise, kurallı okunuu bozularak vezne uydurulmutur: Zikr-i bismillâhi rahmâni’r-rahîm Kamu nesne bizegidür iy hakîm (Ünver 1983: 1b; Ünver 1986: 434) âirlerin bazen, mesnevîlerine müstakil olarak “eûzü bi’llâhi mine’eytâni’r-racîm bismillâhi’r- rahmâni’r-rahîm” ile baladıkları da görülmektedir (Kartal 2000c: 1). Bu durum vezne uymadıı hâlde, birbirleriyle kafiyeli olduu için bir beyit gibi görülür. Bazen âirlerin, ükrî-i Bitlisî’nin Selîm-nâme’sinde olduu gibi, mesnevîlerinin ilk beytinde, söze “bismi’llâh” ile balama dileklerini dile getirdikleri de görülmektedir. Çünkü söz “ismu’llâh” ile eref bulur: Balayalum sözni bismi’llâh ile Kim eref dapar söz ismu’llâh ile (Argunah 1997: 47) 557 557 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Her ne i yapılırsa yapılsın, nihayete ulaması için o ie besmele ile balanması gerekir. Hatta yazılan esere besmele ile balanmazsa, eser sona ermez ve yok olur. Bundan dolayı mesnevînin “unvan”ının “ismu’llâh” olması gerekmektedir: eh-nâme Tercümesi: Çü bismi’llahile âgâz ola i Biter ger çog ola ger az ola i Söze Tanrı adile bala iy dil Ki kalmaya iünde hîç mükil Olar kim vara bismi’llahile râh O yolda olmayalar hîç gümrâh Hakîkat ism-i Hakdur hırzı cânun Hakun ismi tılısmıdur cihânun Hakun ismi durur her gence miftâh Fütûh ebvâbın açar dince fettâh Dilersen feth-i bâb irie Hakdan Giderme Hak adın dilden tudakdan (Kültüral 1999: I/1) Hüsn ü Dil: stersen eger reh-i hüdâyı Gel zikr idelüm dilâ Hudâyı Bî-besmele balanursa defter Encâmını bulmaz olur ebter (Yenipazarlı Vâlî 2003: 203) Leylâ vü Mecnûn: Çün ismu’llâh ola ‘unvân-ı defter Gerek kim tâ ebed olmaya ebter (Hamdullâh Hamdî 1b) Genc-i Esrâr-ı Ma’nî: Sözün evveli ism-i Allâh olur Söz oldur ki Hak ismi hem-râh olur Cis(i)mdür söz ism-i Hudâ cânıdur Sözün ism-i Hak derde dermânıdur Hudâ ismi olmazsa söz evveli O ol cisme benzer ki cansuz beli Eger ola sözün baı ol Hudâ Bekâ bil anı olmaya ol fenâ Yazılmasa mektûba evvelde hû Ya oda yanar ya alur anı su Kitâb evveli ger ola ism-i Hak Olur cümle evrâkı hem zer varak Nice anmayam sözümde Allâh men 558 558 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Anun ismidür söze revnak viren (Yılmaz 2009: 141) Bazen de, eyyâd Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sında (Yıldız 2008: 201; Demirci 2008: 82-83) olduu gibi, mesnevîye Türkçe olarak “Tanrı adı”: * Tanrı adın anuban girem söze Tâ ki ine Tanrıdan rahmet bize Ali îr Nevâyî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda (Ali îr Nevâyî 1996c: 27) Allah’ın “yahı atı”: Ey yahı atıng bile ser-âgâz Encâmıga kim yiter her âgâz Muhabbet-nâme’de (Sertkaya 1972: 8) “ulug tingrining atı”: Ulug tingri-ning atın yâd kıldım Muhabbet-nâme-ni bünyâd kıldım Kutadgu Bilig (Arat 1979: 17)’te ise, “bayat atı” ile balandıı da görülmektedir: * Bayat atı birle sözüg baladım 859 Törütgen igidgen keçürgen idim Baında besmele bulunan iir, Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sında ve Kıyâsî’nin Mihr u Mâh’ında (Anbarcıolu 1986: 94) olduu gibi, “Tahmîd” (Hamdî 1991: 27-30); Cem Sultan’ın Cemîd ü Hurîd’inde olduu gibi, “dua” (Cem Sultan 1997: 215-8); ükrî-i Bitlisî’nin Selîm-nâme’sinde olduu gibi, “Tevhîd” (Argunah 1997: 47-9); Hoca Mes’ûd’un Ferheng-nâme-i Sa’dî’sinde olduu gibi, “münâcât” (Hoca Mes’ûd 1340-: 1 [Metin]) olabilecei gibi, tamamen besmeleye ayrılmı bir bölüm de olabilir. Nitekim, Abdülvasi Çelebi’nin Halîlnâme’si (Abdülvasi Çelebi 1996: 35), Talıcalı Yahyâ’nın Gülen-i Envâr (Yahya Bey 1992:24-31) ve Gencîne-i Râz’ı (Talıcalı Yahya 1995: 1-7), Cinânî’in Riyâzu’lcinân’ı (arlı 1994: 1-4), Âzerî brâhîm Çelebi’nin Nak-ı Hayâl’i (Âzerî brahim Çelebi 1994: 1-2), Hakanî’nin Hilye-i Saadet’i (Hakanî 1991: 23-25), Muslihüddîn Vahyî-i abanî’nin Mi’râcü’l-beyân’ı (abanî 1999: 9-12) Ömer Fu’âdî’nin Hâbiyye’si (Zavotçu 2007: 177-78), Nev’î-zâde Atâyî’nin Sohbetü’l-ebkâr’ı (Yelten 1999: 1-5) ve Nâlî Mehmed’in Tuhfetü’l-emsâl’i (Nâlî 1999: 79-80) 859 Yaratan, yetitiren ve göçüren rabbim olan Tanrının adı ile söze balarım (Arat 1988: 12). 559 559 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL müstakil besmele iiri ile balar. âirler bu iirlerde, besmele’nin erdeminden, her ie onunla balamak gerektiinden söz eder, besmelede bulunan her harfin neye delâlet ettiini anlatır (Ünver 1986: 434). Ayrıca müstakil “besmele” manzumelerinden sonra, “besmele”nin faziletine misal olabilecek ve ders çıkarılabilecek bir hikâyenin anlatıldıı da görülmektedir. Gelibolulu Âlî, Riyâzü’s-sâlikîn isimli mesnevîsinde, “besmele” manzumesinden sonra 33 beyitlik böyle bir hikâye anlatmıtır (Gelibolulu Âlî 1998: 56-8). Mesnevî manzumesinin sonuna, aynı mealde Arapça beyitlerin yazıldıı da görülmektedir. Meselâ, Celîlî’nin Hecr-nâme’sinin baında yer alan besmele manzumesi, aynı mealde Arapça üç beyit ile son bulmaktadır (Ayan 1986: 15960). Bazen âirin, besmele beytinde eserinin ismini verdii de görülmektedir: * Ulug tingri-ning atın yâd kıldım Muhabbet-nâme-ni bünyâd kıldım (Sertkaya 1972: 8) Bazen de, “besmele” beytinin, Lâmi’î Çelebi’nin Ferhâd ü îrîn’i gibi Arapça (Levend 1989e: 87): * Bede’nâ b’ismike’llahümme nazmâ 860 Feyessir nahve sübli’r-rüdi ‘azmâ bazen de, Kemalolu smâ’îl’in Ferah-nâme’si gibi Türkçe tercümesinin yazıldıı (Tekinda 1971: 141) görülmektedir: * Sıgınuram ana kim misli yokdur Ululuk ıssıdur ihsânı çokdur Tahmîd Tahmîd’in sözlük anlamı “isteyerek yapılan bir iyilii, saygı ve gönül holuu ile övüp anmak; iyilikte bulunana teekkür etmek, onun güzel niteliklerini dile getirmek” demektir. slâmî ilimler terminolojisinde, “bütün yaratıkların, kendi dilleriyle Allah’ı anmaları ve övmelerine” hamd denir (Yılmaz 1992: 61). Edebiyatta, âirlerin mesnevîlerinin baında Allah’ı anıp övdükleri hamd’i konu alan bölüme “tahmîd” denir. Tahmid, “hamdele” veya “hamdiyye” diye de adlandırılmaktadır. âirlerin bazen mesnevîlerinde, besmele manzumesinden sonra, “hamd”i konu edinen bir bölüme yer verdikleri de görülmektedir. Giri bölümünde, 860 Senin adınla nazma baladık, gerçee balama yolundaki azmimi kolaylatır. 560 560 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN “tahmîd” bulunmayan mesnevîler de vardır. Ancak baında “tahmîd” bulunan mesnevîler, bulunmayanlara nazaran daha azdır. Meselâ, Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sında (Hamdî 1991: 27-30), Âzerî brâhîm Çelebi’nin Nak-ı Hayâl’inde (Âzerî brahim Çelebi 1994: 2-6), Âlî’nin Tuhfetü’l-uâk’ında (Âlî 1995: 117-8), Merdümî’nin Tuhfetü’l-islâm’ında (Sevgi 1993: 35-40) besmele manzumesinden sonra, “tahmîd” manzumesi yer almaktadır. âhidî’nin Gülen-i Vahdet’inde (âhidî 1996: 53) ve Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’inde (Flemming 1974: 255) olduu gibi, bazen âirlerin besmele beytinden sonra, bir beyitle “tahmîd” yazdıı da görülmektedir. “Tahmîd”in bazen kıt’a nazım ekliyle yazıldıı da görülmektedir. Örnein Ahmedî’nin Cemîd ü Hûrîd mesnevîsinde, “dua” bölümünden sonra, kıt’a nazım ekliyle yazılmı müstakil bir “tahmîd” vardır. eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak’ı (eyh Galip 1992: 13-5), Refî’in Cân u Cânân’ı (Refî 2000: 121), Sünbül-zâde Vehbî’nin Lutfiyye’si (Beyzadeolu 2004: 38), Bedr-i Dilad’ın Murâd-nâme’si (Ceyhan 1997: I/189) ve Simkezâde’nin Gamze vü Dil’i (Simkezâde Feyzî 1997: 49) gibi, dorudan Allah’a “hamd” ile balayan mesnevîler olduu gibi, Kul Mes’ûd’un Kelîle ve Dimne’si (Adamoviç 1994: 33) gibi direkt “ükür” ile balayan mesnevîler de bulunmaktadır. Bunun yanında Nev’î’nin Münâzara-i Tûtî vü Zâg’ı (Gürer 2005: 93) dorudan “senâ” ile balayan mesnevîler de bulunmaktadır. Abdülazîz b. Muhmûd el-sfehânî, Sıfâtu’l-haremeyn isimli mesnevîsine ilk beyti Arapça olan bir “tahmîd” manzumesiyle balarken (Demir 2005: 71), Sûzî Çelebi Gazavât-nâme’sine Arapça ‘hamd’ beytiyle balamıtır (Vırmiça 2002: 114). Tevhîd ve tahmîdin aynı bölümde ilendii mesnevîler de görülmektedir. Gelibolulu Âlî’nin Riyâzü’s-sâlikîn isimli mesnevîsi bu tarzdadır (Gelibolulu Âlî 1998: 58-60). * * Tevhîd “Tevhîd”in sözlük anlamı, “bir kılma, birletirme, bir sayma, birliine inanma” demektir. Kavram olarak “tevhîd”, “Allah’ın zâtını tasavvur ve tahayyül edilen her eyden tecrîd ederek onun varlıına ve birliine inanmaktır.” (sen 1992: IX). Edebiyat terimi olarak ise “tevhîd”, “Allah’ın varlıını ve birliini dile getiren manzume” (Ünver 1986: 434; Tâhir-ül Mevlevî 1984: 173) anlamında kullanılır. Mesnevîlerde, “tevhîd” ve “münâcât”ın sırasının daima aynı olmadıı görülür. âir, isterse “tevhîd”i isterse “münâcât”ı öne alır (Ünver 1986: 434). Erzurumlu Darîr’in Yûsuf u Züleyhâ’sı (Karahan 1994), Sabit’in Zafernâme’si (Sabit 1991), eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak’ı (eyh Galip 1992) gibi, giri bölümünde “tevhîd” bulunmayan mesnevîler de bulunmaktadır. Ancak baında “tevhîd” bulunan mesnevîler, bulunmayanlara göre daha çoktur. 561 561 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Öte yandan, Mes’ûd bin Ahmed’in Süheyl ü Nev-bahâr’ı (Dilçin 1991: 196201), Niyâzî’nin Mansûr-nâme’si (Niyâzî 1994: 103), Nev’î-zâde Atâyî’nin Hefthvân’ı (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 115-8), eyhî’nin Harnâme’si (Timurta 1981: 20), Za’îfî’nin Kitâb-ı Bostân-ı Nasayih’i (Za’îfî 1996: 3-4) gibi dorudan “tevhîd” ile balayan mesnevîler de vardır. Ayrıca Hatîbolu’nun Bahrü’lhakâyık’ı (Ertaylan 1960a: 1b [Metin]; Türk 2009: 51), ükrî-i Bitlisî’nin Selîmnâme’si (Argunah 1997: 47-9) gibi ilk beyti, besmele beyti olan “tevhîd” ile balayan mesnevîlerin yanında, Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998: II/1)’da olduu gibi, besmele manzumesiyle balayan tevhîdler de görülmektedir. Giri bölümünde, genellikle Kıyâsî’nin Mihr u Mâh’ı gibi (Anbarcıolu 1986: 94-5) bir tane “tevhîd” manzumesi bulunmaktadır. Bu bölümde, bazen birden fazla “tevhîd” manzumesinin olduu da görülmektedir. Meselâ, Yahya Bey’in Gülen-i Envâr’ında 3 tane “tevhîd” manzumesi yer almaktadır (Yahya Bey 1992: 31-40). Mesnevî’nin giri bölümünde yer alan “tevhîd” manzumesi, ekseriyetle mesnevî nazım ekliyle yazılmıtır. Ancak mesnevî nazım eklinin dıında kıt’a, kaside, terci-bend gibi deiik nazım ekillerinin de kullanıldıı görülmektedir. Nitekim Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd’inde kıt’a (Akalın 1975: 60-1), eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’inde kaside (Timurta 1980: 4-5, 8-9), Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sında ise, terci-bend (Hamdî 1991: 30-2) nazım ekilleriyle yazılmı “tevhîd” manzumesi bulunmaktadır. âirler, “tevhîd” balıı altında, Allah’ın “esmâ-i hüsnâ”sını ve sıfatlarını sayarlar. Dünyada faili olmayan bir olu, bir kılı yokken bunca oluu kılan üstün bir gücün, yani Allah’ın var olması gerektiine iaret ederler. Evrendeki düzeni O’nun birliine tanık gösterirler (Ünver 1986: 434-5). Ayrıca âirler, eyhî’nin Husrev ü îrîn’i (Timurta 1980: 5-8) ve âhidî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda (âhidî: 5a-9b) olduu gibi “tevhîd”in mertebelerini anlatan bölümler de yazmılardır. * * Münâcât “Münâcât”ın sözlük anlamı, “fısıldamak, kulaa söylemek” demektir. Edebiyat terimi olarak, “Allah’a karı yapılan yalvarı ve yakarıları anlatan manzume” anlamında kullanılır (Tâhir-ül Mevlevî 1973: 107; Dilçin 1983: 251). Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-kudsiyye fî Menâsibi’l-ünsiyye’si (Elvan Çelebi 1984), Niyâzî’nin Mansûr-nâme’si (Niyâzî 1994), eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak’ı (eyh Galip 1992) gibi giri bölümünde “münâcât” olmayan mesnevîler de bulunmaktadır. Ancak baında “münâcât” bulunan mesnevîler, bulunmayanlara göre daha çoktur. Öte yandan Hoca Mes’ûd’un Ferheng-nâme-i Sa’dî’si (Kilisli Rif’at 1340: 1 [Metin]), Kemâl Paazâde’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı (Kemal Paazâde 1983: 23), 562 562 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Atâ’nın Tuhfetü’l-uâk’ı (Atâ 2000: 74-7; Aksoyak 2006: 95-8) gibi dorudan “münâcât” ile balayan mesnevîler de vardır. Giri bölümünde, genellikle Kıyâsî’nin Mihr u Mâh’ı gibi (Anbarcıolu 1986: 95-6) bir tane “münâcât” manzumesi bulunmaktadır. Bu bölümde, bazen birden fazla “münâcât” manzumesinin olduu da görülmektedir. Meselâ, eyholu’nun Hurîd-nâme’sinde (Ayan 1979: 131-33, 142) 4 tane, Yahya Bey’in Gülen-i Envâr’ında 3 tane (Yahya Bey 1992: 40-6), Âzerî brâhîm Çelebi’nin Nak-ı Hayâl’inde (Âzerî brahim Çelebi 1994: 6-12), Cinânî’nin Riyâzü’l-cinân’ında (arlı 1994: 5-14), Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sında (Hamdî 1991: 33-7) 2 tane “münâcât” manzumesi yer almaktadır. Münâcât manzumesine, Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi’nin Heves-nâme’si gibi Hz. Peygamber övgüsünden sonra (Sungur 2006: 159-64), Yusuf Hakikî Baba ’nın Mahabbetnâme’si gibi Dört Halife övgüsünden sonra (Çavuolu 2009: 132), Ömer Fu’âdî’nin Hâbiyye’si (Zavotçu 2007: 184) ve Olanlar eyhi brâhîm’in Müfîd ü Muhtasar’ı (Kemikli 2003: 104-105) gibi Hz. Peygamber ve Dört Halife övgüsünden sonra, Merdümî’nin Tuhfetü’l-islâm’ı gibi padiah övgüsünden sonra (Sevgi 1993: 44-45)da yer verildii görülmektedir. eyhî’nin Husrev ü îrîn’inde olduu gibi, “giri bölümü”nün dıında “konunun ilendii bölüm”de de “münâcât” yazıldıı görülmektedir (Timurta 1980: 205-6). âirler, “münâcât” balıı altında, kulun güçsüzlüünü, her konuda Allah’ın yardımına muhtaç olduunu ifade ederler. nsanolunun günah ilemekten kurtulamadıını, buna ramen Allah’ın baı kapılarını açık tuttuunu... bildirirler. Kimi mesnevîlerde âir, eserini tamamlayabilmek için, onun yanlılardan ve eksiklerden uzak olması, okuyanlar tarafından beenilmesi için Allah’a yakarır (Ünver 1986: 435). Bazen “münâcât”ta, Allah’ın esmâ-i hüsnâsının sayıldıı da müahede edilmektedir (Kartal 2000c: 3-4). * * Na’t “Na’t”, sözlükte “vasf” demektir. Edebiyat terimi olarak ise, “Hz. Peygamber’i övmek için yazılan manzume” anlamında kullanılır (Dilçin 1983: 257). Bunun yanında “na’t” teriminin, Klasik edebiyatta Çihâr-yâr-i guzîn ile dier din büyüklerine yazılan övgü iirleri için de kullanıldıı görülür (Tâhir-ül Mevlevî 1973: 113; Ünver 1986: 435). Süheyl ü Nevba-hâr (Dilçin 1991: 204-6), Bahrü’l-hakâyık (Hatibolu 1960a: 2b-3a; Türk 2009: 53), Mevhûb-ı Mahbûb (Kartal 2000c: 20-26), Muhammediyye (Çelebiolu 1996: 3) gibi. Ancak, “na’t” kavramının daha çok Hz. Peygamber için yazılan övgü iirlerinde kullanıldıı görülmektedir. Bunun yanında, çok az da olsa Eyyûbî’nin Menâkıb-ı Sultân Süleymân’ında (Eyyûbî 1991: 38-40), Ahmedî’nin skender-nâme’sinde (Ünver 1983: 3b) ve Hatîbolu’nun Bahrü’l-hakâyık’ında (Türk 2009: 51) “na’t” yerine “medh”, erîfî’nin Yûsuf u Zelihâ’sında (erîfî 2001: 22), “salât (u) salavât* 563 563 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL terîn”, Hamdullâh Hamdî’nin Leylâ vü Mecnûn’da ise (Hamdullâh Hamdî: 6a7a), “sıfat” sözünün kullanıldıı da görülmektedir. Erzurumlu Darîr’in Yûsuf u Züleyhâ’sında olduu gibi, dorudan Hz. Peygamber’in övgüsüyle balayan mesnevîler de görülmektedir (Karahan 1994: 134). “Na’t”lar, ekseriyetle mesnevî tarzında yazılmıtır. Ancak Cem Sultan’ın Cemîd ü Hurîd’inde kaside (Cem Sultan 1997: 267-71), Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sında (Hamdî 1991: 39-43) terkib-bend nazım ekilleriyle yazılanlarına da rastlanmaktadır. “Na’t”lar, ekseriyetle müstakil olarak yazılmıtır. Niyâzî’nin Mansûrnâme’sinde (Niyâzî 1994: 103-4) ve Nâbî’nin Hayriyye’sinde (Nâbi 1995: 1812) olduu gibi, bazen baka bir bölümün parçası da olabilir. Gülehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı (Gülehrî: 1b; Yavuz 2007: I/2-4), Sabit’in Zafer-nâme’si (Sabit 1991) gibi, giri bölümünde “na’t” olmayan mesnevîlere de rastlanmaktadır. Ancak bu tür mesnevîler oldukça azdır. * “Na’t”larda en çok u noktalar üzerinde durulur: O, kendisinden önce gelen peygamberlerden üstündür; iki cihanın sultanıdır; son peygamberdir, fakat onun nuru bütün varlıklardan önce yaratılmıtır; O, Allah’ın “sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” dedii yüce peygamberdir; O fakirlik övüncümdür diyen, Ahmed, Mahmûd, Muhammed, Mustafâ’dır... (Ünver 1986: 435). âir, Hz. Muhammed’in “mi’râc” ve “mu’cizât”ını ayrı balıklar altında ilemise, “na’t”te bu yönlere aırlık vermez, bir iki beyitle deinir. O’nun efaatini dileyerek “na’t”i bitirir (Ünver 1986: 435). Mi’râc “Mi’râc”ın sözlük anlamı, “yukarı çıkma aleti; yukarı çıkacak yer” demektir. Istılah mânâsı ise, “uruc ve göe çıkma”dır. Ancak, burada kasdedilen, rastgele bir yükseli deil, umumiyetle Hz. Peygamber’in göklere yükseliidir (abanî 1999: 6). “Mi'râc”, daha sonra, Hz. Peygamber’in Allah katına yükselmesi olayına ad olmutur. âirler, mesnevîlerinde bu balık altında, “mi’râc” olayını anlatarak Hz. Peygamber’i yüceltirler (Ünver 1986: 435). Klasik edebiyatımızda, balı baına bu olayı müstakil olarak ileyen eserler de yazılmıtır (Akar 1987a; Akdoan 1989). Örnein u mesnevîlerde müstakil olarak yazılmı “mi’râc” bölümleri vardır: Gencîne-i Râz (Talıcalı Yahya 1995: 20-4), Gülen-i Envâr (Yahya Bey 1992: 53-7), Hurîd-nâme (Ayan 1979: 135-38), Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan 1997: 271-83), Bahrü’lkemâl (Hilmî 1995: 23-8), Riyâzu’l-cinân (arlı 1994: 20-8), Nak-ı Hayâl (Âzerî brahim Çelebi 1994: 16-21), Hüsn ü Dil (Yenipazarlı Vâlî 564 564 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN 2003: 219-25), Selîm-nâme (Edâ’î 1987: 5-11 [Metin]), eh-nâme Tercümesi (Kültüral 1999: I/6-8), Sohbetü’l-ebkâr (Yelten 1999: 19-24), Hüsn ü Ak (eyh Galip 1992: 20-31), Heft-hvân (Nev’î-zâde Atayî 1974: 126-30); Cân u Cânân (Refî 2000: 125-33). Mesnevîlerin “giri” bölümlerinde “mi’râc” olayını anlatan iirlerde, Hz. Muhammed’in Allah katına yükselmesi konu edilir. Cebrâîl’in gelii ve Burak getirmesi; Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksâ’da namaz kılması, göe yükselmesi ve her felekten geçii; Cebrâil’in “Sidre’den öteye geçemeyii; Hz. Muhammed’in Allah’a “iki yay uzaklıından da az” yaklaması; ümmeti için dileklerde bulunması...; yeryüzüne dönüü ve yataını henüz soumamı olarak bulması anlatılır (Ünver 1986: 435). “Mi’râc”ın sonunda, Hz. Peygamber’den efaat istenir. efaat bazen eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak’ında (eyh Galip 1992: 31) olduu gibi “mi’râc”ın sonunda dile getirilmi, bazen de Cem Sultan’ın Cemîd ü Hurîd’inde olduu gibi “Der-Taleb-i efâ’at” balıı altında861 (Cem Sultan 1997: 280-3) “mi’râc”dan ayrı olarak kaleme alınmıtır. Mu’cizât “Mu’cize” kelimesinin çoulu olan “mu’cizât”, peygamberler söz konusu olunca, onların gösterdikleri olaanüstü hâller, peygamberliklerini kanıtlayan “mu’cize”ler anlamına gelir (Ünver 1986: 436). Her peygamber gibi, Hz. Muhammed’in de mucizeleri vardır. âirler, “mu’cizât” balıı altında bunları sıralayarak Hz. Peygamber’i yüceltirler. Bunlar arasınada, Hz. Muhammed’in doumundan önce ve doumu sırasında görülen olaanüstü hâller, çocukluunda baka çocuklardan farklılıı, dümana toprak saçıp onları kör etmesi, parmaıyla ayı ikiye ayırması, parmaından askerlerinin susuzluunu giderecek kadar su akıtması, körleri iyiletirmesi, diktii hurmanın hemen yemi vermesi, elinde kertenkelenin dile gelmesi, önüne konmu olan pimi zehirli kuzunun ona “benden yeme demesi”... bu balık altında anlatılan mucizelerdendir (Ünver 1986: 436). âirler, Hz. Peygamber’in mucizelerini ya Halîlnâme (Abdülvasi Çelebi 1996: 47-50) ve Yûsuf u Züleyhâ’da (Hamdî 1991: 43-5) olduu gibi “mu’cizât” balıı altında, ya da Gülen-i Envâr (Yahya Bey 1992: 50-3), Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyıh (Za’îfî 1996: 5) ve Heft-hvân (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 122-6)’da olduu gibi “na’t” içersinde ilemilerdir. Dîn Ulularına Övgü 861 efaatin bazen Nâlî Mehmed’in Tuhfetü’l-emsâl’inde olduu gibi “na’t”tan sonra müstakil olarak kaleme alındıı da görülmektedir (Kahraman 1999: 96-98). 565 565 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Medh-i Çihâr-yâr-i Güzîn Hz. Muhammed’in dört yakını, dört dostu, dört halifesi olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osmân ve Hz. Alî hakkında yazılan medhiyedir (Ünver 1986: 436). Bazı mesnevîlerin giri bölümlerinde, âir, “na’t”tan, varsa “mi’râc” ve “mu’cizât” bölümlerinden sonra, çihâr-yâr-i güzîn yani dört halife övgüsüne geçer. âirler bu konudaki övgülerini ya Tuhfetü’l-emsâl (Kahraman 1999: 98102)’de olduu gibi önce, “der-menkabet-i Çâr-yâr-i Güzîn” üst balıı gibi, bir üst balık altında giri yaptıktan sonra, ayrı ayrı alt balıklar altında, ya Bahru’lhakâyık (Ertaylan 1960a: 2b-3a), Garîb-nâme (Âık Paa 11a-11b), Yûsuf u Züleyhâ (Hamdî 1991: 45-47), Hurîd-nâme (Ayan 1979: 138-39), Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan 1997: 284-91), eh-nâme Tercümesi (Kültüral 1999: I/810), Kitâbu’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994: 167-8), Bahrü’l-kemâl (Hilmî 1995: 28-31), Mihr u Mâh (Anbarcıolu 1986: 97-8) ve Mevhûb-ı Mahbûb (Kartal 2000c: 24-7)’da olduu gibi, ayrı balıklar altında, ya Kutadgu Bilig (Arat 1979: 22-3), Süheyl ü Nev-bahâr (Dilçin 1991: 204-5), Cevâb-nâme (Simkezâde Feyzî 1997: 213) ve Hüsn ü Dil (Yenipazarlı Vâlî 2003: 225-30)’de olduu gibi aynı balık altında, ya da Esrâr-nâme (Tebrizli Ahmedî 1996: 9-10), Selîm-nâme (Argunah 1997: 51-3), Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyıh (Za’îfî 1996: 5), Hilye-i Saadet (Hakanî 1991: 31-6) ve Pend-nâme (Güvâhî 1983: 91-2)’de olduu gibi “na’t” içersinde ilemilerdir. Bazen çihâr-yâr-i güzîn hakkında yazılan müstakil övgü manzumelerinden sonra, “hikâye” balıı altında çeitli hikâyelerin yazıldıı da görülmektedir. Alî îr Nevâyî ’nin Lisânü’t-tayr’ı (Alî îr Nevâyî 1995a: 27-32) gibi. Bazen bu bölümde, sadece Hz. Ali vasfında bir bölümün yazıldıı müahede edilmektedir. Meselâ Fuzûlî’nin Beng ü Bâde’si bu tarzdadır (Fuzûlî 1955: 2-3). Bu iirlerde, Hz. Ebû Bekir’in dürüstlüü, sadakati, cömertlii, büyük fütûhâtı, ashab arasındaki seçkinlii, Hz. Peygamber’in en yakın dostu oluu ve maarada birlikte kalıı; Hz. Ömer’in adaleti, otoritesi, fütûhâtı ve asayii salayıı; Hz. Osman’ın edebi, cömertlii, olgunluu, Kur’ân-ı Kerîm’i yazdırması ve toplaması, haya sahibi oluu ve ehid edilii; Hz. Alî’nin cesareti, savaçılıı, Hayber’in kapısını açması, fazileti ve Hz. Hasan ile Hüseyin’in babası oluu balıca üzerinde durulan noktalardır. âirler, bu övgülerini mesnevî nazım eklinin yanında, gazel nazım ekliyle de yapmılardır. Cem Sultan’ın Cemîd ü Hurîd’inde olduu gibi (Cem Sultan 1997: 285-8, 291). * * * Hz. Hamza ve Abbâs’a Övgü Hz. Muhammed’in amcaları Hz. Hamza ve Abbâs hakkında yazılan iirlerdir. âirler, bu konudaki övgülerini ya Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan 566 566 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN 1997: 294-5)’de olduu gibi aynı balık altında, ya Selîm-nâme (Argunah 1997: 52) ve Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyıh (Za’îfî 1996: 5)’ta olduu gibi “na’t”ın sonunda, ya da Halîl-nâme (Halîlî 1993: 15)‘de olduu gibi Dört Halife övgüsünün sonunda ilemilerdir. Bazen de, Bahrü’l-kemâl (Aksoyak 1998: 218-9; Hilmî 1995: 32-3)’de olduu gibi, Hz. Hamza, Abbâs, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin övgüsünü aynı balık altında yapılmıtır. Bu iirlerde, Hz. Hamza’nın ecaatı, Hz. Peygamber’in amcası oluu, Hz. Peygamber’e olan sevgisi, din yolunda sadık oluu ve ehid edilmesi; Abbâs’ın Hz. Peygamber’in amcası oluu, Hz. Peygamber’i koruması ve sevmesi üzerinde durulmutur. Hz. Hasan ve Hüseyin’e Övgü Hz. Muhammed’in torunları, Hz. Alî’nin oulları olan Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin hakkında yazılan iirlerdir. âirler bu konudaki övgülerini ya Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan 1997: 291-4) ve Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998: II/145)’da olduu gibi ayrı balıklar altında ya bret-nümâ (emseddîn-i Sivasî 1997: 14-5) ve Tuhfetü’l-emsâl (Kahraman 1999: 103-5)’de olduu gibi aynı balık altında ya da Selîm-nâme (Argunah 1997: 52) gibi “na’t”ın ya da Hüsn ü Dil (Yenipazarlı Vâlî 2003: 229-30), Tuhfetü’l-islâm (Sevgi 1993: 42) ve Firkatnâme (Halîlî 1993: 15) gibi Dört Halife övgüsünün sonunda ilemilerdir. Bazen de, Bahrü’l-kemâl (Hilmî 1995: 32-3)’de olduu gibi Hz. Hamza, Abbâs, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin övgüsü aynı balık altında yapılmıtır. Bazen Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkındaki övgünün Abdülazîz b. Mahmûd el-sfehanî’nin Sıfâtu’l-haremeyn isimli eserinde olduu gibi, “na’t” balıı altında Hz. Peygamber övgüsünden sonra yer alan “çihâr-yâr-i güzîn” methinin akabinde geçtii görülmektedir (Demir 2005: 84-85). âirler, bu övgülerini mesnevî nazım eklinin yanında, kaside nazım ekliyle de yapmılardır. emseddîn-i Sivasî’nin bret-nümâ’sında olduu gibi (Aksoyak 1998: 214,216; emseddîn-i Sivasî 1997: 14-5). Bu iirlerde, Hz. Hasan’ın ehid edilii, güzel ahlâklı oluu, Hz. Peygamber’in torunu oluu; Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da ehid edilmesi, Hz. Peygamber’in torunu, Hz. Alî’nin olu oluu balıca üzerinde durulan konulardır. * Dört Mezhep Kurucusuna Övgü Hanefî mezhebinin kurucusu mam-ı Ebû Hanîfe, âfi’î mezhebinin kurucusu mâm âfî, Mâlikî mezhebinin kurucusu mâm Mâlik ve Hanbelî mezhebinin kurucusu mâm Hanbel hakkında yazılan iirlerdir. âirler, bu konudaki övgülerini ya Nâlî’nin Tuhfetü’l-emsâl’i (Aksoyak 1998: 220-1; Kahraman 1999: 105-8) ve Emre’nin Pend-nâme (Emre 1286: 5-6)’sinde olduu 567 567 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL gibi ayrı balıklar altında ya da Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyıh (Za’îfî 1996: 5-6)’ta olduu gibi aynı balık altında ilemilerdir. 12 mama Övgü 12 imam hakkında yazılan iirlerdir. Bu bölüm, mesnevîlerde az olarak görülmektedir. âirler, bu bölümde Fazlî’nin Mahzenü’l-esrâr’ında olduu gibi 12 imamı medhederler. (Aksoyak 1998: 217-18). Dier Dîn Büyüklerine Övgü Bazı mesnevî âirleri, yukarıda zikrettiimiz slâm ulularının dıında kimi slâm büyüklerini de eserlerinde zikretmiler, onları hürmetle anmılar ve medhetmilerdir. Örnein Za’îfî, Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyıh’ında mâm Ebû Yûsuf, mâm Muhammed ve Züfer’i zikreder, onları hürmetle anar ve ruhlarının ad olması için dua eder (Za’îfî 1997: 6). Alî îr Nevâyî , Hayretü’l-ebrâr’ında Hâce Bahâuddîn-i Nakibendî’yi (Külekçi 1999: I/422), Simkezâde Feyzî Cevâb-nâme’sinde eyh Abdulahad Efendi’yi (Simkezâde Feyzî 1997: 213-4), eyh Gâlib ise Hüsn ü Ak’nda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’yi öven (eyh Galip 1992: 32-4) birer iir yazmılardır. Bazen mesnevîlerin dorudan bir din büyüünün övgüsüyle baladıı da görülmektedir. Örnein Rûenî, Ney-nâme isimli mesnevîsine, 11 beyitlik Mevlânâ ’nın medhinin yapıldıı bir manzume ile balamıtır (Külekçi 1999: I/217). * * * âirlere Övgü âirlerin, bazen mesnevîlerinin “giri bölümü”nde, Türk veya ran asıllı âirleri medheden bir bölüme yer verdikleri de görülmektedir. Bu bölüm, mesnevîlerde az olarak görülmektedir. Örnein Alî îr Nevâyî Hayretü’lebrâr’ında Nizâmî-i Gencevî, Hüsrev-i Dihlevî ve Abdurrahmân-ı Câmî’yi (Külekçi 1999: I/422), Hüsrev ü îrîn (Alî îr Nevâyî 1994: 95-102) ve Leylâ vü Mecnûn’unda (Alî îr Nevâyî 1996c: 54-65) Nizâmî-i Gencevî ve Abdurrahmân-ı Câmî’yi, Lisânü’t-tayr’ında Feridüddîn Attâr’ı (Alî îr Nevâyî 1995a: 33-6), Hâimî ise Mihr ü Vefâ’sında Alî îr Nevâyî’yi (Külekçi 1999: II/125) öven manzumeler yazmılardır. Ömer Fu’âdî ise, Hâbiyye isimli mesnevîsinde, âirleri tanıtıcı üç ayrı bölüme yer vermitir (bak. Zavotçu 2007: 185-203). Bunlardan birinci bölümde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ferîdüddîn-i Attâr, Ammâr, Sultân Veled , Sadreddîn-i Konevî, Âık Paa, Elvân-ı îrâzî, Süleymân Çelebi, Sürûrî, Yazıcızâde Muhammed gibi mutasavvıf âirlerden; ikinci bölümde Sultan II. Murâd, Fâtih Sultan Mehmed (Avnî), Sultan II. Bâyezîd (Adlî), ehzâde Korkud (Harîmî), ehzâde Cem Sultân, Sultan I. Selîm * * * * * 568 568 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN (Selîmî), Kânûnî Sultan Süleymân (Muhibbî), Sultan II. Selîm (Selîmî) ve Sultan III. Murâd gibi Osmanlı Devleti’nin âir sultan ve ehzadelerinden; üçüncü bölümde ise, Necâtî, Zâtî, Emrî, Mahvî, Celâlî, Mesîhî, Melîhî, eyhî, Mestî, Cinânî, Fuzûlî, Kânî, Mânî, Hayretî, em’î, Bezmî, emsî, Fenâyî, Bekâî, Hayâtî, Nihânî, Revânî, Ferîdî, Halîmî, Râzî, Mestî, Andelîbî, Nevâyî, Âftâbî, Lâmi’î, Sâni’î, Tâli’î, Hüseynî, Türâbî, Atâyî, Celîlî, Cemîlî, shak (Çelebi), Bihitî, Hümâmî, Bahârî, Gubârî, Harîmî, Fakîrî, Âhî, Sûzî ve Bâkî olmak üzere toplam 47 âirden bahsetmitir. Bu bölümde genellikle, övülen âirin ilmi ve âirlikteki gücü, eserleri ve eserlerinin özellikleri üzerinde durulmutur. Padiah çin Övgü âirler, bazen mesnevîlerinin “giri bölümü”nde, dönemin padiahını medheden bir bölüme yer verirler. Bu bölüm, “medh” veya “sitâyi” olarak isimlendirilir. Ancak, alıılmıın dıında, sultana ithaf edilen manzumenin “na’t” olarak isimlendirildii de görülür. Meselâ, Çorlulu Za’îfî Mihr ü Mâh’ında, Sultân III. Murâd’a ithaf ettii 18 beyitlik manzumeyi “na’t” olarak isimlendirmitir (Külekçi 1999: II/113). Bu bölümde âir, padiaha balılıını dile getirerek, eserinin kabul edilmesini diler. Onun cülûsundan ve güçlü hükümdarlıından, sülâlesinin hametinden, gönül ehli ve sanatkârlara karı iyi davranıından, devrindeki asayiten bahseder, onu kahramanlıından, fâtihliinden, adaletinden, kereminden... dolayı över. Tanrı’ının yer yüzündeki gölgesi, Hz. Muhammed’in halifesi, cihan sultanlarının en büyüü diyerek yüceltir (Ünver 1986: 436). Bazen âir, övgülerinde sultan ile ran asıllı olan eski mehur hükümdarlardan Dahhak, skender, Feridun, Gâve, Behrâm-ı Gûr... ile mukayese eder ve medhettii hükümdarın bunlardan daha güçlü olduunu vurgular. Bu iirler, ekseriyetle padiahın ömrüne ve devletine dua ile biter. âirlerin bu tür iirlerinde, yoksulluk ve isizliklerinden bahsederek padiahtan yardım istedikleri de görülür. âirler bazen padiahın medhine geçmeden evvel ayrı balık altında onun vasıflarını zikreder. Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998: II/15-6)’da olduu gibi. Bir kısım mesnevîde, ayrı balık altında padiaha çeitli nasihatlar verilir. Mevhûb-ı Mahbûb (Kartal 2000c: 36-7), Riyâzu’l-cinân (arlı 1994) gibi. Bu nasihatların, bazen “Sebeb-i te’lîf”ten sonra yapıldıı da olmaktadır. Ferhengnâme-i Sa’dî (Kilisli Rif’at 1340-: 6-7 [Metin]), Riyâzü’l-cinân (arlı 1994: 5865) gibi. Padiaha yapılan nasihattan sonra, bazen konu ile ilgili bir hikâyenin anlatıldıı da görülmektedir. Mevhûb-ı Mahbûb gibi (Kartal 2000c: 37-9). Bazı mesnevîlerde, “sultan için övgü” bölümlerinin olmadıı görülmektedir. Bu tür mesnevîlerden bazıları unlardır: Kıssa-i Yûsuf (Karahan 1994), Süheyl ü Nev-bahâr (Dilçin 1991), Mantıku’t-tayr (Gülehrî 1957; Yavuz 2007), Yûsuf u * 569 569 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Züleyhâ (Hamdî 1991), Esrâr-nâme (Tebrizli Ahmedî 1996), Mansûr-nâme (Niyâzî 1994), Pend-nâme (Güvâhî 1983), Hayriyye-i Nâbî (Nâbî 1995), Hüsn ü Ak (eyh Galip 1992), Cân u Cânân (Refî’ 2000). Bazı mesnevîler ise, dorudan padiaha övgü ile balamaktadır. Vizeli Bihitî’nin Cemâh u Alemâh mesnevîsi gibi (Külekçi 1999: II/304). Padiah için yazılan övgü, ekseriyetle “sebeb-i te’lîf”ten önce gelir. Ancak, bazen “sebeb-i te’lîf”ten sonra geldii de görülür. Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974: 265-6), Nak-ı Hayâl (Âzerî brahim Çelebi 1994: 51-9), Taauk-nâme (Köktekin 2000: 52), Sıfâtu’l-haremeyn (Demir 2005: 89-92) ve Bahrü’l-kemâl (Hilmî 1995: 42-8) gibi. Padiah için yazılan övgünün, “sebeb-i te’lîf” balıı altında geçtii de olur. âir, bu durumda önce, padiahı medheder, daha sonra eserini yazma sebebini açıklar. Murâd-nâme (Ceyhan 1997: I/195-203), Hüsrev ü îrîn (Celîlî 1997: 102-5) ve Vikâye Tercümesi (Çelebiolu 1999: 178-9) gibi Padiah için yazılan övgüler, bazen mesnevî, bazen kaside, bazen de gazel tarzındadır. Bir eserde, her üç nazım ekliyle yazılan padiah övgüleri de olabilir. Selîm-nâme (Argunah 1997) gibi. Deh-murg’da Yavuz Sultan Selim övgüsünde mesnevî nazım ekliyle yazılan manzumenin “Kasîde der-Medh-i Selîm Han” eklinde isimlendirilmesi dikkat çekmektedir (Kaplan 2003: 72). Bazen ayrı balık altında, sultanın cülûsuna, mesnevî nazım ekliyle tarih söylendii de görülmektedir. Celîlî’nin Hüsrev ü îrîn’i gibi (Celîlî 1997: 105-7). Bazı mesnevîlerde, sultana yapılan medihten sonra, ya sultanın ei için (Hacıeminolu 1968: 193-5) ya da turası için (Lâmi’î Çelebi 1998a: 132-4) müstakil övgü manzumesi yazıldıı da görülmektedir. Bazen âirler, sultan övgüsünde kaleme aldıkları manzumelerde hem eserini yazma sebebini açıklamılar hem de eserlerinin isimlerini belirtmilerdir. Nitekim Dervî emseddîn, Deh-murg isimli mesnevisinde Yavuz Sultan Selim övgüsünde kaleme aldıı manzumesinde hem eserini yazma sebebini hem de eserinin ismini u beyitlerde açıklamıtır (Kaplan 2003: 74): * * Ben gedâ dahı ümîd idüp taleb Bir haber buldum du’âyıçün sebeb Dil-güâ vü hande-i sultân içün Server-i ‘âlem eh-i merdân içün Pür-letâyif bir hikâyet söyledüm Adını ‘âlemde Deh-murg eyledüm Devlet Büyüü çin Övgü Mesnevîlerin “giri” kısmında, âirler padiahtan sonra sadrazam, vezir, eyhülislâm, kazasker... gibi devlet büyüklerinden birine de övgü koyabilirler (Ünver 1986: 436). Bu övgü, bazen “sebeb-i te’lîf” balıı altında da olabilir. 570 570 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Meselâ, Kitâbu’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994)’de “Bu fasl kitâbun tasnîfi ve musannifi hâlin bildürür” balıı altında Kasapolu Ali Bey meth edilir. Devlet büyüü için yazılan övgü, ekseriyetle “sebeb-i te’lîf”ten önce gelir. Ancak, bazen “sebeb-i te’lîf”ten sonra geldii de görülür. Tuhfetü’l-emsâl (Kahraman 1999: 126-32) gibi. Bu övgüde, övülen devlet büyüünün mevkii, adaleti, ünü, kitapları, ilim ve irfanı, cömertlii, lutfu, rüveti önlemesi, ilim adamı ve sanatkârlara ilgi göstermesi gibi özellikleri üzerinde durulur. Sebeb-i Te’lîf Mesnevîlerin “giri bölüm”lerinde, hemen hiç ihmal edilmeyen balıklardan biri de, “sebeb-i te’lîf”tir. Bu balık, “sebeb-i te’lîf-i kitâb”, “sebeb-i nazm-ı kitâb”, “sebeb-i nazm-ı eser”, “sebeb-i te’lîf ve nazm-ı kitâb”, “sebeb-i tasnîf-i kitâb”, “sebeb-i tahrîr”, “sebeb-i te’lîf ü tahrîr”, “bâ’is-i te’lîf”, “sıfat-ı nazm-ı kitâb”, “der-beyân-ı sebeb-i nazm-ı kitâb”, “der-beyân-ı sebeb-i te’lîf ve bâ’is-i tasnîf”, “Sebebü’t-te’lîfü’l-kitâb” eklinde de olabilir. “Sebeb-i te’lîf”in bazen Türkçe kurallara göre yazıldıı da müahede edilmektedir. Nitekim “sebeb-i te’lîf” bölümünün balıı, Kutb’un Hüsrev ü îrîn’inde “kitâb nazm kılmakka sebeb beyân ayur” (Hacıeminolu 1968: 195) eklinde, Taauk-nâme’de ise “kitâb sebebi” (Köktekin 2000: 51) tarzında geçmektedir. âir, bazen balıkta eserin ismini de zikreder: “Sebeb-i nazm-ı nasîhat-nâme” (Nâbî 1995: 183), “dersebeb-i te’lîf ve nazm-ı kitâb-ı cemîd ü hurîd” (Akalın 1975: 77), “sebeb-i te’lîf-i kitâb-ı selîm-nâme” (Argunah 1997: 57) gibi. Farsçadan tercüme edilen bazı mesnevîlerde, bu balık “sebeb-i terceme...” eklinde geçer (Ünver 1986: 436). “Sebeb-i terceme sâhten...” (Kilisli Rif’at 1340-: 3 [Metin]), “sebeb-i nazm-ı tercemân-ı în-kitâb” (Dilçin 1991: 213), “sebeb-i terceme oden-i… (Emre 1998: 32) gibi. Kimilerinde ise balık, “sebeb-i te’lîf”in yanında baka bir amacı da anlatır: Tuhfetü’l-uâk’taki “sebeb-i nazm-ı kitâb u sıfat-ı eb” (Türkmen 2000: 83), Hurîd-nâme’deki “der-sıfat-ı nazm-ı kitâb ve ahvâl-i nazm” (Ayan 1979: 140), Yûsuf u Züleyhâ’daki “sebeb-i nazm-ı kitâb ve ta’rîf-i ehr-i Belh aytur” (Korkmaz 1995: 317), Habiyye’deki “Risâle-i Habiyye’nin Sebeb-i Te’lîfi ve Kitâb-ı Yûsuf u Züleyhâ’nın Mü’ellifi Hamdî Çelebi kuddise sırrahu Hazretlerinin Ber-vech-i htisâr Tavsîf ü Ta’rîfidir ki Zikr Olınur” (Zavotçu 2007: 203) örneklerinde olduu gibi. âir, bu balık altında hem eserini niçin yazdıını hem de onu bu eseri yazmaya yönelten sebebi açıklar. Mesnevîlerde bu sebepler u ekilde kendini göstermektedir: * 571 571 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Bir gece, Allah’tan âirin gönlüne gelen bir ilham dolayısıyla: Mevhûb-ı Mahbûb (Kartal 2000c : 47-50), Dil ü Gamze (Simkezâde Feyzî 1997: 76-9) gibi. âir düünde veya kendi âleminde dalmıken, hâtiften gelen bir sesin ondan böyle bir mesnevî yazmasını istemesi: Murâd-nâme (Ceyhan 1997: I/195- 203), Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan 1997: 305-10) gibi. Rüyasında, kendisinden önce yaayan büyük âirlerden birinin görevlendirmesi: Gül-i Sad-berg (Külekçi 1999: I/426) gibi. âirin düünde sultanı görmesi, sultanın ona neyinin olduunu söylemesi. Bu düün, âirin iirinin olup olmadıı tarzda tabir edilmesi dolayısıyla: Mihr u Mâh (Anbarcıolu 1986: 101-2). âirin, bir mecliste dostlarıyla oturup sohbet ederken, onların zikri geçen konuda ondan bir eser yazmasını istemesi: Leylâ vü Mecnûn (Fuzûlî 1981: 6873), Sâkî-nâme (Kortantamer 1997: 163) gibi. âirin, hamse yazma istei, dostlarının bu yolda onu teviki: Nefhatü’lezhâr (Kortantamer 1997: 177) gibi. âirin, bir mecliste dostlarıyla oturup mehur bir mesnevîyi okurken, arkadalarının ondan benzer bir eser yazmasını istemesi: Heft-hvân (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 138-53), Sohbetü’l-ebkâr (Yelten 1999: 28-33; Kortantamer 1997: 198-9), Hüsn ü Ak (eyh Galip 1992: 38-46) gibi. âirin, arkadalarıyla bir mecliste otururken, onların kendisinden diline kadın hikâyesi almadan bir nevcivan rivayeti ile aka dair bir eser yazmasını istemesi: âh u Gedâ (Külekçi 1999: II/313) gibi. âirin, yeis içinde geçen ömrüne hayıflanıp isminin bâkî olması için bir eser yazmak istemesi: Bahrü’l-kemâl (Hilmî, 1995: 33-42), Gazavât-ı Sultân Murâd bni Muhammed (Çelebiolu, 1999: 341) gibi. âirin, eline geçen “Det-i Kıpçak” veya “Tatar dili”nde yazılmı bir eseri, Türk diline kazandırmayı istemesi: Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998: II/1721), Ik-nâme (Yüksel 1965) gibi. Zamanın sultanı veya baka bir devlet büyüünün, yabancı dilde yazılmı beendii bir eserin, Türk diline kazandırılmasını bizzat âirden istemesi: Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975: 77-9), Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974: 262), Gülen-i uâk (Çelebiolu 1999: 329) gibi. Önceden tercüme edilen eserin pek yararlı olmadıı, bu iten anlamayanların Türkçeye lâyıkıyla aktaramayacaını, bu ii en iyi kendisinin yerine getirecei düüncesi: Tercüme-i Pend-nâme-i Attâr (Emre 1998: 32-4). Kendisine hâmî arayan âirin, hâmî bulunca ona bir eser hediye etme kaygısı: Kitâbu’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994) gibi. Dönemin hükümdarına ithaf etmek için: Kıyâfet-nâme (Külekçi 1999: II/277) gibi. Arkadaının âirdeki âirlik yeteneini fark edip onun bir eser yazarak sultana sunmasını tavsiye etmesi: Mihr ü Müterî (Arslan 2009: 119-21). * * 572 572 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN âirin, hikâye kahramanı ile kendi yaantısı arasında ilgi kurması: Yûsuf u Züleyhâ (Hamdî 1991) gibi. Subh-ı sâdık vaktinde, âirin elindeki kalemin dile gelip kendisinden böyle bir eser yazmasını istemesi: Kitâb-ı Usûl (Usûl-nâme) (Külekçi 1999: I/432). Bir âirin, kendi mesnevîsine nazire yazılamayacaı iddiasına karı: Cân u Cânân (Refî 2000: 133-6) gibi. Sultanın, Husrev ü îrîn tarzında bir kitap araması, âirin bu tarzda bir eser yazarak sultana arz etmek istemesi: Hüsrev ü îrîn (Celîlî 1997: 103) gibi. Sultanı övmek için: Gülen-i Hurremî (Arslan 1999: 685-764) gibi. Sultanın gönlünü açmak ve onu honut etmek için: Deh-murg (Kaplan 2003: 74). Durumunu sultana arz ederek bir makam elde etmek için: Câmi’u’l-buhûr Der-Mecâlis-i Sûr (Alî 1996; Arslan 1999: 333-623) gibi. Yarâna “Mevlevilere” hediye etmek için: Fütüvvet-nâme-i Esrâr (Horata 1998: 42-6). Bazen âirler, mesnevîlerini yazma sebebini, eserinin sonunda belirtmilerdir. Nitekîm Ûdî, Mâcerâ-yi Mâh isimli mesnevîsini yazma sebebini eserinin sonunlarında yer alan u beyitlerle açıklamıtır (Kutlar 2005: 42, 19192): Didüm bir gün dilâ bu iki âhı Gerekdür vasf idesin mihr ü mâhı Sıgınup evvelâ lutf-ı lâha Diyesin bir risâle nâm-ı âha O eh mihr ola vü eh-zâdesi mâh Vire anlara ömr-i bâkî Allâh862 Kul Mes’ûd ise, Kelîle ve Dimne mesnevîsinin sonlarına doru eserini yazma sebebini u ekilde belirtmektedir (Adamoviç 1994: 275-77): Bir gün oturmıidüm bir ho gulâm Girdi nâgeh kapudan virdi selâm Didi gelün sizi okır ol emîr Ol keremlü hulkı ökü bî-nazîr Adı Dâvud Beg Süleymân gibi ol Nerre dîvlere bulur ‘aklile yol ………………………………. Döndi didi bir iümüz var bitür Eksügi her neyise anı yitür Bir Kelîle buldum anı nazmile 862 Bu beyitlerden, âirin “iki” âhı (Sultan Selîm ve ehzâde Murâd) yani “mihr ile mâh”ı vasfetmek arzusuyla ve “ah” (Sultan Selîm) adına yazdıı anlaılmaktadır (bak. Kutlar 2005: 42). 573 573 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Ol kimesne kim getürmidür dile Eyle kim degül bir niçe nazmı hiç Kimi artuk kimi eksük kimi pîç Sunıvirdi elüme güle güle Aldum elinden anı i’zâzile Bakıcagaz gördi gözüm key ‘aceb Düzmi anı beklememi hiç edeb lle niceme ki kamu uz degül Yir yirin söz var ki hem yavuz degül Miskîn ol düzen anı kim eylemi Neylesün yitdükçe güci söylemi lle anun gibi bir fahır kitâb Ya’nî neyçün olmayaydı pür-savâb ncü düzmek gey hünerdür bî-nazîr Lîk gerek anı düzmege harîr …………………………… Çün begümdür sözini hiç sımadum Ne buyurursan anı kılam didüm Ne kadar kim cehd idüp kıldum halâs Açamadum öyle kim dutmıdı pas Ol kadar kim kaldı benden bilmenüz Anı görüp beni gaybet kılmanuz Hem yazan dahı kitâbı az durur i’ri gökçek yazıcı gey az durur Çün temâm itdüm bi-hamdi’llâh anı Çok ‘atâ virdi vü ho dutdı beni Olanlar eyhi brâhîm ise, Müfîd u Muhtasar isimli eserinin sonunda eserini yazma sebebibini müstakilen kaleme aldıı “Fî-beyânı Sebebi’t-te’lîfi’lkitâb” balıklı bölümde açıklamıtır (Kemikli 2003: 230-33). * “Sebeb-i te’lîf” balıı altında âir, eserinin yazılı sebebini yazmakla kalmaz; kendi hayatı hakkında bilgi verir, bu konuda kendinden önce eser veren büyük âirleri anar, onlara nazire yazmakla övünür. Mesnevîsinin çeviri ya da taklit olmadıını bildirir. âirler, “sebeb-i te’lîf”e ayrılan kısmın sonunda, yanlılarının ve eksiklerinin baılanması dileinde de bulunabilirler. Bu yüzden, âir ve eser hakkında en önemli bilgilerin “sebeb-i te’lîf” bölümünde olduu söylenebilir (Ünver 1986: 437). Kimi âirler, “sebeb-i te’lîf” bölümünde, eserlerinin ismini belirtir. Bedr-i Dilâd’ın Murâd-nâme’si (Ceyhan 1997: I/198) ve Nâlî Mehmed’in Tuhfetü’lemsâl’i (Kahraman 1999: 126) gibi: Murâd-nâme: Kitâba Murâd-nâme yâd itdüm ad Mürîdüm müyesser olısar murâd 574 574 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Tuhfetü’l-emsâl: Himmetün olursa koyam bir eser Bâ’is-i tezkîr ola âm u seher Tuhfe-i emsâl ola ser-nâmesi Aslı kühen tâze ola câmesi Kimileri ise, eserlerinin telif tarihini ve tamamlandıı yeri kaydetmitir. Rumelili Za’îfî’nin Bâg-ı Behit’i gibi (Za’îfî 1998: 24): Olup hâlî evkâtde feth-i bâb Tamâm oldı znikde bu kitâb Mübârek gün idi hümâyûn sâl Ki bu gevher-i nazma irdi kemâl Tokuzyüz dahı elli altıydı tâm Ne ho târîh oldı olup ho tamâm Muharremde eyyâm-ı bıyz idi hem Ki tesvîd kıldı beyâzın kalem “Sebeb-i te’lîf” bölümünde bazen sultanın ölümü veya övgüsü hakkında iirlerin yazıldıı da görülmektedir. eh-nâme Tercümesi’nde olduu gibi (Kültüral 1999: I/11-16). Çok az olmakla birlikte, bazı mesnevîlerde “sebeb-i te’lîf” bölümünün olmadıı da görülmektedir. slâmî’nin mesnevîsi (Yüksel 1996), Yûsuf-ı Meddâh’ın Varka ve Gülah’ı (Yûsuf-ı Meddâh 2007), Yûsuf Hakikî Baba’nın Mahabbet-nâme’si (Çavuolu 2009) ve Nahîfî’nin Hicretü’n-nebî’si (Çelebiolu 1998), erîfî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sı (erîfî 2001) gibi. Bütün mesnevîlerde görülmemekle birlikte, “Giri bölümü”nde “mev’ize (= öüt)”, “sözün yücelii”, “söz söyleme arzusu”, “sözün vasıfları”, “hasb-i hâl”, “âlemin merhametsizlii", “felek ve hareketleri”, “hurûf u ma’nî”, “insan ruhu ve yaratılıı”, “tenbîh”, “hisse”, “temsîl” “ak”, “gönül”, “hayret” ve “kaleme hitap” gibi balıklarla da karılaılabilir. Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiyye’sinin “giri bölümü”nde mesnevî nazım eklinden bahseden bir bölüme yer vermesi dikkat çekmektedir (Yavuz 2007: II/25-27). Mesnevînin dorudan Tursun Fakîh’in Kıssa-i Ummân Cengi (Çetin 2002: 135) ve Gazavât-ı Kıssa-i Mukaffâ (Çetin 2002: 259) mesnevîleri gibi “nasihatname”, Celîlî’nin Hüsrev ü îrîn (Celîlî 1997)’i gibi “Allah lafzının vasfı”, Talıcalı Yahyâ Bey’in Kitâb-ı Usûl (Külekçi 1999: I/432)’ü gibi “kaleme hitap”, Güftî’nin Terîfâtü’-u’arâ (Yılmaz 2001: 83 vd)’sı gibi “kalemini ve iirini överek”, Kâfzâde Fâizî’nin Sâkî-nâme (Külekçi 1999: II/520)’si gibi “dorudan konuya girerek”, Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975)’i gibi “dua” manzumesiyle, Vizeli Bihitî’nin Cemâh u Alemâh (Külekçi 1999: II/304)’ı gibi “padiaha övgü” manzumesiyle veya eserin isminin belirtildii bir beyitle (âhidî: 1b; (x) 1b) baladıı da görülebilir. Ayrıca ender olarak Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda * 575 575 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL görülen üç rübâî ile mensur bir kısım (Fuzûlî 1981), Süleymân Çelebi’nin Mevlid’inde görülen Arapça mensur bir kısım (Süleymân Çelebi 1990) ve Âık Paa’nın Garîb-nâme’sinde görülen Farsça mensur bir kısımdan oluan “dîbâce”yi de (Âık Paa: 1b-4a; Yavuz 2000: I/1 2-9) burada zikretmek gerekir. Mesnevîlerin “giri bölümü”nde, “konunun ilendii bölüm”den önce, eserin bölümlerinin ve o bölümlerde ilenen konuların manzum olarak yazıldıı da görülmektedir.863 Âık Paa’nın Garîb-nâne’si (Âık Paa: 4a-5a; Yavuz 2000: I/1 9-13), Enverî’nin Düstûr-nâme’si (Enverî 1928: 4-5) ve Âık Ahmed’in Câmi’ul-ahbâr’ı gibi (Âık Ahmed 1998: II/21-9). Bu bölümde âirler, bazen eserin ismini belirten (Halîlî 1993: 16-8), bir ehire veya bir ehre ait semtlere deyinen (Sungur 2006: 165-203), bazen de okuyucudan dua bekleyip eserindeki eksikliklerden dolayı onlardan özür diledikleri bir bölüme yer vermilerdir (Süleymân Çelebi 1995: 77-81). Burada son olarak unu belirtelim ki, bir mesnevînın “giri bölümünde yukarıda sıraladıımız bütün balıklar bulunmadıı gibi, burada zikredilmeyen bazı balıklara da rastlanabilir. * * Konunun ilendii bölüm Mesnevîlerde, “âgâz-ı dâstân”, “matla’-ı dâstân”, “âgâz-ı kıssa”, “âgâz-ı kitâb”, “ibtidâ-i dâstân”, “ser-nâme-i dâstân”, “medhalü’l-kitâb”864... gibi balıklarla balayan “konunun ilendii bölüm”865, mesnevînin ana ve asıl bölümünü oluturmaktadır. âirler genellikle bu bölüme yukarıda zikredilen balıklar altında giri yapmılardır. Ancak bazen eyyâd Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sında olduu gibi giri hüviyetine ait bölümün akabinde “girizgah” hüviyetine sahip beyitlerden sonra asıl konuya baladıkları da görülmektedir: Bundan sonra imdi anla söz yatın Nicedür eydem Yûsuf hikâyetin Nazm düzdüm bu sözi dün ü güni Gör ki ne îrîn hikâyetdür bunı Zî îrîn söz Yûsuf kıssası Dinleyenün gide gönli gussası Budur âhir kıssalarun görklüsi Kur’ân içre mushaflarun yazusı mdi dinlen sözüme tutun kulak 863 864 Bazen konunun ilendii bölümde, eserin bölümlerinin ve o bölümlerde ilenen konuların manzum olarak yazıldıı da görülmektedir. Atâ’nın Tuhfetü’l-uâk’ı gibi (Türkmen 2000: 140-1). Olanlar eyhi brâhîm , Müfîd ü Muhtasar isimli mesnevîsinde asıl konuya “medhalü’l-kitâb” balııyla balamaktadır (bk. Kemikli 2003: 106). Kutb’un Hüsrev ü îrîn’inde asıl konunun ilendii bölüme “husrav îrîn hikâyetining evveli” balııyla balanmaktadır (Hacıeminolu 1968: 197). * 865 576 576 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Bir söz eydem kim ekerden tatlurak Varıdı Ken’ânda bir server kii Adı Ya’kûb kendü peygâmber kii (Yıldız 2008: 202; Demirci 2008: 82-85) Burada ele alınıp ilenen konuların eserden esere deitii görülür. Bu deikenlik, bölümün genel planında da kendini gösterir. Bu bölümde, “giri bölümü” için verilen genel plana benzer bir plan vermek mümkün deildir (Ünver 1986: 438). Edebiyatımızda, mesnevîlerin bu bölümde ele aldıkları konulara göre tasnif edildii malumdur. Bu tasniflerin aynı konuda yazılmı mesnevîleri göstermek için yararlı olduu açıktır. Ancak, mesnevîlerin yazılı amaçlarına göre tasnif edilmesinin yukarıdaki açıdan olduu kadar, bu eserlerin ana bölümlerinin planları arasında balantı kurmak yönünden de yararlı olacaı aikardır. smail Ünver, bu düünceden hareketle, mesnevîleri yazılı amaçlarına göre dört gruba ayırmı ve her grubun elde bulunan örneklerinden bazılarını notlarla göstermitir (Ünver 1986: 43843). Biz de, smail Ünver tarafından yapılan gruplandırmaya uyararak mesnevîleri tasnif edeceiz: I. Grup Okuyucuya bilgi vermek, onu eitmek amacı güden eserler: Bu grupta dînî, tasavvufî, ahlâkî eserlerle, eski bilimlerle ilgili olan ve ansiklopedik bilgiler veren mesnevîler yer alır: Dînî Mesnevîler Esmâ-i Hüsnâ erhleri: bn-i Îsî-i Saruhanî: Esmâ-i Hüsnâ erhi (Akbay 1996; Külekçi, trhs.; Külekçi 1999: I/18-26) / Lâmi’î Çelebi: erh-i âfî (Lâmi’î Çelebi (x); Külekçi 1999: I/27-33) / ener 1986. Sure, Ayet ve Hadis Çeviri ve erhleri: Hatibolu: Letâyif-nâme (Çelebiolu 1999: 126-8) / Hüseynî: (Hüseynî) / Nâlî: (Nâlî; Külekçi 1999: I/3440) / eyyâd Îsâ: (Dilçin, 1978) / Nakî Alî-i Akkirmânî: Gavriye (Ula 1998; Külekçi 1999: I/41-6) / Merdümî: Tuhfetü’l-islâm (Sevgi 1993). Kırk hadis çeviri ve erhleri: Kemal Ümmî: Kırk Armaan (Kemal Ümmî 1970: 29-54; Çelebiolu 1999: 137) / Hakanî: (Hakanî 1993; Külekçi 1999: I/4751; Karahan, 1991: 207-13) / Hazînî: (Karahan 1991: 161-70). Yüz hadis çeviri ve erhleri: Hatibolu: Ferah-nâme (Hatibolu 1521, 1984, 1994; ahin, 1993; Çelebiolu 1999: 192-208) / Latîfî: Subhatü’l-uâk (Karahan 1991: 187-91) / Belî: Gül-i Sad-berg (Abdulkadirolu 1997) / Öztoprak 1993. 577 577 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL lmihaller: Mustafa bin Yûsuf el-Mar’aî: Ravzatü’l-îmân (Mazıolu 1982). Akaide dair eserler: Duhânî-zâde Velî: Zübdetü’l-akâid (Anbarcıolu 1968) / Alî îr Nevâ’î: (Levend 1958). Fıkhî eserler: Devletolu Yûsuf: Vikâye Tercümesi (Altunkaynak 1992). Mevlidler: Süleymân Çelebi: (Süleymân Çelebi 1990, 1995; Pekolcay 1992) / Kerîmî: râd (Aslan 2009) / Sinanolı: Nazm-ı Siyer-i Nebî (Sinanolı; Külekçi 1999: I/108-12) / Ahmedî: (Ünver 1978) / Hacı Mustafaoglu: Mecma’ü’l-envâr (Pekolcay 1953: 350-52) / emsî: Mevlid-i Nebî (emsî; Külekçi 1999: I/113-9) / Süleymân Nahîfî: Mevlidü’n-nebî (Karaca 1999; Külekçi 1999: I/120-6) / Himmetzâde Abdî: Gencîne-i ’câz (Bayram 2000) / Re’fet Efendi: Menkıbe-i Mevlid-i Fahru’l-kâ’inât (Re’fet Efendi 1998) / psalalı Ebu’l-hayr: Mevlid (Günen 2004) / Mar’aî Kurâ-zâde Nâdirî (Tandır Alıcı 2009) / Pekolcay 1950; Mazıolu 1974a; Aksoy 2002, 2007. Bi’set-nâme: eyhül-islâm shak Efendi: (Doan 1997; Külekçi 1999: I/127-32). Hicret-nâme: Süleymân Nahîfî: (Nahîfî; Çelebiolu, 1998; Külekçi, 1999, C. I: 159-63 ) Mi’râciye: Ârif: (Ârif, (1); Çelebiolu 1999: 292-9) / Ganî-zâde Nâdirî: (Ganî-zâde Nâdirî; Külekçi 1999: I/136-41) / Abdülbâkî Ârif Efendi: (Abdülbaki Ârif Efendi; Külekçi 1998: 142-8) / Abdülvâsi Çelebi: (Çelebiolu, 1999: 125-6) / eyh smâ’îl Hakkî-i Bursevî: (eyh smail Hakkî-i Bursevî; Külekçi 1999: I/14953) / Simkezâde Feyzî: (Simkezâde Feyzî 1997: 193-208) / Süleymân Nahîfî: (Süleyman Nahîfî, (1); Külekçi 1999: I/154-8) / Akar 1987a; Akdoan 1989. Mu’cizât: Gurbetî: Mu’cizât-ı Resûl Aleyhi’s-selâm (Pekolcay 1953: 352-3). Vefâtü’n-nebî: Ârif: (Ârifî; Çelebiolu 1999: 300-7) Hilyeler: Hakanî: (Hakanî 1848, 1991) / Necîb Efendi: (Necîb Efendi; Külekçi 1999: I/63-8) / Neâtî Ahmed Dede: Hilye-i Enbiyâ (Neâtî (x), 1876; Külekçi 1999: I/69-75) / Uâkî Abdullâh-ı Salâhî: Hilye-i Hasaneyni’lahseneyn (Uâkî; Külekçi 1999: I/76-82) / Cevrî: Hilye-i Çihâr-yâr-i Güzîn (Cevrî (x), 1891; Külekçi 1999: I/83-7) / Edirneli Güftî: Hilye-i Aere-i Mübeere (Edirneli Güftî; Külekçi 1999: I/88-92) / Bursalı Ali Rıza: Hilye-i Hazret-i Mevlânâ (Bursalı Ali Rıza; Külekçi 1999: I/93-6) / Güngör 2000. Hz. Muhammed ve yakınları hakkında çeitli hikâyeler: Nakîbolu: Dâsitân-ı Adn der-Hikâyet-i Hasan ve Hüseyn (Nakibolu; Çelebiolu 1999: 889) / Kayserili Îsâ: Dâsitân-ı brâhîm (Vefât-ı brâhîm) (Koncu 2001; Çelebiolu 1999: 82-3). Makteller: (Kastamonulu âzî: Dâsitân-ı Maktel-i Hüseyn (Kastamonulu âzî; Çelebiolu 1999: 56-8) / Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi; Külekçi 1999: I/412-8) / Çalayan, 1997. Muhammediyye ve benzerleri: Yazıcıolu Muhammed: (Çelebiolu 1996) / Müellifi belli olmayan Yazıcıolu Muhammed’in Muhammediyye’sine nazire: (Çelebiolu 1991: I/187-9) / Ahmed Müridî: Ahmediyye (Çelik, 2000) / * 578 578 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Mahmûd ibn Mehmed’in Mahmûdiyye’si, Hamdullâh Hamdî’nin Ahmediyye isimli eserleri (TDEA 1997). Dînî bilgi ve öütler veren eserler: Kemalolu smâ’îl: Ferahnâme (Kemâlolu smâ’îl 1998) / slâmî: (Yüksel 1996) / Cemâlî: Miftâhu’l-ferec (Cemâlî 1998; Demirta 1951: 195-6, 211-3) / eyh Baba Yûsuf: Mevhûb-ı Mahbûb (Kartal 2000c; Kartal 1998b). Fütüvvet-nâmeler: Gülehrî: (Kartal 2005a) / Esrâr Dede: Fütüvvet-nâme-i Esrâr (Esrâr Dede; Külekçi 1999: I/253-7; Horata, 1998: 42-6) // Torun, 1998 Kutsal yerleri anlatan mesnevîler: Ahmed Fakih: (Ahmed Fakih 1974) / Abdurrahmân Gubârî: (Abdurrahmân Gubârî, (X); Cokun 49-51) / Bahtî: Manzûme fî-menâsiki’l-hac (Cokun, 1999: 51-54) / Sulhî: Der-Beyân-ı Aded-i Menâzil-i Hicâz (Cokun 1999: 45-7) / Bahrî: Üsküdar’dan am’a Kadar Konaklar (Cokun 1999: 56-7) / Abdülazîz b. Mahmûd el-sfehanî Sıfâtu’lharemeyn (Demir 2005) / Kâmil: Menâsik-i Hac (Cokun 1999: 61-2) / Bosnalı Muhlis: Delîlü’l-menâhil ve Müridü’l-merâhil (Cokun 2007). Tasavvufî Mesnevîler Mevlânâ ’nın Mesnevî’si çeviri ve erhleri: Mu’înî: Mesnevî-i Murâdiyye (Yavuz 1977, 1982, 1983a, 1989; Uzluk 1964) / brâhîm Beg: (brâhîm Beg 1995; Kartal 1999a: 194-7) / Dede Ömer Rûenî: (Dede Ömer Rûenî 1990) / âhidî: (âhidî 1298) / Nahîfî: (Nahîfî 1967- / Çelebiolu 1978; Kartal 1999a: 181-243). Tasavvuf ve prensiplerini anlatıp öretme amacı güden mesnevîler: Âık Paa: Garîb-nâme (Âık Paa 1986, 1989, 1990, 1991, 1998, 2000; Yavuz 2000); Fakr-nâme (Levend 1988a); Vasf-ı Hâl (Levend 1988a) / Hatibolu: (Ertaylan 1960a; Türk 2009) / Ârif: Müridü’l-ubbâd (Çelebiolu 1999: 279-4) / Muslihüddîn Vahyî-i abanî: (abanî 1999); Abdurrahîm-i Karahisârî: Vahdetnâme (Abdurrahhîm-i Karahisârî 1991) / Nidâî : Genc-i Esrâr-ı Ma’nî (Yılmaz 2009) / Azîz Mahmûd-ı Hudâyî: Necâtü’l-garîk (Hudâyî; Külekçi 1999: I/242-8). ran edebiyatındaki tasavvufî mesnevîlerin çevirileri ve benzerleri: (Attâr’dan: Esrâr-nâme: Tebrizli Ahmedî: (Tebrizli Ahmedî 1996; Azamat 1988; Kartal 1999a: 490-524 [Attâr’ın ve Tebrizli Ahmedî’nin Esrâr-nâmelerinin mukayesesi] / Huzûrî: (Kutluk 1952; Kartal 1999a: 139-41) / Mantıku’t-tayr: Gülehrî: Mantıku’ttayr (Cunbur 1952; Gülehrî 1957; Yavuz 2007; Toska 1990; Dilçin 1993; Kartal 2004a) / Ali ir Nevâyî: Lisânü’t-tayr (Ali ir Nevayî 1995a) / Gülehrî: Feleknâme (Kocatürk 1982, 1984) / Za’îfî: Gülen-i Sî-murg (Za’îfî 1993; Toska 1990; Dilçin 1993; Kartal 1999a: 149-52) / Fedâî Dede: Mantık-ı Esrâr (Fedâî Dede 1993; Toska 1990; Dilçin 1990) / âhidî: Gülen-i Vahdet (âhidî 1996; Kartal 1999a: 156-7) / emsî: Deh-murg (Kaya 1997a; Aksoy 1998; Kaplan 2003; Karadüz 2000; Kartal 1999a: 153-6) / Ârifî: Ravzatü’t-tevhîd (Kartal 1999a: 157-8) / emseddîn-i Sîvâsî: Gülen-âbâd (Kartal 1999a: 158-60) // lâhî-nâme: * * * * 579 579 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL emseddîn-i Sivasî: (emsed-dîn-i Sivasî 1997; Kartal 1999a: 166-70) / Bülbülnâme: Bülbüliyye (Ömer Fuâdî; Külekçi 1999: I/300-4) // Nizâmî’den: Mahzenü’l-esrâr: Yahya Bey: (Yahya Bey 1992) / Âzerî brâhîm Çelebi: (Âzerî brahim Çelebi 1994) / Cinânî: (arlı 1994; Okuyucu 1989) / Âlî: (Âlî 1995) / Hayâlî: (Köksal 2003a; Hayâlî 1449; Çelebiolu 1999: 365-73) / Bursalı Rahmî: (Bursalı Rahmî 1985, 1990; Aynagöz 1989) / Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982, 1986) / Nev’îzâde Atâyî: (Kortantamer 1997: 175-97) / Erien 1992; Kartal 1999a: 261-94 // Câmî’den: Sübhatü’l-ebrâr: Yahya Bey: (Talıcalı Yahya 1995) / Nev’î-zâde Atâyî: Sohbetü’l-ebkâr (Yelten 1999; Kortantamer 1997: 197-229) // ebüsterî: Gülen-i Râz: Elvân-ı îrâzî: (Elvân-ı îrâzî; Sadîk 1381a; Kartal 2003d); Ahmed Avni Konuk: (Karabey 2007). Evliya menkabeleri: Gülehrî: Kerâmât-ı Ahi Evran (Kartal 2009), Âık Ahmed: Câmi’ü’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998; Çelebiolu 1985) / Elvan Çelebi: Menâkibu’l-kudsiyye fî-Menâsibi’l-ünsiyye (Elvan Çelebi 1984; Tulum 2000) / Niyâzî: Mansûr-nâme (Niyâzî 1994) / Kemâl Ümmî: Menâkıb-ı Gîlânî (Kemâl Ümmî; Külekçi 1999: I/385-90) / Lokmanî Dede: Menâkıb-ı Mevlânâ (Levend 1988: 436). Temsilî yoldan tasavvufu anlatan eserler: Ahmed-i Dâ’î: Çeng-nâme (Ahmed-i Dâ’î 1975, 1992; sen 1993a; Uysal 1998; Ertaylan 1952: 79-108) / Halîlî: Firkat-nâme (Halîlî 1993) / Nev’î: Münâzara-i Tûtî vü Zâg (Gürer 2005) / eyh Gâlib: Hüsn ü Ak (eyh Galip 1992; Yenikale, 1996; Doan 2007) / Refî’i Âmidî: Cân u Cânân (Refî 2000, 2003); ânî Mehmed Efendi: Gülen-i Efkâr (âni Mehmed Efendi; Külekçi 1999: I/335-40) / Simkezâde Feyzî: Gamze vü Dil (Simkezâde Feyzî 1997: 47-208) / Keçecizâde zzet Molla: Gülen-i Ak (Keçecizâde zzet Molla; Külekçi 1999: I/364-9; Sarıkaya 2008). Yûnus Emre , Kaygusuz Abdal ve Rûenî gibi âirlerin eserleri: Yûnus Emre: (Yunus Emre, 1990, 1994) / Dede Ömer Rûenî: Miskînlik-nâme (Dede Ömer Rûenî 1982), Ney-nâme (Dede Ömer Rûenî 1990). * * Ahlâkî Mesnevîler ran edebiyatından çevrilmi ya da oradan örnek alınarak yazılmı ahlâkî eserler: Sa’dîden: Bostan: Hoca Mes’ûd: Ferheng-nâme-i Sa’dî (Kilisli Rif’at 1340-1342; Köprülüzâde 1928a; Dilçin 1991: 23-5; Kartal 2003ç) / Za’îfî: (Za’îfî trhs., 1998; Kartal 1999a: 81-3) / Emîrî: (Emîrî) / Nideli Hakkı Erolu: (Nideli Hakkı Erolu 1944) / Seyyid Zergâr: Mîzânü’l-adâlet (Sa’dî 1371: 9) / Abbâs-ı Büzürgemîn: (Sa’dî 1371) / Kartal 2001a // Gülistan: Za’îfî: (Za’îfî 1978; Kartal 1999a: 97-8 / Za’îfî 1996 [Bu eserin 986-1528. beyitleri Gülistân’ın sekizinci bölümünün tercümesidir. bak. (Kartal 2007a: 114-15)], Üsküdarlı Sâfî (Sa’dî-i îrâzî 1303; Kartal 2001b: 108) / Kartal 2001b // Attâr’dan, Pend-nâme: Za’îfî: (Za’îfî 1996; Kartal 2007a) / Edirneli Nazmî: (Edirneli Nazmî 2004; Mazıolu * * 580 580 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A 1977; Kartal 1999a: 142-5) / Emre: (Emre 1286, 1998; Kartal 1999a: 145-48) / Güvâhî: (Güvâhî 1983; Özkan 1983) / Azmî / Yeniterzi 2007. Çocuklara öüt vermek amacıyla yazılmı mesnevîler: Ahmed-i Dâ’î: (Ahmed-i Dâ’î 1952: 297-308) / Emîrî: (Emîrî (x)) / Nâbî: Hayriye (Nâbî 1989, 1995) / Vehbî: Lutfiyye (Vehbî 1994; mamolu 1996). çindeki dinî-tasavvufî düünceler yanında öüt verme yönü aır basan eserler: eyh Eref b. Ahmed: (Pehlivan 2000) / Yahya Bey: (Talıcalı Yahya Be 1970) / Cinânî: (Cinânî 1990) / Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982: 187-208 [Rıdvâniyye]) / emseddîn Sivasî: (Aldanmaz 2000) / Yusuf Hakikî Baba (Çavuolu 2009). nsanın fizikî yapısıyla ahlâkî yönü arasında iliki kuran mesnevîler: Hamdullâh Hamdî: (Çelebiolu 1979: 320-36) / eyh Baba Yûsuf: (Kartal 1998a) / Visâlî: (Visâlî; Külekçi 1999: I/27-32) / Erzurumlu brâhîm Hakkı: (Çelebiolu 1979: 326-46; Külekçi 1999: I/33-7) / Kaysunîzâde Mehmed Bedreddîn: (Kaysunîzâde Mehmed Bedreddîn; Külekçi 1999: I/38-44) / Cem Sultan, Fâl-ı reyhân-ı Cem Sultân: (Okur 1991) / Fedâyî , Fâl-nâme-i Kur’ân-ı ‘Azîm: (anlı 2003), / (Mengi 1978; Bilgiç 1987-1988; Çavuolu 1996; Yerdelen 1988; Çakır 2007). Temsil yoluyla öüt veren eserler: eyhî: (Timurta 1981; Olgun 1949; Köprülüzâde 1917; Çetin 1972). * * Ansiklopedi Nitelii Taıyan ya da Belli Alanlarda Bilgi Veren Mesnevîler Ansiklopedi nitelii taıyan mesnevîler: Bedr-i Dilâd: Murâd-nâme (Ceyhan 1997; Cunbur 1997) / brâhîm bin Bâlî: (brahim bin Bâlî) / Ahmed-i Dâ’î: (Ahmed-i Dâ’î 1952a: 145-154 [Metin]). Tıp ve astroloji ile ilgili eserler: Ahmedî: Tervîhu’l-ervâh (Ahmedî 1995) / Yazıcı Sâlih: Kitâbü’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994, 1998). uarâ tezkiresi ve âir-nâmeler: Güftî: Terîfâtü’-u’arâ (Güftî; Yılmaz 2001; Timurta 1948; pekten 1988: 120-4) / Aynî: (Arslan 1992); Ziya Paa: (Göçgün 1987). Hüsn-i hat ile ilgili eserler: Hâfız-zâde: Risâle-i Hat (Eri 2005) 2. Grup Okuyucunun kahramanlık duygusuna hitap eden, konusunu menkabelerden ya da tarihten alan mesnevîler. Konusunu menkabelerden alanlar Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin savalarını anlatan eserler: Tursun Fakı: (Tursun Fakı trhs.; Çelebiolu 1999: 72-4) / Tursun Fakı: (Tursun Fakı 1933; Çelebiolu 1999: 74-5) / Tursun Fakı: (Çetin 2002: 259-92; Tursun Fakı trhs.1; 581 581 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Çelebiolu 1999: 75-6). Ayrıca bak. Çetin 2002. / Kirdeci Ali: (Kirdeci Ali trhs.; Çelebiolu 1999: 77-8) / Kirdeci Ali: (Kirdeci Ali trhs.1; Çelebiolu 1999: 78) / Begpazarlı Maazolu Hasan: (Begpazarlı Maazolu Hasan trhs.; Çelebiolu, 1999: 86) / Begpazarlı Maazolu Hasan: (Begpazarlı Maazolu Hasan trhs.1; Çelebiolu 1999: 87; Kaya 1997) / Dâvûd: (Dâvûd; Çelebiolu, 1999: 87-8) // Çetin 1997. Battâl-nâme ve benzerleri: (Köksal 1984: 19-20 [Darendeli Bekaî, Battâlnâme]). Makedonyalı Büyük skenderle Kur’ân’da geçen Zülkarneyn’in aynı kii olduu varsayımına dayanan, esas olarak bu efsanevî kiinin hayat çizgisini konu edinen skender-nâmeler: Ahmedî: (Ünver 1983; Akçay 1999; Akdoan 1988) / Ahmed-i Rıdvân: (Ahmed-i Rıdvân; Ünver 1974, 1982; Kartal 1999a: 349-56) / Alî îr Nevâî: Sedd-i skenderî (Alî îr Nevâî 2001) / Ünver 1975. Manzum âh-nâme çevirileri: Diyarbakırlı erîfî: (erîfî 1999; Külekçi 1999: II/422-6) / Ganîzâde Nâdirî: (Ganîzâde Nâdirî (1); Külekçi 1999: II/42737 / Anbarcıolu, 1981. Konusunu tarihten alan mesnevîler Adları ne olursa olsun, belli bir dönemin tarih olaylarını, özellikle seferleri, savaları ve fetihleri konu edinmi mesnevîler: Za’îfî: (Za’îfî 1459-1462; Çelebiolu 1999: 340-53) / ükrî-i Bitlisî: (Argunah 1986, 1997) / îrî: (îrî 1981) / Eyyûbî: (Eyyûbî 1991) / Enverî: (Enverî 1928; Orhan 1985) / Sâbit: (Sâbit 1299, 1991) / Levend 1956. 3. Grup Sanat yönü ön planda olan, okuyucunun edebî zevkine hitap eden, ana çizgisi ak ve macera olan mesnevîler. Bunlar arasında, tamamen beerî akı ileyen eserler, kahramanların beerî aktan ilâhî aka yükseldikleri eserler; kahramanlar arasındaki ak tamamen beerî olduu halde, iki âıın kavumasını tasavvufî mecazlarla örten mesnevîler vardır. Bu mesnevîlerin konuları, çounlukla ran ve Arap edebiyatından alınmıtır. Bunlardan tercüme ya da serbest tercüme olanlar yanında, ekleme ve çıkartmalar yapılarak tamamen telif özellii kazanan mesnevîler de vardır. Örnein Hamdî, kendisinden önce anlatılan Yûsuf u Züleyhâ hikâyesini tekrar ele almı ve onu yazarken yeni ilaveler ile birçok olayın teferruatında deiiklikler yapmı, özellikle tasvirlerde kendi sanat kudretini göstermitir. Hamdî, sanki eseri oturup yeniden yazmıtır. Dolayısıyla Hamdî’nin yazdıı eser bir taklîd deil, orijinal bir eserdir. Aynı eyleri rahatlıkla eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i için de söyleyebiliriz. * 582 582 * RAZ’DAN STANBUL’A Bu gruba giren belli balı mesnevîler unlardır: ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Yûsuf u Züleyhâ: Sule Fakih: (Süle Fakih 1989, 1994) / eyyâd Hamza: (Dilçin 1946; Yıldız 2008; Demirci 2008) / Erzurumlu Darîr: (Karahan 1994; Çelebiolu 1999: 59-60) / Tebrizli Ahmedî: (Tebrizli Ahmedî; Azamat 1988) / Ahmed Câm-ı Jendefîl: (Korkmaz 1995: 304-42) / Alî îr Nevâyî 866: (Alî îr Nevâyî (x)) / Hamdî: (Hamdî 1991; Öztürk 1993, 1999; Ayan 1974; Kavcar 1989; Levend 1989b; Onur 1985, 1986; Kartal 2003; Çelik 1998) / Kemal Paazâde: (Kemal Paazâde 1979, 1983; Kavcar 1989a; Levend 1989c) / Yahya Bey: (Yahya Bey (?), 1979) / erîfî: (erîfî 2001) / Gubârî: (Gubârî Abdurrahmân) / Hâmidî: (Hâmidî) / Köprülüzâde Es’ad Paa: (Köprülüzâde Es’ad Paa) / Kerküklü Muhammed Nevrûzî: (Uluhan 2007) / Ayrıca kaynaklarda eyholu Mustafâ, Kırımlı Abdülmecd, Dür Big, Hatâî, Çâkerî Sinan, Celîlî, Likâî, Nimetullâh, Halîfe, Kâmî Mehmed, Ziyâî Yûsuf, ikârî, Manastırlı Kadı Sinan, Hevâî Mustafa, Badadlı Zihnî Abdülcelîl, Rıf’atî Abdülhay, Hevâî Abdürrahman, Ahmed Müridî’nin de Yûsuf u Züleyhâ mesnevîleri olduu kayıtlıdır (Levend 1988: 129-30) // Tahbaszade 1945; Dolu, 1953; Koncu 2007a. Hüsrev ü îrîn ve Ferhâd u îrîn: Kutb: (Kutb 1958-1960; Zajaczkowski 1960; Hacıeminolu 1968; Fazılov 1975); nan 1951) / Fahrî: (Flemming 1974; Kartal 2000) / eyhî: (Timurta 1960, 1980; Fevziye Abdullah 1950; Kartal 2007) / Ali îr Nevâyî: (Ali ir Nevâyî 1956, 1963, 1994; Alpay 1989; Uygun 1988; Eminzade 1948) / Ahmed-i Rıdvân: (Ahmed-i Rıdvân 2000; Levend 1989ç; Ünver 1982, 1986) / Mu’îdî: (Timurta 1959: 73) / Sadrî: (Timurta 1959: 73) / Hayâtî: (Hayâtî): Kaynaklarda Hayâtî’nin eseri olarak gösterilen Hüsrev ü îrîn mesnevîsi, Ahmed-i Rıdvân’ın aynı adlı eserinden intihaldir (Ünver 1982: 39-44) / Âhî: (Köksal 1998) / Harîmî: (Timurta 1959: 74) / Celîlî: (Celîlî 1997; Levend 1989d) / Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi 1997, 1998; Erkal 1997; Levend 1989e) / Ârif Çelebi: (Timurta 1959: 77-8) / ânî: (Timurta 1959: 78) / mâmzâde Ahmed: (Timurta 1959: 78) / Halîfe: (Timurta 1959: 78) / dris Bey (Mahvî): (Timurta 1959: 79) / Fasih Ahmed Dede, Sâlim, Mustafa Aa Nâsır, Nâkâm ve Ömer Baki’nin Hüsrev ü îrîn mesnevîleri (Timurta 1959: 79-80) / Doan 2007. Leylâ vü Mecnûn: Ali îr Nevâyî: (Ali îr Nevâyî 1996c; Bertels 1951) / âhidî: (âhidî; Koncu 1996) / Bihitî: (Behitî 1999; Bihitî 1951) / Hamdullah Hamdî: (Hamdî 1982; Alpay 1970) / Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982, 1986; Levend 1952) / Kadîmî: (Levend 1952a) / Celîlî: (Ayan 1983c) / Sevdâ’î: * * 866 Kaynaklarda Nevâyî’nin böyle bir eseri zikredilmemektedir. Eserin sonunda “tahrîr yâft Yûsuf u Züleyhâ-yı Mîr Alî îr el-Mütehallis Nevâyî Rabi’ü’s-sânî 1053 Hezâr u pencâh ü se” kaydı bulunmaktadır (Bilkan 1998: 110-1). 583583 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL (Sevdâ’î 1987; ahin 1988) / Hakîrî: (Turan Z. 1988) / Fuzûlî: (Fuzûlî 1981; Kalkıım 1998; Doan 1996; Aras 1988; Akalın 1997; Çelik 1998) / Lârendeli Hamdî : (Levend 1952b) / Sâlih: (Celâl-zâde Sâlih 1995) / Halîfe: (Levend 1952c) / Atâyî, Fâ’izî, Örfî, Andelîb, Nâkâm’ın Leylâ vü Mecnûnları (Levend 1959: 314-65) // Levend 1959; Tarlan 1922; Kartal 1999a: 315-44; Koncu 2007. Cemîd ü Hurîd: Ahmedî: (Akalın 1975; Banarlı 1939; Ünver 1977; Deniz 1883) / Cem Sultan: (Cem Sultan 1997, 2000; nce 1989; Okur 1958; Öztelli 1972) / Abdî: (nce 1981: 24-31, 1986, 1989). Hurîd-nâme: (Ayan 1979). Ik-nâme: (Yüksel 1965). Hecr-nâme: Celîlî: (Ayan 1986). Varka ve Gülah: Yûsuf-ı Meddâh: (Yusuf-ı Meddah 1945, 1976, 2007; Ertaylan 1946; Dolu 1988). Vâmık u Azrâ: Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi 1983, 1998; Ayan, 1985) / Bihitî Sinan, Kalkandeleli Mu’îdî, Câmi’î, Bursalı Hevâî Mustafa, Kuburî-zâde Abdurrahman Rahîmî’nin Vâmık u Azrâ mesnevîleri (Levend 1988: 134; Lâmi’î Çelebi 1983: 52-7). Hümâ vü Hümâyûn: Cemâlî: (Cemâlî 1990; Külekçi 1999: II/261-8; Horata 2000). Edhem ü Hümâ: Sâbit: (Sâbit 1990) / Na’tî: (Na’tî; 1997). Vîs ü Râmin: Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi 1994). Gül ü Hüsrev: Tutmacı: (Yolda 1998; Levend 1960, 1988c, 1988ç; Kartal 1999a: 161-7). Süheyl ü Nev-bahâr: Mes’ûd bin Ahmed: (Dilçin 1991; Kilisli 1928; Köprülüzâde 1928; Tezcan 1994; Külekçi 1999: II/227-35). em’ u Pervâne: Zâtî: (Zâtî 1998; Alpay 1960, 1961; Külekçi 1999: II/8187; Kanar 1995: 52-4) / Lâmi’î Çelebi: (Köse 1997; Külekçi 1999: II/74-80; Kanar 1995: 49-52) / Feyzî Çelebi: (Tekin 1991) / Mu’îdî: (Külekçi 1999: II/8893; Kanar 1995: 54-6). âh u Gedâ ve âh u Dervî: Talıcalı Yahya: (Talıcalı Yahya 1993) / Bursalı Rahmî: (Bursalı Rahmî 1996) / âh u Dervî: Sinoplu Beyânî ve Güftî Alî’nin âh u Dervî mesnevîleri (Levend 1988: 133-4). Mihr ü Mâh: Gelibolulu Mustafa Âlî: (Âlî 1971, 1983; Anbarcıolu 1984: 1181-9) / Kıyâsî: (Anbarcıolu 1986, 1984: 1171-80) / Çorlulu Zarîfî: (Zarîfî 1995; Anbarcıolu 1984: 1153-4) / Necâtî: (Levend 1988: 133; Anbarcıolu 1984: 1153). Mihr ü Müterî: Münîrî Ahmed Çelebi: (Münîrî 1983; Anbarcıolu 1984: 1168-71) / Kiçi Mîrzâde Seyyid Yahya: (Külekçi 1999: II/101-5; Anbarcıolu 1984: 1153) / Mollâ Mâizâde Fikrî Dervî, Azmî Pîr Mehmed, Alî bin Abdülazîz ve Lokman bin Seyyid Hüseyin’in Mihr ü Müterî mesnevîleri (Levend 1988: 133; Anbarcıolu 1984: 1153). * 584 584 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Mihr ü Vefâ: Hâimî: (Hâimî 1996) / Ümmî Îsâ: (Arıkolu 1991) / Mustafa Emînî ve Gelibolulu Âlî’nin Mihr ü Vefâ mesnevîleri (Levend 1988: 133; Külekçi 1999: II/125). Gül ü Bülbül: Fazlî: (Öztekin 2002; Zavotçu 1995; Fazlî 1991, 1991a) / Bekâî: (Bekâyî 1988) / Abdurrahim Utizemini: (Agi 1995) / Zavotçu 1997. Gül ü Nevrûz: Abdî: (nce 1986: 192, 1998) / Sâbir: (nce 1998) / Lutfî: (Orak 1995). Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ: Abdî: (Abdî 1987; nce 1986: 190-1, 1987). Gûy u Çevgân: Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi 1994; Tezcan 1978, 1994; Gürer 1994). Hüsn ü Dil: Yenipazarlı Vâlî: (Yenipazarlı Vâlî 2003; Köksal 1996). Salâmân u Absâl: Lâmi’î Çelebi: (Uluda 1997). ret-nâme: Revânî: (Canım 1998; Alıık 1986; Çelik 1989). Hayr-âbâd: Nâbî: (Nâbî 1965, 1996). Cemâh ve Âlemâh: Bihitî: (Dindar 1999). Heft-peyker (Behrâm-ı Gûr): Akî: (Kut 1989c; Kartal 1999a: 346-7) / Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982: 229-57, 1986a: 120-5; Kartal 1999a: 347-48) / Ulvî: (Kartal 1999a: 348-9) / Kudsî: (Kartal 1999a: 349) / Lâmi’î Çelebi: (Kut 1976) / Kahraman 1992 / Behitî: (Behitî 1995). Heft-hvân: Nev’î-zâde Atâyî: (Nev’î-zâde Atâyî 1974; Kortantamer 1997: 230-46). Beng ü Bâde: Fuzûlî: (Fuzûlî 1955). 4. Grup âirlerin gördükleri, yaadıkları olayları anlatan, toplum hayatından kesitler veren; kiileri, meslekleri, düünleri ve belli yöreleri tasvir eden mesnevîler. Bu eserler yerli konuları ilediklerinden, eski edebiyatımızın mesnevî alanındaki en orijinal örnekleridir. Bu gruba giren balıca eserler unlardır: Ta’rîfât veya Ta’rîf-nâmeler: Kalkandelenli Fakîrî: (Fakîrî; Külekçi 1999: II/498-503). ehr-engîzler: Mesîhî: (Mesîhî; Külekçi 1999: II/468-72) / Usûlî: (sen 1988a) / Zâtî: (Zâtî; Külekçi 1999: II/473-7) / Lâmi’î Çelebi: (sen 1993b; Yurtsever 1984; Külekçi 1999: II/478-83) / Yahya Bey: (Çavuolu 1969) / Gelibolulu Âlî: (Aksoyak 1996) / shak Çelebi: (shak Çelebi; Akku 1993a; Külekçi 1999: II/484-9) / Belî: Bursa ehrengizi, (Abdulkadirolu 1997b) / Esîrî: Badat ehr-âûb’u (Aydemir 1999); Rûhî: stanbul-nâme (Aydodu 2009) / Levend 1957a / Akku 1987 / Karacasu 2007. Sûr-nâmeler: Gelibolulu Âlî: (Âlî 1996, Arslan 1999: 333-623) / Nâbî: (Nâbî 1944; Arslan 1999: 627-84) / Rif’at: Gülen-i Hurremî (Arslan 1999: 685764) / Es’ad: (Arslan 1999: 765-79) / Tahsîn: (Arslan 1999: 815-37) / Arslan 1999, 2007. 585 585 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Sergüzet ve Hasbıhaller: Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi: Heves-nâme (Sungur 2006; Atay 2003); Cemâlî: Beyân-ı Meakkat-i Sefer (Erimer 1974) / Güvâhî: Gurbet-nâme, (Levend 1988: 142) / Bursalı Celîlî: Hecr-nâme (Ayan 1986) / Rumelili Za’îfî: (Za’îfî) / Ûdî: Mâcerâ-yi Mâh (Kutlar 2005) / Belî: Sergüzetnâme-i Fakir be-Azîmet-i Tokat (Abdulkadirolu, 1997a) / Esîrî: Badat ehr-âûb’u (Aydemir 1999) / Keçecizâde zzet Molla: (Keçecizâde zzet Molla, 1269; Korkmaz 1988; Külekçi 1999: II/447-50; Ceyla vd 2007) / Bayburtlu Zihnî: (Bayburtlu Zihnî; Külekçi 1999: II/451-3) / Güftî Alî: Hasbıhal. Mesnevîler “konunun ilendii bölüm” itibariyle oldukça farklılık gösterir. Çou mesnevîde, bu bölümün planı birbirinden farklı olmasına ramen, bazı mesnevîlerde birbirine benzedii müahede edilmektedir. Burada yukarıdaki tasniften hareketle plan yönünden özellik gösteren mesnevîlerden örnekler verilecektir: Birinci Grupta yer alan eserler arasında plan yönünden birbirine benzeyen mesnevîlerin baında “Kırk Hadis” ve “Yüz Hadis” çeviri ve erhleri gelmektedir. Bu mesnevîlerde, önce ele alınan “hadîs”in çeviri veya erhi yazılır, daha sonra konu ile ilgili bir hikâye anlatılır. Bu tür eserlerde eserin ana bölümünün kırk veya yüz “hadîs”in tercüme veya erhi ve yüz hikâyeden olutuu görülmektedir. Hazînî (Karahan 1991: 161-70) ve Hakanî (Hakanî 1993)’nin “kırk hadîsleri” ile Hatibolu’nun Ferah-nâme (Hatibolu 1994) ve Latîfî’nin Subhatü’l-uâk (Karahan 1991: 187-91) isimli eserleri plan yönünden birbirine benzerler (Ünver 1986: 444). Bu grupta yer alan Esmâ-i Hüsnâ erhlerinin de plan yönünden biribirine benzedii görülmektedir. Bu mesnevîlerde önce esmâ-i hüsnâ olarak kabul edilen isimler balık olarak yazılır, daha sonra bu isimler hakkında bilgi verilir. ran’da yazılıp çok sevilmi bir mesnevî, birkaç Türk âirince çevrilmi olsa bile, bu çeviriler arasında plan yönünden benzerlik bulunması gayet tabiidir. Ancak bu benzerlik, çeviri olmayan eserler arasında da görülebilir. Aynı mesnevîye “nazire ve cevap” olarak yazılmı mesnevîlerde “konunun ilendii bölüm” plan yönünden birbirine benzeyebilir. Burada, Nizâmî’nin Mahzenü’lesrâr (Nizâmî 1344, 1986)’ına yazılmı nazireler örnek olarak gösterilebilir (Ünver 1986: 444). Nizâmî’nin Mahzenü’l-esrâr’ına ranlı pekçok âir tarafından nazireler yazılmıtır. Bunlardan Emîr Hüsrev-i Dihlevî ’nin Matla’u’l-envâr (Husrev-i Dihlevî 1875), Hâcû-yi Kirmânî’nin Ravzatü’l-envâr ve Câmî’nin Tuhfetü’l-envâr (Câmî 1370, 1989) isimli nazireleri Türk âirler üzerinde tesiri olmutur. Bata Nizâmî’nin eseri olmak üzere yukarda geçen eserlere bir kısım Türk âirler tarafından çeitli nazireler yazılmıtır. Âzerî brâhîm Çelebi’nin Nak-ı Hayâl (Âzerî brahim Çelebi 1994)’ı ile Cinânî’nin Riyâzü’l-cinân (arlı 1994)’ı Nizâmî’ye; Âlî’nin Tuhfetü’l-uâk (Âlî 1995)’ı Câmî’ye; Nev’î-zâde Atâyî’nin Nefhatü’l-ezhâr (Kortantamer 1997: 175-97)’ı ise Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin * * * * 586 586 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN eserine naziredir. Sıralanan bu örnekler arasında plan bakımından tam bir uygunluk olduu görülür. Hepsi de kendilerine kaynaklık eden Nizâmî’nin eserinin planında birleirler. Aynı benzerlik, Câmî’nin Sübhatü’l-ebkâr (Câmî 1370)’ı ile ona nazire olarak yazılan Talıcalı Yahya’nın Gencîne-i Râz (Talıcalı Yahya 1995)’ı ve Nev’î-zâde Atâ-yî’nin Sohbetü’l-ebkâr’ı arasında da görülür. Mahzenü’l-esrâr’da “konunun ilendii bölüm”, 20 “makale” ve her “makale”den sonra konu ile alakalı anlatılan 20 hikâyeden olumaktadır. Yukarıda zikredilen nazirelerde de durum aynıdır. Konunun ilendii bölümdeki “makale” balıı, Nak-ı Hayâl’de de “makale”dir. Riyâzü’l-cinân’da ise “ravza” olarak isimlendirilmitir. Câmî’nin Sübhatü’l-ebrâr’ı ise 40 “ıkd (=dizi)”dan sonra konu ile alakalı 40 hikâyeden oluur. Yahya Bey ile Nev’î-zâde Atâyî’nin eserlerinde de, küçük farklılıklarla durumun aynı olduu dörülür. Dier taraftan Yahya Bey’in Gülen-i Envâr (Yahya Bey 1992) ve Bursalı Rahmî’nin Gül-i Sad-berg (Bursalı Rahmî 1985, 1990) adlı mesnevîlerinin de Mahzenü’l-esrâr’a nazire olduu söylenir. Öyle olmalarına ramen bu eserler ile Mahzenü’l-esrâr arasında ne takip ettii düzen açısından ne de muhteva yönünden tam bir uygunluk olduu söylenebilir (Ünver 1986: 445). Çeviri veya nazire olmadıkları halde, “konunun ilendii bölüm”de belli bir planın uygulandıı mesnevîler de vardır. Bunun en güzel örneklerinden biri Garîb-nâme’dir (Ünver 1986: 445). Âık Paa’nın bu mesnevîsi 10 “bâb”, her “bâb”da 10 “dâstân” tarzında tertip edilmitir. Bu mesnevînin her “bâb”ında o “bâb”ın sayısı ile ilgili konular ilenerek ekil ve muhteva arasında bütünlük salanmıtır (Ünver 1986: 445). Talıcalı Yahya’nın Kitâb-ı Usûl isimli mesnevîsinin de kendisine özgü bir planı vardır. âir, eserinin önemini vurgulamak istermiçesine, her ana bölümü aynı beyitle bitirir. Bundan sonra da “hikâye” ve “latîfe” balıklı parçalar gelir (Ünver 1986: 445). Gelibolulu Âlî’nin Riyâzü’s-sâlikîn isimli mesnevîsinin de kendisine özgü bir planının olduu görülmektedir. âir eserin asıl konusunu tekil eden kısmı üç “Ravza”ya; her ravzayı da on “Devha”ya ayırmıtır. Her “Ravza”nın baına mensur bir “dîbâce” yerletirmitir (Gelibolulu Âlî 1998). kinci Grupta yer alan mesnevîlerden, Ahmedî’nin skender-nâme’si ve onun taklidi olan Ahmed-i Rıdvân’ın skender-nâme’si “dâstân”lardan oluan bir plana sahiptir. Ahmedî bu destanları “Dâstân veya Mukaddime-i Dâstân”, “Matla’-ı Dâstân ve Hâtime-i Dâstân” olmak üzere üçlü bir planla vermitir. Destanların uzunlukları ne olursa olsun , balıklar deiik yazılmı olsa bile bu plan görülebilir (Ünver 1986: 445). Üçüncü Grupta yer alan mesnevîlerde, aynı konuyu ileseler bile, plan yönünden önemli farklılıklar görülür. Genellikle ak ve macerayı konu edinen bu mesnevîlerde âirler, olayları anlatırken takdim-tehir ederek, araya bazen küçük bazen büyük parça ve bölümler eklemek veya çıkarmak suretiyle aynı konuda 587 587 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL yazılmı baka mesnevîlerden farklı bir eser koymaya çalımılardır (Ünver 1986: 445). Bu deiikliklerden biri, belki en önemlisi ise, “konunun ilendii bölüm”lerde, kahramanların azından deiik nazım ekilleriyle, söylenen iirlerdir. Bunlar arasında sayı bakımından gazeller birinci sırada gelir. Gazel kadar olmamakla birlikte, “rübâî”, “kıt’a”, “müstezâd”, “murabba”, “muhammes”, “terci-bend”, “terkib-bend”, “tardiyye” ve “kaside” nazım ekillerinin kullanıldıı da görülür (Ünver 1986: 445). Örnein eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’inde 24 “gazel”, 1 “teci-bend” ve “kaside”; Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sında ise 15 “gazel” ve 1 “rübâî” nazım ekliyle söylenmi iirler vardır. Özellikle konusu ak olan mesnevîlerde âirler, eserlerini bazı bölümlere ayırırlar. Bu bölümler “Matla’-ı Dâstân”, “Âgâz-ı Kıssa”, “Dâstân-ı ....” balıkları altında geçer. Meselâ Hamdî Yûsuf u Züleyhâ isimli mesnevîsini üç bölüme ayırmıtır (Hamdî 1991): * I. Bölüm: Matla'-ı Dâsitân-ı Yûsuf ('A. M.) (s. 50-180) II. Bölüm: Matla'-ı Dâstân-ı Züleyhâ (s. 180-256) III. Bölüm Dâstân-ı Bâzıga Binti Melik Tâbûr 'Arî (s. 256-437) eyhî ise, mesnevîsinin bu kısmını 11 bölüme ayırmıtır (Timurta 1980): I. Bölüm Matla'-ı Destân ve Âgâz-ı Kıssa (s. 29-43) II. Bölüm Matla'-ı Dâstân..... (s. 43-63) III. Bölüm Matla'-ı Dâstân (s. 63-81) IV. Bölüm Matla'-ı Dâstân... (s. 81-94) V. Bölüm Matla'-ı Dâstân... (s. 94-130) VI. Bölüm Matla'-ı Dâstân.... (s. 130-44) VII. Bölüm Matla'-ı Dâstân... (s. 144-59) VIII. Bölüm Matla'-ı Dâstân... (s. 159-86) IX. Bölüm Matla'-ı Dâstân.... (s. 186-206) X. Bölüm Matla'-ı Dâstân.. (s. 206-51) 588 588 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN XI. Bölüm Matla'-ı Dâstân..... (s. 251-64) Bu tür mesnevîlerde bazen âirlerin eserlerini kaç bölüme ayırdıklarını ve bu bölümlere hangi isimleri verdiklerini söylediklerini de görmekteyiz. Meselâ Fahrî’nin, Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974)’ini iki kısma ayırdıını eserinde geçen u beyitlerden açıkça anlıyoruz: Çü âpûr (u) îrîn kıssasın dün itdüñ diñle bir ho kıssa bugün Dolu derd ü figândur bu ne kıssa Ki her harfi olupdur zarf-ı gussa Bunı okıyan ister kim duta yâd Ki bunuñ adıdur îrîn ü Ferhâd (s. 399) Ayrıca Fahrî’nin yukarıdaki beyitlerinden “Ferhâd kıssası”na kadar olan kısmın hikâyenin birinci bölümü olduunu ve onun bu bölüme âpûr u îrîn ismini verdiini öreniyoruz. kinci kısma ise Fahrî, yine bu beyitlerden anladıımıza göre îrîn ü Ferhâd ismini vermitir. âirlerin bu bölümlere bazen dorudan bazen de bir giri yaptıktan sonra baladıkları görülmektedir. Örnein Hamdî Yûsuf u Züleyhâ (Hamdî 1991) mesnevîsinde konunun ilendii I. bölüme 13 beyitlik; II. bölüme 14 beyitlik; III. bölüme ise 5 beyitlik giri ile balamıtır. Fahrî ise, Hüsrev ü îrîn mesnevîsinde (Flemming 1974) konunun ilendii ilk bölüme giri yapmadan dorudan balamı, îrîn ü Ferhâd ismini verdii ikinci bölüme balamadan önce 15 beyitlik bir giri yapmıtır. Edebiyatımıza Husrev ü îrîn, Leylâ vü Mecnûn gibi Nizâmî’nin mesnevîlerin tercümesi veya naziresiyle giren mesnevîlerde, Nizâmî’nin hikâyesini anlatırken bazen bir anlatıcı tayin ettii ve onun azından o bölümü anlattıı görülmektedir. Klasik âirlerimizde bu hikâyeleri anlatırken aynı davranıı göstermilerdir. Örnein eyhî de hikâyeyi anlatırken bazen Nizâmî’nin tayin ettii anlatıcıyı tayin etmi ve onun azından olayı anlatmıtır: Çunîn goft ân suhen-gûy-i kuhen-zâd Ki bûde dâstânhâ-yi kuhen yâd (Nizâmî 1370: 147) Pes evvel arza kılan dâstânı Ki Hak lutfiyle âd olsun revânı Kılup mâzî hadîsinden rivâyet Bu hâl ile itdi 'âlemde hikâyet (Timurta 1980: 30) Aynı durum Fahrî’nin eserinde de görülmektedir: 589 589 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Çunîn goft ân suhen-gûy-i kuhen-zâd Ki bûde dâstânhâ-yi kuhen yâd (Nizâmî 1370: 147) Eyitdi ol söz eyden bilge üstâd Ki dutmıdı çok eski dâstân yâd (Flemming 1974: 268-9) Yine bu gruba giren mesnevîlerden “Heft-peyker” veya “Behrâm-ı Gûr” adıyla bilinen eserlerde konu “yedi” bölüm halinde düzenlenmitir. Edebiyatımıza Nizâmî’nin aynı adlı eserinin çevirileriyle giren bu mesnevînin (Akî: (Kut 1989; Kartal 1999a: 346-7) / Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982: 229-57, 1986a: 120-5; Kartal 1999a: 347-48) / Ulvî: (Kartal 1999a: 348-9) / Kudsî: (Kartal 1999a: 349) / Lâmi’î Çelebi: (Kut 1976; Kartal 1999a: 349) en orijinal örneini Nev’î-zâde Atâyî “Heft-Hân” adlı mesnevîsiyle vermitir. Bu mesnevîde yedi mekanda yedi hikâye anlatılır (Ünver 1986: 446). Konusu ak olan mesnevîlerde olaylar birbiri ardınca sıralanırken, âir konuyla ilgi kurarak baka bir hikâye anlatabilir. Nizâmîden çevrilmi Leylâ vü Mecnûn mesnevîlerinden Ahmed-i Rıdvân’ın eserinde Mecnûn’un durumu anlatılırken deiik yerlerde üç hikâye verilmitir. Mecnûn’un vahî hayvanlarla birlikte yaaması anlatılırken verilen köpek hikâyesi gibi (Ünver 1986: 446). Bu tür mesnevîlerde, âirin anlattıı konuya uygun ve anlattıı konunun içersinde uygun bir yerde mesel getirdii de görülmektedir (Hamdî 1991: 283). Bazen bu tür mesnevîlerde âirlerin anlatacaı bölüme balamadan önce konu ile ilgili deerlendirmelerde bulunduu da müahede edilmektedir. Mesela Hamdî, Ya’kûb (A.S.)’un, çocuklarının haberlerinde hilaf bulduu bölümü anlatırken sözün doru olması gerei ve yalan söz hakkında unları söylemitir (Hamdî 1991: 107): Yaz göñül levhine bu kavli tamâm Râst olmaz muhâlif olsa kelâm Her ne sözde kim ola bûy-ı dürûg Görmez ehl-i basîret anda fürûg Subh-ı kâzib kaçan ki itdi zuhûr Dil uzatdı ki ide kıssa-i zûr Sıdkıla subh-ı sâdık oldı bedîd Takdı anuñ diline hayt-ı sepîd Kesdi tîg-ı afak o dem anı Görmemisin yüzindeki kanı Kat’ olunsa revâ ola o zübân Ki sözinde ola hilâf u yalan Yine bu tür mesnevîlerde, kahramanlardan birinin ölümü veya benzeri bir felaket anlatıldıktan sonra âir, cihanın vefasızlıını dile getiren bir balıkla 590 590 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A olayların akıını durdurur. Okuyucuya bu konuda öütler verir. eyholu Mustafâ, Hurîd-nâme’de “Boa Han” hikâyesine girerken onun zalim bir hükümdar olduunu bildirdikten sonra “Mev’ıza der-ân-ı Zâlimân (= Zalimlerin durumları üzerine öüt)” balıı altında öütler verir (Ünver 1986: 446). Dördüncü Grupta yer alan mesnevîlerde beyit sayısı azdır. Gerçi öbür gruplarda da beyit sayısı yüzü amayan eserlerle karılaıyoruz. Fakat bu gruptaki beyit sayısı daima binin altında kalmıtır. Dolayısıyla mesnevînin tamamına yakın bir bölümünü “konunun ilendii bölüm” oluturur. Buna örnek olarak Nâbî’nin Sûr-nâme’si verilebilir. Tamamı 587 beyit olan bu eserde, 30 beyitli bir “tevhîd”, 22 beyitli bir “na’t” ve 32 beyitli bir “padiah övgüsü”nden sonra asıl konuya geçilir. Eserin son dört beyti padiaha dua ile biter. Böylece 587 beyitlik Sûr-nâme’de 84 beyitlik balangıç bölümü dıındaki beyitler konunun ilenmesine ayrılmıtır (Ünver 1986: 446-7). ehr-engîzlerde beyit sayısı genellikle daha azdır. Örnein Usûlî’nin Yenice ehr-engîzi (sen 1988a) 172; Gelibolulu Âlî’nin Gelibolu ehr-engîz’i ise 86 beyittir (Aksoyak 1996). âir kısa bir giriten sonra “konunun ilendii bölüm”e geçer. Burada ele aldıı ehrin güzellerini bazen isim vererek kısa kısa tasvir eder. Ser-güzet türünde olan eserlerde durum ehr-engîzlerdeki duruma yakındır. Bunlar arasında Keçecizâde zzet Mollâ’nın Mihnet-keân’ı (Keçecizâde zzet Mollâ 1269; Ceylan 2007) sergüzet türündeki eserlerin en geni olanıdır. Bu eserde mesnevî içinde “gazel”, “kaside”, “kıt’a”, “rübâî” ve tahmîs”ler de bulunmaktadır (Ünver 1986: 447). Biti bölümü Mesnevîlerin “biti bölüm”leri, plan ve tertip yönünden “konunun ilendii bölüm” gibi deiiklik göstermez. “Giri bölümü”nde olduu gibi, bu bölüm için de çounluu içine alan bir plan verilebilir: Beyit sayısı az olmayan uzun mesnevîlerde, “biti bölümü” “konunun ilendii bölüm”den belli balıklarla ayrılır. Bu balıklarda çounlukla Arapça “hatm (= sona erdirme, bitirme) mastarı ya da aynı kökten türemi “hâtime” sözü vardır (Ünver 1986: 447). Balıklar ya Arapça kurala göre (Hâtimetü’l-kitâb, Temmetü’l-kitâb... gibi) ya Türkçe kurallara göre (Kitâb Hâtimesi, Kitâb Hâtimesi Turur) ya da Farsça kurala göre (tmâm-ı Kelâm, Hâtimet-i Kitâb, Tetimme-i Kelâm, Temâmî-i Suhen, htitâm-ı Kitâb, Hâtime-i Kitâb, Hatm-i Kitâb, Hâtime-i Nüsha, Mebhas-i Hâtime, Tetimme-i Kelâm ve Hâtime-i Kitâb, ... gibi) yazılmı bir tamlamadır. Bazen sadece “Hâtime” sözünün kullanıldıı da görülür. Ayrıca Arapça-Farsça birleik isim olan “Hatm ud”, “Hatm-uden-i....”, “Tamâm-udeni...” gibi balıklar da görülebilir. âir bazen balıkta eserinin ismini de zikreder. “Hâtime-i Nüsha-i Bahrü’l-kemâl” (Hilmî 1995: 357), “Der-Hâtimet-i Kitâb-ı Âyât-ı Uâk” (Cem Sultan 1997: 679), “Temâm-uden-i Kitâb-ı Hurîd-nâme” * * * 591 591 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL (Ayan 1979: 423), “Der-Hâtimet-i Kitâb-ı Mantıku’t-tayr bi’s-sa’âdeti ve’lhayr” (Yavuz 2007: II/652) gibi. Kimi eserlerde balık “hâtime”nin yanında baka amacı da anlatır. Sıfâtu’l-haremeyn’deki “Der-hâtime vü du’â vü târîh-i kitâb vallahu âlem bi’s-savâb” (Demir 2005: 163) örneinde olduu gibi. Kimi mesnevîlerde “konunun ilendii bölüm”le “hâtime” balıı arasında, “tevhîd”, münâcât”, “mev’ize”, “temsîl”, “fahriyye”, “temhîd” gibi balıklar görülür. Mesnevînin ilendii konu tamamlandıına göre, bu balıkların “biti bölümü” içinde sayılması gerekmektedir (Ünver 1986: 447). Kimilerinde ise balık, “hâtime” yanında baka bir amacı da anlatır: Hüsrev ü îrîn’deki “Hatm-i Kitâb ve Medh-i Sultân Murâd”, skender-nâme’deki “DerTemsîl ve Hâtime-i Kitâb”, Ik-nâme’deki “Münâcât ve Hâtime-i Kitâb”, Ferheng-nâme-i Sa’dî’de “Der-Hatm-i Kitâb ve Özr-i Kâ’il” (Ünver 1986; 447), Pend-nâme-i Zarîfî’deki “Fazîlet-i Ehl-i Kemâl ve Hâtime-i Kitâb” (Arslan 1994: 92) örneklerinde olduu gibi. Bir kısım mesnevîlerde ise, eser “hâtime” balıından sonra gelen baka balıklarla biter. Ancak, bu balıklar genellikle kitabın hangi tarihte ve nerede yazıldıı, kaç beyit olduu gibi sorulara ıık tutan “Der-Târîh-i Kitâb” türünden bir balık olabilecei gibi, “münâcât” iiri, okuyucunun hogörüsünü ve duasını dileyen parçaların balıkları da olabilir (Ünver 1986: 447). “Hâtime”si olmayan mesnevîler de vardır. Bu tür mesnevîlerde, sadece son beyitte eserin sona erdii dile getirilmitir. Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998), Kitâbu’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994) ve Yûsuf u Züleyhâ (Hamdî 1991) gibi. Bazı mesnevîlerde ise, konunun ilendii bölümle hâtimenin bir balıkla ayrılmadıı görülmektedir. Nitekim Hâfız-zâde, Risâle-i Hat isimli eserinde “hâtime”yi herhangi bir balıkla belirtmemi, konunun ilendii bölümden sonra kaleme aldıı: Burada hatm itdüm bu kitâbı Hurûf-ı muhkemâtiçün hisâbı beytiyle “hâtime” bölümüne balamıtır (Eri 2005: 129). Mesnevîlerin “biti bölümü”nde yer alan balıklar u ekilde gösterilebilir: Allah’a “hamd ü senâ” ve “dua”: âirler, “hâtime”ye, bazen Allah’a hamd ve sena ederek balarlar. Nev’î-zâde Atâyî’nin Heft-hvân (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 344), Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil (Yenipazarlı Vâlî 2003: 546) mesnevîleri gibi. Bazen bu bölümde, âirin, “kasemiyyât” balıı altında yazdıı manzumede de, Allah’a dua ettii görülmektedir. Meselâ, Simkezâde Feyzî, Cevâb-nâme’sinin “biti bölümü”nde yazdıı “kasemiyyât” balıklı bölümde (Simkezâde Feyzî 1997: 219-21) Allah’a dua eder, Allah’tan günahlarının 592 592 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A baılanmasını, Peygamber’in efaatinden mahrum etmemesini diler. Allah’a kullukta doru bir ekilde hizmet etmesini niyaz eder. Eserinin herkese faydalı olmasını, yazanı, yazdıranı ve sebep olanı Allah’ın zatına kavuturmasını diler (Simkezâde Feyzî 1997: 31). Bu bölümde müstakil “münâcât” manzumelerinin yazıldıı da görülmektedir. Meselâ Riyâzü’s-sâlikîn (Âlî 1998: 221-2) ve Mi’râc-nâme (Simkezâde Feyzî 1997: 207-8)’de bir, Bahrü’l-kemâl (Hilmî 1995: 367-72) de ise üç tane “münâcât” yer almaktadır. Sultana övgü ve saltanatının devamı için dua: âir, bazen eserinin “hâtime” bölümünde, sultanı anıp onu övebilir. Bazen bu bölümde, övülenlerin ehzade, vezir veya baka bir devlet büyüü de olduu görülebilir. âirlerin bu bölümde söyledikleri ekseriyetle birbirine çok yakındır (Ünver 1986: 448). Bu bölümde âirler, bazen sultanın himmet ve ihsanını istedikleri gibi (Anbarcıolu 1986: 1701), bazen de onun cülûsuna kıt’a nazım ekliyle iir söylemilerdir (Hilmî 1995: 372-3). erîfî, Yûsuf u Zelîhâ'sında u ekilde dua etmektedir (erîfî 2001: 56): * Çog ola ömri sultan atasınun Senâsın ide âh-i kâm-bînün Olup ehzâdeler ömri ziyâde Görüp sultânı irsünler murâda Safâlar kesb idüp pîrâyesinde Olalar müstazıllar sâyesinde u artıla erîfî-i hakîri Nazar idüp olalar dest-gîri âirin eseriyle ve âirliiyle övünmesi: Mesnevîsini bitiren âir, eseriyle övünür. Bu vadide kendisiyle yarıabileceklere meydan okur. Eskilerin usûlünden ayrıldıını, kendisinin yeni bir usûl tuttuunu böylece yeni bir macera anlattıını kaydeder. Mesnevîsinin her beytinin, hatta her harfinin sırlarla dolu olduunu, söz ve anlam sanatlarıyla süslendiini, bu hâliyle herkesin ulaamayacaı bir geline benzediini söyler. Anadolu ’da, ran ’da ve ve Arap ülkelerinde hiçbir eserin, bununla boy ölçüemeyeceini; mesnevîsinin çeviri olmadıını, bakasının eserini çalmadıını söyler (Ünver 1986: 448). Bazen eyh Gâlib gibi, eserinin sırlarını aldıı eseri belirtir. Ancak hırsızlık etmediini yani çalmadıını, çaldıysa “mîrî mâl”ını aldıını kaydeder. Ayrıca âirlerin dönemin söz sultanının kendisi olduunu ifade ettikleri de olur. Bazen âirlerin mesnevî dıındaki iirlerini de, bu bölümde övdükleri görülebilir. eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak (eyh Galip 1992: 347-8), Refî’-i Amidî’nin Cân u Cânân (Refî’ 2000: 277-8) mesnevîlerinin “biti bölümü”nde “Fahriyye-i â’irâne” balıı altında kendilerini ve eserlerini övdükleri bölüm vardır. Talıcalı Yahyâ, Güleni Envâr’ının bu bölümünde yer alan “Gülen-i Envâr” balıklı kısımda, kitabına bu adı veriini ve onun özelliklerini sayarak övmütür (Yahya Bey 1992: 187-8). * 593 593 * * TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Sünbül-zâde Vehbi ise, Lutfiyye’sinin “hâtime” kısmında yer alan u beyitlerle kendisini ve eserini övmütür (Beyzadeolu 2004: 166-67): Mâ-hasal köhne süvâr-ı ‘asrum Vâkıf-ı îve-i kâr-ı ‘asrum Ya’nî çok nesneyi a’lâ bilürüm Gizli ma’nâları ra’nâ bilürüm Anla kim bu yazılan güftârı Ekseri tecrübemün âsârı Gayrılar böyle dekâyık yazamaz Yazsa da ‘asra muvâfık yazamaz Fehm idüp kadrini vicdânunda Hırz-i cân eyleyesin yanunda âirlerin bazen mesnevînin “giri bölümü”nde olduu gibi, “biti bölümü”nde de eserlerindeki yanlılarının ve eksiklerinin baılanması dileinde bulundukları görülmektedir. Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u (Fuzûlî 1981: 410-1) ve Nev’î’nin Münâzara-i Tûtî vü Zâg’ı (Gürer 2005: 131-34) gibi. Tanınmı mesnevî âirleri ve eserlerini anma: âirler, ran ve Türk edebiyatlarında, mesnevî alanında üstad kabul edilmi “hamse” sahiplerini, ya bu mesnevî konusunu kendinden önce ileyenleri ya da kendinden önce deiik konularda mesnevî yazan âirleri zikrederler. âirlerin bu anıının, kiiliklerine göre deitii görülür. Kimileri, adını andıı büyük âirleri saygı ve hürmetle dile getirirken, kimileri de onlardan daha üstün olduklarını ifade eder. Tabiî bunda, âirâne anlatımın da payı vardır. ârler, bu tarz düüncelerini, bazen “hâtime” balıı altında (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 345-6), bazen de ayrı bir balık altında dile getirir (Ünver 1986: 449). Örnein Yenipazarlı Vâlî, Hüsn ü Dil’in sonunda yer alan “Esâmî-i u’arâ-yı Kadîm” balıı altında bazı Türk mesnevî âirlerinin isimlerini sayar, onların mehur “mesnevî-gû” olduklarını söyledikten sonra, arkalarından rahmet okur (Yenipazarlı Vâlî 2003: 554-55). Atâ ise, eserinin sonunda yer alan “der-zikr-i îve-i selef” bölümünde, bazı Fars ve Türk âirleri zikretmitir (Türkmen 2000: 164-8; Aksoyak 2006: 259-63). Mesnevîlerin bu bölümlerinde en çok adı geçen âirler: Firdevsî, Attâr, Nizâmî, Mevlânâ , Sa’dî, Emîr Hüsrev-i Dihlevî , Hâcû-yi Kirmânî, Mollâ Câmî, Alî îr Nevâyî , Hamdî, eyhî, Celîlî, Lâmi’î, Yahyâ Bey’dir. Bazen bu bölümde, mesnevî âirlerinin “hamse” sahibi âirleri andıktan sonra, kendilerinin de onları takip ederek “hamse” yazdıklarını ifade ettikleri ve “hamse”lerini oluturan mesnevîler hakkında bilgi verdikleri de görülmektedir. Nev’î-zâde Atâ’yîn Heft-hvân’ı (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 345-7) gibi. Gelibolulu Âlî Tuhfetü’l-uâk isimli mesnevîsinde eserleri ve âirliiyle övündükten sonra bakalarını zemmetmitir (Âlî 1995). Ancak bu durum * * * * 594 594 * RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN mesnevîlerde çok sık görülmez. Bu durumu âirin agresif kiiliinin yansıması kabul edersek de bu durum yaygın deildir. âirin eserine verdii ad: Kimi mesnevîlerde âirler eserlerine verdikleri adı bildirirler: Cilâ’ü’l-kulûb: Çün eyler cilâyile def’-i kürûb Anun nâmı dindi Cilâ’ü’l-kulûb (Özkan 1990: 263) Heft-hvân: Gîr ü dâr-ı gamı beyân itdüm Nâmın illerde Heft-hvân itdüm (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 347) Bahrü’l-kemâl: Nazmı anun olmag ile bî-misâl Didüm anun nâmına Bahrü’l-kemâl (Hilmî 1995: 364) Bildirdikleri bu adın, mesnevînin nüshalarında farklı geçtii de görülebilir. Örnein eyh Baba Yûsuf’un Mevhûb-ı Mahbûb’unun ismi, Konya Koyunolu Ktp.nde bulunan nüshasına göre “Mahbûb-ı Mahbûb”, Orhan Ersoy’da bulunan nüshasına göre ise, “Mevhûb-ı Mahbûb”dur (Kartal 2000c: XXIX, 525, 568): Kitâbuñ adını Mahbûb-ı Mahbûb Kodum feth itdi Hak itmedi mahcûb Kitâbuñ adını Mevhûb-ı Mahbûb Kodum feth itdi Hak itmedi mahcûb Hatta bu adın, ebcet hesabıyla, eserin yazıldıı tarihi verdiini de görebiliriz. âirlerin, eserlerine iki ad verdikleri de olur (Ünver 1986: 449). Nitekim Cem Sultan, Cemîd ü Hurîd mesnevîsinin “hâtime” kısmında eserine, Âyât-ı Uâk ismini verdiini bildirdikten sonra, Cemîd ü Hurîd’in ona lakap olduunu söyler. Ayrıca Âyât-ı Uâk terkibini eserin yazılı tarihini verdiini de kaydeder (Cem Sultan 1997: 681): Safâ bulmagiçün bu sözden uâk Didüm adını hem Âyât-ı Uâk Hisâb idersenüz ehl-i tevârîh Girü adı olur kendüye târîh Bu adı diyübeni olma olma nevmîd Lakabdur dinilür Cemîd ü Hurîd 595 595 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Vardarlı Fazlî, mesnevîsinin adının Mahzenü’l-esrâr, okuyanın gamını gidermesinden dolayı da, dier adını Dâfi’u’l-hüzn koyduunu ifade eder (Aksoyak 1999: 55): Ger tefahhus eyler isen nâmı ne Mahzenü’l-esrâr didüm nâmına Dâfi’u’l-hüzn oldı bir nâmı dahı Hüzni kalmaz okuyanlar i ahi âhîdî de, Leylâ vü Mecnûn’a iki isim vermitir (âhidî (x): 190a): Bunuñ kim ‘ıkıla oldı nizâmı Dinildi Gülen-i ‘uâk nâmı Hevâ bu güleni k’itdi mu‘attar Görindi hatm-i târîhine mazhar Eger bu ad virmezse tesellî Lakabdur diyeler Mecnûn u Leylî âirlerin, eserlerine verdii ismi, Arapça beyitle de bildirdii görülmektedir. Yazıcıolu Mehmed’in Muhammediyye’si gibi (Çelebiolu 1996: II/605): * Hede’l-ehadü min-delâleti’l-Ahmediyye Bede’l-Ahmedü min-celâleti’l-ehâdiyye Lemmâ hademtü bi’r-risâleti hatme’r-risâlet 867 Semmeytühâ bi’r-risâleti’l-Muhammediyye Bazen âirler mesnevîlerine verdikleri ismi, eserlerinin giri kısmında belirtmilerdir. Nitekim Bosnalı Muhlis, manzum seyahatnamesine verdii ismi, eserinin giri kısmında yer alan u beytinde zikrederken (Cokun 2007: 44): Ola ismi Delîlü fi’l-menâhil Vü hem nef’inde Mürid fi’l-merâhil Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi ise, u beytiyle belirtmitir (Sungur 2006: 212): Heves birle urup bünyâdın anun Heves-nâme kodum hem adın anun 867 Ahad olan Allah, Ahmed’in delâletiyle bidayet etti. Ahmet Ahadiyetin yüceliinden zuhur eyledi. Ben, bu risale ile risaletin mührüne hizmet ettiimden onu Muhammediyye risalesi olarak isimlendirdim. 596 596 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Mu’înî ise, mesnevîsine verdii ismi ve lakabı, eserinin giri kısmında yazmı olduu iki ayrı manzume ile açıklamıtır (Yavuz 2007: II/18-21). Hasetçilere, acemi ve dikkatsiz müstensihlerle metni doru dürüst okuyamayan okuyuculara yergi, bunların esere verecei zarardan Allah’a sıınma: âir eserini bitirirken onu, kıskananların errinden koruması; harflerin yazımını birbirine karıtıran, noktalarını alt üst eden dikkatsiz ve beceriksiz müstensihlerden esirgemesi; sözden anlamayan, düzgün okuyamayan okuyucuların eline düürmemesi için Allah’a yakarır (Ünver 1986: 449). Mesela, Nev’î-zâde Atâyî, Sohbetü’l-efkâr’ının “hâtimetü’l-kitâb” bölümünde hem dikkatsiz müstensihlerden hem de sözden anlamayan ve düzgün okuyamayan okuyuculardan Allah’a sıınır (Yelten 1999: 277-79): Dâd-ı feryâd iki ahs-ı nâdân Oldılar dümen-i cân-ı ‘irfân Biri ol kâtib-i tashîf-nüvîs Ki virir ma’nîye hükm-i telbîs ……………………………… Biri ol tâ’ife-i nâ-mevzûn Ki ide nazmın iin dîger-gûn Gire bir sûrete i’r-i fâhir Ki anı bilmeye görse âir Bazen mesnevîlerde Tuhfetü’l-uâk’ta olduu gibi (Aksoyak 1995) dikkatli müstensihlerin övüldüü de görülmektedir. Mesnevînin beyit sayısı: Bütün mesnevîlerde bulunmamakla birlikte, bazı âirlerin, mesnevîlerinin kaç beyit olduunu bildirdikleri görülür. âirin bildirdii sayı ile, eldeki nüshaların beyit sayısı, her zaman aynı olmayabilir. Bu durum, ya âirin beyit sayısını yuvarlayarak vermesinden ya da müstensihlerin ihmalinden kaynaklanır. Ayrıca âirin esere sonradan eklemeler yapması ve önceden verdii beyit sayısını deitirmesi de böyle bir sonuç dourabilir (Ünver 1986: 449). Varka ve Gülâh Bin yedi yüz beyt ola bu dâstân çi tolu dürr cevâhir la’l ü kân (Yusuf-ı Meddâh 2007: 295) Murâd-nâme: Tamâm on bin ü dört yüz on beyt olur Çag âhırgı beyt ile dirsen dirsen n’olur Rubâ’îsi ferdi sayıldı bile ‘Arab beyti dahı ki geldi dile (Ceyhan 1997: II/1052) 597 597 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Heft-hvân: Nakd-i ömri kılup bu san’ata harc Varum itdüm bu dürc-i gevhere derc Oldı bî-illet-i “le’alle vü leyt” Kesr ü noksânı ile üç bin beyt (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 347) Yûsuf u Züleyhâ: Bu dürc-i nazm içinde derc olan dür Yidi bin yidi yüz yitmi yididür (Kemal Paazâde 1979: 208) Müridü’l-ubbâd: Pes bu cevher nazmunı virme ana Bu sözi te’kîd ile didüm sana Dercdür bu hokkada iy mu’teber ki bin kırk bir u bir dane güher (Çelebiolu 1999: 280) Beyit sayısının bazen ebcet hesabıyla verildii de görülmektedir. Nâkâm’ın Leylâ vü Mecnûn’u gibi: Hem itdim beytini ta’dâd fi’l-hâl Üçer gayn oldı bir yâ bir de zâl (3710 beyit) (Levend 1959: 348) Mesnevînin yazılııyla ilgili tarihler: Mesnevî’nin “biti bölümü”nde âir, eserinin sona erdii tarihi belirtir: Kutadgu Bilig (Arat 1979: 641): Yıl altmı iki erdi tört yüz bile 868 Bitiyü tükettim bu söz ülgüle * Leylâ vü Mecnûn (Hamdullâh Hamdî: 122b): Tokuz yüz bede bu nazm-ı cevâhir El-hamdulillâh iy Hamdî oldı âhir Muhabbet-nâme (Sertkaya 1972: 25): Bu defter kim bolup-dur Mısr kandı Yiti yüz yıl tört içre tükendi 868 Yıl dörtyüz altmı iki idi, bu eseri yazıp tamamladım (Arat 1988: 465). 598 598 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Kimi mesnevîlerde âir, eserinin biti tarihi ile birlikte eserine nerede ve ne zaman baladıını da bildirir: Varka ve Gülâh (Yusuf-ı Meddâh 2007: 295): Varka vü Gülâh sözini biz hele Söyledük küllî tamâmet nazmıla Baladuk Sivas ehrinde bunı Kim rebî’ü’l-evvelün evvel güni Hem rebî’u’l-âhir ilkinde tamâm Eyledük rûz-i düenbih ve’s-selâm Yidi yüz kırk üç yılındadur bu dem Kim bunun târîhine urduk kadem Gülen-i Uâk (âhidî (x), 189b-190a): Sitanbul içre olup ibtidâsı Dahı görinmeziken intihâsı Baña devrân ki çok bâzîce kıldı Terahhum eyleyüp Yunana saldı Ki ol Hânuñ iridüm hizmetine Giyüp hil‘atlerin bindüm atına Çü gördüm baña bu lutfın lâhuñ Kitâbı baladum adına âhuñ Tamâme irdi Sultân devletinde Umaram kim bula ragbet katında Kitâbuñ nazmına olmakda megûl Mu‘âsır düdi ol âh ile bu kul Bulup bir yıl içinde feth-i bâbı Bu nazm ile ol sultânuñ kitâbı ............................................ Cemâd-i âhir ayında nihâyet Bulup yazıldı nefse irdi gâyet Tutup yüz Konya ehrinde tamâme Bu zîverler beyâza geldi nâme Bazen de mesnevînin yazılmaya nerede balandıı belirtildikten sonra, yarım kalan eserin nasıl ve kimin tevikiyle bitirildii açıklanmıtır: Cilâ’ü’l-kulûb (Özkan 1990: 264): Müyesser kılup intihâsın Hudâ Burusa’da oldı ana ibtidâ Dinildükde andan bir iki varak Stanbul’da sevk itdi takdîr-i Hak Velî anda geldükde kayd-ı kifâf Unutdurmı idi anı bî-hilâf Ferâmû idüp bir niçe rûzigâr Bu vech ile devr itdi leyl ü nehâr 599 599 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Pes andan gelüp rûz-ı ferhunde-fâl Tulû’ itdi ol mihr-i evc-i cemâl Ma’ârifden idi ‘ayân u nihân Seher âma dek güft ü gumûz hemân Salup mülket-i câna gavgâ vü ûr Açup virdi bu çem-i giryâna nûr Görüp bir gün ol nüsha-i ebteri Begendi be-gâyet o i’r-i teri Bakup kıldı izhâr-ı ûr u egab O dem kıldı tekmîlin anun taleb Çü her emri olmıdı anun mutâ’ Kabûl eyledüm bî-cidâl ü nizâ’ Mukayyed olup nazma her rûz u eb Tamâm eyleyüp anı çekdüm ta’ab Mesnevî’nin yazılmaya balandıı zaman tarih, ay ve gün olarak verildii gibi, “bahar”, “hazan”, “sayf (= yaz)”, “itâ (= kı)” gibi mevsim adları söylenerek de belirtilebilir: Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan 1997: 681): Safer ayında oldı ibtidâsı Velî a’bân ayında intihâsı Camasb-nâme (Çelebiolu 1999: 244): Ol zamân kim dâsitâna baladum Eski yirde yini dalı aladum Güllerün vakti tamâm olmı idi Ötmege bülbül seher durmı idi .................................................. Sebze ‘âlem gül açılmı bâgda Baladum ben bu söze ol çagda Hem tamâm olınca bil itdüm tamâm Yine gül vakti olınca ve’s-selâm Bil Nebînün hicretinden bu zamân Geçdi sekiz yüz otuz üç yıl tamâm Târîhi andan durur ite didüm Nitekim ol resm ü ‘adetdür kodum Özellikle ilk dönem mesnevîlerinde, eserin biti tarihinin hicrî yıl olarak açıkça belirtildii görülmektedir (Ünver 1986: 449): Esmâ-i Hüsnâ erhi (Külekçi trhs.: 151): Tokuz yüz kırk sekiz oldukda hicret Bu nazma irdi Hakkdan ‘avn-ı nusret Leylâ vü Mecnûn (Hamdullâh Hamdî: 122b): 600 600 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Tokuzyüz bede bu nazm-ı cevâhir Bihamdi’llah Hamdî oldı âhir Eserin bitirildii tarih, bazen yıl, yıl-ay, yıl-ay-gün olarak verildii gibi, bazen de mevsim adları söylenerek açıklanmıtır: Dütûrnâme-i Enverî (Enverî 1928: 108): ükr Hak avniyle idüp ihtimâm Eyledüm Düstûr-nâmeyi temâm Çün sekizyüz altmı tokuzda yıl rdi Zi’l-hiccede âhir oldı bil Esrâr-nâme (Tebrizli Ahmedî 1996: 161): On iki idi meger mâh-ı Safer Geldi hatme bu kitâb-ı mu’teber ehr-i Tebrîz içre der-vakt-i bahâr Mevsim-i gül irmi idi lâlezâr Târîh irmidi sekiz yüz seksene Dahı dört yıl bile hicretden yana Pençenbebih güni bu oldı tamâm Târîh ile ihtitâmı ve’s-selâm Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974: 486): Yeni yıl baı Ferverdîn-i Nevrûz Ki olmı idi güne ‘âlem-efrûz Receb ayı dokuzında sehergâh Kuzı burcında ol seyyâre yâ âh ‘Alem urmıdı kim bitdi bu defter Haka minnet komadı bunı ebter Eserin hicrî olarak biti tarihi belirtilirken, bazen ne zaman yazılmaa balandıı da ifade edilmektedir: Dirisen hicretün oldı nesinde Olupdur bil tokuzyüz ellisinde Sefer ayının onunda bidâyet O yıl a’bânı onbirinde gâyet Bulup oldı Nigâristân zînet Tamâm oldı Hudâya ükr ü minnet (Za’îfî 1978: 227) Tokuz yüz seksen altıda kemîne ürû’ itdükde Yûsuf kıssasına Rebî’u’l-evvelinün evvelinde Bu nazmı nazma baladumdı ben de Rebî’u’l-âhirün onı ki geçdi 601 601 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Bu zîbâ kıssa pâyâna iridi (erîfî 2001: 55) Hicrî olarak verilen tarih, daha sonraları “ebced”le tarih düürmeye dönümütür. Hatta âirler, sadece birkaç harf adı verip, bu harflerin sayı deerlerinin toplamıyla da, eserlerinin yazılı tarihini verme yoluna da gitmilerdir: râd: Çü didüm mevlid-i nazm-ı Muhammed Dile târîh geldi hayr-ı Ahmed (Aslan 2009: 76) Cân u Cânân (Refî 2000: 288): Bil nazm-ı dekâyık ism-i ra’nâ Târîh-i hitâmıdır hem ammâ Tuhfetü’l-uâk (Türkmen 2000: 169; Aksoyak 2006: 263): Hüsn-i hulkı ideler câna siper Oldı çün târîh mir’ât-ı siyer Heves-nâme (Sungur 2006: 549): Beyân eyler çü târîh-i kitâbı Mahabbet-nâme-i Ca’fer Çelebi Cilâ’ü’l-kulûb (Özkan 1990: 263) Kılup çünkim bu nazm-ı pâki rakam Ferâgıyla âsûde oldı kalem Virüp anda târîh-i nazma nizâm Didüm bu kitâb oldı hâlâ tamâm Leylâ vü Mecnûn (Fuzûlî 1981: 410): Târîhine düdiler muvâfık Bir olmagile ol iki ‘âık Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975: 412): Saferden nısf geçmidi tamâmı Ki bu îveyle nazm itdük kelâmı Rebî’ü’l-âhirün nısfında itmâm Bulıban oldı baht u sa’d ile tâm Ve lîkin yıl bî vü dâl idi vü zâd Bili olsun dâl sana olanun zâd Mesnevîlerin tamamlanı tarihleri bazen hem hicrî tarih olarak hem de ebcet hesabıyla belirtilmitir: 602 602 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Sohbetü’l-ebkâr (Yelten 1999: 280): ehr-i Tırhâlada bu nazm-ı benâm Bin otuz be senesi oldı tamâm Ya’nî nüzhet-geh-i ejderhâda Oldı bu genc-i hüner âmâde ……………………………. Didi uran ‘ukde-i hatmin anın Nazmına târîh “zihî nazm-ı pâk” Bazen mesnevînin ismi ve yazıldıı tarih belirtilmek için, ya müstakil bir bölüm, ya tarih kıt’ası ya da bir beyit yazılmıtır: Beyân-ı Te’lîf-i Kitâbdur ve Târîh-i Zemân-ı Feth-i Bâbdur ............................................ Ol dem ki bu nusha oldı merkûm Leylî Mecnûn adına mersûm zhâra gelüp rumûz-ı vahdet Vahdetde temâm olup hikâyet Târîhine düdiler muvâfık Bir olmag ile ol iki âık (Fuzûlî 1981: 410-1) Târîh-i Tamâm oden-i Âyât-ı Erba’în Çünki bu âyetleri tahrîr idüp Eyledüm lutf-ı lâha i’tisâm Göricek anun tamâm oldugını Didi hâtif oldı çihl âyet tamâm (Sevgi 1993: 67) Kıt’a der-Târîh-i tmâm Oldı bu kıt’a-i ho-âyende Gönül ol dem ki terk-i hâme oldı Adını târîh ile ehl-i dilân Didi Feyzî Cevâb-nâme oldı (Simkezâde Feyzî 1997: 221) Der-Târîh-i Te’lîf-i Kitâb Gel i cennet gülinün bülbüli sen Konula bir dikenden yüz güli sen ………………………………… Seher kuları her dem dem idi Gice her sırra mahrem eb-nem idi Rebî’u’l-evvele âhırdı zâhir Ki bu Hurîd-nâme oldı âhır (Ayan 1979: 425-27) 603 603 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Kalem çeküp tamâm oldı ibu Esrâr-nâme nazmı Hadde kalem çeker isen târîh direm lafz-ı nazmı (Tebrizli Ahmedî 1996: 162) Eserin, kaç günde, haftada veya ayda tamamlandıının da, ifade edildii görülür: Taauknâmeni himmet bolup yâr Tükettim yitti günde bî-meded-kâr (Köktekin 2000: 77) Hem Burusada nisâr idüp cânı ki haftada tamâm itdüm bunı (Pekolcay 1953: 351) Tükel on sekiz ayda aydım bu söz 869 Ödürdüm adırdım söz evdip tire (Arat 1979: 652) Eserin bitirildii tarih, bazen eserde anlatılan hikâye sayısı belirtilerek yazılmıtır: Bu kitâbun hatmı u oldı tamâm Toptolu yüz dâsitân geldi tamâm Yidiyüz otuz yılında hicretün Sözi irdi hatmine bu fikretün (Yavuz 2000: II/2 959) Mesnevînin yazıldıı tarih, bazen Farsça rakamla da belirtilmitir: * Didile târîh di iy merd-i kâr Didüm ite nüh sad ü ast ü çehâr (Emre 1988: 128) âirin ismi: Genellikle mesnevî âirleri, eserlerinin “biti bölümü”nde mahlaslarını zikretmilerdir: Temâm itdi bu slâmî sözüni Çü teslîm itdi dergâha özüni (Yüksel 1996: 288) 869 Bu sözleri tam on sekiz ayda söyledim; sözleri toplayıp, derleyerek, seçtim ve ayırdım (Arat 1988: 475). 604 604 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Riyâzü’s-sâlikîn: Eyleyelüm hatm-i sühan Âliyâ Evvel ü âhir bula söz intihâ (Gelibolulu Âlî 1998: 222) Mevhûb-ı Mahbûb:  Fettâh u i Vehhâb u i Rahmân Zelîl eyhoglına sen eyle dermân (Kartal 2000c: 522) âir ve memleketi hakkında bilgi: Mesnevî âirlerinin, bazen müstakil olarak yazdıı manzumelerle, kendisi ve memleketi hakkında bilgi verdikleri görülmektedir. Örnein ükrî-i Bitlîsî, Selîm-nâme’sinin “biti bölümü”nde yer alan, “Der-Vasf-ı Kemâl-i ükrî ve Ahvâl-i O” balıklı manzumede, kendisi hakkında bilgi vermitir (Argunah 1997: 311-4). eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisârî ise, Mevhûb-ı Mahbûb isimli eserinde yer alan, “Du’â vü Tazarru” balıı altında, memleketi olan Sivrihisar’ı çeitli özelliklerini zikrederek övmütür (Kartal 2000c: 526-9). Okuyucudan hayır dua isteme: Mesnevîler sona ererken âir, okuyucudan “hayır dua” beklediini; en büyük arzusunun rahmetle anılmak olduunu bildirir; ruhu için “fatiha” okunmasını diler (Ünver, 1986: 450). Yûsuf Has Hâcib bu konuda unları söyler (Arat 1979: 641-2): lahi özüm bu sözüg baladı Tilekim ne erdi bilir sen idi Tilemedim özke kü çav edgü at Kii asgı koldum öz erse ya yat Okıglı okısa mini ügürüp Du’â kılgamu tip manga bir turup Tilekim bu erdi umınçım bu ok Okıglı manga bir du’â ıdga uk Tilim sözledi söz bitidi elig Ölür bu elig til ay kılkı silig Elig til nianı munu bu bitig Sanga kodtum emdi bitip ay tetig Unıtma mini ay okıglı tirig-özüm 870 Dünya kodsa töense yirip 870 Ben bu söze balarken, kasdimin ne olduunu sen biliyordun, ey rabbim! Ben kendime an ve öhret veya iyi ad dilemedim; yakın olsun-uzak olsun, ben herkesin iyiliini istedim. Bunu okuyan okudukça, beni hatırlayıp, belki bana da bir dua eder diye düündüm. Dileim bu idi, ümidim de budur; okuyan bana her hâlde bir dua edecektir. Dilim söyledi, elim de bunu yazdı, ey temiz kalpli insan, benim bu dilim ve elim fanidir. Ey zeki insan, dilden ve elden kalan niane, ite sana yazıp 605 605 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL Harezmî ise, Muhabbet-nâme isimli mesnevîsinin sonunda öyle der (Sertkaya, 1972: 25): Okugay bu kitâbı hem bitigey Tiler min kim du’âda yâd kılgay Duhânîzâde Velî ise, öyle demektedir: Garaz oldur bu nak-ı zîbâdan Göçdügümde bu dâr-ı dünyâdan Bir du’â itmeye bahâne ola Bu güzer-gâhda niâne ola Nazar itdükde ana ehl-i nazar Rûhuıma rahmet-i Hudâ diyeler (Anbarcıolu 1968: 686) Bazen âirlerin, mesnevîlerinin bu bölümünde, baka kiiler için “hayır dua” ettikleri de görülmektedir: Gülistân Tercümesi (Za’îfî 1978: 226-7): Okı rûh-ı musannifçün gel el-hamd Velî yâd it du’âda nâm-ı Ahmed Du’â kıl nefsüne vü sâhibine Kamu mü’minlere vü kâtibine lâhî rahmet eyle çok çok ana Du’â-yı hayrile kim beni ana Atam merhûm Hoce Evrenosi lâhî eyle hûrîler arusi Hudâyâ rahmetün âbiyle kandur Benüm eyhümi kim Sünbül Sinândur lâhî eyh-i merkez Muslihü’d-dîn Kulundur rahmet it yâ Rabbi âmîn Bazen de âirler bu bölümde hem kendisi için dua edilmesini ister hem de yazan, okuyan ve düzenler için kendileri Allah’tan rahmet dileinde bulunur: Hurîd-nâme (Ayan 1979: 427): Yazanı okuyanı vü düzeni riüp bu denizden dür süzeni lâhî fazlun ile yarlıgagıl bırakmı olduum bu kiitaptır. Ey bunu okuyan canlı, ben dünyayı bırakıp, topraa düünce, beni unutma (Arat 1988: 465-6). 606 606 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Buları rahmet eliyle sıgagıl Murâdum bunca sözlerden du’âdur Du’âdur ol iki her de devâdur Anunçün çekmiemdür dürlü zahmet Diyeler cânuna eyh oglı rahmet Beni her kim du’âyile ana ol Hudâyâ lutf u rahmet kıl ana bol Garîb-nâme (Yavuz 2000: II/2 959-61): y Hudâvendâ senün fazlun delim Sensin âhir hem hakîm ü hem ‘alîm Rahmetünle yarlıga kullarunı Sen esirge kendü yohsullarunı Her ki dinlerse bu sözi iy Celîl Rahmetün olsun ana her dem delîl Eydene dinleyene vü yazana Rahmet eyle yâ ilâhe Rabbenâ Her nefes bin rahmeti Hakkun ana Kim yazanı fâtiha birle ana Yûsuf u Züleyhâ (Yıldız 2008: 315; Demirci 2008: 284-87) Muhtasar kılduk bunı iidene idenler du’â kılsun koana Bunı koana Çalap tutma günâh Yazugın bagılagıl i Pâdiâh eyyâd Hamza kemîne kul senün Yazugın bagılagıl yâ Rab anun Rahmet eyle koana iidene ‘Afvunı hem efâ’at it yazana Mesnevînin vezni: Genellikle dînî ve tasavvufî konulu mesnevîlerde âir, son beyitlerden birinde eserinin veznini zikreder: Bahru’l-hakayık: Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’il Tamâm oldı kitâb el-hamdulillâh (Ertaylan 1960a) Kerâmât-ı Ahi Evran: Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât Âhiret isterisen cânunı sat (Kartal 2009: 242) Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm: Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât Mustafânun cânına vir salâvat 607 607 TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL (Koncu 2001: 158) Yûsuf u Züleyhâ: Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât Vir Muhammed Mustafâya salavât (Karahan 1994: 319) Mecma’ü’l-envâr: Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün Ahır oldı hayrile yek-enbe gün (Pekolcay 1953: 351) Deh-murg: Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât Söz dükendi bâkiyâtü’s-sâlihât (Kaplan 2003: 189) Hazret-i Peygamber’e “salât” ve “selâm”: âirler, bazen mesnevîlerinin “biti bölümü”nü, Hazret-i Muhammed (S.A.V.) için “salât” ve “selâm” ile bitirmilerdir: râd: Salât ile selâm iy ehl-i esrâr Resûlün rûhına her demde her bâr (Aslan 2009: 78) Esrâr-nâme: Hayr it hatm oldı cânâ bu kelâm Ho diyelüm es-selâtü ve’-selâm (Tebrizli Ahmedî 1996: 162) Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm: Ger seversen ‘ıkıla Muhammedi Vir salâvat yâ Muhammed ümmeti Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât Mustafânun cânına vir salâvat (Koncu 2001: 158) Mansûr-nâme:  bürâder söz tamâm oldı tamâm Din Resûle es-selâtü ve’s-selâm (Niyâzî 1994: 239) Yûsuf u Züleyhâ: Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât Vir Muhammed Mustafâya salavât (Karahan 1994: 319) 608 608 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A âirlerin bazen mesnevîlerini bitirmeden birkaç beyit önce Hazret-i Muhammed (S.A.V.) için “salât” ve “selâm” getirdikleri de müahede edilmektedir: Yûsuf u Züleyhâ Tamâm olsun bu kıssa bu arada Salavât virelüm uludan Ahmede (Yıldız 2008: 315; Demirci 2008: 284-85) Bazen de Allah’a “hamd” eyledikten sonra, Hazret-i Peygamber’e “salât” ve “selâm” getirilmi, akabinde de Hazret-i Peygamber’in “âl ü evlâd”ına selam gönderilerek eser bitirilmitir: Cilâ’ü’l-kulûb Hudâya olup hamd-i bî-intihâ Resûline olsun dürûd u senâ Dahı âl ü evlâda olsun selâm Bi-hâzâ bedâ ihtitâmü’l-kelâm (Özkan 1990: 269) Bazen mesnevîlerin “biti bölümü”nün, bir hikâye ile baladıı (Kültüral 1999: III/1967-72) ve padiah övgüsünde söylenmi bir kaside ile bittii görülmektdedir. Meselâ erîfî, eh-nâme Tercümesi’nin “hâtime”sine Gazneli Mahmûd ile ilgili anlattıı bir hikâye ile balamıtır. Lâmi’î Çelebi ise, Vâmık u Azrâ’sının sonunda söyledii u beyitten sonra: Eyleyüp âhır kitâbun gül redîf eh du’âsın okı bülbül-ve latîf “Kasîde-i Gül-i Sad-berg Berâ-yı Sultân Süleymân Han” balıklı ve gül redifli Kânûnî Sultân Süleymân övgüsünde bir kaside yazmıtır (Lâmi’î Çelebi 1998: 512-9). Sonuç Kökeni Arap edebiyatına dayanan mesnevî nazım ekli, oradan ran edebiyatına, ran edebiyatından ise Türk edebiyatına geçmitir. Türk edebiyatında, bugünkü bilgilerimize göre XI. Asırdan itibaren mesnevî nazım ekliyle kısa mesnevîlerin yanında, binlerce beyit süren tarihler, uzun ak hikâyeleri, ehrengizler, öretici dînî, ahlâkî ve tasavvufî konular... yazılmıtır. Belli bir konuyu ileyen, baımsız bir kitap olarak yazılmı mesnevîler tertip bakımından genellikle birbirine benzedii görülmektedir. Bu genel tertipte üç ana bölüm * * * 609 609 * TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER AHMET KARTAL bulunduu göze çarpmaktadır. Bunlar, “giri bölümü”, “konunun ilendii bölüm” ve “biti bölümü”dür. Bununla birlikte, bazı ilk dönem mesnevîlerinde (XIII-XIV. asır), yukardaki bölümlerin kesin çizgilerle ayrılmadıı da görülmektedir. Mesnevîlerin “giri bölümü”nde genellikle “besmele”, “tahmîd”, “tevhîd”, “münâcât”, “na’t”, “mi’râc”, “mu’cizât”, “din ulularına övgü: medh-i çihâr-yâr-i güzîn, Hz. Hamza ve Abbâs’a Övgü, Hz. Hasan ve Hüseyin’e Övgü, Dört Mezhep Kurucusuna Övgü, 12 mama Övgü, Dier Dîn Büyüklerine Övgü”, “”âirleri Övgü”, “Pâdiah çin Övgü”, “Devlet Büyüü çin Övgü”, “Sebeb-i Te’lîf” bölümleri bulunmaktadır. Bütün mesnevîlerde görülmemekle birlikte, “Giri bölümü”nde “mev’ize (= öüt)”, “sözün yücelii”, “söz söyleme arzusu”, “sözün vasıfları”, “hasb-i hâl”, “âlemin merhametsizlii", “felek ve hareketleri”, “insan ruhu ve yaratılıı”, “tenbîh”, “hisse”, “temsîl”, “ak”, “gönül”, “hayret”, ve “kaleme hitap” balıklarıyla da karılaılabilir. Mesnevînin dorudan “Allah lafzının vasfı”, “kaleme hitap”, “konuya girerek”, “dua”, “sultana övgü”, “bir din büyüüne övgü” veya “padiaha övgü” manzumesiyle ya da eserin isminin belirtildii bir beyitle baladıı da görülmektedir. Ayrıca ender olarak Türkçe, Arapça ve Farsça mensur bir kısım ile de baladıı da müahede edilmektedir. Mesnevîlerde, “âgâz-ı dâstân”, “matla’-ı dâstân”, “âgâz-ı kıssa”, “âgâz-ı kitâb”, “ibtidâ-i dâstân”... gibi balıklarla balayan “konunun ilendii bölüm”, mesnevînin ana bölümüdür. Burada ele alınıp ilenen konuların eserden esere deitii görülmektedir. Bu deikenlik, bölümün genel planında da kendini göstermektedir. Bu bölümde, “giri bölümü” için verilen genel plana benzer bir plan vermek mümkün deildir. Mesnevîlerin “biti bölümü”nde ise, genellikle “Allah’a “hamd ü senâ” ve “dua”, “sultana övgü ve saltanatının devamı için dua”, “âirin eseriyle ve âirliiyle övünmesi”, “tanınmı mesnevî âirleri ve eserlerini anma”, “âirin * * * eserine verdii ad”, “hasetçilere, acemi ve dikkatsiz müstensihlerle metni doru dürüst okuyamayan okuyuculara yergi, bunların esere verecei zarardan Allah’a sıınma”, “mesnevînin beyit sayısı”, “mesnevînin yazılııyla ilgili tarihler”, “âirin ismi”, “âir ve memleketi hakkında bilgi”, “okuyucudan hayır dua isteme”, “mesnevînin vezni”, “Hazret-i Peygamber’e “salât” ve “selâm”” bölümleri yer almaktadır. Kimi mesnevîlerde “konunun ilendii bölüm”le “hâtime” balıı arasında, “tevhîd”, münâcât”, “mev’ize”, “temsîl”, “fahriyye” gibi balıklar görülür. “Hâtime”si olmayan mesnevîler de vardır. Bu tür mesnevîlerde, sadece son beyitte eserin sona erdii dile getirilmitir. “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri” Bilig, 19, 69-119 (2001) * 610 610 Peygamber’e “salât” ve “selâm”” bölümleri yer almaktadır. Kimi mesnevîlerde “konunun ilendii bölüm”le “hâtime” balıı arasında, “tevhîd”, münâcât”, “mev’ize”, “temsîl”, “fahriyye” gibi balıklar görülür. “Hâtime”si olmayan mesnevîler de vardır. Bu tür mesnevîlerde, sadece son İSTANBUL’A beyitte eserin sona erdii dileŞİRAZ’DAN getirilmitir. “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri” Bilig, 19, 69-119 (2001) * 610 611 ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV Mesnevî kelimesi Arapça s-n-y kökünden türemi ve “ikier ikier” mânâsına gelen “mesnen” kelimesinin bir nisbet ekli gibi görünmekle beraber Arapça’da kullanılmamıtır.871 Mesnevî tabiri ilk kez Farsça ’da kullanılmı ve sonra Türkçe ’ye geçmitir.872 Edebî bir terim olarak, aynı vezinde, her beyti kendi arasında müstakilen kafiyeli nazım ekline verilen isimdir.873 Mesnevî ekli itibariyle Arap iirinin ‘recez’ nevine dayanır. Aruzun aynı adı taıyan bahriyle nazmedilen ‘recez’, mısra uzunluunda ve birbiri ile kâfiyeli kısa beyitler halindedir. Umumiyetle kısa olan ‘recez’ler, deveci ezgileri, savaçıların birbirlerine meydan okumaları, kadınların muhariplere serzenileri ve ninnileri gibi ani ilhamların irticâlen ifadesinde kullanılmıtır. El-Aleb b. Cûem el-clî (ö. 145/762), ‘recez’i kaside tipinde dâhilî planı olan uzun iirler haline dönütürmütür. Bu yeni tip recezler, ‘urcûze’ olarak adlandırılmı ve Abbasî devrinin balarından itibaren sınırlandırılarak hikâye, fıkra, tasvir, öretici eserler vb. gibi bazı mevzulara tahsis edilmitir. Mesnevî, urcûze denen bu iir nevinden domutur.874 Kendi aralarında kâfiyeli beyitlerden oluan mesnevî, 2 ile 20-30 beyit arasında yazılabildii gibi, binlerce beyit süren tarihler, uzun ak hikâyeleri, ehrengizler, öretici dînî, ahlâkî ve tasavvufî konular da mesnevî nazım ekliyle yazılmıtır. Genelde mesnevîlerde üç ana bölüm bulunur: I. Giri, II. Konunun ilendii bölüm, III. Biti bölümü. Mesnevîlerin “giri bölümü”nde sırasıyla besmele, tahmid, tevhîd, münâcât, na’t, mi’râc, mu’cizât, din ulularına övgü (Medh-i Çihâr-yâr-i Güzîn, Hz. Hamza ve Abbâs’a övgü, Hz. Hasan ve Hüseyin’e övgü), dört mezhep kurucusuna, 12 imama, dier din büyüklerine, âirlere, padiaha, devlet * * * * * * 871 872 873 874 Ahmet Ate, “Mesnevî”, mad., A, c. 8, 1988, s. 127. Amil Çelebiolu, Türk Edebiyatı’nda Mesnevî [XV. Yy.’a Kadar], stanbul: Kitabevi, 1999, s. 21. Celâluddîn-i Humâyî, Funûn-i Belâgat ve Sana’ât-i Edebî, Tehrân, 1370, s. 156; Sîmâdâd, Ferhengi stilâhât-i Edebî, Tehrân, 1375, s. 263. M. Nihad Çetin, Eski Arap iiri, stanbul: Ü Yay., 1973, s. 65-68; aynı yazar, “Arap IV: Edebiyat” mad., TDV A, c. 3, stanbul, 1991, s. 289. * * 612 612 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A büyüklerine övgü ve sebeb-i te’lîf bulunur.875 Konunun ilendii bölüm, mesnevilerin yazılı amacına matuf bölümlerdir. Hatime bölümü de denilen biti bölümü, mesnevî hikayesinin sona erdii bölümdür. “Hâtime”si olmayan mesnevîlerde sadece son beyitte eserin sona erdii dile getirilir. Biti bölümünde bulunan balıklar unlardır: Allah’a “hamd ü senâ” ve “dua, sultana övgü ve saltanatının devamı için dua, âirin eseriyle ve âirliiyle övünmesi, tanınmı mesnevî âirleri ve eserlerini anma, âirin eserine verdii ad, hasetçilere, acemi ve dikkatsiz müstensihlerle metni doru dürüst okuyamayan okuyuculara yergi, bunların esere verecei zarardan Allah’a sıınma, mesnevînin beyit sayısı, mesnevînin yazılııyla ilgili tarihler, âirin ismi, âir ve memleketi hakkında bilgi, okuyucudan hayır dua isteme, mesnevînin vezni, Hazret-i Peygamber’e “salât” ve “selâm”.876 smail Ünver’in mesnevîleri yazılı amaçlarına göre yaptıı877 gruplamaya dayanan tasnifimiz öyledir: 1. Grup: Okuyucuya bilgi vermek, onu eitmek amacı güden eserler: Bu grupta dînî, tasavvufî, ahlâkî eserlerle eski bilimlerle ilgili olan ve ansiklopedik bilgiler veren mesnevîler yer alır. Esm-ı Hüsn erhleri, 40 hadis erhleri, ilmihaller vb. gibi dinî bilgiler veren mesnevîler; Mevln ’nın Mesnevî’si ve erhleri, evliya menkıbeleri, Yunus Emre’nin iirleri vb. gibi tasavvufî mesnevîler; içindeki dinî-tasavvufî düüncelerin yanı sıra öüt verme yönü aır basan, çocuklara öüt vermek için yazılmı ya da örnekler yoluyla öüt vermeyi hedefleyen ahlakî mesneviler ve tıp, astroloji gibi alanlara ilikin bilgiler veren, uara tezkireleri gibi ansiklopedi nitelii taıyan mesneviler yer alır. 2. Grup: Konusunu menkabelerden ve tarihten alarak okuyucunun/ dinleyicinin kahramanlık duygularına hitap eden Battl-nme vb. gibi mesneviler. 3. Grup: Okuyucunun edebî zevkine hitap eden, ana çizgisi beerî ya da ilahî ak olan sanat yönü aır basan Leyl vü Mecnûn, Yûsuf u Züleyh vb. gibi mesnevîler. 4. Grup: âirlerin gördükleri, yaadıkları olayları anlatan, toplum hayatından kesitler veren kiileri, meslekleri, düünleri ve belli yöreleri tasvir eden ehr-engîz, sûr-nme, sergüzet ve hasbıhal türünden mesnevîler.  875 876 Geni bilgi için bak. . Hakkı Aksoyak, “Mesnevîlerin Giri Bölümünde “Din Ulularına Övgü””, Türklük Bilimi Aratırmaları, sy. 7, 1998, s. 213-21. Mesnevîlerin tertip özellikleri hakkında geni bilgi için bak. Ahmet Kartal, “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, bilig, sy. 19, 2001, s. 69-119. smail Ünver, a.g.m., s. 438-43. * 877 613 613 ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV AHMET KARTAL Mesnevî Edebiyatı Balasagunlu Yûsuf’un Balasagun’da balayıp Kagar ’da tamamlayarak 1069/1070’te Karahanlı hükümdarı Tawgaç Bura Han’a sunduu Kutadgu Bilig , Türk edebiyatında yazılan ilk mesnevîdir. Anadolu ’da ise XIII. asırda Yûnus Emre Risâletü’n-nushiyye (tlf. 1308)’yi yazmıtır. Mesnevîlerin Türk edebiyatındaki geliim sürecini öyle göstermek mümkündür: * * * * * * XIV. Asır Mesnevîleri Bu asırda kaleme alınan mesnevîlerden çou, Âmil Çelebiolu’nun tespitine göre 58’i, günümüze ulamıtır. Bunlardan 15’inin müellifi ve telif tarihi, 29’unun müellifi, 1’inin ise sadece telif tarihi bellidir. 11’inin ise müellif ve telif tarihleri bilinmemektedir. Manzum Kudûrî Tercümesi’nin ise nüshaları kayıptır.878 Ahmet Atillâ entürk ’ün tespitlerine göre ise, telif tarihi bilinen 21, müellifi bilinen 40 ve müellifi bilinmeyen 18 olmak üzere, toplam 79 mesnevî bu asırda kaleme alınmıtır.879 Mehmet Çavuolu’na göre880 bu asırda yazılan mesnevîler üç grupta incelenebilir: 1. Manzum dinî destanlar. Bunlar daha çok meclis ve kıraathanelerde okunmak üzere kaleme alınmı halk tipi mesnevîlerdir. Bu tür eserler daha çok Hz. Ali, Hz. Muhammed, Hasan ve Hüseyin ile brâhîm Edhem gibi bazı ünlü sufîlerin etrafında teekkül etmilerdir. Bunların asıl gayeleri hikâyeyi manzum ve kafiyeli olarak okuyan ve dinleyenlere aktarmak, onlara hoça vakit geçirtmek, yeri geldikçe nasihatler vermektir. Bu hikâyelerde insan, hayvan, tabiat manzaraları, sava vb. gibi bir âirin tasvir çizmesine imkan veren bir çok nesne ve hadiseler bulunmasına ramen bu âirler bazen sayfalar dolusu mesnevî yazdıkları halde çounda tek bir mısra dahi edebî tasvire yer vermemilerdir. Zaman zaman bunlarda Hz. Ali’nin devle mücadelesi sahnesinde olduu gibi muhatabı hayret ve heyecana düürmek için abartılı bazı tariflere rastlanırsa da bu gibi eserler estetik zevkten mahrum ve çou zaman müellifi unutulmu, anonimlemi, çoaltıla çoaltıla bazı deiikliklere urayarak aslî ekillerini kaybetmitir. Kahramanların Türkletirilerek slâm öncesi inanç ve geleneklerin de çou zaman farkında olmadan yer aldıı bu tür mesnevîler bir bakıma inanç, kültür ve edebiyat tarihimiz yönünden önemli ise de, edebî sanat ve ifadeler * 878 879 Âmil Çelebiolu, Türk Edebiyatı’nda Mesnevî [XV. yy.’a Kadar], stanbul: Kitabevi, 1999, s. 43. Ahmet Atillâ entürk , XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî Tasvirler, stanbul: Kitabevi, 2002, s. 5-8. Mehmet Çavuolu, “Fatih Sultan Mehmed Devrine Kadar Osmanlı-Türk Edebî Mahsullerinde Muhtevânın Tekâmülü”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, 1982, nr. 11-2, 1982, s. 31-43. * * 880 * * 614 614 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN yönünden pek deer ifade etmezler.881 Genellikle Arap meneli olan ve bazısının yazarı belli olmayan Kesikba Destanı, Güvercin Hikâyesi, Hz. Ali’nin cenkleri, brâhîm ve smâ’îl destanları, Ejderha Destanı, Hatun Hikâyesi, Veysel Karanî ile Suli Fakih’in Yûsuf u Züleyhâ hikâyesi ve Yûsuf-ı Meddâh’ın Varaka ve Gülâh’ı bu tür eserlerden olup aruz vezniyle ve tasannudan uzak, sade bir Türkçe ile yazılmılardır. Bu eserlerin kahramanları, özellikle uzun kı gecelerinde evlerine dönen i ve zanaat erbabına arkadalık yapmanın yanında, ahlâk, fazilet, fedakarlık ve yiitlik gibi meziyetlerle birlikte dinî terbiye vermeyi de ihmal etmemilerdir. Bu hikâyeleri anlatan kiilere kassâs, meddâh, muarrif gibi sıfatlar verilmekteydi.882 Bu tür mesnevîlerin ifahî olduklarını ve halk için yazıldıklarını “Ikına bir ho salavât virelüm / Andan ibu dâsitâna girelüm // Ger salavât viresin Peygambere / Hak destûr vire dilüm söyleye” eklindeki sık sık salavat istekleriyle, “Dinle! it! Kulak tut!” gibi hitapların ve konuma dilinin hakim oluu da göstermektedir.883 2. Tekke edebiyatı mahsulleri. Bu tip eserler içerisinde en mehurları Gülehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı ile Âık Paa’nın Garîb-nâme’sidir. 3. Klasik Türk edebiyatı edebî ekolünün ilk örnekleri olan, yani belli bir kültür seviyesine hitap eden, yüksek zümreyi hedef alan eserler. âirler bu mesnevîlerde hikâyeyi adeta tasvir çizmek ve böylece kendilerini ispatlamak için bir fırsat olarak kullanmılardır.884 Kemâlolu’nun Ferah-nâme’si, Pîr Mahmûd’un Bahtiyâr-nâme’si, Mehmed’in Ik-nâme’si, eyholu’nun Hurîd ü Ferahâd’ı, Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’i, Ahmedî’nin skender-nâme’si bu tür eserlerdendir. Bu eserlerin tamamı Farsça ’dan tercüme edilerek oluturulmu olup asıl dikkati çeken tarafları, ran ’daki asıllarının aksine zevkperest ve maddî duyguları okayıcı taraflardan arınmı, dinî, ahlâkî ve didaktik bir mahiyete sahip olularıdır. Klasik mesnevî tertibine göre tanzim edilen bu eserler, dinlenmekten çok okunmak için kaleme alınmılardır. Onun için de dilleri sanatlı ve ifadeleri külfetli olup çeitli mazmunlarla bezenmilerdir.885 Bu tür mesnevîlerin farklı isimler verilen belirli bölümlere ayrıldıı ve bu bölümlerin meclislerde anlatıldıını bazı eserlerden anlamaktayız. (bkz. Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’i)886. Bu asırda yazılan dinî-destanî veya gazavât türündeki mesnevîler:887 Tursun Fakı: Gazavât-ı Resûlullah [Kıssa-i Mukaffa], Muhammed Hanefî Cengi, Hz. * * * * * * 881 882 883 884 885 886 887 Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 47. Mehmet Çavuolu, a.g.m., s. 39. Âmil Çelebiolu, a.g.e., s. 45-46. Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 47. Âmil Çelebiolu, a.g.e., s. 46. Ahmet Kartal, a.g.m. s. 90-91. Gerek bu asır gerekse sonraki asırlarda yazılan mesnevîler verilirken, üzerinde yapılan çalımalar “mesnevî bibliyografyası” bölümünde verildii için zikredilmeyecektir. * * 615 615 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Peygamber Ebû Cehil le Güre Tuttuudur; zzetolu: Tavus Mucizesi; Sadreddîn: Mu’cize-i Muhammed Mustafâ, Dâstân-ı Geyik; Ömerolu: efaatnâme; Kastamonulu âzî: Maktel-i Hüseyn; brâhîm: Dâstân-ı Yigit; Kirdeci Ali: Dâsitân-ı Hamâme, Dâsitân-ı Ejderhâ, Hikâye-i Delletü’l-Muhtel, Dâsitân-ı smâîl, Kesikba Destanı; Kayserili sâ: Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm; slâmî’nin mesnevîsi; Yûsuf-ı Meddâh: Hâmû-nâme, Dâsitân-ı blîs-i Aleyhilla’ne, Maktel-i Hüseyn; Ladikli Mehmed bin Âık Selman: Kefü’l-me’ânî; Kemalolu smâ’îl: Ferah-nâme; slâm: Mu’înü’l-mürîd. Ak mesnevîleri: Kutb: Hüsrev ü îrîn; Fahrî: Hüsrev ü îrîn; eyholu Mustafâ: Hurîd-nâme [Hurîd ü Ferahâd]; Mehmed: Ik-nâme [Tuhfe-nâme]; Tutmacı: Gül ü Hüsrev; Yûsuf-ı Meddâh: Varka ve Gülah; Kadı Darîr: Yûsuf u Züleyhâ. Dier mesnevîler: Hârezmî: Mahabbet-nâme; Tutmacı: Tabîat-nâme; Elvan Çelebi: Menâkıbu’l-kudsiyye fî Menâsıbi’l-ünsiyye; Pir Mahmud: Bahtiyârnâme. XV. Asır Mesnevîleri XIII. ve XIV. asırlarda yazılan mesnevîler ile XV. yüzyıldakiler arasında muhteva, özellikle de üslûp bakımından büyük farklar bulunmaktadır. lk dönem mesnevîleri, gerçek bir balangıç olmanın bütün özelliklerini taır. Kelime seçimi, mısra yapısı, müzikalite, kafiye ve özellikle vezin teknii, mecaz sistemi, tavsif ve tasvirler, basit, iptidaî, acemice, zevksiz tercüme veya taklit nitelii aır basan bir özellik taır. Konu seçimine ve esere hâkim olan zihniyet, bazen tercihen bazen de zarurî olarak bireyler öretme, faydalı olma, bir eyin propagandasını yapma veya “rızâ-i lâhî”ye mazhar olma ve hayır dua ile anılma gibi hususların ötesine pek az geçer. Daha sonraki tezkire yazarlarının eser tenkidinde kullandıkları “mücerred bir kelâm-ı mevzûn” yani sırf vezinli bir söz tabiri, aslında bu devir mesnevîlerimiz için oldukça geçerli bir deerlendirmedir.888 XV. asır, Türk mesnevîciliinde ve dolayısıyla edebiyat tarihimizde mühim bir dönüm noktasını tekil etmektedir. Nitekim bu dönemde sanat endiesi ile yazılan eserler ön plâna çıkmı; dile, nazım unsurlarına, konuya, mecaz sistemine hâkimiyet ve bu yolda gösterilen ustalık, itina, incelik ve titizlik daha önceki asırlarla mukayese edilmeyecek bir seviyeye yükselmitir.889 lk önceleri hemen her ak hikâyesi nazmeden âir, eserine ran kaynaklı bir mesnevîyi esas alıp kelime kelime tercüme ettii, Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’i gibi, hatta bazıları * * * 888 Harun Tolasa, “15. yy. Türk Edebiyatı Anadolu Sahası Mesnevileri”, Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 1982, nr. 1, s., 2. Harun Tolasa, a.g.m., s. 2. * 889 * 616 616 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A bu hareketi maharetli hırsızlık olarak vasıflandırıp âdeta iftihar ettikleri hâlde, bu asırda yetien Hassân, Tâcîzâde Cafer Çelebi ve Sûzî Çelebi gibi âirler deil tercüme etmek bakalarının kullandıkları mevzu ve hayalleri bile kullanmayı ayıp sayarak yepyeni bir zihniyetle ortaya çıkmılardır. Meselâ Tâcîzâde “îcâd”cı ve “hayâl-i hâs” sahibi olmak gerektiini ileri sürerek tercümeciliin fazilet ehli için basitlik ve cehalet olduunu, Özellikle Hassân mesnevîsine yerletirdii her edebî tasvirde kendinden önceki âirlerin kullandıkları en yaygın benzetmeleri dahi kullanmamaya veya bambaka bir tarzda ilemeye adeta azmetmi ve mesnevîsindeki hemen her mısraa kendi mührünü vurmutur.890 âirlerimizde tespit edilen bu yeni fikirler neticesinde mesnevîlerimiz zaman, mekân, ahıslar kadrosu ve konu itibarıyla da yenilemeye, daha dorusu yerlilemeye balamıtır. Halîlî’nin Fürkat-nâme’si ve Cafer Çelebi’nin Hevesnâme’si ile Osmanlı ülkesinde cereyan eden orijinal konuları aksettiren “sergüzet” nevinin ilk mahsulleri verilmi; bu gibi eserler XVI. asırda gelimeye balayan ehrengiz, sûr-nâme, sâkî-nâme vb. konulu eserlere de zemin tekil etmitir.891 XV. asrın ikinci yarısından sonra ve özellikle Ahmed-i Dâ’î’nin Çengnâme’sinden itibaren mesnevî edebiyatımızda belirli birtakım konu ve nesneler üzerinde ihtisaslamaya yönelik bazı cereyanlar tespit edilmektedir. Daha önceleri klasik ak mesnevîlerinde musikî aletleri, iret meclisleri, savalar, ehir ve binalar vb. konular eser içinde yeri geldikçe klielemi bir takım kalıplarla tasvir edilirlerken daha sonra mesela sadece “çeng” hakkında müstakil bir mesnevî yazılabilmitir. Bunun gibi sadece sava ve kahramanlık konularının aırlık tekil ettii eserler de dikkat çekmektedir. XVI. asırda süratle gelien iret-nâme, sâkî-nâme, ehrengiz, gazavât-nâme, kıyâfet-nâme, sûr-nâme vb. gibi belirli konularda teekkül eden mesnevîlerin ortaya çıkıını bu ihtisaslama temayülünün bir neticesi olarak görmek mümkündür.892 Bu dönem mesnevîlerini Harun Tolasa893 yedi bölümde incelemitir: Dinîtasavvufî-ahlâkî mesnevîler, ak mesnevîleri, tarihî-menkabevî mesnevîler, sergüzet-nâme ve hasbihâller, ehrengizler, mizahî mesnevîler, ilmî ve genel kültüre ait mesnevîler ve ansiklopedik mesnevîler. Bu dönemde mesnevî eklinde yazılmı irili ufaklı 157 eserle karılamaktayız. Bu eserlerden 30 tanesinin nüshaları bugün elimizde mevcut deildir. Bunların varlıklarını ve konularını, gerek kendi devirlerinde, gerek sonraki devirlerde kaleme alınan çeitli eser ve kaynaklardan örenmekteyiz. Bu dönemde yazılan mesnevîlerden 71’i dinî-ahlâkî-tasavvufî; 40’ı ak konulu; 890 891 892 893 Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 778. Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 778. Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 779. Harun Tolasa, a.g.m., s. 3. * * * 617 617 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV 27’si tarihî-menkabevî; 4’ü sergüzet-nâme ve hasbihâl; 1’i ehrengiz; 2’si mizahî; 10’u ise ilmî ve genel kültüre aittir.894 Dinî-Ahlâkî-Tasavvufî mesneviler: Bu asırda dinî-ahlâkî-tasavvufî mesneviler gerek sayı gerekse nitelik itibariyle önemli bir yer tutar. Bu konu balangıç devri dediimiz XIII.-XIV. asırlardaki mesnevilerin ise hâkim konusudur. Aslında balangıçtan son zamanlara kadar o devir Türk toplumunun her bakımdan yaayıına, dinî ve tasavvufî esasların hâkim olması, bunların o devir insanını kökten ve en samimi bir ekilde sarması, kucaklaması dolayısıyla dinî-ahlâkî-tasavvufî konular, klasik edebiyatımızın her devrinde âir ve yazarlarımız için daima cazip birer konu olarak varlık ve tazeliklerini muhafaza etmilerdir. Ancak didaktik ve lirik, iki koldan gelien bu dinî, ahlâkî-tasavvufî mesnevilerimizin en olgun devirlerinden birini ve ilkini rahatlıkla diyebiliriz ki XV. asırda yaarız.895 Tolasa, bu asır hakkında bizleri böyle bir düünceye sevk eden en önemli eserlerin mevlid ve muhammediyyeler olduunu söyler. slâm dininin kurucusu olan Hz. Muhammed’in hayatı, yaayıı, sözleri, iç ve dı vasıfları, çeitli faaliyetleri, mucizeleri etrafında anlatılan ve yazılanlar, baından itibaren dinî mesnevilerimizin en esaslı konu ve temlerinden biri olarak kendilerini gösteregelmilerdir. Bunlardan mevlit ismiyle anılanları, Hz. Muhammed’in özellikle doumu, bütün insanların ve peygamberlerin en ereflisi, en üstünü ve Allah’ın en sevgili kulu olduu duygu ve düüncesi etrafında toplanır. 896 Süleymân Çelebi’nin, Kerîmî’nin, Hamdullah Hamdî’nin Mevlid türündeki mesnevîleri; Yazıcıolu Mehmed’in Muhammediye’si gibi Hz. Peygamberin yaantısı etrafında kaleme alınan mesnevîler; Ali îr Nevî, Abdurrahim-i Karahisarî vd. gibi âirlerin kaleme aldıkları dinî-ahlakî-tasavvufî mesnevîler bu kategoride deerlendirilebilir. Ak Mesnevîleri: Bu asır mesnevîlerinin bir dier esas dalını ak mesnevîleri oluturmaktadır. Bunlar gerek sayı, gerekse kalite bakımından dinîtasavvufî-ahlâkî mesnevîlerle aaı yukarı aynı durumdadırlar. Konu itibariyle XIV. asrın bir devamı niteliini taıyan bu devir ak mesnevîlerinde, ran mesnevîciliinin klasik konularına karı XVI. ve özellikle XVII. asırda gösterilen tepkinin birkaç örnek dıında henüz ortaya çıkmadıı görülmektedir. ran’ın bu daldaki konuları, ister telif, ister nazire, isterse tercüme yoluyla olsun cazibesini devam ettirmitir.897 Ancak klasik âirlerimizin özellikle bu konuların ileniinde, tasvirlerde ve eserin üslûbunda kendilerine has bir tarzı yakalama amacını daima göz önünde bulundurdukları görülmektedir. Bunda belirli * * 894 Ahmet Atillâ entürk -Ahmet Kartal, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, stanbul: Dergâh Yay., 2007, s. 248-49. Harun Tolasa, a.g.m., s. 4. Harun Tolasa, a.g.m., s. 4. Harun Tolasa, a.g.m., s. 7. * 895 896 897 * 618 618 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN ölçülerde baarılı olarak yazdıkları eserlere türkî libas giydirmeyi baarmılardır. Bu asırda yazılan ak mesnevîleri unlardır: Yûsuf u Züleyhâ: Hamdullah Hamdî, Tebrizli Ahmedî, Abdülvehhâb, Kırımlı Abdülmecid, Dür Big, Bihitî Ahmed Sinan ve Bekâî; Hüsrev ü îrîn: eyhî, Ahmed-i Rıdvân, Mu’îdî, Sadrî; Ferhâd u îrîn: Harîmî, Ali îr Nevâî; Leylâ ve Mecnûn: Ali îr Nevâî, Edirneli âhidî, Hamdullah Hamdî, Bihitî, Ahmed-i Rıdvân, Kadîmî, Ahmed Paa, Necâtî Bey, Çâkerî Sinan ve Abdülvehhâb Hayâlî. Bu devre ait ak mesnevîleri arasında gösterilebilecek dier eserler unlardır: Sultân Cem: Cemîd ü Hurîd; Cemâlî: Hümâ vü Hümâyûn [Gülen-i Uâk]; Hamdullah Hamdî: Tuhfetü’l-uâk; Hassân: Mihr ü Müterî; Ümmî sâ: Mihr ü Vefâ; Hümâmî: Sî-nâme; Rıfâî: Bülbül-nâme; Bihitî Ahmed Sinan: Süheyl ü Nev-bahâr, Vâmık u Azrâ, Hüsn ü Nigâr; Bekâî: Vîs ü Râmin; Zihnî: Gül ü Nevrûz; Necâtî Bey: Mihr ü Mâh, Gül ü Sabâ; Na’tî: Ferruh u Gül-ruh. Ayrıca u mesnevîler bulunmaktadır: Firdevsî-i Tavîl: Münâzara-i Seyf ü Kalem; Necâtî Bey: Münâzara-i Gül ü Hüsrev. Tarihî, Destanî ve Menkabevî Mesnevîler: XV. asır mesnevîleri için tarihî, destanî, menkabevî eklinde tespit edilen üçüncü katogoride, bu tip eserleri üç grupta incelemek daha uygundur. Bunlardan esası, tarihî ahsiyet ve olaylara dayanmakla birlikte, tarihle ilgili olmaktan çıkarak destanî-efsanevî bir hikâye hâlinde slâmî edebiyatlara mal edilen skender, Behrâm-ı Gûr gibi ahsiyetlerle ilgili rivayetleri ayrı bir bölüm olarak ele almak gerekmektedir. Nitekim bu hikâye ve rivayetlerin dier tarihî-menkabevî eserlerden bir farklı yanı da, bunların slâmiyet öncesi Makedonya ve ran tarihine dayanması ve klasik bir konu olarak daha ziyade aydın çevre içinde geçerli olmasıdır.898 “skender-nâme” de, slâmî edebiyatlardaki yerine Nizamî’nin kalemiyle kavumutur. Nizamî hamsesinin beinci eseri olan skender-nâme’yi, eref-nâme ve kbâl-nâme isimleriyle iki ayrı kitap veya mesnevî hâlinde yazarak iki ayrı memdûha ithaf etmitir. Nizamî’nin ikisini de müstakil eserlermi gibi isimlendirmesi, aratırmacıları mesnevînin tek bir eser olmadıı sonucuna sevk etmitir. Ancak ilenen konunun aynı ve birbirini tamamlar mahiyette oluu, ihtilafları ortadan kaldırmıtır. Türk edebiyatına XIV. asır âirlerimizden Ahmedî’nin skender-nâme’siyle giren bu konu, XV. asırda Ali îr Nevâî [Sedd-i skenderî] ve Ahmed-i Rıdvân tarafından tekrar ilenmitir. Dervi Hayâlî’nin Ravzatü’l-envâr adlı eserinde kısa bir skender hikâyesi bulunmaktadır. Bu tür mesnevîler arasında deerlendirilebilecek bir dier konu ise “Behrâm-ı Gûr hikâyeleri”dir. Bu konu da Nizamî’nin Heft-peyker isimli eseriyle klasik bir konu hâline gelmitir. Anadolu ’da bilinen ilk Heft-peyker mesnevîsini Akî yazmıtır. Bu asırda Heft-peyker yazan dier âirler: Ahmed-i Rıdvân, Ulvî ve Kudsî. Ali îr Nevâî’nin de Behrâm’ın güzel cariyesi ile olan * * * 898 Harun Tolasa, a.g.m., 10. 619 619 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV macerasını anlatan Seb’a-i Seyyâre isimli mesnevîsi vardır. Muhammed bin Acâ, mehur Arap tarihçisi Ebû Abdullah Muhammed bin Ömer bin Vâkıd el Vâkıdî’nin Suriye ’nin Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fethini anlatan Fütûhu’-âm adlı eserini manzum olarak Türkçeye tercüme etmitir. Tarihî, destanî ve menkabevî mesnevîlerin ikinci grubunu, slâm ve tasavvuf büyüklerinin hayatlarını, din urundaki sava ve mücadelelerini, keramet ve büyüklüklerini konu alan eserler oluturmaktadır. Hz. Muhammed’in, özellikle Hz. Ali’nin gazaları; Hamza ve Ebû Müslim kıssaları, Battal Gazi, Dânimend-nâme ve bunların yanı sıra daha önce sözü geçen Üveysülkaranî, Mansûr-nâme, Hikâyet-i brahîm Edhem v.b. evliya menkıbeleri bu çerçeve içerisinde mütalaa edilmektedir. XIV. asırda daha çok görülen, ehir kasaba ve serhatlerde geni halk kitlelerince okunan ve gerek uslûp gerek muhteva yönünden her zümreden geni halk kitlelerine hitap eden bu tür eserlerin mensur olduu kadar manzum örneklerine de rastlanmaktadır. Ancak bunlar, u kii veya âire ait olmaktan daha çok, yazarı meçhul veya anonim eserler durumundadır: Uzun Firdevsî: Menâkıb-ı Hacı Bekta-ı Velî: Âık Ahmed: Kemâl Ümmî Menâkıb-nâmesi; Hâfız Halîl: Menâkıb-ı eyh Bedreddîn; Kemâl-i Ümmî: Menâkıb-ı Gîlânî. Tarihî, destanî ve menkabevî mesnevîlerin üçüncü grubunu ise, “manzum Osmanlı tarihleri” ve Osmanlı tarihine dayanan “gazavât-nâmeler” oluturmaktadır. XIV. asırda Ahmedî ile balayan manzum Osmanlı tarihçiliine bu dönemde dört âirimiz katılır. Bunlar, Abdülvâsi Çelebi: Halîl-nâme’sindeki “Der-Vasf-ı Ceng-i Sultân Muhammed Bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ” bölümü; Ahmed-i Rıdvân: skender-nâme’sindeki “Nusret-nâme-i Osmân” bölümü; Kemâl: Selâtîn-nâme, ve Enverî: Düstûr-nâme. Dier tarihî mesnevîler: Enverî: Teferrüc-nâme; Mu’âlî: Hünkâr-nâme; ehdî: Tevârîh-i Âl-i Osmân. “Gazavâtnâmeler ” de önemli bir yer tutmaktadır. Bunlar din urunda yapıldıına inanılan çeitli sava veya fetihlerin ya müstakil olarak ya da bir ahsiyet etrafında toplanıp nakil ve tasvir edilmesinden ibarettir: Gelibolulu Za’îfî: Gazavât-ı Sultân Murâd; Kıvâmî: Fetih-nâme-i Sultân Mehmed; Sinoplu Safâyî: Feth-i nebahtı ve Moton; Safâyî: Gazavât-nâme; Kâifî: Gazâ-nâme-i Rûm; Bihitî Ahmed Sinan Çelebi: Vekâyi’-nâme-i Bihitî [Târîh-i Sultân Cem]; Seyfî: Sultân II. Murâd’ın Futûhâtına Dair Mesnevî. Türk edebiyatında kaleme alınan mesnevîler arasında, mevzu itibariyle, yaanmı olaylara dayanılarak telif edilmi olması bakımından oldukça orijinal bir yeri olan Firdevsî-i Rumî’nin Kutb-nâme’si dikkat çekmektedir. ran edebiyatında olduu gibi bizde de sava ve zafer hikâyelerini gerek efsanevî gerekse tarihî deerleri yönünden konu edinen mesnevîler arasında, savaları bütün ayrıntılarıyla anlatarak olaanüstü kahramanlıkları heyecanla tasvir edenlere de rastlamak mümkündür. Ancak bunlar arasında düman topraklarına girerek etrafa korku ve dehet saçan Türk akıncılarını, hiçbir özentiye * * * * 620 620 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN kapılmadan olduu gibi tasvir eden Sûzî Çelebi’nin Mihalolu Ali Bey’in Rumeli’deki akınlarını ve girdii savalarını anlatan Gazavât-nâme’si müstesna bir yer igal etmektedir. Sergüzetnâme ve Hasbihaller: XV. asır mesnevîleri arasında sayıca az olmalarına ramen ilgi çekici bir özellie sahip olan sergüzetnâme ve hasbihâller ise unlardır: Halîlî: Fürkat-nâme; Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi: Hevesnâme; Cemâlî: der-Beyân-ı Meakkat-i Sefer ve Zarûret-i Mülâzemet; Ali: Dertnâme. XVI. Asır Mesnevîleri Dinî-Tasavvufî-Ahlâkî Mesnevîler: XVI. asırda yazılan bu mesneviler muhtevaca hayli zengindir. bni sâ-yı Saruhanî: erhü’l-esmâ’ü’l-hüsnâ; Lâmi‘î Çelebi: erh-i Sâfî; Merdümî: Tuhfetü’l-slâm; Hakanî: Tercüme-i Hadîs-i Erba’în; Kastamonulu Latîfî: Subhatü’l-uâk; Sirozlu Hüseynî: Câmi‘u’l-envâr alâ-Tefsîri’l-ihlâs, Câmi‘u’n-nesâyih; Dürr-i Meknûn; Mevlidler: Emîrî, Hevâyî, Visâlî Ali Çelebi, âhidî, Murâdî, Edirneli Abdülkerim Efendi, Kefî, Muhibbî, Zâtî ve emseddîn-i Sivasî; Zaîfî: Gazâvâtü’n-nebî; Hâkânî: Hilye-i Sa’âdet; emseddîn-i Sivasî: Süleymâniyye; emsî Ahmed Paa: tikad-nâme, urûtü’ssalât; Kemâl Paa-zâde: urûtü’s-salât Tercümesi; Talıcalı Yahya: Gülen-i Envâr; Bursalı Rahmî: Gül-i Sad-berg; Âzerî: Nak-ı Hayâl; Cinânî: Riyâzü’lcinân; Âlî: Tuhfetü’l-uâk; Emîrî: Gülenü’r-râz, Sohbet-nâme; Talıcalı Yahya: Za’îfî: Kitâb-ı Nigâristân ve Hadîka-i Sebzistân, Kitâb-ı Bostân-ı Nesâyih, Bâg-ı Behit; Huzûrî: Esrâr-nâme; Edirneli Nazmî: Pend-i Attâr Tercümesi; Emre: Tercüme-i Pend-i Atâr; Za’îfî: Gülen-i Sî-murg; âhidî: Gülen-i Vahdet; Ârifî: Ravzatü’t-tevhîd; emseddîn-i Sivasî: Gülen-âbâd, bret-nümâ, Het-Behit; âhidî: Gülen-i Tevhîd; brâhîm-i Gülenî: Râz-nâme, Pend-nâme, Sîmurg-nâme ve Kıdem-nâme; Güvâhî: Pend-nâme; Azmî Efendi: Pend-nâme; Talıcalı Yahya: Gencîne-i Râz, Sohbetü’l-esmâr; Gubârî: ebistânı Hayâl, âhidî: Gülen-i Esrâr, Ik-nâme; Cinânî: Cilâü’l-kulûb; Gelibolulu Âlî: Riyâzu’s-sâlikîn; Bâyezîd-i Rûmî: Sırr-ı Cânân; Behitî: Het Behit; Gubârî: Menâsikü'l-hacc; eybânî Han: Bahrü’l-hüdâ; Ubeydullâh Hân: Gayret-nâme, Sabr-nâme, evk-nâme; Bâbür ah: Mübeyyen, Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi. Hatâî’nin ise iîlikle ilgili Deh-nâme isimli bir mesnevîsi vardır. Ak Mesnevîleri: Bu asırda ak ve macera türünde birçok mesnevînin yazıldıı görülmektedir. Bilinen ak mesnevileri yanında ilk defa bu dönemde görülen tercüme, telif mahiyetinde yeni türler de kaleme alınmıtır. Bunların bir kısmının öhreti ve tesiri müteakip asırlarda da devam etmitir. Ak mesnevîleri unlardır: Hüsrev ü îrîn: Âhî, Celîlî, Ârif Çelebi, Kastamonulu ânî: Ferhâdnâme; mâm-zâde Ahmed: Hüsrev ü îrîn ve âh u Gedâ; Halîfe, Mahvî ve Hâtifî. Leylâ ve Mecnûn: Ali îr Nevâî, Celîlî, Sevdâ’î Lârendeli Hamdî, Sâlih, Halîfe. Yûsuf ve Züleyhâ: Kemâl Paa-zâde, Talıcalı Yahya, Celîlî, erîfî, Gubârî 621 621 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Abdurrahmân, Likâî, Nimetullâh, Halîfe, Kâmî Mehmed, Ziyâî Yûsuf, ikârî, Manastırlı Kadı Sinan ve Hevâî Mustafa. Vâmık u Azrâ: Lâmi’î Çelebi, Kalkandelenli Muîdî, Manisalı Câmi, Muîdî; em’ u Pervâne: Zâtî, Lâmi’î Çelebi, Muîdî; Varka ve Gülâh: Mostarlı Ziyâî, Bediî; Mihr ü Mâh: Gelibolulu Âlî, Kıyâsî. Mihr ü Vefâ: Gelibolulu Âlî, Hâimî, Harîmî, Mustafa Çelebi. Mihr ü Müterî: Münîrî brâhîm Çelebi, Riyâzî mahlaslı Azmî Pîr Mehmed, II. Selim’in emriyle binbe yüz beyit kadar tercüme etmi, kalan kısmını olu Hâletî tamamlamıtır. Molla Maî-zâde Fikrî Dervî ile Ümmülveled-zâde olarak tanınan Al bin Abdülazîz de Mihr ü Müterî’yi tercüme eden dier âirlerdir. Cemîd ü Hûrîd: Abdî, Hubbî Aye Kadın. Ayrıca u mesnevîler vardır: Abdî: Gül ü Nevrûz [Nüzhet-nâme-i Abdî]; Abdî: Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ; Talıcalı Yahya: âh u Gedâ; Rahmî: âh u Gedâ; Pîr Mehmed Çelebi: âh u Gedâ. Hilâlî: âh u Dervî; Yenipazarlı Vâlî: Hüsn ü Dil; Bihitî: Cemâh u Âlemâh; Lâmi‘î Çelebi: Salâmân u Absâl Fazlî: Gül ü Bülbül; znikli Bakaî: Gül ü Bülbül. Tarihî, Destanî ve Menkabevî Mesnevîler: Bunları da üç grupta incelemek mümkündür. Bunlardan birinci grubu skender ve Behrâm-ı Gûr gibi tarihî ahsiyetlere ve olaylara dayanmakla birlikte, tarihle ilgili olmaktan çıkarak destanî-efsanevî bir hikâye hâline bürünen mesnevîler oluturmaktadır: Karamanlı Figânî: skender-nâme; Lâmi’î Çelebi: Heft-peyker, Heft-manzar; Figânî: Heftpeyker. Tarihî, destanî, menkabevî mesnevîlerin ikinci grubunu slâm ve tasavvuf büyüklerinin hayatlarını, din urundaki sava ve mücadelelerini, keramet ve büyüklüklerini konu edinen eserler oluturmaktadır: Lokmanî Dede: Menâkıb-ı Mevlânâ; emseddîn-i Sivasî: Menâkıb-ı mâm-ı Azam. Tarihî, destanî, menkabevî mesnevîlerin üçüncü grubunu manzum Osmanlı tarihi ile Osmanlı tarihine dayanan manzum gazavatnameler oluturmaktadır: Gubârî: âh-nâme [Süleymân-nâme]; Hadîdî: Tevârîh-i Âl-i Osmân; ükrî-i Bitlisî: Fütûhatü’s-Selîmiyye [Fütûhât-ı Selîm Han]; Bahârî: Üngürüs Fetihnâmesi; Eyyûbî: Menâkıb-ı Sultân Süleymân; Fütûhî Hüseyin Çelebi: Enîsü’lguzât; Hakî Efendi: Süleymân-nâme, Mahremî: Süleymân-nâme; Merâhî: Fetihnâme-i Sefer-i Sigetvar. Bu dönemde Firdevsî’nin mehur mesnevîsi eh-nâme’nin de Türkçeye tercüme edildii görülmektedir: Diyarbakırlı erîfî, Bursalı Celîlî. ehrengizler: Zâtî: Edirne ehrengizi; Lâmi‘î Çelebi: ehrengîz-i Bursa; Azîzî: Nigâr-nâme; shak Çelebi: Bursa ehrengizi, Üsküp ehrengizi; Hayretî: Belgrat ehrengizi, Yenice ehr-engîzi; Talıcalı Yahya: stanbul ehrengîzi; Usûlî: Yenice ehr-engîzi; Âlî: Gelibolu ehrengizi. Sûr-nâmeler: Gelibolulu Âlî: Câmi’u’l-buhûr Der-Mecâlis-i Sûr. Sergüzetnâmeler yahut hasbihâlnâmeler: Celîlî: Hecr-nâme; Rumelili Za’îfî: Sergüzet-i Za’îfî; Mûyî: Nâlân u Handân; Gelibolulu Âlî: Hulâsatu’lahvâl der Letâfet-i Mevâ’iz-i Sahîhu’l-hâl; Fakîrî: Risâle-i Ta’rîfât; Sâfî: Hasbihâl; Ûdî: Mâcerâ-yi Mâh. Sâkînâmeler: Fuzûlî, Hayretî, Talıcalı Yahya, Revânî: ret-nâme. * 622 622 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Kıyafetnâmeler: a’bân-ı Sivrihisârî, lyas ibni Îsâ-yı Saruhanî, Abdülmecid bni eyh Nasuh. Manzum sözlükler: âhidî brâhîm Dede: Tuhfe-i âhidî; Bursalı Lâmi‘î Çelebi: Lügat-i Manzûme; Osmân b. Hüseyn-i Bosnevî: Manzûme; eyhülharem-zâde eyh Abdulkerîm-zâde: Lügat-i Abdülkerim; Sun’î-i Malatyavî: Fethu’l-fettâh; mâd-zâde Velî b. Yûsuf-ı mâdî; müellifi bilinmeyen Nazmu’l-esâmî. Dier mesnevîler: Yemînî: Fazîlet-nâme; Kastamonulu Lâtîfî: Nazmu’l-cevâhir; Fuzûlî: Beng ü Bâde, Sohbetü’l-esmâr. XVII. Asır Mesnevîleri Bu asırda okuyucuya bilgi vermek ve onu eitmek için dinî, ahlâkî ve tasavvufî mesnevîler yazılmıtır: Sîmke-zâde Feyzî: Mi’râc-nâme-i Resûl-i Ekrem, Cevâb-nâme-i Mevlânâ -yı Mukaddis, Gamze vü Dil; Muslihiddin Vahyîi a’bânî: Mi’râcü’l-beyân; Konyalı Nâlî: Miftâh-ı Heft-kân; Cevrî: Hilye-i Çihâr-yâr-ı Güzîn, Aynü’l-fûyûz; Neâtî: Hilye-i Enbiyâ; Edirneli Güftî: Düvâzdeh mam [Hilye-i Aere-i Mübeere], Feyzî: em' ü Pervâne; Nâbî: Hayriyye, Hayr-âbâd; Muhyiddin Kâdirî: Nasîhat-nâme; Karaçelebi-zâde Abdülaziz Efendi: Gülen-i Niyâz; Rızâî: Nazmu’l-ulûm; Hilmî: Bahrü’l-kemâl; Cinânî: Riyâzü’l-cinân; Nâlî: Tuhfetü'l-emsâl, Menâsik-i Hac; Azîz Mahmûd-ı Hudâyî: Necâtü’l-garîk fi’l-cem’i ve’t-tefrîk; ânî Mehmed Efendi: Gülen-i Efkâr; Fedâyî Dede: Mantık-ı Esrâr; Kastamonulu Ömer Fuâdî: Bülbüliyye. Bu asırda birçok “sâkînâme”nin yazıldıı dikkat çekmektedir: Riyâzî, Azmî-zâde Hâletî, Selanikli Es’ad, Allâme Efendi, eyhülislâm Yahya, Sabûhî Dede, Fehîm-i Kadîm, eyhülislâm Bahâyî, Cem’î Mehmed, Tıflî, Nazükî ve Rüdî. Tıybî’nin ise Farsça sâkînâmesi bulunmaktadır. ehrengizler: Neâtî: Edirne ehrengizi; Tab’î: stanbul ehrengîzi; Fehîm: stanbul ehrengîzi; Gelibolulu Vecihî: Gelibolu ehrengizi. Nâbî tarafından bu dönemde bir Sûr-nâme kaleme alınmıtır. Bu asırda klasik mesnevî konularının geçmi asırlara göre rabet görmemesi dikkat çekmektedir. Bunda dönemin tarihî, siyasî ve iktisadî yönden bozulmaya balaması ve edebiyatta yeni arayılara yönelme istei etken olmutur. Çünkü bu dönemde kiilerin estetik duygularına hitap eden eserler yerine, onlara manevî yönden rahatlatıcı olanların çounlukta olması bunu göstermektedir. Buna ramen az da olsa bu tip eserlerin kaleme alındıı görülmektedir. Bursalı Hevâyî Mustafa, Badadlı Abdülcelil Zihnî’nin Yûsuf u Züleyhâ; Fâizî’nin Leylâ vü Mecnûn, Rif’atî’nin Yûsuf u Züleyhâ ile Leylâ vü Mecnûn, Fasih Dede’nin Hüsrev ü îrîn ile Mahmûd u Ayaz, Bursalı Hevâyî Mustafa’nın Vâmık u Azrâ mesnevîlerini yazdıkları, kaynaklarda bildirilmektedir. Bu dönemde yazılan ak mesnevîlerinden olan Hayr-âbâd, Nâbî; Mihr ü Mâh, Azmî-zâde Hâletî tarafından kaleme alınmıtır. Dier mesnevîler: Cevrî: Selîm-nâme, Melhame, Nazm-ı Niyâz; Vuslatî Ali Bey: Gazâ-nâme-i Çehrin; Yazıcı Sâlih: emsiyye; Nideli Visâlî: Vesîletü’lirfân; Edirneli Güftî: Terîfâtü’-u’arâ, Zafer-nâme, Gam-nâme, âh u Dervî, * * * 623 623 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Zelle-nâme; Varvarlı Ali Paa: sergüzetnâme türündeki mesnevîsi. Bu asrın en önemli mesnevî âiri, aynı zamanda “hamse” sahibi olan Nev’îzâde Atâ’î’dir: Âlem-nümâ [Sâkî-nâme], Nefhatü’l-ezhâr, Sohbetü’l-ebkâr, Hefthân, Hilyetü’l-efkâr. Bu asırda yazmı olduu mesnevîlerle dikkat çeken dier âir ise, Bosnalı Sâbit’tir: Zafer-nâme [Selîm-nâme], Edhem ü Hümâ, Derenâme, Berber-nâme, Amrü’l-leys. Manzum sözlükler: Kayserili Gencî Pîr Mehmed: Genc-i Leâl; Hâkî Mustafa Üsküdârî: Menâzimü’l-cevâhir, Nâzimü’l-cevâhir; Hasan Rızâyî: Kân-ı Ma’ânî. XVIII. Asır Mesnevîleri XVIII. asır mesnevî eserleri sayı bakımından önceki dönemlere nisbeten zayıftır. Özellikle çift kahramanlı ak ve macera konulu mesnevîler itibardan dümü, dinî-ahlâkî-tasavvufî mesnevîlerde fark edilir bir azalma olmu, bununla beraber mahallî unsurlarla örülü realist eserlerde belirgin bir artı kaydedilmitir. Bunların çou orijinal eserler olularıyla dikkat çeker. Mesnevîlerin beyit sayılarının geçmie oranla daha az oluu da dikkat çeken dier bir husustur.899 Bu asırda mesnevî dendii zaman, üphesiz akla gelen ilk eser eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak’ıdır. Dier mesnevîler : Belî: Gül-i Sad-berg, Âyîne-i Hûbân, Sergüzetnâme-i Fakîr be-Azîmet-i Tokad; Nahîfî: Fazîlet-i Savm-ı ehr-i Ramazân, Manzum Mesnevî Tercümesi, Mevlid, Hicretü’n-nebî, Mi’râcü’n-nebî, Hilyetü’l-envâr; Sünbül-zâde Vehbî: Lutfiyye-i Vehbî ; Zarîfî: Pend-nâme ; Emîrî: Nasîhat-nâme; Abdî: Hayâl-i Behcet-âbâd ; Diyarbakırlı Seyyid Ahmed Mürid Efendi: Pend-i Müridî [Nasîhat-nâme-i Müridî]; Naîmüddin Temivârî: Silk-i Cevâhir [Pend-nâme-i Naîmüddîn]; âiri belli olmayan Ögüt-nâme ; Esrâr Dede: Mübârek-nâme-i Esrâr, Fütüvvet-nâme-i Esrâr; Na’tî Mustafa Bey: Edhem-nâme ; eyhülislâm shak Efendi: Bi’setnâme ; Abdülbâkî Ârif Efendi: Mi’râciyye ; eyh smâ’îl Hakkî-i Bursevî: Mi’râciyye; Abdullah Salâhî-i Uâkî: Hilye-i Hasaneyni’l-ahseneyn ; Bursalı Ali Rızâ: Hilye-i Hazret-i Mevlânâ ; Zâtî Süleymân Efendi: Sevânihu'nnevâdir fî-Ma'rifeti'l-anâsır; Erzurumlu brâhîm Hakkı: Ak-nâme; Subhî-zâde Feyzî: Heft-seyyâre, Mir’ât-ı Âlem-nümâ, Safâ-nâme, Ak-nâme; eyhî Mehmed Efendi: Sakî-nâme; Enderunlu Fâzıl: Defter-i Ak; Kâmî: Fîrûz-nâme, Behcetü’l-fehyâ, Tuhfetü’z-zevrâ; Sünbül-zâde Vehbî: evk-engîz; Râid : Sıhhat-âbâd, Dergeh-nâme; Antakyalı Münîf: Zafer-nâme; Bekâî: Gazavât-ı Seyyid Battal Gazi; Hasîb: Silkü’l-le’âl-i Âl-i Osmân; Enderunlu Fâzıl: Hûbân* 899 Ahmet Atillâ entürk – Ahmet Kartal, a.g.e., s. 450; Osman Horata, “Zihniyet Çözülüünden Edebî Çözülüe: Lâle Devri’nden Tanzimat’a Türk Edebiyatı”, Türkler , c. XI, Ankara, s. 579. * * * 624 624 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN nâme, Zenân-nâme; Vâhid: Yenice ehr-engîzi; Fennî: Sevâhil-nâme; Kânî: hasbihâl türünde mesnevî. Manzum sözlükler: Abdurrahmân Zâhidî-i Konevî: Tevfiye; Antakyalı eyh Ahmed: Se Zebân; Eref Feyzî: Lügat-i Feyzî [Ho-edâ]; Ahmed Resmî b. brâhîm-i Girîdî: Nazm-ı Girîdî; Mustafa Keskin b. Osmân: Manzûme-i Keskîn; Hâfız Abdullâh b. Halîl b. Alî: Tuhfetü’l-hâfız; Mustafa lmî b. brâhîm: Tuhfetü’l-ihvân ve Hediyyetü’s-sibyân; Sünbül-zâde Vehbî: Tuhfe-i Vehbî, Nuhbe-i Vehbî; emsî: Tuhfe; Osmân âkir b. Mustafa-yı Bozokî: Müsellesnâme-i âkir. * XIX. Asır Mesnevîleri Toplum hayatında Batı tesirinin hissedilmeye balandıı bu yüzyılda, önceki dönemlerde olduu gibi çeitli konularda mesnevîler nazmedilmeye devam edilmitir. Ancak bunlar sayı ve muhteva itibariyle önceki asırlardan farklıdır. Özellikle edebiyatta realist konuların itibar görmesiyle, mesnevîlerin gittikçe kısaldıı görülür. Bu asırda kaleme alınan mesnevîler unlardır: Ref’î-i Âmidî: Cân u Cânân; Keçeci-zâde zzet Molla: Gülen-i Ak; Yeniehirli Avnî : Âte-gede; Dâni: Gülen-i Dâni; Mustafa Akî: Ak-nâme, Vahdet-nâme; Giritli Salacıolu Mustafa: Nâmiyye [Nâmî-nâme], Der-Beyân-ı ehâdet-i Nakî Mustafa; zzet Molla: Mihnet-keân; Mir Ali Rıza stolçevî: Sergüzet-i stolçevî; Bayburtlu Zihnî: Sergüzet-nâme; Süleymân Celâleddîn: Sâkî-nâme; Aynî: Sâkî-nâme, Nusret-nâme; Kastamonulu Abdülahad Nûrî: Farsça Sâkînâme; Gülen-i Hurremî [Rif’at Sûr-nâmesi]; Es’ad Sûr-nâmesi; Tahsin: Sûrnâme; Ahmed Rızâ Trabzonî: Manzûme-i Sivastopol; Yeniehirli Avnî: Mir’ât-ı Cünûn; Nâkâm: Leylâ vü Mecnûn; Âlî: em’ ü Pervâne, Sermed: Bahâriye; Nigârî: Çay-nâme, Nigâr-nâme; Selâmî: Mevlid; Ayalı Türk Hayrî: Zafernâme; Mehmed zzet Paa: Yûsuf u Züleyhâ. Manzum Sözlükler: Hayret Mehmed Efendi: Tuhfe-i Zîbâ; Hasan Aynî: Dürrü’n-nizâm, (bu eserini, on yıl sonra gözden geçirerek yeniden kaleme almı ve bu kez ona Nazmu’l-cevâhir ismini vermitir). Çemikezekli Nasûh Efendi: Tuhfe-i Nushî; Süleymân Dürrî: Güher-rîz; Osman: Tuhfetü’l-ma’nâ; Süleymân Hayri: Hayrü’l-lügat. * * * Mesnevilerle lgili Çalımalar Klasik edebiyatımızda çok tercih edilen ve kullanılan nazım ekillerinden birisi, üphesiz mesnevîdir. Nitekim bu nazım ekli ile hemen her konuda eser kaleme alınmıtır. Genel olarak mesnevi nazım eklinin tarifi, oluumu, geliimi, tertibi ve tasnifi konusunda ilk derli toplu çalımayı smail Ünver yapmıtır (“Mesnevî”, Türk Dili, Türk iiri Özel Sayısı II (Divan iiri), Temmuz-AustosEylül 1986, sy. 415-416-417, s. 430-563). Ahmet Kartal ise Türkçe kaleme * * * 625 625 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV alınan mesnevilerden hareketle bu türün özellikle tertip özelliini ortaya koyan bir makale yayımlamıtır (“Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Bilig, 2001, sy. 19, s. 69-119). Numan Külekçi, Türk edebiyatında kaleme alınan ilk mesnevi olan Kutadgu Bilig ’den balayıp XX. asra kadar yazılan mesnevilerden seçmelerle oluturduu bir mesnevi antolojisi (XI.-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi Edebiyatı Antolojisi, 2 cilt, Erzurum: Aktif Yayınevi, 1999) hazırlamıtır. Mesneviler konularına göre tasnif edilmi ve bu tasnif içerisinde en fazla tanınanlar ile tanıtılmaya deer bulunanlar esere alınmıtır. Mesnevi ve âiri hakkında kısa bilgi verildikten sonra, mesnevinin konusu özetlenmitir. Ayrıca çalımaya alınan mesnevilerin yazma nüshalarından seçme metinler ve alınan metinlerin transkribe edilmi hallerine yer verilmitir. Belli bir dönem içerisinde yazılan mesneviler hakkında ilk derli toplu çalıma merhum Amil Çelebiolu’na aittir. (Türk Edebiyatı’nda Mesnevi [XV. Yüzyıla Kadar], stanbul: Kitabevi, 1999). Çalımada okuyucuya, hem mukayese imkânı verilebilmesi hem de mesnevilerdeki tekamül safhalarının görülebilmesi için, XIII. asırdan itibaren II. Murâd döneminin sonuna kadar Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmı mesneviler kısa ve özlü bir ekilde tanıtılmıtır. Özellikle eserde yer alan mesnevilerin müellifinin, telif tarihinin, vezninin verilmesi, nüshalarının belirtilmesi, konusunun özetlenmesi, dil, kültür tarihi ve tarih yönünden deerinin açıklanması ve o dönem Osmanlı hayatının ortaya konulması, çalımanın deerini artıran hususlar olarak dikkat çekmektedir. Agâh Sırrı Levend, Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi (Ankara: Türkiye  Bankası Kültür Yay., 1959.) isimli önemli çalımasında, sadece Leylâ ve Mecnûn konusu ve bu konuda yazılan Farsça ve Türkçe mesneviler üzerinde durmutur. Eserin ilk bölümünde, bu hikâyenin Arap edebiyatında meydana gelii ile olayların sıralanıı hakkında bilgi verilmi, akabinde hikâye anlatılmıtır. Daha sonra Fars edebiyatında yer alan Nizâmî-i Gencevî, Hüsrev-i Dihlevî, Câmî, Mektebî, Hâtîfî’nin eserleri ile Türk edebiyatında kaleme alınan Gülehrî, Âık Paa, âhidî, Alî îr Nevâî, Bihitî, Hamdullah Hamdî, Ahmed-i Rıdvân, Kadîmî, Celîlî, Sevdâyî, Hakîrî, Fuzûlî, Lârendeli Hamdî, Sâlih, Halîfe, Atâyî, Fâizî, Örfî, Andelîb ve Nâkâm’ın eserleri hakkında kısa bilgi verilmi ve her birinin geni özeti yapılmıtır. Ayrıca her birinin bakalarından aldıklarıyla, kendiliklerinden esere kattıkları motifler de tespit edilmitir. Özellikle okuyucu, özetleri ve özetler içerisinde verilen parçaları okuyarak hem hikâyenin tarih sırasıyla geliimini takip etme imkânını elde etmi, hem de edebî dilin geçirdii evreleri müahede etme fırsatını bulmutur. Mehmet Arslan’ın Türk Edebiyatı’nda Manzum Sûrnâmeler (Osmanlı Saray Düünleri ve enlikleri) (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 1999) isimli çalıması, belli bir konuda ve türde yazılan eserlerin tamamı üzerinde yapılan bir deerlendirme ve inceleme olarak dikkat çekmektedir. Merhum hocalarımızdan * * * * * * 626 626 * RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Tunca Kortantamer ise, Atâyî’nin dünyasını, hayatını ve hamsesini, eserlerinden hareketle ortaya koyduu önemli bir çalıma yayımlamıtır (Nev’î-zâde Atâyî ve Hamse’si, zmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1997). Çalımada, mesneviler tek tek ele alınarak hem ekil, hem de muhteva yönünden incelenmi; hamsenin edebiyatımızdaki yeri belirlenmeye çalıılmıtır. Mesnevilerin tahkiyevî özelliklerine ilk defa erif Akta yayımladıı bir makalesinde dikkat çekmitir (bkz.”Roman Olarak Hüsn ü Ak", Türk Dünyası Aratırmaları, 1983, sy. 27, s. 94-108). Bu çalımada Hüsn ü Ak’ın yapısı, olay örgüsü ve dier roman özellikleri incelenmitir. Daha sonra M. Fatih Köksal, Talıcalı Yahya’nın âh u Gedâ’sını (“Tahkiyeli Bir Eser Olarak Talıcalı Yahyâ'nın âh u Gedâ Mesnevisi”, Türklük Bilimi Aratırmaları - Prof. Dr. Kaya Bilgegil Armaanı-, 1997, sy. 5, s. 245-82), Muhsin Kalkıım (Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn Hikâyesi [Tahkiye Unsurları], Adana: Derya Kitabevi, 1998) ve Mehmet Kahraman (Leyla ve Mecnun Romanı, Dastan-ı Leyli vü Mecnun, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2000) ise Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’unu modern roman inceleme teknii ile inceleyerek tahkiye yapısını ortaya koymutur. Türk edebiyatında kaleme alınan metinlerde, dikkati çeken eksikliklerden bir tanesi mukayeseli çalımaların azlııdır. Bundan maalesef mesneviler de nasibini almıtır. Durum böyle olunca, bizde mukayese metodunun henüz tam olarak olumadıı da, ne yazık ki, kendisini göstermektedir. Bu konuda ilk dikkati çeken çalımaları merhum hocalarımızdan Fevziye Abdullah (“Nizâmî eyhî, Hüsrev ü îrîn Mukayesesi”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1950, c. I, sy. 1-2, s. 263-81) ile F. Kadri Timurta (“eyhi ve Nizami’nin Husrev ü irin’lerinin Konu Bakımından Mukayesesi”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Eylül 1960, c. X, s. 25-34) yapmıtır. Ahmet Kartal’ın özellikle Farsça bazı mesnevilerden ya tercüme edilen ya da onlardan hareketle Türk edebiyatında kaleme alınan mesnevileri ekil ve muhteva bakımından mukayese eden çalımaları dikkati çekmektedir (bkz. “Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn’i ile Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’inin Mukayesesi”, Türk Yurdu –Türk Romanı Özel Sayısı-, 2000, sy. 153-154, s. 360383, “Câmî'nin Yûsuf u Züleyhâ'sı le Hamdullah Hamdî'nin Yûsuf u Züleyhâ'sının Mukayesesi", Diriözler Armaanı Prof. Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, M. Fatih Köksal ve Ahmet Naci Baykoca (haz.), Ankara, 2003, s. 93-139, "Sa'dî'nin Bostan ve Hoca Mes’ûd'un Ferhengnâme-i Sa'dî simli Mesnevilerinin Mukayesesi", Bilim Yolu, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi [Cumhuriyet Armaanı], 2003, sy. 3, s. 55-75, "ebüsterî'nin Gülen-i Râz'ı le Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz Tercümesi'nin Mukayesesi", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 3, s. 121-176, “Nizâmî ile eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’lerinin Mukayesesi”, Tunca Kortantamer çin, zmir, 2007, s. 295-353, "Pend-nâme ve Gülistân le Kitâb-ı * * * 627 627 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Bostân-ı Nesâyih Mukayesesi", arayılar –nsan Bilimleri Aratırmaları-, sy. 9, 113-42). Mesneviler üzerinde dikkati çeken çalımalardan bir dieri de Ahmet Atillâ entürk tarafından doktora tezi olarak hazırlanıp daha sonra kitap olarak neredilen XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde Edebî Tasvirler (stanbul: Kitabevi, 2002) isimli çalımadır. Eserde, XIII.-XV. asırda kaleme alınan mesnevilerdeki mevcut edebî tasvirler esas alınarak dou ve gelime devirlerinde âirlerin belirli bir takım nesne veya hadiselere nasıl baktıkları, bunları nasıl tasavvur ve ifade ettikleri, bu tasavvur ve ifadelerin zamanla ne gibi gelimelere uradıkları, Farsça kaynaklarıyla mukayeseli olarak tespit edilmeye çalıılmıtır. Özellikle bu çalımanın daha sonraki dönemlerde ne ekilde oluum ve geliim gösterdiini tespit noktasında devam ettirilmesinin hem Türk kültür tarihimiz, hem Türk medeniyet tarihimiz hem de edebiyat tarihimiz için önemli kazanımlar sunacaını düünüyorum. Mesnevilerle ilgili bu çalımaların dıında bir de dorudan doruya herhangi bir konuda yazılan mesnevilerin yayımları görülmektedir. Bu mesneviler üzerine daha çok doktora veya yüksek lisans tezleri hazırlanmı, hazırlanan bu tezler daha sonra kitap olarak neredilmitir. Gerek tez olarak hazırlanan, gerekse kitap olarak yayımlanan mesnevilerin ekseriyetle günümüz Türkçesine çevrilmeden tenkitli metin olarak hazırlandıkları görülmektedir. Bu da sahanın uzmanı olan kimselerin dıında kalan çounluk tarafından hem kullanılmasına, hem de istifade edilmesine mani olmaktadır. Ancak burada dikkat çektiimiz hususa cevap verecek tarzda hazırlanıp yayımlanan iki esere dikkat çekmek istiyoruz. Bunlar Muhammed Nur Doan tarafından hazırlanıp yayımlanan Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn (Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn: Metin, Nesre Çeviri, Notlar ve Açıklamalar, stanbul: Çantay Kitabevi, 1996 [2. bs., stanbul: Yapı Kredi Yay., 2002)’u ile eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak (Hüsn ü Ak [Metin, Nesre Çeviri, Notlar ve Açıklamalar], stanbul: Ötüken, 2002)’ıdır. Nair her iki çalımasında da, eserlerin bugünkü harflerle tam metnini, metinlerin karı sayfalarında da, âirlerin edebî ahsiyeti ve eserlerin yazılılarında etkili olan faktörleri göz önünde bulundurarak titiz ve dikkatle yapılmı çevirilerini vermitir. Nair, beyitlerin çevirilerini yaparken açıklama ve izah sadedinde parantez içerisinde ilâveler de yapmıtır. Bu da çevirinin hem güzel hem de daha anlaılır olmasına yardımcı olmutur. Ayrıca nair, anlaılması zor beyitlerin, özellikle okuyucular tarafından tam ve doru ekilde anlaılmasını salamak için çeitli not ve izaha yer verilmitir. Bu da bizim hem medeniyet, hem de kültür tarihimiz için oldukça önemli olan bu iirleri anlama noktasında, sahanın uzmanı dıındaki okuyucuya büyük kolaylık salamaktadır. Bundan dolayı bu tip çalımaların artarak devam etmesinde büyük faydalar vardır. Mesnevîler konusunda yapılmı çalımalar, yukarıda belirttiklerimizle sınırlı deildir. Aaıdaki bibliyografya bu konuda yapılmı tez, kitap, makale ve bildirileri sunmayı hedeflemektedir. * * * * 628 628 RAZ’DAN STANBUL’A Mesnevî Bibliyografyası900 I. Genel Bibliyografya Abdülhalîm Memdûh, Târîh-i Edebiyât-ı Osmâniye, stanbul, 1306. Ahmed Rifat Efendi, Lügat-i Târîhiyye ve Corâfiyye, 7 Cilt, stanbul, 1299-1300. Ali Cânib, Edebiyât, kinci Tab‘, Devlet Matbaası, stanbul, 1928. Arnavutluk Devlet Arivleri Osmanlı Yazmalar Katalou, haz. Giyasettin Ayta HacıYılmaz, Ankara: Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bekta Veli Aratırma Merkezi Yay., 2001. Ate, Ahmed, “Hicrî VI - VIII (XII - XIV) Asırda Anadolu ’da Farsça Eserler”, Türkiyat Mecmuası, 1945, c. VII - VIII, cüz: II, stanbul, s. 94-135. Ate, Ahmed, “Burdur - Antalya ve Havalisi Kütüphanelerinde Bulunan Türkçe , Arapça ve Farsça Bazı Mühim Eserler”, stanbulÜniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1948, c. 2, sy. 3 -4, 31 Mayıs 1948, stanbul, s. 171-91. Ate, Ahmet, “Konya Kütüphanelerinde Bulunan Eserler”, Türk Tarih Kurumu-Belleten, 1952, c. XVI, sy. 61, Ocak 1952, Ankara, s. 49-130. Ate, Ahmed, “Anadolu Kütüphanelerinden Bazı Mühim Türkçe El Yazmaları”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1958, c. 8, 1 Kasım 1958, stanbul, s. 90-130. Ate, Ahmed, stanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler I [Üniversite ve * * * * * * * * * * * * 900 Bu bibliyografya hazırlanırken çeitli bibliyografik çalımaların yanında bizzat konu ile ilgili yapılan çalımalar, dergiler vs. istifade edilmitir. Bibliyografyada yer alan bu tip çalımalardan önce bir yıldız iareti konulmutur. stifade edilen çalımalardan bir kısmı unlardır: Sevda Önal, Klasik Türk Edebiyatı Kitap Bibliyografyası (1930-2003), Yüksek lisans tezi, Atatürk Üniversitesi, 2003; Hatice Aynur, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler Toplu Sayı 19902005, stanbul, 2005; Fatma S. Kutlar, “Mesnevî Nazım ekline Genel Bir Bakı ve Türk Edebiyatında Mesnevî Aratırmalarıyla lgili Bir Kaynakça Denemesi”, Türkbilig, 2000, sy. 1, Nisan, Ankara, s. 102-157; Huri Savran, Eski Türk Edebiyatı Sahasıyla lgili Yayınlanmı Makaleler Bibliyografyası (1952-1991), Yüksek lisans tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997; Emine Seval Yardım, Menkibe ve Menakıbnamelerle lgili Eserler çin Açıklamalı Bir Bibliyografya Denemesi [1928-1998], Yüksek lisans tezi, stanbul Üniversitesi, 1999; Erdoan Uluda, “Mesnevî Aratırmaları Bibliyografyası”, Müteferrika, 1995, sy. 7, s. 55-85; smail Doan, Yabancı Ülkelerde Yayınlanmı Türkolojiyle lgili Makaleler Bibliyografyası, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1990; Seyfettin Özege, Eski Harflerle Basılmı Türkçe Eserler Katalou, 5 c., stanbul, 1971-1982; Türkiye’de Basılmı Farsça Eserler Çeviriler ve ran ’la lgili Yayınlar Bibliyografyası, Ankara: Kültür Bakanlıı Millî Kütüphane Yay., 1971….. * * * * 629 629 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Nuruosmaniye Kütüphaneleri], stanbul: Millî Eitim Basımevi, 1968. •Aynur, Hatice, Üniversitelerdee Eski Türk Edebiyatı Çalımaları, Tezler-Yayınlar-Haberler, stanbul, 2000. •Aynur, Hatice, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler 2000, stanbul, 2001. •Aynur, Hatice, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler 2001, stanbul, 2002. •Aynur, Hatice, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler 2001, stanbul, 2002. •Aynur, Hatice, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler Toplu Sayı 1990-2005, stanbul, 2005. •Banarlı, Nihad Sâmi, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, Destanlar Devrinden Zamanımıza Kadar, 2 c., Ankara: Millî Eitim Basımevi, 1987. •Blochet, Catalogue des Monuscripts Turcs de la Bibliotheque Nationale, 2 c., Paris, 19321933. •Cunbur, Müjgân - Dursun Kaya - Niyazi Ünver - Hacı Yılmaz, Türk Dil Kurumu Kütüphanesi Yazma Eserler Katalou, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1999. •Çelebiolu, Âmil, Kanûnî Sultân Süleymân Devri Türk Edebiyatı, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1994. Çelebiolu, Âmil, Eski Türk Edebiyatı Aratırmaları, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1998. Çetin, smet, Türk Edebiyatında Hz. Ali Cenknâmeleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1997. •Doan smail, Yabancı Ülkelerde Yayınlanmı Türkolojiyle lgili Makaleler Bibliyografyası, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1990. Erdemir, Avni, Anadolu Sahası Musikiinas Divan airleri, Ankara: Türk Sanatı ve Eitimi Vakfı (Tüsav) Yay., 1999. Ergun, Sadettin Nüzhet, Tanzimata Kadar Türk Edebiyatı Tarihi ve Numuneleri, stanbul, 1931. Ergun, Sadettin Nüzhet, Türk airleri, 2 c., stanbul, 1936. Fâik Reâd, Târîh-i Edebiyât-ı Osmâniyye, Birinci Cild, stanbul: Zarâfet Matbaası. Gibb, E.J. Wilkinson, Osmanlı iir Tarihi I-II, çev. Ali Çavuolu, Ankara: Akça Yay., 1999. •Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlânâ Müzesi Yazmalar Katalou I - II- III, Ankara: Millî Eitim Bakanlıı, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüü Yay., 1971-1972. Gönensay, Hıfzı Tevfik – Nihad Sami Banarlı, Balangıçtan Tanzimata Kadar Türk Edebiyatı Tarihi, stanbul: Remzi Kitabevi, 1941. Hıfzî Tevfîk, Hamâmî-zâde hsân, Hasan ‘Âlî, Türk Edebiyatı Nümûneleri, Mene’lerden Onuncu Hicret Asrına Kadar, Birinci Cild, stanbul, 1926. pekten, Halûk, Eski Türk Edebiyatı -Nazım ekilleri ve Aruz-, stanbul: Dergâh Yayınları, 1988. sen, Mustafa, “Balangıçtan XVIII: Yüzyıla Kadar Türk Edebiyatı”, Türkler , 2002, c. XI, Ankara, s. 532-72. z, Fahir, Eski Türk Edebiyatında Nazm, 2 c., Ankara: Akça Yay., 1995 •Karabulut, Ali Rıza - Mercan, . Hakkı, Kayseri Râid Efendi Kütüphanesindeki, Türkçe ,Arapça , Farsça , Basmalar Katalou, Kayseri 1993. •Karabulut, Ali Rıza, Kayseri Rait Efendi Eski Eserler Kütüphanesindeki Yazmalar Katalou, Ankara, 1995. Karahan, Abdülkadir, Türk Kültürü ve Edebiyatı, stanbul: Millî Eitim Gençlik ve Spor * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 630 630 * RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Bakanlıı Yay., 1988. •Karatay, Fehmi Edhem, Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplıı Türkçe Yazmalar Katalou, 2 c., stanbul: Topkapı Sarayı Müzesi Yay., 1961. •Kâtib Çelebi, Min-Kitâbi Kefi’z-zunûn ‘An-Esâmî’l-Kütübi ve’l-Funûn, mukaddime Âyetullâh el-Azmî, es-Seyyid ehâbeddîn en-Necefî el-Meraî, Beyrut-Lübnan [erefettin Yaltkaya ve Kilisli Rifat Bilge tarafından hazırlanıp yayınlanan eserden ofset baskı], trhs. •Kocatürk, Vasfi Mahir, Türk Edebiyatı Tarihi, Balangıçtan Bugüne Kadar Türk Edebiyatının Tarihi, Tahlili ve Tenkidi, Ankara: Edebiyat Yayınevi, 1970. Korkud, Refik, Türk Edebiyatında airler ve Yazarlar, Hayatı – Edebi Kiilikleri – Eserleri, Ankara, 1970. Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, 4. baskı, stanbul: Ötüken, Yay., 1986. Köprülüzâde Mehmed Fuâd - ehâbeddin Süleyman, Osmânlı Târîh-i Edebiyyâtı, Mene’lerden Nevehirli brahim Paa Sadâretine Kadar-, Birinci Cild, stanbul 1332. Kut, Günay, "Leiden Kütüphanesi'ndeki Türkçe Yazmalar Katalou Üzerine", inasi Tekin Anısına Uygurlardan Osmanlıya, stanbul: Simurg, 2005, s. 507-34. •Levend, Âgâh Sırrı, Edebiyat Tarihi Dersleri, Tanzimata Kadar, 5. baskı, stanbul: Kanaat Kitabevi, 1939. •Levend, Âgâh Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, 3. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1988. Mazıolu, Hasibe, “Türk Edebiyatı, Eski” Mad., C. 32, Türk Ansiklopedisi, stanbul, 1982, s. 81-134. Mehmed Celâl, Osmanlı Edebiyâtı Numûneleri, stanbul: Matbaa-i Safa ve Enver, 1312. Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Tarihi - Metinler, 8. baskı, Ankara: Akça Yay., 2003. Muallim Nâci, Osmanlı airleri, haz. Cemâl Kurnaz, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1986. Muhyiddîn, Yeni Edebiyyât, kinci tab’, stanbul, 1335. Ouzkan, A. Ferkan, Türk Edebiyatı Tarihi (Tanzimat’a Kadar), stanbul, 1949. •Okuyucu, Cihan, “Tunus Milli Kütüphanesindeki Türkçe Elyazmaları”, Akademik Aratırmalar Dergisi 2000-2001, 2001, c. 2, sy. 7-8, stanbul, s. 135-69. •Önal, Sevda, Klasik Türk Edebiyatı Kitap Bibliyografyası (1930-2003), Yüksek lisans tezi, Atatürk Üniversitesi, 2003. •Önder, Mehmet-Binark, smet-Seferciolu, Nejat, Mevlânâ Bibliyografyası I [Basmalar (Kitap - Makale)], II [Yazmalar], Ankara: Türkiye  Bankası Kültür Yay., 1974. Öz, Yusuf, "eh-nâme Tercümeleri ve Sözlükleri", Name-i Aina, 2002, Sonbahar, s. 25-38. •Özege, Seyfettin, Eski Harflerle Basılmı Türkçe Eserler Katalou, 5 c., stanbul, 19711982. Sadettin Nüzhet, Tanzimat’a Kadar Muhtasar Türk Edebiyatı Tarihi ve Nümuneleri, tabi ve nairi: Sühulet Kütüphanesi Sahibi, Semih Lütfü, stanbul trhs. •Savran, Huri, Eski Türk Edebiyatı Sahasıyla lgili Yayınlanmı Makaleler Bibliyografyası (1952-1991), Yüksek lisans tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997. •entürk, Ahmet Atillâ ve Ahmet Kartal, Üniversiteler çin Eski Türk Edebiyatı Tarihi, stanbul: Dergâh Yay., 1. baskı, 2004, 2. baskı, 2005. •Tekinda, M. C. ehabeddin, “zzet Koyunolu Kütüphânesinde Bulunan Türkçe Yazmalar Üzerinde Çalımalar I”, Türkiyat Mecmuası, 1971, c. XVI, stanbul, s. 133-62. Timurta, Faruk K., Tarih çinde Türk Edebiyatı, 2. baskı, stanbul: Boaziçi Yay., 1990. Tolasa, Harun, "18. Yüzyılda Yazılmı Bir Divan Edebiyatı Terimleri Sözlüü: * * * * * * * * * * * * * * * * * * 631 631 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Müstakimzâde'nin Istılâhâtü'-i'riyyesi II", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1986, c. XXIV_XXV, sy. 2, s. 363-80. Torun, Ali, Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nâmeler Üzerine Bir nceleme, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1998. •Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 7 c., stanbul: Dergâh Yay., 1976-. •Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, c. 4-5, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 2004. •Türk Dünyası El Kitabı, c. 3, 2. baskı, Ankara: Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay., 1992. •Türkiye’de Basılmı Farsça Eserler Çeviriler ve ran ’la lgili Yayınlar Bibliyografyası, Ankara: Kültür Bakanlıı Millî Kütüphane Yay., 1971. Zavotçu, Gencay, Eski Türk Edebiyatı, Yüzyıllara Göre Nazım ve Nesir, Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Yay., 2004. * * * * * * * * * II. Tezler901 Abik, Ayehan Deniz, “Abdülvasi Çelebi'nin Halil-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 1987. Acar, Hayrullah, “Nizâmi-yi Gencevî'nin Mahzenü'l-esrâr Mesnevisine Osmanlı Sahasında Yazılmı Türkçe Nazireler”, Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi, 2002. Açıkgöz, Namık, “Riyâzî, Hayatı, Eserleri ve Edebî Kiilii [Dîvân, Sâkî-nâme ve Düstûrü'lamel'in Tenkidli Metni]”, Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, 1986. Agi, Fazıl, “Türk Edebiyatında Gül ü Bülbül Mesnevîleri ve Abdurrahim Utizimeni’nin Bülbül ve Gül Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1995. Akalın, Berrin, “Za'îfî'nin Gülen-i Sî-murg'u [nceleme-Metin-Özel Adlar Dizini]”, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2001. Akalın, Nazir, “Nizâmi-yi Gencevî’nin Hayatı, Edebî Kiilii, Eserleri ve Leylî u Mecnûn Mesnevisinin Tahkiye Unsurları Açısından Tahlili”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1974. Akar, Ali, “Mirkatü’l-cihâd [Dil ncelemesi-Metin-Dizin]”, 2 c., Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1997. Akarpınar, R. Bahar, “Türk Kültüründe Dinî Törenler ve Mevlid Kutlamaları”, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 1999. Akbay, Salahattin, “Saruhanlı eyh lyas ve Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâ erhi”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1996. Akçay, Hasan, “Ahmedî’nin skender-nâme’si: Transkripsiyonlu Metin”, Yüksek Lisans Tezi, Harran Üniversitesi, 1999. Akgün, Nebahat, “Kutadgu Bilig ’in Türkiye Türkçesinden Uygurcaya ndeksi”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1988. Akkaya, Hüseyin, “emseddin Sivasî'nin Süleymân-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1987. Akku, Metin, “Türk Edebiyatında ehrengizler ve Bursa ehrengizleri”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1987. Akmandor, Ayten, “Münîrî’nin Mihr ü Müterî Mesnevîsi”, Doktora tezi, Ankara Üniversitesi, 1983. * * * * * 901 Yapıldıktan sonra yayımlanmı yüksek lisans ve doktora tezlerine "kitap" bölümünde yer verilmitir. 632 632 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Aksoy, Hasan, “emseddin Sivâsî [Hayatı-Sanatı-Eserleri ve Mevlidi: Tenkitli Metin]”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1980. Aktan, Bilâl, “Devletolu Yûsuf’un Vikâye Tercümesi [nceleme-Metin-Dizin]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2002. Akta, Hasan, “Abdurrahman Gubârî, Yûsuf u Züleyhâ [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2006. Alay, Zehra, “Muhyiddin Çelebi’nin Hızır-nâmesi [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2005. Albayrak, Nurettin, “Dinî Türk Halk Hikâyelerinden Geyik, Güvercin ve Deve Hikâyeleri [Kaynakları ve Metin Tesisi]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1993. Aldanmaz, Ömer, “emseddîn Sivasî’nin Mir’âtü’l-ahlâk ve Mirkâtü’l-evâk Adlı Mesnevisi: Edisyonkritik-nceleme”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 2000. Alıık, Cevdet Eralp, “Revânî’nin ret-nâme’si”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986. Alkan, Serhan, “Subhî-zâde Feyzî'nin Hayatı, Edebî Kiilii ve Hamse'si [nceleme -Tenkidli Metin]”, Doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997. Alkaya, M. Akif, “Talıcalı Yahyâ, Kitâb-ı Usûl”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1996. Alpaslan, Ali, “Âık Paa'da Tasavvuf”, Doktora tezi, stanbul Üniversitesi, 1979. Altay, Emine, “Subhizâde Feyzî'nin Hayatı-Eserleri ve Ak-nâme Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1998. Altınzincir, Hasan, “Garîb-nâme (1-5)”, Doktora tezi, Çukurova Üniversitesi, 1991. Altun, Mustafa, “Sî-nâme-i Hümâmî [nceleme-Metin-Dizin]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1995. Altun, Mustafa, “brahim bn-i Bâlî’nin Hikmet-nâme’si (1b-149a) [nceleme-Metin-SözlükDizin], Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2003. Altunkaynak, Nimet, “Devletolu Yûsuf’un Vikaye Tercümesi: Transkribe Metin”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1992. Apaydın, Muhammet, Hurîd-nâme’nin Dil Hususiyetleri [Fonetik ve Morfoloji], Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1994. Aras, Gülçin, “Nev’î’nin Nevâ-yı Uâk ve Tercüme-i Hadîs-i Erba’în Adlı Eserleri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1997. Argunah, Mustafa, “ükrî’nin Selîm-nâmesi ve Eserdeki Dou Türkçesi Unsurları”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1986. Arıkolu, Ekrem, “Mihr ü Vefâ [nceleme-Metin-ndeks]”, Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1991. Armutlu, Sadık, “Zâtî’nin em’ u Pervâne Mesnevîsi [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi, nönü Üniversitesi, 1998. Arslan, Mehmet, “Sâmî, Âsaf-nâme Mesnevîsi [nceleme - Metin], Yüksek lisan tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1987. Arslan, Sabahattin, “smâil Hakkî Bursevî, erhu'l-mesnevî III. cild [Transkripsiyonlu Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Ukuda Üniversitesi, 2000. Arslan, Harun, “Lâmi’î Çelebi, Kitâb-ı Maktel-i Âl-i Resûl [Giri-Metin-nceleme-SözlükAdlar Dizini]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 2001. Aslan, Üzeyir, “Ne'et Süleyman Efendi 1735-1807, Tercüme-i erh-i Dü Beyt-i Mesnevî [nceleme-Tenkitli Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1999. Aslantürk, Mahmud, “erh-i Cezîre-i Mesnevî [nceleme Transkripsiyonlu Metin-ndeks]”, Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmara Sütçü mam Üniversitesi, 1996. Atay, Hakan, “Heves-nâme'de Ak Oyunu, Tâcî-zâde Cafer Çelebi'nin Özgünlük Hayali”, * 633 633 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, 2003. Ate, Sema, “Fütûhî Hüseyin Çelebi’nin “Tuhfetü’l-mecâlis” Mesnevîsi Üzerine Gramer ncelemesi [Metin-Gramer-Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1999. Atlansoy, Kadir, “Sabâyî, Sırât-ı Müstakîm”, Yüksek lisans tezi, Uluda Üniversitesi, 1987. Ay, Ümran, “Nidâyî: Manzûme-i Tıb”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2000. Aydemir, Pınar, “Talıcalı Yahya’nın âh u Gedâ’sı”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 1993. Aygün, Zeynel A., “Behitî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsi [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi, 1999. Aynur, Hatice, “Mahremî ve eh-nâme'si, I. Kısım Yavuz Sultan Selim Dönemi [ncelemeMetin-Sözlük-Dizin]”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1993. Aynur, Hatice, “Sultan Mahmud'un kızı Sâliha Sultan ile Tophane Müiri Halil Rif'at Paa'nın Düün Törenini Anlatan Sur-nâmeler”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1988. Baba, Mustafa Okan, “Mihr ü Müterî: 33b/39b”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986. Baçeci, Lokman, “Nâbî Divanı'ndaki Küçük Mesneviler”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, 2002. Baldemir, sa, “Vefât-ı Nebî”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1996. Balkaya, Halit, “Na’tî Mustafa ve Edhem-nâme Mesnevîsinin Tenkidli Metni ile ncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997. Banguolu, Tahsin, “Altosmanische Sprachstudien zu Suheyl u Nevbahâr”, Doktora Tezi, Breslau, 1938. Bankır, Mehmet Malik, “Gülen-i Râz [Gramer - Metin - Gramatikal ndeks]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997. Barı, Hasib, “Hayâl-i Behcet-âbâd”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1992. Batürk, Orhan, “Sürûrî’nin Mesnevî erhi [Tanıtım - ndeks - Tenkitli Metin (v. 1b - 40a)]”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1997. Batur, Atilla, “Yazıcı Sâlih ve emsiyyesi [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1998. Bay, Fatih, “Sabâyî, Mevlid [Giri-Transkripsiyonlu Metin-Gramatikal Dizin]”, Yüksek Lisans Tezi, Nide Üniversitesi, 2003. Bayak, Cemal, “Sevdâ’î, Kıssa-i Leyli Birle Mecnun”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1987. Baykal, Özgül, “Mevlânâ ’nın Mesnevisi’nde Hayvan Hikâye ve Motifleri”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 1960. Baykaldı, Remzi, “Âık Paa: Garîb-nâme Rait Efendi nr. 9344, bab 1-5, [Transkribe Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1990. Baykaldı, Remzi, “Âzerî brahim Çelebi ve Nak-ı Hayâl Mesnevîsi [nceleme - Metin]”, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1994. Bayram, Ömer, “Himmetzâde Abdî ve Gencîne-i ’câz simli Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Fatih Üniversitesi, 2000. Bayyurt, Mehmet, “Hayâlî, Ravzatü'l-envâr [Dil Özellikleri - Metin - Seçme Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1996. Belal Saber Mohamed Abdel-Maksoud, “Leylâ ile Mecnûn Mesnevisinin Arap , Fars ve Türk Edebiyatı’nda Ele Alını Biçimi ve Larendeli Ha mdî’nin Eseri, c. I-II”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2004. Belen, Maksut, “Hızrî'nin Âb-ı Hayât Mesnevîsi [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, * * * 634 634 * RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Celal Bayar Üniversitesi, 1997. Bindal (Arslan), Fatma, “Kara Çelebi-zade Abdülaziz, Gülen-i Niyâz [Tenkidli Metinnceleme]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1996. Birici, Sevim, “Bursalı Rahmî, âh u Gedâ [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 1996. Bozkaplan, erif Ali, “Câmasb-nâme [Dil Özellikleri - Kısmî Transkripsiyon – Söz Dizini]”, Doktora Tezi, nönü Üniversitesi, 1989. Buluz, Nermin, “emseddîn Sîvâsî’nin Het-Behit Mesnevisi [nceleme – Edisyon Kritikli Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1997. Büyükkarcı-Yılmaz, Fatma, “Za’îfî’nin Manzum Gülistân Tercümesi: Kitâb-ı Nigâristân-ı ehristân-ı Dırahtistân-ı Sebzistân, 2 c.”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001. Canöz, Behçet, “Gubârî’nin Ka’be-nâme’si (Hâzâ Kitâb-ı Ka’be-nâme-i erîf)”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1996. Cengiz, Hayriye, “eyh Gâlib'de Tasavvuf ve Hüsn ü Ak”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2000. Cunbur, Müjgan, “Gülehrî ve Mantıku’t-tayr’ı”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 1952. Çakır, Müjgân, “Abdî'nin Camasb-nâme'si ve Türk Halk Edebiyatına Tesiri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1994. Çakır, Müjgân, “Nâyî Osman Dede Hayatı, Sanatı, Eserleri ve Ravzatü'l-i'câz fi'l-Mu'cizâti'lmümtâz'ı”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1998. Çalıkanman, Tijen, “Kemâlolu smâ’îl Ferahnâme [Biyografi–Devir ve Tür Aratırması–35 Varaın Neri]”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, 1998. Çavuolu, Ali, “Kültür Tarihimizde Kıyafet-nâmeler, Kaynakları, Konuları, Hükümlerin Deerlendirilmesi ve Örnek Metinler”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1996. Çavuolu, Rait, “âh Velî Ayıntâbî’nin Risâletü’l-bedriyye’si [Metin-Muhteva-Tahlil]”, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2007. Çelik, Bayram, “Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesevisi ile Hamdullâh Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ Mesnevisinde nsan Psikolojisi”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, 1998. Çelik, Muhittin, “Revânî: ret-nâme [Dil Özellikleri – Metin – Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1989. Çınar, Bekir, “Talıcalı Yahya Gencine-i Râz [nceleme-Metin-ndeks]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1994. Çıpan, Mustafa, “Mulalı brahim âhidî, Hayatı, Sanatı, Edebî ahsiyeti, Eserleri, Dîvân ve Gülen-i Vahdet, Tenkitli Metin”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1985. Çiftçi (Köse), Selcen, “Bahrü'l-hakâyık [Transkripsiyonlu Metin-Dil ncelemesi-Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, 1997. Çiftçi, Selcen, “Tuhfetü’l-mü’min [Metin-nceleme-Sözlük]”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2003. Çolak, Abdülkadir, “Türâbî’nin Manzum Battal-nâme’si”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 2006. Çolak, Faruk, “Niyâzî'nin Mansûr-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1986. Çomar, Arife, “Süleyman Nahîfî, Enfüsü’l-âfâk”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001. Çoruh, Nesrin, “XV. Yüzyıl Mesnevîlerinden Hamdî'nin Yûsuf u Züleyhâ, Cem Sultan'ın Cemîd ü Hurîd'ini Modern Roman Unsurları Açısından Deerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, 2003. Çöm, Erol, “Emîrî'nin Gülen-i Ebrâr ve Mir'âtü'l-ebrâr Mesnevîleri [nceleme-Metin]”, * 635 635 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2001. Çöm, Erol, “XVI. Yüzyıl Ahlâkî Mesnevîleri ve emseddîn-i Sivasî’nin bret-nümâ Adlı Mesnevisi [nceleme-Metin] ”, Doktora tezi, Selçuk Üniversitesi, 2007. Çulhaolu, Gülen, “eyhî'nin Hüsrev ü îrîn Mesnevîsindeki Ak likileri”, Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, 2002. Dara, Osman Bölükbaı, “El Yazma Mevlid ncelemesi [Çeviri Yazı-Metin-Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, 1995. Deirmençay, Veyis, “Sultan Veled ve Rebabnâme”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1996. Delice, brahim, “Nideli Muhibbî, Gül ü Nevrûz [nceleme-Metin-Dizin]”, Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, 1995. Demir, Dilek, “Na'tî'nin Edhem ü Hümâ Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001. Demir, Recep, “Hatâyî-i Tebrizî ve Mollâ Câmî’nin Yûsuf u Züleyhâ Mesnevîleri Üzerinde Karılatırmalı Bir nceleme [nceleme-Metin]”, Dotora Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 2006. Demirbilek, Salih, “Ahmedî'nin skendername Adlı Eseri Üzerinde nceleme [Ses Bilgisiekil Bilgisi-Cümle Bilgisi], Metnin Transkripsiyonu, Sözlük Çalıması”, Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi, 2000. Demirel, Mustafa, “Kemal Paazâde’nin Yusuf u Zeliha’sı ve Dil Hususiyetleri”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1979. Demirel, ener, “Behitî ve Heft-Peyker’i”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 1995. Dindar, Muharrem, “Bihitî Ramazan Efendi ve Cemâh ve Âlemâh Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Uluda Üniversitesi, 1999. Doan, enol, “Hasan Nâdir Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Mevlidleri”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 2002. Doanyiit, brahim, “Yahya Bey (Talıcalı) Gülen-i Envâr”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1992. Dolu, Halide, “Meneinden Beri Yûsuf Hikâyesi ve Türk Edebiyatındaki Versiyonları, Vesikalar Albümü”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1953. Durmaz, Esra, “eyyad Hamza'nın Vefât-ı Hazret-i Resûl'ü”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1994. Ece, Selami, “Manisalı Cami'nin Vamık u Azra Mesnevisi”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2002. Ece, Selami, “Tahkiye Açısından Hâimî'nin Mihr ü Mâh Mesnevîsi [Transkripsiyonlu Metin-nceleme]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1996. Elçin, Dilek, “Çaatayca Yûsuf ve Zelihâ Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 1984. Eliaçık, Muhittin, “Âık Ahmed’in Câmi’ü’l-ahbâr’ı I [nceleme], II [Metin]”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1998. Eliaçık, Mustafa, “emsüddîn-i Sivasî'nin Menâkıb-ı mâm-ı Azam Mesnevîsi [ncelemeMetin]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1997. Elveren, Abdurrahim, “XV. Yüzyıl âirlerinden Ârif ve Hamsesi”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 2001. Enginolu, Burhan, “emseddin Sivâsî’nin bret-nümâ Mesnevîsi [nceleme – Karılatırmalı Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1997. Enginolu, Burhan, “emseddin Sivâsî’nin bret-nümâ Mesnevîsi [nceleme – Karılatırmalı Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1997. Erantepli Canku, Ayegül, “Muhammed Sâlih, eybânî-nâme (1b-69b) [Metin-indeks]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1988. * 636 636 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Erenolu, Dilek, “Pend-nâme, Güvâhî, Dil ncelemesi”, Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, 1997. Erien, Gülgün, “Bursalı Rahmî ve Gül-i Sad-berg’i”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 1990. Erkal, Abdülkadir, “Lâmî Çelebi: Ferhâd u îrîn [nceleme – Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997. Erkan, Adil, “Eski Türk Edebiyatında Kıyafetname”, Yüksek Lisans Tezi, Fatih Üniversitesi, 2000. Esir, Hasan Ali, “Bursalı Lâmi’î Çelebi: Hayatı – Edebî Kiilii – Ferhat-nâme’nin Tahlili ve Tenkitli Metni”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1998. Farzan, Ebrahim, “Gulen-i Saruhânî, Hayatı, Farsça Dîvânı ve Râz-nâme’si”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1980. Feyziolu, Nesrin, “skender-nâme Üzerine Bir nceleme”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1991. Fidan, Mustafa, “brâhîm Tennûrî, Gülzâr-ı Ma’nevî [nceleme-Metin Sözlük]”, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1995. Gedikliolu, S. Sibel, “Kıssa-i brâhîm Edhem”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, 1998. Genç, Neslihan, “Süheyl ü Nev-bahâr”, Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi, 2003. Goca, Ayet Abdülaziz, “Haydar Tilbe'nin Mahzenü'l-esrâr Mesnevîsi [Önsöz-Giri-Metin ve Tercüme-Dizin”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2000. Gökçe, Funda, “Livâî, Bahrü’l-irfân [Metin Neri ve Metin Sözlüü]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2003. Gökçe, Sait, “Kıvâmî und Fetihnâme”, Doktora Tezi, Münih Üniversitesi (Almanya), 1954. Gökdeniz, Zehra, “znikî Bekâyî’nin Gül ü Bülbül Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1988. Gözütok, Avni, “Âık Paa’nın: Garîb-nâmesi [lk Dört Bâbının Transkripsiyonlu Metni, Gramer-Kelime Tekili-Çekimleri ve Seçme Lûgat]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1986. Gözütok, Avni, “Garib-nâme'nin Dili Üzerinde Sistematik Bir Gramer Çalıması”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1991. Güder (Öznal), Nurcan, “Dâstân-ı brâhîm Edhem [Metin-Sözlük-Ekler Dizini]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1992. Güder, Nurcan Öznal, “Kastamonulu âzî: Maktel-i Hüseyn [nceleme-Metin-Sözlük-Adlar Dizini]”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1997. Güler, Kadir, “Âık Paa: Garîb-nâme Rait Efendi nr. 9344, 9-10. bablar [Transkribe Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1990. Güler, Kadir, “brâhîm Beg Dîvânı [nceleme – Metin – ndeks – Sözlük]”, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1995. Güler, Zülfü, “Hamdullah Hamdi, Leylâ vü Mecnûn”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1982. Gülseren, Cemil, “Halili, Firkatnâme (XV. Yüzyıl) [Dil Özellikleri-Metin-Seçmeli Sözlük], Yüksek lisan tezi, nönü Üniversitesi, 1990. Gülseven (Perver), Elif, “Güleni, Esrâr-nâme [Metin-nceleme]”, Yüksek Lisans Tezi, Uluda Üniversitesi, 1999. Gülsoy Nebahat, “Ârif, Mi'râc-nâme, Vefât, simsiz Bir Mesnevî [Giri - Transkripsiyonlu Metin Metin - Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1993. Günba, Sava, “Divan iirinde Nasihatname Türü ve Ali Naki'nin Gavriye ve Aynü'lhayâtâ Mesnevileri”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2003. * * 637 637 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Gündüz, Kezban, “Ravzatü’t-tevhîd Adlı Mesnevînin ncelenmesi ve Tenkildi metni”, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2006. Güner, Fatma, “Vefât-ı Hazret-i Resûl”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1996. Güngör, Zülfikar, “Türk Edebiyatında Türkçe Manzum Hilye-i Nebevîler ve Nesîmî Mehmed’in Gülistân-ı emâil’i”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2000. Gürani, Nur, “Niyâznâme-i Sa’d u Humâ A Mathnawi of Abdi”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1987. Güven, Ahmet Zeki, Edirneli Nazmî’nin Pend-nâmesinde Ahlâk ve Eitim Unsurlarının Tespiti ve ncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2006. Güzelıık, Gülten, “Vefât-ı Hazret-i Resûl”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1996. Harmancı, M. Esat, “Manisalı Câmî, Muhabbet-nâme [Vâmık u Azrâ], (nceleme-MetinNesre Çeviri”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2003. Horata, Osman, “Cemâlî Hümâ vü Humâyûn [nceleme – Tenkidli Metin]”, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 1990. Hülâgu Bayramçavu, Zehra, “Kavâ’id-i Teysîr-i Kur’ân [Metin-Tercüme-Sözlük-Ekler Dizini]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1994. mamolu, A. Hilmi, “Farsça -Türkçe Manzum Sözlükler ve ahidi'nin Sözlüü [ncelemeMetin]”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1983. manov, Gül Ahmet, “Meshi-i Tebrizi'nin Varqa ve Gülah Mesnevisi”, Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, 2002. nan, Mehmet Emin, “XVI. Asır âirlerinden Zaifî ve Bâg-ı Behit Mesnevisi (1154 Beyti)”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1998. nan, Uur, “Hâl-nâme-i Sevâdî [Transkripsiyonlu Metin], Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1990. nan, Murat Umut, “Edirneli Güftî Ali ve âh u Dervî Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 2006. spirli, Serhan, “Subhizâde Feyzî'nin Hayatı, Edebî Kiilii ve Hamsesi [nceleme - Tenkidli Metin]”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997. Jaeckel, Ralph, “Dukaginzâde Talıcalı Yahyâ Bey's King and Beggar A Sixteenth-Century Ottoman Allegorical-Mystical Love Poem (Mesnevi)”, Doktora Tezi, California Universty, 1980. Kara, Hüseyin, “Mihr ü Müterî”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986. Karabeyolu, Cemid, “Sultan Veled, Mesnevi-yi Veledî, Velednâme I-III”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1976. Karaca, Yusuf, “Süleymân Nahîfî Efendi ve Mevlidi: Hayatı-Eserleri-Edebî Kiilii ve Mevlidi’nin Tenkitli Metni”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 1999. Karademir, Mahmut, “Abdî, Camasb-nâme [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2001. Karadüz, Sıddık, “Dervî emsî’nin Deh-murg’unun Karılatırmalı Metni ve Benzeri Eserlerle Genel Bir Deerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2000. Karapınar, Behsat, “Ahmed Müridi'nin Pend-nâmesi'nin (ilk 5094) Tenkitli Çeviri Yazısı ve Metâni”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1999. Karpuz, Hacı Ömer, “Abdurrahîm Karahisârî’nin Vahdet-nâmesi”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1991. Kartal, Ahmet, “Osmanlı Medeniyetini Besleyen Kültür Merkezleri- Edebî Açıdan- (XI. Asırdan XVI. Asrın Sonuna Kadar Türk Edebiyatı ve Fars Edebiyatının Münasebetleri)”, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, 1999. Kavukçu, Fatma Zehra, “Lâmi’î Çelebi’nin Veyse vü Râmîn ’i [nceleme-Metin]”, Yüksek * * * * * * 638 638 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Lisans Tezi, Uluda Üniversitesi, 1994. Kaya, Bayram Ali, “Neâtî Hayatı - Sanatı, Eserleri ve Hilye-i Enbiyâ'sı”, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, 1991. Kayabaı, Ayfer, “Talıcalı Yahya Bey ve Gülen-i Envâr [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1991. Kaymaz, Zeki, “Âık Paa Garîb-nâme [Dil Özellikleri – Kısmî Transkripsiyon – Söz Dizini]”, Doktora Tezi, nönü Üniversitesi, 1989. Kaymaz, Zeki, “Âık Paa: Garîb-nâme”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1989. Kazan, evkiye, “Hâmidî-zâde Celîlî Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii ve Hüsrev ü îrîn Mesnevisi [nceleme – Tenkidli Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, 1997. Keskin, Aye Gülay, “Abdurrahman Karahisarî’nin Hayatı, Eserleri ve Vahdet-nâme Mesnevisinin Tenkidli Metni”, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, 2001. Kılıç, Müzahir, “Hakanî: Hayatı, Edebî ahsiyeti, Eserleri ve Hadîs-i Erba’în’in Tenkidli Metni”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1993. Kıpçak, Mehmet, “eyhi'nin Hüsrev ü irin'inin ahıs Kadrosu”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, 1999. Kırman, Aydın, “Yemînî'nin Fazîletnâme'si [ekil ve Muhteva Tahlili]”, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi, 2004. Kıstırak, Saim, “Abdürrahim Karahisari'nin Vahdet-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1999. Kiraz, Semiha, “eyh brahim Tennurî Gülzâr-ı Ma’nevî [nceleme – Metin – Tıpkıbasım]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1991. Koçin, Abdulhakim, “Zaifî ve Bustân’ı Nesâyıh’ı [nceleme ve Tenkitli Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1991. Koçolu, Turgut, “efik-nâme, efik-nâme erhi ve Edhem ü Hümâ Mecmuası [ncelemeTenkitli Metin-Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 2004. Koncu, Hanife, “Abdî'nin Camasb-nâme'si ve Türk Halk Edebiyatına Tesiri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1994. Korkmaz, Ramazan, “Keçecizade zzet Molla ve Mihnet-kean Üzerine Bir Aratırma”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 1988. Kozacı, Hatice, “Abdî'nin Camasb-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, 1994. Köktekin, Kâzım, “Süle Fakih’in Yûsuf ve Zelihâsı [nceleme–Metin-ndeks], 2 c.”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1994. Köleolu, Mehmet, “Fuzûlî'nin Beng ü Bâde'si: Kaynak - Konu - Üslûp ve ekil Yönünden nceleme”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 2002. Köse, Recep, “Bursalı Lâmi’î’nin em’ ü Pervâne’si [nceleme – Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1997. Kulolu, Nazan, “Abdî, Cemîd ü Hûrîd [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 1989. Kunt, brahim, “Mesnevî Sözlükleri ve ‘Abdullatîf b. ‘Abdullâh’ın Letâifu’l-lugat’ı”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1996. Kuru, Selim S., “Bir Deh-nâme Örnei Olarak Ta'auk-nâme ve Eserdeki Ki'li Yan Tümleler”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1993. Kuzuba, Muhammet, “Nev'i-zâde Atâ'i'nin Nefhatü'l-ezhâr Mesnevisi”, Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 2003. Külekçi, Numan, “Ganî-zâde Nâdirî, Hayatı, Edebî Kiilii, Eserleri, Divanı ve ehnâmesinin Tenkidli Metni”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1985. Kütük, Rıfat, “Celâl-zâde Sâlih Çelebi Leylâ vü Mecnûn [Tenkidli Yayın – nceleme]”, * 639 639 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1995. Merhan, Aziz, “Die 'Vogelgespräche' Gülehrîs und die Anfänge der türkischen Literatur”, Doktora Tezi, Göttingen, 2003. Mermutlu, Mehmet Sait, Ahmed Müridî’nin Pendnâmesi [Tenkitli Metin], Yüksek Lisans Tezi, Harran Üniversitesi, 1996. Mersin, Tuba, “Gelibolulu Huzuri'nin Tercüme-i Esrâr-nâme Adlı Mesnevisi, Yüsek lisans tezi, Fatih Üniversitesi, 2004. Meyveci, Asuman, “Bâyezîd-i Rûmî'nin Sırr-ı Cânân Mesnevîsi [Metin - nceleme]”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1988. Mu, Züleyha, “Arap ve Türk Edebiyatlarında Yusuf u Züleyha Hikayelerinin Mukayesesi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2000. Okçu, Naci, “eyh Galib'in Dîvânı ile Hüsn ü Ak'ındaki Tasavvufî Unsurlar”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1978. Orak, Bayram, “Lutfî’nin Gül ü Nev-rûz’u [Gramer – ndeks]”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, 1995. Orhan, Hikmet, “Eski Anadolu Türkçesi Ürünlerinden Düstûr-nâme-i Enverî: zmir Millî Ktp. Nüshasının Metni-Sözlüü ve Dilbilgisi Özellikleri”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 1985. Öz, ükriye Feyza, “Hayret Mehmed Efendi'nin Manzum Elfiyye Tercümesi ve Bugünkü Dile Uyarlaması”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2002. Öz, Yusuf, “Tarih Boyunca Farsça -Türkçe Sözlükler”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 1996. Özbekolu Karaca, Aygül, “Adli Hasan Efendi'nin Tergibat Adlı Mesnevisi [ncelemeMetin]”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2001. Özbostancı, Kenan, “Kemâloglı, Ferah-nâme”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1991. Özçam, Çimen, “eyyâd Hamza’nın Yûsuf ve Züleyhâ Adlı Eserinin Dil Özellikleri”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 1993. Özden, Nihan, “Hayali, Ravzatü'l-envar [Metin-Gramatikal ndeks]”, Yüksek Lisans Tezi, Gaziosmanpaa Üniversitesi, 2001. Özer, Hande, “Nev'î'nin Hasb-ı Hâl'i”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995. Özer, Osman, “Ahmedî, Tervîhu’l-ervâh”, Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, 1995. Özfırat, Bayram, “Tokatlı shâk Efendi’nin Nazmu’l-ulûm, Nazmu’l-le’âlî ve Manzûme-i Keydânî Adlı Mesnevileri (nceleme-Metin)”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2006. Özsoy, Nasrullah, “Mihr ü Müterî”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986. Öztoprak, Nihad, “Klâsik Türk Edebiyatında Manzum Yüz Hadisler”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1993. Öztürk, Cemil, “Hatibolu, Ferahname, egy XV. Szazadi Osman-Török Nyelvemlék”, Doktora Tezi, Phd. Thesis. Budapest Eötvös Lorand Tudományegyetem, 1984. Öztürk, Nebiye, “Zenânnâme: Enderunlu Fazıl”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 2002. Öztürk, Zehra, “Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf u Zeliha Mesnevisinde Tipler ve Motifler”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1993. Özuygun, Ali Rıza, “Zaifî Pir Mehmed ve Gülen-i Sîmurg [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1993. Özyaamı akar, Sezer, “Birgivî Muhammed Efendi’nin Manzum Vasiyet-nâme’si [Eletirmeli Metin-Dil ncelemesi-Sözlük]”, Doktora Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, 2005. * * * * * * 640 640 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Özyurt, Mustafa, “Dursun Fakih ve Gazavatnamesi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995. Pehlivan, Elif, “eyh Eref b. Ahmed’in Nasîhat-nâme Adlı Mesnevîsinin Edisyonkritii le Çeviri Yazısı”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2000. Pekolcay, Necla, “Türkçe Mevlid Metinleri”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1950. Sabir, Muhammed, “Mir Ali ir Nevaî'nin lk Mesnevisi Hayretü'l-ebrâr Hakkında Aratırmalar -Edisyon Kritik, mla, Dil Hususiyetleri ve Lugatçe”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1961. Sabuncu, Zeynep, “Mihr ü Mâh A Mathnawi of Mustafa Âlî”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1983. Salman, Ramazan, “Süle Fâkih: Yûsuf u Zelihâ (XIV. yüzyıl) [Dil Özellikleri – Transkripsiyonlu Metin – Seçmeli Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1989. Sarı, Mehmet, “Gelibolulu Za’îfî Muhammed, Gazâvât-ı Sultân Murâd Han [nceleme (Ses Deimeleri, Benzemeleri ve Uyumlar), Metin-Sözlük]”, Doktora Tezi, stanbul üniversitesi, 1994. Sarıcı, Emine, Ârif Süleymân, Hayatı, Eserleri ve Hilye-i Nebeviyye’si [Edisyon Kritik], Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001. Sarıçiçek, Ramazan, “Talıcalı Yahyâ Bey, Gencîne-i Râz [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1991. Sarıkaya, Bekir, “Ârif, Müridü'l-ubbâd, Nüsha-i Âlem ve erhü'l-âdem, Mevlid [Giri Transkripsiyonlu Metin - Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1992. Sava, Hamdi, “shak Çelebi ve Selim-nâme'si”, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1986. Sava, Hatice, “Nâlî Mehmed'in Miftâh-ı Heftkân'ı [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2002. Saymaz, Semiha, “Bahrü'l-hakayık”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1998. Selçuk, Bahir, “Nali Mehmed Efendi, Tuhfetü'l-emsâl [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1999. Sevinçli, Veysi, “Letâyifnâme [Giri-nceleme-Metin-Sözlük]”, Doktora Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1996. Seyhan, Köksal, “Mâlî, Mesnevîleri ve Divanı”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1993. Seylan, Ali, “brahim bn-i Bâlî, Hikmet-nâme [nceleme-Metin-Sözlük-Dizin]” 2 c., Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2003. ahin, Hatice, “Hatibolu: Ferah-nâme [Dil Özellikleri – Metin – Söz Dizini]”, Doktora Tezi, nönü Üniversitesi, 1993. ahin, Hatice, “Tursun Fakih, Gazavatname [Dil Özellikleri-Metin-Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1989. ahin, M. Ünal, “Leylî ve Mecnun: Sevdâ’î [Transkripsiyon ve Dil ncelemesi]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1988. arlı, Mahmut, “Âık Paa: Garîb-nâme Rait Efendi nr. 9344, bab 6-8 [Transkribe Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1990. arlı, Mahmut, “Cinânî, Riyâzü’l-cinânı [nceleme - Metin]”, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1994. ener, H. brahim, “Türk Edebiyatında Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâlar”, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 1986. enocak, Ebru, “Leyla ile mecnun Hikayesi Üzerine Mukayeseli Bir Aratırma”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 2000. * * 641 641 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV eylan, Ali, “brahim b. Bâlî, Hikmet-nâme [6000-12000'inci Beyitler] nceleme-MetinSözlüki”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2003. imek, Nuray, “Abdurrahman Gubarî'nin Ka'be-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1987. imek, Taceddin, “Fedayi Dede Mantık-ı Esrâr [Tenkidli Metin ve nceleme]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1993. imekler, Nuri, “âhidî brâhîm Dede’nin Gülen-i Esrâr’ı [Tenkitli Metin - Tahlil]”, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1998. Tahbaszade, Abdürresuül (Hayyampur), “Türk ve ran Edebiyatlarında Yûsuf ve Züleyha Mesnevîsi”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1945. Tanrıverdi, Fatma, “eyh Eref bin Ahmed”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1998. Tarlan, Ali Nihad, “slâm Edebiyatında Leylâ vü Mecnûn Hikâyesi”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1922. Takın, Gülah, “Kıyâsî ve Mihr ü Mâh Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 2003. Talıova, Muammer Mete, “Mir Hamza Nigârî'nin Nigâr-nâme Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, 1998. Tavukçu, O. Kemâl, “Halîlî, Firkat-nâme [nceleme – Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1993. Tavukçu, Orhan Kemal, “Ahmed Rıdvan, Hüsrev ü irin [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2000. Tel, Hatice, “Çengname [Transkripsiyonlu Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Harran Üniversitesi, 1997. Temizel, Ali, “Mevlânâ ve Mevlevîlikle lgili Eski Harfli Türkçe Eserler ve Müellifleri”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1996. Tepeli, Yusuf, “Yemînî, Fazîletnâme”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1994. Terzi, Mehmet, “Yazıcı Sâlih (Selahaddin), Kitâbu’-emsiyye (Melhame-i emsiyye) [Dil Özellikleri–Metin–Söz Dizini]”, Doktora Tezi, nönü Üniversitesi, 1994. Tezcan, Nuran, “Lâmi‘î’in Hayatı-Eserleri-Gûy u Çevgân Mesnevisi [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 1976. Tiken, Kâmil, “Mihr ü Müterî”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986. Tohumcu, Nimet, “Misâlî'nin Kitâb-ı Manzûme-i Feyznâme-i lâhî Mesnevisi [nceleme Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2002. Tokatlı, Ümit, “Elvan Çelebi'nin Menakıbnamesi [Metin-ndeks-Gramer]”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1984. Toker, Birgül, “emseddin-i Sivasî'nin Mir'âtü'l-ahlâk Mesnevîsi [nceleme - Metin]”, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2003. Tunç, Semra, “Ârif, Hayatı, Edebî Kiilii ve Eserlerinin Tenkidli Metni I. C. nceleme – II. C. Metin”, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1996. Tural, Güzin, “Seb'a-i Seyyâre”, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, 1993. Tural, Lale, “Hafî'nin Zâdü'l-me'âd'ının Süleymân Çelebi Mevlid'i ile Karılatırılması”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1993. Tural, ecaattin, “Hafî'nin Zâdü'l-me'âd'ının Süleymân Çelebi Mevlid'i ile Karılatırılması”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1993. Turan, Zikri, “Mecnun u Leyla: Hakiri [Transkripsiyon ve Dil ncelemesi]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1988. Turhan Güner, “Fatma, eyyad Hamza'nın Vefat-ı Hazret-i Muhammed Aleyhi's-selam Adlı Mesnevisi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1996. * * * * 642 642 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Turhan, Vedat Nuri, “Zarîfî ve Mihr ü Mâh Mesnevîsinin Tenkidli Metni ile ncelemesi”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1995. Türk , Vahit, “Hatibolu'nun Bahrü'l-hakayık'ı [Transkripsiyon]”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1987. Türken (Duman), Ruan, “Kıvâmî, Fetih-nâme-i Sultan Mehmed [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 2006. Türkeri, Seydi, “Ahmed Müridi'nin Pend-name'si”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1999. Türkmen, Seyfullah, “Atâ, Tuhfetü’l-uâk (Uâk-nâme) [nceleme – Metin – Dizin]”, Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi, 2000. Türkolu, Abdullah, “Mesnevi'nin Birinci Cildindeki Cariye Hikayesinin erhlere Göre Deerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 1990. Uur, Ahmet, “The Reign of Sultan Selim I, in the Light of Selim-nâme Literature”, Doktora Tezi, Edinburg Universty, 1973. Ula, U. Halim, “Alî Akkirmânî: Hayatı, Edebî ahsiyeti ve Gavriye Mesnevîsi [Tenkitli Metin – nceleme]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1998. Uluda, Erdoan, “Vak’aya Dayalı Bir Eser Olarak Lâmi’i Çelebi’nin Salâmân u Absâl Mesnevisi [nceleme–Karılatırmalı Metin – Sadeletirme]”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997. Usluer, Zekeriya, “Süleyman Nahifi, Hayatı, Eserleri ve Hilyetü'l-envar'ı”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1994. Uygur , Ceyhun Vedat, “Kıvami'nin Fetih-name-i Sultan Mehmed'i [Gramer-Metin-Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1991. Uzun, Mustafa, “Dede Ömer Rûenî Hayatı, Eserleri ve Miskinlik-nâme Mesnevisi [Edisyon Kritik]”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1982. Ülger, Sibel, “Leylâ ve Mecnûn'da Hikaye Teknii”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2003. Ülger, Sibel, “Nâbî’nin Hayr-âbâd’ı [nceleme – Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1996. Ülken, Fatih, “Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz Tercümesi [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi, 2002. Ünal, Hidayet, “Rueni Ömer Dede'nin Çobanname Mesnevisi [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2003. Ünver, smail, “Türk Edebiyatında Manzum skender-nâmeler”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 1974. Üzer, Fatma Hilâl, “Türk -slâm Edebiyatında Evliyâ Hilyeleri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2002. Yardım, Emine Seval, “Menkibe ve Menakıbnamelerle lgili Eserler çin Açıklamalı Bir Bibliyografya Denemesi [1928-1998]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1999. Yarıkkaya, Ali, “Meçhul Bir aire Ait Kitab-ı Yusuf Hikayesinin Transkripsiyonlu Metni”, Yüksek Lisans Tezi, Osmangazi Üniversitesi, 2000. Yasav, Oya, “Hilyetü'l-envâr”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995. Yavuz, Kemal, “Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiyyesi, 2 c.”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1977. Yazar, lyas, “Ömer Fuâdî, Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii ve Bülbüliyyesi’nin Metni”, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 1999. Yenikale, Ahmet, “Hüsn ü Ak: Tahlil”, Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmara Sütçü mam Üniversitesi, 1996. Yerdelen, Cevat, “Türk Edebiyatındaki Kıyâfet-nâmeler ve Nideli Visâlî’nin Vesîletü’l* * * * * 643 643 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV irfân Adlı Kıyâfet-nâmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1988. Yılmaz, Engin, “Gazavatnameler ve Niyazi'nin Gazavat-ı Nebi'si”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995. Yılmaz, Fatma-Nur, “Mihr ü Müteri”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986. Yılmaz, Kâif, “Güftî, Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii, Tezkirecilii ile Divan, Zafer-nâme'si ve Terifatü'-u'arâ'sının Tenkidli Metni”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1983. Yılmaz, Metin, “Mesnevi-i Penahi [Dilbilgisi-Karılatırmalı Metin- Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1992. Yılmaz, Sevgi, “Muhammed Sâlih, eybânî-nâme (1b-69b) [Metin-indeks]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1988. Yiit, Mehmet, “Refi’î’nin Beâret-nâme’si [Dilbilgisi – Karılatırmalı Metin - Sözlük]”, Doktora Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1986. Yolda, Kazım, “Talıcalı Yahya Bey, ah u Geda [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1993. Yolda, Kazım, “Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev’i [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi, nönü Üniversitesi, 1998. Yurtseven, Necmettin, “Türk Edebiyatında Arapça -Türkçe Manzum Lügatler ve Sünbülzade Vehbî'nin Nuhbe'si”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2003. Yurtsever, Murat, “Lâmi’î Çelebi, ehrengiz-i Bursa”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1984. Zavotçu, Gencay, “Türk Edebiyatı’nda Gül ü Bülbül Mesnevîleri”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997. Zümrütler, Hüsamettin, “Hatibolu: Ferahnâme [Transkribe Metin], Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1994. * * * * III. Kitaplar Açıkgöz, Namık, Bayburtlu radi Baba’nın Mevlidi, 1997. Adamoviç, Milan, Kelile ü Dimne Turkische Handschrift T 189 der Forschungsbibliothek Gotha, Hildesheim, Zürih, Newyork: Georg Olms Verlag, 1994. Ahmedî, skender-nâme [nceleme - Tıpkıbasım], smail Ünver (haz.), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1983. Akalın, Mehmed, Ahmedî Cemîd ü Hurîd [nceleme – Metin], Ankara: Atatürk Üniversitesi Yay., 1975. Akar, Metin, Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-nâmeler, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1987. Akdoan, Yaar, skendername’den Seçmeler, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1988. Akkaya, Hüseyin, The Prophet Solomon in Turkish Literature and the Süleymâniyye of emseddin Sivâsî (Part 1: Textual Analysis - Part 2: Critical Edition and Faxcimile), Harvard Universty: Sources of Oriental Languages and Literatures, 1997. Akku, Mehmet, Eyyûbî, Menâkıb-ı Sultan Süleyman [Risâle-i Pâdiâh-nâme], Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1991. Akku, Muzaffer, Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz'ı[nceleme - Metin - Tıpkıbasım], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2002. Aksoy, Hasan, emseddin Sivâsî, Gülen-âbâd, stanbul, 1990. Aksoy, Hasan, Gülen-âbâd’da Dinî ve Tasavvufî Unsurlar [Tahkik ve Sistematik ndeks], stanbul: slâm Medeniyeti Vakfı Yay., 1990. Aksoy, Hasan, Mustafa Âli’nin Manzum Kırk Hadis Tercümeleri, stanbul, 1991. Aksoy, Hasan, Kuların Münazarası – Deh Murg-, stanbul: Marmara Üniversitesi lâhiyat * * * 644 644 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Vakfı Yay., 1998. Aksoyak, smail Hakkı, Gelibolulu Mustafa Âlî, Tuhfetü’l-uâk, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 2003. Aksoyak, . Hakkı, Ahmed-i Yesevî’nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ, Tuhfetü’l-uâk, Ankara: Bizimbüro, 2006. Alangu, Tahir, Süleymân Çelebi, Mevlid, stanbul: Yeditepe Yay., 1958. Aliyev, Sabir, Hadikatü's-süeda (iirler), Beng ü Bade, Bakü, 1993. Alparslan, Ali, Âık Paa’da Tasavvuf, stanbul 1961. Alpay, Gönül, Ahmed-i Dâ’î and His Çengnâme (An Old Ottoman Mesnevî), Cambridge 1975. Alpay Tekin, Gönül, Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical Edition and Textual Analysis, Sources of Oriental Languages and Literatures Vol. 16, Cambridge Mass.: Harvard University, 1992. Alpay-Tekin, Gönül, Alî-îr Nevâyî Ferhâd ü îrîn [nceleme – Metin], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1994. Altun, Kudret, Edirneli Nazmî, Pend-nâme-i Nazmî [nceleme-Metin-Sözlük], Kayseri: Laçin, 2004. Aran, Mahmut Sadık, Türk 'ün Altın Kitabı Kutadgu Bilig , stanbul. Araslı, Hamit, Muhammed Fuzûlî ve Eserleri, 5 c., Bakı, 1958. Arat, Reid Rahmeti, Kutadgu Bilig I, Tıpkıçekimle Yapılmı kinci Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1979. Arat, Reid Rahmeti, Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig , (Çeviri), 4. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1988. Arat, Reid Rahmeti, Kutadgu Bilig III ndeks, (ndeksi Nere Hazırlayanlar: Kemal Eraslan, Osman F. Sertkaya, Nuri Yüce), stanbul: Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay., 1979. Argunah, Mustafa, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yay., 1997. Argunah, Mustafa, Kirdeci Ali, Kesikba Destanı, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2002. Arslan, Mehmet, Pendnâme-i Zarîfî, Sivas: Dilek Matbaası, 1994. Arslan, Mehmet, Zâtî Süleymân Efendi, Divan ve Sevânihu'n-nevâdir fî-Ma'rifeti'l-anâsır, Sivas, 1994. Arslan, Mehmet - . Hakkı Aksoyak, Gelibolulu Âlî, Riyâzü’s-sâlikîn, Sivas, 1998. Arslan, Mehmet, Türk Edebiyatı’nda Manzum Sûrnâmeler (Osmanlı Saray Düünleri ve enlikleri), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 1999. Arslan, Mehmet, Subhî-zâde Feyzî, Hamse, Sivas, 1999. Arslan, Mehmet, Aynî, Sâkînâme, stanbul: Kitabevi, 2003. Ate, Ahmed, Süleymân Çelebi, Vesîletü’n-necât [Mevlid], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1954. Atsız, Nihal, Osmanlı Tarihleri I: Dasitan ve Tevarih-i Al-i Osman, Behçetü’ttevarih,Tevarih-i Al-i Osman, Osmanlı Sultanları Tarihi, Cam-ı Cem Ayini, stanbul, 1949. Ayan, Gönül, Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme [nceleme - Metin], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 1996. Ayan, Gönül, Lâmi’î Vâmık u Azrâ [nceleme – Metin], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 1998. Ayan, Hüseyin, ehyolu Mustafa, Hurîd-nâme (Hurîd ü Ferahâd) [nceleme-MetinSözlük-Konu Dizini], Erzurum, 1979. Ayan, Hüseyin, Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, stanbul: Dergâh Yay., 1981. Ayan, Hüseyin, Bülbülnâme Rifâî, Ankara: Emek Matbaası, 1981. * * * * * * * * * * * 645 645 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Aydemir, Yaar, Vücudî, Hayâl u Yâr, Ankara: Birleik, 2007. Aymutlu, Ahmet, Süleymân Çelebi ve Mevlid-i erif, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1995. Aynur, Hatice, Mahremî ve eh-Nâme’si, stanbul, 1997. Babinger, Franz, Kıvâmî, Fetihnâme-i Sultan Mehmed, stanbul, 1959. Bakırcı, Selami, Mevlid, Douu ve Gelimesi, Erzurum: Akademik Aratırmalar, 2003. Banarlı, Nihad Sâmi, Büyük Nazîreler Mevlid ve Mevlid’de Millî Çizgiler, stanbul: stanbul Yüksek slâm Enstitüsü Yay., 1962. Baer, Sait, Kutadgu Bilig ’de Kut ve Töre, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1990. Batislam, Hanife Dilek, Hasbihal-i Safi, stanbul: Kitabevi, 2003. Baykal, Kâzım, Süleymân Çelebi ve Mevlid, Kadir Atlansoy (haz.), Bursa, 1999. Bekta, Ekrem, Muhammed Nazmî-i Halvetî , Sırr-ı Ma’nevî [Manzum Mesnevî Tercümesi], Konya: Sümam, 2009. Beytur, Mithat Bahari, Mesnevi Gözüyle Mevlana, iirleri, Ak ve Fesefesi, stanbul, 1966. Beyzadeolu, Süreyya Ali, Sünbülzâde Vehbî, Lutfiyye, stanbul, 1994; 2. baskı, 2004. Bilgin, Azmi, Emre,Tercüme-i Pendnâme-i Attâr, stanbul: Enderun, 1998. Bilgin, Orhan, eyh Eref b. Ahmed, Fütüvvet-nâme, stanbul: Yıldızlar Matbaası, 1992. Bilkan , Ali Fuat, Hayrî-nâmeye Göre XVIII. Yüzyılda Osmanlı Düünce Hayatı, Ankara: Akça Yay., 2002. Bilkan, Ali Fuat, Bâbür, Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi, stanbul: Kitabevi, 2001. Biray, Himmet – Mehmet Sarı, brahim b. Edhem Kıssası, Afyon: Medrese Kitabevi, 1995. Bursalı Mehmed Tâhir, Terceme-i Hâl-i Nâzım-ı Mevlid-i Nebevî e-eyh Süleymân Çelebi Rahmetu’llah, stanbul, 1323. Bursalı Mehmed Tâhir, Osmânlı Müellifleri, 3 cilt, stanbul: Matbaa-i Âmire, 1333. Büyükkörükçü, Tahir, Hakiki Veçhesiyle Mevlana ve Mesnevi, stanbul. Ca’ferî, Muhammed Takî, Ez-Deryâ be-Deryâ, Kefu’l-ebyât-i Mesnevî, 4 cilt, Tahran, 13641365. Can, efik, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevî Hikâyeleri, stanbul: Ötüken, 2003. Canım, Rıdvan, Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve retnâme, Ankara: Akça Yay., 1998. Canpolat, Mustafa, Ali ir Nevayi, Lisanü't-tayr, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1995. Cevrî brâhîm Çelebi, Hilye-i Çâryâr-i Güzîn, stanbul, 1891. Ceyhan, Âdem, Bedr-i Dilâd’ın Murâd-nâmesi I-II, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1997. Ceylan, Ömür ve Ozan Yılmaz, Bir Sürgün âheseri, Mihnetkeân, Keçecizâde zzet Molla, stanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı, 2007. Cokun, Ali Osman, Simkezâde Feyzî’nin Mesnevîleri [nceleme-Metin-Sözlük], Samsun, 1997. Cokun, Menderes, Bosnalı Muhlis’in Manzum Seyahatnamesi [Delîlü’l-menâhil ve Müridü’l-merâhil], Isparta: Fakülte Kitabevi, 2007. Courteille, Pavel de, Hayriyye, Paris, 1857. Çaldak, Süleyman, Sabir Parsa'nın Gül ü Nevrûz Mesnevisi, Malatya: Özserhat Yayınevi, 2004. Çapan, Pervin, Mesnevîye Düen Aklar: Alî îr Nevâyî ve Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûnları, Mula, 1999. Çavuolu, Ali, Kıyafetnameler, Ankara: Akça Yay., 2004. Çavuolu, Ali, Yusuf Hakikî Baba , Mahabbet-nâme, Ankara: Aksaray Belediyesi Yay., 2009. Çavuolu, Mehmed, Yahyâ Bey, Yûsuf ve Zelîha [Tenkitli Basım], stanbul: stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay, 1979. * * * * * * * 646 646 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Çelebi, Abdülkerim, Mevlid-i erîf, stanbul: Necmeddin Salman Kitap Yayma Odası, 1946. Çelebiolu, Âmil, Mesnevî-i erîf ve Manzum Nahîfî Tercümesi, 4 cilt, stanbul, 1967-1969. Çelebiolu, Âmil, Yazıcıolu Mehmed, Muhammediye, 4 cilt, stanbul: Tercüman 1001 Temel Eser, 1975. Çelebiolu, Âmil, Muhammediye I-II, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1996. Çelebiolu, Amil, Türk Edebiyatı’nda Mesnevi [XV. Yüzyıla Kadar], stanbul: Kitabevi, 1999. Çelik, Ali, Halkın Hadis Bilgisi ve Bilgi Kaynakları [Ahmediyye Örnei], Bursa: Emin Yay., 2009. Çelik, Ülkü, Alî-îr Nevâyî, Leylî vü Mecnûn, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1996. Çetin, smet, Tursun Fakih, Hayatı, Edebî ahsiyeti, Mesnevîleri, Ankara, 2002. Çetin, Nurullah, Yeni Türk iirinin Yusuf ile Züleyha Hikayesi Duyarlıı, Ankar: Hece, 2004. Çınar, Bekir, Miftâh-ı Lisân [Manzum Türkçe -Fransızca Sözlük], Ankara: Akça Yay., 2007. Çıpan, Mustafa, Koyunolu Müzesi'nde Kırk Hadis Mecmuası, Konya: Konya Büyükehir Belediyesi, 2003. Çiçekli, Ali, Yunus Emre (Divan ve Risalat-al-Nushiyya'dan Seçmeler, stanbul, 1971. Dankoff, Robert, Yusuf Khass Hajib, Wisdom of Royal Glory (Kutadgu Bilig ): A TurkoIslamic Mirror of Princes, Chicago ve Londra: Universty of Chicago Press, 1983. Dedes, Yorgo, Süleymân Çelebi's Mevlîd-i Nebî: An Edition of Two Post - Eighteenth Century Greek Aljamiado Manuscripts. Bh Thesis, Harvard Universty, 1987. Demir, Necati, Abdülaziz bin Mahmûd el-Isfahânî, Sıfâtu’l-haremeyn, Ankara: Akça Yay., 2005. Demirci, Ümit Özgür - enol Korkmaz, eyyâd Hamza, Yûsuf u Zelîhâ [Giri-MetinGünümüz Türkçesine Aktarma-Dizin ve Sözlük-Tıpkıbasım], stanbul, 2008. Demirel, Mustafa, Kemal Paazâde, Yûsuf u Züleyhâ, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1983. Demirel, Mustafa, Kemâl Paa-zâde, Ahmed bin Süleymân emse'd-dîn Yûsuf u Züleyhâ [Transcription and Facsimile Edition of the Manuscript Süleymaniye Lala smail Efendi 621], Harvard, 2004. Deniz, Rasim ve Ali Rıza Karabulut, eyh ibrâhim Tennûrî Divânı Gülen-i Niyâz’dan Seçmeler, Kayseri 1983. Derdiyok, . Çetin, Cemâlî, Miftâhu’l-ferec [nceleme-Tenkitli Metin], Adana: Türkoloji Aratırmaları, 1998. Dergâhî, Mahmûd, Âyât-i Mesnevî, Tehrân 1370. Dilâçar, A., Kutadgu Bilig ncelemesi, 2. baskı, Ankara: Atatürk Türk Dil Kurumu Yay., 1988. Dilçin, Cem, Mes'ûd bin Ahmed, Süheyl ü Nev-bahâr [nceleme-Metin-Sözlük], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 1991. Dilçin, Dehri, eyyâd Hamza, Yûsuf ve Zeliha, stanbul: Türk Dil Kurumu Yay., 1947. Doan, M. Nur, Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn: Metin, Nesre Çeviri, Notlar ve Açıklamalar, stanbul: Çantay Kitabevi, 1996; 2. bs., stanbul: Yapı Kredi Yay., 2002. Doan, Muhammet Nur, Fuzûlî, Mecnun ve Leyla Dilinden iirler, stanbul: Enderun Kitabevi, 1997. Doan, Muhammet Nur, Hüsn ü Ak [Metin Nesre Çeviri, Notlar ve Açıklamalar], stanbul: Ötüken, 2002. Duda, Herbert W., Fasl-ı Ferhâd, stanbul, 1931. Duda, Herbert, Ferhâd u Schirin, Prag, 1933. Ece, Selami, Muyî, Nâlân u Handân [Hasbihâl], Erzurum: Fenomen, 2007. Eri, Sadettin, Hâfız-zâde, Kalemden Kelâma: Risâle-i Hat, stanbul: Kitabevi, 2005. * * * * * * * * 647 647 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Eliyev, Sabir, Mehemmed Fuzûlî, Leylî ve Mecnûn, Bakı, 1991. Eminolu, Emin, Destân-ı Yûsuf, stanbul: Kültür Sanat Yayıncılık, 2008. Eminzade, Mehmet, Nevâî'nin Ferhâd ve irin'i, stalinabad, 1948. Emre, Pend-nâme-i Attâr Tercümesi, zzet Efendi Ta Destgâhı, 1286 [Attâr’ın Pendnâme’sinin kenarında yazılı]. Enderunlu Fâzıl, Zenân-nâme, stanbul, 1255. Enderunlu Fâzıl, Çengi-nâme, Zenân-nâme, Defter-i Ak, Hûbân-nâme, stanbul, 1258. Enderunlu Fâzıl, Defter-i Ak, stanbul, 1286. Enderunlu Fazıl, Hubannâme ve Zenannâme, haz. Ercüment Muhib, stanbul, 1949. Engelke, Irmgard, Süleyman Tschelebi’s Lobgedicht auf die Geburt das Probheten, Mevlidi erif, Halle, 1926. Ercilasun, Ahmet B., Kutadgu Bilig Grameri –Fiil-, Ankara: Gazi Üniversitesi Yay., 1984. Erkoç, Ethem, Âık Paa ve Olu Elvan Çelebi, Çorum, 2005. Ersoylu, Halil, Kız Destanı [Hâzâ Hikâyeti Kız Maa Cuhûd], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1996. Ersoylu, Halil, Lokmanî Dede, Menâkıb-ı Mevlâ nâ, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2001. Ertaylan, smail Hikmet, Türk Edebiyatı Örnekleri I. Varaka ve Gülah, stanbul: stanbul Üniversitesi Yay., 1945. Ertaylan, smail Hikmet, Mesnevî-i Penâhî, stanbul. Ertaylan, smail Hikmet, Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Hâmidî, stanbul: .Ü. Edebiyat Fakültesi Yay., 1949. Ertaylan, smail Hikmet, Falnâme, stanbul 1951. Ertaylan, smail Hikmet, Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri, stanbul: stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1952. Ertaylan, smail Hikmet, Hatibolu, Bahrü’l-hakâyık, stanbul: stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1960. Ertaylan, smail Hikmet, Yusuf ile Züleyha, stanbul: stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1960. Ertaylan, smail Hikmet, Tabiat-name, stanbul, 1960. Eanhucayev, erafeddin, Alier Navoiy, Lisânü't-tayr (lmiy Tenkidiy Text), Takent, 1965. Fındıkolu, Ziyaeddin, XI. Asırda Bir Türk Mütefekkiri ve Ahlâkî Düünceleri, Ankara: Cumhuriyet Halk Partisi Yay., 1938. Flemming, Barbara, Fahris Husrev u îrîn Eine Türkische Dichtung Von 1367, Wiesbaden 1974. Furûzanfer, B., Me’âhiz-i Kasas ve Temsîlât-i Mesnevî, Tehrân 1333. Furûzanfer, B., Ehâdis-i Mesnevî, Tehrân 1348. Fuzûlî, Hikâye-i Leylâ vü Mecnûn, stanbul, 1254. Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, stanbul, 1264. Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn, stanbul, 1270. Fuzûlî, Leylî vü Mecnûn, (Tabasması), Tebriz, 1274. Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn, stanbul, 1291. Fuzûlî, Dâsitân-ı Leylâ vü Mecnûn, stanbul, 1296. Fuzûlî, Leylî vü Mecnûn, Tebriz, 1315. Gehremanov, Cahangir ve ameddin Helilov, Yûsif ve Züleyhâ, Bakı: Azerbaycan Elmler Akademisyası Elyazmalar nstitüsü, 1991. Genç, lhan, Leylâ ile Mecnûn’un ki âiri: Fuzûlî ve Sezai Karakoç, stanbul: ule Yay., 2005. Gençosman, M. Nuri, Pendname, Feridüddin-i Attar, stanbul: Millî Eitim Gençlik ve Spor Bakanlıı Yay., 1988. * * * * * * * 648 648 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Gerçeker, Mustafa Fehmi, Hilye-i Fahr-i Âlem, stanbul, 1944. Göçgün, Önder, Ziya Paa’nın Hayatı, Eserleri, Edebi ahsiyeti ve Bütün iirleri, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1987. Gökalp, Haluk, Eski Türk Edebiyatında Manzum Sergüzet-nâmeler, stanbul: Kitabevi, 2009. Gölpınarlı, Abdülbâki, Yunus Emre, Risalat-al-Nushiyye ve Divan, stanbul: Eskiehir Turizm ve Tanıtma Dernei Yay., 1965. Gölpınarlı, Abdülbâki, eyh Galib-Hüsn ü Ak, stanbul: Altın Kitaplar, 1968. Gölpınarlı, Abdülbâki, Sultan Veled btidâ-nâme, Ankara: Konya Turizm Dernei Yay., 1976. Gölpınarlı, Abdülbâki, eyh Galib, Seçmeler ve Hüsn ü Ak, stanbul, 1978. Gölpınarlı, Abdülbâki, Mesnevî Tercemesi ve erhi, 6 c., stanbul: nkılâp ve Aka, 19811983-1984. Gölpınarlı, Abdülbaki, Ferideddin-i Attar, Mantık al-Tayr, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., c. I: 1989, c. II: 1991. Gülda, Ayhan, Abdülvasi Çelebi, Halîlnâme, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1996. Gülehrî, Mantıku’t-tayr [Tıpkı Basım], (Önsözü Yazan: Agâh Sırrı Levend), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1957. Gülen-i Tevhîd, be-tashîh-i Huseyn Husrevân, Rızâ Erefzâde, Mehed, 1372. Günay, Muzaffer, Hüsrev, Ferhad ve irin, stanbul: Papatya Yay., 2001. Günay, Umay ve Osman Horata, Yunus Emre: Risâletü’n-nushiyye, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1994; 2. baskı, Ankara: Akça Yay., 2004. Güne, Mustafa, Zavallı Eein Hikâyesi: eyhî’nin Harnamesi’nin Hikâye Bölümü = The Story of the Poor Donkey, Kütahya, 2001. Günen, Ahmet, psalalı Ebu'l-hayr, Mevlid [nceleme - Metin - Dizin], Ankara: Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bekta Veli Aratırma Merkezi Yay., 2004. Günen, Ahmet, lk Türkçecilerden Kırehirli Âık Paa [Hayatı-Edebî Kiilii ve Eserleri], Kırehir, 2006. Gürgendereli, Müberra, eyh-i San’ân Mesnevîsi, stanbul: Kitabevi, 2007. Gürses, Muzaffer, Divan Edebiyatının Bazı Meseleleri ve Lamiî Çelebi, Hayatı, Eserleri, Sanatı ve ahsiyeti, Vamık u Azra Veyse vü Ramin Mesnevilerinin Tahlil ve Tedkikleri, stanbul, 1944. Gürtunca, M. Faruk, Seyyid Ahmed-i Diyâr-ı Bekrî, Ahmediyye [Kitâb-ı Mürid-i Pend-i Ahmediyye], 2 c., stanbul: Ülkü Kitabyurdu, 1976-1977. Hacıeminolu, Necmettin, Kutbun Hüsrev ü îrîn’i ve Dil Hususiyetleri, stanbul: stanbul Edebiyat Fakültesi Yay., 1968; 2. Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2000. Hakanî Mehmed Bey, Hilye-i Hakanî, stanbul, 1848. Hammer, Purgstall J., Schrin, ein Romantiches Gedicht, Leipzig, 1809. Hammer, Purgstall J., Gül ü Bülbül-i Fazlî (Das ist Ros und Nachtigall), Leipzig, 1834. Hengirmen, Mehmet, Güvâhî, Pend-nâme, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1983. Holbrook, Victoria Rowe, The Unreadable Shores of Love: Turkish Modernity and Mystic Romance, Austin: Universty of Texas Press, 1994. Holbrook, Victoria R., Akın Okunmaz Kıyıları, çev. Erol Körolu - Engin Kılıç, stanbul: letiim Yay., 1998. Horata, Osman ve Umay Günay, Yunus Emre, Risaletü'n-nushiyye, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1994. Humâî, Celâluddîn, Mevlevî-nâme (Mevlevî çi mî-Gûyed) I-II, Tehrân 1369. Hüseyin Vassâf, Vesîletü’n-necât, stanbul, 1329. Ilgar, hsan, Vesîletü’n-necât – Mevlîd, stanbul, 1965. * * * * 649 649 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV brahim b. Huda’î, Gülen-i Tevhîd, stanbul: Mekteb-i Tıbbiyye Matbaası, 1298. nan, Abdülkadir, Kutadgu Bilig , stanbul: Türk Dil Kurumu Yay., 1942. nan, Abdulkadir, Kutb’un Husrev ve îrîn’inden Örnekler, Ankara, 1951. nce Adnan, Cem Sultan, Cemîd ü Hurîd, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2000. sen, Mustafa ve smail Hakkı Aksoyak, Vuslatî Ali Bey, Gazâ-nâme-i Çehrin, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 2003. (zbudak), Veled Çelebi, Süleymân Çelebi, Mevlîd, stanbul, 1927. Kaçalin, Mustafa S., Tuhfe-i Rûmî; Kâdiriler Âsitânesi'nin Manzum Tarihçesi. Seyyid Sırrı Ali, stanbul: Âsitane Yay., 1992. Kafesolu, brahim, Kutadgu Bilig ve Türk Kültür Tarihimizdeki Yeri, stanbul: Kültür Bakanlıı Yay., 1980. Kahraman, Ahmet, Süleymân Çelebi ve Mevlid, stanbul: Toker Yay., 1972. Kahraman, Bahattin, Nâlî, Tuhfetü’l-emsâl, Konya: Selçuk Üni. Vakfı Yay., 1999. Kahraman, Mehmet, Leyla ve Mecnun Romanı, Dastan-ı Leyli vü Mecnun, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2000. Kahraman, Yezdânbah, Guzîde-i Dâstânhâ-yi Mesnevî, Tehrân 1370. Kalkıım, Muhsin, Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn Hikâyesi [Tahkiye Unsurları], Adana: Derya Kitabevi, 1998. Kanar, Mehmet, Fehmî ve ebisterî’den em ve Pervane, stanbul: nsan Yay., 1995. Kaplan, Mahmut, Hayriyye-i Nâbî [nceleme-Metin], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 1995. Kaplan, Mahmut, Ahlâk Kitaplarımız, Malatya, 2002. Kaplan, Mahmut, Deh Murg-ı emsî [nceleme-Metin-Sözlük], Manisa: Celal Bayar Üniversitesi Vakfı, 2003. Kara, Mehmet, Bir Baka Açıdan Kutadgu Bilig , Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1998. Karabey, T., M. Vanlıolu ve M. Atalay, eyh Gâlib, erh-i Cezîre-i Mesnevî, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1996. Karabey, Turgut, Gülen-i Râz, eyh Mahmûd-ı ebüsterî, Erzurum: Fenomen, 2007. Karabulut, Ali Rıza ve Ramazan Yıldız, Gülzâr-ı Ma’nevî ve brahim Tennûrî, Ankara, 1978. Karabulut, Ali Rıza ve Rasim Deniz, eyh brahim Tennurî Divanı – Gülen-i Niyâz, Kayseri: Kayseri’de Müzeleri, Eski Eserleri ve Turizmi Sevenler Dernai Yay., 1983. Karacan, Turgut, Nev’î-zâde Atâyî, Heft-hvân Mesnevisi [nceleme-Metin], Ankara: Atatürk Üniversitesi Yay., 1974. Karacan, Turgut, Sâbit, Edhem ü Hümâ, Sivas, 1990. Karacan, Turgut, Derenâme (ya da) Hâce-i Fesâd ve Söz Ebesi, Sâbit, Sivas, 1990. Karacan, Turgut, Sâbit, Amrü’l-leys, Sivas, 1990. Karacan, Turgut, Sâbit, Zafer-nâme, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi. Yay., 1991. Karahan, Abdülkadir, Câmi’nin Erbaîn’i ve Türkçe Tercümeleri, stanbul: Osman Yalçın Matbaası, 1952. Karahan, Abdülkadir, slâm-Türk Edebiyatında Kırk Hadis, Ankara: Diyanet leri Bakanlıı Yay., 1991. Karahan Leyla, Erzurumlu Darîr, Kıssa-i Yûsuf [Yûsuf u Züleyhâ], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1994. Kartal, Ahmet, eyh Baba Yûsuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb [nceleme-Metin-ndeksSözlük], Eskiehir: Eskiehir Yunus Emre Kültür, Sanat ve Turizm Vakfı Yayınları, 2000. Kartal, Ahmet, Tuhfe-i Remzî (Manzum Farsça -Türkçe Sözlük), Ankara: Akça Yayınları, 2003. Kaya, . Güven, Dervi emsi and his Mesnevi Deh Murg [Textual Analysis, Critical Edition * * * * * * * * * * 650 650 * RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN and Facsimile], Harvard Universty: Sources of Oriental Languages and Literatures, 1997. Keçecizâde zzet Molla, Gülen-i Ak, stanbul, 1265. Keçecizâde zzet Molla, Mihnet-keân, stanbul, 1269. Kesikbaın ntikamı, stanbul: Salam Kitabevi, trhs. Kemikli, Bilal, Olanlar eyhi brahim, Müfîd ü Muhtasar, stanbul: Kitabevi, 2003. Kılıç, Atabey, Mürîdî ve Pend-i Ricâl Adlı Mesnevîsi [nceleme-Tenkitli Metin-Dizin], Kayseri: Laçin Yay., 2001; 2. baskı, Mürîdî ve Pend-i Ricâl Mesnevîsi [nceleme-Tenkitli Metin-Dizin], zmir: Akademi Kitabevi, 2005. Kız Mevlîdi [Dâsitân-ı Kız], stanbul 1332. Kilisli Rif’at - Veled Çelebi, eyh Mes’ûd bin Osman, Ferheng-nâme-i Sa’dî Tercümesi, stanbul: Matbaa-i Âmire, 1340-1342. Kocatürk, Saadettin, Gülehrî ve Feleknâme, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1982; 2. Baskı, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2000. Kocatürk, Saadettin, Gülehrî ve Felek-nâme [nceleme ve Metin], Ankara: A.Ü. Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Yay., 1984. Kocatürk, Vasfi Mahir, Fuzûlî, Leylâ le Mecnûn (Çeviri), stanbul: Ahmet Halit Kitabevi, 1940. Kocatürk, Vasfi Mahir, eyh Gâlip-Hüsn ile Ak, stanbul: Ahmet Halit Kitabevi, 1944. Kocatürk, Vasfi Mahir, Hüsn ü Ak'ın Bugünkü Dille Nesre Çevirisi, stanbul, 1944. Kocatürk, Vasfi Mahir, Talıcalı Yahyâ Bey, Yûsuf u Zelihâ, stanbul, 1944. Kortantamer, Tunca, Nev’î-zâde Atâyî ve Hamse’si, zmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1997. Köksal, M. Fatih, Dervî Hayâlî, Ravzatü’l-envâr, stanbul: Kitabevi, 2003. Köksal, M. Fatih, Yenipazarlı Vâlî, Hüsn ü Dil [nceleme-Tenkitli Metin], stanbul: Kitabevi, 2003. Köktekin, Kâzım, Seyyid Ahmed Mirza, Taauknâme [nceleme - Metin - Dizin Tıpkıbasım], Erzurum, 2000. Köktekin, Kazım ve Abdülbaki Çetin, Yusuf Emirî, Dehname [nceleme-Metin-sözlükTıpkıbasım], Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, 2001. Köktekin, Kâzım, Yûsuf-ı Meddâh, Varka ve Gülah, Ankara: Türk Dil kurumu Yay., 2007. Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatcı, Hüseyin Vassaf, Mevlid [Süleymân Çelebi ve Vesiletü'nnecat], 2. baskı, Ankara: Akça Yay., 1999. Kutlar, Fatma Sabiha, Ûdî, Mâ-cerâ-yı Mâh, Ankara: Öncü Kitap, 2005. Kutluk, brahim, Kutb-nâme, stanbul, 1970. Kutsan, Selim, Fuzûlî’den Leyla le Mecnun, stanbul: Akabe Yay., 1988. Külekçi, Numan, Hakanî Mehmed Bey, Hilye, Erzurum, 1987. Külekçi, Numan, âhidî brâhîm Çelebi, Gülen-i Vahdet, Ankara: Akça Yay., 1996. Külekçi, Numan, Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig , stanbul, 1998. Külekçi, Numan, bn sâ Saruhanî, Esmâ-i Hüsnâ erhi, Ankara: Akça Yay., trhs. Külekçi, Numan, XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi Edebiyatı Antolojisi, 2 c., Erzurum: Aktif Yayınevi, 1999. Külekçi, Numan, Tursun Fakih, Gazâvât-ı Resûlullâh [nceleme-Metin-Sözlük-Tıpkıbasım], stanbul: Toker Yay., 2002. Külekçi, Numan ve Turgut Karabey, Tuhfe [Farsça - Türkçe Manzum Sözlük], Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, 1990. Kültüral, Zuhal ve Latif Beyreli, erîfî, ehnâme Çevirisi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1999. Kültüral, Zühal, erîfî, Yûsuf u Züleyhâ, stanbul, 2001. Kürkçüolu, Kemâl Edib, Beng ü Bâde, Fuzûlî, stanbul: Maarif Basımevi, 1955. * * * * * 651 651 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Kürkçüolu, Kemâl Edib, Kırk Hadis Tercümesi, stanbul, 1951. Lâmi'î Çelebi, Bursa ehrengizi, stanbul: Vilâyet Matbaası, 1288. Levend, Agâh Sırrı, Nâbî’nin Sûr-nâmesi, stanbul, 1944. Levend, Agâh Sırrı, Atâ'î'nin Hilyetü’l-efkâr'ı, Ankara, 1948. Levend, Agâh Sırrı, Gazavât-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey’in Gazavât-nâmesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1956. Levend, Agâh Sırrı, Türk Edebiyatında ehr-engizler ve ehr-engizlerde stanbul, stanbul: stanbul Fethi Dernei stanbul Enstitüsü Yay., 1957. Levend, Agâh Sırrı, Süheyl ü Nevbahâr, Hoca Mes'ûd [Tıbkıbasım], Ankara, 1957. Levend, Agâh Sırrı, Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi, Ankara: Türkiye  Bankası Kültür Yay., 1959. Levend, Agâh Sırrı, Ali îr Nevâî, Hamse [c. III], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1967. Lugal, Necati ve Oscar Recher, Das Türkischen dichters Fuzuli Poem “Layla-Magnun" und die gereimte Erz ählung “Benk ü Bade” (hai und Wein) nach dem Druck I, stanbul, 1943. MacCallum, F. Lyman, The Mevlidi Sherif, Londra: John Murray, 1943. Mansurolu, Mecdut, Sultan Veled’in Türkçe Manzumeleri, stanbul: stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1958. Mazıolu, Hasibe, Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’-erîfe, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1974. Meriç, Münevver Okur, Cem Sultan Cemid ü Hurid [nceleme – Metin], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Bakanlıı Yay., 1997. Mevlânâ , Mesnevi-yi Ma‘nevî, Te’lîf: Celâleddîn Muhammed bin Muhammed bin el-Huseyn el-Belhî er-Rûmî, Reynold A. Nicholson (haz.), 3 cilt, Tehrân, 1370. Mevlânâ , Mesnevi-yi Ma‘nevî, Te’lîf: Celâleddîn Muhammed bin Muhammed bin el-Huseyn el-Belhî sümme er-Rûmî, haz. Reynold A. Nicholson, Het Cild, Leiden, 1925-1940. Mevlâna, Mesnevî, çev. Veled zbudak, gözden geçiren Abdülbaki Gölpınarlı, stanbul: Millî Eitim Gençlik ve Spor Bakanlıı Yay., 1988. Mevlânâ Calâleddîn-i Rûmî, MESNEVÎ (Faksimile Basım), Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1993. Mordtmann, J. H., Suheil und Nevbehâr, Romantisches Gedicht des Mes’ûd b. Ahmed (8. Jhdt. D. H.), Hannover, 1925. Muhammed Bican, Muhammediyye, stanbul, 1300. Mükrimin Halîl, Düstûr-nâme-i Enverî, stanbul: Türk Târîh Encümeni Külliyyâtı, 1928. Mükrimin Halîl, Düstûr-nâme-i Enverî: Medhal, stanbul, 1930. Nâbî, Hayriyye, stanbul, 1292. Nâbî, Hayriyye-i Nâbî, stanbul, 1307. Nadjib, E. N., Horezmî, Muhabbet-nâme, Moskova, 1961. Neâtî Ahmed Dede, Hilye-i Enbiyâ, stanbul, 1876. Nevâî Mîr Ali, Hamse, Hive, 1295. Nevâî Mîr Ali, Hamse, Takent, 1321. Noyan, Bedri, Hacı Bekta Velî Velâyetnâmesi [lk Velâyetnâme], Aydın, 1986. Noyan, Bedri (Dedeba), Âıkpaa-yı Velî, Garîbnâme, Ankara: Ardıç Yay., 1998. Ocak, A. Y. ve . E. Erünsal, Elvan Çelebi Menâkibu’l-kudsiyye fî-Menâsibi’l-ünsiyye [Baba lyas-ı Horasânî ve Sülâlesinin Menkabevî Tarihi], 1. baskı, stanbul: stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1984; 2. baskı Ankara, 1995. Okay, Orhan - Hüseyin Ayan, eyh Galip, Hüsn ü Ak, 1. baskı, stanbul: Dergâh Yay, 1975; 2. Baskı, stanbul, 1992. Okuyucu, Cihan, Hilmî, Bahru’l-kemâl [Transkribe Metin], Kayseri: Erciyes Üniversitesi * * * * * * * * * * * 652 652 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Yay., 1995. Olgun, brahim ve . Parmaksızolu, Kutb-nâme, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1980. Olgun, Tahir, Germiyanlı eyhî ve Harnâmesi, Giresun 1949. Onan, Necmettin Halil, Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn, stanbul: Maarif Basımevi, 1956. Onur, M. Naci, Hamdullah Hamdi, Yusuf ve Züleyha [nceleme – Seçmeler], Ankara: Ertan Matbaacılık, 1986. Onur, Naci, Hamdî, Yusuf u Züleyhâ, Ankara: Akça Yay., 1991. Oral Seyhan, Tanju, Bâbür Mîrzâ, Zahîrü’d-dîn Muhammed, Mübeyyen der-Fıkh [GiriMetin-Dizin-Tıpkıbasım], stanbul, 2004. Önder, Mehmet, Mevlânâ , Mesnevî’den Hikâyeler, 3. baskı, Ankara: Türkiye  Bankası Kültür Yay., trhs. Önder, Mehmet, Mevlâna’dan Güldeste, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1990. Öz, Yusuf, Tuhfe-i âhidî ve erhleri, Konya, 1999. Özden, Mente, Manisa Kütüphanesi’ndeki Türkçe Mesnevîler Katalou, stanbul, 1972. Özkan, Mustafa, Cinânî Cilâ’u’l-kulûb [Giri-nceleme-Metin-Sözlük], stanbul, 1990. Öztahtalı, brahim mran, Lami'i Çelebi ve Lügat-i Manzumu [Tuhfe-i Lami'i], Bursa: Gaye Kitabevi, 2001. Öztekin Ali, Gelibolulu Mustafa Âlî, Câmi’u’l-buhûr der-Mecâlis-i Sûr [Edisyon Kritik ve Tahlil], Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1996. Öztekin, Nezahat, Mevlânâ ’nın Mesnevi’sindeki Hikâyelerin XII – XV. Yüzyıl Andolu Mesnevilerine Etkisi, zmir, 1998; 2. Baskı, zmir: Ege Üniversitesi Yay., 2000. Öztekin, Nezahat, Fazlî, Gül ü Bülbül, zmir: Akademi Kitabevi, 2002. Öztoprak, Nihat, Refî, Cân u Cânân, stanbul: Türk Gençlik Vakfı Yay., 2000. Öztürk, Necdet, Hadîdî, Tevârîh-i Âl-i Osmân (1299-1523), stanbul, 1991. Öztürk, Necdet, XV. Yüzyıl Tarihçilerinden Kemâl, Selâtîn-nâme [1299-1490], Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2001. Öztürk, Necdet, Fatih Devri Kaynaklarından Düstûr-nâme-i Enverî [Osmanlı Tarihi Kısmı (1299-1465)], stanbul: Kitabevi, 2003. Öztürk, Zehra, Hamdu'llah Hamdî's Mesnevî Yûsuf ve Zelîhâ, Part I: Critical Edition, Part II: Textual Analysis and Facsimile, Harvard, 2001. Özyıldırım, Ali Emre, Keçeci-zâde zzet Molla ve Mihnet-keân, 2 c., Harvard Üniersitesi Yakındou Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü, 2007. Pala, skender, Leylâ ile Mecnûn, stanbul: Tima Yay., 1998. Pala, skender, Hayriye-i Nâbî, stanbul: Bedir Yayınevi, 1989; 2. baskı, stanbul: L& M Yay., 2003. Pala, skender, Hilye-i Saadet, Ankara: Türkiye Diyanet vakfı Yay., 1991; 2. Baskı, stanbul: L&M Yay., 2002. Peker, Kemal, Sohbetü'l-esmâr ve Fındık, stanbul, 1960. Pekolcay, Necla, Süleymân Çelebi, Mevlid: Vesîletü’n-necât, stanbul: Dergâh Yay., 1992. Pekolcay, Necla, Mevlîd, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1993. Pekta, Muhittin, Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun Mesnevisinin Metin Kırılması Yöntemiyle Çözümlenmesi, zmir, 2006. Pyenkovski, Liyev, Ferhâd u irin, Alî îr Nevâî, Moskova, 1946-56. Radloff, Wilhelm, Kutadku Bilik, Facsimile der Uigurischen Handschrift der K. K. Hofbibliothek in Wien, St. Petersburg, 1890. Radloff, Wilhelm, Das Kutadku Bilik des Jûsuf Chass-hadschib aus Bälasagun, Theil I, Der Text in Transcription, St Petersburg, 1891. Radloff, Wilhelm, Das Kutadku Bilik des Jûsuf Chass-hadschib aus Bälasagun, Theil II, Text und Übersetzung nach den Handschriften von Wien und Kairo, St Petersburg, 1900-10. * * * * * * * 653 653 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Rızâ, Musahhah Mevlid-i erîf, stanbul: Mahmûd Bey Matbaası, 1322. Sabuncu, Zeynep, Va’dî’nin Firûz u Dil-efrûz Mesnevîsi [nceleme-Metin-Tıpkıbasım], stanbul: Simurg Yay., 2006. Sâbit, Zâfer-nâme-i Sâbit, stanbul: Matbaa-i Ebu’z-ziyâ, 1299. Sadîk, Hüseyin Muhammed-zâde, Gülen-i Râz-ı ebüsterî be-Rivâyet-i Türkî ez-Elvân-ı Velî-i îrâzî, Tahran, 1381. Saman, Ali Rızâ, Mevlid Nasıl Okunur ve Mevlidhânlar, stanbul: Fakülteler Matbaası, 1951. Saltık, Gazâlî, Süleymân Çelebi ve Mevlid’i Hakkında Bir Tedkik, stanbul: Bozkurt Basımevi, 1947. Samoyloviç, Aleksandr N., Iransky geroiçeskiy epos u literaturah türkskih naradov Sredney Azii [Firdevsi 934), Leningrad, 1934. Sertkaya, Ayegül, Ta'auk-nâme, Eleazar Birnbaum Nüshası [Giri-Tıpkıbasım-MetinTercüme-Dizin-Açıklamalar], stanbul: Çantay, 2002. Sevgi, Ahmet, Tuhfetü’l-islâm, Merdümî, Manzum Kırk Âyet ve Kırk Hadis Tercümesi, Konya: Selçuk Ünv. Yay., 1993. Sevgi, Ahmet, Molla Câmî'nin Erba'în'i ve Manzum Türkçe Tercümeleri, Konya, 2000. Shepherd, V. M., The Turkish Mystical Poet Gülehrî with Particular Reference to His Mantiq al-Tayr, Cambridge, 1979. Sırrî Abdülbâkî Dede, Manzûme-i Mi'râc, nr. Tâhirü'l-mevlevî, stanbul: Asır Matbaası, 1317. Silahdarolu, Fikri, Yusuf Has Hacip-Günümüz Türkçesi ile Kutadgu Bilig Uyarlaması, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., Ankara, 1996. Smith, Grace Martin,Yusuf-ı Meddâh, Varka ve Gülah A. Fourtenth Century Anatolian Turkish Mesnevi, Leiden: E. J. Brill, 1976. Subaı, Yunus, Yunus Emre Divanı ve Risâletü'n-nushiyye, Ankara: Hisar Yayınevi, 1983. Sultan Veled, Bahâeddin, erh-i Ak-nâme-i Hazret-i Bahâeddin Veled, ârihi Hâlid, stanbul: Mihran Matbaası, 1305. Sultan Veled, Behâe’d-dîn Mevlânâ Celâle’d-dîn Muhammed bin Huseyn-i Belhî, Velednâme [Mesnevi-yi Veledî], bâ-Tashîh u Mukaddime-i Celâl Humâî, Tehrân, 1315. Sungur, Necati, Tâcî-zâde Cafer Çelebi, Heves-nâme [nceleme-Tenkitli Metin], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2006. Sünbülzâde Vehbî, Lutfiyye-i Vehbî, stanbul, 1252. Sünbülzâde Vehbî, Dîvân-ı Vehbî [Lutfiyye-i Vehbî], Kahire: Bulak Matbaası, 1253. Sünbülzâde Vehbî, evk-engîz, stanbul, 1253. Sünbülzâde Vehbî, Lutfiyye-i Vehbî, stanbul, 1276. Sünbülzâde Vehbî, evk-engîz, stanbul, 1286. [âhidî] brahim, Gülen-i Tevhîd, Hicrî 8. Yüzyıl, çev. Midhat Bahari Beytur, stanbul: nkılâp ve Aka, 1967. ahinolu, M. Nazif, Nuvîdi-yi îrâzî ve Salâmân u Absâl’ı, Türdav Ofset Tesisleri, 1981. çerbak, A. N., Ouz-nâme, Muhabbet-nâme, Moskova, 1959. ehsuvarolu, Bedii N., air ve Hekim Ahmedî, stanbul, 1954. emsiev, Parsa, Alier Navoiy, Ferhâd u irin, Takent, 1959-1960. emsiyev, Parsa - Hadi Zarif, Alier Navoiy, Ferhâd u irin, Takent, 1963. ener, H. brahim, Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Tuhfetü’l-uâk Mesnevîsi [Giri-TahlilMetin], zmir, 1994. ener, H. brahim, Halîlî ve Ravzatü’l-îmân Mesnevîsi, zmir, 1999. entürk, Ahmet Atillâ, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde Edebî Tasvirler, stanbul: Kitabevi, 2002. * * * * * 654 654 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN erî’at, Muhammed Cevâd, Kefu’l-ebyât-i Mesnevî, Çâp-i Evvel, sfehan, 1363. eyh Fahruddîn brâhîm Hemedânî, Külliyât-i Dîvân [Kasâyid, Gazeliyyât, Terci‘iyyât,Terkîbât, Mukatte‘ât, Musellesât, ‘Uâk-nâme yâ Deh-nâme, Rubâ‘iyyât, Leme‘ât ve stilâhât-i ‘rfânî-yi ‘râkî], (Mukaddime-i Sa‘îd Nefîsî), Tehrân, 1373. eyh Gâlib, Dîvân-ı eyh Gâlib (Hüsn ü Ak), Kahire: Bulak Matbaası, 1252. eyh Gâlib, Hüsn ü Ak, stanbul: Matbaa-i Ebuzziya, 1304. eyh Gâlib, Hüsn ü Ak, (Tâhirü'l-Mevlevî baskısı), stanbul: Mahfil Mecmuası Yay., 1341. Taeschner, F., Kerâmât-ı Ahî Evran, Leipzig, 1930. Taeschner, F., Gülschehris Mesnevî Auf Achi Evran, den Heiligen von Kırschehir und Patron der türkischen Zünfte, Wiebaden, 1955. Külekçi, Numan, Tursun Fakih, Gazavat-ı Resulullah [nceleme-Metin-Sözlük-Tıpkıbasım], stanbul: Toker Yay., 2002. Tandırcı Alıcı, Gülcan, Mevlid, Mar’aî Kurâ-zâde Nâdirî (Hayatı, Edebî ahsiyeti ve Eserleri), Kahramanmara: Ukde, 2009. Talıcalı Yahyâ, Hikâye-i Manzûme-i âh u Gedâ, stanbul: Tatyos Divitçiyan Matbaası, 1284. Talıcalı Yahyâ, Menâkıb-ı Hz. Yûsuf (a.s.) ve Zelîhâ, stanbul. Tatçı, Mustafa, Yunus Emre Divanı III [Risâletü’n-nushiyye – Tenkitli Metin], Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1990. Tatçı, Mustafa, Niyâzî, Mansûr-nâme, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1994. Tatçı, Mustafa ve Cemâl Kurnaz, Muslihiddîn Vahyî-i abanî, Mi’râcü’l-beyân –Mi’racın Tasavvufi Boyutu-, Ankara, 1999. Tatçı, Mustafa, Cemâl Kurnaz ve Yaar Aydemir, Giritli Salacıolu Mustafa ve Mesnevîleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2001. Tatçı, Mustafa, Musa Yıldız ve Kaplan Üstüner, Hüseyin Vassâf, Mevlid erhi [Gülzâr-ı Ak], stanbul: Dergâh Yay., 2006. Tekin (Alpay), Gönül, em ü Pervâne, Feyzî Çelebi, A Seventeenth Century Ottoman Mesnevî in Syllabic Meter; Text, Interpretation and Facsimile, Harvard Universty, 1991. Tekin (Alpay), Gönül (1992), Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical Edition and Textual Analysis, Sources of Oriental Languages and Literatures Vol. 16, Cambridge Mass.: Harvard University. Tepeli, Yusuf, Yemînî, Dervi Mehmed, Fazîlet-nâme [Giri-nceleme-Metin-Gramatikal Dizin], 2 c., Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2002. Tezcan, Nuran, Lâmi‘s Gûy u Çevgân, Supplementband 35, Stuttgart: Franz Stainer Verlag, 1994. Tezcan, Semih, Süheyl ü Nevbahâr Üzerine Notlar, Ankara: Simurg, 1994. Timurta, Faruk K., eyhî Hayatı ve Eserleri -Eserlerinden Seçmeler-, stanbul: stanbul Üniversitesi Yay., 1968. Timurta, Faruk K., eyhî ve Husrev ü îrin’i [nceleme - Metin], stanbul: stanbul Üniversitesi Yay., 1980. Timurta, Faruk K., eyhî’nin Harnâme’si, stanbul: Edebiyat Fakültesi Yay., 1981. Timurta, F. Kadri, Mevlid, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1990. Tokatlı, Ümit, Pîr Mehmed b. Evrenos b. Nûreddin Za’îfî, Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyih, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yay., 1996. Tören, Hatice, Ali-ir Nevayi, Sedd-i skenderî [nceleme-Metin], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2001. Tulum, Mertol, Tarihî Metin Çalımalarında Usul, Menâkıbu’l-kudsiyye Üzerinde Bir Deneme, stanbul, 2000. Tuman, Nail, stanbul Kütüphaneleri Türkçe Hamseler Katalou, stanbul: Millî Eitim * * * 655 655 ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV AHMET KARTAL Bakanlıı Yay., 1961. Tursun Fakı, Muhammed Hanefî Cengi, nr. Mehmet âkir, stanbul, 1933. Türk Kültürü [Kutadgu Bilig Özel Sayısı], c. IX, sy. 98, Ankara: Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü, 1970. Türk , Vahit, Hatibolu, Bahrü’l-hakâyık, Ankara: TDK Yay., 2009. Türkmen, Erkan, The Essence of Rumi’s Masnavi, Ankara, 1995. Uur, Ahmet, Mustafa Çuhadar ve Ahmet Gül, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, stanbul: sis Yay., 1995. Uluhan, Çoban Hıdır, Kerküklü air Nevrûzî, Yusuf ile Züleyha, 2 cilt, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2007. Uraz, Murat, Mevlit ve zahı, stanbul: Türk Neriyat Yurdu, 1956. Usta, Veysel, Ahmed Rızâ Trabzonî, Manzûme-i Sivastopol, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. 2000. Uzun, Mustafa, Dede Ömer Rûenî, Ney-nâme, stanbul, 1990. Uzun, Mustafa, Dinî Edebiyatımızın Son Temsilcilerinden Mehmed Fevzî Efendi ve Dinî Mesnevîleri, stanbul, 1996. Ünver, smail, Ahmedî, skender-nâme [nceleme-Tıpkıbasım], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1983. Üstüner, Kaplan, Refî, Cân u Cânân [nceleme-Metin], stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 2003. Vambery , Hermann, Uigurische Sprachmonumente und das Kutadku Bilik, Insbruck, 1870. Virmiça, Raif, Suzi ve Vakıf Eserleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2002. Yahyâ Bey, Menâkıb-ı Hazret-i Yûsuf ‘Aleyh’is-selâm ve Zelîhâ, Tatyos Divitçiyan Matbaası, stanbul, ts. Yavuz, Kemal, Mevlânâ , Mesnevî-i Murâdiyye, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1982. Yavuz, Kemal, Garîb-nâme [Tıpkıbasım], c. I/1-2, II/1-2, stanbul: Türk Dil Kurumu Yay. Yavuz, Kemal, Gülehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı (Gülen-nâme) –Metin ve Günümüz Türkçesine Aktarma-, 2 cilt, Ankara, 2007. Yavuz, Kemal, Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiyyesi I [Gramer ve Sözlük], II [Metin], Konya: Selçuk Üniversitesi Mevlânâ Aratırma ve Uygulama Merkezi Yay., 2007 Yazar, lyas, Ömer Fuadi, Hayatı-Edebi Kiilii-Eserleri ve Bülbüliyye'sinin Edisyon Kritik Metni, Hamle Yay., 2001. Yelten, Muhammet, Nev'î-zâde Atâyî, Sohbetü’l-ebkâr, stanbul: stanbul Üniversitesi Yay., 1999. Yeniterzi, Emine, Behitî’nin Het Behit Mesnevîsi, stanbul: Kitabevi, 2001. Yesirgil, Nevzat, Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn, stanbul, 1958. Yıldız, Hayret, Düstûr-nâme-i Enverî Mukaddimesi, stanbul, 1929. Yıldız, Osman, eyyâd Hamza, Yûsuf u Zelîhâ (Destân-ı Yûsuf) [Giri-nceleme-MetinDizinler], Ankara: Akça Yay., 2008. Yılmaz, Ahmet, Na'tî Mustafa, Edhem ü Hümâ, (nceleme-Metin), 2. baskı, Konya: Selçuk Üni. Yay., 2001. Yılmaz, Ali, bn-i Îsâ-yı Saruhanî ve erh-i Esmâ-i Hüsnâ’sı, Ankara, 1996. Yılmaz, Kâif, Güftî ve Terîfâtü’-u’arâsı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. 2001. Yılmaz, Nebi, Ahmed-i Rıdvân, Rıdvâniyye [Metin-Dizin-Tıpkıbasım], Ankara: Bizim Büro, 2007. Yılmaz, Nuran, Ankaralı Hekim Nidâî , Genc-i Esrâr-ı Ma’nî [nceleme-Metin], Kayseri: Laçin Yay., 2009. Yöntem, Ali Canip, Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn, stanbul: Devlet Matbaası, 1927. * * * * * * * * * * * * 656 656 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Yulu, Melih, Ahmediyye, stanbul, 1976. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Tıpkıbasım - Viyana Nüshası], stanbul: Türk Dil Kurumu Yay., 1942. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Tıpkıbasım - Fergana Nüshası], stanbul: Türk Dil Kurumu Yay., 1943. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Tıpkıbasım - Mısır Nüshası], stanbul: Türk Dil Kurumu Yay., 1943. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Kahire Nüshası], Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1993. Yüksel, Hasan, H. brahim Delice ve . Hakkı Aksoyak, Eski Anadolu Türkçesine likin Bir Metin, slâmî’nin Mesnevîsi, Sivas, 1996. Yüksel, Sedit, Mehmed, Ik-nâme [nceleme – Metin], Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Corafya Fakültesi Yay., 1965. Zajaczkowski, A., Najstarsza wersja turecka Husrev u îrîn Qutba, I (Metin), II (Faksimile), III (Sözlük), Warszawa, 1958-1961. Zajaczkowski, A., Husrev u irin [Tıpkıbasım], Warszawa: Pañstwowe Wydawnictwo Naukowe, 1963. Zajaczkowski, A., Poemat Iranski Husrev u irin wersji Osmanskotureckief eyhî, Warszawa: Pañstwowe Wydawnictwo Naukowe, 1963. Zavotçu, Gencay, Bir air ve Bir Klasik Fazlî, Gül ü Bülbül [Mesnevî], Erzurum, 1995. Zavotçu, Gencay, Türk Edebiyatında Hâb-nâme ve Ömer Fu’âdî’nin Hâbiyye Risâlesi, Kocaeli, 2007. * * * * * * * * * IV. Kitap Tanıtım Bibliyografyası Abdulkadirolu, Abdulkerim, "Türk Dil Kurumu'nun Abidevî Bir Yayını: Âık Paa, Garibnâme, Haz. Kemal Yavuz", lmî Aratırmalar, 2002, sy. 13, stanbul, s. 223-25. Açık, Nilgün, "âhidî brâhim Dede, Gülen-i Vahdet, haz. Numan Külekçi", Türk Dili, sy. 551, s. 470-74. Aksu, Cemal, "Fuzûlî: Leylâ ve Mecnûn, haz.. Muhammed Nur Doan", lmî Aratırmalar, 1997, sy. 4, stanbul, s. 227-28. Aksu, Cemal, "14. Yüzyılda Türk tarih ve Kültürü", Cumhuriyet Kitap, 07 Mart 2002, sy. 629, s. 6. Ambors, E., "Firdevsi-i Rumi, Kutb-nâme", Wiener Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, 1983, vol. 75, Leipzig, s. 256. Argunah, Mustafa, "Leyla Karahan, Erzurumlu Darîr, Kıssa-i Yûsuf (Yûsuf u Züleyhâ) [nceleme-Metin-Dizin]", Bir, Türk Dünyası ncelemeleri Dergisi, 1996, sy. 6, s. 208-26. Aslan, Üzeyir, "Deerlendirmeler: Amil Çelebiolu, Türk Edebiyatında Mesnevi (XV. yy.'a Kadar), stanbul 1999, Kitabevi: 127, 411 s.", Türklük Aratırmaları Dergisi, 2001, sy. 9, s. 177-80. Aslan, Üzeyir, "Hanife Dile Batislam, Hasbihal-i Safi [nceleme-Metin-Tıpkıbasım], Kitabevi....", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2003, sy. 9, s. 207-19. Ate, Ahmed, "Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi", Türk Dili, 1960, c. IX, sy. 101, ubat, s. 271-73. Ceyhan, Âdem, "Vehbî, Lutfiyye [Metin Sadeletirme ve Açıklamalar]: Süreyya Ali Beyzadeolu", lmî Aratırmalar, 1997, sy. 5, stanbul, s. 299-309. Çavuolu, Mehmed, "Yûsuf-ı Meddah, Varka ve Gülâh, A Fourteenth Century Anatolian Turkish Mesnevî, Edited with translation and antroduction by Grace Martin Smith", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1981, sy. XXIII, s. 329-36. * * * * * * * * * * * * 657 657 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Dankoff, Robert, "Reid Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig III [ndeks]", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1979, vol. 3, s. 461-64. Dara, Ramis, "eyh Galip, Hüsn ü Ak", Çada Eletiri, 1984, sy. III, s. 38-41. Develi, Hayati, "Tursun Fakih'in Gazavatnamesi'nin Yayımı Üzerine", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in Honor of Günay Kut, Essays Presented by Her Colleagues and Students II, 2003, vol. 27, s. 3339. Dizdarolu, Hikmet, "Beng ü Bade", Türk Dili, 1956, c. VI, sy. 61, Ekim, s. 49-51. Dizdarolu, Hikmet, "Gazavat-nâmeler", Türk Dili, 1957, c. VI, sy. 67, s. 410-12. Dizdarolu, Hikmet, "ehr-engizler", Türk Dili, 1958, c. VII, sy. 81, Haziran, s. 476-78. Dizdarolu, Hikmet, "Süleymân Çelebi ve Mevlid-i erif", Türk Dili, 1958, c. VII, sy. 83, Austos, s. 578-81. Dizdarolu, Hikmet, "Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ı", Türk Dili, 1959, c. VIII, sy. 88, Ocak, s. 225-27. Dizdarolu, Hikmet, "Leylâ ile Mecnûn Hikâyesi", Türk Dili, 1959, c. VIII, sy. 99, s. 165-68. Doruyol, Hasan, "Gülleri Alatmayın Yahut Bir Hüsn ü Ak Çevirisi Üzerine", Yedi klim, 2003, sy. 164, Kasım, s. 63-67. Durbilmez, Bayram, "Pîr Mehmed b. Evrenos b. Nûreddîn, Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyih, Hazırlayan: Ümit Tokatlı", lmî Aratırmalar, 1997, sy. 5, stanbul, s. 310-12. Eminolu, Emin, "Eski Anadolu Türkçesine likin Bir Metin: slâmî'nin Mesnevîsi, Hasan Yüksel, H. brahim Delice, smail H. Aksoyak", Türk Dilleri Aratırmaları, 1996, sy. VI, s. 203-5. Eraslan, Kemal, "Süleymân Çelebi, Vesîletü'n-necât - Mevlîd (nereden: Ahmed Ate)", Türk Kültürü, 1966, c. V, sy. 50, s. 53-54. Erzi, Adnan Sadık, “Tahlil ve Tenkidler (N. S. Banarlı, XIVüncü Asır Anadolu âirlerinden Ahmedî’nin Osmanlı Tarihi= Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âli Osman ve Cemîd ve Hurîd Mesnevîsi, [Türkiyat Mecmuası VI. cildinden ayrıbasım, 128 sahife], Türk Tarih Kurumu Belleten, 1940, c. IV, sy. 14-15, stanbul, s. 267-83. Erzi, Adnan Sadık, "Yeni ki Varaka ve Gülâh Nüshası: Hâmû-nâme, Dâsitân-ı blîs Aleyhi'l-la'ne ve Maktel-i Hüseyn", Türk Tarih Kurumu Belleten, 1949, c. XIII, s. 188-94. Esen, Nüket, "Kutadgu Bilig 'in ngilizce Çevirisi", Erdem, 1988, c. IV, s. 255-71. Evin, Ahmet Ö., "Yusufî-i Meddah, Varqa ve Gülâh: A Fourteenth Century Anatolian Turkish Mesnevî", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmalar, 1978, vol. 2, s. 146-54. Gökalp, Haluk, "Hanife Dile Batislam, Hasbihal-i Safi, Kitabevi Yayınları, 2003, 193 s.", Türk Dili, 2004, sy. 634, s. 619-22. Gökyay, Orhan aik, "Güçlük Nerede, Ahmet Fakih'in Prof. Dr. Hasibe Mazıolu'nca Yeniden Yayımlanan Kitabı", Türk Dili, 1975, sy. 289, 291, s. 549-50; 707-10. Gökyay, Orhan aik, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i”, Destursuz Baa Girenler, stanbul: Dergâh Yay., 1982, s. 50-54. Güleç, smail, "Fuzuli'nin iir Dünyası", Yedi klim, 1998, c. 11, sy. 98, s. 63. Güleç, smail, "Bir Nasihat Kitabı: Tercüme-i Pendname-i Attar", Yedi klim, 1998, c. 11, sy. 101, s. 62-63. Güleç, smail, "Münevver Okur Meriç, Cem Sultan'nın Cemid ü hurid Mesnevisi", lmi Aratırmalar, 1999, sy. 8, s. 329-30. Gürer, Abdülkadir, “Lâmî’s Gûy u Çevgân Supplementband 35, Franz Steiner Verlag, Stuttgard, 1994, 388+72 s.”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Aratırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), 1994, sy. 5, Ankara, s. 601-8. Hacıeminolu, Necmettin, "Agâh Sırrı Levend'in Yeni Eseri, Arap , Fars ve Türk * * * * * * * * * * * * * * * * * * 658 658 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi", Türk Dili, 1960, sy. 100, s. 223-26. Harmancı, Esat, "Mehmet Kahraman, Leylâ ve Mecnûn Romanı", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2003, sy. 8, s. 243-54. sen, Mustafa, “Çeng-nâme’ye Dair”, Polemik, 1993, sy. 8, Ocak-ubat, Ankara, s. 8-9. ybatov, A., "Qutbning Husraw wa Sirin Poemasining sözdigi", Acta Orientalia hungarica, 1979, vol. 33, Budapest, s. 363-65. Karahan, Abdülkadir, "Âık Paa'nın Fakr-nâme ve Vasf-ı Hâl Mesnevileri", Türk Dili, 1953, c. III, sy. 26, Kasım, s. 95-97. Karahan, Abdülkadir, "Süleymân Çelebi'nin Mevlid'i", Türk Dili, 1954, c. III, sy. 34, Temmuz, s. 613-16. Kargı Ölmez, Z., "Ali ir Nevayi, Ferhad u irin [nceleme-Metin], Gönül Alpay Tekin", Türk Dilleri Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 291-93. Kartal, Ahmet, "Hüsn ü Ak'ın Yeni Yayımı", Türklük Bilimi Aratırmaları, 2002, sy. 12, s. 209-223. Kartal, Ahmet, "Ahmet Atillâ ENTÜRK, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî Tasvirler, Kitabevi 178, stanbul 2002", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 3, s. 361-373. Keskin, Saim, "Muhittin Eliaçık'ın Âık Ahmed'in Câmi'u'l-ahbâr Adlı Doktora Tezi", Erdem, 2002, sy. 40, Ocak, s. 361-90. Kilisli Muallim Rifat, “Süheyl ü Nev-bahâr’a Dâir”, Türkiyat Mecmuası, 1928, c. 2, stanbul, s. 401-9. Kleinmichel, S, “B. Flemming: Fahri’s Husrev u irin”, Orientalistische Literaturzeitung, 1979, vol. 71, s. 65. Kocaolu, Timur, "Yusuf Has Hacib, Wisdom of Royal Glory (Kutadgu Bilig ), A TurcoIslamic Mirror for Princes, Translated with Introduction and Notes, by Robert Dankoff", Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1985, sy. 1, s. 343-46. Kortantamer, Tunca, "Tezcan, Nuran: Lâmi'îs Gûy u Çevgân, Franz Steiner Verlag, Stuttgart 1994, 387 s. + Faksimile (62 fol.)'", Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 1998, c. IX, zmir, s. 157-64. Köksal, M. Fatih, "slami'nin Mesnevisi", Bilge, 1998, sy. 15, s. 76-78. Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Kitabiyat Tenkid ve Tahlilleri, Ferah-nâme-i bn Hatîb”, Türkiyat Mecmuası, 1926, c. II, s. 489-96. Köprülüzâde, Mehmed Fuâd, “Ferheng-nâme-i Sa’dî Yâhud Muhtasar Bostân Tercümesi, Nâzımı: Hoca Mes’ûd ve Süheyl ü Nev-bahâr Nâzımı: Sekizinci ‘Asr-ı Hicrî u’arâsından Mes’ûd bin Ahmed”, Türkiyat Mecmuası, 1928, c. 2, stanbul, s. 481-9. Köse, lham, "Âmil Çelebiolu: Türk Edebiyatı'nda Mesnevî [XV. yy'a Kadar]", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 1, stanbul, s. 390-92. Kreutel, Richard, "F, Süleymân Çelebi, Vesîletü'n-necât Mevlîd", Oriens, 1956, vol. 9, Leiden, s. 282 vd. Kurnaz, Cemâl, "XVII. Yüzyılda Hece Vezniyle Yazılmı Bir Mesnevî: Feyzî Çelebi'nin em ü Pervâne'si", Dergâh, 1993, c. IV, sy. 43, s. 10-11. Kuru, Selim S., "Divan iirinin Kıyılarında", Virgül, 1999, sy. 15, s. 7-10. Malov, Sergey E., "Kutadgu Bilig - Faksimile", Sovetskoe Vostokovedenie, 1948, vol. V, s. 327-28. Mazıolu, Hasibe, "Güçlüün Nerede Olduu (Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'-erîfe ile lgili Eletiri Üzerine", Türk Dili, 1975, sy. 290, s. 665-66. Menage, V. L., "Ananiasz Zajacakowski, Najstarsza Wersja tureeka Husrav u irin Qutba czesc", Bulletin of the Scholl of Oriental and African Studies, 1960, vol. 23, London, s. 593. * * * * * * * * * * * 659 659 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Mutlu, Pakize, "Hakanî Mehmed Bey, Hilye-i Hakanî", lim ve Sanat, 1988, sy. 18, s. 85. Oy, Aydın, "Keçecizâde zzet Molla, Mihnet-keân", Türk Folklor Aratırmaları, 1974, c. XV, s. 70-79. Ölmez (Kargı), Zuhal, "Ali îr Nevâyî, Lisânü't-tayr, Hazırlayan: Prof. Dr. Mustafa Canpolat", Türk Dilleri Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 290-91. Ölmez (Kargı), Zuhal, "Ali îr Nevâyî, Ferhâd ü îrîn [nceleme - Metin], Hazırlayan: Gönül Alpay Tekin", Türk Dilleri Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 291-93. Önertoy, Olcay, "Mehmed, Ik-nâme", Hisar, 1965, c. V, sy. 17, s. 25-26. Öztelli, Cahit, "Ik-nâme ve Yazarı Üzerine", Türk Dili, 1965, sy. 171, s. 187-92. Pekolcay, Neclâ, "Hafî'nin Mevlîd'i", Bilgi, 1957, c. XI, s. 121, s. 15. Sertkaya, Osman F., "Kutb'un Hüsrev ü îrîn'i ve Dil Hususiyetleri", Türk Kültürü, 1969, c. VII, sy. 79, Mayıs, s. 75-76. Sertkaya, Osman F., “Prof. Dr. Ananiasz Zajaczkowoski ve Kutb’un Husrev u irin Adlı Yayını”, Türk Dili, 2000, sy. 582, s. 481-88. Skilliter, S. A., "Sof, Huri "tre": Leylâ and Menjnun, by Fuzûlî, translated from the Turkish. With a history of the poem notesaand bibliograpy by Alessio Bombaci", Bulletin of the School of Oriental and African Studies, 1972, vol. 32, London, s. 156. entürk, Ahmet Atillâ, "Cînânî'nin Cilâü'l-kulûb'u Hakkında", Tarih ve Toplum, 1993, sy. 114, s. 381-84. entürk, Ahmet Atillâ, "eyholu Mustafâ, Hurîd-nâme: Hurîd u Ferahâd", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1993, c. 26, s. 355-67. entürk, Ahmet Atillâ, " Cînânî'nin Cilâü'l-kulûb'u [Giri - nceleme - Metin - Sözlük], , nr. Doç. Dr. Mustafa Özkan", Türkiyat Mecmuası, 1997, c. XX, s. 463-72. Tansel, Fevziye Abdullah, "N. S. Banarlı, Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân ve Cemîd ü Hurîd Mesnevîsi Hakkında", Ülkü, 1941, c. XIII, s. 76. Tekin, Talat, "Sultan Veled'in Türkçe Manzumeleri", Türk Dili, 1959, c. VIII, sy. 88, Ocak, s. 233-35. Tezcan, Semih, "Kutadgu Bilig Dizini Üzerine", Türk Tarih Kurumu - Belleten, 1981, c. XLV, sy. 2, s. 23-78. Tezcan, Semih, "Mes'ûd ve XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı Üzerine Yeni Bilgiler", Türk Dilleri Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 65-84. Tezcan, Semih, "Mes'ûd ve XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı Üzerine Yeni Bilgilere Ek", Türk Dilleri Aratırmaları, 1996, sy. 6, s.175. Tezcan, Semih, "Süheyl ü Nev-bahâr Üzerine Notlara Birkaç Ekleme", Türk Dilleri Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 239-45. Tietze, Andreas, "Agâh Sırrı Levend, Gazavat-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey'in Gazavatnâmesi", Oriens, 1948, vol. I, Leiden, s. 305 vd. Toparlı, Recep, “Gülen-âbâb’ın Yayını Üzerine”, slâmî Edebiyat, 1991, sy. 13, stanbul, s. 59-60. Tökel, Dursu Ali, "Divan iirinin Tehlikeli Kıyılarında Dolaan Yabancı", Dergâh, 1999, c. X, sy. 109, s. 14-16. Tulum, Mertol, “Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-kudsiyye Adlı Eserinin kinci Baskısı Münasebetiyle”, lmîAratırmalar, 1996, sy. 2, stanbul, s. 175-228. Tulum, Mertol, “Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-kudsiyye Adlı Eserinin kinci Baskısı Münasebetiyle II”, Erdem, Aydın Sayılı Özel Sayısı II, 1996, c. 9, sy. 26, Ankara, s. 82985. Tulum, Mertol, “Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-kudsiyye Adlı Eserinin kinci Baskısı Münasebetiyle III”, Türk Dünyası Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 106, stanbul, s. 53102. * * * * * * * * * * * * * * * 660 660 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Türkan, Kadriye, "Türk Edebiyatında Manzum Surnameler", Bilge, 2000, sy. 25, Ankara, s. 107. Uzunçarılı, . Hakkı, "Gazavat-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey'in Gazavat-nâmesi", Türk Tarih Kurumu - Belleten, 1957, c. XXI, s. 199-200. Ünsel, Kemal Edip, “Mesnevî Tercümesi Hakkında”, Türk Dili Belleten, 1946, seri III, sy. 67, Mart, stanbul, s. 637-46. Ünver, smail, “Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd Mesnevisi Üzerine”, Türkoloji Dergisi, 1977, c. 7, Ankara, s. 171-80. Walsh, J. R, “Flemming, B: Fahrîs Husrev u irin”, Wicner Zeitschrift für die Kundedes Morgenlandes, 1975, c. 67, Bombay-Wien, s. 331. Yaltı, Nermin, "Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osman, Cemîd ü Hurid Mesnevisi", Yücel Aylık Sanat ve Fikir Mecmuası, 1939, c. IX, sy. 51, stanbul, s. 126-28. Yazıcı, Tahsin, "Dr. A. Karahan, slâm-Türk Edebiyatında Kırk Hadis Toplama ve erhleri", Türkiyat Mecmuası, 1958, c. XIII, s. 141-43. Yelten, Muhammet, "Tunca Kortantamer: Nev'îzâde Atâyî ve Hamse'si, zmir 1997", lmî Aratırmalar, 1997, sy. 7, stanbul, s. 317-18. Yıldırım, Dursun, "Faruk Kadri Timurta, eyhî'nin Har-nâme'si", Güney-Dou Avrupa Aratırmaları Dergisi, 1972, sy. I, s. 274-76. Yüksel, Hasan, "Osmanlı Saray Düünleri ve enlikleri", Toplumsal Tarih, 2001, sy. 88, s. 59-62; aynı yazı Bilge, 2001, sy. 28, s. 147-49. Yüksel, Sedit, "Gün Iıına Kavuturulan ki Eser: Dr. Mehmet Çavuolu, Talıcalı Dukakinzâde Yahya Bey'in stanbul ehrengizi", Türk Dili, 1971, sy. 237, s. 207-11. * * * * * * V. Makaleler Abbort, L., “Çengnâme: Textual Counterpoint and Musical Metaphor in Ahmed-i Dâ’î’s Book of the Harp”, International Journal of Music in Turkey, 1997, sy. 1, s. 4-46. Abdulkadirolu, Abdulkerim, “Belî’in Gül-i Sadberg’i [Manzum Yüz Hadis Tercümesi]”, Kültürümüzden Esintiler, Ankara, 1997, s. 151-199. Abdulkadirolu, Abdulkerim, “Sergüzet-nâme-i Fakir be-Azîmet-i Tokat”, Kültürümüzden Esintiler, Ankara, 1997, s. 200-227. Abdulkadirolu, Abdulkerim, “ehrengizler Üzerine Düünceler ve Belî’in Bursa ehrengizi”, Kültürümüzden Esintiler, Ankara, 1997, s. 228-284. Abdulkadirolu, Abdulkerim, “Âkif Mevlidi yahut Kadınlar Mevlidi”, Gazi Üniversitesi Eitim Fakültesi –Dr. Himmet Biray Özel Sayısı-, 1999, Kasım, Ankara, s. 404-437. Abik, A. Deniz, “ki Yeni Nüshası Sebebiyle Halilname ve Müellifi Abdülvasi Üzerine”, Türkoloji Dergisi, 1997, c. XII, sy. 1, Ankara, s. 139-173. Aça, Mustafa, “eyyâd Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ Mesnevisi ile Tatar Türklerinin Yosif Kitabı Üzerine Mukayeseli Bakı”, Millî Folklor, 2004, sy. 61, s. 149-159. Açıkgöz, Namık, "Leylâ ve Mecnûn Mesnevisinin Yapısı", Millî Kültür, 1987, sy. 59, s. 3943. Açıkgöz, Namık, "Tahkiyevî Bir Metin Olarak Riyâzî'nin Sâkî-nâme'si", Türk Dünyası Aratırmaları Dergisi, 1988, sy. 55, s. 73-83. Açıkgöz, Namık, “Ahmed-i Hânî’nin Mem u Zin Adlı Mesnevîsi ve Klasik Türk Edebiyatındaki Yeri”, Türk Dünyası Aratırmaları Dergisi, 1990, sy. 67, s. 127-138. Açıkgöz, Namık, "râdî Baba'nın Mevlîd'i", Journal of Turkish Studies = Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı III, 1999, c. XXIII, s. 1-63. Açıkgöz, Namık, “Anlatma Problemi Açısından Fuzûlî’nin Leylî vü Mecnûn’undaki Gazel ve Murabba’lar”, Tunca Kortantamer çin, zmir, 2007, s. 187-200. * * 661 661 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Agi, Fazıl, "Abdurrahim-i Rûmî ve Abdürrahim-i Karahisarî'nin Ik-nâme'leri", Türk Dili, 1998, sy. 555, Mart, s. 249-252. Akalın, Nazir, “Nizami-yi Gencevi ile Fuzuli-yi Badadi’nin Leyli u Mecnun Mesnevilerinin Tartımalı Mukayesesi”, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 3, Konya, s. 201-217. [Sunulmu Bildiri] Akalın, Nazir, “Nizâmi-yi Gencevî’nin Hayatı, Edebî ahsiyeti ve Eserleri”, Bilig, 1998, sy. 7, s. 67-91. Akalın, Nazir, “Veys u Râmin Mesnevisi Kimindir”, lkadım, Mayıs 1998, sy. 118, s. 43. Akalın, Nazir, “Leylâ vü Mecnûn Hikâyesinin Meneine Dair”, Genç Kardelen, Ocak 1999, Nevehir, ss. 14-17. Akar, Metin, "Nâyî Osman Dede ve Mi'râciye'si", Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1981, sy. 1, s. 1-16. Akar, Metin, “eyyad Hamza Hakkında Yeni Bilgiler I-II”, Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1987, stanbul, s. 1-22. Akar, Metin, "Erzurumlu air Muhammed Lütfî'nin Mi'râcü'n-nebî'si ve Mi'râcnâmelerimiz Arasındaki Yeri", Türk Kültürü, 1992, c. XXX, sy. 352, s. 50-56. Akar, Metin, “Fuzûlî’nin Leylî ve Mecnûn’u Üzerine Bazı Düünceler”, Bir, Türk Dünyası ncelemeleri Dergisi, 1995, sy. 3, s. 165-71. [Sunulmu Bildiri] Akarpınar, Bahar, “Vesîletü’n-necât ve Mevlit Gelenei” Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 635-43. Akda, Soner, “Süleymân Çelebi’nin Mevlid’i Üzerine”, AÜ Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2008, sy. 36, Erzurum, s. 81-98. Akdemir, Ayegül, ““Eksik” Bir Âık: Leylâ” , Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 1-27. Akdoan, Ahmet, “Mi’rac, Mi’racnâme ve Ahmedî’nin Bilinmeyen Mi’racnâmesi”, Osmanlı Aratırmaları, 1989, sy. 9, s. 263-310. Akın, Hüsrev, “Müellifinin Ölümüyle Yarım Kalmı Bir Mesnevî: Leylâ vü Mecnûn” , Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 28-96. Akkaya, Hüseyin, "emseddin Sivasî'nin Zileli Hamdî'ye Atfedilen Bir Mesnevîsi: Süleymâniyye", Journal of Turkish Studies = Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı I, 1997, c. 21, s. 221-229. Akkaya, Hüseyin, “emseddîn Sivasî’nin râdü’l-avâm simli Mesnevisi”, Cumhuriyet Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi, 2003, VII/2, s. 1-30. Akku, Metin, "Türk Edebiyatında Gazavat-nâmeler", lim ve Sanat, 1986, sy. 8, s. 81-82. Akku, Metin, “Türk Edebiyatında Bursa ehrengizleri-I: shak Çelebi’nin Bursa ehrengizi”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi: Prof. Dr. Halûk pekten’in Anısına, 1993, sy. 1, s. 81-85. Akku, Metin, “eyh Gâlib’in Anlam Dünyası: Hüsn ü Ak’ta Edebî Türler ve Tarzlar” , Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 97-112. Akpınar, erife, "Lami'î'nin Vâmık u Azrâ mesnevisinde Astrolojik Unsurlar", Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2002, sy. 12, s. 169-202. Aksel, Malik, "Resimlerde Leylâ ve Mecnûn", Hisar, 1974, sy. XIV, s. 14-15. Aksoy, Hasan, “emsî’nin Gülen-âbâd Mesnevîsi”, Marmara Üniversitesi lâhiyat Fakültesi Dergisi, 1985, sy. 3, s. 127-77. Aksoy, Hasan, "Mevlîd-i Nebîler ve Türk Edebiyatında Mevlîdler", slâmî Edebiyat, 1989, c. II, sy. 1, s. 10-11. * * * * * * * * * * 662 662 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Aksoy, Hasan, “Dervî emsî, Deh-murg ve Bazı Notlar”, lim ve Sanat, 1991, sy. 28, stanbul, s. 63-64. Aksoy, Hasan, “Türk Edebiyatında Mevlidler”, Türkler , Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye, 2002, c. XI, s. 758-761. Aksoy, hasan, “Eski Türk Edebiyatı’nda Mevlidler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 323-32. Aksoy, Ömer Asım, "Mihnet-Kean mı Mihnet-i Kean mı", Türk Dili, 1955, sy. 51, s. 148149. Aksoy, Ömer Asım, "Mihnet-Kean Tartıması", Türk Dili, 1956, sy. 53, s. 285-287. Aksoyak, . Hakkı, “Mahzenü’l-esrâr Geleneine Balı Mesnevilerdeki Ortak Hikayeler”, Bilig, 1996, sy. 3, s. 182-189. Aksoyak, . Hakkı, “Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Gelibolu ehrengizi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1996, sy. 3, s. 157-176. Aksoyak, . Hakkı, “Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Gül-i Sad-berg’i”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1997, sy. 4, s. 163-175. Aksoyak, . Hakkı, “Gelibolulu Âlî’nin Sadef-i Sad-güher Adlı Antolojisinin Önsözü”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1997, sy. 5, s. 283-310. Aksoyak, . Hakkı, “Mesnevîlerin Giri Bölümünde «Din Ulularına Övgü»”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1998, sy. 7, s. 213-221. Aksoyak, . Hakkı, “Vardarlı Fazlî ve Mahzenü’l-esrâr Mesnevîsi”, Tarih ve Toplum, ubat 1999, sy. 182, s. 55-61. Aksoyak, . Hakkı, "Ahmed Yesevî'nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ ve Tyhfetü'luâk Mesnevîsi", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2001, sy. 5, s. 71-98. Aksoyak, . Hakkı, "XVIII. Yüzyıl airi Edirneli Nâtık'ın Kaleminden Bir Ak Hikâyesi", Millî Folklor -Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıolu Armaanı -, 2003, sy. 58, s. 114-120. Aksoyak, . Hakkı, "Gelibolulu Mustafa Âlî'nin Mihr ü Vefâ Mesnevîsi", Diriözler Armaanı Prof. Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, M. Fatih Köksal ve Ahmet Naci Baykoca (haz.), Ankara, 2003, s. 45-71. Aksoyak, . Hakkı, “Vardarlı Fazlî’nin Mahzenü’l-esrâr (Dâfi’ü’l-hüzn) Mesnevisinde Boza”, Acısıyla Tatlısıyla Boza, editör: Ahmet Nezihi Turan, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 2007, s. 203-208. Akta, erif, "Roman Olarak Hüsn ü Ak", Türk Dünyası Aratırmaları, 1983, sy. 27, s. 94108. Akyüz, Hayri, “Onbeinci Yüzyıl airlerinden Cemâlî’nin Hüma ve Hümayun Adlı Eseri Hakkında Birkaç Söz”, Türk Folklor Aratırmaları, 1954, c. III, sy. 54, s. 856-857. Alberts, Otto, "Zur Textkritik des Kutadku Bilik", Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, 1897, c. LI, s. 715-17. Alberts, Otto, "Der Dichter des in uiguricsh-turischem Dialekt genchriebenen Kutadku Bilik (1069-1070), ein Schüler des Avicenna", Archiv für Geschichte der Philosophie, 1901, c. VII, s. 319-36. Alıcı, Lütfi, “Ârif Süleyman ve Hilye-i Nebî Adlı Eseri”, Akademik Aratırmalar Dergisi, 2004, nr. 19, stanbul, s. 129-48. Alparslan, Ali, "Âık Paa'da Tasavvuf", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1962, c. XXII, s. 143-56. Alpay, Gönül, “Hamdullah Hamdi’nin Leylâ ve Mecnun Hikâyesi”, Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 1970, c. I, sy. 1, Erzurum, s. 25-32. Alpay, Gönül, “Ali îr Nevâî’nin Ferhad ü irin Mesnevisi Üzerindeki Etkiler”, Türk Dili Aratırmaları-Yıllıı Belleten 1970, 1989, s. 155-67. * * * * * * * * * * 663 663 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Alpay, Günay, “Zati ve em’ u Pervâne Mesnevîsi”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1961, c. XI, s. 129-42. Alpay, Günay, “Abdülvasi Çelebi’nin Eseri ve Nüshaları”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı Belleten 1969, 2. bs., 1989, s. 201-26. Altun, Kudret, "Hüsn ü Ak'ta Gece Nûr-ı Siyahtan Aydınlıa", lmî Aratırmalar, 2000, sy. 10, s. 9-18. Alyılmaz, Semra, “Mevlit ve Türk Edebiyatında Mevlit Türü”, AÜ Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1999, sy. 13, s. 195-202. Ambros, Edith Gülçin, "Six Lampoons Out of Fakiri's Risâle-i Ta'rifât", Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, 1992, c. 82, s. 26-27. Anbarcıolu, Meliha (Tarıkahya), “’tikad-nâme ve Türkçe Çevirisi”, Necati Lugal Armaanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1968, s. 649-701. Anbarcıolu, Meliha, "Mihr ü Mâh Kıssası", ran ehinahlıının 2500. Kurulu Yıldönümüne Armaan, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1971, s. 1-41. Anbarcıolu, Meliha, “âh-nâme-i Firdevsî ve Edebiyât-i Turk”, Dou Dilleri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Dou Dilleri ve Edebiyatları Dergisi, 1981, c. II, sy. 4’ten Ayrı Basım. Anbarcıolu, Meliha, “Türk ve ran Edebiyatlarında Mihr u Mâh ve Mihr u Müterî Mesnevileri”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Belleten, Ekim 1983, c. XLVII, sy. 188, s. 1151-1189. Anbarcıolu, Meliha, “Kıyâsî’nin Mihr u Mâh Mesnevîsi”, Erdem, 1986, c. II, sy. 4, s. 87172. Anhegger, Robert, “Fâtih Devrinde Yazılmı Farsça Manzum Bir Eser: Mu’âlî’nin Hünkârnâme’si”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi 1949-1950, 1950, c. I, sy. 1-2, s. 145-66. Anhegger, Robert, "Türk Edebiyatında Austos Böcei ile Karınca Hikâyesi", Türkiyat Mecmuası, 1951, c. IX, s. 73-94. Anhegger, Robert, “Selâtinname Müellifi Kemal”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1952, c. IV, sy. 4, s. 447-470. Araslı, Hamit, “Leyli vë Mëcnun Hakkında”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1958, 1988, Ankara, s. 17-39. Arat, Reid Rahmeti, "Qutadu Bilig", Ungarische Jahrbücher, 1926, c. VI, sy. 1-2, s. 15458. Arat, Reid Rahmeti, "Kutadgu Bilig 'de Tabibler ve Efsuncularla Münasebet Hakkında Parçalar", Ülkü Halkevleri Dergisi, 1936, c. VIII, sy. 46, s. 285-294. Arat, Reid Rahmeti, "Kutadgu Bilig ve Türklük Bilgisi", Türk Kültürü, 1970, c. IX, sy. 98, s. 2-22. Argunah, Mustafa, “ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâmesi ve Eserin Dili”, Türk Dünyası Aratırmaları, Austos 1988, sy. 55, s. 51-70. Arslan, Mahmut, "Kutadgu Bilig Üzerinde Sosyolojik Düünceler", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi, 1992, c. III, s. 131-166. Arslan, Mehmet, “Aynî’nin “âirnâme” Özellii Taıyan Mesnevîsi Üzerine”, Yedi klim, 1992, kinci Dönem, sy. 4, s. 21-27. Arslan, Mehmet, "Karabalı Nigârî ve Çây-nâme Mesnevîsindeki Karaba Tasviri", Kızılırmak, 1992, sy. 4, s. 9-11. Arslan, Mehmet, "Yeniçeriliin Kaldırılmasına Dair Edebî Bir Metin: Aynî'nin Manzum Nusretnâme'si", Türklük Bilimi Aratırmaları, 1996, sy. 3, s. 13-56. * * * * * * * * * * * * * * * * * 664 664 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Arslan, Mehmet, "Süleymân Celâleddîn ve Üç Eseri: Sâkî-nâme, Mevlid-i Cenâb-ı Alî, Devirnâme", Türklük Bilimi Aratırmaları - Prof. Dr. M. Kaya Bilgegil Armaanı, 1997, sy. 5, s. 175-243. Arslan, Mehmet, "Divan Edebiyatında Manzum Sıhhatnameler", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2001, sy. 1, s. 7-33. Arslan, Mehmet, "Klasik Türk Edebiyatı Manzum Didaktik Eserlerinden Bir Örnek: Manzum Avâmil", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 2, s. 5-39. Arslan, Mehmet, “Divan Edebiyatında Nasihat-nâmeler (Bend-nâmeler) ve Vak’a-nüvis Es’ad Efendi’nin Pend-nâmesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 4, s. 5-80. Arslan, Mehmet, “Türk Edebiyatında Hamse”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 305-22. Arslan, Mehmet, “Kültür Tarihimiz Açısından Zengin Bir Kaynak: Sur-nâmeler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 221-57. Arslan, Mustafa, “Türk Edebiyatında Mihr ü Müterî Mesnevîleri ve Mîrî ’nin Mihr ü Müterî’si” , Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 113-132. Aslan, Mustafa, “Âzerî brahim Çelebi”, Türk Dünyası Aratırmaları, Haziran 1994, sy. 90, s. 181-200. Aslan, Namık, “Manzum Dinî Hikâyeler ve Kirdeci Ali’ye Ait Olduu Söylenen ki Hikâye Metni (Güvercin ve Geyik Destanları)”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2006, sy. 20, s. 189-207. Aslan, Üzeyir, “Fetihten Sonra Yazılmı Türkçe lk Mevlid-i Ma’nevî: Kerîmî’nin râd’ı”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 2009, sy. 2, s. 19-80. Atalay, Mehmet, "Hakânî ve Hilye'si I", Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1991, sy. 5/I, s. 29-49. Atalay, Mehmet, "Hakânî ve Hilye'si II", Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1991, sy. 5/II, s. 33-58. Ate, Ahmed, “Varaka ve Gülâh Mesnevisinin Kaynakları”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1946, c. II, sy. 1-2, stanbul, s. 1-19. Ate, Ahmed, “Mesnevî’nin Onsekiz Beytinin Mânâsı”, Köprülü Armaanı, 1953, stanbul, s. 36-50 . Ate, Ahmed, “âh-nâme’nin Yazılı Tarihi ve Firdevsî’nin Sultan Mahmud’a Yazdıı Hicviye Meselesi Hakkında”, Türk Tarih Kurumu Belleten, Nisan 1954, c. XVIII, sy. 70, s. 159-68. Ate, Ahmed, “Farsça Eski Bir Varaka ve Gülâh Mesnevisi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Aralık 1954, c. V, s. 33-50. Atlansoy, Kadir, “Süleymân Çelebi ve Mevlid Üzerine Bazı Bilgiler”, Osmanlı –Kültür ve Sanat-, Güler Eren (ed.), Ankara, 1999, c. IX, s. 598-604. Atlansoy, Kadir, “Pend-i Attâr’ın Manzum lk Çevirisi: Sabâyî’nin Sırât-ı Mustakîm Mesnevîsi”, lmî Aratırmalar, 2005, sy. 20, s. 27-41. Ayan, Gönül, “Lâmi’î Çelebi’nin Vâmık u Azrâ’sı”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1985, sy. 36, Haziran, s. 209-211. Ayan, Gönül, “Vâmık u Azrâlar’a Genel Bir Bakı”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, Fahir z Armaanı I, 1990, c. XIV, s. 21-32. Ayan, Gönül, "Vâmık ile Azrâ", Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1991, sy. 5, s. 7-15. Ayan, Gönül, “Ahmed Müridî ve Eserleri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi –Prof. Dr. Halûk pekten’in Anısına-, 1993, sy. 1, s. 31-40. * * * * * * * * * * * * * * * 665 665 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Ayan, Gönül, “Lâmi’î Çelebi’nin Hayatı, Edebî Kiilii ve Eserleri”, Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, Kasım 1994, sy. 1, s. 43-65. Ayan, Gönül, “Bazı Mesnevîlerde Rastlanan Masal Unsurları”, Selçuk Üniversitesi Eitim Fakültesi Dergisi 1992, 1994, sy. 6, s. 13-17. Ayan, Gönül, “Ali îr Nevâyî ve Ferhâd u îrîn Mesnevîsi”, Selçuk Üniversitesi Eitim Fakültesi Dergisi, 1996, sy. 7, s. 151-55. [Sunulmu Bildiri] Ayan, Gönül, “Fuzûlî ile Celîlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevîlerinin Karılatırılması”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 3. [Sunulmu Bildiri] Ayan, Gönül, “Nizâmî ve Celîlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevîleri”, Selçuk Üniversitesi Eitim Fakültesi Dergisi, 1997, sy. 8, s. 169-84. [Sunulmu Bildiri] Ayan, Gönül, “15. yy.-16.yy.’ın Ünlü Ak Hikâyesi Vâmık u Azrâ’da Musikî”, Musiki Mecmuası, Güz/Ekim 1999, sy. 466, s. 20-22. Ayan, Hüseyin, “Hamdullâh Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ Mesnevisindeki Gazeller”, Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 1974, sy. 5, Erzurum, s. 31-43. Ayan, Hüseyin, “Divan Edebiyatında Hamseler”, Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, Ahmet Caferolu Özel Sayısı, 1979, fasikül 1, sy. 10, s. 87-100. Ayan, Hüseyin, “Hamidî-zâde Celîlî (1487 M. / 893 H. – 1569 M. / 977 H.)”, Türk Kültürü Aratırmaları, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurta’ın Hatırasına Armaan, 1983, c. XVIIXXI, sy. 1-2, s. 15-39. Ayan, Hüseyin, “Celîlî’nin Mehek-nâme’si”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. II, 1983, s. 5-13. Ayan, Hüseyin, “Hâmidî-zâde Celîlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u”, Türk Dünyası Aratırmaları, Aralık 1983, sy. 27, s. 67-93. Ayan, Hüseyin, “Celîlî’nin Hecr-nâme’si”, Fen-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 1986, fasikül 1, sy. 14, Erzurum, s. 155-173. Ayan, Hüseyin, "eyholu Mustafâ, Hurîd-nâme-Hurîd ü Ferahâd", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi türk Dili ve edebiyatı Dergisi, 1993, c. XXVI, s. 355-367. Ayan, Hüseyin, “Fuzûlî’ye Göre Mecnûn’un Eitimi”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 146-157. Aycan, Enver, “Hüsrev ü îrîn Mesnevîsi”, Türk Dili, 1953, c. II, sy. 22, s. 672-675. Aycan, Enver, “Nevai'nin "Ferhad ve irin" Mesnevisine Dair”, Türk Dili, 1953, c. II, sy. 17, s. 273-277. Aycan, Enver, “Nevai'nin Ferhad ve irin Mesnevisinin Konusu”, Türk Dili, Nisan 1953, c. II, sy. 19, s. 417-421. Aydemir, Yaar, "Badat ehr-âûb’u", Gazi Eitim Fakültesi Dergisi Dr. Himmet Biray Özel Sayısı, 1999, s. 446-475. Aydemir, Yaar, "Hâdî'nin Saray ehrengizi", lmî Aratırmalar, 2001, sy. 12, s. 31-56. Aydemir, Yaar, “Sânî’nin Rodos enrengizi”, Türk Kültürü, 2001, sy. 455, s. 167-174. Aydemir, Yaar, “Ravzî’nin Edincik enrengizi”, Gazi Türkiyat Türklük Bilimi Aratırmaları Dergisi, 2007, sy. 1, s. 97-126. Aydodu, Orhan, “stanbul Hakkında Bilinmeyen Bir Mesnevî: stanbul-nâme”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 158-86. Aynagöz, Pervin, “Bursalı Rahmî’nin Gül-i Sad-berg’i Üzerine Bir Deerlendirme”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler), 1989, c. III, sy. 1, s. 1-27. Aynur, Hatice, "Osmanlı Saray Düünlerinin Edebiyata Yansıması", Sözden Yazıya: Edebiyat ncelemeleri, stanbul: Boaziçi Üniversitesi, 1994, s. 25-32. * * * * * * * * * * 666 666 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ayvazolu, Beir, “eyh Galib ve Hüsn ü Ak’a Dair”, Türk Edebiyatı, Ocak 1999, sy. 303, s. 15-16. Ayyıldız, Mustafa, "Modern Anlatı Teknii Açısından Leylâ ve Mecnûn Mesnevîsine Bir Yaklaım", Dergâh, 1995, c. VI, sy. 61, s. 22. Ayyıldız, Mustafa, “Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsinde Modern Anlatı zleri”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 187-93. Azade, R., "Hamse'de Alegori, Remiz ve Semboller", Türk Kültürü, 1991, c. XXIX, sy. 339, s. 17-27. Azamat, Nihat, “Yeni Bir Ahmedî ve ki Eseri: Yusuf u Zeliha, Esrârnâme Tercümesi”, Osmanlı Aratırmaları, 1988, sy. VII-VIII, s. 347-364. Babinger, Franz, “Âsyq Pasas Gharîb-nâme”, Mitteilungen des Seminars für Orientalische Sprachen, 1928, c. XXXI, Berlin, s. 91-97. Balkaya, Halit, “Türk Edebiyatında Edhem ü Hümâ [Edhemnâme] Mesnevîleri ve Bir Yanlılıa Dair”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi –Prof. Dr. Sadi Çöenli Özel Sayısı, 2001, sy. 18, s. 103-106. Banarlı, Nihâd Sâmî, "XIVüncü Asır Anadolu âirlerinden Ahmedî’nin Osmanlı Tarihi=Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âli Osman ve Cemîd ve Hurîd Mesnevîsi", Türkiyat Mecmuası, 1939, c. VI, stanbul, s. 1-175. [VI. ciltten ayrı basım] Banarlı, Nihâd Sâmî, “Büyük Nazireler: Mevlid ve Mevlid’de Millî Çizgiler”, iir ve edebiyat Sohbetleri-1, 1982, 2. baskı, stanbul: Kubbetaltı Neriyat, s. 267-88 Banarlı, Nihâd Sâmî, “Mevlid Sesleri”, Kültür Köprüsü [Süleymân Çelebi’den Mehmed Akif’e], 2. Baskı, stanbul 2007, s. 64-68. Bardakçı, Murat, “Çeng-nâme’de Musikî”, Musiki Mecmuası, 1979, c. XXXII, sy. 361, s. 89. Barhold, Vilhelm, "Kutadku Bilig'in Zikrettii Bura Han Kimdir", çev. Ragıp Hulusi, Ragıp Hulusi Özdem, Dil Bilimi Yazıları, Recep Toparlı (haz.), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2000, s. 503-507. Batislam, Dilek, "Mesnevilerde Mektup Tarzı Anlatım", lmî Aratırmalar, 2002, sy. 13, stanbul, s. 17-34 [Sunulan Bildiri]. Batislam, H. Dilek, “Tarih ve Kültür Kaynaı Olarak Hasb-i Hâller”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 2007, sy. 22, s. 29-42. Bayak, Cemal, "Sevdâ’î, Kıssa-i Leylî Birle Mecnûn Mesnevîsi", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, Fahir z Armaanı I, 1990, c. XIV, s. 103-112. Bayat, Ali Haydar, “Bedr-i Dilâd ve Murâd-nâme’de (631/1427) Tabâbet”, Tıp Tarihi Aratırmaları, History of Medicine Studies, 1990, sy. 4, s. 61-69. Baykal, Özgül, “Mesnevî’de Hayvan Hikâye ve Motifleri” arkiyat Mecmuası, 1964, c. V, s. 23-30. Bayraktar, Sibel, “Kutadgu Bilig ’de Bulunma Hâli Ekinin Fonksiyonları” TDAY-Belleten 1999/I-II, 2003, sy. 42, s. 9-25. Bayram, Pervin, “Türk Edebiyatında Pendnâmeler”, Azerbaycan –Avrupa Edebi-Medeni Alakalar Merkezinin Konteksi, Bakü, 2001, s. 16-22. (Bengü), Memet Fuat, "Ferhat ile irin'in ki Baskısı", Yeni Dergi, 1965, sy. 2, s. 521. Bernhauer, W. F. A., "Über die 156 Seldschukischen Distichen aus Sultan Weleds Rebâbnâme", Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, 1869, c. XXIII, s. 201208. Bertels, E., “Ali îr Nevâî, Leylî ve Mecnûn”, çev. Mirza Bala, Türkiyat Mecmuası, 1951, c. IX, s. 47-64. * * * * * * * * * 667 667 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Bertels, E., "Ali îr Nevâî'nin Ferhâd u îrîn'i", çev. Rasime Uygun, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı - Belleten 1966, 1988, s. 115-30. Beyekdilî, Gulâmhuseyn, “Dâsitân-i Husrev u îrîn-i Nizâmî ve Edebiyât-i Turk”, Neriyye-i Dânigede-i Edebiyât ve Ulûm-i nsâni-yi Tebrîz, 1348, umâre-i Evvel, Sâl-i Bîstuyekum, Behâr, Tebrîz, s. 25-40. Bilge, Nihal, "Yusuf Has Hacib, Saadet Veren Bilgi -Kutadgu Bilig ", 1969, Önasya, sy. 4, s. 15. Bilgin, Azmi, “Türk Edebiyatında Nasihatnâme ve Emre’nin Tercüme-i Pendnâme-i Attâr’ı”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1994, sy. 93, stanbul, s. 197-208. Bilgin, Azmi, “Cefâyî’nin Dekâyıku’l-hakâyık’ı ve Mevlid Türü Eserlerle lgisi”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2006, c. XXXIV, s. 33-42. Bilkan, Ali Fuat, "Nâbî'nin Hayrî-nâme Adlı Eseri", Millî Kültür, 1990, sy. 71, Nisan, s. 5255. Bilkan, Ali Fuat, "XVII. Yüzyılda Gelien Hikemî Tarz ve Nâbî'nin Hayrî-nâme'si", Türkler , Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye, 2002, c. XI, s. 742-747. Bilkan, Ali Fuat, “Klasik Estetikte Yeni Yöneliler: Orta Klasik Dönem (1600-1700): Mesneviler”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 293-308. Bilkan, Ali Fuat, “Nâbî’nin Mi’râc-nâme’si”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 1, 2008, s. 9-40. Binark, Naile, "Kutadgu Bilig 'de Evlenme, Aile ve Çocuk Terbiyesi", Türk Kültürü, 1970, sy. IX, s. 106-10. Bingöl, Necdet, "Mısır Memluk Devleti'nin âh-nâme'sinin Türkçe En Eski iir Çevirisi (XV.-XVI. Yüzyıl)", Türk Dili Aratırmaları Yıllıı - Belleten 1966, 1988, s. 65-76. Birnbaum, Eleazar, "The Date of Turkish Mesnevi Mihr ü Mah", Bulletin of the Scholl of Oriental and African Studies, 1960, c. XXIII, s. 138-319. Bombaci, Alessio, "Kutadku Bilig Hakkında Bazı Mülâhazalar", Köprülü Armaanı, stanbul: Osman Yalçın Matbaası, 1953, s. 65-75. Bonelli, Luigi, "Del Kutadku Bilik, Poema Turco dell XI Secola", Annali del R. Instituto Orientale di Napoli, c. VI, s. 3-38. Bokov, Vanço, "shak Çelebi'nin Üsküp çin Yazdıı ehrengizi", Sesler, 1969, sy. IV, Üsküp, s. 39-40. Bokov, Vanço, "ehrengiz u Turskoj Knjizevnostı ı ehrengiz o Mostaru, Radovi", Knjiya, 1970-1971, c. VI, Üsküp, s. 173-181. Boyraz, eref, "Dursun Fakih'in Umman Cengi Mesnevîsinin Yeni Bir Nüshası: Cumhurnâme", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 2, s. 215-274. Bozkaplan, erif Ali, “Abdî ve Câmasb-nâme’si”, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna Armaanı, Malatya, 1989, s. 11-20. Buluç, Sadettin, “eyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir Mesnevisi”, Türkiyat Mecmuası, 1969, c. XV, s. 247-263 . Buluç, Sadettin, “Elvan Çelebi’nin Menâkıbnâmesi”, Türkiyat Mecmuası, 1980, c. XIX, s. 1-6. Caferolu, Ahmet, "Nevaî'nin Türk Dilli "Hamse"si", Türk Dili, ubat 1966, c. XV, sy. 173, s. 298-300. Caferolu, A., “ran ’la Turan’ın Paylaılamayan îrîn’i”, arkiyat Mecmuası, 1972, c. VII, s. 59-68. Canım, Rıdvan, "Pend-nâmeler ve Türk Edebiyatında Benzer Nitelikli Nasihat Kitapları", Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1986, sy. I, s. 18-26. * * * * * * * * * * * * * * 668 668 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Canım, Rıdvan, "Edirneli Revânî'nin ret-nâme'si", Millî Eitim, Ocak 1989, sy. 81, s. 5362. Canım, Rıdvan, “Türk Edebiyatında Sâkînâmeler”, Millî Eitim Dergisi, 1991, sy. 106, s. 3841. Canım, Rıdvan, “ret-nâme Tasavvufî Bir Eser midir”, Akademik Aratırmalar, 1996, c. I, sy. 1, s. 9. Ceyhan, Adem, "Süleyman Nahîfî'nin Mevlidü'n-nebî Mesnevîsi", A.Ü. Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2000, sy. 17, s. 89-141. Ceyhan, Adem, "Âlim ve air Bir Osmanlı Müderrisi: Pîr Mehmed Azmî Bey ve Eserleri", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 1, s. 243-86. Cilâcı, Osman, "Kutadgu Bilig 'de Sosyal ve Dinî Motifler", Millî Kültür, Eylül 1987, sy. 58, s. 10-18. Clauson, Sir Gerard, "The Muhabbet-nâme of XWarazmi", Central Asiatic, 1962, c. VII, s. 247-55. Clermont-Ganneau, Charles, "Note sur on passage du Kutadku Bilik", Journal Asiatique, 1898, c. XI, sy. 9, s. 334-35. Cokun, Ali Osman, "Sâkî-nâmeler ve Kafzâde Fâizî'nin Sâkî-nâme'si", Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eitim Fakültesi Dergisi, 1994, sy. 9, s. 52-64. Cokun, Menderes, "Osmanlı Türkçesiyle Kaleme Alınmı Hac Seyahatnameleri: I", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: In Memoriam Agâh Sırrı Levend Hâtıra Sayısı I, 2000, c. XXIV, s. 91-108. Cokun, Menderes, “Osmanlı Türkçesiyle Kaleme Alınmı Edebî Nitelikli Hac Seyahatnameleri”, Türkler , Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye, 2002, c. XI, s. 806-814. Cokun, Menderes, "Mesnevilerde Klâsik âirlerle lgili Deerlendirmeler", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in Honor of Günay Kut, Essays Presented by Her Colleagues and Students I, Eylül 2003, c. XXVII, s. 313-368. Cunbur, Müjgan, “Murad-name”, Millî Kültür, ubat 1977, c. I, sy. 2, s. 60-63. Cunbur, Müjgan, “Mevlânâ ’nın lk Mütercimi Gülehrî”, Mevlânâ [Yirmi Altı Bilim Adamının Mevlânâ Üzerine Aratırmaları], Feyzi Halıcı (haz.), Konya, 1983, s. 31-35. Cunbur, Müjgân, "Ûdî ve Mâcerâ-i Mâh Adlı Eseri", Erdem, 1985, c. 1, sy. 1, s. 187-198. Cunbur, Müjgân, "Garîb-nâme ve Birlik Fikri", Millî Kültür, 1986, sy. 54, s. 63-67. Çaatay, N., "The Tradition of Mavlid Recitations in Islam Particularly in Turkey", Studia Islamica, 1968, c. 27, s. 127-35. Çaatay, Saadet, "Kutadgu Bilig 'de Odgurmu'un Kiilii", Türk Dili Aratırmaları Yıllıı Belleten 1967, 1988, s. 39-49. Çaatay, Saadet, " Kutadgu Bilig 'de Ögdülmi", Türk Kültürü, 1970, c. IX, sy. 98, s. 63-67. Çakıcı, Bilal, “Mehmed akir’in Manzum Mesnevi Tercümesi”, Erdem –Doumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s. 51-58. Çakır, Müjgan, “Kıyafet-nâmeler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 333-50. Çapan, Pervin, “Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda Tematik Olarak Ak”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 221-38. Çavuolu, Mehmed, “Yeniehirli Avnî Bey ve Mir’ât-ı Cünûn”, Symposium, stanbul, 1965, c. IV, sy. 1, s. 5-20. * * * * * * * * * * * * 669 669 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Çavuolu, Mehmed, “Talıcalı Dukâkin-zâde Yahya Bey’in stanbul ehr-engîzi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Austos 1969, c. XVII, s. 73-108. Çavuolu, Mehmed, “Hayretî’nin Belgrat ehrengizi”, Güney-Dou Avrupa Aratırmaları Dergisi, 1974-1975, sy. 2-3, s. 325-356. Çavuolu, Mehmed, “Hayretî’nin Yeniehir ehrengizi”, Güney-Dou Avrupa Aratırmaları Dergisi, 1975-1976, sy. 4-5, s. 81-100. Çelebiolu, Âmil, “Süleyman Nahîfî ve Fazîlet-i Savm [Zuhrü’l-âhire] Adlı Eseri”, Diyanet Dergisi, 1972, sy. 12, s. 342-350. Çelebiolu, Âmil, “XIII.-XV. [Yüzyıl] (lk Yarısı). Yüzyıl Mesnevilerinde Mevlânâ Tesiri”, Mevlânâ ve Yaama Sevinci, Feyzi Halıcı (haz.), Ankara: Konya Turizm Dernei, 1978, s. 99-133. Çelebiolu, Âmil, “Kabus-nâme Tercümesi Murâd-nâme’ye Dair”, Türk Kültürü, 1978, sy. 192, yıl: XVI, Ekim 1974, s. 719-28 (15-24). Çelebiolu, Âmil, "Yazıcı Salih ve emsiyyesi", slâmî limler Dergisi, 1976, sy. 1, Erzurum, s. 171-218. * * * Çelebiolu, Âmil, “Kıyâfe(t) lmi ve Akemseddinzâde Hamdullah Hamdî ile Erzurumlu brâhim Hakkı’nın Kıyâfetnâmeleri”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi Ahmet Caferolu Özel Sayısı, 1979, fasikül 2, sy. 11, Ankara, s. 305-47. Çelebiolu, Âmil, “Türk Edebiyatında Manzum Dînî Eserler”, ükrü Elçin Armaanı, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Armaan Dizisi, s. 153-66. Çelebiolu, Âmil, “Âık Ahmed’in Câmi’ü’l-ahbâr’ı”, Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü brahim Kafesolu Armaanı, 1985, Ankara, s. 171-87. Çelebiolu, Âmil, “Balıkesirli Devletolu Yusuf’un Fıkhî Bir Mesnevîsi”, Mehmet Kaplan çin, Ankara, 1988, s. 43-57. Çelebiolu, Âmil, “Zaîfî’nin Gazavât-ı Sultan Murad bni Muhammed Han Adlı Mesnevîsi”, Eski Türk Edebiyatı Aratırmaları, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1998, s. 151-8. Çelebiolu, Âmil, “Yazıcıolu Mehmed ve Muhammediyye’si”, Eski Türk Edebiyatı Aratırmaları, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1998, s. 159-74. Çelebiolu, Âmil, “Süleyman Nahîfî’nin Hicretü’n-nebî Adlı Mesnevîsi”, Türklük Aratırmaları Dergisi, 1987, sy. 2, stanbul, s. 53-87. Çelik, Ali, “XVIII. yy. Müelliflerinden Ahmed Müridî’nin Ahmediyye simli Eseri”, Akademik Aratırmalar Dergisi: Osmanlı Özel Sayısı, 2000, sy. 4-5, s. 85-101. Çelik, sa, "Mevlânâ 'nın Mesnevî'sinin Tercüme ve erhleri", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2002, yıl 9, sy. 19, s. 71-94. Çelik, sa, "Mevlânâ 'nın Mesnevî'sinin Yedinci Cildi Üzerine", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2002, yıl 9, sy. 20, s. 85-98. Çelik, sa, "Tasavvufî erh Edebiyatı Balamında Mesnevî erhlerinden Kırk Beyit Yorumu Üzerine Mukayeseli Bir nceleme", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2003, yıl 10, sy. 23, s. 33-56. Çeneli, rfan, "Türk Edebiyatında Sâkî-nâmeler", Türk Kültürü, 1972, c. X, sy. 115, s. 22-29. Çeneli, rfan, "Lâmi'î'nin Salamân u Absâl Adlı Mesnevîsi", Türk Kültürü, 1972, c. X, sy. 120, s. 22-26. Çeri, Bahriye, "stanbul'un Gözleri Mahmur ve ehrengizler", Celal Bayar Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1997, sy. 1, s. 222-31. Çetin, Nihad M., “Arapça Birkaç Darb-ı Meselin ve eyhî’nin Har-nâme’sinde ledii Hikâyenin Menei Hakkında”, arkiyat Mecmuası, 1972, c. VII, stanbul, s. 227-43. Çıkman, Zeki, “brahim Hakkı ve Karakter Tahlili”, Doumunun 300. Yılında Erzurumlu brahim Hakkı, hzr. Hikmet Eren, 2003, Ankara, s. 215-21. * * * * * * * * * 670 670 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Çınar, Bekir, "Tıflî Ahmed Çelebi ve Sâkî-nâme'si", Türklük Bilimi Aratırmaları, 2002, sy. 12, Nide, s. 111-53. Çifçi, Selcen, "XV. Yüzyıl airi Hatibolu ve Mesnevîsi: Bahrü'l-hakâyık", Afyon Kocatepe Üniversitesi, 1998, sy. 1, s. 185-95. Çulhaolu, Gülen, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevîsi’ndeki Ak likileri”, Dou Batı Düünce Dergisi –Ak ve Dou-, 2004, yıl 7, sy. 26, ubat-Mart-Nisan, s. 151-76. Dankoff, Robert, “Yûsuf-ı Meddâh, Varga ve Gülâh: A Fourteenth Century Anatolian Turkisch Mesnevî”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1978, c. II, s. 146-54. Dankoff, Robert, "Textual Problems in Kutadgu Bilig ", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1979, c. 3, s. 89-99. Dankoff, Robert, "Lyric in the Romance: The Use of Ghasals in Persian and Turkish Mesnevis", Journal of Near Eastern Studies, 1984, c. XLIII, sy. 1, s. 9-25. Dankoff, Robert, “The Romance of skender and Gülâh”, Turkic Culture –Continuity and Change-, Indiana: Indiana Universty, 1987, s. 95-103. Dedes, Yorgo, "Süleymân Çelebi's Mevlid: Text, Performance and Muslim - Christian Dialogue", inasi Tekin Anısına Uygurlardan Osmanlıya, stanbul: Simurg, 2005, s. 30549. Deirmençay, Veyis, “ntihânâme Mesnevisinde Mevlânâ ve Mevlevîlikle lgili Anlatımlar”, Yedi klim, 1997, c. 11, sy. 84, Mart, s. 53-58. Delice, brahim, "Nideli Muhibbî ve Gül ü Nevrûz Mesnevîsi", Türklük Bilimi Aratırmaları, 1997, sy. 4, s. 145-62. Demir, Yavuz, "Toprakla Gelen Dört Sıfat", Millî Kültür, 1987, sy. 56, s. 67-68. Demir, Yavuz, "eyhülislâm Yahyâ Efendi ve Sâkî-nâme'si", Millî Kültür, 1988, sy. 62, s. 34-38. Demirci, Mehmet, “Mesnevî erhleri ve ârihleri”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ocak 2004, yıl 33, sy. 1, s. 20-28. Demirel, Hamide, "The Love Story of Layla va Macnun", Dou Dilleri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Dou Dilleri ve Edebiyatları Dergisi, 1975, sy. 2, s. 191-95. Demirel, ener, “Behitî ve Heft Peyker”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 7, 1995, sy. 1-2, s. 57-65. Demirel, ener, "16. Asır Divan airlerinden Behitî ve Heft-peyker Mesnevîsi'nin Tematik Açıdan ncelenmesi", Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2001, sy. 9, s. 187-217. Demirel, ener, “Hüsn ü Ak’ta Atele lgili Tebih Unsurları”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2005, c. 15, sy. 2, s. 81-105. Demirel, ener, “Mevlânâ ’nın Mesnevî’si ve erhleri”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 469-504. Demirel, Mustafa, “Kemâl Paazâde ve Yûsuf u Zelîhâ’sı”, Türk Dünyası Aratırmaları Dergisi, 2005, sy. 154, ubat, s. 209-38. Demirta, Ahmet, "Kutadgu Bilig 'deki Hükümdar Küntogdı Tipine Göstergebilimsel Açıdan Bir Yaklaım Denemesi", Türklük Bilimi Aratırmaları, 2004, sy. 15, Nide, s. 161-74. Demirta, Faruk K., ""Husrev ü îrîn" ve "Ferhâd ü îrîn" Yazan airlerimiz", Türk Dili, c. I, sy. 10, Temmuz, s. 567-73. Demirta, Faruk K., "eyhî'nin Husrev ve irin'i Üzerine Notlar", Türk Dili, 1953, c. III, sy. 25, Ekim, s. 18-21. Deniz, Sebahat, “Cemîd ü Hurîd Mesnevisindeki Temsîli Hususiyetler”, Türklük Aratırmaları Dergisi, 1993, sy. 7, yıl 1991-92, stanbul, s. 187-202. * * * * * * * * 671 671 ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV AHMET KARTAL Deniz, Sebahat, “Boyacıolu’nun “Anâsır-ı Erba’a” Adlı Mesnevîsi”, Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 2, stanbul, s. 161-82. Deniz, Sebahat, "Kutadgu Bilig ve Türk Mesnevi Edebiyatındaki Yeri", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 1, stanbul, s. 23-38. Deniz, Sebahat, “Kutadgu Bilig ’de Bilgi”, Sahn-ı Seman Bilgi Dergisi, 2000, Mayıs-HaziranTemmuz, s. 51-55. Deniz, Sebahat, “Kadızâde Mehmed lmî ’nin Sultan IV. Murad çin Yazdıı Manzum Duânâme’si”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 1, 2008, s. 9-40. Derdiyok, . Çetin, "Miftâhu'l-ferec'in ki Yeni Nüshası", Bir, Türk Dünyası ncelemeleri Dergisi, 1995, sy. 4, s. 45-59. Derdiyok, . Çetin, "Adana l Halk Kütüphanesi'nde Bulunan Bir Hikâyet-i brâhîm Edhem Nüshası", Türkoloji Aratırmaları - Fuat Özdemir Anısına -, 1997, Adana, s. 125-39. Derdiyok, . Çetin, "XVI. Yüzyıl airlerinden Azîzî'nin Nigâr-nâmesi'nin Yeni Bir Nüshası", Türkoloji Aratırmaları - Fuat Özdemir Anısına -, 1997, Adana, s. 141-54. Derdiyok, . Çetin, "Füzûnî ve Gül-i Sad-berg'i", Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2005, c. 14, sy. 1, s. 181-200. Develi, Hayati, "Eski Türkiye Türkçesine Ait Manzum Bir Mi'râc-nâme", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1998, sy. XXVIII, s. 81128. Diclehan, akir, "Divan Edebiyatımızda Mi'râciyeler", slâmî Edebiyat, 1989, sy. 3, s. 18-21. Dilaçar, Agop, "Kutadgu Bilig 'in 900. Yıldönümü (1069-1070) ve Balasagunlu Yusuf", Türk Dili, 1969, sy. 211, s. 6-17. Dilberîpûr, Asgar, “Türk Edebiyatında Nizâmî’nin Takipçileri ve Hamse’sine Nazire Yazanlar”, çev. M. Fatih Köksal, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1999, sy. 8, Sivas, s. 199238. Dilçin, Cem, “XIII. Yüzyıl Metinlerinden Yeni Bir Yapıt: Ahvâl-i Kıyâmet”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1978, s. 49-86. Dilçin, Cem, “Mantıku’t-tayr’ın Manzum Çevirileri Üzerine Bir Karılatırma”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi, 1993, sy. 369, s. 35-56. Dilçin, Cem, "Mecnûn-nâme, Tehzil-i Leylâ vü Mecnûn", Journal of Turkish Studies = Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı I, 1997, c. 21, s. 230-301. Dilemre, Ahmet Cevat, "Hüsn ü Ak", Muhit, 1948, sy. 7, s. 41. (Dilmen), brahim Necmi, "Kutadgu Bilig 'in Vezni", Yarın, 1921, sy. 5, s. 3. Diriöz, Meserret, "Hayrî-nâme (Hayriyye) airine Göre lim ve Ahlâka Verilen Deer", Millî Kültür, 1979, yıl I, sy. 12, s. 46-48. Dizdarolu, Hikmet, “Mevlîd ve Süleymân Çelebi”, Hisar, 1955,c. III, sy. 57, Ocak, s. 6-7. Dizdarolu, Hikmet, "Eski Edebiyatımızın Bir Ak Hikâyesi", Türk Dili, sy. 148, s. 209-12. Dizdarolu, Hikmet, "Muhibbî ve Mevlîd'i", Folklor, 1970, sy. I, s. 14. Doan, Ahmet, “Hüsn ü Ak’ta mgeler”, Fırat Üniersitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2006, c. 16, sy. 1, s. 109-19. Doan, Ahmet, “Eski Türk Edebiyatı’nda Hüsrev ü îrîn ve Hüsn ü Ak”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 389-400. Doan, Muhammed Nur, “XV. Yüzyıl Anadolu - Osmanlı Edebiyâtının Tekâmülüne Toplu Bir Bakı”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1988, sy. 56, Ekim, s. 100-143. Doan, M. Nur, “Lâle Devri airlerinden shak Efendi’nin Orijinal Mesnevîsi: Bi’set-nâme”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1997, sy. 27, s. 101-68. * * * * * * * * * * * * * * * * * 672 672 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Dolu, Hâlide Cemil, “Yûsuf Hikâyesi Hakkında Birkaç Söz ve Bazı Türkçe Nüshalar”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1952, c. IV, stanbul, s. 419-45. Dolu, Halide, "Sultan Hüseyn Baykara Adına Yazılmı Çaatayca Manzum Bir Yûsuf Hikâyesi", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1954, sy. V, s. 51-58. Dolu Halide, "Yûsuf Hikâyesinde Ak Temi", Türk Düüncesi, 1954, sy. 1, s. 105-9. Dolu, Halide, “Dâstân-ı Varka ve Gülâh’ın Fiil Çekimi”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1954, 1988, Ankara, s. 221-31. Duman, Musa, “XV. Yüzyıl airlerinden brahim Bey”, lmî Aratırmalar, 1996, sy. 2, s. 7378. Duman, Musa, "brahim Bey'in Mi'râc-nâmesi", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1997, sy. XXVII, s. 169-238. Dursunolu, Halit, "Klasik Türk Edebiyatında Bir ehrin Güzelleri ve Güzellikleri ile lgili Eserler (ehrengizler)", TDAY-Belleten 2003/2, s. 57-74. Ece, Selami, “Türk Edebiyatında Mihr ü Vefâ Mesnevîsi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1998, sy. 10, Erzurum, s. 117-28. Ece, Selami, "Modern Öyküleme Teorileri Açısından Mesnevi", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2002, yıl 9, sy. 20, s. 99-106. Ece, Selami, "Mûyî ve Nâlân u Handân Mesnevîsi", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2004, sy. 23, Erzurum, s. 57-71. Ece, Selami, “Mesnevîlerde Öyküleme Özellikleri ve Üslup”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2004, yıl 10, sy. 23, Erzurum, s. 11-21. Ediskun, Haydar, "Kutb'un Hüsrev ü irin'i ve Dil Özellikleri", Türk Dili, 1969, sy. 20, s. 4347. Eri, Sadettin, “Vîs ü Râmîn Mesnevîlerinde Kahramanların Özellikleri ve Ak Anlayıları”, lmî Aratırmalar, 2001, sy. 12, s. 95-109. Eker, Süer, “Yusuf Has Hacib, “Kutadgu Bilig ” (1069)”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 193-200. Eliaçık, Muhittin, "Gubârî'nin Zindanda Yazdıı Menâsikü'l-hac Mesnevîsi", lmî Aratırmalar, 2004, sy. 17, stanbul, s. 105-14. Elçin, ükrü, "Hasanü'l-ükrî Veysel Karanî Hikâyesi", Marmara Üniversitesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1993, sy. 7, s. 203-42. Elçin, ükrü, " Hasanü'l-ükrî'nin Mansûr-nâme'si", Bir, Türk Dünyası ncelemeleri Dergisi, Prof. Dr. Kemal Eraslan Armaanı, 1998, sy. 9-10, s. 181-200. Elgin, Necati, "Dâvud-ı Halvetî'nin Gülen-i Tevhîd'i", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1965, sy. XIII, s. 91-98. Emin, Abid, "Fuzûlî'nin Malum Olmayan Bir Eseri: Sohbetü'l-esmâr", Hayat Mecmuası, 1927, c. I, sy. 16, s. 314. Eraslan, Kemal, "Manzum Ouznâme", Türkiyat Mecmuası, 1976, c. XVIII, s. 169-236. Eraslan, Kemal, "Manzum Ouznâme ile lgili ki Not", Türkiyat Mecmuası, 1980, c. XIX, s. 345-46. Eraslan, Kemal, “Ahmedî, Münazara (Telli Sazlar Atıması)”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1986, c. XXIV-XXV, stanbul, s. 129-204. Eraslan, Kemal, "Baba lyâs-ı Horasanî'ye Ait Halvetle lgili Manzum Bir Risale", Türkiyat Mecmuası, 1997, c. XX, s. 131-94. Ercan, Özlem, “Kâmî Mehmed Efendi ve Firûznâme”, U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2002, sy. 3, s. 115-34. * * * * * * * * * * * * * * * * * 673 673 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Erdal, Marcel, "Constraints on Poetic Licence in the Qutadgu Bilig: The Converb and Aorist Vowels", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 19801986, c. XIV-XV, s. 205-14. Erdoan, Mustafa, “Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın Özellikleri”, Erdem –Doumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s. 5981. Eren, Abdullah, “Hüsn ü Ak’ın Kurgusunda Belirleyici Faktörlerden Biri Olarak Acz”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 239-52. Erimer, Kayahan, “Gün Iıına Çıkan Deerli Bir Eser”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1973-1974, 1974, Ankara, s. 265-81. Erien, Gülgün, “Bursalı Rahmî ve Gül-i Sad-berg’i”, Türkoloji Dergisi, 1992, c. 10, sy. 1, Ankara, s. 285-315. Erkal, Abdülkadir, “Celâlî’nin Mîr-i Alem Adlı Eseri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1997, sy. 9, Erzurum, s. 65-77. Erkal, Abdülkadir, “Lâmi’nin Ferhâd u îrîn Mesnevîsi”, A.Ü. Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1997, sy. 8, s. 51-66. Erkal, Abdülkadir, “Kıyâfetnâmeler Üzerine”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1999, sy. 13, Erzurum, s. 217-25. Erkal, Abdülkadir, “Mîr-i Alem Mesnevîsinin airi Celâlî Hakkında”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1999, sy. 11, Erzurum, s. 131-36. Erkal, Abdülkadir, “Türk Edebiyatında Hilye ve Cevrî’nin Hilye-i Çâr-yâr-i Güzîn’i”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1999, sy. 12, Erzurum, s. 111-31. Erolu, Süleyman, “Âsafî ’nin ecâat-nâme Mesnevîsi”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 253-97. Ersoylu, Halil, “Fal, Falnâme ve Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultân”, slâm Medeniyeti, 1981, c. 5, sy. 2, stanbul, s. 69-81. Ersoylu, Halil, "Kutadgu Bilig 'de Kur'ân-ı Kerim Ayetlerinden lhamlar", Türk Dünyası Aratırmaları, 1981, sy. 15, s. 15-21. Ersoylu, Halil, “Kutadgu Bilig ’deki Arapça ve Farsça Asıllı Kelimeler”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1983, sy. 27, Aralık, s. 121-38. Ersoylu, Halil, "Fal, Fal-nâme ve Bir Çiçek Falı Der-Aksâm-ı Ezhâr", Türkiyat Mecmuası, 1997, c. XX, s. 195-254. Ersoylu, Halil, “Kutadgu Bilig ’de ki Ayrı Biçimde Transkripsiyonlanmı Arapça ve Farsça Kökenli Kelimelerin Birletirilmesi” TDAY-Belleten 1987, 1992, s. 165-72. Ersoylu, Halil, "Hikâyet-i Ebû Derdâ ve Hatun", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1998, c. XXVIII, s. 289-340. Ersoylu, Halil, “Fuzûlî ile Mecnûn”, Osmanlı Aratırmaları –Prof. Dr. Mehmed Çavuolu’na Armaan- I, 2005, sy. 25, s. 167-186. Ertaylan, smail Hikmet, “Yeni ve Deerli Bir Dil ve Edebiyat Belgesi, Tarîkat-nâme”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1946, c. I, sy. 34, s. 235-44. Ertaylan, . Hikmet, “Yûsufî-i Meddâh Yeni ki Varaka ve Gülah Nüshası -Hâmû-nâme, Dâsitân-ı blîs-i ‘Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Huseyn”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1946, c. 1, sy. 1, stanbul, s. 105-21. Ertaylan, . Hikmet, "Varvarî Ali Paa", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1946, c. II, stanbul, s. 155-70. * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 674 674 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Ertaylan, . Hikmet, "Üç Manzum Tarihi Vesika", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1947, c. II, s. 47-58. Fazılov, E. I., "Un Texte Inèdit En Proto-Çagatay", Turcica, 1972, c. IV, s. 43-77. Fazılov, E. I., “Kutb’un Hüsrev ü irin Yazmasında Bulunan Kayıtlar”, çev. Nazif Hoca, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1975, c. 21, 31 Aralık 1973, stanbul, s. 89-96. Fevziye Abdullah, “Nizâmî - eyhî, Hüsrev ü îrîn Mukayesesi”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1950, c. I, sy. 1-2, stanbul, s. 263-81. Fitret, "Kutadgu Bilig ", Me'arif ve Okutguçı, 1925, sy. 2, s. 68-74. Fitret, "Kutadgu Bilig ", Türkiyat Mecmuası, 1926, c. I, s. 343-47. Fitret - Rachmeti "Qutadgu Bilig", Ungarische Jahrbücher, 1927, c. VI, s. 154-58. Flemming, Barbara, "Fahri's Husrev u irin Wom Jahr 1367", Zeitshrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, 1965, c. 115, s. 36-64. Fodor, Pàl, "Ahmedi's Dâsitân as a Source of Early Ottoman History", Acta Orientalia hungarica, 1985, c. 39, f. 1, Budapest, s. 41 vd. Gallotta, Aldo, "II Salsal-nâme", Turcica, Mèlanges Offersts Ä Irène Mèlikoff, 1991, c. XXIXXIII, s. 175-90. Gallota, A., “Tuhfetü’l-uâk di Hamdî”, Un Ricordo Che Non Si Spegne: Scritti di Docenti e Collaboratori dell’ Istituto Universitario Orientale di Napoli in Memoria di Alessandro Bausani, Naples: Istituto Universitario Orientale, Dipartimento di Studi Asiatici, 1995, s. 77-102. Gandjei, Tourkhan, "II Muhabbet-nâma di Harezmî", Annali dell'Inst. Univers. Orientale di Napoli, 1957, c. VI, s. 131-61. Gandjei, Tourkhan, "II Muhabbet-nâma di Harezmî", Annali dell'Inst. Univers. Orientale di Napoli, 1958, c. VII, s. 135-66. Gandjei, Tourkhan, "II lessico del Muhabbet-nâma ", Annali dell'Inst. Univers. Orientale di Napoli, 1959, c. VIII, s. 91-102. Gencevi, Turhan, “Bir Edebî Eserin Yaratılıı ve Tavsifi: Dehnâme ‘On Ak Mektubu’”, terc. Aye Gül Sertkaya, lmî Aratırmalar, 2001, sy. 11, s. 167-74. Genç, lhan, “Hüsn ü Ak Kahramanı Ak’ın Manevî Yolculuunun Retorik Boyutu”, Tunca Kortantamer çin, zmir, 2007, s. 217-244. Gençtürk Demirciolu, Tülay, “XVII. Yüzyıldan Bir Mesnevî: Âsaf-nâme”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları:In Memoriam Agâh Sırrı Levend Hâtıra Sayısı II, 2000, c. 24, s. 11-36. Göçgün, Önder, “Devrinin Sosyal ve Edebî artları çinde: Âık Paa”, Türk Kültürü, 1986, c. XXIV, sy. 282, Ekim, s. 19-29 [619-29]. Göçgün, Önder, "Eserlerinin Iıında Fikrî ve Edebî Hüviyeti le Ali îr Nevâî", Bir -Prof. Dr. Kemal Eraslan Armaanı-, 1998, c. 9-10, s. 227-44. Gökalp, Haluk, “Bir Osmanlı Memurunun Hâl-i Pür-Melâli: Sergüzet-i stolçevî”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2004, c. XIII, sy. 1, Adana, s. 151-66. Gökalp, Haluk, “Risâletü’n-nushiyye’de Tahkiyevî Unsurlar”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 298-325. Göken, Enver Naci, "Kabusname (Mercimek Ahmet), Leylâ le Mecnûn", Türk Dili, 1967, sy. 188, s. 663-64. Göken, hsan, “Hüsn ü Ak’tan Bir Esinti”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festschrift in Honor of Günay Kut III, 2004, c. 28, s. 32. Gökyay, Orhan aik, “Kul Ata Mesnevisi”, Ülkü, 1937, c. IX, sy. 53, Temmuz, s. 342-8. Gökyay, Orhan aik, "Leylâ ve Mecnûn", Yücel, sy. XVII, s. 99. * * * * * * * * 675 675 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Göre, Zehra, “Lutfî Muhammed Efendi’nin Hilye-i Hazret-i Mevlânâ ’sı”, Erdem – Doumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s. 111-28. Gövsa, . Alaattin, "Sünbül-zâde Vehbî'ye Nazaran Terbiye ve Tahsil", Tedrisat Mecmuası, 1341, sy. 66, s. 209-18. Graft, K. H., "Vîs und Râmin, Inhaltanalyseu. übers. -Proben", Zeitschrift der Deutschen Morgenlün dischen Gesellschaft, 1869, c. 23, s. 375-433. Gülda, Ayhan, "Fetret Devrindeki ehzadeler Mücadelesini Anlatan lk Manzum Vesika", Türk Dünyası Aratırmaları, 1991, sy. 72, s. 99-110. Güleç, smail, "Türk Edebiyatında Mesnevî Tercüme ve erhleri", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in Honor of Günay Kut, Essays Presented by Her Colleagues and Students II, 2003, c. 27, s. 16176. Güleç, smail, "Mereb'in Kitâb-ı Mebde'-i Nûr'u Mevlânâ 'nın Mesnevîsinin erhi midir?", lmî Aratırmalar, 2003, sy. 16, s. Güleç, smail, “Türk Edebiyatında Cezîre-i Mesnevî erhleri”, Osmanlı Aratırmaları=The Journal of Ottoman Studies –Prof. Dr. Nejat Göyünç Armaanı- 2, 2004, sy. 24, s. 41-60. Gülensoy, Tuncer, "Kutadgu Bilig 'den Hikmetler", Türk Kültürü, 1970, c. IX, sy. 98, s. 89105. Gülensoy, Tuncer, " Kutadgu Bilig Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi", Bibliyografya, 1973, c. II, sy. 4, s. 109-16. Gülensoy, Tuncer, “Âık Paa’nın Garîb-nâme’sinde Dinî ve Tasavvufî Unsurlar”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1994, sy. 5, Kayseri, s. 155-73. Güler, Zülfü, “Leylâ ve Mecnûn Hikâyelerinde Aile”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 9, 1999, sy. 1, s. 101-128. Güllüce, Hüseyin, “Mesnevî’de Temsilî Anlatım ve Hikâye ve Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması”, Erdem –Doumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s. 129-60. Gülseren, Cemil, “15. Yüzyıl airi Halilî ve Orijinal Bir Mesnevî: Fürkat-nâme”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1999, sy. 3, s. 45-53. Gümükılıç, Mehmet, "Tursun Fakîh'in Yeni Bir Eseri", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in Honor of Günay Kut, Essays Presented by Her Colleagues and Students II, 2003, c. 27, s. 177-220. Güngör, Zülfikar, “Türk Edebiyatındaki Hilye-i Nebevî Türünün Douu, Geliimi ve Sebepleri”, Tasavvuf, 2003, yıl 4, sy. 10, Ocak-Haziran, s. 185-99. Gürer, Abdulkadir, Nev’î’nin Kayıp Sanılan ki Eseri: “Münâzara-i Tûtî vü Zâ” ve “Gevheri Râz”, Türk Dilleri Aratırmaları, 2005, sy. 15, s. 85-179). Gürgendereli, Müberra, "Edirneli Örfî 'nin Leylâ ve Mecnûn'u", lmî Aratırmalar, 2002, sy. 14, stanbul, s. 73-82. Gürgendereli, Müberra, “Hasan Ziyâ’î’nin Kıssa-i eyh Abdürrezzak Mesnevîsi”, Bilge, 2000, sy. 24, Bahar, s. 125-27. Gürgendereli, Müberra, "Hasan Dâni Be'in Sâkînâmesi", Türk Kültürü, 2002, yıl 40, sy. 470, s. 335-40. Gürgendereli, Müberra, "Örfî Mahmud Aa ve Mahabbetnâme Mesnevisi", Türk Kültürü nceleme Dergisi, 2002, sy. 6, s. 85-106. Güzelbey, Cemil Cahit, “Baliolu brahim ve Hikmetname”, Gaziantep Kültür Dergisi, 1972, c. 13, sy. 6, s. 3-4. Güzelova, Hanzâde, “Abdî’nin Bilinmeyen Mesnevîsi: Heft-peyker Tercümesi”, bilig, 2006, sy. 38, s. 35-49. * * * * * * * * * * * * * * * 676 676 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Hacıeminolu, Necmettin, "Bizim Romanlarımız ve Hüsrev ü îrîn", Hisar, 1964, sy. 81, Ocak, s. 21-22. Hartmann, Martin, "Zur Metrischen Form des Kutadgu Bilik", Keleti Szemle, 1902, c. III, Budapest, s. 141-53. Haydar, Çoban Hıdır, “Bilinmeyen Bir Yûsuf u Züleyhâ El Yazması”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı –Belleten 1996, 1999, s. 105-28. Hidayet, Nuraniye, "Ali îr Nevâî'nin Mehur Destanı Ferhâd le îrîn Üzerine", Kemalizm, 1992, c. XXX, sy. 354, s. 26-28. Holbrook, Victoria, "Alegorinin Ölümü: Hüsn ü Ak'ın Özgünlüü", Defter, 1996, sy. 27, s. 65-80. Horata, Osman, “Yûnus Emre ’nin Risâletü’n-nushiyye Mesnevîsi”, Türk Kültürü Aratırmaları –Prof. Dr. ükrü Elçin’e Armaan, 1993, yıl 29, sy. 1-2, s. 172-203. Horata, Osman, “XV. Yüzyıl airlerinden Cemâlî’nin Hayatı ve Eserleri”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1991, c. 8, sy. 1-2, Ankara, s. 51-83. Horata, Osman, “Cemâlî’nin Hümâ vü Hümâyûn Mesnevisi”, Marmara Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1993, sy. 7, stanbul, s. 281-306. Horata Osman, “Hâcû-yı Kirmânî ve Cemâlî’nin Hümâ vü Hümâyûn Mesnevîlerinin Karılatırılması”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, 2000, c. 24, Harvard Universitiy, s. 121-135. Horata, Osman, “Klasik Estetikte Hazan rüzgârları: Son Klasik dönem (1700-1800): Mesneviler”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 545-62. Hulûsi, erif, “Ferheng-nâme-i Sa’dî’nin Üçüncü Nüshası ve Veled Çelebi-Kilisli Rıfat Neri ile Mukayesesi”, Türkiyat Mecmuası, 1934, c. IV, stanbul, s. 295-303. laydın, Hikmet, "Behrâm-ı Gûr Menkabeleri Mîr Ali îr Nevâî ile Hâtifî'nin Eserleri Arasında Müterek Bazı Hususiyetler Hakkında", Türkiyat Mecmuası, 1936, c. V, s. 27590. laydın, Hikmet T., “Behrâm-ı Gûr Hikâyeleri”, Türkiyat Mecmuası, 1953, c. X, stanbul, s. 275-90. mamolu, Ahmet Hilmi, “Lutfiyye-i Vehbî”, Türk Edebiyatı, 1996, yıl 24, sy. 267, s. 33-36. mzasız, "Ondördüncü Asır Yazmalarından Nümuneler: Gülehrî'nin Felekname'sinden", Türk Dili Belleten, 1941, sy. 7-8, s. 113-28. nan, Abdülkadir, "Kutup'un Husrev ve irin'inden Örnekler", Türk Dili Belleten, 1950, sy. 14-15, s. 5-28. nan, Abdülkadir, "Yusuf Has Hacib'in Eseri Kutadgtu Bilig Üzerine Notlar", Türk Kültürü, 1970, c. IX, sy. 98, s. 44-58. nce, Adnan, “XVI. Yüzyıl airlerinden Abdî ve Eserleri”, Türk Dili, 1986, sy. 410, s. 18692. nce, Adnan, “Abdî’nin Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ’sı”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1987 I (2), 1987, s. 155-206. nce, Adnan, “Cemîd ü Hurîd Mesnevileri”, Fırat Üniversitesi Dergisi [Sosyal Bilimler], 1989, c. 3, sy. 2, Elazı, s. 109-39. nce, Adnan, “Gül ü Nevrûz mesnevîleri ve Sâbir’in Eserinden Seçme Beyitler”, Journal of Turkish Studies = Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı, 1998, c. 22, s. 103-31. nce, Adnan, "Medhî'nin Rıdvân âh Hikâyesi", Bir, Prof. Dr. Kemal Eraslan Armaanı, 1998, sy. 9-10, s. 273-308. sen, Mustafa, “Usûlî’nin Yenice ehr-engîzi”, Mehmet Kaplan çin, Ankara: Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay., Ankara, 1988, s. 131-48. * * * * * * * * * * 677 677 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV sen, Mustafa - Hamit Bilen Burmaolu, "Bursa ehrengizi Lâmi'î Çelebi", Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1988, sy. 3, s. 57105. sen, Mustafa – Hamit Burmaolu, “Lâmî’nin Bursa ehrengizi”, Yedi klim, 1993, c. 5, sy. 40, Temmuz, stanbul, s. 103-5. (zbudak) Veled Çelebi, "Süleymân Çelebi Mevlîdi ve Mehazları", Hayat Mecmuası, 1927, sy. 45, s. 56. Jansky, Herbert, "Die Chronic des Ibn Tulun als Geschichtsquelle über den Feldzug Sultan Selim's I, gegen die Mamluken", Der Islam, 1929, c. XVIII, Wien, s. 24-33. Jemma, E., “II Fakrnâme Libro Della Poverta di Âıq Pasa”, Estatto dalla Rivista Degli Studi Orientali, 1954, c. XXIX, Rom a, s. 219-45 Joseph, Thury, “On Dördüncü Asır Sonlarına Kadar Türk Dili Yâdigarları”, Millî Tetebbular Mecmuası, 1331, çev. Ragıp Hulusî, c. 2, sy. 4, Terînievvel-Eylül, s. 81-133. Kabahasanolu, Vahap, “Har-ı Miskîn Eser ken Seyran (eyhî’nin har-nâme Adlı Eseri Hakkında)”, Türk Edebiyatı, 1979, sy. 63, s. 18-20. Kabaklı, Ahmet, "Destan, Mesnevî, Roman", Türk Edebiyatı, 1991, sy. 216, s. 5-6. Kahraman, Bahattin, “Heft Peyker Çevirileri ve Ali îr Nevâî’nin Seb’a-i Seyyâre’si”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1995, sy. 9-10, s. 345-66. [Sunulan Bildiri] Kahraman, Bahattin, "Nâlî ve Eserleri", Bir, 1998, sy. 9-10, s. 309-20. Kahraman, Mehmet, "Fuzûlî'nin Leylâ ve Mecnûn Romanı", Yedi klim, 1995, c. X, sy. 67, s. 26-28. Kahraman, Mehmet, “Mecnûn-I”, Yedi klim, 1997, c. XI, sy. 83, s. 41-43. Kahraman, Mehmet, “Mecnûn-II”, Yedi klim, 1997, c. XI, sy. 84, s. 44-49. Kahraman, Mehmet, “Mecnûn-III”, Yedi klim, 1997, c. XI, sy. 85, s. 42-49. Kahraman, Mehmet, “Modern ‘Roman’ Bilgilerimiz Iıında ‘Leylâ ve Mecnun’”, Yedi klim, 1998, sy. 95, ubat, stanbul, s. 28-33. [Sunulan Bildiri] Kahraman, Mehmet, "Fuzûlî'nin Leylâ ile Mecnûn Romanı", Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1997, sy. 3, s. 181-86. [Sunulan Bildiri] Kaplan, Mahmut, “Neâtî’nin Hilye-i Enbiyâ’sı”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1991, sy. 2, s. 149-66. Kaplan, Mahmut, “Ahmed-i Dâî’nin Vasiyyet-i Nuirevân Tercümesi”, slâmî Edebiyat, 1992, sy. 19, s. 23-34. Kaplan, Mahmut, “Divan Edebiyatında Manzum Nasihat-nâme Yazan airler ve Eserleri – I”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1992, sy. 1, s. 23-68. Kaplan, Mahmut, “Divan Edebiyatında Manzum Nasîhat-nâme Yazan airler ve Eserleri I”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi 3, 1992, sy. 3, s. 23-68. Kaplan, Mahmut, “Ahmed-i Dâî’nin Vasiyyet-i Nuirevân Tercümesi: Metin”, Erciyes, 1993, sy. 191, s. 23. Kaplan, Mahmut, “Gubârî Abdurrahman Efendi’nin Pend-nâmesi”, Yedi klim, 1993, c. 5, sy. 39, Haziran, stanbul, s. 34. Kaplan, Mahmut, “Deh-murg Üzerine”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1997, yıl 1, sy. 1, s. 305-9. [Sunulan Bildiri] Kaplan, Mahmut, "Edhemî'nin hyâ-yı Dil'i", Journal of Turkish Studies: Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı III, 1999, c. 23, s. 87-116. Kaplan, Mahmut, “Manzum Nasîhat-nâmelerde Yer Alan Konular”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2001, sy. 9, Konya, s. 133-85. * * * * 678 678 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Kaplan, Mahmut, “Türk Edebiyatında Manzum Nasihat-nâmeler”, Türkler , c. 11, editörler Hasan Celâl Güzel - Kemal Çiçek - Salim Koca, Ankara: Yeni Türkiye, 2002, s. 791-99. Kaplan, Mehmet, "Nâbî ve Orta nsan Tipi", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1961, c. 11, s. 24-45. Kaplan, Mehmet, "Destan, Mesnevî ve Roman", Hisar, 1975, c. XV, sy. 139, s. 3-6. Kaplan, Mehmet, “Âık Paa’da Birlik Fikri”, Edebiyatımızın çinden, stanbul: Dergâh Yay., 1978, s. 23-25. Kaplan, Mehmet, “Âık Paa ve Birlik Fikri”, Türk Edebiyatı Üzerinde Aratırmalar 1, stanbul: Dergâh Yay., 1992, s. 177-89. Kara, Mehmet, "Kutadgu Bilig 'de Kuran ve Hadisin Tesiri", Türk Dünyası Aratırmaları, 1991, sy. 72, s. 49-85. Karacan, Turgut, “Sâbit, Berbernâme”, Çevren, yıl XVII, sy. 76, Pritine, 1990, 37-44. Karacasu, Barı, “Türk Edebiyatında ehr-engîzler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 259-313. Karahan, Abdülkadir, "Türk Edebiyatında Arapçadan Nakledilmi Kırk Hadis Tercüme ve erhleri", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1953, sy. 5, s. 59-84. Karahan, Abdülkadir, "Hakânî'nin Kırk Hadis Tercümesi", Türk Dili, 1953, c. II, sy. 16, Ocak, s. 199-203. Karahan, Abdülkadir, “XV. Yüzyıl Edebiyatımızda Mesnevîler ve Abdülvâsi Çelebi’nin Halil-nâme’si”, Atti del Trezo Congresso di Studi Arabie slamici (Ravello, 1-6 Settembre 1966), 1967, Napoli, s. 417-24. Karahan, Abdülkadir, “Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Temi”, Eski Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul: stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., 1980, s. 73-83. Karahan, Abdülkadir, “Hamseler”, Eski Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul: stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., 1980, s. 103-6. Karahan, Abdülkadir, “XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı ve Devletolu Yûsuf’un Vikâye Tercümesi”, Eski Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul, 1980, s. 241-48. Karahan, Abdülkadir, “Sâkî-nâmeler”, Eski Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul: stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., 1980, s. 117-23. Karahan, Abdülkadir, “lk Osmanlı Edebiyâtının ncelenmemi Dinî Bir Mesnevîsi: Hikâyet-i Hadîce Tezvîc-i Muhammed”, Eski Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul: stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., 1980, s. 225-32. Karahan, Leyla, "Darîr'in Kıssa-i Yûsuf Mesnevîsi'nin Bilinmeyen Bir Yazması", Türk Kültürü Aratırmaları, 1988, c. XXVI, sy. 1, s. 151-55. Karaköse, Saadet, "Türk Edebiyatında Ferhad ü irin ve Leylâ vü Mecnûn Mesnevîlerinin Mukayesesi ve Mecnûndaki Tasavvufî Unsurlar", Gazi Eitim Fakültesi Dergisi - Dr. Himmet Biray Özel Sayısı -, 1999, s. 535-43. Karamanlıolu, A.Fehmi, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîni”, Türk Kültürü, 1963, c. II, sy. 14, Aralık, s. 89-90. Karamanlıolu, A. Fehmi, "Kutadgu Bilig ve Kumandan", Türk Kültürü, 1967, c. V, s. 45-58. Karamanlıolu, A. Fehmi, "Kutadgu Bilig 'in Diline ve Adına Dair", Türk Kültürü, 1970, c. IX, sy. 98, s. 59-63. Karata, A. Turan, "mâm Mahlaslı Bir air ve Mesnevîsinin Baına Gelenler", Yedi klim, 1992, sy. 31, s. 41-43. Kartal, Ahmet, “eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî ve Eserleri”, Bilig, 1998, sy. 7, s. 136-154. Kartal, Ahmet, “eyh Baba Yûsuf’un Kıyâfet-nâme’si”, Akademik Bakı, 1998, sy. 4, s. 55-8. * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 679 679 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Kartal, Ahmet, “Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn’i ile Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’inin Mukayesesi”, Türk Yurdu –Türk Romanı Özel Sayısı-, 2000, sy. 153-154, s. 360-383. Kartal, Ahmet, “Sa’dî-i îrâzî’nin Gülistân simli Eseri’nin Türkçe Tercümeleri”, Bilig, 2001, sy. 16, s. 99-126. Kartal, Ahmet, “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Bilig, 2001, sy. 19, s. 69-119. Kartal, Ahmet, “Ahmet Remzî’nin Tuhfe-i Remzî simli Eseri”, Bilge, 2001, sy. 28, s. 159161. Kartal, Ahmet, “Sa’dî-i îrâzî’nin Bostan simli Eserinin Türkçe Tercüme ve erhleri” Türk Kültürü ncelemeleri, 2001, sy. 5, s. 99-120. Kartal, Ahmet, “Câmî'nin Yûsuf u Züleyhâ'sı le Hamdullah Hamdî'nin Yûsuf u Züleyhâ'sının Mukayesesi", Diriözler Armaanı Prof. Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, (haz. M. Fatih Köksal - Ahmet Naci Baykoca), Ankara, 2003, s. 93-139. Kartal, Ahmet, "Sa'dî'nin Bostan ve Hoca Mesud'un Ferheng-nâme-i Sa'dî simli Mesnevilerinin Mukayesesi", BLM YOLU Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi [Cumhuriyet Armaanı], 2003, sy. 3, s. 55-75. Kartal, Ahmet, "ebüsterî'nin Gülen-i Râz'ı le Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz Tercümesi'nin Mukayesesi", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 3, s. 121-176. Kartal, Ahmet, "eyh Baba Yûsuf'un Uhuvvetle lgili Manzumesi", Ahilik Aratırma Dergisi (AHAD), 2004, sy. 1, s. 69-78. Kartal, Ahmet, “Nizâmî ile eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’lerinin Mukayesesi”, Tunca Kortantamer çin, zmir, 2007, s. 295-353. Kartal, Ahmet, “Fuzûlî’nin Beng ü Bâde’sinde Boza”, Acısıyla Tatlısıyla Boza, editör: Ahmet Nezihi Turan, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 2007, s. 199-202. Kartal, Ahmet, “Pend-nâme ve Gülistân ile Kitâb-ı Bostân-ı Nesâyih Mukayesesi”, arayılar –insan Bilimleri Aratırmaları-, 2007, sy. 17, s. 113-42. Kartal, Ahmet, “Klasik Öncesi Dönem (XIII. yüzyıl-1453): Mesneviler”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 498-538. Kartal, Ahmet, “Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevîsi Üzerine Notlar”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 2009, sy. 2, s. 223-42. Kasır, H. Ali, "Türk Edebiyatında Fütüvvetnameler ve Esrar Dede'nin Fütüvvetnamesi", Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Halûk pekten Armaanı-, Erzurum, s. 107-30. Kavcar, Cahit, “Hamdullah Hamdi’nin Yusuf u Züleyha’sı”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı Belleten- 1968, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 157-172. Kavcar, Cahit, “Kemal Paazâde’nin airlii ve Yusuf u Züleyhası”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı Belleten- 1968, 1988, 2. baskı, Ankara, s. 227-49. Kavalcı, Osman, "Gülen-i Ak'ta Sembolik Karakterler", Türk Dünyası Aratırmaları Dergisi, 1990, sy. 66, Austos, s. 135-42. Kaya, Bayram Ali, “Azmî-zâde Hâletî’nin Sâkî-nâmesi”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: In Memoriam Agâh Sırrı Levend Hâtıra Sayısı II, 2000, c. 24, s. 59-106. Kaya, Bayram Ali, “Murâd-nâme ve Muhammediye Mesnevîlerinde Ölüm Temi”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 326-52. Kaya, . Güven, “Begpazarlı Maazolu Hasan ve Cenâdil Kal’ası Gazavatnamesi”, Journal of Turkish Studies: Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı I, 1997, c. 21, s. 139-86. Kaya, . Güven, “Beypazarlı Ma’azolu Hasan’ın Feth-i Kal’a-i Selâsil Hikâyesi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1997, sy. 9, s. 89-116. * * * * * * * * * * * * 680 680 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Kaya, . Güven, “Gazavât-ı ‘Aremrem bin Musallat”, Journal of Turkish Studies: Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in Honor of Günay Kut, Essays Presented by Her Colleagues and Students II, 2003, c. 27, s. 357-72. Kaya, Bilge, “Mesnevî-i erîf’in 6 Cilt mi 7 Cilt mi Olduuna Dair Babakanlık Osmanlı Arivi’nde Bulunan Belge”, Gazi üniversitesi Gazi Eitim Fakültesi Dergisi -2007 Özel Sayı-, Ankara, 2007, s. 212-220. Kaya, . Güven, "Türk Edebiyatında Hammâmiyeler", inasi Tekin Anısına Uygurlardan Osmanlıya, stanbul: Simurg, 2005, s. 445-75. Kaya, dris Güven, “Dükakin-zâde Talıcalı Yahyâ Bey’in Eserlerinde Mevlânâ Celâleddîn”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 353-69. Kazan, evkiye, “eyhî ve Celîlî’nin Hüsrev ü îrînleri Arasında Bir Karılatırma Denemesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Burdur Eitim Fakültesi Dergisi, 2000, yıl 1, sy. 1, s. 233-49. Kazan, evkiye, "Celîlî'nin Mehekk-nâme'sinin kinci Nüshası Üzerine", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2001, sy. 5, stanbul, s. 121-36. Kazan, evkiye, “eyhî ve Hâmidî-zâde Celîlî’nin Hüsrev ü îrînlerinin Bir Mukayesesi”, TDAY-Belleten 2001/I-II, 2003, sy. 44, s. 181-92. Kemikli, Bilal, “Garîb-nâme’de Peygamber ve Asr-ı Saadet Tasavvuru”, STEM, Konya, 2005, c. III, sy. 5, s. 135-154. Kemikli, Bilal, “Popüler Dinî Kültürde Hz. Peygamber –Vesîletü’n-necât Örnei-”, Diyanet lmî Dergi, 2005, c. XIV, sy. 1, s. 7-16. Kemikli, Bilal, “Kûy-ı Yâr’da Bir Aziz: eyh San’ân Kıssası”, Süleyman Uluda Kitabı, hzr. Mustafa Kara, stanbul: Dergâh Yayınları, s. 260-69. Kesik, Beyhan, “Dervî Paa’nın Murâd-nâme’sinde Ses ve Ahenk ile lgili Sanatlar”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 370-400. Kılıç, Atabey, “Aydınlı Mürîdî ve Pend-i Ricâl Adlı Mesnevîsi”, Eski Türk Edebiyatı Üzerine Yazılar, Kayseri: Laçin, 2001, s. 23-33. [Sunulan Bildiri]] Kılıç, Müzahir, “Edebiyat Tarihi Bakımından Kırk Hadis”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 18, s. 93-101. Kızıltunç, Recai, “Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsi’nde Gündelik Yaam”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2004, yıl 11, sy. 25, s. 27-52. Kızıltunç, Recai, “Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsi’nde nançlar ve Gelenekler”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi –inasi tekin Özel Sayısı-, 2005, yıl 11, sy. 27, s. 117-144. Klyatorniy, S. G., "Spoha Kutadgu Bilig ", Sovetskaya Tyurkologiya, 1970, c. 4, s. 82. Kocaba, akir, "eyh Galib'in Hüsn ü Ak'ıyla lgili Bazı Düünceler", Yöneliler, 1985, c. IV, sy, 41-43, s. 30-35. Kocaolu, Timur, "Kutadgu Bilig 'de Pimanlık Duygusu", Türk Dünyası, 1970, c. IV, s. 2021. Koç Keskin, Neslihan, “Tâhirü’l-mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ ”, Erdem – Doumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s. 197-221. Koçin, Abdülhakim, “Feridüddin Attâr’ın Pend-nâmesi’nin Türk Edebiyatına Etkisi ve Za’îfî’nin Bûtsân-ı Nasâyıh’ı le Karılatırılması”, Bilig, 1999, sy. 10, Yaz, 93-102. Koncu, Hanife, “âhidî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevisi ve Bilinmeyen Bir Nüshası”, Bir, 1996, sy. 6, s. 137-43. Koncu, Hanife, “Camasb-nâme’nin Türk Kültürüne Tesiri Üzerine Düünceler”, Bir – Prof. Dr. Kemal Eraslan Armaanı, 1998, sy. 9-10, s. 473-82. * * * * * * * * * * * * * 681 681 ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV AHMET KARTAL Koncu, Hanife, “Edebiyat Tarihi Balamında Bir Mesnevi: Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm”, Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2001, sy. 4, stanbul, s. 125-58. Koncu, Hanife, “Leylâ ve Mecnûn Bibliyografyası”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 597-615. Koncu, Hanife, “Yûsuf ve Züleyhâ Bibliyografyası”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 617-30. Kopaliani, ., “Lâmî’nin Visi Ramin Adlı Manzumesinde man Bilme Münasebetlerinin Hakkında”, Dou Bilimleri, 1996, Tiflis. Korkmaz Zeynep, “Hüseyin Baykara Adına Yazılmı Çaatayca Yûsuf ve Züleyhâ Mesnevisinin Tanınmayan Bir Yazmanın ve Eserin Yazarı”, Türk Dili Üzerine Aratırmalar, 1995, c. I, Ankara, s.304-42. Kortantamer, Tunca, "17. Yüzyıl âiri Atâyî'nin Hamse'sinde Osmanlı mparatorluu'nun Görüntüsü", Tarih ncelemeleri, 1983, sy. I, s. 61-105. Kortantamer, Tunca, "Sâkînâmelerin Ortaya Çıkıı ve Geliimine Genel Bir Bakı", Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi -Prof. Dr. Harun Tolasa Özel Sayısı-, 1983, c. 2, zmir, s. 81-90. Koyuncu, Zeynep, “Hüsn ü Ak’ta On Sekiz Sayısı Üzerine”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 401-23. Köksal, M. Fatih, “Türk Edebiyatında Hüsn ü Dil Mesnevîleri ve Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil Mesnevîsi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1996, sy. 3, Sivas, s. 91-126. Köksal, M. Fatih, “Tahkiyeli Bir Eser Olarak Talıcalı Yahyâ'nın âh u Gedâ Mesnevisi”, Türklük Bilimi Aratırmaları - Prof. Dr. Kaya Bilgegil Armaanı-, 1997, sy. 5, Sivas, s. 245-82. Köksal, M. Fatih, “Âhî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1998, sy. 6, Sivas, s. 209-53. Köksal, M. Fatih Köksal, "Türünün Farklı Bir Örnei: Kastamonulu Abdülahad Nûrî'nin Farsça Sâkî-nâme'si", Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1998, sy. 20-21, s. 345-370. Köksal, M. Fatih, “Mecnûn Leylâ’nın Nesi Oluyordu?”, Berceste: Aylık Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, 2004, sy. 29, Kasım, s. 12-15. Köksal, M. Fatih, “Yenipazarlı Vâlî’nin Manzum lk Kırk Hadis Tercümesi”, Gazi üniversitesi Gazi Eitim Fakültesi Dergisi -2007 Özel Sayı-, Ankara, 2007, s. 237-251. Köktekin, Kâzım, "Bir Yûsuf ve Zeliha airi Süle Fakih ve Eseri", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1996, sy. 4, s. 173-79. Köprülü, M. Fuad, “bn Hatîb Ferahname”, Türkiyat Mecmuası, 1928, c. 2, stanbul, s. 48996. Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Har-nâme”, Yeni Mecmûa, 1917, 4 Terîn-i evvel 1917, sy. 13, s. 253-56. Kröger, Jens, “On Mahmud b. shaq al-Shihabi’s Manuscript of Yûsuf va Zulaykha of 964 (1557)”, Muqarnas, 2004, c. 21, s. 239-53; Apendix by Claus-Peter Haase (249-50). Köseraifpaaolu, M. Fuat, "Kutadgu Bilik", Öz Dilimize Doru, 1933, sy. 10, s. 171-73. Kumbaracılar, Sedat, "Keçecizade zzet Molla'nın Mihnet-Keân'ı ve Lâyihası", Hayat Tarih Mecmuası, 1971, c. I, sy. 1, s. 52-54. Kun, Haydar Ediz, "Kutb'un Hüsrev ü îrîn'i ve Dil Hususiyetleri", Türk Dili, 1969, c. XX, sy. 211, Nisan, s. 43-47. Kunt, brahim, “Abdullâtif b. Abdullah’ın Hayatı ve Mesnevî ile lgili Çalımaları”, Nüsha, 2004, sy. 12, Kı, s. 47-58. Kurnaz, Cemal, “Zaifî’nin Fâl-ı Murgân’ı”, Divan Edebiyatı Yazıları, Ankara: Akça Yay., 1997, s. 225-9. * * * * * * * * * 682 682 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Kurnaz, Cemal - Mustafa Tatcı, "Toroslarda Bir Mutasavvıf air: Ali Zelîlî", Dou Akdeniz Türk Dili ve EdebiyatıBölümü Dergisi, 1998, sy. 1, s. 147-62. Kuru, Selim S., “Sevgiliye Mektuplar: Dier Deh-nâmeler Iıında Seydi Ahmed Mîrzâ’nın Ta’auk-nâme’si”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festschrift in Honor of Günay Kut III, 2004, c. 28/1, s. 109-25. Kuru, Selim S., "Biçimin Kıskacında Bir "Tarih-i Nev-icad": Enderunlu Fazıl Bey ve Defter-i Ak Adlı Mesnevîsi", inasi Tekin Anısına Uygurlardan Osmanlıya, stanbul: Simurg, 2005, s. 476-506. Kut (Alpay), Günay, "Zâtî ve em ü Pervâne Mesnevîsi", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1961, sy. XI, s. 129-42. Kut (Alpay), Günay, "Abdülvâsî Çelebi'nin Eseri ve Nüshaları", Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1968, 1969, s. 201-26. Kut (Alpay), Günay, “Lâmi’î Chelebi and His Works”, Journal of Near Eastern Studies, 1976, April, c. 35, Number 2. Kut (Alpay), Günay, “Fürkat-nâme”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1977, 1978, Ankara, s. 333-53. Kut, Günay, "Tabiat-nâme ve Tatlılar Üzerine Bir Yazma Eser: et-Terkîbât fî-Tabhi'lhulviyyât", Folklor ve Etnografya Aratırmaları, 1985, s. 179-95. Kut (Alpay), Günay, "Esîrî, His Sergüzet and His Other Works", Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1986, c. 10, s. 235-44. Kut (Alpay), Günay, "Nâbî'nin Hayrî-nâme'si", Türk Edebiyatı, sy. 162, s. 47-49. Kut (Alpay), Günay, “Akî ve Heft-peyker Çevirisi”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1972, 1989, Ankara, s.127-51. Kut, Günay - Zehra Toska, "Kedi le Fare Hikâyesi", inasi Tekin Anısına Uygurlardan Osmanlıya, stanbul: Simurg, 2005, s. 535-86. Kut, Günay, “Divan Edebiyatında “Adl ve Adalet” Üzerine Klieler”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 1, 2008, s. 191-204. Kutlar, Fatma S., “Mesnevî Nazım ekline Genel Bir Bakı ve Türk Edebiyatında Mesnevî Aratırmalarıyla lgili Bir Kaynakça Denemesi”, Türkbilig, 2000, sy. 1, Nisan, Ankara, s. 102-157. Kutlar, Fatma S., "Ahmed-i Bîcân'ın Manzum Cevâhir-nâme'si", Arayıalar, 2002, sy. 7-8, Isparta, s. 59-68. Kutlar, Fatma Sabiha, "Cinselliin Estetik Anlatımı [Hüsrev ü îrîn, Hümâ vü Hümâyûn, Cemîd ü Hurîd]", Kebikeç, 2002, sy. 13, s. 89-109. Kutluk, brahim, “Kültür ve Dil Tarihimizin Yeni Bir Vesikası, Attar’ın Esrarnâme Tercümeleri”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1952, c. 2, sy. 1-2, stanbul, s. 125-132. Külekçi, Numan, "Edebiyatımızda Hilye ve Hilye-i Hakanî", slâmî Kültür, Sanat ve Edebiyat, 1989, sy. 4, s. 40-42. Külekçi, Numan, "eh-nâmecilik ve Nâdirî'nin eh-nâme'si", Millî Kültür,, 1989, sy. 66, s. 74-78. Kültüral, Zuhal, "erîfî'nin ehnâme Çevirisi'ndeki Bazı Kelime ve Deyimler Üzerine", Türk Kültüründe Argo, editörler Emine Gürsoy-Naskali - Gülden Saol, Harlem: Türkistan ve Azerbaycan Aratırma Merkezi, 2002, s. 295-302. [Sunulan Bildiri]] Kültüral, Zuhal, “erîfî’nin Yûsuf u Zelîhâ Mesnevîsi ve Dil Özellikleri”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 424-37. Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Ahmed Rıdvân’ın skender-nâme’si”, Türk Dili, 1951, c. 1, sy. 3, Aralık, s. 23-31. * * * * * * * * * * * * 683 683 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Leylâ ve Mecnûn’lar”, Türk Dili, 1952, c. 1, sy. 5, ubat, s. 8-12. Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Ahmed Rıdvân’ın Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1952, c. 1, sy. 7, Nisan, s. 13-8. Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Halîfe’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1952, c. 1, sy. 8, Mayıs, s. 7-11. Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Örfî’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1952, c. 1, sy. 12, Eylül, s. 673-76. Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Kadîmî’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1952, c. 1, sy. 9, Haziran, s. 21-6. Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Lârendeli Hamdî ’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1952, c. 2, sy. 13, Ekim, s. 12-6. Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Hayâtî’nin skender-nâme’si”, Türk Dili, 1952, c. 1, sy. 4, Ocak, s. 195-201 . Levend, Agâh Sırrı, "Fuzûlî'nin ah u Geda'sı", Türk Dili, 1954, c. III, sy. 35, Austos, s. 655-56. Levend, Agâh Sırrı, “Nevâ’î Adına Basılmı Bir Eser: Nazm-ı Akâyid”, Jean Deny Armaanı, Ankara, 1958, s. 163-9. Levend, Agâh Sırrı, "Yazılıının 900. Yıldönümünde Kutadgu Bilig ", Türk Dili, 1969, c. XX, sy. 211, s. 1-5. Levend, Agâh Sırrı, “Ümmet Çaında Ahlâk Kitaplarımız”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1963, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 89-115. Levend, Âgah Sırrı, “Attar ile Tutmacı’nın Gül ü Husrev Mesnevileri”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı Belleten 1959, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 161-203. Levend, Âgah Sırrı, “Tutmacı’nın Gül ü Husrev Mesnevisinde Dil Özellikleri”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı Belleten 1960, 2. baskı, Ankara, s. 49-77. Levend, Agâh Sırrı, “Feyzi’nin Bilinmeyen Hamsesi”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1955, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 143-52. Levend, Agâh Sırrı, “Türk Edebiyatında Leylâ ve Mecnûn Yazan airler”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı- Belleten 1957, 2. baskı, Ankara, s. 105-13. Levend, Agâh Sırrı, “Âık Paa’nın Bilinmeyen ki Mesnevisi Daha: Hikâye ve Kimya Risalesi (Altı Tıpkıbasım ile Birlikte)”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1954, 2.. baskı, 1988, Ankara, s. 265-84. Levend, Agâh Sırrı, “Âık Paa’nın Bilinmeyen ki Mesnevisi: Fakr-nâme ve Vasf-ı Hâl”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1953, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 205-84. Levend, Agâh Sırrı, “Ahmed Rıdvan’ın Hüsrev ü irin’i”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1966, 2. baskı, 1989, Ankara, s. 215-58. Levend, Agâh Sırrı, “Divan Edebiyatında Hikâye”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1966, 2. baskı, 1989, Ankara, s. 71-117. Levend, Agâh Sırrı, “Celilî’nin Hüsrev ü irin’i”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1966, 2. baskı, Ankara, s. 103-27. Levend, Agâh Sırrı, “Dinî Edebiyatımızın Balıca Ürünleri”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1972, 2. baskı, Ankara, s. 35-80. Levend, Agâh Sırrı, “Kemal Paazâde’nin âirlii ve Yûsuf u Züleyhâ’sı”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1969, 2. baskı, 1989, Ankara, s. 251-81. Levend, Agâh Sırrı, “Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1968, 2. baskı, 1989, Ankara, s. 173-211. Macit, Muhsin, “lk Klasik Dönem (1453-1600): Mesneviler”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 55-72. * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 684 684 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Malov, Sergey E., "z tretéy rukopisi Kutadgu Bilig ", zvestiya Akademii Nauk SSRR, 1929, c. 9, Moskova, s. 737-54. Malov, Sergey E., "K tretéy rukopisi Kutadgu Bilig ", Bull. De. L'Acad d. Sc. USSR 1929, 1929, s. 754-87. Mara, M. Atilla, "Hayriyye-i Nâbî'nin Tanımı", lim ve Sanat, 1988, sy. 20, s. 47-49. Martinovic, M., "(Über das) btidâ-nâme", Zapiski, 1917, c. 26, s. 205-32. Mazıolu, Hasibe, “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan âirler”, Türkoloji Dergisi, 1974, c. VI, sy. 1, Ankara, s. 31-62. Mazıolu, Hasibe, “Edirneli Nazmi’nin Pend-i Attâr Çevirisi”, Türkoloji Dergisi, 1977, c. 7, Ankara, s. 47-53. Mazıolu, Hasibe, "Yûsuf u Züleyhâ Yazarı Sulı Fakîh'in Adı Sorunu", Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1999/I-II, 2003, s. 42, s. 169-76. [Sunulan Bildiri] Melioranskiy, Platon M., "O Kutadku Bilike Çingiz Hana", Zapiski Vostoçnago Otdeleniya Russkago Arheologiçeskago Obçestva, 1900, c. XIII, St. Petersburg, s. 15-23. Mengi, Mine, “Harnâme Kime Sunulmutur”, Türkoloji Dergisi, 1977, c. 7, Ankara, s. 79-81. Mengi, Mine, “Kıyafetnameler Üzerine”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1977, 1978, Ankara, s. 299-309. Mengi, Mine, "Garîb-nâme'de Alplik Geleneiyle lgili Bilgiler", Türk Tarih Kurumu Belleten, 1985, sy. 191-192, s. 481-96. Mengi, Mine, "ret-nâme-i Mesîhî Üzerine", Erdem Dergisi, 1990, c. VI, s. 419-36. Mengi, Mine, "Sâkî-nâme-i Mesîhî Üzerine", Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Fahir z Armaanı I, 1990, c. 14, Cambridge, s. 347-55. Mermer, Ahmet, “Âzerî brahim Çelebi ve Nak-ı Hayâl”, Türklük Aratırmaları Dergisi Âmil Çelebiolu Armaanı -, 1993, sy. 7, yıl. 1991-92, stanbul, s. 473-500. Mermer, Sait, "Leyla ile Mecnun Hikâyesinde Üveysilik Boyutu", Yedi klim, 2002, sy. 151153, Ekim-Kasım-Aralık, s. 105-9. Mermer, Ahmet, “Bursa ehrengizleri Üzerine Bir Karılatırma”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilimi Aratırmaları: In memoriam Agâh Sırrı Levend Hâtıra Sayısı III, 2000, c. 24/3, s. 279-88. Meyer, G., "Die Griechischen Verse im Rebâb-nâma", Byzantinische Zeitschrift, 1895, c. IV, s. 401. Minovi, M., “Qâbûs-nâma’nin Yeni Nüshası Hakkında”, arkiyat Mecmuası II, 1958, stanbul, s. 105-130. Miyanbezer (Türkistanlı), "Türkiyat Haberleri: Türkistan 'da Kutadgu Bilig ", Türkiyat Mecmuası, 1925, c. I, s. 343-47. M. erefeddin, “Simavna Kadısı Olu eyh Bedreddine Dair Bir Kitap”, Türkiyat Mecmuası, 1935, c. III, stanbul, s. 233-56. Nahcivânî, Huseyn, “Nufûz-i Zebân u Edebiyyât-i Fârisî der-Turkiye Dovre-i Âl-i Osmân”, Neriyye-i Dânigede-i Edebiyyât-i Tebrîz, 1341, umâre-i Devvum, Sâl-i Çihârdehum, Tebrîz, s. 176-91. Necib Âsım, "Osmanlı Tarih-nüvisleri ve Müverrihleri", Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası, 1329, sy. 1, s. 41-52. Németh, J., “Das Ferah-nâme der Ibn Hatib”, Le Monde Oriental, 1919, s. 150-84. Ocak, Ahmet Yaar, "Les Menâkibu’l-kudsiya fî-Menâsibi’l-unsiya: Une source importante pour I'histoire religiuse de A'Anatolie au XIIIe siecle", Journal Asiatique, 1979, c. 267, Paris, s. 345 vd. Ocak, Tulga, "Sultan Veled'in Rebâb-nâme'si", Erdem, 1988, c. IV, sy. 11, s. 541-91. * * * * * * * 685 685 * ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Okay, Li-Chuan, “Kutadgu Bilig ile Çin Felsefesi Arasındaki liki Konusunda Bir Görü”, Dou Dilleri – Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Dou Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Dergisi, 1992, c. V, sy. 1, Ankara, s. 255-64. Okiç, Tayyib, “Çeitli Dillerde Mevlîdler ve Süleymân Çelebi Mevlîdi’nin Tercemeleri”, Atatürk Üniversitesi slâmî limler Dergisi, 1975, sy. 1, s. 17-78. Okur, Münevver, “Bugüne Kadar Ele Geçmemi Eserlerimizden: Cemîd ü Hurîd”, Türk Dili, 1958, c. VII, sy. 84, Eylül, s. 612-4. Okur, Münevver Meriç, “Cem Sultan’ın Yeni Bulunan Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultân Adlı Eseri (2. Nüsha)”, Tarih ve Toplum, 1991, c. 16, sy. 96, Aralık, s. 24-7. Okuyucu, Cihan, “Cinânî’nin Riyâzü’l-cinân'ı”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1989, sy. 3, Kayseri, s. 499-517. Okuyucu, Cihan, “Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev’i”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1996, sy. 7, Kayseri, s. 239-41. Okuyucu, Cihan, “Kelâmî Mahlaslı ki Divan airi: Kelâmî Cihan Dede ve Kelâmî-i Rûmî”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 1, 2008, s. 205-240. Olgun, Tahir, “Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn Manzumesini Kimin Adına Yazmıtı”, Yücel Aylık Bilgi ve Kültür Mecmuası, 1936, sy. 11,s. 172-176. Olgun, Tahir, “Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn Manzumesini Kimin Adına Yazmıtı”, Yücel Aylık Bilgi ve Kültür Mecmuası, 1936, sy. 12,s. 218-220. Olgun, brahim, “Türkçe Sadi ve Hafız Çevirileri”, Türk Dili, Çeviri Sorunları Özel Sayısı, 1978, sy. 322, Temmuz, Ankara, s. 117-26. Onur, M. Naci, “Akemseddinzâde Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf ve Züleyhâ Mesnevîsi’ndeki Önemli Motifler”, Türk Kültürü, 1984, c. XXII, sy. 258, s. 47-54. Onur, M. Naci, “Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf ve Züleyhâ’sındaki Bazı Millî Motifler”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1985, sy. 38, Ekim, s. 113-7. Orkun, Hüseyin Namık, "Kutadgu Bilig Hakkında", Varlık, 1940, sy. 117, s. 196-97. Oymak, Mehmet, "Menkıbe-i Mevlid-i Fahru'l-enâm Tarz-ı Cedîd smiyle Oldı Be-nâm", Akademik Bakı, 1998, sy. 4, s. 64-69. Öbek, Ali hsan, "Lutfiyye", Yedi klim, 1995, c. IX, sy. 63, s. 76-78. Önder, Mehmet, “XV. Yüzyıl Sonuna Kadar En Eski Mesnevi Nüshaları”, Necati Lugal Armaanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1968, s. 518-25. Önder, Mehmet, “Türk Tarih ve Kültürüne Kaynak Bir Eser: Elvan Çelebi’nin Menâkıbnâme’si Nasıl Bulundu?”, Türk Kültürü, 1985, c. XXIV, sy. 261, Eylül, s. 48-52 [610-4]. Önler, Zafer, "Kutadgu Bilig 'de 'Ekçek' Kelimesi Üzerine", Türk Dili, 1993, sy. 497, s. 34244. Özer, Arif, “Hatibolu ve Bahrü’l-hakâyık”, Bayrak, 1969, c. XVII, sy. 59, s. 13-15. Özkan, Fatma, "Tarihî Miras Kutadgu Bilig Hekkide Bayan -1", Türk Kültürü, 1987, c. XXV, sy. 292, s. 53-56. Özkan, Mustafa, “Pend-nâme-i Güvâhî’deki Atasözleri”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1983, sy. 27, Ankara, s. 223-47. Özkan, Mustafa, “Hoca Mesud Hayatı ve Eserlerine Dair”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1993, sy. 84, s. 295-303. Özkan, Mustafa, "air Fazlî ve Gül ü Bülbül'ü", lmî Aratırmalar, 1996, sy. 3, stanbul, s. 81-86. Özkan, Mustafa, "Hatibolu Mehmed, Hayatı ve Eserlerine Dair", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1997, c. XXVII, s. 281-96. Özkan, Mustafa, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i ve Rûmî’nin îrîn ü Pervîz’i”, lmî Aratırmalar, 2000, sy. 9, stanbul, s. 179-92. [Sunulmu Bildiri] * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 686 686 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Özkan, Ömer, “Adem Kasidesi ve Ta’rîf-i Adem”, Gazi üniversitesi Gazi Eitim Fakültesi Dergisi -2007 Özel Sayı-, Ankara, 2007, s. 277-288. Öztekin, Nezahat, "Fazlî'nin Gül ü Bülbül'ü Üzerine Bir nceleme", Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1989, sy. 4, stanbul, s. 118-34. Öztelli, Cahit, "Ik-nâme ve Yazarı Üzerine", Türk Dili, 1965, c. XV, sy. 171, Aralık, s. 18792. Öztelli, Cahit, “Cem Sultan’ın Yeni Bulunan Cemîd ü Hurîd Mesnevisi”, Türk Dili, 1972, c. XXVI, sy. 248, Mayıs, s. 124-28. Öztelli, Cahit, "Fuzûlî'nin En Eski Leylâ ve Mecnûn Mesnevîsi", Türk Dili, 1975, sy. 287, s. 429-31. Öztoprak, Nihat, "Fennî ve zzet Efendi'nin Sahilnameleri ve Bu Sahilnamelerde Üsküdar", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2005, sy. 11, s. 111-48. Öztürk, Cemil, “Hatibolu’nun Ferah-nâmesi”, Türklük Bilgisi Aratırmaları, Journal of Turkish Studies, Fahir z Armaanı I, 1980, c. XIV, Harvard, s. 401-20. Öztürk, Murat, “Ak Mesnevîlerinde “Yönlendirici Güç” ve “deal””, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 448-77. Öztürk, Zehra, “Akemseddinzade Hamdullah Hamdi ve Yusuf ve Zeliha Mesnevisi”, slâmî Edebiyat, 1999, sy. 28, Ocak-ubat-Mart, stanbul, s. 39-42. Öztürk, Zehra, “Muhammediyye’nin ki Yazma Nüshası ve ki Kadın Müstensih”, Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 1, stanbul, s. 333-38. Öztürk, Zehra, “Osmanlı Döneminde Kıraat Meclislerinde Okunan Halk Kitapları”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 401-45. Pala, skender, “Hüsn ü Dil”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak: Festschrift in Honor of Günay Kut III, 2004, c. 28/1, s. 285-88. Pantuçkova, Eva, 1973, "Zur Analyse eines der historischen Bestandteile von Ahmedis skender-nâme", Archiv Orientàlni, 1973, s. 4-11. Parmaksızolu, smet, “Üsküplü shak Çelebi ve Selimnâmesi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi Eylül 1951 – Mart 1952, 1953, c. III, sy. 5-6, stanbul, s. 123-34. Peker, Kemal, "Sohbetü'l-esmâr:Meyvelerin Sohbetini Beyan eder", Çiftlik - Aylık Tarımsal fikir ve kültür Dergisi, 1971, sy. 130, s. 32-33. Pekolcay, Necla, “Türk Dil ve Edebiyatına Ait Bazı Metinleri htiva Eden Yazma Bir Mecmua”, Türkiyat Mecmuası, 1953, c. X, s. 34-9. Pekolcay, Neclâ, “Süleymân Çelebi’nin Mevlîd'inin Nüshaları”, Türk Dili, 1954, sy. 30, Mart, s. 319-22. Pekolcay, Neclâ, “Süleymân Çelebi’nin Mevlîdi ve Menei Meselesi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi 1954, 1955, c. VI, stanbul, s. 39-64. Pekolcay, Neclâ, "Ahmed'in Mevlîd simli Eseri", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi 1954, 1955, c. VI, s. 65-70. Pekolcay, Neclâ, "Süleymân Çelebi Mevlîd'i ve Dier Mevlîd'ler Hakkında", Bilgi, 1957, c. X, s. 12-13. Pekolcay, Necla, “Kutadgu Bilig Iıında Türk Düüncesi”, Yeni Türkiye –Türkoloji ve Türk Tarihi Aratırmaları- IV, 2002, sy. 8, s. 9-15. Petrosyan, I. E., “An Illustrated Turkish Manuscript of ‘Iskender-nâme’ by Ahmedî”, Manuscripta Orientalia = International Journal for Oriental Manuscript Research 1, 1995, c. 1, s. 17-20. Petrosyan, I. Y., "The Mawlid-i Nabî by Süleymân Çelebi and its Two Versions", Manuscripta Orientalia, 1998, c. 4, s. 16-23. * * * * * * * * * * * * * 687 687 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Radloff, Wilhelm, "Über alttürkische Dialekte. 1. Die Seldschukischen Verse im Rebâbnâme", Melanges Asiantiques, 1890, c. X, s. 17-77. Radloff, Wilhelm, "Über eine in Kairo aufgefundene zweite Handschrift des Kutadku Bilik", zvestiya Akademii Nauk, 1890, c. IX, s. 309-19. Radloff, Wilhelm, "Zum Kutadku Bilik", Zeitschrift der Deutschen Morgenlanddischen Gesellschaft, 1898, c. LII, Leipzig, s. 152-54. Refiolu, Selim Refik, "Azerbaycan Edebiyatında Mesnevi Tarzı", Çalayan, 1943, c. III, sy. 23/3, Antalya, s. 5-6. Revnakolu, Cemaleddin Server, "Mi'râciye'nin Diktefon'a Alınması, Bursa ve Üsküdarda Okunması Münasebetiyle; Kutb-ı Nâyî Osman Dede ve Mi'râciye'si", Yeni Tarih Dünyası, 1954, c. II, s. 15, s. 615-43. Revnakolu, Cemaleddin Server, "Eski - Klasik Tasavvuf Edebiyatımızda Mi'râciyeler", Yeni Tarih Dünyası, 1954, c. II, s. 16, s. 658-59. Revnakolu, Cemaleddin Server, " Edebiyatımızda Mevlîd ve Mi'râciyer", Yeni Tarih Dünyası, 1954, c. II, s. 17, s. 690-93. Rossi, Ettore, "Studi su manoscritti del Garib-nâme di Aik Paa nelle biblioteche d'Italia", Rivista degli Studi Orientali, 1949, c. 24, s. 108-19. Rypka, Jan, "Über Sâbits romantisches Epos Edhem ü Hümâ", Archiv Orientàlni, 1929, c. 1, s. 147-90. Sabuncu, Zeynep, "Gelibolulu Mustafa Âlî'nin Mihr ü Mâh Mesnevîsi", Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, In Memoriom Agâh Sırrı Levend Hâtıra Sayısı III, 2000, c. 24, s. 295-305. Sabuncu, Zeynep, "Âlî'nin Mihr ü Mâh ile Feyzî'nin em ü Pervâne'si Arasındaki Benzerlikler ntihal mi Gelenek mi?", Türk Kültürü ncelemeleri, 2005, sy. 13, s. 129-66. Safa, Peyami, "Mihnet-keân Üzerine", Türk Dili, 1956, sy. 55, s. 470. Samoyloviç, Aleksandr. N., "Otrivok iz "Taaukname"s igroyu rifmuyuihsya slov, 1927, DAN-V, no 2, L, s. 36-38. Sarı, Mehmet, "Sabûhî'nin Türkçe Sâkî-nâme'si", Nihal Atsız ve Necdet Sançar Armaanı, Afyon: Medrese Kitabevi, 1995, s. 101-18. Savi, Saime nal, “Fars Edebiyatında Hamseler”, Fen-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 1986, fasikül 1, sy. 4, Erzurum, s. 37-45. Savran, Ömer, “Sabâyî ve Üveys-nâme’si”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 478-537. Sayar, Ahmet Güner, "Mesnevî'nin Türkçe lk Tam ve Mensur Tercümesine Dair Bir Not", Dergâh, 2003, c. 13, sy. 155, Ocak, s. 16-19. Sayılı, Aydın, “Gülehrî’nin “Leylek ile Bülbülün Hikâyesi” Adlı Manzumesi”, Necati Lugal Armaanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1968, s. 537-54. Schmidth, Jan, "Sünbülzâde Vehbi's evk-engîz: an Ottoman Pornografik Poem", Turcica, 1993, c. 25, s. 9-37. Schott, Wilhelm, "H. Vambery : Uigurische Sprachmonumente und das Kutadku Bilik", Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, 1871, c. XXV, Leipzig, s. 288-94. Sertkaya, Osman F., “Horezmî’nin Muhabbet-nâme’sinin ki Yeni Yazma Nüshası Üzerine”, Türkiyat Mecmuası, 1972, c. XVII, stanbul, s. 185-207. Sertkaya, Osman F., "Ahmet Fakih", lmî Aratırmalar, 1996, sy. 2, s. 119-30. Sevgi, Ahmet, “eyholu’nun Kitâb-ı Mahbûbiyye’si”, Yedi klim, 1994, c. 8, sy. 57, Aralık, stanbul, s. 100-5. Sevgi, Ahmet, "Okçu-zade'nin Manzum Kırk Ayet Tercümesi", Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1994, sy. 1, 145-55. * * * * * * * * 688 688 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Sevgi, Ahmet, “eyholu’nun Kitâb-ı Mahbûbiyye Adlı Eseri Üzerine”, Bir – Prof. Dr. Kemal Eraslan Armaanı, 1998, sy. 9-10, s. 571-86. Sevgi, Ahmet, “Sâlim ’in Hüsrev ü îrîn’i Üzerine”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, 2007, sy. 17, s. 25-31. Seyhan, Köksal, “XVII. Yüzyıldan Deiik Bir Mesnevî”, Sözden Yazıya: Edebiyat ncelemeleri, Yayına Hzr. Selim Sırrı Kuru-Erol Körolu, stanbul: Boaziçi Üniversitesi, 1994, s. 1-5. [Sunulan Bildiri] Sezgin, Cemal, "Mesnevi", Gediz, 1943, c. VI, sy. 61, s. 5-16. Shaman, Mesad S., “Hamdullah Hamdî’nin Tuhfetü’l-uâk Adlı Mesnevîsi”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Fahir z Armaanı II, 1991, c. 15, Cambridge, s. 169-255. Sılay, Kemal, “Ahmedî’nin Osmanlı Tarihinde Arasöz (Digression) Tekniinin Kullanımı ve levi”, Türkoloji Dergisi, 1990, c. IX, Ankara, s. 153-62. Sılay, Kemal, "Ahmedi's History of the Ottoman Dynasty", Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1992, c. 16, s. 129-200. Solmaz, Süleyman, “Fuzûlî’nin Gözüyle Mecnûn”, Türk Kültürü, 2000, yıl 38, sy. 450, Ekim, s. 632-40. Sungur, Necati, “Tâcî-zâde Cafer Çelebi’nin Heves-nâme’sinde XV. Yüzyıl stanbul’una Ait Folklorik Unsurlar”, Bilge, 2000, sy. 24, s. 89-90. Sungur, Necati, “Heves-nâme airi Taci-zade Cafer Çelebi’den 15. Yüzyılda Kozmolojiye Felsefî Bir Yaklaım”, Bilge, 2000, sy. 27, s. 134-35. Sungur, Necati, “Divan airlerinin Birbirine Yönelik Tenkitlerinin lk Örneklerinden Biri: Cafer Çelebi’nin eyhî ve Ahmed Paa’yı Tenkidi”, Bilig, 2001, sy. 17, Ankara, s. 71-79. Sürelsan, smail Baha, “Murâd-nâme (Bedr-i Dilâd’ın Murâd-nâme Adlı Ansiklopedisindeki Musikî Bölümü Üzerine”, Mızrap, 1985, c. IV, sy. 38, s. 4-5. Süssheim, K., "Suheil und Nevbehâr, Romantisches Gedicht des Mes'ud b. Ahmed", Orientalistische Literaturzeitung, 1927, c. 6, s. 507-9. afak, Yakup, "Mevlânâ 'nın Mesnevî'si Üzerine Anadolu 'da Yapılan Çalımalar", Name-i Aina, 2003, yıl 5, sy. 11, s. 23-32. ahin, Abdullah, “Edebî Bir Tür olarak Klâsik Edebiyatımızda Esmâ-i Hüsnâlar”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 16, s. 49-57. ahin, Hatice, "Bir Ferah-name nüshası", Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1997, yıl 1, sy. 1, s. 322-25. [Sunulan Bildiri] ahin, Hatice, "Kutadgu Bilig 'de imdiki Zaman", Türk Dili, 1997, sy. 545, s. 464-71. ahin, Hatice, “Ferah-nâme’de Geçen kilemeler Üzerine”, Osmanlı Aratırmaları = The Journal of Otoman Studies, 1997, sy. 17, s. 125-35. ahin, Abdullah, “Edebî Bir Tür Olarak Klasik Edebiyatımızda Esmâ-i Hüsnâlar”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 16, s. 49-58. anlı, smet, “XVI. Yüzyıl Divan âiri Fedâyî ve Fâl-nâme-i Kur’ân-ı ‘Azîm’i”, U. Ü. FenEdebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2003/2, sy. 5, s. 161-78. arlı Mahmut, “Hamdullah Hamdî’nin Tuhfetü’l-uâk’ı ve Taklitçilikten Yenilie Bir Adım”, slâmî Edebiyat, 1999, sy. 31, Ekim-Kasım-Aralık, s. 21-25. arlı, Mahmut, “Garîb-nâme’de Bulunan Ayet ve Hadisler ile Bunların Kullanı Amaçları”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2000, sy. 9, s. 143-66. eker, Mehmet, “Müverrih Âlî’nin Tasavvufa Ait ki Eseri Hilyetü’l-ricâl ve Riyâzu’ssâlikîn”, Diyanet Dergisi, 1977, c. XVI, sy. 3, Mayıs-Haziran, Ankara, s. 160-7. ener, H. brahim, “Neâtî’nin Hilye-i Enbiyâ’sı”, 9 Eylül Üniversitesi lâhiyat Fakültesi Dergisi, 1983, sy. 1, s. 285-301. * * * * * * * 689 689 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV enocak, Ebru, “Mem u Zin Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Aratırma”, Folklor/Edebiyat Dergisi, 2002, sy. 32, s. 251-66. erbak, A. M., "Zameçaniya o tekste i yazıke Taaukname", 1971, Studia Turcica, Budapest, s. 431-40. erbak, A. M., "Taauknâme (Tekst perevod, faksimile), Pis'mennie Pamyatniki Vostoka stiriko - Filologiçeskie ssledovaniya, Ejegodnik, 1973, Nauka, 1979, s. 236-72. erefeddin, M. “Mevlânâ ’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe iirler”, Türkiyat Mecmuası, 1934, c. IV, stanbul, s. 111-68. erif Hulûsi, "Ferheng-nâme-i Sa'dî'nin Üçüncü Nüshası Hakkında", Türkiyat Mecmuası, 1934, c. IV, s. 295-303. imek, Selami, “Osman ems Efendi ’nin Âdâbu’l-mürîd fî-Sohbeti’l-murâd Adlı Mesnevîsinin Tahlili”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 538-92. Taeschner, Franz, " Das Futuvvetkapitel in Gülšehrîs altosmanischer Bearbeitung von 'Attars Mantik ut-tayr ", Sitzungberichte der Berliner Akademie der Wissenschaften, 1932, c. XXVI. Taeschner, Franz, "Des altrumtürkischen Dichters Gülehri Werk Mantıkut-tayr und seine Vorlage, das gleichnamige Werk des persischen Dichters Fariddudin 'Attar", Nèmeth Armaanı, Ankara, 1962, s. 359-71. Taeschner, Franz, “Tebrizli Ahicük ve Bunun Ahmedî’nin, skendernamesindeki Yeri”, çev. Hüseyin Datekin, Tarih Aratırmaları Dergisi, 1964, c. 2, sy. 3, s. 285-90. Tâhiru’l-mevlevî, “Mesnevî-yi erîfin Cild-i Sâdisi Mukaddimesinden Ba’zı Ebyât”, Mahfel, 1340, c. 3, adet 26, Zilhicce, s. 38-9. Tahralı, Mustafa, "Fuzûlî'nin Leylâ ve Mecnûn'unun Bestelenmesi Hakkında", Kubbealtı Akademi Mecmuası, 1992, c. XXI, s. 33-77. Tahralı, Mustafa, “Leylâ vü Mecnun Üzerine”, Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., stanbul, 1996, s. 213-22. [Sunulan Bildiri] Tan, Nail, "Bir Zenân-nâme", Türk Kültürü, 1977, c. XV, sy. 172, s. 28-32. Tansel, Fevziye Abdullah, "Makber'de Leylâ vü Mecnûn ile Hüsn Ak Tesirleri II", Ülkü, 1938, c. X, s. 50-60. Tansel, Fevziye A., "Divan airlerinden Fennî'nin Boaziçi Kıyılarını Canlandıran Mesnevîsi: "Sâhil-nâme" (5 fotokopi ile Birlikte)", Türk Tarih Kurumu Belleten, 1976, c. XL, sy. 158, s. 331-39. Tavukçu, O. Kemal, “Âık Paa’nın Bilinmeyen Bazı Gazelleri ve Bir Mesnevîsi”, Yedi klim, 1995, sy. 62, stanbul, s. 51-55. Tavukçu, Orhan Kemal, “Hüsrev ü irin Konulu Eserlerde Esas Kahraman Olarak Hüsrev veya Ferhad’ın Tercih Edilme Sebepleri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2000, sy. 16, s. 59-79. Tavukçu, Orhan Kemal, “Yeniehirli Avnî Bey’in Âb-nâme Adlı Eseri Üzerine”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 21, s. 59-79. Tavukçu, Orhan Kemal, "Türk Edebiyatında Firâk-nâme Adlı Eserler", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2004, sy. 10, stanbul, s. 89-122. Tavukçu, Orhan Kemal, “Ayrılıın Terennümü: Eski Türk Edebiyatı’nda Firâk-nâmeler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 197-220. Tavukçu, Orhan Kemal, “Klasik Edebiyatta Hamse Gelenei ve eyyâd Hamza’nın Hamsesi”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 593-602. * * * * * * * * * * 690 690 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Tekin (Alpay), Gönül, "Çeng-nâme'de Musiki Terimleri (Perde, name, makam, seyir, ube, terkib, avas)", Aratırma Dergisi, 1976, sy. 10, s. 83-92. Tekin (Alpay), Gönül, "XV. Yüzyılın lk Yarısında Yazılmı Bir Münazara", Aratırma Dergisi, 1976, sy. 10, s. 93. Tekin (Alpay), Gönül, "Zaifî Külliyatının Yeni Bir Nüshası Hakkında”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1978, c. 2, s. 107-25. Tekin (Alpay), Gönül, "Hamdullah Hamdî’nin Yeni Bir Leylâ vü Mecnûn Nüshası ve Metin Tenkidi Hakkında Bazı Düünceler”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Ali Nihad Tarlan Hatıra Sayısı, 1979, c. 3, s. 307-42. Tekin (Alpay), Gönül, "Mevlânâ , Yunus Emre ve Ahmed-i Dâ'î'deki Musikî Aletleri ile lgili Semboller Üzerine Düünceler”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Orhan aik Gökyay Hatıra Sayısı, 1984, c. 7, s. 439-51. Tekin (Alpay), Gönül, "XVI. Yüzyıl Çaatay airi Meclisî'nin Seyfü'l-mülûk Adlı Mesnevîsi Hakkında”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Halil nalcık Armaanı, 1987, c. 11, s. 123-32. Tekin (Alpay), Gönül, "Cemâh u Alemâh", Süleyman the Magnificent and His Time, stanbul, 1993, s. 369-79. Tekin, Gönül, “Feyzî Çelebi’nin em’ ü Pervâne’si”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Fahir z Armaanı II, Fahir z Festschrift II, 1993, c. 15, s. 1-157. Tekin (Alpay), Gönül, "Lâmiî Çelebi'nin Gûy u Çevgân Mesnevîsinin Tasavvufî Yorumu", Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları,Essays in Honour of Barbara Flemming Barbara Flemming Armaanı, 2002, c. 26/2, s. 253-74. Tekin, inasi, "kinci Bâyezid Devrine Ait Bir Mecmua: Selçuk Devrine Ait Farsça Mektuplar Kenzü'l-Belâgat; kinci Murad'a Sunulan Bir Mesnevi: Tarikat-nâme, Yunus Emre'nin iirleri”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Ali Nihad Tarlan Hatıra Sayısı, 1979, c. 3, s. 343-83. Tekinda, M. C. ehabeddin, “Selîm-nâmeler”, Tarih Enstitüsü Dergisi, 1970, c. 1, stanbul, s. 215-30. Teniev, E. R., "Kutadgu Bilig va Oltın Erik", Uzbek Tili va Adabieti, 1970, sy. 6, s. 29-36. Tezcan, Nuran, “Lâmi’î’nin Gûy u Çevgân Mesnevisi”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1978, s. 201-25. Tezcan, Nuran, “Bursalı Lâmi’î Çelebi”, Türkoloji Dergisi, 1979, c. VIII, Ankara, s. 305-43. Tezcan, Nuran, “Lâmi’î’nin Gûy u Çevgân'ından ki Münazara", Türk Dili Aratırmaları Yıllıı - Belleten 1980-1981, 1983, s. 49-63. Tezcan, Semih, "Manzum Kelîle ve Dimne Üzerine Notlar", Türk Dilleri Aratırmaları, 1996, sy. 6, s. 81-121. Tezcan, Semih, “Mes’ûd’un Manzum Kelîle ve Dimne’sinde Atasözleri”, Türk Dilleri Aratırmaları, 1999, sy. 9, s. 29-48. Tezcan, Nuran, “Güzele Bir ehrengizden Bakı”, Türkoloji Dergisi, 2001, c. 14, sy. 1, s. 161-94. Timurta, Faruk K., “XVII. Asır airlerinden Edirneli Güftî ve “Terîfat-ü-uarâ”sı”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1948, c. 2 (3-4), stanbul, s. 193-221. Timurta, Faruk K., “Har-nâme”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1949, c. 3 (3-4), stanbul, s. 309-87. Timurta, Faruk K., ““Hüsrev ü îrîn” ve “Ferhâd ü îrîn” Yazan airlerimiz”, Türk Dili, 1952, c. 1, sy. 10, Temmuz, stanbul, s. 15-21; 567-73. Timurta, F. Kadri, "eyhî'ni Hüsrev ü îrîn'i Üzerine Notlar", Türk Dili, 1953, sy. 25, s. 1821. * * * * * * * * * * * 691 691 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Timurta, Faruk K., "eyhî'nin Tıp Konusunda Eseri", Türk Dili, 1955, c. IV, sy. 42, Mart, s. 340-43. Timurta, F. Kadri, " eyhî'ni Hüsrev ü îrîn'i ", Jean Deny Armaanı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., s. 335-48. Timurta, Faruk K., “Türk Edebiyatında Husrev ü irin ve Ferhad ü irin Hikâyesi, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1959, c. IX, Kasım,stanbul, s. 65-88. Timurta, Faruk K., “eyhî’nin Husrev ü irin’inin Konusu”, stanbulÜniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1959, c. IX, Kasım, stanbul, s. 89-110. Timurta, Faruk K., “eyhi ve Nizami’nin Husrev ü irin’lerinin Konu Bakımından Mukayesesi”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1960, c. X, Eylül, stanbul, s. 25-34. Timurta, Faruk K., “eyhi’nin Eserleri”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1961, c. XI, Aralık, stanbul, s. 99-108. Timurta, Faruk K., “ran Edebiyatında Husrev ü irin ve Ferhad ü irin Yazan airler”, arkiyat Mecmuası, 1961, sy. IV, stanbul, s. 73-86. Timurta, Faruk K., “Muînî’nin Ma’nevî’si (Murâdiyye) Mesnevî’nin lk Manzum Çevirisi” Makaleler [Dil ve Edebiyat ncelemeleri], haz. Mustafa Özkan, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1997, Ankara s. 529-35. Timurta, Faruk K., “eyhî’nin Hârnâmesi Üzerine Dil Aratırmaları”, Makaleler [Dil ve Edebiyat ncelemeleri], haz. Mustafa Özkan, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1997, s. 193-222. Tokatlı, Ümit, “Elvan Çelebi’nin Eseri (el)-Menâkıbu’l-kudsiyye fi’ (il) Menâkıbi’l-ünsiye”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1987, sy. 1, Kayseri, s.165-71. Tokatlı, Ümit, “Elvan Çelebi’nin Eseri (el)-Menâkıbu’l-kudsiyye fi’ (il) Menâkıbi’l-ünsiye”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1988, sy. 2, Kayseri, s. 259-68. Toker, Birgül, “âkir Ahmed Paa ve Tertîb-i Nefs Mesnevîsi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2000, sy. 7, s. 361-74. Tolasa, Harun, “15. yy. Türk Edebiyatı Anadolu Sahası Mesnevileri”, Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 1982, c. 1, zmir, s. 1-13. Tolasa, Harun, "Kelîle ve Dimne'nin Türkçe Çevirileri", Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1991, c. 15, s. 355-80. Topal, Ahmet, “Âsafî ’nin Cezîre-i Mesnevî Adlı Eseri ve Bu Eserde Yer Alan Mesnevî’nin lk On Sekiz Beytinin Tercümesi”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 603-18. Toska, Zehra, “Kelîle ve Dimne’nin Türkçe Çevirileri”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, Fahir z Armaanı II = Fahir z Festschrift II, 1993, c. 15, s. 35580. Toska, Zehra ve Nedret Burçolu Kuran, “Ferideddin-i Attar’ın Mantıku’t-tayr’ının 14, 16, 17 ve 20. Yüzyıllarda Yapılmı Türkçe Yeniden Yazımları”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, Abdülbaki Gölpınarlı Armaanı II, 1996, c. 20, s. 251265. Tosunolu, Mesiha-Deniz Melanlıolu, “Süheyl ü Nev-bahâr’ın Türkçe Söz Varlıı ve Anadolu Aızları”, TDAY-Belleten 2005/1, 2008, s. 189-99. Tören, Hatice, “Nevâyî’nin Sedd-i skenderî Adlı Eserinde Tabiat Tasvirleri”, lmî Aratırmalar, 1995, sy. 1, s. 141-56. Tören, Hatice, “Nevâyî’nin Sedd-i skenderî Adlı Eserinde Tabiat Tasvirleri”, Türk Dili, 1996, sy. 529, Ocak, Ankara, s. 30-47. * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 692 692 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Tören, Hatice, “Kirdeci Ali, Dâsitân-ı Hamâme-i ’Ar’ar”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2006, c. XXXIV, s. 177-201. Töxliyev, Bakican, "Kutadgu Bilig 'de Sinav Mativi", Bir, 1995, sy. 3, s. 141-50. Tuluk, Hail brahim, “Mesnevîlerde airle lgili Bazı Tespitler”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 619-35. Tunç, Semra, “Dede Ömer Rûenî”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 4, Konya, s. 237-49. Tunç, Semra, “Ârif ve II. Murâd Döneminde Yazılmı Bir Hamse”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2002, sy. 12, Konya, s. 155-68. Tural, Sadık Kemal, "Mihnet-i Keân'ın Yenileme Tarihimizdeki Yeri", Türk Kültürü, 1976, c. XIV, sy. 163, s. 46-61. Turan, Lokman - Rıfat Kütük, “Türk Mesnevî Geleneinde Gazelin Kullanımı”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 636-82. Türinay, Necmettin, “Klasik Hikaye/Lirik Ak Romanları ve eyh Gâlib”, Türk Edebiyatı, 1996, yıl 24, sy. 273, Temmuz, s. 22-24. Türer, Osman, "Visâlî Ali Çelebi ve Tasavvufî Mevlîd'i", Türk Kültürü Aratırmaları, erif Batav'a Armaan, 1987, c. XXY, sy. 2, s. 169-83. Türinay, Necmettin, "Klâsik Hikâye / Lirik Ak Romanları ve eyh Galip", Türk Edebiyatı, 1996, sy. 273, s. 22-24. Türkdoan, Melike Gökcan, “Ahmedî’nin skender-nâme’sinde Kadın”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 760-73. Uçman, Abdullah, “Rıza Tevfik’in Kaleminden Fuzûlî ve Leylâ ile Mecnûn”, Osmanlı Aratırmaları –Prof. Dr. Mehmed Çavuolu’na Armaan- I, 2005, sy. 25, s. 203-224. Uur, Ahmet, “ükrî-i Bitlisî ve Selîm-nâmesi”, Ankara Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi, 1981, c. XXV, Ankara, s. 325-47. Uluçay, Cengiz, "Kutadgu Bilig 'in ki Beyti Hakkında", slâm Medeniyeti, 1967, c. I, sy. 3, Ekim, s. 37-38. Uluda, Erdoan, “Mesnevî Aratırmaları Bibliyografyası”, Müteferrika, 1995, sy. 7, s. 5585. Uluda, Erdoan, "Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve Bahâyî'nin Sâkînâmesi", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 9, s. 51-64. Uluda, Erdoan, "Lâmi'î'nin Salâman u Absal Mesnevîsi", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 8, s. 67-77. Uluda, Erdoan, “Çocuk Edebiyatı ve Klâsik Dönem Örneinde Nâbî’nin Hayriyye’si”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 774-95. Usta, Veysel, "Bilinmeyen Bir air: Trabzonlu Ahmed Rıza ve Eseri Manzûme-i Sivastopol", Türk Dünyası Tarih Dergisi, 1991, c. 5, sy. 56, s. 27-33. Uyar Akalın, Berrin, "The Poets Who Wrote and Translated Mantiku't-Tayr in Turkish Literature", International Journal of Central Asian Studies - Prof. Dr. Mustafa Canpolat Armaanı-, 2005, c. 10-1, s. 167-80. Uydu, Mualla, "Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig 'i ile Nizâmü'l-mülk'ün Siyâset-nâme'sinin Karılatırılması", Türk Kültürü, 1992, c. XXX, sy. 351, s. 44-52. Uygun, Rasim, “Ali ir Nevai’nin Ferhad ü irin’i”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı – Belleten 1957, 1988, 2. baskı, Ankara, s. 115-30. * * * * * * * * * * * * * * * * 693 693 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Uysal, R. Selçuk, “Çengnâme Hakkında”, Folkloristik: Prof. Dr. Dursun Armaanı, Ankara, 1998, s. 449-58. Ülgen, Erol, “Âık Paa ve Garîb-nâme Üzerine Prof. Dr. Kemal Yavuz ile Söylei”, Türk Dili, 2000, sy. 579, Mart, s. 249-58. Ülkütaır, M. akir, "Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig Üzerine Küçük Bir Aratırma", Türk Kültürü - Kutadgu Bilig Özel Sayısı, 1970, c. IX, sy. 98, s. 23-26. Ünal, Mustafa, "Kutadgu Bilig ve Divanü Lugati't-Türk 'teki Halk nanılarına Fenomenolojik Bir Bakı", Türk Dünyası Aratırmaları, 1998, sy. 114, s. 215-24. Ünver, smail, “Ahmedî’nin skendernamesindeki Mevlid Bölümü”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı– Belleten 1978, 1978, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., s. 355-411. Ünver, smail, “Ahmed Rıdvan’ın skender-nâmesindeki Osmanlı Tarihi (Nusret-nâme-i Osmân) Bölümü”, Türkoloji Dergisi, 1979, c. VIII, Ankara, s. 345-402. Ünver, smail, “Mesnevî”, Türk Dili, Türk iiri Özel Sayısı II (Divan iiri), 1986, sy. 415 416 - 417 /Temmuz – Austos - Eylül, Ankara, ss. 430-563. Ünver, smail, “Ahmed-i Rıdvân”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Belleten, 1986, c. L, sy. 196, Nisan, Ankara, s. 73-125. Ünver, smail, “Fuzûlî’nin ki Mesnevîsinde Nizâmî Etkisi”, Türkoloji Dergisi, 1991, c. IX, sy. 1, Ankara, s. 19-22. Ürekli, Bayram – Doan Yörük, “Kıvâmî’ye Göre Fâtih’in I. ve II. Karaman Seferi”, Yeni pek Yolu: Konya Ticaret Odası Dergisi –Konya Ticaret Odası’nın Kuruluunun 120. Yılına Armaan, 2002, sy. 5, s. 207-18. Üst, Sibel, “Bir Akın ki Hikâyesi Üzerine: eyyâd Hamza’nın Yûsuf Zelîhâ’sı ile Nazan Bekirolu’nun Yûsuf ile Züleyhâ’sı Üzerine Bir Karılatırma”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 796825. Üstüner, Kaplan, "Refî'-i Amidî ve Hüsn ü Ak'a Nazire Bir Eseri: Cân u Cânân", Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 4, s. 275-85. Üstüner, Kaplan, “iir, air ve Edebî Kurallara Dair Yazılmı Bir Mesnevî: Fenniye-i E’âr”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 826-92. Valitova, A. A., "K voprosu o folklornıh motivah õ poeme Kutadgu Bilig ", Sovetskoe Vostokovedinie, 1958, c. 5, s. 82-102. Vanlıolu, Mehmet, "Beng u Bâde ve Muhtevası", Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 3, s. 197-200. [Sunulan Bildiri]] Verburg, Antoinette C., “The Tuhfe-i âhidî: A Sixteenth Century Persian-Ottoman Dictionary in Rhyme”, Archivum Ottomanicum, 1997, c. 15, s. 5-87. Yaar, Bahattin, "Süleymân Çelebi ve Mevlîd'i", yeni Defne, c. X, sy. 114-117, s. 31-32. Yavuz, Kemâl, “XIII - XVI. Asır Dil Yadigarlarının Anadolu Sahasında Türkçe Yazılı Sebepleri ve Bu Devir Müelliflerinin Türkçe Hakkındaki Görüleri”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1983, sy. 27, Aralık, s. 9-56. Yavuz, Kemal, “Sultân II. Murâd Devri Mevlevî âirlerinden Muinuddîn Bin Mustafa ve Mesnevi Tercümesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi II (Prof. Dr. Harun Tolasa Özel Sayısı), 1983, zmir, s. 183-204. Yavuz, Kemal, "Mesnevî-i erîf le Alâkalı Olarak Cevdet Paa'nın Âbidin Paa'ya Yazdıı Bir Mektup", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1986, c. XXIV-XXV, s. 441-54. Yavuz, Kemal, “Galat, Galatat ve Muînî’nin Dildeki Tasarrufları”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1989, sy. 60, Haziran, s. 127-48. * * * * * * * * * * * * * * * * * 694 694 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Yavuz, Kemal, "Anadolu Türk Edebiyatında lk Miracnâmeler: Âık Paa ve Miracnamesi", lmî Aratırmalar, 1999, sy. 8, stanbul, s. 247-66. Yavuz, Kemal, “Osmanlı Devleti’nin Kurulu Yılları airlerinden Âık Paa’da Ordu Fikri ve Alp Tipi”, Osmanlı, 1999, editör: Güler, c. 9, Ankara: Yeni Türkiye, s. 554-66. Yavuz, Kemal, "Âık Paa", Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi - Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun'a Armaan -, 2003, sy. 13, s. 29-39. Yavuz, Kemal, "Âık Paa'da Ticaret Fikri", lmî Aratırmalar, 2003, sy. 16, s. 117-24. Yavuz, Kemal, "Çeitli Yönleri le Mantıku't-tayr ve Garib-nâme Mesnevileri", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2004, c. XXXI, s. 345-56. Yazar, lyas, "Fuâdî'nin Bülbüliyyesi Üzerine Bir nceleme", Dergi@Net, 2001, yıl 1, sy. 18, Kasım - Aralık, s. 11-12. Yazar, Sadık, “XVII. Yüzyıl airi Sadıkî’nin Mesnevî’den Seçma Hikâyeler Tercümesi”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 893-927. Yelten, Muhammed, “Nev’î-zâde Atâyî’nin Sohbetü’l-ebkârı ve çindeki Atasözleri ve Deyimler” TDAY-Belleten 1989, 1994, s. 171-91. Yeniterzi, Emine, "Süleymân Çelebi ve Mevlid", Konya'da Düünce ve Sanat: MakalelerSohbetler, Konya: Türkiye Yazarlar Birlii Konya ubesi, 2003, s. 316-28. Yeniterzi, Emine, “Ahmed-i Dâ’î ve Vasiyyet-i Nûirevân Adlı Mesnevisi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2006, sy. 19, s. 1-25. Yeniterzi, Emine, “Anadolu Türk Edebiyatında Ahlâkî Mesnevîler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 433-68. Yeti, Kazım, “Garîbnâme’de Akıl”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2004, sy. 31, s. 357-80. Yıldırım, Ali, “Kâmî’nin Behcetü’l-fehyâ Adlı Mesnevîsi”, F.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, sy. 7, 1995. Yıldırım, Ali, “Kâmî’nin Tuhfete’l-Zevrâ Mesnevîsi”, Fırat Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi, 2000, sy. 5, s. 81-110. Yıldırım, Ali, "Gülehrî'nin Felekname'sinde Geçen Hayvan Adlarının Sembolik Deerleri", Erciyes Dergisi, 2003, sy. 304, Nisan, s. 14-17. Yıldırım, Ali, “Fuzûlî’nin Beng u Bâde Mesnevîsi ve Bâde Sembolü”, F.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2004, c. 14, sy. 2, s. 139-47. Yıldırım, Talip, “Ubeydu’llâh Hân’ın ki Eseri: Gayret-nâme Mesnevîsi ve Salavât-nâme”, Modern Türklük Aratırmaları Dergisi, 2006, c. 3, sy. 1, s. 89-102. Yıldız, Alim, “brahim Gülenî’nin Pend-nâme’si”, Dokuz Eylül Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi, 2002, sy. 16, 2002, s. 57-95. Yıldız, Alim, “Edebiyatımızda Mevlid ve Bazı Mevlidlerin Yazılı Sebepleri”, Somuncu Baba, 2006, sy. 66, s. 34-37. Yıldız, Alim, “akir Ahmed Paa’nın Tertîb-i Nefîs Mesnevisi”, C.Ü. lahiyat Fakültesi Dergisi, 2008, XII/2, s. 179-223. Yıldız, Alpay Doan, “Eski Bir Bahçenin Yeniden Düzenlenii Ya da Fuzûlî’nin Hikâye-i Leylâ ve Mecnûn’u Sunuu”, Bilig, 2004, sy. 29, Bahar, 2004, s. 201-22. Yıldız, Osman, “Cemâli-i Karamânî ve Miftâhu’l-ferec‘i” Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1996, sy. 2, Isparta, s. 271-92. Yıldız Aye, “Tercüme Kavramı ve Türkçe Mesnevîlerde Tercüme Meselesinin Klâsik Edebiyatlar Balamında Yorumlanması Denemesi”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 939-54. * * * * * * * * * * * 695 695 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Yılmaz, Kâif, "Fakirî'nin Kanunî'ye Sunduu Risâle-i Ta'rîfât Adlı Eserinin Kültür ve Medeniyet Tarihimiz Açısından Önemi", Yedi klim, 1993, sy. 43, s. 44-46. Yılmaz, Kâif, "Edirneli Güftî Ali ve Terîfâtu'-u'arâ'sı", Yedi klim, 1994, sy. 47, s. 11618. Yolda, Kazım, “Kutadgu Bilig ’de slâmî Unsurlar”, Yedi klim, 2001, sy. 134, Mayıs, s. 4449. Yöntem, Ali Canip, "Hayriye, Lutfiye", stanbul Mecmuası, 1945, sy. 3, s. 8. Yöntem, Ali Canip, "Hakanî Mehmed Bey, Hayatı ve Eserlerine Dair ncelemeler", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1948, c. II, sy. 1-2, s. 4346. Yurtsever, M. Murat, "Lâmi'î Çelebi'nin Bursa ehrengizi'nde Mekân Tasvirleri", Uluda Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi, 1987, c. II, sy. 2, s. 243-52. Yücel, Bilal, “Kaygusuz Abdal’ın Budalanâmesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 2, Sivas, s. 41-120. Yüksel, Hasan, "mam Mahlaslı Bir airin Ortaya Çıkan Mesnevî Tarzındaki Yazma Bir Eseri", Kızılırmak, 1992, yıl 1, sy. 7, Temmuz, s. 5. Yüksel, Sedit, "Ik-nâme Üzerine Açıklamalar", Türk Dili, 1970, c. XXI, sy. 220, s. 291-95. Yüksel, Sedit, "Sohbetü'l-esmâr Fuzûlî'nin Deildir", Türkoloji Dergisi, 1972, c. IV, sy. 1, s. 115-36. Zajaczkowski, Ananiasz, "Zabytek jezykowy ze Zlotej Ordy, 'Husräv u irin' Qutba", Rocznik Orientalistyczny, 1954, c. XIX, s. 45-123. Zajaczkowski, Ananiasz, "Opisy Zaloby (jas) w tureckiej wersji poematu 'Husrev u irin' ze Zlotej Ordy", Rocznik Orientalistyczny, Memorial St. Schayer, 1957, c. XXI, s. 517-26. Zavotçu, Gencay, "Türk Edebiyatı'nda Yazılmı Gül ve Bülbül Hikâyeleri", Kültür Dünyası, 1998, sy. 14, stanbul, s. 44-50. Zavotçu, Gencay, "Mevlânâ Adına Kayıtlı Küçük Bir Mesnevî: Bülbül-nâme", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1998, sy. 9, Erzurum, s. 79-88. Zavotçu, Gencay, "Türk Edebiyatı'nda Gül ü Bülbül", Türkler , c. 5, editörler Hasan Celâl Güzel - Kemal Çiçek - Salim Koca, Ankara: Yeni Türkiye, 2002, s. 896-902. Zavotçu, Gencay, “Hamdullah Hamdî ve Yûsuf u Züleyhâ Mesnevisi Hakkında Bazı Tespitler”, Ak linden Gönül Dilinden nciler, stanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2009, s. 303-27 Zavotçu, Gencay, “Mevlânâ ’nın Mesnevi’sindeki Hikâyelere Genel Bir Bakı”, Ak linden Gönül Dilinden nciler, stanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2009, s. 446-64. * * * * * * * * * VI. Bildiri Bibliyografyası Abdelmaksoud, Belal Saber, “Lârendeli Hamdî ’nin Leylâ ve Mecnûn Dîvanına Bir Bakı”, Prof. Dr. Abdülkadir KARAHAN’ın Anısına Uluslar arası Divân Edebiyatı Sempozyumu [27-28 Mayıs 2008], stanbul: Beykoz Belediyesi Kültür Yay., 2008, s. 343-55. Abdulkadirolu, Abdulkerim, "Bursalı smail Beli'in Sergüzet-nâme'sinde Tokat ve Nuhbetü'l-âsâr'daki Tokatlı airler", Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu, 2-6 Temmuz 1986, Ankara: Tokat Valilii eyhülislâm bn Kemal Aratırma Merkezi, 1987, s. 535-47. Açıkgöz, Namık, "Leylâ ve Mecnûn Minyatürleri", (500. Yılında Fuzûlî Sempozyumu Bildirileri), Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyük ehir Belediyesi Kültür leri Dairesi Bakanlıı, 1996, s. 249-54. Ahmed, Vedat S., “Bulgaristan Müslümanları Arasında Mevlid Gelenei”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid * * 696 696 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 370-80. Akar, Metin, "Gülehrî'nin Felek-nâme'sinde Mucize Motifler", XX. Ahîlik Bayramı Kongresi Bildirileri, 1-2 Eylül 1984, Kırehir, Konevî, II, 1985, s. 13-16. Akar, Metin, "Yûsuf-ı Meddâh'ın Dâstân-ı blis'inin Kaynaı", Beinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi,stanbul 23-28 Eylül 1985, Tebliler, II. Türk Edebiyatı, I, 1985, 17. Akçay, Ali hsan, “Gönenli Yahya b. Bahî ve Mevlidi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 321-33. Akku, Metin, "Edebiyatımızda Ahi tipi ve Esrar Dede Fütüvvetname'sinde Ahi Tipi", I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M. Fatih Köksal, c. 1, Kırehir 2005, s. 15-23. Akku, Mehmet, “Çerkeli Mehmet Hilmî Efendi ve Manzûm Mevlid’i”, Geçmiten Gelecee Çankırı –III. Çankırı Kültürü Bilgi öleni Bildirileri, 28-29 Eylül 2005 -, Çankırı 2005, s. 41-79. Akku, Mehmet, “Prof. Dr. Hüseyin Mucîb ve Vesîletü’n-Necât’ın Arapça Tercümesi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 396-405. Aksoy, Hasan, "emseddin Sivasî'nin Gülen-âbâd Adlı Mesnevîsi'nde "Gül"", Gül Kitabı [Gül Kültürü Üzerine Düünceler], Isparta, 2005, s. 69-77. Aksoy, Hasan, “emsî Mevlid’inde Süleymân Çelebi zleri”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 270-81. Aksoyak, . Hakkı, “XVIII. Yüzyıl airi Edirneli Nâtık’ın Kaleminden Edirne’de Bir Ak Hikâyesi”, 1. Edirne Kültür Aratırmaları Sempozyumu Bildirileri (23-25 Ekim 2003), trhs.: 573-88. Akta, erif, "Bir Anlayıın Romanı: Hüsn ü Ak" (eyh Gâlib Sempozyumu Bildirileri, 1718 Mart 1995, stanbul), eyh Galib Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., 1995, s. 123-30. Aliyev, Sabir, “Leylî ile Mecnun’da airin Tanrı ve nsan Sevgisi”, (500. Yılında Fuzûlî Sempozyumu Bildirileri), Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., 1996, s. 245-47. Araslı, Hamit, “Gülehrî ve Genceli Nizamî”, XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1966, Ankara, 1968, s. 29-37. Aslanov, Vâkıf I., “Nizami “Hemse”sinde Türkizmler”, Beinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi stanbul 23-28 Eylül 1985 Tebliler I. Türk Dili, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Aratırma Merkezi, c. 2, stanbul 1987, s. 17-22. Ate, Erdoan, “Geçmiten Günümüze Mevlit craları ve önemli Mevlithanlar”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 437-46. Ateeolu, Kemal, “Gürcistan’da (Acara-Batum’da) Mevlid Gelenei’nin Önemi, slam’ı Koruma ve Yaatma Açısından Rolü”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], * * * * 697 697 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 392-95. Ayan, Gönül, “Attâr, Esrâr-nâme’si ve Mevlânâ ”, Selçuk Üniversitesi, II. Milletler Arası Mevlânâ Kongresi, 3 – 5 Mayıs 1990 (Tebliler) Konya/Türkiye, Konya 1991. Ayan, Gönül, “Osmanlı htiamının Muhteem ki Mesnevîsi”, Uluslararası Kuruluunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi 07-09 Nisan 1999: Bildiriler, Yayına Hzr. Alâaddin Aköz-Bayram Ürekli-Ruhi Özcan, Konya: Selçuk Üniversitesi, 2000, s. 341-45. Ayan, Hüseyin, “Onsekiz Beyte ki Türlü Bakı”, Selçuk Üniversitesi I. Mevlâna Kongresi [Tebliler] 3-5 Mayıs 1985, Konya 1986, s. 325-30. Ayan, Hüseyin, “Mesnevîler Manzûm Romanlarımız Olabilir mi?”, Uluslararası Kuruluunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi 07-09 Nisan 1999: Bildiriler, Yayına Hzr. Alâaddin Aköz-Bayram Ürekli-Ruhi Özcan, Konya: Selçuk Üniversitesi, 2000, s. 69-71. Aydemir, Yaar, “Vücûdî’nin stanbul zlenimleri”, I. Uluslararası Türk Edebiyatında stanbul Sempozyumu Bildirileri (3-5 Nisan 2008, stanbul, editörler: Erol Ülgen-Emin Özba, stanbul, 2009, s. 151-62. Beyzadeolu, Süreyya, “ki Ahlâk ve Nasihat Kitabı Hayriye ve Lutfiyye’nin Ortak Özellikleri”, 1. Kırehir Kültür Aratırmaları Bilgi öleni (8-10 Ekim 2003) Bildiriler, haz. Ahmet Günen, Kırehir 2004, s. 67-86. Boz, Erdoan, “Hüsrev ü irin’de Kafiye Oluturan Türkçe Kelimeler”, Dumlupınar Üniversitesi 4-5 Haziran 1998 Kütahyalı airler Sempozyumu – I, Kütahya, 2000, s. 5974. Buluç, Sadettin, "Dursun Fakih'in Gazavat-nâme'si", X. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1963, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1964, s. 11-22. Csirkés, Ferenc Péter, “Lutfi and the Gul u Navruz”, Altaica BudapeStinensia MMII: Proceedings of the 45th Permanent International Altaistic Conference Budapest, June 2328, 2002. Edited by Alice Sárközi and Attila Rákos, Budapest: Eötvös Loránd University, 2003, s. 79-86. Cunbur, Müjgân, “Gülehrî ile Kaygusuz Abdal’ın iirlerini Kapsayan, XV. Yüzyıldan Kalan Bir Mecmua”, X. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler-1963, Ankara, 1964, s. 25-28. Cunbur, Müjgân, “Yunus Emre’ye Göre Akıl ve Kutadgu Bilig ile Karılatırılması”, Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 7-10 Ekim 1991, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi, 1995, s. 421-42. Çakır, Müjgan, “Câmasb-nâme’deki Sofra Kültürü ve Yemek Adlarına Dair”, Türk Mutfak Kültürü Üzerine Aratırmalar, Ankara: Türk Halk Kültürünü Aratırma ve Tanıtma Vakfı, 1999, s. 11-26. Çelebiolu, Âmil, “Muhtelif erhlere Göre Mesnevî’nin lk Beytiyle lgili Düünceler”, Selçuk Üniversitesi I. Mevlâna Kongresi [Tebliler] 3-5 Mayıs 1985, Konya 1986, s. 527. Çelebiolu, Âmil, “Akemseddinzade Hamdullah Çelebi ve Pend-name’si”, I. Akemseddin Sempozyumu (25-27 Mayıs 1988), Tebliler, Bolu-Göynük, 1988, s. 34-60. Çetin, smet, "Tursun Fakih, Hayatı ve Eserleri", I. Türk Kültürü ve Hacı Bekta Veli Sempozyumu Bildirileri (22-24 Ekim 1998), Ankara, 1999, s. 93-98. Çınar, Aliye, “Süleymân Çelebi’nin Mevlid (Vesîletü’n-necât)’inde Miraç”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 127-42. * * * * * * * * 698 698 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Çöm, Erol, “emseddîn-i Sivasî’nin bret-nümâ’sında Sosyal Tenkit”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Böl., I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu, 23-26 Ekim 2007, Bildiriler, editörler: Abdurrahman Özkan, Selami Turan, Isparta, 2008: 201-208. Derdiyok, . Çetin, "Mesnevî-i Ma'nevî'de Leylâ ve Mecnûn", 9. Mevlâna Kongresi (Tebliler) 15-16 Aralık 1997, Konya, 1997, s. 75-84. Derdiyok, . Çetin, “Cemâlî ve Eserleriyle lgili Çalımalar”, Dumlupınar Üniversitesi 4-5 Haziran 1998 Kütahyalı airler Sempozyumu – I, Kütahya, 2000, s. 204-11. Dizdari, Islam, “Mevludet Në Gjuhën Shqipe u Ndikuan Nga Mevludi i Sulejman Çelebiut”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 352-69. Erdal, Kelime, “Halide Edib Adıvar’ın Eserlerinde Mevlid”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 235-47. Erolu, Süleyman, “Vesîletü’n-necât’ta Ahenk Unsurları”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 219-34. Esir, Hasan Ali, “brahim bn-i Bâlî’nin Hikmet-nâme’sinde stanbul”, I. Uluslararası Türk Edebiyatında stanbul Sempozyumu Bildirileri (3-5 Nisan 2008, stanbul, editörler: Erol Ülgen-Emin Özba, stanbul, 2009, s. 407-16. Fazilov, Ergash, “Yusuf Amîrî Dah-nâma Sinin lmiy-Tankidiy Matni”, IV. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri I [24-29 Eylül 2000), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2007, s. 605-12. Flemming, Barbara, “Beylikler Devrinin Bir Romantik Mesnevisi: Fahrî’nin Husrev u îrîn’i”, I. Milletler Arası Türkoloji Kongresi [stanbul, 15-20.X.1973] Tebliler, 2. Türk Dili ve Edebiyatı, stanbul 1979, ss. 325-9. Gafarov, Raim, “Günümüz Kırım’ında Mevlid”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 388-92. Güler, Kadir, “brahim Bey Divanı mı, Tennurî’nin Gülen-i Niyâz’ı mı?”, Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi öleni (12-13 Nisan 2001) Bildiriler I, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yay., 2001, s. 34346. Gülsevin, Gürer, “Kutadgu Bilig ’de Denk-Çiftlerin Kullanılmasında Vezin Kaynaklı Tercihler”,Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Böl., I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu, 23-26 Ekim 2007, Bildiriler, editörler: Abdurrahman Özkan, Selami Turan, Isparta, 2008: 287-96. Güngör, eyma, “Âık Paa ve Karacaolan’da Yiitlik (Alplık) Anlayıı”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 96-110. Günen, Ahmet, "Garîb-nâme'de Ahilik zleri", I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M. Fatih Köksal, c. 1, Kırehir 2005, s. 499-510. * * * * * * * 699 699 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Günen, Ahmet, “Âık Paa ve Garîb-nâme’nin Anadolu Türk Yazı Dili Tarihi çindeki Yeri ve Önemi”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 51-68. Gürer, Abdulkadir, “Pîr Muhammed’in Tarîkat-nâmesi”, Mustafa Canpolat Armaanı [Dil ve Edebiyat Aratırmaları Sempozyumu - 2003], yayımlayanlar: Aysu Ata - Mehmet Ölmez, Ankara, 2003, s. 67-70. Gürgendereli, Müberra, “Edirneli Örfî ve Mesnevîleri”, 1. Edirne Kültür Aratırmaları Sempozyumu Bildirileri (23-25 Ekim 2003), trhs.: 445-55. Hatibolu, brahim, “Hadis Arka Planı ve Kaynakları Açısından Vesîletü’n-necât”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 95-105. Hızlı, Mefail, “Mevlid’e Dair Bazı Belgeler ve Bilgiler”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 43-50. Holbrook, Victoria Rowe, "Mazmun mu Klie Yoksa Devralınmı Mazmun Kavramı mı? Galib'in Hayalinde Renk ve Yorum", (eyh Gâlib Sempozyumu Bildirileri, 17-18 Mart 1995, stanbul), eyh Galib Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., 1995, s. 131-41. zzeti, Metin, “Rumeli nsanında Peygamber Sevgisi ve Mevlid Gelenei”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 345-51. Kaçar, Burhan, “Gâzîlik Ruhunun Ahmedî’nin skender-nâme’sinde zleri”, 4-5 Haziran 1998, Kütahyalı airler Sempozyumu I, Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi, 2000, s. 46470. Kadıolu, Selim, “Nâbî’nin Hayriyye’sinin Mebhas-ı Lâzıme-i Hikmet ü Tıb Bölümü: air Gözüyle 17. Yüzyıl Osmanlı Tıbbına Eletirel Bir Bakı”, Osmanlı Dünyasında Bilim ve Eitim Milletlerarası Kongresi, stanbul, 12-15 Nisan 1999: Tebliler, Derleyen Hidayet Y. Nuholu, stanbul: IRCICA, 2001, s. 417-35. Kalkıım, Muhsin, “Mesnevî’nin lk Dört Beytine eyh Gâlib’in Yaptıı erh”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Böl., I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu, 23-26 Ekim 2007, Bildiriler, editörler: Abdurrahman Özkan, Selami Turan, Isparta, 2008: 317-22. Kara, Mustafa, “Bursa’da Yazılan Bir Mevlid”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 282-96. Karacan, Turgut, "Kusurî ve Keriman-ı Dilîr Hikâyesi", Beinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi stanbul 23-28 Eylül 1985, Tebliler II, stanbul, 1988, s. 407-20. Karata, Ali hsan, “Osmanlı Toplumunda Mevlid Vakıfları –Bursa Örnei-”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 34-42. Kartal, Ahmet, "Attâr'ın Mantıku't-tayr'ı ile Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ının Mukayesesi", 1. Kırehir Kültür Aratırmaları Bilgi öleni (8-10 Ekim 2003) Bildiriler, haz. Ahmet Günen, Kırehir 2004, s. 297-329. * * * * 700 700 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Kartal, Ahmet, "Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ında Yer Alan Fütüvvetle lgili Manzumesi", I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M. Fatih Köksal, c. 2, Kırehir 2005, s. 585-95. Kavcar, Cahit, “bni Kemal’in airlii ve Yusuf u Züleyha’sı”, Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu, 2-6 Temmuz 1986, Ankara, 1987, s. 587-94. Kaya, Nevzat, “Âık Paa Garîb-nâme’sinin Süleymaniye Kütüphanesinde Bulunan Nüshaları”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 135-44. Kaymaz, Zeki, "Varka ve Gülâh Mesnevîsinin Malatya'daki Bir Nushası Üzerine", II. Battal Gazi ve Malatya Çevresi Halk Kültürü Sempozyumu [19-21 Eylül 1987], 1988, s. 163-66. Kaymaz, Zeki, “Âık Paa’nın Yayımlanmamı Bir iiri Üzerine”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 145-54. Kemikli, Bilal, “Süleymân Çelebi’nin Muhiti-Vesîletü’n-necat’ın Yazıldıı Ortam Üzerine Bazı Deerlendirmeler”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 17-23. Koçin, Abdulhakim, “Vesîletü’n-necât’taki Duaların Münacat Türü Açısından Deerlendirilmesi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa KaraBilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 115-26. Korkmaz, Zeynep, "Eski Anadolu Türkçesinin ki Ürünü ve Yazarları Üzerine (Dâsitân-ı Hanefî ve Dâsitân-ı Mihr ü Vefâ)", XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Okunan Bilimsel Bildiriler 1966, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1968, s. 17-27. Kurnaz, Cemal, “Kastamonulu Vahyî ve Mi’râcu’l-beyân’ı”, Birinci Kastamonu Kültür Sempozyumu, 20-22 Mayıs 2000, Kastamonu: Kastamonu Valilii, 2001, s. 231-44. Kurnaz, Cemal, “Mevlit, Bir Vuslat iiri Olarak Okunabilir mi?”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 106-114. Kurt, Ali Osman, “Süleymân Çelebi’nin Vesîletü’n-necât simli Eserinin Mitolojik Açıdan Deerlendirilmesi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa KaraBilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 156-70. Kuru, Selim S., “Lami’i Çelebi’nin Gözüyle Bursa”, Osman Gazi ve Bursa Sempozyumu “Payitaht Bursa’nın Kültürel ve Ekonomik likileri” [04-05 Nisan 2005-Bursa], editör: Cafer Çiftçi, Bursa 2004, s. 215-24. Kuru, Selim S., “Mesnevi Biçiminde Ak Hali: Birinci Tekil ahıs Anlatılar Olarak Fürkatnâme, Heves-nâme Üzerinden Bir Deerlendirme”, Nazımdan Nesire Edebî Türler (25 Nisan 2008) Bildiriler, Hzrlr. Hatice Aynur vd., stanbul: Turkuaz, 2009, s. 168-83. Levend, Âgâh Sırrı, “Bilinmiyen Bir Yazarın Bilinmeyen Bir Eseri: Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev Mesnevisi”, VIII. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1957, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1960, s. 169-74. Mazıolu, Hasibe, "Anadolu 'da 13. Yüzyıl Ürünlerinden Yeni Bir Eser", X. Türk Dil Kurultayı Bilimsel Bildirileri 1963, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1964, s. 75-79. Mazıolu, Hasibe, "Yeni Mevlid Metinleri", I. Türk Dili Bilimsel Kurultayına Sunulan Bildiriler (Ankara 27-29 Eylül 1972), Bilimsel Bildiriler 1972, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1975, s. 73-95. * * * * * * * 701 701 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Mazıolu, Hasibe, "Mesnevî’nin Türkçe Manzum Tercüme ve erhleri",Ölümünün 700. Yıl Dönümü Uluslar arası Mevlânâ Semineri (15-17 Aralık), Ankara: Türkiye  Bankası Yay., 1972, s. 275-96. Mazıolu, Hasibe, “Kanunî’nin Olu ehzade Bâyezîd çin Yapılan Pend-nâme-i Attâr Çevirisi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara: 11-15 Ekim 1976, Kongreye Sunulan Bildiriler II. Cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1981, s. 1183-93. Mazıolu, Hasibe, “Dede Ömer Rûenî ve Çoban-nâme’si”, I. Milletlerararı Mevlânâ Kongresi Teblileri (3- 5 Mayıs 1987), Konya: Selçuk Üniversitesi Yay., 1988, s. 49-57. Memmedova, Elmira, “Nizami Zöhrabî’nin Fatih Mesnevisi, I. Uluslararası Türk Edebiyatında stanbul Sempozyumu Bildirileri (3-5 Nisan 2008, stanbul, editörler: Erol Ülgen-Emin Özba, stanbul, 2009, s. 763-72. Mengi, Mine, “Garîbnâme’de 14. yy. Anadolu ’sunun Toplum Yapısına likin Bilgiler”, XI. Uluslararası Türk Tarih Kongresi, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1990. Mermutlu, Bedri, “Besteli Mevlid Meselesi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 414-36. Nametak, Fehim, “Bosna-Hersek’te Mevlit Gelenei”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [YazılııYayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 381-87. Ocak, Tulga, "Nâbî'nin Hayriyye'sinde Bir Türk Gencinin Eitimiyle lgili Görüleri ve Seçilecek Meslekler", 16-19 Kasım 1987 anlıurfa ve Güneydou Anadolu Projesi (GAP) Sempozyumu Bildirileri, 1988, s. 189-205. Okuyucu, Cihan “Ahmet Yesevî’nin Anadolu ’daki Temsilcileri Yunus Emre ile Aık Paa Arasındaki Fikir Akrabalıı”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri (26-29 Mayıs 1993), Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yay., 1993, s. 307-32. Okuyucu, Cihan, “Cemâlî ve Miftâhu’l-ferec’i”, Dumlupınar Üniversitesi 4-5 Haziran 1998 Kütahyalı airler Sempozyumu – I, Kütahya, 2000, s. 178-94. Orhanolu, Hayrettin, “Fuzûlî’nin Leylâ e Mecnûn Adlı Eserinde Maddî Unsurlar”, Yakın Dou Üniversitesi I. Uluslararası Türk Dünyası air ve Yazarları Sempozyumu: Fuzûlî’nin Türk Kültür ve Sanat Dünyasındaki Yeri, Bildiriler Kitabı 28-31 Mayıs 2008, KKTC - Lefkoa, Hzrlr. Ömer Yaraır-Mustafa Yeniasır-Selma Korkmaz, Lefkoa, 2009, s. 201-16. Oruçolu, lhami, “Vesîletü’n-necât’taki Peygamber Tasavvuruna Yönelik Eletiriler”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 171-74. Önler, Zafer, "Kutadgu Bilig 'de Ög ve Uku Kavramları", Mustafa Canpolat Armaanı [Dil ve Edebiyat Aratırmaları Sempozyumu - 2003], yayımlayanlar: Aysu Ata - Mehmet Ölmez, Ankara, 2003, s. 153-60. Özkan, Mustafa, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i ve Rûmî’nin îr  ”, Dumlupınar Üniversitesi 4-5 Haziran 1998 Kütahyalı airler Sempozyumu – I, Kütahya, 2000, s. 12137. Özkan, Mustafa, “Âık Paa ve Çadalarının Türk Diline Hizmetleri”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 162-77. * * * * * * * * * * * * * 702 702 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Özyıldırım, Ali Emre, “Sergüzet-nâmeler Üzerine Hasbihâl veya Hasbihâlin Sergüzeti”, Nazımdan Nesire Edebî Türler (25 Nisan 2008) Bildiriler, Hzrlr. Hatice Aynur vd., stanbul: Turkuaz, 2009, s. 134-65. Salam, smail, “Mevlid Merasimlerinin Yaygın Din Eitimi Açısından Deerlendirilmesi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 334-42. Sakaolu, Saim, “Mesnevî’deki Hikâyelerin Kaynakları ve Tesirleri”, Selçuk Üniversitesi I. Mevlâna Kongresi [Tebliler] 3-5 Mayıs 1985, Konya: Selçuk Üniversitesi Yay., 1986, s. 105-13. Sarıkaya, Erdem, “Gelenein Son Sedalarından Keçecizâde zzet Molla ve “Gülen-i Ak””, I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Örenci Kongresi TUDOK 2006, 11-13 Eylül 2006, stanbul Kültür Üniversitesi Ataköy-stanbul, stanbul: stanbul Kültür Üniversitesi Yay., 2008, s. 321-46. Schmidt, Jan, “Firdevsî’nin ehnâme’sinin Osmanlılar Tarafından Alımlanması”, Nazımdan Nesire Edebî Türler (25 Nisan 2008) Bildiriler, Hzrlr. Hatice Aynur vd., stanbul: Turkuaz, 2009, s. 184-96. Sertkaya, Aye Gül, “Seydi Ahmet Mirza’nın Taauk-nâme Adlı Mesnevisinin Yeni Bir Yazma Nüshası Üzerine”, IV. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II [24-29 Eylül 2000), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2007, s. 1621-26. Süreli, Bahadır, “Yerelleme ve “Modernleme” Balamında Sünbülzâde Vehbî’nin evkengîz’i”, I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Örenci Kongresi TUDOK 2006, 11-13 Eylül 2006, stanbul Kültür Üniversitesi Ataköy-stanbul, stanbul: stanbul Kültür Üniversitesi Yay., 2008, s. 347-52. eker, Mehmet, “Terîfât-ı kadîme’ye Göre Mevlid Alayı”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 51-58. Tanındı, Zeren, “Siyer-i Nebî’de Mevlid Metni ve Görsel mgeleri”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 87-94. Tatcı, Mustafa, “Hüseyin Vassâf Bey’in Mevlid erhi: Gülzâr-ı Ak”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 251-69. Tek, Abdurrezak, “Mevlid’de Hakîkat-i Muhammediyye Vurgusu”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 175-81. Tekin, Gönül, “Cemâh u Alemâh”, Süleymân the Magnificent and His Time, Edited by Halil nalcık and Cemal Kafadar, stanbul: The ISIS Pres, 1993, s. 369-79. Toygar, Kâmil, "Türkiye'de "Mevlid" Çevresinde Meydana Gelen Folklorik Unsurlar", II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. cilt: Gelenek, Görenek ve nançlar, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1982, s. 517-34. Trako, Salih, “Ujiçeli brahim Zikri, Vesîletü’n-necât Aolı Bursalı Süleymân Çelebi Mevlîdinin arihi”, Beinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi stanbul 23-28 Eylül 1985, Tebliler II, stanbul, 1988, s. 407-20. * * * * 703 703 ESK TÜRK EDEBYATINDA AHMET KARTAL MESNEV Tunç, Gökhan, “Fuzûlî’nin Leylâ ile Mecnûn Mesnevî’sinin Çada Türk iirindeki zleri”, Yakın Dou Üniversitesi I. Uluslararası Türk Dünyası air ve Yazarları Sempozyumu: Fuzûlî’nin Türk Kültür ve Sanat Dünyasındaki Yeri, Bildiriler Kitabı 28-31 Mayıs 2008, KKTC - Lefkoa, Hzrlr. Ömer Yaraır-Mustafa Yeniasır-Selma Korkmaz, Lefkoa, 2009, s. 101-10. Türinay, Necmeddin, "Klâsik Hikâyenin Merhalesi: Hüsn ü Ak", (eyh Gâlib Sempozyumu Bildirileri, 17-18 Mart 1995, stanbul), eyh Galib Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., 1995, s. 87-122. Türinay, Necmeddin, “Klasik Romana ve Leylâ vü Mecnun’a Dair”, Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., 1996, s. 223-44. Türker-Küyel, Mübahat, "Kutadgu Bilig ile Kenzü'l-küberâ Arasında Bir Karılatırma", Uluslar arası Türk Dili Kongresi 1992 (26 Eylül 1992 - 1 Ekim 1992), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1996, s. 175-88. Uluda, Süleyman, “Süleymân Çelebi’nin nanç ve Fikir Dünyası”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 182-209. Uzel, lter, “Erken Osmanlı Döneminde Amasyalı Hekimler”, I. Amasya Aratırmaları Sempozyumu Bildirileri [13-15 Haziran 2007 Amasya], c. 1, editör: Yavuz Bayram, Amasya: Amasya Valilii yay., 2008, s. 491-533. Uzluk, Feridun Nâfiz, “âir Mu’inî Mustafa’nın Mesnevî Çevirisi Mesnevî-i Murâdî”, X. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1963, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1964, s. 113-42. Uzun, Mustafa, “Türkçe Mevlid Edebiyatında Dikkatlerden Kaçan Bir sim Mehmed Fevzi Efendi ve Mevlidleri”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa KaraBilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 297-320. Ülgen, Erol, “Garipname’nin Yayımlanmasının Hikâyesi”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008: 16-24. Üst, Sibel, “Kefî ve Te’dîb-nâme”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Böl., I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu, 23-26 Ekim 2007, Bildiriler, editörler: Abdurrahman Özkan, Selami Turan, Isparta, 2008: 651-56. Yavuz, Kemal, “Mesnevî-i erîf Üzerine Görüler”, Selçuk Üniversitesi I. Mevlâna Kongresi [Tebliler] 3-5 Mayıs 1985, Konya: Selçuk Üniversitesi Yay., 1986, s. 279-90. Yavuz, Kemal, "Türk Edebiyatında Mesnevî'den lk Tercüme Hikâyeler ve Bazı Dikkatler", Uluslar arası Mevlâna Bilgi öleni, Bildiriler, 15-17 Aralık 2000, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., s. 355-81. Yavuz, Kemal, "Gülehrî'nin Ahi Bir Hikâyesi", I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M. Fatih Köksal, c. 2, Kırehir 2005, s. 999-1010. Yavuz, Kemal, “Âık Paa”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 25-32. Yavuz, Kemal, “Garîb-nâme ve Mantıku’t-tayr le lgili Bazı Tespitler”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 40-50. Yavuz, Kemal, “Mevlid’in Türkçe Kaynakları, erhleri ve Mevlid Metni Üzerine”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid * * * * * * * * 704 704 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 61-86. Yavuzcan, smail H., “Alman arkiyatçılarından ‘Mevlüt’ Aratırmaları”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 406-13. Yeniterzi, Emine, “Süleymân Çelebi Mevlidi’nde Na’t Muhtevası”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 143-55. Yeti, Kazım, “Garîb-nâme’de Akıl”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 111-34. Yıldız, Alim, “Üsküdarlı Sâfî ’nin Cidâl-i Sa’dî Bâ-Müddeî Mesnevisi”, Üsküdar Sempozyumu IV [3-5 Kasım 2006] Bildiriler, editör: Cokun Yılmaz, c. I, stanbul 2007, s. 587-607. Yıldırım, Iılay Pınar, "Eref b. Ahmed'in Fütüvvet-nâme'si", I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M. Fatih Köksal, c. 2, Kırehir 2005, s. 1011-21. Yılmaz, Müslüm, “Hüsn ü Ak’ın Sebeb-i Telifi ve Üzerine Tartımalar”, I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Örenci Kongresi TUDOK 2006, 11-13 Eylül 2006, stanbul Kültür Üniversitesi Ataköy-stanbul, stanbul: stanbul Kültür Üniversitesi Yay., 2008, s. 381-90. Yücedoru, Tevfik, “nanç Esasları Açısından Vesîletü’n-necât”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 210-18. Zajaczkowski, A., “Kutb’un Hüsrev ü irin Adlı Eseri Hakkında”, VIII. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1957, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1960, s. 159-64. * * * “Eski Türk Edebiyatında Mesnevî”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 353-432. * 705 705 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR                                                                                                                                  706 706 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                                                                                                                                                                                   707 707 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR AHMET KARTAL                                                                                              902 Aaıdaki beyitlerde bu duruma iaret edilmektedir:         903 Aaıdaki beyitte bu duruma iaret edilmektedir:   904 Aaıdaki beyitlerde bu duruma iaret edilmektedir:           905    708 708 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                                                                                                                                                                          709 709 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR AHMET KARTAL                              906 907 908 909 910 911                      ()              710 710 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                               912 913 914 915 916 917 918 919 920 921 922     “” hecesi vezin gerei kısa okunmalıdır.  Mu  oyunı: metinde “” eklinde                             711 711 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS AHMET KARTAL ÜZERNE NOTLAR                      923 924 925 926 927                         beglere: metinde “begler ()” eklinde harekelenmitir.              712 712 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                     928 929 930 931 932 933                                   713 713 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR                   934 935  AHMET KARTAL                                   937 938 939 940 941               714 714 RAZ’DAN STANBUL’A                   942 943 ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                          944     946  715 715 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS AHMET KARTAL ÜZERNE NOTLAR                    947 948 949                                   yu vaylar: metinde                951 952 953       716 716 RAZ’DAN STANBUL’A                   954 955 956 957 958 959 960 961 962 ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                                                 717 717 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS AHMET KARTAL ÜZERNE NOTLAR                            963 964 965 966 967 968 969 970 971                         718 718 RAZ’DAN STANBUL’A                   ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                    972 973 974 975 976 977 978 979                      719 719 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS AHMET KARTAL ÜZERNE NOTLAR                                             980             981  982 983   720 720 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                                         984 985 986 987 988 989 990                     721 721 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR AHMET KARTAL                                      991 992              993   994   995 996    722 722 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN                     997 998 999                        destine: metinde “” eklinde yazılmı olup, bu ekilde de alınabilir.   1000 1001 1002     723 723 AHMET KARTAL KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR                               1003 1004 1005 1006 1007 1008 1009 1010 1011            724 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                                           1012 1013 1014 1015 1016 1017           725 725 KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS AHMET KARTAL ÜZERNE NOTLAR                   1018                                                           1019  1020 1021 1022 1023 1024        726 726 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                 1025 1026 1027 1028 1029 1030                 Bu makale, önce “1. Uluslar arası Ahilik Kültürü ve Kırehir Sempozyumu (15-17 Ekim 2008 Kırehir)’nda bildiri olarak sunulmu, daha sonra “Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevîsi Üzerine Notlar”, balıı aylında Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi (2, 223-42, 2009) nde yayımlanmıtır.       727 727 EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ’NN KIYÂFET-NÂMES EYH BABA YÛSUF (? - öl. H. 918 st.)’UN KIYÂFET-NÂMES Kıyâfe(t) kelimesi, arapça olup bir bir kimsenin ardından gitmek mânâsına gelen kavf kökünden mütaktır. Firâset ve kimsenin ardınca olmak, iz sürüp gitmek mânâlarına gelir. Bir kimsenin saç, göz, kulak, el, ayak v.s. gibi uzuvlarından ve dı görünüünden onun ahlâk ve karekter husûsiyetlerini dier bir ifâdeyle zâhirinden bâtinî vasıflarını tahmin ve tesbit etme ilmine kıyâfet ilmi denir. Arapça ’da kıyâfet ilmi karılıı olarak daha ziyâde firâset ilmi tâbiri kullanılmıtır. Kıyâfet ilminin mütehassısına kâyif denir. Türkçe ve Farsçada ise Kıyâfet-inâs tâbiri daha yaygın olarak kullanılmıtır. nsanın beden yapısı ile kiilii arasındaki münasebetler çok eski dönemlerden itibaren ilgi çekmi ve bu konuda çeitli aratırmalar ve gözlemler yapılmı ve pekçok eser yazılmıtır. nsanı tiplere göre ayırma teebbüsünde ilk önce milâddan önce V. yüyılda yaayan Hippocrates (Hipokrat) bulunmutur. Daha sonra Eflâtun, Bukrat, Câlinus (Galien), ladus ve Aristo da bu konuda aratırma ve inceleme yapmıtır. Bunların ilm-i kıyâfet ile ilgili olan söz ve eserleri, islâm âleminde yazılan bu konu ile ilgili eserlerde geçmektedir. Ahlâk-ı Muhsinî’de Sâsâni padiahı Nûirrevân için hükemâ tarafından bir firâset kitabı yazıldıı ve Nûirrevân’ın ise, bu kikaba göre hükmettii kayıtlıdır. Bu konuda islâm dünyasında yazılan ilk eser mam âfiî’ye aittir. Fakat bu eser kayıptır. el-Kındî’nin Risâlet’ün fi’l-Firâse, Yuhanna ibnü’l-Bıtrık’ın Aristo’dan Arapçaya çevirdii Kitâbu’s-Siyâse fî tedbîri’r-Riyâse (kinci makalenin son kısmı kıyâfet ilmiyle alakalıdır), Muhammed ibn-i Zekeriyya Râzî’nin el-Mansurî (kinci makale kıyâfet ilmiyle alakalı)si bn-i Sinâ’nın risâlesi ile Ebu’l-kâsım Abdulkerim ibni Havazım Kueyrî’nin Etvâru Selâtini’lmüslimîn’nin bölümü bu türün ilk önemli örnekleridir. Ayrıca Fahreddin-i Râzî’nin Kitâbü’l-Firâset, Muhyiddin ibnü’l-Arabî’nin et-Tedbirâtü lâhiyye fî slâhi’l-memleketi’l-insâniyye (sekizinci bâb konuyla alakalı) ile el-Fütûhatü’lmekkiyye (yüzkırksekizinci bâb konuyla alakalı) ile Ebî Tâlibi’l-Ensârî edDımıkî’nin Nazari ve’l-Firâse isimli eserini de bu mevzuda Arapça olarak yazılan ve tanınmı eserler arasında sayabiliriz. * * * 728 728 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN lk Farsça kıyâfetnâme Kâânî tarafından yazılmıtır. Ayrıca, Dervi Abdurrahman Mirek’in Tuhfetü’l-Fakîr’ini, Seyyid Ali Hemedânî’nin Zahiretü’l-Mülûk (beinci bâb’ın sonları konuyla alakalı)’u, Hüseyin Vâiz Kaifî’nin Ahlâk-ı Muhsin’i Farsça olarak yazılan dier önemli eserlerdir. Bu konuya temas eden ilk Türkçe manzum eser ise, Bedri Dilâd bin Muhammed Oruc’un Murâd-nâme isimli mesnevisidir. Bu konuda müstakil yazılan ilk eser ise,Akemseddin Hamdullah Hamdi’nin manzum kıyâfetnamesidir. Ayrıca Firdevsî-i Rûmî’nin Firâset-nâme’si, âbân-ı Sivrihisârî’nin manzum tercümesi, lyas ibni sa-yı Saruhâni’nin kıyâfet-nâme’si, Abdulmecid ibni eyh Nasuh’un manzum kıyâfet-nâme’si, Mustafa ibn-i Evranos’un kıyâfetnâme’si, Bâlizâde Mustafa Efendi’nin kıyâfet-nâme’si, Nesîmî’nin Kifâyetü’lFirâse’si, Nideli Visâlî’nin Vesîletü’l-rfân’ı, Lokman bin Hüseyn’in Kıyâfetü’lnsâniyye fî-emâili’l-Osmâniyye’si, Ömer Fânî Efendi’nin Kıyâfet-nâme’si, Erzurumlu brâhîm Hakkı’nın Kıyâfet-nâme’si, Gevrekzâde Hâfız Hasan’ın tercümesi..... ni de örnek olarak sayabiliriz. Bu kıyâfet-nâmelerin bir çou mensur olup, ekserisi Arapçadan tercüme edilmitir. Bunlar arasında tercüme tesirleri az olan olduu gibi telife yaklaanları da vardır1031. Bizim tanıtacaımız eser ise, manzum ve hacim itibariyle küçük olup Baba Yûsuf1032’unMevhûb-ı Mahbûb isimli mesnevisinin içinde, Nasihat-ı Dil-pezir balıı altında, 55a-56b varaklar arasında yer almaktadır. Aruzun Mefâ’îlün Mefâ’îlün Fe’ûlün vezniyle yazılan eser toplam 67 beyittir. Eserde geçen: * * Fütûhat sözüdür fe'sma’ ve fa’lem Bu mezkûr küllisi va'llahu a’lem Buyurmıdur bu nushı eyh-i Ekmel O âh-ı evliyâ sultân-ı kümmel beyitlerden âirin eserini eyh-i Ekmel bn-i Arâbî’nin el-Fütûhatü’l-mekkiyye adlı eserinden istifade ederek yazdıı anlaılmaktadır. 1031 Kıyâfet-nâmeler hakkında daha geni bilgi için bk: Amil Çelebiolu, Kıyâfe(t) lmi ve Akemseddinzâde Hamdullah Hamdi ile Erzurumlu brahim Hakkı’nın Kıyâfetnâmeleri, Atatürk Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi -Ahmet Caferolu Özel Sayısı-, Fasikül: 2, Sayı: 11, Sevinç Matbaası, Ank. 1979, s. 305-347; Abdülkerim Abdülkadirolu danımanlıında hazırlanan, Kıyafetnameler Üzerine Bir Aratırma (hzr. Aysel Bilgiç), Gazi Üni. Gazi Eitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Mezuniyet Tezi, 1987-1988. Baba Yûsuf, bugün Eskiehir’e balı olan Sivrihisar ilçesinde domutur. Anadolu ’da yetien evliya zatlardan olan Baba Yûsuf, Hacı Bayram-ı Veli tarikatına mensup olup Akemseddin Hazretleri’nin halifelerinden olduu tahmin edilmektedir. Sultan II. Bâyezîd, stanbul’da yaptırdıı Bâyezîd Camii’nin inaati bittii zaman ilk Cuma namazına Baba Yûsuf’u da çaırmıtır. Baba Yûsuf, namazdan sonra etkili bir vaaz etmi ve bu vaazın etkisiyle dıarıda camiinin açılıını görmek için gelen üç hiristiyan müslüman olmutur. Bu olaya çok sevinen padiah ile Baba Yûsuf arasında -bu olaydan sonra- babalık oulluk akdi yapılmıtır. Baba Yûsuf, 1512 tarihinde stanbul’da vefat etmitir. * 1032 * 729 729 EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ’NN AHMET KARTAL KIYÂFET-NÂMES âir eserine “firâsetden nasihat vereceini,bu nasihata kulak vererek hayır ve errin kimden geleceini bilerek amel etmemizi” isteyen u beyitlerle balamaktadır: Firâsetden sana eyleyeyin pend Bu pende gû urursan iy hired-mend Hay(ı)r kimden gelür ya er bu pendi it bil de ’amel eyle efendi Yine eserinin sonunda “müstakbel ile hâlin iyi olması için verilen nasihatların kabul edilmesini, eer kabul edilmesse piman olunacaını, piman olmamak için ise ulular pendinin zâyi edilmemesi” gerektiini u beyitlerle ifâde etmitir: Nazar kıl sen bu pende itme ihmâl Kabûl it nîk ola müstakbel ü hâl Eger ihmâl iderseñ sen bilürsin Bilürem ba’dezan nâdim olursın Ulular pendini eyleme zâyi’ Budur slâm olasın nusha kâni’ Takdim ettiimiz metini hazırlarken Konya Koyunolu Kütüphanesi’nde13291 numarada kayıtlı olan nushayı esas aldık. (K) harfiyle belirttik. Eski Sivrihisar müftüsü Orhan Ersoy’da bulunan nushaya ait olan farkları ise dipnotta belirttik ve (S) harfi ile gösterdik. NASÎHAT-I DL-PEZÎR 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Firâsetden saña eyleyeyin pend Bu pende gû urursañ iy hired-mend Hay(ı)r kimden gelür ya er bu pendi it bil de camel eyle efendi Baı büyük ola çün âdemüñ bil cAk(ı)l ehli olur bî-hıkd u bî-gıl Baı küccük oluncak cakl olur az Dimek olmaz aña hîc kimsene râz Kiinüñ ak olup gâyet de teni Gözi gök olıcak sen diñle meni Katı yüzlü olup olur edebsüz Fesâd fısk ehli hâyin ola yüzsüz Yüzi yumrı olup olsa eñek tar Baınuñ kılları çok olsa iy yâr Begâyet müfsid ü irrîr ola ol Tola ûr erinden carz u hem tûl Kaç andan olma anuñla musâhib Ola tâ devletüñ bauñda gâlib 730 730 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 Kılı iri olursa bir kiinün Usûli ola anuñ her iinün Bahâdur olur ol dünyâ yüzünde Melâhat da olur anuñ yüzinde Kılı yumak olan havf ehli olur ecîc olmaz camû ol girü kalur cAzîz çok olsa batnında erüñ kıl Cev(i)r zulm ehli olur ol eri bil u kim akar durur zinhâr u zinhâr Yakın olma ana sacy eyle zinhâr Gözi gök humrayı olan ziyâde Odur akar kaçun andan ziyâde Dimidür Mustafâ akara melcûn Bu pendi zâyic itme diñle iy hûn Olursa cebhesi yassı ricâlün Çok ola fitnesi ol bed-ficâlün Alın ne teng ne vâsic olsa iy cân O ahs câlim ola sünnî müsülmân Erün küccük ola çünki kulagı Olur sârik o hem tagı vü bâgî Büyük olsa begâyet echel olur Düürmez kendüzüni mühmel olur Uzun olursa ka hem gâyet ince Olur ser-ke ol er sine varınca Olursa gözleri yumrı kiinün Esâsı olmaya hîc bir iinün Hasûd hâyin ola kâzib vefâsuz cAmel eylemeye hergiz riyâsuz Gözi kızıl olan eyler dilîrî der kalmılara ol dest(i)gîri Kiinün gözleri oynarsa iy yâr Cihânda olmaya ol zât vefâ-dâr Muhil bî-dîn ola tura yirinde Koya hayrı ola halkun erinde Burun yassı ola cemmâc olur er Gice gündüz cimâc itmege iver Bula çün bucagı bir lahza hâlî Cimâc olur anuñ derd ü zevâli Olursa enf büyük yassı vü uzun Ne bulursa diye bilmeye sözün Gele bî-had dilinden herze hedyân Bu as(ı)l ahs bilüñ olmaz müsülmân Eger büyük küccük olsa erde bîni cl(i)m ehli ola gözleye dîni 731 731 EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ’NN KIYÂFET-NÂMES AHMET KARTAL 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 Agız ki büyük ola dinle pendi cl(i)m ehli olur kii efendi Kalın ola lebi çünki kiinün Anun ardı yüzi olmaz iinün Dii sık oluban olursa dilek** Ne ki men dirisem siz anı ilen Olur câlemde ol bil ehl-i hîle Özün dûr eyle andan dime hele Erin seyrek ola agzında dii Ana fermân ide Tanrı her ii Müdebbir pür-tabc câkil ola ol* Müfekkir pür-lut(u)f ihsân ola ol Yüzi etlü ola çün âdemînün Ko anı hâline sen sakla dînün Avurdı sarksa bir ahsun aaga  olsun ko anı oglan uaga Begâyet câhil ü kec tabc ola ol Budur tutarısan didüm sana yol cAmû sârî olup lâgar ola yüz O ahs bed-hû ola hôd-rây u söz Söbi ola ki yüz insânda faclem Hayâsuz olur ol va'llâhu aclem ri olsa racülde âh tamarlar Anuñ hakkında kâmiller ne dirler Buyururlar gazûbdur dirler anı Bu pendi diñle özün yahı tanı Bakıncak bir kesün yüzüne fefhem Tebessüm eylese fe'smac ve faclem Sadîkundur senün ol Tañrı hâsı Koma elden aña sen ihtisâsı Sana eylik irer andan efendi idüp muhkem it dilde bu pendi Galîz olsa erin savtı hudâvend O bed-hû olur ol olmaz hired-mend Eger gunne olursa kibre dâldür cAzîzüm kasd u ficli mekr ü âldür Kasîr olsa cun(u)k mekkâr olur er Bu pendi kılma zâyic eyle ezber Dırâz olup cun(u)k ince olursa Kii korkak olur dacvet kılursa Kabûl itmen anun sözini zinhâr Size haclet virür ol âhir-i kâr Yogun olsa boyun añıl olur er Kuru ya buldugın yir ol berâder Bahâdurdur çegini etlü olan 732 732 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 Kaçan beñzeye aña yatlu olan Çigini tar olan erden hazer kıl Kabîhdür mezhebi andan güzer kıl Dırâz ola kolı çünki ricâlün cAmû me'nûs ol hûb-hısâlün Kerem lutf ehlidür bî-misl ü mânend Dil ü cânuñı aña eylegil bend Kasîr ola kolı çün âdemün bil O havf ehli olur fe'smac i câkil Uzun olsa esâbic çünki iy yâr Bu zât olur sana bil ki vefâ-dâr u ahs ki münhanîdür ko gümânı O bed-hûdur anı key yahı tanı Olanun yagrını yassı efendi O pür-lutf hulk olur dinle bu pendi Gele eylükler andan bî-nihâyet Esah söz de bu durur fi'r-rivâye[t] Fütûhat sözüdür fe'smac ve faclem Bu mezkûr küllisi va'llâhu aclem Buyurmıdur bu nushı eyh-i Ekmel O âh-ı evliyâ sultân-ı kümmel Nazar kıl sen bu pende itme ihmâl Kabûl it nîk ola müstakbel ü hâl Eger ihmâl idersen sen bilürsin Bilürem bacdezân nâdim olursın Ulular pendini eyleme zâyic 1033 Budur slâm olasın nusha kânic “eyh Baba Yûsuf’un Kıyâfet-nâme’si”, Akademik Bakı, 4, 55-8 (1998). * Bu mısra’ın vezni bozuktur. ** Bu beytin kâfiyesi bozuktur. 1033 4. oluncak cakl K: olıncak caklı S ; kimsene K: kimesne S // 5. ak K: ag S // 7. iy K: ey S // 8. ûr errinden K: ûr u erinden S // 9. baunda K: baında S // 11. yüzinde K: yüzünde S // 13. batnıñda erün K: erün batnında S ; cev(i)r K: cevr ü S // 15. humrayı K: humratı // 16. iy K: ey S // 17. çok K: çog S // 18. iy K: ey S // 23. hâyin K: hâ’in S ; vefâsuz K: vefâsız S // 25. iy K ey S // 26. errinde K: erinde S // 31. büyük K: ne büyük S // 35. ol bil K: bil ol S // 36. eriñ K: erüñ S // 37. pür-lut(u)f K: pür-lutf u S // 40. didüm saña K: saña didüm S // 42. hayâsuz K: hayasız S // 45. fefhem K: fe‘fhem S // 46. sadîkundur K: sadîkındur S // 48. erin K:erün S // 51. dacvet K: dacvî S // 54. berâder: bürâder K, S // 56. me’nûs ol K: me’nûsı ol ol S // 57. bi-misl ü K: bi-misli ; ana eylegil K: eylegil ana S // 59. iy K: ey S // 61. pür-lutf K:pür-lutf u S // 62. bî-nihâyet K: bî-nihâye S // 63. sözüdür K: sözidür S. 733 733 EYH BABA YÛSUF’UN UHUVVET LE LGL MANZUMES EYH BABA YÛSUF’UN UHUVVET LE LGL MANZUMES Sözlükte “erkek karde, arkada, yolda, dost, meslekta, ortak” anlamlarına gelen ‘ah’ kelimesinden türeyen ‘uhuvvet’, “kardelik” demek olup mecazen “balılık, dostluk” mânâsında kullanılmaktadır. slâm inancına göre, inananlar birbirinin kardeidir. Kur’ân’da geçen bazı ayetler, bu hususa delil tekil etmektedir (bak. Âl-i mrân 3/10; et-Tevbe 9/11; el-Hucurât 49/10; el-Har 59/10). Ayrıca Hz. Peygamber, Müslümanları din kardeliine balı kalmaya çaırmıtır. Nitekim hadislerde geçen “din kardei”, “din ve dünya kardei” tabirleri de bu hususun önemini ifade eder. Sûfîler, ilk dönemlerden itibaren kendi aralarında farklı gruplar oluturmaya, birbirlerine karde gözüyle bakmaya balamılardır. Tasavvufun giderek tarikat eklinde kurumsal bir yapı kazanmasıyla birlikte, bu durum daha da gelimi, ihvan ve pîrdâ olan müritler arasındaki ilikiler daha düzenli bir hâl almı ve aralarındaki uhuvvet baı gittikçe güçlenmitir. Aynı tarikat mensupları, kendi aralarında sırf Hak rızasına dayanan samimî bir dostluun gereklerini yerine getirmenin yanı sıra, tekke düzenine, tarikat kurallarına, eyhin öütlerine tam anlamıyla uymu, büyüklerini baba, akranını karde, küçüklerini evlat olarak görmülerdir. Bu samimî dostluun hatırası, ölümden sonra da devam etmitir. Menâkıb kitaplarında ihvanın sadakatini, vefâkarlıını ve fedakârlıını gösteren pek çok örnek bulunmaktadır. Ahîlikte ve fütüvvet ehli arasında da manevî kardelik baına büyük önem verilmitir (Uluda 2000: 580). Nitekim temelde Kur’an ahkâmına ve Hz. Peygamber’in sünnetine dayandırılan prensipleriyle slâmî anlayıa dorudan balı olan Ahiliin, tasavvufta önemli bir yeri bulunan ‘uhuvvet’i hatırlatmasından dolayı, Anadolu’da kolayca yayılıp gelimesi ve kabul görmesi mümkün olmutur (Kazıcı 1988: 540). Biz bu çalımamızda eyh Baba Yûsuf’un1034 ‘uhuvvet’ ile ilgili manzumesini tanıtacaız. * 1034 Baba Yûsuf, bugün Eskiehir’e balı olan Sivrihisar ilçesinde domutur. Anadolu’da yetien evliya zatlardan olan Baba Yûsuf, Hacı Bayram-ı Veli tarikatına mensup olup Akemseddin Hazretleri’nin halifelerinden olduu tahmin edilmektedir. Sultan II. Bâyezîd, stanbul’da yaptırdıı Bâyezîd Camii’nin inaatı bittii zaman ilk Cuma namazına Baba Yûsuf’u da çaırmıtır. Baba Yûsuf, namazdan sonra etkili bir vaaz etmi ve bu vaazın etkisiyle dıarıda camiinin açılıını görmek için gelen üç hiristiyan Müslüman olmutur. Bu olaya çok sevinen padiah ile Baba Yûsuf arasında –bu * 734 734 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Bu manzume, hacim itibariyle küçük olup Baba Yûsuf’ un Mevhûb-ı Mahbûb isimli mesnevisinin içinde, “Der-Beyn-ı Av         balıı altında, K170a – 171a / S189b191a varakları arasında yer almaktadır. Aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” vezniyle yazılan manzume, toplam 44 beyittir. Baba Yûsuf, manzumesine dinde takva ve uhuvvetin gereklilii ile balar. âire göre uhuvvetin nutfesi, ‘nûr-ı Hudâ’dır. O nurun yeri ise, Hz. Peygamber’in sulbüdür. Uhuvvet ehli bu nutfeden yaratıldıı için Hz. Peygamber onların babasıdır: Uuvvet nuesi nr-ı uddur O nruñ yiri lb-i fdur Bu nueden göründi emr-i tdr Uuvvet ehlini eyledi tr a Uuvvet ehline eb itdi  Hz. Peygamber’in fiili olan uhuvvet, kiiye ‘mevhibet (ihsan)’, ‘saadet’ ve tarîk-i magfiret (mafiret yolu)’tir. Uhuvvet, “yehd men ye ayetinin sırrıdır. Bundan dolayı, bütün peygamberler uhuvvet ederek ‘mükemmel’ olmulardır. Öyleyse, kiinin hodbinlii bırakarak, Hak yolunda uhuvvet etmesi gerekmektedir. Çünkü kii, ‘kadr-i menzil’i, ‘sadr-i mahfil’i ve ‘terakki’yi uhuvvet sayesinde bulur. Kii için ‘devlet’ olan uhuvvet, talibe ‘izzet’ verir. Ayrıca uhuvvet ehli, rûz-ı maherde birbirine efaatçi olacaklardır. Baba Yûsuf, uhuvvette birçok fayda olduu için onun yolunda gidilmesi gerektii görüündedir. Çünkü onun yolunda gidenler, ‘edeb’ ve ‘vecd’ kazanırlar ve kendi hayallerine kapılmazlar. âire göre, uhuvvet ehli, kıyamet gününde Hz. Peygamber’e yakın, bu âlemde ise kemal ehli olacaklardır. Uhuvvet ehli olmayanlardan ise, hayır gelmeyecei gibi, ileri de karmakarııktır. Baba Yûsuf, bütün bunlardan dolayı müminlerin iki cihanda uhuvvet ile kuvvet bulacaı kanaatindedir:  uuvvetdür uuvvet Viren müminlere dreynde vvet Takdim ettiimiz metni hazırlarken, Konya Koyunolu Kütüphanesi’nde 13291 numarada kayıtlı olan nüshayı esas aldık. (K) harfiyle belirttik. Eski olaydan sonra- babalık oulluk akdi yapılmıtır. Baba Yûsuf, 1512 tarihinde stanbul’da vefat etmitir (eyh Baba Yûsuf’un hayatı ve eserleri hakkında geni bilgi için bkz. Kartal 1998b, 2000c) 735 735 EYH BABA YÛSUF’UN UHUVVET LE LGL MANZUMES AHMET KARTAL Sivrihisar müftüsü Orhan Ersoy’da bulunan nüshaya ait olan farklarını ise, metnin altında belirttik ve (S) harfi ile gösterdik. DER-BEYN-I AVL'L-- EHL- RT VE ESRR-I cRFN U B-DLN-I T S189b K170a 1 2 3 S190a 4 5 6 7 8 9 10 11 1035 1036 1037 Gerekdür dnde tv vü uuvvet Lu(u)f u u m dn ü mürüvvet af bet gerek hem ülfet-i dil Taallüf itir dilin iki dil Biriküp et-i a ol gh Yönelüñ didi  l sbiya'llh1035 Uuvvet filidür sun-ı dnüñ eh-i levlk1036 em-i mürselnüñ Uuvvet kiiye bil mevhibetdür Sadetdür r-i mairetdür Uuvvet sırr-ı yehd men ye1037dur Vel n-ehle bu bir key beldur Vel vü enbiy hep külli mürsel Uuvvet idüp oldılar mükemmel Uuvvet nuesi nr-ı uddur O nruñ yiri lb-i fdur Bu nueden göründi emr-i tdr Uuvvet ehlini eyledi tr a Uuvvet ehline eb itdi  Edebdür kesbleri hem vecd ü lt “De ki: Allah bana yeter.” Zümer Sûresi (39), âyet 38. Bu ibâre (    ) “Sen olmasaydın felekleri (kâinâtı) yaratmazdım.” Hadîs-i kudsîsinden alınmıtır. Hadis Bilginleri, (Sagânî bata olmak üzere), bu sözü uydurma hadisler arasında gösterirler, lafız itibariyle böyle bir kudsî hadis olmadıını savunurlar. Bu bilginlerden bir kısmı, bu söz hadis olmasa bile Deylemî'nin bn-i Abbas'tan merfu' (senedinde atlama olsun olmasın dorudan Hz. Peygamber'e nisbet edilen hadis) olarak rivâyet ettii u hadise, “Cebrâil bana geldi ve dedi: Allâhu Taâlâ buyuruyor: Ya Muhammed, sen olmasaydın cenneti yaratmazdım.” Baka bir rivâyette, “Sen olmasaydın cehennemi yaratmazdım.” Baka bir rivâyette, “Sen olmasaydın dünyayı yaratmazdım.” uyduu için meâl bakımından hadis sayılır derler. (Bak. Aclûnî, Kefü'l-Hafâ, 2/164; Serdarolu 1966: 99). “Allah dilediini doru yola erdirir” mânâsına gelen bu söz, Kur'ân-ı Kerim'de âyet bölümü olarak birçok sûrede geçer: Bakara Sûresi (2), âyet 142, 213, 272; Yûnus Sûresi (10), âyet 25; Ibrahim Sûresi (14), âyet 4; Nahl Sûresi (16), âyet 93....... 736 736 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A K170b 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 S190b 22 23 24 25 26 27 28 29 30 ayltuñı sen idinmegil Lt Uuvvet ehline eyleme inkr ıf(ı) it dilüñi zinhr u zinhr Tecessüs it nedür avlüñi bil Yüzüñe gözüñe göre aber l uñ ruñı çatma efendi Keml ehli ol olma d-pesend Kii kendüyi görmek eynetdür Er olana libs ne meskenetdür Kim idinürse d-bnligi nat Giçer boynına anuñ -ı lanet Olur dem-fat mande en Dininden çırur aı ol iy cn Varısa Tañrıdan ger itiyuñ Bu a(ı)l kiiden kes irtibuñ Teveccüh idelüm leyl ü nehrı yalum oca gel nms u rı Demidür idelüm ey oca çre Gidelüm ete gel b-sitre Ceml-i b-ninı gözleyelüm zin ehl-i rñ izleyelüm r-i a gel idüp uuvvet delüm at-ı u u mürüvvet Uuvvetde bulur er dr-i menzil Uuvvetde bulur er dr-i mafil Uuvvetde bulur lib ter Uuvvetde ider iden ter Uuvvet libe devlet durur yr Uuvvet libe izzet virür yr ef olsa gerek ehl-i uuvvet (i)rde cem olup ehl-i uuvvet Biribirini ilte menziline Yitüre mdına mafiline Birisinüñ mmı olsa al Birinüñ esfel olsa  Tal Vire maerde birine birisin Eger münkiriseñ vara göresin Bu söz vi durur mübet müberhen 737 737 EYH BABA YÛSUF’UN UHUVVET LE LGL MANZUMES AHMET KARTAL Mu d durur degil durur       1038 K171a   1039   1040   31 32 33 34  nef(i) vardur diyelüm Uuvvet yolını gel gözleyelüm Uuvvet bil ki sen iy merdüm-i pk ki el gibidür key eyle idrk Elüñ birile yursun birisini dersin pk giderürsin kirini Bu sözi redd idüp olmandı n-pk Budur vl-i Resl key eyle idrk 1041 35 36 S191a 37 38 39 1038 1039 1040 1041  ymetde Resle olan reb Uuvvetde olanlardur murreb Uuvvet ülfet ü uıla insn Keml ehli olur lemde ol cn Olur fal u sa lule mhir bdet nrı olur anda hir Muazzez zt olur iki cihnda Anuñ mili bulunmaz ins ü cnda Uuvvet ülfet olmasa kiide “Allâh (C.C.) için karde olanlardan birisinin derecesi (makamı) ahirette dierinden yüksek olursa, dierini onunla beraber onun makamına çaırır.” Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Kim Allâh (C.C.) için bir karde edinirse, Allâh (C.C.) onu cennette hiç bir ameliyle ulaamayacaı bir dereceye (makama) yükseltir.” Bu Hadis-i erifin kaynaı tespit edilememitir. Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Allâh (C.C.) kim için hayır dilerse, onu halil (dost, samimi arkada) ve salih (iyi huylu, müttaki) birisiyle rızıklandırır.” Bu Hadis-i erifin kaynaı tespit edilememitir. Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “ki kardein birbiriyle beraber olmasının misali, iki elin beraber olmasının misali gibidir ki, onlardan her biri dierini yıkar.” Bu Hadis-i erifin kaynaı tespit edilememitir. 738 738 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN ay(ı)r gelmez piçdür anuñ ii de1042 1043 40   uuvvetdür uuvvet Viren müminlere dreynde vvet  1044  41 42 43 44 Bu söz var durur nr ehline Allh1045 ad u hem ef virmeye Allh Anuñıçun ki  her zamnda Eirryıdı anlara cihnda Erüñ yoldaı pk olmayıc cn Anuñ yiri olur maerde nrn Ne izzet bulalar ne d efcat Ne uld Kever göre ehl-i evet 1046 Nüsha Farkları  m: m K, m S // 3. et-i: eti K, et-i S // 4. eh-i: ehi K, eh-i S; em-i: em(i) K, em-i S // 7. külli: külli K, küllü S // 8. nr-ı: nrı K, nr-ı S // 9. göründi: gör itdi K, göründi S; tr: tr K, tr S // 10. Bu beyit K’da yok. // 12. zinhr u zinhr K: dñi her baber l: aber  aber l S // 14. d-pesendd-pisendnms u: nmsı K, nms u S // 20. b-sitre K: ey b-sitre S // 21. ceml-i: cemli K, ceml-i S // 29. birisin K: birin S // 30. degildur: degil durur K, degildur S // 32. uuvvet K: uuvveti S; merdüm-i pk K: merd-i pk S // 41. var durur: vardur K, var durur S. 1042 1043 1044 1045 1046 Bu mısraın vezninde aksaklık vardır. Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Mü'min alıan (ülfet, yakınlık gösteren) ve kendisine alıılan (ülfet ve yakınlık gösterilen) kiidir. Alımayan ve alıılamayan kiide hayır yoktur.” Bu Hadis-i erifin kaynaı tespit edilememitir. Ali (Kerrema'llahu veche) buyurdu ki: Kardelere önem verin (balı olun). Çünkü onlar, dünya ve ahirette destekçidir. Bu mısraın vezninde aksaklık vardır. “efaat edenlerin efaati onlara fayda vermez.” 739 739 EYH BABA YÛSUF’UN UHUVVET LE LGL MANZUMES AHMET KARTAL "eyh Baba Yûsuf'un Uhuvvetle lgili Manzumesi", Ahilik Aratırma Dergisi (AHAD), 1, 69-78 (2004). 740 740 RAZ’DAN STANBUL’A GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA YER ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES Bugünkü bilgilerimize göre XIV. asrın en eski âirlerinden olan Gülehrî, XIII. asrın sonunda ve XIV. asrın baında yaamıtır. Kaynaklarda hayatına dair pek az bilgi olan Gülehrî’nin 717/1317’de kaleme aldıı Mantıku’t-tayr’da geçen bazı beyitlerden onun Kırehir’de zaviye sahibi, müridi çok ve bütün ehir halkınca tanınan, evinde her gece sema yapılan, saygıyla eli öpülen mehur bir eyh olduu örenilmektedir. Mutasavvıf bir âir olan Gülehrî, nazım tekniine hâkim, dili ve aruz veznini iyi kullanan yüksek derecede bir sanatkârdır. Nitekim Gülehrî hem döneminde hem de XV. asırda üstat olarak kabul edilmi, birçok eserlerde adından saygıyla bahsedilmitir. Bizim burada bahsedeceimiz iir, Gülehrî’nin Feridüddîn-i Attâr’ın aynı isimdeki eserini esas alarak meydana getirdii, vahdet-i vücut inancını ileyen alegorik bir mesnevî olan Mantıku’t-tayr’da geçmektedir. Mantıku’t-tayr, Türk diliyle Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceini ortaya koyma amacıyla kaleme alınmıtır. Attâr’ın eseri gibi aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan mesnevînin beyit sayısı nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında deimektedir. Gülehrî, eserine tevhid mahiyetinde bir manzume ile balar. 17 beyitlik bu bölümü, manzumenin bir tahlili olan “Hüdhüd ü kular u sîmurga misâl /‘Akl u halk u Tanrı oldı zü’l-celâl” beytiyle bitirir. Daha sonra “btidâ-i Dâstân-ı Sîmurg” balıı altında kuların padiahı olduuna inanılan ve Kaf daının arkasında yaayan Sîmurg’un özellikleri belirtilerek hikâyeye balanır. simleri zikredilen bülbül, tûtî (papaan), tavus, hüma, bat (kaz), ehbâz (doan), kebk (keklik) ve bûm (bayku) ile zikredilmeyen dier kular padiahlarını bulmak için toplanırlar. Bunlar içerisinde hüdhüd de vardır. Hüdhüd, kulara Tanrı’nın habercisi olduunu, yaradılıın sırrını bildiini, Hz. Süleymân’ın yoldaı olup onunla bütün âlemi dolatıını bunun için kendisinin ardından gelmeleri hâlinde Kaf daının ardındaki padiahları, sîmurga ulaabileceklerini söyler. Ancak yol uzun ve zahmetli olduu için kular, hüdhüde çeitli sorular sorarak özür dilerler. Hüdhüd, soru soran bütün kulara cevap verir. Kular hüdhüdün ardına düerek yola çıkarlar. Yolda bitkin bir hâle düen kular, tekrar hüdhüdün etrafında toplanıp, yola devam için üphelerinin giderilmesini isterler. Hüdhüd yine her birinin sorularına tek tek cevap verir. Önlerinde “istek, ak, * * 741 741 GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES AHMETYER KARTAL marifet, istinâ, tevhid, hayret ve fakr u fenâ” ismi verilen yedi vadi daha bulunduunu, bunları geçince sîmurga ulaacaklarını söyler. Kular tekrar yola koyulurlar, ancak bazısı yolda kalır, bazısı yem bulmak için yere iner, bazısı da açlıktan ölür. Böylece kuların çou telef olur ve ancak otuzu aradıı padiahın bulunduu yere ulaabilir. Karılarına çıkan saraya, sîmurgu görmek için girdiklerinde kendilerinden baka kimsenin olmadıını görürler. Nihayet sîmurgun kendilerinden, kendilerinin de ondan baka bir ey olmadıını anlarlar. Gülehrî eserinin sonunda telif tarihini (717/1317), adını ve yazılı sebebini açıklamıtır. Devrine göre bilinçli bir ekilde Türkçe sade bir dil kullanan ve zengin bir muhayyileye sahip olan Gülehrî’nin bu eserinin itinalı ve canlı bir anlatıma sahip olduu görülmektedir. Eserde hissedilir bir lirizmin bulunduu, en mücerret ahlâkî nasihatleri verirken bile müellifin okuyucuya bediî bir heyecan verdii de müahede edilmektedir. Gülehrî, Attâr’ın eserindeki esas konuya sadık kalmakla beraber; onun eserinde geçen bazı manzumeler ile bazı kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii cevapları ve hikâyeleri çıkararak eserine almamı, Attâr’ın eserinde olmayan bazı hikâyeler ile kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii cevapları ise eserine eklemitir. Gülehrî, Attâr’ın eserini Türkçeye aktarırken onda geçen bir çok hikâyeyi çıkarmı, sadece yedi hikâyeyi eserine almıtır. Tespitlerimize göre; âir eserinde geçen hikâyelerden dördünü Mesnevî’den, birini Kelîle ve Dimne, Gülistân ve Lemeât’tan almıtır. Bundan dolayı eser telif özellii taımaktadır. Gülehrî eserinin çeitli bölümlerinde kendi dönemini eletirmesi, devrine ait bilimleri sayması, eserinde yer yer tabiat ve bahar tasvirlerine yer vermesiyle Attâr’dan ayrılmıtır. Gülehrî eserinde hiçbir yerden almayıp kendisinin yazdıı Altı Erenler Hikâyeti balıını taıyan bir hikâyeye de yer vermitir. Ayrıca Gülehrî, Attâr’da olmayan ilim, âdil olma, gıybet, irfan, eyhlik, sehâvet, gazap, ayyârlık, eriat, tarikat, hakikat gibi konuları bir kuun azından soru olarak sorup hüdhüdün azından cevaplandırarak halkı bilgilendirmeyi amaçlamıtır. Bu tip konulardan biri de “fütüvvet” ile ilgilidir. Adamlık, erlik mânâsına gelen “mürüvvet” kelimesiyle gençlik, yiitlik, cömertlik anlamlarını ifade eden “fütüvvet” kelimesi esas itibariyle tasavvufa dayanmakla birlikte sanat erbabını da kavraması bakımından daha ümullü mânâlarda kullanılmıtır. Balangıç itibariyle fütüvvet, ferdin mizacına müteallik bir ahlâkî kavram olarak kullanılırken, bir sosyal teekkül hâlini aldıktan sonra iktisadî-ictimaî-dinî-tasavvufî bir terim olarak kullanılmıtır. Bundan dolayı fütüvvet kelimesinin mânâsında bir genileme olmutur. Fütüvvet ehli Arapçada “fetâ, fityân”, eyhleri “ebu’l-fityân, seyyidü’l-fütüvve”; Farsçada ise “fütüvvetdâr, cüvân-merd, fetâ” adlarıyla anılmıtır. Türkçede de zikredilen bu kavramların dıında ilk dönemlerde alp, daha sonraları er, yiit, bir hitap ekli olrak da ahi adları kullanılmıtır. Bunlar içerisinde özellikle ahi ekli yaygınlık kazanmıtır (Torun 1998: 65). * 742 742 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Gülehrî, genel anlamıyla slâmın tarif ettii ahlâkı yaama biçimi, bir hayat nizamı olarak nitelendirilen fütüvvet ile ilgili iirini bir kuun:                eklinde fütüvvet ve ahîlikin ne olup olmadıı konusundaki sorusuna hüdhüdün azından cevap vererek oluturmutur. Bu kısım toplam 37 beyit olup aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıtır. Kâbûs-nâme’nin 44. bâbı olan Der-Âyin-i Civân-merdî [Civanmertlik artı Hakkında] (Keykâvus, 1368: 17992) bölümünden özellikle aaıda vereceimiz kısmından hareket ederek ve o kısmı genileterek yazmıtır: :  (Keykâvus, 1368: 190)  Eer civanmertlik yolunu istiyorsan gözünü (haram) gözlemekten, elini (harama) el uzatmaktan, dilini (yalan) söylemekten koru. Evinin kapısını, sofranı ve kesenin baını hem dostuna hem de dümanına aç. Bilindii gibi fütüvvet erbabının âdâb ve erkanını, fütüvvet artlarını anlatan mensur, kısmen de manzum eserlere fütüvvet-nâme ismi verilmektedir. Gülehrî’nin bu iiri de fütüvvet ehlinin âdâb ve erkanından bahsettii ve fütüvvet artlarını ihtiva ettii için fütüvvet-nâme olarak nitelendirilecek bir özellie sahiptir. Gülehrî iirine fütüvvet ehlinin yani ahîlerin topluma karı vazifelerini ve sosyal statülerini ifade eden üçü açık üçü de kapalı olan altı kapıyı sayarak balar:    743 743 GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES AHMETYER KARTAL                                    Burada bahsedilen alnı açık olmak: erefli bir hayata sahip olmak ve güler yüzlü olmaya; sofranın açık olması: aç geleni tok göndermee yani cömertlie; kapının açık olması ise misafirperverlik ile hizmete iaret etmektedir. Kapalı kapılardan olan dile sahip olmak: kimseye kötü söz söylememeye, sır saklamaya ve gıybet etmemeye; göze sahip olmak: kimseye kötü bakmamaya ve kimsenin aybını görmemee; metinde ilersük (: uçkur)ün balı olması olarak belirtilen bele sahip olmak ise iffeti korumaa delâlet etmektedir. Gülehrî bu altı “hâsiyet”e sahip olan kiinin fütüvvet yoluna uygun, sahip olmayanın ise uygun olmadıını belirtmektedir. Bu husus yaygın olarak “eline-diline-beline sahip olmak”, “alnı-sofrası-kapısı açık olmak” eklinde sistemletirilmitir. Yalnız Gülehrî iirinde “el” yerine “göz”ün kapalı olmasını tercih etmitir. Bu açık ve kapalı kapıların sayısı fütüvvet-nâmelere göre üçle onüç arasında deimektedir. Buna göre kapalı kapılar: Göz, dil, bel, buhl (: cimrilik), kahr (: zorlama, zorla bir i gördürme), hırs ve hevâ, tokluk ve lezzet, halkdan ümîd, herze (: bo lâkırdı) ve harâbât, ef’âl-i eytân, kulak (yaramaz habare), hatır (kinden), mekr, ucb (: kendini beenmilik), el (hırsızlık ve harama), ayak 744 744 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN (harama varmaktan), gönül (evke ve hakdan gayrıya). Açık kapılar: el, alın, sofra, kapı, sahâ (: cömertlik), lutf, kanaat ve rızâ, açlık ve riyazet, Hak’dan yana, zikr ü tilâvet, ef’âl-i Rahmân, hilm ü mülâyimet, kulak (faydalıya), dil (zikre), kadem (hizmete) (Torun 1998: 107-8).                                Gülehrî açık ve kapalı kapıları saydıktan sonra fütüvvet ehlinin vasıflarını ele alıp deerlendirmitir. Buna göre “bir adamın arkasından –iittii zaman holanmayacaı eyleri- söylemek demek olan gıybet” zinadan daha büyük bir suçtur. Çünkü gıybet ne suretle olursa olsun haramdır ve insanın ahlâkî yükselmesine mani olan kötü bir eydir. Bundan dolayı slâmiyet gıybeti kesin bir ekilde yasaklamıtır. Mümin kardeinin arkasından çekitirmek onun ölüsünü çineyip yemek gibidir. Bu hususu “halk etini” yeme eklinde ifade eden Gülehrî, ayrıca büyüklerden birinin “itin gıybet eden kimseden daha iyi olduunu” söylediini de belirtmitir. Ancak Gülehrî'nin, bu kötü hasletin o dönem fütüvvet erbabında da bulunduunu belirterek eletirmesi dikkat çekmektedir:                      745 745 GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA YER ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES  AHMET KARTAL                       Fütüvvet ehlinde eyhlik önemli bir yer tutar. Her talibin bir meslei örenmek için bir eyhe balanması gerekir. eyh, onun i hayatında ustası, zaviye hayatında manevî terbiyecisidir (Sarıkaya 2002: 132). Gülehrî, fütüvvet yolunda bulunan bütün edep ve erkanın terbiye yani talip tarafından örenildikten sonra ilmini ve amelini bunun üzerine bina etmesini ve eyhin huzuruna hilesiz bir ekilde çıkmasını söyler. Ancak bu ekilde gönül saf kılınabilir. Bunun içinde biraz eziyet ve sıkıntı çekip uramak gerekmektedir. te eyh bu noktada talibin manevî terbiyecisi konumundadır. Gülehrî tasavvufta yer alan “ilâhî nurun yine sırayla topraktan madene, ondan bitkiye, bitkiden hayvana, hayvandan mahlûkatın özü (zübdesi) ve en ereflisi olarak yaratılan insana intikal ederek onun suretinde ortaya çıkmasına ve insanın da insân-ı kâmil mertebesine yükselerek ilk zuhur ettii asıl kaynaa, yaratıcısına dönmesi demek olan meâd” (Uzun 1994: 252) anlayıına uygun ekilde kiinin ahî yoluna girip onun terbiyesi altında yetitikten sonra yaratıcısına ulaabileceini ifade etmitir:            746 746 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                     Gülehrî iirini ahînin bilgili ve görgülü olması gereklilii üzerinde durarak bitirmektedir. Çünkü o terbiye edici, öretici ve yetitirici konumda olduu için talibi yani terbiyeyi yanıltıp onun hata yapmasına sebep olabilir. Onun için de ilim sahibi olması gerekmektedir:                             747 747 GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA YER ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES AHMET KARTAL                                                           1047     Metin oluturulurken Agâh Sırrı Levend Tarafından neredilen Mantıku't-tayr'ın tıpkıbasımı esas alınmı, gerektiinde Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Nu. 2557/2 [Millî Kütüphane Mikro Film Ariv Nu. A-942]'de kayıtlı nüshadan yararlanılmıtır. 748 748 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A                                                                                             749 749   GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA YER ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES AHMET KARTAL                        1048                             “Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ında Yer Alan Fütüvvetle lgili Manzumesi”, I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, (Hzr. M. Fatih Köksal), c. 2, Kırehir 2005, s. 585-95. Bu beyit Levend nerinde yok. 750 750 RAZ’DAN STANBUL’A KAYNAKÇA ÂBÂDÎ, Muhammed (1976), “Suheyl der-Edeb-i Fârisî”, Neriyye-i Dânikede-i Edebiyyât u Ulûm-i nsânî, Sâl: 28, umâre-i Muselsel 117: 1-23. ABDÎ (1987), Niyâznâme-i Sa’d u Humâ A Mathnawi of Abdi, (Hzr. Nur Gürani), stanbul: Boaziçi Üni., Yüksek Lisans Tezi. ABDULKADROLU, Abdulkerim (1997), “Belî’in Gül-i Sadberg’i [Manzum Yüz Hadis Tercümesi]”, Kültürümüzden Esintiler, Ankara: 151-99. ____, (1997a), “Sergüzet-nâme-i Fakir be-Azîmet-i Tokat”, Kültürümüzden Esintiler, Ankara: 200-27. ____, (1997b), “ehrengizler Üzerine Düünceler ve Belî’in Bursa ehrengizi”, Kültürümüzden Esintiler: 228-84. ABDULLAH CEVDET (1926), Rubâ’iyyât-ı Hayyâm [Türkçeye Tercümeleri], kinci Tab’, stanbul. ABDURRAHÎM- KARAHSÂRÎ (1991), Abdurrahîm Karahisârî’nin Vahdet-nâmesi, (Hzr. Hacı Ömer Karpuz), Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. ABDÜLBAK ÂRF EFEND; Mi’râciyye, Süleymaniye Ktp. Air Efendi Nu. 398/9. ABDÜLVAS ÇELEB (1996), Halîlnâme, (Hzr. Ayhan Gülda), Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. AÇIK, Nilgün (2004), “Sultan Veled ve Sonrası Anadolu ’sunda Türkçe Hakimiyetine Mevlevîliin Etkisi”, V. Uluslar arası Türk Dili Kurultayı Bildirileri I 20-26 Eylül 2004, Ankara: TDK Yay.: 39-48. ADAMOVÇ, Mila (1994), Kelîle ü Dimne. Türkische Handschrift T 189 der Forschungsbibliothek Gotha, Hildesheim, Zürich, New York. ADIVAR, A. Adnan (1970), Osmanlı Türklerinde lim, stanbul: Remzi Kitabevi. AFÎFÎ, Doktor Rahîm (1372), Ferheng-nâme-i i‘rî, Si Cild, Tehrân. AG, Fazıl (1995), Türk Edebiyatında Gül ü Bülbül Mesnevîleri ve Abdurrahim Utizimeni’nin Bülbül ve Gül Mesnevîsi, Konya: Selçuk Üni., Yüksek Lisans Tezi. AHDÎ (1996), Ahdî ve Gülen-i uarâsı, (Hzr.: Süleyman Solmaz), Ankara: Gazi Üniversitesi, Doktora Tezi. AHMED, Aziz (1995), Hindistan’da slâm Kültürü Çalımaları (Türkçesi: Latif Boyacı), stanbul: nsan Yay. AHMED CEVDET PAA (1311), Belâgat-ı Osmâniyye, stanbul. ____, (2000), Belâgat-ı Osmâniye, hzr. Turgut Karabey, Mehmet Atalay, Anakara: Akça Yay. AHMED FAKH (1974), Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’-erîfe, (Hzr. Hasibe Mazıolu), Ankara: TDK Yay. AHMED- DÂ’Î (1952), Nasîhat-ı Nûirevân, [Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri], (Hzr. smail Hikmet Ertaylan), stanbul. ____, (1952a), Câmasb-nâme, [Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri], (Hzr. smail Hikmet Ertaylan), stanbul. ____, (1975), Ahmed-i Dâ’î and His Çengnâme (An Old Ottoman Mesnevî), (Hzr. Gönül Alpay), Cambridge. ____, (1992), Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical Edition and Textual Analysis, (Hzr. Gönül Alpay Tekin), Sources of Oriental Languages and Literatures Vol. 16, Cambridge Mass.: Harvard University. AHMED- RIDVÂN, skender-nâme, Ankara Üni. DTCF Ktp., Mustafa Çon Kitaplıı Nu. B20; Millî Kütüphane: (MFA) A1704. * * * 751 751 * KAYNAKÇA AHMET KARTAL ____, (2000), Ahmed Rıdvân, Hüsrev ü irin [nceleme-Metin], (Hzr. Kemal Tavukçu), Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. AHMEDÎ; Tervîhu’l-ervâh, Süleymaniye Ktp. Ayasofya Kısmı Nu. 3595. ____, (1995), Ahmedî: Tervîhu’l-ervâh, (Hzr. Osman Özer), Elazı: Fırat Üni., Doktora Tezi. AHMET EFLÂKÎ (1989), Âriflerin Menkıbeleri I-II, (Çev.: Tahsin Yazıcı), stanbul: MEB Yay. AHMET RIF’AT (1998), Devhatü’n-nukabâ [Osmanlı Toplumunda Sâdât-ı Kirâm ve Nakibülerâflar], (Hazırlayanlar: Hasan Yüksel – M. Fatih Köksal), Sivas: Dilek Matbaası. AHMED RFAT EFEND (1299-1300), Lügat-i Târîhiyye ve Corâfiyye, 7 Cilt, stanbul. AK, Cokun – Mehmet Akkaya (1993), Zâtî Divanından Seçme Gazeller, Balıkesir. AK, Cokun (1987), Muhibbî Dîvânı, Ankara: KTB Yay. ____, (1995), Muhibbî’nin Farsça Divan’ı [Metin – Çeviri], Bursa: Uluda Üni. FEF Yay. AK, Mahmut (1999), “Hind Donanması Kaptanı ve Bahriye Müelliiifi Pîrî Reis (Gelibolu, 1470? – Mısır, 1554), Osmanlı, VIII, Ankara: 372-77. AKAKU, Recep (1961), Eyüp Sultan ve Mukaddes Emanetler, stanbul: Sahaflar Kitap Sarayı. AKALIN, Mehmet (1975), Ahmedî Cemîd ü Hurîd [nceleme - Metin], Ankara. AKALIN, Nazir (1997), “Nizami-yi Gencevi ile Fuzuli-yi Badadi’nin Leyli u Mecnun Mesnevîlerinin Tartımalı Mukayesesi”, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 3, Konya [Ayrı Basım]. AKAR, Metin (1987), “eyyâd Hamza Hakkında Yeni Bilgiler I-II”, Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1-22. ____, (1987a), Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-nâmeler, Ankara: KTB Yay. ____, (1999), Veled Çelebi zbudak, Ankara: TDK Yay. AKAR, Ruen (1998), Türkmen Edebiyatı Tarihi [Aktarma] c. I, zmir: Ege Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi. AKBAY, Salahattin (1996), Saruhanlı eyh lyas ve Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâ erhi, Ankara: Gazi Üni., Yüksek Lisans Tezi. AKÇAY, Hasan (1999), Ahmedî’nin skender-nâme’si: Transkripsiyonlu Metin, anlıurfa: Harran Üni., Yüksek Lisans Tezi. AKDEMR, Hatice (2003), Fuzûlî Dîvânı'nda Gül, Kırıkkale: Kırıkkale Üni. Fen-Edeb. Fak. TDE Böl. Lisans Tezi. AKDOAN, Yaar (1979), Ahmedî Divanı [Tenkitli Metin ve Dil Husisiyetleri, I-II], stanbul: Ü, Doktora Tezi. ____, (1988), skendername’den Seçmeler, Ankara: KTB Yay. ____, (1988a), Ahmedî Dîvânı’ndan Seçmeler, Ankara: KTB Yay. AKDOAN Ahmet (1989), “Mi’rac, Mi’racnâme ve Ahmedî’nin Bilinmeyen Mi’racnâmesi”, Osmanlı Aratırmaları, IX: 263-310. AKKAYA, ükrü (1954), Kitâb-ı Melik Dânimend Gazi: Eine Türkische Historischer Heldenroman aus der Mitte des 13. Jahrhunderts, Ankara. AKKU, Metin (1987), Türk Edebiyatında ehrengizler ve Bursa ehrengizi, Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, (1993), Nef'î Divanı, Ankara: Akça Yay. ____, (1993a), “Türk Edebiyatında Bursa ehrengizleri-I: shak Çelebi’nin Bursa ehrengizi”, Atatürk Üniversitesi SBE Dergisi: Prof. Dr. Halûk pekten’in Anısına, 1, Erzurum: 81-5.  * * * * 752 752 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A AKSOY, Hasan (1993), “Celîlî, Hâmidîzâde (ö. 977/1569)”, TDV A, 7: 269-70. ____, (1998), Kuların Münazarası –DehMurg-, stanbul: Marmara Üni. lâhiyat Vakfı Yay. ____, (2002), “Türk Edebiyatında Mevlidler”, Türkler , c. XI, Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye: 758-761. ____, (2007), “Eski Türk Edebiyatı’nda Mevlidler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 9: 323-32. AKSOYAK, . Hakkı (1996), “Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Gelibolu ehrengizi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 3, Sivas: 157-76. ____, (1998), “Mesnevîlerin Giri Bölümünde «Din Ulularına Övgü»”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 7, Sivas: 213-21. ____, (1999), “Vardarlı Fazlî ve Mahzenü’l-esrâr Mesnevîsi”, Tarih ve Toplum, 182: 55-61. ____, (2001), “Ahmed Yesevî’nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ ve Tuhfetü’l-uâk Mesnevîsi”, Türk Kültürü ncelemeleri, 5: 71-98. ____, (2004), Kefeli Hüseyin, Râz-nâme (Süleymaniye, Hekimolu Ali Paa No. 539, Harvard University. ____, (2006), Ahmed-i Yesevî’nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ, Tuhfetü’l-uâk, Ankara. AKÜN, Ömer Faruk (1979), “eyh-olu”, A, 11: 481-85. ____, (1994), “Divan Edebiyatı” mad., TDV A, 9: 389-427. ____, (1997), “Hâfız-ı Acem (ö. 958/1551)” mad., TDV A: 80-3. ____, (1980), “Sehi Bey” mad., A, 10: 316-20. ____, (1994), “Divan Edebiyatı„ mad., DA, 9: 389-427. AKYÜZ, Kenan - Süheyl Beken - Sedit Yüksel - Müjgan Cunbur (1990), Fuzûlî Divanı, Ankara: Akça Yay. ALAADDN, Bekri (1995), Bir Çaın Öncüsü Abdulgânî Nablûsî Hayatı ve Fikirleri, stanbul: nsan Yay. ALDANMAZ, Ömer (2000), emseddîn Sivasî’nin Mir’âtü’l-ahlâk ve Mirkâtü’l-evâk Adlı Mesnevisi: Edisyonkritik-nceleme, Sivas: Cumhuriyet Üni., Yüksek Lisans Tezi. ALIIK, Eralp (1986), Revânî’nin ret-nâme’si, stanbul: stanbul Üni., Yüksek Lisans Tezi. ÂLÎ (1971),Gelibolulu Âlî’nin Mihr ü Mâh Mesnevîsi, (Hzr. Emin Uunlu), Ankara: Ankara Üni., Lisans Tezi. ____, (1983), Mihr ü Mâh A Mathnawi of Mustafa Âlî, (Hzr. Zeynep Sabuncu), stanbul: Boaziçi Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, (1996), Gelibolulu Mustafa Âlî, Câmi’u’l-buhûr der-Mecâlis-i Sûr [Edisyon Kritik ve Tahlil], (Hzr. Ali Öztekin), Ankara: TTK Yay. ____, (1995), Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Tuhfetü’l-uâk Mesnevîsi, (Hzr. . Hakkı Aksoyak), Ankara: Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi. AL ASGAR HKMET (1991), Câmî Hayatı ve Eserleri, (Çev.: M. Nuri Gencosman), stanbul. AL CÂNB (1928), Edebiyyât, stanbul. ALÎ EMÎRÎ (1334): “Türk Edebiyatı’nın ran Edebiyatı’ndaki Tesiri”, Târîh ve Edebiyât, 3: 22-37. ____, (1334a), “Kırım Edebiyâtı ve Fâtih Sultân Mehmed Han Hazretlerile Vükelâ ve Vüzerâ ve Ulemâ ve uarâsının (Mevlânâ -yı Kırımî) Hazretlerile Müâireleri”, Târîh ve Edebiyât, 3: 49-52. ____, (1334b), “-Bir Hiciv Münâsebetiyle- Ser-levhasıyla 44 Sayılı «Yeni Mecmua»daki Makaleye Cevab”, Târîh ve Edebiyât, 3: 52-8. ____, (1334c), “Mudhika”, Târîh ve Edebiyât, Aded: 3: 73-81. * * * * * * * 753 753 KAYNAKÇA AHMET KARTAL ____, (1334d), “Mekteb-i ’dâdîTalebe-i Sâbıkasından, Sâbık Köprülü-zâde Fuad Bey’in Evvelâ 6949 Numaralı kdâm Gazetesi’nde ve Sonra da 46 Sayılı Yeni Mecmua’da Nereyledii –Fâtih Devrinde Edebî Hayat- Makalesi Hakkında Dördüncü Nushamızdan mâ-ba’d”, Târîh ve Edebiyât, 6: 109-16. ALÎ ÎR NEVÂÎ (1323), Mecâlisü’n-nefâis, Der-Tezkire-i u‘arâ-i Karn-i Nohum Hicrî, Te’lîf: Mîr Nizâmuddîn Alî îr Nevâ’î, (Be-Sa‘y u htimâm-i Alî Asgar Hikmet), Tehrân. [Bu eserin 1-178. sayfaları Fahri-yi Heratî’nin, 179-409. sayfaları ise Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis tercümesini kapsamaktadır.] ____, (1941), Muhakemet-ül-lûgateyn, (imdiki Dile Çeviren: shak Refet Iıtman), Ankara: TDK Yay. ____, (1961), Mecâlisü’n-nefâis, (Tayörlovçi: Suyima Ganieva – Mesul Muharrir: Vohid Zohidov), Takent: Özbekistan SSR Fahlar Akademisi. ALÎ ÎR NEVÂYÎ (x), Yûsuf u Züleyhâ, Salarceng Museum / A.P. L.T. 6. ____, (1956), Ferhad ü irin, (Özbekçeden Rusçaya Terc. Liyev Pyenkovsky), Moskova. ____, (1963), Ferhad ü irin, (Nr. Parsa emsiyev – Hadi Zarif), Takent [Eski Harflerle]. ____, (1985), Nevâridü’-ebâb, (Hzr. Metin Karaörs), stanbul: stanbul Üniversitesi, Doktora Tezi. ____, (1993), Mîzânu’l-evzân [Vezinlerin Terazisi], (Hzr. Kemal Eraslan), Ankara: TDK Yay. ____, (1994), Ferhâd ü îrîn [nceleme – Metin], (Hzr. Gönül Alpay-Tekin), Ankara: TDK Yay. ____, (1995), Mecâlisü’n-nefâyis, (Hazırlayanlar: Hüseyin Ayan – Kemal Yavuz – Efrasiyap Gemalmaz – Recep Toparlı – Gönül Ayan – Yavuz Akpınar), Erzurum: Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Yay. ____, (1995a), Lisânü’t-tayr, (Hzr. Mustafa Canpolat), Ankara: TDK Yay. ____, (1996), Muhâkemetü’l-lugateyn [ki Dilin Muhakemesi], (Hzr. Sema Barutçu Özönder), Ankara: TDK Yay. ____, (1996a), Nesâyimü’l-mahabbe min-emâyimi’l-fütüvve - I Metin, (Hzr. Kemal Eraslan), Ankara: TDK Yay. ____, (1996b), Fevâyidü’l-kiber, (Hzr. Önal Kaya), Ankara: TDK Yay. ____, (1996c), Leylî vü Mecnûn, (Hzr. Ülkü Çelik), Ankara: TDK Yay. ____, (2001), Sedd-i skenderî [nceleme-Metin], (Hzr. Hatice Tören), Ankara: TDK Yay. ____, (2001a), Mecâlisü’n-nefâyis, (Hzr. Kemal Eraslan), 2 Cilt, Ankara: TDK Yay. ALP, Ali Rıza – Sabahat Alp (1961), Büyük Osmanlı Lûgati, 4: 1523. ALP, Faruk (1997), Dîvân-ı Kebîr Nüshaları [Tavsif - Mukayese - ndeks], Konya: Selçuk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi. ALPARSLAN, Ali (1961), Âık Paa’da Tasavvuf, stanbul. ____, (1972), “Edebiyatta Alparslan”, Türkiyat Mecmuası, Cild: XVII – 1972, stanbul: 11324. ____, (1977), Kadı Burhaneddin Divanından Seçmeler, Ankara: KB Yay. ALPAY, Gönül (1970), “Hamdullah Hamdi’nin Leylâ ve Mecnun Hikâyesi”, Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 1, Erzurum: 25-32. ____, (1989), “Ali îr Nevâî’nin Ferhad ü irin Mesnevîsi Üzerindeki Etkiler”, TDAY– Belleten 1970, Ankara: TDK Yay.: 155-67. ALPAY, Günay (1960), Zâtî em’ u Pervâne, Mezuniyet Tezi, stanbul Türkiyat Enstitüsü 550. ____, (1961), “Zati ve em’ u Pervâne Mesnevîsi”, ÜEF TDE Dergisi, XI, stanbul: 129-42. ALPAY, Selahattin (1986), Fütûhât-ı Mekkiyye, stanbul: akir Hoca Kitabevi. 754 754 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ALTINTA, Hayrani (1991), Tasavvuf Tarihi, kinci Baskı, Ankara: Ankara Üniversitesi lâhiyat Fakültesi Yay. ALTUNBA, Kurtulu (1987), “Amasyalı Divan airleri”, Millî Kültür, 59, Aralık, Ankara: 71-5. ALTUNKAYNAK, Nimet (1992), Devletolu Yûsuf’un Vikaye Tercümesi: Transkribe Metin, Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. AMÎD, Hasan (1362), Ferheng-i Amîd, Tehrân. ANBARCIOLU, Meliha (Tarıkahya) (1968), “’tikad-nâme ve Türkçe Çevirisi”, Necati Lugal Armaanı, Ankara: TTK Yay.: 649-701. ANBARCIOLU, Meliha (1981), “âh-nâme-i Firdevsî ve Edebiyât-i Turk”, Dou Dilleri, AÜ DTCF Dou Dilleri ve Edebiyatları Dergisi, II/4’ten Ayrı Basım. ____, (1984), “Türk ve ran Edebiyatlarında Mihr u Mâh ve Mihr u Müterî Mesnevîleri”, Türk Tarih Kurumu Belleten, XLVII/188, Ankara: 1151-89. ____, (1986), “Kıyâsî’nin Mihr u Mâh Mesnevîsi”, Erdem, 2/4, Ankara: 87-172. ____, (1990), Mevlânâ . Fîhi Mâfih, stanbul: MEB Yay. ____, (1991), Sultan Veled Maârif, stanbul: MEB Yay. ANDREWS, Walter G. (2000), iirin Sesi, Toplumun arkısı, (Çev.: Tansel Güven), stanbul: letiim Yay. ANHEGGER, Robert (1950), “Fâtih Devrinde Yazılmı Farsça Manzum Bir Eser: Mu’âlî’nin Hünkâr-nâme’si”, ÜEF Tarih Dergisi 1949-1950, 1/1-2: 145-66. ARASLI, Hamid (1946), Sâ’ib-i Tebrîzî, Baku. ____, (1988), “Leyli vë Mëcnun Hakkında”, TDAY-Belleten 1958, Ankara: TDK Yay.: 17-39. ARAT, Reid Rahmeti (1979), Kutadgu Bilig I, Tıpkıçekimle Yapılmı kinci Baskı, Ankara: TDK Yay. ____, (1988) Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig , (Çeviri), 4. Baskı, Ankara: TTK Yay. ____, (1992), Edib Ahmed b. Mahmud Yükneki: Atabetü’l-hakayık, 2. Baskı, Ankara: TDK Yay. ARGUNAH, Mustafa (1986), ükrî’nin Selîm-nâmesi ve Eserdeki Dou Türkçesi Unsurları, stanbul: Marmara Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, (1988), “ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâmesi ve Eserin Dili”, Türk Dünyası Aratırmaları, 55: 51-70. ____, (1994), “Bitlisli ükrî’nin Yavuz Sultan Selim Mersiyesi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5, Kayseri: 211-8. ____, (1997), ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yay. ____, (1999), Muhammed b. Mahmûd-ı irvânî, Tuhfe-i Murâdî [nceleme-Metin-Dizin], Ankara: TDK Yay. ____, (2002), Kirdeci Ali, Kesikba Destanı, Ankara: KB Yay. ARI, Ahmet (2003), “Fars iiri mi? Farsça iir mi? Klâsik Türk iir Geleneinin Oluumu ve Sınırları Hakkında Düünceler”, Bilig, 25: 173-205. ARIKOLU, smail (1991), Ümmi sa’nın Mihr ü Vefâ’sı [nceleme – Metin –ndeks], Van: Yüzüncü Yıl Üni., Yüksek Lisans Tezi. ÂRF; Vefâtü’n-nebî, Süleymaniye Ktp. brahim Efendi Böl., Nu. 355/5. ____, (1), Mi’râc-ı Nebî, Süleymaniye Ktp., brahim Efendi Bölümü, Nu. 355/4. ARMUTLU, Sadık (1998), Zâtî’nin em’ u Pervâne Mesnevîsi [nceleme-Metin], Malatya: nönü Üni., Doktora Tezi. ARSLAN, Mehmet (1992), “Aynî’nin “âirnâme” Özellii Taıyan Mesnevîsi Üzerine”, Yedi klim, kinci Dönem, 4: 21-7. ____, Pendnâme-i Zarîfî, Sivas. * * * * * * * * * * 755 755 KAYNAKÇA AHMET KARTAL ____, (1999), Türk Edebiyatı’nda Manzum Sûrnâmeler (Osmanlı Saray Düünleri ve enlikleri), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. ____, (2007), “Kültür Tarihimiz Açısından Zengin Bir Kaynak: Sur-nâmeler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 221-57. ARSLAN, Mustafa (2009), “Türk Edebiyatında Mihr ü Müterî Mesnevîleri ve Mîrî ’nin Mihr ü Müterî’si” , Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], c. 4/7, s. 113-132. ASLAN, Üzeyir (2009), Fetihten Sonra Yazılmı Türkçe lk Mevlid-i Ma’nevî: Kerîmî’nin râd’ı”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 2, s. 19-80. ÂIK AHMED (1998), Âık Ahmed’in Câmi’ü’l-ahbâr’ı I [nceleme], II [Metin], (Hzr. Muhittin Eliaçık), stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. ÂIK ÇELEB (1994), Mea’irü’-u’ara [nceleme - Tenkitli Metin] 2 Cilt, (Hzr. Filiz Kılıç), Ankara: Gazi Üni., Doktora Tezi. ÂIK PAA; Garîb-nâme, Tübingen Depot der Staatsbibliothek, Wilhelmstr 32 [Türk Dil Kurumu Ktp., Fotokopi: 217, Kayıt No: 336). ____, (1986), Âık Paa’nın: Garîb-nâmesi [lk Dört Bâbının Transkripsiyonlu Metni, Gramer-Kelime Tekili-Çekimleri ve Seçme Lûgat], (Hzr. Avni Gözütok), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, (1989), Âık Paa: Garîb-nâme, (Hzr. Zeki Kaymaz), Malatya: nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, (1990), Âık Paa: Garîb-nâme [Transkribe Metin], (Hzrlr. Remzi Baykaldı, Mahmut arlı, Kadir Güler), Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, (1991), Garîb-nâme (1 - 5), (Hasan Altınzincir) Adana: Çukurova Üni., Doktora Tezi. ____, (1998), Âıkpaa-yı Velî, Garîbnâme, (Nr. Bedri Noyan (Dedebaba), Ardıç Yay., stanbul. ____, (2000), Garîb-nâme [Tıpkıbasım], 2 Cilt, (Hzr. Kemal Yavuz), stanbul: TDK Yay. AKAR, Mustafa (1993), Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayıı, Ankara: MKV Yay. ATAÇ, Adnan (1999), “Askeri Tıp Tarihi”, Osmanlı, VIII, Ankara: 565-70. ATÂ’Î, Nev’îzâde (1989), Hadâ’iku’l-hakâyık fî-Tekmileti’-akâyık, akaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, (Hzr. Abdülkadir Özcan), II - III, stanbul: Çarı Yay. ATALAY, Mehmet (1996), Balangıcından Gaznelilere Kadar ran Edebiyatı Tarihi, Erzurum. ATALAY, Rafet (2005), Reid Divanı [nceleme-Metin], Ankara: Gazi Üni., Yüksek Lisans Tezi. ATAY, Hakan (2003), “Heves-nâme'de Ak Oyunu, Tâcî-zâde Cafer Çelebi'nin Özgünlük Hayali”, Ankara: Bilkent Üni., Yüksek Lisans Tezi. ATE, Ahmed (1945), “Hicrî VI-VIII. (XII-XIV.) Asırlarda Anadolu ’da Farsça Eserler”, Türkiyat Mecmuası, VII-VIII, Cüz: II: 94-135. ____, (1948), “Burdur - Antalya ve Havalisi Kütüphanelerinde Bulunan Türkçe , Arapça ve Farsça Bazı Mühim Eserler”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2/3-4: 171-91. ____, (1952), “Konya Kütüphanelerinde Bulunan Yazmalar”, Türk Tarih Kurumu Belleten, 61: 49-130. ____, (1954), “âh-nâme’nin Yazılı Tarihi ve Firdevsî’nin Sultan Mahmud’a Yazdıı Hicviye Meselesi Hakkında”, Türk Tarih Kurumu Belleten, 70: 159-68. ____, (1958), “ark Türkçesi ile Eski Bir iir ve Bir Risale”, Jean Deny Armaanı, Ankara: TDK Yay.: 24-34. ____, (1959), “Anadolu ’nun Unutulmu Bir âiri: Sayf al-Dîn Muhammed al-Fargânî”, Belleten, XXIII: 415-25. * * * * * * * * * * * * * * * 756 756 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ____, (1968), stanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler I [Üniversite ve Nuruosmaniye Kütüphaneleri], stanbul: Millî Eitim Basımevi. ____, (1997), “Muhyi-d-din Arabî” mad., slâm Ansiklopedisi, 8: 533-55. ____, (1988), “Mesnevî” mad., A, 8: 127-33. ATMACA, Ahmet Bican (1986), Sivrihisar’da Yetien Ünlüler ve Menkıbeleri, [Eskiehir] ATSIZ (1934), XVI. Asır airlerinden Edirneli Nazmî’nin Eseri ve Bu Eserin Türk Dili ve Kültürü Bakımından Ehemmiyeti, stanbul: Arkada Matbaası. ____, (1991), Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. ATTÂR-I NABURÎ, Ferîdüddîn Ebû Hâmid Muhammed bin Ebû Bekr brâhîm Attâr-ı Nîâbûrî (trhs.), Husrev-nâme, (be-Tashîh ve htimâm-i Ahmed Suheyli-yi Hânsârî), Tehrân: Kitâb-furûi-yi Zevvâr. AVFÎ, Muhammed (1906), Lubâbu’l-elbâb, (be-Sa’y u htimâm u Tashîh-i Edward G. Browne), 2 c., Leiden. AVAR, Ziya (1998), Edirneli Nazmî Hayatı, Edebî Kiilii, Eserleri, Türkî-i Basit ve Gazeller Dıındaki Nazım ekil ve Türleri, Ankara: Gazi Üni., Doktora Tezi. AY, Resul (1998), XIII-XIV. Yüzyıllar Anadolu ’sunda Kültür Dolaımı Açısından Derviler Talebeler ve Hacılar, Ankara: Hacettepe Üni. Yüksek Lisans Tezi. ____, (2004), XIII-XV. Yüzyıllarda, Anadolu ’da Dervi ve Toplum: Tarihsel Bir Tipoloji Denemesi, Ankara: Hacettepe Üni., Doktora Tezi. AYAN, Gönül (1985) “Lâmi’î Çelebi’nin Vâmık u Azrâ’sı”, Türk Dünyası Aratırmaları, 36: 209-11. ____, (1994), “Lâmi’î Çelebi’nin Hayatı, Edebî Kiilii ve Eserleri”, Selçuk Üniversitesi, Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1, Kasım, Konya: 4365. AYAN, Hüseyin (1974), “Hamdullâh Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ Mesnevîsindeki Gazeller”, Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 5, Erzurum: 31-43. ____, (1979), eyholu Mustafâ, Hurîd-nâme [Hûrîd ü Ferahâd], Erzurum. ____, (1983), “Hamidî-zâde Celîlî (1487 M. / 893 H. – 1569 M. / 977 H.)”, Türk Kültürü Aratırmaları, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurta’ın Hatırasına Armaan, XVII-XXI/1-2, 1979-1983, Ankara: 15-39. ____, (1983a), “Celîlî’nin Mehek-nâme’si”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, II, zmir: 5-13. ____, (1983b), “Hâmidî-zâde Celîlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u”, Türk Dünyası Aratırmaları, 27, Aralık: 67-93. ____, (1986), “Celîlî’nin Hecr-nâme’si”, Fen-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 14: 155173. AYDEMR, Yaar (1999), Badat ehr-âûb’u, Gazi Eitim Fakültesi Dergisi Dr. Himmet Biray Özel Sayısı, Ankara: 446-75. ____, (2000), Behistî Dîvâni, Istanbul: Millî Egitim Bakanligi Yay. AYDIN, adi (2001), Türk Edebiyatında Farsça Divan ve Divançeler, Yüksek lisans tezi, Fatih Üniversitesi, stanbul. AYDODU, Orhan (2009), “stanbul Hakkında Bilinmeyen Bir Mesnevî: stanbul-nâme”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], c. 4/7, s. 158-86. AYNAGÖZ, Pervin (1989), “Bursalı Rahmî’nin Gül-i Sad-berg’i Üzerine Bir Deerlendirme”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler), 3/1, Elazı: 1-27. AYNUR, Hatice (2000), Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları, 10, stanbul. AYNUR, Hatice (2001), Üniversitelerdee Eski Türk Edebiyatı Çalımaları, Tezler-YayınlarHaberler 2000, stanbul. * * * * * * * * * * * * * 757 757 KAYNAKÇA AHMET KARTAL AYVANSARÂYÎ, Hüseyin Ayvansarayî (1281), Hadîkatü’l-Cevâmi’, 1, stanbul: Matba’â-i Âmire. AYVAZOLU, Beir (1992), Güller Kitabı, stanbul: Ötüken. AZAMAT, Nihat (1988), “Yeni Bir Ahmedî ve ki Eseri: Yusuf u Zeliha, Esrârnâme Tercümesi”, Osmanlı Aratırmaları, VII-VIII, stanbul: 347-64. ____, (1996), II. Murad Devri Kültür Hayatı, stanbul: Marmara Üni., Doktora Tezi. ÂZERÎ BRAHM ÇELEB (1994), Âzerî brahim Çelebi ve Nak-ı Hayâl Mesnevîsi [nceleme-Metin], Kayseri: Erciyes Üni., Doktora Tezi. AZMÎ; Pend-nâme-i Azmî, Süleymaniye Ktp. Esat Efendi Böl. Nu. 3473/10. AZMUN, Yusuf (2004), “Farsçadaki Türkçe Sözcükler Üzerine”, Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi, Hzr. Günay Karaaaç, Ankara: Akça Yay., s. 243-53. BABINGER, Franz (1934), “Sehi Çelebi”, The Encyclopaedia of Islam, IV, Leiden: 205. ____, (1992), Osmanlı Tarih Yazarları Sözlüü, (Çeviren: Cokun Üçok), Mersin. BAHÂR, Muhammed Takî (1349), Sebk-inâsî, Cilt: I-II, Çâp-i Sevvum, Tehrân: Çâphâne-i Sipihr. ____, (1381), Sebk-inâsî, Cilt: I-II, Tehrân. BALTACI, Cahit (1976), XV. – XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri Tekilat- Tarih, stanbul. rfan Matbaası. BANARLI, Nihâd Sâmî (1939), “XIVüncü Asır Anadolu âirlerinden Ahmedî’nin Osmanlı Tarihi=Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âli Osman ve Cemîd ve Hurîd Mesnevîsi”, Türkiyat Mecmuası, VI. cildinden ayrıbasım]: 1-175. ____, (1982), iir ve Edebiyat Sohbetleri I, 2. Baskı, stanbul: Kubbealtı Neriyat. ____, (1987), Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, Destanlar Devrinden Zamanımıza Kadar, I, Ankara: MEB Yay. BANGUOLU, Tahsin (1938), Altosmanische Sprachstudien zu Suheyl u Nevbahâr, Breslau. BARTHOLD, W. (1977), slâm Medeniyeti Tarihi, [M. Fuad Köprülü Tarafından Balangıçla zah ve Düzeltmeler Kısmı lave Edilmitir], 5. Baskı, Ankara: DB Yay. ____, (1990), Mool stilasına Kadar Türkistan , (nr. H.D. Yıldız), Ankara. ____, (2004), Orta Asya Türk Tarihi –Dersleri-, (nr. Hüseyin Da), Ankara: Çalar Yay. BATSLAM, Hanife Dilek (2003), Hasbihâl-i Sâfî, stanbul: Kitabevi. BAYBURTLU ZHNÎ; Sergüzet-nâme, stanbul Üni. Ktp. TY 9601. BAYBURTLUGL, Nurettin (1985), “Istılâhât-ı Ehl-i Tasavvuf”, MÜ lâhiyat Fakültesi Dergisi, 3: 345-62. BAYKARA, Tuncer (2006), “Türkiye Selçuklularında ehir/Kent ve ehirliler/Kentliler”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı, s. 275-291. BAYRAK, M. Orhan (1982), Osmanlı Tarihi Yazarları [Biyografi ve Bibliyografi], Osmanlı Yayınevi. ____, (1998), stanbul’da Gömülü Mehur Adamlar, 2. Baskı, [stanbul]. BAYRAKDAR, Mehmet (1991), Bitlisli dris, Ankara. BAYRAKTAREVÇ, Fehim (1977), “Mesîhî’nin Dünya Edebiyatında Yer Alan “Bahariye”si”, (Sırpçadan Çeviren: smail Eren), ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXII, 1974-1976, stanbul: 213-9. BAYRAM, Mikâil (1981), Anadolu ’da Telif Edilen lk Eser: Kefu’l-akabe, bnu’l-Kemal lyas b. Ahmed, Konya. ____, (1993), eyh Evhadü’d-dîn Hâmid el-Kirmânî ve Evhadiyye Tarikatı, Konya. ____, (1994), Fatma Bacı ve Bacıyân-ı Rûm (Anadolu Bacıları Tekilâtı), Konya. ____, (1996), Ahi Evren (eyh Nasîrü’d-din Mahmud Al-Hoyi) mânın Boyutları (Metâli’ü’lîmân), [Konya]. * * * * * * * * * 758 758 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ____, (2001), “Anadolu Selçukluları’nda Devlet Yapısının ekillenmesi”, Cogito, 21, s. 6172. ____, (2001a), Tarihin Iıında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren, stanbul. ____, (2003), Türkiye Selçukluları Üzerine Aratırmalar, Konya: Kömen Yay. ____, (2004), Destursuz Badan Üzüm Yiyenler, Konya: Kömen Yay. ____, (2005), eyh Evhadü’d-dîn Hâmid el-Kirmânî ve Menâkıb-nâmesi, stanbul: Kardelen Yay. BAYRAM, Ömer (2000), Himmetzâde Abdî ve Gencîne-i ’câz simli Mesnevîsi, stanbul: Fatih Üni., Yüksek Lisans Tezi. BEGPAZARLI MAAZOLU HASAN (trhs.), Gazavât-ı Emîrü’l-mü’minîn Alî, Feth-i Kal’a-yı Selâsil, stanbul Millet Ktp., Manzum Eserler Böl. Nu. 1222/2, yk. 34b-63a. BEGPAZARLI MAAZOLU HASAN (trhs.1), Cenâdil Kal’ası, stanbul Millet Ktp., Manzum Eserler Böl., Nu. 1222/1, yk. 13a-34b. BEHTÎ (1995), Behitî ve Heft-peyker’i, (Hzr. ener Demirel), Elazı: Fırat Üni., Yüksek Lisans Tezi. BEHTÎ (1999), Behitî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsi [nceleme-Metin], (Hzr. Zeynel A. Aygün), Adana: Çukurova Üni., Doktora Tezi. BEKÂYÎ (1988), znikî Bekâyî’nin Gül ü Bülbül Mesnevîsi, (Hzr. Zehra Gökdeniz), stanbul: Boaziçi Üni., Yüksek Lisans Tezi. BEL, smail Beli –Bursalı (1998), Güldeste-i Riyâz-ı rfân ve Vefeyât-ı Dâniverân-ı Nâdiredân, (Hzr. Abdulkerim Abdulkadirolu), Ankara: Anıl Matbaa ve Cilt Evi. BERTHELS, E. (1951), “Ali îr Nevâî, Leylî ve Mecnûn”, (Türkçeye Tercüme Eden: Mirza Bala), Türkiyat Mecmuası, IX, stanbul: 47-64. ____, (1997), “ran -III. Yeni ran Edebiyatı” mad., slâm Ansiklopedisi, c. 5/2, stanbul: 1041-53. BEYÂNÎ, Mehdî (1363), Ahvâl u Âsâr-ı Ho-nuvîsân, Çihâr Cild, Çâp-i Devvum, Tehrân: ntiârât-i lmî . BEYÂNÎ, Mustafa bin Carullah (1997), Tezkiretü’-uarâ, (Hzr. brahim Kutluk), Ankara: TTK Yay. BEYHAKÎ, Ebu’l-fazl Muhammed b. Hüseyn (1350), Târîh-i Beyhakî, (nr. Ali Ekber Feyyaz), Mehed. BEYZADEOLU, Süreyya (1994), “Edirne’de II. Bâyezîd Dârüifâsında ki Tabib air: Nasûhî ve Atâ”, Yedi klim, 47, stanbul: 83-85. ____, (2004), Sünbül-zâde Vehbî, Lutfiyye, stanbul: MEB Yay. BHTÎ (1951), Bihitî ve Leylî vü Mecnûn’u, (Hzr. Rezzan lter), stanbul: stanbul Üni., Edebiyat Fak., Mezuniyet Tezi. BLGEGL, M. Kaya (1980), Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belâgat), stanbul: Enderun Kitabevi. BLGEN, Abdüsselam (1987), Adâ’î-yi îrâzî ve Selîm-nâmesi [Aratırma, Metin ve Çeviri], Ankara: Ankara Üniv., Doktora Tezi. BLGÇ, Aysel (1987-1988), Kıyafetnameler Üzerine Bir Aratırma, Ankara: Gazi Üni. Gazi Eitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Mezuniyet Tezi. BLGN, A. Azmi (2000), Ümmî Sinân Divanı [nceleme-Metin], stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay. BLGN, Orhan (1996), “Fuzûlî’nin Farsça ’ya Gösterdii Rabetin Sebepleri”, Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay.: 163-65. BLKAN, Ali Fuat (1998), Hindistan’da Gelien Türk Edebiyatı, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. ____, (2004), “Babürlü Devleti’nde Türkçe ”, Dîvân, 17: 163-68. * * * * * * * 759 759 KAYNAKÇA AHMET KARTAL BNGÖL, Abdülkuddûs (1994), “Ebherî, Esîrüddîn” mad., TDV slâm Ansiklopedisi, 10: 7576. BT (1993), Doutan Günümüze Büyük slâm Tarihi, Cilt: 14, stanbul: Ça Yay. BREGEL, Yuri (2005), “Orta-Asya’da Türk Mool Etkileri”, Akdeniz’den Hindistan’a Türkran Esintileri, Kaknüs Yay.: 75-103. BROCKELMANN, Carl (1992), slâm Ulusları ve Devletleri, (terc.: Neet Çaatay), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay. BROWNE (1956), A Literary History of Persian, Volume: 3, Cambridge. BOLAY, S. Hayri (1990), Felsefî Doktrinler Sözlüü, Ankara: Akça Yay. BOLELL, Nusret (2006), Belâgat, Beyân-Me’ânî-Bedî limleri, Arap Edebiyatı, stanbul: Marmara Üni. lahiyat Vakfı Yay. BOZKAPLAN, erif Ali (1989), Câmasb-nâme [Dil Özellikleri-Kısmî Transkripsiyon-Söz Dizini], Malatya: nönü Üniv., Doktora Tezi. BTK (1985), Büyük Türk Klâsikleri, 1-6, stanbul: Ötüken-Söüt,. BULUÇ, Sadettin (1955), “Eski Bir Türk Dili Yadigârı Behcetü’l-hadâ’ık fî-Mev’ızeti’lhalâ’ik”, TDED, 6: 119-31. ____, (1956), “Behcetü’l-hadâ’ık fî-Mev’ızeti’l-halâ’ik’den Örnekler”, TDED, 7/ 1-2: 16-37. ____, (1956a), “eyyâd Hamza’nın Be Manzumesi”, ÜEF TDED, 7/1-2: 1-16. ____, (1963), “eyyâd Hamza’nın Lirik Bir iiri”, ÜEF TDED, 12: 139-42. ____, (1969), “eyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir Mesnevisi”, TM, XV: 247-63 . ____, (1980), “Elvan Çelebi’nin Menâkıbnâmesi”, TM, XIX: 1-6. ____, (1988), “Behcetü’l-hadâ’ık fî-Mev’ızeti’l-halâ’ik’ten Derlenmi Kouklar”, TDAY– Belleten 1963: 161-201. ____, (1993), “eyyâd Hamza”, A, IX: 497-99. BURSALI, Mustafa Necati (1993), stanbul ve Anadolu Erenleri, Çelik Yayınevi, stanbul. BURSALI AL RIZA; Hilye-i Hazret-i Mevlânâ , Konya Mevlânâ Müzesi htisas Ktp. No. 2454. BURSALI MEHMED TÂHR (1333), Osmânlı Müellifleri, 3 Cilt, stanbul: Matbaa-i Âmire. BURSALI MEHMED TAHR EFEND (tsz.), Osmanlı Müellifleri 1299-1915, Sadeletirenler: A. Fikri Yavuz – smail Özen, 1, stanbul: Meral Yay. BURSALI RAHMÎ (1985), Bursalı Rahmî: Gül-i Sad-berg, (Hzr. Pervin Aynagöz), Erzurum: Atatürk Üni., Fen-Edebiyat Fak., Lisans Tezi. BURSALI RAHMÎ (1990), Bursalı Rahmî ve Gül-i Sad-berg’i, (Hzr. Gülgün Erien), Ankara: Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi. BURSALI RAHMÎ (1996), Bursalı Rahmî, âh u Gedâ [nceleme-Metin], (Hzr. Sevim Birici), Elazı: Fırat Üni., Yüksek Lisans Tezi. CAFEROLU, A. (1972), “lk Anadolu Vatan Kültürü Kurucuları”, Türkiyat Mecmuası, XVII: 1-12. ____, (1984), Türk Dili Tarihi, stanbul: Enderun Kitabevi. CÂHZ, Ebû Osmân Amr b. Bahr el-Câhiz (1988), Hilâfet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri [Manâkib Cund el-Hilâfa ve Fazâ’il el-Etrâk], (Çev.: Ramazan een), Ankara: TKAE Yay. CÂMÎ (trhs.), Dîvân-i Kâmil-i Câmî [âmil: Kasîdehâ-Tercî’hâ-Terkîbhâ-MesnevîhâKıt’ahâ-Rubâ’îhâ-Mu’ammâhâ], (Nr.: Hâim Razî), Tehrân: ntiârât-i Pîrûz. ____, Mevlânâ Abdurrahmân (trhs.2), Genc-i Ârifân, (be-Tashîh-i Hâmid-i Rabbânî), Tehrân: ntiârât-i Gencîne. ____, Nûreddîn Abdurrahmân bin Ahmed-i Câmî-i Horâsânî (1370), Mesnevî-i Heft-Evreng, (Tashîh u Mukaddime-i Aka-yi Murtazâ, Müderris-i Geylânî), Tehrân. * * * * * * * * * * * 760 760 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ____, Mevlânâ Abdurrahmân (1371), Bahâristân, (Be-Sa’y u Tashîh-i Doktor smâîl Hakîmî), Tehrân. ____, Nûreddîn Abdurrahmân (1375), Nefehâtu’l-üns min-Hazarâti’l-kuds, (Mukaddime, tashîh, ta’lîkât-i Doktor Mahmûd Âbidî), 3. Baskı, Tehrân. ____, (1989), Cami Tuhfetü’l-ahrâr ve Türkçe Çevirisi, (Hzr. Yusuf Öz), Ankara: Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, Abdurrahmân-ı Câmî (1993), Nefehâtu’l-üns min-Hazarâti’l-kuds, (Tercüme ve erh: Lâmî’î Çelebi; Yayıma Hzr.: Süleyman Uluda), kinci Baskı, stanbul: Marifet Yay. ____, (1989), “Behcetü’l-hadâ’ık’ın Dili Üzerine”, TDAY – Belleten 1967: 165-75. CAN, Kaya (2003), Balıca Yazınsal Sanatlar, Ankara. CAN, efik (1990), Hz. Mevlânâ ’ın Rubaileri I, stanbul: KB Yay. ____, (1991), Hz. Mevlânâ ’ın Rubaileri II, stanbul: KB Yay. ____, (2003), Mevlânâ , Hayatı-ahsiyeti-Fikirleri, stanbul: Ötüken. CANFIELD, Robert L. (2005), “I. Giri: Türk -ran Gelenei”, Akdeniz’den Hindistan’a Türk-ran Esintileri, Kaknüs Yay.: 15-52. CANIM, Rıdvan (1995), Edirne airleri, Ankara: Akça Yay. ____, (1998), Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve retnâme, Ankara: Akça Yay. ____, (2001), Latîfî, Tezkiretü’-u’arâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ [nceleme-Metin], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. CANPOLAT, Mustafa (1978), “Hassân’ın iirleri”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara: 27-44. ____, (1982), ‘Ömer bin Mezîd Mecmû’atü’n-nezâ’ir, Ankara: TDK Yay. ____, (1989), “Behcetü’l-hadâ’ık’ın Dili Üzerine”, TDAY – Belleten 1967: 165-75. CANTAY, Gönül (1992), Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüifaları, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. CEBECOLU, Ethem (1991), Hacı Bayram Veli, Kültür Bakanlıı Yayınları, Ankara. CELÂL-ZÂDE SÂLH (1995), Celâl-zâde Sâlih Çelebi Leylâ vü Mecnûn [Tenkidli Yayın – nceleme], (Hzr. Rıfat Kütük), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. CELEPOLU, Ayegül (2008), Türk Dil Kurumunun Kurucu Bakanı Samih Rifat [Hayatı ve Eserleri], Ankara: TDK Yay. CELÎLÎ (1997), Hâmidî-zâde Celîlî Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii ve Hüsrev ü îrîn Mesnevîsi [nceleme – Tenkidli Metin], (Hzr. evkiye Kazan), Isparta: Süleyman Demirel Üni., Yüksek Lisans Tezi. CEM SULTAN (2000), Cemîd ü Hurîd, (Hzr. Adnan nce), Ankara: TDK Yay. CEM SULTAN (1997), Cemid ü Hurid [nceleme-Metin), (Hzr. Münevver Okur Meriç), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. CEMÂLÎ (1990), Cemâlî Hümâ vü Humâyûn [nceleme – Tenkidli Metin], (Hzr. Osman Horata), Ankara: Hacettepe Üni., Doktora Tezi. CEMÂLÎ (1998), Cemâlî, Miftâhu’l-ferec [nceleme-Tenkitli Metin], (Hzr. . Çetin Derdiyok), Adana: Türkoloji Aratırmaları. CEMLOLU, smet (1994), 14. Yüzyıla Ait Bir Kısas-ı Enbiyâ Nüshası Üzerinde Sentaks ncelemesi, Ankara: TDK Yay. CEVRÎ (x), Hilye-i Çihâr-yâr-i Güzîn, Atatürk Üni., Agâh Sırrı Levend Kitaplıı, No: 545. CEVRÎ, Cevrî brâhîm Çelebi (1891), Hilye-i Çâryâr-i Güzîn, stanbul. CEYHAN, Adem (1997), Bedr-i Dilad’ın Murâd-nâmesi I-II, stanbul: MEB Yay. CEYLAN, Ömür (2003), Hânedânda Bir Âsî -Dâmâd Mahmûd Celâleddin Paa- Âsaf Dîvânı, Ankara: Akça Yay. ____, – Ozan Yılmaz (2007), Bir Sürgün âheseri, Mihnetkeân, Keçecizâde zzet Molla, stanbul: Sahaflar Kitap Sarayı. * * * * * * * * * 761 761 * KAYNAKÇA AHMET KARTAL CNÂNÎ (1990), Cinânî Cilâ’u’l-kulûb [Giri-nceleme-Metin-Sözlük], (Nr. Mustafa Özkan), stanbul COKUN, Menderes (1999), Ottoman Pilgrimage Narratrives and Nabi’s Tuhfetü’lharemeyn, University of Durham, Doktora Tezi. ____, (2002), Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nâbî’nin Tuhfetü’lharameyn’i, Ankara: KB Yay. ____, (2003), "Edebî Terimler ve Aruzla lgili Bir Eser: Alî b. Hüseyinn Hüsâmeddîn Amasî'nin Risâletün Mine'l-'arûz ve Istılâhı'-i'r'i", Türk Kültürü ncelemeleri, 8, stanbul: 97-130. ____, (2007), Bosnalı Muhlis’in Manzum Seyahatnamesi [Delîlü’l-menâhil ve Müridü’lmerâhil], Isparta: Fakülte Kitabevi. ____, (2007a), Sözün Büyüsü Edebî Sanatlar, stanbul: Dergâh Yay. COKUNER, Fahrettin (1994), eyh Evhadüddin Hamid el-Kirmânî’nin Menkıbeleri [nceleme – Çeviri], Yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara. ____, (2002), Menûçihri-yi Damgânî Dîvânı’nın Tahlili ve Tercümesi, Ankara: Ankara Üniversitesi, Doktora Tezi. CUNBUR, Müjgan (1952), Gülehrî ve Mantıku’t-tayr’ı, Ankara: Ankara Üniversitesi, Doktora Tezi. ____, (1986), “Selçuklu Devri Konya Kütüphanesi”, Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi, II/1: 37-44. ____, (1987), “Eski Bir Mecmua-i E’âr’da Yûnus ve Baba Yûsuf’dan Birkaç Deyi”, II. Uluslar arası Türk Halk Edebiyatı Semineri 7-9 Mayıs 1985 Eskiehir, Eskiehir: Yunus Emre Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Yay. ____, (1997), “Murad-name”, Millî Kültür, I/2: 60-3. CURFÂDEKÂNÎ, Ebu’-eref Nâsıh b. Zafer b. Sa’d (1345), Tercume-i Târîh-i Yemînî, (nr. Ca’fer i’âr), Tehrân.   ÇAATAY, Saadet (1971), “Türkçede ranî Kelimelere Dair”, ran ehinahlıının 2500.Kurulu Yıldönümüne Armaan, stanbul: MEB Yay. 105-15. ÇALAYAN, Bünyamin (1997), Divan iirinde Kerbelâ Mersiyeleri, Ankara: Gazi Üni., Doktora Tezi. ÇAKIR, Müjgan (2007), “Kıyafet-nâmeler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 9: 333-50. ÇAM, Nusret (1999), “Osmanlı Mimarisinde ve Sanatında Sultanların Estetik Rolleri”, Osmanlı, 10, Ankara: 65-73. ÇAVUOLU, Ali (1996), Kültür Tarihimizde Kıyafet-nâmeler, Kaynakları, Konuları, Hükümlerin Deerlendirilmesi ve Örnek Metinler, Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, (2009), Yusuf Hakikî Baba , Mahabbet-nâme, Ankara: Aksaray Belediyesi. ÇAVUOLU, Mehmed (1969), “Talıcalı Dukâkin-zâde Yahya Bey’in stanbul ehrengîzi”, ÜEF TDED, XVII, stanbul: 73-108. ____, (1976), “Kanunî Devrinin Sonuna Kadar Anadolu ’da Nevâyî Tesiri Üzerine Notlar”, Mehmed Çavuolu Armaanı, stanbul: Ötüken Yayınevi: 75-90. ____, (1982), “Fatih Sultan Mehmed Devrine Kadar Osmanlı-Türk Edebî Mahsullerinde Muhtevanın Tekâmülü”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, 2: 31-43. ____, (1986), “Kaside”, Türk Dili, Türk iiri Özel Sayısı II (Divan iiri), 415-416417/Temmuz-Austos-Eylül, Ankara: 17-77 ____, (1992), “Basîrî (ö. 941/1534-35)” mad., TDV A, 5, stanbul: 105-6. ____, (2001), Necâtî Bey Divanı’nın Tahlili, stanbul: Kitabevi. * *  * * * * * * 762 762 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ÇAVUOLU, Mehmed – M. Ali Tanyeri (1987), Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – III], stanbul. ÇELEBCAN, Nuri (2006), 16. Yüzyıl Tezkirelerinde Bilgi Akıı, Basılmamı Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniverstesi. ÇELEBOLU, Âmil (1978), “XIII - XV (ilk yarısı). Yüzyıl Mesnevilerinde Mevlânâ Tesiri”, Mevlânâ ve Yaama Sevinci, (Hzr. Feyzi Halıcı), Ankara: 99-133. ____, (1975), Yazıcıolu Mehmed, Muhammediye, 4 c, stanbul: Tercüman 1001 Temel Eser. ____, (1979) “Kıyâfe(t) lmi ve Akemseddinzâde Hamdullah Hamdi ile Erzurumlu brahim Hakkı’nın Kıyâfetnâmeleri”, Atatürk Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi -Ahmet Caferolu Özel Sayısı- , 11: 305-347. ____, (1985), “Âık Ahmed’in Câmi’ü’l-ahbâr’ı”, Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü brahim Kafesolu Armaanı, Ankara: 171-87. ____, (1996), Muhammediye I-II, stanbul: MEB Yay. ____, (1998), “Süleyman Nahîfî’nin Hicretü’n-nebî Adlı Mesnevîsi”, Eski Türk Edebiyatı Aratırmaları, stanbul: MEB Yay.: 263-315. ____, (1998a), “Zaîfî’nin Gazavât-ı Sultan Murad bni Muhammed Han Adlı Mesnevîsi”, Eski Türk Edebiyatı Aratırmaları, stanbul: MEB Yay.: 151-58. ____, (1999), Türk Edebiyatı’nda Mesnevi (XV. yy’a Kadar), stanbul: Kitabevi. ÇELK, Ali (2000), “XVIII. yy. Müelliflerinden Ahmed Müridî’nin Ahmediyye simli Eseri”, Akademik Aratırmalar Dergisi: Osmanlı Özel Sayısı, 4-5: 85-101. ÇELK, Bayram (1998), Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesevisi ile Hamdullâh Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ Mesnevîsinde nsan Psikolojisi, Adana: Çukurova Üni., Yüksek Lisans Tezi. ÇELK, Muhittin (1989), Revânî: ret-nâme [Dil Özellikleri – Metin – Sözlük], Malatya: nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi. ÇELTK, Halil (1998), Ömer Ferit Kam ve Âsâr-ı Edebiyye Tetkikatı, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. ÇETN, smet (1997), Türk Edebiyatında Hz. Ali Cenknâmeleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. ____, (2002), Tursun Fakih, Hayatı, Edebî ahsiyeti, Mesnevîleri, Ankara. ÇETN, Nihad M. (1972), “Arapça Birkaç Darb-ı Meselin ve eyhî’nin Har-nâme’sinde ledii Hikâyenin Menei Hakkında”, arkiyat Mecmuası VII, stanbul: 227-43. ____, (1973), Eski Arap iiri, stanbul: Ü Yay. ____, (1991), “Arap : IV: Edebiyat” mad., TDV A, 3: 286-309. ÇÇEKLER, Mustafa (1994), Kemal Paa-zâde ve Nigâristân’ı, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. ÇFTÇ, Cemil (1997), Maktul airler, stanbul: Kitabevi. ÇFTÇ, Hasan (2002), Klâsik Fars Edebiyatında Hiciv ve Sosyal Eletiri, Ankara: KB Yay. ÇUHADAR, brahim Hakkı (1988), Sücûdî’nin Selim-nâmesi, Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. DAMES, M. Longworth (1993), “Gazneliler ” mad., A, 4: 742-48. DAMGÂNÎ, Menûçihri-yi Damgânî (1375), Dîvân-i Menûçihri-yi Damgânî, (be-Kûi-i Muhammed Debîr-i Siyâkî), Tehrân. DANMEND, smail Hami (1948), zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, I-II, stanbul: Türkiye Yayınevi. Daninâme-i Edeb-i Fârsî (1380), cilt II-IV, Tehrân. DÂVÛD; Gazavât-ı Emîrü’l-mü’minîn Alî der-Memleket-i Sind bâ-Mukatil âh, Afyon l Halk Ktp., Gedik Ahmed Paa Böl., Nu. 18349/3, yk. 207a-228a. DÂVUD BRÂHMÎ (1995), “Enîsü’l-kulûb”, TDV A, 11: 242-43. * * * * * * * * * * 763 763 KAYNAKÇA AHMET KARTAL DAWLATSHÁH (1901), The Tadhkıratu’sh-Shu’ara By Edward G. Browne, Leiden. DEDE ÖMER RÛENÎ (1982), Dede Ömer Rûenî Hayatı, Eserleri ve Miskinlik-nâme Mesnevîsi [Edisyon Kritik], (Hzr. Mustafa Uzun), stanbul: Marmara Üni., Doktora Tezi. DEDE ÖMER RÛENÎ (1990), Ney-nâme, (Hzr. Mustafa Uzun), stanbul. DERMENÇAY, Veyis (1996), Sultan Veled ve Rebabnâme, Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. ____, (1996a), Sultan Veled Rubailer, Erzurum: AÜFEF Yay. ____, (1997), Sultan Veled’in Arapça iirleri, Erzurum: AÜFEF Yay. ____, (1997a), “ntihânâme Mesnevisinde Mevlânâ ve Mevlevîlikle lgili Anlatımlar”, Yedi klim, 11/84: 53-8. ____, (2000), ran Edebiyatında Bedî’iyye veya Kasîde-i Masnû’a, Erzurum: Atatürk Üni. FEF Yay. ____, (2006), Fünûn-ı Belâgat ve Sınâât-ı Edebî, Erzurum: Atatürk Üni. Fen-Edeb. Fak. Yay. DEHHUDÂ, Ali Ekber (1373), Lugat-nâme, 14 c., Tehrân: Muessese-i ntiârât-i Çâp-i Dânigâh-i Tehrân. DEMR, Necati (2005), Abdülaziz bin Mahmûd el-Isfahânî, Sıfâtu’l-haremeyn, Ankara: Akça Yay. DEMR, Nurettin (2007), “Batı Türk Yazı Dilinin Oluumu”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay.: 302-11. DEMRC, Ümit Özgür – enol Korkmaz (2008), Yûsuf u Zelîhâ [Destân-ı Yûsuf Aleyhi’sselâm ve Hâzâ Ahsenü’l-kasasi’l-mübârek], stanbul: Kaknüs. DEMREL, Mustafa (1994), “Âık Paa’nın Elif-nâme’si ve Dil Özellikleri”, Bilig, 3: 20246. DEMREL, Mustafa (1983), Kemal Paazâde, Yûsuf u Züleyhâ, Ankara. ____, (1996), bn Kemâl – Divan, stanbul: Fakülteler Matbaası. DEMRTA, Faruk Kadri (1951), “Fâtih Devri airlerinden Cemâli ve Eserleri”, ÜEF TDED, IV/3, stanbul: 189-213. DENZ, Sabahat (1993), “Cemîd ü Hurîd Mesnevîsindeki Temsîli Hususiyetler”, Türklük Aratırmaları Dergisi, 7, stanbul: Marmara Üni. Fen-Edebiyat Fak. Yay.: 187-202. DERDYOK, . Çetin (1994), “Hoca Dehhani’nin Kasidesine Tematik Bir Bakı”, Yedi klim, 55: 59-63. ____, (2000), “Mesîhî’nin Müne’âtı çerisinde Yer Alan ve Yavuz Sultan Selîm’in Kendi Azından Mısır Fethini Anlatan Bir Mektup”, XII. Türk Tarih Kongresi, Ankara: 111119, Levha: 171-175. DERN, Adnan (1987), Tuhfe-i Mübârizî [Metin-Gramer Notları-Sözlük], Ankara: Gazi Üni., Yüksek Lisans Tezi. DEVEL, Hayati (2006), Osmanlı’nın Dili, stanbul: 3F Yay. DEVELOLU, Abdullah (1963), Büyük nsanlar- Üçbin Türk ve slâm Müellifi-, stanbul: Yaylacık Matbaası. DEVELLOLU, Ferit (2002), Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi. DEVLETÂH, Emîr Devletâh bin Alâü’d-devle Bahtîâh el-Gâzî es-Semerkandî (1901), Tezkiretü’-u’arâ, (nr.: Edward G. Browne), Leiden. DEYHÎM, Muhammed (1367) Tezkire-i u’ârâ-yi Âzerbaycan –Târîh-i Zindegî vü Âsâr-, Du Cild, Çâp-i Evvel, Tebrîz. DLÂÇAR, A. (1988), Kutadgu Bilig ncelemesi, 2. Baskı, Ankara: TDK Yay. DLBERÎPÛR, Asgar (2003), “Fars Dili ve Edebiyatı ile Türk Dili ve Edebiyatının Karılıklı Etkileimi”, Name-i Aina, 5/13-14, s. 17-36. * * * * * * * * * 764 764 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A DLÇN, Dehri (1946), eyyâd Hamza, Yûsuf ve Zeliha, stanbul. DLÇN, Cem (1978), “XIII. Yüzyıl Metinlerinden Yeni Bir Yapıt: Ahvâl-i Kıyâmet”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara: TDK Yay. 49-86. ____, (1983), Örneklerle Türk iir Bilgisi, Ankara: TDK Yay. ____, (1991), Mes’ûd bin Ahmed, Süheyl ü Nev-bahâr [nceleme-Metin-Sözlük], Ankara: AKM Yay. ____, (1993), “Mantıku’t-tayr’ın Manzum Çevirileri Üzerine Bir Karılatırma”, AÜ DTCF Dergisi, 369: 35-562. DNDAR, Muharrem (1999), Bihitî Ramazan Efendi ve Cemâh ve Âlemâh Mesnevîsi, Bursa: Uluda Üni., Yüksek Lisans Tezi. DRÖZ, Haydar Ali (2003), “Divan Edebiyatında ç Tekâmül”, Diriözler Armaanı –Prof. Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, Ankara: 19-33. DRÖZ, Meserret; (1977-1978), “Sâib’in Türkçe iirleri”, Türk Kültürü Aratırmaları, XVI/1-2: 277-301. ____, (1979), “Ömer Hayyam Türkçe Biliyor muydu?”, Töre, IX/100:19-26. ____, (2002), "Edebiyat Bilgi ve Teorileri I, Belâgât", Türklük Bilimi Aratırmaları, 11, Nide: 255-61. D’STRA, Dora (1982), Osmanlılarda iir, (Türkçesi: Semay Taneri), stanbul: Havass Yay. DOAN, M. Nur (1996), Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn: Metin, Nesre Çeviri, Notlar ve Açıklamalar, stanbul: Çantay Kitabevi. ____, (1997), “Lâle Devri airlerinden shak Efendi’nin Orijinal Mesnevîsi: Bi’set-nâme”, ÜEF TDED, Sayı: 27, ss. 101-68. ____, (2002), eyh Gâlib, Hüsn ü Ak, stanbul: Ötüken. ____, (2002a), Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn, 2. Baskı, stanbul: Yapı ve Kredi Yay. ____, (2004), Fâtih Dîvânı ve erhi, stanbul. DOAN, Ahmet (2007), “Eski Türk Edebiyatı’nda Hüsrev ü îrîn ve Hüsn ü Ak”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 9: 389-400. DOANYT, brahim (1992), Yahya Bey (Talıcalı) Gülen-i Envâr, Kayseri: Erciyes Üni. Yüksek Lisans Tezi. DOLU, Halide (1953), Meneinden Beri Yûsuf Hikâyesi ve Türk Edebiyatındaki Versiyonları, Vesikalar Albümü, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. DOLU, Halide (1988), “Dâstân-ı Varka ve Gülâh’ın Fiil Çekimi”, TDAY- Belleten 1954, 2. Baskı, Ankara: TDK Yay.: 221-31. DORC 3, Kitâb-hâne-i Elektronik-i i’r-i Fârisî, Tehrân. DÖNMEZ, brahim Kâfi (1992), "Beyan" mad., TDV A, 6: 23-25. DÜZEN, brahim (1978), Muhammed b. Gazi al-Malatyavî ve Eseri Ravzat al-Ukul, II Cilt, Erzurum: Atatürk Üni., Doçentlik Tezi. EA, (tsz.), Evliyalar Ans., II, stanbul. EBU BEKR- THRANÎ (2001), Kitâb-ı Diyarbekriyye, (çev. Mürsel Öztürk), Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. ECEVT, Yıldız (1996), “Orhan Pamuk’un Romanlarında Ana Bileenler”, Varlık Edebiyat ve Sanat Dergisi, 1063: 46-55. ECKMANN, János (1959), “Das Tschaghataische”, Philologiae Turcicae Fundementa, Wieasbaden, ss. 138-60. EDRNELI GÜFTÎ; Hilye-i Aere-i Mübeere, Süleymaniye Ktp. Lâleli 1715/7. EDRNEL NAZMÎ (2004), Pend-nâme-i Nazmî (Tercüme-i Pend-nâme-i Atâr) [ncelemeMetin-Sözlük], (hzr. Kudret Altun), Kayseri: Laçin. * * * * * * 765 765 KAYNAKÇA AHMET KARTAL EFLÂKÎ, ams Al-Dîn Ahmed Al-Aflâkî Al-Ârifî (1976-1980), Manâkib Al-Ârifîn [Metin], 2 Cilt, (Yayınlayan: Tahsin Yazıcı), Gözden Geçirilmi kinci Baskı, Ankara: TTK Yay. ER, Sadettin (2005), Hâfız-zâde, Kalemden Kelâma: Risâle-i Hat, stanbul: Kitabevi. ELAÇIK, Muhittin (2003), Lütfullah Bin Fazlullah’ın Kâmilü’t-ta’bîr Tercümesi ve ehirlerle lgili Yorumlar”, Diriözler Armaanı, Ankara: 175-83. ELVAN ÇELEBI (1984), Menâkibu’l-kudsiyye fî-Menâsibi’l-ünsiyye [Baba lyas-ı Horasânî ve Sülâlesinin Menkabevî Tarihi], (Hzrlr. A.Y. Ocak-.E.Erünsal), stanbul: stanbul Üni. Edebiyat Fak. Yay. ELVÂN-I ÎRÂZÎ; Gülen-i Râz Tercümesi, stanbul Üni. Ktp., TY 829. EMNZADE, Mehmet (1948), Nevâî’nin Ferhad ve îrîn’i, stalinabad. EMRÇUPAN, Ahad (2001), Gaznelilerin lk Döneminde Edebî Çevre, Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Doktora Tezi. EMR HUSREV- DHLEVÎ (1343), Dîvân-i Kâmil-i Emîr Husrev-i Dihlevî [GazeliyyâtKasâ’id-Mukatta’ât-Rubâ’iyyât], Nr. Sa’îd Nefîsî, (be-htimâm-i M. Dervî), Tehrân: ntiârât-i Câvîdân. EMÎRÎ; Mir’atü’l-ebrâr ve Muhtâru’l-ahyâr, Nuriosmaniye Ktp. TY. 2584/1. EMÎRÎ (x), Nasîhat-nâme, Millet Ktp. Mzm. 860. EMRE (1286), Pend-nâme-i Attâr Tercümesi, zzet Efendi Ta Destgâhı, [Attâr’ın Pendnâme’sinin kenarında yazılı]. EMRE (1998), Tercüme-i Pendnâme-i Attâr, (Hzr. Azmi Bilgin), stanbul. ENVERÎ (1928), Düstûr-nâme-i Enverî, stanbul. ENVERÎ (1372), Dîvân-i Enverî, (be-htimâm-i M. Takî Muderris-i Rezevî), Dû Cild, Çâp-i Çihârum, Tehrân: irket-i ntiârât-i lmiyye. ERASLAN, Kemal (1971), “Nevâyî’nin Hâlât-ı Seyyid Hasan Big Risâlesi”, Türkiyat Mecmuası, XVI, 1971: 89-110. ____, (1980), “Alî îr Nevâyî ’nin Hâlât-ı Pehlevan Muhammed Risâlesi”, Türkiyat Mecmuası, XIX, 1977-1979: 99-135. ____, (1986), “Ahmedî, Münazara (Telli Sazlar Atıması)”, ÜEF TDED, XXIV-XXV, stanbul: 129-204. ____, (1987), Hüseyn-i Baykara Divânı’ndan Seçmeler, Ankara: KTB Yay. ERCLASUN, Ahmet, B. (1990), “Türk Dilinin Dünü Bugünü Gelecei”, Türk Kültürü, 321: 4-15. ____, (1998), “Tarih Boyunca Türk Dilinin Kullanılıı”, Tarih Boyunca Türk Dili Bilgi öleni “Barı Dili Türkçe ” Karaman 13 – 14 Mayıs 1997, Ankara: TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yay.: 53-63. ERDEM, Hüsamettin (1990), Panteizm ve Vahdet-i Vücûd Mukayesesi, Ankara: KB Yay. ERDEM, Sadık (1994), Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ'sı [nceleme-Tenkidli Metin-ndeks-Sözlük], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. ____, (2001), Subhî-zâde Azîz ve Dîvân'ı [nceleme-Metin-Sözlük], Isparta: Fakülte Kitabevi. EREN, smail (1976), “Mesîhî’nin Dünya Edebiyatında Yer Alan Bahâriyyesi”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXII, 1974-1976, stanbul: 213-9. ____, (1976a), “Bahâriyyenin Fransızca, Rusça ve Sırpça Çevirileri”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXII, 1974-1976, stanbul: 221-7. ERGIN, Muharrem (1980), Kadı Burhaneddin Divanı, stanbul: ÜEF Yay. ERGUN, Sadettin Nüzhet (1936), Türk airleri, Cilt: 1-2, stanbul. ERMER, Kayahan (1974), “Gün Iıına Çıkan Deerli Bir Eser”, TDAY-Belleten 19731974, Ankara: TDK Yay.: 265-81. * * * * * * * 766 766 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN EREN, Gülgün (1992), “Bursalı Rahmî ve Gül-i Sad-berg’i”, Türkoloji Dergisi, 10/1, Ankara: 285-315. ERKAL, Abdülkadir (1997), “Lâmi’nin Ferhâd u îrîn Mesnevîsi”, A.Ü. Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 8: 51-66. ERTAN, A. Rıza (1966-1967), Celîlî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi, Ankara: Türk Edebiyatı Bitirme Tezi. ERTAYLAN, Ýsmal Hikmet (1945), Türk Edebiyatý Örnekleri I. Varaka ve Gülþah, Ýstanbul: ÝÜ Yay. ____, (1946), “Yûsufî-i Meddâh Yeni ki Varaka ve Gülah Nüshası -Hâmû-nâme, Dâsitânı blîs-i ‘Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Huseyn”, ÜEF, TDED, 1/1: 105-21. ____, (1946a), “Yeni ve Deerli Bir Dil ve Edebiyat Belgesi, Tarîkat-nâme”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt: I, Sayı: 3-4, ss. 235-44. ____, (1948), Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Kabûlî, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1949), Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Hâmidî, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1949a), “h. VII. (m. XIII) Asra Ait Çok Deerli Bir Türk Dili Yâdigârı: Behcetü’lhadâ’ık fî-Mev’ızeti’l-halâ’ik”, TDED, III: 275-7. ____, (1951), Sultan Cem, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1952), Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1960), lâhî Dîvânı, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1960a), Hatibolu Bahrü’l-hakâyık, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1960b), Yusuf ile Züleyha, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1960c), Tabiatname, stanbul: ÜEF Yay. ERTEM, Rekin (1995), Yahyâ Divanı, Ankara: Akça Yay. ERÜNSAL, smail (1983), The Life and Works of Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi with a Critical Edition of His Dîvân, stanbul. * * * * * * ____, – Ahmet Yaar Ocak (1984), Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-kudsiyye fî Menâsıbi’l-ünsiyye [Baba lyas-ı Horasanî ve Sülâlesinin Menkabevî Tarihi], 2. bs., stanbul: Ü EF Yay. ____, (1984a), “Türk Edebiyatı Tarihinin Ariv Kaynakları II: Kanunî Sultan Süleyman Devrine Ait Bir n’âmât Defteri”, Osmanlı Aratırmaları, IV, stanbul: 1-17. ERZ, Adnan (1963), Gunyetü’l-kâtib ve Münyetü’t-tâlib, Ankara. ____, (1963a), Rüsûmü’r-resâ’il ve Nücûmü’l-fezâ’il, Ankara. ESRÂR DEDE (2000), Tezkire-i u’arâ-yı Mevleviyye, (Hzr. lhan Genç), Ankara: AKM Yay. ____; Fütüvvet-nâme-i Esrâr, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmûd Efendi Kısmı, Nu. 3741. ETHÉ, Hermann (1337), Târîh-i Edebiyât-ı Fârisî, (Trc.: Rızâzâde afak), Tehrân. EVLY ÇELEB (2001), Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi, hzr. Yücel Dalı - Seyit Ali Kahraman – brahim Sezgin, 5. Kitap, stanbul: YKY. EYYÛBÎ (1991), Menâkıb-ı Sultan Süleyman [Risâle-i Padiâh-nâme], (Hzr. Mehmet Akku), Ankara: KB Yay. FAHRÜDDN IRÂKÎ (1988), Lemâat [Parıltılar], (çev.: Saffet Yetkin): MEGSB Yay. FÂK REÂD (trhs.), Târîh-i Edebiyât-ı Osmâniyye, Birinci Cild, stanbul: Zarâfet Matbaası. ____, (trhs.a), Eslâf, (Baskıya Hazırlayan: emsettin Kutlu), [stanbul]. FÂK (Reâd) (1309), “Hâfız-ı Acem”, Hazîne-i Fünûn, 15, stanbul: 113-4. ____, (1309a), “Lâmi‘î”, Hazîne-i Fünûn, 14, stanbul: 105-6. ____, (1309b), “bn-i Kemâl”, Hazîne-i Fünûn, 2, stanbul: 12-4. FAKÎRÎ; Risâle-i Ta’rîfât, stanbul Üni. Ktp. TY 3051. FARZAN, Ebrahim (1980), Gulen-i Saruhânî, Hayatı, Farsça Dîvânı ve Râz-nâme’si, stanbul: Ü EF, Doktora Tezi. FAZILOV, E. .; (1975), “Kutb’un Hüsrev ü irin Yazmasında Bulunan Kayıtlar”, (Türkçeye Tercüme Eden: Nazif Hoca), ÜEF TDED, 21, stanbul: 89-96. * * 767 767 KAYNAKÇA AHMET KARTAL FAZLIOLU, hsan (1998), “Osmanlı Corafyasında lmî Hayatın Teekkülü ve Davud elKayserî”, Uluslar arası Davud el-Kayserî Sempozyumu, Ankara: 25-42. ____, (2001), “Selçuklular Döneminde Anadolu ’da Felsefe ve Bilim (Bir Giri)”, Cogito – Selçuklular -, 29: 152-67. ____, (2003), “Osmanlı Döneminde ‘Bilim’ Alanındaki Türkçe Telif ve Tercüme Eserlerin Türkçe Olu Nedenleri ve Bu Eserlerin Dil Bilincinin Olumasındaki Yeri ve Önemi”, Kutadgubilig, 3: 151-84. ____, (2006), “Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Türk Felsefe-Bilim Tarihine Önsöz”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı, s. 413-428. FAZLÎ (1991), Fazlî, Gül ü Bülbül, (Hzr. Neclâ Eskin), Ankara: Gazi Üni. Fen-Edebiyat Fak., Türk Dili ve Edebiyatı Böl. Bitirme Tezi. FAZLÎ (1991a), Fazlî, Gül ü Bülbül, (Hzr. Vahibe Acaz), Ankara: Gazi Üni. Fen-Edebiyat Fak., Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Bitirme Tezi. FEDÂÎ DEDE (1993), Fedayi Dede Mantık-ı Esrâr [Tenkidli Metin ve nceleme], (Hzr. Taceddin imek), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. FERRUHÎ (1335), Dîvân-i Hakîm Ferruhi-yi Sîstânî, (be-Kûi-i Muhammed Debîr-i Siyâkî), Tehrân. FESÂÎ, Mansûr Rostgâr (1372), Envâ’-i i’r-i Fârsî, Tehrân: 428-76. FEVZYE ABDULLAH (1950), “Nizâmî - eyhî, Hüsrev ü îrîn Mukayesesi”, ÜEF Tarih Dergisi, I/1-2, stanbul: 263-81. FRDEVSÎ- TÛSÎ (1363), âh-nâme-i Firdevsî, Heft Cild, Çâp-i Sevvum, Tehrân. FLEMMNG, Barbara (1974), Fahris Husrev u îrîn Eine Türkische Dichtung Von 1367, Wiesbaden. ____, (1979), “Beylikler Devrinin Bir Romantik Mesnevisi: Fahrî’nin Husrev u îrîn’i”, I. Milletler Arası Türkoloji Kongresi [stanbul, 15-20.X.1973] Tebliler, 2. Türk Dili ve Edebiyatı, stanbul: 325-9. FOMKN, M.S. (1994), “Sultan Veled (1226-1312)’in iir Sanatı ve Türk iir Gelenei”, TDAYBelleten 1991, Ankara: 137-48. FURÛGÎ, Muhammed Ali (trhs.), Külliyât-ı Sa'dî, Tehrân: Müessese-i Matbuât-ı Ahmed lmî . FURÛZANFER, Bediu’z-zaman (1347), Menâkıbnâme-i eyh Evhadüddîn-i Kirmânî, Tehrân. ____, (1352), Bahâeddîn Veled, Ma’ârif I-II, Tehrân. ____, (1369), Kitâb-i Fîhi Mâfîh ez-Guftâri Mevlânâ Celâle’d-dîn Muhammed Mehûr bâMevlevî, Çâp-i eom, Tehrân. FURÛZANFER, B. (1990), Mevlânâ Celaleddin, (Çeviren: Feridun Nafiz Uzluk), stanbul: MEB Yay. FUZÛLÎ (1955), Beng ü Bâde, (Hzr. Kemâl Edib Kürkçüolu), stanbul. FUZÛLÎ (1981), Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn, (Hzr.: Hüseyin Ayan), stanbul: Dergâh Yay. GANDJE, T. (1971), “Sâdıkî-i Afar’ın Türkçe iirleri”, Türkiyat Mecmuası, XVI: 19-26. GANÎ-ZÂDE NÂDRÎ; Mi’râciyye, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Böl. Nu. 5250. GANÎZÂDE NÂDRÎ (1), eh-nâme-i Nâdirî, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmûd Nu. 5250. GELEN, Kasım (1989), Kanunî Sultan Süleyman’ın Farsça Divan’ı, stanbul: stanbul Üni., Yüksek Lisans Tezi. GELBOLULU ÂLÎ (1998), Riyâzü’s-sâlikîn, (Hzrlr. Mehmet Arslan – . Hakkı Aksoyak), Sivas. GENCEL NZAMÎ (1944), Genceli Nizamî Divanı, (Tercüme Eden: Ali Nihad Tarlan), stanbul: Ahmet Halit Kitabevi. GENÇOSMAN, M. Nuri (1985), Rubaîler ve lk Gazeller, stanbul: MEGSB Yay. ____, (1988), Mevlânâ ’nın Rubaileri I-II [Tam Metin], stanbul: MEGSB Yay. ____, (1990), Baharistan, Molla Camî, stanbul: MEB Yay. GIBB, E.J.W. (1943), Osmanlı iiri Tarihi, stanbul: Ü Yay. ____, (1999), Osmanlı iir Tarihi I-II, III-IV, (Terc. Ali Çavuolu), Ankara: Akça Yay. GODSELL, Fred Fild (1338), Dîvân-ı Kadı Burhaneddin. Gazel ve Rubaiyatından Bir Kısmı ve * * * * * * * * * * * * * * * * * * 768 768 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Tuyugları, stanbul: Matbaa-i Âmire. GÖÇGÜN, Önder (1987), Ziyâ Paa’nın Hayatı, Eserleri, Edebî ahsiyeti ve Bütün iirleri, Ankara: KTB Yay. GÖKBLGN, M. Tayyib (1964), “Cafer Çelebi” mad., A, III: 8-10. GÖKER, Lütfi (1998), Fen Bilimleri Tarihi ve Türk -slâm Bilginlerinin Yeri, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay. GÖLPINARLI, Abdülbaki (1936), “Âık Paa’nın iirleri”, Türkiyat Mecmuası, V: 87-101. ____, (1945), Mevlânâ , Seçme Rubailer, stanbul: MEB Yay. ____, (1952), “slâm ve Türk llerinde Fütüvvet Tekilâtı ve Kaynakları”, Ü ktisat Fakültesi Mecmuası, XI/1-4: 3-354. ____, (1954), Divan iiri, XV. – XVI. Yüzyıllar, stanbul: Varlık Yay. ____, (1959), Mevlânâ Celâleddin, Fîhi Mâ Fîh, stanbul: Remzi Kitabevi. ____, (1963), Mevlânâ Celaleddin Rûmî Mektuplar, stanbul: nkılap ve Aka Kitabevleri. ____, (1963a), Mevlevî Âdâb ve Erkânı, stanbul: nkılâp ve Aka. ____, (1964), Rubâiler, stanbul: Remzi Kitabevi. ____, (1965), Mecâlis-i Seb’a [Yedi Meclis], Konya: Konya Turizm Dernei Yay. ____, (1965a), Yûnus Emre Risâlât al-Nushiyya ve Dîvân, stanbul: Eskiehir Turizm ve Tanıtma Dernei Yay. ____, (1971), Mevlâna Müzesi Yazmalar Katalou II, Ankara: Türk Tarik Kurumu Yay. ____, (1976), Sultan Veled, btidâ-nâme, Ankara: Konya Turizm Dernei Yay. ____, (1979), Tarih Boyunca slâm Mezhepleri ve iîlik, stanbul: Der Yay. ____, (1981-1983-1984), Mesnevî Tercemesi ve erhi, I.-II. Cilt, III.- IV. Cilt, V.-VI. Cilt: stanbul, nkılâp ve Aka Kitabevi. ____, (1983), Mevlânâ ’dan Sonra Mevlevîlik, stanbul: nkılâp ve Aka. ____, (1985), M. Celâleddin Rumî, Fîhi Mâ-Fîh ve Mecâlis-i Seba’dan Seçmeler, Ankara: KTB Yay. ____, (1985a), Mevlânâ Celâleddin, stanbul: nkılâp Kitabevi. ____, (1988), Hafız Divanı, stanbul: MEGSB Yay. ____, (1992), Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, 7 Cilt, Eskiehir: KB Yay. ____, (1992a), Yunus Emre ve Tasavvuf, kinci Baskı, stanbul: nkılâp Kitabevi. ____, (1992b), Alevî-Bektaî Nefesleri, 2. Baskı, stanbul: nkılâp Kitabevi. GÖVSA, brahim Alâettin (trhs.), Türk Mehurları Ansiklopedisi, Yedigün Neriyatı. GUBÂRÎ ABDURRAHMÂN; Yûsuf u Züleyhâ, Manisa l Halk Ktp. Nu. 1215/5. GUBÂRÎ (x), Menâsik-i Hac, Süleymaniye Ktp. Ayasofya Kısmı Nu. 3989. GÜFTÎ; Terîfâtü’-u’arâ, stanbul Üni.Ktp. TY. 1533 ve 9619. GÜLEHRÎ, Mantıku’t-tayr, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Kısmı, Kayıt Numarası: 2557/2 [Millî Kütüphane, Mikrofilm Ariv Numarası: A-942. ____, (1957), Mantıku’t-tayr [Tıpkı Basım], (Önsözü Yazan: Agâh Sırrı Levend), Ankara: TDK Yay. GÜNALTAY, M. emseddin (1991), slam Tarihinin Kaynakları –Tarih ve Müverrihler-, stanbul: Endülüs Yay. GÜNAY, Umay – Osman Horata (1994), Yunus Emre: Risâletü’n-nushiyye, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. GÜNGÖR, Zülfikar (2000), Türk Edebiyatında Türkçe Manzum Hilye-i Nebevîler ve Nesîmî Mehmed’in Gülistân-ı emâil’i, Ankara: Ankara Üni., Doktora Tezi. GÜNEN, Ahmet (2004), psalalı Ebu’l-hayr Mevlid (nceleme-Metin-Dizin), Ankara. GÜRER, Abdülkadir (1994), “Lâmî’s Gûy u Çevgân Supplementband 35, Franz Steiner Verlag, Stuttgard, 1994, 388+72s.”, AÜ Osmanlı Tarihi Aratırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM), 5, Ankara: 601-8. ____, (2003), “Pîr Muhammed’in Tarîkat-nâmesi”, Mustafa Canpolat Armaanı, Ankara: 67-70 ____, (2005), “Nev’î’nin Kayıp Sanılan ki Eseri: “Münâzara-i Tûtî vü Zâ” ve “Gevher-i Râz”, * * * * * * * * * * * * * 769 769 KAYNAKÇA AHMET KARTAL Türk Dilleri Aratırmaları, nr. 15: 85-179 GÜRGENDEREL, Müberra (2002), Hasan Ziyâ'î Hayatı-Eserleri ve Divanı (nceleme-Metin), Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. GÜRGENL, Akmırat (2005), " Ferdusinıñ ah-naması Türkler hakında näme diyyär?", http://oldcivil.ce.metu.edu.tr/~turkmens/documents/Ferdusi/Ferdusi.htm (13.06.2005). GÜVÂHÎ (1983), Pend-nâme, (Hzr. Mehmet Hengirmen), Ankara: KTB Yay. HÂCE ALÎ- HÂREZMÎ (1376), Yûsuf u Züleyhâ (Türkî), (Mukaddime: M. Kerîmî), Zengân. HACI BEKTA VELÎ (1959), Hazret-i Hünkâr Hacı Bekta-ı Velî’nin Vasiyetnâmesi, Kitâbü’lfevâ’id, (nr. .Ö.), stanbul. ____, (1989), erh-i Besmele, (Hzr.: Rütü arda), Ankara. ____, (1996), Makâlât, (Prof. Dr. Esad Coan’ın Tenkidli Basımından Sadeletiren: Hüseyin Özbay), Ankara: KB Yay. ____, (2004), Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye, (Çev.: Davut Duman), Ankara. HACIEMNOLU, Necmettin (1968), Kutbun Hüsrev ü îrîn’i ve Dil Hususiyetleri, stanbul: stanbul Üni. Edebiyat Fak. Yay. HACIMÜFTÜOLU, Nasrullah (1992), "Bedî'" mad., TDV A, 5: 320-22. ____, (2001), ’câz ve Belâgat Deyimleri, Erzurum: Ekev Yayıevi. HÂFIZ (1988), Hafız Divanı, (Çev.: Abdülbaki Gölpınarlı), stanbul: MEGSB Yay. HÂFIZ (1372), Dîvân-i Hâce Hâfiz-i îrâzî, (bâ-htimâm-i Seyyid Ebu’l-kasim ncû-yi îrâzî), Çâp-i Hetum, Tehrân: ntiârât-i Câvîdân. HÂFIZ-I ÎRÂZÎ (1372), Dîvân-i Hâfız,[Tashîh-i Allâme-i Kazvînî ve Doktor Kasim-i Ganî], (behtimâm-i Pervîz-i Bâbâyî), Çâp-i Evvel, Tehrân: ntiârât-i Nigâh. HAKANÎ (1363), Dîvân-i Hakani-yi îrvânî, (nr. Huseyn-i Necefî), Tehrân. ____, (1373), Dîvân-i Hakanî-i irvânî, (be-Kûi-i Doktor Ziyâüddîn-i Seccâdî), Tehrân. HAKANÎ, Hakanî Mehmed Bey (1848), Hilye-i Hakanî, stanbul. ____, (1991), Hilye-i Saadet, (Hzr. skender Pala), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. ____, (1993), Hakanî: Hayatı, Edebî ahsiyeti, Eserleri ve Hadîs-i Erba’în’in Tenkidli Metni, (Hzr. Müzahir Kılıç), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. HALÎLÎ (1993), Firkat-nâme [nceleme – Metin], (Hzr. O. Kemâl Tavukçu), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. HAMDÎ (1982), Hamdullah Hamdi, Leylâ vü Mecnûn, (Hzr. Zülfü Güler), Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. HAMDÎ (1991), Yusuf u Züleyhâ, (Hzr. Naci Onur), Ankara: Akça Yay. HAMDULLÂH HAMDÎ; Leylâ vü Mecnûn, stanbul Üni. Ktp., T.800. HÂMDÎ; Yûsuf u Züleyhâ, Topkapı Sarayı Ktp., Revan Böl. Nu. 832. HANLERÎ, Pervîz Nâtil (1366), Târîh-i Zebân-i Fârsî, Cild-i Evvel, Çâp-i Devvum, Ner-i Nev, Tehrân. HANNU’L-FÂHÛRÎ (trhs.), Târîhu’l-edebi’l-arabî. HASAN ÇELEB, Kınalı-zade (1989), Tezkiretü’-uarâ, (Hzr. brahim Kutluk), 2 Cilt, 2. Baskı, Ankara. HASAN-I DHLEVÎ (1352), Dîvân-i Hasan-i Dihlevî, (Nr.: Mes’ûd Alî Mahvî), Haydarabad, Deken. HASKAN, Mehmet Nermi (1993), Eyüp Tarihi, II Cilt, stanbul: Türk Turing Turizm letmecilii Vakfı Yay. HAM, Muhammed Mîrzâ (1333), Kitâb-i Fîhi Mâ Fih, Tehrân. HÂMÎ (1996), Mihr ü Vefâ, (Hzr. Selami Ece), Atatürk Üni. SBE [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi]. HATÎB EL-KAZVÎNÎ (yty), Telhîs ve Tercümesi, Kur'ân'ın Esiz Belâgatı, (Hazırlayanlar: Nevzat H. Yanık, Mustafa Kılıçlı, M. Sadi Çöenli), stanbul. HATBOLU (1521), Ferah-nâme, Macar limler Akademisi Ktp., Türkçe Yazmalar Nu. 24. ____, (1984), Ferahname, egy XV. szazadi Oszman-Török nyelvemlék, (Hzr. Cemil Öztürk), Phd. Thesis. Budapest Eötvös Lorand Tudományegyetem, Doktora Tezi. * * * * 770 770 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN ____, (1994), Hatibolu’nun Ferahnâme’si: Metin, (Hzr. Hüsamettin Zümrütler), Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. HAUSSIG, Hans Wilhelm (2001), pek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi, çev.: Müjdat Kayayerli, stanbul: Ötüken. HAYÂLÎ (1449), Ravzatü’l-envâr, Süleymaniye Ktp. Fâtih Bölümü, Nu. 2633. HAYYÂMPÛR, Doktor A. (1368), Ferheng-i Suhenverân, Du cild, Çâp-i Evvel, Tehrân: Çâphâne-i Fecr-i slâm. HEYET, Cevat (2008), Türk Dilinin ve Lehçelerinin Tarihî Seyri, çev.: Mürsel Öztürk, Ankara: TDK yay. HILLMANN, Michael (1987) “Review of Poetry’s Voice, Society’s Song: Ottoman Lyric Poetry by Walter G. Andrews”, International Journal of Turkish Studies 4 (1 Yaz): 148. HLMÎ (1995), Bahrü’l-kemâl [Transkribe Metin], (Hzr. Cihan Okuyucu), Kayseri: Erciyes Üni. Yay. HREDMEND, Muhammed Ali (trhs.), Gulhâ-yi Câvîdân, Çâp-i Devvum, Tehrân: Çâphâne-i Zuhre. HOCA, Nazif N. (1980), Sûdî, Hayatı, Eserleri ve ki Risalesi'nin Metni, stanbul: stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay. HOCA SADETTN EFEND (1992), Tâcü’t-tevârîh, (Hzr. smet Parmaksızolu), V cilt, Eskiehir: KB Yay. HODGSON, M.G.S. (1993), slâm’ın Serüveni [Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih], Cilt: II, stanbul: z Yay. HOLT, M.-A. K. S. Lambton – B. Lewis (1997), slâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, (Çev.: Kurul), stanbul. HORATA, Osman (1990), Cemâlî - Hümâ vü Hümâyûn [Gülen-i Uâk], (nceleme-Tenkidli Metin), Ankara: Hacettepe Üniv., Doktora Tezi. ____, (1998), Esrâr Dede, Hayatı-Eserleri-iir Dünyası ve Divanı, Ankara: KB Yay. ____, (2000), “Hâcû-yı Kirmânî ve Cemâlî’nin Hümâ vü Hümâyûn Mesnevilerinin Karılatırılması”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Agâh Sırrı Levend Hatıra Sayısı I, Volume: 24, Harvard Universty, s. 121-35 HOURAN, Albert (1997), Arap Halkları Tarihi, (Çev. Yavuz Alagon, Yayına Hzr. Tanıl Bora), stanbul: letiim Yay. HUCVRÎ (1996), Kefu’l-mahcûb, Hakikat Bilgisi, hzr. Süleyman Uluda, stanbul: Dergâh Yay. HUDÂYÎ, Azîz Mahmûd Hudâyî; Necâtü’l-garîk, Süleymaniye Ktp. Hekimolu Ali Paa Kısmı, Nu. 451/1 HUMÂÎ, Celâluddîn (1340), Târîh-i Edebiyyât-i Îrân [ez-Kadîmterîn-i Asr-i Târîhî tâ Asr-i Hâzir], Çâp-i Devvum, Tehrân: Kitâbfurûi-yi Furûgî. HUMÂYÎ, Celâluddîn (1370), Funûn-i Belâgat ve Sanâ’ât-i Edebî, Tehrân: 156-72. ____, (1377), Funûn-ı Belâgat ve Sinâ’ât-i Edebî, Ner-i Numâ, Tehrân. HUSREV- DHLEVÎ (1343), Dîvân-i Emîr Husrev-i Dihlevî, (nr. Sa’îd-i Nefîsî), Tehrân. HUSREV- DHLEVÎ (1975), Matla’u’l-envâr, (Nr. Ahmedolu Muharremof), Moskova. HÜSEYNÎ; Câmiu’n-nesâyih, Süleymaniye Ktp. Serez ölümü Nu. 1744. ITZKOWTZ, Norman (1997), Osmanlı mparatorluu ve slâmî Gelenek, 2. Baskı, stanbul: ûle Yay. BN ARABÎ (1405), el-Fütûhatü’l-mekkiyye, (tas. Osman Yahya-brahim Medkûr), Cilt: I-XIV, Kahire. BN BB [El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca’feri er-Rugadi] (1996), El Evamirü’l-ala’iye fi’l-umuri’l-ala’iye [Selçuk-name], (Çev.: Mürsel Öztürk), II Cilt, Ankara: KB Yay. BN HALDUN (1989), Mukaddime III, stanbul: MEB Yay. BRÂHÎM BEG (1995), brâhîm Beg Dîvânı [nceleme–Metin–ndeks–Sözlük], (Hzr. Kadir Güler), Kayseri: Erciyes Üni., Doktora Tezi. BRAHM BN BÂLÎ; Hikmet-nâme, stanbul Üni. Ktp. TY. 282. LAYDIN, Hikmet (1974), “Anadolu ’da Klasik Türk iirinin Balangıcı”, Türk Dili, XXX/274* * * * 771 771 KAYNAKÇA AHMET KARTAL 279: 765-74. ____, (1978), “Dehhânî ’nin iirleri”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara: TDK Yay.: 136-76. LHÂME- MFTÂH – Velî Vehhâb (1374), Nigâhî be-Revend-i Nufûz ve Gosteri-i Zebân ve Edeb-i Fârsî der-Turkiye, Tehrân. MAMOLU, Ahmet Hilmi (1996), “Lutfiyye-i Vehbî”, Türk Edebiyatı, 267: 33-6. MZASIZ (1298), “arkta iir ve uarâ-2”, Hafta, 1/6: 86-91. NAN, Abdulkadir (1951), Kutb’un Husrev ve îrîn’inden Örnekler, Ankara. NCE, Adnan (1986), “XVI. Yüzyıl airlerinden Abdî ve Eserleri”, Türk Dili, 410: 186-92. ____, (1987), “Abdî’nin Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ’sı”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1987 I (2): 155-206. ____, (1989), “Cemîd ü Hurîd Mesnevîleri”, Fırat Üniversitesi Dergisi [Sosyal Bilimler], 3/2, Elazı: 109-39. ____, (1998), “Gül ü Nevrûz mesnevîleri ve Sâbir’in Eserinden Seçme Beyitler”, Journal of Turkish Studies = Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı, 22: 103-31. PEKTEN, Halûk (1988), Türk Edebiyatının Kaynaklarından Türkçe u‘ara Tezkireleri, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yay. ____, – sen, Mustafa – Toparlı, Recep – Okçu, Naci – Karabey, Turgut (1988a), Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı simler Sözlüü, Ankara. ____, (1996), Divan Edebiyatında Edebî Muhitler, stanbul: MEB Yay. ____, (1997), Eski Türk Edebiyatı – Nazım ekilleri ve Aruz-, stanbul: Dergâh Yay. ÎRÂKÎ, eyh Fahruddîn brâhîm Hemedânî (1373), Külliyât-i Dîvân [Kasâyid, Gazeliyyât, Terci‘iyyât,Terkîbât, Mukatte‘ât, Musellesât, ‘Uâk-nâme yâ Deh-nâme, Rubâ‘iyyât, Leme‘ât ve stilâhât-i ‘rfânî-yi ‘râkî], (Mukaddime: Sa‘îd Nefîsî), Tehrân. SEN, Mustafa (1988), “Âhî, Benli Hasan (ö. 923/1517)” mad., TDV A, I, 527. ____, (1988a), “Usûlî’nin Yenice ehr-engîzi”, Mehmet Kaplan çin, Ankara: Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay.: 131-48. ____, - Cemal Kurnaz (1990), eyhî Divanı, Ankara: Akça Yay. ____, – Muhsin Macit (1992), Türk Edebiyatında Tevhidler, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. ____, (1993), Acıyı Bal Eylemek, Türk Edebiyatında Mersiye, Ankara: Akça Yay. ____, (1993a), “Çeng-nâme’ye Dair”, Polemik, 8: 8-9. ____, – Hamit Burmaolu; (1993b), “Lâmî’nin Bursa ehrengizi”, Yedi klim, 5/40, stanbul: 1035. ____, (1994), Künhü’l-ahbâr’ın Tezkire Kısmı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. ____, (1997), Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara: Akça Yay. ____, (1997a), “Tezkire”, Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara: Akça Yay.: 28-36. ____, (1997b), “Anadolu Sahası Türk Tezkireciliinde eklî Geliim”, Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara: Akça Yay.: 37-46. ____, (1997c), “XVI. Yüzyıl Sonuna Kadar Osmanlılarda Biyografi Gelenei”, Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara: Akça Yay.: 127. ____, (1997ç), “Sehi Bey”, Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara: Akça Yay.: 272-9. ____, (2002), “Balangıçtan XVIII: Yüzyıla Kadar Türk Edebiyatı”, Türkler , XI: 532-72. SHAK ÇELEB; ehr-engîz-i Bursa, stanbul Üni. Ktp. Nu. 2870. SMÂÎL- ANKARAVÎ (1284), Miftâhu’l-belâga ve Misbâhu’l-fesâha, stanbul: Tasvîr-i Efkâr Matbaası. Z, Fahir (1995), Eski Türk Edebiyatında Nazm, I-II, Ankara: Akça Yay. JOHANSON, Lars (1993), “Rûmî and the Birth of Turkish Poetry”, Journal of Turkology, 1/1: 2337. ____, (2002), Türk Dili Haritası Üzerine Keifler, çev.: Nurettin Demir-Emine Yılmaz, Ankara: * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 772 772 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A Grafiker Yay. KADI BURHANEDDN (1943), Kadı Burhaneddin Divanı I [Tıpkı Basım], stanbul: Alaaddin Kral Basımevi. KAFESOLU, brahim (1973), Sultan Melikâh, stanbul: Babakanlık Kültür Müstearlıı Kültür Yay. ____, (1988), Türk Millî Kültürü, stanbul: Boaziçi Yay. KAHRAMAN, Muhammed (1370), Dîvân-i Sâ’ib-i Tebrîzî, e Cild, Çâp-i Evvel, irket-i ntiârât-i lmî vu Ferhengî. KAHRAMAN, Bahattin (1992), “Heft-peyker Çevirileri ve Ali ir Nevai’nin Seb’a-i Seyyâre’si”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Ali ir Nevai Sempozyumu, 3 Ocak 1992, Konya. ____, (1999), Nâlî Mehmed, Tuhfetü’l-emsâl [nceleme-Metin], Konya. KAHRAMAN, Mehmet (1998), “Modern ‘Roman’ Bilgilerimiz Iıında ‘Leylâ ve Mecnun’”, Yedi klim, 95: 28-33. KAHYA, Esin (2002), “Türkiye Selçuklularında Bilimsel Çalımalar”, Türkler , 7: 540-59. ____, (2004), "Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemindeki Bilimsel Çalımaların Kısa Bir Deerlendirmesi", Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi, 2/4: 73-80. KALKIIM, Muhsin (1998), Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn Hikâyesi [Tahkiye Unsurları], Adana: Derya Kitabevi. KALPAKLI, Mehmet (2003), “Osmanlı iirine Genel Bir Bakı Denemesi”, Dou - Batı, 22: 3952. KANAR, Mehmet (1994), Çada ran Edebiyatının Douu ve Gelimesi, stanbul: letiim. ____, (1995), Fehmî ve ebisterî’den em ve Pervane, stanbul: nsan Yay. ____, (1999), Rubaîler, Evhadüddîn-i Kirmânî, stanbul: nsan Yay. KÂN’- TÛSÎ (1358), Kelîle ve Dimne-i Manzûm, (be-Tashîh: Magali Tudova), Bunyâd-i Ferheng-i Îrân. KAPLAN, Mahmut (1993), “Ahmed-i Dâî’nin Vasiyyet-i Nuirevân Tercümesi: Metin”, Erciyes, 191: 23. ____, (1996), Neâtî Dîvânı, zmir. ____, (2002), “Türk Edebiyatında Manzum Nasihat-nâmeler”, Türkler , 11: 791-99. ____, (2003), Deh-Murg-ı emsî [nceleme-Metin-Sözlük], Manisa. KARA, smail, (tsz) “Osmanlı’da Tasavvuf ve Tarikatlar”,Osmanlı Ansiklopedisi, TarihMedeniyet- Kültür, I, stanbul: Aaç Yay. KARAAAÇ, Günay (2008), Türkçe Verintiler Sözlüü, Ankara: TDK Yay. KARABEY, Turgut (2007), Gülen-i Râz, Erzurum: Fenomen. KARABULUT, Ali Rıza (tsz), Kayseri’de Mehur Mutasavvıflar, Kayseri. KARACA, Yusuf (1999), Süleymân Nahîfî Efendi ve Mevlidi: Hayatı-Eserleri-Edebî Kiilii ve Mevlidi’nin Tenkitli Metni, Ankara: Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi. KARACASU, Barı (2007), “Türk Edebiyatında ehr-engîzler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 259-313. KARADÜZ, Sıddık (2000), Dervî emsî’nin Deh-murg’unun Karılatırmalı Metni ve Benzeri Eserlerle Genel Bir Deerlendirilmesi, Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. KARAHAN, Abdülkadir (1952), Câmi’nin Erbaîn’i ve Türkçe Tercümeleri, stanbul. ____, (1964), “Lâmi’î Çelebi” mad., A, VII, stanbul: 10-5. ____, (1988), irazlı Hafız ve iirlerinden Seçmeler, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay. ____, (1988a), Türk Kültürü ve Edebiyatı, stanbul: MEGSB Yay. ____, (1991), slâm-Türk Edebiyatýnda Kırk Hadis, Ankara: Diyanet þleri Bakanlıı Yay. KARAHAN, Leylâ (1994), Erzurumlu Darir, Kýssa-i Yûsuf, Yûsuf u Züleyhâ, Ankara: TDK Yay. ____, (1995), Erzurumlu Darir, stanbul. KARASMALOLU, Adnan (1996), “Selçuklu Sarayında iir ve air”, V. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri [25-26 Nisan 1995], Konya: 133-39. ____, (1999), “Klasik Türk Edebiyatının ran Edebiyatı ile Münasebeti”, Dergâh, 110: 14-7. * * * * * * * * * * * * * * * 773 773 KAYNAKÇA AHMET KARTAL ____, (1999a), “Osmanlı Dönemi Türk iirinin ran Edebiyatı ile Münasebeti Üzerine Düünceler”, Kuruluunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Uluslar Arası Kongresi 7-9 Nisan 1999 Konya, [Yayınlanmamı Tebli]. ____, (2000), “Selçuklu Devleti’nin Edebî Faaliyetlerdeki Etkinlii”, I. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi, 11-13 Ekim 2000, Selçuk Üniversitesi, Konya (Yayımlanmamı Tebli). ____, (2000a), "“slâm Öncesinden Osmanlıya Dou iiri”, Bilig, 13: 67-78. ____, (2001), Klasik Dönem Türk iiri ncelemeleri, Ankara: Akça Yay. KARAKA, Mahmut (1991), Müsbet limde Müslüman Âlimler, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. KARATAY, Osman (2003), ran ile Turan –Hayali Milletler Çaında Avrasya ve Ortadou-, Ankara: KaraM Yayınları. KARTAL, Ahmet (1993), “Dîvânu Lügati’t-türk Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi”, Türk Kültürü, 366: 624-36 [48-60]. ____, (1998), Klâsik Türk iirinde Lâle, Ankara: Akça Yay. ____, (1998a), “eyh Baba Yûsuf (?-öl. H.918-st.)’un Kıyâfet-nâmesi”, Akademik Bakı, Üç Aylık itim, Kültür ve Sanat Dergisi, 4: 55-58. ____, (1998b), “eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî ve Eserleri” , Bilig, 7: 136 – 154. ____, (1999), “Farsçada Türkçe Kelimeler ve Fars Edebiyatı’nda “Türk ” Kavramı ile lgili Unsurlar”, Bilig, 11: 31-54. ____, (1999a), Osmanlı Medeniyetini Besleyen Kültür Merkezleri (XI. Asırdan XVI. Asrın Sonuna Kadar Türk Edebiyatı ve Fars Edebiyatının Münasebetleri), Ankara: Gazi Üniversitesi, Doktora Tezi. ____, (1999b), “Sadıkî-i Kitâbdâr’ın Mecma’u’l-havâs simli Tezkiresi ve Onda Yer Alan Anadolulu âirler”, Türk Kültürü, 440: 746-54. ____, (1999/2000), “Klâsik Türk Edebiyatının ran Edebiyatı le Münasebeti Üzerine Düünceler”, Türk Yurdu [700. Yılında Osmanlı Özel Sayısı], 148-149: 246-66. ____, (2000), “Ali îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis simli Tezkiresi ve XVI. Asırda Yapılan Farsça ki Tercümesi”, Bilig, 13: 21-65. ____, (2000a), “Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn’i ile Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’inin Mukayesesi”, Türk Yurdu –Roman Özel Sayısı-, 153-154: 360-83. ____, (2000b), “Basîrî ve Türkçe iirleri”, lmî Aratırmalar, 10: 77-96. ____, (2000c), eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî, Mevhûb-ı Mahbûb [nceleme – Metin – ndeks Sözlük], Eskiehir. ____, (2001), “Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu Saraylarındaki Edebî Faaliyetler Üzerine Düünceler”, Bilig, 17: 55-70. ____, (2001a), “Sa’dî-i îrâzî’nin Bostan simli Eserinin Türkçe Tercüme ve erhleri”, Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 5: 99-120. ____, (2001b), “Sa’dî-i îrâzî’nin Gülistân simli Eserinin Türkçe Tercümeleri”, Bilig, 16: 99-126. ____, (2001c), “Türk Yazı Dilinin Gelime Çaları”, Türk Yurdu, Türkçeye Saygı Özel Sayısı, 162-163: 221-249). ____, (2001), Basîrî ve Türkçe iirleri, Kırıkkale. ____, (2001a), “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Bilig, 19: 69-119. ____, (2002), “Anadolu ’da Farsça iir Söyleyen airler (XI-XVI. Yüzyıllar)”, Türkler , 7: 682-95. ____, (2002a), “Sâ’ib-i Tebrîzî ve Türkçe iirleri”, Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 7: 209-38. ____, (2003), “Câmî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı ile Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sının Mukayesesi”, Diriözler Armaanı, (Hzr. M. Fatih Köksal-Ahmet Naci Baykoca), Ankara: 93-139. ____, (2003a), “Attâr’ın Tezkiretü’l-evliyâ simli Eseri ve Türkçe Tercümeleri”, Diriözler Armaanı, (Hzr. M. Fatih Köksal-Ahmet Naci Baykoca), Ankara: 383-405. ____, (2003b), "Ahmet Atillâ ENTÜRK, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî Tasvirler, Kitabevi 178, stanbul 2002", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 3, s. 361-373. ____, (2003c), "Ali Sîr Nevâî'nin Farsça Siirleri", Bilig, 26: 147-80. * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 774 774 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN ____, (2003ç), “Sa’dî’nin Bostân’ı le Hoca Mes’ûd’un Ferheng-nâme-i Sa’dî simli Mesnevilerinin Mukayesesi”, Bilim Yolu Kırıkkale Üniversitesi SBE Dergisi [Türkiye Cumhuriyeti’nin Sekseninci Yılı Özel Sayı]: 3: 55-75. ____, (2003d), “ebüsterî’nin Gülen-i Râz’ı ile Elvân-ı îrâzî’nin Gülen-i Râz Tercümesi’nin Mukayesesi” Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, nr. 3, Sivas, s. 121-175 ____, (2004), “Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili Üzerine Düünceler”, V. Uluslar arası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II (20-26 Eylül 2004), Ankara: TDK Yay.: 1685-1724. ____, (2004a), “Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ı ile Gülehrî’nin Mantıku’t-tayr’ının Mukayesesi”, 1. Kırehir Kültür Aratırmaları Bilgi öleni (8-10 Ekim 2003) Bildiriler, Hzr. Yard. Doç. Dr. Ahmet Günen, Kırehir: 297-329. ____, (2005), "Keke ehname'yi Yazmasaydım!", Türk Edebiyatı, nr. 381, 18-21. ____, (2005a), "Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ında Yer Alan Fütüvvetle lgili Manzumesi", I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, (Hzr. M. Fatih Köksal), 2, Kırehir: 585-95. ____, (2006), “Anadolu ’da Türk Edebiyatının Öncüleri”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. I, stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay. 451-66. ____, (2006a), “Türk -Fars Edebî likileri”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. I, stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay. 300-18. ____, (2006b), “Türk ’ün Hâfız Sevgisi Yahut Hâfız Türk’e Ne Anlatır”, Türk Edebiyatı, 392: 2833. ____, (2006c), “Klasik Öncesi Dönem: Tarihî, Sosyo-Kültürel Balam”, Türk Edebiyatı Tarihi, c.I, stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay.: 427-66. ____, (2007), “Nizâmî ile eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’lerinin Mukayesesi”, Tunca Kortantamer çin, zmir: 295-353. ____, (2007a), "Pend-nâme ve Gülistân le Kitâb-ı Bostân-ı Nesâyih Mukayesesi", arayılar – nsan Bilimleri Aratırmaları-, 9: 113-42. ____, (2007b), “Anadolu ’da Türk Edebiyatının Öncüleri”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 465-80. ____, (2007c), “Tarihî, Sosyo-Kültürel Balam”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 439-64. ____, (2008), “Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 1: 95-168. ____, (2008), “Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevîsi Üzerine Notlar”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 2: 223-42. KASTAMONULU ÂZÎ; Maktel-i Hüseyn, Üsküdar Selim Aa Ktp. Kemanke Böl. Nu. 528. KAGARLI, Sultan Mahmut (1988), “Uygur iirinde Aruz Vezni Hakkında...”, Türk Dünyası Aratırmaları, 53: 101-10. KAGARLI MAHMUD (1985-1986), Divanü Lûgat-it-Türk Tecümesi, (Çev.: Besim Atalay), 4 cilt, Ankara: TDK Yay. ____, (1990), Dîvânü Lûgati’t-türk [Tıpkıbasım/Facsimile], Ankara: KB Yay. KÂTB ÇELEB (trhs.), Min-Kitâbi Kefi’z-zunûn ‘An-Esâmî’l-Kütübi ve’l-Funûn, (Mukaddime: Âyetullâh el-Azmî, es-Seyyid ehâbeddîn en-Necefî el-Meraî), Cilt: II, Beyrut-Lübnan [erefettin Yaltkaya ve Kilisli Rifat Bilge tarafından hazırlanıp yayınlanan eserden ofset baskı]. ____, (1943), Kef-el-Zunun, II, stanbul: Maarif Matbaası. KATRÂN-I TEBRÎZÎ (1362), Dîvân-i Katrân-i Tebrîzî, (nr. Muhammed-i Nahcevânî), Tehrân. KAVAKCI, Yusuf Ziya (1976), XI ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Mâvâra’ alNahr slâm Hukukçuları, Ankara: Atatürk Üniversitesi Yay. KAVCAR, Cahit (1989), “Hamdullah Hamdi’nin Yusuf u Züleyha’sı”, TDAY Belleten-1968, Ankara: 157-172. ____, (1989a), “Kemal Paazâde’nin airlii ve Yusuf u Züleyhası”, TDAY Belleten-1968, 2. Baskı, Ankara: 227-49. * * * * * * * * * * * * * * * * * 775 775 KAYNAKÇA AHMET KARTAL KAYA, Mahmut (1988), “Abdullatîf el-Bagdâdî” mad., TDV A, 1: 254-55. ____, (1995), “Felsefe” mad., TDV A, 12: 311-19. KAYA, . Güven (1997), “Begpazarlı Maazolu Hasan ve Cenâdil Kal’ası Gazavatnamesi”, Journal of Turkish Studies: Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı I, 21. ____, (1997a), Dehmurg [nceleme-Tenkidli Metin ve Tıpkı Basım], Cambridge: Harvard Üni. KAYSUNÎZÂDE ÖMER BEDREDDÎN; Dürrü’l-manzûm, Süleymaniye Ktp. Es’ad Efendi Nu. 2468. KAZICI, Ziya (1988), “Ahîlik”, TDV A, 1: 540 – 542. KEÇECZÂDE ZZET MOLLA; Gülen-i Ak, Süleymaniye Ktp. Hâlet Efendi Kısmı, Nu. 718. KEÇECZÂDE ZZET MOLLA (1269), Mihnet-keân, stanbul. KEDKENÎ, Muhammed Rizâ efi’î (1366), Suver-i Hayâl der-i’r-i Fârsî, Tehrân. KEMÂL- HOCENDÎ (1337), Dîvân-i Kemâlüddîn Mes’ûd-i Hocendî, (Nr.: Azîz Devletâbâdî), Tebrîz. KEMAL PAAZÂDE (1979), Kemal Paazâde’nin Yusuf u Zeliha’sı ve Dil Hususiyetleri, (Hzr. Mustafa Demirel), stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. KEMAL PAAZÂDE (1983), Yusuf u Züleyha, (Hzr. Mustafa Demirel), Ankara: KTB Yay. KEMÂL ÜMMÎ; Menakıb-ı Gîlânî, Süleymaniye Ktp. Serez Kısmı, Nu. 1799. KEMALOLU SMAL (1998), Kemâlolu smâ’îl Ferahnâme [Biyografi–Devir ve Tür Aratırması–35 Varaın Neri], (Hzr. Tijen Çalıkanman), zmir: Ege Üni., Yüksek Lisans Tezi. KEMKL, Bilal (2003), Olanlar eyhi brahim, Müfîd ü Muhtasar, stanbul: Kitabevi. KEYKÂVUS, Unsuru’l-me‘âlî Keykâvus bin skender (1368), Kitâb-i Nasîhat-nâme-i Ma‘rûf be: Kâbûs-nâme, (Musahhih-i Sa‘îd-i Nefîsî), Tehrân. KEYKAVUS - Mercimek Ahmet (trhs.), Kâbusname, (Hazırlayan ve Sadeletiren: Atillâ Özkırımlı) 2 c, stanbul: Tercüman 1001 Temel Eser. KEZZÂZÎ, Mîr Celâluddîn (1368), Ruhsâr-i Subh [Guzâri-i Çâmeî ez-Hakanî-i irvânî], Çâp-i Evvel, Tehrân. KILIÇ, Atabey (2004), Mîrzâ-zâde Ahmed Neylî ve Divanı, stanbul: Kitabevi. KILIÇ, Erol (1996), “el-Fütûhatü’l-mekkiyye” mad., TDV A, 13: 251-58. KILIÇ, Mahmut Erol (2007), Sûfî ve iir, stanbul: nsan Yay. KIRLANGIÇ, Hicabi (2007), “Mevlana’nın iir Anlayıı”, Mevlana, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 219-25. KLSL MUALLM RFAT (1928), “Süheyl ü Nev-bahâr’a Dâir”, TM, 2: 401-19. KLSL RF’AT - Veled Çelebi (1340-1342), eyh Mes’ûd bin Osman, Ferheng-nâme-i Sa’dî Tercümesi, stanbul, Matbaa-i Âmire. KRDEC AL (trhs.), Dâsitân-ı Kesikba, Nuruosmaniye Ktp. Nu. 3430, yk. 58a-59b. KRDEC AL (trhs.1), Dâsitân-ı Ejderha, Ankara Millî Ktp. Vasfi Mahir Baıı Nu. Yok, yk. 71a-75b. KTAPCI, Zekeriya (2004), Türklerin Arap Dili ve Edebiyatına Hizmetleri, Hilafet Ülkeleri, Konya: Yedikubbe Yay. KOCAKAPLAN, sa (1992), Açıklamalı Edebî Sanatlar, stanbul: MEB Yay. KOCATÜRK, Saadettin (1982), Gülehrî ve Feleknâme, Ankara: KTB Yay. ____, (1984), Gülehrî ve Felek-nâme [nceleme ve Metin], AÜ DTCF Yay. KOCATÜRK, Vasfi Mahir (1970), Türk Edebiyatı Tarihi, Balangıçtan Bugüne Kadar Türk Edebiyatının Tarihi, Tahlili ve Tenkidi, Ankara: Edebiyat Yayınevi. KOMAN, Mahmud Mes’ud (1955), “Tuhfe-i Mübârizî [Lübâbü’n-nuhab tercümesi], .Ü. Tıp Fakültesi Mecmuası, 18/3. KONCU, Hanife (1996), “âhidî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevîsi ve Bilinmeyen Bir Nüshası”, Bir, 6: 137-43. ____, (1998), "Câmasb-nâme'nin Türk Kültürüne Tesiri Üzerine Bazı Düünceler", Bir, 9-10: 47382. * * * 776 776 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ____, (2001), “Edebiyat-Tarih Balamında Bir Mesnevî: Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm”, Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 4: 125-58 ____, (2007), “Leylâ ve Mecnûn Bibliyografyası”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 597-615. ____, (2007a) “Yûsuf ve Züleyhâ Bibliyografyası”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 617-30. KONUK, A. Avni (1990), Fusûsü’l-hikem Tercümesi ve erhi, Cilt: I-III, (Hzr.: M. Tahralı-S. Eraydın), stanbul. ____, (1994), Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Fîhi Mâ Fîh, (Yayına Hazırlayan: Selçuk Eraydın), stanbul: z Yay. KORKMAZ, Ramazan (1988), Keçecizade zzet Molla ve Mihnet-kean Üzerine Bir Aratırma, Elazı: Fırat Üni., Yüksek Lisans Tezi. KORKMAZ, Zeynep (1973), Sadru’d-din eyholu, Marzuban-nâme Tercümesi [nceleme-MetinSözlük-Tıpkıbasım], Ankara. ____, (1981), “eyholu Mustafâ”, Türk Ansiklopedisi, 30, Ankara: Milli Eitim Basımevi. ____, (1995), Türk Dili Üzerine Aratırmalar, Birinci Cilt, Ankara: TDK Yay. ____, (1995a), “ eyholu, Mustafa (Sadrü’d-dîn)”, Türk Dili Üzerine Aratırmalar Birinci Cilt, Ankara: TDK Yay.: 402-18. ____, (1995b), “Sadrü’d-dîn eyholu ve Marzubân-nâme Tercümesi”, Türk Dili Üzerine Aratırmalar Birinci Cilt, Ankara: TDK Yay.: 381-401. ____, (1995c), “Kâbus-nâme ve Marzubân-nâme Çevirileri Kimindir”, Türk Dili Üzerine Aratırmalar Birinci Cilt, Ankara: TDK Yay.: 365-74. KORTANTAMER, Tunca (1973), Leben und Weltbild des Altosmanischen Dichters Ahmedî und Besonderer Berücksichtigung Seines Diwans, Freiburg ____, (1993), “Yeni Bilgilerin Iıında Ahmedî’nin Hayatı”, Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Ankara: Akça Yay., s. 1-30. ____, (1993a), “Ahmed-i Dâ’î ile lgili Yeni Bilgiler”, Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Ankara: Akça Yay. 31-75. ____, (1993b), “Ahmed-i Dâ’î’nin Mutâyebât Adıyla Tanınan Eseri Üzerine”, Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Ankara: Akça Yay. 77-87. ____, (1997), Nev’î-zâde Atâyî ve Hamse’si, zmir: Ege Üni. Edebiyat Fak. Yay. KÓS, KÁROLY (1995), stanbul ehir Tarihi ve Mimarisi, çev.: Naciye Güngörmü, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. KÖKSAL, Hasan (1984), Battalnamelerde Tip ve Motif Yapısı, Ankara. ____, (2003), Battal Gazi Destanı, Ankara: Akça Yay. KÖKSAL, M. Fatih (1996), “Türk Edebiyatında Hüsn ü Dil Hikâyeleri ve Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil Mesnevîsi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 3, Sivas: 91-126. ____, (1998), “Âhî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 6, Sivas: 209-53. ____, (2001), Edirneli Nazmî Mecmau’n-nezâ’ir [nceleme-Tenkitli Metin], 3 c., Ankara: Hacettepe Üni., Doktora Tezi. ____, (2001a), “Kadı Burhaneddin Divanı’nda Nazım ekilleri le lgili Bazı Tespitler”, I. Kayseri ve Yöresi Kültür ve Sanat Bilgi öleni (11-12 Nisan 2001) Bildiriler, 2 cilt, Kayseri: Erciyes Üni. Yay. 465-72. ____, (2002), “Orijinal Bir air: Edirneli Nazmî ve Dîvân’ına Yeni Bakılar”, Bilig, 20: 101-23. ____, (2003), "Nazire Kavramı ve Klâsik Türk iirinde Nazire Yazıcılıı", Diriözler Armaanı, (Hzr. M. Fatih Köksal - Ahmet Naci Baykoca), Ankara: 215-90. ____, (2003a), Dervis Hayâlî, Ravzatü’l-envâr, stanbul: Kitabevi. ____, (2004), “Elvan Çelebi’nin iirleri ve âirlii”, 1. Kırehir Kültür Aratırmaları Bilgi öleni (8-10 Ekim 2003) Bildiriler, (hzl. Ahmet Günen), Kırehir, s. 347-70. ____, (2005), "Yanıltıcı Mahlaslar veya bn-i Kemâl’in Ettikleri”, Türk Edebiyatı, ubat., sayı: 376. * * * * * * * * * * * * * * * 777 777 KAYNAKÇA AHMET KARTAL ____, (2005a), "Belâgat Kitaplarında ki Sanat: Tecâhül-i Ârif ve stifhâm", Klâsik Türk iiri Aratırmaları, Ankara: Akça Yay. ____, (2006), “Klâsik Türk iirinin Kurucularından brahim Beg”, Türklük Bilimi Aratırmaları, nr. 19, Bahar, Nide: 363-82. ____, KÖKTEKN, Kâzım (2000), Seyyid Ahmed Mirza, Taaukname [nceleme-Metin-DizinTıpkıbasım], Erzurum. KÖPRÜLÜ, Fuad (trhs.), Türk Edebiyatında lk Mutasavvıflar, Ankara: Diyanet leri Bakanlıı Yay. ____, (1943), “Anadolu Selçukluları Tarihi’nin Yerli Kaynakları”, TTK Belleten, VII/27: 379522. ____, (1986), Türk Edebiyatı Tarihi, 4. Basım, stanbul: Ötüken, Yay. ____, (1989), “Yeni Fariside Türkçe Unsurlar”, Edebiyat Aratırmaları 2, stanbul: Ötüken Yay. 345-61. ____, (1989a), Edebiyat Aratırmaları, 2 Cilt, stanbul: Ötüken Yay. ____, (1989b), “Habîbî”, Edebiyat Aratırmaları 2, stanbul: Ötüken, stanbul: 581-625. ____, (2003), Osmanlı mparatorluu’nun Kuruluu, Ankara: Akça Yay. ____, (2003a), Türk Edebiyatında lk Mutasavvıflar, 9. Baskı, Ankara: Akça Yay. KÖPRÜLÜ, F. Orhan- Mustafa Uzun (1989), “Akemseddin” mad., TDV A, 2: 299-302. KÖPRÜLÜZÂDE ES’AD PAA; Yûsuf u Züleyhâ, Süleymaniye Ktp., Laleli Kısmı, Nu. 1697. KÖPRÜLÜZADE MEHMED FUAD (1917), “Har-nâme”, Yeni Mecmûa, 4 Terîn-i evvel 1917, 13: 253-6. ____, (1918), “Osmanlı Edebiyâtının Balangıcı”, Yeni Mecmua, 57: 85-88. ____, (1924), Bugünki Edebiyyât, stanbul: kbâl Kitâbhânesi. ____, (1926), “André Godard: Gazne Abidelerindeki Kitabeler”, TM, II: 509-12. ____, (1926a), “Selçukiler Devrinde Anadolu âirleri: Hoca Dehhânî ”, Hayat, 1/1: 4-5. ____, (1926b), “Anatolische Dichter in der Seldschukenzeit. II. Ahmed Faqîh”, Körösi Csoma Archivum, II/1-2: 20-38. ____, (1926c), “Selçukîler Devrinde Anadolu âirleri II: Ahmed Fakîh”, Türk Yurdu, IV/26: 28695. ____, (1928), “Selçukiler Devri Edebiyatı Hakkında Bazı Notlar”, Hayat, IV/102: 488. ____, (1928a), “Ferheng-nâme-i Sa’dî Yâhud Muhtasar Bostân Tercümesi, Nâzımı: Hoca Mes’ûd ve Süheyl ü Nev-bahâr Nâzımı: Sekizinci ‘Asr-ı Hicrî u’arâsından Mes’ûd bin Ahmed”, TM, 2: 481-89. ____, (1929), “Gaznevîler Devrinde Türk i’ri”, Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 2: 8183. ____, (1931), Eski airlerimiz, Divan Edebiyatı Antolojisi, stanbul: Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi. ____, (1337), “eyyâd Hamza”, Dergâh, I/4: 51. ____, - ehâbeddîn Süleymân (1330), Ma'lûmât-ı Edebiyye, stanbul. ____, - ehâbeddin Süleyman (1332), Osmânlı Târîh-i Edebiyyâtı, - Mene’lerden Nevehirli brahim Paa Sadâretine Kadar-, Birinci Cild, stanbul. KÖSE, Recep (1997), Bursalı Lâmi’î’nin em’ ü Pervâne’si [nceleme – Metin], Malatya: nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi. KÖSOLU, Nevzat (1997), Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düünceler, stanbul: Ötüken. KÖYMEN, Mehmet Altay (1971), “Selçuklular Devrinde Türk -ranlı birlii”, ran ehinahlıının 2500.Kurulu Yıldönümüne Armaan, stanbul: MEB Yay.: 293-327. ____, (1971a), “Selçuklu Devri iirlerine Göre Türklerin Kültür Seviyesi”, Selçuklu Aratırmaları Dergisi, 3: 119-43. ____, (1975), “Alp Arslan Zamanı Büyük Selçuklu mparatorluu Dinî Siyaseti”, Selçuklu Aratırmaları Dergisi, 4: 127-55. * * * * * * * * * * * * * * 778 778 * * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ____, (1975a), “Alp Arslan Zamanı Selçuklu Kültür Müesseseleri I Üniversiteler”, Selçuklu Aratırmaları Dergisi, 4: 75-125. ____, (1976), “Selçuklu Devrinin Özellikleri”, Atsız Armaanı, stanbul: Ötüken, 355-69. KUÇKARTAYEV, ristay (1997), “Özbek Dili ve Edebiyatının Gelimesinde Alî-îr Nevâyî’nin Rolü”, Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Dergisi – Ali îr Nevayî Özel Sayısı, 13: 11-6. KUMTER, Halim Baki (1966), Yûnus Emre Bilgiler- Belgeler, Eskiehir: Eskiehir Turizm ve Tanıtma Dernei Yay. KUNT, brahim (1996), Mesnevî Sözlükleri ve ‘Abdullatîf b. ‘Abdullâh’ın Letâifu’l-lugat’ı, Konya: Selçuk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi. KUNT, Metin – Christine Woodhead (1995), Kanuni ve Çaı, Yeniçada Osmanlı Dünyası, (Çev.: Sermet Yalçın), stanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. KUR’ÂN-I KERÎM VE AÇIKLAMALI ME’ÂL (1993), (Hzr: A. Özbek, H. Karaman, A. Turgut, M. Çarıcı, . K. Dönmez, S. Gümü), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. KURDOLU, Veli Behçet (1967), âir Tabîbler, stanbul. KURNAZ, Cemal (1996), "Gül" mad., TDV A, 14: 219-22. ____, (1997), Anadolu ’da Orta Asyalı airler, Ankara. ____, (1999), Türkiye - Orta Asya Edebî likileri, Ankara: Akça Yay. KUT (Alpay), Günay (1976), “Lâmi’î Chelebi and His Works”, Journal of Near Eastern Studies, April, Volume: 35, Number: 2. KUT, Günay (1984), "13. Yüzyıla Ait Bir Yemek Kitabı", Kaynaklar, 3: 50-57. ____, (1984), “Het Bihit’in Yeni Bir Nüshası ve Bir Düzeltme”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, 7/1983: 293-301. ____, (1985), "Tabiat-nâme ve Tatlılar Üzerine Bir Yazma Eser: et-Terkîbât fî Tabhi'l-hulviyyât", Folklor ve Etnografya Aratırmaları: 179-95. ____, (1988), “Yazmalar Arasında II”, Osmanlı Aratırmaları, VII-VIII. ____, (1989), “Ahmed-i Dâî” mad., TDV A, 2: 56-58. ____, (1989a), “Ahmedî” mad., TDV A, 2: 165-67. ____, (1989b), “Ali îr Nevâî (ö. 906/1501)” mad., TDV A, 2: 449-53. ____, (1989c), “Akî ve Heft-peyker Çevirisi”, TDAY-Belleten 1972, Ankara: TDK Yay.: 127-51. ____, (1991), “Âık Paa (ö. 733/1332)” mad., TDV A, 4: 1-3. ____, (1993), “Cemâlî”, TDV A, 7: 316-17. ____, (2004), "Erken Dönem Nazım (XIII-XIV. Yüzyıl)", Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, Ankara: AKM Yay.: 304-564. KUTB (1958-1961), Najstarsza wersja turecka Husrev u îrîn Qutba, I (Metin), II (Faksimile), III (Sözlük), (Hzr. Zajaczkowski, A.), Warszawa. KUTLAR, Fatma S. (2000), “Mesnevî Nazım ekline Genel Bir Bakı ve Türk Edebiyatında Mesnevî Aratırmalarıyla lgili Bir Kaynakça Denemesi”, Türkbilig, I, Ankara: 102-157. ____, (2004), Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî Dîvân, Ankara. ____, (2005), Ûdî, Mâ-cerâ-yi Mâh, Ankara. KUTLUK, brahim (1952), “Kültür ve Dil Tarihimizin Yeni Bir Vesikası, Attar’ın Esrar-nâme Tercümeleri”, ÜEF TDED, 2,/1-2, stanbul: 125-132. KÜÇÜK, Sabahattin (1994), Bâkî Dîvânı [Tenkitli Basım], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay. ____, Ali Yıldırım, ener Demirel (2004), “lk Klasik Dönem: Nazım”, Türk Dünyası Edebiyatları Tarihi, 5, Ankara: AKM Yay.: 222-330. KÜLEKÇ, Numan (1999), XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi Edebiyatı Antolojisi, 2 Cilt, Erzurum: Aktif Yayınevi. ____, (1999a), Edebî Sanatlar, Ankara: Akça Yay. ____, (trhs.), bn sâ Saruhanî, Esmâ-i Hüsnâ erhi, Ankara: Akça Yay. KÜLTÜRAL, Zuhal-Latif Beyreli (1999), erîfî, ehnâme Çevirisi, c. I ve III, Ankara: TDK Yay. LÂM’Î ÇELEB; Maktel-i Âl-i Resûl, Süleymaniye Ktp. Serez Böl. Nu. 4019/6. LÂM’Î ÇELEB (x), erh-i âfî, Süleymaniye Ktp. Nu. 767/13. LÂMÎ’Î ÇELEB (1994), Lâmi‘s Gûy u Çevgân, (Hzr. Nuran Tezcan), Franz Stainer, 1994. * * * * * * * 779 779 KAYNAKÇA AHMET KARTAL LÂM’Î ÇELEB (1983), Lâmi‘î’nin Vâmık u Azrâ Mesnevîsi [nceleme-Metin], (Hzr. Gönül Ayan), Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. LÂM’Î ÇELEB (1994), Lâmi’î Çelebi’nin Vîs ü Râmin’i [nceleme-Metin], (Hzr. Fatma Zehra Kavukçu), Bursa: Uluda Üni., Yüksek Lisans Tezi. LÂM’Î ÇELEB (1997), Lâmî Çelebi: Ferhâd u îrîn [nceleme - Metin], (Hzr. Abdülkadir Erkal), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. LÂM’Î ÇELEB (1998), Bursalı Lâmi’î Çelebi: Hayatı – Edebî Kiilii – Ferhat-nâme’nin Tahlili ve Tenkitli Metni, (Hzr. Hasan Ali Esir), stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. LÂM’Î ÇELEB (1998a), Lâmi’î, Vâmık u Azrâ [nceleme – Metin], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. LATÎFÎ (1990), Latîfî Tezkiresi, (Hzr. Mustafa sen), Ankara. LATÎFÎ (2001), Tezkiretü’-u’arâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ [nceleme-Metin], (Hzr. Rıdvan Canım), Ankara. LAZARD, Gilbert (1964), Les Premiers Poétes Persans, c. II, Teheran: Imprimerie Taban. LEVEND, Agâh Sırrı (1952), “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Ahmed Rıdvân’ın Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1/7: 13-8. ____, (1952a), “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Kadîmî’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1/9: 21-6. ____, (1952b), “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Lârendeli Hamdî ’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 2/13: 12-6. ____, (1952c), “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Halîfe’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1/8: 7-11. ____, (1953), “Fatih Devrinde Türk Dili ve Edebiyatı”, Türk Dili, 2/20: 495-505. ____, (1956), Gazavât-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey’in Gazavât-nâme’si, Ankara. ____, (1957), Gülehrî, Mantıku’t-tayr [Tıpkı Basım],Ankara: TDK Yay. ____, (1957a), Türk Edebiyatında ehr-engizler ve ehr-engizlerde stanbul, stanbul. ____, (1958), “Nevâ’î Adına Basılmı Bir Eser: Nazm-ı Akâyid”, Jean Deny Armaanı, Ankara: 163-9. ____, (1959), Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi, Ankara: Türkiye  Bankası Kültür Yay. ____, (1960), “Bilinmiyen Bir Yazarın Bilinmeyen Bir Eseri: Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev Mesnevisi”, VIII. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1957, Ankara: TDK Yay.: 169-74. ____, (1965), Ali ir Nevaî I. Cilt Hayatı Sanatı ve Kiilii, Ankara: TDK Yay. ____, (1966), Ali ir Nevaî II. Cilt Divanlar 4 Türkçe , I Farsça Divan, Ankara: TDK Yay. ____, (1968), Ali ir Nevaî IV. Cilt Divanlar ve Hamseler Dıındaki Eserler, Ankara: TDK Yay. ____, (1988), Türk Edebiyatı Tarihi, 3. Baskı, Ankara: TTK Yay. ____, (1988a), “Âık Paa’nın Bilinmeyen ki Mesnevisi: Fakr-nâme ve Vasf-ı Hâl”, TDAYBelleten 1953: 205-84. ____, (1988b), “Âık Paa’nın Bilinmeyen ki Mesnevisi Daha: Hikâye ve Kimya Risalesi (Altı Tıpkıbasım ile Birlikte)”, TDAY-Belleten 1954: 265-84 ____, (1988c), “Attar ile Tutmacı’nın Gül ü Husrev Mesnevileri”, TDAY-Belleten 1959: 161-203. ____, (1988ç), “Tutmacı’nın Gül ü Husrev Mesnevisinde Dil Özellikleri”, TDAY-Belleten 1960: 49-77. ____, (1989), “Celilî’nin Hüsrev ü irin’i”, TDAY-Belleten 1966, 2. Baskı, Ankara: 103-27. ____, (1989a), Dînî Edebiyatımızın Balıca Ürünleri, TDAY - Belleten 1972, TDK Yay., Ankara: 35-80 ____, (1989b) “Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı”, TDAY-Belleten 1968, Ankara: TDK Yay.: 173211. ____, (1989c), “Kemal Paazâde’nin Yusuf u Züleyhası”, TDAY Belleten-1968, 2. Baskı, Ankara: TDK Yay.: 251-81. * * * * * * * * * * * * 780 780 * RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ____, (1989ç), “Ahmed Rıdvan’ın Hüsrev ü irin’i”, TDAY-Belleten 1966, Ankara: TDK Yay.: 215-58. ____, (1989d), “Celilî’nin Hüsrev ü irin’i”, TDAY-Belleten 1966, Ankara: TDK Yay.: 103-27. ____, (1988e), “Lâmiî’nin Ferhad ü irin’i”, TDAY Belleten 1964, Ankara: TDK Yay.: 85-111. LEWIS, Bernard (1964), “Orta arkın Tarihî Hüviyeti”, lâhiyat Fakültesi Dergisi, 2: 75-81. LEWIS, Geoffrey (2007), Trajik Baarı, Türk Dil Reformu, çev.: Mehmet Fatih Uslu, stanbul: Paradigma. LINPOL, Stanley (1312), Tabakât-i Selâtîn-i slâm bâ-Cedâvil-i Târîhî ve Nesebhâ-yi Îân, (Terceme-i Abbâs kbâl), Tehrân. MACT, Muhsin (1997), Nedîm Divanı, Ankara: Akça Yay. MAHMÛD EKREM (1299), Ta'lîm-i Edebiyât, Kısm-ı Evvel, stanbul. MANSUROLU, Mecdut (1942), “Anadolu Metinleri XIII. Asır: I. eyyâd Hamza; II. Dehhanî”, TM, VII-VIII/1: 95-107. ____, (1947), Anadolu Türkçesi (XIII. Asır) Dehhani ve Manzumeleri, stanbul: ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Mezunları Cemiyeti Yay. ____, (1946), “Anadolu Türkçesi (XIII. Yüzyıl) eyyâd Hamza’nın Dou Türkçesi ile Karıık Bir Manzumesi”, TDK Türk Dili Belleten, Seri: III, Sayı: 8-9: 16-29. ____, (1946-1947), “Anadolu Türkçesi (XIII. Asır) eyyâd Hamza’ya Ait Üç Manzume”, ÜEF TDED, 1/3-4: 180-83. ____, (1950), “Anadolu ’da Türk Yazı Dilinin Balama ve Gelimesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 4, stanbul, s. 215-229. ____, (1956), Çarhname, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1958), Sultan Veled’in Türkçe Manzumeleri, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1964), “Celîlî” mad., A, III: 66. ____, (1988), “Mevlânâ Celâleddin Rumî’de Türkçe Beyit ve bareler”, TDAY-Belleten 1954: 207-20. MAZIOLU, Hasibe (1956), Fuzûlî-Hâfız, Ankara: Türkiye  Bankası Yay. ____, (1964), “Anadolu ’da XIII. Yüzyıl Ürünlerinden Yeni Bir Eser”, X. Türk Dili Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler-1963, Ankara: 75-79. ____, (1972), “Selçuklular Devrinde Anadolu ’da Türk Edebiyatının Balaması ve Türkçe Yazan airler”, Malazgirt Armaanı, Ankara: TTK Yay.: 297-316. ____, (1974), Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’-erîfe, Ankara: TDK Yay. ____, (1974a), “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan âirler”, Türkoloji Dergisi, VI/1: 31-62. ____, (1977), “Edirneli Nazmi’nin Pend-i Attâr Çevirisi”, Türkoloji Dergisi, 7, Ankara: 47-53. ____, (1982), “Türk Edebiyatı, Eski”, mad. Türk Ansiklopedisi, 32: 81-134. ____, (1997), Fuzûlî Üzerine Makaleler, Ankara: TDK yay. MECDÎ, Mehmed Mecdî Efendi (1989), akaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, Hadaiku’-akaik, (Hzr. Abdülkadir Özcan), stanbul: Çarı Yay. MEHMED CELÂL (1312), Osmanlı Edebiyâtı Nümûneleri, stanbul. MEHMED HÂLD (1339), “Sehî ve Eseri”, Dergâh, Cilt: 4, Numara: 40: 54-5. MEHMED SÜREYY (1311), Sicill-i Osmânî, 4 Cilt, stanbul: Matbaa-i Âmire. MÉLKOFF, Irène (1960), La Geste de Melik Dânimend: Etude Crituque du Dânimendnâme, Tome I: Introduction et Traduction, Paris; Tome II: Edition Critique, Paris. MENEMENLZÂDE TÂHR (1314), Osmanlı Edebiyâtı, stanbul. MENG, Mine (1974), “Mesîhî’nin Hayatı, airlii ve Eserleri”, Türkoloji Dergisi, 6: 109-19. ____, (1977), “Har-nâme Kime Sunulmutur”, Türkoloji Dergisi, 7: 79-82. ____, (1978), “Kıyafetnameler Üzerine”, TDAY-Belleten 1977, Ankara: TDK Yay.: 299-309. ____, (1986), “Mesîhî and His Works”, Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, 5: 357-69. ____, (1990), “ret-nâme-i Mesîhî Üzerine”, Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, 17: 419-36. ____, (1995), Mesîhî Dîvânı, Ankara: AKM Yay. ____, (2000), Divan iiri Yazıları, Ankara: Akça Yay. * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 781 781 * KAYNAKÇA AHMET KARTAL MERCAN, smail Hakkı (1989), Menâkıb-nâme-i eyh Evhadeddîn Kirmânî, Kayseri: Erciyes Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi. MERÇL, Erdoan (1978), “Emir Hüsrev-i Dihlevî”, Türk Kültürü Aratırmaları, yıl: XVI/1-2, 1978-1978: 185-93 ____, (1987), Gazneli Mahmûd, Ankara: KTB Yay. MERHAN, Aziz (2003), Die ‘Vogelgespräche’ Gülehrîs und die Anfänge der türkischen Literatur, Göttingen. ____, (2004), “Ahî Evran ve air Gülehrî”, Ahilik Aratırma Dergisi,1/1: 93-103. MERMER, Ahmet (1997), Karamanlı Aynî ve Dîvânı, Ankara: Akça Yay. ____, (2002), “XV. Yüzyılda Yazılmı Bilinmeyen Bir Nazîre Mecmûası ve Aydınlı Visâlî’nin Bilinmeyen iirleri”, Millî Folklor, 56: 75-94. ____, (2004), Kütahyalı Rahîmî ve Divanı, stanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı. MESÎHÎ; ehr-engîz, Süleymaniye Ktp. Lala smail Nu. 483/2. M. EREFEDDN (1934), “Mevlânâ ’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe iirler”, Türkiyat Mecmuası, IV: 111-68. MEVDÛDÎ (1971), Selçuklular Tarihi, (Urducadan çev.: Ali Genceli), Ankara: Hilâl Yay. MEVLÂN (1335), Mektûbât-i Mevlânâ Celâle’d-dîn-i Rûmî, Önsöz ve Ekler: Yûsuf Cemîd Purgulâm Huseyn Emîn, Tehrân. ____, Mevlânâ Celâleddîn Muhammed-i Mevlevi-yi Rûmî (1345), Kulliyât-i Dîvân-i ems-i Tebrîzî [be-inzimâm: Seyri der-Dîvân-i ems be-kalem-i Alî Detî - erh-i Hâl-i Mevlevî bekalem-i Bedîuzzamân Furûzanfer], Çâp-i sevvum, Tehrân. ____, (1370), Mesnevi-yi Ma‘nevî, Te’lîf: Celâleddîn Muhammed bin Muhammed bin el-Huseyn el-Belhî er-Rûmî, (Hzr. Reynold A. Nicholson), Çâp-i Heftum, Si Cild, Tehrân. ____, (1925-1940), Mesnevi-yi Ma‘nevî, Te’lîf: Celâleddîn Muhammed bin Muhammed bin elHuseyn el-Belhî sümme er-Rûmî, (Hzr. Reynold A. Nicholson), Het Cild, Leiden. ____, (1937), Mevlânânın Mektupları, Mukaddime: Veled zbudak, Önsöz: Nafiz Uzluk, Düzelten: Ahmed Remzi Akyürek, stanbul. ____, (1988), Mesnevî, (Çev.: Veled zbudak, Gözden Geçiren: Abdülbaki Gölpınarlı), 6 cilt, stanbul: MEGSB Yay. ____, (1992), Dîvân-ı Kebîr, (Çev.: Abdülbaki Gölpınarlı), 7 Cilt, KB Yay. ____, Mevlânâ Calâleddîn-i Rûmî (1993), MESNEVÎ (Faksimile Basım), Ankara: KB Yay. MEVLÂN CELÂLEDDÎN- RÛMÎ (1312), Rübâ’iyyât, stanbul: Ahter Matbaası. MEZAHRÎ, Mehrengiz (2003), “IX.-XI. (XV.-XVII.) Yüzyıllarda ran -Türkiye Arasındaki Kültürel likiler”, Tarihten Günümüze Türk -ran likileri Sempozyumu (16-17 Aralık 2002 Konya), Ankara: TTK Yay., s. 71-78. MFTÂH, lhâme – Velî Vehhâb (1374), Nigâhî be-Revend-i Nufûz ve Gosteri-i Zebân ve Edeb-i Fârsî der-Turkiye, Tehrân. MORAN, Berna (1994), Türk Romanlarına Eletirel Bir Bakı 3, stanbul: letiim Yay. MORDTMANN, J.H. (1925), Suheil und Nevbehâr, Romantisches Gedicht des Mes’ûd b. Ahmed (8. Jhdt. D. H.), Hannover. MUALLM NÂC (1986), Osmanlı airleri, (Hzr.: Cemâl Kurnaz), Ankara. ____, (1987), Lügat-i Nâcî, stanbul: Çarı Yay. ____, (1996), Edebiyat Terimleri [Istılâhât-ı Edebiyye], (Hzr.. M. A. Yekta Saraç), stanbul: Risale. MUHAMED HEVA USKUF (1990), hzr. Muhamed Hukoviç - Ahmet Kasumoviç - smet Smailoviç, Tuzla. MUHAMMED MHRÎ (yty), Fenn-i Bedî', Ta Baskı. MUHYDDÎN (1335), Yeni Edebiyât, kinci tab', stanbul. MU’ÎN, Muhammed (1371), Ferheng-i Fârsî, e cild, Çâp-i Hetum, Tehrân: Çâphâne-i Sipihr. M. EREFEDDN (1934), “Mevlânâ ’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe iirler”, Türkiyat Mecmuası, IV: 111-68. * * * * * * * * * * * * 782 782 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN MU’ZZÎ (1362), Dîvân-i Kâmil-i Emîr Mu’izzî, (Mukaddime ve Tashîh-i Nâsir-i Heyyirî), Tehrân: Ner-i Merzibân. MUTAHHARÎ, Murtaza (1997), Hâfız’da rfân, (Çev.: Nihal Çankaya), stanbul: nsan Yay. MU’TEMEN, Zeynelabidîn (1322), i’r ve Edeb-i Fârsî, Çâp-i Evvel, Tehrân. ____, (1335), Tahavvul-i i’r-i Fârsî, Tehrân. MÜNÎRÎ (1983), Münîrî’nin Mihr ü Müterî Mesnevîsi, (Hzr. Ayten Akmandor), Ankara: Ankara Üni., Doktora Tezi. MÜSTAKÎMZÂDE, Müstakîmzâde Süleymân Sadeddîn Efendi (1928), Tuhfe-i Hattâtîn, stanbul: Devlet Matbaası. ____, (1978), Devhatü’l-meâyih Ma’a Zeyl, stanbul: Çarı Yay. ____, Mecelletü’n-Nisâb, TDK Ktp., Fotokopi 37/ I, v.116. MÜSTEVFÎ, Hamdullâh (1364), Târîh-i Guzîde, (be-htimâm-i Doktor Abdulhuseyn Nevâ’î), Çâp-i Sevvum, Tehrân: Çâphâne-i Sipihr. NÂBÎ (1944), Nâbî’nin Sûr-nâmesi, (Nr. Agâh Sırrı Levend), stanbul. NÂBÎ (1965), Hayr-âbâd, (Hzr. Sevin Ünlü), Ankara: Ankara Üni. DTCF, Bitirme Tezi. NÂBÎ (1995), Hayriyye-i Nâbî [nceleme-Metin], (Hzr. Mahmut Kaplan), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. NÂBÎ (1996), Nâbî’nin Hayr-âbâd’ı [nceleme – Metin], (Hzr. Sibel Ülger), Van: Yüzüncü Yıl Üni., Yüksek Lisans Tezi. NAHCVÂNÎ, Huseyn (1341), “Nufûz-i Zebân u Edebiyyât-i Fârisî der-Turkiye Dovre-i Âl-i Osmân”, Neriyye-i Dânigede-i Edebiyyât-i Tebrîz, umâre-i Devvum, Sâl-i Çihârdehum: 176-91. NAHÎFÎ, Süleyman Nahîfî; Hicret-nâme, Süleymaniye Ktp. Air Efendi Böl. Nu. 323/3. NAHÎFÎ (1967-), Mesnevî-i erîf Tercümesi, (nr. Amil Çelebiolu), C. I: 1967, C. II: 1969, C. III: 1974, stanbul. NAL TUMAN, Tuhfe-i Nâ’ilî, Millî Eitim Bakanlıı Yayımlar Dairesi Bakanlıı Kütüphanesi No. B. 870, 2 Cilt [Faksimile Baskı]. NAKÎBOLU; Dâsitân-ı Adn der-Hikâyet-i Hasan ve Hüseyn, stanbul Millet Ktp. Manzum Eserler Böl., Nu. 1222/3, yk. 63a-79b. NÂLÎ, Nâlî Konyalı Vehbî; Heft-kân, Süleymaniye Ktp. Hüsrev Paa Böl. Nu. 37/2, yk 83b-95b. NÂLÎ (1999), Tuhfetü’l-emsâl, (Hzr. Bahattin Kahraman), Konya: Selçuk Üni. Vakfı Yay. NASRÂBÂDÎ, Mîrzâ Muhammed Tâhir (1361), Tezkire-i Nasrâbâdî, (bâ-Tashîh u Mukâbele-i Ustâd-i Fakîd Vahîd Desgirdî), Çâp-i Sevvum, Tehrân. NA’TÎ (1997), Na’tî Mustafa ve Edhem-nâme mesnevîsinin Tenkidli Metni ile ncelenmesi, (Hzr. Halit Balkaya), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. NECÎB EFEND; Hilye-i Necîb, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Efendi Böl., Nu. 3784. NEFÎSÎ, Saîd (1363), Târîh-i Nazm u Nesr der-Îrân ve der-Zebân-i Fârsî tâ Pâyân-i Karn-i Dehum-i Hicrî, Cild-i Evvel, Çâp-i Devvum, Tehrân: Kitâbhâne-i Furûgî. NEJÂD, Bedîullâh Debîrî (1987), “Selçuklular Devrinde Kültürel Durum”, (Çev.: Mürsel Öztürk), Erdem, 3/8, [Ayrı Basım]. NEÂTÎ (x), Hilye-i Enbiyâ, Süleymaniye Ktp. Halet Efendi Böl. Nu. 355/9, yk 201b-203a. ____, Neâtî Ahmed Dede (1876), Hilye-i Enbiyâ, stanbul. NEVÂÎ (1342), Dîvân-i Emîr Nizâmüddîn Alî îr Nevâ’î «Fânî», (Be-Sa’y ü htimâm-i Rukneddîn Humâyûnferruh), Çâp-i Evvel, Tehrân: Ez-ntiârât-i Kitâb-hâne-i bn-i Sînâ. ____, (1375), Dîvân-i Emîr Nizâmüddîn Alî îr Nevâ’î «Fânî», (Be-Sa’y u htimâm-i Rukneddîn Humâyûnferruh), Çâp-i Devvom, Tehrân: ntiârât-i Esâtîr. NEV’Î-ZÂDE ATÂYÎ (1974), Heft-hvân Mesnevîsi [nceleme-Metin], (Hzr. Turgut Karacan), Ankara: Atatürk Üni. Yay. NDEL HAKKI EROLU (1944), Sa’dî-i îrâzî, Bostan Tercümesi – Çiçek Bahçesi, Nide. NYÂZÎ (1994), Mansûr-nâme, (Hzr. Mustafa Tatçı), stanbul: MEB Yay. NZÂMÎ (1344), Mahzenu’l-esrâr, (be-Kûi: Huseyn Pejmân Bahtiyârî), Tehrân. ____, Nizâmi-yi Genceî (1370), Külliyât-i Hamse, Çâp-i Pencum, Tehrân: Çâphâne-i Sipihr. * 783 783 KAYNAKÇA AHMET KARTAL ____, (1986), Mahzen-i Esrâr, (Çev.: M. Nuri Gençosman), stanbul: MEGSB Yay. ____, (1986a), Hüsrev ve îrîn, (Çev.: Sabri Sevsevil), stanbul: MEGSB Yay. NZAMÜLMÜLK (2003), Siyasetnâme, (Türkçesi: Nurettin Bayburtlugil), stanbul: Dergâh Yay. NU’MÂNÎ, iblî-i Nu’mânî (1368), i’ru’l-acem yâ Târîh-i uarâ ve Edebiyyât-i Îrân, (Tercume-i Seyyid Muhammed Takî Fahr-i Dâi-yi Geylânî), Penç Cild, Çâp-i Sevvum, Tehrân: Dunyâyi Kitâb. OCAK, Ahmet Yaar (1989), Türk Folklorunda Kesikba, Ankara: TKAE Yay. ____, (1992), “Battâl Gazi (ö. 122/740 [?])”, mad. TDV A, 5: 204-5. ____, (1996), Türk Sufîliine Bakılar, stanbul: letiim Yay. ____, (1998), Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), stanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. ____, (2002), “Selçuklular ve Beylikler Döneminde Düünce”, Türkler , 7: 429-38. ____, (2006), “Türkiye Selçukluları ve slâm (Genel Bakı)”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 443-457. ____, (2006a), “XIII.-XIV. Yüzyıllarda Anadolu ehirlerinde Dini-Soayal Hayat (Selçuklulardan Osmanlılara Genel Bir Bakı)”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 249-263. ____, (2006b), “Selçuklular ve Beylikler Devrinde Tasavvuf”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 429-39. ____, (2007), “Mevlana Önce Kendi Zaman ve Zemininin nsanıdır Yahut Mevlana’yı Doru Anlamak Üzerine”, Mevlana, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 15-37. OCAK, Tulga (1352), Ahvâl ve Âsâr ve Tahlîl E’âr-i Dîvân-i Fârisi-yi Ahmed-i Dâ’î, Tehrân: Dânigâh-i Tehrân, Doktora Tezi. OCAK, Ahmet (2001), “Karmatîlik ve Hindistan’a Yayılması Karısında Gazneliler ”, Hindistan Türk Tarihi Aratırmaları, 1: 33-45. OKAY, M. Orhan (1994), "Edebiyat" mad., TDV A, 10: 395-97. OKUMU, Ömer (1352), Dîvân-i Suheylî, Tehrân: Doktora Tezi. ____, (1982), Nizâmeddîn Ahmed Süheylî, Leylî ve Mecnûn [nceleme – Metin], Erzurum: Atatürk Üni., Doçentlik Tezi. OKUR, Münevver (1958), “Bugüne Kadar Ele Geçmemi Eserlerimizden: Cemîd ü Hurîd”, Türk Dili, VII/84: 612-4. ____, (1991), “Cem Sultan’ın Yeni Bulunan Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultân Adlı Eseri (2. Nüsha)”, Tarih ve Toplum, c. XVI, nr. 96, s. 24-27 OKUYUCU, Cihan (1988), “Âık Paa’nın Tasavvuf Risâlesi”, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi, 2: 197-213. ____, (1989), “Cinânî’nin Riyâzü’l-cinân’ı”, Erciyes Üni. SBE Dergisi, 3, Kayseri: 499-517. ____, (1996), “Fuzûlî’yi Yetitiren Kültür”, Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay.: 305-12. ____, (1996a), “Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev’i”, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi, 7: 239-41. ____, (2004), Divan Edebiyatı Estetii, stanbul: L&M Yay. ____, (2004a), Erelili Türâbî Divanı, stanbul: Fatih Üniversitesi Yay. ____, (2006), Gazel Bahçesi, stanbul: Sütun Yay. OLGUN, brahim (1978), “Türkçe Sadi ve Hafız Çevirileri”, Türk Dili, Çeviri Sorunları Özel Sayısı, 322: 117-26. ____, (1989), “Farsça ve Türkçe Atasözleri ve Deyimler Üzerine”, TDAY-Belleten 1972, Ankara: TDK Yay. 153-72. OLGUN, Tahir (1949), Germiyanlı eyhî ve Harnâmesi, Giresun. ONAN, Necmettin Halil (1949), “eyyat Hamza’nın ki Yeni Gazeli Dolayısıyle”, AÜDTCF Dergisi, VII/4: 529-34. ONAY, Ahmet Talat (2000), Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve zahı, (Hzr. Cemal Kurnaz), Ankara: Akça Yay. * * * * * * * * * * * * * * * * 784 784 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN ONUR, M. Naci (1985), “Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf ve Züleyhâ’sındaki Bazı Millî Motifler”, Türk Dünyası Aratırmaları, 38: 113-7. ____, (1986), Hamdullah Hamdi, Yusuf ve Züleyha [nceleme – Seçmeler], Ankara. ORAK, Bayram (1995), Lutfî’nin Gül ü Nev-rûz’u [Gramer – ndeks], zmir: Ege Üni., Yüksek Lisans Tezi. ORHAN, Hikmet (1985), Eski Anadolu Türkçesi Ürünlerinden Düstû-nâme-i Enverî: zmir Millî Ktp. Nüshasının Metni-Sözlüü ve Dilbilgisi Özellikleri, Ankara: Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi. ORYAN, Mehmet H. (1999), “Osmanlı mparatorluu’nda Matematik Bilimi”, Osmanlı, VIII, Ankara: 383-90. ÖKTEN, Sadettin (1993), “Cevberî” mad., TDV A, 7: 442-43. ____, (1993a), “Cezerî, smaîl b. Rezzâz” mad., TDV A, 7: 505-6. ÖMER FUÂDÎ; Bülbüliyye, Süleymaniye Ktp. Düümlü Baba Kısmı, Nu. 320/2. ÖNKAL, Ahmet (1992), “Ca’fer b.Ebû Tâlib” mad., TDV A, 6: 548-49. ÖNLER, Zafer (1988), “XIV ve XV. Yüzyıl Türkçe Tıp Kitaplarındaki Bitki Adları Üzerine”, Türk Dünyası Aratırmaları, Sayı: 52, ubat, ss. 53-61. ____, (1990), Celâlüddin Hızır (Hacı Paa), Müntahab-ı ifâ I [Giri-Metin], Ankara: TDK Yay. ÖZAKINCI, Cengiz (1994), Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din, 2. baskı, stanbul: Bellek Yay. ÖZAKPINAR, Yılmaz (1997), slâm Medeniyeti ve Türk Kültürü, stanbul: Kubbealtı Neriyatı. ÖZALP, Tahsin (1961), Sivrihisar Tarihi, Eskiehir. ÖZAYDIN, Abdülkerim (1993), “Dânimend Gazi (ö. 477/1085[?])” mad., TDV A, 8: 467-69. ____, (1993a), “Dânimendliler ” mad., TDV A, 8: 469-74. ÖZCAN, Abdülkadir (1998), “Het Bihit” mad., TDV A, 17: 271-3. ÖZDEM, Ragıp Hulûsi (2000), Dil Bilimi Yazıları, hzr.: Recep Toparlı, Ankara: TDK Yay. ÖZEL, Ahmet (1990), Hanefi Fıkıh Âlimleri, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. ÖZEY, Ramazan (1999), “Osmanlı Devleti Döneminde Corafya ve Öretimi”, Osmanlı, VIII, Ankara: 326-33. ÖZKAN, Mustafa (1983), “Pend-nâme-i Güvâhî’deki Atasözleri”, Türk Dünyası Aratırmaları, 27, Ankara: 223-47. ____, (1990), Cinânî, Cilâ’ü’l-kulûb [Giri-nceleme-Metin-Sözlük], stanbul. ____, (1993), Mahmûd b. Kâdî-i Manyâs, Gülistân Tercümesi[Giri-nceleme-Metin-Sözlük], Ankara: TDK Yay. ____, (1994), “Devletolu Yûsuf ” mad., TDVA, 9, stanbul, s. 243-44. ____, (1996), “Gülehrî (ö. 717-1317’den sonra)” mad., TDV A, 14: 250-52. ÖZMEN, Mehmet (2001), Ahmed-i Dâ’î Divanı I [Metin-Gramer-Tıpkı Basım], II [Dizin], TDK Yay., Ankara. ÖZTEKN, Nezahat (1978), Mevlânâ ’nın Mesnevi’sindeki Hikâyelerin XII - XV. Yüzyıl Anadolu Mesnevilerine Etkisi, zmir. ____, (2002), Fazlî, Gül ü Bülbül, zmir: Akademi Kitabevi. ÖZTELL, Cahit (1972), “Cem Sultan’ın Yeni Bulunan Cemîd ü Hurîd Mesnevîsi”, Türk Dili, XXVI/248: 124-8. ÖZTOPRAK, Nihad; (1993), Klâsik Türk Edebiyatında Manzum Yüz Hadisler, stanbul: Marmara Üni., Doktora Tezi. ÖZTÜRK, Ali (1996), Ötüken Türk Kitabeleri, stanbul: MEB Yay. ÖZTÜRK, Zehra (1993), Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf u Zeliha Mesnevîsinde Tipler ve Motifler, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. ____, (1999), “Akemseddinzade Hamdullah Hamdi ve Yusuf ve Zeliha Mesnevîsi”, slâmî Edebiyat, 28, stanbul: 39-42. PALA, skender (1989), Hayriye-i Nâbî, stanbul: Bedir Yayınevi ____, (1989a), Ansiklopedik Divan iiri Sözlüü, Ankara: Akça Yay. PALABIYIK, Hanefi (2001), “Gazneliler ’de lmî Faaliyetler”, Hindistan Türk Tarihi Aratırmaları, 1: 47-72. * * * * * * * * * * * * * * 785 785 * KAYNAKÇA AHMET KARTAL PALABIYIK, Hanefi (2002), Valilikten mparatorlua Gazneliler , Devlet ve Saray Tekilatı, Ankara: Aratırma Yay. PARMAKSIZOLU, smet (1953), “Üsküplü shak Çelebi ve Selimnâmesi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi Eylül 1951 - Mart 1952, 5-6: 123-34. PEHLVAN, Elif (2000), eyh Eref b. Ahmed’in Nasîhat-nâme Adlı Mesnevîsinin Edisyonkritii le Çeviri Yazısı, stanbul: Marmara Üni., Yüksek Lisans Tezi. PEKN, Nermin Suner - Nihal Nomer Karaman (1982), Temel Edebiyat Bilgileri, stanbul: Minnetolu Yay. PEKOLCAY, Necla (1950), Türkçe Mevlid Metinleri, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. ____, (1953), “Türk Dil ve Edebiyatına Ait Bazı Metinleri htiva Eden Yazma Bir Mecmua”, Türkiyat Mecmuası, X: 34-9. ____, (1992), Süleymân Çelebi, Mevlid: Vesîletü’n-necât, stanbul: Dergâh Yay. PEKOLCAY, Necla-Emine Sevim (1991), Yunus Emre erhleri, Ankara: KB Yay. PÎRÎ RES (1988), Kitâb-ı Bahriye, (Hzr. Mert Bayat), I, stanbul. PRITSAK, Omeljan; (1993), “Karahanlılar ” mad., A: 251-73. RÂDÛYÂNÎ, Muhammed b. ‘Omar Ar-Râdûyânî (1949), Kitâb Tarcumân Al-Balâga, (Mukaddime, Haiye ve zahlarla Nereden: Ahmed Ate), stanbul: Ü Yay. ____, (1362), Tercemânü’l-belâga, (tash. Ahmed Ate, int. Meliku’-u’arâ Beahâr), II. Baskı, Tehrân: ntiârât-i Esâtîr. RASM, Mehmet (1972), “Dünya Türklüü-I- ran Türkleri”, Ocak Aratırma ve nceleme Dergisi, 3: 51-62. RÂVENDÎ, Necmüddîn Ebûbekr Muhammed bin Alî (1333), Râhatu’s-sudûr (be-Tashîh: Muhammed kbâl), Tehrân [Ofset ez-Çâp-i 1921 Leiden]. ____, Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî (1999), Râhat-üs-sudûr ve Âyet-üs-sürûr [Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti], 2 cilt, (Muhammed kbal’in 1921’de G.M.S., H’de bastırdıı Farsça metinden Türkçeye çeviren AHMED ATE), 2. Baskı, Ankara: TTK Yay. RAYMOND, André (1995), Osmanlı Döneminde Arap Kentleri, (Çev.: Ali Berktay), stanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. RE’FET EFEND (1998), “Menkıbe-i Mevlid-i Fahru’l-enâm Tarz-ı Cedîd smiyle Oldu Benâm”, Akademik Bakı, 4, Adana: 64-9. REFÎ (2000), Cân u Cânân, (Hzr. Nihad Öztoprak), stanbul: Türk Gençlik Vakfı Yay. ____, (2003), Refî, Cân u Cânân [nceleme-Metin], (Hzr. Kaplan Üstüner), stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay. RESULZADE, Mehmet Emin (1951), Azerbaycan airi Nizamî, Ankara: Millî Eitim Basımevi. REÎD (1328), Nazariyyât-ı Edebiyye, Birinci Cild, stanbul. REVÂNÎ, Dîvân, (hzr. Mehmet Kalpaklı, metinbankası 15 Mart 2004 versiyonu) RITTER, H. (1999), "Hâfız" mad., A, 5/1: 65-71. ____, (1997), “Celâleddîn Rûmî” mad., A, 3: 53-59. RIZÂÎ, Muhammed Gulam (1377), Sebk-inâsî-i iir-i Pârsî, Tehrân. RYÂHÎ, Muhammed Emîn (1369), Zebân u Edeb-i Fârisî der-Kalem-rov-i Osmânî, Çâp-i Evvel, Tehrân ____, (1995), Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı, (Çev. Mehmed Kanar), stanbul: nsan Yay. RYÂZÎ, Riyâzü’-u’arâ, Nuruosmaniye Kütüphanesi Nu. 3724. ROUX, Jean-Paul (1995), Türklerin Tarihi: Büyük Okyanus’tan Akdeniz’e ki Bin Yıl, 4. Baskı, stanbul: Milliyet Yay. ____, (2001), Orta Asya: Tarih ve Uygarlık, (nr. L. Arslan), stanbul. ____, (2007), Türklerin tarihi [Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl], çev. Aykut Kazancıgil – Lale Arslan-Özcan, stanbul: Kabalcı Yayınevi. RÛDEKÎ (1373), Dîvân-i Rûdeki-yi Semerkandî, (be-Kûi-i Sa’îd-i Nefîsî-Y. Braginski), Tehrân. RYPKA, J. vd. (1381), Târîh-i Edebiyât-i Îrân, mütercim: Îsâ ehâbî, çâp-i devvom, Tehrân. SÂBT (1299), Zâfer-nâme-i Sâbit, stanbul: Matbaa-i Ebu’z-ziyâ. * * * * * * * * 786 786 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ____, (1990), Edhem ü Hümâ, (Hzr. Turgut Karacan), Sivas. ____, (1991), Zafer-nâme, (Hzr. Turgut Karacan), Sivas: Cumhuriyet Üni. Yay. SAÇAKLI-ZÂDE, (E-eyh Muhammed b. Ebî Bekr el-Mar’aî (2009), Tertîbü’l-ulûm, çev.: Zekeriya Pak-M. Akif Özdoan, Kahramanmara: Ukde. SADEDDN NÜZHET – MEHMED FERÎD (1926), Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı, Konya: Vilâyet Matbaası. SÂDIK VCDANÎ (1995), Tarikatlar ve Silsileleri [Tomâr-ı Turûk-ı ‘Aliyye], (Hzr.: rfan Gündüz), stanbul: Enderun Yay. SA’DÎ (trhs.), Külliyât-i Sa‘dî, (Bâ-Mukaddime ve Tashîh-i Muhammed ‘Alî Furûgî), Tehrân. ____, (1371), Sa’dî’nin Bostânı [Türkî Dilinde], (Tercüme Eden: Abbâs-ı Büzürg-emîn), [Ekrem Cafer’in önsözü ile], Tebriz. SA’DÎ- ÎRÂZÎ (1303), Cidâl-i Sa'dî bâ-Müdde'î, (Mütercimi: Safî), stanbul. SADÎK, Huseyn Muhammedzâde (1374), Yûsuf u Zuleyhâ, mensûb be: Hekîm Ebu’l-kasım-ı Firdevs, be-nzimâm-i Nohistîn-i “Yûsuf u Zuleyhâ”-yı Turkî, ntiârât-i Âferîne. ____, (1381), Musâhabehâ-yı lmi-yi Pederem, (ldar Muhammedzâde Sadîk), Tehrân. ____, (1381a), Gülen-i Râz-ı ebüsterî be-Rivâyet-i Türkî ez-Elvân-ı Velî-i îrâzî, Tehrân. ____, (1384/2004), Mahmûd bin el-Huseyn el-Kâgârî, Dîvânu Lugati't-Turk, Ner-i Ahter, Tebrîz. SÂDKÎ- KTÂBDÂR (1327), Tezkire-i Mecma‘u’l-havâs be-Zebân-i Turki-yi Çagatay, (Tercume-i Ân be-Zebân-i Fârisi be-Hâme-i Doktor Abdurresûl Hayyâmpûr), Tebrîz. SAFÂ, Zebîhullah (1370), Târîh-i Edebiyyât der-Îrân, c. I, Tehrân: Kitâb-furûi-yi bn-i Sînâ. ____, (1363), Târîh-i Edebiyyât der-Îrân, c. 4, Çâp-i Sevvum, Tehrân: ntiârât-i Firdevsî. ____, (1364), Târîh-i Edebiyât der-Îrân, c. 5, Bölüm: 2, Tehrân. ____, (1372), Târîh-i Edebiyyât der-Îrân, c. 2, Tehrân: Çâphâne-i Râmin. ____, (2002), ran Edebiyatı Tarihi, (Çev.: Hasan Almaz), c. I, Ankara. SÂFÎ; Hasbihâl (Ta’rîf-nâme), Millet Ktp. Emîrî Nu. 1001. SÂ’B- TEBRÎZÎ (1370), Dîvân-i Sâ’ib-i Tebrîzî, (nr. Muhammed-i Kahraman), I-V c., Tehrân. SAD, Edward W. (1999), arkiyatçılık [Batı’nın ark Anlayıları], (Çev. Berna Ülger), stanbul: Metis Yay. SÂM MÎRZ (1346), Tezkire-i Tuhfe-i Sâmî, (Tashîh u Mukaddime ez: Ruknuddîn Humâyûnferruh), Tehrân. SÂM MÎRZ SAFEVÎ (1346), Tezkire-i Tuhfe-i Sâmî, (Tashîh u Mukaddime ez: Ruknuddîn Humâyûnferruh), Tehrân. SÂMÎ, emsettin Sâmî (1996), Kâmûsu’l-a’lâm, Tıkıbasım/facsimile, 6 cilt, Ankara: Kagar Neriyat. SARAÇ, M.A. Yekta (1995), eyhülislam Kemal Paazade Hayatı, Sanatı, Eserleri ve Bazı iirleri, stanbul: Risale. ____, (2001), Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, stanbul: Bilimevi. ____, (2004), “Salâhaddin-i Uakî’nin Belâgat ile lgili Eseri ve Bu Eserdeki Edebî Terimler”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XXXI, stanbul, s. 281-318. ____, (2007), Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, stanbul: 3F Yayınevi. SARIKAYA, Erdem (2008), “Gelenein Son Sedalarından Keçecizâde zzet Molla ve “Gülen-i Ak””, I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Örenci Kongresi TUDOK 2006, 11-13 Eylül 2006, stanbul Kültür Üniversitesi Ataköy-stanbul, stanbul: stanbul Kültür Üniversitesi Yay.: 321-46.     SARISOY, Fikret (2001), Basîrî’nin Farsça Dîvânı, Kırıkkale: Kırıkkale Üni., Yüksek Lisans Tezi. SAVA, Hamdi (1986), shak Çelebi ve Selim-namesi, Kayseri: Erciyes Üni., Doktora Tezi. SAYILI, Aydın (1964), “Ortaça slâm Dünyasında lmî Çalıma Temposundaki Aırlamanın Bazı Temel Sebepleri (Avrupa le Mukayese)”, Aratırma, I, 5-69. * * * *  * * 787 787 KAYNAKÇA AHMET KARTAL SCHIMMEL, Annemarie (1973), Turkische Gedichte Vom. 13. Johrhhundert Bis in Unsere Zeit, stanbul: Babakanlık Kültür Müstearlıı Kültür Yay. SEFERLI, Eljar (1988), Kadı Burhaneddin Divan, Baki. SEHÎ BEY (1980), Tezkire “Het-Behit”, (Hzr. Mustafa sen), stanbul: Tercüman 1001 Temel Eser. SELMÂN- SÂVECÎ (1367), Dîvân-i Selmân-i Sâvecî [âmil: Gazeliyyât-Tercî’ât-KasâyidRubâ’iyyât], (bâ-Mukaddime-i Doktor Takî-i Tafaddulî; be-htimâm-i Mansûr Mufik), Tehrân: Çâp-hâne-i Mervî. SEMERKANDÎ, Ahmed Nizâmî Arûzi-yi Semerkandî (1368), Çehâr Makâle, (be-Sa’y u htimâm u Tashîh-i Allâme Muhammed Kazvînî), Tehrân. SENÂÎ (1325), Dîvân-i Hakîm Senâî-i Gaznevî, (nr. Müderris-i Razavî), Tehrân. SERDAROLU, Ahmet (1966), Mevzûât-i Aliyyü’l-Kâri Tercemesi, Ankara. SERTKAYA, Osman F. (1972), “Horezmî’nin Muhabbet-nâme’sinin ki Yeni Yazma Nüshası Üzerine”, Türkiyat Mecmuası, XVII, stanbul: 185-207. ____, (1989), “Ahmed Fakih”, TDV A, 2: 65-67. SEVDÂ’Î (1987), Sevdâ’î, Kıssa-i Leyli Birle Mecnun, (Hzr. Cemal Bayak), stanbul: Boaziçi Üni., Yüksek Lisans Tezi. SEVERCAN, efaettin (1995), Kefî ve Selîm-nâmesi, Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. SEVG, Ahmet (1994), Merdümî, Tuhfetü’l-islâm [Manzum kırk Âyet ve Kırk Hadis Tercümesi], Konya. ____, (1994), eyholu’nun “Kitâb-ı Mahbubiyye”, Adlı Eseri Üzerine, Yedi klim Aylık, Sanat, Kültür, Edebiyat Dergisi, 57, Aralık. SEYF- FERGÂNÎ (1364), Dîvân-ı Seyf-i Fergânî, (nr. Zebîhullah Safâ ), Çâp-i Devvom, Tehrân. SEYYD BURHÂNÜDDÎN MUHAKKIK- TRMZÎ (1972), Ma’ârif, (Çev.: Abdülbaki Gölpınarlı), Ankara. ____, (1995), Ma’ârif, (Terc.: Ali Rıza Karabulut), Ankara. SEYYD HÜSEYN NASR (1985), slâm Kozmoloji Öretilerine Giri, (Çeviren: Nazife iman), stanbul: nsan Yay. SHPHERD, V. M. (1979), The Turkish Mystical Poet Gülehrî with Particular Reference to His Mantiq al-Tayr, Cambridge. SIDDÎK, Hüseyn Muhammed-zâde (1384), Mahmûd bin el-Kagârî, Dîvânu ugati’t-türk Tercemei Fârsî, Ner-i Ahter, Tebriz. SÎMÂDÂD (1375), Ferheng-i stilâhât-i Edebî, Tehrân. SMKEZÂDE FEYZÎ (1997), Simkezâde Feyzî’nin Mesnevîleri [nceleme-Metin-Sözlük], (Hzr. Ali Osman Cokun), Samsun. SNANOLI; Nazm-ı Siyer-i Nebî, Süleymaniye Ktp. Kasidece-zâde Bölümü, Nu. 418. SPEHSÂLÂR, Feridûn b. Ahmed-i Sipehsâlâr (1325), Zindegî-nâme-i Mevlânâ Celâleddîn-i Mevlevî, (nr.: Sa’îd-i Nefîsî), Tehrân. ____, (1331), Menâkıb-ı Hazret-i Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî, (terc.: Avni Konuk), stanbul. ____, (1977), Mevlânâ ve Etrafındakiler, (Çev.: Tahsin Yazıcı), stanbul. SÎRÛS- EMÎS (1375), Beyân ve Me’ânî, ntiârât-i Firdovs, Tehrân. SMITH, G. Martin (1976), Yusuf-ı Meddâh, Varka ve Gülah A. Fourtenth Century Anatolian Turkish Mesnevi, Leiden. SOYSAL, M. Orhan (1992), Edebî San'atlar ve Tanınması, stanbul: MEB Yay. SPEAR, P. (1961), India: A Modern History, Michigan. SPULER, B. (1988), “Douda Hilafetin Çöküü”, slâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti I, (nr. H. Akta), stanbul. STEINGASS, F. (1975), Persian - English Dictionary, Beirut: Librairie du Liban. STOREY, C. A. (1972), Persian Literature, A Bio – Bibliographical Survey, Volume: 3, Part: 2, London. SUBHÂNÎ, Tevfîk H. (1371), Mektûbât, Tehrân. * * * * 788 788 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN SULTAN VELED, Behâe’d-dîn Mevlânâ Celâle’d-dîn Muhammed bin Huseyn-i Belhî (1315), Veled-nâme [Mesnevi-yi Veledî], (Bâ-Tashîh u Mukaddime-i Celâl Humâî), Tehran. ____, (1341), Dîvân-ı Türkî-i Sultân Veled , (Câmi’î ve Muhaîsi: Kastamonu Meb’ûsu Veled Çelebi, Musahhihi: Kilisli Muallim Rifat), stanbul. ____, (1976), btidâ-nâme, (nr. Abdülbâki Gölpınarlı), Ankara: Konya Turizm Dernei Yay. SUNGUR, Necati (2006), Tâcî-zâde Cafer Çelebi, Heves-nâme [nceleme-Tenkitli Metin], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay. SÜHREVERDÎ (1988), Nur Heykelleri, (Çev.: Saffet Yetkin), stanbul: MEGSB Yay. SÜLE FAKH (1994), Süle Fakih’in Yûsuf ve Zelihâsı [nceleme–Metin-ndeks], (Hzr. Kâzım Köktekin), 2 Cilt, Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. SÜLE FAKH (1989), Süle Fâkih: Yûsuf u Zelihâ (XIV. yüzyıl) [Dil Özellikleri – Transkripsiyonlu Metin – Seçmeli Sözlük], hzr. Ramazan Salman, Malatya: nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi. SÜLEYMAN ÇELEB (1990), Mevlid, (Hzr. Faruk K. Timurta), stanbul: MEB Yay. SÜLEYMAN ÇELEB (1995), Süleymân Çelebi ve Mevlid-i erif, (Hzr. Ahmet Aymutlu), stanbul: MEB Yay. SÜLEYMAN FEHMÎ (1325), Edebiyyât, kinci tab’, Der-sa’âdet. SÜLEYMAN NAHÎFÎ; (1), Mi’râciyye, Süleymaniye Ktp. Air Efendi Böl., Nu. 323/2. SÜMER, Faruk (1963), “Türkiye Kültür Tarihine Umumî Bir Bakı”, AÜDTCF Dergisi, XX/3-4: 213-44. ABANÎ, Muslihiddîn Vahyî-i abanî (1999), Mi’râcü’l-beyân –Mi’racın Tasavvufi Boyutu-, (Hzrlr. Mustafa Tatçı – Cemâl Kurnaz), Ankara. AFAK, Sâdık Rızâ-zâde (1352), Târîh-i Edebiyyât-i Îrân, Çâp-i Devvum, ntiârât-i Dânigâh-i Pehlevî. AFAK, Yakup (1991), Sürûrî’nin Bahrü’l-ma’ârif’i ve Enîsü’l-uâk le Mukayesesi, Erzurum: Atatürk Üniv., Doktora Tezi. ÂHDÎ; Leylâ vü Mecnûn, Bibliotheque National, Turc 812/333. ____, (x), Gülen-i Uâk, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi Bölümü, Nu. 2875; Millî Kütüphane Mikrofilm Arivi Nu. A-2281. ____, brahim b. Huda’î (1298), Gülen-i Tevhîd, Mekteb-i Tıbbiyye Matbaası, stanbul. ____, (1996), âhidî brahim Dede Gülen-i Vahdet, (Hzr.: Numan Külekçi), Ankara: Akça Yay. AHN, Hatice (1993), Hatibolu: Ferah-nâme [Dil Özellikleri – Metin – Sözlük], Malatya: nönü Üni., Doktora Tezi. AHN, M. Ünal (1988), Leylî ve Mecnun: Sevdâ’î [Transkripsiyon ve Dil ncelemesi], Malatya: nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi. ÂNÎ MEHMED EFEND; Gülen-i Efkâr, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmûd Efendi Kısmı, Nu. 3731. ANLI, smet (2003), “XVI. Yüzyıl Divan âiri Fedâyî ve Fâl-nâme-i Kur’ân-ı ‘Azîm’i”, U. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, nr. 5, s. 161-78. ARLI, Mahmut (1994), Cinânî, Riyâzü’l-cinânı [nceleme - Metin], Kayseri: Erciyes Üni., Doktora Tezi. EHÂBEDDÎN SÜLEYMÂN (1329), San'at-ı Tahrîr ve Edebiyât, stanbul. EHSÜVAROLU, Bedii N. (1954), air ve Hekim Ahmedî, stanbul: smail Akün Matbaası. EHSUVAROLU, Halûk Y. (trhs.), Asırlar Boyunca stanbul, [stanbul]. EKÎBÂ, Pervin (1373), i'r-i Fârisî ez-Âgâz tâ mrûz, Târîh-i Hezâr Sâle i'r-i Fârisî, Hayderî, Çâp-i devvum, Tehrân. EMS- TEBRÎZÎ (1369), Makâlât, (nr.: Ahmed-i Ho-nuvîs), Tehrân. ____, (1974-1975), Konumalar “Makâlât”, 2 cilt, (Çev.: M. Nuri Gençosman), stanbul. EMSEDDÎN- SVASÎ (1990), Gülen-âbâd, (Nr. Hasan Aksoy), stanbul: slâm Medeniyeti Vakfı Yay. ____, (1997), emseddin Sivâsî’nin bret-nümâ Mesnevîsi [nceleme – Karılatırmalı Metin], (Hzr. Burhan Enginolu), Sivas: Cumhuriyet Üni., Yüksek Lisans Tezi. EMSETTN SÂMÎ (1996), Kâmûsu'l-a'lâm, c. 6, Tıbkıbasım/facsimile, Ankara: Kagar Neriyat. * * * * * 789 789 KAYNAKÇA AHMET KARTAL EMSÎ; Mevlid-i Nebî, stanbul Üniversitesi Ktp., T. 291. ENER, H. brahim (1986), Türk Edebiyatında Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâlar, zmir: Dokuz Eylül Üni., Doktora Tezi. ENTÜRK, Ahmet Atillâ (1993), “Klâsik Osmanlı Edebiyâtı Iıında Eski Âdetler ve Günlük Hayattan Sahneler”, Türk Dili, 495: 175-88. ____, (1993a), “Klâsik Osmanlı Edebiyâtı Iıında Eski Âdetler ve Günlük Hayattan Sahneler”, Türk Dili, 500: 211-23. ____, (1994), Necâtî Be'in Sultan Beyazıt Methiyesi ve Bazı Gazelleri Hakkında Notlar, stanbul: Enderun Kitabevi. ____, (1998), "Yahya Kemal ve Eski Türk Edebiyatı", stanbul Fetih Cemiyeti, 40. Ölüm Yıldönümünde Yahya Kemal Sempozyumu -stanbul 2-4 Kasım 1998, s. 1-11 [Yayımlanmamı Tebli]. ____, (1999), Osmanlı iiri Antolojisi, stanbul: Yapı Kredi Yay. ____, (2002), XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî Tasvirler, stanbul: Kitabevi. ____, (2004), Osmanlı iiri Antolojisi, stanbul: Yapı Kredi Yay. ____, – Ahmet Kartal (2004a), Üniversiteler çin Eski Türk Edebiyatı Tarihi, stanbul: Dergâh Yay. ____, (2006), “Klasik iir Estetii”, Türk Edebiyatı Tarihi, editörler: S. Talat Hamlan vd., c. I, stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., s. 349-90. ENTÜRK, Ahmet Atillâ-Ahmet Kartal (2007), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, stanbul: Dergâh Yay. ERÎFÎ (1999), ehnâme Çevirisi, (Hzrlr. Zuhal Kültüral – Latif Beyreli), 4 cilt, Ankara: TDK Yay. ____, (2001), Yûsuf u Zelîhâ, (Hzr. Zuhal Kültüral), stanbul. EEN, Ramazan (2000), “stanbul’un Fethine Kadar Osmanlılar’daki lmî Durum, stanbul’un Fethi’nin Türk lim ve Kültürüne Katkısı”, Kuruluunun 700. Yıldönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Uluslar Arası Kongresi 7-9 Nisan 1999 Konya: 241-4. EYH FAHRUDDÎN BRÂHÎM- HEMEDÂNÎ (1373), Külliyât-i Dîvân [Kasâyid, Gazeliyyât, Terci‘iyyât, Terkîbât, Mukatte‘ât, Musellesât, ‘Uâk-nâme yâ Deh-nâme, Rubâ‘iyyât, Leme‘ât ve stilâhât-i ‘rfâni-yi ‘râkî], (Mukaddime-i Sa‘îd-i Nefîsî), Tehrân. EYH GALP (1992), Hüsn ü Ak, (Hzrlr. Orhan Okay – Hüseyin Ayan), stanbul: Dergâh Yay. EYH SMAL HAKKÎ- BURSEVÎ; Mi’râciyye, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Böl., Nu. 1867/2. EYHÎ MEHMED EFEND (1989), Vekâyi'u'l-fuzalâ, I, stanbul: Çarı Yay. MEKLER, Nuri (1998), âhidî brâhîm Dede’nin Gülen-i Esrâr’ı [Tenkitli Metin - Tahlil], Konya: Selçuk Üni., Doktora Tezi. ÎRÎ (1981), Selîm-nâmeler ve îrî’nin Selîm-nâmesi, (Hzr. Necati Danacı), stanbul: stanbul Üni. Edebiyat Fak., Türkiyat Ens., T 2343. ÜKÛN, Ziya (1984), Farsça -Türkçe Lûgat, Gencîne-i Güftâr Ferheng-i Ziyâ, 3 c., stanbul: MEB Yay. ÜKÜRLÜ, Elisa (2002), Genceli Nizamide Türkçülük, Bakı. TABERÎ, Muhammed Alî (mâduddîn Âzermân) (1372), Zübdetü’l-âsâr, Tehrân: Çâphâne-i Sipihr. TACZADE CAFER ÇELEB, Dîvân, metinbankası 15 Mart 2004 versiyonu. TAESCHNER, Franz,  ____, (1953), “Zwei Gazels von Gülehrî”, Fuad Köprülü Armaanı, stanbul: 479-85. ____, (1955), Gülschehris Mesnevî Auf Achi Evran, den Heiligen von Kırschehir und Patron der türkischen Zünfte, Wiesbaden. TAHBASZADE, Abdürresuül (Hayyampur) (1945), Türk ve ran Edebiyatlarında Yûsuf ve Züleyha Mesnevîsi, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. TÂHRÜ'L-MEVLEVÎ (1973), Edebiyat Lügati, Enderun Kitabevi, stanbul. * * * * * * * * * * * * * 790 790 * RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN TÂHR-ÜL MEVLEVÎ (1984), Edebiyat Lügati, 2. Baskı, stanbul: Enderun Yay. TARH- EDEBYAT-I RAN (1380), Komisyon, çev.: Yakub Ajend, Tehrân. TANDIR ALICI (2009), Mar’aî Kurrâ-zâde Nâdirî, Mevlid [Hayatı-Edebî ahsiyeti ve Eserleri], Kahramanmara: Ukde. TARLAN, Ali Nihad (1922), slâm Edebiyatında Leylâ ve Mecnûn Mesnevîsi, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. ____, (1942), eyhi Divanı Tarama Sözlüü, Ankara: TDK Yay. ____, (1944), ran Edebiyatı, stanbul: Remzi Kitabevi. ____, (1946), Yavuz Sultan Selim, stanbul: Ahmet Halit Kitabevi. ____, (1958), “Kadı Burhaneddin’de Tasavvuf -1”, TDED, VIII: 8-11. ____, (1963), Necâtî Beg Divanı, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay. ____, (1964), eyhî Divanı’nı Tetkik, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1966), Ahmed Paa Divanı, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay. ____, (1967), Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – I], stanbul. ____, (1970), Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – II], stanbul. ____, (1981), Edebiyat Meseleleri, stanbul: Ötüken. ____, (1990), Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan’ın Makalelerinden Seçmeler, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. ____, (1992), Hayâlî Divanı, Ankara: Akça Yay. ____, (1997), Necati Beg Divanı, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay. TADEMRC, Ersoy (2001), “Türklerde Eitim”, Türk Düünce Tarihi, (Yay. Hzr.: Hüseyin Gazi Topdemir), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. TALICALI YAHYA (1993), Talıcalı Yahya’nın âh u Gedâ’sı, (Hzr. Pınar Aydemir), Ankara: Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, (1995), Gencine-i Râz [nceleme-Metin-ndeks], (Hzr. Bekir Çınar), Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. TALICALI YAHYA BE (1970), Kitâb-ı Usûl, Ankara: Ankara Üni., Lisans Tezi. TATÇI, Mustafa (1990), Yunus Emre Divanı I [nceleme], II [Tenkitli Metin], III [Risâletü’nnushiyye – Tenkitli Metin], Ankara: KB Yay. ____, (2005), Yûnus Emre Külliyâtı: V Yûnus Emre erhleri, stanbul: MEB Yay. TAVUKÇU, O. Kemal (1995), “Âık Paa’nın Bilinmeyen Bazı Gazelleri”, Yedi klim, 62: 51-55. ____, (2004), "Yunus iirlerini Ayırt Etmeye Yönelik Bazı Tespitler", Journal of Turkish Studies (Türklük Bilgisi Aratırmaları), 28/II: 59-84. TAVAKKOL, Hasan (1974), drîs Bitlîsî’nin “Kânûnî âhenâhî”sinin Tenkidli Neri ve Türkçeye Tercümesi, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. TDEA, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1997), “Ahmediyye” mad., c. 1, stanbul. TDEK (1992), Türk Dünyası El Kitabı, 3 cilt, Ankara: Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay. TEBRZL AHMEDÎ; Yûsuf u Züleyhâ, Marmara Üni. Fen-Edebiyat Fak. Ktp. Nu. 51. TEBRZL AHMEDÎ (1996), Esrâr-nâme [nceleme-Metin], (Hzr. Gönül Ayan), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. TEKN, Arslan (1998), irvanlı Mahmud, Târîh-i bn-i Kesîr Tercümesi (4. Cilt, 1. Kısım) [Dil Özellikleri-Metin-Sözlük], Ankara: TDK Yay. TEKN, Talât (1986), “Karahanlı Dönemi Türk iiri”, Türk Dili Türk iir Özel Sayısı I (Eski Türk iiri), 409: 81-157. TEKN, Gönül ALPAY (1991), em ü Pervâne, Feyzî Çelebi, A Seventeenth Century Ottoman Mesnevî in Syllabic Meter; Text, Interpretation and Facsimile, Harvard Universty. ____, (1992), Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical Edition and Textual Analysis, Sources of Oriental Languages and Literatures, c. XVI, Cambridge Mas.: Harvard University. ____, (1995), “Fatih Devri Türk Edebiyatı”, stanbul Armaanı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay.: 161-233. TEKNDA, M.C.ehâbeddîn (1971), “zzet Koyunolu Kütüphanesinde Bulunan Türkçe Yazmalar Üzerine Çalımalar I”, Türkiyat Mecmuası, XVI: 133-62. * * * * * * * * * 791 791 KAYNAKÇA AHMET KARTAL TEMZEL, Ali (1996), Mevlânâ ve Mevlevîlikle lgili Eski Harfli Türkçe Eserler ve Müellifleri, Konya: Selçuk Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, (2002), Ahmedî'nin Farsça Eserleri [Tenkitli Metin-nceleme-Tercüme ve ndeks], Ankara: Ankara Üni., Doktora Tezi. TERBYET, Muhammed Ali (1314), Dânimendân-i Âzerbaycan, Çâp-i Evvel, Tehrân. TET (1975), Türkmen Edebiyatı Tarihi, c. I, Agabat. TEVFÎK, H. Subhânî (1365), Mecâlis-i Seb‘a, Tehrân. TEZCAN, Semih (1994), Süheyl ü Nevbahâr Üzerine Notlar, Ankara. ____, (1994a), “Anadolu Türk Yazınının Balangıç Döneminde Bir Yazar ve Çarh-nâme’nin Tarihlendirilmesi Üzerine”, Türk Dilleri Aratırmaları, 4: 75-88. ____, (1995), “Mes’ûd ve XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı Üzerine Yeni Bilgiler”, Türk Dilleri Aratırmaları, 5: 65-84. ____, (1996), “Manzum Kelîle ve Dimne Üzerine Notlar”, Türk Dilleri Aratırmaları, 6: 81-121. TEZCAN, Nuran (1974), Lâmî’s Gûy u Çevgân Supplementband 35, Franz Steiner Verlag, Stuttgard. ____, (1978), “Lâmi’î’nin Gûy u Çevgân Mesnevîsi”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara: TDK Yay.: 201-25. ____, (1979), “Bursalı Lâmi’î Çelebi”, Türkoloji Dergisi, VIII, Ankara: 305-43. TGAA (tsz), Türkiye Gazetesi slâm Alimleri Ansiklopedisi, “Baba Yûsuf Sivrihisârî” mad., 13, stanbul. TMURTA, Faruk K. (1948), “XVII. Asır airlerinden Edirneli Güftî ve “Terîfat-ü-uarâ”sı”, ÜEF TDED, stanbul: 193-221. ____, (1954), “Ahmed-i Dâ‘î ve Eserlerinin Türk Dili ve Edebiyatındaki Yeri”, TD, 31: 426-30. ____, (1959), “Türk Edebiyatında Husrev ü irin ve Ferhad ü irin Hikâyesi, ÜEF TDED, IX: 65-88. ____, (1960), “eyhi ve Nizami’nin Husrev ü irin’lerinin Konu Bakımından Mukayesesi”, ÜEF TDED, X, stanbul: 25-34. ____, (1964), “eyhî” mad., A, XI: 474-9. ____, (1980), eyhî ve Husrev ü îrin’i [nceleme - Metin], stanbul: Ü Yay. ____, (1981), eyhî’nin Harnâme’si, kinci Baskı, stanbul: ÜEF Yay. ____, (1989), Yunus Emre Divânı, Ankara: KB Yay. ____, (1990), Süleymân Çelebi, Mevlid [Vesîletü’n-necât], stanbul: MEB Yay. ____, (1990a), Tarih çinde Türk Edebiyatı, kinci Baskı, stanbul: Boaziçi Yay. ____, (1997), Makaleler [Dil ve Edebiyat ncelemeleri], (Hzr. Mustafa Özkan), Ankara: TDK Yay. TOGAN, A. Zeki Velidi (1964), “Alî îr” mad., I, A: 349-57. ____, (1997). “Bîrûnî” mad., A, 2: 635-45. TOKMAK, Abdurrahman Naci (1976), erh-i Hâl-i Sultân Cem ve Tahkîk ve Tahlîl-i Dîvân-ı Fârisi-yi Û, Tehrân: Doktora Tezi. TOLASA, Harun (1986), "18. Yy.'da Yazılmı Bir Divan Edebiyatı Terimleri Sözlüü Müstakimzâde'nin Istılâhâtü'-i'riyye'si", Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,XXIV-XXV: 36379. ____, (2002), Sehî, Latîfî ve Âık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. Yüzyılda Edebiyat Aratırma ve Eletirisi, Ankara: Akça Yay. TOPALOLU, Ahmet (1976), Muhammed b. Hamza XV. Yüzyıl Balarında Yapılmı "Satır Arası" Kur'an Tercümesi, I, stanbul. TOPARLI, Recep (1995), Harezm Türkçesi, Sivas. TORUN, Ali (1998), Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nâmeler, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. TOSKA, Zehra (1989), Türk Edebiyatında Kelîle ve Dimne Çevirileri ve Kul Mesud Çevirisi, stanbul: stanbul Üniv., Doktora Tezi. * * * * * * * * * * * * * * 792 792 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN TOSKA, Zehra – Nedret Burçolu Kuran (Toska 1996), “Ferideddin-i Attar’ın Mantıku’t-tayr’ının 14, 16, 17 ve 20. Yüzyıllarda Yapılmı Türkçe Yeniden Yazımları”, Journal of Turkish Studies [Türklük Bilgisi Aratırmaları] Abdülbaki Gölpınarlı Armaanı II, 20: 251-265. TULUM, Mertol - M. Ali Tanyeri (1977), Nev'î, Dîvân [Tenkidli Basım], stanbul. ____, (2000), Tarihî Metin Çalımalarında Usul, Menâkıbu’l-kudsiyye Üzerinde Bir Deneme, stanbul. ____, (2001), Tazarru'nâme, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay. TURAN, Ahmet Nezihi (2003), “Kırım Halkının Gündelik Hayatından Çizgiler” (17.-18. Yüzyıllar), Bilim Yolu, Kırıkkale Üniversitesi SBE Dergisi, nr. 3, s. 77-85. TURAN, Osman (1988), Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar [Metin-Tercüme ve Aratırmalar], Ankara: TTK Yay. ____, (1993), “Keyhusrev I ( ? – 1211)” mad., A, 6: 613-20. ____, (1993a), “Keykâvus I, zzeddîn ( ? – 1220)” mad., A, IX: 631-42. ____, (1993b), “Keykubad I ( ? – 1237)” mad., A, VI: 646-61. ____, (1998), Selçuklular Tarihi ve Türk -slâm Medeniyeti, stanbul: Boaziçi Yay. ____, (2002), Selçuklular Zamanında Türkiye-Siyasî Tarih Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (10711328)-, 7. Baskı, stanbul: Boaziçi Yay. ____, (2006), “Ortaça Türkiyesi’nde Türkler ve Yerliler”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı, s. 467-471. TURAN, erâfeddin (1997), “Pîrî Mehmed Paa” mad., A, IX: 559-61. TURAN, Zikri (1988), Mecnun u Leyla: Hakiri [Transkripsiyon ve Dil ncelemesi], Malatya: nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi. TURSUN FAKI (trhs.), Hz. Peygamber Ebû Cehl ile Güre Tuttugıdur, Ankara Üni. Ktp., S. Özege Bölümü, Nu. 544, yk. 5a-12b. TURSUN FAKI (trhs.1), Gazavât-ı Resûlullâh, Kıssa-i Mukaffa, stanbul Millet Ktp. Manzum Eserler Böl., Nu. 1222/4, yk. 79b-109a. TURSUN FAKI (1933), Muhammed Hanefî Cengi, (Nr. Mehmet âkir), stanbul. TÜMER, Günay (1992), “Bîrûnî” mad., TDV A, 6: 206-14. TÜRK, Vahit (2009), Hatibolu, Bahrü’l-hakâyık, Ankara: TDK Yay. TÜRKYE GAZETES YEN REHBER ANSKLOPEDS (1994), "Gül" mad., c. VI. TÜRKMEN, Erkan (1989), Emir Hüsrev-i Dihlevî’nin Hayatı, Eserleri ve Edebî ahsiyeti, Ankara. TÜRKMEN, Seyfullah (2000), Atâ, Tuhfetü’l-uâk (Uâk-nâme) [nceleme – Metin – Dizin], Kırıkkale: Kırıkkale Üni., Yüksek Lisans Tezi. TYDK (1947), Türkçe Yazma Divanlar Katalou, cilt: I-II, stanbul. TYTK (1984), Türkiye Yazmaları Toplu Katalou, Antalya- Tekeliolu, 07, 4, stanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi. UÇMAN, Abdullah (1986), “XV. Yüzyıl Tekke iiri, Hâmid-i Velî”, Büyük Türk Klasikleri, 3, stanbul: Ötüken- Söüt. UUR, Ahmet (1981), “Kemal Paa-zade’nin VIII. ve IX. Defterleri ve Bu Defterler Iıında Yazarın Tarihçilii”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara: 11-15 Ekim 1976, Kongreye Sunulan Bildiriler II. Cilt, Ankara: 1007-19. ____, (1981a), “ükrî-i Bitlisî ve Selîm-nâmesi”, Ankara Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi, XXV, Ankara: 325-47. ____, (1987), bn-i Kemal, zmir. ____, (1987a), “Kemal Paa-zâde ve Yavuz Sultan Selîm”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1, Kayseri: 1-14. ____, (1988), “Kemal Paa-zade’nin VIII. Defteri”, IX. Türk Tarih Kongresi Ankara, 21-25 Eylül Kongreye Sunulan Bildiriler II. Cilt, Ankara: 797-806. ____, – Mustafa Çuhadar – Ahmet Gül (1995), ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, stanbul: sis Yay. UUR, Ahmet – Mustafa Çuhadar (1997), Celâl-zâde Mustafa, Selim-nâme, stanbul. * * * * * * * * * * 793 793 KAYNAKÇA AHMET KARTAL ULA, U. Halim (1998), Alî Akkirmânî: Hayatı, Edebî ahsiyeti ve Gavriye Mesnevîsi [Tenkitli Metin – nceleme], Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. ULUDA, Erdoan (1997), Vak’aya Dayalı Bir Eser Olarak Lâmi’î Çelebi’nin Salâmân u Absâl Mesnevîsi [nceleme – Karılatırmalı Metin –Sadeletirme], Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. ULUDA, Süleyman (1991), Tasavvuf Terimleri Sözlüü, stanbul: Marifet Yay. ____, (2000), “hvan” mad., TDV A, 21: 580. ULUHAN, Çoban Hıdır (2007), Kerküklü air Nevrûzî, Yusuf ile Züleyha, Ankara: TDK Yay. UÂKÎ, Uâkî Abdullâh Salahî; Hilye-i Hasaneyni’l-ahseneyn, Süleymaniye Ktp. Halet Efendi Böl. Nu. 355/2. UYAN, Abdüllatif (1983), Menkıbelerle slâm Mehurları Ansiklopedisi, “Baba Yûsuf Sivrihisârî” mad., I, stanbul: Berekât Yayınevi. UYGUN, Rasim (1988), “Ali ir Nevai’nin Ferhad ü irin’i”, TDAY – Belleten 1957, Ankara: TDK Yay.: 115-30. UYSAL, R. Selçuk (1998), “Çengnâme Hakkında”, Folkloristik: Prof. Dr. Dursun Armaanı, Ankara: 449-58. UZLUK, F. Nafiz (1941), Divanı Sultan Veled, Ankara: Uzluk Basımevi. ____, (1952), Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III, Ankara. ____, (1964), “air Mu’inî Mustafa’nın Mesnevî Çevirisi Mesnevî-i Murâdî”, X. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1963, Ankara: TDK Yay.: 113-42. ____, (1988), “XIV. Yüzyıl Mevlevî airlerinden Eflâkî Dede’nin 600. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Ahmet Eflâkî Dede”, TDAY-Belleten 1961: 288-96.  “Devriyye” mad., TDV A, 9: 251-53. UNAT, Yavuz (1999), “Osmanlı Astronomisine Genel Bir Bakı”, Osmanlı, VIII, Ankara: 411-20. UZUNÇARILI, smail Hakkı (1948), “XII. ve XIII. Asırlarda Anadolu ’daki Fikir hareketleri ile ctimaî Müesseselere Bir Bakı”, III. Türk Tarih Kongresi, Ankara 15-20 Kasım 1943, Kongreye Sunulan Tebliler, Ankara: TTK Yay.: 287-306. ____, (1965), Osmanlı Devletinin lmiye Tekilatı, Ankara. ____, (1988), Osmanlı Tarihi, c. I - II, Ankara: TTK Yay. ÜLKEN, Fatih (2002), Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz Tercümesi [nceleme-Metin], zmir: Ege Üniversitesi, Doktora Tezi. ÜLKEN, Hilmi Ziya (1997), Uyanı Devirlerinde Tercümenin Rolü, stanbul. ÜNVER, smail (1974), Türk Edebiyatında Manzum skender-nâmeler, Ankara: Ankara Üni., Doktora Tezi. ____, (1977), “Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd Mesnevîsi Üzerine”, Türkoloji Dergisi, 7, Ankara: 171-80. ____, (1978), "Ahmedî'nin skender-nâme'sindeki Mevlid Bölümü", TDAY-Belleten: 355-411. ____, (1982), Ahmed-i Rıdvân Hayatı Eserleri ve Edebî ahsiyeti, Ankara: Ankara Üni., Doçentlik Tezi. ____, (1983), Ahmedî, skender-nâme [nceleme - Tıpkıbasım], Ankara: TDK Yay. ____, (1986), “Mesnevî”, Türk Dili, Türk iiri Özel Sayısı II (Divan iiri), 415 -416 – 417 / Temmuz – Austos - Eylül, Ankara: 430-563. ____, (1986a), “Ahmed-i Rıdvân”, Türk Tarih Kurumu Belleten, L/196, Ankara: 73-125. ____, (1986b), Neâtî, Ankara: KTB Yay. ____, (2000), "skender, Edebiyat" mad., TDV A, 22: 557-59. ÜNVER, A. Süheyl (1970), “Anadolu Selçukluları Zamanında Umumî ve Hususî Kütüphaneler”, Atatürk Konferansları II (1964-1968), Ankara: 3-27. ____, (1993), “Anadolu Selçuklularında Salık Hizmetleri”, Malazgirt Armaanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.: 9-31. ÜRÜN, Ahmet Kâzım (1997), Klasik Arap iirinde Güzel Yüz ve Güzel Göz, Konya: Çınaraltı Yay. ÜSKÜBLÜ SHAK ÇELEB (1990), Dîvân, hzr. Mehmed Çavuolu-M. Ali Tanyeri, stanbul. * * * * * * * * * * * 794 794 RAZ’DANİSTANBUL’A STANBUL’A ŞİRAZ’DAN ÜSKÜDARLI SIRRÎ, hzr. evkiye Kazan, metinbankası 15 Mart 2004 versiyonu. ÜSKÜFÎ- BOSNEVÎ, Makbûl-i Ârif, Râid Efendi Kütüphanesi, Nu. 1065/4, v. 125b-134b. ÜZGÖR, Tahir (1990), Türkçe Dîvân Dîbâceleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. VAMBERY, Arminius (1993), Bir Sahte Derviin Orta Asya Gezisi, (Hzr. N. Ahmet Özalp), stanbul: Sey Yay. VAN DEN BERGH, S. (1997), “Sühreverdî” mad., A, 11: 88-90. VATVAT, Reîduddîn Muhammed (1362), Hadâiku’s-sihr fî-Dekâikı’-i’r, (nr. Abbâs kbâl), T ehrân. VANLIOLU, Mehmet (1991) Ulu Ârif Çelebi ve Dîvânının Tenkitli Metni, Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. ____, – Mehmet Atalay (1994), Edebiyat Lugati, Erzurum. VEHBÎ (1994), Lutfiyye, (Hzr. Ali Beyzadeolu), stanbul: Bedir Yay. VEZÎNPÛR, Nâdir (1374), Medh Dâg-i Neng ber-Sîmâ-yı Edeb-i Fârsî, Tehrân: ntiârât-i Mu’în. VIRMÇA, Raif (2002), Suzi ve Vakıf Eserleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay. VSÂLÎ; Kıyâfet-nâme, Atatürk Üniversitesi Ktp. Agâh Sırrı Levend Kitaplıı Nu. 269. VUSLATÎ AL BEY (2003), Gazâ-nâme-i Çehrin, (Hzr. Mustafa sen-smail Hakkı Aksoyak), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. WIEDEMANN, E. (1997), “Kutbeddin” mad., A, 5: 1049-51. YAHY BEY (?), Menâkıb-ı Hazret-i Yûsuf ‘Aleyh’is-selâm ve Zelîhâ, stanbul. ____, (1979), Yahyâ Bey, Yûsuf ve Zelîha [Tenkitli Basım], (Hzr. Mehmed Çavuolu), stanbul: stanbul Üni. Edebiyat Fak. Yay. ____, (1992), Gülen-i Envâr, (Hzr. brahim Doanyiit), Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. YAHYA KEMAL (1984), Edebiyâta Dair, stanbul: stanbul Fetih Cemiyeti Yay. YAKAR, Halil brahim (2002), Gelibolulu Sun'î Dîvânı ve Tahlili, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi. YAKIT, smail (2002), Yunus Emre’de Sembolizm Çektım Erik Dalına, Ankara: KB Yay. YANIK, Nevzat H. (2007), Edebi Bilgiler ve Aruz, Erzurum: Fenomen Yay. YAKUP PAA, Târîh-i Güzîde Tercümesi, Nuruosmaniye Kütüphanesi Nu. Yeni 2746, Eski 3213. YALÇIN, Ömür (2009), J. Rypka’nın Târîh-i Edebiyyât-i Îrân simli Eserinin Gazneliler ve Selçuklular Bölümlerinin Türkçeye Tercümesi, Bitirme Tezi, Kırıkkale Üniversitesi. YALTKAYA, erafeddin (1985), Yedi Askı [El-Mu’allakâtu’s-seb‘a], stanbul: Millî Eitim Gençlik ve Spor Bakanlıı Yayınları. YAVUZ, Kemal (1977), Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiyyesi, 2 c., stanbul: stanbul Üniversitesi, Doktora Tezi. ____, (1982), Mevlânâ , Mesnevî-i Murâdiyye, Ankara: KTB Yay. ____, (1983), “XIII - XVI. Asır Dil Yadigârlarının Anadolu Sahasında Türkçe Yazılı Sebepleri ve Bu Devir Müelliflerinin Türkçe Hakkındaki Görüleri”, Türk Dünyası Aratırmaları, 27: 9-56. ____, (1983a), “Sultân II. Murâd Devri Mevlevî airlerinden Muinuddîn Bin Mustafa ve Mesnevî Tercümesi”, TDE Aratırmaları Dergisi II (Prof. Dr. Harun Tolasa Özel Sayısı), zmir: Ege Üni. Edebiyat Fak. Yay.: 183-204. ____, (1989), “Galat, Galatat ve Muînî’nin Dildeki Tasarrufları”, Türk Dünyası Aratırmaları, 60: 127-48. ____, (1991), eyholu Kenzü’l-küberâ ve Mehekkü’l-ulemâ [nceleme-Metin-ndeks], Ankara: AKM Yay. ____, (1995), “Germiyanoulları’nın Türk Kültür Hayatındaki Yeri”, lmî Aratırmalar, 1: 16774. ____, (2000), Âık Paa, Garîbnâme [Tıpkıbasım, Karılatırmalı Metin ve Aktarma], 2 cilt [I/1-2, II/1-2], Ankara: TDK Yay. * * * * * * * * * * 795 795 KAYNAKÇA AHMET KARTAL ____, (2003), “Âık Paa”, Türkiyat Aratırmaları Dergisi [Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’a Armaan], 13: 29-39. ____, (2007), Gülehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı (Gülen-nâme) –Metin ve Günümüz Türkçesine Aktarma-, 2 cilt, Ankara. YAVUZ, Orhan (1988), Tezkiretü’l-evliyâ, Ankara: KTB Yay. YAZICI, Nesim (1992), lk Türk – slâm Devletleri Tarihi, Ankara: Ankara Üniversitesi lâhiyat Fakültesi Yay. YAZICI, Tahsin (1988), “Sâib” mad., A, 10: 75-77. ____, (1993), "Sa'dî" mad. A, 10: 36-41. ____, (1994), “Ebû Saîd-i Ebü’l-hayr” mad., TDV A, 10: 220-22. ____, (1997), "Hâfız-ı îrâzî" mad., TDV A, 15: 103-6. ____, (1997a), “Selmân, Salmân-i Sâvacî” mad., A, 10: 458-6 YAZICI SÂLH (Selahaddin); (1994), Kitâbu’-emsiyye (Melhame-i emsiyye) [Dil Özellikleri– Metin–Söz Dizini], (Hzr. Mehmet Terzi], Malatya: nönü Üni., Doktora Tezi. YAZICI SÂLH (1998), Yazıcı Sâlih ve emsiyyesi [nceleme-Metin], (Hzr. Atilla Batur), Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. YELTEN, Muhammet (1998), irvanlı Mahmud, Târîh-i bn-i Kesîr Tercümesi [Giri-ncelemeMetin-Sözlük], Ankara: TDK Yay. ____, (1999), Nev’î-zâde Atâyî, Sohbetü’l-ebkâr, stanbul: stanbul Üni. Edebiyat Fak. Yay. YENKALE, Ahmet (1996), Hüsn ü Ak: Tahlil, Kahramanmara: Kahramanmara Sütçü mam Üni., Yüksek Lisans Tezi. YENPAZARLI VÂLÎ (2003), Yenipazarlı Vâlî, Hüsn ü Dil [nceleme-Tenkitli Metin], (Hzr. M. Fatih Köksal), stanbul: Kitabevi. YENTERZ, Emine (2007), “Anadolu Türk Edebiyatında Ahlâkî Mesnevîler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 433-68. YERDELEN, Cevat (1988), Türk Edebiyatındaki Kıyâfet-nâmeler ve Nideli Visâlî’nin Vesîletü’lirfân Adlı Kıyâfet-nâmesi, Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. YILDIRIM, Celâl (1985), Tarihte Devlet Adamlarına Iık Tutan slâm Büyükleri, II, stanbul: Hikmet Yay. YILDIZ, Osman (2008), eyyâd Hamza, Yûsuf u Zelîhâ (Destân-ı Yûsuf) [Giri-nceleme-MetinDizinler], Ankara: Akça Yay. YILMAZ, Kâif (2001), Güftî ve Terîfâtü’-u’arâ, Ankara: AKM Yay. YILMAZ, MEHMET (1992), Edebiyatımızda slâmî Kaynaklı Sözler (Ansiklopedik Sözlük), stanbul: Enderun Yay. YILMAZ, Nuran (2009), Ankaralı Hekim Nidâî , Genc-i Esrâr-ı Ma’nî [nceleme-Metin], Kayseri: Laçin Yay. YILMAZ, Nurullah (1995), III. Abbâsi Asrında Edebî Çevre [334-447/945-1055], Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. YINANÇ, Mükrimin H. (1982), “Amasya Halifet Gazi Medresesi ve Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, XV: 5-22. ____, (1997), “Dânimendliler ” mad., A, 3: 468-79. YOLDA, Kazım (1998), Tutmacı'nın Gül ü Hüsrev'i: [nceleme-Metin], Malatya: nönü Üni., Doktora Tezi. YONTAR, Hanefi (1995), Kadı Burhaneddin Divanı’nın Tahlili, Edirne: Trakya Ü., DT. YUNUS EMRE (1990), Yunus Emre Divanı III [Risâletü’n-nushiyye - Tenkitli Metin], (Hzr. Mustafa Tatçı), Ankara: KB Yay. YURDAYDIN, Hüseyin G. (1988), slâm Tarihi Dersleri, Ankara. YURTSEVER, Murat (1984), Lâmi’î Çelebi, ehrengiz-i Bursa, stanbul: Marmara Üni., Yüksek Lisans Tezi. YUSUF-I MEDDAH (1945), Türk Edebiyatı Örnekleri I. Varaka ve Gülah, (Nr. smail Hikmet Ertaylan), stanbul: stanbul Üni. Yay. * * * * * * * 796 796 RAZ’DAN STANBUL’A ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A ____, (1976), Varka ve Gülah A. Fourtenth Century Anatolian Turkish Mesnevî, (Yayınlayan: Grace Martin Smith), Leiden. ____, (2007), Varka ve Gülah, (Hzr. Kâzım Köktekin), Ankara: TDK Yay. YÛSUFÎ, Gulâmhuseyn (1351), Letâ’ifu’l-hime, Tehrân: Bunyâd-i Ferheng-i Îrân. ____, (1373), Ferruhi-yi Sîstânî, Çâp-i Çihârum, Tehrân: ntiârât-i lmî . YÜKSEL, Sedit (1965), Mehmed, Ik-nâme [nceleme - Metin], Ankara: AÜ DTCF Yay. YÜKSEL, Hasan -H. brahim Delice-.Hakkı Aksoyak (1996), Eski Anadolu Türkçesine likin Bir Metin: slâmî’nin Mesnevîsi, Sivas. YÜKSEL, . Aydın (1983), Osmanlı Mimarisinde II. Bâyezid - Yavuz Selim Devri (886-926/ 14811580), V, Birinci Baskı, stanbul: stanbul Fetih Cemiyeti Yay. ZA’ÎFÎ; Kitâb-ı Sergüzet-i Za’îfî, Topkapı Müzesi Ktp. Revan Kökü Nu. 822/5. ____, (trhs.), Bâg-ı Behit, Topkapı Sarayı Ktp. (Revan Kökü), Nu. 822, 2b-56. ____, (1459-1462), Gazavât-ı Sultân Murâd bni Muhammed Han, Afyon l Halk Ktp. Gedik Ahmed Paa Böl., Nu. 18349/1. ____, (1978), Zaifi’nin Gülistân Tercümesi, (Hzr. erife Çavuolu), Ankara: Ankara Üni. DTCF, Lisans Tezi. ____, (1993), Za’îfî Pir Mehmed ve Gülen-i Sîmurg [nceleme-Tenkidli Metin], (Hzr. Ali Rıza Özuygun), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. ____, Pîr Mehmed b. Evrenos b. Nûreddîn Za’îfî (1996), Kitâb-ı Bostân-ı Nasayih, (Hzr. Ümit Tokatlı), Kayseri: Erciyes Üni. Yay. ____, (1998), XVI. Asır âirlerinden Zaifî ve Bâg-ı Behit Mesnevîsi (1154 Beyti), (Hzr. Mehmet Emin nan), Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi. ZAJACZKOWSK, A. (1960), “Kutb’un Hüsrev ü irin Adlı Eseri Hakkında”, VIII. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1957, Ankara: TDK Yay.: 159-64. ZARÎFÎ (1995), Zarîfî ve Mihr ü Mâh Mesnevîsinin Tenkidli Metni ile ncelemesi, (Hzr. Vedat Nuri Turhan), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi. ZÂTÎ, Dîvân, c. 2, metinbankası 15 Temmuz 2004 versiyonu. ____, ehr-engîz-i Edirne, Süleymaniye Ktp. Lâlâ smail Nu. 443/3. ____, (1998), Zâtî’nin em’ u Pervâne Mesnevîsi [nceleme-Metin], (Hzr. Sadık Armutlu), Malatya: nönü Üni., Doktora Tezi. ZAVOTÇU, Gencay (1995), Bir air ve Bir Klasik Fazlî, Gül ü Bülbül [Mesnevî], Erzurum. ____, (1997), Türk Edebiyatı’nda Gül ü Bülbül Mesnevîleri, Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi. ____, (2007), Türk Edebiyatında Hâb-nâme ve Ömer Fu’âdî’nin Hâbiyye Risâlesi, Kocaeli. ZERRÎNKÛB, Abdulhuseyn (1371), Seyrî Der-i’r-i Fârsî, Çâp-i Sevvum, Tehrân: Çâp-hâne-i Hayderî. http://www.bosnjaci.net/egt.php?id=683 (12/10/06) http://www.asmakat.com/hevayigal.htm (12/10/06) www.asmakat.com/uskufihayat.htm (12/10/06) * * * * * 797 797 DZN DZN ‘Âie-i Mukriye, 180 ‘Alîhân Mîrzâ, 178 ‘Ik-nâme, 53 Abbâs, 206, 207, 208, 209, 350, 559, 560, 573, 602, 605, 773, 779, 787 Abbâs Big, 209 Abbâs-ı Büzürgemîn, 573 Abdâl Mûsâ, 336 Abdî, 402, 420, 577, 578, 615, 617, 628, 631, 632, 661, 669, 670, 764 Abdulgânî-i Nablûsî, 330 Abdulhalık, 395 Abdulkadir Gürer, 370 Abdulkahhâr, 177 Abdullâh Han Özbek, 209 Abdullah Salâhî-i Uâkî, 617 Abdullatîf Mîrzâ, 179 Abdullatîf Muvaffaküddîn Ebû Muhammed b. Yûsuf b. Muhammed b. Alî elBagdâdî bn Samhun, 350 Abdulmecid ibni eyh Nasuh, 722 Abdulvâsi‘-i Cebelî, 154, 180 Abdulvehhâb, 176, 410, 498, 501 Abdurrahhîm-i Karahisârî, 572 Abdurrahim Utizemini, 577 Abdurrahmân Gubârî, 572 Abdurrahmân Zâhidî-i Konevî, 617 Abdurrahmân-ı Aksarayî, 368 Abdurrahmân-ı Câmî, 156, 187, 193, 194, 203, 561, 753 Abdurresul Hayyâmpûr, 57 Abdurrezzâk, 118 Abdü’l-mü’min, 180 Abdülazîz b. Muhmûd elsfehânî, 554 Abdülbâkî Ârif Efendi, 571, 617 Abdülbaki Gölpınarlı, 127, 307, 308, 510, 511, 645, 685, 701, 762, 774, 780, 785 Abdülmecid bni eyh Nasuh, 615 Abdülmecid-i Herevî, 351 Abdülmelik b. Mervân, 14 Abdülvasi Çelebi, 367, 552, 558, 625, 642, 656 Abdülvâsi’-i Cebelî, 80 Abdülvehhab bin Yûsuf bin Ahmed el-Mardanî, 367 Abdünnâfi Efendi, 432 Âb-ı Hayât, 627 Acâ’ibü’l-mahlûkat, 367 Acem, 38, 46, 49, 50, 54, 55, 71, 72, 73, 79, 82, 83, 89, 91, 97, 101, 113, 121, 139, 152, 157, 160, 251, 303, 356, 365, 384, 394, 399, 401, 402, 404, 408, 409, 420, 421, 424, 426 Açık isti’âre, 448, 458, 461 Âdâb-ı Bahs-i Mes‘ûdî, 161, 426 Adanalı ffet bin Mehmed, 432 Adem Kasidesi, 679 Âdilî, 208 Adlî, 466, 561 Adli Hasan Efendi, 633 Adnan Karaismailolu, 139 Âfâk, 182 Afganistan, 32, 218, 290 Afîfüddîn-i Tilemsanî, 328 Afrika, 28, 99, 328, 349, 392 Âftâbî, 561 Agâh Sırrı Levend, 144, 324, 363, 397, 424, 619, 642, 651, 653, 662, 668, 673, 678, 681, 701, 740, 753, 761, 763, 775, 787 Âgâz u Encâm, 263 Ahdarî, 173 Ahdî, 212, 215, 216, 407, 419, 420, 743 Âhî, 398, 403, 405, 411, 472, 562, 576, 614, 675, 764, 769 Ahi Evren, 257, 263, 309, 336, 341, 351, 750, 751 Ahkâm-ı Sâl-i Türkân, 343 Ahlâk-ı Muhsinî, 721 Ahlat, 343, 347, 350 Ahmed, 7, 33, 35, 36, 37, 44, 46, 49, 50, 52, 53, 77, 92, 106, 107, 117, 126, 130, 132, 133, 134, 135, 137, 147, 151, 154, 169, 176, 177, 179, 182, 195, 208, 209, 255, 256, 257, 259, 260, 263, 264, 267, 268, 269, 275, 278, 280, 282, 286, 288, 299, 302, 308, 309, 310, 311, 312, 315, 316, 318, 324, 326, 333, 335, 339, 340, 345, 350, 352, 358, 359, 360, 361, 364, 367, 368, 371, 372, 373, 382, 395, 397, 398, 403, 404, 406, 407, 410, 411, 412, 413, 414, 415, 416, 419, 427, 429, 430, 432, 433, 438, 439, 455, 464, 465, 470, 471, 475, 492, 497, 499, 501, 503, 508, 538, 547, 557, 569, 571, 572, 573, 574, 575, 576, 577, 578, 580, 583, 589, 595, 599, 610, 611, 612, 613, 614, 617, 618, 619, 622, 631, 632, 634, 635, 637, 638, 640, 641, 642, 644, 645, 648, 649, 650, 651, 654, 656, 658, 663, 671, 675, 676, 677, 680, 682, 683, 685, 686, 687, 688, 689, 698, 743, 744, 799 798 745, 747, 748, 749, 752, 755, 758, 759, 760, 765, 768, 769, 770, 771, 772, 773, 774, 775, 776, 777, 778, 780, 781, 783, 784, 786, 789 Ahmed Avni Konuk, 573 Ahmed b. Hasan-ı Meymendî, 36 Ahmed b. Sâd b. Mehdî-i Erzincanî, 263 Ahmed b. Yûsuf et-Tıfâî, 372 Ahmed Big Muerref, 209 Ahmed bin Alî Zünbülîü’lmahallîü’r-remmâl, 395 Ahmed Câm-ı Jendefîl, 576 Ahmed Cevdet Paa, 433, 439, 455 Ahmed Fakîh, 286, 288, 309, 310, 311, 770 Ahmed Hâcî Big, 147, 151, 154, 177 Ahmed Halef, 33, 117 Ahmed Müridî, 571, 576, 632, 658, 663, 755 Ahmed Paa, 126, 302, 324, 326, 398, 410, 429, 438, 471, 492, 611, 682, 688, 755, 783, 789 Ahmed Resmî b. brâhîm-i Girîdî, 617 Ahmed Rızâ Trabzonî, 618, 648 Ahmed Usmânî, 352 Ahmedî, 301, 302, 313, 314, 315, 318, 360, 362, 367, 454, 465, 470, 476, 479, 480, 549, 550, 554, 555, 556, 568, 571, 574, 575, 577, 580, 608, 612, 613, 625, 629, 633, 637, 647, 649, 651, 653, 655, 659, 660, 666, 680, 681, 683, 686, 693, 744, 750, 758, 769, 771, 781, 784, 786 Ahmed-i Bîcân, 369, 374, 676 Ahmed-i Dâ’î, 52, 316, 318, 360, 361, 367, 573, 574, 610, 637, 641, 648, 654, 688, 743, 759, 769, 776, 777, 783 Ahmed-i Eflâkî, 373, 547 Ahmed-i Hânî, 654 Ahmed-i Mısrî, 371 Ahmed-i Rıdvân, 572, 574, 575, 576, 578, 580, 583, 611, 612, 613, 619, 649, 687, 786 Ahmed-i Yesevî, 44, 107, 130, 299, 308, 335, 382, 637, 745 Ahmediyye, 571, 589, 639, 642, 649, 663, 755, 783 Ahmet Ate, 132, 316, 605 Ahmet Atillâ entürk, 1, 114, 387, 405, 417, 607, 608, 610, 617, 620 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Ahmet Bican Atmaca, 503, 504, 505, 510 Ahmet Bican Ercilasun, 130, 687, 788 Ahmet Kartal, 52, 53, 404, 606, 608, 610, 617, 618, 620, 624, 782 Ahtal, 17 Ahvâl u Âsâr-ı Ho-nuvîsân, 425, 751 Ahvâl-i Fâtıma, 310 Ahvâl-i Kıyâmet, 309, 665, 757 Akâid-i Ehl-i Sünnet, 343, 344 Akamenid, 118 Akamenidler, 14 Âkif Mevlidi, 654 Akkoyunlular, 412 Akrâbâdîn Tercümesi, 359 Aksungur, 30 Akemseddin, 369, 502, 524, 691, 722, 727, 770 Akemseddin Hamdullah Hamdi, 722 Alâ’ulmülk, 182 Alâeddîn b. el-Kehhâl Alî b. Abdülkerîm b. Turhan esSafedî, 350 Alâeddîn Dâvud ah, 350 Alâeddîn Keykubâd, 352, 355 Alâuddevle Atsız, 80 Alâüddin Mehmed, 395 Ali, 7, 8, 44, 47, 53, 74, 79, 87, 90, 92, 96, 99, 113, 126, 132, 133, 134, 136, 144, 145, 152, 153, 161, 166, 167, 195, 203, 205, 207, 208, 209, 211, 218, 255, 259, 264, 275, 277, 283, 285, 301, 305, 321, 336, 339, 341, 345, 349, 368, 382, 384, 392, 395, 396, 397, 399, 400, 401, 403, 408, 409, 413, 414, 415, 416, 417, 422, 424, 425, 427, 428, 430, 433, 436, 438, 447, 448, 449, 450, 456, 466, 492, 500, 528, 531, 549, 552, 563, 571, 572, 574, 576, 607, 611, 612, 613, 614, 616, 617, 618, 620, 622, 623, 624, 625, 626, 627, 628, 629, 630, 631, 633, 634, 635, 636, 637, 639, 640, 642, 643, 644, 645, 646, 648, 649, 650, 651, 652, 653, 656, 658, 660, 661, 662, 663, 667, 668, 669, 670, 671, 672, 673, 675, 679, 683, 684, 686, 688, 689, 692, 693, 694, 695, 722, 732, 745, 746, 751, 752, 754, 755, 756, 757, 759, 760, 763, 765, 766, 771, 772, 774, 777, 778, 780, 783, 784, 785, 786, 787, 789 Âlî, 52, 111, 183, 409, 422, 423, 424, 513, 553, 554, 572, 577, 578, 579, 580, 586, 587, 614, 615, 618, 623, 633, 637, 646, 647, 656, 681, 682, 745 Ali Asgar Hikmet, 144, 152, 195, 425 Ali b. Abdurrahmân, 341 Ali b. Hüseyin el-Farâbî, 132 Alî b. Hüseyin Hüsâmeddîn Amasî, 432 Ali Bey, 395, 397, 424, 428, 563, 613, 644, 653, 772 Alî bin Abdülazîz, 577, 614 Âl-i Büveyh, 28, 78, 94 Ali Cemâli Efendi, 395 Ali Çelebi, 161, 425 Alî Efendi, 403 Âl-i Efrâsiyâb, 33 Ali Ekrem (Bolayır), 433 Ali Emîrî, 400 Alî Han Mîrzâ, 209 Alî Kermâl, 174 Ali Kuçu, 396 Âl-i Nâsıruddîn, 117 Ali Nihad (Tarlan), 433, 436 Ali Nihad Tarlan, 7, 99, 384, 399, 401, 430, 436, 438, 456, 683, 684, 760, 783 Alî îr Nevâî, 52, 57, 126, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 162, 163, 164, 165, 166, 183, 185, 186, 187, 190, 193, 194, 195, 196, 197, 289, 404, 406, 407, 408, 416, 417, 422, 423, 425, 426, 427, 575, 619, 646 Alî îr Nevâyî, 2, 45, 150, 156, 186, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 198, 202, 381, 559, 561, 576, 587, 639, 758 Ali Unsâbâdî, 264, 275 Alî-i Bâyenzî, 33 Alî-i Satrancî, 33 Alî-i Sipihrî, 33 Allâme Efendi, 616 Allâme Mahmûd-ı îrâvî, 366 Alp Arslan, 35, 42, 81, 249, 339, 770, 771, 785 Alp Er Tonga, 83 Alparslan, 35, 38, 81, 86, 88, 317, 333, 355, 637, 656, 746 Altınordu, 135 Am’ak-ı Buhârî, 26, 33, 35, 37 Amasya, 255, 256, 258, 259, 277, 286, 287, 305, 313, 333, 339, 348, 357, 362, 395, 398, 408, 409, 410, 414, 416, 420, 502, 697, 788 Amîd-i Kemâlî, 33 Ammâr, 561 Ammâre, 154 Amrü’l-leys, 616, 643 Amû, 63 800 799 Anadolu, 1, 3, 5, 6, 7, 9, 14, 35, 39, 48, 49, 51, 52, 53, 55, 56, 58, 73, 74, 84, 100, 104, 105, 107, 108, 112, 115, 123, 126, 128, 135, 144, 149, 152, 158, 159, 160, 161, 162, 166, 211, 212, 217, 218, 219, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258, 259, 260, 261, 262, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 271, 272, 274, 275, 278, 279, 280, 281, 282, 283, 284, 285, 286, 287, 288, 289, 290, 291, 295, 296, 298, 299, 300, 301, 302, 303, 305, 306, 308, 309, 310, 312, 313, 314, 316, 317, 318, 319, 322, 323, 324, 326, 327, 328, 329, 330, 331, 332, 333, 334, 335, 337, 339, 340, 341, 342, 343, 344, 345, 346, 347, 348, 350, 351, 352, 353, 354, 355, 356, 359, 360, 362, 364, 367, 369, 370, 371, 372, 374, 375, 382, 383, 384, 385, 386, 391, 392, 394, 395, 398, 399, 400, 404, 405, 406, 408, 409, 412, 413, 414, 416, 417, 422, 423, 424, 426, 427, 430, 465, 491, 492, 494, 497, 499, 502, 530, 532, 534, 586, 607, 609, 612, 619, 620, 622, 623, 633, 647, 649, 651, 652, 660, 665, 682, 685, 687, 688, 692, 694, 695, 722, 727, 743, 748, 749, 750, 751, 752, 753, 754, 760, 763, 764, 765, 766, 767, 770, 771, 773, 776, 777, 779, 782, 784, 785, 786, 787, 788, 789 Anadolu Selçuklu Devleti, 6, 35, 55, 84, 105, 251, 253, 254, 255, 259, 262, 265, 283, 326, 329, 335, 337, 340, 342, 347, 351, 355, 356, 371, 383 Anâsır-ı Erba’a, 664 Andelîbî, 561 Ankara, 115, 129, 130, 131, 133, 134, 135, 136, 141, 150, 183, 259, 264, 272, 274, 318, 326, 337, 362, 375, 389, 392, 393, 395, 396, 397, 402, 403, 405, 406, 408, 412, 414, 415, 416, 417, 418, 421, 424, 499, 502, 617, 619, 620, 622, 623, 624, 625, 626, 627, 628, 629, 630, 631, 633, 635, 636, 637, 638, 639, 640, 641, 642, 643, 644, ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A 645, 646, 647, 648, 649, 651, 653, 654, 655, 656, 657, 658, 660, 661, 662, 663, 664, 665, 666, 670, 671, 672, 673, 674, 675, 676, 677, 678, 679, 681, 682, 683, 684, 685, 686, 687, 689, 690, 691, 692, 693, 694, 695, 696, 697, 698, 743, 744, 745, 746, 747, 748, 749, 750, 751, 752, 753, 754, 755, 756, 757, 758, 759, 760, 761, 762, 763, 764, 765, 766, 767, 768, 769, 770, 771, 772, 773, 774, 775, 776, 777, 778, 779, 780, 781, 782, 783, 784, 785, 786, 787, 788, 789 Antakya, 81, 426 Antakyalı Münîf, 617 Antakyalı eyh Ahmed, 617 Antalya, 349, 353, 509, 622, 680, 748, 785 Anter, 70 Arap, 1, 3, 10, 13, 14, 15, 16, 17, 19, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 28, 29, 34, 39, 40, 43, 45, 46, 47, 49, 50, 54, 61, 62, 94, 98, 100, 102, 103, 104, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 118, 124, 130, 137, 138, 160, 283, 293, 303, 356, 360, 371, 379, 381, 384, 385, 388, 391, 392, 399, 401, 409, 419, 426, 431, 436, 460, 547, 575, 586, 602, 605, 607, 612, 619, 627, 632, 644, 650, 651, 672, 752, 755, 763, 768, 772, 778, 786 Arap dili, 19, 45, 46 Arap edebiyatı, 16 Arapça, 3, 4, 5, 6, 14, 15, 16, 17, 19, 21, 32, 43, 45, 46, 49, 55, 56, 58, 78, 85, 103, 106, 107, 108, 110, 124, 130, 131, 135, 137, 139, 143, 146, 148, 210, 253, 254, 255, 261, 262, 264, 266, 273, 277, 282, 283, 286, 288, 293, 297, 298, 299, 305, 307, 315, 317, 319, 323, 326, 337, 349, 352, 355, 356, 357, 359, 361, 362, 363, 365, 366, 367, 368, 369, 371, 373, 374, 381, 383, 384, 387, 395, 405, 408, 410, 411, 414, 415, 421, 422, 428, 432, 433, 492, 500, 509, 517, 529, 534, 537, 540, 542, 543, 547, 549, 553, 554, 568, 584, 589, 603, 605, 622, 623, 637, 663, 667, 690, 721, 748, 755, 756 Ârif, 49, 52, 177, 320, 368, 384, 537, 538, 543, 571, 572, 576, 614, 617, 629, 630, 634, 635, 656, 685, 770, 787 Ârif Çelebi, 49, 52, 320, 384, 576, 614, 787 Ârif-i Ferketî, 177 Ârifî Fethullâh Çelebi, 53 Âriflerin Menkıbeleri, 547, 744 Aristo, 23, 331, 721 Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî, 468, 469, 476, 478, 771 Arslan Han Muhammed, 37, 133 Arî, 209 Artuk Oulları, 350 aruz, 6, 57, 123, 131, 134, 223, 271, 274, 284, 292, 296, 304, 307, 308, 317, 319, 356, 374, 383, 421, 432, 491, 543, 608, 733 Âruzzâde, 57 Âsaf, 479, 753 Âsafî, 667, 685 Âsaf-nâme, 397, 626, 668 Ascedî, 26, 33, 37, 90, 117 Astarâbâd, 205 Astiyak, 83 astroloji, 313, 342, 343, 359, 361, 362, 395, 574, 606 astronomi, 86, 259, 260, 261, 270, 313, 315, 342, 343, 344, 345, 346, 352, 359, 361, 362, 395 Asya, 5, 10, 13, 98, 100, 101, 102, 114, 124, 135, 138, 249, 254, 266, 283, 284, 285, 296, 299, 302, 379, 392, 427, 750, 752, 763, 771, 778, 787 Âık Ahmed, 555, 560, 562, 565, 569, 573, 585, 613, 629, 652, 663, 748, 755 Âık Çelebi, 124, 311, 392, 394, 395, 402, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 409, 410, 411, 412, 413, 414, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 424, 425, 426, 427, 428, 429, 430, 486, 784 Âık Paa, 50, 290, 305, 306, 307, 321, 357, 358, 384, 559, 561, 568, 569, 572, 580, 608, 619, 626, 627, 630, 631, 634, 637, 641, 642, 650, 651, 656, 668, 669, 671, 677, 683, 686, 687, 692, 693, 695, 697, 746, 748, 756, 761, 771, 772, 776, 783, 787, 788 Âık Veysel, 478 Akî, 578, 583, 612, 676, 771 Ak-nâme, 53, 617, 618, 626, 647 Atâ, 169, 353, 403, 404, 412, 419, 420, 500, 515, 555, 569, 579, 587, 616, 632, 635, 637, 644, 656, 745, 751, 785 801 800 Ata Melik Cüveynî, 62 Atabat, 205 Atabeg Nureddin, 348 Atabetü’l-hakâyık, 130 Âte-gede, 618 Attâr, 38, 44, 56, 68, 108, 125, 290, 304, 324, 363, 364, 369, 370, 374, 382, 561, 565, 572, 573, 587, 614, 639, 640, 658, 660, 674, 677, 690, 693, 694, 733, 734, 749, 758, 766, 767, 773 Attâr-ı Nîâbûrî, 38, 44, 382, 749 Âvâz-i Per-i Cibrîl, 261 Avesta, 14 Avfî, 16, 17, 18, 29, 30, 37, 47, 68, 72, 75, 77, 90 Avnî, 473, 475, 477, 561, 662 Avrupa, 6, 14, 42, 44, 87, 98, 99, 102, 108, 112, 113, 114, 270, 284, 350, 357, 380, 383, 391, 654, 660, 662, 779 Avar, 205, 418 Ayalı Türk Hayrî, 618 Âyât-ı Uâk, 584, 588 Âyât-i Mesnevî, 640 Aydınolu sa Bey, 313, 322, 365 Aydınolu Mehmed Bey, 364 Aydınolu Umur Bey, 324, 350, 363 Aydınoulları Beylii, 322, 363, 365, 366 Âyîne-i Hûbân, 617 Âyînü’l-memleke, 131 Aynî, 52, 173, 574, 618, 638, 657, 747 Aynü’l-fûyûz, 616 Aynü'l-hayât, 188, 203 Azerbaycan, 26, 28, 57, 59, 143, 147, 205, 210, 224, 346, 408, 641, 660, 676, 680, 778 Azerbaycan Edebiyat Tarihi, 210 Âzerî brâhîm Çelebi, 552, 554, 556, 572, 579 Azferî, 57 Azîz Mahmûd-ı Hudâyî, 464, 572, 616 Azîzî, 615, 665 Azmî Efendi, 614 Azmî Pîr Mehmed, 577, 614 Azmî-zâde Hâletî, 616, 673 Azrâ, 21, 60, 577, 658 Baba Abdullâh Çeme, 180 Baba Figânî, 108 Baba lyâs-ı Horasanî, 263, 335, 666 Baba Kemâl-i Hocendî, 332 Baba Sevdâ’î, 162, 167 Baba ûrîde, 174 Baba Tâhir Uryân, 38 Baba Tâhir-i Hemedânî, 44, 382 Baba Yûsuf, 497, 498, 499, 500, 501, 502, 503, 504, 505, 506, 507, 508, 509, 510, 511, 512, 513, 514, 515, 516, 517, 519, 520, 521, RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL 522, 523, 524, 722, 727, 728, 754, 784, 786 Baba Yûsuf b. eyh Halîl Seferihisârî, 497 Babil, 64 Babinger, 397, 412, 413, 414, 423, 424, 428, 638, 659 Bâbür, 57, 58, 145, 157, 179, 614, 639, 645 Bâbür Mîrzâ, 179, 645 Bâbür ah, 614 Bâbür-nâme, 57, 145 Bâg-ı Behit, 568, 614, 631, 789 Bâg-ı Sefîd, 149 Badad, 19, 28, 41, 205, 212, 340, 413 Badadlı Abdülcelil Zihnî, 616 Badadlı Zihnî Abdülcelîl, 576 Badat ehr-âûb’u, 578, 579, 659, 749 Bahaeddîn Kâni’î, 35 Bahâeddîn ang-ı Müneccim, 344 Bahâeddîn Zekeriyyâ Multânî, 279 Bahâeddîn-i Veled, 262, 273, 290, 329, 332 Bahârî, 562, 615 Bahâristân, 35, 144, 145, 154, 189, 202, 208, 753 Bahâriye, 618 Bahâüddîn-i Nakbend, 369 Bâh-nâme, 367 Bahrî, 572 Bahrü’l-ebrâr, 188, 189 Bahrü’l-hakâyık, 302, 555, 556, 641, 648, 679, 759, 785 Bahrü’l-hüdâ, 614 Bahrü’l-irfân, 630 Bahrü’l-kemâl, 550, 557, 559, 560, 563, 565, 584, 586, 588, 616, 645, 763 Bahrü’l-ma’ârif, 432, 781 Bahtî, 464, 572 Bahtiyâr-nâme, 326, 608, 609 Bâkî, 126, 205, 210, 211, 212, 213, 214, 294, 417, 437, 471, 472, 477, 562, 771 Bâkî Çelebi, 210, 213 Bakü, 492, 637, 660 Balasagun, 63, 65, 67, 129, 607 Balasagunlu Yûsuf, 32, 138, 251, 607 Bâlizâde Mustafa Efendi, 722 Bârbud, 23 Barcınlı Mehmedolu Mahmud, 366 Barka, 349 Barthold, 39, 88, 92, 93, 138 Basîrî, 52, 161, 404, 754, 766, 779 Bâtınî, 86, 119 Batlamyus, 345 Battal Gazi, 283, 613, 693, 769 Battal-nâme, 628 Bâverd, 163 Bayburtlu radi Baba, 637 Bayburtlu Zihnî, 579, 618 Bâyezîd-i Bistâmî, 329 Bâyezîd-i Rûmî, 614, 632 Bâyezîd-i Velî, 51 Baykara Mîrzâ, 179 Baysungur Mîrzâ, 162, 163, 179 Bâz-nâme, 366 Bedâyi’ü’l-vasat, 186 Bedâyi'ü'l-efkâr fî Sanâyi'i'le'âr, 432 Bedî‘u’z-zamân Mîrzâ, 209 Bediî, 614 Bedî'-i Belhî, 44, 382 Bedir Han, 205 Bedîuzzamân el-Hemedânî, 78 Bedîüzzaman Mîrzâ, 394 Bedreddin bn Harîrî, 349 Bedreddîn Lu’lu, 350 Bedr-i Câcurmî, 19 Bedr-i Dilâd, 374, 567, 574, 639, 660, 682 Bedri Dilâd bin Muhammed Oruc, 722 Begpazarlı Maazolu Hasan, 574, 673, 768 Behcetü’l-fehyâ, 617, 688 Behcetü't-tevârîh, 374 Behitî, 123, 477, 576, 578, 614, 626, 629, 649, 664, 751 Behrâm Mîrzâ, 209 Behram ah Mes’ûd, 78 Behrâm-ı Gûr, 16, 252, 562, 578, 583, 612, 615, 670 Behrâmî, 33, 117 Behrâmâh, 70, 139, 251, 252, 268 Behruz Han, 57 Behzâd, 205 Bekâî, 210, 561, 577, 611, 612, 617 Bektaîlik, 335, 337 belâgat, 106, 201, 274, 408, 431, 432, 433, 436, 451 Belâgat-i Osmâniye, 433 Belgrat ehrengizi, 615, 662 Belh, 15, 164, 250, 290, 564 Belî, 406, 411, 416, 419, 425, 426, 570, 578, 617, 654, 743 Beng ü Bâde, 559, 578, 615, 632, 644, 673, 760 Ben-i Ümeyye, 23 Benli Hasan, 403, 764 Berber-nâme, 616 Berdaa, 408 Bergama, 333 Berîdü’s-sa’âde, 262, 275, 352 Berkyaruk, 261, 274 Berna Moran, 110 Besîm, 126 besmele, 549, 550, 551, 552, 553, 555, 602, 605, 699 Bessâm, 16 Beâirü’n-nezâ’ir, 264, 352 Beâret-nâme, 636 Beâr b. Bürd, 15 Beârd Bord, 17 beyân, 434, 435, 447 802 801 Beyân-ı Meakkat-i Sefer, 578, 613 Beyânî, 178, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 409, 410, 411, 413, 414, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 424, 425, 426, 427, 428, 430 Beyânu’n-nücûm, 261, 345 Beyânü’s-sınâ’at, 350 Beyhakî, 28, 46, 137, 139, 751 Bezmî, 561 Bi’set-nâme, 571, 617, 665, 757 Bîbî Müneccime, 343 Bicaya, 349 Bîce Müneccime, 180 Bidâye-i Kelâm, 529 Bîdil, 4 Big Kulı, 177 Big Melekî, 177 Bihitî Ahmed Sinan Çelebi, 613 Bihitî Ramazan Efendi, 629, 757 Bihitî Sinan, 577 Birgivî Muhammed Efendi, 633 Bîrûnî, 40, 92, 784, 785 Borges, 110 Bostan, 56, 300, 573, 620, 672, 673, 766, 775 Bostân-ı Hayâl, 150 Boyacıolu, 664 Browne, 144, 749, 756 Budizm, 135 Bura Han, 32, 131, 134, 251, 660 Buhara, 15, 16, 60, 63, 66, 83, 114, 161, 505 Buhturî, 106 Bukrat, 721 Burhâneddîn-i Tirmizî, 329, 332 Burhân-ı Emîrü’l-mü’minîn, 81 Burhânî, 33, 35 Bursa, 54, 161, 364, 403, 405, 410, 413, 414, 415, 418, 425, 427, 428, 430, 499, 505, 513, 578, 625, 637, 638, 639, 644, 646, 654, 655, 670, 678, 680, 688, 689, 690, 691, 692, 693, 694, 695, 696, 697, 698, 743, 744, 757, 764, 772, 788 Bursa ehrengizi, 413, 415, 578, 615, 644, 654, 655, 670, 688, 743, 744, 764 Bursalı Ali Rıza, 571 Bursalı Ali Rızâ, 617 Bursalı Celîlî, 578, 615 Bursalı Hevâî Mustafa, 577 Bursalı Hevâyî Mustafa, 616 Bursalı Lâmi‘î Çelebi, 615 Bursalı Mehmed Tâhir, 368, 527, 639 Bursalı Rahmî, 572, 577, 580, 614, 627, 629, 659, 666, 749, 752, 759 Bustân’ı Nesâyıh, 632 Bûstânu’l-kulûb, 261 Bülbüliyye, 572, 616, 649, 777 Bülbül-nâme, 572, 612, 689 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A Büyük Selçuklu Devleti, 96, 105, 254 Büyük Selçuklular, 255, 262, 272, 278, 282, 352 Büyük Türk Klasikleri, 310, 500, 785 Büzürcmihr-i Kâyinî, 33, 117 C. A. Storey, 144 Ca’fer-i Hemedânî, 33 Ca’fer-i Sâdık, 482 Câbir-i Magribî, 482, 483 Cacaolu Nureddin Hamza Bey, 367 Cafer Çelebi, 397, 398, 404, 413, 421, 424, 464, 609, 610, 626, 647, 682, 748, 761, 781 Câhî, 209 Câhiz, 85, 431, 752 Câlinus, 721 Câmâsb-nâme, 316, 361, 371 Câmî, 9, 35, 101, 109, 110, 111, 124, 144, 145, 146, 151, 153, 154, 160, 167, 168, 170, 185, 188, 189, 190, 193, 194, 195, 196, 197, 201, 202, 203, 208, 386, 404, 415, 561, 573, 579, 580, 619, 620, 631, 672, 745, 752, 766 Câmi‘u’l-envâr alâ-Tefsîri’lihlâs, 614 Câmi‘u’n-nesâyih, 421, 614 Câmi’î, 577, 781 Câmi’u’l-ahbâr, 555, 560, 562, 565, 585 Câmi’u’l-buhûr Der-Mecâlis-i Sûr, 566, 615 Câmi’u’n-nezâ’ir, 302 Câmii Müfredât el-Adviye ve’lagdiye, 350 Câmiu't-tevârih, 371 Cân u Cânân, 554, 557, 562, 565, 573, 586, 595, 618, 646, 649, 687, 778 Candaroulları, 321, 355, 366 Celâleddîn Devvânî, 152, 396, 425 Celaleddîn âh Bâyezîd, 321 Celâleddîn-i Humâî, 14, 15 Celâleddîn-i Verkânî, 277 Celâlî, 561, 667 Celâlüddîn Ebu'l-ma'âlî Muhammed bin Abdurrahmân bin Ömer bin Ahmed bin Muhammed ElKazvînî, 432 Celâlüddin Hızır, 363, 777 Celâlüddîn âh Bâyezîd, 366 Celâlüddîn-i Atîkî, 180 Celâl-zâde Niancı Koca Mustafa Çelebi, 397 Celîlî, 405, 406, 553, 562, 563, 566, 568, 576, 577, 587, 614, 615, 619, 631, 658, 659, 674, 745, 749, 753, 759, 773 Cem, 7, 50, 52, 76, 81, 83, 84, 457, 469, 552, 557, 558, 559, 560, 561, 564, 574, 577, 584, 588, 593, 612, 616, 628, 638, 640, 642, 645, 651, 665, 667, 678, 679, 757, 759, 776, 777, 784 Cem Sultan, 52, 552, 557, 558, 559, 560, 564, 574, 577, 584, 588, 593, 628, 642, 645, 651, 678, 679, 776, 777 Cem’î Mehmed, 616 Cemâleddîn, 279, 340, 345, 349, 501, 701 Cemâleddîn Said b. Muhammed b. Musaddık el-Türkistanî, 345 Cemâleddîn-i Vâsıtî, 340 Cemâlî, 319, 370, 513, 571, 577, 578, 612, 613, 631, 640, 656, 670, 691, 695, 753, 763, 771 Cemâlüddîn-i Restak, 180 Cemîlî, 562 Cemâh u Alemâh, 562, 568, 684, 696 Cemâh ve Âlemâh, 578, 629, 757 Cemîd Han, 209 Cemîd ü Hurîd, 315, 362, 367, 549, 552, 555, 557, 558, 559, 560, 564, 565, 568, 577, 588, 593, 595, 612, 628, 637, 642, 653, 664, 670, 676, 678, 679, 744, 753, 756, 764, 776, 777, 786 Cenâbî, 406 Cenâdil Kal’ası Gazavatnamesi, 673, 768 Cerîr, 17, 19, 106 Cerrah Vasil, 350 Cevâb-nâme, 559, 561, 585, 596, 616 Cevâhir-nâme, 676 Cevâhirü’l-acâyib, 150 Cevâhirü’l-esdâf, 366 Cevberî, 347, 777 Cevherî, 33 Cevrî, 571, 616, 639, 667, 753 Ceyhun, 63, 70, 77, 83, 90, 636 Cezayir, 349 Cihâd-nâme, 263 Cihan Okuyucu, 324, 363, 763 Cihânî, 406 Cihânâh Mîrzâ, 179 Cilâü’l-kulûb, 614 Cinânî, 552, 556, 561, 572, 574, 579, 614, 616, 634, 646, 678, 754, 776, 777, 781 Cinânü’l-cinân, 58 Cizreli Ebu’l-izz smâ’îl b. erRezzâz, 351 corafya, 352, 367, 395 Cüneyd-i Bagdâdî, 329 Çâç, 63 Çaatay Edebiyatı, 136, 143 803 802 Çaatay Türkçesi, 51, 57, 135, 143, 144, 206, 208, 211, 400, 491, 492 Çaatayca, 7, 58, 135, 629, 665, 674 Çâkerî Sinan, 576, 611 Çamçak Mehmed Efendi, 406 Çay-nâme, 618 Çehâr Makâle, 33, 34, 105, 133, 251, 780 Çelebi Mehmed, 50, 316, 318, 362, 367, 482 Çemikezekli Nasûh Efendi, 618 Çengi-nâme, 640 Çeng-nâme, 316, 573, 610, 651, 660, 683, 764 Çerh-nâme, 286, 309, 310, 311 Çetin Derdiyok, 301, 417, 753 Çigil, 63 çihâr-yâr-i güzîn, 559, 560, 602 Çihil Hadîs, 186 Çin, 1, 31, 42, 63, 66, 67, 70, 71, 78, 80, 81, 96, 100, 114, 122, 131, 132, 139, 312, 315, 362, 364, 371, 396, 678 Çoban Mustafa Paa, 398 Çobanolu Beylii, 343 Çorlulu Zarîfî, 577 Çorum, 256, 307, 641 Dâfi’u’l-hüzn, 589 Dakâyiku’l-hakâyık, 264, 352 Dakîkî, 43, 118, 154, 180 Dâni, 339, 618 Dânimend Ali Taylu, 255, 339 Dânimend Gazi, 255, 339, 744, 777 Dânimendân-i Âzerbaycan, 225, 425, 784 Danimendliler, 259 Dânimendliler, 5, 49, 255, 256, 257, 339, 340, 341, 345, 383, 777, 788 Dânimend-nâme, 256, 368, 613 Dârâ, 81 Darîr-i Pârsî, 17 Dâsitân-ı Adn der-Hikâyet-i Hasan ve Hüseyn, 571, 775 Dâsitân-ı Ejderhâ, 321, 608 Dâsitân-ı Geyik, 310 Dâsitân-ı Hamâme, 321, 608, 685 Dâsitân-ı smâîl, 609 Dâsitân-ı Maktel-i Hüseyn, 571 Dâstân-ı Geyik, 321, 608 Dâstân-ı blîs-i Aleyhi’l-la’ne, 325 Dâstân-ı Sultân Mahmûd, 309 Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân, 314 Dâstân-ı Varka ve Gülâh, 665, 757 Dâstân-ı Vefât-ı brâhim, 322 Dâstân-ı Yigit, 608 Dâvud-ı Halvetî, 666 Dâvud-ı Kayserî, 330 Dede Garkın, 335 Dede Korkut, 256, 306, 371 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Dede Ömer Rûenî, 411, 572, 573, 636, 649, 685, 694, 756 Defter-i Ak, 617, 640, 675 Def'u metâ'ini's-sûfiyye, 369 Deh Murg-ı emsî, 643 Dehhânî, 1, 6, 53, 266, 284, 288, 301, 302, 303, 318, 764 Deh-murg, 426, 563, 566, 572, 601, 631, 655, 671, 765 Delhi, 492 Della Litteratura de’ Turchi, 100 Demirî, 396 Der-Aksâm-ı Ezhâr, 667 Der-Beyân-ı Aded-i Menâzil-i Hicâz, 572 Der-Beyân-ı ehâdet-i Nakî Mustafa, 618 Derdî, 210 Dere-nâme, 616 Derfurûz-i Fahrî, 33 Dergeh-nâme, 617 Dert-nâme, 613 Dervî Abdullâh, 177 Dervi Abdurrahman Mirek, 722 Dervî Big, 170 Dervî Haydar-ı Tunyânî, 182 Dervî Hüsâmî, 170 Dervî Kâsımî, 181 Dervî Mansûr, 168 Dervî Nâzikî, 169 Dervî Niyâzî, 52 Dervî emsî, 398, 631, 655, 765 Deryâ-yı Ebrâr, 188, 189, 190, 421, 426 Destûr-i âhî, 361 Det-i Kıpçak, 161, 565 Devir-nâme, 657 Devletolu Yûsuf, 368, 570, 625, 626, 672, 747, 777 Devletâh, 35, 37, 87, 144, 185, 188, 189, 193, 194, 195, 196, 197, 207, 208 Devletâh Tezkiresi, 144, 207 Deylemîler, 87, 95 Dımık, 343, 348, 699 Dicle, 75, 120, 625 Dîku’l-cin, 17 Dirâyetü’l-eflâk, 345 Dîvân, 44, 56, 128, 130, 133, 144, 160, 187, 199, 207, 215, 266, 290, 291, 292, 293, 297, 299, 314, 316, 319, 320, 362, 382, 399, 404, 405, 413, 414, 418, 423, 426, 430, 508, 509, 625, 628, 641, 647, 746, 751, 752, 755, 758, 759, 760, 761, 762, 763, 764, 765, 767, 768, 769, 771, 774, 775, 776, 778, 779, 780, 781, 782, 784, 785, 786, 787, 789 Dîvâne-i Belhî, 181 Dîvâne-i Niâbûrî, 182 Dîvân-ı Gazeliyyât-ı Pârsiy u Turkî, 207 Dîvân-ı Hikmet, 44, 130, 382 Dîvân-ı Kebîr, 128, 266, 290, 291, 292, 293, 299, 746, 761, 774 Dîvân-ı Türkî-i Sultân Veled, 320, 781 Dîvânü Lûgati’t-türk, 42, 130, 138, 767 Diyarbakır, 160, 346, 406, 411, 412, 428, 429 Diyarbakırlı Bardahî, 432 Diyarbakırlı Sa'îd Paa, 433 Diyarbakırlı Seyyid Ahmed Mürid Efendi, 617 Diyarbakırlı erîfî, 37, 575, 615 Diyâr-ı Rûm, 260, 343 Dou Anadolu, 333, 353, 391 Donato, 100 Dost Hüseyn, 183 Dost Muhammed, 172 Duhânî, 406 Duhânî-zâde Velî, 570 Dukakin-zâde Ahmet Paa, 398 Durmu Han, 151 Dür Big, 576, 611 Dürr-i Meknûn, 614 Dürrü’n-nizâm, 618 Düstûr-nâme, 569, 613, 633, 645, 646, 649, 758 Düstûrü’l-amel ve Tashîhü’lcedvel, 396 Düvâzdeh mam, 616 Ebâ Bekr Mîrzâ, 178 Eberkûh, 205 Ebî Tâlibi’l-Ensârî ed-Dımıkî, 721 Ebû Abdullah-ı Hafîf, 43, 382 Ebû Ali, 86, 345 Ebû Alî-i Belhî, 118 Ebû Alî-i Dekkâk, 43, 382 Ebû Alî-i Serahsî, 43, 382 Ebû Bekir bin Abdullah el-Vâsıtî, 361 Ebu Bekir bin Zekî-i Konevî, 282 Ebû Bekir Zekeriyâ Râzî, 347 Ebû Bekr Abdü'l-kahiri'l-cürcânî, 431 Ebû Bekr-i Tihrânî, 128 Ebû Cehil le Güre Tuttuudur, 608 Ebû Firâs, 16, 106 Ebû Hafs ihâbeddîn Ömer-i Sühreverdî, 332 Ebû Hanîfe Abdülkerîm bin Ebûbekr, 274 Ebû Mansûr el-Muammerî, 118 Ebû Mansûr Mehmed bin Abdurrezzak-ı Tûsî, 118 Ebû Müslim-i Mervezî, 16 Ebû Nuaym Hâfız-ı sfahânî, 372 Ebû Nüvâs, 15, 19, 106 Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr, 44, 382 Ebû Serrâka Abdurrahmân b. Ahmed el-Belhî, 77 Ebû Suleyk-i Gurgânî, 16 Ebû uayb, 17 Ebû uca, 81 Ebû Zer Cumhur, 25 804 803 Ebu’l-Abbâs Ahmed bni Es’ad, 350 Ebu’l-alâ el-Ma’arrî, 270 Ebu’l-bereke, 177 Ebu'l-fazl-ı Defterî, 126 Ebu’l-fazl-ı Kirmânî, 96 Ebu’l-feth Bustî, 18 Ebu’l-feth Rükneddîn Süleymânâh, 275 Ebu’l-feth Tâhir, 190 Ebu’l-hasan Ali b. Muhammed el-Hannânî, 87 Ebu’l-hasan Ali bin Osman elHucvîrî, 44, 382 Ebu'l-hasan el-sferâyînî, 46, 137 Ebu’l-hasan-ı Bustî, 43, 382 Ebu’l-hasan-ı Harakânî, 43, 382 Ebu'l-hilâlü'l-askerî, 431 Ebu’l-kâsım Abdulkerim ibni Havazım Kueyrî, 721 Ebu'l-kâsım Ahmed Meymendî, 46, 137 Ebu’l-kâsım-ı Gûrgânî, 43, 382 Ebu'l-leys es-Semerkandî, 368 Ebu’l-ma’âlî-i Râzî, 33 Ebu’l-müeyyed-i Belhî, 118 Ebu’l-ulâ-i Gencei, 180 Ebu’l-vefâ el-Bûzcânî, 345 Ebu’n-nasr Mîrzâ, 151 Edâî, 53, 397, 406 Edebî San'atlara Dair, 433 Edebiyat, 10, 42, 45, 101, 135, 136, 186, 210, 311, 326, 386, 389, 395, 397, 405, 406, 408, 413, 415, 430, 433, 446, 456, 457, 459, 512, 535, 554, 555, 556, 605, 619, 620, 622, 623, 624, 639, 641, 642, 643, 644, 645, 648, 650, 652, 653, 654, 655, 656, 657, 658, 659, 662, 663, 665, 666, 667, 670, 671, 672, 674, 675, 676, 679, 680, 681, 682, 684, 685, 687, 688, 690, 691, 692, 693, 695, 697, 722, 744, 746, 749, 750, 751, 752, 755, 756, 757, 758, 759, 760, 762, 763, 764, 767, 768, 769, 770, 771, 774, 776, 777, 778, 779, 780, 781, 782, 783, 784, 785, 786, 787, 788 Edebiyat Bilgi ve Teorileri I, Belâgat, 433 Edebiyat Lügati, 457, 782 Edebiyat Meseleleri, 456, 783 Edebu’t-tabîb, 350 Edebü’l-mülûk, 131 Edhem ü Hümâ, 577, 616, 628, 632, 643, 649, 660, 681, 779 Edhemî, 177, 671 Edhemî-i brâhîm, 177 Edhem-nâme, 617, 627, 775 Edîb Sâbir, 154 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A Edirne, 54, 161, 313, 318, 362, 393, 405, 407, 409, 410, 414, 417, 420, 423, 425, 429, 528, 532, 615, 616, 690, 692, 751, 753, 788, 789 Edirne ehrengizi, 615, 616 Edirneli Abdülkerim Efendi, 614 Edirneli Güftî, 571, 616, 631, 684, 688, 784 Edirneli Nâtık, 656, 690 Edirneli Nazmî, 402, 418, 419, 429, 573, 614, 630, 638, 749, 769 Edirneli Örf, 669, 692 Edward Said, 98, 99 Efdaluddîn-i Herevî, 154, 179 Eflâkî, 35, 269, 277, 278, 309, 310, 320, 333, 344, 373, 547, 786 Eflâtûn, 23, 24 Efrâsiyâb, 29, 69, 70, 119 Eridir, 258, 341, 353 Eridirli Hacı Kemâl, 302, 305, 310 Ehâdis-i Mesnevî, 641 Ehlî-i îrâzî, 67, 181 Ekber âh, 57 El Evamirü’l-ala’iye fi’l-umuri’lala’iye, 264, 352 El-Aleb b. Cûem el-clî, 548, 605 el-ahkâm el-Nebeviyye, 350 el-Bâhü'-âhiyye, 373 el-Bidâye ve’n-nihâye, 371 el-Câmi’ Beyne’l-ilm ve’l-amel, 351 el-Evâmiru'l-alâiyye, 371 el-Fütûhatü’l-mekkiyye, 263, 270, 523, 721, 722 Elif-nâme, 307, 756 el-htiyârât min-Mecma’i’rrubâ’iyyât, 264, 274 el-kmâl, 256, 340 el-râf alâ Gavâmiz el-hukumât, 351 el-Kâmil, 349 Elkâs Mîrzâ, 209 el-Kındî, 721 el-Makalat el-Müride fî-Derc elEdviye fî-Diryâk el-Farûkî, 348 el-Mansurî, 721 el-Medhal ilâ lm el-Aritmatikî (Introductio Arithmaticae), 346 el-Miftâh, 432 el-Muhtâr fi’t-tıbb el-Cemâlî, 350 el-Muhtâr fî-Kefi’l-esrâr ve Hetki’l-estâr, 347 el-Muhtasar, 305 el-Mukaddemât, 330 el-Munkız mine’d-dallâl, 344 el-Musul el-akliyye elEflâtûniyye, 331 el-Mutavvel, 432 el-Tuhfetü’l-âhiyye fî-lmi’lhey’e, 344 El-umde, 431 Elvân Çelebi, 313, 321, 549 Elvân-ı îrâzî, 369, 550, 561, 573, 620, 636, 637, 673, 767, 786 el-Veledü’-efîk, 334 el-Zîcü’-ifâ, 345 Emânî, 209, 211, 215 Emâre-i Mervezî, 180 Emînî, 154, 162, 182 Emînî-i Semerkandî, 162 Emîr Ahmed Kânî-i Tûsî, 52, 53 Emîr Ali Böri-Tigin, 47, 132 Emîr Bedreddîn Yahyâ, 263 Emîr Big, 210 Emîr Devletâh, 145, 146, 147, 151, 153, 176, 756 Emîr Efdal, 179 Emîr Halifet Gazi, 357 Emîr Han, 205 Emîr Hüsrev, 4, 48, 124, 179, 188, 217, 579, 587 Emîr brâhîm-i Kânûnî, 179 Emîr slâm Gazâlî, 166 Emîr smâ’îl b. Sebüktegin, 48 Emîr Karatekin, 340 Emîr Kâsım, 146, 151, 153, 157, 166, 179 Emîr Kâsım Envâr, 146, 151, 153, 166 Emîr Kemâleddîn-i Kâmyâr, 277 Emîr Levend, 172 Emîr Mahmûd Barlas, 177 Emîr Maksûd Gulâm, 183 Emîr Mu’izzî, 25, 33, 775 Emîr Muhammed, 36, 183 Emîr Muhammed Yûsuf, 183 Emîr Nûru’llâh-i ûterî, 209 Emîr Rüstem Alî, 157, 183 Emîr Sebüktegin, 48 Emîr Seyfeddîn, 132 Emîr Seyyid erîf, 179 Emîr Sultân Velî, 152, 183 Emîr Süheylî, 193, 203 Emîr Süleymân, 50, 314, 315, 316, 323, 361, 368, 512 Emîr âhî, 151, 153, 167 Emîr erîfî, 179 Emîr eyhim Süheylî, 170 Emîr Tâhir bin el-Fazl, 18 Emîr Unsûrü'l-meâlî Keykâvus, 372 Emîrhân Big, 210 Emîrî, 50, 51, 52, 150, 167, 210, 397, 400, 407, 492, 573, 614, 617, 628, 779 emîrü’-uarâ, 35 Emre, 107, 255, 266, 267, 284, 288, 299, 300, 308, 464, 499, 510, 560, 564, 565, 573, 597, 606, 614, 639, 640, 641, 642, 643, 646, 647, 648, 660, 683, 684, 691, 695, 754, 761, 778, 783, 784, 787, 788 Enderunlu Fâzıl, 617, 640 Endülüs, 15, 107, 328, 329, 761 805 804 Enfüsü’l-âfâk, 628 Enîsî, 169, 210 Enîsü’l-ârifîn, 405 Enîsü’l-guzât, 615 Enîsü’l-kulûb, 53, 266, 272, 281, 755 Enîsü’s-selâtîn ve Celîsü’lhavâkîn, 419 en-Nef'ü'l-mu'avvel fî Tercemeti'ttelhîs ve'l-mutavvel, 432 Enûirvân, 74, 77, 79 Envârü'l-âıkîn, 358, 369 Enverî, 16, 38, 72, 97, 124, 170, 185, 190, 218, 463, 569, 575, 594, 613, 633, 645, 646, 649, 758, 777 Erbaûn Subh ve'l-mesâ, 371 Ercasb, 118 Erdeîr, 74, 146, 149, 151, 153, 170 Erdeir-i Bâbekân, 118 Erguvan Hatun, 279 Erivan, 324 Ermen, 252, 256, 340 Ermenice, 5, 254, 255, 305, 356, 383, 428 Ermeniler, 254 Erzincan, 252, 259, 261, 268, 276, 348, 350 Erzurumlu Darîr, 550, 554, 556, 575, 643, 650 Erzurumlu brâhîm Hakkı, 574, 617, 722 Es’ad Sûr-nâmesi, 618 Esedî, 19, 37, 43, 117, 382 Esed-i Tûsî, 20 Esedî-i Tûsî, 37, 117 Esîreddîn-i Ebherî, 345 Esîrî, 53, 578, 676 Esîrüddîn, 179, 344, 752 Esîrüddîn-i Fergânî, 179 Esîrüddîn-i Umânî, 179 Eski Türkçe, 6, 134, 135 Eskiehir, 394, 397, 497, 499, 505, 528, 641, 643, 722, 727, 749, 754, 761, 763, 766, 771, 777 Esmâ’ü’l-hüsnâ, 625, 744 Esmâ-i Hüsnâ, 570, 579, 593, 644, 649, 771 Esmâ-i Hüsnâ erhi, 570, 593, 644, 771 Esrâr-nâme, 56, 559, 562, 572, 594, 596, 601, 614, 630, 638, 690, 783 Esrârü'l-belâga fi'l-me'ânî ve'lbeyân, 431 Ekânîler, 117 Ekâniyân, 14 Eref Feyzî, 617 Erefolu Rumî, 531 et-Tedbirâtü lâhiyye fî slâhi’lmemleketi’l-insâniyye, 721 et-Telvîhât, 261 Etvâru Selâtini’l-müslimîn, 721 Evhadî-i Merâgai, 180 Evhadiye, 265, 333, 334, 340 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Evhaduddîn, 5 Eyyûb, 210 Eyyûbî, 508, 556, 575, 615, 637 Ez-Deryâ be-Deryâ, 639 Ezrakî, 34, 154 Ezrakî-i Herevî, 154 Fâ’izî, 413, 420, 576 Fahreddin Mübarekâh, 252 Fahreddîn-i Irâkî, 52, 53, 263, 266, 279, 280, 369 Fahreddin-i Râzî, 721 Fahrî, 30, 57, 112, 143, 144, 150, 151, 155, 172, 175, 264, 275, 320, 322, 365, 366, 501, 554, 576, 582, 608, 609, 620, 672, 692, 760, 766 Fahrî Baba, 501 Fahr-i Cürcânî, 154 Fahr-i Gurgânî, 180 Fahrî-i Herâtî, 57, 143, 144, 150, 151, 155 Fahruddîn Ya’kûb b. Muhammed, 322 Fahruddîn-i Râzî, 179 Fakr-nâme, 307, 572, 651, 677, 772 Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultân, 667, 678, 776 fâl-nâme, 128 Fâl-nâme-i Kur’ân-ı ‘Azîm, 574, 682, 781 Fânî, 177, 178, 182, 187, 199, 201, 722, 775 Fânî-i Kûr, 182 Fârisi-yi slâmî, 15 Fârisi-yi Tâze, 15 Fars, 2, 3, 4, 5, 7, 9, 10, 13, 14, 15, 17, 26, 27, 30, 31, 32, 34, 36, 37, 38, 40, 42, 44, 45, 47, 58, 59, 60, 62, 65, 69, 70, 83, 91, 97, 98, 100, 101, 102, 103, 105, 107, 108, 110, 112, 115, 117, 118, 119, 122, 124, 138, 144, 149, 159, 186, 208, 219, 254, 262, 281, 313, 316, 368, 370, 372, 379, 381, 385, 386, 388, 409, 419, 431, 436, 587, 619, 627, 631, 644, 650, 651, 672, 681, 747, 755, 756, 766, 767, 772, 778 Fars dili, 2, 9, 14, 36, 37, 44, 45, 47, 100, 117, 118, 124, 138, 381, 385 Fars edebiyatı, 13, 379 Fars iiri, 4, 26, 37, 38, 45, 98, 117, 380 Farsça, 3, 4, 5, 6, 7, 9, 13, 14, 15, 16, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 36, 37, 38, 39, 41, 42, 43, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 55, 56, 57, 58, 60, 61, 69, 82, 84, 85, 98, 100, 102, 103, 104, 107, 108, 110, 115, 118, 123, 125, 126, 128, 130, 131, 132, 133, 134, 137, 138, 140, 141, 143, 144, 147, 148, 149, 150, 153, 155, 156, 157, 160, 161, 183, 185, 187, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 201, 203, 207, 208, 210, 211, 217, 218, 219, 220, 224, 253, 254, 255, 257, 261, 262, 264, 266, 269, 271, 272, 273, 274, 275, 277, 278, 280, 281, 282, 283, 284, 286, 288, 289, 290, 292, 293, 294, 295, 296, 297, 298, 299, 301, 303, 304, 305, 307, 313, 315, 316, 317, 320, 323, 325, 326, 337, 340, 345, 350, 352, 355, 356, 357, 359, 360, 362, 363, 365, 366, 367, 368, 370, 371, 372, 373, 374, 379, 381, 383, 384, 385, 386, 387, 399, 400, 403, 404, 405, 406, 408, 410, 411, 412, 414, 416, 419, 420, 422, 423, 425, 426, 428, 429, 430, 433, 469, 492, 506, 509, 510, 517, 529, 534, 537, 540, 542, 568, 584, 597, 603, 605, 608, 616, 618, 619, 620, 621, 622, 623, 624, 629, 631, 633, 643, 644, 657, 658, 667, 675, 684, 722, 744, 747, 748, 749, 751, 759, 760, 766, 772, 776, 778, 779, 782, 784 Farsça Dîvân, 144, 187, 316, 404 Farsça Sâkî-nâme, 618, 675 Farsça iir, 4, 9, 13, 16, 28, 36, 37, 39, 41, 45, 47, 49, 50, 51, 53, 55, 56, 57, 84, 104, 107, 124, 143, 149, 157, 271, 275, 278, 281, 379, 385, 399, 400, 401, 426 Fas, 349 Fasl-ı Ferhâd, 640 Faslü'l-hitâb, 369 Fâtih, 7, 50, 52, 55, 331, 373, 409, 410, 412, 422, 500, 561, 657, 687, 745, 746, 747, 756, 757, 763 Fâtih Sultân Mehmed, 7, 50, 55, 331, 373, 422, 500, 745 Fâtiha Sûresi Tefsiri, 336 Fatma Bacı, 334, 351, 750 Fazîlet-i Savm, 617, 662 Fazîlet-i Savm-ı ehr-i Ramazân, 617 Fazîlet-nâme, 615, 648 Fazlî, 173, 478, 561, 577, 615, 646, 650, 679, 760, 777, 789 Fedâî Dede, 572 Fedâyî, 174, 574, 616, 682, 781 Fehîm-i Kadîm, 616 Fehmî, 208, 395, 398, 407, 427, 643, 765 806 805 Felek-nâme, 53, 305, 572, 644, 689, 701, 768 Fenârî ems, 427 Fenâyî, 172, 187, 561 Fennî, 617, 679, 683 Fenn-i Bedî', 456, 774 Fenniye-i E’âr, 687 Ferah-nâme, 326, 553, 570, 579, 608, 609, 633, 634, 652, 678, 682, 762, 781 Ferâlâvî, 16 Ferâmurz, 76 Ferhâd u îrîn, 186, 415, 576, 611, 629, 658, 660, 667, 759, 772 Ferhâd-nâme, 415, 614 Ferheng-i Amîd, 30, 747 Ferheng-i Fârsî, 30, 774 Ferheng-i Ziyâ, 30, 782 Ferheng-nâme-i Sa'dî, 311, 312, 364, 552, 555, 562, 573, 585, 620, 643, 652, 670, 673, 682, 767, 768, 770 Ferheng-nâme-i i’rî, 59 Ferîdî, 407, 561 Feridun, 75, 77, 79, 82, 83, 120, 122, 298, 562, 697, 760 Ferîdûn Hüseyin Mîrzâ, 179 Ferîdüddîn-i Attâr, 304, 324, 369, 561 Ferruhî, 4, 5, 9, 26, 33, 35, 36, 37, 38, 43, 48, 63, 64, 66, 67, 68, 71, 73, 74, 76, 77, 79, 82, 84, 89, 90, 117, 120, 121, 124, 154, 162, 180, 182, 382 Ferruhî-i Gürgânî, 33 Ferruhî-i Sîstânî, 37, 117 Ferûdûn b. Ahmed, 263 Feth-i nebahtı ve Moton, 613 Feth-i Kal’a-i Selâsil, 673 Feth-i Mısır, 396 Fethu Miftâhi’l-Gayb, 531 Fethu’l-fettâh, 615 Fethullah-i Kâtib, 395 Fethullâh-i Kâtib, 407 Fetih-nâme-i Abbâs-ı Nâmdâr, 207 Fetih-nâme-i Sefer-i Sigetvar., 615 Fetih-nâme-i Sultân Mehmed, 613 Fevâ’idü’l-kiber, 186 Feyzî, 173, 181, 209, 554, 559, 561, 564, 571, 573, 577, 585, 586, 596, 616, 626, 631, 639, 648, 652, 681, 684, 780, 783 Feyzî Çelebi, 577, 648, 652, 684, 783 Fezâ’ilü’l-etrâk, 85 Figânî, 173, 174, 178, 182, 615 Figârî, 209 Fîhi Mâ Fîh, 263, 290, 761, 769 Filibe, 403 Firâset-nâme, 722 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A Firdevsî, 31, 37, 39, 43, 56, 63, 70, 75, 81, 82, 84, 87, 117, 118, 119, 121, 122, 154, 180, 218, 251, 276, 303, 319, 322, 365, 366, 427, 587, 612, 613, 615, 657, 658, 695, 747, 748, 760, 779 Firdevsî-i Rumî, 613, 722 Firdevsî-i Tûsî, 31, 37, 56, 117, 320 Firkat-nâme, 405, 560, 573, 635, 762 Fîrûz-i Marıkî, 16 Firûznâme, 666 Fîrûz-nâme, 617 Franklar, 254 Fransızca, 42, 433, 434, 758 Fuad Köprülü, 102, 136, 139, 286, 301, 302, 309, 408, 531, 750, 782 Fustâtü’l-adâle fî-Kavâidi’ssaltana, 263 Fusûl-i Erba’a, 191 Fusûsü’l-hikem ve Husûsü’lkilem, 263 Fuzûlî, 28, 51, 52, 109, 126, 128, 210, 220, 388, 438, 440, 441, 465, 467, 474, 475, 476, 478, 479, 485, 486, 487, 489, 490, 491, 492, 494, 495, 559, 561, 565, 568, 576, 578, 587, 595, 596, 615, 619, 620, 621, 628, 632, 638, 639, 640, 641, 643, 644, 645, 649, 650, 653, 654, 655, 658, 659, 662, 666, 667, 671, 673, 674, 677, 679, 682, 683, 686, 687, 688, 689, 690, 695, 696, 744, 745, 751, 755, 757, 760, 765, 773, 776 Fuzûlî Dîvânı, 128, 744 Fükûk, 263 Fürkat-nâme, 308, 610, 613, 669, 676, 694 Fürûî, 182 Fütûhât-ı Selîm Han, 615 Fütûhatü’s-Selîmiyye, 615 Fütûhî Hüseyin Çelebi, 615, 626 Fütüvvetnâme, 53, 298, 305 Fütüvvet-nâme, 266 Fütüvvet-nâme, 572 Fütüvvet-nâme, 617 Fütüvvet-nâme, 639 Fütüvvet-nâme, 698 Fütüvvet-nâme, 702 Fütüvvet-nâme, 759 Fütüvvet-nâme-i Esrâr, 566 Füzûnî, 665 Gabor Bethlen, 369 Galata, 413, 418, 420 Gam-nâme, 616 Gamze vü Dil, 554, 573, 616 Ganî-zâde Nâdirî, 571, 632 Garâ’ibü’s-sıgar, 186 Garâ'ibü's-sıgar, 126 Garîbî, 407 Garîb-nâme, 290, 298, 306, 307, 559, 568, 572, 580, 599, 608, 626, 627, 630, 631, 634, 649, 662, 669, 674, 678, 682, 686, 692, 693, 697, 748 Gavriye, 570, 630, 636, 786 Gayret-nâme, 614, 688 Gayyûrî, 209 Gazâirî, 19, 20, 34, 117 Gazâlî, 210, 273, 352, 408, 646 Gazâlî-i Mehedî, 210 Gazan Han, 280, 305, 345 Gazâ-nâme-i Çehrin, 616, 642, 787 Gazâ-nâme-i Rûm, 613 Gazavât-ı ‘Aremrem bin Musallat, 673 Gazavât-ı Resulullah, 321 Gazavât-ı Resûlullah, 608 Gazavât-ı Seyyid Battal Gazi, 617 Gazavât-ı Sultân Murâd, 565, 613, 789 Gazavât-ı Sultân Murâd bni Muhammed, 565, 789 Gazavât-ı Sultan Murad bni Muhammed Han, 663, 755 Gazavât-nâme, 397, 424, 554, 613, 772 Gazâvâtü’n-nebî, 614 Gazâyirî, 36 Gazi Giray Han, 209 Gazne, 32, 34, 39, 40, 48, 81, 92, 121, 139, 313, 365, 770 Gazneli Mahmûd, 2, 28, 34, 36, 37, 39, 40, 44, 46, 47, 85, 87, 88, 89, 91, 92, 93, 94, 117, 118, 119, 125, 133, 137, 139, 140, 141, 281, 309, 382, 602, 774 Gazneli Sultân Mahmûd, 44, 381 Gazneliler, 2, 3, 5, 27, 28, 35, 37, 38, 42, 43, 44, 45, 66, 70, 79, 88, 92, 93, 94, 115, 117, 119, 121, 124, 132, 137, 139, 140, 141, 251, 278, 282, 381, 382, 755, 767, 776, 777, 778, 787 Gazneyn, 64 Gazzâlî, 331, 396 Gelibolu ehr-engîz, 584 Gelibolu ehrengizi, 615, 616, 656, 745 Gelibolulu Âlî, 126, 550, 553, 554, 577, 578, 580, 584, 587, 597, 614, 615, 638, 656, 745 Gelibolulu Muhyiddîn, 289 Gelibolulu Mustafa Surûrî, 432 Gelibolulu Sun’î, 111 Gelibolulu Sun'î, 475, 478, 787 Gelibolulu Vecihî, 616 Gelibolulu Za’îfî, 613, 634 Genceli Nizâmî, 31 807 806 Genc-i Esrâr-ı Ma’nî, 551, 572, 649, 788 Genc-i Leâl, 617 Gencîne-i ’câz, 571, 627, 751 Gencîne-i Râz, 552, 557, 579, 614, 634 Gerdizî, 88 Germiyan Beyi II. Ya’kûb, 315, 361 Germiyan Beyi Süleymân âh, 313, 323, 360 Germiyan Beylii, 311, 323 Germiyanoulları, 318, 355, 360, 361, 362, 787 Gerâsb-nâme, 20 Gevrekzâde Hâfız Hasan, 722 Gıyâseddîn I. Keyhüsrev, 340 Gıyâseddîn Keyhüsrev, 258, 264, 272, 281, 340, 341, 352 Gıyâsuddîn-i Sabbâg, 181 Gıyâsüddîn Muhammed, 192 Gibb, 9, 101, 102, 103, 114, 267, 296, 317, 386, 403, 405, 414, 417, 421, 486, 623 Gîlân, 205 Gîlânah, 361 Giritli Salacıolu Mustafa, 618, 648 Göktürk, 1, 134, 135 Gubârî, 52, 53, 172, 562, 572, 576, 614, 615, 625, 627, 666, 671 Gubârî Abdurrahmân, 576, 614 Gulâbî, 33 Gulâmhuseyn-i Yûsufî, 84 Gunyetü’l-fukahâ, 263 Gunyetü’l-kâtib ve Münyetü’ttâlib, 263, 759 Gurbetî, 571 Gurlular, 95 Gûy u Çevgân, 415, 578, 635, 648, 651, 652, 684, 761, 771, 784 Guz, 70, 140, 141 Guzîde-i Dâstânhâ-yi Mesnevî, 643 Güftî, 568, 571, 574, 577, 579, 636, 649, 788 Güftî Alî, 577, 579 Güher-rîz, 618 gül, 25, 29, 30, 31, 61, 65, 108, 113, 133, 163, 164, 212, 214, 222, 225, 228, 234, 236, 237, 238, 239, 241, 302, 306, 358, 421, 449, 450, 463, 464, 465, 466, 467, 468, 469, 470, 471, 472, 473, 474, 475, 476, 477, 478, 479, 480, 481, 482, 483, 492, 593, 594, 602 Gül ü Bülbül, 577, 615, 625, 630, 637, 642, 646, 650, 679, 689, 743, 751, 760, 777, 789 Gül ü Bülbül-i Fazlî, 642 Gül ü Hüsrev, 324, 363, 577, 609, 612, 637, 679, 694, 772, 776, 788 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Gül ü Nevrûz, 578, 612, 615, 628, 639, 664, 670, 764 Gülhanî, 177, 182 Gül-i Sad-berg, 405, 417, 565, 570, 580, 602, 614, 617, 629, 656, 659, 665, 666, 749, 752, 759 Gül-i Sad-berg-i bî-Hâr, 405 Gülistân, 56, 123, 128, 159, 304, 372, 375, 414, 422, 573, 599, 620, 627, 630, 672, 673, 734, 761, 766, 767, 777, 789 Gülistan Tercümesi, 372 Gülistân’ın Manzum ve lâveli Tercümesi, 372 Gülistân-ı emâil, 630, 761 Gülehrî, 49, 53, 285, 304, 305, 313, 361, 374, 384, 557, 562, 572, 573, 608, 619, 628, 642, 643, 644, 647, 649, 651, 662, 670, 681, 688, 689, 690, 691, 693, 697, 700, 702, 733, 734, 735, 736, 737, 738, 739, 742, 754, 767, 768, 772, 774, 777, 780, 782, 788 Gülen-âbâd, 572, 614, 637, 655, 690, 781 Gülen-i Ak, 573, 618, 643, 673, 695, 768, 779 Gülen-i Dâni, 618 Gülen-i Ebrâr, 628 Gülen-i Efkâr, 573, 616, 781 Gülen-i Envâr, 472, 552, 555, 556, 557, 558, 580, 586, 614, 629, 631, 757, 787 Gülen-i Esrâr, 53, 614, 634, 782 Gülen-i Hurremî, 566, 578, 618 Gülen-i Niyâz, 616, 627, 640, 643, 692 Gülen-i Râz Tercümesi, 369, 620, 636, 673, 758, 767, 786 Gülen-i Saruhânî, 52, 53 Gülen-i Sî-murg, 572, 614, 625 Gülen-i Tevhîd, 614, 642, 647, 666, 781 Gülen-i uâk, 565 Gülen-i Vahdet, 554, 572, 614, 628, 644, 650, 781 Gülen-nâme, 304, 374, 649, 788 Gülzâr-ı Ak, 648, 696 Gülzâr-ı Ma’nevî, 630, 632, 643 Gümü-Tigin Ahmed Gazi, 269 Gümütigin Melik Ahmed Gazi, 345 Günay Kut, 144, 301, 303, 423, 513, 650, 662, 668, 669, 673, 675, 680 Güvâhî, 398, 408, 559, 562, 573, 578, 614, 629, 642, 679, 777 Habîb, 106, 161, 171, 408 Habîbî-i Berguâdî, 408 Hâbiyye, 552, 556, 561, 650, 789 Hâce Abdullah-i Ensârî, 44, 382 Hâce Bahâuddîn-i Nakibendî, 561 Hâce mam Burhan, 96 Hâce mam Fahreddîn-i Kûff, 96 Hâce Tabîb Buharî, 58 Hacı Bayram-ı Velî, 318, 362, 369, 499, 502 Hacı Bekta’ın Nasihatleri, 336 Hacı Bekta-ı Velî, 263, 290, 302, 335, 762 Hacı Mustafaoglu, 571 Hacı Paa, 363, 777 Hâcû-yi Kirmânî, 370, 371, 579, 587 Hadâiku's-sihr, 432, 433, 453, 787 Hadâiku's-sihr fî Dakâ'iki'-i'r, 432 Hâdî, 659 Hadîdî, 549, 615, 646 Hadikatü's-süeda, 637 Hadîs-i Erba’în, 632, 762 Hâfız, 4, 8, 21, 22, 23, 24, 25, 28, 51, 56, 60, 61, 62, 63, 66, 69, 70, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 152, 154, 166, 168, 174, 175, 180, 181, 193, 195, 198, 199, 200, 201, 203, 206, 218, 318, 372, 380, 399, 408, 574, 585, 613, 617, 640, 722, 745, 758, 759, 762, 767, 773, 775, 778, 788 Hâfız Abdullâh b. Halîl b. Alî, 617 Hâfız Alî, 168, 180 Hâfız Alî-i Câmî, 168 Hâfız Celâlüddîn-i Mahmûd, 175 Hâfız Dîvânı, 123, 126, 127, 128 Hâfız Dîvanı erhi, 127 Hâfız Halîl, 613 Hâfız Muhammed Sultân âh, 175 Hâfız Penâhî, 152, 180 Hâfız Sa’d, 166 Hâfız Sultân Alî-i Obahî, 180 Hâfız Yârî, 168 Hâfız-ı Acem, 408, 745, 759 Hâfız-ı erbetî, 174 Hâfız-ı îrâzî, 193, 195 Hafî, 635, 652 Hafîzüddîn Muhammed elBezzâzî, 373 Hakan-ı Sa‘îd âhruh Mîrzâ, 178 Hakanî, 3, 4, 5, 21, 30, 36, 38, 43, 48, 61, 124, 129, 154, 190, 191, 382, 407, 552, 559, 570, 571, 579, 614, 632, 642, 644, 652, 676, 688, 762, 768 Hakanî Türkçesi, 3, 129 Hakanî-i îrvânî, 21, 124 Hakaniye Türkçesi, 283 Hakî Efendi, 615 Hâkî Mustafa Üsküdârî, 617 Hakîm, 37, 57, 117, 143, 154, 156, 179, 180, 209, 760, 780 Hakîm Enverî, 179 Hakîm Erzakî, 154, 179 808 807 Hakîm Esîrüddîn-i Ebherî, 179 Hakîm âh Muhammed bin Mubârek-i Kazvînî, 57, 143 Hakîm-i Senâ’î, 37, 117 Hakîrî, 173, 178, 576, 619 Hâlât-ı Pehlevân Muhammed, 186 Hâlât-ı Seyyid Hasan-ı Erdîr, 186 Halîfe, 513, 576, 614, 619, 676, 772 Halife Hiâm bin Abdülmelik, 14 Halîl Sultân, 179 Halîlî, 405, 559, 560, 569, 573, 610, 613, 635, 647 Halîl-nâme, 367, 559, 613 Halim Baki Kunter, 501 Halîmî, 399, 409, 561 Halimî Çelebi, 397 Halkî-i Buhârî, 181 Hallâc-ı Mansûr, 329, 336, 440 Halluh, 64, 68 Hallü Mükilât, 369 Halûk pekten, 144, 210, 211, 394, 395, 398, 399, 413, 655, 658, 673, 744 Hamdî, 110, 111, 161, 422, 426, 501, 552, 553, 555, 556, 557, 558, 559, 562, 564, 565, 575, 576, 581, 582, 583, 585, 587, 591, 593, 611, 612, 619, 620, 627, 628, 633, 645, 646, 663, 668, 672, 677, 679, 681, 682, 683, 689, 766, 772, 777 Hamdî Baba, 501 Hamdullâh Hamdî, 109, 110, 111, 551, 556, 571, 574, 591, 593, 628, 659, 749, 755 Hamid Baba, 501 Hâmidî, 52, 53, 405, 576, 631, 641, 659, 674, 749, 753, 759 Hamse, 31, 160, 421, 619, 626, 638, 644, 645, 654, 657, 659, 661, 665, 675, 683, 685, 769, 775 Hamsetü’l-mütehayyirîn, 186 Hamû-nâme, 325 Hâmû-nâme, 53, 609, 651, 667, 759 Han Ahmed Pâdiâh, 209 Han Mîrzâ, 209 Hanefî mezhebi, 529 Hanzala-i Bâdgîsi, 16 Haraççı Hüsâm, 407 Harezm, 40, 42, 135, 317, 329, 784 Harezm Türkçesi, 135, 784 Hârezmî, 609 Hârezmahlar, 28, 332 Harîmî, 156, 168, 171, 561, 576, 611, 614 Harîmî-i Kalender, 156, 168 Harizmah, 80 Har-nâme, 319, 362, 654, 663, 675, 684, 755, 770, 773 Harput, 343, 348 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A Harran, 347, 625, 632, 635, 744 Hasan Alî, 172, 176 Hasan Aynî, 618 Hasan b. Abdü’l-mü’min-i Hoyî, 263 Hasan Big ükroglı, 210 Hasan Bura Han, 37, 132 Hasan Can, 393, 398 Hasan Çelebi, 361, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 409, 410, 411, 412, 413, 414, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 424, 425, 426, 427, 428, 429, 430 Hasan Dâni Be, 669 Hasan Nâdir Efendi, 629 Hasan Rızâyî, 617 Hasan Ziyâ'î, 481, 669, 762 Hasan-ı Dihlevî, 154, 193, 197, 203 Hasanü'l-ükrî, 666 Hasb-ı Hâl, 633 Hasbıhal, 579 Hasbihal-i Safi, 638, 650, 651 Hasbihâl-nâme, 53 Hasîb, 617 Hasibe Mazıolu, 7, 384, 651, 654, 655, 665, 670, 671, 673, 743, 764, 768 Hassân, 367, 407, 609, 612, 753 Hâimî, 166, 171, 182, 211, 409, 561, 577, 614, 629 Hâimî-i Acem, 409 Hatâ, 64, 65 Hatâî, 52, 220, 400, 576, 614 Hatâyî-i Tebrizî, 629 Hâtem, 23, 74, 159, 423, 699 Hâtemî, 178, 409 Hâtem-i Tâyî, 159, 423, 699 Hatîb-i Dımıkî, 432 Hatîbolu, 302, 367, 555, 556 Hâtifî, 170, 614, 670 hâtime, 155, 281, 584, 585, 586, 587, 588, 602, 603 Hâverî, 162, 163, 169, 403 Hay b. Yakzan, 331 Hayâl u Yâr, 638 Hayâlî, 166, 394, 395, 397, 410, 411, 441, 469, 471, 572, 611, 612, 627, 644, 769, 783 Hayâlî Abdulvehhâb Çelebi, 398 Hayâl-i Behcet-âbâd, 617, 627 Hayâlî Bey, 441, 469, 471 Hayâlî Çelebi, 394, 395 Hayâtî, 561, 576, 677 Hayâtü’l-hayvân, 396 Hayber, 74, 75, 120, 559 Haydar, 8, 168, 176, 182, 205, 210, 447, 528, 620, 630, 656, 660, 666, 669, 672, 675, 757 Haydar Kelîc, 210 Haydar Tilbe, 630 Haydarîlik, 335 Haydariye, 327 Hayr-âbâd, 112, 578, 616, 636, 775 Hayret Mehmed Efendi, 618, 633 Hayretî, 128, 181, 468, 561, 615, 662 Hayretî Dîvânı, 128 Hayretü 'l-ukalâ, 315 Hayretü’l-ebrâr, 186, 561 Hayrî-nâme, 660, 661, 665, 676 Hayriyye-i Nâbî, 550, 562, 643, 645, 677, 775 Hayrü’l-lügat, 618 Hayyâm, 29, 743 Hazer, 70, 520 Hazînî, 172, 210, 570, 579 Hecr-nâme, 405, 553, 577, 578, 615, 659, 749 Heft-hvân, 554, 557, 558, 565, 578, 585, 587, 588, 590, 643, 775 Heft-manzar, 615 Heft-peyker, 578, 583, 612, 615, 664, 669, 676, 751, 765, 771 Heft-Peyker, 57, 629 Heftrengî, 181 Heft-seyyâre, 617 Hekîm Bereket, 357 Hekim Mahmûd-ı Engüriyeî, 264 Hekim ah Kazvînî, 396 Hemedan, 205 Hemedanlı Fâ’izî, 206 Herat, 15, 44, 57, 64, 121, 143, 144, 147, 159, 201, 319, 382, 423, 427 Hersek-zâde Ahmet Paa, 398 Het-Behit, 144, 412, 423, 614, 627, 780 Hevâî Abdürrahman, 576 Hevâî Mustafa, 576, 614 Hevâyî, 169, 537, 614, 616 Heves-nâme, 405, 556, 578, 589, 595, 610, 613, 626, 647, 682, 694, 748, 781 Heyâkilü’n-nûr, 261 Hıtâ, 64, 70, 139 Hızâne-i Âmire, 218 Hızır Bey, 367 Hızır bin brâhîm Han, 34, 133 Hızır Han bin brâhîm, 35, 37 Hızrî, 126, 173, 410, 627 Hicaz, 28, 55, 68, 95, 288, 401 Hicret-nâme, 571, 775 Hicretü’n-nebî, 568, 617, 663, 755 Hidâye ve Vikâye Tercümesi, 368 Hikâye, 307, 322, 362, 608, 627, 641, 642, 648, 658, 660, 669, 677, 686, 688, 772 Hikâye-i Delletü’l-Muhtel, 608 Hikâye-i Leylâ vü Mecnûn, 641 Hikâye-i Manzûme-i âh u Gedâ, 648 Hikâyet-i Ahmed ü Mahmûd, 430 Hikâyet-i Ebû Derdâ ve Hatun, 667 Hikmet, 52, 107, 130, 161, 190, 210, 211, 301, 303, 316, 370, 426, 626, 633, 634, 809 808 641, 650, 651, 663, 665, 667, 670, 692, 693, 743, 746, 759, 763, 777, 788 Hikmet laydın, 301, 303 Hikmet-nâme, 626, 634, 692, 763 Hikmetü’l-irâk, 261, 331 Hilâlî, 72, 149, 171, 411, 615 Hilmî, 267, 550, 557, 559, 560, 563, 565, 584, 586, 588, 616, 645, 690 Hilye-i Aere-i Mübeere, 571, 616, 757 Hilye-i Çâryâr-i Güzîn, 639, 753 Hilye-i Çihâr-yâr-ı Güzîn, 616 Hilye-i Çihâr-yâr-i Güzîn, 571, 753 Hilye-i Enbiyâ, 571, 616, 631, 645, 671, 682, 775 Hilye-i Fahr-i Âlem, 641 Hilye-i Hasaneyni’l-ahseneyn, 571, 617, 786 Hilye-i Hazret-i Mevlânâ, 617, 668, 752 Hilye-i Mevlânâ, 666 Hilye-i Sa’âdet, 614 Hilye-i Saadet, 552, 559, 646, 762 Hilyetü’l-envâr, 617 Himmetzâde Abdî, 571, 627, 751 Hind, 14, 28, 34, 40, 45, 48, 55, 94, 141, 217, 223, 244, 371, 396, 401, 744 Hindistan, 29, 34, 36, 40, 58, 67, 76, 79, 80, 86, 88, 91, 92, 93, 96, 104, 114, 141, 197, 217, 218, 278, 279, 281, 330, 347, 406, 743, 751, 752, 753, 776, 777 Hint, 1, 29, 66 History of Ottoman Poetry, 101 Hoca Dehhânî, 303, 313, 361, 770 Hoca Mes'ûd, 311, 312, 313, 361, 364, 365, 552, 555, 573, 620, 644, 652, 767, 770 Hoca Sadettin Efendi, 51, 394, 397, 399, 400, 405, 412, 497, 502, 504, 505, 507, 528, 529, 530 Hodaynamek, 118 Hodgson, 39, 85 Horasan, 2, 4, 6, 14, 15, 17, 32, 34, 42, 44, 54, 57, 64, 72, 78, 79, 87, 95, 96, 104, 114, 143, 147, 151, 153, 157, 161, 201, 249, 278, 284, 290, 301, 302, 332, 335, 336, 344, 345, 357, 381, 383, 393, 401, 426 Ho-edâ, 617 Ho-tab‘ Bâlî, 210 Hûbân-nâme, 617, 640 Hubbî Aye Kadın, 615 Hubey b. brâhîm et-Tiflisî, 367, 482 Hubey b. brâhîm-i Tiflisî, 345, 349 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Hubey-i Tiflisî, 344 Hulâsa der-lm-i Tıb, 287, 357 Hulâsatu’lahvâl der Letâfet-i Mevâ’iz-i Sahîhu’l-hâl, 615 Hulviyyât-ı âhî, 367 Hun, 1, 26 Hurîd ü Ferahâd, 323, 360, 608, 609, 638, 659 Hurîd-nâme, 323, 360, 512, 513, 556, 557, 559, 564, 577, 583, 584, 596, 599, 609, 626, 638, 653, 659, 749 Husâmî-i Vâ‘iz, 180 Huten, 63, 64, 70, 71, 139, 140 Huteybe, 17 Huzûrî, 209, 411, 572, 614 Hülâsatu’t-tıb, 366 Hümâ vü Hümâyûn, 370, 512, 577, 612, 670, 676, 763 Hümâî-i Semerkandî, 181 Hümâm, 180 Hümâyûn Mîrzâ, 152, 183 Hümâyûn Pâdiâh, 209 Hünkâr-nâme, 53, 613, 657, 747 Hür-zâd ile Peri-nejâd, 49, 264 Hür-zâd u Peri-nejâd, 53 Hüsâmeddîn, 35, 253, 269, 272, 278, 432, 754 Hüsameddîn Sâlâr, 252, 267 Hüsamettin Erdem, 329 Hüseyin Alî-i Celâyir, 176 Hüseyin bin Ahmed, 118 Hüseyin Hilâtî, 347 Hüseyin evket, 399 Hüseyin Vassâf, 642, 648, 696 Hüseynî, 319, 562, 570 Hüseyn-i Baykara, 193, 196, 199, 203, 758 Hüseyn-i Kefevî, 128 Hüsn ü Ak, 112, 554, 555, 557, 558, 561, 562, 565, 573, 586, 617, 619, 621, 628, 633, 636, 640, 641, 644, 645, 647, 650, 651, 652, 655, 656, 659, 664, 665, 666, 668, 669, 674, 675, 687, 690, 696, 698, 757, 782, 788 Hüsn ü Dil, 403, 415, 416, 551, 557, 559, 560, 578, 585, 587, 615, 644, 675, 680, 769, 788 Hüsrev ü îrîn, 56, 69, 109, 111, 112, 319, 322, 323, 362, 365, 366, 370, 403, 405, 430, 513, 528, 549, 554, 555, 561, 563, 564, 565, 566, 568, 569, 575, 576, 581, 582, 585, 594, 608, 609, 611, 614, 616, 620, 628, 631, 642, 651, 652, 659, 663, 665, 667, 669, 672, 673, 675, 676, 679, 681, 684, 695, 753, 757, 759, 760, 762, 766, 767, 769 Hüsrev-i Dihlevî, 9, 62, 141, 154, 160, 188, 189, 193, 194, 195, 201, 203, 561, 579, 619, 774, 785 Hüsrev-nâme, 324, 363 Hvâce ‘mâd, 177 Hvâce Abdullâh-ı Sadr, 176 Hvâce Ahmed-i Mücellid, 169 Hvâce Alâüddîn, 177 Hvâce Behâ’üddîn, 180 Hvâce Ebû shâk, 168 Hvâce Ebû Nasr, 176 Hvâce Ebû Sa‘îd, 176 Hvâce Ebû Tâhir, 176 Hvâce Ebu’l-kâsım, 180 Hvâce Efdal, 177, 209 Hvâce Efdal-i Terke, 209 Hvâce Evhad-i Müstevfî, 167 Hvâce Eyyûb, 180, 181 Hvâce Fazlullâh, 167, 177 Hvâce Fazlullâh Ebu’l-leysî, 167 Hvâce Habîbu’llâh-i Terke, 209 Hvâce Habîbullâh, 151 Hvâce Hâfız Ahmed, 181 Hvâce Hâfız Mîr, 180 Hvâce Hâfızî, 181 Hvâce Hasan Hızır âh, 168 Hvâce Hâim, 181 Hvâce Hâimî, 180 Hvâce Hord, 150, 177 Hvâce Huseyn-i Senâ’î, 210 Hvâce Hüseyin-i Kîrengî, 176 Hvâce Hüsrev, 177 Hvâce Hvâvend, 177 Hvâce smet, 166 Hvâce smetullâh, 166 Hvâce Kelân-ı Bezzâz, 173 Hvâce Kemâlüddîn-i Hüseyin, 176 Hvâce Kemâlüddîn-i Ûdî, 174 Hvâce Kutbuddîn, 176 Hvâce Kutbuddîn Ahmed, 176 Hvâce Mahmûd, 176 Hvâce Maksûd-ı Kâzerûnî, 178 Hvâce Mansûr, 173 Hvâce Mes‘ûd, 168, 178 Hvâce Mes‘ûd-ı Kûmî, 168 Hvâce Mîrek, 152, 183 Hvâce Muhammed-i Ketf, 181 Hvâce Mûsâ, 171 Hvâce Muzaffer-i Mi‘mâr, 178 Hvâce Mü’eyyed Dîvâne, 168 810 809 Hvâce Mü’eyyed Mehne, 168 Hvâce Müseyyeb, 169 Hvâce Nasîruddîn-i Tûsî, 179 Hvâce Sultân Muhammed, 175 Hvâce Tâhir Muhammed, 181 Hvâce Yahyâ, 176 Hvâce Yûsuf Burhân, 169 Hvâce Yûsuf-ı Mehne, 176 Hvâcû Kirmân, 154 Hvâcû Kirmânî, 180 Hz. Âdem, 86, 501 Hz. Aie, 87 Hz. Ali, 159, 286, 321, 336, 416, 498, 559, 574, 607, 612, 623, 755 Hz. Alî, 558, 559, 560 Hz. Ebû Bekir, 420, 558, 559, 612 Hz. Hamza, 559, 560, 602, 605 Hz. Hasan, 559, 560, 602, 605 Hz. Hüseyin, 559, 560 Hz. sa, 336 Hz. Mariye, 322 Hz. Muhammed, 86, 270, 322, 409, 522, 557, 558, 559, 560, 562, 571, 574, 607, 611, 612 Hz. Nuh, 83 Hz. Osmân, 558 Hz. Ömer, 558, 559, 612 Hz. Peygamber, 91, 92, 111, 270, 275, 281, 321, 322, 325, 351, 371, 426, 463, 464, 465, 466, 492, 498, 505, 528, 543, 556, 557, 558, 559, 560, 608, 674, 699, 727, 728, 729, 785 I. Alâeddîn Keykubâd, 49, 332, 333, 341, 343, 370 I. Bâyezîd, 323 I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, 49, 252, 257, 264, 271, 333, 340, 341 I. zzeddîn Keykâvus, 253, 254, 257, 264, 275, 276, 278, 281, 341, 348 I. Süleymân Paa, 366 II. Bâyezîd, 7, 395, 396, 397, 404, 406, 407, 408, 409, 412, 414, 418, 420, 422, 429, 501, 502, 503, 504, 513, 561, 722, 727, 751 II. Gıyâseddîn Keyhüsrev, 258, 278, 341 II. zzeddîn Keykâvus, 258, 278, 367 II. Keykâvus, 276, 277 II. Kılıç Arslan, 261 II. Murâd, 50, 304, 317, 318, 332, 362, 367, 368, 369, 370, 371, 372, 373, 374, 561, 619, 685 II. Rükneddîn Süleymân, 49, 271 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A III. Murâd, 52, 56, 359, 395, 562 III. Murat, 385 Irak, 2, 5, 14, 44, 48, 55, 64, 72, 78, 86, 95, 96, 159, 201, 205, 280, 288, 381, 383, 391, 401 Irakeyn, 95, 391, 407 Istılâhât-ı Edebiye, 454 Istılâhâtü'-i'riyye, 432, 784 Ik-nâme, 323, 565, 577, 585, 608, 609, 614, 649, 652, 654, 679, 689, 789 bn Arabî, 263, 282, 300, 330 bn Bîbî, 35, 49, 53, 85, 251, 252, 253, 254, 259, 264, 268, 269, 271, 272, 273, 274, 275, 276, 277, 278, 282, 331, 343, 348, 352, 355, 356, 371 bn Fellûs, 346 bn Hâim, 347 bn Haldun, 105 bn Hallikân, 88, 345 bn Makula, 256, 340 bn Mukaffâ, 118 bn Tagribirdî, 400, 414 bn Tufeyl, 331 bn-i Arabî, 266, 273, 328, 329 bni Baytar, 363 bn-i Hatîb-i Gencei, 180 bn-i Îsî-i Saruhanî, 570 bn-i Kemâl, 398, 785 bn-i La‘lî, 168 bn-i Lablab, 350 bni Muhnef Lutolu, 366 bn-i Sinâ, 721 bn-i Sînâ, 187, 347, 775, 779 bn-i Sirin, 482 bnü Reîku'l-kayravânî, 431 bnü’l-baytar, 349 bnü’l-Baytar, 350 bnü’l-cevzî, 341 bnü’l-esîr, 88, 257, 341, 343 bnü’l-Esîr, 259, 260 bnü’l-Kemâl, 260, 269, 340, 351 bnü'l-mu'tezz, 431 brâhîm, 34, 52, 53, 130, 132, 133, 162, 174, 177, 179, 209, 261, 269, 322, 336, 345, 347, 349, 350, 366, 367, 370, 411, 412, 419, 470, 482, 501, 509, 512, 532, 552, 554, 556, 571, 572, 574, 579, 600, 601, 607, 608, 614, 615, 617, 630, 634, 639, 644, 647, 664, 674, 722, 749, 753, 763, 764, 769, 782 brâhîm b. Abdullah, 347 brahim b. Edhem Kıssası, 639 brâhîm Beg, 572, 630, 763 brâhîm Bey, 366, 370 brahim bin Bâlî, 574 brâhîm Gülenî, 53, 411 brâhîm Han, 130 brahim bn-i Bâlî, 626, 634, 692 brâhîm Muhammed Halîl, 177 brâhîm Paa, 162, 419, 470, 532 brâhîm Tennûrî, 630 brâhîm-i Gülenî, 52, 614 brâhîm-i Sânî, 336 branice, 305 bret-nümâ, 415, 560, 614, 628, 629, 691, 781 btidâ-nâme, 53, 266, 296, 641, 677, 761, 781 dris Bey, 576 dris Hoca, 336 drîs-i Bidlîsî, 53, 397, 412 htiyârât min-Mecma’i’rrubâ’iyyât, 264, 274 htiyarât-ı Muzafferî, 343 hyâ-yı Dil, 671 kbâl-nâme, 612 ladus, 721 lâhî, 8, 52, 412, 476, 507, 517, 572, 599, 609, 759 lâhî Bey, 412 lâhî-nâme, 572 lek, 65, 70 lhâme-i Miftâh, 4, 104 lig, 70 lmî, 161, 180, 255, 402, 404, 506, 617, 650, 651, 654, 656, 658, 659, 660, 664, 665, 666, 668, 669, 674, 679, 681, 685, 687, 751, 760, 765, 766, 777, 779, 782, 787, 789 lyas b. Ahmed, 345, 750 lyas Bey, 366 lyas ibni sa-yı Saruhâni, 722 lyâsiyye, 366 mâdeddîn Yahya b. Ahmed elKâî, 345 mâduddîn-i Lor, 180 mâd-zâde Velî b. Yûsuf-ı mâdî, 615 mâm Ahmed-i Gazâlî, 179 mâm Ali Hayem, 264 mâm Alî Hayem, 275 mâm Ebû Yûsuf, 561 mâm Hanbel, 560 mâm Hüsam-ı Buharî, 96 mâm Mâlik, 560 mâm Muhammed, 561 mam Mûsâ Kâzım, 336 mâm Nâsıruddîn brâhîm, 190 mâm âfî, 560 mam âfiî, 721 mâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, 373 mam-ı Ebû Hanîfe, 560 mâm-ı Gazâlî, 344 mâmî-i Herevî, 179 mâmkulı Big Füsûnî, 210 mâmzâde Ahmed, 576 mâm-zâde Ahmed, 614 mru’l-kays, 16, 26 nce Bedreddîn, 369 nisi Hüseynî, 176 intak, 451 ntihâb-ı Süleymânî, 366 ntihâ-nâme, 53, 266, 298 psalalı Ebu’l-hayr, 571, 761 811 810 ran, 1, 3, 4, 5, 7, 10, 13, 14, 15, 16, 19, 21, 22, 23, 25, 26, 27, 29, 30, 32, 34, 37, 38, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 47, 48, 50, 51, 54, 55, 57, 58, 59, 61, 69, 72, 73, 79, 80, 83, 84, 95, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 107, 109, 112, 114, 115, 117, 118, 119, 122, 124, 125, 126, 131, 137, 138, 141, 143, 144, 158, 187, 195, 196, 205, 207, 209, 210, 212, 217, 218, 224, 257, 258, 264, 267, 273, 278, 282, 283, 288, 293, 294, 302, 312, 313, 314, 318, 322, 323, 330, 331, 339, 340, 341, 360, 362, 363, 364, 366, 367, 379, 380, 381, 383, 384, 385, 386, 391, 395, 396, 398, 399, 400, 401, 403, 406, 412, 414, 418, 424, 429, 432, 492, 547, 561, 562, 572, 573, 575, 579, 586, 587, 602, 608, 609, 611, 612, 613, 622, 624, 634, 657, 661, 685, 745, 747, 748, 751, 752, 753, 754, 756, 765, 766, 770, 774, 778, 779, 782, 783 ran iiri, 9, 16, 99, 101, 386 ran’ın En Güzel Söz Sanatı, 99 ristay Kuçkartayev, 144 râd, 346, 570, 595, 601, 658, 748 râd el-Hussâb fî el-Meftûh min lm el-Hisâb, 346 râdü'l-mürîd ile'l-murâd fîTerceme-i Mirsâdü'l-ibâd, 370 Îsâ Tarhan, 150 sfahan, 35, 55, 72, 121, 205, 207, 211, 217, 262, 272, 280, 352, 401 sfahan Selçukluları, 262, 272, 352 sfendiyar, 79, 80, 366 sfendiyar Bey, 366 shak Çelebi, 397, 398, 412, 413, 424, 578, 615, 634, 655, 661, 680, 744, 778, 779 skender, 24, 31, 57, 77, 79, 80, 81, 82, 90, 91, 138, 178, 205, 252, 276, 314, 361, 363, 367, 423, 550, 556, 562, 575, 580, 585, 608, 612, 613, 615, 625, 630, 636, 637, 646, 649, 664, 676, 677, 680, 686, 693, 743, 744, 762, 768, 777, 786 skender bin Hacı Paa, 367 skender Han Afar, 205 skender-i Kebîr, 24 skender-nâme, 57, 314, 363, 550, 556, 580, 585, 608, RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL 612, 613, 615, 625, 630, 637, 649, 676, 677, 680, 686, 693, 743, 744, 786 slâm, 2, 3, 4, 10, 13, 14, 15, 27, 28, 39, 40, 41, 42, 43, 45, 47, 50, 77, 84, 85, 87, 88, 89, 92, 93, 94, 95, 99, 104, 107, 112, 114, 119, 123, 129, 131, 134, 137, 138, 152, 166, 180, 187, 191, 192, 202, 203, 249, 256, 260, 270, 273, 278, 281, 290, 327, 328, 329, 330, 331, 335, 340, 344, 345, 346, 347, 348, 349, 353, 354, 356, 369, 379, 381, 382, 392, 394, 395, 396, 432, 492, 498, 502, 503, 506, 507, 513, 514, 524, 527, 528, 529, 532, 533, 561, 607, 609, 611, 612, 615, 635, 636, 637, 638, 643, 654, 667, 686, 723, 726, 727, 743, 744, 749, 750, 751, 752, 756, 761, 763, 765, 766, 767, 773, 776, 777, 779, 780, 781, 783, 784, 785, 786, 788 slamî, 4, 43, 314, 322 slâmiyet, 2, 14, 16, 27, 73, 101, 104, 106, 129, 138, 140, 612, 737 smâ’îl bin Hasan el-Cürcânî, 373 smâ’îl-i Erdebilî, 426 smâ’îl-i E’as, 482 smâ’îl-i Safevî, 51, 52 smail Hikmet Ertaylan, 210, 211, 316, 743, 788 smail Ünver, 570, 606, 618, 637 smâîl-i Safevî, 400 smailîler, 86 smet Cemilolu, 364 smet Settârzâde, 127 smet-i Buhârî, 193, 196, 203 spanya, 99, 349 spehbûd Merzbân b. Rüstem, 275, 351 stanbul, 7, 10, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 80, 100, 115, 129, 135, 136, 152, 153, 159, 160, 162, 211, 245, 302, 311, 324, 363, 391, 392, 393, 394, 395, 396, 397, 398, 399, 401, 402, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 409, 410, 411, 412, 413, 414, 415, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 425, 426, 427, 428, 430, 433, 449, 464, 470, 492, 500, 502, 503, 504, 507, 508, 537, 578, 605, 607, 610, 615, 616, 619, 620, 621, 622, 623, 624, 625, 626, 627, 628, 629, 630, 631, 633, 634, 635, 636, 637, 638, 639, 640, 641, 642, 643, 644, 645, 646, 647, 648, 649, 650, 651, 652, 653, 654, 655, 656, 657, 658, 659, 660, 661, 662, 663, 664, 665, 666, 667, 669, 670, 671, 672, 673, 674, 675, 676, 678, 679, 680, 681, 682, 683, 684, 685, 687, 688, 689, 690, 691, 692, 693, 694, 695, 696, 697, 698, 722, 727, 743, 744, 745, 746, 747, 748, 749, 750, 751, 752, 753, 754, 755, 756, 757, 758, 759, 760, 761, 762, 763, 764, 765, 766, 767, 768, 769, 770, 771, 772, 773, 774, 775, 776, 777, 778, 779, 780, 781, 782, 783, 784, 785, 786, 787, 788, 789 stanbul ehrengîzi, 405, 615, 616, 654 isti’âre, 434, 447, 448, 449, 450, 451, 453, 454, 455, 456, 457, 458, 460, 461 stilâhât-i ‘rfâni-yi ‘râkî, 263, 782 rakîlik, 331 rakiye, 271 ret-nâme, 421, 578, 615, 625, 628, 661, 678, 745, 755, 773 tikad-nâme, 614 vaz Gazi, 209 zâh, 529, 534 zmir, 333, 406, 410, 498, 619, 620, 633, 643, 644, 646, 647, 652, 654, 668, 673, 675, 685, 687, 744, 749, 765, 767, 768, 769, 777, 782, 785, 786, 787 zzeddîn I. Keykâvus, 340 zzeddîn bn Hubel-i Musulî, 350 zzeddîn Keykâvus, 49, 252, 253, 258, 267, 272, 274, 275, 278, 281, 332 zzet Efendi, 640, 679, 758 zzet Molla, 618, 632, 646, 675, 769 zzetolu, 321, 608 zzüddîn Keykâvus, 85 Janos Hazi, 369 Johanson, 6, 47, 108, 284, 293, 295, 356, 383 Josef von Hammer-Purgstall, 99 Jul Verne, 58 Ka'be-nâme, 627, 634 Kabilî, 413 Kabûlî, 52, 169, 171, 178, 179, 182, 759 Kâbûs-nâme, 59, 273, 368, 372, 735, 737, 768 Kâbûs-nâme Tercümesi, 372 Kaçgar, 65 Kadı Abdurrahman, 395 Kadı Burhâneddîn, 266, 272, 281, 317, 492 812 811 Kadı Burhaneddin-i Anevî, 53 Kadı Darîr, 325, 609 Kâdı Han, 161 Kadı Mahmûd, 372 Kadı Sa'îd, 87 Kadıncık Ana, 336 Kadır Han, 46, 86, 137 Kâdı-yı Nûrî, 210 Kâdî Abdu’llâh-i Râzî, 209 Kâdî Abdullâh-i Gîlânî-i Lâhîcânî, 181 Kâdî Atâu’llâh, 209 Kâdî Esîrî-i Râzî, 210 Kâdî Îsâ, 177 Kâdî Muhammed mâmî, 167 Kâdî Nûrullâh, 180, 181 Kâdî Nûrullâh-i Sâveî, 181 Kâdî Osmân-ı Mâkî, 180 Kâdî Selâmullâh, 182 Kâdî eyh-i Kebîr, 182 Kâdî Yahyâ, 180 Kadîmî, 167, 576, 611, 619, 676, 772 Kâdîzâde, 173 Kâfzâde Fâizî, 568 Kâhî-i Kâbilî, 193, 196, 203 Kâimmakam Seyyid Süleymân Hüsnî, 433 Kalkandeleli Mu’îdî, 577 Kalkandelenli Fakîrî, 578 Kalkandelenli Muîdî, 614 Kâmî, 170, 576, 614, 617, 666, 688 Kâmî Mehmed, 576, 614, 666 Kâmî Mehmed Efendi, 666 Kâmil, 542, 572, 635, 696, 752, 758, 775 Kâmilü’t-ta’bîr, 261, 345, 367, 758 Kandahâr-nâme, 218 Kandehar, 73, 97, 217 Kân-ı Ma’ânî, 617 Kânî, 52, 53, 278, 472, 561, 617 Kâni-i Tûsî, 266, 278 Kansu Gavri, 393, 421, 425 Kânûn, 344, 348 Kanûn fi’d-dünyâ, 395 Kânûn erhi, 349 Kânûnî Sultân Süleymân, 51, 55, 162, 211, 393, 396, 399, 411, 422, 425, 602 Kânûnî ahmeran, 395 Kânûnu’l-edeb, 261 kapalı isti’âre, 449, 451, 453, 458 Kara Çelebi-zade Abdülaziz, 627 Kara Kitap, 109 Kara Mecmua, 59 Kara Osman, 371 Karaca Bey, 369 Karaca Paa, 413 Karaçelebi-zâde Abdülaziz Efendi, 616 Karaçi, 58 Karaferye, 403 Karahanlı, 3, 4, 5, 32, 36, 38, 40, 46, 47, 48, 94, 115, 124, 129, 132, 133, 134, 135, ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A 136, 137, 251, 268, 380, 382, 607, 766, 783 Karahanlıca, 6, 135 Karahanlılar, 3, 28, 29, 33, 35, 37, 40, 45, 89, 129, 130, 132, 134, 138, 139, 767, 778 Karaman, 53, 295, 301, 303, 310, 318, 362, 420, 687, 758, 771, 778 Karaman Oulları âh-nâmesi, 303 Karamanlı Aynî, 464, 481, 774 Karamanlı Figânî, 615 Karamanolu Mehmed Be, 355 Karârî, 209 Karluk, 64, 71, 140 Karmatîler, 88 Kârnâmek, 118 Kasâid ve Müneât ve Müraselât, 412 Kasantina, 349 Kasım b. Mahmûd-ı Karahisarî, 370 Kâsım b. Mahmûd-ı Karahisarî, 332 Kasım Bey, 366 Kâsım Big, 209, 210 Kâsım Veledî, 183 kaside, 5, 51, 140, 150, 160, 162, 187, 188, 190, 191, 192, 203, 264, 266, 272, 276, 277, 279, 280, 297, 302, 305, 308, 311, 314, 316, 319, 321, 399, 406, 407, 408, 417, 420, 421, 427, 432, 508, 539, 548, 555, 557, 560, 563, 581, 584, 602, 605 Kasîde-i Masnû’a, 192, 756 Kaside-i Mimiyye, 19 Kasîde-i Rûhiye, 264, 282 Kasîde-i Sarsarî erhi, 315 Kassâr-ı Ümmî, 33, 117 Kastamonu, 256, 259, 340, 343, 348, 366, 409, 694, 781 Kastamonulu Abdülahad Nûrî, 618, 675 Kastamonulu Latîfî, 614 Kastamonulu Ömer bin Ahmed, 366 Kastamonulu ânî, 614 Kastamonulu âzî, 321, 366, 571, 608, 630 Kâânî, 73, 722 Kagar, 2, 65, 66, 70, 71, 129, 139, 607, 779, 781 Kagarlı Mahmûd, 47, 130, 138, 283 Kagarlı Mecdüddîn Mehmed, 130 Kâifî, 613 Kâtib Çelebi, 144, 152, 403, 404, 405, 406, 410, 411, 412, 413, 414, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 423, 424, 428, 429, 430, 510, 527, 531, 623 Kâtibî, 166, 196, 403 Kâtibî-i Tarîzî, 196 Katrân-ı Tebrizî, 63 Katrân-ı Tebrîzî, 48 Kavâ’id-i Teysîr-i Kur’ân, 631 Kavâ’idü’r-resâ’il ve Ferâ’idü’lfezâ’il, 263 Kaya Bilgegil, 112, 433, 457, 620, 657, 675 Kaygusuz Abdal, 510, 573, 689, 691 Kayrevân, 80 Kays, 109, 441 Kayseri, 255, 256, 259, 260, 261, 269, 271, 272, 277, 288, 324, 332, 333, 339, 340, 344, 348, 350, 351, 352, 353, 363, 392, 397, 428, 500, 528, 623, 638, 640, 643, 645, 648, 649, 669, 674, 678, 679, 685, 692, 695, 747, 748, 750, 754, 755, 757, 763, 765, 769, 774, 776, 779, 780, 781, 783, 785, 787, 788, 789 Kayserili Gencî Pîr Mehmed, 617 Kaysunîzâde Mehmed, 574 Kaysunîzâde Mehmed Bedreddîn, 574 Kazvin, 78, 152, 205, 425 Kazvînî, 152, 153, 154, 155, 157, 158, 159, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 407, 408, 416, 422, 432, 439, 453, 746, 762, 780 Kazvinli Hâfız Sâbûnî, 206 Keçecizâde zzet Molla, 573, 579, 639, 643, 652, 695, 753, 779 Kefeli Hüseyin, 127, 745 Kelâmî, 679 Kelbî-i zü’l-kadr, 210 Kelîle ve Dimne, 53, 262, 266, 278, 304, 313, 326, 361, 365, 375, 554, 566, 684, 685, 734, 765, 784 Kelîle ve Dimne Tercümesi, 266 Kemâl, 31, 49, 149, 154, 160, 168, 169, 180, 193, 197, 203, 270, 318, 332, 392, 395, 397, 414, 468, 520, 539, 555, 573, 585, 598, 613, 614, 635, 640, 644, 646, 664, 687, 756, 759, 760, 762, 769 Kemâl smâîl, 154 Kemal Paa-zâde, 303, 392, 400, 403, 414, 755, 785 Kemâl Paa-zâde emseddîn Ahmed, 395 Kemal Ümmî, 570 Kemâl Ümmî Menâkıb-nâmesi, 613 Kemâleddîn Ebû Bekr b. Sâ’idü’r-râdî, 352 Kemâleddîn el-Hasan b. Ali elFârisî, 345 813 812 Kemâleddîn Hubey bin brâhîmi Tiflisî, 269 Kemâleddîn bn Yûnus, 345 Kemâleddîn-i Kâmyâr, 343 Kemâl-i Hocendî, 193, 197, 203, 318 Kemâl-i Kâmyâr, 49 Kemalolu smâ’îl, 553, 571, 609 Kemâluddîn smâ‘îl-i sfahânî, 180 Kemâlüddîn Hüseyn bin Aliyi'lvâ'iz-i Kâifî, 432 Kemâlüddîn smâ’îl Bey, 366 Kenzü’l-bedâyi’, 364, 408 Kenzü’l-cevâhir, 412 Kenzü’l-küberâ, 302, 361, 787 Kenzü'l-küberâ ve Mehekkü'l-ulemâ, 305, 311, 361, 787 Kerâmât-ı Ahi Evran, 305, 573, 600, 647, 673, 699, 701, 719, 767 Kerbelâ, 205, 336, 560, 754 Kerîmî, 570, 611, 658, 748, 762 Kerîmüddîn-i Nîâburî, 282 Kerküklü Muhammed Nevrûzî, 576 Kerküklü air Nevrûzî, 648, 786 Kerrâmîler, 87 Kesik Ba, 310 Kesikba Destanı, 322, 607, 609, 638, 747 Kesikbaın ntikamı, 643 Kesir, 106 Kefî, 52, 397, 614, 697, 780 Kefu’l-ebyât-i Mesnevî, 639, 647 Kefu’l-mahcûb li-Erbâbi’lkulûb, 44, 382 Kefu’z-zunûn, 510 Kefü’l-akabe, 256, 260, 261, 269, 340, 344, 345, 351, 750 Kefü’l-me’ânî, 325, 609 Kemir, 58, 66 Kevkebî-i Mervizî, 20 Keyânbîler, 117 Keyhüsrev, 33, 69, 77, 81, 82, 83, 84, 95, 122, 133, 257, 258, 262, 267, 271, 272, 275, 278, 281, 342, 352 Keyhüsrev b. Kılıç Arslan, 33, 133 Keykâvus, 59, 257, 268, 272, 276, 283, 287, 361, 368, 372, 735, 768, 785 Keykubâd, 49, 77, 82, 122, 254, 257, 261, 262, 263, 264, 265, 266, 272, 273, 275, 276, 277, 278, 284, 286, 301, 303, 341, 342, 344, 352 Keyümers, 83 Kıdem-nâme, 614 Kılıc Big, 210 Kılıç Tamgaç Han, 47, 132 Kınalı-zâde Ali Efendi, 396 Kıpçak Türkçesi, 135, 136 Kıpçakça, 7 Kırgız, 70, 71, 139 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Kırım Hanlıı Kadıasker Defterleri, 374 Kırımlı Abdülmecd, 576 Kırk Armaan, 570 Kırk Hadis Tercümesi, 644, 647, 672, 675, 780 Kırehir, 259, 304, 305, 353, 642, 689, 690, 691, 692, 693, 695, 697, 698, 699, 701, 719, 733, 742, 767, 769, 770 Kıssa-ı Ummân, 321 Kıssa-i brâhîm Edhem, 630 Kıssa-i Leyli Birle Mecnun, 627, 780 Kıssa-i Mukaffa, 321, 608, 785 Kıssa-i eyh Abdürrezzak Mesnevîsi, 669 Kıssa-i Ummân Cengi, 568 Kıssa-i Yûsuf, 325, 550, 562, 643, 650, 672 Kıtay, 139 Kıvâmî, 613, 630, 635, 638, 687 Kıyâfet-nâme, 522, 565, 672, 722, 726, 787 Kıyâfetü’l-nsâniyye fî-emâili’lOsmâniyye, 722 Kıyâsî, 552, 555, 577, 614, 635, 657, 747 Kız Destanı, 641 Kiçi Mîrzâde Seyyid Yahya, 577 Kiçik Mîrzâ, 179 Kiçkine Bahi, 144, 185 Kifâyetü’l-Firâse, 722 Kifâyetü’t-tıbb, 261, 349 kimya, 347 Kimyâ Risâlesi, 307 Kîmyâ-yı Sa’âdet, 273, 352 Kira Hatun, 333 Kirdeci Ali, 574, 608, 638, 658, 685, 747 Kirman, 86, 288 Kirmânî, 162, 182, 257, 265, 266, 282, 286, 288, 289, 328, 329, 333, 334, 340, 341, 351, 482, 483, 529, 670, 750, 751, 754, 760, 763, 765, 774 Kirvan, 73 Kisâî, 19 Kitâb el-Câmi’ fi’l-adviye elmüfrede, 349 Kitâb el-Celâle ve Huve Kelimât Allah, 263 Kitâb el-Letâif el-alâiyye fî elFedâil el-Seniyye, 352 Kitâb el-Mugnî fi’l-adviye elMüfrede, 350 Kitâb el-evâhid, 263 Kitâb Hilyet el-Abdâl, 263 Kitâb Hutbe fî-Keyfiyet Tertîb elÂlem ve eklih, 263 Kitâb dâd el-srâr fî-Esrâr elA’dâd, 346 Kitâb-ı Bostân-ı Nasayih, 555, 789 Kitâb-ı Diyarbekriyye, 128, 757 Kitâb-ı Edvâr, 374 Kitâb-ı Mahbûbiyye, 511, 512, 681 Kitâb-ı Maktel-i Âl-i Resûl, 626 Kitâb-ı Manzûme, 368 Kitâb-ı Manzûme-i Feyznâme-i lâhî, 635 Kitâb-ı Mebde'-i Nûr, 669 Kitâb-ı Nigâristân ve Hadîka-i Sebzistân, 614 Kitâb-ı Usûl, 565, 568, 580, 626, 783 Kitâbu Arâisi’l-mecâlis fî Kasasi’l-enbiyâ, 364 Kitâbu Evsafı Mesâcidi'-erîfe, 310 Kitâbu Miftâhu’n-nûr ve Hazâinü’s-sürûr, 366 Kitâbu Tercümâni'l-belâga, 431 Kitâbu’l-muhtâri’l-lugat fi’t-tıb, 349 Kitâbu’l-teshîl fî’t-tıbb ve’lhikme, 349 Kitâbu’s-Salât, 531 Kitâbu’s-Siyâse fî tedbîri’rRiyâse, 721 Kitâbu’-emsiyye, 559, 563, 565, 585, 635, 788 Kitâbu’-ifâ fî Ehâdisi’lMustafâ, 372 Kitâbu'l-bedî', 431 Kitâbu'l-beyân ve't-tebyîn, 431 Kitâbu'l-mu'cem fî maayiri E'âri'l-acem, 431 Kitâbü’l-beyân, 368 Kitâbü’l-câmii fi’l-edviyeti’lmüfrede, 363 Kitâbü’l-fevâ’id, 336 Kitâbü’l-Firâset, 721 Kitâbü’l-letâifü’l-alâiyye fi’lfezâili’s-seniyye, 263 Kitâbü’l-mevâzi’i’l-mülûk ve’sselâtîn, 349 Kitâbü’l-müntehab fi’t-tıb, 367 Kitâbü's-sınâ'ateyn, 431 Kitâbü't-tabîh, 373 Klasik Türk edebiyatı, 485, 608 Klasik Türk iiri, 98, 114 Koca Mustafa Paa, 398 Koca Râgıb Paa, 219 Koçhisarlı mâdüddîn Muhammed, 348 Konya, 33, 53, 55, 133, 160, 217, 259, 264, 267, 271, 272, 278, 280, 281, 286, 288, 290, 309, 310, 329, 332, 333, 334, 341, 344, 347, 348, 349, 352, 353, 355, 402, 420, 500, 522, 588, 592, 622, 639, 640, 641, 643, 646, 647, 649, 654, 662, 671, 674, 685, 687, 688, 690, 691, 694, 695, 697, 723, 728, 743, 744, 746, 748, 749, 750, 751, 752, 754, 761, 765, 766, 768, 771, 774, 775, 779, 780, 781, 782, 784, 786 Konyalı Nâlî, 616 814 813 Konyalı Zeynülmüneccim b. Süleymân, 343 Korkud, 7, 50, 315, 362, 623 Kosica, 369 kozmoloji, 345 Köprülüzâde Es’ad Paa, 576 Kuburî-zâde Abdurrahman Rahîmî, 577 Kûçek Big, 178 Kudsî, 167, 578, 583, 612 Kudurî, 305 Kudûrî Tercümesi, 305, 607 Kûh-ı Sâf, 164 Kûr Latîf, 182 Kur’ân, 24, 95, 109, 130, 260, 264, 298, 325, 344, 345, 352, 366, 431, 500, 502, 506, 510, 518, 559, 569, 574, 575, 682, 727, 781 Kur’ân-ı Kerîm, 109, 130, 325, 344, 366, 431, 506, 510, 559 Kura, 83 Kur, 159 Kûs-nâme, 405 Kutadgu Bilig, 1, 32, 33, 85, 119, 129, 130, 131, 132, 134, 140, 251, 285, 306, 361, 552, 559, 591, 607, 618, 625, 638, 640, 642, 643, 644, 647, 648, 649, 650, 651, 652, 653, 657, 660, 661, 662, 663, 664, 665, 666, 667, 669, 671, 672, 674, 677, 678, 679, 680, 682, 684, 685, 686, 687, 688, 691, 692, 695, 696, 747, 756 Kutalmı, 260, 343 Kutb, 564, 569, 576, 609, 613, 642, 644, 645, 650, 652, 653, 666, 667, 675, 680, 698, 699, 759, 764, 789 Kutbeddîn Haydar, 335 Kutbeddîn Melikâh, 271 Kutbeddîn-i îrâzî, 331, 343, 345, 349 Kutb-nâme, 613, 644, 645, 650 Kutbuddin znikî, 527, 528, 529, 531, 532 Kutbuddin eyh Muhammed b. Muhammed el-znikî, 528 Kutlu Melek Hatun, 353 Kuzey Mezopotamya, 256, 340 Kübrevîlik, 332, 333 Küçek Ahmed-i Rifaî, 333 Küçek Seyyid Ahmed-i Rifaî, 333 Külliyât fi’t-tıbb, 350 Külliyât-ı Kânûn, 349 Kümmiyet, 17 Kütahya, 259, 318, 353, 360, 642, 691, 693, 695 Kütahyalı Rahîmî, 474, 774 Ladikli Mehmed bin Âık Selman, 609 Ladikli Mehmed bin Âık Selmân, 325 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A Lahican, 205 Lahor, 44, 382 lâle, 31, 64, 108, 113, 199, 468, 470, 471, 472, 473, 474, 475, 476, 478, 480 Lâmi’î Çelebi, 398, 414, 415, 416, 553, 563, 570, 571, 576, 577, 578, 583, 602, 614, 615, 626, 629, 631, 637, 658, 684, 749, 765, 772, 784, 786, 788 Lâmiî-i Gürgânî-i Dehistânî, 81 Lârendeli Hamdî, 576, 614, 619, 677, 689, 772 Latîfî, 169, 361, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 409, 410, 411, 412, 413, 414, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 424, 426, 427, 428, 429, 430, 513, 528, 570, 579, 753, 772, 784 Lebîd, 17 Lemeât, 263, 279, 369, 375, 734 Leningrad, 145, 646 Letâ’if-nâme, 57, 143, 415 Letâ’ifü’l-hikme, 264, 352 Letâif, 150, 151, 155, 156, 166, 352, 404 Letâ'if-i Gaybiye, 128 Letâif-nâme-i Fahrî, 150 Letâyif-nâme, 570 Leylâ, 21, 22, 56, 109, 306, 362, 405, 410, 474, 478, 486, 487, 494, 551, 552, 555, 556, 561, 565, 568, 576, 582, 583, 587, 589, 591, 593, 595, 606, 611, 614, 616, 618, 619, 620, 621, 626, 627, 628, 630, 632, 635, 636, 638, 639, 640, 641, 643, 644, 645, 646, 649, 650, 651, 653, 654, 655, 656, 658, 659, 662, 665, 668, 669, 671, 672, 674, 675, 676, 677, 679, 683, 686, 688, 689, 691, 695, 696, 746, 749, 751, 753, 755, 757, 760, 762, 765, 768, 769, 772, 781, 783 Leylâ vü Mecnûn, 56, 109, 306, 362, 405, 410, 474, 478, 486, 494, 551, 552, 555, 556, 561, 565, 568, 576, 582, 583, 587, 589, 591, 593, 595, 606, 616, 618, 620, 621, 626, 630, 632, 635, 638, 641, 643, 654, 655, 659, 662, 665, 672, 674, 679, 683, 749, 751, 753, 757, 760, 762, 765, 781 Leylî u Mecnûn, 625 Leylî vü Mecnûn, 186, 639, 641, 654, 746, 751 Likâî, 576, 614 Likâyî, 416 Lisânu’t-tayr, 186 Lisânü’t-tayr, 549, 559, 561, 572, 746 Litteratura Turchesca, 100 Livâî, 630 Lokman bin Hüseyn, 722 Lokman bin Seyyid Hüseyin, 577 Lokmanî Dede, 573, 615, 641 Lubâbu’l-elbâb, 17, 18, 47, 749 Lugat-i Furs, 43, 382 Lugat-i Müselles, 58 Lugat-nâme, 30, 756 Lutfî Muhammed Efendi, 668 Lutfî Paa, 397 Lutfî-i Sânî, 172 Lutfiyye, 554, 573, 586, 617, 639, 647, 650, 670, 679, 691, 751, 764, 787 Lutfiyye-i Vehbî, 617, 647, 670, 764 Lü’lü’î, 33 Lüccetü’l-esrâr, 188 Lügat-i Abdülkerim, 615 Lügat-i Feyzî, 617 Lügat-i Manzûme, 615 Lügat-i Nâcî, 218, 774 Lülü Paa, 361 Lütfî Mehmed Dede, 666 Lütfî Paa, 416 Lütfullah b. Fazlullah, 367, 482 M. Fatih Köksal, 303, 308, 318, 402, 403, 418, 434, 620, 656, 665, 672, 675, 690, 692, 693, 697, 698, 701, 742, 744, 766, 767, 769, 788 Ma’âlî, 53 Ma’ârif, 263, 515, 516, 760, 780 Ma’lûmât, 399 Ma’nevî, 53, 412, 658, 685, 748 Macaristan, 369 Mâcerâ-yi Mâh, 566, 578, 615 Maçin, 70, 131, 132 Mahbûb-ı Mahbûb, 511, 588 Mahbûbu’l-kulûb, 186 Mahmûd b. Ebî Bekr b. Ahmed-i Urmevî, 264, 352 Mahmûd b. Kâdî-i Manyâs, 372, 777 Mahmûd Big Sâlim, 210 Mahmûd bin Muhammed, 37 Mahmûd ibn Mehmed, 396, 571 Mahmûd u Ayâz, 218 Mahmûd Varrâk-ı Herevî, 16 Mahmûd-ı ebüsterî, 369, 643 Mahmûd-ı îrvânî, 366, 373, 374 Mahmûdiyye, 571 Mahmûd-nâme, 76 Mahremî, 157, 174, 183, 615, 626, 638 Mahrûse-i stanbul Fetih-nâmesi, 405 Mahvî, 170, 210, 561, 576, 614, 762 Mahzenü’l-ebrâr, 53 Mahzenü’l-esrâr, 57, 96, 251, 268, 561, 579, 580, 589, 655, 656, 745 Mahzenü'l-esrâr, 373, 625, 630 815 814 Makâlât, 263, 336, 762, 781 Mâkâlât u Hikâyât, 207 Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye, 263, 336, 762 Makâmâtü’l-ârifîn, 331 Maksûd, 173, 178, 181, 183, 210, 395 Maksûd Alî, 210 Maktel-i Hüseyn, 321, 325, 366, 608, 630, 651, 767 Malaka, 349 Mâlân, 180 Malatya, 255, 256, 257, 259, 269, 288, 333, 339, 340, 341, 344, 353, 430, 639, 643, 661, 693, 747, 748, 752, 755, 770, 781, 785, 788, 789 Malatyalı Muhammed Gazi, 257, 340 Malatyalı eyh Mecdüddîn shak, 257, 340 Malazgirt, 249, 254, 256, 339, 355, 773, 786 Mâlik el-Mes’ûd, 347 Manastır, 403 Manastırlı Kadı Sinan, 576, 614 Manastırlı Mehmed Rifat, 433 Mânî, 27, 162, 170, 182, 561 Manisalı Cami, 629 Manisalı Câmi, 614 Mansûr Bey, 395 Mansûr-nâme, 549, 554, 555, 557, 562, 573, 601, 613, 628, 648, 666, 775 Mantık-ı Esrâr, 572, 616, 634, 760 Mantıku’t-tayr, 56, 290, 374, 557, 562, 572, 584, 608, 628, 642, 649, 665, 685, 697, 700, 701, 702, 733, 754, 757, 761, 767, 772, 785, 788 Manzum Avâmil, 657 Manzum Elfiyye Tercümesi, 633 Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâ erhi, 625, 744 Manzum Farsça-Türkçe Sözlük, 643 Manzum Fıkıh, 368 Manzum Mesnevî Tercümesi, 617, 638 Manzum Ouznâme, 666 Manzum Türkçe-Fransızca Sözlük, 640 Manzum Vasiyet-nâme, 633 Manzûme, 207, 572, 615, 617, 618, 626, 633, 635, 647, 648, 686 Manzûme fî-menâsiki’l-hac, 572 Manzûme-i Kânunu’s-suveri Nakkâî, 207 Manzûme-i Keskîn, 617 Manzûme-i Keydânî, 633 Manzûme-i Mi'râc, 647 Manzûme-i Sivastopol, 618, 648, 686 Manzûme-i Tıb, 626 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Mardin, 348, 350, 406, 412 Mardinli smâ’îl, 346 Mardinli Sibt el-Mardinî, 347 Marzubân-nâme, 262, 359, 769 Marzuban-nâme Tercümesi, 361, 769 matematik, 259, 315, 342, 344, 346, 359, 362 Maveraünnehir, 4, 6, 15, 27, 37, 42, 54, 104, 140, 284, 329, 357, 381, 383, 401, 402 Mâyilî, 159, 171, 416 Me’âhiz-i Kasas ve Temsîlât-i Mesnevî, 641 Mebâni'l-inâ, 433 Mecâlis-i Seb‘a, 263, 784 Mecâlisü’n-nefâis, 57, 143, 144, 145, 146, 147, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 162, 166, 187, 190, 208, 425, 746, 766 Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi, 152, 153, 154, 157, 162, 190 Mecâmi'ü'l-edeb, 433 mecaz, 62, 337, 436, 447, 452, 458, 459, 487, 609 Mecduddîn Ebîbekr, 276 Mecdûdü’s-senâ’î, 33, 117 Mecdut Mansurolu, 293, 301, 302 Mecelletü’n-nisâb, 510 Meclisî, 181, 684 Mecma’u’l-fusahâ, 19 Mecma’u’l-fusehâ, 218 Mecma’u’l-havâs, 37, 57, 143, 205, 207, 212, 216, 766 Mecma’ü’l-envâr, 571, 600 Mecma'u'n-nezâ'ir, 314, 418, 419 Mecmû’a-i Müneât u Mekâtibât, 207 Mecmû’atü’n-nezâ’ir, 302, 753 Mecnûn, 21, 22, 109, 159, 171, 222, 294, 416, 441, 479, 486, 487, 488, 583, 589, 596, 611, 614, 616, 619, 620, 621, 627, 628, 636, 640, 641, 644, 645, 646, 649, 650, 651, 654, 655, 658, 659, 660, 665, 667, 668, 669, 671, 672, 674, 675, 676, 677, 679, 682, 683, 686, 688, 689, 691, 695, 696, 751, 755, 757, 768, 769, 772, 776, 783 Mecusî, 14, 121 Medh, Dâg-i Neng ber-Sîmâ-yi Edeb-i Fârsî, 92 Medhî, 416, 670 Medine, 58, 152, 311, 406, 413, 419, 425, 700 Megâribü'z-zamân li-Gurûbi'leyâ fi'l-ayni ve'l-iyân, 369, 374 Mehdî, 59, 172, 263, 751 Mehdîkulı Sultân, 209 Mehek-nâme, 405, 406, 659, 749 Mehmed, 39, 50, 53, 55, 106, 118, 127, 136, 139, 140, 261, 286, 287, 301, 302, 307, 308, 309, 315, 318, 323, 325, 355, 360, 361, 362, 363, 366, 367, 368, 370, 373, 392, 393, 395, 398, 399, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 409, 410, 411, 412, 413, 414, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 424, 425, 426, 427, 428, 429, 430, 433, 455, 497, 502, 503, 507, 508, 510, 527, 530, 531, 532, 537, 552, 558, 561, 567, 573, 574, 607, 608, 609, 615, 616, 618, 624, 633, 634, 635, 636, 637, 638, 639, 642, 644, 648, 649, 650, 651, 652, 660, 661, 662, 664, 666, 667, 675, 679, 686, 688, 697, 754, 755, 761, 762, 765, 773, 778, 785, 786, 787, 789 Mehmed Bey, 55, 287, 360, 363, 366, 424, 642, 644, 652, 688, 762 Mehmed bin Ömer el-Halebî, 373 Mehmed Celâl, 433, 455, 624 Mehmed Fevzî Efendi, 649 Mehmed zzet Paa, 618 Mehmed Süreyyâ, 361, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 409, 410, 411, 412, 413, 414, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 424, 425, 426, 427, 428, 429, 430, 497, 502, 508 Mehmed Vehbî, 127 Mehsetî, 180 Mekke, 58, 159, 161, 162, 217, 278, 311, 325, 336, 392, 406, 413, 498, 700 Mekke-i Mükerreme, 159 Mektûbât, 263, 295, 774, 780 Melhame, 616, 635, 788 Melîhî, 561 Melik Ahmed, 255, 256, 339, 340 Melik Ahmed Gazi, 255, 256, 259, 260, 339 Melik el-Sâlih Necmeddîn, 349 Melik Mes’ûd bin Mahmûd, 72 Melik Muhyiddîn, 274 Melik Muiziddîn, 182 Melik Sâkî Big, 153, 177 Melikâh, 35, 42, 81, 96, 97, 121, 261, 765 melikü’-u’arâ, 18, 35, 217, 268, 278, 408 Mem u Zin, 654, 682 Memluk Devleti, 7, 661 Menâhic-i Seyfî, 263 Menâhicü’l-‘ibâd ile’l-me’âd, 263 Menâkıb-ı Gîlânî, 573, 613 816 815 Menâkıb-ı Hacı Bekta-ı Velî, 329, 613 Menâkıb-ı Hz. Yûsuf (a.s.) ve Zelîhâ, 648 Menâkıb-ı mâm-ı Azam, 615, 629 Menâkıb-ı Mevlânâ, 573, 615, 641 Menâkıb-ı Sultân Süleymân, 556, 615 Menâkıb-ı eyh Bedreddîn, 613 Menâkıb-ı eyh Evhaduddîn-i Kirmânî, 309 Menâkıbu'l-ârifîn, 309, 320, 373 Menâkıbu'l-kudsiyye fî Menâsıbi’l-ünsıyye, 321 Menâkibu’l-kudsiyye fîMenâsibi’l-ünsiyye, 573, 645, 758 Menâsik-i Hac, 572, 616, 761 Menâzimü’l-cevâhir, 617 Menemenli-zâde Tâhir, 433 Mengücek Oulları, 350 Menkıbe-i Mevlid-i Fahru’lkâ’inât, 571 Menkıbe-i Mevlid-i Fahru'l-enâm Tarz-ı Cedîd smiyle Oldı Be-nâm, 679 Menûrî, 33, 117 Menteeoulları, 355, 366 Menûçihrî, 4, 5, 16, 17, 21, 23, 26, 33, 37, 43, 48, 71, 77, 79, 91, 106, 117, 124, 139, 140, 382 Menûçihrî-i Dâmgânî, 16, 23, 37, 106, 117 Merâhî, 615 Mercidabık, 391, 430 Mercimek Ahmed, 368, 372 Merdümî, 209, 554, 556, 570, 614, 647, 780 Merv, 15, 44, 63, 382 Mervân b. Ebî Hafsa, 15 Mervezî, 139 Merzbân-nâme, 275, 351 Mes’ûd, 33, 65, 72, 88, 91, 95, 117, 274, 278, 282, 352, 554, 566, 577, 643, 645, 652, 684, 757, 762, 768, 770, 774, 784 Mes’ûd bin Ahmed, 554, 577, 652, 757, 770 Mes’ûdî, 16, 33, 96, 117 Mes’ûd-i Sa’d-i Selmân, 33, 65, 117 Mes’ûdî-i Mervezî, 16 Meserret Diriöz, 29, 224, 620, 656, 672, 757 Meshi-i Tebrizi, 631 Mesîhî, 167, 209, 387, 416, 417, 472, 561, 578, 678, 750, 756, 758, 773 mesnevî, 5, 16, 52, 53, 54, 111, 148, 160, 161, 264, 266, 287, 290, 296, 299, 357, 360, 364, 366, 370, 371, 374, 406, 412, 543, 547, ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A 548, 550, 555, 557, 559, 560, 561, 563, 564, 568, 578, 579, 584, 586, 587, 597, 602, 603, 605, 606, 607, 608, 610, 612, 616, 617, 733 Mesnevî erhi, 627 Mesnevî-i Ma‘neviyye, 53 Mesnevî-i Ma’nevî, 54, 57, 266, 485, 547 Mesnevî-i Murâdiyye, 358, 568, 572, 649, 787 Mesnevî-i Penâhî, 641 Mesnevî-i Sa‘d u Sa‘îd, 207 Mesnevi-yi Veledî, 631, 647, 781 Mestî, 561 Mes'ûd b. Ahmed, 311, 645, 774 Mes'ûdî-i Mervezî, 118 Merebî-i Toklu, 210 Metâli’u’l-envâr, 259, 264, 352 Metâli’ü’l-îmân, 263, 750 Mevâlî-i Türkmân, 210 Mevhûb-ı Mahbûb, 497, 498, 500, 501, 507, 511, 515, 516, 517, 522, 556, 559, 562, 564, 571, 588, 597, 598, 643, 728, 766 Mevlânâ, 6, 9, 54, 57, 68, 69, 107, 108, 123, 208, 217, 250, 255, 257, 263, 266, 277, 278, 279, 289, 290, 291, 292, 293, 294, 295, 296, 297, 298, 299, 302, 304, 309, 310, 316, 320, 324, 325, 329, 332, 333, 334, 335, 341, 369, 412, 485, 547, 561, 571, 572, 587, 606, 627, 635, 645, 646, 649, 662, 663, 664, 666, 669, 674, 682, 683, 689, 690 Mevlânâ ‘Ayî, 182 Mevlânâ ‘lmî, 180 Mevlânâ ‘mâd-i Kâtib, 181 Mevlânâ Abdulcelîl, 181 Mevlânâ Abdulhak, 170, 171 Mevlânâ Abdullâh, 170, 181 Mevlânâ Abdulvâsi‘, 175 Mevlânâ Abdulvehhâb, 169 Mevlânâ Abdurrezzâk, 176 Mevlânâ Abdü’l-vehhâb, 167 Mevlânâ Abdülkahhâr, 168 Mevlânâ Abdürrezzâk, 168 Mevlânâ Adîmî, 172 Mevlânâ Âfetî, 171 Mevlânâ Âgehî, 178, 180 Mevlânâ Alî, 167, 168, 175 Mevlânâ Alî Âhî, 167 Mevlânâ Alî Der-düzd, 167 Mevlânâ Alî ihâb, 167 Mevlânâ Âlim, 170 Mevlânâ Ârifî, 167 Mevlânâ Âsafî, 170 Mevlânâ Âsımî, 173 Mevlânâ Asîlî, 171 Mevlânâ Akî, 169 Mevlânâ Atâyî, 169 Mevlânâ Âteî, 181 Mevlânâ Ayânî, 172, 174 Mevlânâ Ayâzî, 169 Mevlânâ Aynî, 173 Mevlânâ Basirî-i Acemî, 181 Mevlânâ Bâtınî, 173, 178 Mevlânâ Bâyezîd, 167 Mevlânâ Bedahî, 167 Mevlânâ Bedî‘î, 169 Mevlânâ Behâ’, 181 Mevlânâ Behâuddîn Alî, 160, 180 Mevlânâ Behlûl, 175 Mevlânâ Bekâî, 181 Mevlânâ Bekâyî, 171, 177 Mevlânâ Bennâyî, 170 Mevlânâ Beyânî, 178 Mevlânâ Beyâzî, 178 Mevlânâ Beyzâyî, 178 Mevlânâ Bihitî, 173, 174 Mevlânâ Bilâl, 169 Mevlânâ Bisâtî, 166 Mevlânâ Bû-Alî, 173 Mevlânâ Burhâneddîn, 150, 174 Mevlânâ Burûcî, 169 Mevlânâ Burunduk, 167 Mevlânâ Cânî, 171 Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî, 52, 53 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, 288, 290, 295, 346, 361, 373, 547, 561 Mevlânâ Celâluddîn-i Devvânî, 161 Mevlânâ Celâlüddîn, 52, 124, 171, 178, 217, 780 Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî, 52, 124, 217, 780 Mevlânâ Cemâlüddîn, 176 Mevlânâ Cemîd, 171 Mevlânâ Cennetî, 170 Mevlânâ Cevherî, 169, 182 Mevlânâ Cezevî, 178 Mevlânâ Cünûnî, 167 Mevlânâ Dâ‘î, 171, 174 Mevlânâ Dellâl, 178 Mevlânâ Dervî, 149, 156, 170, 172, 173, 177 Mevlânâ Dervî Alî, 173 Mevlânâ Dervî-i Dihegî, 177 Mevlânâ Dervî-i Mehedî, 149, 170 Mevlânâ Dost, 172 Mevlânâ Ebû Tâhir, 171 Mevlânâ Ebû Tâlib, 171 Mevlânâ Ehlî, 173, 177 Mevlânâ Emînî, 172 Mevlânâ Enîsî, 169, 178 Mevlânâ Enverî, 170 Mevlânâ Erd, 182 Mevlânâ Esîrî, 173 Mevlânâ Esîrüddîn, 172 Mevlânâ Eref, 166 Mevlânâ Fahr, 161, 181, 182 Mevlânâ Fahrî, 172, 175 Mevlânâ Fahr-i Halhâlî, 161, 181 Mevlânâ Fahruddîn, 173 Mevlânâ Fânî, 177, 178 817 816 Mevlânâ Fârigî, 171 Mevlânâ Fasîh-i Rûmî, 168 Mevlânâ Fasîhuddîn, 147, 150, 176 Mevlânâ Fazlî, 173 Mevlânâ Fazlullâh, 177 Mevlânâ Fedâî, 178 Mevlânâ Fedâyî, 174 Mevlânâ Fenâyî, 172 Mevlânâ Ferruhî, 162, 182 Mevlânâ Fethî, 178 Mevlânâ Fethullâh, 162, 172, 181 Mevlânâ Fethullâh-i Kâtib, 162, 181 Mevlânâ Feyzî, 173 Mevlânâ Figânî, 173, 174, 178 Mevlânâ Firâkî, 210 Mevlânâ Fuzûlî, 210 Mevlânâ Garkî, 178 Mevlânâ Gedâyî, 173 Mevlânâ Gıyâsuddîn, 172, 175 Mevlânâ Gıyâsuddîn Alî, 175, 181 Mevlânâ Gubârî, 172 Mevlânâ Gülhanî, 182 Mevlânâ Habîb, 161, 171, 181, 182 Mevlânâ Habîb-i Kâtib, 182 Mevlânâ Hâcî, 167, 168, 169, 175, 176 Mevlânâ Hâcî Ebu’l-hasan, 167 Mevlânâ Hâcî Muhammed, 175 Mevlânâ Hâcî Nücûmî, 168 Mevlânâ Hâkî, 169 Mevlânâ Hakîrî, 173, 178 Mevlânâ Halef, 170 Mevlânâ Hâlidî, 177 Mevlânâ Halîl, 172 Mevlânâ Halvâî, 181 Mevlânâ Halvâyî, 169 Mevlânâ Hamîd, 170, 174 Mevlânâ Hamîd-i Gül, 174 Mevlânâ Hamîdüddîn, 174 Mevlânâ Harîmî, 168, 171 Mevlânâ Hasan Paa, 528 Mevlânâ Hasan âh, 170 Mevlânâ Hâimî, 171, 182 Mevlânâ Hâtemî, 169, 178 Mevlânâ Hâverî, 169 Mevlânâ Hayâlî, 166 Mevlânâ Haydar Ali, 205 Mevlânâ Haydar Kulûçeî, 181 Mevlânâ Hayrânî, 178 Mevlânâ Hayretî, 181, 210 Mevlânâ Hayrî, 177 Mevlânâ Hazânî, 161, 181 Mevlânâ Helâkî, 172, 178 Mevlânâ Hemdemî, 172 Mevlânâ Herâtî, 173 Mevlânâ Hevâyî, 169 Mevlânâ Heybetî, 172 Mevlânâ Hızrî, 173 Mevlânâ Hicrî, 171 Mevlânâ Hilâlî, 169, 171 Mevlânâ Hulkî, 173 Mevlânâ Hurremî, 170, 178, 182 Mevlânâ Hûî-i Horâsânî, 182 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Mevlânâ Hümâyî, 177 Mevlânâ Hüseyin âh, 170 Mevlânâ Hüseyin Vâ‘iz, 174 Mevlânâ Hüseyn-i Hvârizmî, 166 Mevlânâ Hüsrevî, 168 Mevlânâ Hüznî, 210 Mevlânâ Hvând Mîr, 174 Mevlânâ Kâbilî, 170 Mevlânâ Kabûlî, 147, 149, 157, 169, 170, 171, 178, 179, 182, 759 Mevlânâ Kadîmî, 167 Mevlânâ Kalender, 171 Mevlânâ Kallâî, 173 Mevlânâ Kâmî, 170, 209 Mevlânâ Kanberî, 168, 172 Mevlânâ Kâni‘î, 173 Mevlânâ Kâsım, 175 Mevlânâ Kâî, 173 Mevlânâ Kâtibî, 166 Mevlânâ Kavsî, 171 Mevlânâ Kemâlî, 164, 169 Mevlânâ Kevkebî, 173, 177 Mevlânâ Kevserî, 169, 171 Mevlânâ Kırânî, 171 Mevlânâ Kudsî, 167 Mevlânâ Kurâza, 170 Mevlânâ Kutbî, 167 Mevlâna Kutbî Çelebi, 528 Mevlânâ Kutbuddîn, 181, 532 Mevlânâ Latîf, 182 Mevlânâ Latîfî, 169 Mevlânâ Lisânî, 210 Mevlânâ Lutfî, 147, 157, 169, 179, 182 Mevlânâ Mahmûd Ârifî, 167 Mevlânâ Mahmûd-ı Kâtib, 180 Mevlânâ Mahremî, 174 Mevlânâ Mahvî, 170 Mevlânâ Maksûd, 173 Mevlânâ Mânî, 170 Mevlânâ Marıkî, 169 Mevlânâ Mâyilî, 171 Mevlânâ Mecdüddîn-i Kâî, 182 Mevlânâ Meclisî, 181 Mevlânâ Mecnûn, 171 Mevlânâ Mecnûnî, 172 Mevlânâ Medîhî, 178 Mevlânâ Mehdî, 172 Mevlânâ Mektebî, 181 Mevlânâ Melik, 171 Mevlânâ Merevî, 182 Mevlânâ Mes‘ûd, 149, 168, 174 Mevlânâ Mesîhî, 167 Mevlânâ Merebî, 171 Mevlânâ Mihnetî, 173 Mevlânâ Mîr Alî, 174, 210 Mevlânâ Mîr Argun, 169 Mevlânâ Mîr Karî, 169 Mevlânâ Mîr Seyyid, 169, 170 Mevlânâ Mîrek, 175, 177 Mevlânâ Misâlî, 182 Mevlânâ Mu‘în, 174, 177 Mevlânâ Mu‘în Vâ‘iz, 174 Mevlânâ Mu‘înî, 173, 180 Mevlânâ Mu’min Huseyn, 209 Mevlânâ Muhammed, 149, 161, 162, 167, 168, 169, 172, 175, 176, 182, 209, 426 Mevlânâ Muhammed Âlim, 167 Mevlânâ Muhammed Berda‘î, 161 Mevlânâ Muhammed Emîn, 169 Mevlânâ Muhammed Mezheb-i Kirmânî, 162 Mevlânâ Muhammed Mu‘ammâyî, 149 Mevlânâ Muhammed Nâmenî, 175 Mevlânâ Muhammed Tâlib, 167 Mevlânâ Muhammed-i Arab, 168 Mevlânâ Muhammed-i Bedahî, 175 Mevlânâ Muhammed-i Câmî, 167 Mevlânâ Muhammed-i Horasânî, 176 Mevlânâ Muhammed-i ârkî, 209 Mevlânâ Muhteem, 210, 214 Mevlânâ Muhyî, 146, 167 Mevlânâ Muhyiddîn, 182 Mevlânâ Mukbilî, 170 Mevlânâ Mukîmî, 169, 170 Mevlânâ Mukîm-i Kâzerûnî, 181 Mevlânâ Mutahhar, 170 Mevlânâ Mü’minî, 177 Mevlânâ Mürifî, 171 Mevlânâ Müterî, 167 Mevlânâ Na’îmî, 167 Mevlânâ Nâdirî, 172 Mevlânâ Nakîbî, 169, 171 Mevlânâ Nâmî, 175 Mevlânâ Nâsıruddîn, 177 Mevlânâ Nasîbî, 178, 182 Mevlânâ Nasîbî-i Gîlânî, 182 Mevlânâ Nâsihî, 172 Mevlânâ Nasîr-i Leng, 181 Mevlânâ Nâyî, 175 Mevlânâ Nâyibî, 172 Mevlânâ Nâzenînî-i Sebzvârî, 168 Mevlânâ Nâzırî, 174 Mevlânâ Nazîrüddîn, 172 Mevlânâ Nergis, 170 Mevlânâ Nergisî, 173, 181 Mevlânâ Nisârî, 210 Mevlânâ Nizâm, 169, 174 Mevlânâ Nizâmüddîn, 152, 180 Mevlânâ Nûr, 175 Mevlânâ Nûre’ddîn Muhammed, 209 Mevlânâ Nûreddîn Abdurrahmân-ı Câmî, 146, 151, 153 Mevlânâ Nûrî, 171, 173, 182 Mevlânâ Nûrullâh, 182 Mevlânâ Pertevî, 182 Mevlânâ Râzî-i Bagdâdî, 181 Mevlânâ Refîkî, 178, 181 Mevlânâ Reîd-i Kâzerûnî, 181 Mevlânâ Rıfkî, 182 Mevlânâ Riyâzî, 169, 172 Mevlânâ Rûhî, 167, 178 Mevlânâ Rûhî Yârzî, 167 818 817 Mevlânâ Rüknî, 172 Mevlânâ Sa‘d, 173 Mevlânâ Sa‘dî, 169 Mevlânâ Sa‘îd, 173 Mevlânâ Sa‘îdî, 169 Mevlânâ Sâ’ilî, 159, 170, 177 Mevlânâ Sabûhî, 181 Mevlânâ Sadr-ı Dîvâne, 181 Mevlânâ Sadr-ı Kâtib, 169 Mevlânâ Safâ’î, 173 Mevlânâ Safâyî, 169 Mevlânâ Safî, 175 Mevlânâ Sâfî, 173, 181 Mevlânâ Sâfî-i Tûzpû, 181 Mevlânâ Sâgarî, 168 Mevlânâ Sâhib-i Belhî, 167 Mevlânâ Sâlihî, 177 Mevlânâ Sâlimî, 170 Mevlânâ Sâni‘î, 169 Mevlânâ Sâyilî, 170, 177 Mevlânâ Sedîd-i Tabîb, 181 Mevlânâ Sedîd-i Tabîb-i Gîlânî, 181 Mevlânâ Sekkâkî, 165, 169 Mevlânâ Selâmî, 170, 178, 181 Mevlânâ Servî, 181 Mevlânâ Seyfî, 170, 182 Mevlânâ Sıfâtî, 172, 178 Mevlânâ Sırrî, 170 Mevlânâ Sigâlî, 169 Mevlânâ Sîmî, 167 Mevlânâ Subhî, 171 Mevlânâ Sûfî, 174, 181 Mevlânâ Sultân Alî, 175, 181 Mevlânâ Sultân Alî-i Kâyinî, 175 Mevlânâ Sûsenî, 172 Mevlânâ Süleymânî, 156, 167 Mevlânâ âdî, 171 Mevlânâ âh Alî, 173, 175 Mevlânâ âh Mahmûd, 181 Mevlânâ âh Muhammed, 182 Mevlânâ âmî, 170 Mevlânâ ânî, 210 Mevlânâ ebâbî, 172 Mevlânâ efîkî, 178 Mevlânâ ehîdî, 158, 177 Mevlânâ emsî, 177, 178 Mevlânâ emsüddîn-i Berda‘î, 180 Mevlânâ erârî, 174 Mevlânâ erbetî, 176 Mevlânâ eref-i Hıyâbânî, 166 Mevlânâ erefuddîn Alî-i Yezdî, 146, 149, 151 Mevlânâ erîf-i Bâg-ı ehrî, 175 Mevlânâ erîf-i Tebrîzî, 210 Mevlânâ evkî, 170 Mevlânâ eyhî, 167, 173 Mevlânâ ihâb, 170, 171, 175, 181 Mevlânâ îr Alî, 175 Mevlânâ ucâ‘, 210 Mevlânâ ûhî, 173 Mevlânâ ükrî, 173 Mevlânâ Tâhirî, 172, 173, 178 Mevlânâ Tâli’î, 167 Mevlânâ Tâlibî, 181 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A Mevlânâ Tâlib-i Câcermî, 167 Mevlânâ Tarhânî, 169 Mevlânâ Tâyifî, 172 Mevlânâ Tâyirî, 172 Mevlânâ Tûsî, 167 Mevlânâ Tûtî, 168, 178 Mevlânâ Ulâ-i âî, 149, 167 Mevlânâ Ümîdî, 182 Mevlânâ Vahdetî, 172 Mevlânâ Vâhidî, 173 Mevlânâ Vahî-i Bâfkî, 210 Mevlânâ Vâlihî, 168, 174 Mevlânâ Vaslî, 175 Mevlânâ Vedâ‘î, 171 Mevlânâ Vefâ‘î, 178 Mevlânâ Vefâyî, 171 Mevlânâ Velî, 168, 210 Mevlânâ Veysî, 168 Mevlânâ Visâlî-i Kâî, 181 Mevlânâ Yahyâ Sibek, 166 Mevlânâ Yahyâ-yı Semerkandî, 161 Mevlânâ Yakînî, 169 Mevlânâ Yârî, 150, 169, 174, 177, 181, 182 Mevlânâ Yûsuf, 168, 169, 181, 182 Mevlânâ Yûsuf Çâkerî, 182 Mevlânâ Yûsuf âh, 168 Mevlânâ Zâhidî, 167 Mevlânâ Zâhir, 172 Mevlânâ Zâhirî, 173 Mevlânâ Zamânî, 172 Mevlânâ Zamîrî-i sfahânî, 210 Mevlânâ Zârî, 174 Mevlânâ Zarîfî, 182 Mevlânâ Zâtî, 151, 174 Mevlânâ Zâyirî, 173 Mevlânâ Zeyn, 167 Mevlânâ Zeynî, 168 Mevlânâ Zîbâ’î, 173 Mevlânâ Zîrekî, 172 Mevlânâ Ziyâ, 170 Mevlânâ Ziyâyî, 173 Mevlânâ Zülâlî, 171 Mevlevîlik, 320, 373, 502, 761 Mevlevî-nâme, 642 Mevlid, 306, 314, 403, 407, 430, 568, 571, 611, 617, 618, 625, 627, 628, 633, 634, 635, 637, 638, 639, 642, 644, 646, 648, 650, 651, 655, 657, 658, 660, 664, 677, 679, 686, 688, 689, 690, 691, 692, 693, 694, 695, 696, 697, 698, 748, 761, 773, 778, 781, 782, 783, 784, 786 Mevlid erhi, 648, 696 Mevlid-i Cenâb-ı Alî, 657 Mevlid-i Nebî, 571, 782 Mevlid-i erîf, 639, 646 Mevlidü’n-nebî, 571 Mısır, 7, 22, 28, 55, 81, 93, 95, 111, 135, 152, 280, 288, 305, 313, 316, 323, 345, 346, 349, 362, 391, 392, 393, 394, 395, 396, 397, 398, 400, 401, 407, 408, 409, 411, 412, 413, 414, 418, 419, 420, 421, 424, 425, 428, 464, 649, 661, 744, 756 mi’râc, 557, 558, 602, 605 Mi’râc, 557, 558, 586, 616, 637, 661, 744, 747 Mi’râciye, 571 Mi’râciyye, 617, 743, 760, 781, 782 Mi’râcü’l-beyân, 552, 616, 648, 781 Mi’râcü’n-nebî, 617 Michael Hilmann, 102 Miftâh-ı Heft-kân, 616 Miftâh-ı Lisân, 640 Miftâhu’l-cenne, 361 Miftâhu’l-ferec, 571, 640, 688, 695, 753 Miftâhu’l-gayb, 263 Miftâhu'l-ulûm, 432 Mihal olu Ali Bey, 424 Mihalolu Ali Bey’in Gazavâtnâmesi, 644 Mihnet-keân, 584, 618, 643, 646, 652, 681, 768 Mihr u Mâh, 552, 555, 559, 565, 657, 747 Mihr ü Mâh, 562, 577, 612, 614, 616, 629, 633, 635, 657, 681, 745, 789 Mihr ü Müterî, 367, 565, 577, 612, 614, 625, 627, 631, 633, 635, 658, 748, 775 Mihr ü Vefâ, 561, 577, 612, 614, 626, 656, 666, 694, 747, 762 Mikail Bayram, 6, 255, 309, 334, 356, 383 Mine Mengi, 100, 385, 417 Minhâcü’n-necât, 190, 203 Mîr ‘Ayânî, 181 Mîr Abdülbâkî, 152, 179, 181 Mîr Ahadullâh, 173 Mîr Ali Ekber, 209 Mir Ali Rıza stolçevî, 618 Mîr Alî îr, 154, 160, 180, 576 Mîr Alî-i Dost, 177 Mîr Atâullâh, 174 Mîr Ayânî-i îrâzî, 417 Mîr Bezmî-i Hemedânî, 210 Mîr Ca‘ferî, 210 Mîr Cezmî, 210 Mîr Ebû Turâb Mahrûm-ı Râzî, 210 Mîr Ebû Turâb-i Ulvî, 210 Mîr Ebu’l-bekâ, 210 Mîr Emînî, 210 Mîr Esedullâh, 173, 175 Mîr Ekî, 209 Mîr Fenâî, 178 Mîr Firîbî, 210 Mîr Gâzî, 326 Mîr Gıyâsuddîn Azîz, 174 Mîr Habîbullâh, 177 Mîr Hâc, 170 819 818 Mîr Hâim, 152, 179 Mîr Hâimî, 171 Mîr Haydar, 168, 176, 210 Mîr Haydar-ı Kâî, 210 Mîr Haydar-ı Meczûb, 168 Mîr Hazînî-i Yezdî, 210 Mîr Huzûrî-i Kumî, 209 Mîr Hümâyûn, 178, 179 Mîr Hüseyin, 173, 175 Mîr Hüseyin-i Bâverdî, 175 Mîr Hüseyin-i Mu‘ammâyî, 175 Mîr Hvând, 174 Mîr Ikî, 177 Mîr brâhîm, 176, 177, 210 Mîr htiyârüddîn, 175 Mîr mâd-i Mehedî, 168 Mîr slâm Gazâlî, 166 Mîr Kalender, 172 Mîr Kemâlüddîn-i Hüseyin, 174 Mîr Kudsî, 210 Mîr Kurbî, 210 Mîr Mahdûm, 166 Mîr Mu‘izü’’d-dîn, 210 Mîr Mugîs, 210 Mîr Muhammed, 170, 177, 179, 209, 210 Mîr Muhammed vaglı, 210 Mîr Muhammed Mu’min-i Esterâbâdî, 209 Mîr Muhammed-i Keskenî, 210 Mîr Murtâz, 174 Mîr Müflisî, 168 Mîr Münhî, 210 Mîr Necdî, 210 Mîr Nevâyî, 154 Mîr Sa‘îd, 169, 170, 173 Mîr Sadru’d-dîn Muhammed, 210 Mîr Sedîd-i Zârî, 210 Mîr Seyyid Alî Musavver, 210 Mîr Sultân brâhîm Sadr, 179 Mîr Sun‘î, 209 Mîr Sun’î, 206 Mîr âh Murtazâ, 210 Mîr âhî, 167 Mîr emsu’d-dîn Muhammed, 209 Mîr Tebîhî, 210 Mîr Vâlihî-i Kumî, 210 Mîr Ya‘kûbî-i Hayât, 210 Mîr Yâdigâr Big, 168 Mîr Yûsuf, 179 Mir’ât-ı Âlem-nümâ, 617 Mir’ât-ı Cünûn, 618, 662 Mir’âtü’l-ahlâk ve Mirkâtü’levâk, 625, 745 Mir’âtü’l-Âikîn ve Mikâtü’sSâdikîn, 510 Mir'âtü'l-ebrâr, 628 Mîrek Cengi, 161, 426 Mîrek Hüseyin, 175 Mîrem Siyâh, 183 Mîrî, 658, 748 Mîr-i Alem, 667 Mîrim Çelebi, 396 Mirkatü’l-cihâd, 625 Mirkatü'l-edeb, 315, 362 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Mirsâdü’l-ibâd, 48, 332, 351, 361 Mirsâdü’l-ibâd mine’l-mebde’ ile’l-me’âd, 263 Mîr-Ser-bürehne, 174 Mîrzâ Abdulbâkî erîf-i Radavî, 57, 143 Mirza Abdürrahim Hanhânan, 57 Mîrzâ Alî-i Halac, 182 Mîrzâ Asgar, 179 Mîrzâ Big, 170 Mîrzâ Hâcî Sodî, 169 Mîrzâ Halîl, 210 Mîrzâ Hesâbî-i Netanzî, 210 Mîrzâ brâhîm, 209 Mîrzâ Kâsım, 152, 157, 183, 210 Mirza Kelân, 57 Mirzâ Kelân, 57 Mîrzâ Kiçik, 159, 179 Mîrzâ Kulı Meylî, 210 Mîrzâ Mahdûm, 52, 209, 215 Mirzâ Mehdî Astrabâdî, 59 Mîrzâ Muhammed b. Mîrzâ Abdurrahîm Sâ’ib, 217 Mîrzâ Muhammed-i Münî, 209 Mîrzâ Mukîm Keyhüsrevî, 152, 183 Mîrzâ Nizâmu’l-mülk, 209 Mîrzâ Râstî, 209 Mîrzâ Sâdık, 210 Mîrzâ Süleymân, 209 Mîrzâ eref-i Cihân, 209 Misâlî, 182, 635 Miskînlik-nâme, 573 Mîyârü’l-ahyâr ve’l-erâr, 367 Miyârü'l-edeb, 315 Mîzânu’l-evzân, 186, 746 Mîzânü’l-adâlet, 573 Mîzânü'l-edeb, 315, 433 Mogol Abdulvehhâb, 157, 183 Mool, 6, 27, 49, 57, 254, 256, 258, 259, 262, 265, 273, 278, 280, 281, 284, 285, 290, 303, 327, 332, 336, 342, 355, 356, 371, 384, 750, 752 Moollar, 28, 114, 262, 265, 332, 342, 355 Mollâ ‘Ârif, 181 Mollâ Abdî-i Kalender, 180 Mollâ Abdulkerim, 182 Mollâ Abdullâh, 182 Mollâ Abdussamed, 152, 180 Molla Abdülazîz, 368 Mollâ Ahmed-i Serrâc, 182 Mollâ Alî Feyzî, 152, 180 Mollâ Alî-i Buhârî, 181 Mollâ Babacan, 182 Mollâ Belâ’î, 181 Mollâ Besmeçi, 182 Mollâ Bîdîlîleng, 181 Mollâ Bîhûdî, 182 Molla Câmî, 330, 647 Mollâ Câmî, 145, 186, 188, 196, 201, 202, 203, 415, 587, 629 Mollâ Cârûbî, 157, 182 Mollâ Cemîd-i Müneccim, 180 Mollâ Cezvî, 181 Mollâ Cürmî, 181 Mollâ Dervî, 173, 181, 182 Mollâ Dervî Muhammed, 181 Mollâ Dost, 181 Mollâ Ebu’l-ma’âlî, 182 Mollâ Efserî, 182 Mollâ Emânü’llâh, 152, 180 Mollâ Fakîrî, 182 Molla Fenârî, 330, 528, 748 Mollâ Ferhâdî, 181 Mollâ Fethî, 181 Mollâ Feyzî-i Kâredger, 181 Mollâ Firâkî, 182 Mollâ Gıyâsuddîn Alî, 181 Mollâ Gıyâsuddîn Muhammed, 180 Mollâ Gıyâsüddîn Muhammed, 180 Mollâ Hâcî, 180, 181, 182 Mollâ Hâcî Alî, 180 Mollâ Hâcî Muhammed, 181 Mollâ Hâcî Muhammed-i Fûtaî, 181 Mollâ Hasan Alî, 152, 180 Mollâ Hasanalî, 183 Mollâ Hâsî, 182 Mollâ Hayretî, 181 Mollâ Hicrî, 181, 182 Mollâ Hicrî-i Endicânî, 181 Mollâ Hvâce Hıyâbânî, 182 Mollâ smî, 181 Mollâ retî, 157, 182 Mollâ Kâsım Âsım, 182 Mollâ Kâsım Gamze, 152, 183 Mollâ Kavsî, 182 Mollâ Kelân-i Mu‘ammâ’î, 180 Mollâ Kevkebî, 181 Mollâ Likâ’î, 180, 181 Mollâ Lisânî, 182 Mollâ Mahremî Mîr ikâr, 157, 183 Mollâ Maksûd-ı Tîrger, 181 Mollâ Mânî-i Türbetî, 182 Molla Maî-zâde Fikrî Dervî, 614 Mollâ Mâizâde Fikrî Dervî, 577 Mollâ Meylî, 181 Mollâ Mîr, 157, 180 Mollâ Mîr Alî, 157, 180 Mollâ Muhammed Ali, 182 Mollâ Muizzîleng, 181 Mollâ Mukîmî, 181 Mollâ Mücrimî, 183 Mollâ Nâdirî, 182 Mollâ Nesîmî, 180 Mollâ Nevâî, 182 Mollâ Nizâm-ı Bedr, 180 Mollâ Peyâmî, 181 Mollâ Re’îs, 181 Mollâ Rehâ’î, 181 Mollâ Rûhî-i Buhârî, 181 Mollâ Sâdıkî, 181 Mollâ Sadr, 181 Molla Sadra, 330 Mollâ Safâî-i Kirmânî, 181 Mollâ Sâkî, 182 820 819 Mollâ Sâkinî, 180 Mollâ Serkâ-yi Buhârî, 181 Mollâ Servî, 181 Mollâ Sevdâyî, 182 Mollâ Seyrî, 182 Mollâ Sıdkî, 181 Mollâ Sıfâtî, 173 Mollâ Sultân Muhammed Handân, 152 Mollâ âh Hüseyn, 182 Mollâ âh Muhammed, 181 Mollâ ihâb, 171, 181 Mollâ Tâbi’î, 182 Mollâ Tufeylî, 181 Mollâ Vâlihî-i Semerkandî, 181 Mollâ Vasfî, 182 Mollâ Veysî, 182 Mollâ Yakînî, 181 Mollâ Yûsufî, 181 Mollâ Za’îfileng, 182 Mollâ Zeynüddîn Ali, 182 Mollâ Zihnî, 182 Mollâ Zülâlî, 180 Mollâzâde-i Mollâ Abdulgaffâr, 180 Moltan, 75, 120 Mostarlı Ziyâî, 614 Mu’âlî, 613, 657, 747 Mu’bed, 23 mu’cizât, 557, 558, 559, 602, 605 Mu’cizât-ı Resûl Aleyhi’s-selâm, 571 mu’cize, 8, 558 Mu’cize-i Muhammed Mustafâ, 608 Mu’îdî, 576, 577, 611 Mu’înî, 370, 568, 572, 589, 636, 649, 787 Mu’înü’l-mürîd, 609 Mu’izzî, 4, 18, 35, 38, 48, 79, 80, 81, 82, 84, 96, 121, 124 Mu’tezile, 260 Muallim Nâcî, 218, 403, 410, 416, 430, 433, 454 Muamma Risalesi, 417 Muammâyî, 398, 417 Mu'cize-i Muhammed Mustafâ, 321 Muhabbet-nâme, 552, 553, 591, 598, 631, 645, 647, 662, 681, 780 Muhaddis Ebu’l-hasan Alî-i skenderânî, 340 Muhâkemetü’l-lugateyn, 45, 186, 381, 746 Muhammed ‘Assâr, 154 Muhammed Alî, 167, 170, 176, 177, 782 Muhammed Ali Terbiyet, 207, 211, 218 Muhammed Alî-i Celâyir, 177 Muhammed Alî-i ugânî, 167 Muhammed b. Ebû Bekr-i Tebrizî, 340 Muhammed b. el-Hüseyn elMu’înî, 264, 352 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd-ı Hatîb, 263 Muhammed b. Muhammed elznikî, 527 Muhammed Bahâr, 42, 381 Muhammed Big, 209, 210, 211, 215 Muhammed Big Mezâkî, 209 Muhammed bin Bedreddin Münî, 58 Muhammed bin Gâzî-i Malatyavî, 275, 351 Muhammed bin Hasan bin Muhammed el-Kerîm elKâtib el-Bagdâdî, 373 Muhammed bin Muhalled, 16 Muhammed bin Muhammed elDarabî, 128 Muhammed bin Ömerü'rrâdüyânî, 431 Muhammed bin Vâsıf, 16 Muhammed bin Vasîf-i Sigzî, 16 Muhammed Ca‘fer, 177 Muhammed Emîn, 104, 169, 209, 778 Muhammed Emîn Riyâhî, 104 Muhammed Gulâm Rızâî, 28 Muhammed Hanefî Cengi, 310, 321, 608, 648, 785 Muhammed Hâim, 209 Muhammed Hüseyin Mîrzâ, 179 Muhammed ibn-i Zekeriyya Râzî, 721 Muhammed Kahraman, 218, 224, 243 Muhammed Kalı Hisârî-i Mool Bakı, 57 Muhammed Mansûr-ı Serahsî, 96 Muhammed Mihrî, 456 Muhammed Mîrek Sâlihî, 209 Muhammed Mu’min Big, 209 Muhammed Mümin Mîrzâ, 183 Muhammed Nâsır, 33, 117 Muhammed Nazmî-i Halvetî, 638 Muhammed Pârsâ, 369 Muhammed Paa, 209 Muhammed Sâlih, 177, 209, 629, 636 Muhammed Sâlih Big, 209 Muhammed Sâlih Mîrzâ, 209 Muhammed Ussâr, 180 Muhammed-i Hamedânî, 411 Muhammedî Han Gord, 209 Muhammed-i Kazvînî, 144, 152, 190, 289 Muhammed-i Lekerî, 118 Muhammed-i Mu‘în, 144 Muhammed-i Mustevfî, 38 Muhammediyye, 374, 556, 571, 589, 645, 663, 680, 696 Muhâsibî, 329 Muhibbî, 52, 56, 182, 209, 211, 212, 479, 561, 614, 665, 744 Muhibbî-i Niâbûrî, 182 Muhtarat bn-i Hübel, 350 Muhtasar fî-lmi’l-hey’e, 345 Muhtasar-ı Muhît, 529, 534 Muhtasaru'l-ma'ânî, 432 Muhyevî-i Engüriyeî, 264, 274 Muhyî, 146, 167, 397 Muhyiddîn, 35, 182, 264, 271, 274, 280, 328, 332, 334, 353, 425, 528, 624 Muhyiddîn Ebu’l-fezâ’il, 35 Muhyiddîn ibni Kutbuddîn-i znikî, 528 Muhyiddin ibnü’l-Arabî, 288, 721 Muhyiddin Kâdirî, 616 Muhyiddîn Mes’ûd, 264, 271, 274 Muhyiddîn Mes’ûd âh, 271, 274 Muhyiddîn-i Arabî, 328, 332, 334, 353 Muîniddîn Pervâne, 344, 348 Mu'înüddîn bin Mustafa, 358 Mukaddime, 105, 144, 149, 150, 151, 152, 154, 155, 166, 208, 527, 529, 531, 532, 535, 580, 647, 752, 753, 762, 763, 764, 767, 774, 775, 778, 779, 780, 781, 782 Mukaddime-i Kutbuddîn, 529, 531 Mukbil-zâde Mü'min, 373 Mukîmî, 169, 210 Mûnisu’l-uâk, 261 Mûnisü’l-avârif, 266 Murâd Big, 209 Murâdî, 52, 368, 614, 697, 747, 786 Murâd-nâme, 368, 374, 554, 563, 564, 567, 574, 590, 660, 662, 673, 674, 682, 722 Mursiye, 329 Mûsâ Abdî, 371 Mûsâ bin Mes'ûd, 373 Mûsâ-yı znîkî, 369 Muslihüddîn Vahyî-i abanî, 552, 572 Mustafa Akî, 618 Mustafa bin Yûsuf el-Mar’aî, 570 Mustafa Çelebi, 419, 614 Mustafa Emînî, 577 Mustafa ibn-i Evranos, 722 Mustafa lmî b. brâhîm, 617 Mustafa Keskin b. Osmân, 617 Musul, 268, 272, 331, 345, 391, 412 Mutâyebât, 316, 769 Mutezile, 86, 87 Muvaffak-ı Kayserî, 345 Mûyî, 615, 666 Muzaffereddîn Yavlak Arslan, 343 Muzafferî, 33, 117 Mübârek-nâme-i Esrâr, 617 Mübeyyen, 614, 645 Mücîr, 81, 97 Müeyyedüddîn-i Cendî, 330 Müeyyed-zâde, 395, 397, 402, 408, 409, 410, 420 821 820 Müeyyed-zâde Abdurrahman Çelebi, 395 Müeyyidü’l-mülk Ebû Bekr, 48 Müfîd u Muhtasar, 567 Müfredât-ı bn Baytar, 349 Müfredât-ı bni Baytar Tercümesi, 363 Mühezzebüddîn Ebu’l-hasan Alî b. Ahmed bn-i Hübel-i Bagdâdî, 350 Mülahhas fî-Sınâ’ati’l-mecistî, 345 Mümin bin Mukbil, 366 münâcât, 521, 552, 554, 555, 556, 585, 586, 602, 603, 605 Münâcât, 186, 555, 556, 585 Münazara (Telli Sazlar Atıması), 666, 758 Münâzara-i Tûtî vü Zâg, 554, 573, 587 Münîrî, 52, 577, 614, 625, 775 Münîrî Ahmed Çelebi, 577 Müne’ât, 187, 263 Müne’ât-ı Bedreddin Yahyâ, 263 Müneât, 207, 405, 412 Müntahab-ı ifâ, 363, 777 Münteceb olu Bedî’-i Engüriyeî, 264 Müntecebolu Bedî’-i Engüriyeî, 274 Münyetü’l-musallî, 529 Münyetü’l-müftî, 263 Mürîdî, 643, 674 Mürid-i Müteehhilîn, 527, 528, 529, 531 Müridü’l-kifâye, 263 Müridü’l-ubbâd, 572, 591 Müselles-nâme-i âkir, 618 Müstakim-zâde, 432, 510 Mütenebbî, 19, 20, 25 Müzekkü'n-nüfûs, 369 N. Sami Banarlı, 315, 362 na’t, 199, 521, 556, 557, 558, 559, 560, 562, 584, 602, 605 Na’tî, 577, 612, 617, 627, 775 Na’tî Mustafa Bey, 617 Nâbî, 52, 58, 112, 126, 128, 219, 469, 550, 557, 562, 564, 573, 578, 584, 616, 627, 636, 644, 645, 646, 660, 661, 671, 676, 686, 693, 695, 754, 775, 777 Nâbî Dîvânı, 128 Nâdirî, 172, 440, 441, 571, 575, 676, 760, 783 Nahîfî, 568, 571, 572, 617, 628, 639, 661, 662, 663, 755, 775 Naîmüddin Temivârî, 617 Nâkâm, 576, 591, 618, 619 Nakîbolu, 571 Nakbendî, 369 Nakbendiyye, 369 Nak-ı Hayâl, 552, 554, 556, 557, 563, 579, 580, 614, 627, 678, 750 Nakî Alî-i Akkirmânî, 570 Nâlân u Handân, 615, 640, 666 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Nâlî, 550, 552, 558, 560, 567, 570, 616, 634, 643, 671, 765, 775 Nâmî-nâme, 618 Nâmiyye, 618 Nâsır Li-Dinillah, 281, 332, 334 Nâsır-ı Hüsrev, 38, 91, 154, 180 Nâsır-ı Tûsî, 361 Nâsırî, 6, 266, 288, 298 Nasîb, 17 Nasîhat-nâme, 616, 617, 633, 671, 758, 768, 778 Nasîhat-nâme-i Müridî, 617 Nasihî, 96 Nasireddîn Berkyaruk, 49, 261, 262, 264, 274, 331, 352 Nasîreddîn Berkyaruk, 274 Nâsireddîn Sicistanî-i Sivasî, 282 Nasireddîn-i Sicistânî, 266, 352 Nasîreddîn-i Tûsî, 317, 344, 373 Nasîrî-i Sivasî, 53 Nasîrüddîn Berkyaruk, 53 Nasîrüddîn-i Tûsî, 359, 361, 371 Nasrâbâdî, 195, 196, 205, 206, 217, 775 Nasrullah, 262, 278, 279, 313, 365, 458, 633, 762 Nasrullah b. Muhammed b. Hamîd, 262 Nasûhî, 417, 429, 751 Natıfî, 96 Nâyî Osman Dede, 628, 654, 680 Nâyî eyh Murâd, 395 Nazari ve’l-Firâse, 721 nazım, 1, 18, 57, 102, 111, 118, 131, 134, 138, 160, 187, 201, 202, 203, 223, 264, 266, 271, 272, 284, 290, 291, 292, 296, 298, 300, 304, 305, 307, 308, 311, 315, 316, 317, 321, 323, 324, 337, 360, 392, 397, 404, 511, 518, 540, 543, 547, 554, 555, 557, 559, 560, 563, 568, 580, 586, 602, 605, 609, 618, 733 Nazîm, 463 Nâzimü’l-cevâhir, 617 Nazm-ı Girîdî, 617 Nazm-ı Niyâz, 616 Nazm-ı Siyer-i Nebî, 570, 780 Nazmu’l-cevâhir, 186, 615, 618 Nazmu’l-esâmî, 615 Nazmu’l-le’âlî, 633 Nazmu’l-ulûm, 616, 633 Nazükî, 616 Necâtî Be, 471, 492, 782 Necâtî Bey, 211, 423, 440, 448, 449, 450, 452, 461, 465, 611, 612, 754 Necâtî-i Rûmî, 210, 212 Necâtü’l-garîk, 572, 616, 763 Necâtü’l-garîk fi’l-cem’i ve’ttefrîk, 616 Neccâr-ı Sagarci, 33 Necef, 205, 336 Necîb Efendi, 571 Necîbî-i Fergânî, 33 Necmeddîn Ebûbekr Muhammed b. Alî b. Süleymân-i Râvendî, 280 Necmeddîn-i Dâye, 263, 273 Necmeddîn-i Kübrâ, 290, 329, 332 Necmeddîn-i Râzî, 273, 282, 329, 332 Necm-i Râzî, 48 Necmî-i Rûmî, 418 Nedîm, 126, 474, 773 Nefahâtü’l-üns, 415 Nefhatü’l-ezhâr, 565, 579, 616 Nef'î, 52, 113, 124, 126, 744 Nehârî, 418, 422 Nesâyimü’l-mahabbe minemâyimi’l-fütüvve, 186, 746 Nesîmî, 49, 52, 294, 319, 384, 492, 630, 722, 761 Nesîmî Mehmed, 630 Nesîmü’l-huld, 190, 191, 203 Neâtî, 114, 115, 379, 477, 571, 616, 631, 645, 671, 682, 765, 775, 786 Neâtî Ahmed Dede, 571, 645, 775 Ne'et Süleyman Efendi, 626 Nerî, 418 Nev’î-zâde Atâyî, 552, 554, 558, 565, 573, 578, 579, 580, 583, 585, 587, 588, 590, 591, 619, 643, 644, 688, 769, 788 Nevâdirü’-ebâb, 156, 186 Nevâî, 126, 144, 145, 146, 147, 149, 150, 151, 153, 155, 156, 157, 158, 160, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 208, 220, 575, 611, 612, 614, 640, 644, 645, 656, 660, 668, 669, 670, 671, 746, 751, 758, 766, 771 Nevâyî, 150, 208, 425, 426, 492, 549, 552, 559, 561, 572, 576, 638, 639, 652, 658, 685, 754, 758, 771 , 463, 468, 475, 478, 479, 480, 481, 552, 554, 557, 558, 565, 572, 573, 578, 579, 580, 583, 585, 587, 588, 590, 591, 616, 619, 626, 633, 643, 644, 649, 669, 688, 761, 769, 785, 788 Nevrûz-nâme, 29 Neylî, 467, 475, 768 Ney-nâme, 561, 573, 649, 756 Neyzen mamkulu, 395 Neyzen Mehmed Kasım, 407 Nicomachos, 346 Nidâî, 52, 572, 649, 788 Nidâyî, 626 Nigârî, 52, 618, 635, 657 822 821 Nigâristân, 414, 594, 614, 627, 755 Nigâr-nâme, 615, 618, 635 Nideli Kadı Ahmed, 334 Nideli Muhibbî, 628, 664 Nideli Visâlî, 616, 636, 722, 788 Nihâlî, 398, 413, 418 Nihânî, 216, 419, 561 Nihâyetü’l-idrâk fî-Dirâyeti’leflâk, 344 Niksar, 256, 274, 340, 426 Nilgün Açık, 54 Nimetullâh, 576, 614 Nisâb el-Habr fî-Hisâb el-Cebr, 346 Nisârî, 126 Niaburlu Kâtibî, 421 Niyâzî, 52, 209, 427, 549, 554, 555, 557, 562, 573, 601, 628, 648 Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ, 578, 615 Nizâm âh, 209 Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî, 35, 264, 269, 275 Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincânî, 49 Nizâmeddîn el-Arac el-Nîâbûrî, 345 Nizâmeddîn Hurîd, 277 Nizâmî, 4, 9, 20, 33, 38, 48, 56, 63, 69, 96, 109, 112, 117, 124, 126, 154, 160, 217, 251, 252, 253, 268, 304, 314, 319, 322, 362, 363, 365, 366, 370, 380, 561, 572, 579, 582, 583, 587, 619, 620, 658, 660, 665, 667, 672, 673, 687, 760, 766, 767, 780 Nizâmî-i Arûzî, 33, 38, 117 Nizâmî-i Gencevî, 4, 380, 561 Nizâmü’l-mülk, 41, 48, 273, 352 Nufûz-i Zebân u Edebiyyât-i Fârisî der-Turkiye Dovre-i Âl-i Osmân, 678, 775 Nuhbe-i Vehbî, 617 Nukûdü'z-zevâhir ve Cuhûdü'lcevâhir, 317 Nûr Sa‘îd Big, 169 Nusret-nâme, 613, 618, 686 Nusret-nâme-i Osmân, 613, 686 Nusretuddîn Kılıç Arslan, 47, 132 Nusus, 263 Nuvîdi-yi îrâzî, 647 Nücûmü’l-zâhire, 400, 414 Nüsha-i Âlem, 634 Nüzhet-nâme-i Abdî, 615 Nüzhetü’l-küttâb ve Tuhfetü’lelbâb, 263 Nüzhetü’l-mecâlis, 269, 277, 282 O. Kemal Tavukçu, 308 Odgurmı, 33 Olanlar eyhi brâhîm, 549, 556, 567, 569 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A Ouz, 6, 70, 100, 135, 140, 141, 249, 283, 284, 285, 295, 299, 317, 339, 356, 371, 383, 386, 411, 647 Ouz Türkçesi, 283, 284, 285, 295 Ouz-nâme, 647 Orhan Keskin, 499 Orhan Pamuk, 109, 757 Orhon Abideleri, 306 Orta Farsça, 14 Osman, 41, 44, 83, 129, 135, 136, 254, 310, 311, 355, 382, 383, 414, 510, 559, 617, 618, 628, 631, 633, 638, 639, 642, 643, 649, 651, 652, 653, 654, 660, 661, 662, 669, 670, 673, 680, 681, 682, 686, 688, 694, 744, 750, 753, 761, 763, 766, 768, 780, 785, 788 Osmân b. Hüseyn-i Bosnevî, 615 Osmân âkir b. Mustafa-yı Bozokî, 617 Osman ems Efendi, 682 Osman Turan, 41, 254, 383 Osmân-ı Muhtârî, 33, 117 Osmanlı Devleti, 3, 7, 47, 49, 50, 53, 55, 99, 103, 105, 138, 211, 253, 296, 304, 314, 318, 360, 362, 379, 384, 391, 392, 393, 395, 396, 401, 402, 440, 561, 687, 690, 766, 777, 782 Osmanlı Edebiyâtı, 102, 314, 433, 455, 624, 773, 782 Osmanlı Edebiyâtı Numuneleri, 433 Osmanlı Edebiyâtı Nümûneleri, 455, 773 Osmanlı Müellifleri, 421, 505, 507, 513, 527, 528, 531, 532, 752 Osmanlı Türkçesi, 51, 52, 206, 208, 211, 400 Ögdülmi, 33, 251, 662 Ögüt-nâme, 617 Ömer b. Mezîd, 302 Ömer b. Muhammed b. Ali, 260, 343, 344 Ömer bin el-Fâriz, 107 Ömer Fânî Efendi, 722 Ömer Faruk Akün, 301, 513 Ömer Ferit Kam, 128, 755 Ömer Fu’âdî, 552, 556, 561, 650, 789 Ömer Hayyâm, 49, 62, 180, 273 Ömerolu, 608 Ön Asya, 249, 327, 339 Örfî, 124, 576, 619, 669, 676 Örfî Mahmud Aa, 669 Özkend, 66 P. Horn, 27 Pakistan, 66 Paris, 145, 324, 363, 423, 535, 623, 639, 678, 773 Paa Aa bin Hoca Paa, 361 Paul Pelliot, 27 Pehlevân Big Kumrî, 209 Pehlevân Dervî Muhammed, 176 Pehlevân Hüseyin, 169 Pehlevân Kâtib, 147, 153, 174 Pehlevân Muhammed Ketîgîr, 147, 150, 151 Pehlevân Sultân Alî-i Kütigîr, 176 Pehlevî, 14, 15, 781 Pehlevî dili, 14, 15 Penâhî, 420 Pencabi, 58 Pend-i Attâr Tercümesi, 614 Pend-i Müridî, 617 Pend-i Ricâl, 643, 674 Pend-nâme, 44, 56, 382, 408, 559, 560, 562, 565, 573, 585, 614, 617, 620, 629, 638, 640, 642, 673, 679, 688, 694, 750, 757, 758, 762, 767, 777 Pend-nâme-i Attâr Tercümesi, 640, 758 Pend-nâme-i Enûirvân, 44, 382 Pendnâme-i mülûk, 131 Pend-nâme-i Naîmüddîn, 617 Pers, 83 Persian-English Dictionary, 30 Pertev-nâme, 259, 261, 274, 331 Pîr Kulı Big, 210 Pîr Mahmûd, 326, 608 Pîr Mehmed b. Evrenos b. Nûreddin Za’îfî, 648 Pîrî Big, 210 Pîrî Mehmed Paa, 398, 785 Pîrî Paa, 397, 419, 420, 424 Pîrî Reis, 396, 498, 744 Piser-i Dergû, 33 Piser-i Tîe, 33 Pîdâdîler, 117 Platon, 331, 678 Pritine, 416, 672 Pûl-ı Mâlân, 149 Pür Tigin, 37 Râfi’, 58 Râfizî, 86, 119 Râhatu’l-Kulûb, 529, 531, 532 Râhatü’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr, 33, 251 Râkım, 58, 219, 220 Râid, 538, 617, 623, 787 Râidî, 33, 117 Râvendî, 28, 33, 48, 80, 81, 95, 97, 133, 134, 251, 252, 262, 264, 272, 280, 352, 371, 778 Ravzatu’l-ukûl, 275, 351 Ravzatü’l-îmân, 570, 647 Ravzatü’l-küttâb, 263 Ravzatü’l-menâzır li’l-meliki’nnâsır, 262, 352 Ravzatü’l-ukûl, 262 Ravzatü’s-selâtîn, 57, 143 Ravzatü’t-tevhîd, 572, 614, 630 Ravzatü'l-i'câz fi'l-Mu'cizâti'lmümtâz, 628 823 822 Râzî, 174, 332, 561 Raziyuddîn Baba, 160, 180 Râz-nâme, 53, 128, 614, 629, 745, 759 Re’fet Efendi, 571 Rebâb, 21, 53, 266, 296, 298, 660, 678, 680 Rebâb-nâme, 53, 266, 296, 298, 660, 678, 680 Recâî, 209, 436 Recaizade Mahmud Ekrem, 433 Refî’, 562, 573, 586 Refi’î, 636 Refî’uddîn-i Bekrânî, 180 Refîkî, 178, 181, 420 Remzî, 397, 420, 672 Resmî, 283, 303, 617, 785 Reîd, 433, 455, 467 Reîdeddîn, 371 Reîdî, 28, 33, 34, 37, 133 Reîdî-i Semerkandî, 33, 37 Reîdüddîn Vatvât, 80, 154, 317, 432 Reîdüddîn-i Vatvat, 180 Revânî, 108, 398, 420, 421, 424, 466, 467, 468, 469, 473, 561, 578, 615, 625, 628, 661, 745, 755 Rey, 66, 72, 73, 78, 86 Rezî, 106 Rıdvân âh Hikâyesi, 670 Rıf’atî Abdülhay, 576 Rızâî, 28, 616 Ridaniye, 391 Rif’at, 364, 555, 562, 564, 573, 578, 618, 643 Rif’at Sûr-nâmesi, 618 Rif’atî, 616 Rifaîlik, 333 Risâle fî Beyâni's-semâ, 307 Risâle fi’l-usturlâb, 345 Risâle fî-Rub’ü’l-mucîb, 396 Risâle-i Akl-ı Sorh, 261 Risâle-i Arûz, 418 Risâle-i Lügat-i Mûrân, 261 Risâle-i Mu’ammâ, 186 Risâle-i Münciyye, 366 Risâle-i Sefîr-i Sîmurg, 261 Risâle-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-i Hazret-i Hudâvendigâr, 263 Risâle-i Ta’rîfât, 615, 759 Risâle-i Ta'rîfât, 688 Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi, 614, 639 Risâlet’ün fi’l-Firâse, 721 Risâletü’l-bedriyye, 628 Risâletü’l-câmi’a, 396 Risâletü’l-fethiyye erhi, 396 Risâletü’l-gufrân, 270 Risâletü’l-mukantarat, 396 Risâletü’l-vücûd, 263 Risâletü’n- Nûriye, 509 Risâletü’n-nushiyye, 266, 607, 642, 648, 668, 669, 761, 783, 788 Risâletün mine'l-arûz ve Istılâhi'-i'r, 432 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Riyâzî, 169, 172, 404, 405, 410, 411, 416, 417, 419, 422, 423, 513, 614, 616, 625, 654 Riyâzu’l-cinân, 552, 557, 562 Riyâzü’s-sâlikîn, 553, 554, 580, 586, 597, 638, 760 Rodos enrengizi, 659 Roger Delaudrière, 329 Roma, 1, 99, 102, 670 Rûbe-i Accâc, 17 Rûdekî, 16, 35, 60, 154, 180, 218 Rûdeki-i Çengzen, 17 Rûhu’l-kuds, 24, 187, 188, 203 Rûhu’l-kulûb, 367 Rum, 74, 78, 80, 89, 96, 111, 213, 252, 256, 264, 268, 272, 277, 315, 324, 336, 340, 362, 363, 392, 492, 503, 530 Rumca, 5, 141, 254, 255, 272, 273, 293, 297, 298, 352, 356, 383 Rumeli, 52, 400, 416, 417, 613, 693 Rumlar, 254 Rusûmu’r-resâil, 348 Rûenî, 411, 561, 572, 573 Rûzbeh, 182 Rûzî bâ Cemâ’at-i Sûfiyân, 261 Rükneddîn Ahmed, 367 Rükneddîn Hümâyûnferruh, 187, 192, 203 Rükneddîn Süleymân âh, 252, 341, 351, 353 Rüstem, 40, 74, 76, 77, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 118, 119, 120, 121, 122, 157, 183, 209, 252, 718 Rüstem Big, 209 Rüstem-i Zal, 40 Rüsûmü’r-resâ’il ve Nücûmü’lfezâ’il, 263, 759 Rüdî, 616 S. Nüzhet Ergun, 308 Sa‘d behâ, 180 Sa‘düddîn Mes‘ûdu’l-emîn, 180 Sa’deddîn Ebû Bekr-i Erdebilî, 348 Sa’deddîn-i Fergânî, 330 Sa’deddîn-i Hamavî, 332 Sa’dî bin Abdü’l-müte’âl, 397 Sa’dî Çelebi, 421 Sa’dî-i îrâzî, 56, 193, 195, 201, 203, 364, 573, 672, 766, 775 Sa’düddîn Köpek, 342 Sâ’ib, 4, 48, 58, 124, 217, 218, 219, 220, 221, 222, 223, 224, 243, 244, 245, 747, 765, 766, 779 Sâ’ib-i Tebrîzî, 48, 217 Sâ’ilî, 159, 422 Sa’lebî, 363 Sa’yî, 418, 422 Sabâyî, 421, 626, 627, 658, 681 Sâbir, 154, 180, 578, 670, 764 Sabir Parsa, 639 Sabit, 554, 557 Sabrî-i Rûzbehân, 210 Sabr-nâme, 614 Sabûhî, 181, 616, 681 Sabûhî Dede, 616 Sa'deddîn et-Taftazânî, 432 Sâdık, 205, 209, 412, 482, 483, 781 Sâdıkî, 57, 143, 205, 206, 207, 208, 210, 211, 216, 760 Sâdıkî-i Kitâbdâr, 57, 143, 205, 206, 210, 216 Sadi Bayram, 333 Sadr Feridüddin Muhammed-i Cacermî, 349 Sadrazam Hersek-zâde Ahmed Paa, 397, 427 Sadreddîn, 263, 273, 279, 321, 330, 332, 335, 341, 344, 353, 561, 608 Sadreddîn-i Konevî, 263, 273, 279, 330, 332, 335, 341, 344, 353, 561 Sadruddîn-i Konevî, 282 Safâ-nâme, 617 Safâyî, 169, 613 Safevîler, 28, 42, 58, 59, 217 Saffârîler, 16, 95 Sâfî, 53, 173, 614, 615, 750 Safiyyüddîn-i Urmevî, 374 Sâgarî, 168, 398, 422 Sâhib-i Belhî, 167, 193, 195, 203 Sâib bin bâd, 20 Sâib-i Tebrizî, 9 Saka, 83 Sâkıb Dede, 320 Sâkî, 61, 147, 151, 153, 177, 565, 568, 616, 618, 625, 654, 657, 662, 663, 664, 672, 673, 675, 678, 681 Sâkî-nâme, 565, 568, 616, 618, 625, 654, 657, 662, 663, 664, 675, 678, 681 Salâmân u Absâl, 415, 578, 615, 636, 647, 786 Sâlih, 177, 209, 349, 574, 576, 614, 619, 632, 753 Sâlim, 576, 681 Salsal-nâme, 668 Sâm Mîrzâ, 57, 143, 149, 185, 190, 195, 208, 209, 408 Sâmânî, 3, 32, 38, 46, 137 Sâmânî Devleti, 137 Sâmânîler, 15, 16, 32, 37, 85, 95 Samanoulları, 27, 35, 78 Samsun-Ladik, 333 San'at-ı Tahrîr ve Edebiyât, 781 Sânî, 407, 659 Sâni’î, 562 Sanskritçe, 27 Saray ehrengizi, 659 Saruhanlı eyh lyas, 625, 744 Saruhanoulları, 355, 367 Sâsânî, 14, 39 Sâsânîler, 27, 117 Sâsâniyân, 14 Sâve, 78 Sayram, 130 824 823 Se Zebân, 617 Seâlibî, 15 Seb’a-i Seyyâre, 186, 612, 671, 765 Seb’iyyât, 411 sebeb-i te’lîf, 112, 254, 563, 564, 567, 568, 606 Sebük Tigin, 32 Sedd-i skenderî, 186, 575, 612, 648, 685, 746 Sedîd Tabîb-i Kazvînî, 423 Sedidüddîn b. Rakîka Ebu’ssenâ’î Mahmûd b. Ömer eleybânî, 350 Sehî Bey, 144, 361, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 409, 410, 411, 412, 413, 414, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 424, 425, 426, 427, 428, 429, 430, 513, 528 Sehî Tezkiresi, 144 Selâmî, 170, 178, 181, 618 Selanik, 410, 417 Selanikli Es’ad, 616 Selâtîn-nâme, 613, 646 Selçuklu Devleti, 4, 6, 27, 35, 40, 41, 43, 48, 49, 55, 84, 105, 249, 253, 254, 255, 259, 283, 303, 329, 337, 340, 342, 347, 351, 355, 356, 371, 381, 384, 766 Selçuklu eh-nâmesi, 266 Selçuklu üslubu, 2 Selçuklular, 2, 3, 4, 5, 28, 35, 38, 39, 41, 42, 43, 44, 45, 49, 53, 79, 88, 94, 95, 121, 124, 249, 251, 257, 281, 284, 285, 339, 340, 341, 351, 355, 381, 383, 760, 770, 773, 774, 775, 776, 785, 787 Selçuk-nâme, 53, 278, 371 Selîm âh-nâme, 397, 412 Selîmî, 52, 55, 401, 402, 561 Selîm-nâme, 53, 397, 419, 424, 428, 550, 552, 555, 557, 559, 560, 563, 598, 616, 638, 648, 747, 785 Selmâ, 21 Selmân-ı Sâvecî, 23, 154, 180, 192, 193, 195, 203, 315, 318, 362 Semerkand, 15, 16, 57, 60, 66, 133, 143, 144, 149, 160, 165, 166, 427 Sempad, 343 Senâ’î, 38, 43, 61, 62, 70, 78, 107, 108, 125, 139, 180, 289, 290, 382 Senâ’î-i Gaznevî, 38, 43, 70, 78, 107, 125, 139, 382 Senâî, 71, 73, 78, 139, 780 Sencer, 35, 48, 80, 96 Senglâh, 59 Serahs, 15 Sergüzet-i stolçevî, 618, 668 Sergüzet-i Za’îfî, 615, 789 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A Sergüzet-nâme, 618, 654, 689, 743, 750 Sergüzetnâme-i Fakir beAzîmet-i Tokat, 578 Sermed, 618 Sevâhil-nâme, 617 Sevânihu'n-nevâdir fî-Ma'rifeti'lanâsır, 617, 638 Sevdâ’î, 162, 163, 164, 167, 576, 614, 627, 634, 660, 780, 781 Seyfeddîn Ebu’l-mahâmid Muhammed-i Ferganî, 280 Seyfeddîn-i Bâherzî, 332 Seyfî, 132, 170, 182, 193, 203, 613 Seyf-i Fergânî, 52, 266, 280, 780 Seyf-i Zûyezen, 17 Seyfî-i Türk, 193, 203 Seyfu’d-dîn Mahmûd, 209 Seyfü'l-mülûk, 684 Seyhun, 90 Seyyid ‘imâd, 178 Seyyid Abdulhak, 169 Seyyid Abdullatîf, 172 Seyyid Ahmed Mirza, 644, 770 Seyyid Ahmed Mîrzâ, 179 Seyyid Ahmed-i Kebîr el-Rifaî, 333 Seyyid Ali Hâimî, 166 Seyyid Ali Hemedânî, 722 Seyyid Ârif, 172 Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-i Tirmizî, 263 Seyyid Ca‘fer, 175 Seyyid Cemâlüddîn-i Kâî, 180 Seyyid Esedullâh, 175 Seyyid Eref, 80, 264, 275 Seyyid Gıyâsuddîn, 175 Seyyid Hakîmî, 179 Seyyid Hançer Çiçek, 174 Seyyid Hasan-ı Gaznevî, 180 Seyyid Hâimî, 166 Seyyid Hazînî, 172 Seyyid Kâzımî, 168 Seyyid Kemâl Keçkûl, 168 Seyyid Kutub Lekedenk, 170 Seyyid Mahmûd, 336, 397 Seyyid Mahmûd-ı Hayranî, 336 Seyyid Müslimî, 169 Seyyid Nakîbî, 169, 171 Seyyid Nûreddîn Velî el-Rifaî, 333 Seyyid erîf, 181, 215 Seyyid Tâceddîn Rifaî, 333 Seyyid Zergâr, 573 Seyyidzâde-i Münî, 172 Sıfâtu’l-haremeyn, 554, 560, 563, 572, 584, 640, 756 Sıfâtu’n-nebî, 53 Sıfâtü’l-âıkîn, 411 Sıhhat-âbâd, 617 Sıhhatü’l-ebdân, 261 Sırr-ı Cânân, 614, 632 Sî Fasl, 359 Sicill-i Osmânî, 425, 508, 773 Silk-i Cevâhir, 617 Silkü’l-le’âl-i Âl-i Osmân, 617 Silvan, 350 Simavna Kadısı eyh Bedrüddin, 529 Simkezâde, 554, 559, 561, 564, 571, 573, 585, 586, 596, 639, 780 Sîmurg-nâme, 614 simya, 347 Sî-nâme-i Hümâmî, 626 Sinanolı, 570 Sinbâdnâme, 371 Sind, 58, 76, 79, 93, 755 Sinoplu Beyânî, 577 Sinoplu Safâyî, 613 Sipehsâlâr, 263, 780 Sipihrî, 209 Sirâceddîn-i Urmevî, 282 Sirâcî, 180 Sirâc-i Kumrî, 180 Sirâcu’l-kulûb, 263 Sirâcü’l-müslimîn, 186 Sirâcüddîn Ebî Ya'kûb Yûsuf bin Ebî Bekri's-sekkâkî, 432 Sirâcüddîn-i Urmevî, 353 Sirozlu Hüseynî, 614 Sivrihisar, 497, 498, 499, 501, 503, 505, 598, 722, 723, 727, 729, 749, 777 Sivrihisarlı eyh Baba Yûsuf, 497 Siyâset-nâme, 41, 86, 273, 352, 686 Siyer-i Nebî, 430, 696 Siyerü’l-mülûk, 273, 352 Sofi Baba, 501 Sogdî, 33 Sohbet-nâme, 614 Sohbetü’l-ebkâr, 552, 557, 565, 573, 579, 595, 616, 649, 788 Sohbetü’l-esmâr, 614, 615 Sokrat, 23 Su’âd, 21 Subhatü’l-uâk, 570, 579, 614 Subhî-zâde Azîz, 467, 473, 474, 758 Subhî-zâde Feyzî, 617, 626, 638 Sûdî, 69, 126, 127, 763 Sûdî Efendi, 127 Sûfî Pîr-i Si-sad Sâle, 175 Sula Fakih, 308, 310 Sulhî, 572 Sultân Ahmed Mîrzâ, 179 Sultân Alâeddîn Keykubâd, 351 Sultân Alî Mîrzâ, 147, 179 Sultân Alparslan, 81 Sultân Arslan, 81, 97 Sultân Bâyezîd-i Velî, 391 Sultân Bedî‘u’z-zamân Mîrzâ, 179 Sultân Bedîuzzamân, 159, 423 Sultân Behrâmâh, 78 Sultân Celâleddîn, 343 Sultân Çelebi Mehmed, 313, 362 Sultân Gazneli Mahmûd, 44, 382 Sultân Hasan Mîrzâ, 209 Sultân Hüseyin, 176, 179, 202 Sultân Hüseyn Mîrzâ, 154, 179 825 824 Sultân I. Ahmed, 464 Sultân I. Bâyezîd Han, 528 Sultân I. Murâd, 315, 361 Sultân II. Bâyezîd, 152, 331, 425, 502, 513, 521 Sultân II. Murâd, 315, 318, 319, 358, 367, 368, 372, 613, 687, 787 Sultân II. Murâd’ın Futûhâtına Dair Mesnevî, 613 Sultan II. Selîm, 561 Sultan III. Murâd, 561 Sultân brâhîm Mîrzâ, 209 Sultân brâhîm-i Müa‘a‘, 174 Sultân skender-i îrâzî, 178 Sultân Kansuh el-Gavrî, 391 Sultân Mahmûd, 5, 25, 34, 35, 43, 71, 73, 74, 75, 76, 77, 79, 82, 84, 86, 87, 88, 89, 90, 92, 94, 119, 120, 124, 152, 157, 173, 183, 209, 382 Sultân Mahmûd Han, 209 Sultân Mahmûd Mîrzâ, 152, 157, 183 Sultân Melikâh, 41, 48, 79, 81, 121 Sultân Mes‘ûd Mîrzâ, 157, 179, 183 Sultân Mes’ûd, 2, 44, 71, 77, 84, 91, 381 Sultân Muhammed Hudâbende, 208 Sultân Mustafâ Mîrzâ, 209 Sultân Osman, 427 Sultân Selîm, 52, 152, 160, 161, 180, 391, 394, 409, 412, 413, 414, 421, 425, 427, 430, 507 Sultân Selîm âh, 154, 160, 180 Sultân Sencer, 18, 37, 48, 80, 96, 97 Sultân Süleymân, 48, 162, 209, 212, 415, 602, 623 Sultân Süleymân b. Sultân Muhammed es-Selçûkî, 48 Sultân Süleymân Hvând-gâr, 209, 212 Sultân Süleymân âh es-Selçûkî, 48 Sultân Turul, 34 Sultân Veled, 6, 52, 53, 54, 266, 295, 297, 320, 335, 561 Sûmenât, 89, 90 Sun’î, 423, 428, 615 Sun’î-i Malatyavî, 615 Suriye, 5, 48, 135, 256, 259, 261, 288, 340, 349, 383, 391, 498, 612 Sûr-nâme, 584, 616, 618 Surûrî, 127, 432 Sûsenî Big, 210 Suyima Ganieva, 145, 150, 746 Sûzenî, 29, 30, 37, 133, 154, 180 Sûzenî-i Semerkandî, 37, 133 Sûzî Çelebi, 554, 609, 613 Sübhatü’l-ebrâr, 573, 580 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Sücûdî, 397, 398, 421, 424, 428, 755 Sühâyî, 407 Süheyl ü Nev-bahâr, 311, 312, 313, 323, 364, 365, 554, 559, 562, 577, 612, 630, 640, 652, 653, 685, 757, 768, 770 Süheylî, 170, 195, 397, 776 Sührâb, 118 Sühreverdî, 259, 261, 274, 277, 282, 329, 330, 331, 332, 787 Sühreverdî-i Maktûl, 330 Sühreverdîlik, 333 Süleymân Celâleddîn, 618, 657 Süleymân Çelebi, 306, 403, 561, 568, 569, 570, 611, 635, 637, 638, 639, 640, 642, 644, 646, 650, 651, 652, 655, 658, 660, 664, 665, 670, 678, 680, 687, 688, 689, 690, 691, 692, 693, 694, 695, 696, 697, 698, 778, 781, 784 Süleymân Dürrî, 618 Süleymân Fehmî, 433, 455 Süleymân Hayri, 618 Süleymân Nahîfî, 571, 631, 765 Süleymân âh, 318, 323, 341, 343, 351, 360, 362 Süleymân-ı Kırehrî, 305 Süleymân-ı Türkmân, 182 Süleymâniyye, 614, 637, 655 Süleymân-nâme, 53, 427, 615, 625 Süli Fakîh, 310 Sünbül-zâde Vehbî, 554, 617, 668, 751 Sünnî, 5, 43, 85, 86, 88, 91, 94, 97, 124, 281, 290, 381 Sürûrî, 424, 561, 627, 781 Sürûri-i Acem, 424 Süryanî, 257, 340 Süryanice, 6, 255, 356, 383 Süryaniler, 254 âbân-ı Sivrihisârî, 722 âh ‘nâyetullâh, 178 âh Alî bin Abdulali, 57, 143 âh Çelebi, 425 âh Garîb Mîrzâ, 179 âh I. Abbâs, 217 âh II. Abbâs, 217 âh smâ’îl, 151, 159, 162, 205, 206, 207, 208, 391, 393, 394, 401, 407, 408, 412, 419, 423, 424 âh smâ’îl bin Haydar, 151 âh smâ’îl-i Sânî, 208 ah Kasım, 398 âh Kasım, 425 âh Kulı Uygur, 177 ah Kulu, 395, 407 âh Mahmûd Cân, 178 âh Mazharî, 178 âh Mehmed, 425 âh Muhammed Kurçî, 157, 182 ah Muhammed-i Kazvînî, 398 âh Süleymân, 217 âh Tahmasb, 150, 208 âh Tahmasb-ı Hüseynî, 208 âh u Dervî, 577, 615, 616, 631 âh u Gedâ, 565, 577, 614, 620, 626, 627, 675, 752, 783 âh Veled Big, 183 âh Velî Ayıntâbî, 628 âh-Cihân, 217 âhek, 183 âh-ı Arman, 350 âh-ı Bedahân, 168 âhî, 52, 157, 167, 193, 196, 203, 426 âhidî, 52, 126, 537, 540, 554, 555, 568, 572, 576, 589, 592, 611, 614, 615, 619, 628, 634, 644, 647, 650, 674, 768, 781, 782 âhidî brâhîm Dede, 615, 634, 782 âhî-i Sebzvârî, 193, 196, 203 âhkulı Big, 210, 214 âh-nâme, 53, 56, 75, 76, 82, 84, 118, 119, 120, 121, 122, 131, 575, 615, 657, 658, 661, 747, 748, 760 âh-nâme-i Gotasb, 118 âh-nâme-i Türkî, 131 âhvirdi, 209 akâik-ı Nu’mâniye, 497 âkir Ahmed Paa, 685 ânî, 573, 576, 616 ânî Mehmed Efendi, 573, 616 arkiyatçılık, 98, 99, 779 âtıbî tercümesi, 325 ebistân-ı Hayâl, 53, 614 efaat-nâme, 608 ehâbeddîn Süleymân, 770 ehâdet el-Tevhîd ve vasf Tevhîd el-Mûkınî, 263 ehâyî, 33 ehdî, 53, 426, 613 ehîdî, 60, 158, 177, 426 ehîd-i Belhî, 16 eh-nâme, 37, 38, 53, 76, 81, 82, 83, 84, 117, 121, 122, 160, 251, 301, 303, 320, 322, 365, 406, 551, 557, 559, 568, 602, 615, 624, 626, 676, 760 ehnâme Çevirisi, 644, 676, 771, 782 eh-nâme Tercümesi, 37, 551, 557, 559, 568, 602 ehnâme-i Âl-i Osmân, 53 eh-nâme-i Selîmhânî, 406 ehrengîz, 53, 415, 417, 615 ehrengîz-i Bursa, 615 ehrengîz-i stanbul, 53 ehrî, 175, 219 ehzâde Ahmed, 395, 420 ehzâde Cem Sultân, 561 ehzade Emîr Süleymân, 313, 362 ehzâde Korkud, 561 ehzâde Mes’ûd, 34 ekîbî, 210 826 825 elçuklu âh-nâme, 53, 303 em’ u Pervâne, 53, 415, 430, 577, 614, 626, 656, 746, 747, 789 em’-i Encümen, 218 em'î, 127, 561 emseddîn, 49, 150, 276, 278, 280, 282, 352, 353, 395, 399, 414, 499, 560, 563, 572, 574, 614, 615, 625, 627, 628, 655, 691, 745 emseddîn Hamza-i Tugrâî, 49 emseddîn Muhammed-i Isfahânî, 49 emseddîn Sâmî, 150 emseddîn-i Sivasî, 560, 572, 614, 615, 628, 691 emsî, 177, 178, 210, 426, 561, 571, 572, 614, 617, 655, 690, 765 emsî Ahmed Paa, 614 ems-i Tebrizî, 257, 263, 292, 328, 332, 334, 341 emsuddîn-i Berda‘î, 161, 426 emsüddîn Muhammed bin Kaysi'r-râzî, 431 emsüddîn Muhammed-i Latîfî, 182 erefeddîn Sabuncuolu, 359 erefeddîn Ya’kûb, 348 eref-nâme, 612 erefü’l-insân, 415 erefüddîn-i sfahânî, 180 erh-i Besmele, 263, 336, 762 erh-i Cezîre-i Mesnevî, 626, 643 erh-i Hidâye, 161, 426 erh-i Ìsâgocî, 161, 426 erh-i Kasîde-i Tâ’iye-i bn-i Fâriz, 263 erh-i Sûdî ber-Hâfız, 127 erh-i âfî, 570, 771 erhu'l-mesnevî, 626 erhü’l-hadîsi Erba’în, 350 erhü'l-âdem, 634 erîfî, 181, 195, 477, 556, 568, 575, 576, 586, 594, 602, 614, 644, 676, 771 erîfî-i îrâzî, 181 evk-engîz, 617, 647, 681, 696 evket-i Buhârî, 9 evkî, 170, 427 evk-nâme, 614 eybânî Han, 157, 614 eybânî-nâme, 629, 636 eyh Abdulahad Efendi, 561 eyh Abdullâh, 53, 160, 161, 176, 180, 427, 501 eyh Abdullâh-ı ebusterî, 53, 160, 161, 180, 427 eyh Abdülvehhâb, 499 eyh Alî Nakî, 210 eyh Âzerî, 147, 166 eyh Baba Halîl, 497, 501 eyh Baba Yûsuf, 497, 499, 501, 508, 510, 525, 571, 574, 588, 598, 643, 672, 673, 726, 727, 728, 732, 766 ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî, 525, 672, 766 eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisârî, 598 eyh Behâ’u’d-dîn Muhammed, 209 eyh Celâlüddîn Behâü’l-veled, 160, 179 eyh Cemâlüddîn-i Gîlânî, 179 eyh Ebû Tâhir Ahmed-i sfahanî, 340 eyh Ebu’l-feyz, 209 eyh Ebu’l-hasan Alî-i Gaznevî, 44, 382 eyh Ebu’l-vecd, 181 eyh Eref b. Ahmed, 573, 633, 639, 778 eyh Evhaduddîn-i Kirmânî, 160, 179 eyh Fethullâh, 161, 181 eyh Gâlib, 8, 112, 126, 388, 438, 481, 554, 555, 558, 561, 573, 586, 617, 621, 628, 643, 647, 655, 686, 690, 693, 696, 757 eyh Hacı Bayram, 499 eyh Hamdullah, 398 eyh Hasan Onar, 340 eyh brahim Tennurî, 632, 643 eyh mâmuddîn-i Râfi‘î, 179 eyh mâmü’l-hâfız Cemâleddîn Ebu’l-ferec Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed-i Cevzî, 349 eyh smâ’îl Hakkî-i Bursevî, 571, 617 eyh zzeddîn Ebu’l-kâsım-ı Hammuî, 340 eyh Kâmil, 395 eyh Kemâl-i Hucendî, 154, 180 eyh Kemâl-i Türbetî, 168 eyh Mecdûd bin Âdem, 179 eyh Mecduddîn-i Bagdâdekî, 179 eyh Mecdüddîn shak, 264, 272, 340 eyh Muhammed-i Tebrîzî, 182 eyh Muhyiddîn, 179 eyh Müridüddîn, 181 eyh Nasireddîn Mahmûd-ı Hoyî, 334, 351 eyh Nasîruddîn Mahmûd, 309, 340, 341 eyh Nasîruddîn Mahmûd, Sadruddîn-i Konevî, 309 eyh Necm, 177 eyh Necmüddîn-i Dâye, 351 eyh Necmüddîn-i Kübrâ, 179 eyh Nizâmî, 154, 180 eyh Osmân, 305 eyh Sa‘dî-i îrâzî, 154 eyh Sadruddîn-i Revâsî, 149, 168 eyh Safiyüddîn-i Erdebilî, 59 eyh San’ân Kıssası, 674 eyh Seyfüddîn-i Bâharzî, 179 eyh ihâbuddîn, 179 eyh Vefâ Hazretleri, 421 eyh Ziyâüddîn, 179 eyhî, 109, 111, 112, 126, 173, 316, 318, 319, 360, 362, 367, 370, 474, 492, 513, 549, 554, 555, 556, 561, 574, 575, 576, 581, 582, 587, 611, 617, 620, 628, 642, 645, 648, 650, 651, 654, 663, 664, 667, 671, 672, 673, 674, 679, 682, 684, 685, 695, 755, 760, 764, 767, 776, 783, 784 eyh-i Ekmel bn-i Arâbî, 523, 722 eyholu Mustafâ, 302, 305, 323, 358, 359, 360, 513, 576, 583, 609, 653, 659, 749, 769 eyhülharem-zâde eyh Abdulkerîm-zâde, 615 eyhülislâm Bahâyî, 616 eyhülislâm Hoca Sadeddîn Efendi, 393, 397 eyhülislam bn-i Ahmed, 48 eyhülislâm shâk, 472 eyhül-islâm shak Efendi, 571 eyhülislâm Yahyâ, 476, 664 eyh-zâde, 57, 143, 175, 176, 181, 182 eyh-zâde Fâyiz-i Nî-merdânî, 57, 143 eyh-zâde(-i) Pûrânî, 175 eyh-zâde-i Ensârî, 176 eyh-zâde-i Lâhîcî, 181 eyyâd Hamza, 288, 301, 308, 325, 552, 569, 575, 600, 633, 640, 649, 654, 661, 683, 687, 744, 752, 757, 770, 773, 788 eyyâd Îsâ, 570 ia, 86 iblî-i Nu’mânî, 34, 59, 218, 776 ihâbeddîn-i Sühreverdî, 257, 261, 264, 282, 330, 332, 341 ikârî, 576, 614 îr Ali Bey, 397 iraz, 123, 160, 406 îrem, 177 îrî, 427, 575, 782 îrîn ü Pervîz, 403, 679 irvanlı Mahmûd, 371 urûtü’s-salât, 614 urûtü’s-salât Tercümesi, 614 ükrî, 173, 392, 394, 397, 398, 427, 428, 550, 552, 555, 575, 598, 615, 626, 638, 648, 657, 686, 747, 785 ükrî-i Bidlisî, 392 ükrullah, 374 ütür u Hücre, 421 Ta’rîfât, 423, 578 Ta’rîf-i Adem, 679 Ta’rîf-nâme, 779 Taauk-nâme, 563, 564, 696 Ta'auk-nâme, 632, 647, 675 Tabakatü’l-memâlik fîDerecâti’l-mesâlik, 419 827 826 Taberî, 57, 83, 143, 205, 206, 211, 275, 281, 351, 361, 412, 425 Taberî Tarihi Tercümesi, 361 Tabîat-nâme, 324, 357, 363, 609 Tabsıratu’l-mübtedî ve Tezkiretü’l-müntehî, 263 Tabsıratü’l-mübtedî ve Tezkiretü’l-müntehî, 263 Tâc el-Terâcim fî-ârât el-lm ve Letâ’if el-fehm, 263 Tacik, 41, 70, 138 Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi, 405, 410, 556, 578, 589, 613, 759 Tâci-zâde Cafer Çelebi, 470 Tâcî-zâde Sa’dî Çelebi, 398 Tâcu’l-futûh, 75, 120 Tâcü’-erîa Mahmûd b. Ahmed b. Ubeydullah el-Mahbûbî, 368 Tâhirîler, 95 Tâhirü'l-mevlevî, 447, 457, 647, 674 Tahmâsb Kulı Big, 209 tahmîd, 549, 553, 554, 602 Tahsin, 501, 503, 505, 618, 627, 654, 744, 750, 758, 777, 780, 788 Takiyüddîn Tabîb-i Reanil Safiyüddevle Nasranî, 350 Takiyyüddin Evhadî, 205 Takrîru’l-menâsib, 268 Talas, 67 Tâli’î, 167, 398, 424, 428, 562 Ta'lîm-i Edebiyat, 433 Tamgaç Muhammed Han, 133 Taraz, 67 Târîh-i Âl-i Selçuk, 371 Târîh-i Cihân-güâ, 28, 62 Târîh-i Enbiyâ vü Hükemâ, 186 Târîh-i Guzîde, 94, 775 Târîh-i Güzîde Tercümesi, 34, 787 Târîh-i bni Kesîr Tercümesi, 372 Târîh-i Mülûk-i Acem, 186 Târîh-i Sultân Cem, 613 Târîh-i Türkistân ve Hıtây, 130 Târîh-i Vassâf, 399 Tarîkat-nâme, 370, 667, 759 Takent, 63, 145, 146, 149, 150, 166, 492, 641, 645, 647, 746 Talıcalı Yahyâ, 552, 568, 586, 620, 626, 631, 634, 644, 648, 673, 675 Tatar, 66, 67, 70, 71, 101, 139, 153, 565, 654 Tavus Mucizesi, 321, 608 Tawgaç Bura Han, 129, 607 Tayboaolu bn el-Mecdî, 347 Tebriz, 67, 159, 162, 205, 207, 217, 243, 281, 345, 393, 394, 395, 407, 411, 412, 423, 500, 641, 779, 780 Tebrizli Ahmedî, 559, 562, 572, 575, 594, 596, 601, 611, 638 Tecnîsât, 403 Teferrüc-nâme, 613 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL tefsir, 39, 95, 412, 425, 507, 517, 528, 529 Tefsîr-i Kâdî, 161, 426 Tefsîr-i Kutbuddîn, 531 Teksin, 63 Telhîsu'l-miftâh, 432, 439 Telhîsü'l-miftâh, 432, 453 telmîh, 21, 22, 23, 301, 302, 421, 434, 439, 440, 441, 445 Tengî, 67 Tenhâyî Big, 210 Terceme-i Hâl-i Nâzım-ı Mevlid-i Nebevî e-eyh Süleymân Çelebi Rahmetu’llah, 639 Terceme-i ehnâme, 406 Tercüme ve Nazm-ı Hadîs-i Erba’în, 53, 412 Tercüme-i el-Bâhü'-âhiyye ve'tterkîbâtü's-sultâniyye, 373 Tercüme-i Esrâr-nâme, 632 Tercüme-i Ekâl-i Nâsır-ı Tûsî, 361 Tercüme-i Hadîs-i Erba’în, 614, 626 Tercüme-i Pend-i Atâr, 614 Tercüme-i Pend-nâme-i Atâr, 757 Tercüme-i erh-i Dü Beyt-i Mesnevî, 626 Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî, 372 Tergibat, 633 Tertîb-i Nefs, 685 Tervîhu'l-ervâh, 315, 574, 633, 744 tebih, 8, 317, 435, 448, 450, 454, 456, 457, 458, 459, 466, 481, 482 tehis, 319, 451 Terîfâtü’-u’arâ, 568, 574, 616, 761, 788 Tevârih-i Âl-i Osmân, 53 Tevârîh-i Âl-i Osmân, 393, 414, 418, 549, 613, 615, 646 Tevfiye, 617 tevhîd, 554, 555, 584, 585, 602, 603, 605 tezâd, 434, 436, 437, 438, 443 Tezkire-i lâhî, 150 Tezkiret-i bn Baytar, 350 Tezkiretü’l-evliyâ, 56, 364, 766, 788 Tezkiretü’-u’arâ, 145, 207, 753, 756, 772 Tezkiretü'l-evliyâ, 369 Th. Houtsman, 27 Tıbb-ı Nebevî, 350 Tıflî, 616, 663 tıp, 152, 195, 259, 265, 281, 286, 313, 315, 318, 344, 347, 349, 353, 357, 359, 362, 363, 367, 373, 425, 606 Tırâ-nâme, 53 Tıraz, 63, 67, 89 Tibet, 67, 68 Tiflisî, 264, 269, 282 Timur-ı Gürgân, 147, 151, 178 Timurta Paa, 305, 369 Timurta Paa olu Umur Bey, 369 Timurta Paazade Umur Bey, 50 Tirmizli Seyyid Burhâneddîn, 334 Toderini, 100 Toanah, 34 Tokat, 135, 255, 256, 257, 258, 259, 260, 261, 280, 283, 339, 340, 341, 348, 353, 414, 654, 689, 693, 743 Tokatlı Hacı Ivaz Paa, 50 Tokatlı shâk Efendi, 633 Tokuzlu Köyü, 318, 362 Trablus, 349, 407, 423 Trablusam, 325 Trabzon, 396, 397, 399, 409, 410, 413, 420, 426, 427 Turul b. Arslan, 48 Turul bin Arslan, 280 Tuhfe, 57, 143, 149, 190, 207, 208, 286, 287, 323, 357, 368, 481, 537, 567, 609, 615, 617, 618, 642, 643, 644, 646, 672, 687, 747, 756, 768, 775, 779 Tuhfe-i Mübârizî, 286, 287, 357, 756, 768 Tuhfe-i Nushî, 618 Tuhfe-i Remzî, 643, 672 Tuhfe-i Rûmî, 642 Tuhfe-i Sâmî, 57, 143, 149, 190, 207, 208, 779 Tuhfe-i âhidî, 537, 615, 646, 687 Tuhfe-i Vehbî, 617 Tuhfe-i Zîbâ, 618 Tuhfe-nâme, 323, 609 Tuhfetu’l-ceyb, 150 Tuhfetü’l-efkâr, 188, 189, 191, 203 Tuhfetü’l-emsâl, 552, 558, 559, 560, 563, 567, 643, 765, 775 Tuhfetü’l-envâr, 579 Tuhfetü’l-Fakîr, 722 Tuhfetü’l-hâfız, 617 Tuhfetü’l-harameyn, 58, 754 Tuhfetü’l-ihvân ve Hediyyetü’ssibyân, 617 Tuhfetü’l-islâm, 554, 556, 560, 570, 647, 780 Tuhfetü’l-slâm, 614 Tuhfetü’l-ma’nâ, 618 Tuhfetü’l-mecâlis, 626 Tuhfetü’l-mü’min, 628 Tuhfetü’l-uâk, 404, 554, 555, 564, 569, 579, 587, 590, 595, 612, 614, 635, 637, 647, 668, 681, 682, 745, 785 Tuhfetü’z-zevrâ, 617 Tumanbay, 391 Tuna, 100, 417, 661 Tunus, 349, 624 Turan, 35, 41, 62, 65, 69, 72, 73, 83, 84, 119, 125, 139, 140, 249, 254, 261, 269, 272, 273, 279, 282, 287, 348, 374, 420, 483, 576, 635, 828 827 656, 661, 672, 673, 686, 691, 692, 693, 697, 766 Turanlılar, 131 Turkî-i Keî-i lâkî, 37 Tursun Fakı, 574, 608, 648 Tursun Fakîh, 321, 568, 669 Tus, 15, 83, 118, 122 Tutmacı, 323, 324, 363, 577, 609, 637, 677, 679, 694, 772, 776, 788 Türâbî, 468, 480, 562, 628, 776 Türk, XI, 1, 2, 3, 4, 7, 9, 10, 13, 26, 27, 29, 30, 32, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 65, 70, 71, 72, 73, 79, 82, 84, 86, 87, 88, 92, 94, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 106, 107, 108, 110, 112, 113, 114, 115, 117, 118, 119, 121, 122, 123, 125, 126, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 143, 144, 147, 148, 149, 150, 156, 157, 158, 160, 166, 185, 187, 191, 192, 195, 202, 203, 207, 208, 209, 210, 211, 216, 217, 220, 224, 245, 249, 251, 254, 256, 257, 258, 260, 265, 267, 279, 281, 283, 284, 285, 286, 287, 288, 291, 293, 294, 295, 296, 299, 300, 302, 303, 304, 306, 307, 308, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 317, 319, 322, 324, 330, 334, 335, 337, 339, 340, 341, 343, 345, 346, 354, 355, 356, 358, 359, 360, 362, 364, 366, 367, 369, 371, 374, 379, 381, 382, 384, 385, 386, 387, 388, 389, 391, 392, 393, 394, 395, 399, 400, 401, 402, 403, 404, 405, 406, 408, 413, 415, 421, 424, 430, 431, 433, 446, 457, 463, 483, 485, 487, 489, 491, 492, 494, 495, 499, 500, 513, 514, 527, 531, 544, 547, 555, 556, 561, 565, 572, 579, 587, 602, 605, 607, 608, 609, 610, 611, 612, 613, 617, 618, 619, 620, 621, 622, 623, 624, 625, 627, 628, 629, 630, 631, 632, 633, 634, 635, 636, 637, 638, 639, 640, 641, 642, 643, 644, 645, 646, 647, 648, 649, 650, 651, 652, 653, 654, 655, 656, 657, 658, 659, 660, 661, 662, 663, 664, 665, 666, 667, ŞİRAZ’DANDZN İSTANBUL’A 668, 669, 670, 671, 672, 673, 674, 675, 676, 677, 678, 679, 680, 681, 682, 683, 684, 685, 686, 687, 688, 689, 690, 691, 692, 693, 694, 695, 696, 697, 698, 722, 733, 743, 744, 745, 747, 748, 749, 750, 751, 752, 753, 754, 755, 756, 757, 758, 759, 760, 761, 762, 763, 764, 765, 766, 767, 768, 769, 770, 771, 772, 773, 774, 776, 777, 778, 779, 781, 782, 783, 784, 785, 786, 787, 788, 789 Türk dili, 2, 3, 7, 27, 46, 47, 49, 138, 207, 265, 303, 356, 360, 384 Türk edebiyatı, 1, 9, 107, 485 Türk airleri, 308, 623, 758 Türk iiri, 7, 100, 113, 115, 134, 140, 379, 385, 386 Türkçe, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 9, 13, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 41, 42, 43, 46, 49, 51, 52, 54, 55, 56, 57, 58, 85, 100, 102, 103, 107, 108, 110, 115, 124, 126, 127, 128, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 137, 138, 139, 140, 141, 143, 144, 146, 147, 148, 151, 155, 156, 157, 158, 160, 161, 164, 166, 185, 186, 187, 198, 199, 208, 210, 211, 217, 218, 219, 220, 223, 224, 225, 243, 245, 254, 255, 256, 262, 264, 265, 266, 282, 283, 284, 285, 286, 287, 288, 289, 293, 294, 295, 296, 297, 298, 299, 301, 303, 304, 305, 306, 307, 309, 313, 314, 315, 316, 317, 318, 319, 320, 323, 324, 325, 326, 334, 337, 355, 356, 357, 358, 359, 360, 362, 363, 365, 366, 368, 369, 370, 372, 373, 374, 380, 381, 383, 384, 385, 386, 395, 396, 399, 400, 402, 403, 404, 405, 408, 410, 411, 412, 413, 414, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 425, 426, 428, 429, 432, 434, 439, 491, 492, 499, 527, 529, 534, 537, 538, 539, 540, 542, 544, 547, 549, 552, 553, 564, 584, 603, 605, 606, 608, 618, 619, 622, 623, 624, 625, 630, 631, 633, 635, 637, 640, 643, 644, 645, 646, 647, 648, 653, 656, 658, 661, 665, 672, 679, 681, 682, 685, 687, 688, 691, 694, 697, 699, 721, 722, 734, 743, 747, 748, 750, 751, 753, 756, 757, 758, 760, 761, 762, 764, 765, 766, 770, 772, 773, 774, 776, 777, 778, 782, 783, 784, 785, 787 Türkçe Dîvân, 54, 314, 316, 319, 362, 414, 423, 787 Türkei, 17 Türkî-gûy, 147, 148 Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen, 29 Türkistan, 2, 7, 9, 11, 28, 32, 39, 40, 46, 48, 49, 50, 54, 62, 63, 65, 67, 68, 69, 80, 89, 107, 125, 129, 131, 132, 135, 138, 158, 249, 285, 313, 327, 330, 339, 383, 384, 676, 678, 750 Türkistan üslubu, 2 Türkistanlı Kagarlı Mahmûd, 130 Türkler, 1, 3, 5, 26, 27, 30, 38, 40, 41, 45, 46, 48, 61, 62, 66, 69, 85, 86, 87, 88, 93, 94, 100, 101, 102, 103, 104, 114, 115, 118, 123, 126, 128, 130, 134, 137, 138, 139, 140, 149, 249, 254, 256, 266, 267, 283, 286, 293, 312, 339, 340, 355, 358, 364, 382, 386, 432, 617, 623, 655, 661, 662, 671, 689, 745, 762, 764, 765, 766, 776, 785 Türkmân, 68 Türkmen, 49, 62, 68, 70, 101, 135, 195, 249, 257, 258, 284, 290, 303, 327, 334, 341, 351, 352, 355, 356, 384, 404, 428, 564, 569, 587, 595, 635, 648, 744, 784 Türkmenler, 41, 259, 327, 328, 334 Ubeyd Han Özbek, 209 Ubeydullâh Hân, 183, 614 Ûdî, 566, 578, 615, 644, 662, 771 Uhuvvet, 728 Ukûdü'l-cevâhir, 317 Ulu Ârif Çelebi, 320 Ulug Big Mîrzâ, 179 Ulvî, 428, 578, 583, 612 Umdetü'l-islâm, 368 Umur Bey, 363, 368, 373 Umuriyye, 25 Unsurî, 5, 17, 19, 26, 33, 34, 35, 36, 37, 43, 66, 70, 71, 72, 74, 79, 117, 119, 120, 121, 124, 133, 154, 180, 382 Unsurî-i Belhî, 37 Unsurü’l-ma’âlî Keykâvus bin skender bin Kabus, 361 Urdu Beluci, 58 Urfa, 412, 700 Urfalı shak b. Alî, 350 Urfî, 210 829 828 Usûlî, 578, 584, 615, 670, 764 Usûlü’l-melâhim, 261 Uâkî Abdullâh-ı Salâhî, 571 Uâk-nâme, 53, 266, 280, 404, 635, 647, 764, 782, 785 Utbî, 46, 137, 140 Uygur, 1, 130, 131, 134, 135, 139, 141, 144, 177, 185, 636, 767 Uzun Firdevsî, 329, 613 Üçüncü El-Mütevekkil al-Allah, 394 Ümmî Îsâ, 577 Ümmî Sinân, 476, 477, 751 Ümmülveled-zâde, 614 Üngürüs Fetih-nâmesi, 615 Üsküblü shâk Çelebi, 474 Üsküdar, 321, 398, 572, 679, 697, 767 Üsküdar’dan am’a Kadar Konaklar, 572 Üsküdarlı Sâfî, 573, 697 Üsküdarlı Sırrî, 473, 474 Üsküp, 402, 403, 412, 416, 424, 615, 661 Üsküp ehrengizi, 615 Üstâd Kul Muhammed, 176 Üstâd Muhammed–i Obahî, 173 Üveysü’l-karânî, 421 Va’d, 21 Vahdet-i Vücûd, 328, 329, 748, 758 Vahdet-nâme, 572, 618, 632 Vâhid, 617 Vahîdî, 182 Vahid-i Tebrîzî, 418 Vahyî, 429, 552, 572, 616, 648, 694, 781 Vak’a-nüvis Es’ad Efendi, 657 Vakfiyye, 150, 187 Vâkı’ât-ı Sultân Selîm Han, 396 Vambery, 44, 380, 649, 681 Vâmık u Azrâ, 362, 415, 577, 602, 612, 614, 616, 631, 638, 655, 658, 749, 772 Vardarlı Fazlî, 589, 656, 745 Varka ve Gülah, 568, 577, 609, 644, 647, 780, 789 Varka ve Gülâh, 325, 590, 591, 614, 650, 693 Varvarlı Ali Paa, 616 Vasf-ı Hâl, 307, 572, 651, 677, 772 Vasfî, 182 Vasfi Mahir Kocatürk, 293, 301, 485 Vasiyyet-i Nûirevân-ı Âdil bePüsere Hürmüz-i Tâcdâr, 317 Ve’l-Akdü’s-Semîn Ve’l-Akdü’lYemîn, 531 Vefaiyye, 327 Vefâiyye, 335 Vefât-ı Hazret-i Resûl, 629, 630 Vefâtü’n-nebî, 571, 747 Vefâyî, 171, 193, 197, 203 Vehhâb-i Velî, 104 Vekâyi’-nâme-i Bihitî, 613 RAZ’DAN STANBUL’A AHMET KARTAL Veled Çelebi, 320, 642, 643, 670, 744, 768, 781 Velî-i Kalender, 168 Vercû, 205 Vesîletü’l-irfân, 616, 636, 788 Vesîletü’l-rfân, 722 Vesîletü’l-mülûk li Ehli Sülûk, 361 Vesîletü’n-necât, 638, 642, 646, 655, 674, 691, 692, 694, 695, 696, 698, 778, 784 Veyse vü Râmîn, 631 Veysel Karanî Hikâyesi, 666 Vezînpûr, 74, 90, 91, 139 Vezir Cemâleddîn Cevâd, 350 Vikâye, 368, 563, 625, 672 Vikâye Tercümesi, 368, 563, 570, 625, 672 Vikâye-nâme, 368 Vikâyetü’r-rivâye fî mesâ’ili’lhidâye, 368 Vilâyet-nâme, 336 Vîs ü Râmin, 415, 577, 612, 772 Visâlî, 429, 574, 614, 686, 774 Visâlî Ali Çelebi, 614, 686 Viyana, 100, 145, 649 Vizeli Bihitî, 562, 568 Vuslatî Ali Bey, 466, 616, 642 Vücudî, 638 Vücûdiye, 329 Walter Andrews, 102 Ya‘kûb Mîrzâ, 179 Ya’kûb Bey, 360, 361, 367 Yâdâthâ-yı Bâbür, 57 Yâdgâr Big, 209 Yâdigâr-ı Zeriran, 118 Yagmâ, 31, 64, 68, 70, 71, 129, 139 Yagmâ Türkleri, 129 Yahyâ b. Halîl, 305, 702 Yahya Bey, 472, 552, 555, 556, 557, 558, 572, 573, 576, 578, 580, 586, 629, 631, 637, 654, 662, 754, 757 Yahya Kemal, 32, 397, 439, 782 Yahya Kemal Beyatlı, 439 Yakubiler, 254 Yakup Paa, 34 Yamgurçi Big, 177 Yâr Muhammed Rahne, 183 Yârcânî, 49, 53, 303, 384 Yavuz Selîm, 391, 392, 393, 396, 398, 399, 401, 402, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 410, 416, 417, 418, 419, 420, 421, 422, 423, 424, 425, 426, 427, 428, 429, 430, 507 Yavuz Sultân Selîm, 51, 52, 55, 152, 154, 158, 159, 160, 161, 162, 391, 392, 393, 396, 399, 400, 401, 402, 405, 406, 411, 412, 413, 415, 416, 418, 425, 426, 430, 508 Yavuz Sultân Selîm Han, 154, 158, 508 Yazıcı Sâlih, 367, 559, 563, 565, 574, 585, 616, 627, 635, 788 Yazıcıolu Ahmed Bican, 358 Yazıcıolu Ali, 371 Yazıcıolu Mehmed, 369, 589, 611, 639, 663, 755 Yazıcızâde Muhammed, 561 Yemek, 68, 691, 771 Yemen, 28, 42, 68, 78, 312, 321, 364 Yemînî, 615, 632, 635, 648, 754 Yeni Edebiyât, 774 Yeni Farsça, 14, 15, 16 Yenice ehr-engîzi, 584, 615, 617, 670, 764 Yenipazarlı Vâlî, 403, 551, 557, 559, 560, 578, 585, 587, 615, 644, 675, 769, 788 Yeniehir ehrengizi, 662 Yeniehirli Avnî, 618, 662, 683 Yesi, 130 Yetîmetü’d-dehr, 15, 17 Yezd, 149, 205 Yezdân-inaht, 263 Yıldırım Bâyezîd, 7, 313, 315, 323, 360, 361, 362, 367, 512, 513, 528 Yuhanna ibnü’l-Bıtrık, 721 Yûnus bin Halîl bin Mehmed, 367 Yûnus Emre, 6, 107, 267, 279, 288, 290, 299, 308, 320, 438, 466, 499, 500, 510, 573, 607, 669, 761, 771, 783 Yûnus Paa, 398, 420 Yûsuf (A.S.), 22 Yûsuf b. Ebî Said Ahmed-i Sicistânî, 263 Yusuf bin Ömer, 14 Yusuf Hakikî Baba, 556, 574, 639, 754 Yûsuf Has Hâcib, 32, 85, 130, 131, 132, 134, 138, 598 Yûsuf Meddâh, 53 Yûsuf u Zelîhâ, 568, 586, 640, 649, 664, 676, 756, 782, 788 Yûsuf u Züleyhâ, 43, 82, 109, 110, 121, 306, 310, 315, 325, 406, 414, 441, 552, 554, 555, 556, 558, 559, 562, 564, 565, 569, 575, 576, 581, 582, 585, 591, 600, 601, 606, 608, 609, 611, 616, 618, 620, 625, 628, 629, 640, 643, 644, 650, 654, 659, 669, 672, 677, 678, 689, 746, 749, 755, 756, 761, 762, 765, 766, 770, 772, 783 Yûsuf-ı Hemedânî, 44, 382 Yûsuf-ı Meddâh, 324, 361, 568, 577, 608, 609, 644, 663, 689 830 829 Za’îfî, 555, 558, 559, 560, 561, 562, 568, 572, 573, 575, 578, 594, 599, 614, 615, 627, 674, 789 Zâdü’l-Meâd fi’l-Fürû ve’lAhlâk, 531 Zâdü'l-me'âd, 635 Zafer-nâme, 554, 557, 616, 617, 618, 636, 643, 779 Zahhâk, 83 Zâhid bin Ârif, 373 Zâhid bin Muhammed, 127 Zahîr, 17, 185, 407 Zahîreddîn-i Faryâbî, 252, 253, 268 Zahîre-i Harzamâhî, 373 Zahîruddîn-i Fâryâbî, 34, 38, 154, 180 Zahîrüddîn Muhammed Bâbür Pâdiâh, 183 Zâl Olu Rüstem, 76, 120 Zamânî, 172, 429 Zarîfî, 182, 577, 585, 617, 635, 638, 747, 789 Zâtî, 174, 398, 417, 429, 430, 473, 474, 480, 561, 577, 578, 614, 615, 617, 626, 638, 675, 744, 746, 747, 755, 783, 789 Zâtî Süleymân Efendi, 617, 638 Zâve Kadısı, 173 Zebîhullah Safâ, 4, 43, 86, 381, 780 Zehr-nû Yûsuf Balı olu Bekta Çelebi, 337 Zekeriya bin Mehmed-i Kazvinî, 367 Zeki Velidi Togan, 149 Zeliha, 22, 308, 629, 633, 640, 659, 675, 680, 750, 757, 768, 777 Zelle-nâme, 616 Zemaherî, 62 Zembilli Ali Efendi, 395 Zenân-nâme, 617, 640, 683 Zengibar, 64 Zerdüt, 14, 23, 43, 104, 118 Zeynel Paa, 397, 427, 430 Zeynüddîn Sadaka, 334 Zeynüddîn-i Hafî, 333 Zileli Hamdî, 655 Zînetî, 33, 34, 77, 117 Zînetü’l-ümerâ, 131 Ziya Paa, 574, 641 Ziyâeddîn Mevdûd, 97 Ziyâî Yûsuf, 576, 614 Zuhrü’l-âhire, 662 Zulkarneyn, 24 Zübdetü’l-akâid, 570 Zübdetü’l-hey’e, 345 Zübdetü’l-kelâm, 207 Zübdetü’t-tevârîh, 186 Züfer, 561 Zürrime, 106