Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
KÛR'AN-I KERİM IŞIĞINDA CİNLER          Cinler hakkında en kapsamlı ve doğru bilgiler Kûr'an-ı Kerim'de bulunmaktadır. Eski Ahidde (Tevrât kûlliyatı) cinler hakkında pek bilgiye rastlamıyoruz.  Yeni Ahid (İncil) cinlerin icraatlerine dair insanlarda zuhur eden cinnet hallerinden bazı kıssalar nakletmiştir. Muteber hadis kitaplarında birkaç rivayet dışında ayetlerin tefsiri mahiyetinde bazı bilgiler mevcuttur. İnsanı fahhar (halindeki) salsaldan hâlk ettik. Cinleri de nârın maricinden hâlk ettik. (Rahman 55/14-15) Andolsun insanı hamein mesnûn olan salsaldan hâlk ettik. (İnsandan) önce cinleri nârı semumdan hâlk ettik. (Hicr 15/26-27) Hâlk    : yaratmak Hamein mesnûn : balçık halindeki toprak türevinin mahiyet itibariyle prototip kalıba uygun hale gelmesi Fahhar : sıcakta kaynamış toprağın sıvılaşmış hali Salsal : şekil almaya müsait toprak Nâr      : ateş Maric  : kor - dumansız ateş Nârı semum : kavurucu çöl rüzgarını andıran görünmez ateş          Kûr’an-ı Kerim bizzat cinleri konuşturur. (Ey rasûlûm)!  Kûr'an-ı işitmeleri için cinlerden (bir grup) neferi sana yönlendirmiştik. (Dinlemek için) hazır (oldukları esnada şöyle) dediler: Susun ! (Kûr’an tilaveti) kaza (edildikten sonra) kavmini inzar etmek için (geri) döndüler. (Ahkâf 46/29) (Cinler kavimlerine şöyle) dediler: Ey kavmimiz ! Mûsa’dan sonra nûzul (edilmiş) kitabın (ayetlerini) işittik. Kendisinden önce (inzal olmuş kitapları) tasdik eden / hak (yoluna) hidayet eden / tariki mûstakimdir. (Ahkâf 46/30) Tariki mûstakim : istikamete götüren yol Sıratı mûstakim : istikamet yolu Ey kavmimiz ! Allah’ın davetine icabet edin ! (Allah’a) iman edin ki; (geçmiş) günahlarınızdan (ötürü) size mağfiret etsin ! Azabûn elimden (koruyacak) ecir (versin) ! (Ahkâf 46/31) Ecir : ücret Kim Allah’ın davetçisi (olan Mûhammed’e) icabet etmezse arzda onu aciz bırakacak değildir. Dalâlin mûbin (olan o kimseler için) Allah’tan başka velileri de yoktur. (Ahkâf 46/32) Dalâlin mûbin : apaçık sapıklık (Ey rasûlûm) de ki : Bana vahyolunan (Kûr’an-ı Kerim’i) cinlerden (bir grup) nefer dinlemeye (gelmişti) ! (Onlar aralarında şöyle) dedi : Acaib (hususlara temas eden) Kûr’an işittik. (Cin 72/1) Vahiy : Bilginin kendine has nakledilme keyfiyeti BKZ : KÛR’AN-I KERİM IŞIĞINDA VAHİY Rûşdiyet (yoluna) hidayet eden (bu kitaba) iman ettik. Rabbimize tek (kişiyi dahi) mûşrik (kılmayacağız)! (Cin 72/2) Rûşdiyet : Kişinin hayata dair hadiseleri idrak edecek, olgunluğa sahip olması Hidayet : Hayatın her alanında kişinin ideal seçeneğe ulaşması Sıratı mûstakim : Rûşd ve hidayet açısından istikamet yoluna gitmesi Rabbimiz teâla ceddûk olup, sahip (olduğu herhangi bir eş) ve evlad ittihaz (etmedi.) (Cin 72/3) Teâla  : âla ötesi Ced    : ata Teâla ceddûk : mahlukatının soy ve atalarının ötesinde olup, varlığı ve vasıfları mahlukatına nispetle ezele kadar uzanan İttihaz : edinmek — mesela evlad edinmek Sefih   : sefahate düşkün — nefsani arzuların peşinden koşan kimse (Bizim) sefih (meğer) Allah (hakkında) asılsız (sözler) söylüyormuş! (Cin 72/4) Allah (hakkında) insan ve cinlerin yalan (yani asılsız sözler) söylemeyeceklerini zannediyorduk. (Cin 72/5) İnsanlardan (bazı) rical, cinlerden (bazı) ricalin hıfzına girerek, ziyadesiyle hak (yoldan sapıtıyordu)! (Cin 72/6) Rical : yürüyen-gezen kimseler Mahşer günü cem edildiğinizde (Allah) meleklere (şöyle) dedi: Size ibadet edenler bunlar mıydı ? (Sebe 34/40) (Melekler şöyle) dedi: Sûbhaneke ! Onlar değil, sen bizim velimizsin. Hayır ! Onların ekserisi cinlere iman ve ibadet ediyordu. (Sebe 34/41) Bugün birbirinize fayda veya zararı temlik edemezsiniz. (Nefsine zûlmedenlere şöyle) deriz : Tekzip ettiğiniz azabûn nârı tadın ! (Sebe 34/42) Temlik : kişiye fayda veya zarar verecek herhangi birşeyin devir hakkı Tekzip : yalanlama Allah’ın tek (kişiyi dahi) beas etmeyeceğini sizin gibi onlar da zannediyordu. (Cin 72/7) Beas : kişi / hakikat / ölüm ötesi hayat gibi birşeyin ortaya çıkması — Mesela başımıza bir meliki beas et ! Mesela öldükten sonra dirilişi beas et ! (Meselenin hakikatini öğrenmek için) semâya temas ettiğimizde ceddini şiddetli harasa ve şihapla (muhafaza edilmiş halde bulduk) (Cin 72/8) Harasa : Haris nefislere karşı mûhafız Şihab : meteor - göktaşı Rasat : gözlem Orada (gayba dair hadiseleri) işitmek için (belli) mevkilerde otururduk. Kim işitmek için (orada yol ararsa) onu da şihabın rasat ettiğine (şahid olduk)! (Cin 72/9) Andolsun dünya semâsını mesabihle ziynetledik. Recm edilmiş şeytanlara (karşı korunaklı) kıldık. Onlara (amellerinden ötürü ahirette de) azab es-sairi hazırladık. (Mûlk 67/5) Mesabih : Misbah - lamba Azab es-sair : cehennem ateşine ait vasıf Ashabûs sair : cehennemin sair vasfına muhatap olanlar (Andolsun) saf (halinde dizilenlere) / (kötülüğe karşı) zecredenlere / tilaveti zikredenlere ... vahid olan ilahınız, semâvat / arz / (hatta) bunların arasındakiler / (mesela) şarkın da rabbidir. (Saffat 37/1...5) Semâyı arz (gibi) gezegenlerle ziynetledik. Tüm şeytanın mûridlerinden muhafaza ettik. Mele-i âla (sakinlerini) işitemezler. Tüm yönlerden (haddi) kazife uğrarlar. Onlara azabûn vasip vardır. (Söz) kapmaya (çalışan olursa) ona da şihabûn sakib tabi olur. (Saffat 37/6…10) Azabûn vasib : acı veren azab Şihabûn sakib : delici meteor Kazif : cezalandırma çeşidi Lâ ilahe illallah ! Hayy ve kayyum olan Allah’tan başka ilah yoktur. (Zatını) uyku veya uykusuzluk tutmaz. Arz ve semâdaki herşey onundur. İzni olmadan nezdinde kim şefaat edebilir ? O (cûmle mahlukatın) önünde ve arkasındakini bilir. O dilemedikçe ilminden hiç kimse birşeyi ihata edemez. (Allah’ın) kûrsisi arz ve semâyı istiva etmiştir. Aliyyûl azim olan (Allah’a) hiçbir şeyin muhafazası zor gelmez.  (Bakâra 2/255) Rableri (bu şekilde neyi) irade etti ? Arzda (yaşayanlara) şer mi ? Yoksa (hayrı) reşid mi kıldı ? Neyi irade ettiğini (bilmiyoruz)! (Cin 72/10) Bizim (içimizde) salih (kimseler) olduğu gibi bundan (başka düşüncede olan) çeşitli tarikler de var. (Cin 72/11) Allah’ı arzda aciz (bırakacağımızı) zannettik lakin acziyet (içinde) harab (olmaktan kurtulamadık)! (Cin 72/12) Hidayete (davet eden Kûr’an-ı) işittik (ve şöyle dedik) ! Amenna ! Kim rabbine iman ederse bahsedilen korku ve hak (yoldan sapıtma) yoktur. (Cin 72/13) Bizim (içimizde) mûslimler olduğu gibi kasitûn da var. Kim (Allah’a) teslim olup, (hakikati) tahrir ederse onlar reşid olur. Kim kasitûn olursa cehenneme odun olur. (Cin 72/14-15) Kasitûn : kalpleri (kasvet) kesat bağlamış Tahrir : meseleyi araştıran muharrir / gazeteci Reşid : rûşdiyete ermiş — mesela hayatın sorumluluklarını taşıyacak olgunluk çağına yani rûşdiyete ulaştı.          Cinler bazı hadiseler üzerine hakikati araştırmaya koyulmuş nihayet Kûr’an-ı Kerim’in tilavetine şahid olmuşlardı. Ayetler karşısında eski bilgilerini tetkik ederek, hidayet yolunda rûşdiyete ermişti. Bu cinler salih niyetle yola çıkmış, Allah onları sıratı mûstakimde hidayete ulaştırmıştı. Cinler hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler şu makaleleri okuyabilir. BKZ : KÛR’AN-I KERİM IŞIĞINDA CİNLER 1/2 BKZ : YENİ AHİD IŞIĞINDA CİNLER 1/2 BKZ : YILDIZ KAYMASI CİNLERLE İLGİLİ Mİ ? Tariki istikamet olanları imtihan etmek için bolca suya (kavuştururduk)! Kim rabbinin zikrini reddederse azaben saâd sürer. (Cin 72/16-17) Tarik : gidilen yol / düşünce / anlayış Mezhep : taraf olunan düşünce / anlayış Azaben saâd : şiddeti gittikçe artan azap (Tüm) mescidler Allah’ın olup, Allah ile birlikte tek (kişiye bile) dûa etmeyin ! (Cin 72/18) Allah’a dûayı ikâme ederken neredeyse abdinin üzerine keçeleneceklerdi. (Cin 72/19) Abid : ibadet eden kul Abdûllah : Allah’ın kulu Keçelenmek : birbirinin üzerine yığılır gibi hararetle (menfi veya mûspet) tepki göstermek Malik : sahip — mesela mûlk sahibi (Ey rasûlûm) de ki: Rabbime ancak dûa ederim. Tek (kişiyi bile) ona şirk (koşmam) ! Elbette size zarar veya rûşde malik değilim. Tekiniz (bile) Allah’ın (azabından) beni tehcir edemez. (Allah’dan) başka iltica edecek (yol) da icad edemem. (Cin 72/20-21-22) (Ben ancak) Allah’ın (emirlerini) tebliğ (etmek için) risaletle (vazifeliyim). Kim Allah’a ve rasûlûne asi olursa halidin (mûddeti hatta) ebediyyen nârı cehennem vardır. (Cin 72/23) Halidine fiyha ebede : ebediyen sürecek uzun mûddet Hatta vaad (edilen şeyi) gördüklerinde kimin nasirinin zayıf, adetinin az (olduğunu o zaman) bilecekler. (Cin 72/24) Nasir : nusret yani yardım eden Karib : yakın Baid  : uzak (Ey rasûlûm) de ki: Rabbinin vaad ettiği (şey için) mûddet kıldığı (hadise) karib mi ? (Yoksa baid mi?) Benim idrakimin (üzerindedir) (Cin 72/25) (Allah) âlimûl gayb olup, tekinize (bile) gaybı zahir etmez. Lakin razı olduğu rasûlûn (sinesine dilediği kadar) serer. Onun da önünde ve arkasında (bilgiyi muhafaza etmekle vazifeli) rasat (eden melekler) vardır.  Rabbinin (emrini) tebliğ için risaletle (vazifeli olduğunu muhatapları) bilsinler. (Allah vahyettiği) herşeyi adetine kadar hesaplayan (düzeniyle) ihata eder. (Cin 72/26-27-28) Âlimûl gayb : gizli herşeyi bilen Gayb : kayıp / gizli Zahir : görünen / açığa çıkmış İdrak : bilmek İhata : ilim / kudret / hikmetiyle kuşatmak —————————————————————------------------------------------------------------------           Mekke döneminde cinlere tebliğde bulunmak için gece vakti Mûhammed (sav) Batn-ı Nahle mevkine gelmişti. Abdûllah ibni Mesûd kendisine refakat etmişti. Cinlerle muhatap olmadan önce ibni Mesûd’a kendisi gelene kadar çizdiği alanın dışına çıkmamasını tembihledi.           Abdûllah ibni Mesûd uzakta bazı hareketlenmeler hisseder. Mûhammed’in (sav) olduğu tarafa doğru birşeyler keçeleniyordu. Rasûlullahın akibetinden endişe eder lakin tembihlediği ikazdan ötürü de bulunduğu alandan dışarıya çıkamaz. Belli bir mûddetin ardından rasûlullah yanına gelir. Cinlerin dinlerini öğrenmek için ziyaretine geldiklerini söyler. Bu hadise sahabi cinlere misal olmuştur. Cin sûresindeki 19-28 ayetleri sanırım bu hususu zikretmektedir. —————————————————————-----------------------------------------------------------         Cin ve Ahkâf sûresinde cinlere ait iki vakıadan bahsedilir.       • Yahûdi ve Arapların yaşadığı Taif dönüşü Muhammed (sav) namaz kılarken dinlemek için susan cinler ...       • Yemen'de ikâmet eden Necran Hristiyanlarının olduğu Nusaybin beldesinden gelen cinler ...          Muhtemelen Taif'te icabet edenler Mûsevi, Nusaybin'den gelenler İsevi dinine tabiydi!          Cin / Ahkâf / Sebe / Rahmân / En’âm / İsra sûrelerindeki konu içerikleri Mûhammed’in (sav) cinlere defaatle tebliğde bulunduğuna işaret etmektedir.       • Mekke'de şehrin dışı olan Batn-ı Nahle bölgesine gece vakti Abdullah ibni Mesûd’un refakat ettiği hadise meşhurdur.       • Başka zayıf rivayette İbni Mesûd yanında uzun boylu, saçları elbiselerini dahi örten (cin) bir grubun geçtiğini, Muhammed (sav) döndükten sonra bembeyaz elbiseli (melek) bir grubun yanlarına geldiğini ifade eder. —————————————————————------------------------------------------------------------           Cin ve Ahkâf sûrelerindeki cinlerin kendi beyanları ışığında onların dini inançlarını vb konular hakkındaki bilgileri ele alalım.       • Cinler; Mûhammed’in (sav) okuduğu Arapça Kûr'an-ı Kerim'i dinlemiş ve anlamışlar. Demek ki; insanlara ait farklı dilleri hem dinleyip hem anlayabiliyorlar.       • Cinler; Mûsa (as) ve ona inzal edilen kitap ile Mûhammed (sav) ve ona inzal olan Kûr’an-ı Kerim’i kıyaslayabildiler. Demek ki; vahyi ilahi ve risalet hakkında ciddi bilgiye sahipler…       • Cinler; Allah'a eş ve çocuk isnadında bulunan, Hristiyan teslis inancına sahip olan cinleri üstü kapalı ifade ediyorlar! Hatta bunlar için "sefih" tabirini kullanıyorlar. Demek ki; cinler içinde teslis akidesine inanan Hristiyan cinler var.       • Tevrat'a tabi olup, Mûsa'ya (as) inanan, Mûsevi dinine mensup cinler var.       • Kûr'an-ı Kerim ile Mûhammed’e (sav) iman eden mûslim cinler var.       • Ahirete inanmayan cinler var.       • Ayetlerden cinlerin tek bir dine mensup olmayıp, farklı tariklere sahip oldukları belirtiliyor.       • Allah'ın huzurundan kovduğu cinlerden İblis'in sadece şer düşünceye odaklanarak, "şeytan" misyonunu üstlendiğini başka ayetlerde okumaktayız. Demek ki; cinler arasında Yahudi / Hristiyan / Mûslim / Putperest / Ateist inanca sahip muhtelif kesimler var.         Cin sûresinin ilk ayetlerine bakıldığında mûslimliği kabul edenler, daha önce Hristiyan dinine mensuptu.         Ahkâf sûresindeki cinler ise Mûsa (as) ve ona verilen kitaptan bahsederken hep tevhid eksenli konuşuyordu. Bu sûredeki cinler ise Allah'a artık hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını belirtip, ardından Allah / eş / çocuk akidesinden bahsederek, Hristiyanlığı nazara vermektedir! Hatta bu iddianın sahiplerini sefahetle suçluyorlar.       • “Allah hakkında insan ve cinlerin asla yalan söylemeyeceklerini zannettiklerine" dair ifadesi cinlerin de insanlar gibi yaratılıştan gelen inanma dürtüsüne işaret etmektedir.          Bu ayette cinler, dini tahrif eden ve çıkarları uğruna suistimal eden simsarlara işaret etmektedir. Cinler içinde din tüccarlığı mevcuttur.       • Cinlerin ruhi terakkiyatla insanlara ait yaşam alanına gelerek, onları dinlemek ve seyretmekte olduklarını hatta insanlara ait görüşlerden etkilendiklerini Kûr'an / Tevrât / Mûsa / teslis akidelerinden anlaşılmaktadır.       • Bazı insanların ise cinlerin himayesine veya tesirine girdiklerini (sığınma) ifade eden ayet dikkat çekicidir. Hatta cin tesirine aldığı insanı dilediği gibi kullanarak, adeta köle muamelesi yaptığı için onların azgınlıklarına hamlediliyor.          Demek ki; insanların kendilerini aşağılık duruma düşürmeleri ile cinlere maskara olduklarını hatta onların birer kuklası haline geldiklerini, aciz ve esir durumuna düştükçe cini daha çok fantezilere sevk ettiğini anlıyoruz.       • Cinler arasında tıpkı insanlarda olduğu gibi ahirete ve hesap gününe inanmayanların olduğunu okumaktayız.         Cinlerin tevhidi anlayıştan savrulmalarının nedeni içlerindeki İblis gibi kafir cinler olduğu gibi dinlerini tahrif eden Yahûdi / Hristiyan / Mûslimlerden de kaynaklanmaktadır. Allah’ın hâlk ettiği cinleri (kendisine) mûşrik kıldılar. Gayr-ı ilim (nevinden Allah’a) oğullar ve kızlar (uydurup, hakikati) tahrif ettiler. Sûbhanehû ve teâla (olan Allah; tüm bu) vasıflardan (beridir.) (En’âm 6/100) Gayr-ı ilim : hiçbir sağlam dayanağı olmayan uyduruk bilgi         Kafir cinlere maskara olmuş bazı insanlar, emrine girdikleri cinleri Allah’a ortak koşabiliyor. Bazı ahmaklar cinleri Allah’a kulluk yolunda aracı kılabiliyor. Nitekim Mekkeli mûşriklerin bazı putlarından sesler gelirdi. Mûşrikler bu nedenle o putlardan medet umardı. Onların kafir cinler oldukları ortaya çıktı. Günümüzde iradesi zayıf bazı insanlar cinleri merak ederek, onları kendisine çekmekte ardından tesirine girmekte zamanla ona kulluk edecek kadar etkisinde kalabilmektedir.         Günümüzde komunist / ateist / budist / hindu anlayışların ortaya koyduğu iddialarla İblis'in ve şeytanlık misyonunun benzer yönleri dikkat çekmektedir. Hatta üst düzey şeytanlarla rezonans olan kabalist hahamların derin dünya düzenini yönetmeleri meselenin çok daha komplike olduğunu gösterir. Tüm nebilere insan ve cinlerden şeytanları düşman kıldık. Onlar birbirine gurur (içeren) zûhruf sözleri vahyeder. Rabbiniz dileseydi o faaliyeti yapamazlardı. Artık onları iftiralarıyla (başbaşa) bırak ! (En’âm 6/112)         Ruhun hürriyetine kavuşabilmesi için nefsin helâl dairenin ötesinde nahoş arzuları emreden (şehvet / ihtiras / mal / mûlk / makam / tûli emel / ihtişam vb) duyguları terbiye edenler, manevi terakkiyata başlar. Allah’ın bu minvalde belirlediği cari kanunlara riayet edenlerde zamanla olağanüstü haller zuhur eder. Bu kişilerdeki hallere nebide mûcize / velide kerâmet / kafirde istidraç denilmektedir. Belli mertebeye ulaşan ruhlar kalpten kalbe konuşmaya başlar. Buna mahlukat arasında vahiy denilir. Nitekim çocukla müjdelenen Zekeriyya (as) ayin esnasında dili tutulunca remiz yoluyla yani kalpten kalbe muhataplarına beyanı vahyetmiştir. Ruhi mertebeye ulaşan kafir insan ve cinler de birbiriyle rezonans olabiliyor. BKZ : KÛR’AN-I KERİM’DE MÛCİZE / KERÂMET / İSTİDRAÇ         Sebe sûresindeki ayette bazı putperestler, cinleri ilah veya Allah'a ortak görüyordu! Hatta bazı cinlerin putların içine girerek, insanları etkilemeye yönelik bazı işler yaptığını muteber hadis kitaplarındaki anekdotlardan okumaktayız.          Eski dönemde bazı cinler kahinlere bilgi taşıyarak, halkı aldatmaya yönelik senaryolarda yer alıyorlardı. Sadık haber elde etmek isteyenlere 1 doğru verip, muhatabının güvenini sağladıktan sonra asıl amacı doğrultusunda birçok yanlış bilgi verirlerdi. BKZ : KADİM PUTPERESTLİK VE BÜYÜCÜLÜK 1/2/3/4          İslamiyet’ten önce belli temrinatlarla kendilerini geliştirmiş bazı cinler, ceberût alemden melekût aleme intikal eden bazı şifreli daha doğrusu kendine has emirleri az-çok anlamaya çalışıyordu. Melekût alemden nasût aleme giren icraatlerin ilk zuhur aşamasını kısmen tasavvur ederek kahinlere iletiyorlardı. Onların bu bilgilerini kahinler yarım yamalakta olsa belli bir anlayışta ele alıyorlardı.          Bunu bir örnekle izah edelim! Çoban keçilerin kuyruğunu sıktığını görünce yağmurun yağacağını anlar! Cinlerde tabiattaki hadiselerin ilk aşamalarında bazı şeyleri hissederek, onu kahinlere haber verirdi. Kahin bu bilgiyi bazen olduğu gibi nakleder bazen eksik parçaları kendi düşünceleriyle tamamlardı.          Bazı kahinler kendi istidadıyla ruhi mertebeleri aştığı nispette, aurası üzerinden daha ideal rasat etmeyi tercih ederdi. Kahin bazen cinlerden çok daha hassas hususlara bu şekilde muttali olarak, onlara üstün gelebilirdi. O taktirde cinler onun sadece haber getiren istihbaratçısı konumunda birer görevli olurdu.          Kûr'an-ı Kerim inzal olmaya başlayınca vahyi ilahinin güvenliği adına nasût alemdeki ilk reşhalarda dahi şeytanların önü alındı.          Cinler manevi semadaki (melekût) bilgi hırsızlığından bu nedenle mahrum kaldı! Aslında kainattaki bu hadiselerin cereyanı sadece gökler değil, maddi ve manevi hayatın her alanı olup, cinlerin ve kahinlerin ruhi terakkiyat adına nefsi terbiyeyle ulaştıkları aura endexli nüfuz kabiliyetidir. İşte vahyi ilahinin koruma kapsamı mahlukatın tüm meyillerine indirgenerek, adeta şah damarına kadar sınırlandırıldı.          Kahinler ve şeytan cinler vahyi ilahiden bazı bölümlere önceden muttali olsaydılar şayet Mûhammed (sav) henüz ayetleri okumadan neşrederek, Kûr'an-ı Kerim'i polemiğe açık hale getireceklerdi. Zira Mekkeliler Allah Rasûlünün (sav) şeytanlardan haber verdiğini dahi iddia etmişlerdi. Nitekim aklından zoru olan bir kadın 6 ay vahiy gelmediğinde "ne o! şeytanın seni terk mi etti?" demiş ve ardından Dûha sûresi inzal olarak "rabbin seni terk etmedi" cevabını almıştı.          Halbuki vahyi ilahi güvenlik kapsamına alındığı için Kûr'an-ı Kerim bizzat mûşrik / kahin / şair / kafir cin vs kesimlere meydan okuyarak, herkesin gözünde onları küçük düşürmüştür! Zira kahinler ve onların şeytan cinleri bu meydan okumaya susmaktan başka çare bulamadılar. Bu nedenle vahyi ilahiye nüfuz edemeyenler, onu tahrif etmek için bazı girişimlerde bulundular.          Muhammed (sav) Kûr'an-ı Kerim’i okurken güya şeytan cinler ona nüfuz edip, ağzına başka kelam koymaya teşebbüs ettiklerine dair bir algı oluşturulmak istenir. Buna "garanik hadisesi" denilir. Meseleyi Zemahşeri / Vakıdi / Taberi / İbni Sad gibi zatlar yanlış naklettiği için burada ele almak gerekir.          Vahyi ilahi Muhammed'in (sav) önce kalbine nûzul eder.Sonra hafızasına nakşedilir. Ardından doğru bir telaffuzla diline nakledilir. Bu nedenle ayeti okurken, nebinin diline şeytanın anlık dahi olsa hakim olması mümkün değildir.          Meselenin aslı şudur! Kûr'an-ı Azimûşşanın ayetleriyle sürekli polemiğe giren mûşrikler, Necm sûresinde meşhur putları olan Lat / Menat / Uzza isimlerini duyduklarında algı operasyonu yaparak, Mûhammed (sav) ve Kûr'an-ı Kerim'in artık putlarını kabul ettiklerini böylelikle hem Allah hem putların birlikte anılabileceğini dile getirirler! Hatta Necm sûresinin son ayetindeki secde emrine sadece mûslimler değil, Lat / Menat / Uzza'dan ötürü mûşrikler de icabet eder. Bu algı operasyonu öyle etkin bir hâl alır ki; Habeşistan'a hicret eden bazı sahabi Mekke'de sulh olduğuna dair yalan haberlere itibar ederek geri dönmeye başlar. Halbuki ayetler putlara sert eleştiriler getirmişti fakat siyasi şamatalarla mesele farklı mecraya taşınmaya çalışılıyordu.          Hacc sûresi 52/53. ayet şeytanın bu desisesini özellikle ele alarak, algı operasyonuna son verir. Bazı şaşkın alimlerin dediği gibi şeytan asla Mûhammed’in (sav) ağzına kendi sözlerini koymamıştır. Zira şeytanlar hiçbir rasûle hakim olamaz asla tesiri altına alamaz.       • Cinler vahyi ilahinin 2 cihetle koruma kapsamına alındığını belirtir. Manevi semâda haris cinleri hûsrana uğratan harasa vasıflı mûhafız melekler, maddi semâda şihaplar... Maddi semâdaki hadise aslında mecazidir. Zira dünya atmosferine giren meteorlar (şihab) eriyerek, etrafına ışıltı saçar. Halk tabiriyle yıldız kayar. Şeytanların ateş topuyla kovalanması mecazi olup, kafir cinlerle rezonans olan kahinlerle alay edilir. Zira kahinler halkı aldatmak için sanki gaybi haberleri gökten alıyormuş gibi kehanet esnasında semâya nazar ederek konuşurdu. BKZ : YILDIZ KAYMASI CİNLERLE İLGİLİ Mİ?       • Cinler melekût alem ile şuhuda yeni giren hususlara dair gelen yasakların sebebini merak ederler! Zira bu tür vakıalar çok büyük hadiselerin habercisidir. Ruhi hayatı cesedine hakim olan nice salih kimseler yer yer kalplerine gelen sürur veya haşyeti vukua gelmesi beklenen bir hadise olarak tasavvur ederler.         Nitekim cinlerde yeryüzünü dolaşarak bunun sebebini aradıklarında, herhangi bir kavmin helâk olmasını değil, Kûr'an-ı Kerim'in hidayet ve doğru yoluna davet eden ayetlerini işitirler!         İkrâ ayetinden 5 sene sonra inen Cin sûresi bize şu hakikati fısıldamaktadır. İlk yıllardaki tebliğ birebir yapılıp, toplumda Kûr'an ve rasûl hakkında yaygın haber pek yoktu. Tebliğ açıktan yapılmaya başlandıktan sonra Mekkelilerin haberi olmuş ve sert tepki göstermişlerdi. Mekke civarında yaşayan cinler dahi meselenin pek üzerinde durmamış ve ciddiye almamış görünüyor. Hatta putların içine yerleşmiş cinler hadiseye sadece kendi açılarından bakıyordu. Muhammed (sav) boykotu kırabilmek için Taif'e gitmiş ve çok sert tepkiye maruz kalmıştı. Dönüş yolunda bazı cinler onu namaz kılarken adeta tesadüf eseri dinlemişlerdi. Halbuki "kim Allah'a bir adım atarsa Allah onlara iki adım atar" kûdsi hadisince bu cinlerin hakikati arama çabalarından ötürü tesadüf değil, sevki ilahi cihetiyle tevafuken rastlamışlardı. Tıpkı Ashabı Kûba'nın misafirperverliğinin meyvesi olarak Mûhammed (sav) ile tanışıp, ardından mûslim olmuşlardı!         Cinler bilgi hırsızlığından mahrum kalmalarının sebebini ancak yıllar sonra öğrenebilmişti! Sadece bu bilgi dahi İslâmiyetin ilk yıllarında tebliğin çok dar çerçevede olduğunu diğer taraftan bırakın gökleri yerde hemde cinlerin adeta cirit attığı bölgede zuhur eden rasûlden habersiz olduklarını göstermektedir! Meseleyi hakiki alimlerden bir cin taifesi seneler sonra dinledikleri Kûr'an vesilesiyle öğreniyorlar!      • Cinler farklı din ve ideolojilere sahip bulunduklarını belirtiyorlar. Diğer taraftan Allah'ın yegane ilah olduğunu hiç kimsenin onu aciz bırakamayacağını hatta ondan kaçıp, kurtulamayacağını itiraf ettikten sonra Allah'a ve kitabına iman ettiklerini belirtiyorlar! Bu tercihlerinden ötürü ecirlerinin zayi olmayacağını, Allah'ın adaletiyle kimseye haksızlık etmeyeceğini dile getirerek hem insanları hem cinleri hakka davet ediyorlar. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- İnsanı fahhar (halindeki) salsaldan hâlk ettik. Cinleri de nârın maricinden hâlk ettik. (Rahman 55/14-15) Andolsun insanı hamein mesnûn olan salsaldan hâlk ettik. (İnsandan) önce cinleri nârı semumdan hâlk ettik. (Hicr 15/26-27) Hâlk    : yaratmak Hamein mesnûn : balçık halindeki toprak türevinin mahiyet itibariyle prototip kalıba uygun hale gelmesi Fahhar : sıcakta kaynamış toprağın sıvılaşmış hali Salsal : şekil almaya müsait toprak Nâr      : ateş Maric  : kor - dumansız ateş Nârı semum : kavurucu çöl rüzgarını andıran görünmez ateş         Kûr'an-ı Kerim cinin mahiyeti konusunda ateşin maric türevini ifade eder. Tıpkı toprağın organik çorba kıvamına ulaşan salsal türevinde olduğu gibi ateşin organik türevi söz konusudur.         Kûr'an-ı Kerim onun başka bir özelliğini çölün kavurucu rüzgarına benzetir. Dikkat edilirse rüzgardaki hararet görülmez ama hissedilir. Tıpkı kara delikler yıldız olduğu halde görülmediği için çekim alanına giren nesneleri yutmaya başladığında hissedilir. Kara delikler yıldız olduğu halde ışık yaymadığı gibi cinlerde parlayan ateş şeklinde değildir.         Cinlerin maric özelliği onları sudan latif, nurdan kesif konumda tuttuğu gibi çok özel alanlar müstesna yeryüzünde giremeyeceği yer neredeyse yok gibidir. Bazı şaşkınların cinleri engellemek için bulundukları ortamlara sirke dökmesi, Mezopotamya cehaletinin günümüzdeki yansımasıdır. Cinler okyanusun derinliklerinden madenlere, yüksek sıcaklıklardan uzayda yolculuğa kadar müsait yapıya sahiptir! Cinler / insanlar / kuşlardan mûteşekkil ordusu Sûleyman'ın emrinde toplanıp, düzenli sevk ediliyordu! (Neml sûresi 27/17)         İlahi kitaplarda cinleri istihdam eden tek rasûl Sûleyman’dır! İlahi kitaplarda adları bildirilmemiş rasûllerden, cinleri emrinde kullanan olup-olmadığına dair sahih bilgi mevcut değildir. Cinlerden bir ifrit; "sen henüz makamından kalkmadan onu (yani Belkıs'ın tahtını) sana getiririm. Zira bu işe gücüm ve güvenim var. (Neml sûresi 27/39)         Kûr'an-ı Kerim'e göre Sûleyman (as) bazı kafir cinleri mabed / saray / sütun (heykel) / maden yatakları / dalgıçlık vs işlerinde çalıştırıyordu. (Sebe sûresi 34/13)  Bina ustası, dalgıç şeytanları bukağılara (zincir) bağlı diğerlerini onun emrine verdik. (Sâd sûresi 38 / 37-38)         Mevcut Tevrat nüshalarında ise Sûleyman’a (as) tüm bu işleri tunç işlerinde mahir olan Sur kralı Hiram yapmıştı! (1.Krallar 7. Bab)         Cinlerin ifrit olanları diğerlerine nazaran çok daha güçlü ve nüfuz etkisi daha aşkındır. Her cinin kendine has kabiliyetleri olduğu gibi ruhi terbiye yoluyla güç ve nüfuzunu arttırabilir. Madende çalışan , mimar olan, dalgıçlık yapan cinler ile ifritler arasında çok ciddi güç ve nüfuz farkı bulunur. Her cin insanların yaşam alanına tesir edemez. Ruhi terakkiyata sahip cinler ancak insanlarla iletişim kurabilir hatta yeryüzünde gezintiye çıkabilir.         Sûleyman’ın (as) devlet heyetinde Belkıs'ın tahtının getirilerek, kendisine güç gösterisi amaçlandığında cinlerden bir ifrit, tahtı 1 aylık mesafeden sadece birkaç saniyede getirebileceğini iddia eder.         Tabii heyetin içinde hususi ilme mazhar olmuş bir insan, Belkıs'ın tahtını göz açıp-kapayana kadar Sûleyman’ın (as) önüne koyar! Bu zat aynı zamanda ifrit cinden üstünlüğünü de ispat etmiştir! İnsan Allah'ın bahşettiği hususi ilimler sayesinde cinlerden çok daha etkin olabilir! İblis cinlerdendi. (Kehf sûresi 18/50)         İblis cinler içinde güç ve nüfuzu en üst mertebede bulunan kişidir. Öyle ki; cinlerin idarecisi olarak Allah'ın huzurundaki yüce meclise iştirak eder. Üst düzey kararların alındığı bu heyette meleklerin dışında sadece cinlerden İblis vardı. Allah'ın yeryüzüne halife olarak Adem’i seçmesine tepki gösteren İblis, hatasından dönmek yerine tavrında ısrar ettiği için huzurdan kovulur.          İblis cennete giren Adem ve eşini ruhi nüfuzuyla etkileyerek, yasak ağaca yaklaşmaları için vesvese verir. Ardından Adem ve eşiyle birlikte İblis'te yeryüzüne birbirlerine düşman olarak sürgün edilirler!  BKZ : KÛR’AN-I KERİM’DE ADEM’İN 3 DÖNEMİ          İblis bu hadiseden önce nasût / melekût alemde cesed ve ruh birlikte gezip, cennet gibi ceberût aleme ait mekanlara ruhen nüfuz edebiliyordu! Bu hadiseden sonra nasût alem ile misal alemden öteye geçmesi yasaklandı! Vahyi ilahiye muttali olmamaları için melekût aleme geçişleri engellendi! Hatta alemi şuhudun ilk reşhalarını alabilmek için ruhi nüfuzlarını etkin kıldıkları mertebelerden dahi manevi koruma kalkanı ve askerler tarafından uzak tutuldular!  BKZ : NASÛT / MELEKÛT / CEBERÛT ALEMDE TECELLİLER          Kûr'an-ı Kerim'de cinlerin semanın belli mekanlarında durup, kulak kabartması ve kendilerini ateş topunun kovalaması aslında metafizik alemde cereyan eden hadiseleri sembolize eder. (Allahu alem) Burada dikkat çeken şey şudur! Cinler içinde çok sıradan kişiler olduğu gibi meleklerle aynı safa girmiş hatta cennete nüfuz etmiş fertleri dahi vardı. Demek ki;  Allah cinleri bu istidatta yaratmış. Nitekim Rahman suresinde cennet ehlinden bahseden ayetlerde insanlar ve cinler nazara verilir. Sûleyman’ın emrine rüzgarı verdik! Öyleki sabah bir ayda mesafeyi kateder, akşam bir aylık mesafeyi katederdi! Sûleyman’ın istifadesi için bakırı sel gibi akıttık. Rabbisinin izniyle emrinde bazı cinler çalışırdı. İçlerinden kim isyan edecek olsa ona alevli ateşten tattırarak, cezalandırırdık. O cinler ona kaleler, figürler (sütun), havuz misali çanaklar, yere sabit dev kazanlar vs yapardı. Ne zaman Sûleyman’a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı! Sadece kurtçuk onun (Sûleyman'ın) dayandığı asayı yiyordu. Bu şekilde Sûleyman yere düştüğünde mesele ortaya çıktı. Cinler gaybı bilselerdi şayet o zilleti azap içinde beklemezlerdi! (Sebe sûresi 34 / 12-13-14)          Ağır işlerde çalıştırılan hem köle hem kafir cinler Sûleyman’ın (as) karşılarında dimdik durduğu halde öldüğünü anlamamaları iki manaya gelir!     1- Sûleyman’ın (as) ihtişamlı devletinin cinler üzerindeki hakimiyeti onlara ciddi tesir etmişti. Onun mehabeti karşısında nizamı bozacak hiçbir şey yapamıyorlardı. Ta ki; adaleti ve güvenliği kemiren toplumun ahlaki parazitleri muhteşem Sûleyman devletini yerlebir edene kadar onlarda psikolojik olarak buna ihtimal vermiyordu!     2- Sûleyman (as) öldüğü halde onun mehabetinin altında psikolojik eziklik hisseden cinler, kurtçuğun onu devirmesiyle ne kadar zavallı duruma düştüklerini fark ettiler!          Bir zamanlar kahinlere gaybdan haber verdikleri söylenen cinler, burunlarının önündeki şahsın öldüğünden bile habersiz görüldüklerinde herkese alay konusu oldular!          Bu ayet üzerinden birçok alim cinlerin vasat aklı olduğunu iddia eder. Halbuki Adem ile Havva'yı hem de cennetten çıkartan yine bir cindir.          Sûleyman’ın (as) şehrini imar edecek kadar maharet sahibi cinler aptal olabilir mi?          Belkıs'ın tahtını kısa sürede getirebilecek güce ulaşan ifrit akılsız olabilir mi?          Nice insanlara vesvese vererek onları yoldan çıkartan cinler aptal olabilir mi?          İnsanlar muhtelif özelliklerde olduğu gibi cinlerin bazıları zeki bazıları ruhi terbiye sahibi bazıları mahir bazıları akli dengesi bozuk hatta engelli bulunmaktadır. Bu nedenle cinleri küçümsemek veya gözümüzde büyütmek yerine saygı duyduğumuz taktirde bize asla ilişmezler. Biz insana valideyni (hakkında) ihsanda (bulunmasını) vasiyet ettik. Zira annesi ona zorluk (içinde) hamile kaldı. Zorluk için viladet etti. Hamilelik ve sütten kesilmesi 30 ay (sürer)! O şiddeti bûluğ (çağına) hatta 40 senelik bûluğa eriştiğinde (şöyle) dedi: Rabbim ! Bana inamda bulunduğun nimetlerine ziyadesiyle şükredenlerden eyle ! Valideyne (karşı) razı olacağın salih ameller (nasip eyle)! Zûrriyetimi ıslah eyle! (Geçmiş günahlarımdan ötürü sana) tevbe ediyorum. Beni mûslimlerden (kıl) ! (Ahkâf 46/15) Valideyn : evlad sahibi anne-baba Viladet : veledi doğurmak İn’am : ikram edilen nimet Amelini ahsen (kılıp, hakka) tecavüz eden seyyiatını (giderdiğimiz bu insanlar) ashabûl cennet olup, (dünyada iken) vaad (ettiğimiz) sadık (söze) vaadimiz (olarak ahirette kavuşurlar) (Ahkâf 46/16) Hûsn (hasen) : hoş Ahsen : çok hoş Sûi (seyyiat) : nahoş Ashabûl cennet : cennet ashabı Valideynin (nice tavsiyelerine)  ‘uf’ diyen (veled şöyle devam etti)! Benden önce asırlar (boyunca) gelip,geçmiş (nice milletler öldükleri halde tekrar dirilip, hayata) ihrac olacağımı vaad mı ediyorsunuz ? Ebeveyni (onun bu sözlerinden) Allah’a sığınıp, (şöyle) dediler: Veyl olsun sana ! (Allah’a) iman et ! Allah’ın vaadi haktır. (Evladı onlara şöyle) dedi: Bu esatirûl evvelindir.(Ahkâf 46/17) Veyl : yazıklar olsun Esatir : masal Esatirûn evvelin : evvelki dönemde yaşamış insanların anlattığı masallar (Bu kıssalar asırlar) önce gelip-geçmiş umum cin ve insanlardan hûsrana (uğrayanlara dair) hak sözdür. (Ahkâf 46/18)          Ahkâf sûresinde Mûhammed’e (sav) inanmayan, vahyi Kûr’an-ı Kerim’e sihir ithamında bulunan, kıyamet ve ahireti inkar eden mûşrikler ve ehli kitaptan bazı tenkidler yer almaktadır.          Ahkâf sûresi Mûhammed (sav) ile Kûr’an-ı Kerim için Mûsa (as) ve ona inzal olan kitabı emsal sunar. Mûşriklerin sihir tabirine muhalefet adına cinlerin konuşması nazara verilerek, onlarda dinledikleri kitabı Mûsa’nın kitabına emsal görerek, cinler topluluğuna tebliğ ederler.           Ahkâf sûresi kıyamet ve ahireti inkar edip, azabı derhal isteyen mûşriklere Ad kavminin başına gelenleri haber verir. Diğer helâk olmuş kavimleri hatırlatır. Muhtemelen cinler aleminde de helâk olan kavimler oldu.           Anne ve babasına salih veya asi olan iki evladı emsal getirerek, ahiretteki karşılığına atıfta bulunur. Aile kavramının ele alan 15/16/17 ayetlerinin ardından cinlerle alâkalı 18. ayetin gelmesi kanaati acizanemce cinlerdeki aile hayatına insanların ailelerinin misal olarak sunulmasıdır. Ayrıca cinler arasında ahiret gününe inanmayan kesimden Cin sûresinde bahsedilmektedir.  —————————————————————----------------------------------------------------------- Kız (çocukları) rabbinin, erkek (çocukları) onların diye fetva mı (veriyorlar)? (Sâffât 37/149) Biz melekleri yoksa nisâ yarattık ve onlar (buna) şahid mi oldular? (Sâffât 37/150) Muhakkak onların söyledikleri ifk değil mi? (Sâffât 37/151) Veledallah (yani Allah’a veled isnat ettiler). Onlar yalancıdır. (Sâffât 37/152) (Allah) kız (çocukları) erkek (çocuklara) alâ mı seçti?” (Sâffât 37/153) Nasıl tahkim ediyorsunuz? (Sâffât 37/154) Tezekkür etmiyor musunuz? (Sâffât 37/155) (Saltanatın) sultanı (olarak) apaçık (deliliniz) mi var? (Sâffât 37/156) (İddianızda) sadıksanız eğer kitabınızı getirin! (Sâffât 37/157) Onunla cinler arasında neseb kıldılar. Andolsun alim cinler (bile) onların muhdariyetine (vakıf oldular)! (Sâffât 37/158) Allah sûbhan olup, onların vasıflandırdıkları şeylerden (mûnezzehtir)! (Sâffât 37/159) Allah’ın mûhlis ibadını siz ve taptıklarınız fitneye düşürecek değilsiniz. Siz (ancak) cahime (yani cehennem ateşine) yaslanacakları (aldatabilirsiniz)! (Sâffât 37/160-161-162-163) Bizden hiç kimse yoktur ki; malûm makamı olmasın! (O makamlarda) safta (duran) / tesbih (eden kimseleriz) (Sâffât 37/164-165-166) Onlar diyor ki; evvelkilerin zikri (yani kitapları) yanımızda olsaydı, Allah’ın mûhlis ibadı olurduk. (Sâffât 37/167-168-169) Buna rağmen o (zikr-i Kûr’anı) inkar ettiler ama yakında bilecekler! (Sâffât 37/170)          Sâffât sûresinin 149-170. ayetlerinde Allah’a iftira edenler zikredilirken cinler de nazara verilir. Mekkeli mûşrikler erkek evladı kendilerine, kızları Allah’a layık görüyorlar. Meleklerin haşa Allah’ın kızları olduklarını iddia ediyorlar. Kâbe’deki bazı putların içine cinler girmiş ve arasıra kendilerini hissettiriyorlardı. Bu nedenle bazı mûşrikler Allah ile cinler arasında neseb iddiasında bile bulundu. Mûmin cinler dahi onların sapıklıklarına muhtar oldular. Allah; has kulları olan meleklerin nezdinde hususi makamları olduklarını belirterek, iftiraya cevap verir. —————————————————————------------------------------------------------------------       • Kûr’an-ı Kerim’de İblis’in bizzat kendisiyle ilgili ayetleri paylaşmakla iktifa edelim. İblis de her cin gibi Adem (as) döneminde doğup, büyüyüp, öldü. İblis’in kıyamete kadar şeytaniyet misyonu devam edecek. BKZ : ŞEYTANİYET MİSYONU 1/2/3 Rabbin meleklere; 'belli bir şekil üzerine (prototip), kuru balçıktan (organik toprak) beşer (insan) yaratacağım! Onu kemale erdirip, ruh üflediğim zaman ona (biat adına) secde edin" (Hicr 15/28-29) (Sad 38/71-72) Allah'ın emri üzerine melekler secde ettiler. (Hicr 15/30) (Araf 7/11) (Bakara 2/34) (Kehf 18/50) (Taha 20/116) (Sad 38/73) Lakin İblis kibrine yediremediği için secde etmedi. (Hicr 15/31) (Bakara 2/34) (Araf 7/11) (Kehf 18/50) (Taha 20/116) Yalnızca İblis kibirinden ötürü secde etmeyerek kafirlerden oldu. (Sad 38/74) Rabbin emrine itaat etmeyen İblis cinlerdendi. (Kehf 18/50) (Allah şöyle buyurdu!) Ey İblis ! Seni secde edenlerle birlikte olmaktan alıkoyan nedir? (Hicr 15/32) (Araf 7/12) Ey İblis! Kudretimle (ellerimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibirlendin mi? Yüce makamlara mı erdin? (Sad 38/75) İblis; balçıktan yarattığın şeye mi secde edeyim" diyerek inat etmenin ilk adımını atar! (İsra 17/61) İblis; belli şekil üzerine balçıktan yarattığın beşere secde etmem" dedi! (Hicr 15/33) İblis; beni ateşten, onu topraktan yarattığın için ben ondan üstünüm (hayrlıyım)! (Araf 7/12) (Sad 38/76)          Not : İblis bu kibirli açıklamasıyla Allah'ın hata ettiğini iddia ederek, küfre düşer! Sad sûresindeki 74. ayet Kûr'an-ı Kerim'in kendine has bir özelliğidir! Bazen neticeyi ilk etapta dile getirip, ardından süreci ele almaktadır.          Allah böyle yüce bir mecliste kendisine yapılan küstahlığa şu cevabı verir. Öyleyse oradan (yüce meclisten) derhal kovulmuş olarak çık. (Hicr 15/34) (Sad 38/77) Kibrine karşılık olarak, zillet içinde oradan çık. (Araf 7/13)          Allah onun tevbe etmeyeceğini ilmiyle bildiği için şu ilave dikkat çekicidir! Yüce mecliste secde emredilmesine rağmen İblis hatasından dönmediği gibi cennette Adem ve eşini aldattıktan sonra da istiğfarda bulunmaz. (İblis) ; diriliş gününe kadar bana süre ver. (Araf 7/14) (Allah) ; sana (dilediğin) süre verildi. (Araf 7/15) (İblis) ; beni azdırmana karşılık onların sıratı mûstakimine oturacağım. Onların önlerinden / arkalarından / sağından / solundan sokulacağım. (İnsanların) ekserisini şakir bulmayacaksın. (Araf 7/16-17) Sıratı mûstakim : Allah’ın razı olduğu istikamet yolu (Allah) ; (âli meclisten) yerilmiş ve kovulmuş olarak ihraç ol ! Andolsun onlardan kim sana tabi olursa cûmlenizi cehenneme dolduracağım. (Araf 7/18) (Şüphesiz kıyamet (hesap) gününe kadar lanet üzerinesin" (Hicr 15/35) (Sad 38/78) (Ey Adem ! Cennette eşinle birlikte yerleşip, dilediğiniz gibi yeyin ama şu ağaca yaklaşmayın ! Aksi taktirde (nefsinize zulmeden) zalimlerden olursunuz. (Bakâra 2/35) (Araf 7/19)          Bu ayette Allah ile Adem ve eşi arasında yasak ağaç hususunda ahidleşme (söz kesme) vardır. Ey Adem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır ! Sakın sizi cennetten mahrum etmesin yoksa bedbaht olursunuz ! (Taha 20/117)          Bu ayette Adem'in düşmanı olan İblis hakkında uyarıldığını görmekteyiz. Haddizatında İblis yüce mecliste Allah'a isyankar olup, kovulduğunda Adem ve melekler şahid olmuştu. İblis ruh ve cesed olarak cennete girmemiş, Allah'ın kendisine daha önce bahşettiği mazhariyetten ötürü nüfuz ederek, Adem ile eşine vesvese verdi. Cennet kafire haram kılındığı için İblis'in orada bulunması mümkün değildir. Diğer taraftan insanın bulunduğu ortama kıyamete kadar nüfuz etme imkanı tanındığı için Adem ile eşine vesvese verebildi! Adem ile eşi cennetten çıkarıldıktan sonra İblis'in buraya nüfuz etme mazhariyeti de son buldu. Cennette açlık çekmez, çıplak kalmazsın! Orada sana susuzluk, sıcaktan bunalma yoktur! (Taha 20/118-119)          Bu ayetler cennetteki ağaca yaklaşmanın cezasına dair bilgiler sunarak, Adem ile eşini önden ikaz etmektedir. Şeytan ona vesvese vererek şöyle dedi. Ey Adem ! Sana sonsuzluk ağacını ve tükenmeyen bir saltanatı göstereyim mi? (Taha 20/120) Şeytan onların avret yerlerinin açılması için şöyle vesvese verdi. Rabbiniz bu ağacı size iki melek olmamanız veya cennette ebedi kalmamanız için yasakladı. Elbette ben size 'öğüt verenlerdenim' diye yemin etti! (Araf 7/20-21)          Bu ayetlerde şeytanın Adem ile eşini aldatmak için birçok yol denediğini görmekteyiz. Özellikle sonsuz hayat ile ebedi saadet üzerinde yoğunlaşması dikkat çekicidir. Onların nefislerini tahrik etmek için elbiselerini çıkarttırma adına yasak meyveyi yedirme teşebbüsleri hayret vericidir. Nihayetinde güven kazanmak için öğüt verdiğini söyleyip, üzerine yemin dahi ediyor! (Şeytanın vesvesesiyle) Adem ve eşi yasak ağaçtan yedikleri gibi avret yerleri açıldı! Şaşkınlık içindeki Adem rabbinin emrine muhalefet etmiş ve (ikisi) hemen cennet yapraklarıyla örtünmeye başlamıştı. (Taha 20/121) Şeytan onların (aklını çelerek) ayaklarını kaydırdı! Böylece onları yerlerinden ettirdi. Biz de birbirinize düşman olarak inin. Yeryüzünde size bir müddet yerleşme ve geçim vardır.' dedik! (Bakâra 2/36) Şeytan bu şekilde aldattı. Ağacın (meyvesini) yediklerinde avret yerleri göründü ve üzerlerine hemen cennetten yapraklar örttüler! (Araf 7/22) ... İkisi de ağaçtan tattıklarında ayıp yerleri göründü.... Rableri ikisine şöyle seslendi! İkinizi bu ağaçtan nehyetmedim mi? ‘Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır' demedim mi? (Araf 7/22) ... Adem'e ahid vermiştik fakat o unuttu! Biz onda azim bulmadık. (Taha 20/115)          Bu ayetlerde Adem ile eşinde çok ciddi şaşkınlık ve mahçubiyet söz konusudur. Hal diliyle müthiş bir pişmanlık ve çaresizlik hissedilmektedir. Birbirinize düşman olarak inin! Yeryüzünde sizin için belli bir müddet yerleşme ve geçim vardır. Orada yaşayacak, ölecek ve diriltileceksiniz. (Araf 7/24-25) Birbirinize düşman olarak inin! Artık benden size bir hidayet geldiği vakit kim buna uyarsa sapıklığa düşmez ve zahmet çekmez. (Taha 20/123) Birbirinize düşman olarak inin! Mutlaka benden size hidayet geldiğinde, kim ona tabi olursa şayet onlara asla korku yoktur ve mahzunda olmazlar. (Bakâra 2/38)          Bu ayetlerden anladığımız kadarıyla Adem ile eşinin tevbesi dünyada olmuştur. İblis cesediyle cennette olsaydı şayet Adem onu hemen tanıyacak ve ona asla itibar etmeyecekti. Zira yüce meclisten kovulmasına şahid olmuştu. Lakin kendilerini aldatan vesvesenin sahibinin İblis olduğunu idrak edemediler. Diğer taraftan aradan uzun müddet geçmiş olmalıydı. Zira Adem ve eşinin Allah'a olan vaadini unutmaları buna işaret etmektedir.          Dikkat edilirse Adem'e secde emrine kadar İblis denildiği halde Allah'a karşı küfre düştükten sonra ilgili ayetlerde hep şeytan tabiri kullanılmıştır.          Cennet yukarıda ifade edildiği gibi ceberût alemde bulunur. Bazılarının iddia ettiği gibi dünyada Aden adında bir bahçe değildir. Bu materyalist zihniyete sahip kesimler mevcut Tevrat nüshalarında geçen beyanlara göre konuşmaktadır. Tekvin'de Aden bahçesi doğuda bir yer olarak bahsedilir. Adem ve eşi oradan çıkarıldıktan sonra Keruv adındaki bekçiler kuvvetli ateşleriyle herkese girişi yasaklamıştır. (Tekvin 2. Bab 4. ayetten 3. Bab 24. ayete kadar bu mesele ele alınır)          Pekiyi yeryüzündeki bu cennet ve Keruvlar nerede?          Maalesef Tevrat aşırı tahrife uğradığı için anlaşılmaz ve tuhaf bölümler var. Kitapta melek / cin / İblis'in hiç yer almaması ayrı bir merak konusudur. Cennette Adem ile eşini yılanın aldattığı ele alınır.          Allah'ın yeryüzünde Aden bahçesini cennet olarak Adem ile Havva'ya sunduğunu iddia etmek, Allah'ın yalancı cennet bahşettiğini imâ etmektir. Bu Allah'a karşı korkunç bir iftiradır.          Necm sûresinde Mûhammed (sav) miraçta beden ve ruh birlikte sidretûl müntehaya ulaştığında cennetûl me'va vardır. Sidre; hayat ağacını sembolize eder. Hakikatte dünyevi bir ağaç değildir. Sağ ise rıza ve bereketi temsil eder. Mahşerde müminlerin amel defterlerini önden veya sağdan alması aynı manayı ifade eder.          Bu açıdan topraktan yaratılıp, kendisine ruh üflenmiş Adem ile eşi (Havva) bizim gibi bedenlere sahip olarak cennette yaşadı! Dünyada meyvesini yendiğiniz için elbiseniz üzerinizden çıkmaz. Cennet elbisesi nûrani olduğu için çıkar. İblis'in cennete giremediği halde ona nüfuz etmesi dikkat çekicidir. Akla şu soru gerebilir.          İblis ceberût alemde bulunan cennete muttali olduğuna hatta meclisten kovulmasına rağmen cennete nüfuz ettiğine göre Allah'a kullukta zirveyi yakaladığı esnada cennete beden ve cesed olarak hiç girdi mi?          Bu hususta kesin bilgi ve işaret bulunmuyor.         Allah; İblis'i yüce meclisinden kovmasına rağmen düşman olarak gördüğü Adem'e karşı ona kıyamete kadar tanıdığı süre ve şartlar açısından cennete nüfuz etmesine müsaade etmiş olabilir. Zira insan neredeyse o da onlara nüfuz edebilecek konumda olmalıydı! Nitekim Adem ile Havva cennetten sürgün edildiğinde şeytan lakaplı İblis'in cennete nüfuzu da artık yasaklanmıştı.          İblis geçmişte ulaştığı mertebeler ve tecrübelere sahip iken, Adem ile Havva'nın düşmanlarına karşı hiçbir deneyimi yoktu! İblis'in ruh ve cesedle birlikte cennete girmesine müsaade edilmemesinin hikmeti ise Allah'a isyan eden kulun, cennet nimetlerinden mahrum bırakılmasının doğal sonucudur!          İblis'e cennete nüfuz etmesine izin verilmek suretiyle tevbe kapısı açık bırakılmış ama istiğfar etmeden asla cennete giremeyeceği bu vakıayla ortaya konulmuştur. İblis kendisine lütfedilen bu ikramı suistimal ederek, asıl niyetini ortaya koymuştur. İblis cennete nüfuz ederek, Adem ile eşinin aklını çelecek vesvese sayesinde cennette fesad oluşturmuş ve gerçek karakterini ortaya koymuştur.          İblis kendisine verilen son fırsatı kötülüğün sembolü olarak şeytanlıkla taçlandırmıştı! Bu hadiseden sonra Kûr'an kendisine İblis olarak değil, şeytan lakabıyla hitap etmeye başlamıştır.          Adem ile Havva cennet ikramının kıymetini bilmemenin bedelini dünyaya sürgün edilmek suretiyle ödemişti! İnsanoğlu artık cennete Allah'ın rızasını hak ederek ancak girebilecekti! Adem ile Havva emsal sunularak tüm insanlığın durumu ele alınmıştır.          Adem ile eşi rabbe karşı gelmekten mahçup oldukları gibi dünyada cennet misali yeme / içme / giyinme / barınma / korunma kendiliğinden gerçekleşmiyordu. Bu nedenle Allah'ın her konuda yardımına (hidayet) ihtiyaçları vardı! Nihayet gönülden pişmanlıklarına icabet eden Allah onlara bazı kelimeleri ilham etti! Zira Allah kendisine selim kalple gelen kullarını asla sahipsiz bırakmaz. Adem (pişmanlığın ardından) Rabbinden bazı sözler öğrendi! (Bakâra 2/37) Adem ve eşi şöyle seslendi! Rabbimiz biz nefsimize zulmettik! Sen bize rahmet ve mağfiret etmezsen muhakkak bizler hüsrana uğrarız (Araf 7/23) Rabbi onun tevbesini kabul etti! Şüphesiz ki; O (cc) tevbeleri kabul eden (Tevvab), merhamet (Rahim) sahibidir! (Bakâra 2/37) Rabbi onu seçip, tevbesini kabul etti. Ona doğru yolu gösterdi. (Taha 20/122)         Adem ile eşi tevbe etti ama İblis yine bu davete icabet etmedi! Meleklere ; Adem’e secde etmelerini söylemiştik. Cinlerden İblis ise Rabbin emrine (icabet) etmedi. Size düşman (olduğu halde) onu ve zürriyetini kendinize veli mi edindiniz ? (Allah yerine) kötüyü tercih eden zalimlersiniz. (Kehf 18/50) Andolsun İblis zannında sadık çıktı. Mûmin fırka dışında ona tabi oldular. (Sebe 34/20)         Sebe halkının amellerini kendilerine hoş gösteren insi ve cinni şeytanlar onları saptırmıştı. Hilafet hususunda Adem yüzünden Allah ile münakaşa edip, kıyamete kadar mühlet isteyen İblis salih kullar mûstesna hepsini saptıracağına söz vermişti. İblis binlerce yıl önce vefat etmesine rağmen şeytaniyet misyonunun temsilcileri her asırda onun sözünü icra etmeye devam ediyor. Allah kendisine düşman olduğu halde İblis’in sözündeki sadakati tekrar yad ederek, bize hakkaniyetin ölçüsünü de göstermiş oldu. (Cehennem kuyusu) cahim azgınlara gösterilip, onlara sorulur : Nerede taptıklarınız ? Allah’tan başka yardım eden veya kendilerine yardımı (dokunan) var mı ? İblis’in ordusu olan (tüm) azgınlar (cahime) atılır...” (Şuara 26/91-92-93-94-95) —————————————————————------------------------------------------------------------          Muteber hadis kitaplarında Mûhammed (sav) devrinde cinlerle alâkalı 6 anekdottan bahsedilir.          Allah Rasûlü (sav) devlet malına bekçilik etmesi için Ebû Hureyre'yi görevlendirir. Gece fakir bir adamı depodan erzak çalarken yakalar. Adam ailesinin açlığını sızlanarak söyleyince bırakır.          Allah Rasûlü (sav) dün gece yaşanan hadiseyi Ebû Hureyre'ye söyleyip, adamın yalancı olduğunu ve tekrar geleceğini bildirir. Adam tekrar gelir ve yine yalvarır. Ebû Hureyre yine bırakır.          Rasûlü Ekrem (as) adamın yalan söylediğini ve tekrar geleceğini bildirir.          Ebû Hureyre ertesi gece adamı yakalar ama bırakmaz. Bunun üzerine adam kendisinin cin olduğunu ve birşey öğretmesi karşılığında salıvermesini ister. Ebû Hureyre teklifi kabul eder. Cin ; ayetel kûrsiyi okuduğu taktirde hiçbir habis cinin kendisine ilişmeyeceğini söyler. Rasûlü Ekrem (sav) cinin doğru söylediğini belirtir.          Lâ ilahe illallah ! Hayy ve kayyum olan Allah’tan başka ilah yoktur. (Zatını) uyku veya uykusuzluk tutmaz. Arz ve semâdaki herşey onundur. İzni olmadan nezdinde kim şefaat edebilir ? O (cûmle mahlukatın) önünde ve arkasındakini bilir. O dilemedikçe ilminden hiç kimse birşeyi ihata edemez. (Allah’ın) kûrsisi arz ve semâyı istiva etmiştir. Aliyyûl azim olan (Allah’a) hiçbir şeyin muhafazası zor gelmez.  (Bakâra 2/255) —————————————————————------------------------------------------------------------          Hendek harbi esnasında yeni evlenen genç evine gider ve karısının kapıda beklediğini görür. Yatakta büyük bir yılan vardır. Genç elindeki mızrağı saplar ama yılanda onu sokar. Bu nedenle ikisi de ölür. Sahabi gencin hayata döndürülmesi için Mûhammed’in (sav) dûa etmesini ister. Rasûlü Ekrem (sav); "kardeşiniz için mağfiret dileyin! Zira o mûslim bir cine saldırmıştı. Sizde böyle bir hadiseyle karşılaştığınızda 3 gün mühlet verin. Gitmediği taktirde öldürün" buyurdu!          Soru : Cinler insan veya hayvan şeklinde temessûl yani onların kılığına girebilir mi ?          Cevap : Kûr’an-ı Kerim’de insan şeklinde temessûl eden melek Meryem bintû İmrân’ı erkek çocukla müjdeler. Cinler hakkında bu şekilde somut misal yoktur. Bu nedenle cinlerin insan veya hayvan kılığına girdiğine dair hadislere temkinli yaklaşmak gerekir.          Mûhammed (sav) ashabı ile oturduğunda meclise iğrenç görünümlü birisi girer ve kendisinin şeytan olduğunu dile getirir. Allah Rasûlünün (sav) her sorusuna doğru cevap vermek üzere Allah'ın emriyle geldiğini ifade eder. Bu anekdot çok uzun ve detaylı olarak muteber hadis kitaplarında yer almaktadır. —————————————————————------------------------------------------------------------          Mûhammed (sav) Mekke'nin çıkışı olan  Batn-ı Nahle bölgesine Abdullah ibni Mesûd ile gece birlikte çıkar. Ona toprak üzerinde değneğiyle bir alan çizer. Bunun dışına çıkmamasını tembihler. Allah Rasûlü (sav) tek başına biraz daha yola devam eder. Ötelerde tepelerden aşağıya doğru bir şeylerin keçelendiğini göre İbni Mesûd onun hakkında endişeye kapılır ama tembihini tutar. Rasûlü Ekrem (sav) döndüğünde cinlere dinlerini anlattığını söyler. —————————————————————------------------------------------------------------------          Mûhammed (sav) daha önce dini tebliğ yaptığı cinlere bu sefer Rahman sûresi okur hatta onlar "rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?" ayetine mukabelede bulunurlar!          Mûhammed (sav) insanların göremediği bu varlıklar hakkında birçok ikazda bulunmuştur!         “Şeytan damarlarınızda dolaşır" hadisi insanlar tarafından gerçek olarak algılanmıştır. Halbuki bu hadis şeytanın vesveseyle nefsi tahrik etmesine işarettir. Zira şehvet damarını vesveseyle tahrik eden şeytana karşı insan, herdaim teyakkuzda olmalıdır.         “Kişinin avretini şeytana karşı koruması ancak Allah'ı zikretmesiyle olur" hadisi insandaki şehveti tahrik etmek için şeytanın nefsimize vesvese verdiğini, iffetimizi koruma adına dikkatli olmamızı ihtar eder. Nitekim Adem ve eşini cennette şehveti sembolize ettiği sanılan ağaca yaklaşmamaları için ikaz eden Allah, bizlere de zinaya yaklaşmamamızı emreder. İblis onların avret yerlerini açmak için ağacı cazip kılan vesveseler verdi. Adem ve eşi ağaçtan istifade ettiklerinde avret yerleri açılmıştı.         Allah Rasûlü (sav) selam vererek eve girip, besmeleyle yemeğe oturan ev halkından ötürü orada şeytanlara ne barınak ne yemek olmadığını haber verir. Bu tür hadisler yine Allah'ın selam ve esenliğini dileyen kişiye şeytanın vesveseyle tesir edemeyeceği, yemekteki bereketin, el ve ağız temizliği ile besmelede olduğuna işarettir.         Özellikle hijyen konusunda hastalıkların birçoğunun yemek artıklarından ve temizlik konusunda gereken hassasiyetin gösterilmemesinden kaynaklandığını ifade edelim. Araplar görmedikleri şeyler için cin tabirini kullanmasına rağmen bunlar hakikatte mikroplardır.          Allah Rasûlü (sav) terk edilmiş (metruk) binalardan uzak durulmasını, ahlaksızlığın yaygın olduğu terk edilmiş beldelerden hızlı geçmelerini vs söyler! Bu tür hadisler kainattaki auralarla birebir ilişkilidir. O bölgede habis zihniyetli mahlukatın etkin olduğu dönemlerin kalıntıları söz konusudur! BKZ : KAİNATTAKİ AURALARIN BİRBİRİNE ETKİSİ          Allah Rasûlü (sav) şeytanların, denizleri kendilerine üs olarak kullandığını haber verir. Bu tarzda onlarca hadis muteber kitaplarda mevcuttur. Sadece birkaç tane hadiste cinlerin kendine has mâricten vücudları yerine farklı insan veya hayvan şekillerine girdiği belirtilmiştir.          Bazı ehli tarik kesimler, ruhi hastalıklara yakalanmış kişiler hakkında şunu söyler. Onlar farkında olmadan ezdikleri bir haşerat aslında cin olduğu için buna maruz kaldılar.          Mûhyiddin Arabi gibi zatlar hasta yatarken kıvranmış ve uyandıklarında yanlarında okunan Yâsin sûresi üzerine şunu söylemişlerdir. Mana aleminde bana şeytanlar saldırıyordu. Birden bir genç imdadıma yetişti ve onları kovdu. Adını sorduğunda bana Yâsin dedi. Uyandığımda Yâsin sûresi okunuyordu. Bu anekdotlar tek tek izaha muhtaç olduğu için kısa kesiyorum. Zira bazıları sıhhat ve bereket adına ön tedbirler ihtiva etmektedir. Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım. (Zâriyat sûresi 51/56)          Bu ayet hem insan hemde cinin yaratılış hikmetinin sadece kulluk olduğunu ifade eder. Her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için zûhruf (süslü) sözler vahyeder. Rabbin dileseydi şayet bunu yapamazlardı. Artık onları iftiralarıyla başbaşa bırak. (Enâm 6/112) Allah hesap günü hepsini biraraya topladığı gün cinlere şöyle hitap eder! Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız. İnsanlardan cinlerin dostu olanlarda şöyle söyler. Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık" (Enâm 6/128) Andolsun cehennemi cinler ve insanların çokları için hazırladık. Onların kalpleri var (ama) fıkıh etmezler. Gözleri var (ama) görmezler. (Kulak) âzâları var (ama) işitmezler. Onlar hayvan gibidir hatta (idrak yoksunu olarak) daha fazla dalâlettedir. İşte onlar gafillerdir. (Arâf 7/179)          Bu ayetler insanlar gibi cinlerinde mahşerde toplanıp, amellerinden hesaba çekileceğini ifade etmektedir. Ayetlerin diğer dikkat çeken yönü ise sadece cinler insanları değil, aynı zamanda insanlarda cinleri saptırmıştır! Nitekim teslis akidesini cinler insanlardan öğrendi.          Nefsini terbiye ederek belli bir mertebeye ulaşan insan ve cinlerin kafir olanları birbiriyle rezonans olarak, Allah müsaade ettiği için sineden sineye vahiy edebileceğini ayet dile getirir.          Nefsini terbiye ederek, ruhunu hürriyete kavuşturan insan ve cinlerin mûmin olanları, Allah’ın dilemesiyle kalpten kalbe yine vahiy yoluyla hitap edebilir. Bu tür vahiy bir nevi telepatiyi anımsatmaktadır. BKZ = KÛR’AN-I KERİM’DE RUH & CESED İLİŞKİSİ Allah; "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bugüne kavuşacağınıza dair sizi uyaran rasûller gelmedi mi ? Onlar (şöyle) dedi : Kendi aleyhimize şahidiz. (Enâm 6/130)          Bu ayetler insanlar ve cinlere rasûllerin geldiğini ifade eder.          Soru : Cinlerden nebi ve rasûl var mı?          Cevap : Allah; melekler ve insanlardan rasûller seçer! (Hacc sûresi 22/75)          Bu ayete göre vahye mazhariyet sadece meleklere ve insanlara olmuştur. Vahiy meleği ile risalete mazhar insan birlikte ele alınmıştır. Cinler Adem / İbrahim / Mûsa / Sûleyman / İsa / Mûhammed (sav) gibi nebi ve rasûllere muhatap oldukları gibi Tevrât / Zebûr / İncil / Kûr'an gibi kitaplardan haberdar oldukları için alim olan cinler bu bilgileri adeta havariler misali diğer cinlere tebliğ ettiler! Bu şekilde insanlarla dialog kurma becerisi olmayan, onların dillerini anlamayan cinlere tebliğ ulaştı! Hatta alim olan cinler ilahi kitapları veya tahrife uğramış kitapları kendi dillerine tercüme ederek, bu beyanları cinler topluluğuna neşretti!  İnsanlar muhtelif milletler olduğu gibi cinlerde farklı soylara sahiptir.          Soru : İnsan henüz yaratılmadan önceki devirde cinlere tebliğ nasıl oldu?          Cevap : Bu konuda açık bir ayet ve muteber hadis bulunmuyor! Sadece İblis'in meleklerden müteşekkil bir heyetin içinde cinleri temsilen bulunduğunu ayetler belirtiyor. Levhi Mahfûz / Cennet / Melekût alem / Arş / Kûrsiden haberdar olduğunu müşahede ediyoruz! Tabii İblis davet edildiği âli mecliste, Allah’ın emrine itaat etmediği için kovulmuştur!         Belki birçok rasûle cesed planında nasip olmayan, Allah’ın dilediğine takdir ettiği bu âli meclise, İblis iştirak etmiştir. Cennete mûttali olduğunu, Adem ile Havva'ya verdiği vesveseden anlamaktayız!           İblis asla nebi ve rasûl olmadı. Cinler arasında hiç kimse onun ulaştığı mertebeye mazhar olmadı! Diğer taraftan İblis meleklerin üst seviyedeki mensuplarıyla hususi heyette muhatap oldu! Kanaati acizanemce yeryüzüne hakim olan cinlere emirler, meleklerin bildirmesiyle direkt olmuştur! Nitekim Meryem’e insan kılığında gelen melek çocuk müjdesi vermişti. Mûsa’nın annesi ile Meryem’e ilhamat seviyesinde vahiy olmuştur.          Melekler bu konuda cehd ve samimiyeti olan cinlere bu hakikati duyurdu! Bu duyurma sineye olduğu gibi misal aleme reşhalar halinde arz edildi. Muhtemelen onların alemine cin kılığında gelerek, tebliğde yapmış olabilirler.          Bu ilham ve ihsan televvünlü beyanlar, alim ve salih cinler tarafından halka takdim edildi. Misal alem cinlerin ilmi ledün koridorunu teşkil eder. Bu nedenle habis ruhlar, insanların misal alemine nüfuz ederek şeytani rüyaları atabilirler. Vesvese ile şeytani rüya arasındaki fark, birisi akla diğeri hisse kapı aralar. İnsan ve cinlerin sinelere vesvese vererek, şeytan misyonuna hizmetkarlık ettiğini nâs sûresinde okumaktayız. Bu Kûr’anın mislini getirmek için insanlar ve cinlerin alâsı içtima etseler, onların bazısı bazısına zahir olsabile mislini getiremez. (İsrâ 17/88)          Bu ayette Kûr’an-ı Kerim tüm kafir insan ve cinlere meydan okumaktadır. Zira bu kitap her meselden misal getirmiş, evvel ve ahir hususlara temas etmiş, muhtelif ilimlerden bahsetmiş, farklı alemlerden kıssalar sunmuş, geçmiş ve gelecekten bildirimde bulunmuş, mahlukat arasındaki muazzam sisteme dair misaller sunmuş, kainat ile insan ve cinler arasındaki ilişkileri nazara vermiş, insan ve cinlerin ihtiyaçlarını ve onlara nasıl ulaşabileceklerini göstermiş, hiçbir abesiyet ve israfa izin vermeden, herşeyi ölçülü ve makul şekilde, bütün cihetlere vukufiyeti ve onlar arasındaki mizanı vaaz ederek, mükemmel bir üslup ve tezyinatla takdim etmiştir.          Tüm mahlukatın hayatını ve ihtiyaçlarını mükemmel manada tanzim edecek, böyle bir kitabın yazılması, insan ve cinler içtima etse bile mümkün değildir. Haddizatında insan ve cinler varlık aleminin ne fiziki ne ruhi ne manevi ne uhrevi sınırlarına bile vakıf değildir. Halböyle iken ona hakim olacak, bir proje ortaya koymaları mümkün olamaz. Ey insan ve cin ! Sizin de hesabınızı ele alacağız! (Rahmân sûresi 55/31) Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin, gidin. Allah'ın verdiği güç olmadan asla geçemezsiniz! (Rahmân 55/33) Üzerinize ateşten alevler ve duman gönderilir, kendinizi savunamazsınız (Rahmân 55/35) Gök yarılıp, erimiş yağ misali (kıpkırmızı) sahtiyan bir gül olduğu zaman (Rahmân 55/37) İşte o gün ! Ne insana ne cinne günahından sorulmaz! (Rahmân 55/39)          Bu ayetler insanlarla birlikte cinlerin de üzerine kıyametin kopacağını belirtmektedir. Andolsun cehennemi cinler ve insanlarla dolduracağım. (Hûd 11/119) Cennette gözlerini eşlerinden alamayan huriler vardır. Onlara daha önce ne insan ne cin dokunmuştur. (Rahmân 55/56)          Bu ayetler insanlar gibi cinlerin de cehennemlik ve cennetlik olanlarını haber vermektedir. Günümüz toplumunda büyü ile cinlerin musallat olması birbirine karıştırılır. Bu konu hakkında detaylı bilgi şu makalede mevcuttur. Beşer ve cinin mizacı ve meşrebi özellikleri farklı olduğu gibi cennet ehli insan ve cinlere bahşedilecek huriler de farklı olacaktır. BKZ : KADİM PUTPERESTLİK VE BÜYÜCÜLÜK 1/2/3/4          Toplumda cinler ve büyü hakkında anlatılan şeylerin büyük çoğunluğu ayet ve hadislerden toplanmıştır. Bunun dışında bazı zatların ele aldıkları hususlar izaha muhtaçtır.          Mevcut İncillerde İsa ibni Meryem'in (as) onlarca menkıbesinde cin çıkardığını görmekteyiz ama onlar hakkında elle tutulur bilgi bulunmamaktadır.          Toplumda ele alınan "papaz büyüsü" vs şeylerin aslı yoktur. Mûhammed (sav) büyüye maruz kalmıştır ama papazlar Hristiyanlık akidesine göre büyü yapmaz. Onlar nefis terbiyesi alarak, belli bir mertebeye ulaşırlar. Bu şekilde temasa geçtikleri bazı cinleri devreye sokarak, habis cini kovarlar. Bazı papazların İsâ ibni Meryem’in (as) cin çıkartma esnasında kullandığı cümleleri tekrar ettikleri söylenir ama mevcut İncillerde bu sözlerin ne olduğu belirtilmemiştir. (Ey rasûlüm) de ki; yaratılanların / karanlık çöktüğünde gecenin / düğümlere nefesleyenlerin / hased eden hasetçinin (cûmle) şerrinden, felâkın rabbine sığınırım! (Felâk 113/1...5) (Ey rasûlüm) de ki; nâsın sadrına sinsice vesvese veren (bazı) cinlerin ve nâsın şerrinden, (yine) nâsın rabbi / meliki / ilahına sığınırım. (Nâs 114/1...6)          Felâk sûresi büyücülere işaret eder. Nâs sûresi ise insanlardan ve cinlerden şer yoluna hizmet eden, şeytanlığı misyon edinmiş kesimlerin sinsice verdikleri vesveseyi ele almaktadır. Bu nedenle büyü ile cinler birbirinden tamamen farklı konulardır.          Hakiki iman sahibi insanlara ne cinler musallat olur ne vesveseleri tesir eder. Cinler sadece iradi zaafları olan insanlara önce vesveseyle sonra yönlendirmeyle ardından tesiriyle en sonunda nüfuz ederek hakim olur. Toplumda bu duruma maruz kalanların sayısı binde bir değildir! Maalesef kısmetsizlik vb şeyleri cin ve büyüye hamleden toplumumuzda, cincilerin çok ciddi suistimaline şahid olmaktayız. Halbuki cin seansları yapanların %99.9 luk kesimi sahtekarlıktan başka birşey bilmez.          Cinlerin mûslim ve kafir olanları vardır. İradesi güçlü hiçbir insana (mûslim veya gayrı mûslim) hakiki manada tesir edemez. Diğer taraftan herkes vesveseye açık durumdadır.          Şeytanın Muhammed'e (sav) herşeyi doğru söylemek zorunda kaldığı konuşmadaki en önemli bölümle faslı kapatalım.          “Ya Mûhammed ! Sen ve ben insanlara teklifte bulunuruz. Bizim bundan öte hiçbir etkimiz yoktur. Onlar kendileri kararlarını verir."          Şeytan vesvese yoluyla sadece teklifte bulunur. Muhatabına cazip gelmesi için nefsini okşayacak şeyler söyler hatta hayalinde canlandırmasına yardımcı olur. İnsan iradesiyle ya bunu reddeder veya peşinden gider. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- YILDIZ KAYMASI CİNLERLE İLGİLİ Mİ ?          Soru : Kûr'an-ı Kerim Cin sûresinde kafir cinlerin eskiden göklerdeki bazı mekanlarda / burçlarda vs bulunup, meleklerden bazı bilgiler duyduklarını fakat bir hadiseden ötürü bundan mahrum kaldıklarını ifade eder. Cinler bunun üzerine yeryüzünü gezdiklerinde Kûr'an-ı Kerim'in buna sebep olduğunu tespit ederler.          Mûhammed’in (sav) risalet sürecinden itibaren melekût alemde artık buna izin verilmediği ve güvenliğin sağlandığı belirtilir. Mana aleminde cereyan eden hadiseleri maddi alemdeki teşbihle izah eden ilgili ayet ilginç misalle meseleyi zikreder.          Modern ilimler yıldız kayması olarak söylenen meteor hadiselerinin bilimsel açıklamalarını yaparak, meselenin cinlerle alâkalı olmayacağına dair deliller sunmaktadır. Pekiyi bu ayeti nasıl anlamalıyız?          Cevap : Cin ve Mûlk sûresindeki ayette belirtilen haris mahulakata karşı koyan ve sürekli bölgeyi gözetleyen harasa ve rasada vasıflı mûhafızlar ve şihaplar (meteor) güvenlik adına düşmanlara mukavemeti sembolize eden bir beyandır. (Allahû alem)          Toprak toprağa, ateşe ateşe daha etkin olabilir. Lav normal ateşi etkisi altına alarak, onu kendi içinde kavurabilir.          Rahmân ve Hicr sûresinde cinlerin ateşin türevi olan maricten yaratıldığı, nârı semum vasfında olduğu belirtilir. Haddizatında cinlerin en azılısı olan ifritler hem çok güçlü hem de çok hızlıdır. Kûr'an onlara yıldız kayması olarak, tabir edilen ateş topuyla mukabele eder.         Cinler görülmediği halde onu görünen ateş topu nasıl kovalar? Hakikatte kafir cinleri kim kovalıyor? Neden insanların görmekten aciz olduğu perde arkası hadiseler için gökyüzünde böyle bir sahne sergilenir?          Kûr'an-ı Kerim ayetleri ve muteber hadislere göre kainatta cereyan edecek birşey ilk etapta ilmi vücud olarak levhi mahfûz’da yer alır. Levhi mahfûz bizim ve cinlerin yaşadığı alemde bulunmaz. Bilakis levhi mahfûz / Rahmân’ın istiva ettiği arş / gökler ve arzı istiva eden kûrsi / cesedleri henüz yaratılmamış ruhlar / hayatı sembolize eden Sidre / cennet / cehennem vs ceberût aleme aittir. Bu aleme 4 meşhur melek / arş ve kûrsi melekleri teşrif edebilir.       • Mirac gecesi Mûhammed (sav) hem beden hem ruh olarak, ceberût alemin mûntehasına ulaşmıştır. Cebrail (as) belli bir makama kadar ona refakat etmiş, bir yerden itibaren Mûhammed (as) tek başına Sidre’ye doğru yolculuğuna devam etmiştir. Allah’ın tıpkı Tûr dağının eteğinde bulunan mûkaddes Tuva vadisindeki nûrani ağacın verasında Mûsa’ya vahyedeceğini vahyettiği gibi Mûhammed’e (sav) de Sidre ağacının verasında vahyedeceğini vahyetti. Mûhammed (sav) Sidre’den dönüşünde kendisini bekleyen Cebrail’i (as) tekrar görmüş, onun refakatinde Mescidi Haram’ın yanındaki beytine geri dönmüştü.          Allah’ın arşı; hûkûmlerin emir makamıdır. Bu nedenle ceberût aleme bazı alimler "alemi emir" tabirini de kullanır. Haddizatında melek / cin / insanda bulunan "ruh" emir alemine aittir. Allah arşa Rahmân vasfıyla istiva ettiği için ona Rahamut alem diyenler de olmuştur.          Allah’ın kûrsisi; arşında takdir edilen emirlerin kûrside mûzakere edilmesidir. Nitekim Allah arş meleklerine “yeryüzüne beşeri halife kılacağını” bildirdiğinde hiçbiri cevap vermez. Allah kûrside beşer türünden Adem’i takdim ettiğinde melekler fikrini beyan eder. BKZ : NASÛT / MELEKÛT / CEBERÛT ALEMDE TECELLİLER BKZ : KÛR’AN-I KERİM’DE ADEM’İN 3 DÖNEMİ          Levhi mahfûz ; Allah’ın ezelden ebede ilmi ve iradesiyle takdir ettiği hakikatleri muhafaza ettiği levhayı ifade eder. Kûr’an-ı Kerim levhi mahfûzun mahiyetinden bahsetmeyip, sadece vasfına dair birkaç tane hususu zikreder. Allah’ın mahremiyetini sembolize eden levhi mahfûzda yaş ve kuru herşey derc edildiği için ezel & ebed çizgisine ait kıyamet günü de mevcuttur. Bu nedenle ona hiçbir mahluk mûttali olamaz. Adem’den (as) Mûhammed’e (sav) kadar cûmle rasûl ve nebilere inzal olan vahyi ilahinin harf ve sesten mûnezzeh nûraniyet kesbeden orijinal halleri de levhi mahfûzda mevcuttur. Bu açıdan ebede kadar olacak hadiselerin ilmi kaydı Allah'ın takdir ettiği vakitte arşta vazifeli meleklere emredilir. Vahiy meleklerine de keyfiyetini bilmediğimiz usulde levhi mahfûzdaki ayetler teslim edilir. Bu ayetler ceberût / melekût / nasût alemlere geçişten rasûl ve nebinin sinesine teslim edilene kadar  muazzam bir şekilde vazifeli melekler tarafından muhafaza edilir.          Meleklerin en kıdemli olanları Cebrail / Mikail / Azrail / İsrafil kendi vazifelerine göre bu emirleri arştan alıp, emrindeki meleklere tebliğ eder.          Bazı alimler levhi mahfûz’dan ilmi hususların öncelikle levhi mahv’a intikal ettiğini, şifreli bilgiler o makamda bulunan melekler tarafından melekler aleminin (melekût alem) sakinlerine tebliğ edildiğini iddia eder. Bu iddia ayet ve muteber hadise dayanmaz.       • Melekler aleminden emri alan melekler artık icra sahası cin ve insanlarla ilgili olan bölümleri insanlık alem veya cinler aleminde icra etmeye koyulur. Melekler haberi hiç kimsenin öğrenemeyeceği şekilde koruma ve nakletme kabiliyetine sahiptir. Bu açıdan ayet Cebrail'e "ruhul emin" tabirini kullanarak emrindeki melekleri de nazara verir. Onlardan bilgi hırsızlığı mümkün değildir. Meleklerin nasût veya cinlere ait alemde icraatlere başladıkları ilk andan itibaren süreçten az-çok haberdar olan insan / cin / kahin / derviş liyakati ölçüsünde mûttali olabilir.          Eski devirde nefsi terbiye ile mana alemini veya nasût alemde emareleri görülen hadiseleri sezinleyen kahinler bunları dikkatle tefekkür etmeye çalışırdı. Hani keçilerin yağmur yağmadan önce kuyruklarını kısarak, bazı şeyleri önceden sezdikleri gibi gerçek kahinlerin de bu tür meziyetleri vardı. Bu kahinler nefis terbiyesiyle cinlerle rezonans olabiliyordu. Babil'de Harût ve Marût adlı meleklerin öğrettiği ilimden haberdarlardı. Kahin ve cinlerin hak ve batıl yolda bulunan iki çeşidi vardı. Her iki kesimde kendi partneri ile işbirliği içindeydi.          O devirde kahinler gökyüzüne bakarak  halkta mistik bir algı oluşturuyordu. Zira elde ettikleri bilgilerin büyük bölümünü kulağına fısıldayan cinler oluşturuyordu. Biraz kendisini geliştiren kahinler ise cinlerin söz ve fiillerini izleyerek, bilgi sahibi olabiliyorlardı. Çok az kahin kainattaki auraya muttali olabiliyordu.          Mûhammed’in (sav) risaletine kadar bazı cinler melekût alemden cin veya nasût (insanlık) aleminde tezahür edecek, bazı reşhaların ilk alâmetlerini tespit edebilmek için melekût alemden cinler alemine veya melekût alemden nasût (insanlık) aleme geçişe dair bazı menfezlerde (burç) bulunarak, hadiseleri yorumlamaya çalışıyorlardı. Ayrıca kahinlerde kendi meziyetleriyle bu bilgileri anlamaya çalışıyordu. Bu nedenle cinlerin getirip, kahinlerin anlattığı birçok hadisenin yanlış çıkmasının birkaç sebebi vardır.     1- Yanlış yorumlama      2- Halkı bilinçli olarak yanlış yönlendirme      3- Hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları konularda fikir beyan etme          Eski Ahid ve Yeni Ahidde Rabb göklerdedir. Vakıa Kûr’an-ı Kerim Allah’ın kûrsisinin arz ve semayı kuşattığını beyan eder. Bu nedenle mûslim ûlema da yedi kat sema / kûrsi / arş vs şeylerin gökte olduğunu zanneder.         Nasût / melekût / ceberût alemler iç-içe olup, birbirini görmemize mani olan kendine has perdeler vardır. Bu alemler gökte olmadığı gibi İdris / İlyas / İsa / miraç hadisesi de gökyüzü yolculuğu değilidir. Hepsi manevi semaya alınmış, miraç da melekût ve ceberût aleme “pat diye” geçişle olmuştur. İnsanın uykusunda rüya alemine “pat diye” geçmesiyle bunu kıyas edebilir. BKZ : NASÛT / MELEKÛT / CEBERÛT ALEMDE TECELLİLER          Kahinlerin kendilerini özel kişiler hatta göklerden haber getiren müstesna zatlar olarak lanse ettiklerini görmekteyiz. Günümüzde olduğu gibi o devirdeki insanlarda da manaya körlük olduğu için Allah'ı veya tanrıları göklerde tasavvur eden zihniyet hakimdi. Bu nedenle kahinler göklere bakarak, konuşmayı tercih ediyordu. Bu şekilde hem halkı kandırıyorlar hem de onlarla adeta alay etmiş oluyorlardı.          Bu şaklabanlıklar Mûhammed’in (sav) risaleti ve Kûr'an-ı Kerim'in inzal olmasıyla son buldu. Artık kahinlerin kulağına fısıldayan cinler sahih haber getiremiyor, göklere boş boş bakarak yapılan kehanetler halkta tesir etmemeye başladı. Binlerce yıl halkla alay edercesine göklere bakan kahinlerin devri kapanıyordu. Zira Kûr'an onlarla alay etmeye başlamıştı. Adeta "siz göklere boş boş daha çok bakarsınız. Cinlerden daha çok haber beklersiniz. Milletle alay ettiğiniz gibi kıyamete kadar bizde sizi alay konusu edeceğiz. Gökyüzünde gördüğünüz kuyruklu yıldızlar varya onlar gibi hırsız cinlerinizi amansızca kovalayan askerlerimiz var. Siz mana alemine kapalı halka maddi misal sunduğunuz gibi bizde size maddi ateş topunu emsal sunuyoruz. Mûminler bu ayete bakarak sizinle alay etsinler"          Dikkat edilirse günümüz kahinleri (şamanlar mûstesna) göğe bakmak yerine fala bakmayı tercih ediyorlar.          Hakikatte melekler arasındaki hususlar güneş sisteminde veya Samanyolu galaksisinde tezahür eden yıldız kaymaları veya meteor hareketleri değildir.          Kahinlerin gök cisimlerine bakarak bazı hadiseleri yorumlamaları aslında cinlerden aldıkları haberleri beyan ederken muhataplarını başka düşünceye sevk etmekten ibaretti. Güya göklerden haber alıyorlarmış gibi davranıyorlardı. Bu ayette önce meselenin perde arkası ele alınıp, daha sonra perde önünden bahsedilmektedir. Artık kafir cinlerin bir daha meleklerden bilgi hırsızlığı yapamayacakları dile getirilirken, halkın idrakine uygun bir temsille yine gökteki hadiseler nazara verilerek, ateş topundan örnek verilmiştir. Hakikatte kahinler yıldızlardan bilgi almadıkları gibi cinleri de kovalayan meteor yoktur. Bunlar sadece aklı gözüne inmiş kesimlere teşbih sunmaktadır. Diğer taraftan 1.400 sene önce inzal olan vahyi ilahi tamamlandığı halde neden hâlâ cinleri ateş topu kovalasın?          Kıyamete kadar kehanete inanan zavallılara emsal olarak bu mesele sadece sembolik mahiyette arzedilmektedir.          Levhi mahfûz ceberût alemde bulunur. Oradan asla bilgi alınamaz. Meleklere vahyi ilahi / emir vs levhi mahfûzdan veya arştan inzal olunur.          Ruhunu bedenine hakim kılan mûspet veya menfi inanca sahip insan veya cinler mana aleminde belli makamlara ulaşır. Mana aleminin kanunlarına (sûnnetullah) riayet eden Yahûdi / Hristiyan / Mecusi / Mûslim / Şaman / Budist o makamlarda bazı hadiselere şahid olur hatta kendisinde bazı olağanüstü haller zuhur eder. Bu mertebeleri tek tek aşarak bazı kafir insan ve cinler birbirine zuhruf sözleri vahyedebilir. (En’am 6/112)          Bu insi ve cinni ruhların mana aleminde muttali oldukları hakikatler az değildi. Nitekim İblis mana alemindeki terakkiyatıyla cennete nüfuz ederek, Adem ve Havva’yı aldatmıştı.          Yemen kahinlerinden Şık kendisini ziyarete gelen Abdûlmuttalib’e oğlu Abdûllah’ın adak bedelini söyleyip, onun soyundan gelecek rasûlü müjdelemişti.          Kûr’an-ı Kerim inzal olduktan sonra mana alemindeki birçok menfez insi ve cinni kafirlere kapatıldı.          Velhasıl İblis şeytanlık misyonunun başıdır. Onun küfür mertebesi ile Mûhammed’in (sav) İman mertebesi bir terazinin iki kefesini oluşturmaktadır. Her ikisi kendi safındaki insan ve cinlere sürekli destek olmaktadır.          Mûhammed’in (as) yeryüzüne teşrifi ve Kûr'an ayetlerinin inzalinin ardından İblis’in askerleri melekût ve cennet gibi aleme nüfuz edemez. Bu alemler yedi kat semada değildir. Bu nedenle yıldız kayması nevinden meteor hadisesi sadece kahinlere ve onlara tabi olanlara ders niteliğindedir.         Not : Cinlerden bir şahsiyet olan İblis her cin gibi belli bir mûddet yaşayıp, öldü. Kendisi Adem (as) döneminde yaşadı. Kötülüğü karakter haline getirdiği “şeytaniyet” misyonu ise kıyamete kadar devam edecek.         Soru : Mûhammed (sav) hakkında Yahûdi bir alimin "müjde Ahmed'in yıldızı doğdu" ifadesi nasıl anlaşılmalıdır?         Cevap : Yahûdi alimler içinde Allah'ın hususi ihsanda bulunduğu hikmet ehlinden, ilmi ledünne ve mana alemine açık kimseler vardı. Bu zatlar kendi kitaplarındaki bazı bilgilerin yanında kainattaki hadiselerin manevi etkilerini sezinleyen rabbani anlayışa sahip kimselerdi. Bu açıdan kendilerine hem alim hem kahin gözüyle bakılırdı. Haddizatında mevcut İncillerde Zekeriyya'ya (as) nebi yerine kahin tabiri kullanılır. Bu nedenle Yahûdilerdeki rabbanilere mûspet manada kahin gözüyle bakılırdı.         Not = Yahûdilerde cifr veya ebced ilmi hiçbir sahih temele dayanmaz. Halkı suistimal etmek için vahyi ilahi / risalet / nûbuvvet ilmine muhalif Kabala hahamlarının icadıdır.         Yahûdi alim muhtemelen mana aleminden aldığı müjdeyi halka duyurmak için onların geleneksel bakışını ele alarak sundu. Diğer kahinler gibi yıldızlardan bahsederek, kutlu doğumu takdim etti. Bir nevi sığıra tapan Yahûdilere Mûsa'nın (as) sığır keserek, faili meçhul cinayeti aydınlatma stratejisini burada da görmekteyiz. Onların geleneksel tabularını kullanarak tevhidi takdim ediyorlardı. Burada Yahûdi alim yıldızın kaymasını değil, bilakis doğuşunu haber veriyordu. Günümüzde teleskopla ancak yıldızların doğumunu izleyebiliriz. Bu açıdan Yahûdi alim diğer batıl kahinlerle farklı bir duruş ortaya koymuştur. Nitekim Ahmed'in doğuşu batıl kahinlerin yıldızlar misali kayıp, gitmesine yol açtı.         Kûr'an-ı Kerim'de yıldız manasına gelen Necm sûresinde Mûhammed’in (sav) mirac yolculuğu hadiselerin perde arkasına dair muazzam bilgiler sunmaktadır. Diğer taraftan Mûhammed’in (sav) sembolü bu sûrede geçen "ven necmi izâ heva" ayetinden ötürü yıldızdır. Adeta Yahûdi alim 40-50 sene önceden bu hakikate enfes bir izah sunmuş ve vakti geldiğinde sözü hakikate dönüşmüştü.          Netice itibariyle Mûhammed’in (sav) doğuşuyla gökyüzündeki yıldızın direkt bir ilgisi olmamıştır. Yahûdi alim meseleyi halkın inanışlarına göre takdim etmiştir.