Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
The purpose of this study is to determine how nursing homes are perceived as accomodation units by the age of 60 and above elderly people living at home and whether there is a relationship between these people's perceptions and their gender, the cities they live and the people they live with. Research area includes Sinop, Kastamonu and Çankırı cities located in the TR82 region in Turkey. Research data were collected through face to face questionnaires from 400 elderly people aged 60 and over residing in the TR82 region. The data were analyzed by frequency analysis and the chi-square (x2) test. According to the results a nursing home is perceived as reassuring units besides the feel of abandonment, not to be a burden to anyone, a place for the lonely and poor old, reducing future anxiety for the old, a place for helpless people to stay, a result of loneliness in a sense that might be a solution to some problems. According to chi-square (x2) test results it is determined that although there is no relationship between perception of nursing homes and gender, there is a statistically significant relationship between some phrases related to perception of nursing homes and inhabited city and people the old live with.
Adnan Oktar (Harun Yahya) Dünyanın her neresine giderseniz gidin, genç yaşlı, kadın erkek demeden, karşınıza çıkan hemen her insanın çok yakından tanıdığı evrensel bir dil olduğunu görürsünüz. Belki de hayatları boyunca birbirlerini bir kez bile görmemiş olan bu kişiler, birbirlerinden kilometrelerce uzakta; farklı kültürlerin ve farklı inançların etkisi altında farklı yaşamlar sürmekte, farklı dillerde konuşmaktadırlar. Buna rağmen tümünün çok iyi bildiği, kimilerinin ise ihtiyaç duyduklarında kullandıkları ortak bir dil vardır: Bu dil, 'kötülüğün sessiz dili'dir... Bu, insanlara, açıkça yapamadıkları çirkin davranışları, açıkça söyleyemedikleri kötü sözleri, gizli yollarla birbirlerine ifade etmelerini sağlayan sinsi bir dildir. Kimi insanlar içlerindeki kötülüğü açıkça ortaya koymaktan çoğu zaman çekinirler. Çünkü bu tarz davranışların açıkça yapılması, çevrelerindeki insanlardan tepki almalarına ve menfaatlerinin zedelenmesine neden olabilir. Gizliden gizliye yapıldığında ise, çok ince ve detaylı yöntemler kullanılmasından dolayı ispat edilme riskinin büyük ölçüde ortadan kalktığına inanırlar. Gerçekten de bu sessiz dil ile söylenmek istenenler çok açık bir şekilde anlaşılır ama içerdiği kötülüklere dair ortada delil bırakmaz ve bu sebeple de ispatı pek mümkün olmaz. Tüm bunların akla getirdiği asıl önemli soru ise, bu kadar detaylı kurallara dayanan bir dili, dünyanın dört bir yanındaki farklı insanların nereden ve nasıl öğrendikleridir. Kuşkusuz onlara kötülüğün sessiz dilini öğreten, onları bu gizli dili kullanmaya teşvik eden biri vardır; kötülüğün liderliğini yapan bu varlık, insanlığa karşı amansız bir mücadele veren 'şeytan'dır. Şeytan, insanlara bu dili öğretmek ve onları gizliden gizliye kötülüğün içine sürüklemek için Allah'a and içmiştir. Açıkça kabul ettiremeyeceği tavırları bu gizli dille yaptırır ve açıkça söyletemeyeceği kötü sözleri de yine bu gizli dille söyletir. İnsanları, içlerindeki kötülükleri yok etmek yerine, bunları gizliden gizliye yaşamaya yönlendirir. Oysa Allah "... çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın..." (Enam Suresi, 151) ayetiyle, insanları kötülüğün her türlüsünden menetmiştir. Şeytanın bu tuzağına düşen kimi insanlar belki pek çok konuda açıkça kötülük yapmaktan sakınırlar ama bir yandan da şeytanın ahlakını benimser, onun diliyle konuşur ve onun istediği gibi bir yaşam sürerler. İsteklerine, amaçlarına bu gizli dilin kurallarını uygulayarak ulaşmaya çalışırlar. Güzel bir hayatı, mutluluğu, başarıyı, üstünlüğü, hep bu karanlık dilin yöntemlerini kullanarak elde edebileceklerine inanırlar. Oysa bu, şeytanın bir oyunudur; dolayısıyla insanlara mutluluk ve huzur getirmesi mümkün değildir. O, insanları ancak hüsrana ve zarara sürükler. Allah, "Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. O, size yalnızca, kötülüğü, çirkin-hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder." (Bakara Suresi, 168-169) ayetleriyle bu tehlikeye karşı insanları uyarmıştır. Ancak kimi insanlar, kendilerine Kuran'ı rehber edinmemelerinden dolayı yüzyıllardır şeytanın bu tuzağına düşmekte, mutsuzluğa sürüklendikleri halde bu sistemi yaşamaktan ve kötülüğün dilini konuşmaktan vazgeçmemektedirler. Bunun en önemli nedenlerinden biri ise, bugüne kadar bu dilin sinsi yöntemlerinin deşifre edilmemiş olmasıdır. Dünya üzerinde bu dili konuşan binlerce insan olduğu halde, hiçbiri bundan söz etmemekte, kötülüğü deşifre etmemektedirler. Çünkü deşifre edilmemesi de, bu dilin en önemli prensiplerinden biridir. Şeytan ancak bu yolla kendi sinsi sistemini sürdürebilmekte, insanlar da sinsiliğe dayalı gizli kötülükleri yaşamayı ancak bu şekilde devam ettirebilmektedirler. Bu evrensel dilin gizli kalması, şeytanın peşi sıra giden birçok insanın, kötülükten sakınmamasına neden olmaktadır. Dolayısıyla şeytanın sisteminin ve kötülüğün gizli dilinin tüm detaylarıyla açıkça ortaya konması son derece önemlidir. Bu durumda, tüm mücadelesi gizlilik ve sinsilik üzerine kurulu olan şeytan, deşifre olmuş yöntemleriyle insanlar üzerinde etkili olamayacaktır. O, insanları ancak sinsi metodlarıyla aldatabilmektedir; onlara beklemedikleri yerlerden, hiç ummadıkları konulardan yanaşmaktadır. Kullandığı metodların bu şekilde tüm insanlar tarafından bilinmesi, -Allah'ın dilemesiyle- onun oyunlarını etkisiz hale getirecektir. Bunun yanı sıra, "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle bildirildiği gibi, kötülüğü engellemek, kötülüğü destekleyen bir ahlakı ortadan kaldırmak müminler üzerinde bir sorumluluktur. Allah Kuran'da insanlara nefislerini kötülüklerden ne şekilde arındıracaklarını ve şeytanın kötülüğü savunan ahlakına ne şekilde karşı konulacağını bildirmiştir. Yeryüzündeki tüm kötülükleri ortadan kaldıracak çözüm Kuran ahlakının yaşanmasıdır. Bu kitabın amacı, şeytanın kötülüğe çağıran ve gizlice kötülüğü yaşatan sistemini, kötülüğün sessiz dilini tüm detaylarıyla anlatmak, onun tuzaklarını bozacak çözümleri insanlara göstermektir. Diğer bir amaç da, "Günahın açıkta olanını da, gizlisini de terk edin. Çünkü günahı kazananlar, yüklenegeldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir." (Enam Suresi, 120) ayetiyle bildirildiği gibi kötülüğün gizlisinin de açığının da Allah Katında kişiyi sorumlu kılacağını hatırlatarak tüm insanları Kuran ahlakını yaşamaya davet etmektir.
Uluslararası sosyal bilgilerde yeni yaklaşımlar dergisi, 2022
Bu çalışmada 7. ve 8. sınıf düzeyindeki ortaokul öğrencilerinin çevreye yönelik algılarının afişler aracılığı ile belirlenmesi amaçlanmıştır. Öğrencilere yaşadıkları çevre hakkında algılarını yansıtan afişler hazırlatılmıştır. Çalışma grubunun belirlenmesinde ölçüt örneklem yöntemi kullanılmıştır. Sözü edilen ölçüt veya ölçütler araştırmacı tarafından oluşturulmuştur. Seçilen grup Kocaeli ili Dilovası ilçesine bağlı devlet okulunda öğrenim gören öğrencilerdir. Araştırmacının bu bölgede görev yapması zaman ve iş gücü kaybını en aza indirmiş kolay ulaşılabilirlik açısından etkili olmuştur. Çalışmada nitel araştırma modellerinden durum çalışması, desen olarak bütüncül tek durum deseni kullanılmıştır. Bulgulara görüşme formu aracılığı ile ulaşılmıştır. Çalışmanın analizi içerik analizi yaklaşımına göre yapılmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre öğrencilerin algıları, canlılar için özellikle de insanlar için vazgeçilmez olan çevrenin kurtarılması ve yaşatılmasına yöneliktir. Çalışmanın bulgularına göre çevre daha çok doğa ve toplum ilişkisi olarak tanımlanmıştır. Yaşanılan bölgedeki doğal ortam ve toplum arasındaki kopukluk, bu kopukluğun doğal ortama ve topluma verdiği zararlar dile getirilmiştir. İnsanların ekonomik beklentileri birinci sıraya koyması doğa ve toplum arasındaki kopukluğun birinci nedeni olarak göze çarpmaktadır.
Adnan Oktar (Harun Yahya) Dünyanın dört bir yanı saymakla bitirilemeyecek güzelliklerle doludur. Ancak birçok insan bu güzelliklerin farkında bile değildir. Kendi dertlerine, sıkıntılarına gömülmüş, bunların ağırlığından etraflarında olup biten sevinç duyulacak, keyif alınacak olayları, güzellikleri göremeyecek hale gelmişlerdir. Kendilerine sorsanız; hayatın "sarp ve dikenli bir yokuş" olduğundan, kendilerinin de bu sarp yokuşu aşabilmek için büyük bir "yaşam kavgası" verdiklerinden bahsederler. Hayatı hep "zorluk ve mücadele ortamı" gibi ifadelerle tanımlarlar. Verdikleri bu yaşam kavgasının neden olduğu bıkkınlıktan, yorgunluktan, bezginlikten söz ederler. "Bıktım artık yaşamaktan", "Artık hiçbir şeyden zevk alamıyorum" gibi cümleleri hemen her gün, her sohbetlerinde sarf ederler. Hatta bu bıkkınlık ve bezginlik sebebiyle kimileri hayatın hiçbir anlamı kalmadığını söyleyip bu durumdan kurtulmak için ölmeyi istemekte, intihara kadar varan eylemlerde bulunmaktadırlar. Oysa gerçekte dünya hayatı, söz konusu kişilerin tanımladıkları ve yaşadıkları şekilde olmak zorunda değildir. Elbette dünya hayatı pek çok eksiklikle, insanlar da pek çok acizlikle birlikte yaratılmıştır. Ama bu eksiklikler ve acizliklere karşı koymanın yolu "yaşam kavgası vermek" değildir. Allah insanlara çözümü Kuran ile bildirmiştir. Çözüm sadece iman etmektedir. Allah, "Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97) ayetiyle "iman eden insanlar için" dünyada "güzel bir hayat" olduğunu bildirmektedir. Nitekim dünya, eksikliklerin yanı sıra, saymakla bitirilemeyecek kadar çok nimetle doludur. İman gözüyle bakanlar için dünya hayatının maddi ve manevi zevkleri bitmek tükenmek bilmez; her şartta, her ortamda yüzlerce güzellik görülebilir ve tüm bunlardan derin bir haz alınabilir. Allah'tan uzak yaşayan insanlar, bu zevklerin pek çoğundan haberdar dahi değildirler. Çünkü farkına varabildikleri güzelliklerin ve ellerindeki nimetlerin zevkini, inkar ruhunun karanlığıyla çoktan tüketmişlerdir. İmandan uzak yaşamaya devam ettikçe, ömürlerinin geri kalan kısmını da bu yitirmişlik içerisinde geçireceklerdir. Hayatlarına her zaman bıkkınlık, bezginlik, boşluk ve yoksunluk hakim olacaktır. Günler, aylar, yıllar geçecektir, ama onlar çevrelerinde var olan sayısız güzelliği ya göremeyecek ya da görseler bile bunlardan gereği gibi zevk alamayacaklardır. Ve yaşadıkları sıkıntı dünya hayatıyla da sınırlı kalmayacaktır. Allah'ın Kuran'da, "İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) 'Siz dünya hayatınızda bütün güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20) ayetiyle bildirdiği gibi, dünyada iken zevklerini tüketip yok ettikleri gibi, ahirette de sonsuza dek bu zevklerden mahrum kalacaklardır. Oysa hiçbir insan, ne dünyada ne de ahirette böyle bir durumda kalmak, böyle bir karşılık almak istemez. Tam tersine, Allah'ın kendisine dünyada ve ahirette verdiği imkanları en güzeliyle, en fazla zevki alarak yaşamak ister. Ve aslında insanların bu isteklerine ulaşmaları da -Allah'ın dilemesiyle- son derece kolaydır. Bu kitabın amacı, din ahlakı yaşanmadığında nasıl bir mahrumiyet, nimet kaybı ve sıkıntılı bir hayat yaşandığını ortaya koymak, bu insanlara içerisine düştükleri durumu tüm açıklığıyla göstererek, onları dünyada yaşadıkları nimet kaybından ve ahirette karşılaşacakları acı sondan kurtarmaya çağırmaktır. Onlara dünya hayatının çok fazla nimet ve güzellikle dolu olduğunu, tüm bu nimetlerin hazzını ancak iman ile tadabileceklerini hatırlatarak, tüm insanları Allah'ın yoluna, Kuran'a teslim olmaya, iman ile yaşamaya davet etmektir.
2014
Soma'daki işçi katliamından sonra herkes gibi psikologların da ilgisi Soma'ya yöneldi.
Adnan Oktar (Harun Yahya) Tarih boyunca kimi toplumlarda, Allah'ın insanlardan ne istediği değil insanların birbirlerinden ne gibi beklentileri olduğu daha önemli olmuştur. Bazı insanlar, Allah'ın hak kitabında bildirdiği hükümlerden, insanlara emrettiği yaşam tarzından habersiz şekilde kendilerini toplumun ve içinde yaşadıkları sosyal çevrenin beklentilerini yerine getirmeye şartlandırmışlardır. Günümüzün Kuran ahlakını yaşamayan toplumlarına şöyle bir baktığınızda Allah'ın emir ve yasaklarının çoğu kimse tarafından tam anlamıyla bilinmediğini ve uygulanmadığını rahatlıkla görebilirsiniz. Üstelik bu durumdan pek çok kişi bir rahatsızlık duymamaktadır. Allah'ın gücü, O'nun rızasını kazanmanın ne kadar önemli olduğu, O’nun emirlerine uyulmadığında Allah Katında nasıl bir karşılık alınacağı neredeyse hiç düşünülmemekte, çoğu insan bu konuları aklına dahi getirmemektedir. Oysa aynı kişiler çevrelerindeki insanların kendileriyle ilgili olarak ne düşündükleri, kendilerinden ne gibi beklentileri olduğu, onlara kendilerini daha çok beğendirmek, daha çok sevdirmek için neler yapmaları gerektiği gibi sayısız konuyu yakından takip etmektedirler. Bu kimseler insanlara, Allah'tan daha fazla sevgi ve bağlılık yöneltilen böyle bir sistemin içinde yaşamakta ve bunun yanlış olabileceğine ihtimal de vermemektedirler. Bu, son derece köklü ve sapkın bir düşünce ve yaşam tarzı, insanların maddi ve manevi imkanlarını sarf etmelerine neden olan, hatta hayatlarını bu uğurda harcayacak kadar onları etkisi altına alan yanlış bir inanç şeklidir. Bu inanç şekli kendi emirleri ve yasakları, doğruları ve yanlışları olan, üstelik herkesin de bunlara uymasını zorunlu kılan batıl bir din haline gelmiştir. Bu batıl dinin yaşandığı toplumlarda her insan kendi sosyal çevresinin beklentileri doğrultusunda hazırlanmış bu paket programa uymak zorundadır. Çünkü ancak bu şekilde o insanların arasında yaşayabilir; aksi takdirde dışlanıp küçümsenir. Diğer insanlar, gerek bakışları, gerekse tavır ve konuşmalarıyla, kendilerine uymayanları aşağı gördüklerini açıkça hissettirirler. Bu duruma düşmemek için o kişinin tüm gün boyunca, kendi kendine unutmadan sürekli olarak tekrarlaması gereken birtakım sloganları vardır. Örneğin; benim için uyanık desinler, zeki desinler, güzel desinler, neşeli desinler, hoş sohbet desinler, becerikli desinler; aman sakın cimri, bencil demesinler, saf demesinler, cahil demesinler... Bu batıl dine uyan kişi, tüm bunları, tıpkı bir ibadet gibi vazgeçmeden ve aksatmadan büyük bir titizlikle uygular. Çevresindeki insanların, kendisinden razı olacakları bir kişilik geliştirmeye büyük çaba sarf eder. İtinayla sürdürdüğü bu uygulamalar sonucunda, insanlara Allah'tan daha çok değer veren, onların rızasını kazanmak için önüne gelen her teklifi kabul eden, tüm dikkatini insanlara yöneltmiş biri haline gelir. Artık bu kişi, insanların birbirine kulluk ettiği batıl bir dini sistemin içinde hapsolmuştur. İçten içe yaşanan bu gizli dinin azimli bir mensubu haline gelmiştir. Bu batıl din, Allah'ı bırakıp insanlara tapmayı öngören bir dindir. İnsanlara tutkulu bir bağlılığı simgeleyen ve adını "İnsanlara Tapınma Dini" koyabileceğimiz bu batıl inanç elinizdeki kitabın ana konusunu oluşturmaktadır. Allah, Kuran'ın pek çok ayetinde insanları bu sapkın inançtan kurtulup yalnızca Kendisi’ne kulluk etmeye davet etmiştir. Bu ayetlerden birinde şöyle buyrulmaktadır: "Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve bir takım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi, 17) Biz bu eserde, kimi insanların hem dünyalarını hem de ahiretteki sonsuz hayatlarını büyük bir tehlike içine sokan ve onları, Allah yerine O'nun yaratmış olduğu insanları ilah edinmeye (Allah'ı tenzih ederiz) zorlayan bu şeytani sistemin yapısını ve insanları nasıl kontrolü altına aldığını günümüzden bazı örnekler vererek anlatacağız. Bu gibi insanlara, kendileri için henüz zaman varken bu batıl dinin büyüsünden kurtulmaları için neler yapmaları gerektiğini Kuran ayetleriyle açıklayacağız.
Adnan Oktar (Harun Yahya) Hayatınız boyunca pek çok insanla karşılaşmışsınızdır. Ailenizin, arkadaşlarınızın, okul ve iş hayatınızda karşılaştığınız insanların yanı sıra, her gün gazete sayfalarında dünyanın farklı yerlerinden yüzlerce insan görmüş, televizyon ekranlarında yüzlerce insanın tavrını izlemişsinizdir. Bir an için hafızanızdaki bu görüntüleri gözünüzün önünden geçirin. Çocukluğunuzdan beri görmeye alıştığınız yüz ifadelerini, konuşmaları hatırlamaya çalışın; bir kısım insanların hayata dair yaptıkları yorumları, sıkıntılarını, dertlerini dile getirdikleri hallerini; iş arkadaşlarınızın her gün tekrarlanan günlük konuşmalarını, ailevi sorunlarından, maddi sıkıntılarından, insanlarla aralarındaki problemlerinden bahsedişlerini; sokakta gördüğünüz insanları, otobüs duraklarında bekleyen, trafik sıkışıklığında evine dönmeye çalışan, geçen arabaların su sıçrattığı insanların yüz ifadelerini, kendi kendilerine söylenişlerini gözünüzde canlandırın. Eğlence programlarından ekranlara yansıyan insan manzaralarını hatırlayın; kameraların karşısında eğleniyor gibi görünmeye çalışıp mutluluk oyunu oynayan, birbirleriyle dost olduklarını söyleyen ama her fırsatta birbirlerinin arkasından olmadık kötü sözler sarf eden, kıskançlık, kin ya da rekabet gibi duygular nedeniyle huzursuzluktan kurtulamayan kimi insanların ya da meslekleri gereği başkalarını eğlendirmeye çalıştıkları halde, kendi mutsuzlukları her hallerinden anlaşılan bazı insanların ruh hallerinin nasıl olduğunu bir düşünün. Bir de dünya şartlarında olabilecek en üst hayat seviyesini elde etmiş, istediği anda istediği herşeyi elde edebilecek kadar çok parası olan, en güzel evlerde oturup en son model arabalarla dolaşan, en pahalı giysileri giyen, kariyerleriyle, itibarlarıyla toplumda en saygı duyulan, en sözü dinlenir hale gelen insanların hayatlarına bir göz atın. Tüm bunları dikkatlice aklınızdan geçirdiğinizde çok önemli bir gerçeği fark ettiğinizi göreceksiniz. Hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar bu insanları ortak bir noktada birleştiren önemli bir benzerlik vardır; insanların büyük çoğunluğu mutsuz bir hayat sürmektedir. Ne sahip oldukları mal-mülk, ne yaptıkları işler, ne de sevdikleri insanlar, bu kişileri gerçek anlamda mutlu etmeye yetmemektedir. Mutluluk, huzur, neşe, sevinç gibi özelliklerin yerine, bu insanların hayatına hakim olan hep hüzün, karamsarlık, ümitsizlik gibi olumsuzluklardır. Çoğu insanın hayatının büyük bölümü bu ruh halinde geçer. Bu insanların mutlu olabildikleri anlar ise hem geçicidir hem de gerçek mutlulukla kıyaslandığında son derece yüzeyseldir. Hatta bazen de, hem kendilerini hem de çevrelerindeki insanları kandırmaya yönelik taklitlerden ibarettir. İçten içe ise çevrelerindeki güzelliklerin tadını almalarını engelleyen gizli bir azap yaşarlar. Peki ama bu insanlar neden mutsuzdur? Neden iç dünyalarında azap duyar, neden huzursuz bir yaşam sürerler? Bu insanların, en güzel nimetlerin içerisinde bile azap çekmelerinin ve mutsuz olmalarının nedeni, Allah'tan uzak bir hayat sürüyor olmalarıdır. Allah insanlara mutluluğu ancak iman ile verir, hayatın güzelliklerinden gerçek anlamda zevk alabilmelerini ancak bu şekilde mümkün kılar. Kuran'a uygun samimi bir iman olmadığı sürece, insanların hiçbir yolla, hiçbir yöntemle gerçek mutluluğu elde edebilmeleri mümkün değildir. İşte bu kitapta bu önemli gerçeğe dikkat çekecek ve insanları gerçek ve samimi imanı yaşamaya davet edeceğiz. Bazı insanların, mutlu olabilmelerini, nimetlerden zevk alabilmelerini engelleyen ve kendilerini azaba sürükleyen bu sistemi, aslında kendi elleriyle oluşturduklarını anlatacağız. Mutsuzluktan ve gizli azaplardan kurtulabilmenin tek çözümünün, Allah'a samimi bir kalple iman etmek olduğunu ortaya koyacağız. Allah'a karşı bu mutlak samimiyet elde edilmediği sürece, insanların hiçbir yolla gerçek anlamda mutluluğu yaşayamayacaklarını ve dünyadaki bu gizli azapların ahirette sonsuz bir azaba dönüşebileceğini hatırlatacağız. Allah bir ayette, "Mü'minler gerçekten felah bulmuştur" (Müminun Suresi, 1) şeklinde buyurarak, mutluluğu ve kurtuluşu bulanların müminler olduklarını bildirmiştir.
Adnan Oktar (Harun Yahya) Bu kitapta yaşadığınız toplum içinde karşılaşabileceğiniz çeşitli insan karakterleri tarif edilmiş ve bu karakterlerin Kuran ahlakına uygun olmayan yönleri açıklanmıştır. Ancak, kitabı okurken şu önemli hususun unutulmaması gerekir: Kitap içinde yer alan tarifler, tasvirler ve tanımlamalar elbette o toplum kesimi içinde yer alan herkesi kapsamamaktadır. Her sosyal tabaka, her meslek grubu, her insan topluluğu içinde iyi niyetli, vicdan sahibi, sağduyulu insanlar olacağı gibi, kötü ahlak ve davranışlar gösteren insanlar da olabilir. Bu kitapta da üzerinde durulan husus, Kuran ahlakına uygun yaşamayan insanların kötü davranış ve özellikleridir. Ayrıca şunun da unutulmaması gerekir ki, her insan yaşamı boyunca yaptığı kötülüklerden vazgeçme imkanına sahiptir. Samimi olarak kötülükten vazgeçen, Allah'a gönülden teslim olan ve Kuran ahlakını yaşamaya karar veren bir insan, Allah'ın izniyle, Rabbimiz'i bağışlayıcı ve affedici olarak bulacaktır. Nitekim bu kitabın amaçlarından biri de, söz konusu insanların içinde bulundukları durumun kötülüklerini fark edip, bu tavırlarını terk ederek Kuran ahlakına yönelmelerine vesile olmaktır.
Birikim Dergisi Güncel, 2020
Anadolu olarak adlandırılan coğrafya, tarih boyunca göç hareketlerinin güzergâhı üzerinde bulunmuş, günümüzde de bu, geçiş ülkesi olma özelliğini sürdürmektedir. Bugünün dünyasında, felaketler, krizler, sosyal dışlanma, silahlı çatışma, iklim değişikliği ve menşe ülkelerdeki diğer şiddet durumları bölgedeki göçün ana nedenleri olmaya devam etmektedir. İçinde bulunduğumuz coğrafya şu anda göç dinamikleri açısından dünyadaki en aktif birkaç bölgeden biridir. Göçmenler ve yerinden edilmiş insanlar hedefledikleri ülkelere, Afrika kıtasından Libya hattı üzerinden, Güney Amerika'dan Meksika hattı üzerinden, Asya ve Ortadoğu'da ise Türkiye hattı üzerinden gitmeyi denemektedirler. Geçtiğimiz aylarda hükümetin batı sınırlarını mülteci geçişi için açık tutma kararı gelecekte, Türkiye'nin Afganistan, İran, Irak ve diğer Asya vatandaşları için transit-köprü ülke konumunun daha da güçlenmesine sebep olacaktır. İleriki zamanlarda pandeminin de tetikleyeceği ekonomik ve toplumsal krizler ve iklim değişikliği kaynaklı göç, insanların bulundukları yerleri terk etmelerini hızlandıracak ve bu açık sınır politikası sürdürülürse, her ülkeden insanlar için, Türkiye'nin batı sınırları, bir umuda dönüşecektir. Bu durum aynı zamanda ülkemizde yaşayan mülteci ve yerinden edilmiş insanların entegrasyonuna ve toplumsal uyumuna da engel olacak ve bu insanlar sürekli batıya doğru hareket halinde olacaklar ya da bunu deneyeceklerdir.
Adnan Oktar (Harun Yahya) İnsanların hayatları boyunca yapmak istedikleri, gerçekleştirmeyi arzuladıkları birbirinden farklı birçok amaçları ve planları vardır. İlk bakışta birbirlerinden farklı görünse de, bu amaçlar temel bir noktada birleşmektedir. Bu temel nokta, insanların yaşadıkları hayattan olabilecek en fazla menfaati elde ederek, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmeleridir. Elde edilen menfaatler ne kadar fazla olursa, buna bağlı olarak duyulacak olan mutluluk ve rahatlık da o denli fazla olacaktır. Bu yüzden tüm insanlar farklı yollar ve yöntemler izleyerek, bu ortak amaca ulaşmayı hedeflemekte ve bunun için ömürleri boyunca büyük bir çaba harcamaktadırlar. Ancak Allah'ın rızasını arayan ve ahireti gerçek yurt olarak benimseyen salih müminler dışındaki insanlar, tüm bu isteklerini gerçekleştirip, hedeflerine ulaşsalar da sonuç yine değişmemektedir. Mutsuzluk ve buna bağlı olarak da sıkıntı dolu, kasvetli bir hayat... Günümüzde insanların büyük bir kısmı bir türlü gerçek huzuru yakalayamadıklarından, onca çabaya, çalışmaya ve yorgunluğa rağmen bir türlü mutlu olamadıklarından şikayetçidirler. Böyle bir sonuçla karşılaşmalarının sebebi ise, insanların mutluluğu yanlış yerde, yanlış kimselerde bulacaklarına inanmış olmalarıdır. Kimisi için mutluluk elde edeceği maddi zenginliktedir; böylece parasını istediği gibi harcayacak, elde etmek istediği şeylere sahip olabilecek ve her geçen gün bir öncekine göre daha fazla şey tüketebilecektir. Bu insanlar için tüketmek, tüm güzellikleri ve zevkleri tatmak hayatlarının en büyük mutluluk kaynağıdır. Bu istekleri ise dipsiz bir kuyu gibidir; hiçbir zaman sonu gelmez. Bunun sonucunda da ortaya elde ettikleri hiçbir şeyden memnun olmayan, sürekli daha fazlasını, daha iyisini isteyen ve bu sayede mutlu olup daha rahat bir hayat sürebileceklerini zanneden insanlar çıkar. Ancak bu çabaları onlara sadece geçici bir mutluluk kazandırır. Allah Kuran'da, "İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20) ayetiyle, insanların dünya hayatında açgözlülük ve nankörlükle elde ettikleri bu sahte mutluluğu, ahirette sonsuz bir mutsuzluğa çevireceğini bildirmiştir. Kimi insan içinse mutluluk, herkes tarafından tanınmak, herkesin sevdiği, beğendiği, peşinden koştuğu bir kişi olmaktır. Herkes ona özenip onu taklit edecek, yaptığı herşey ile insanların hayranlığını kazanacaktır. Bunu ne kadar çok başarır, insanların gözüne ne kadar girer, ne kadar dikkatlerini çekerse, kendini o derece mutlu hissedecektir. Kimisi için de mutluluk, yaşadığı sıkıntılı ve monoton hayattan biraz olsun kurtulmak, sorunlarını unutmaktır. Buna bağlı olarak, mutlu olabilmek için hayatında birtakım 'değişiklikler' yapmalıdır. Sıra dışı olmalı, değişik giyinmeli, kısacası 'marjinal' bir hayat sürerek, farklı olan herşeyi denemelidir. Ya da değişik yerler görmeli, gezmeli, yeni insanlar tanımalıdır. Çevresindeki insanların dikkatini ne kadar üzerinde toplarsa kendini o denli farklı görecek, bu da ona büyük bir zevk verecektir. Bu şekilde hareket ederek hayatına renk katacağını ve yaşadığı mutsuzluktan kurtulacağını sanır. Dolayısıyla bu insanlar için mutluluk, 'değişiklik' veya 'farklı olmak' demektir. Ancak tüm bu insanların elde ettikleri mutluluklar sahte ve geçicidir. Sadece yaşanılan o ana mahsustur; bu an bittiğinde duyulan mutluluk da sona erer ve kişi yine eski monoton ve sıkıntılı hayatına geri döner. Değişen bir şey yoktur; kişi kendini sadece kısa bir süre için rahatlatmıştır. Bu süre ister bir gün, ister bir ay, ister bir yıl olsun, insanlar mutluluğun sırrını bilmedikleri için, elde ettikleri sonuç hep aynıdır. Allah, hayatları boyunca Allah'ı ve ahireti unutarak, tamamen kendi istek ve tutkularına göre yaşayan bu insanların durumunu "Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakır." (Bakara Suresi, 17) ayetiyle haber verir. Allah, ayetlerinden uzak bir yaşam süren bu insanların 'göremez bir şekilde sürekli olarak karanlıklar içinde kalacaklarını' bildirmiştir. İnsanlar kendilerini yaratan Allah'ın emirlerine uymadıkları ve kendilerini yaratan Rabbimizi unutarak yaşadıkları için, Allah onların mutluluğa ulaşma çabalarını her defasında boşa çıkarmaktadır. Peygamberimiz (sav) dünyanın geçici bir kazanç sağladığını, gerçek kazanç sağlamanın ahirete yönelmekle olduğunu hatırlatmıştır: "Ey insanlar! Dünya peşin verilen bir metaıdır. İyi de kötü de ondan nasibini alır. Ahiret ise sadık bir vaattir. Orada Kadir olan Melik hükmeder. Hak yerini bulur. Batıl ise zail olur. Ey insanlar, ahiret evladı olun, dünya uşağı olmayın. Zira evlat anaya tabidir. (Yani dünya çocuğu olursanız, dünya gibi mahvolmaya layık olursunuz.) Allah'dan korku üzerine amel ediniz. Biliniz ki amelleriniz sizinle yüzleşecektir. Ve yine sizler mutlaka Allah'a mülaki olacaksınız (kavuşacaksınız). Kim zerre miktarı hayır yaparsa onu görecek ve kim de zerre miktarı şer yaparsa onu görecek." (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 184/4) İşte bu kitapta gerçek mutluluğun kaynağının ne olduğunu, nerede, hangi koşullarda gerçekten mutlu ve huzurlu olunabileceğini Kuran ayetleri ışığında anlatacağız. Ancak bundan önce, Allah'ın Kuran ile bildirdiği gerçeklerden ve Kuran ahlakından uzak bir yaşam sürdükleri için 'cahiliye toplumu' olarak adlandırılan insanların, sürekli sıkıntı ve mutsuzluk içinde olmalarının nedenlerini kısaca inceleyelim.
Studi Etruschi LXXXIII, pp, 121-30, 2020
Modelo educativo ambiental para el turismo comunitario, 2016
Proceedings of International Structural Engineering and Construction, 2018
Istorija 20. veka, 2011
Boletim GeoÁfrica, 2024
Cornish Archaeology, 2002
International Journal of Social Science Research and Review
Journal of Clinical Sleep Medicine, 2009
Nuclear Physics A, 1999
Saeculum Christianum, 2024
Biological Reviews, 2013
Journal of The South African Institute of Mining and Metallurgy, 2011
Case Reports in Medicine, 2010