GİRİŞ VE AMAÇ
Diz eklemi günlük yaşamımızı sürdürmekte en sık kullandığımız ve çok önemli
fonksiyonları olan ancak bir o kadar da dejeneratif değişikliklere maruz kalan bir eklemdir.
Diz osteoartriti etiyolojik olarak primer (idiopatik) veya enfeksiyon, travma,
gelişimsel, herediter, metabolik veya nörolojik nedenlere bağlı olarak gelişen sekonder
osteoartrit olmak üzere ikiye ayrılır. Ağrının ortadan kaldırılması ve kaybedilen
fonksiyonların tamamen veya kısmen geri kazanılması osteoartrit tedavisinin temelini
oluşturur (1).
Diz osteoartritinin tedavisinde, nonsteroid antienflamatuar tedavi, fizik tedavi,
artroskopik debridman, sinovektomi, yüksek tibial ve femoral distal osteotomi gibi tedavi
yöntemlerinin yetersiz kaldığı durumlarda total diz artroplastisi tercih edilen yöntem haline
gelmiştir (2,3).
1940’lı yıllarda uygulanmaya başlanan parsiyel diz artroplastisi uygulamaları genelde
başarısız sonuç vermiş, 1971 yılında Gunston’un geliştirdiği polisentrik diz protezi günümüz
modern diz protezi çalışmalarına öncü olmuştur. Son 30 yılda birbirini takip eden birçok yeni
diz protezi modelinin geliştirilmesi ile bu hastaların tedavilerinde başarılı sonuçlar alınmıştır.
Ülkemizde modern anlamda total diz artroplastisi uygulamaları 1987 yılında başlamıştır (4).
Kliniğimizde 1995 yılından itibaren total diz artroplastisi uygulanmaya başlanmış ve
1995 – 2004 yılları arasında 86 hastanın 108 dizine total diz artroplastisi uygulanmıştır. Bu
dizlerin
55’inde
patellar
yüzey
değiştirilirken,
uygulanmamıştır.
1
53’ünde
patellar
yüzey
değişimi
Çalışmamızda hastaları The Knee Society’nin önerdiği ağrı ve fonksiyon skorları (5),
diz eklemi hareket açıklığı ve diz önü ağrılarına göre operasyon öncesi ve son kontrol
bulgularıyla karşılaştırdık. Bunun yanında diz ekleminin fonksiyonel anatomisi ve
biyomekaniği, diz protezlerinin tarihçesi, sınıflandırılması, endikasyonları, operasyon tekniği,
komplikasyonları ameliyat sonrası rehabilitasyonu anlatıldı. Bu çalışmadaki temel amaç total
diz
artroplastisi
esnasında
patellar
yüzey
değişiminin
etkilemediğinin belirlenmesidir.
2
klinik
sonuçları
etkileyip
GENEL BİLGİLER
DİZ EKLEMİ ANATOMİSİ
Diz eklemi vücudun en büyük eklemidir. Patellofemoral ve tibiofemoral eklemlerden
oluşan ve eklem yüzeylerinin şekline göre ginglimus (menteşe) tipi tek eksenli bir eklemdir
(6). Diz ekleminde femur kondillerinden geçen transvers bir eksen etrafında, fleksiyon ve
ekstansiyon hareketleri, ayrıca diz fleksiyondayken, abdüksiyon, addüksiyon ve iç-dış
rotasyon hareketleri yapılır (7,8).
Diz ekleminin proksimal kısmını meydana getiren femur kondillerinin ön yüzleri oval,
arka yüzleri ise sferiktir. Femur kondilleri şekil ve büyüklük bakımından asimetriktirler.
Medial femur kondili daha büyük, ve kurvatürü daha simetriktir (Şekil 1). Lateral femoral
kondilin ise posteriorda eğriliği artar ve uzun aksı medial kondile göre daha vertikal
yerleşmiştir. Medial kondil uzun aksı sagittal düzlemde, femur şaftına göre takriben 22°’lik
bir açı oluştururken, lateral kondil uzun aksı femur şaftına göre daha paralel durumdadır (7,9).
İki kondil arasında patellanın yuvalandığı bir oluk yer alır (patellofemoral oluk,
groove veya trochlea) ve burada patella hareket eder. Arka kondiller arasında ise interkondiler
notch vardır, ön ve arka çapraz bağlar buraya yapışır. Lateral kondilin patella ile yaptığı
eklem yüzü medial kondilin eklem yüzüne göre birkaç milimetre daha yüksektir (7).
Diz ekleminin distal bölümünü oluşturan medial ve lateral tibia platoların görünümü
de birbirlerinden farklılık göstermektedir. Lateral plato eklem yüzü daha küçük, sirküler ve
konkavdır, medial plato ise ön arka planda daha uzun daha oval ve daha düz bir zemine
sahiptir. Bu anatomik farklılık vida-yuva (screw home) mekanizması olarak tanımlanan diz
hareketi için gereklidir. Her iki platonun eklem yüzeyleri tibia cismine göre posteriora doğru
3
yaklaşık 10°’lik bir eğime sahiptir. Eminentia interkondilaris denilen iki çıkıntı her iki tibia
platosunu birbirinden ayırır. Bu iki çıkıntının önünde anterior interkondiler fossa yer alır.
Burada önden arkaya doğru medial menisküs ön boynuzu, ön çapraz bağ ve lateral menisküs
ön boynuzu yer alır. Arka kısımdaki posterior interkondiler fossada ise önden arkaya doğru
lateral menisküs arka boynuzu, medial menisküs arka boynuzu ve arka çapraz bağ bulunur
(7,8).
Şekil 1. Diz ekleminin önden görünümü (9)
Patella, ekstansör mekanizma içinde kaldıraç kolunu uzatıcı göreviyle kuadriseps ile
patellar tendonlar arasında yer alan vücudun en büyük sesamoid kemiğidir. Ortadaki merkezi
sırt (central ridge) denilen kısım posterior eklem yüzeyini medial ve lateral faset olmak üzere
ikiye ayırır. Merkezi sırt kısmındaki kıkırdak kalınlığı 5 mm civarındadır ve vücuttaki en
kalın kıkırdaktır (8). Medial faset daha küçük ve konvekstir, lateral faset ise daha büyük ve
konkav bir yapıya sahiptir. Medial faset ikincil bir sırt (secondary ridge) ile ikiye ayrılmıştır
ve medialde kalan kısmına odd faset ismi verilmiştir (Şekil 2).
Patellofemoral eklemin stabilitesini sağlayan statik ve dinamik yapılar vardır.
Kuadriseps kas grubu içerisinde bulunan vastus lateralis ve oblikus, vastus intermedius, rektus
femoris ve vastus lateralis ve oblikus kasları dinamik stabilizatörlerdir (11). Statik yapılar ise
medial ve lateral retinakulumlar, patellar tendon, lateral ve medial patellofemoral ve
patellotibial ligamanlardır. İliotibial bant da patellayı tespit edici unsurlardandır (12).
Diz eklemi vücuttaki en büyük sinovyal boşluktur. Bu boşluk suprapatellar cep,
patellofemoral eklem ve tibiofemoral eklemi örten sinovyal dokudan oluşur.
4
Şekil 2. Patellanın eklem yüzeyi (10)
Tibiofemoral eklemde, tibia ile femur arasındaki uyumsuzluğun yarattığı küçük temas
yüzeyi, hareket sırasında değişen durumlara göre eklem yüzeyleri arasındaki ilişkiyi ayarlayan
lateral ve medial iki adet fibrokartilaj yapıdaki, menisküs ile kısmen giderilmiştir (8,13).
Menisküsler eklem yüzeylerinin periferik kısmının 2/3’ünü kaplar ve dizin eklem yüzeylerini
derinleştirip konkavitesini arttırırlar. Dizin fleksiyon ve ekstansiyonu ile birlikte arkaya ve
öne doğru hareket ederek femur kondilleri ile daha uyumlu bir eklem yapmayı sağlarlar.
Lateral menisküs semisirküler, medial menisküs ise C şeklindedir (Şekil 3) (5,8).
Menisküslerin kesit alanları üçgene benzer ve tibia kondili üzerine oturmuş bağlarla çevre
kapsüle ve interkondiler bölgeye sıkı şekilde yapışmışlardır (8). Menisküsler tibia platosunun
üçte iki eklem yüzeyini örtecek şekilde ve merkeze doğru incelerek seyrederler. Menisküsler
kompresyona direnç gösterecek biçimde yoğun, sıkı örgü şeklinde kollajen lifleri bulunan
elastiki yapılardır (8). Ligamentum transversum genu menisküsleri anteriorda birbirine bağlar,
% 40 oranında görülmeyebilir (14).
Şekil 3. Menisküslerin görünümü (9)
5
Diz eklemini yapısal stabilitesi yoktur, bu nedenle dizin stabilitesini ligamanlar,
kapsül, sinovyum, menisküsler ve muskulotendinöz yapılar sağlar. Muskulotendinöz yapılar,
ekstansör mekanizmayı oluşturan, kuadriseps femoris kası, kuadriseps tendonu, patella ve
patellar tendon, semimembranosus kası, pes anserinusu oluşturan sartorius, gracilis ve
semitendinosus kasları, popliteus kası ve tendonu, iliotibial bant ve biseps femoris kaslarından
oluşur (15).
Diz eklemi stabilizatörleri 5 bölümde incelenir; anterior kompleks, medial kompleks,
lateral kompleks, posterior kompleks ve merkezi kompleks.
Anterior kompleksi oluşturan yapılar; kuadriseps femoris kası, patellar ligaman,
medial retinakulum ve lateral retinakulumdur.
Diz ekleminin anterior yapılarından en önemlisi ligamentum patella, kuadriseps
femoris kasının ortak tendonu olup, patelladan tuberositas tibiaya kadar uzanır. Yaklaşık 8 cm
uzunluğunda düz ve kuvvetli bir tendondur.
Dizin medialde stabilitesini sağlayan medial kompleks üç tabakadan oluşmuştur.
Yüzeyel birinci tabakayı sartorius kasını saran derin fasyal tabaka oluşturur. Orta tabakayı
medial kollateral ligamanın yüzeyel kısmı oluşturur. Üçüncü ve derin tabakayı ise derin
medial kollateral bağ ve eklem kapsülü oluşturur (Şekil 4)(9).
Şekil 4. Dizin medial yapıları (9)
Dizin lateral stabilizasyonunu sağlayan lateral ligamento-membranöz kompleks de üç
tabakadan oluşmuştur. Birinci tabakada traktus iliotibialis ve biseps tendonu vardır. İkinci
6
tabakayı, lateral retinakulum ve lateral kollateral ligaman oluşturur. Üçüncü ve en derin
tabaka da ise eklem kapsülü, arkuat ligaman ve fabellofibular ligaman bulunmaktadır
(Şekil5)(9).
Lateral kollateral ligaman lateral femoral kondilden başlar, lateral retinakulum altında
fibula başına yapışır. Medialde hemen popliteus tendonu yer almaktadır. Lateral kollateral
ligaman dizin varus stresine karşı stabilizan görevi görür (7,16).
Şekil 5. Dizin lateral yapıları (9)
Dizin merkezi stabilizan kompleksi ise ön çapraz bağ, arka çapraz bağ, anterior
meniskofemoral ligaman (Humphry), posterior meniskofemoral ligaman (Wrisberg), medial
menisküs ve lateral menisküs oluşturur.
Ön çapraz bağ, lateral femoral kondilin medial yüzeyinin posteriorundan yarım daire
şeklinde başlayıp, yukarıdan aşağıya, arkadan öne ve lateralden mediale doğru ilerleyerek
tibiada anterior tibial eminesiyanın anterior ve lateraline yapışır (17). Ön çapraz bağın asıl
görevi tibianın öne deplasmanını engellemektir. Ayrıca dizin varus valgus stabilitesini kontrol
eder ve diz ekstansiyonda iken internal rotasyonu kısıtlar (18,19).
Arka çapraz bağ, medial femoral kondilin lateral yüzeyinin arka kısmından orijin alır,
yukarıdan aşağıya, içten dışa ve önden arkaya doğru ilerleyerek tibiada posterior interkondiler
alandaki fossaya yapışır (17). Arka çapraz bağın birincil görevi tibianın posteriora
translasyonuna engel olmaktır. Ayrıca diz ekstansiyonda iken eksternal rotasyonu kısıtlar
(20).
7
Lateral menisküs arka boynuzu ile medial femoral kondil arasında yer alan
meniskofemoral ligamanlar, arka çapraz bağ ile olan ilişkilerine göre adlandırılırlar. Önde yer
alan Humphry ligamanı, arkada yer alan ise Wrisberg ligamanı olarak isimlendirilir.
Posterior komplekste yer alan yapılar ise posterior kapsül (oblik popliteal ligaman,
arkuat popliteal ligaman), semimembranosus, popliteus, gastroknemius ve biseps femoristir.
Oblik popliteal ligaman ekstansiyonda gerilerek posterior kapsüle önemli bir stabilite
kazandırır.
Şekil 6. Diz ekleminin arterleri (9)
Diz çevresinde yaptıkları anastomozlarla diz kanlanmasını sağlayan beş ana arter
grubu vardır. Bunlar, lateral sirkumfleks femoral arterin dalı olan desendan geniküler arter,
popliteal arterden çıkan medial inferior ve superior geniküler arterler, lateral inferior ve
superior geniküler arterler, orta geniküler arter ve anterior tibial arterden çıkan anterior ve
posterior tibial rekürren arterlerdir. Patellanın kanlanması ise bu arter gruplarının yaptıkları
anastomozlardan sağlanır (Şekil 6) (9).
Propriosepsiyon varlığında fark etmediğimiz ancak kaybı durumunda önemini
algılayabildiğimiz bir duyudur. Propriosepsiyonu olmayan bir eklemde deformasyonun en
güzel örneği olarak Charcot eklemi gösterilebilir. Propriosepsiyonu normal dokunma
duyusundan ayırmak gerekir. Protezli bile olsa propriosepsiyonunu kaybetmiş bir dizde,
proteze binen zararlı yükler daha fazla olacaktır. Propriosepsiyon, normal bir dizde kapsül,
bağlar ve menisküslerdeki mekanoreseptörler sayesinde algılanır (21).
EKLEM KIKIRDAĞI
Kıkırdak primer olarak kondrosit adı verilen kıkırdak hücreleri ve hücre dışı
matriksten oluşmuştur. Kan, lenf damarı ve sinir dokusu içermez. Kıkırdağın % 10’dan azını
8
kondrositler, % 70-80’ini hücre dışı matriks ve % 20-30’unu yapısal makromoleküller
oluşturur (19).
Kondrositlerin asıl görevi hücre dışı matriksin sentezlenmesidir. Kıkırdak dokunun
değişik tabakalarında kondrosit sayı, şekil, büyüklük ve işlevleri değişkenlik göstermektedir.
Ayrıca kondrositlerin büyüme ve gelişme esnasındaki ve büyüme tamamlandıktan sonraki
görevleri ve aktiviteleri farklıdır. Büyüme döneminde kondrositler eklem yüzeylerini
şekillendirmek ve genişletmek için yeni doku sentezlerlerken, büyüme tamamlandıktan sonra,
doku hacmini genişletmezler. Bunun yerine yıkılan yapısal molekülleri yeniden sentezleyerek
yerine koyarlar ve bozuk eklem yüzeylerini yeniden şekillendirirler.
Hücre dışı matriks kıkırdak dokunun temel yapısıdır ve dokuya şekil ve stabilitesini
veren yapısal makromoleküllerden oluşmuştur. Hücre dışı sıvı ise kıkırdak yaş ağırlığının %
75’ini oluşturur. Bu sıvının içinde su, bazı çözünmüş gazlar, proteinler, metabolitler ve
negatif yüklü proteoglikanları dengeleyen katyonlar bulunur. Kıkırdak dokuda lenfatik ve kan
dolaşımı olmadığından kıkırdak hücrelerinin beslenmesi ve kondrositlerde açığa çıkan
metabolitlerin kıkırdak dokudan eklem sıvısına taşınmaları bu eklem sıvısı vasıtasıyla olur.
Kollojen, proteoglikan, glikoprotein ve non-kollojen proteinler gibi makromoleküller
eklem kıkırdağının yaş ağırlığının % 20-30’unu oluştururlar. Kollojenin % 90’ı tip II
kollajendir ve ağsı bir yapı oluşturarak kıkırdak gerginliğini sağlar.
Proteoglikanlar ise, hyaluronik asit monoflamanına taşıyıcı proteinle bağlanan,
çekirdek protein ve bu çekirdek proteine bağlanan keratin ve kondroitin sülfat gibi
glikozaminoglikanlardan oluşur (Şekil 7)(22). Proteoglikan yapı kıkırdak doku matriksi
proteoglikan kütlesinin % 90’ını oluşturan agregan molekülleridir. Kıkırdak matriks
içerisindeki diğer proteoglikanlar ise dekorin, biglikan ve fibromodulin gibi daha küçük
proteoglikanlardır. Agregan moleküllerinin yapısı sayesinde proteoglikanlar matriks
içerisinde tutunabilmekte, ve dokunun deformasyonu esnasında yer değişmelerini
önleyebilmektedir (23).
Eklem kıkırdağından subkondral kemiğe doğru gidildikçe kondrositlerin ve yapısal
moleküllerin, dizilim ve yapısına göre kıkırdak doku dört tabakaya ayrılmıştır. Bunlar yüzeyel
tabaka, geçiş tabakası, derin tabaka ve kalsifiye kıkırdak tabakadır (Şekil 8).
Yüzeyel tabaka (superficial zone): Kıkırdağın en yüzeysel ve ince tabakasıdır. Bu
tabakanın en yüzeysel bölgesinde hücrelerin bulunmadığı, rastgele sıralanmış kollajen
liflerinden oluşmuş ‘lamina splendes’ adı verilen bir tabaka bulunur. Bu tabakanın hemen
altında, düz veya elipsoid şekilli kondrositlerin ekleme paralel olarak dizildiği bir başka
9
tabaka bulunur. Bu kondrositler, kollojenden zengin proteoglikandan fakir bir matriks
sentezlerler.
Şekil 7. Proteoglikan iç yapısı (19)
Yüzeysel tabakanın eklem yüzeyine paralel olarak olarak seyreden yoğun kollajen
lifleri makromoleküllerin dokunun içine geçiş ve çıkışını etkiler. Bu lifler, yüzeyel tabakaya
derin tabakalardan daha fazla tensil güç ve sertlik vererek, ekleme etki eden makaslama ve
sürtünme kuvvetlerine karşı direnç gösterir.
(a)
(b)
Şekil 8. Kıkırdak tabakalarının histolojik (a) ve şematik (b) görünümü (19)
10
Geçiş tabakası (transitional zone): Adından da anlaşılacağı üzere bu tabaka morfolojik
ve matriks içeriği açısından yüzeyel tabaka ile derin tabakalar arasındadır. Kondrositler daha
küreseldir ve yüzeyel tabakaya göre daha geniş çaplı kollajen lifleri, daha yüksek
konsantrasyonda proteoglikan ve düşük konsantrasyonda sudan ibaret bir matriks sentezlerler.
Derin tabaka (deep, radial zone): Buradaki kondrositler küreseldir, ve eklem yüzeyine
dik olarak dizilirler. Bu bölgedeki kollajen liflerinin çapları en büyük, proteglikan
konsantrasyonu en fazla, su konsantrasyonu ise en düşüktür. Kollajen lifleri kalsifiye ve
kalsifiye olmayan kıkırdak doku arasında bir sınır olan dalgalı (tidemark) bölgeye doğru
uzanır.
Kalsifiye kıkırdak tabakası (zone of calcified cartilage): Derin tabakayı subkondral
kemikten ayırır. Bu bölgedeki hücreler daha küçük ve daha az diferansiye olmuş daha az
organelli hücrelerdir.
a
b
Şekil 9. Proteoglikanlarının normal (a) ve yük altındaki görünümleri (b) (19)
Kıkırdağın viskoelastik davranışı doku sıvısına, sıvı akımına ve mevcut olan
makromoleküllere bağlıdır. Proteoglikan agregatlarının glikozaminoglikan bölgesi negatif
yüklü sülfat ve karboksil grubu içerir. Yüklenme esnasında negatif yükler nedeniyle artan
itme gücüne, kollajen ağ tarafından direnç gösterilir. Yüklenme ortadan kalktıktan sonra,
proteoglikan agregatları arasındaki negatif itme gücü nedeni ile proteoglikan moleküllerinin
tekrar genişlemesine ve kıkırdak yüksekliğinin tekrar kazanılmasına neden olur (Şekil 9).
11
Proteoglikan moleküllerin negatif yükleri Na+ ve Ca++ gibi hareketli katyonları
etkileyip, osmotik şişme basıncı meydana getirerek su moleküllerinin içeri girmesini sağlar.
Yüklenme esnasında matriks makromoleküllerinde deformasyon olur ve intertisyel sıvı
basıncı artar. Bu da sıvının hücre dışı alandan sinovyal sıvıya çıkmasına neden olur (Şekil
10). Sıvının dışarı çıkmasıyla proteoglikan yoğunluğu artar ve dışarıdan uygulanan yük ile
dengeleninceye kadar osmotik şişme basıncını yükseltir. Bu mekanizma ile kıkırdak
beslenmesi ve eklem kayganlığı sağlandığı gibi, eklem kıkırdağının biyomekanik davranışları
da düzenlenmiş olur.
Proteoglikan monomer
Kollajen fibrili
Yüklenme
Yüklenme olmadan
A
Büzülme anı
B
Eksuda
Yüklenme
Denge anı
C
Şekil 10. Yüklenme altında eklem kıkırdağının viskolelastik davranışı.
Yüklenme olmadan (a) yük altında büzülme anı (b) yük altında
denge anı (c) (19)
NORMAL DİZ EKLEMİ HAREKETLERİ VE BİYOMEKANİĞİ
Anatomik olarak diz eklemi ginglimus tipi eklem olarak kabul edilir. Ancak kinematik
çalışmalar göstermiştir ki, dizde basit bir menteşe hareketi yoktur; aksine değişik düzlemlerde
oluşan karmaşık bir hareketler dizisi vardır. Dizde üç planda translasyon (anterior-posterior,
medial-lateral, inferior-superior) ve üç planda rotasyon (fleksiyon-ekstansiyon, internaleksternal, abdüksiyon-addüksiyon) hareketlerinin olduğu gösterilmiştir (Şekil 11)(9).
12
Şekil 11. Diz eklemi hareket düzlemleri (9)
Diz ekleminde fleksiyon ve ekstansiyon hareketleri sabit bir transverse eksen etrafında
değil, anlık değişken rotasyon merkezleri etrafında olmaktadır (Şekil 12). Buna polisentrik
rotasyon merkezi (instant center) de denir. J şeklindeki değişken anlık rotasyon merkezi,
femurun tibia kondilleri üzerindeki yuvarlanma ve kayma hareketi neticesinde oluşur (24).
Normal diz fleksiyon ekstansiyonu 0-140°’dir. Normal dizin transaksiyel hareketi yürüme
esnasında elektrogonyometre ile ölçülürse, fleksiyon ve ekstansiyon salınım fazında 70°,
basma fazında 20°, her bir yürüme siklusunda 10° abdüksiyon ve addüksiyon ile 10-15° iç-dış
rotasyon tespit edilir (7,8).
Şekil 12. Diz eklemi anlık rotasyon merkezi (24)
Fleksiyonun ilk 20°’sinde femur kondilleri tibia üzerinde yuvarlanma hareketi yapar.
Fleksiyonun 20°’sinden sonra, kayma hareketi başlar. Lateral femoral kondilde kayma
hareketi daha fazladır. Bu lateral femoral kondilin geometrisine, tibia platosunun posterior
13
eğimine, lateralde kapsüler ilişkinin zayıf olmasına ve popliteus tendonundan lifler almasına
bağlanabilir. Femurun bu arkaya doru yuvarlanma ve kayma hareketine “femoral roll-back”
adı verilir. Sıfır ile 90° diz hareketi esnasında, femoro-tibial temas noktası yaklaşık 14 mm
kadar posteriora kayar. Ekstansiyonda kondiller arasında sıkışmış olan mensiküsler de, dizin
fleksiyonu ile beraber, lateralde daha fazla olmak üzere geriye doğru kayarlar.Femoral rollback sistemi eklem hareket genişliğinin sağlanmasında rol oynar, ayrıca diz protezi
tasarımında da önem kazanır. Normal diz kinematiğinin sağlanabilmesi için, ister arka çapraz
bağ korunsun, ister kesilsin, femoral komponent ile tibial insert geometrisinin bu hareketi
sağlayacak şekilde tasarlanması gereklidir (25).
Diz eklemini önde koruyan ve kuadriseps kasına kuvvet kolu oluşturan patellanın yanı
sıra, diz ekleminde stabilite tamamen bağlar, menisküsler, eklem kapsülü ve çevre kas ve
tendonlarla sağlanmaktadır.
Diz ekstansiyonda iken her iki çapraz bağ, medial ve lateral kollateral bağlar, arka
kağsüler bölge, posterior oblik ligaman, cilt ve fasya gergindir. Bu pozisyonda diz
kilitlenmiştir. Hamstring ve gastroknemius pasif olarak, bazen de aktif olarak kasılır.
Menisküslerin ön kısımları femur ve tibia kondilleri arasına sıkışmıştır. Patellar tendon
kuadriseps kası tarafından gerilir, ancak tam ekstansiyonda hafifçe gevşer.
Diz fleksiyona gelmeye başlayınca kilitlenmiş olan diz eklemi açılır. Medial ve lateral
kollateral bağların arka kısımları gevşer. Popliteus kası kasılır ve tibia femur altında iç
rotasyon yapar. Çapraz bağlar ve medial kollateral ligamanın ön kısmı hala gergindir.
Menisküslerin arka kısımları femur ve tibia kondilleri arasında sıkışır. Fleksiyon hareketini,
kuadriseps femoris kası, kapsülün ön kısmı, arka çapraz bağ ve dizin arkadaki yumuşak
dokuların sıkışması sınırlar. Diz fleksiyondan ekstansiyona gelirken, medial femoral kondil
lateral femoral kondilden daha büyük olduğu için, önce lateral kompartman tam ekstansiyona
gelir. Sonra tibia dış rotasyon yapar ve medial kompartman tam ekstansiyona gelerek diz
kilitlenir (26).
Tibia sabitken femoral ekstansiyonda, femur eklem yüzeyleri eş zamanlı olarak öne
doğru dönerken, arkaya ve mediale kayarlar. Femur sabitken yapılan tibial ekstansiyonda ise,
tibia eklem yüzeyleri eş zamanlı olarak öne doğru dönerken öne ve laterale doğru kayarlar
(27).
Dize dışarıdan gelen fonksiyonel yüklenmeler ya varus valgus ya da fleksiyon
ekstansiyon yönünde olur. Diz bu yüklenmelere karşı iki açısal kuvvet oluşturur. Bu kuvvetler
tibia üzerine etkilidir ve ekleme yakın yerleşirler. Fleksiyon ekstansiyon yönündeki
14
fonksiyonel yüklere karşı oluşan kuvvetler patellar tendon aracılığıyla iletilen kas kuvvetleri
ve tibia kondilleri üzerindeki eklem tepkisidir. Bu iki kuvvetin kombine etkisi fonksiyonel
yükü dengeler. Varus valgus yönündeki açısal yüklere karşı ise her üç mekanizma için farklı
kuvvetler uygulanır. Birinci mekanizmada patellar tendon ile iletilen kuadriseps kas kuvveti
ve medial tibial kondilin eklem reaksiyon kuvveti, ikinci mekanizmada patellar tendon ve
hamstring kası ile oluşan kuvvet ve eklem reaksiyon kuvveti, üçüncü mekanizmada ise kas
eklem tepki kuvvetine ek olarak kollateral bağ kuvvetleri yer alır.
Diz ekleminin önemli bir parçası da patellofemoral eklemdir. Sesamoid bir kemik olan
patella, insan vücudunda en kalın eklem kıkırdağa sahip oluşumdur (10). Patellofemoral
eklemdeki kuvvetler, fonksiyonel yüklere karşı oluşmadığı için, bu eklemin biyomekaniği
tibiofemoral eklemden farklılık gösterir. Patellanın mekanik fonksiyonu kuvvetin yönünü
değiştirmeye yöneliktir. Patella üç ayrı kuvvetin bileşimine karşı koyar. Bunlar, kuadrisepsin
çekme kuvveti, patellar tendon çekme kuvveti ve patellofemoral yüzeydeki kompresyon
kuvvetidir. Patella troklea karşısında, bir temas yüzeyi sağlayarak yük altındaki fonksiyonel
stabiliteyi arttırır. Diz fleksiyondayken femoral kondillerin koruyucu kalkanıdır.
Kuadriseps kas grubu içerisinde yer alan vastus lateralis ve oblikus, vastus
intermedius, rektus femoris ve vastus medialis ve oblikus kasları patellofemoral eklemin,
patellayı tespit eden ve birincil aktif hareket ettirici unsurlarıdır (10-12,28). Patellanın birincil
yumuşak doku tespit edici anatomik yapıları ise medial ve lateral retinakulumlar, patellar
tendon, lateral ve medial patellotibial ve patellofemoral ligamanlardır. İliotibial bant da
patellayı tespit edici unsurlar arasındadır (10,12).
Koronal planda patellar tendon yönüyle kuadriseps kas kuvveti uygulama aksı
arasındaki açıya Q açısı denir. Kadınlarda büyük pelvis ve kısafemur nedeniyle Q açısı
erkeklerden daha büyüktür. Q açısı nedeni ile oluşan valgus patellofemoral aksında,
kuadrisepsin kasılmasıyla ortaya çıkan vektöryel kuvvet patellayı laterale hareket ettirme
eğilimindedir. Patellanın oluşan bu valgus vektöryel kuvveti nedeni ile lateralize olmasını,
patellanın mediale göre daha uzun olan lateral faseti, daha yüksek olan lateral femoral kondil,
medial retikulum ve vastus medialis oblikus ile medial patellotibial ve patellofemoral bağlar
engeller (10-12,14).
Patellofemoral eklemin kinematiği incelendiğinde; tam ekstansiyonda patellanın
eklem yüzeyi femoral trokleanın proksimalinde pulvinar denen ince yağ ve sinovyum
tabakasının üzerindedir. Diz fleksiyonunun artmasıyla patellanın eklem kıkırdağı distalden
proksimale doğru yüklenmeye başlar. Diz 30° fleksiyondayken patella eklem kıkırdağının alt
15
1/3’ü femoral trokleanın üst kısmı ile, 45° fleksiyonda femoral trokleanın orta bölümü, patella
eklem kıkırdağının orta bölümü ile, 90° fleksiyonda aşağı femoral troklea eklem kıkırdağı,
patella eklem kıkırdağının 1/3 üst kısmı ile ilişkidedir (Şekil 13) (10,29).
Diz 135° fleksiyonda iken temas patellanın tüm yüzeyi ile değil lateral, medial ve odd
fasetleri ile femoral eklem kıkırdağı arasındadır. Bu hareketleri esnasında patella femur
kondilleri arasında proksimalden distale doğru 7 cm. kayar. (10,30,31)
Patellofemoral temas alanı 20° fleksiyonda 2,6 cm², 90° fleksiyonda 4,1 cm²’ dir.
Patellofemoral temas basıncı 20° fleksiyonda 2,0 MPa iken, 90° fleksiyonda 4,4 MPa’ ya
yükselir ve 120° fleksiyonda tekrar 2,0 MPa’ ya düşer. Basınçtaki en hızlı artış ise 30 ve 60
fleksiyon dereceleri arasında meydana gelmektedir (10).
Şekil 13. Patellofemoral eklem temas noktaları (29)
Dizin fleksiyon ve ekstansiyon hareketleri esnasında patella, troklea üzerinde hareket eder.
Genellikle patella yüzeyinin 1/3’ü troklea ile temas halindedir. Patellofemoral ekleme binen
yük, kuadriseps ve patellar tendon kuvvetlerinin toplamına eşittir. Buna göre dizin fleksiyonu
arttıkça kuadriseps kasında oluşan kasılma kuvvetindeki artış, ekleme binen yükün de aynı
şekilde artmasına sebep olur. Ekstansör moment kolu 20° fleksiyonda en fazladır. Dolayısıyla
en güçlü ekstansiyon bu derecede mümkün olur. Yürürken patellofemoral ekleme binen yük,
vücut ağırlığının yarısı, merdiven inip çıkarken üç katı, 130° fleksiyonda çömelirken 8 katıdır
(32).
Patella biyomekanik olarak sagittal planda dizin fleksiyondan ekstansiyona hareketi
esnasında kuadriseps tendonunu anteriora kaydırmak suretiyle bir uçta destek, diğer uçta
16
ağırlık ve femoral kondillere etkiyen ortada kuvvet olan tip 2 bir kaldıraç sisteminde
kuadriseps kasının kaldıraç kuvvet kolunu artırır (31).
70 kg ağırlığındaki bir kişinin kuadriseps kasını güçlendirmek amacıyla oturur
pozisyonda ayağına 100 Newton’ luk bir yük uygulanırken yaptığı diz fleksiyon ekstansiyon
hareketi esnasında, patellar tendon vasıtasıyla tibia üzerinde kuadriseps kası tarafından
uygulanan gerilme kuvvetinin büyüklüğü 1381 Newton, tibial plato üzerinde femurun
meydana getirdiği tibiofemoral eklem reaksiyon kuvveti ise 1171 Newton olarak
hesaplanmıştır (28).
OSTEOARTRİT ETYOPATOGENEZİ
Osteoartritin patogenezi konusundaki görüşler her geçen gün değişmektedir. Yakın
zamana kadar osteoartrit, yaşlanmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak gelişen ve temel
patogenetik mekanizmanın aşınma ve yırtılma olduğu öne sürülen dejeneratif bir hastalık
olarak değerlendirilmekteyken, günümüzde çeşitli biyokimyasal ve mekanik etkenlerle
tetiklenen yıkım ve onarımın bir arada bulunduğu mekanik olarak aktif, dinamik bir süreç
olarak düşünülmektedir.
Osteoartritin moleküler patogenezi tam olarak bilinmemektedir. Ancak çeşitli genetik,
çevresel,
metabolik
ve
biyomekanik
faktörlerin
patogenezde
katkısının
olduğu
düşünülmektedir.
Çalpur ve arkadaşları (33) mediopatellar ve lateral patellar plikaların, infrapatellar
sinovyal bandın ve yağ yastıkçığının diz hareketleri esnasında kondiller üzerinde farklı
noktalarda impingement yaptığını ve buna bağlı gelişen mekanik kıkırdak hasarlanması
meydana geldiğini belirtmişler ve bu embriyolojik sinovyal artıkların diz osteoartritinde
önemli bir rol oynadığını öne sürmüşlerdir.
Osteoartritte kıkırdağın progresif kaybına, kıkırdaktaki onarım çabaları, subkondral
kemiğin sklerozu gibi yeniden şekillendirilmesi olayı ile çoğu olguda subkondral kistler ve
marjinal osteofitler eşlik eder.
Osteoartritte görülen en erken histolojik değişikliklerden birisi eklem kıkırdağının
yüzeyel tabakalarında ortaya çıkan lokalize fibrilasyon ve ayrılmalardır. Hastalık ilerledikçe
eklem yüzeyinin daha büyük bir bölümü düzensizleşir, fibrilasyon derinleşerek subkondral
kemiğe kadar ulaşır. Kıkırdaktaki çatlak ve yarıklar derinleştikçe, fibrilasyona uğramış
kıkırdak yüzeyindeki uçlar yırtılır ve eklem boşluğunda serbestçe dolaşan parçaların
17
kopmasına ve kıkırdak kalınlığının azalmasına neden olur. Osteoartritte eklem kıkırdağının
gittikçe azalmasına neden olan mekanizma tam olarak bilinmemesine rağmen, bu süreç
kıkırdak hasarı, kondrosit cevabı ve kondrosit cevabının azalması şeklinde birbiri içine
geçmiş üç devreye ayrılır.
İlk dönemde fibrilasyon öncesinde veya sonrasında matriksin makromoleküler çatısı
bozulur ve su içeriği artar. Su içeriğinin artması esnasında tip II kollajen konsantrasyonu
normal kalırken, proteoglikan konsantrasyonu ve agregasyonu ile glikozaminoglikanların
zincir uzunlukları azalır. Aynı zamanda kollajen ağındaki minör kollajenlerle kollajen lifleri
arasındaki ilişkinin bozulması agregan moleküllerinin şişmesine neden olur.
Tüm bu değişiklikler geçirgenlik artışına yol açarak suyun ve diğer moleküllerin
matrikste daha kolay hareket etmesine neden olur ve matriksin sertliği azalır. Sonuçta
yumuşayan matriks mekanik hasarlanmaya daha dayanıksız hale gelir.
İkinci dönemde kondrositler, osmolaritenin ve hücre membranına bağlı proteinlerdeki
elektrik yüklerinin değişmesi sonucunda dokudaki bu değişiklikleri algılayarak bir doku
cevabı vermek üzere medyatörler salgılarlar. Bu cevap kondrosit proliferasyonu yanı sıra
anabolik ve katabolik aktiviteleri de içerir. Bu dönemde oluşan kondrositik cevapta
muhtemelen nitrik asit rol oynar, çünkü kondrositler çeşitli kimyasal ve mekanik streslere
maruz kaldıklarında bu molekülü sentezlerler. Hücre dışına hızla çıkan nitrik oksit, matriks
makromoleküllerini parçalayan metalloproteazların üretimini indükleyen interlökin-1 (IL-1)
yapımını başlatır. Bu sitokin matriks sentezini azaltır, proteolitik enzimlerin yapımını
hızlandırır ve kondrosit proliferasyonunu inhibe eder.
Son yıllarda elde edilen bulgular, osteoartritteki kıkırdak yıkımında dokuda yüksek
oranda bulunan matriks metalloproteazların anahtar rol oynadığına işaret etmektedir.
Metalloproteazlar hücre dışında faaliyet gösteren, nötral pH’da etkili olan ve aktif
bölgelerinde çinko atomu taşıyan enzimlerdir. Bu enzimler ekstrasellüler matriksin tüm
komponentlerini parçalayabilirler. Bu enzimlerin hepsi inaktif prokollajen olarak sentez
edilirler ve proteinleri parçalamadan önce aktive edilmeleri gerekir (23).
Tüm bağ dokular endojen metalloproteaz doku inhibitörleri (TIMP) içerirler. Bu
inhibitörler matriks metalloproteaz aktivitesini bloke ederler. Normal bir bağ dokuda
metalloproteazlar ve TIMP arasında bir denge bulunmaktadır.
Tissue growth factor-β (TGF- β) ve insulin like growth factor-1 (IGF-1) gibi çeşitli
büyüme faktörleri de matriks makromoleküllerinin sentezini stimüle ederken, inflamatuar
sitokinlerin etkilerini ise bloke eder. TGF- β kondrositler tarafından sentezlenir ve TIMP
18
üretimini arttırırken; metalloproteaz üretimini azaltır. IGF-1 de benzer mekanizma ile etki
etmektedir (23).
Osteoartritte kıkırdağın onarım çabaları, olgun doku komponentleri arasındaki dengeyi
kuramaz. Bazı normal komponenetler daha az üretilirken, eser miktardaki bulunan bazı yeni
moleküller ortaya çıkar.
Kıkırdağın orta tabakalarında ve osteofitlerde kollajen II yoğunluğunda artış ve
kollajen I görülür. Bu dönemde yapılan proteoglikanlarda, normal proteoglikan yapısına göre,
keratan sülfat zincirinde artış, kondroitin sülfat izomerlerinde değişiklik vardır. Osteoartritin
son dönemine kadar bu immatür, fetal aggregan üretimi ile karakterize tamir süreci devam
edebilir.
Dokuyu stabilize veya restore etme çabalarının yetersiz kalması osteoartritin üçüncü
dönemini başlatır. Bu dönemde kondrositlerin anabolik ve profileratif cevabı azalırken, eklem
kıkırdağında progresif bir kayıp olur. Eklem kıkırdağındaki bu kayıp hastada ağrı ve
fonksiyon kaybı gibi semptomlara neden olur.
Kıkırdaktaki bu kayıp yaşla birlikte daha da hızlanır. Çünkü matriksteki yaşlanmayla
ilgili değişiklikler ve kondrositlerin anabolik cevabındaki azalma, dokunun kendi kendini
idame ettirme ve restore etme kapasitesini tamamen yok eder.
Eklem kıkırdağındaki dejenerasyona subkondral kemikteki dejenerasyon eşlik eder.
Bu da kist benzeri miksoid, fibröz ya da kıkırdak yapısındaki kemik kavitelerinin oluşmasına
neden olur. Ayrıca eklem çevresinde bu katabolik aktiviteye cevap olarak kemiksi ya da
kıkırdaksı osteofitler, subkondral kemikte de sert yeni kemik tabakaları oluşabilir.
Eklem kıkırdağında oluşan serbest kıkırdak parçaları sinovyal zarda orta ya da ileri
derecede imflamatuar reaksiyona yol açabilir. Ayrıca ligaman, kapsül ve kaslarda
kontraktürler gelişebilir. Tüm bunlar eklem hareket açıklığını azaltırken kaslarda güçsüzlük
ve atrofiye yol açar.
Osteortrit primer veya sekonder olmak üzere iki bölümde incelenebilir. Primer ya da
idiopatik osteoartrit en sık görülen tip olup, lokal ya da yaygın şekilde başlayabilir. Sekonder
osteoartrit nedenleri arasında travma (eklem içi kırıklar, menisküs ve ligaman yaralanmaları),
eklem içi enflamatuar hastalık (tüberküloz, septik artrit, romatoid artrit), patellofemoral
malpozisyon ve malalignment, herediter veya gelişimsel hastalıklar (multipl epifizyel
displazi), osteokondritis dissekans, endokrin hastalıklar (akromegali, hiperparatiroidizm),
metabolik hastalıklar (gaucher, paget, hemokramatosis, gout hastalığı), hemofili sayılabilir
(23).
19
TOTAL DİZ PROTEZİ BİYOMEKANİĞİ
Total diz protezi uygulanmış bir diz eklemindeki mekanik özellikler, normal bir diz
ekleminden çok farklı değildir. Diz eklemine etki eden kuvvetler ve bunların yönünde bir
değişiklik yoktur. Protez seçiminde dikkat edilecek en önemli husus, eklem yüzeylerinin
değiştirilmesi yanında, ligamentöz yapılar ve fonksiyonları ile ilgili bir değişiklik yapılıp
yapılmayacağıdır. Artroplastinin uzun dönemdeki başarısı alt ekstremitelerin normal anatomik
düzlemini sağlamaktan geçer. Her iki ayak yere basarken eklemdeki ağırlık dağılımının
normal olması için dizin transvers ekseni yere paralel olmalıdır.
Şekil 14. Alt ektremite mekanik ve anatomik eksenleri (34)
Alt ektremitenin mekanik ekseni femur başı merkezinden, diz eklemi ve talus
trokleasının tam ortasından geçen çizgidir. Normal bir dizde tibia ile femur şaftları arasında
6°±2°’lik bir valgus açılanması vardır. Eğer mekanik eksen diz ekleminin lateralinden
geçiyorsa varus düzlemindedir. Mekanik eksene göre tibia eklem yüzeyi 3° varusta, femoral
eklem yüzeyi ise 9° valgustadır (Şekil 14). 1980’lerde buradan yola çıkarak tibial kesinin 3°
varusta yapılması gerektiği ileri sürülmüş, ve uzun yıllar uygulanmıştır. Ancak daha sonra bu
yöntemin tibial düzlem bozukluğuna yol açtığı, ve erken gevşemeye yol açtığı ortaya
konmuştur (35). Modern artroplastide tibial komponent mekanik eksene dik olarak
yerleştirilir. Sagittal
plandaki
eğim ise konacak implantın eklem yüzü dizaynına göre
20
değişebilir. Ekstremitenin normal anatomik eksenini sağlayabilmek için, femoral kompanent
5-7° valgusta konmalıdır (29).
Protez seçiminde en önemli noktalardan birisi ligamentöz yapılar ve fonksiyonları ile
ilgili bir değişiklik yapılıp yapılmayacağı, yani arka çapraz bağı (PCL) koruyan, PCL
fonksiyonlu veya menteşe tipli protez kullanılacağına karar vermektir. Ligament
fonksiyonlarının tümünü üstlenecek bir protez kullanılacaksa, bu protezin tüm eksenlerde
desteklenmiş olması gerekmektedir. Bu protezin en basit örneği menteşeli (hinged tipi)
protezlerdir. Menteşeli protez fleksiyon ve ekstansiyon dışında, makaslama ve lateral
kuvvetlere de direnmek zorunda olduğundan, her iki komponentin de stem uzunlukları fazla
olmalıdır. Bu protezlerde dizin hareketi ile oluşan tüm yüklenmeler, yumuşak dokulara
iletilmeden, direk olarak protez üzerinden protez-kemik arası birleşme noktalarına aktarılır.
Bu ise uzun dönemde gevşeme, metalik debris ve enfeksiyon gibi problemlere neden olur.
Günümüzde sadece eklem yüzlerinin replase edildiği kondiler tip protezler yaygın
olarak kullanılmaktadır. Kondiler tip protezlerde çeşitli yüzey geometrileri mevcuttur. Çapraz
bağı koruyan tiplerde görülen nispeten düz şekilli tibial komponentlerden, çapraz bağı
korumayan veya görevini üstlenen tiplerde kullanılan daha eğri ve çukur tiplere kadar farklı
modeller bulunur. Bunun amacı eklemin reaktif kuvvetlerinin, eklem temas noktasında dik
olmasını ve böylece kompresif yük olarak femur ve tibia arasındaki iletimini sağlamaktır.
Protez yerleştirilirken alt ektremitenin doğal eksenlerine bağlı kalınması yük
iletiminde önemlidir. Yük direk bir kondil üzerinde konsantre olursa, bu kondil üzerinde
şiddetli bir yüklenme olur. Eğer bu yük protezin tam kenarına yoğunlaşırsa yüklenme daha da
fazla olur (36).
Total diz protezi uygulanmış hastaların yürüme kinematiklerinde normal kişilere göre
belirgin değişiklikler gözlenmektedir. İmplantasyon sonrası, operasyon uygulanmış dizde
daha az fleksiyon görülür ve salınım fazı kısalır. Bu hastaların merdiven kapasitelerinde de
gerileme görülmektedir. Yürümek, ayağa kalkmak ve merdiven çıkmak gibi fonksiyonel
kapasitelerin yeniden geri kazanılması ve maksimum diz fleksiyon ve ekstansiyonunun
sağlanması için diz protezlerinde patellofemoral eklem daha çok önem kazanmaktadır (37).
Normal bir dizde kuadriseps kas kuvveti maksimum değeri olan 1238,9 Newtona
109,1º’ de ulaşmaktadır. Minimum değeri ise 596,4 Newton olarak 20,1º fleksiyonda
görülmektedir. Diz artroplastisi uygulanmış bir dizde ise maksimum kuadriseps kas kuvveti
olan 1330 Newtona 103º fleksiyonda ulaşılmaktadır. Minimum kuvvet ise 593 Newtondur ve
20,5º’ de gözlenir. Patellar yüzey değiştirildikten sonra ise maksimum kuadriseps kas gücü
21
95,6º’ de 1258 Newton, minimum kuvvet ise 27,4º’ de 601,1 Newton olarak ölçülmüştür (37).
Bu kuvvetler göz önüne alındığında implantasyon öncesi ve sonrası patellofemoral eklemin
önemi daha iyi ortaya çıkmaktadır.
Tibiofemoral eklem çizgisinin lokalizasyonu ve rotasyonel dizilimi de patellar
komponentin ömrünü belirleyen önemli konulardır. Patellar komponent yetmezliğinde en
büyük rolü retropatellar makaslama kuvvetleri oynamaktadır. Diz fleksiyonu ile hem
retropatellar temas kuvvetleri hem de temas alanları değişmektedir. En büyük retropatellar
kuvvetler 40-100º arası diz fleksiyon derecelerinde görülmektedir. Retropatellar kuvvetlerin
en yüksek olduğu fleksiyon derecesinde retropatellar temas alanı da artmaktadır ve net
kuvvetin yeri patellar komponentin tam ortasıdır (38).
Patellar yüzey değişimi günümüzde tartışmalı bir konudur. Bazı yazarlar rutin
değişimi savunurken bazıları ise seçici patellar değişimini savunmaktadırlar. Patellar yüzey
değişiminin patella kırığı gibi bazı komplikasyonları vardır. Patellaya fiksasyon delikleri
kemiğin gücünü azaltmaktadır, santral delikli komponentler çevresel delikli protezlere göre
kemiği daha çok zayıflatmaktadırlar (4).
İlk dönemlerde patellar komponentler kubbe şekilliydi. Ancak konveks yapısının
aşınmaya daha açık olmasından dolayı bu konfigürasyon ideal değildir. Anatomik patellar
komponentler daha ideal olmakla beraber femurla uyumun tam sağlanabilmesi için daha
dikkatli bir rotasyonel dizilim yapılmalıdır. Operasyon esnasında doğru statik dizilim sağlansa
bile, operasyon sonrası kuadriseps kasının aktif kullanımı esnasında oluşturacağı çekme
kuvveti ile bu dizilim bozulabilir. Dizilimin bozulması, polietilen komponentin aşınma
karakteristiğinin artması anlamına gelir. Bu sorunu çözmek için anatomik polietilen
komponent metal arkalıkla birlikte kullanılmıştır. Ancak bu tip protezler kullanılan polietilen
komponentin ince olması nedeniyle polietilenin merkezinde aşınma olmaktadır. Ayrıca metal
arkalıkla polietilen komponentin birbirinden ayrışması da önemli bir problemdir. Aşınmayı
önlemek için uygun kalınlıkta polietilen kullanılarak, implantasyona izin verecek kadar ince
metal arkalıklı bir patellar komponent üretmek imkansızdır. Bu nedenle tümü polietilen olan
ve kemiğe çimento ile veya sıkıştırılarak tespit edilen komponentler en ideal implantlardır (4).
Başarılı bir patellofemoral implantasyon için en önemli unsurlardan birisi de troklear
yüzeyin dizaynıdır. Başarılı bir troklear yüzey dizaynı için 4 temel şart yerine getirilmelidir.
İlk olarak fleksiyon ekstansiyon esnasında yüklenmenin olduğu bölgelerde, özellikle
anterodistalde troklear yüzey sirküler olmalıdır. İkinci olarak tam ekstansiyonda patellanın
femur ile eklemleşebilmesi için proksimale doğru yeterince uzun olmalıdır. Protezin bu
22
bölümü en azından bir lateral duvar ve tabandan oluşmalıdır. Böylece tam ekstansiyonda iken
bile patella trokleanın tabanı ile temas içinde olacak ve disloke olması zorlaşacaktır. Üçüncü
olarak patellar oluk posteriora doğru interkondiler notch içinde de devam etmelidir. Böylece
yüksek fleksiyon derecelerinde bile patella ile eklemleşme sağlanabilmelidir. Dördüncü
olarak ise protezin lateral kolu patellanın laterale dislokasyonuna bir direnç oluşturacak
şekilde daha yüksek olmalıdır (39).
Protez fiksasyonunda 1970’lerden beri polimetilmetakrilat (PMMA) yaygın olarak
kullanılmaktadır. PMMA’nın gücü kompresif kuvvetlere karşı kemikten kat kat fazladır.
Tensil kuvvetlere karşı ise 2 kat güçlüdür. Bu sebeple protez-kemik arası yetmezlikten
sorumlu olan sıklıkla PMMA değil kansellöz kemiktir (40).
DİZ PROTEZİ TARİHÇESİ
Diz eklemi yüzeyinde değişiklikler yaparak eklem hareketlerini yeniden kazanma
çabaları 19. yüzyıla kadar uzanmaktadır. 1827’de Barton, 1840’da Rogers osteotomi ile
psödoartroz oluşturup eklem hareketlerini yeniden kazandırmaya çalışmışlardır. Verneuil
1860 yılında diz ekleminin yüzeylerini rekonstrükte etmek için subkutanöz yağ doku ve fascia
lata interpozisyonu uygulamıştır. Bir yıl sonra 1861’de Ferguson ankiloze kemik ve fibroz
dokuyu rezeke ederek rezeksiyon artroplastisi ile dize hareket kazandırmaya çalışmıştır.
Ancak sonuçta ya anstabil bir eklem ya da spontan füzyonlar gelişmiştir. 1920’li yıllarda
Campbell’ in uyguladığı serbest fasyal greft ile interpozisyon materyallerinin kullanılmasının
başarısı sınırlı olmuştur. Smith Peterson’un 1940’da kalça artroplastisinde başarılı vitalyum
cup kullanımından sonra, Boyd ve Campbell femoral kondillerin yüzeylerine yerleştirilen
vitalyum plaka ile ilk hemiartroplastiyi uygulamışlardır. Karşılıklı iki eklem yüzeyini replase
eden protezlerin ilk örnekleri ise 1950’lerde ortaya çıkmaya başlamış ve 1951’de Waldius,
1954’de ise Shiers kendi adlarını taşıyan menteşeli tip diz protezlerini gerçekleştirmişlerdir.
Menteşeli protezler teknik olarak uygulaması çok kolay olduğundan geniş kullanım alanı
bulmuştur. 1958’de MacIntosh ve Mc Keever ağrılı valgus veya varustaki dizlerde
deformiteyi düzeltmek, stabiliteyi sağlamak ve ağrıyı geçirmek amacıyla akrilik tibia protezi
kullanmışlardır. Özellikle bu protez romatoid artritli hastalarda kullanılmıştır. Ancak persistan
ağrı, erken gevşeme ve femoral komponentin olmamasına bağlı ağrı şikayetleri nedeni ile
kullanımı sınırlı kalmıştır (4).
Gunstan 1971 yılında MacIntosh’un düşüncelerini daha ileri götürmüş ve femoral
kondillere metalik bir disk implante etmiş, tibia platosunu ise polietilen komponent ile
23
yenilemiştir ve fiksasyon yöntemi olarak ilk kez akrilik çimentoyu kullanmıştır. Bu yapılmış
ilk ‘minimal constrained’ modern diz protezidir. Insall ve Ranawat, Hospital for Special
Surgery’de 1971 yılında unikondiler ve duokondiler diz protezlerini geliştirmişlerdir.
Geomedic, UCI ve Marmor protezleri de aynı dönem kullanılmıştır. Tüm bu protezler birinci
kuşak protezler arasında sayılırlar (41).
Trikompartmantal protezler 1973 yılında Insall ve arkadaşlarınca dizayn edilerek
kullanıma sunulmuştur. En yaygın kullanımı olan protezdir. Dizin her üç kompartmanına da
artroplasti uygulanır. Bu modellerde femoral komponent metal, tibial komponent ise
polietilen bir insertün üzerine oturtulduğu metal destek ve çıkıntılardan oluşur. Patellar
komponent ise yine polietilendir. Bunlar biyolojik fikasasyonlu veya çimentolu olabilirler.
Erken dönemde mükemmel klinik sonuç ve hareket sağlayan bu protezlerde geç dönemde
subluksasyon, osteolize bağlı gevşeme ve patellar sorunlar görülmüştür. Bu problemleri
çözmek için Insall ve Burstein 1978 yılında posterior stabilize edici protezleri dizayn ettiler.
Böylece dislokasyon ve polietilen yüzeyde oluşan makaslama kuvvetlerinin önüne geçildi.
1977 yılında O’Connor ve Goodfellow’ un geliştirdikleri menisküs yüklemeli
protezlerin uygulanması için kollateral ve çapraz bağların sağlam olması gerekmektedir.
1980’lerden beri genç ve aktif olgularda uzun dönem protez stabilitesini sağlayacak
çimentosuz diz artroplastisi arayışı sürmektedir. Bu konuda en yaygın olarak Hungerfold,
Kenna ve Crawford’un popülarize ettiği kemiğe ilerlemesi (bone ingrowth) yöntemi ile
protezin kemiğe biyolojik olarak tespiti sağlanabilmektedir. Daha az sıklıkla kullanılan bir
diğer yöntem Freeman ve Samuelson’un geliştirdiği press-fit yani protezin kemiğe sıkışarak
tespitidir.
90’lı yıllarda total diz artroplastisinin gelişiminde önemli ayrımlara yol açan başlıca
üç konu vardır (4):
1- Total diz protezinde çimento kullanımı,
2- Patellar yüzeyin değiştirilmesi,
3- Arka çapraz bağın korunması.
Bu konular üzerindeki tartışmalar pek çok yeni dizayn diz protezinin geliştirilmesine
yol açmıştır.
DİZ PROTEZLERİNİN SINIFLANDIRILMASI VE TANIMI
Diz protezleri, protezin kapladığı yüzeye göre, fiksasyon tipine göre yada protezin
sağladığı mekanik desteğe göre sınıflandırılabilirler (42):
24
1- Kapladığı yüzeye göre:
a- Tek bölümlü (unicompartmental)
b- İki bölümlü (bicompartmental)
c- Üç bölümlü (tricompartmental)
2- Sağladığı mekanik desteğe göre:
a- Sınırlandırılmamış (unconstrained)
b- Yarı sınırlandırılmış (semiconstrained)
c- Tam sınırlandırılmış (constrained)
3- Fiksasyon tipine göre: Sementli veya sementsiz
Tek Bölümlü Protezler (Unikompartmantal)
Femur ve tibianın, medial veya lateral kompartmanlarının değiştirilmesini içerir. Bu
implantlar diz protezi uygulamalarının ilk yıllarında yaygın şekilde kullanılmışlardır. Fakat
sonuçları iyi olmaması nedeni ile bugün çok fazla tercih edilmemekle birlikte gelişmiş cerrahi
teknikler, ve yeni dizayn unikompartmantal diz protezleri, seçilmiş hastalarda bu protezi
tekrar popülarize etmiştir. Bu protezlerde her iki çapraz bağ, diğer tibiofemoral kompartman
ve patellofemoral eklem korunur (43).
İki Bölümlü Protezler (Bicompartmantal)
Bu tip protezlerde metal hemisferik femoral komponentler, tamamıyla yüksek molekül
ağırlıklı polietilenden yapılmış tibial plato komponenti ile eklemleşmektedir. Tibial plato
polietilen komponent direk olarak kemiğe oturtulur ve komponetler kemiğe kemik çimentosu
ile tespit edilirler. Bu tip protezler polisentrik merkezli bir aks üzerinde hareket ederler (4).
Üç Bölümlü Protezler (Tricompartmantal)
Günümüzde kullanılan diğer bir protez tipidir. Trikompartmantal protezlerde, femur,
tibia ve patellanın yüzeyleri aynı anda değiştirilir. Bu protezlerin kullanılmasındaki temel
amaç, diz hareketinin ve kinematiğinin, biyomekanik ve anatomiye uygun olarak yeniden
oluşturulmasını sağlamaktır. Trikomparmantal protezler sınırlandırılmış (menteşeli), yarı
sınırlandırılmış (yarı menteşeli) ve sınırlandırılmamış (menteşesiz) olmak üzere üç alt gruba
ayrılır (36).
25
Total diz protezinde femoral ve tibial komponentler arasındaki uyumluluğu arttırarak
polietilen aşınması sorununu azaltmak amacıyla meniskal hareketli (meniscal bearing)
sistemler geliştirilmiştir. Bu sistemde metal bir tibial tabanlık üzerinde hareketli polietilen
tibial parçalar kullanılmaktadır. Böylece diz fleksiyonu esnasındaki femurun fizyolojik arkaya
kayması ve rotasyonu gerçekleşerek tüm diz hareket genişliği sırasında femoral ve tibial
komponentler arasında uyumun sürekliliği sağlanmaktadır (44).
Günümüzde kullanılan protez sistemlerinde benzer kemik osteotomileri ile
kullanılabilen arka çapraz bağı kesen ve koruyan tip protezler bir arada bulunmaktadır.
Benzer aletler kullanılarak yapılan bu protezler cerraha ameliyat sırasında seçim yapma şansı
tanımaktadır. Pek çok cerrah tek tip protez ve tek tip fiksasyon metodunu tercih ederken, yeni
gelişen hastaya uygun protez ve fiksasyon tipi seçimi popülarite kazanmaktadır.
TOTAL DİZ PROTEZİ ENDİKASYONLARI
Total diz artroplastisinde amaç ağrıyı gidermek stabil ve fonksiyonel bir hareket
genişliği sağlamak ve dizde var olan deformiteyi düzeltmektir. Bunlar içinde özellikle ağrı
endikasyonda belirleyicidir. Ağrı olmaksızın tek başına hareket kısıtlılığı ve deformite cerrahi
endikasyon olarak düşünülmemelidir. Dizde ağrıya yol açabilecek spinal kaynaklı patolojiler,
kalçadan yansıyan ağrılar, periferik vasküler bozukluklar, menisküs patolojileri ve bursit gibi
sebepler iyi değerlendirilerek ekarte edilmelidir (29).
Hastaların radyolojik olarak değerlendirilmesi iyi yapılmalıdır. Özellikle ön-arka ve
yan grafilerin 45° fleksiyonda ve yüklenme pozisyonunda olmasına dikkat edilmelidir.
Konservatif tedaviye cevap vermeyen ciddi semptomları olan hastalarda total diz artroplastisi
endikasyonları şunlardır:
1- Romatoid artrit: Yaşa bakılmaksızın ileri derecede eklem tutulumu ve ağrı varsa
total diz artroplastisi uygulanabilir.
2- Gonartroz: Bu patolojiyle baş vuran hastada yaş, meslek, aktivite düzeyi, cinsiyet
ve ağırlık göz önüne alınması gereken faktörlerdir. Genel olarak 60 yaş altı, kilolu
ve ağır bir işte çalışan kimselere total diz artroplastisi önerilmez. Erkekler
artroplasti sonrası yüksek aktivite düzeyine eğilimli olduklarından, hastanın
cinsiyeti daha çok önem kazanır. Tüm bu faktörler hasta ile karşılıklı konuşarak
endikasyon konulmalıdır.
26
3- Posttravmatik osteoartrit: Genç hastalarda eklem içi kırık ve yaralanmalar sonrası
gelişebilen artritin tedavisinde alternatif bir yöntem olarak kullanılabilir.
4- Yüksek tibial osteotomi sonrası: Operasyondan sonra semptomlar geçmezse veya
tekrar başlarsa total diz artroplastisi düşünülebilir.
5- Patellofemoral osteoartrit: Yüklenme grafilerinde tibiofemoral eklemde daralma
yoksa tek başına patelofemoral eklem artrozu total diz protezi endikasyonu
oluşturmaz. Ancak ciddi patellofemoral artrozun olduğu yaşlı hastalarda total diz
artroplastisi (TDA) diğer tedavi seçeneklerinden daha iyi sonuç verdiği için
düşünülebilir.
TOTAL DİZ PROTEZİ KONTRENDİKASYONLARI
1- Aktif enfeksiyon: Total diz artroplastisinin en önemli engellerinden birisidir.
Enfeksiyon tam olarak tedavi edilmeden TDA uygulanmamalıdır. Eğer enfeksiyon
tedavisi tam olarak yapılamıyorsa artrodez daha iyi bir seçenektir.
2- Genu rekurvatum: Kas güçsüzlüğü ile beraber seyreden genu rekurvatumlu
hastalarda artroplasti sonrası deformite tekrar ortaya çıkar. Mekanik destekli
implantlarda
binen
yük
nedeni
ile
gevşeme
kolaylaşacağından
protez
uygulamamak daha doğru olacaktır.
3- İleri kuadriseps güçsüzlüğü ve ekstansör mekanizma yetersizliği: Dizinde aktif
ekstansiyonu olmayan hastalarda artrodez daha doğru bir seçenek olacaktır.
4- Artrodez: Sağlıklı ve iyi durumdaki bir artrodez varlığında tekrar hareket
kazanmak amacıyla artroplasti düşünülmemelidir. Diz çevresi bağların durumu
öngörülemeyeceği için erken gevşeme sıktır ve tekrar artrodez her zaman mümkün
olmamaktadır.
5- Anestezi: Hastanın anestezi almasında özellikle kardiyak açıdan bir engel varsa
operasyon yapılmamalıdır. Bunun yanı sıra hastanın anestezi almasının riskli
olduğu diğer sistemik hastalıklar da araştırmalıdır.
6- Dolaşım yetmezliği: Artroplasti uygulanacak dizde periferik dolaşım bozukluğu
varsa operasyon uygulanmamalıdır.
27
7- Nöropatik eklem: Nöropatik eklemlerde TDA endikasyonu tartışmalıdır, çünkü bu
hastalarda deformite ve instabilite sekonder bir hastalığa bağlı olduğundan üst
noktadadır. Eğer eklem çok iyi debride edilip düzgün doğrultuda ve stabilite
sağlanabilirse eklem replasmanı yapılabilir. Normalde kullanılanlardan daha uzun
saplı ve metal arkalıklı komponentler tercih edilmelidir.
AMELİYAT ÖNCESİ HAZIRLIK
Ameliyat öncesi hazırlık, hastanın hazırlanması, radyografik tetkiklerin hazırlanması
ve implantın hazırlanmasını kapsar. Hasta hazırlığı ilk önce muayene ile başlamalıdır. Cilt
incelenmeli eski insizyonlar belirlenerek bir karara varılmalıdır. Daha sonra diz hareket
açıklığı bir gonyometre ile ölçülerek fleksiyon ve ekstansiyon kaybı tespit edilmelidir.
Yüklenme pozisyonunda çekilen ön-arka grafilerde medial ve lateral laksite, varsa
subluksasyon ve koronal plandaki deformiteler; lateral grafide ise tibianın posterior eğimi,
dizin posteriorundaki osteofitler ve patellanın pozisyonu görülebilir. Tanjansiyel patellar grafi
ameliyat öncesi olası bir patellar instabilitenin belirlenmesinde yardımcı olur.
Diz artroplastisinde yumuşak doku dengesi çok önemlidir. Bu yüzden de dize varus
valgus stres testleri yapılmalı ve bağların gerginliği değerlendirilmelidir.
Preoperatif
hastanın dahili değerlendirilmesi yapılmalı, diyabet, anemi, protein
malnütrisyonu gibi enfeksiyonu kolaylaştırıcı sebepler ortadan kaldırılmalıdır.
Enfeksiyon, artroplastide en çok korkulan komplikasyondur. Bu yüzden artroplasti
uygulanacak hastalarda öncelikle lokal ve sistemik enfeksiyon odağı araştırılmalı, şayet varsa
tedavi edilmelidir.
Profilaktik antibiyotik uygulaması da üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
Bu amaçla ameliyattan 1 saat önce 1gr. iv. birinci kuşak sefalosporin yapılması
önerilmektedir. Eğer yapılmamışsa yapılabilecek en kısa süre ameliyattan 15 dakika öncedir.
Antibiyotik tedavisine ameliyattan sonra 48 saat devam edilmelidir (45).
Hastaların yaşı, cerrahi tekniğin özelliği ve kişisel predispozan faktörler nedeni ile
total diz artroplastisinde tromboemboli riski yüksektir. Tromboemboli profilaksisinin nasıl
yapılacağı konusunda tam bir fikir birliği olmamakla beraber, heparin, varfarin, düşük
molekül ağırlıklı heparin, havalı kompresyon aletleri ve aspirin kullanılmaktadır.
28
Son yıllarda kullanım kolaylığı nedeni ile düşük molekül ağırlıklı heparin uygulaması
artmaktadır. Hastanın kilosuna göre değişmekle birlikte, ameliyattan 12 saat önce subkutan
0.4 cc. İle başlanarak 10 gün boyunca uygulanması koruyucudur. Erken mobilizasyon da
profilakside önemli unsurlardan biridir (46-48).
Total diz artroplastisi turnike altında uygulanan bir operasyon olduğundan ameliyat
esnasında kan verilmesine ihtiyaç olmamaktadır. Ancak ameliyat bitiminde turnike
açıldığında kan kaybı olmakta ve bu durum da hemodinamisi bozuk bir hastada ciddi sistemik
semptomlara yol açmaktadır. Bu sebeple hastalar operasyona hazırlanırken hemoglobin değeri
10mg/dl’nin üzerinde olmalıdır. Oluşabilecek kan kayıpları düşünülerek en az 2 ünite kan
hazırlanmalıdır.
CERRAHİ TEKNİK
TDA bölgesel veya genel anestezi altında yapılabilir. Özellikle bölgesel anestezi,
beraberinde epidural katater uygulama imkanı verdiği ve ameliyat sonrası ağrının giderilmesi
için de kullanılabilmesi nedeniyle yaşlılarda morbiditenin azaltılması yönünde faydalıdır.
Hasta ameliyat masasına supin pozisyonda yatırılarak bölge temizliği ve bunu takiben uyluğa
proksimalden turnike uygulaması yapılır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta turnike
şişirilirken dizin fleksiyona getirilmesidir. Bu işlem ektensör mekanizmayı uzun tutar ve
patellanın ters çevrilmesi işlemini kolaylaştırır. Daha sonra cilt tamamen steril drape ile
örtülür.
Cilt kesisi orta hattan longitudinal ve düz olmalıdır. Diz çevresi arteryel şebekeye en
az zarar veren bu kesidir. Aşırı kilolu hastalarda kesinin patellanın biraz lateralinden
yapılması patellanın eversiyonunu kolaylaştırabilir. Cilt altı dokusunun aşırı diseksiyonundan
kaçınılmalıdır. Aksi taktirde diz önü cildinin beslenmesini sağlayan damarlar zarar görmekte
ve ameliyat sonrası cilt sorunları ile karşılaşılmaktadır.
Patellar instabiliteye zemin hazırlayan en önemli noktalardan birisi kapsülotomi
aşamasıdır. Kapsülotomi medial parapatellar yapılmalıdır. Kapsülotomi proksimalde vastus
medialise mümkün olduğunca yakın yapılmalıdır. Diğer kapsülotomi çeşitleri arasında lateral,
midvastus, subvastus, tuberositas tibia osteotomisi ve patellanın ters V şeklinde aşağıya
devrilmesi (patellar turn-down) sayılabilir. Subvastus ve midvastus kapsülotomileri daha
ekonomiktir. Lateral parapatellar kapsülotomi sabit valgus deformitesi olan dizlerde tercih
edilmelidir. Tuberositas tibia osteotomisi ve patellar turn-down ise daha çok revizyon
29
protezlerinde tercih edilir (49,50). Kapsülotominin distal bölümü ise patellar tendonun hemen
kenarından geçirilmelidir. Ameliyat öncesi deformitenin şekline göre gerekli yumuşak doku
gevşetmeleri yapılmalıdır. İnfrapatellar yağ yastıkçığı enstrümentasyona izin verecek şekilde
eksize edilmelidir.
Diz ekstansiyondayken patella everte edilerek diz fleksiyona getirilir. Bu sırada
patellofemoral ligamentin kesilmesi patellanın eversiyonunu daha da kolaylaştırmaktadır. Ön
çapraz bağ, menisküsler ve osteofitler çıkartılır. Özellikle iç yan bağ altındaki osteofitin
çıkartılması yumuşak doku dengesi açısından önemlidir. İnterkondiler bölgedeki osteofitler
çıkartıldıktan sonra arka çapraz bağın femoral kondile yapışma yeri ortaya konur. Tibia dış
rotasyona getirilerek öne deplase edilir, tibia platosu ile femur kondillerinin tam olarak
görülmesi sağlanır.
Ameliyat sonrası dizin anatomik uyumunun tam olması, ameliyat sırasında gerekli
osteotomi ve kemik rezeksiyonlarının hatasız yapılabilmesi amacıyla Hungerfold 1978’de
evrensel total diz enstrumentasyon sistemini geliştirmiştir (51). Tek fark PCL’nin
korunmadığı tiplerde interkondiler bölgenin çıkartılmasını içeren bölümdür.
Femoral ve tibial kesiler birbirlerinden bağımsızdırlar ve biri diğerinden önce
uygulanabilir. Eğer diz gevşekse, deformiteler en alt düzeyde ve tibia kolaylıkla öne geliyorsa
önce tibia kesilerek başlanabilir. Eğer posteriorda büyük osteofitler varsa tibia platosunu
görmek zor olduğu için öncelikle femoral kesi yapılıp yumuşak dokuların gevşemesi
sağlanmalıdır. Dört temel iki de endikasyona bağlı olmak üzere altı adet osteotomi vardır.
Temel Osteotomiler
1- Distal femoral osteotomi:
Ektramedüller veya intramedüller rod kullanılarak
yapılır. En sık kullanılan intramedüller rod rehberliğinde yapılandır. Rodun giriş yeri arka
çapraz bağın yapışma yerinin 1 cm anterioru ve orta hattın medialindedir (Şekil 15).
30
Şekil 15. İntramedüller rodun giriş yeri (52)
Distal femoral kesi 5-7° valgusta yapılmalıdır (Şekil 16). Ameliyat öncesi varus veya
nötral olarak tespit edilen dizlerde 5°, valgus dizlerde ise 7° valgusta kesim yapanlar olmakla
birlikte (53) genelde tercih edilen ve bizim de kullandığımız kadınlarda 7°, erkeklerde ise 5°
valgusta kesmektir. Distal femoral kesinin miktarı konacak protezle uyum göstermeli ve 8-10
mm’yi aşmamalıdır. Kesi hiçbir zaman yan bağların yapışma yerinin proksimaline
çıkmamalıdır.
Şekil 16. Distal femoral kesi bloğu (52)
2- Anterior ve posterior femoral kondiler osteotomiler: Bu kesiler başarılı fonksiyonel
bir protez için son derece önemlidir. Anterior femoral kesi femur korteksi boyunca devam
etmelidir. Ancak retinakulumu kesecek, fleksiyona engel olacak, subluksasyona neden olacak
31
kadar yüksek veya femurda çentiklenmeye yol açacak, stres kırığına zemin hazırlayacak kadar
da alçak olmamalıdır (Şekil 17)(54).
Şekil 17. Anterior ve posterior femoral osteotomiler (52)
Posterior femoral kondiler kesiler femoral komponentin rotasyonunu belirlerler.
Normal bir dizde posterior femoral kondil medialde laterale göre daha uzundur. Dolayısıyla
posterior femoral kondil medialde laterale göre daha fazla alınmalıdır. Bunun için osteotomi
kılavuzu 3-4° dış rotasyonda hazırlanmalıdır. Femoral komponentin 3-4° dış rotasyonda
hazırlanması yumuşak doku dengelenmesi ve patellofemoral uyum için şarttır. En ideali
posteriordan kesilen kemik bloğun tibianın yüzeyi ile dikdörtgen bir fleksiyon aralığı
oluşturacak şekilde olmasıdır (Şekil 18)(55).
Şekil 18. Fleksiyon aralığının belirlenmesi (52)
3- Posterior ve anterior köşe osteotomileri: Bu kesiler protezin distal femura tam
olarak oturabilmesi için önemlidir ve muhakkak yapılmalıdır (Şekil 19).
32
Şekil 19. Posterior ve anterior köşe osteotomileri (52)
4- Proksimal tibia osteotomisi: Bu keside intramedüller veya ektramedüller kılavuzlar
kullanılabilir. Kliniğimizdeki uygulamalarda genel kullanım prensiplerini de dikkate alarak
biz ektramedüller kılavuz kullanımını tercih ettik. Çünkü gerek tibiada gerekse ayak bileğinde
kılavuzun yerleştirileceği noktalar kolaylıkla bulunabilmektedir (56). Ektramedüller kılavuzla
kesi yapılacaksa rod, tüberositas tibianın hemen medialinde olmalı, ayak üzerinde ise ayak
bileği ve talusun tam ortasında olmalı ve ikinci metatarsı göstermelidir (Şekil 20).
a
b
c
Şekil 20. Tibial kesi eksternal klavuz görünümü (a,b,c) (52)
33
Tibianın posterior eğimi 5° - 7° olmalıdır. Tibiadan kesilen kemik miktarı kullanılacak
insert ile uyumlu olmalıdır (Şekil 21). Genelde tercih edilen insert kalınlığı 10 mm’dir. Tibial
keside proksimal tibial spongioz kemik mümkün olduğunca korunmalıdır. Çünkü
proksimalden distale inildikçe spongioz kemik kalitesi azalmaktadır. Arka çapraz bağ önünde
1X1 cm’lik kemik adacığı oluşturulmalıdır. Böylece tibial kesi sırasında arka çapraz bağa
zarar verme olasılığı azalır (54).
Şekil 21. Proksimal tibial osteotomi (52)
Endikasyona Bağlı Olarak Yapılan Osteotomiler
1- Retropatellar kesi: Patellar kesiyi yapmadan önce patellar kalınlığın bilinmesi
şarttır. Ortalama 25 mm kalınlığı olan patelladan kesilecek miktar 10 mm’dir. Optimal
fonksiyon için gerekli kemik bloğu 15 mm’dir (Şekil 22). Kemiğin az çıkartılması da sorun
yaratır. Retinakulum gerilir ve lateral subluksasyona yol açabilir, ayrıca dizin fleksiyonunu da
kısıtlar. Fazla kemik çıkartılması ise patella kırıklarına yol açabilir (58).
)
Şekil 22. Retropatellar kesi (57)
34
Patellar osteotomi patellar yüzeye paralel olmalıdır. Dolayısıyla patellanın medial ve
lateral fasetlerinden çıkartılan kemik miktarları eşit olmaz (Şekil 23)(58).
Şekil 23. Patellar osteotomi seviyesi (58)
2- İnterkondiler notch osteotomisi: Arka çapraz bağın yerini tutan tüm protezlerde
uygulanan kesidir.
Sonuçta klasik düz eklem artroplastisi için gerekli tüm kesiler tamamlanmış olur.
Tibial yüzey uygulanacak olan metal desteğin şekline göre uygun olarak hazırlanır. Deneme
protezleri ve gerekli kalınlıktaki tibial insert yerleştirilerek eklem hareketleri, fleksiyon ve
ekstansiyondaki stabilite kontrol edilir. Deneme protezleri takılarak dizin fleksiyon ve
ekstansiyondaki sıkılığı kontrol edilerek yumuşak doku dengesi değerlendirilir. Diz yeteri
kadar gevşek ve stabil olmalıdır. Normal bir yumuşak doku dengesi için dizin fleksiyon ve
ekstansiyon aralıkları eşit olmalıdır. Fleksiyon aralığını, tibial kesi yüzeyi ile posterior
femoral kondil kesi yüzeyi oluştururken, ekstansiyon aralığını ise tibial kesi yüzeyi ile distal
femoral kesi yüzeyi oluşturmaktadır (Şekil 24).
Şekil 24. Fleksiyon ve ekstansiyon aralıkları (57)
35
Deneme protezlerle dizin fleksiyonu sırasında patellar komponentin femoral oluk
içerisinde hareketi kontrol edilmelidir. Herhangi bir destek olmaksızın patellar komponent
femoral olukta olmalıdır. Eğer patella sublukse oluyorsa patelladan 1 cm uzaklıktan lateral
retinaküler gevşetme yapılmalıdır (58).
Diz çevresindeki açısal deformitelerin varlığında, TDA sonucunda normal bir eklem
düzlemine sahip olmak için özel çaba harcanmalı ve deformitenin şekline göre ameliyatta bazı
ek işlemler yapılmalıdır. Sabit açısal deformite varlığında bir taraftaki bağlar kısa ve gergin
diğer taraftakiler ise uzamıştır. Sıklıkla eşlik eden posterior yapı gerginliğine bağlı fleksiyon
kontraktürü vardır. Ameliyat sonrası ideal ekstremite düzleminin sağlanması orijinal
anatomiden bağımsızdır ve protez komponentlerinin uygun pozisyonda yerleştirilmesine
bağlıdır. Düzlem iyi değilse komponentlere binen yükler eşit dağılmayacak ve erken
gevşemelere yol açacaktır.
Ameliyat esnasında eklem hareket açıklığı ve stabilitesi anestezi altında muayene
edilmelidir. Eğer patella ankiloze ise artrotomi sırasında osteotomize edilebilir. Kuadriseps ve
femur arasındaki yapışıklıklar tamamen açılır. Eğer diz fleksiyona alınamıyorsa, kuadrisepse
gevşetme yapılmalıdır. Kuadrisepse V-Y uzatma ekstansör mekanizmanın kanlanmasını
bozduğundan, tuberositas tibia osteotomisi de, tespit ve kaynama problemlerine ve patellar
pozisyon bozukluklarına yol açabileceği için tercih edilmelidir (59).
Diz ekstansiyondayken patella everte edilir ve patellofemoral ligament kesilir. Lateral
retinaküler gevşetme yapılır. Femurun medial ve anteriorundan vastus medialis, medial kapsül
ve yüzeyel medial kollateral bağ gevşetilir. Eğer femur ve tibia arasında ankiloz varsa,
osteotomi yapılır. Eklem içi skar dokuları ve fibrozis temizlenir.
Son olarak deneme protezleri çıkartılarak kemik yüzeyleri basınçlı ringer laktat ile
yıkanır. Burada amaç spongioz kemik gözeneklerinin açılması ve kemik çimentosunun
penetrasyonunun kolaylaştırılmasıdır. Kemik çimento arasındaki mikro hareketler bu yolla en
aza indirilerek gevşeme önlenebilir. Kemik çimentosu bir yapıştırıcı özelliğinde değildir.
Protezi tespit edici özelliği, protezin ve kemiğin gözeneklerini doldurup mikroklitleme
sağlamasındadır. Kemik-çimento temasında kilitlemeyi arttırıcı faktörler trabeküllerin iyi
temizlenmesi, çimento penetrasyonunun yeterli olması, çimento uygun kıvamdayken
yerleştirilmesi olarak sayılabilir (60). Çimento spongioz kemiğe 3-4 mm penetre olmalıdır.
36
Tüm komponentler yerleştirildikten sonra diz ekstansiyona getirilmeden bütün fazla
çimentolar temizlenmeli, ve ekstansiyonda ayaktan bastırarak çimentonun sertleşmesi
beklenmelidir. Patella inverte edilir ve patellofemoral uyum kontrol edilir. Patella herhangi bir
destek olmaksızın femoral olukta olmalıdır. Diz bir adet emici dren konulduktan ve katlar
usulüne uygun olarak kapatıldıktan sonra Jones bandajına alınır. Dren çekilinceye kadar
bandaj uygulamasına devam edilir.
KOMPLİKASYONLAR
En sık karşılaşılan komplikasyonlar tromboemboli, gevşeme, instabilite, sepsis,
ekstansör güç kaybı, yetersiz hareket, proteze komşu düzeyde kırık, sempatik distrofi ve
patellar sorunlardır (6).
1- Damar sinir lezyonları: TDA’nde hastaları tromboemboliden korumak için derin
ven trombozu profilaksisi kullanılır. Buna rağmen postoperatif % 1-10 oranında derin ven
trombozu oranı bildirilmiştir. Venografi gibi sensitif teknikler kullanan birçok klinik
çalışmada % 50-70 gibi derin ven trombozu veya % 10 ve daha fazla pulmoner emboli
geliştiği bildirilmiştir (6).
Sinir lezyonları içerisinde en çok peroneal sinir paralizisine rastlanır. Oluş nedeni
öncelikle sinirin gerilmesi, daha seyrek olarak da çevre yumuşak dokulardaki ödem ve
hematom tarafından bası altında bırakılmasıdır (61).
2- Gevşeme: Eğer kemik rezeksiyonu yanlış yapılmadıysa ve dengesizlik yoksa,
gevşeme diye bir sorunun olmaması gerekir. Ayrıca başlangıçta protezin çimentoyla iyi fikse
edilmesi, gevşeme olasılığını azaltır. Öte yandan hasta kemik stoğunun iyi olmaması ve
tibiadan aşırı kemik rezeksiyonu gevşeme oluşumuna neden olabilir (62).
3- İnstabilite ve çıkık: İnstabilite, malalignmenta neden olarak gevşemeye sebep
olabilir. TDA’den sonra instabilite, tibia ile femur veya femur ile patella arasında olabilir.
Tibiofemoral instabilite varus-valgus veya anterior-posterior yönünde olur (63).
4- Sepsis: Romatoid artritli hastalarda daha çok görülür. TDA’nde erken dönem yara
enfeksiyonu % 1-10 arasında rapor edilmiştir. Bu nedenle steril şartlarda çalışılmalı ve iyi bir
profilaksi uygulanmalıdır (6).
37
Ekstansör mekanizmanın enfeksiyon nedeniyle yada çok sayıda revizyon nedeniyle
destrüksiyonu, yumuşak doku örtünmesinde yetersizlik ve çok sayıda reimplantasyona
rağmen başarısız olunan genç hastalarda artrodez en iyi çözümdür (64).
5- Ekstensör güç kaybı: Patella kırığı, patellar tendon kopması ya da tibia tüberkül
ayrılmasıyla oluşabilir.
6- Yetersiz hareket: Eğer dizde 90°’ den az fleksiyon varsa sonuç iyi değil demektir.
Ameliyat sırasında bağlar çok sıkı ise, tibial komponentin polietilen kısmı çok kalınsa diz
fleksiyonu kısıtlı olacaktır. Ama bunlar olmaksızın hastanın koopere olmaması, yetersiz
postoperatif rehabilitasyon gibi nedenlerle de hareket kısıtlı kalabilir. Sürekli pasif hareket
(CPM – Continuous Passive Motion) cihazı postoperatif rehabilitasyonda faydalı olabilir.
7- Kırık: Özellikle suprakondiler femur kırığı sıklıkla görülebilmektedir.
8- Protezde kırık: Nadir de olsa tibial komponentin metal kısmı kırılabilir.
9- Patellar problemler: % 8-35 olguda patellar problem tarif edilmiştir. Bu problemler
subluksasyon, dislokasyon, artiküler yüzde erozyon, kırık, komponent gevşemesi ve ağrıdır
(6).
38
GEREÇ VE YÖNTEMLER
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalına Nisan
1995 ile Haziran 2004 tarihleri arasında müracaat eden 86 hastanın 108 dizine total diz
artroplastisi uygulanmıştır. Bu hastaların 3 tanesinin erken dönemde protezleri çıkartıldığı
için, bu hastalar çalışmaya dahil edilmemiştir. Çalışmadan çıkartılan hastalardan sonra
çalışmaya dahil edilen diz sayısı 105 olmuştur.
Çalışmaya dahil edilen dizlerden 52 tanesinde patellar komponent değiştirilmiş olup
bu hastalar Grup 1, diğer 53 dizde patellar komponent değiştirilmemiş olup bu gruba Grup 2
adı verilmiştir.
Tanı olarak Grup 1’de 48 dizde osteoartrit, 3 dizde romatoid artrit, 1 dizde ise
akromegaliye sekonder osteoartrit, Grup 2’de ise 49 diz osteoartriti, 2 romatoid artrit, 1
posttravmatik artrit, 1 hastada da postenfeksitöz artrit saptandı. Grup-1’deki hastaların 35’ i
kadın, 10’ u erkek olup, 7 hastaya bilateral protez uygulandı. Grup 2’deki hastaların 33’ ü
kadın, 5’ i erkek olup, 15 hastaya bilateral protez uygulandı. Grup 2’de bilateral protez
uygulanan hastaların 12 tanesinin protezleri tek bir operasyonla yerleştirildi. Grup 1’ de en
genç hasta 43 en yaşlısı 82 yaşında olmak üzere ortalama yaş 65 idi. Grup 2’ de ise en genç
hasta 48 en yaşlısı 82 yaşında olmak üzere ortalama yaş 62 idi. Toplam ortalama yaş 64
olarak bulundu.
Hastaların tümü de aynı cerrah tarafından opere edildi (Prof Dr OUC). 1. Gruptaki
hastalardan 5 dize kinematik stabilizer (Kinemax,Biomet, Amerika Birleşik Devletleri), 46
dize kinematik modüler diz protezi (Protek, Hipokrat, Türkiye) ve 1 hastaya da AGC diz
39
protezi (Maxim; Biomet; Amerika Birleşik Devletleri) uygulandı. 2. Gruptaki hastaların
tümüne Scorpio Single Axis Total Knee System (Scorpio, Howmedica, Amerika Birleşik
Devletleri) uygulandı. Kullanılan protezlerin tümü arka çapraz bağı koruyan tiptendi.
Çalışmaya dahil edilen hastalarda patellar yüzey değişimi için belirgin endikasyonlar
kullanılmamıştır. Kliniğimizde ilk yapılan uygulama rutin olarak patellar yüzeyin
değiştirilmesi olurken, daha sonraları hastaların patellar yüzeyleri korunmuştur. Her iki grup
arasındaki cinsiyet ve yaş oranlarının aynı olması iki grubu karşılaştırılabilir kılmıştır.
Her iki gruptaki hastaların preoperatif ve postoperatif fleksiyon ekstansiyon dereceleri
ölçülerek, ameliyat sonrası kazanılan eklem hareket açıklığı karşılaştırıldı.
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’ nda opere edilen tüm
hastaların preoperatif 1 metreden basarak yüklenme pozisyonunda grafileri çekildi.
Değerlendirmede femur ve tibia alignmenti, eklem aralığında daralma, osteofit, kist ve rutin
olarak dizin mekanik aksı değerlendirildi.
Hastalarımızın tümü, preoperatif dahili branşlarca sistemik hastalıklar ve lokal
enfeksiyon odağı açısından ve ağız sağlığı açısından da diş hekimi kontrolünden geçtikten ve
sorunları giderildikten sonra opere edildiler. Preoperatif hastaların hemogloblin değerlerinin
10 g/dl’nin üzerinde olmasına dikkat edildi. Bilateral cerrahi uygulanacak hastalardan
hematoloji konsültasyonu eşliğinde bir ünite otolog kan alındı. Her hastaya postoperatif
dönemde kullanılmak üzere üç ünite kan hazırlandı. Hastalar operasyona karar vermeden önce
yapılacak ameliyat, postoperatif program ve yaşantısı ayrıntıları ile anlatıldı. Varsa klinikte
opere olmuş hastalarla tanıştırıldı ve operasyona kendisinin karar vermesi istendi.
Hastalarımızın tümüne preoperatif 12 saat önceden düşük molekül ağırlıklı heparin
uygulandı. Enfeksiyonu önlemek için hastaların tümü operasyona birinci vaka olarak alındı ve
operasyondan 12 saat ve 30 dakika önce 1gr birinci kuşak sefalosporin uygulandı.
Tüm hastaların ameliyatları midline insizyonla gerçekleştirildi. İnsizyonun distal
bölümünün tüberositas tibianın medialinde bırakılmasına özellikle dikkat edildi. Bu sayede
postopertaif dönemde hastalar çömelme gibi aşırı diz fleksiyonu gereken aktivitelerde
bulunduklarında, insizyon tüberositas tibia tarafından uygulanan basınç ve ağrı engellenmiş
oldu.
Operasyon esnasında patellar yüzey değişimi yapılmayan hastaların patellaları elektro
koter ile çevresel olarak yakılarak parsiyel denervasyon uygulandı.
40
Postoperatif dönemde birinci kuşak sefalosporin ve antikoagulan uygulanmasına
devam edildi. İkinci günde bandajlar açılıp drenler çekildi. Hematoloji konsültasyonu
istenerek kan kayıpları hesaplandı, gerekli transfüzyon ve demir replasmanı uygulandı.
Hastalar tam yük verilerek mobilize edildi, kuadriseps ve hamstring güçlendirici ve eklem
hareket açıklığını artırıcı egzersizlere başlandı. Yine postoperatif ikinci gün egzersizle paralel
olarak hastalara günde üç kez sürekli pasif hareket (CPM) cihazı ile egzersiz uygulandı. İlk
dönemlerde kliniğimizde CPM cihazı bulunmadığından Grup 1’ deki hastalara sadece
egzersiz programı uygulandı.
Hastalar gerekli egzersiz eğitimini aldıktan ve postoperatif egzersiz programlarını
tamamladıktan sonra yara sorunları da yoksa taburcu edildiler.
Ameliyat öncesi ve sonrasında hastaların değerlendirilmesinde, The Knee Society’ nin
önerdiği klinik değerlendirme sistemi kullanılmıştır (5). Bu sistemin avantajı, diz skoru ve
fonksiyonel skorların ayrı ayrı değerlendirilebilmesi ve böylece çok sayıda eklemin tutulduğu
başarılı artroplasti olgularında sonucun olumsuz çıkmasının engellenmesidir.
Diz skoru ağrı, stabilite ve hareket açıklığı ile ilgili üç parametre içermektedir.
Fleksiyon kontraktürü, ekstansiyon kısıtlılığı ve uyum bozukluğu varsa diz skoru
düşmektedir. Bu şekilde uyumu iyi, ağrısız 125° hareketi ve ihmal edilebilir düzeyde anteroposterior ve medio-lateral instabilitesi olan diz 100 puan almaktadır. 85-100 puan mükemmel,
70-84 puan iyi, 60-69 puan orta, 60 puan ve altı kötü olarak değerlendirilmektedir (Tablo 1).
Fonksiyon skoru, yürüme mesafesi ve merdiven inip çıkmayı içermektedir. Hastanın
yürümesine yardımcı olarak kullandığı baston veya yürüteç gibi cihazlar skoru düşüren
parametrelerdir. Yardımcı cihaz kullanmadan sınırsız yürüyebilen ve merdiven inip çıkabilen
bir kişi 100 puan almaktadır (Tablo 1).
Knee Society toplam klinik skoru ise diz ve fonksiyon skorlarının toplanması ile elde
edilmektedir. Her iki gruptaki hastaların diz, fonksiyonel ve toplam klinik skorlar preoperatif
ve postoperatif dönemlerde belirlenerek aradaki farklar ortaya konarak irdelenmiştir. Ayrıca
her iki grup için hastaların preoperatif dönemle postoperatif dönemler arasındaki diz,
fonksiyon ve total klinik skorlarında ne kadar ilerleme olduğu belirlenerek iki grup birbiriyle
karşılaştırılmıştır.
Tüm bu parametrelerin yanı sıra, merdiven çıkma ve sandalyeden kalkma kapasitesi
hastaların diz önü ağrısı olup olmadığını belirlemek üzere incelendi. Merdiven inip çıkma
41
kapasitesi dört evrede incelendi: normal iniş-çıkış, normal çıkış tutunarak iniş, tutunarak inişçıkış merdiveni kullanamama. Sandalyeden kalkma ise tutunarak kalkış ve normal kalkış
olmak üzere iki evrede incelendi. Diz önü ağrısının belirleyicisi olan bu parametreler her iki
grup için preoperatif ve postoperatif olarak belirlenerek karşılaştırıldı.
Ayrıca hastalara postoperatif dönemdeki memnuniyetleri soruldu. Buna göre hastalar
çok iyi, daha iyi, aynı ve daha kötü olmak üzere dört gruba ayrıldı. Her iki gruptaki hastalar
postoperatif dönemdeki memnuniyetlerine göre karşılaştırıldı.
Hastaların postoperatif dönemdeki diz ağrıları da incelendi. Diz ağrısının yeri ve
postoperatif hangi dönemde başladığı sorgulandı ve her iki grup birbiriyle karşılaştırıldı.
Grup 1’deki hastalardan birinde tibianın polietilen insertine karşı malign debris
reaksiyonu gelişti. Bir diğer hastada ise cilt altı sütürlerine karşı yabancı cisim reaksiyonu ve
buna bağlı cilt nekrozu gelişti. Yapılan patolojik incelemede her iki hastada da dev hücreler
içeren granülom ve yabancı cisim reaksiyonu görüldü. Laboratuar incelemelerinde enfeksiyon
belirteçleri negatif bulundu ve tekrar eden kültür sonuçlarında üreme olmadı. Steril yara
akıntısı tüm debridman ve antibiyotik tedavilerine rağmen devam eden bu hastaların protezleri
çıkartılarak, İlizarov eksternal fiksatörü ile diz artrodezi uygulandı. Takiplerde her iki hastada
da yara yeri sorunu olmadı.
Grup 1’deki bir diğer hastada ise açık travmatik diz çıkığı zemininde gelişen
enfeksiyöz osteoartrit mevcuttu. Bu hastada ayrıca immün sistem bozukluğu da saptandı.
Artroplasti öncesi yapılan tetkiklerde Eliza testi (+) tespit edilip alınan kan numuneleri daha
ileri bir merkezde Western-blot yöntemi ile incelenmiş ve HIV (-) olarak teyit edilmiştir.
Sonuçta hastaya posttravmatik enfeksiyon tamamen geçtikten sonra diz artroplastisi
uygulanmıştır. Postoperatif takiplerde hastada tekrar enfeksiyon gelişmesi üzerine, antibiyotik
tedavisi ve debridman yapılmış, akıntının ısrarla devam etmesi üzere, protez çıkartılarak
İlizarov eksternal fiksatörü ile diz artrodezi uygulanmıştır. Son takiplerinde yara yeri
enfeksiyonu tamamen iyileşmiştir.
Yukarıda anlatılan bu üç hasta çalışmaya alınmamıştır.
42
Çalışmamızın istatistiksel bölümü, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Bilgi
İşlem Merkezi’ ndeki Minitab Release 13,32 paket programı (Lisans NO: WCP 1331.00197)
kullanılarak, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı’ nda yapıldı.
Diz skoru, fonksiyonel skor ve hastaların fleksiyon ekstansiyon değerlerinin
ölçümünde parametrik özellikte oldukları için, bağımsız gruplarda t testini kullandık.
Merdiven ve sandalye kapasiteleri, ve hasta memnuniyeti gibi non-parametrik verilerin
ölçümünde ise Kolmogorov Smirnov testi kullanıldı.
Yapılan değerlendirmeler sonucunda p<0,05 değeri anlamlı kabul edildi.
43
Tablo 1. Diz Artroplastisi değerlendirme Formu (5)
Hasta Adı
:
Protokol No :
Hasta Yaşı
:
Protez Tipi :
Taraf R/L
:
Tarih
:
Cerrah
:
Hastanın Sınıflandırılması:
A
: Tek taraflı veya iki taraflı (diğer tarafa başarılın bir artroplasti yapılmıştır)
B
: Tek taraflı, diğer diz semptomatik
C
: Multipl artritli veya tıbben düşkün
AĞRI
FONKSİYON
Yok
50
Yürüyüş
Hafif veya seyrek
45
Serbest
50
Sadece merdivende
40
> 1 km
40
Yürürken ve merdivende
30
500-1000 m
30
Orta derecede
< 500 m
20
Seyrek
20
Ev içinde
10
Devamlı
10
Yürüyemiyor
0
Şiddetli
0
HAREKETLİLİK
Merdiven
5°
: 1 Puan
25
Normal iniş-çıkış
50
Normal çıkış, tutunarak iniş
40
STABİLİTE
Trabzana tutunarak iniş-çıkış
30
Antero-posterior
Trabzanla çıkış, inemeyiş
15
< 5 mm
10
Çıkıp inememe
0
5-10 mm
5
10mm
0
ARA TOPLAM
_______
Medio-lateral
< 5°
15
AZALTAN PUANLAR
6-9°
10
Baston
5
10-14°
5
İki baston
10
15°
0
Koltuk değneği veya yürüteç
20
ARA TOPLAM
________
AZALTANLAR TOPLAMI
_______
AZALTAN PUANLAR
FONKSİYONEL PUAN
_______
Fleksiyon kontraktürü
5-10°
2
10-15°
5
16-20°
10
> 20°
15
Ekstansiyon kaybı
< 10°
5
10-20°
10
> 20°
15
Uyum
5-10°
0
0-4° her derece için 3 puan
11-15° her derece için 3 puan
diğer
20
AZALTANLAR TOPLAMI ______
TOPLAM DİZ PUANI
______
44
BULGULAR
Hastalarımızın takip süresi Grup 1 için ortalama 42.1 ay (80-18), Grup 2 için ise
ortalama 17,2 ay (28-10) olarak bulunmuştur.
Tüm hastalarda preoperatif ortalama toplam klinik skor 86,6 puan (en az 15 en çok
120 puan) olarak bulunurken, ortalama preoperatif diz skoru 37,8 puan (en az 0 en çok 60
puan) ve ortalama fonksiyon skoru 48,7 puan (en az 15 en çok 60 puan) olarak tespit
edilmiştir.
Son takip esnasında tespit edilen ortalama postoperatif toplam klinik skor ortalama
172,5 puan (en az 133 en çok 199 puan) olarak bulunmuştur. Postoperatif ortalama diz skoru
86,8 puan (en az 68 en çok 100 puan) iken postoperatif ortalama fonksiyon skoru 85,7 puan
(en az 65 en çok 100 puan) olarak tespit edilmiştir. ‘Knee Society’ klinik skorları % 199, diz
skorları % 229 ve fonksiyon skorları % 178 ilerlemiştir. Sonuç olarak total diz artroplastisi
bizce de ağrı ve fonksiyon konularında dramatik bir gelişme sağlamaktadır.Hastaların
preoperatif ve postoperatif ortalama toplam klinik, diz ve fonksiyon skorları Tablo 2’ de
verilmiştir.
Tablo 2. Tüm hastaların preoperatif ve postoperatif ortalama toplam klinik, diz ve
fonksiyon skorları
Skorlama
Preoperatif
Postoperatif
Toplam klinik skor
86,6 (15-120)
172,5 (133-199)
Diz skoru
37,8 (0-60)
86,8 (68-100)
Fonksiyon skoru
48,7 (15-60)
85,7 (65-100)
45
Grup 1 için ortalama toplam klinik skor preoperatif 84,9 puan (en az 15 en çok 108
puan), postoperatif ise 172 puan (en az 133 en çok 196 puan) olarak tespit edilmiştir.
Preoperatif ortalama diz skoru 35,1 puan (en az 0 en çok 48 puan) postoperatif ortalama diz
skoru ise 87,1 puan (en az 68 puan en çok 96 puan) olarak bulunmuştur. Preoperatif ortalama
fonksiyon skoru ise 49,8 puan iken (en az 15 en çok 60 puan) postoperatif ortalama diz skoru
84,9 puan (en az 65 puan en çok 100 puan) olmuştur.
Grup 2 için ise ortalama toplam klinik skor preoperatif 88,2 puan (en az 29 en çok 120
puan), postoperatif ise 173 puan (en az 145 en çok 199 puan) olarak tespit edilmiştir.
Preoperatif ortalama diz skoru 40,3 puan (en az 9 en çok 60 puan) postoperatif ortalama diz
skoru ise 86,6 puan (en az 72 puan en çok 100 puan) olarak bulunmuştur. Preoperatif ortalama
fonksiyon skoru ise 47,8 puan iken (en az 20 en çok 60 puan) postoperatif ortalama diz skoru
86,4 puan (en az 70 puan en çok 100 puan) olmuştur. Tablo 3 Grup 1 ve Grup 2’ deki
hastaların preoperatif ve postoperatif sonuçlarını göstermektedir.
Knee Society postoperatif toplam klinik skor (p=0,946), diz skoru (p=.0,589) ve
fonksiyonel skorlar (p=0,598) göz önüne alındığında her iki grup arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark saptanamamıştır.
Tablo 3. Gruplara göre hastaların ortalama skorları
Skorlama
Preoperatif toplam
klinik skor
Postoperatif toplam
klinik skor
Postoperatif diz
skoru
Postoperatif
fonksiyon skoru
Grup 1
Grup 2
p değeri
84,9 (15-108)
88,2 (29-120)
0,652
172 (133-196)
173 (145-199)
0,946
87,1 (68-96)
86,6 (72-100)
0,589
84,8 (65-100)
86,4 (70-100)
0,598
İstatistiksel yöntem: t testi
Postoperatif olarak elde edilen toplam klinik skordaki ilerleme Grup 1 için ortalama
87,2 puan (en az 57 en çok 118 puan), Grup 2 için ise ortalama 86,1 puan (en az 49 en çok
119 puan) olmuştur. Diz skoru için toplam ilerleme ortalama olarak Grup 1 için 52,1 puan (en
46
az 33 en çok 74 puan), Grup 2 için ise 45,7 puan (en az 24 en çok 69 puan) olmuştur.
Fonksiyon skoru için ise toplam ilerleme ortalama olarak Grup 1 için 35,1 puan (en az 10 en
çok 55 puan), Grup 2 için 38,8 puan (en az 15 en çok 60 puan) olmuştur. Grup 1 ve Grup 2
hastalar karşılaştırıldığında, diz skoru için, Grup 1 hastalardaki ilerleme , fonksiyon skoru için
ise Grup 2 hastalardaki ilerleme istatistiksel olarak daha iyi olurken, toplam klinik skordaki
ilerleme her iki grup arasında anlamlı bir fark oluşturmamıştır. (toplam klinik skor için p=
0,35, diz skoru için p= 0,01 ve fonksiyon skoru için p= 0,01). Gruplara göre skorda kazanılan
ilerleme Tablo 4’ te gösterilmektedir.
Tablo 4. Gruplara göre hastaların skorlarında sağlanan ilerleme
Skorlama
Toplam klinik
skordaki ilerleme
Diz skorundaki
ilerleme
Fonksiyon
skorundaki
ilerleme
Grup 1
Grup 2
p değeri
87,2 (57-118)
86,1 (49-119)
0,35
52,1 (33- 74)
45,7 (24- 69)
0,01
35,1 (10- 55)
38,8 (15-60)
0,01
İstatistiksel yöntem: t testi
Preoperatif olarak Grup 1’ deki 40 hasta ve Grup 2’ deki 40 hastada diz önü ağrısı
saptandı. Bu hastalar göz önüne alındığında, postoperatif total klinik skor (Grup 1 için
ortalama 171,9, Grup 2 için ortalama 169 puan), postoperatif diz skoru (Grup 1 için ortalama
86,5, Grup 2 için ortalama 84,3 puan) ve postoperatif fonksiyon skorları (Grup 1 için ortalama
85,4, Grup 2 için ortalama 84,7 puan) arasında her iki grup arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark saptanamamıştır (toplam klinik skor için p=0,81, diz skoru için p= 0,53 ve
fonksiyon skoru için p= 0,6). Diz önü ağrısı olan hastaların gruplara göre skorları Tablo 5’ te
gösterilmiştir.
47
Tablo 5. Preoperatif dönemde diz önü ağrısı olan hastaların postoperatif skorları
Skorlama
Postoperatif
toplam klinik skor
Postoperatif diz
skoru
Postoperatif
fonksiyon skoru
Grup 1
Grup 2
p değeri
171,9
169
0,81
86,5
84,3
0,53
85,4
84,7
0,60
İstatistiksel yöntem: t testi
Eklem hareket açıklığına bakılacak olursa tüm hastalar için preoperatif ortalama 84°
olan eklem hareket açıklığı postoperatif dönemde ortalama 106° bulunmuştur. Grup 1’ deki
hastaların preoperatif ortalama eklem hareket açıklığı 81 derece iken, postoperatif son
kontrollerde ortalama eklem hareket açıklığı 103,7 derece olarak ölçülmüştür. Grup 2’ deki
hastaların preoperatif ortalama eklem hareket açıklığı 86,8 derece iken, postoperatif son
kontrollerde ortalama eklem hareket açıklığı 109,2 derece olarak ölçülmüştür. Grup 2’ deki
hastaların postoperatif eklem hareket açıklıkları istatistiksel olarak anlamlı şekilde Grup 1’
deki hastalardan daha fazla bulunmuştur. (p= 0,006). Hastaların preoperatif ve postoperatif
ortalama eklem hareket açıklıklarının gruplara göre dökümü Tablo 6’ da verilmiştir.
Tablo 6. Gruplara göre hastaların eklem hareket açıklıkları
Eklem hareket
açıklığı
Preoperatif eklem
hareket açıklığı
Postoperatif eklem
hareket açıklığı
Grup 1
Grup 2
81°
86,8
P değeri
p = 0,006
103,7
109,2
İstatistiksel yöntem: t testi
Hastaların operasyon sonrası memnuniyeti göz önüne alındığında Grup 1’ deki
hastalardan 42 hasta durumlarının ameliyat öncesine göre çok daha iyi, 8 hasta iyi, 2 hasta
aynı olduklarını belirtmişlerdir. Grup 2’ deki hastalardan ise 46 hasta durumlarının ameliyat
48
öncesine göre çok daha iyi, 4 hasta iyi, 3 hasta aynı olduklarını belirtmişlerdir. İki grup
postoperatif hasta memnuniyeti açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulunamamıştır (p=0,62). Postoperatif hasta memnuniyetleri her iki grup için Tablo 7’ de
gösterilmiştir.
Tablo 7. Her iki grup için postoperatif hasta memnuniyetleri
Grup
Çok iyi
İyi
Aynı
Daha kötü
Grup 1
42
8
2
-
Grup 2
46
4
3
-
p değeri
0,62
İstatistiksel yöntem: Kolmogorov-Smirnov testi
Patellofemoral fonksiyonun değerlendirilmesinde ise iki sübjektif parametreden
faydalanıldı. Bunun için merdiven inip-çıkabilme kapasitesinden ve sandalyeden kalkma
şeklinden faydalanıldı. Grup 1 için postoperatif dönemde 10 hasta (% 20) merdivenleri
normal inip çıkabiliyordu, 38 hasta (% 73) normal çıkıp tutunarak iniyor, 4 hasta (% 7)
tutunarak inip çıkıyordu Grup 2 için ise 17 hasta (% 32) merdivenleri normal inip çıkarken,
33 hasta (% 63) normal çıkıp tutunarak iniyor, 3 hasta (% 5) tutunarak inip çıkıyordu. Her iki
grupta da postoperatif dönemde merdiven kullanamayan hasta bulunmamaktadır.
Sandalyeden kalkarken ise Grup 1’ de 38 hasta (% 73) sandalye kenarlarına tutunarak
kalkarken 14 hasta (% 27) serbest olarak, tutunmadan sandalyeden kalkabilmekteydi. Grup 2
için ise 38 hasta (% 72) sandalye kenarlarına tutunarak kalkarken 15 hasta (% 28) serbest
olarak, tutunmadan sandalyeden kalkabilmekteydi. Her iki grup patellofemoral fonksiyon
açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark elde edilememiştir (merdiven
kapasitesi için p= 0,057, sandalyeden kalkış için p= 0,874). Hastaların gruplara göre merdiven
kapasiteleri Tablo 8’ de gösterilmiştir.
49
Tablo 8. Hastaların merdiven kapasitelerinin gruplara göre dağılımı
Normal çıkış
tutunarak
iniş
38 (% 73)
Tutunarak
iniş çıkış
4 (% 7)
Merdiven
kullanamama
-
p değeri
Grup 1
Normal iniş
çıkış
10 (% 20)
Grup 2
17 (% 32)
33 (% 63)
3 (% 5)
-
p= 0,057
Grup
İstatistiksel yöntem: Kolmogorov-Smirnov testi
Postoperatif yapılan son kontrollerde hastaların ağrıları sorgulandı ve ağrının yerini
lokalize etmesi istendi. Son kontrollerde Grup 1’ de 44 hastada (% 83) ve Grup 2’ deki 46
hastada (% 87) hiç ağrı yoktu. Grup 1’ den 8 hastada (% 17) ve Grup 2’ den 7 hastada (% 13)
zaman zaman görülen ve bazen de analjezik ihtiyacı doğuran hafif bir diz önü ağrısı mevcuttu.
Grup 1 ve Grup 2’ deki hastaların diz önü ağrısı prevalansı açısından preoperatif (p=
0,860) ve postoperatif (p= 0,750) olarak istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanamamıştır.
105 dizden 80 tanesinde preoperatif olarak belirgin diz önü ağrısı mevcut iken bunlardan 68
hastanın (% 85) ağrısı operasyonla beraber geçmiştir.
Grup 1’ de 8 hastada (% 17), postoperatif diz önü ağrısı saptanmıştır, ancak bunlardan
7 hastanın (% 88) diz önü ağrısı preoperatif dönemde de bulunmaktaydı. Bu nedenle Grup 1’
de görülen 8 postoperatif diz önü ağrısının 1 tanesi (% 12) operasyon sonrası yeni gelişmişti.
Grup 2’ de ise 7 hastada (% 13), postoperatif diz önü ağrısı saptanmıştır, ancak bunlardan 6
hastanın (% 85) diz önü ağrısı preoperatif dönemde de bulunmaktaydı. Bu nedenle Grup 2’ de
görülen 7 postoperatif diz önü ağrısının da 1 tanesi (% 15) operasyon sonrası yeni gelişmişti.
Her iki grup arasında yeni gelişen diz önü ağrısı sayısı karşılaştırıldığında da istatistiksel
olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (p= 0,53).
Tüm komponentlerin yerleştirilmesinden sonra, peroperatif değerlendirme esnasında
patellanın herhangi bir destek almaksızın femoral olukta yer alması gereklidir. Bu hareket
esnasında patellanın sublukse veya disloke olması durumunda lateral retinaküler gevşetme
yapılır. Subluksasyon veya dislokasyon tespit edilen 7 dize lateral retinaküler gevşetme
50
uygulandı. Lateral gevşetme esnasında patellar dolaşımı mümkün olduğunca koruyabilmek
için superior geniküler arteri görerek ve zarar vermeden gevşetme yapıldı.
Ayrıca hastaların gruplara göre preoperatif ve postoperatif diz skoru, fonksiyonel skor
ve total klinik skorlarına göre dağılımları ve diz önü ağrıları ile preoperatif ve postoperatif
fleksiyon dereceleri ve ekstansiyon kayıpları Tablo 9 ve Tablo 10’ da gösterilmiştir.
51
Olgularımızdan Örnekler
Örnek 1
FD 58 yaşında, kadın hasta, ev hanımı. Protokol no: 388 (Tablo 9, olgu sıra no 10).
Yaklaşık 29 yıldır sol dizi daha fazla olmak üzere her iki dizinde ağrı tarifleyen hasta
son zamanlarda merdiven inip çıkmada ve yol yürümede yaşadığı zorlukların arttığından
yakınıyor. Fizik muayenede sol diz fleksiyonu 85°, ekstansiyon kaybı yok, preoperatif diz önü
ağrısı mevcut. Preoperatif diz skoru 37, fonksiyon skoru 60. Hastanın preoperatif grafileri
Resim 1’ de gösterilmiştir.
Resim 1. Örnek 1’ deki hastanın preoperatif ön arka ve yan grafileri
Hastanın sağ dizine total diz artroplastisi uygulandı. Patellar komponent değiştirildi.
Postoperatif komplikasyon yaşanmadı. Hastanın son kontrolü postoperatif 41. ayda yapıldı.
Bu kontrolde hastanın diz skoru 88, fonksiyon skoru 90 olarak saptandı. Diz önü ağrısı yok.
Postoperatif memnuniyeti iyi. Merdiven inip çıkmada ve sandalyeden kalkmada sorun
yaşamıyor. Fleksiyonu 95°, ekstansiyon kaybı yok. Hastanın erken postoperatif ve son
takipteki grafileri Resim 2 ve Resim 3’ de gösterilmiştir.
52
Resim 2. Örnek 1’ deki hastanın erken postoperatif grafileri
Resim 3. Örnek 1’ deki hastanın son takip grafileri
53
Örnek 2
SA 75 yaşında, kadın hasta, ev hanımı. Protokol no: 3710 (Tablo 9, olgu sıra no 15).
Yaklaşık 15 yıldır her iki dizinde ağrısı olan hastanın, ağrısı son yıllarda artış
göstermiş ve günlük aktivitelerini etkilemeye başlamış. Fizik muayenede sağ diz fleksiyonu
90°, ekstansiyon kaybı 10°, preoperatif diz önü ağrısı mevcut. Preoperatif diz skoru 41,
fonksiyon skoru 30. Hastanın preoperatif grafileri Resim 4’ de gösterilmiştir.
Resim 4. Örnek 2’ deki hastanın preoperatif ön arka ve yan grafileri
Hastanın sağ dizine total diz artroplastisi uygulandı. Patellar komponent değiştirildi.
Postoperatif komplikasyon yaşanmadı. Hastanın son kontrolü postoperatif 49. ayda yapıldı.
Bu kontrolde hastanın diz skoru 88, fonksiyon skoru 80 olarak saptandı. Diz önü ağrısı yok.
Postoperatif memnuniyeti çok iyi. Merdiven inip çıkmada ve sandalyeden kalkmada sorun
yaşamıyor. Fleksiyonu 95°, ekstansiyon kaybı yok. Hastanın erken postoperatif ve son
takipteki grafileri Resim 5 ve Resim 6’ da gösterilmiştir.
54
Resim 5. Örnek 2’ deki hastanın erken postoperatif grafileri
Resim 6. Örnek 2’ deki hastanın son takip grafileri
55
Örnek 3
ZÖ 60 yaşında, kadın hasta, ev hanımı. Protokol no: 2265 (Tablo 10, olgu sıra no 47).
Yaklaşık 7-8 yıldır her iki dizinde ağrısı olan hastaya 5 yıl önce sağ dizine artroskopik
diz cerrahisi uygulanmış ve hasta rahatlamış. Sol dizinde de ağrıları olan hastanın, ağrısı son
dönemde artış göstermiş ve günlük aktivitelerini etkilemeye başlamış. Fizik muayenede sol
diz fleksiyonu 90°, ekstansiyon kaybı 20°, preoperatif diz önü ağrısı mevcut. Preoperatif diz
skoru 45, fonksiyon skoru 50. Hastanın preoperatif grafileri Resim 7’ de gösterilmiştir.
Resim 7. Örnek 3’ deki hastanın preoperatif ön arka, yan ve tanjansiyel grafileri
Hastanın sol dizine total diz artroplastisi uygulandı. Patellar komponent değiştirilmedi.
Postoperatif komplikasyon yaşanmadı. Hastanın son kontrolü postoperatif 11. ayda yapıldı.
Bu kontrolde hastanın diz skoru 90, fonksiyon skoru 90 olarak saptandı. Diz önü ağrısı yok.
Postoperatif memnuniyeti çok iyi. Merdiven inip çıkmada ve sandalyeden kalkmada sorun
yaşamıyor. Fleksiyonu 105°, ekstansiyon kaybı 5°. Hastanın erken postoperatif ve son
takipteki grafileri Resim 8 ve Resim 9’ da gösterilmiştir.
56
Resim 8. Örnek 3’ deki hastanın erken postoperatif grafileri
Resim 9. Örnek 3’ deki hastanın son takip grafileri
57
Örnek 4
HÖ 71 yaşında, kadın, ev hanımı. Protokol no: 59652 (Tablo 10, olgu sıra no 43).
Son 10 yıldır her iki dizinde sürekli olarak artan diz ağrısı olan hastanın ağrısının son
dönemlerde günlük aktivitelerini etkileceyecek düzeyde olması nedeni ile hastaya bilateral
total diz artroplastisi uygulanmasına karar verilmiş. Fizik muayenede sol diz fleksiyonu 95°,
Resim 10. Örnek 4’ deki hastanın sağ diz preoperatif ön arka,tanjansiyel ve yan grafileri
Resim 11. Örnek 4’ deki hastanın sol diz preoperatif ön arka,tanjansiyel ve yan grafileri
58
ekstansiyon kaybı 10°, preoperatif diz önü ağrısı mevcut. Preoperatif diz skoru 31, fonksiyon
skoru 55. Sağ diz fleksiyonu 90°, ekstansiyon kaybı 5°, preoperatif diz önü ağrısı mevcut.
Preoperatif diz skoru 32, fonksiyon skoru 40. Hastanın preoperatif grafileri Resim 10 ve11’
de gösterilmiştir.
Hastaya bilateral total diz artroplastisi uygulandı. Patellar komponent
değiştirilmedi. Postoperatif komplikasyon yaşanmadı. Hastanın son kontrolü postoperatif 12.
ayda yapıldı. Bu kontrolde hastanın soldiz diz skoru 79, fonksiyon skoru 85, sağ diz diz skoru
87, fonksiyon skoru 85 olarak saptandı. Diz önü ağrısı yok. Postoperatif memnuniyeti çok iyi.
Merdiven inip çıkmada ve sandalyeden kalkmada sorun yaşamıyor. Fleksiyonu her iki diz için
115°, ekstansiyon kaybı yok. Hastanın erken postoperatif ve son takipteki grafileri Resim 12,
13 ve 14’ de gösterilmiştir.
Resim 12: Örnek 4’ deki hastanın erken postoperatif grafileri
59
Resim 13: Örnek 4’ deki hastanın sağ dizinin son takip grafileri
Resim 14: Örnek 4’ deki hastanın sol dizinin son takip grafileri
60
Tablo 9. Grup 1’ deki hastaların diz, fonksiyon skorları, diz önü ağrısı ve fleksiyon ekstansiyon dercelerinin dökümü
Sıra
No
Prot.
No
Ad
Soyad
Yaş
T.
Cin.
1
23812
R
NE
60
K
2
9957
R
HEF
65
3
9957
L
HEF
4
15982
L
5
20417
6
Tak.
(Ay)
Preop. Skor
Postop. Skor
Diz Önü Ağrısı
Preop.
Postop.
61
Diz
Fon.
Diz
Fon.
Preop
Postop.
Fle.
Eks.
Fle.
Eks.
48
34
60
83
90
var
yok
80
-5
95
0
K
49
30
55
90
90
var
yok
90
-5
110
0
65
K
49
32
55
95
85
yok
var
85
-5
105
0
NK
62
K
44
43
60
80
85
var
yok
90
-10
115
0
L
MU
73
E
18
41
45
90
80
var
yok
80
-5
90
0
9480
R
FD
76
K
53
28
40
95
80
var
yok
75
-10
100
0
7
12434
L
AG
65
K
20
31
55
90
85
yok
yok
80
-5
115
0
8
12084
R
HK
54
E
20
22
45
80
80
var
var
95
-10
95
-5
9
2657
R
AE
43
K
57
23
55
82
65
var
var
90
-5
95
0
10
388
L
FD
58
K
41
37
60
88
90
var
yok
85
0
95
0
11
8446
L
AA
72
E
42
23
55
91
90
var
yok
90
-5
110
0
12
2511
R
Nİ
66
K
61
47
55
85
90
var
var
85
-5
105
0
13
5179
R
EG
55
K
69
41
45
96
85
yok
yok
80
-10
110
0
14
3780
L
HG
55
K
46
32
45
85
85
yok
yok
75
0
90
0
15
3710
R
SA
75
K
49
41
30
88
80
var
yok
90
-10
95
0
Açıklamalar: Prot: Protokol, T: Taraf, Cin: Cinsiyet, Tak: Takip, Preop: Preoperatif, Fon: Fonksiyon, Postop: Postoperatif, Fle: Fleksiyon, Eks: Ekstansiyon
Tablo 9’ un devamı
Sıra
No
Prot.
No
Ad
Soyad
Yaş
T.
Cin.
16
3710
R
SA
75
K
17
9586
R
ŞP
55
18
6939
R
EK
19
2045
R
20
6019
21
Tak.
(Ay)
Preop. Skor
Postop. Skor
Diz Önü Ağrısı
Preop.
Postop.
62
Diz
Fon.
Diz
Fon.
Preop
Postop
Fle.
Eks.
Fle.
Eks.
42
42
30
90
85
var
yok
95
-5
100
0
K
65
31
45
75
85
var
yok
90
-10
95
0
72
K
66
36
60
90
80
var
yok
80
-5
100
0
FB
75
K
45
30
55
90
95
var
var
90
-5
115
-5
R
SÖ
64
K
69
47
55
83
85
var
yok
85
-5
100
0
17869
L
SE
58
E
52
24
55
95
90
yok
yok
90
-10
105
0
22
21545
L
RA
59
K
34
38
60
95
90
yok
yok
85
-5
90
0
23
24830
R
FY
67
K
36
29
55
86
90
yok
yok
95
-15
115
0
24
24653
L
EK
75
K
38
48
60
90
90
var
yok
90
0
115
-5
25
17556
R
ZT
60
K
39
32
45
83
85
var
yok
85
-5
110
0
26
13815
R
AÖ
55
K
46
47
60
84
80
var
var
85
0
95
0
27
2576
L
MD
67
E
38
34
55
81
80
var
yok
90
-5
95
0
28
29509
L
YE
64
K
37
39
45
91
80
yok
yok
90
0
105
0
29
29509
R
YE
64
K
33
42
50
90
85
var
yok
85
-5
115
0
30
25340
R
SG
72
E
37
43
55
86
85
var
yok
90
0
105
0
Açıklamalar: Prot: Protokol, T: Taraf, Cin: Cinsiyet, Tak: Takip, Preop: Preoperatif, Fon: Fonksiyon, Postop: Postoperatif, Fle: Fleksiyon, Eks: Ekstansiyon
Tablo 9’ un devamı
Sıra
No
Prot.
No
Ad
Soyad
Yaş
T.
Cin.
31
25340
L
SG
72
E
32
28310
L
GE
69
33
11809
R
HAK
34
11809
L
35
33681
36
Tak.
(Ay)
Preop. Skor
Postop. Skor
Diz Önü Ağrısı
Preop.
Postop.
63
Diz
Fon.
Diz
Fon.
Preop
Postop
Fle.
Eks.
Fle.
Eks.
36
43
55
84
85
yok
yok
90
0
100
0
K
48
37
50
90
85
var
yok
85
-5
110
0
74
K
35
25
50
90
90
var
yok
90
-10
100
0
HAK
74
E
34
35
50
88
90
var
yok
85
-5
95
0
L
SG
62
E
28
34
50
87
85
var
yok
80
-5
110
-5
33681
R
SG
62
K
80
33
50
91
80
yok
yok
90
0
105
0
37
33862
L
BB
64
K
60
40
55
92
95
var
yok
85
0
120
0
38
7176
R
AÜ
65
E
38
28
45
80
85
var
yok
75
-10
100
0
39
6375
L
FE
72
K
32
44
55
96
90
var
yok
90
0
100
0
40
4311
R
FD
64
K
28
27
45
91
85
var
yok
90
-5
105
0
41
3887
R
SG
68
K
34
32
45
90
90
var
yok
90
0
105
0
42
1495
R
MT
72
E
57
37
55
83
75
var
yok
85
0
100
0
43
34544
L
KG
67
K
27
48
50
94
85
var
yok
90
-5
120
0
44
4892
R
MT
69
K
38
32
50
90
80
yok
yok
85
-10
105
0
45
43612
R
RE
65
K
41
48
55
93
90
var
yok
90
-5
110
0
Açıklamalar: Prot: Protokol, T: Taraf, Cin: Cinsiyet, Tak: Takip, Preop: Preoperatif, Fon: Fonksiyon, Postop: Postoperatif, Fle: Fleksiyon, Eks: Ekstansiyon
Tablo 9’ un devamı
64
Sıra
No
Prot.
No
Ad
Soyad
Yaş
T.
Cin.
46
91909
L
RE
66
K
47
23015
L
RY
82
48
57582
L
GP
49
58864
L
50
79108
51
52
Tak.
(Ay)
Preop. Skor
Postop. Skor
Diz Önü Ağrısı
Preop.
Postop.
Diz
Fon.
Diz
Fon.
Preop
Postop
Fle.
Eks.
Fle.
Eks.
30
47
45
80
85
var
var
105
-10
120
0
K
40
37
60
88
95
var
yok
100
-15
110
-5
54
K
37
47
45
80
85
var
yok
100
0
120
0
ŞB
60
K
36
0
15
68
65
var
yok
45
-5
90
0
R
ZS
61
K
31
43
55
96
100
var
var
105
-5
115
0
18391
L
NB
68
K
29
0
15
74
65
yok
yok
80
-15
100
0
95970
R
AG
69
K
29
45
50
80
85
var
yok
80
-25
100
-5
Açıklamalar: Prot: Protokol, T: Taraf, Cin: Cinsiyet, Tak: Takip, Preop: Preoperatif, Fon: Fonksiyon, Postop: Postoperatif, Fle: Fleksiyon, Eks: Ekstansiyon
Tablo 10. Gru 2’ deki hastaların diz, fonksiyon skorları, diz önü ağrısı ve fleksiyon ekstansiyon derecelerinin dökümü
Sıra
No
Prot.
No
Ad
Soyad
Yaş
T.
Cin.
1
27799
L
HÖ
69
E
2
125179
R
AP
69
3
61186
L
NG
4
61186
R
5
98665
6
Tak.
(Ay)
Preop. Skor
Postop. Skor
Diz Önü Ağrısı
Preop.
Postop.
65
Diz
Fon.
Diz
Fon.
Preop
Postop
Fle.
Eks.
Fle.
Eks.
28
35
60
96
100
var
yok
85
-20
115
0
E
20
60
60
95
100
var
yok
95
0
105
0
66
K
25
25
55
99
100
yok
yok
90
-5
100
0
NG
67
K
19
40
55
86
90
var
yok
90
-10
100
0
R
HH
65
K
18
37
40
91
85
var
yok
90
-5
125
0
98665
L
HH
65
K
27
39
40
79
80
var
yok
95
-12
125
0
7
94227
L
MÇ
60
K
24
31
45
78
80
var
var
90
-17
125
0
8
72943
L
NT
73
K
26
56
45
83
80
yok
var
90
-15
95
-5
9
104554
L
SG
64
K
25
38
40
90
80
yok
yok
100
-10
105
0
10
34520
L
SB
65
K
24
22
45
75
70
yok
yok
95
-10
125
0
11
94919
L
GK
51
K
15
36
40
90
90
var
yok
100
0
120
0
12
94919
R
GK
50
K
24
50
60
84
90
var
yok
90
-15
95
0
13
8454
R
MÖ
58
K
23
38
45
85
80
var
yok
95
-10
105
0
14
107676
R
HA
57
K
24
47
60
88
90
var
yok
90
0
115
0
15
113863
L
ME
60
K
23
40
55
83
85
var
yok
85
0
105
Açıklamalar: Prot: Protokol, T: Taraf, Cin: Cinsiyet, Tak: Takip, Preop: Preoperatif, Fon: Fonksiyon, Postop: Postoperatif, Fle: Fleksiyon, Eks: Ekstansiyon
Tablo 10’ un devamı
66
Sıra
No
Prot.
No
Ad
Soyad
Yaş
T.
Cin.
16
103639
R
FK
63
K
17
119384
L
NC
60
18
35489
L
FU
19
41383
L
20
11720
21
22
Tak.
(Ay)
Preop. Skor
Postop. Skor
Diz Önü Ağrısı
Preop.
Postop.
Diz
Fon.
Diz
Fon.
Preop
Postop
Fle.
Eks.
Fle.
Eks.
22
19
50
72
80
var
yok
90
-20
95
-5
K
22
35
45
89
90
yok
var
105
0
125
0
49
K
20
29
45
78
80
var
yok
100
-11
110
0
HK
69
K
19
9
20
78
70
var
var
80
-20
90
-5
R
NA
71
K
19
46
55
70
80
var
var
90
-5
90
-5
27503
L
NS
73
K
19
48
40
86
80
yok
yok
95
-5
115
0
R
VI
72
K
19
55
45
85
85
var
yok
90
0
95
0
23
13451
7
2265
R
AY
61
K
18
55
60
99
100
var
yok
100
-10
115
0
24
1794
L
HY
54
K
18
45
50
91
90
var
yok
90
-5
125
0
25
139634
L
SD
74
K
15
47
55
82
85
yok
yok
95
-10
110
0
26
139634
R
SD
74
K
15
47
60
87
80
yok
yok
95
-5
120
0
27
107747
L
AİS
75
E
15
38
40
91
95
var
yok
100
-5
115
0
28
107747
R
AİS
75
E
15
32
40
91
85
var
yok
100
-5
110
0
29
103623
L
HG
57
K
15
41
47
84
80
var
yok
95
-10
110
0
30
107747
R
HG
57
K
15
33
45
87
80
var
yok
100
-10
105
0
Açıklamalar: Prot: Protokol, T: Taraf, Cin: Cinsiyet, Tak: Takip, Preop: Preoperatif, Fon: Fonksiyon, Postop: Postoperatif, Fle: Fleksiyon, Eks: Ekstansiyon
Tablo 10’ un devamı
Sıra
No
Prot.
No
Ad
Soyad
Yaş
T.
Cin.
31
57109
R
AE
58
K
32
57109
L
AE
58
33
122056
R
ND
34
56177
R
35
56177
36
Tak.
(Ay)
Preop. Skor
Postop. Skor
Diz Önü Ağrısı
Preop.
Postop.
67
Diz
Fon.
Diz
Fon.
Preop
Postop
Fle.
Eks.
Fle.
Eks.
15
21
20
73
80
yok
yok
90
-5
110
0
K
15
21
20
79
80
var
yok
105
-5
110
0
70
K
15
37
45
90
85
var
yok
75
0
90
0
HN
56
K
13
50
50
90
95
var
yok
80
0
95
0
L
HN
56
K
13
45
50
90
90
var
yok
105
0
120
0
13101
R
GA
62
K
14
44
45
79
85
yok
var
100
0
115
0
37
13101
L
GA
62
K
14
45
55
86
95
var
yok
95
0
115
0
38
2881
L
GO
65
K
13
52
50
94
90
var
yok
90
-20
100
-5
39
2881
R
GO
65
K
13
50
50
94
90
var
yok
90
-15
100
-5
40
136099
R
FG
56
K
12
37
45
90
85
yok
yok
95
-5
120
0
41
136099
L
FG
56
K
12
30
45
86
85
yok
yok
100
-10
120
0
42
59652
L
HÖ
71
K
12
31
55
79
85
var
yok
95
-10
115
0
43
59652
R
HÖ
71
K
12
32
40
77
85
var
yok
90
-5
115
0
44
86164
L
NG
63
K
12
41
40
83
80
var
var
90
-10
95
0
45
86164
R
NG
63
K
12
41
45
88
85
var
yok
90
-15
95
-5
Açıklamalar: Prot: Protokol, T: Taraf, Cin: Cinsiyet, Tak: Takip, Preop: Preoperatif, Fon: Fonksiyon, Postop: Postoperatif, Fle: Fleksiyon, Eks: Ekstansiyon
Tablo 10’ un devamı
Sıra
No
Prot.
No
Ad
Soyad
Yaş
T.
Cin.
46
81785
R
SK
63
K
47
74700
L
ZÖ
60
48
77706
L
MÖ
49
77706
R
50
2403
51
Tak.
(Ay)
Preop. Skor
Postop. Skor
Diz Önü Ağrısı
Preop.
Postop.
68
Diz
Fon.
Diz
Fon.
Preop
Postop
Fle.
Eks.
Fle.
Eks.
11
54
60
95
75
var
var
100
-5
105
0
K
11
45
50
90
90
var
yok
90
-20
105
-5
82
K
10
40
50
83
90
var
yok
100
0
110
0
MÖ
82
K
10
47
50
86
90
var
yok
100
0
125
0
L
AK
60
K
10
57
55
100
95
yok
yok
100
-10
115
0
2403
R
AK
60
K
10
54
60
97
95
yok
yok
95
-5
115
0
52
28275
R
NG
48
E
20
53
60
94
100
var
yok
100
0
125
0
53
70462
R
AM
75
E
24
41
50
95
90
var
yok
105
-5
125
0
Açıklamalar: Prot: Protokol, T: Taraf, Cin: Cinsiyet, Tak: Takip, Preop: Preoperatif, Fon: Fonksiyon, Postop: Postoperatif, Fle: Fleksiyon, Eks: Ekstansiyon
TARTIŞMA
Diz osteoartriti, eklem kıkırdağının dejenerasyonu ile karakterize orta yaş sonrası
görülen ağrı ve fonksiyon kusuru yaratan önemli, sık rastlanılan bir hastalıktır. Diz osteoartriti
daha çok ileri yaşlarda görülmesi ve kondrositlerde yaşa bağlı olarak gözlenen değişimler,
osteoartritin ilerlemesindeki yaş faktörünü ortaya koymaktadır. Ancak eklem kıkırdağının bu
dejenerasyonu ve kondrositlerdeki değişim sadece yaşa veya mekanik yıpranmaya bağlı
değildir. Aşırı aksiyel ve torsiyonel yüklenmeler de eklem dejenerasyon riskini arttırmaktadır.
Sonuç olarak dejeneratif eklem hastalığı riski, yetersiz kas gücüne, eklem ve kas innervasyon
bozukluğuna, eklem instabilitesine ve anormal eklem anatomisine bağlı olarak yükselir (65).
Diz osteoartriti kompleks bir hastalıktır. Primer osteoartritin nedeni tam olarak
açıklanamamaktadır. Yaygın osteoartritte herediter temel uzun yıllardan beri bilinmektedir.
Tip II kollajen genindeki mutasyonların, hafif kondrodisplaziyle birlikte erken başlangıçlı
poliartiküler osteoartrite yol açtığı gösterilmiştir. Ancak kıkırdağın yapısal genlerindeki tek
bir mutasyonun osteoartritin kompleks yapısını açıklayabileceği düşünülmemelidir (1).
Diz osteoartritinin tedavisini konservatif ve cerrahi olmak üzere iki ana başlık altında
inceleyebiliriz. Konservatif tedavide fizik tedavi ve non steroid antieflamatuar tedavi ve
intraartiküler hyaluronik asit enjeksiyonu yer alırken, cerrahi tedavide artroskopik tedavi,
yüksek tibial osteotomi, distal femoral osteotomi, biyolojik yüzey değiştirme, ve diz
artroplastisi sayılabilir.
Evcik ve ark. (66) ev egzersiz programı, yürüme bazlı egzersiz programı ve kontrol
olmak üzere üç gruba ayırdıkları 90 hastayı, osteoartrit semptomlarını tedavi edici etkilerini
belirlemek üzere 3 ay boyunca izlemişlerdir. Birinci grubu ev egzersiz programı, ikinci grubu
69
yürüme bazlı egzersiz programı, üçüncü grubu kontrol grubu olarak belirlemişlerdir. Üç aylık
fizik tedavi sonrasında ağrı, fonksiyonel kapasite ve hayat yaşam kaliteleri bakımından üç
grubu karşılaştırmışlardır. Grup 1 ve Grup 2’ deki hastaların ağrı ve fonksiyonel kapasiteleri
kontrol grubuna göre istatistiksel olarak daha anlamlı bulunmuştur p<0,001). Grup 2’ deki
hastaların yaşam kaliteleri Grup 1’ deki hastalara göre istatistiksel olarak daha iyi
bulunmuştur (p<0,001). Sonuç olarak Evcik ve arkadaşları, basit ev egzersizlerine yönelik
fizik tedavinin ve yürüme programlarının osteoartritin semptomlarının tedavisinde etkili
yöntemler olduklarını öne sürmüşlerdir.
Bayramoğlu ve ark. (67) diz osteoartritli hastaların ağrılarının azaltılmasında
kullanılan intraartiküler hyaluronik asitin etkinliğini göstermek üzere, semptomatik
osteoartritli 37 hastayı randomize olarak üç gruba bölmüşlerdir. Birinci gruba düşük molekül
ağırlıklı hyaluronik asit ve fizik tedavi, ikinci gruba yüksek molekül ağırlıklı hyaluronik asit
ve fizik tedavi, üçüncü gruba ise sadece fizik tedavi uygulamışlardır. Hastalar üçüncü ayda
kontrole çağırıldıklarında her üç gruptaki hastaların diz skorları istatistiksel olarak anlamlı
şekilde ilerleme göstermiş, ancak gruplar birbirleriyle karşılaştırıldıklarında, anlamlı bir fark
saptanamamıştır. Bu nedenle Bayramoğlu ve arkadaşları osteoartritin tedavisinde sadece fizik
tedavinin yeterli olacağını, tedaviyi hyaluronik asit preperatlarıyla kombine etmeye gerek
duyulmayabileceğini öne sürmüşlerdir.
Can ve ark. (68) patellofemoral ağrı sendromunun tedavisinde TENS ve diadinamik
akımın (DDC) ağrıyı tedavi edici etkilerini karşılaştırmak için, 16 hastanın 23 dizine TENS,
14 hastanın 19 dizine DDC uygulamışlardır. 12 haftalık fizik tedavi sonrası her iki grup
arasında subjektif ağrı, patellofemoral eklem fonksiyonu ve hastaların aktivite seviyeleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptayamamışlarıdır. Her iki hasta grubunun
Lysholm diz skorlama sistemi olumlu şekilde artış göstermiş ancak bu artış her iki grup
arasında istatistiksel bir anlam oluşturmamıştır. Sonuç olarak Can ve arkadaşları her iki
analjezik tedavinin de patellofemoral ağrı sendromlu hastaların ağrılarının giderilmesinde
başarılı birer fizik tedavi ajanı olduğunu öne sürmüşlerdir.
Shannon ve ark. (69) hafif ve orta dereceli osteoartriti bulunan 54 hastanın 55 dizine
diagnostik artroskopi ve eklem içi debridman uygulamışlardır. 19 hastada ek işlem olarak
parsiyel menisektomi ve serbest cisim çıkartılması uygulanmıştır. 37 hastanın şikayetlerinde
subjektif ilerleme görülmüştür ve bu durum ortalama 25.5 ay kadar devam etmiştir. Sonuçta
yazarlar, artroskopi esnasında eklem içinin uygun şekilde debridmanının hastaların subjektif
olarak ağrılarında gerilemeye yol açtığını, böyle bir cerrahi prosedürle hastaların rekonstriktif
70
cerrahi ihtiyaçlarının geciktirilebileceğini hatta tamamen ortadan kaldırılabileceğini öne
sürmüşlerdir.
Aichroth ve ark. (70), prospektif randomize çalışmada dejeneratif diz eklemi olan 254
hastaya artroskopik debridman uygulamışlardır. Hastaların yaş ortalaması 49 olarak
bulunmuştur. Gerekli gördükleri dizlerde parsiyel menisektomi, kıkırdak abrazyon
artroplastisi, osteofit ve serbest cisim eksizyonu yapmışlardır. 4 yıllık takip sonrasında
hastaların % 85’inin tedaviden memnun olduklarını bildirmişlerdir.
Çalpur ve ark. (71) yaptıkları çalışmada, patellofemoral eklem bölgesindeki
mediopatellar, infrapatellar ve lateral patellar plikaların, ve patellar pozisyon bozukluklarıyla
patellar çekme bozukluklarının sebep olduğu patellofemoral kondropatilerde ortaya çıkan
kıkırdak debrisin, tibiofemoral eklem ve özellikle eklemin posterior kesiminde daha yoğun
olmak üzere kıkırdak ve meniskal dejenerasyonlara sebep olabileceğini söylemişlerdir. Bu
nedenle genu varum ve genu valgum deformitesi olmayan ve patellofemoral sorunlara bağlı
olarak eklem içi osteofitlerin oluşmadığı dizlerde, patolojik plikaların eksizyonunun ve
artroskopik lateral retinaküler gevşetmenin iyi sonuçlar verdiğini bildirmektedirler. Ayrıca
başka nedenlerle artroskopik cerrahi uygulanan hastalarda bu patolojilerin erken tespit edilip
eksize edilmesinin, profilaktik öneme sahip olduğunu bildirmişlerdir.
Agneskirchner ve ark. (72), 29 hastanın femoral kondillerinde yük taşıyan alanda
ortalama 7,2 cm² olan geniş kıkırdak defektlerine, posterior femoral kondilden otolog kıkırdak
transferi yapmışlardır. 17,7 aylık takipte, 26 hastanın ağrı ve şişliği gerilemiştir. 3 hastada ise
kalıcı sorunlar yaşanmış ve bu hastalar operasyondan memnun kalmamıştır. Preoperatif 52
olarak ölçülen Lysholm skorları, 3. ayda 77, 6. ayda 74, 12. ayda 88 ve 18. ayda 95 olarak
ölçülmüştür. Sonuç olarak yazarlar femoral kondilerdeki geniş osteokondral defektlerini
posterior femoral kondilden alınan otolog osteokondral greftlerle tedavi edilebileceğini
bildirmişlerdir.
Hangody ve ark. (73) femoral kondillerinde geniş osteokondral defekti olan 597
hastaya otolog osteokondral doku transferi yapmışlar, 10 yıllık takip sonrasında hastaların %
92’ sinde mükemmel ve iyi sonuç elde etmişlerdir. Otolog osteokondral mozaikoplastinin
dizin yük binen bölümlerinde görülen küçük ve orta büyüklükteki osteokondral defektlerin
tedavisinde bir alternatif olabileceğini öne sürmüşlerdir.
Virolainen ve ark. (74) yüksek tibial osteotominin diz osteoartrit tedavisindeki
etkinliğini araştırmak için yaptıkları literatür taramasında, yüksek tibial osteotomi uygulanmış
71
hastaların 60 ay sonunda % 75.3’ ünde, 100 ay sonra ise % 60.3’ ünde mükemmel sonuçlar
alınmaktadır. 10 yıl sonundaki toplam başarısızlık oranı ise % 24.6 bulunmuştur. Sonuçta
yüksek tibial osteotominin iyi seçilmiş genç hastaların osteoartrit tedavisinde iyi bir alternatif
tedavi seçeneği olduğunu öne sürmüşlerdir.
Total diz protezinin uygulama alanları, son 20 yıl içerisinde, diz biyomekaniğinin daha
iyi anlaşılması, genel popülasyondaki yaşam süresinin uzaması, cerrahi tekniğin gelişmesi,
diz protezlerinin anatomiye daha uygun ve normal diz hareketlerini daha iyi taklit etmesi
neticesinde artmaktadır. Bu sayede diz protezi endikasyonları daha genç popülasyona da
uygulamaya başlanmıştır. Bu gelişmeler ışığında ağrının giderilmesi, deformitenin
düzeltilmesi, hastaya hareket kazandırılması ve uzun takiplerde başarılı sonuçların alınması
mümkün olmaktadır.
Total diz artroplastisi birçok ortopedik cerrah tarafından sıkça uygulanan oldukça
etkili bir tedavi yöntemidir. İdeal olarak total diz artroplastisi, osteoartrit ve romatoid artrit
gibi diz eklemini ilgilendiren hastalıktan yakınanlarda mükemmel ağrı kontrolü ve yeterli
oranda fonksiyonel kapasite kazandırır. Nitekim, çalışmamızdaki hastaların oldukça büyük bir
bölümü uygulanan tedavi sonrası çok daha iyi veya daha iyi olduklarını belirtmişlerdir. ‘Knee
Society’ klinik skorları % 199, diz skorları % 229 ve fonksiyon skorları % 178 ilerlemiştir.
Sonuç olarak total diz artroplastisi bizce de ağrı ve fonksiyon konularında dramatik bir
gelişme sağlamaktadır.
Protez dizaynları ve operatif teknikler zaman içerisinde birçok değişikliğe uğramasına
rağmen total diz artroplastisinde asıl amaç tibial ve femoral eklem yüzlerinin
değiştirilmesidir. Total diz artroplastisi uygulamalarında patellar yüzey değişimi ise
tartışmalıdır ve rutin olarak uygulanmamaktadır. Patellar komponent uygulaması romatoid
artritli hastalarda rutin olarak yapılmasına rağmen endikasyonları tam olarak kesinlik
kazanmamıştır. Bazı cerrahlar rutin olarak patellayı değiştirirken, bazıları ise selektif patellar
değişimi uygulamaktadırlar (75).
Total diz artroplastilerinde patellar yüzeyin değiştirilmesi veya korunması konusunda
bir çok literatür bulunmasına rağmen, sonuçlar oldukça karmaşıktır ve patellanın değiştirilip
değiştirilmeyeceği ise tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır (75-77). Patellar
yüzeyin rutin olarak değiştirilmesini savunanlar postoperatif dönemde hastaların diz önü
ağrısı yaşamadıklarını söylemektedirler. Ancak, patellar yüzeyin değişmesi durumunda da %
9’ lara kadar varabilen patellofemoral komplikasyonlar bildirilmektedir (76).
72
İlk orijinal diz protezlerinde patellofemoral eklemleşme potansiyel bir ağrı kaynağı
olarak düşünülmemiş, ve iyi uygulanan diz protezlerinde bile sonuçta patellofemoral ağrı
görülmüştür. Daha sonraki protezlerde ise patella için femoral komponentte bir yer
hazırlanmış ve patellar yüzeyin değiştirilmesi konusu gündeme gelmiştir. Son dönemlerde ise
patellar yüzeyin değiştirilmesi cerrahın tercihine bırakılmış ve % 100 kesin endikasyon
konulamamıştır (78).
Total diz protezlerinin ilk dizaynlarında, patellar yüzey değiştirilmemesi nedeniyle bu
hastalarda % 40 ila % 58 arasında patellofemoral diz önü ağrısı rapor edilmiştir. Daha sonra
femoral komponentin ortasına yerleştirilen oluksal yapı ile protez içindeki bu oluk içinde
patellanın hareketi sağlanmaya çalışılsa da sonuçlara olumlu yansımamıştır. Bu nedenle de
total diz artroplastisinde patellar yüzeyin değiştirilmesi düşüncesi ortaya konulmuştur. 1974
yılında ilk patellar yüzey değiştirilmesi Insall-Burstein diz protezinde kubbe şekilli patellar
komponent ile uygulanmıştır. Patellar yüzeyin değiştirilmesi protez cerrahisinde bir seçenek
olarak sunulmakla beraber birçok cerrah bu işlemi rutin olarak uygulamaya başlamıştır. Rutin
olarak
patellar
yüzeyin
değiştirilmesiyle
de
patellofemoral
eklemi
ilgilendiren
komplikasyonlar hızla belirmeye başlamıştır. İlk bildirilen komplikasyonlar % 4 ile % 50
arasında değişen oranda patella kırığı, dislokasyon, gevşeme, patellar komponent kırılması,
patellar tendon kopması ve metal komponentin sebep olduğu reaksiyonel sinovittir. İlk
yayınlanan klinik çalışmalarda patellofemoral komplikasyonlar enfeksiyondan sonra
revizyona neden olan en sık ikinci komplikasyon olarak bildirilmektedir (75,76,78).
Ekstansör mekanizma ile ilgili bu komplikasyonların azaltılabilmesi düşüncesiyle total
diz artroplastisinde seçici patellar komponent uygulaması gündeme getirilmiştir (79,80).
Endikasyonlar hakkında tam bir görüş birliğine varılmamakla birlikte, hastanın kilosu ve
boyu, preoperatif diz önü ağrısı, patellofemoral kondromalazinin derecesi, patellar tilt ve
deformite
seçici
patellar
komponent
değişmesi
için
temel
endikasyonlar
olarak
belirtilmektedir (75,76). Ancak, Peng ve arkadaşları (76), total diz artroplastisi sonrası
patellofemoral eklemin akıbetinin, patellar yüzeyin değiştirilip değiştirilmemesinden ziyade
komponent dizaynına ve cerrahi tekniğe bağlı olduğunu öne sürmektedirler.
Ikejiani (75) ise inflamatuar artriti, preoperatif patellofemoral ağrısı, patellar
subluksasyon veya dislokasyonu, patellofemoral eklem bozuklukluğu, ileri derece
kondromalazisi, yaşlı ve hayat beklentisi az olan hastalarda selektif patellar yüzey değişimi
yapılabileceğini belirtmektedir.
73
Levitsky ve ark. (81) genç ve aktif hastalarda ameliyat sırasında patellar kıkırdakta
Outerbridge grade IV kondropati bulunması ve patellofemoral uyum bozukluğu durumlarında,
Picetti ve ark. (79) ise tüm romatoid artritli hastalar ile boyu 160 cm’ den uzun, 65 kg’ dan
ağır, ameliyat öncesi peripatellar ağrısı olan ve yeterli patellar kemik stoğu bulunan tüm
osteoartritli hastalarda patellar yüzey değişiminin yapılmasını önermektedirler.
Barrack ve ark. (82) ilk yayınlarında total diz artroplastisinde patellar yüzeyin
değiştirilip değiştirilmemesinin ortopedik cerrahlar için her zaman bir ikilem yarattığını,
ancak patellar yüzeyin her zaman değiştirilmesinin iyi sonuçlar verdiğini ileri sürmektedirler.
Kim ve ark. (83) genç ve aktif hastalarda; Enis ve ark. (80) genç ve kilolu hastalarda
patellofemoral uyum sağlanabiliyorsa; Lombardi ve ark. (84) aktif ve kilolu hastalarda
patellar yüzeyin değiştirilmemesini önermektedirler.
Kelly (85) patellar yüzey değişiminin her zaman gerekmediğini, çünkü patellar yüzey
değişiminin patella kırığı, patellar komponent gevşemesi veya postoperatif diz önü ağrısı gibi
bir takım komplikasyon oranlarında artışa yol açtığını savunmaktadırlar.
Kuadriseps kasının aktif, güçlü kasılmaları, iliotibial traktus, gluteus maksimus,
hamstring ve pes anserinus kasları dizi rotasyona zorlar. Bu rotasyon patellar tendon ve
kuadriseps ekstansör mekanizmasının aktif kuvvet kolunun yönünü değiştirir ve patellayı aktif
ve dinamik bir hareketle lateral subluksasyona zorlar. Bu nedenle Müller ve ark.(86) protezin
kinematiği meniskal bearing ve sınırlandırılmamış protezlerde olduğu gibi fizyolojik
rotasyona izin veriyor, protez özellikle troklear oluk da dahil olmak üzere anatomik olarak iyi
dizayn edilmiş, ekstremitenin alignment sorunu yok, ekstansör mekanizma anatomisi
korunabilmiş
ve
ligamentöz
stabilite
iyi
ise,
patellanın
kaplanmasına
ihtiyaç
duyulmayabileceğini bildirmişlerdir. Müller ve ark. (86) primer patellar yüzey değişimi
endikasyonlarını ise, posttravmatik deformasyonlarda iyi kemik stoğunun bulunması ve dizin
tümünde ağrı olması olarak belirlemişlerdir.
Patellar yüzeyi değiştirilen ve patellası korunan hasta gruplarının uzun dönemde en iyi
takipleri “Knee Society” skorlama sistemi ile yapılabilmektedir, çünkü bu skorlama sistemi
diz artroplastisi uygulanmış hastaların ağrı, hareket açıklığı, stabilite, yürüme ve merdiven
kapasiteleri gibi kriterleri çok iyi değerlendirebilmektedir.
Mayman ve ark.(87) 100 hasta üzerinde yaptıkları retrospektif randomize çalışmada,
total diz protezi uyguladıkları hastaların 50’ sinde patellar yüzeyi değiştirirken, 50 hastada
patellayı korumuşlardır. Ortalama 24 aylık takip sonrasında patellar yüzeyi değiştirilen ve
74
değiştirilmeyen hastaların postoperatif “Knee Society” klinik skorlarının istatistiksel olarak
farklı olmadığını göstermişlerdir.
Barrack ve ark. (88) ikinci yayınlarında 86 hastanın 118 dizinde yaptıkları klinik
çalışmada hastanın boyu ve kilosu, preoperatif diz önü ağrısı olup olmaması, patellar
kondromalazinin derecesi ve patellar tilt veya deformite gibi kriterlerin klinik sonuçları
etkileyip etkilemediğini araştırmışlardır. Sonuç olarak 6 ila 7 yıllık takipler sonrası patellar
yüzey değişimi uygulanmış ve uygulanmamış hastalar arasında ‘Knee Society’ diz skoru (p=
0,77), fonksiyon skoru (p= 0,16), total klinik skor (p= 0,36) açısından istatistiksel olarak
anlamlı bir fark bulamamışlardır. Hatta bir dizine patellar yüzey değişimi uygulanmış diğer
dizinin ise patellası korunarak opere edilmiş hastalara sorulduğunda bile hastalar iki dizleri
arasında bir fark olmadığını bildirmişlerdir.
Kajino ve ark. (89) romatoid artritli 26 hastaya aynı sekansta iki taraflı total diz protezi
uygulamışlar, bir dizde patellar yüzeyi değiştirirken diğer dizde patellayı korumuşlardır.
Ortalama 6,6 yıllık takip sonuçlarına göre, iki diz arasında ağrı, fonksiyon, hareket açıklığı,
kas kuvveti, fleksiyon kontraktürü ve instabilite açısından anlamlı bir fark bulmamışlardır.
Sadece ayakta durma ve merdiven inip çıkma esnasında patellası değiştirilmeyen dizlerde ağrı
ve patellofemoral eklem hassasiyeti bildirmişler, bu nedenle patellayı yerinde bırakmanın
makul bir davranış olacağını önermişlerdir.
Şen ve ark. (90) yaptıkları çalışmada, 55 hastanın 68 dizine total diz artroplastisi
uygulamışlar ve patellanın değiştirilmesine peroperatif patellar kıkırdağın durumuna göre
karar vermişlerdir. Bu endikasyon doğrultusunda 31 dizde patellar yüzey değişimi
uygulanırken, 37 dizde patella korunmuştur. Hastaların ortalama 34.8 aylık takiplerinde,
patellar yüzeyi değiştirilen ve değiştirilmeyen iki grup arasında diz ve fonksiyon toplam
klinik skorları bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulmamışlardır. Sonuç olarak
bu çalışmada, takip süresince patellası değiştirilen hastalarda herhangi bir komplikasyona
rastlanmamasına rağmen, klinik sonuçlar ve hasta memnuniyeti değerlendirildiğinde, patellası
değiştirilen hasta grubunda bariz bir üstünlük görülmemiştir. Ayrıca patellası değiştirilen
hastalarda patella revizyonunun güçlüğü nedeniyle, patellar yüzey değişiminin çok mecbur
kalınmadıkça uygulanmamasının daha doğru bir yaklaşım olacağı sonucuna varmışlardır.
Marcacci ve ark. (91) 47 obez hastanın dizine sementsiz total diz artroplastisi
uygularken hastaların patellalarını korumuşlardır. Kısa dönem takiplerde, patellar yüzey
değiştirilmeden, patellofemoral fonksiyonların tatminkar olduğunu göstermişlerdir. Hiçbir
75
patellar komplikasyon gözlemişlerdir. Ayrıca aşırı kilonun patellar ağrı postoperatif skorlama
ve protezde gevşeme ile ilgili bir problem yaratmadığını bildirmişlerdir.
Schroder-Boersch ve ark. (92) 20 hastadan oluşan iki grup ile yaptıkları prospektif
randomize çalışmada, hastalara total diz artroplastisi uygulamışlardır. Bir gruptaki hastaların
patellar yüzeylerini değiştirirken diğer gruptaki hastaların patella yüzeylerini korumuşlardır.
24 aylık takip sonrasında patellar yüzey değişimi uygulanan hastaların “Knee Society” diz
skorlarının patellası korunan gruba göre daha iyi olduğunu (p<0,05) göstermişlerdir. Özellikle
ileri derecede osteoartrit olan hastalarda fonksiyon skorları (p<0,01) ve merdiven çıkma
kapasitesi (p<0,025) bakımından patellası değişen hastalarda çok daha iyi sonuçlar
almışlardır.
Bizim çalışmamızda, total diz artroplastisi uygulanan 105 dizden 52 dizde patellar
yüzey değiştirilmiş, 53 dizde ise patellar yüzey korunmuştur. Her iki hasta grubu arasında
toplam ‘Knee Society’ klinik skor (p= 0,946), fonksiyon skoru (p= 0,598) ve diz skoru (p=
0,589) karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Hastaların
skorlarında preoperatif ve postoperatif dönem göz önüne alındığında kaydedilen ilerleme
bakımından ise diz skoru için Grup 1 hastalardaki ilerleme, fonksiyon skoru için ise Grup 2
hastalardaki ilerleme istatistiksel olarak daha anlamlı bulunmuştur. Ancak toplam klinik
skordaki ilerleme göz önüne alındığında ise her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı
bir fark bulunmamıştır. Bu durum patellar yüzey değişimi uygulanmış hastaların postoperatif
diz skorları ve diz skorlarındaki ilerleme göz önüne alındığında, patellası korunmuş hastalara
göre bariz üstünlükleri olmadığını göstermektedir.
Total diz artroplastisi günümüzde % 5’ den daha az komplikasyon oranları ve modern
cerrahi teknikler ile ortopedide kullanılan en başarılı tedavi yöntemlerinden birisidir.
Bildirilen komplikasyonların yarısını patella ve ekstansör mekanizmaya ait komplikasyonlar
oluşturmaktadır (93). Bu nedenle teknoloji ve implantasyon teknikleri tibial ve femoral yüzey
kaplaması için çok fazla ilerlemekle beraber patella için aynı iyimserliği göstermek yanlış
olur.
Habermann ve ark. (93) göre, patellar yüzey değiştirilmesine yönelik komplikasyonlar
üç kategoride incelenebilir. Bunlar mekanik yetmezlik, dinamik instabilite ve lokal ağrıdır.
Mekanik yetmezlik metal arkalıklı patellar komponentlerde daha belirgindir. Bir çok vakada
polietilen kalınlığının çok ince olması ve polietilenin metal arkalığa fiksasyonun kötü olması
problemin nedeni olarak karşımıza çıkabilmektedir. Son yıllarda üretilen tamamı
76
polietilenden oluşan komponentler bu problemi ortadan kaldırmıştır. Bizim tecrübelerimize
göre patellar yüzeyi iyi hazırlanmış ve iyi fikse edilmiş protezlerde bu problem
görülmemektedir.
Yumuşak doku dengesi yeteri kadar sağlanamadıysa, dinamik instabilite hem patellası
korunmuş hem de değiştirilmiş hastalarda patellar dizilim ve hareket bozukluklarına neden
olabilir. Femoral ve tibial komponentlerin uygun şekilde yerleştirilmesini takiben, patellar
hareket ve patellanın pozisyonu kontrol edildikten sonra, gerekli yumuşak doku
gevşetmelerinin yapılması bu problemden kurtulmanın tek yolu olarak gözükmektedir (93).
Habermann ve ark. (93) yaptıkları literatür taramasında patella kaplanmadığı zaman en
sık karşılaşılan komplikasyonun postoperatif diz önü ağrısı olduğunu bulmuşlardır. Bu
nedenle patellar yüzeyin değiştirilmesi için endikasyonların belirlenmesinde preoperatif diz
önü ağrısı bulunmasının, bir kriter olarak kullanılabileceğini önermektedirler.
Total diz artroplastisinde daha sonra patellar yüzey değişimine ihtiyaç doğması
patellar yüzey değişimi yapılmamasının majör dezavantajı olarak gösterilebilir. Nitekim Boyd
ve ark. (94) 684 hastanın 891 dizine total diz protezi uygulamışlar, bunlardan 396 dizde
patellar yüzey değiştirilirken 495 dizde patella korunmuştur. Ortalama 10 yıllık takip
sonrasında, komplikasyon oranları anlamlı olarak patellası değişen grup lehine bulunmuştur
(% 4 ve % 12). Ayrıca, patellası değişmeyen 495 dizden, 51’ inde kronik peripatellar ağrı
görülmüş ve bu dizlerin hepsine ortalama 63 ay sonra revizyon gerekmiştir. Bu nedenle
postoperatif diz önü ağrısından kurtulmak amacıyla gerek romatoid artritli gerekse
osteoartritli tüm dizlerde patellanın rutin olarak değişmesini önermişlerdir.
Barrack ve ark. (88) yaptıkları ikinci klinik çalışmada total diz artroplastisi esnasında
patellar yüzeyi değiştirilmeyen 60 hastadan, 7 hastaya ikinci bir operasyonla patellar yüzey
değişimi uygulamışlardır. 6 hastanın patellar yüzeyi 2 ila 4 yıllık takip süresinde, bir hastanın
patellar yüzeyi ise postoperatif 7. yılda değiştirilmiştir. Bu 7 hastadan 6’ sında klinik düzelme
görülmüş olmakla beraber, hastaların 5’ inde 5 yıllık takipte diz önü ağrısı nüks etmiştir.
Sonuçta diz önü ağrısı nedeni ile revizyon uygulanan hastaların, postoperatif dönemde diz önü
ağrısından kurtulamadıklarını bildirmişlerdir.
Buna karşılık Levitsky ve ark. (81) ise patellayı değiştirmeden total diz protezi
yaptıkları 66 hastanın 79 dizinin değerlendirilmesinde, ortalama 7,5 yıllık takipte hastaların %
89,5’ inin yapılan ameliyattan memnun olduklarını, % 19’ unda analjezik kullanımıyla geçen
77
hafif derecede diz önü ağrısı bulunduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca takip süresi boyunca diz önü
ağrısı olan bu hastaların hiçbirinde revizyona gerek duyulmadığını bildirmişlerdir.
Ogon ve ark. (95) patellar yüzeyi değiştirilmiş 44 ve değiştirilmemiş 21 hasta arasında
yaptıkları çalışmada, ortalama 11.6 yıllık takipte patellar yüzey değişimi uygulanmış hasta
grubunda (% 20.5), patellası korunmuş hasta grubuna göre (% 9.6) daha fazla komplikasyon
görmüşlerdir. Buna karşılık yaptıkları literatür araştırmasında ise, toplam patellar
komplikasyonları patellası korunan hastalarda % 11,9, patellası değişen hastalarda ise % 3,8
olarak bulmuşlardır. Ancak patellar yüzeyi değişmeyen hastaların büyük bölümünün
komplikasyonu postoperatif gelişen diz önü ağrısıdır (% 11). Daha ağır komplikasyonlar olan
patella kırığı ve komponent gevşemesi patellar yüzey değiştirilen hastalarda (% 1.2),
değişmeyen hastalara göre (% 0,2) daha fazladır. Uzun dönemde patella kırıkları gibi ağır
patellofemoral komplikasyonlar daha ciddi problem yarattığından, özellikle genç, hayat
beklentisi yüksek ve aktif hastalarda patellanın korunması gerektiğini düşünmüş ve patellanın
korunmasının hiçbir problem yaratmayacağını belirtmişlerdir.
Wood ve ark. (96) patellar yüzeyi değiştirilmiş 92 ve patellası korunmuş 128 hasta
arasındaki komplikasyon oranlarını, 48 aylık ortalama takip sonunda istatistiksel olarak farklı
bulmamışlardır (% 10- ve % 12). Ancak revizyon işlemi göz önüne alındığında, patellar yüzey
değiştirilmiş hastaların revizyonu patellar yüzeyi değişmemiş hastalara göre çok daha zor
olmuştur.
Patellar yüzey değiştirilmesine bağlı olarak görülen komplikasyonlardan en önemlisi
patella kırıklarıdır. Patella kırıklarının nedenleri arasında, medial parapatellar artrotomiden
sonra lateral retinaküler gevşetme ve aşırı yağ yastıkçığı eksizyonu nedeniyle patellar
dolaşımın bozulması; aşırı kemik rezeksiyonu nedeniyle mekanik bozukluk; sementasyona
bağlı ısı nekrozu ve patellar uyum bozuklukları yer almaktadır. Bu nedenle patellar kemik
kesisi yapılırken, 10 mm’ den fazla kesilmemesine, kesinin patellanın ön yüzüne paralel
olmasına, ve implantın mediale yerleştirilmemesine dikkat edilmelidir (4,90,97,98).
Deplase olmayan kırıklarda konservatif tedaviyle başarılı sonuçlar bildirilmiştir.
Parçalı kırıklarda eğer implantta gevşeme, ekstansiyon kayıbı ve eklem içine migrasyon varsa
cerrahi tedavi uygulanabilir. Cerrahi tedavide kısmi patellektomi yapılabilir. Ekstansör
mekanizma tamiri için semitendinosus tendonu veya allogreftler kullanılabilir (99).
Çalışmamızda hiçbir hastamızda patella ve periprostetik kırığa rastlanmamıştır.
Rand’ a (100) göre ise total diz artroplastisi sonrası görülen patellofemoral
komplikasyonlar, hasta seçimi, implant dizaynı ve cerrahi tekniğe bağlıdır. Rand özellikle
78
ekstansör mekanizmayı ilgilendiren komplikasyonlarda revizyonun son derece problemli
olduğunu ve tüm tibiofemoral komponentlerde de revizyona gidilmesi gerekebileceğini
belirtmiştir.
Son yıllardaki yayınlarda protez dizaynlarındaki teknolojik ilerlemeler ve cerrahi
esnasında teknik detaylara daha fazla dikkat edilmesi neticesinde, patellar yüzey değiştirilen
ve değiştirilmeyen hastalar karşılaştırıldığında patellar komponent komplikasyonu yönünden
ciddi bir fark ortaya konulamamaktadır (76). Bizim çalışmamızda da ortalama takip süreleri
42,1 ay olan Grup 1’ deki patellar yüzey değiştirilen hastaların hiçbirinde, ortalama takip
süresi 17,2 ay olan diğer gruba göre takip süresi daha uzun olmasına rağmen herhangi bir
patellar probleme rastlanmamıştır ve hiçbir hasta patellar komponent nedeniyle revizyona
gitmemiştir. Bu bulgu Levitsky (81) ve Ogon’ un (95) çalışmalarıyla da benzerlik
göstermektedir. Tüm bunlar göz önüne alındığında, patellar yüzey değişen ve değişmeyen
hastalar arasında patellar komponent açısından komplikasyon gelişmesinde bir fark
saptanamaması nedeniyle, rutin olarak patellar yüzey değiştirilmemesinin daha doğru bir
tedavi seçeneği olduğunu düşünüyoruz
Diz önü ağrısının etiyolojisi genelde tam olarak tespit edilememekte ve mutifaktöryel
olduğu düşünülmektedir. Bir çok hastada eklem kıkırdağındaki erozyon ve yüzey
düzensizlikleri ağrı oluşumuna katkıda bulunabilmektedir. Enflamatuar artriti olan hastalarda
ekstansör mekanizmayı etkileyen sinovit ağrıyı arttırabilmektedir. Tüm yaş gruplarında
patellofemoral ağrının tedavisi hala tartışılır durumdadır (94).
Diz önü ağrısı, gerek ameliyat öncesi gerekse sonrasında olsun çoğunlukla
patellofemoral ekleme bağlıdır. Ancak semptomların eklemden kaynaklandığına karar
vermeden önce ağrının diğer nedenleri de araştırılmalıdır. Çünkü ağrının nedeni artroplasti
esnasında patellar kıkırdağın değiştirilmesine veya korunmasına bağlı olmayabilir (101).
Ameliyat sonrası görülen diz önü ağrılarında implanta bağlı nedenler de göz önüne
alınmalıdır.
İmplantın
malrotasyonda
yerleştirilmesi,
patellofemoral
eklemleşmede
uyumsuzluk, komponentler arası orantısal uyumsuzluklar postoperatif dönemde diz önü
ağrısına yol açabilir (78).
Burnett ve ark. (78) tüm bu nedenlerden dolayı, osteoartritik dizlerdeki diz önü
ağrısının kompleks bir ağrı olarak değerlendirilmesi ve bu ağrının etyolojisinin birden çok
sebebe bağlı olduğunun düşünülmesi gerektiğini belirtmektedirler. Yine benzer şekilde
operasyon sonrası ortaya çıkan ağrının da birçok nedeni olabileceğinin aklımızdan
79
çıkartılmaması ve bu ağrının sebebi olarak sadece patellofemoral ekleme yönenilmemesi
gerektiğini öne sürmektedirler (78).
Barrack ve ark. (88) preoperatif diz önü ağrısının bulunmasının postoperatif gelişecek
diz önü ağrısı için bir işaret olmadığını belirtmektedirler. Postoperatif görülen diz önü
ağrısının büyük bir bölümü yeni başlangıçlı olup, ister patella değişsin ister değişmesin
postoperatif görülecek diz önü ağrısı insidansı değişmemektir.
Levitsky ve ark. (81) patellası korunmuş 66 hastanın % 19’ unda postoperatif yedinci
yılda hafif derecede diz önü ağrısı tespit etmişler, ancak bu hastalarda revizyona gerek
görmemişlerdir.
Feller ve ark. (102) patellar ağrı ve fonksiyonu takip etmek için özel bir form
oluşturmuşlar ve patellar yüzey değişimi uygulanmış 20 hasta ve patellası korunmuş 20
hastayı bu forma göre patellofemoral ağrı ve fonksiyon açısından takip ederek, postoperatif
üçüncü yılda her iki grubu karşılaştırmışlardır. Her iki grup arasında postoperatif üçüncü
yıldaki son kontrollerinde bir fark saptamamışlardır. Patellası korunan hastaları skorlarının ve
hasta memnuniyetlerinin diğer gruba göre daha da iyi olduğunu saptamışlardır. Bu sonuçlara
göre diz önü ağrısı açısından patellanın korunmasının artmış bir risk oluşturmadığını
bildirmişlerdir.
Wood ve ark. (96) Miller-Galante II tip protezle 220 dize total diz artroplastisi
uygulamışlar, 48 aylık ortalama takip sonunda patellası korunmuş 128 hastada % 31, yüzey
değişimi uygulanmış 92 hastada % 16 oranında diz önü ağrısı tespit etmişlerdir.
Şen ve ark. (90) yaptıkları çalışmada, 55 hastanın 68 dizine total diz artroplastisi
uygulamışlar ve 31 dize patellar yüzey değişimi uygulanırken, 37 dizde patellayı
korumuşlardır. Patellası değiştirilen grupta % 5, patellası korunan grupta ise % 14 oranında
diz önü ağrısının devam ettiği görmüşlerdir. Ancak bu hastaların tümünde diz önü ağrısı üç
aylık medikal ve buz uygulama tedavisiyle geçmiş, hiçbir hastada revizyona gerek
görmemişlerdir. Patellası değiştirilmeyen gruptaki diz önü ağrısının literatür bilgilerine göre
biraz daha düşük olmasını ameliyat esnasında uyguladıkları denervasyona bağlı olduğunu
belirtmişlerdir.
Bizim çalışmamızda postoperatif dönemde Grup 1’ de 8, Grup 2’ de 7 diz önü ağrısı
görülmüştür. Bunlardan her iki grupta bir hasta olmak üzere sadece 2 dizde oluşan diz önü
ağrısı yeni başlangıçlıdır. Her iki grup karşılaştırıldığında postoperatif görülen diz ağrısı (p=
80
0,75) ve yeni gelişen diz önü ağrısı (p= 0,53) bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark
bulunmamış ve postoperatif dönemde diz önü ağrısı gelişmesinin patellar yüzey değişimi ile
çok ilgili olmadığı sonucuna varılmıştır. Operasyon öncesi diz önü ağrısı olan hastalar total
klinik skor, fonksiyon ve diz skorları bakımından karşılaştırıldığında da her iki grup arasında
postoperatif dönemde istatistiksel olarak anlamlı belirgin bir fark saptanamamıştır (total klinik
skor için p= 0,81, fonksiyon skoru için p= 0,60 ve diz skoru için p= 0,53). Bu nedenle
postoperatif dönemde ortaya çıkabilecek diz önü ağrısından dolayı patellar yüzeyin
değiştirilmesinin postoperatif ağrısız bir patellofemoral eklemi garanti edemeyeceğini
düşünmekteyiz.
Hastalarımızda postoperatif dönemde görülen diz önü ağrısının az olmasının bir
sebebini de postoperatif parapatellar ağrıyı azaltmak ve reaksiyonel sinovitin önüne geçmek
için ameliyat esnasında mediopatellar, lateral patellar, infrapatellar plikalarla, infrapatellar
yağ yastıkçığı ve suprapatellar boşluktaki sinovyanın özenli şekilde eksize edilmesine
bağlamaktayız. Bu sayede hem postoperatif diz önü ağrısı azaltmakta, hemde invaziv
sinovyanın çimento kemik arasına girerek komponent gevşemesine yol açmasının önüne
geçildiğine inanmaktayız.
Sonuçta, ameliyat sonrası dönemde görülen diz önü ağrısının sadece patella kaynaklı
olmayabileceği konusundaki Barrack ve ark. (88,103) görüşüne katılmakta ve ameliyat
sonrası kontrollerde diz önü ağrısının nedeninin muayeneyle iyice araştırılması gerektiğini
düşünmekteyiz.
Total diz artroplastilerinde enfeksiyondan sonra en sık karşılaşılan revizyon nedenleri
patellar instabiliteye neden olarak hatalı cerrahi teknik, kuadriseps dengesizliği ve travma gibi
patellofemoral ekleme ait patolojiler sayılabilir.
Mayman ve ark. (87) revizyon oranları patellar yüzey değiştirilen hasta grubunda daha
çok olmuştur. Çalışmaya dahil edilen 100 protezden, 50 protezde patellar yüzey değiştirilmiş,
50 protezde ise değiştirilmemiş olup, yedisi on yıl içerisinde revizyona gitmiştir. Patellar
yüzeyi değiştirilmiş gruba uyguladıkları beş revizyon cerrahisinin üçü bir patellofemoral
problem olmayan polietilen aşınması nedeniyle yapılmıştır. Diğer iki revizyondan biri
enfeksiyon, diğeri ekstansör mekanizma yetmezliği nedeni ile yapılmıştır. Patellar yüzeyi
değiştirilmeyen gruba da 2 revizyon uygulanmıştır. Bunların her ikisi de diz önü ağrısı nedeni
ile revize edilmiştir. Diz önü ağrısı nedeni ile revizyon uygulanan hastaların postoperatif
dönemde semptomları tamamen geçmiştir. Ekstansör mekanizma yetmezliği nedeni ile
81
revizyon yapılan hastada ise postoperatif dönemde hasta memnuniyeti açısından başarısız
sonuç alınmıştır. Buna göre literatürde de belirtildiği gibi, patellar yüzey değişimi sonrası
gelişen patellofemoral komplikasyonların tedavisi daha zor olmaktadır. Ancak, bizim
serimizde her iki grup hastada da patellofemoral problem nedeniyle revizyon uygulanan hasta
bulunmamaktadır.
Romatoid artritli hastalarda patellar yüzey değişimi ise bir başka tartışma konusu
olarak karşımıza çıkmaktadır. Ogon ve ark. (95) osteoartrit nedeniyle opere ettikleri 49 dizden
35 dizde patellar yüzeyi değiştirirken 14 dizde patellayı korumuşlar; romatoid artrit nedeniyle
opere ettikleri 16 dizden 9 dizde patellar yüzeyi değiştirirken 7 dizde patellar yüzey değişimi
uygulamamışlardır. Patellası korunan hastalar arasında 11.6 yıllık takip sonunda “Knee
Society” ağrı ve fonksiyon skorları arasında bir fark saptanamazken, patellası değiştirilen
dizlerdeki skorlar arasında farklar gözlenmiştir. Patellar yüzey değiştirilmiş hastalardan
romatoid artrit nedeniyle opere edilenlerin postoperatif dönemde ağrı ve fonksiyon skorları
osteoartrit nedeniyle opere edilmiş hastalara göre daha düşük çıkmıştır. Bu durum romatoid
artritli hastalarda patellanın korunmasının daha uygun olacağını göstermektedir.
Buna karşılık Boyd ve ark. (94) 6.5 yıllık takiplerde patellası korunmuş hastalardan
romatoid artritli olanlarda diz önü ağrısının daha fazla göründüğünü bildirmişlerdir. Bu
çalışmada 300 romatoid artritli hastanın % 13’ ünde, 195 osteartritli hastanın % 6’ sında
postoperatif diz önü ağrısı görülmüştür. Sonuç olarak romatoid artritli hastalarda patellanın
kaplanmasını önermişlerdir.
Kajino ve ark. da (89) romatoid artritli 26 hastaya aynı sekansta iki taraflı total diz
protezi uygulamışlar, bir dizde patellar yüzeyi değiştirirken diğer dizde patellayı
korumuşlardır. 6 ila 7.5 yıllık takiplerinde romatoid artrit nedeniyle total diz artroplastisi
uygulanmış ve patellası korunmuş hastaların ayaktayken ve merdiven çıkarken daha fazla ağrı
çektiklerini bildirmişlerdir.
Boyd (94) ve Kajino’ nun (89) çalışmalarının ortalama takip süreleri, Ogon’ un (95)
çalışmasındaki hastaların takip sürelerine göre daha kısadır. Bu nedenle Ogon ve arkadaşları
romatoid artritli hastalarda patellar yüzey değiştirilmediği zaman ilk yıllarda görülen diz önü
ağrısının 10 yıl gibi uzun dönem takiplerde azalabileceğini veya kaybolabileceğini
belirtmektedirler.
Total diz artroplastisinde patellar yüzeyin değiştirilip değiştirilmemesi konusundaki
önemli kriterlerden biri de patellofemoral eklem fonksiyonudur. Hastaların patellofemoral
82
eklem fonksiyonları yürüme, merdiven inip-çıkma, sandalyeden oturup-kalkma ve arabadan
inme-binme kapasiteleri ile belirlenebilmektedir (87,88,96).
Mayman ve ark. (87) merdiven inip-çıkma ve yürüme gibi fonksiyonel kapasitelerinin
ve hasta memnuniyetinin patellar yüzey değişimi uygulanmış hastalarda daha iyi olduğunu
saptamışlardır.
Wood ve ark. (96) ise merdiven inme kapasitesini patellar yüzey değişenlerde daha iyi
bulurken, merdiven çıkma kapasitesinde her iki hasta grubu arasında fark saptamamışlardır.
Bunun nedenini de patellofemoral eklemin merdiven inerken, merdiven çıkmaya göre daha
fazla yük altında kalmasına bağlamışlardır.
Barrack ve ark. (88) patellar yüzey değişimi uygulanmamış evre IV patellar
kondromalazisi olan hastalarda bile, bu hastaların postoperatif merdiven kapasitelerini ve
sandalyeden kalkma becerilerini diğer hastalara göre farklı bulmamışlardır. Ayrıca bu
hastaların postoperatif skorlarını da genel ortalamanın üzerinde bulmuşlardır. Tüm bu
sonuçlara göre peroperatif belirlenen kondromalazinin patellar yüzey değişimi için tek başına
bir endikasyon yaratmayacağını öne sürmişlerdir.
Şen ve ark.(90) hasta memnuniyetini belirlemek için hastalara sandalyeye oturup
kalkma, arabaya inip binme, bisiklete binme ve yüzme gibi konularda yapılan sorgulama
sonrası patellası değiştirilen ve değiştirilmeyen hasta grupları arasında anlamlı bir fark
bulamamışlardır.
Bizim hastalarımızda merdiven kapasitesi (p= 0,057) ve sandalyeden kalkma (p=
0,874) esnasındaki tercihleri arasında her iki grup karşılaştırıldığında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark saptanmamıştır. Bunun neticesinde patellar yüzeyin değiştirilmesinin
patellofemoral fonksiyonlara ciddi bir katkısı olmadığı sonucuna varılmıştır.
Hasta memnuniyeti açısından Burnett ve ark. (78) patellar yüzeyi değiştirilen ve
korunan iki grup arasında fark gösterememişlerdir.
Callaghan ve ark. (104) diz protezi uygulanmış hastalarda diz önü ağrısı prevelansında
zamanla bir artış saptamışlar, klinik sonuçların düşmekte, hasta memnuniyetinin azalmakta
olduğunu söylemişlerdir. Aşırı ağrıya çok sık rastlamamalarına karşılık analjezik ihtiyacı
doğuran hafif ve orta şiddetteki ağrının bu hastalardaki hasta memnuniyet oranlarını
düşürdüğünü belirtmektedirler. Uzun takip süresi olan çalışmalarında bu nedenden dolayı
patellası korunmuş ve değiştirilmiş hastalar arasında fark görememişlerdir.
83
Bizim çalışmamızda da postoperatif hasta memnuniyeti bakımından her iki grup
arasında anlamlı bir fark saptanamamıştır. Bu sonuçlar ışığında, patellar yüzey değiştirilmiş
hastalarda görülen patellofemoral komplikasyonların tedavisinin zorluğu da göz önüne
alındığında patellar yüzeyin korunmasının daha doğru bir tedavi seçeneği olacağını
düşünmekteyiz.
Postoperatif patellofemoral fonksiyonu etkileyen diğer önemli unsurlar ise implant
seçimi ve yerleştirilmesidir. Stiehl ve ark. (105) yaptıkları biyomekanik çalışmada, normal, ön
çapraz bağı olmayan ve total diz artroplastisi uygulanmış dizlerde patellofemoral temas
basınçlarını ve patellar tilt açılarını ölçmüşlerdir. En kötü sonucu kubbe şekilli implantlarda
elde etmişlerdir. Bu protezlerde patellofemoral temas bölgelerinde aşırı basınç ortaya
çıkmakta ve daha büyük patellofemoral tilt açıları görülmektedir. Ön çapraz bağı olmayan,
patellası değiştirilmemiş veya anatomik bir protez ile patellar yüzü değiştirilmiş dizlerde ise
sonuçlar normal dizlerle aynı bulunmuştur. Sonuç olarak anatomik olarak dizayn edilmemiş
patellar komponentlerin patellofemoral eklemin biyomekaniğini bozmakta ve komplikasyon
oranlarını arttırmakta olduğunu belirtmişlerdir.
Chew ve ark. (98) kubbe şekilli patellar implantların, anatomik tasarımlarda olduğu
gibi rotasyonel ayarlama yapmayı gerektirmediğini öne sürmektedirler. Ancak konveks
yapıdaki yüzeylerin daha fazla aşınmaya maruz kalacağını, bu nedenle artroplastide
kullanılacak yumuşak yapıdaki patellar komponentlerin eklem yapısına uygun şekilde konkav
olması gerektiğini belirtmişlerdir. Bu noktada anatomik tasarımlar, daha düşük temas
streslerine maruz kalacaklarından daha avantajlı görünmektedirler.
Burnett ve ark. (78) ise implant dizaynından önce dikkat edilecek en önemli konunun
implantın düzgün akslarda yerleştirilmesi olduğunu belirtmişlerdir. Femoral ve tibial
komponentlerin rotasyonel dizilim bozukluklarının, patellar hareketi etkilediğini, epikondiler
aks boyunca uygulanan rotasyonel dizilimin ise total diz artroplastisinde patellar hareketi
kolaylaştırdığını göstermişlerdir.
Patellar komponentin kemik içerisine oturtulduğu tasarımlar, patellar komponentin
kemik dışına oturtulduğu protezlere göre daha avantajlıdır. Bu nedenle kliniğimizde patellar
komponent seçiminde anatomik tasarımlı, kemik içine oturtulan, polietilen, çimento ile tespit
edilmiş patellar komponentler tercih edilmiştir.
Buna karşılık metal arkalıklı protezlerde aşırı derecede polietilen aşınması ve
polietilen komponent ile metal arkalığın ayrışması nedeni ile başarısızlık oranı yüksektir.
84
Tokgözoğlu ve arkadaşları (106) metal patellar yüzey değiştirilmesi esnasında patellar arkalık
kullanılan 45 vakadan 3’ ünde (% 6,6) patellar implanta ait komplikasyon, 1 hastada (% 2,2)
patella kırığı ve 17 hastada (% 37,7) patella-metal sırtlık arasında gevşeme tespit etmişlerdir.
Protez uygulamalarımız esnasında, patelladan fazla rezeksiyon gerektirmesi ve
polietilen kalınlığının ince olması nedeniyle güvenli bulmadığımız için hastalarımızda metal
arkalıklı patellar implant kullanmadık.
Diz artroplastisinde en önemli ameliyat endikasyonlarından birisi de diz hareket
açıklığındaki azalmadır. Uzun yıllar diz protezlerini değerlendirmek ve diğer çalışmalarla
karşılaştırmak için diz eklem hareket açıklığı da bir kriter olarak kullanılmıştır.
Harvey ve ark. (107) 229 hastanın 386 dizine total diz artroplastisi uygulamışlar ve
postoperatif dönemde hastaların diz hareket açıklıklarını etkileyen yaş, cins, preoperatif tanı
ve preoperatif diz hareket açıklığı gibi faktörleri incelemişlerdir. En kısa 12 aylık takip
sonrasında, preoperatif fleksiyon kontraktürlü ve romatoid artritli hastalarda kazancın daha
fazla olduğunu bulmuşlardır. Buna karşın osteoartritli hastalarda eklem hareket açıklığı
postoperatif dönemde daha az yükselmiştir.
Aydoğdu ve ark.. (108) yaptıkları bir çalışmada total diz artroplastisi yapılan 51
hastayı incelemişler ve ortalama 17 aylık takipte preoperatif ortalama fleksiyonu 84° (30°120°) ve 90°’ nin üzerindeki hastaların oranını ise % 67 olarak bulmuşlardır. Postoperatif
ortalama fleksiyonu 96° (50°-130°) ve 90°’ nin üzerindeki hastaların oranını ise % 87 olarak
bulmuşlardır.
Berger ve ark (109) yaptıkları bir çalışmada 158 total diz artroplastisi uygulanan
hastayı incelemişler, ortalama 11 yıllık takip sonrasında preoperatif ortalama fleksiyonu 99°
(30°-140°), postoperatif ortalama fleksiyonu ise 104° (11°-140°) bulmuşlardır. Hastaların %
43’ ünde 110°’ nin üzerinde, % 26’ sında 100-110° arası ve % 23’ ünde ise 90-99° arası
fleksiyon tespit etmişlerdir.
Kawamura ve ark. (110) postoperatif eklem hareket açıklığının, preoperatif fleksiyon
derecesine ve preoperatif tibiofemoral varus valgus dereceleri gibi faktörlere bağlı olduğunu
söylemişlerdir. Patellar yüzeyin kaplanıp kaplanmamasının ise postoperatif diz fleksiyon
açılarını etkilemediğini öne sürmüşlerdir.
Bizim çalışmamızda ise preoperatif ortalama 84° olan eklem hareket açıklığı
postoperatif dönemde ortalama 106° bulunmuştur. Sonuçlarımızın literatür verilerine göre iyi
85
olduğu görülmektedir. Hastalar gruplara göre incelendiğinde ise, Grup 2’ deki hastaların
109,2º olan ortalama postoperatif eklem hareket açıklıklarının, postoperatif ortalama eklem
hareket açıklıkları 103,7º olan Grup 1’ deki hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde
daha iyi olduğu saptanmıştır (p= 0.06). Bu durum literatür ile uyumsuz görülmekle beraber
biz iki grup arasındaki istatistiksel olarak farklı anlamlı olan bu durumu patellar eklem
yüzeyinin değiştirilip değiştirilmemesinden çok, son dönemlerde opere edilen Grup 2
hastalarına fizyoterapist nezaretinde uygulanan egzersiz ve CPM destekli postoperatif
rehabilitasyon programımızın başarısına bağlamaktayız.
Tüm komponentlerin yerleştirilmesinden sonra, peroperatif değerlendirme esnasında
patellanın herhangi bir destek almaksızın femoral olukta yer alması gereklidir. Bu hareket
esnasında patellanın sublukse veya disloke olması durumunda lateral retinaküler gevşetme
yapılır (90). Biz subluksasyon veya dislokasyon tespit ettiğimiz 7 dize lateral retinaküler
gevşetme uyguladık. Lateral gevşetme esnasında patellar dolaşımı mümkün olduğunca
koruyabilmek için superior geniküler arteri görerek ve zarar vermeden gevşetme yaptık.
Özellikle patellası değişmiş hastalarda uygulanan lateral retinaküler gevşetme patellar
dolaşımı daha da çok bozmaktadır. Bunun sonucu olarak patellada avasküler nekroz ve kırık
gelişebilmektedir. Çalışmamızda hastalarımızın hiçbirinde avasküler nekroz veya kırığa
rastlamadık. Bu durumu, ameliyat esnasında patellar dolaşımın korunmasına büyük dikkat
göstermemize bağladık. Bu amaçla da insizyon mümkün olduğunca küçük tutularak patella
lateralinde cilt altı doku gevşetmesi yapılmadı. Patellar komponent yerleştirilen hastalarda da,
aşırı kemik rezeksiyonundan kaçınıldı. Her iki grup hastada da patellofemoral uyumun
sağlanmasında titiz davranıldı.
Günümüzde bilateral gonartrozu olan hastalarda aynı anda her iki eklemin
değiştirilmesi de tartışma konusudur. Postoperatif rehabilitasyonun ve hastanede yatış
süresinin kısalması yöntemin avantajı olurken, daha fazla kan transfüzyonuna ihtiyaç
duyulması, ve kardio-pulmoner komplikasyonların daha fazla olması ise dezavantajlarıdır
(111,112).
Kliniğimizde bilateral artroplasti uygulanan 22 hastanın 12 tanesine aynı seansta çift
taraflı turnike ile artroplasti uygulanmış, bu hastaların hiçbirinde majör postoperatif
komplikasyon görülmemiştir.
Total diz artroplastisinde cerrahi prosedür ne kadar başarılı olursa olsun, postoperatif
dönemde uygun rehabilitasyon yapılamazsa fonksiyonel sonuçlar kötü olur. İdeal
86
rehabilitasyon esasen preoperatif dönemde başlatılmalı, hastaya eğitim durumuna göre
yapılacak cerrahi girişim hakkında bilgi verilmeli, böylece hastanın postoperatif
rehabilitasyona uyumu arttırılmalıdır (113,114).
Kumar ve ark (113) yaptıkları çalışmada, sürekli pasif hareket (CPM) ve fizyoterapist
yardımlı pasif diz fleksiyon ve ekstansiyonu uygulanan iki grup hastayı incelemişler
hastanede yatış süresi, komplikasyonlar ve diz hareket açıklığı incelendiğinde iki grup
arasında anlamlı fark bulmamışlardır.
MacDonald ve ark. (114) birinci grupta CPM uygulanmamış, ikinci grupta 0°-50°
arası CPM uygulanmış ve üçüncü gruba 70°-110° arası CPM uygulanmış üç grup hastayı
incelemişlerdir. Hastaların postoperatif analjezik ihtiyacı, hastanede kalış süresi, ve eklem
hareket açıklığı göz önüne alındığında, istatistiki olarak sonuçların anlamlı olmadığını
bulmuşlardır. Ancak yüksek derecede CPM uygulanan hastalarda fleksiyon miktarının uzun
dönemde daha iyi olduğunu göstermişlerdir.
Bizim kliniğimizde diz artroplastisi uyguladığımız hastalara postoperatif bilinci
düzelir düzelmez izometrik egzersizler başlanmıştır. Postoperatif 48. saatte idrar sondası ve
emici drenler çekilerek aktif ve pasif diz hareketleri, CPM uygulaması, ve yürüteç yardımıyla
tam basarak mobilizasyon uygulanmıştır. CPM hastalara düşük derecelerde başlanıp yavaş
yavaş fleksiyon dereceleri arttırılarak uygulanmıştır. CPM ve diz egzersizleri fizyoterapist
kontrollü uygulanarak hastaların kendilerine bırakılmamış, ve tüm egzersizler tam olarak
öğrenilmeden hastaların taburcu olmasına izin verilmemiştir. Böylece hastaların egzersiz
programına tam olarak uyum göstermeleri sağlanmaya çalışılmıştır.
Değerlendirmelerimize göre, preoperatif ve postoperatif egzersiz programına tam
uyum sağlayamayan hastalarda protezlerde teknik hata olmamasına karşın, arzu edilen yüksek
hareket dereceleri sağlanamamıştır. Buna karşılık rehabilitasyon programına uyum gösteren
hasta grubunda ise, eklem hareket açıklığı bakımından daha başarılı sonuçlar elde edilmiştir.
Bizim çalışmamızdaki hastaların takip süresi 80 ile 10 ay arasında değişmektedir.
Patellar yüzey değiştirilmeyen hastaların ortalama takip süresi ise daha kısadır (en az 10 en
çok 28). Bu nedenle patellar yüzey değiştirilen ve değiştirilmeyen dizler arasında uzun
dönemde, örneğin on yıl, fark olup olmadığının tam olarak anlaşılabilmesi için hastaların daha
uzun dönemlerde takip edilmesi gereklidir.
Sonuçta
total
diz
artroplastisi
esnasında
patellar
yüzeyin
değiştirilip
değiştirilmemesine karar vermek hala oldukça tartışmalı bir konudur. Patellar yüzey
87
değiştirilen ve değiştirilmemiş hastaların postoperatif sonuçlarının aynı olması, bu kararı
büyük ölçüde cerrahın kendisine bırakmaktadır. Patellayı korumak geçerli bir tercihtir, ancak
hasta patellar yüzeyin değiştirilmesini gerektirecek ikinci bir operasyon için risk altında
olduğunu bilmeli ve bu riski kabullenmelidir. Hastalara ayrıca geçirecekleri bu operasyonun
semptomları büyük ölçüde azaltacağı da anlatılmalıdır. Patellar yüzey değiştirilecek hastalara
da postoperatif dönemde de az da olsa hala bir miktar diz önü ağrısı yaşayabilecekleri
anlatılmalıdır. Tüm bunlar hastalara anlatıldıktan sonra şayet patellar yüzey değiştirilmeye
karar verilirse, patellar komplikasyonları azaltmak için patellar kesinin çok dikkatli bir şekilde
yapılması gereklidir. Dikkat edilmesi gerekli konulardan birisi de preoperatif diz önü ağrısının
peroperatif patellar yüzey değiştirilmesi için etkin bir endikasyon olarak dikkate alınmaması
gerektiğidir.
88
SONUÇLAR
Bu çalışmada, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim
Dalında, Nisan 1995 ile Haziran 2004 tarihleri arasında total diz artroplastisi uygulanan 84
hastanın 105 dizi incelendi. Bu dizlerden 52 tanesine patellar eklem yüzeyi değişimi
uygulanırken (Grup 1), 53 dizde patella korundu (Grup 2). Bu iki grup hasta postoperatif
‘Knee Society’ skorlama sistemi, diz önü ağrısı, patellofemoral fonksiyon, eklem hareket
açıklığı bakımından karsılaştırıldı. Yapılan karşılaştırmada aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir:
1- Tüm hastalar göz önüne alındığında diz skorundaki ilerleme % 199, fonksiyon
skorundaki ilerleme % 229 ve toplam klinik skordaki ilerleme % 178 olarak bulunmuştur.
Total diz artroplastisi diz osteoartritinin tedavisinde oldukça başarılı bir tedavi metodudur.
2-
Postoperatif
diz
skoru,
fonksiyon
skoru
ve
toplam
klinik
skorlar
karşılaştırıldığında her iki grup arasında fark yoktur.
3-
Diz skorundaki ilerleme grup 1’ deki hastalarda daha iyi olurken, fonksiyon
skorundaki ilerleme grup 2’ deki hastalarda daha iyi bulunmuştur. Toplam klinik skordaki
ilerleme bakımından ise iki grup arasında fark yoktur.
4-
Sadece preoperatif diz önü ağrısı olan hastaların değerlendirilmesinde,
postoperatif diz, fonksiyon ve toplam klinik skorları arasında fark yoktur.
5-
Eklem hareket açıklığı bakımından grup 2’ deki hastaların eklem hareket
açıklığı grup 1’e göre daha iyi bulunmuştur. Bu durum patellar komponent kullanılıp
kullanılmamasından çok hastalara uygulanan postoperatif egzersiz programına bağlanmıştır.
6-
Hastaların postoperatif memnuniyeti sorgulandığında her iki grup arasında fark
saptanamamıştır.
89
7-
Patellofemoral fonksiyonların değerlendirilmesinde hastaların merdiven çıkma
kapasiteleri ve sandalyeden kalkma becerileri sorgulanmış ve her iki grup arasında fark
saptanamamıştır.
8-
Her iki grup arasında preoperatif diz önü ağrısı bakımından fark
saptanamamıştır.
9-
Her iki grup arasında postoperatif görülen diz önü ağrısı bakımından da fark
10-
Gruplar arasında postoperatif dönemde yeni oluşmuş diz önü ağrısı bakımından
yoktur.
da fark saptanamamıştır.
Sonuç olarak total diz artroplastisinde patellar komponent kullanılmasına veya
patellanın korunmasına karar vermek için belirgin kriterler bulunmamaktadır. Her iki gruptaki
hastaların postoperatif sonuçlarının aynı olması bu kararı büyük ölçüde cerrahın kendisine
bırakmaktadır. Preoperatif diz önü ağrısının bulunması tek başına, patellar komponent
kullanılması için bir endikasyon teşkil etmemektedir. Cerrahi teknik ne kadar başarılı olursa
olsun hastaların postoperatif fonksiyonel sonuçları ve eklem hareket açıklıkları, postoperatif
rehabilitasyon programının başarısına ve bu programa hastanın sağladığı uyuma bağlıdır.
90
ÖZET
Klinik olarak yapılan bu çalışmada total diz artroplastisi esnasında patellar eklem
yüzeyi değiştirilmiş 52 diz ile patellar yüzeyi korunmuş 53 hasta karşılaştırıldı. Bu
karşılaştırma ‘Knee Society’ skorlama sistemi, diz önü ağrısı, patellofemoral eklem
fonksiyonu ve eklem hareket açıklığı gibi klinik parametreler göz önüne alınarak yapıldı.
Postoperatif dönemde her iki grup arasında yapılan karşılaştırmada, toplam klinik
skor (p= 0,946), diz skoru (p= 0,589) ve fonksiyon skoru (p= 0,598) arasında fark
saptanamamıştır. Postoperatif yeni gelişen diz önü ağrısı (p= 0,53) bakımından da gruplar
arasında fark yoktur. Patellofemoral eklem fonksiyonlarını gösteren merdiven inme kapasitesi
(p= 0,057) ve sandalyeden kalkma becerileri (p= 0,874) göz önüne alındığında da her iki grup
arasında belirgin bir fark saptanamazken, diz eklem hareket açıklığı patellası korunan
hastalarda daha iyi bulunmuştur (p= 0.006).
Klinik olarak her iki grup arasında postoperatif takiplerde anlamlı farklar
saptanmaması nedeniyle rutin olarak patellar kıkırdak değişimi uygulanmasını doğru
bulmamaktayız. Sadece seçilmiş hastalarda cerrahın tercihine bağlı olarak patellar eklem
yüzeyi değiştirilmelidir. Böylece gereksiz yere patellar komponent kullanımından doğacak
patellar komponente bağlı komplikasyonlardan kurtulmuş olunur. Ayrıca patellar komponente
bağlı komplikasyonların tedavisi zor, revizyon sonrası postoperatif hasta memnuniyeti
kötüdür.
Postoperatif hastanın fonksiyonu ve eklem hareket açıklığı uygulanan cerrahi
yöntem kadar postoperatif rehabilitasyon programına ve hasta uyumuna da bağlıdır.
91
Anahtar kelimeler: Osteoartrit, total diz artroplastisi, patellar komponent, patellar
yüzey değişimi.
92
CLINICAL COMPARISON OF PATIENTS WITH RESURFACING
VERSUS NON-RESURFACING OF THE PATELLA IN TOTAL KNEE
ARTHROPLASTY
SUMMARY
In this clinical study 52 patients with resurfacing of the patella were compared with 53
patients without resurfacing of the patella during total knee arthroplasty. This comparison was
based on clinical parameters such as ‘Knee Society’ scoring system, anterior knee pain,
patellofemoral joint function and range of motion.
At their last follow-up, statistically there was no significant difference between the
resurfaced and non-resurfaced patellae with respect to ‘Knee Society’ total clinical scoring
system (p=0.946), knee score (p=0.589) and fonctional score (p=0.598). There was also no
significant difference with respect to new anterior knee pain (p=0.53)between the two groups.
When we look at the stair climbing capacity (p= 0.057) and rising from chair (p=0.874) which
were indicators of patellofemoral joint function we could not find any statistically significant
difference between the groups. But the non-resurfaced group had a better range of motion
postoperatively (p=0.006).
Based on our results, we can not suggest routine patellar resurfacing during total knee
arthroplasty. According to the surgeon’s choice selective patellar resurfacing can be applied to
the patients if necessary. By this way, the surgeon can avoid unnecessary patellar component
93
complications. These complications due to the patellar component are also hard to treat and
patient satisfaction is not good after revision of the component.
Postoperative function of the patient and postoperative range of motion are affected
from the success of postoperative rehabilitation programme and patient complience to this
programme as well as the success of the surgical procedure.
Key words: Osteoarthritis, total knee arthroplasty, patellar component, patellar
resurfacing.
94
KAYNAKLAR
1.
Kuru Ö. Kıkırdak biyokimyası ve osteoartrit patogenezi. Karaaslan Y (Editör)
Osteoartrit’ de. Ankara: MS Yayıncılık 2000; 10-11.
2.
Tözün R. Gonartrozda cerrahi ve cerrahi olmayan tedaviler. Ege R (Editör) XVI. Milli
Türk Ortopedi ve Travmatoloji Kongresi 3-7 Kasım 1999; Antalya, Türkiye. Ankara;
1999. 1-2
3.
Barret PW. Alternatives to total knee arthroplasty. Contemporary techniques and
issues of orthopaedics reconstrictive programme. In: Krackow K (Ed) Orthopaedic
Course Reports. 14-16 September 2000. Cour d’Alene, Idaho, 1-8.
4.
Insall JN. Historical development, classification and characteristics of knee prosthesis.
In: Insall JN (Ed). Surgery of the knee, 2nd edition. New York: Churchill-Livingstone
Inc; 1993. p.677-717.
5.
Tözün
R.
Total
diz
artroplastilerinde
preoperatif
hazırlık
ve
postoperatif
değerlendirme. Acta Orthop Traum Turc 1990; 24: 352-358.
6.
Odar İV. Hareket, sinir sistemi ve duyu organları. Anatomi ders kitabından 11. baskı.
İstanbul Elif Kitap Evi; 1978; 135-137.
7.
Insall JN, Kelly MA. Anatomy. In: Insall JN (Ed). Surgery of the knee, 2nd edition.
New York: Churchill-Livingstone Inc; 1993. p.1-20.
8.
Aydın AT. Diz eklemi anatomisi. Tandoğan NR, Alpaslan AM (Editörler). Diz
cerrahisinde. Ankara: Yeni Fersa Matbaacılık; 1999. s. 5-18.
95
9.
Wilson SA, Vigorita VJ, Scott WN. Anatomy. In: Scott WN (Ed). The knee Vol-1. 9th
ed. St. Louis: Mosby-Year Book Inc; 1994. p.17-38.
10.
Dye SF. Functional anatomy and biomechanics of the patellofemoral joint. In: Scott
WN (Ed). The Knee Vol-1. 9th ed. St. Louis: Mosby-Year Book Inc; 1994. p.382-384.
11.
Burstein AH, Wright T. Biomechanics. In: Insall JN (Ed). Surgery of the knee, 2nd
edition. New York: Churchill-Livingstone Inc; 1993. p.53-62.
12.
Sakai N, Luo ZP, Rand KN. The influence of weakness in the vastus medialis oblique
muscle on the patellofemoral joint, an in vitro biomechanical study. Clin Biomech
2000; 15: 335-339.
13.
Cannon WD. Arthroscopic meniscal repair. In: McGinty JB (Ed). The operative
arthroscopy. 2nd ed. New York: Lippincott-Raven; 1996. p.299-316.
14.
Sambatakakis A, Wilton TJ, Newton G. Radiographic sign of persistent soft tissue
balance after total knee arthroplasty. J Bone Joint Surg 1991; 73-B: 751-756.
15.
Miller RH. Knee injuries. In: Canale ST (Ed). Campbell’s operative ortopaedics. 9th
ed. St.Louis: Mosby-Year Book Inc; 1998. p.1114-1115.
16.
Warren LF, Marshall JL. The supporting structures and layers on the medial side of
the knee: an anatomical analysis. [abstract] J Bone Joint Surg 1979; 61-A: 56-62.
17.
Girgis FG, Marshall JL, Nonajem ARS. The cruciate ligaments of the knee joint.
Anatomical, functional and experimental analysis. [abstract] Clin Orthop 1975; 106:
216-231
18.
Amis AA, Dawkins GPC. Functional anatomy of the ACL. Fiber bundle actions
related to ligament replacements and injuries. J Bone Joint Surg 1991; 73-B: 260-267
19.
Bray RC, Frank CB, Miniaci A. The structure and function of diarthral joints. In:
McGinty JB (Ed). The operative arthroscopy. 2nd ed. New York: Lippincott-Raven;
1996. p.105-144.
20.
Grood ES, Stowers SF, Noyes FR. Limits of movement in the human knee: effect of
sectioning the PCL and posterolateral structures. J Bone Joint Surg 1988; 70-A: 88-97.
21.
Barret CL, Cobb AG, Beenetley G. Joint proprioception in normal and replaced knees.
J Bone Joint Surg 1991; 73-B: 53-57.
22.
Arnoczky SP, Doods JA, Wickiewicz TL. Basic science of the knee joint. In: McGinty
JB (Ed). The operative orthroscopy. 2nd ed. New York: Lippincot-Raven; 1996.
p.127-130.
96
23.
Buckwalter JA, Mankin HJ. Articular cartilage. Part I: Tissue design and chondrocytematrix interactions. J Bone Joint Surg 1997; 79-A: 600-611.
24.
Rosenberg A, Mikosz RP, Mohler CG. Basic Knee Biomechanics. In: Scott WN (Ed).
The knee Vol-1. 9th ed. St. Louis: Mosby-Year Book Inc; 1994. p.75-94.
25.
Tandoğan NR. Klinik diz biyomekaniği. Tandoğan NR, Alpaslan AM (Editörler). Diz
cerrahisinde. Ankara: Yeni Fersa Matbaacılık; 1999. s. 19-27.
26.
Nordin M, Frankel VH. . Biomechanics of the knee. In: Insall JN (Ed). Surgery of the
knee, 2nd edition. New York: Churchill-Livingstone Inc; 1993. p.184-186.
27.
Soames RW. Skeletal system. In: Williams PL, Bannister LH, Berry MM, Collins P,
Dyson M, Dussek JE, Ferguson MWJ (Eds). Gray’s anatomy. London: ChurchillLivingstone; 1995. p.697-711.
28.
Özkaya N, Nordin M. Biomechanics of the knee joint. In: Özkaya N, Nordin M (Eds).
Fundementals of biomechanics, equilibrium, motion and deformation, 2nd edition.
Heidelburg: Springer – Verlag; 1999. p.107-111.
29.
Guyton JL. Arthroplasty of ankle and knee. In: Canale ST (Ed). Campbell’s operative
ortopaedics. 9th ed. St.Louis: Mosby-Year Book Inc; 1998. p.245-251
30.
Fulkerson JP, Buuck DA. Basic biomechanics of the knee joint. In: McGinty JB (Ed).
The operative arthroscopy. 2nd ed. New York: Lippincott-Raven; 1996. p.343-389
31.
Nordin M, Frankel VH. The knee. In: Nordin M, Frankel VH (Eds) Basic
biomechanics of the musculoskeletal system 3rd ed. Philadelphia, Baltimore, New
York, London, Buenos Aires, Hong Kong, Sydney, Tokyo. 2001. p.176-2001.
32.
Grelsamer RP, Weinstein CH. Applied biomechanics of the patella. Clin Orthop 2001;
389: 9-14.
33.
Calpur OU, Ozcan M, Gurbuz H, Turan FN. Full arthroscopic lateral retinacular
release with hook knife and quadriceps pressure-pull test:long-termfollow-up. Knee
Surg Sports Traumatol Arthrosc. 2005;13(3):222-230.
34.
Bayrakçı K. Total Diz Protezi Uygulamalarımızda Orta ve Uzun Dönem Sonuçlarımız
(tez). Ankara: Ankara Üniversitesi Tıp Fak; 1999.
35.
Jeffrey RS, Morris RW, Denham RA. Coronal alignment after total knee replacement.
J Bone Joint Surg 1991; 73-B: 709-714.
36.
Bartel DL, Burstein AH, Santavicca EA, et al. Performance of the tibial compartment
in the total knee replacement. Conventional and revision designs. [abstract] J Bone
Joint Surg 1982; 64-A: 1026-1033.
97
37.
Ostermeier S, Hurschler C, Stukenborg-Colsman C. Quadriceps function after TKA –
an in vitro study in a knee kinematic simulator. Clin. Biomec. 2004; 19: 270-276.
38.
Andriacchi TP, oder D, Conley A, Rosenberg A, Sum J. Patellofemoral design
influences function following total knee arthroplasty. J Artroplasty 1997; 12(3): 243249.
39.
Kulkarni SK, Freeman MAR, Poal-Manresa JC, Asencio JI, Rodrigez JJ. The
patellofemoral joint in total knee arthroplasty. J Arthroplasty 2000; 15(4): 424-429
40.
Bartel DL, Bicknell VL, Wright TM. The effect of conformity, thickness, and material
stress in ultra-high molecular weight components for total joint replacement. J Bone
Joint Surg 1986; 68-A: 1041-1051.
41.
Steinberg DR, Steinberg ME. The early history of arthroplasty in the United States.
Clin Orthop 2000; 374: 55-89.
42.
Atik OŞ. Endoprostetik cerrahi. Atik OŞ (Ed). Eklem cerrahisinde. Ankara: Nobel
Kitapevi; 1997. s. 80-81.
43.
Berger RA, Nedeff DD, Barden RM, Sheinkop MM, Jacobs JJ, Rosenberg AG,
Galante JO. Unicompartmental knee arthroplasty. Clin Orthop 1999; 367: 50-60.
44.
Callaghan JJ, Insall JN, Greenwald AS, Dennis DA, Komistek RD, Murray DW,
Bourne RB. Mobile bearing knee replacement. Concept and results. J Bone Joint Surg
200; 50-A: 431-449
45.
Peersman G, Laskin R, Davis J, Peterson M. Infection in total knee replacement. Clin
Orthop 2001; 392: 15-23.
46.
Bottner F, Sculco TP. Nonpharmacologic thromboembolic prophylaxis in total knee
artroplasty. Clin Orthop 2001; 392: 249-256.
47.
Colwell CW. Low molecular weight heparin prophylaxis in total knee arthroplasty.
Clin Orthop 2001; 392: 245-248.
48.
Woolson ST, Robinson RK, Khan NQ, Rogers BS, Maloney WJ. Deep venous
thrombosis propylaxis for knee replacement: warfarin and pneumatic compression.
Amer J Orthop 1998; 27(4): 299-304.
49.
Parentis MA, Rumi MN, Deol GS, Kothari M, Parrish WM, Pellegrini VD. A
comparison of the vastus splitting and median parapatellar approaches in total knee
arthroplasty. Clin Orthop 1999; 367: 107-116.
50.
White RE, Allman JK, Trauger JA, Dales BH. Clinical comparison of the midvastus
and medial parapatellar surgical approaches. Clin Orthop 1999; 367: 117-122.
98
51.
Hungerford DS, Krackow KA. Total joint arthroplasty of the knee. [abstract] Clin
Orthop 1985; 192: 23-33.
52.
Howmedica-Osteonics (USA). Scorpio Single Axis Total Knee System: Surgical
Technique. New York: 2000.
53.
Lotke PA. Primary total knees. In: Lotke PA (Ed). Knee arthroplasty: Standart
principles and techniques. New York: Raven Press; 1995. s. 63-92.
54.
Olcott CW, Scott RD. Femoral component rotation during total knee arthroplasty. Clin
Orthop 1999; 367: 39-42.
55.
Poilvache PL, Insall JN, Scuderi GR, Font-Rodrigez DE. Rotational landmarks and
sizing of the distal femur in total knee arthroplasty. Clin Orthop 1996; 331: 35-46.
56.
Teter KE, Bregman D, Colwell CW. Accuracy of intramedullary versus
extramedullary tibial alignment cutting systems in total knee arthroplasty. Clin Orthop
1995; 321: 106-110.
57.
Freeman MAR, Samuelson KM. F / S Surgical Technique 1 and 2. Total Knee
Replacement System. 1st ed. Switzerland: Sulzer Orthoaedics Inc, 1997: 27-30.
58.
Insall JN. Surgical techniques and instrumentation in total knee arthroplasty. In: Insall
JN (Ed). Surgery of the knee, 2nd edition. New York: Churchill-Livingstone Inc;
1993. p.719-722.
59.
Trousdale RT, Hanssen AD, Rand JA, Cahalan TD. V-Y quadricepsplasty in total
knee arthroplasty. Clin Orthop 1993; 286: 48-55.
60.
Tözün R, Şener N. Arka çapraz bağı koruyan primer diz artroplastileri. Tandoğan NR,
Alpaslan AM (Editörler). Diz cerrahisinde. Ankara: Yeni Fersa Matbaacılık; 1999.
s.321-335.
61.
Asp JP, Rand JA. Peroneal nerve palsy after total knee arthroplasty. Clin Orthop 1990;
261: 233-237.
62.
Insall JN, Haes SB. Complications of total knee arthroplasty. In: Insall JN (Ed).
Surgery of the knee, 2nd edition. New York: Churchill-Livingstone Inc; 1993. p.891934
63.
Fehring TK, Valadie AL. Knee instability after total knee arthroplasty. Clin Orthop
1994; 299: 157-162.
64.
Tözün İR, Şener N. Total diz artroplastisi komplikasyonları, revizyon endikasyonları
ve çözümler. Ege R (Ed). Diz sorunlarında. 1. baskı. Ankara: Bizim Büro Basımevi;
1998. s. 451-472.
99
65.
Weiss APC, Krackow KA. Persistent wound drainage after primary total knee
arthroplasty. J Arthroplasty 1993; 8: 285-291.
66.
Evcik D, Sonel B. Effectiveness of a home-based exercise therapy and walking
program on osteoarthritis of the knee. Rheumatol Int 2002; 22: 103-106.
67.
Bayramoğlu M, Karataş M, Çetin N, Akman N, Sözay S, Dilek A. Comparison of two
viscosupplements in knee osteoarthritis – a pilot study. Clin Rheumatol 2003; 22: 118122.
68.
Can F, Tandoğan R, Yılmaz İ, Dolunay E, Erden Z. Rehabilitation of the
patellofemoral pain syndrome: TENS versus disaynamic current therapy for pain
relief. [abstract] The Pain Clinic 2003; 15(1): 61-68.
69.
Shannon FJ, Devitt AT, Paynton AR, Fitzpatric P, Walsh MG. Short-term benefit of
arthroscopic washout in degenerative arthrtis of the knee. Int Orthop 2001; 25: 242245,
70.
Aicroth PM, Patel DV, Moyes ST. A prospective randomized review of arthroscopic
debridement for degenerative joint disease of the knee. Int Orthop 1991; 15(4): 351355.
71.
Çalpur OU, Tan L, Gürbüz H, Moralar Ü, Çopuroğlu C, Özcan M. Arthroscopic
mediopatellar plicaectomy and lateral retinacular release in mechanical patellofemoral
disorders. Knee Surg Sports Traum Arthroscopy 2002; 10(3): 177-183.
72.
Agnerkirchner JD, Brucker P, Burkart A, Inhoff AB. Large osteochondral defects of
the femoral condyle: press-fit transplantation of the posterior femoral condyle
(MEGA-OATS). Knee Surg Sports Traumatol Arthrosc 2002; 10: 160-168.
73.
Hangody L, Füles P. Autologous osteochondral mosaicplasty for the treatment of fullthickness defects of the weight-bearing joints. JBJS 2003; 85-A: 25-32.
74.
Virolainen P, Aro H. High tibial osteotomy for the treatment of osteoarthritis of the
knee: a review of the literature and meta-analysis of the follow-up studies. Arch
Orthop Trauma Surg 2004; 124: 258-261.
75.
Ikejiani CE, Leighton R, Petrie DP. Comparison of patellar resurfacing versus
nonresurfacing in total knee arthroplasty. Can j Surg 2000; 43: 35-38.
76.
Peng CW, Tay BK, Lee BPH. Prospective trial of resurfaced patella versus nonresurfaced patella in simultaneous bilateral total knee replacement. Singapore Med J
2003; 44(7): 347-351.
100
77.
Burnett RS, Haydon C, Elkassem H, Rorabeck CH, Bourne RB. Patellar resurfacing /
nonresurfacing in total knee arthroplasty: A rondomized trial at minimum 10 years.
Kevin Bozic (Mod). American Academy of Orthopaedic Surgeons (Podium
Prezentation) March 10, 2004. San Francisco, USA. [Serial Online]. 2004. http://www.
aaos.org
78.
Burnett RS, Bourne RB. Indications for patellar resurfacing in total knee arthroplasty.
J Bone Joint Surg 2003; 85-A: 728-745.
79.
Picetti GD 3rd, McGann WA, Welch RB. The patellofemoral joint after total knee
arthroplasty without patellar resurfacing. J Bone Joint Surg 1990; 72-A: 1379-1382.
80.
Enis JE, Gardner R, Robledo MA, Latta L, Smith R. Comparison of patellar
resurfacing versus nonresurfacing in bilateral total knee arthroplasty. Clin Orthop
1990; 260: 38-42.
81.
Levitsky KA, Harris WJ, McManus J, Scott RD. Total knee arthroplasty without
patellar resurfacing. Clinical outcomes and long follow-up evaluation. Clin Orthop
1993; 286: 116-121.
82.
Barrack RL, Burak C. Patella in total knee arthroplasty. Clin Orthop 2001; 389: 62-73.
83.
Kim SK, Reitman RD, Schai PA, Scott RD. Selective patellar nonresurfacing in total
knee arthroplasty. Clin Orthop 1999; 367: 81-88.
84.
Sigerman R, Gabriel SM, Mahashwer CB, Kenndy JW. Patellar contact forces with
and without patellar resurfacing in total knee arthroplasty. J Arthroplasty 1999: 14(5):
603-609.
85.
Kelly MA. Patellofemoral complications following total knee arthroplasty. Instruct
Course Lect 2001; 50: 403-407.
86.
Müller W, Wirz D. The patella in total knee replacement: does it matter? 750 LCS
total knee replacements without resurfacing of the patella. Knee Surg Sports
Traumatol Arthrosc 2001; 9: 24-26.
87.
Mayman D, Bourne RB, Rorabeck CH, Vaz M, Kramer J. Resurfacing versusu
nonresurfacing the patella in total knee arthroplasty. J Arthroplasty 2003; 18(5): 541545.
88.
Barrack RL, Bertot AJ, Wolfe MW, Waldman DA, Milicic M, Myers L. Patellar
resurfacing in total knee arthroplasty. J Bone Joint Surg 2001: 83-A: 1376-1381.
101
89.
Kajino A, Yoshio S, Kameyama S, Kohda M, Nagashima S. Comparison of the results
of bilateral total knee arthroplasty with and without patellar replacement for
rheumatoid arthritis. A follow up note. J Bone Joint Surg 1997; 79: 570-574.
90.
Şen C, Akman Ş, Aşık N, Bilen B. Total diz protezinde patella değişmeli mi? Acta
Orthop Traumatol Turc 2001; 35: 189-195.
91.
Marcacci M, Iacono F, Zaffagnini S, Visani A, et al. Total knee arthroplasty without
patellar resurfacing in active and overweight patients. Knee Surg Sports Traumatol
Arthrosc 1997; 5: 258-261.
92.
Schroeder-Boersch H, Scheller G, Fischer J. Advantages of patellar resurfacing in total
knee arthroplasty. Arch Orthop Trauma Surg 1998; 117: 73-78
93.
Habermann ET, Kerner M. Patella resurfacing in total knee replacement: is it an
option? About Joints [Serial Online]. http://www.aboutjoints.com/physicianinfo
94.
Boyd AD, Ewald FC, Thomas WH, Poss R, Sledge CB. Long-term complications after
total knee arthroplasty with or without resurfacing of the patella. J Bone Joint Surg
1993; 75-A: 674-681.
95.
Ogon M, Hartig F, Bach C, Nogler M, Steingruber I, Biedermann R. Patella
resurfacing: no benefit for the long-term outcome of total knee arthroplasty. Arch
Orthop Trauma Surg 2002; 122: 229-234.
96.
Wood D, Smith AJ, Collopy D, White B, Brankov B, Bulsara MK. Patellar resurfacing
in total knee arthroplasty. J Bone Joint Surg 2002; 84-A: 187-193.
97.
Ayers D, Dennis DA, Johanson NA, Pellegrini Jr VD. Common complications of total
knee arthroplasty. Instructional course lectures, The American Academy of
Orthopaedic Surgeons. J Bone Joint Surg 1997; 79-A: 278-311.
98.
Chew JTH, Steward NJ, Hanssen AD, Luo ZP, Rand JA, An KN. Differences in
patellar tracking and knee kinematics among three different total knee designs. Clin
Orthop 1997; 345: 87-98.
99.
Nazarian DG, Booth RE. Extensor mechanism allografts in total knee arthroplasty.
Clin Orthop 1999; 367: 123-129.
100.
Rand JA. Extensor mechanism complications following total knee arthroplasty. J Bone
Joint Surg 2004; 86-A: 2061-2072.
101.
Tözün İR, Şener N. Total diz artroplastisinde komplikasyonlar ve çözümleri.
Tandoğan NR, Alpaslan AM (Editörler). Diz Cerrahisi’ nde. Ankara: Yeni Fersa
Matbaacılık; 1999. s. 361-372.
102
102.
Feller JA, Bartlett RJ, Lang DM. Patellar resurfacing versus retention in total knee
arthroplasty. J Bone Joint Surg 1996; 78-B: 226-228.
103.
Barracks RL, Wolfe MW, Waldman DA, Milicic M, ve ark. resurfacing of the patella
in total knee arthroplasty. A prospecitve, randomized, double blind study. J Bone Joint
Surg 1997; 79-A: 1121-1131.
104.
Callagan JJ, O’Rourke MR, Saleh KJ. Why knees fail. J Arthroplasty 2004; 19: 31-34.
105.
Stiehl JB, Komistek RD, Dennis DA, Keblish PA. Kinematics of the patellofemoral
joint in total knee arthroplasty. J Arthroplasty 2001; 16: 706-714.
106.
Tokgözoğlu AM, Landon GC, Tulls HS. Total diz artroplastisinde metal arkalıklı
patellar implantların kullanımı ve komplikasyonu. Artroplasti Artroskopik Cerrahi
1992; 4: 7-9.
107.
Harvey IA, Barry K, Kirby SPJ, Johnson R, Elloy MA. Factors effecting the range of
movement of total knee arthroplasty. J Bone Joint Surg 1993; 75-B: 950-955.
108.
Aydoğdu S, Sur H, Özcan Z, Yercan H. Sementsiz press-fit total diz protezlerinin
erken sonuçları. Artroplasti Artroskopik Cerrahi 1996; 7(12): 1-3
109.
Berger RA, Rosenberg AG, Barden RM, Sheinkop MB, Jacobs JJ, Galante JO. Longterm follow-up of the Miller-Galante total knee replacement. Clin Orthop 2001; 388:
58-67.
110.
Kawamura H, Bourne RB. Factors effecting range of flesxion after total knee
arthroplasty. J Orthop Sci 2001; 6: 248-252.
111.
Lane JG, Hozack WJ, Shah S, Rothman RH, Booth RE, ve ark. simultaneous bilateral
versus unilateral total knee arthroplasty. Clin Orthop 1997; 345: 106-112.
112.
Ünver B, Bakırhan S, Yıldırım Y, Araç Ş. Simultane bilateral total diz
artroplastilerinde ameliyat sonrası erken rehabilitasyon uygulamalarımız. Ege R (Ed).
XVI. Milli Türk Ortopedi ve Travmatoloji Kongre Kitabında. Mayıs 1999. Antalya,
Türkiye. Ankara: Türk Ortopedi ve Travmatoloji Birliği Yayınları; 1999, s. 916-917.
113.
Kumar J, McPherson EJ, Dorr LD, Wan Z, Baldwin K. Rehabilitation after total knee
arthroplasty. Clin Orthop 1996; 331: 93-101.
114.
MacDonald SJ, Bourne RB, Rorabeck CH, McCalden RW. Prospective randomized
clinical trial of continuous passive motion after total knee arthroplasty. Clin Orthop
2000; 380: 30-35.
103