Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak:
Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık
FATİH ALTUĞ*
S
elim İleri’nin ilk olarak Bir Denizin Eteklerinde (1980) kitabında yayımlanan “Kapalı İktisat” adlı uzun öyküsü, İleri edebiyatında önemli bir
dönüşüm anına denk düşmektedir. Bir yandan bireysel, toplumsal, politik
ve ekonomik olanın birbiriyle iç içe geçtiği tematik yapısıyla diğer yandan
başka yazarların hikâyelerinden gazete haberlerine, ses kayıtlarından anatomi
kitaplarına, dergi makalelerinden arabesk şarkılarına uzanan farklı metin ve
* Yrd. Doç. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü/İSTANBUL
E-posta: fatihaltug@sehir.edu.tr
5
69 • 2015
ÖZ
Bu makalede, Selim İleri’nin “Kapalı İktisat” öyküsünü çözümleyerek
öyküyü biçimsel ve tematik olarak tarihsel bağlamı ve Türk edebiyatı
içerisinde konumlandırmak amaçlanmaktadır. Öykü kişisinin öznelliğini anlamaya çalışırken melankoli kavramından yararlanılacak ve
bunun öyküdeki kişisel, toplumsal ve metinsel tezahürleri birbirleriyle
ilişkileri içerisinde incelenecektir. Metnin kapalı ve muğlak anlatısındaki birçok düğüm noktası, melankoli kavramıyla önemli oranda açıklığa
kavuşmaktadır. Öykünün metinler ve mecralar arası veçhesi ön plana
çıkarılacak ve metin dışı kaynakları tespit edilecektir. Öyküde, Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın “Teslim” öyküsünün, on sekizinci yüzyıl anatomistlerinden Frederik Ruysch’un illüstrasyonlarının, 1977 yılında Milliyet
gazetesinde çıkmış bir haberin ve Kadro dergisindeki makalelerin ne
şekilde dönüştürülüp temellük edildiği gösterilecektir. “Kapalı İktisat”,
tematik ve biçimsel yapısıyla hem İleri edebiyatında bir dönüm noktası
oluşturmakta hem de 1980’lerde Türk edebiyatının geçireceği dönüşüme öncülük etmektedir.
Anahtar sözcükler: Selim İleri, “Kapalı İktisat”, melankoli, metinler
arasılık, mecralar arasılık
Fatih Altuğ
mecraları hikâyenin yapısına yediren biçimsel yenilikçiliği ile “Kapalı İktisat”,
İleri’nin önceki öykülerinden ayrılmaktadır.
ERDEM
6
Eleştirmenler, hem Bir Denizin Eteklerinde’nin hem de özel olarak “Kapalı
İktisat”ın Selim İleri öykücülüğünde bir dönüm noktası olduğunu belirtmişlerdir. Feridun Andaç, Bir Denizin Eteklerinde’nin İleri’nin yazarlık serüveninde “asıl kırılma noktası” olduğunu -“Kapalı İktisat”a özellikle dikkat çekerek- iddia eder: “Romana açılımı, orada yol alışı, öyküdeki renklerini öylesi bir
anlatı dokusuna yansıtması gibi görünmüştü ilkten. Ama bu kitabı, İleri’nin
öyküde daha da derinleşip yoğunlaştığını gösteriyordu. Anlatıda ustaca bir bakış, kurgulamada benzersiz bir yapı işçiliğini getiriyordu. Özellikle “Kapalı İktisat”…” (2007: 43). Doğan Hızlan da bu öyküyü biçim kadar içerik açısından
da “dönüm noktası” addeder. Hızlan’a göre, daha çok bireyselliği ile öne çıkan
İleri kişileri, bu öykü ile birlikte toplumsallaşmakta ve politikleşmektedir. İleri
“siyasal düzenimizin ve insanımızın alacalı panoraması[nı]” sunmakta, vurguları ve sunuş şekliyle de toplumcu gerçekçi metinlerden çok daha güçlü bir
toplumsallık kazanmaktadır. Yozlaşma, sevgisizlik, sahtelik, acımasızlık ve güvensizlik gibi hâller, başka metinlerden alıntılarla tarihsellik de kazandırılarak
öyküde tematize edilmektedir (1996: 288). Enis Batur ise İleri “son öyküler
toplamıyla yepyeni bir kimlik koyuyor ortaya” iddiasıyla başlar Bir Denizin
Eteklerinde değerlendirmesine. Bu yaklaşımda da “Kapalı İktisat”ı bir ara metin olarak görme eğilimi vardır. Öykü ile roman arasında konumlanmış ancak
bu konumda bir istikrara kavuşamamış bir sınır-metindir “Kapalı İktisat”. Bu
durumun zaaları ve erdemlerini Batur şöyle ifade eder:
‘Kapalı İktisat’ta da, ‘Bir Denizin Eteklerinde’[de] de ayrı ayrı ‘roman
gereçleri’ kullanıyor yazar: (…) Romansal bir yapı, romansal bir perspektif, romansal bir iskelet sanki yorularak ‘kısa kesiliyor’ her iki öyküde de. ‘Kapalı İktisat’, her şeye karşın, ustalıkla kurgulandığı, vurucu
izleklerle yolunu sürdürdüğü için okuru da kesintisiz kılabiliyor. Kişi
olsa olsa yeterince kimi tuzakların arasında oyalanmadığına, bu duyarlı haritayı iyice tarama olanağını bulamadan haritanın elinden çekilip
alınmasına hayılanıyor. Özetle: ‘Kapalı İktisat’ bir bakıma okurdan
esirgenmiş bir anlatı; anlaşılmadık bir cimrilikle kısa kesilmiş bir uzun
hava - hele ‘Memento Mori’li inal. (1993: 278)
Füsun Akatlı için de Bir Denizin Eteklerinde, İleri edebiyatında olumlu anlamda değişimin “ilk tohumları”nın atıldığı metindir. O da Batur gibi, kitaptaki “Kapalı İktisat” ve “Bir Denizin Eteklerinde” öykülerini romanlaşamamış,
romanla öykü arasında kalmış metinler olarak kabul eder. Her iki öykünün
de “çok verimli uzanımları ve açılımları” vardır. “Kapalı İktisat”, kitabın diğer
öykülerindeki “onca yoğun, onca vurucu biçimde yansıyan izleksel bildiriyi
dengeleyen ya da dengede tutan durulmuş, din(gin)lendirilmiş bir ara-geçe”
(1982: 228).
Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak: Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık
Melankolik Öznellik
“Kapalı İktisat”, üç epigrala başlıyor. “…sanki bir cehennem trenine binmiştim, bütün ölüm duraklarından geçiyorduk…” (1997: 424) şeklindeki birinci alıntı, öykünün kendi içinden aktarılan bir ifadedir. Diğer epigralar ise
Türk inkılabını Faşist İtalya, Nazi Almanyası ve Sovyet Rusya ile karşılaştıran ve Kadro dergisinden alınmış metinlerdir. Daha başlangıçta metnin öz1
Mecralar arasılık kavramının edebiyat araştırmalarında ne şekilde kullanılabileceğine dair kapsamlı bir
çözümleme için bkz. Rajewsky 2005.
7
69 • 2015
Eleştirmenlerin “Kapalı İktisat”ın ve Bir Denizin Eteklerinde’nin İleri edebiyatında bir dönüm noktası olduğu konusunda hemikir olduğu görülüyor.
Aynı zamanda eleştirmenler, “Kapalı İktisat”ı bir “ara”da, bir çeşit eşikte konumlandırıyorlar. Hem türler arasında hem de kitabın diğer öyküleri arasında
bulunan bir eşik. Yoğunluk ve nispeten kapalılık metne atfedilen belli başlı
değerler. Bu makalede, Enis Batur’un “duyarlı harita” olarak tanımladığı “Kapalı İktisat”ı derinlemesine çözümlemek, öykünün haritasında saklı kalmış
olan bazı noktaları açığa çıkarmak amaçlanıyor. Öncelikle İleri’nin simgeselleştirdiği ve yoğunlaştırdığı bu kapalı metin, melankoli kavramı aracılığıyla
açılmaya, açımlanmaya çalışılacaktır. İkinci aşamada melankoliyle bağlantısını
yitirmeden, metinde bireysel, toplumsal ve politik olanın nasıl iç içe geçtiği gösterilecektir. Her iki aşamada da metnin, olay örgüsünü kurarken başka
metinleri ve mecraları anlatısının dokusuna nasıl yedirdiği de özellikle vurgulanacaktır. Bu durumda, makalenin kullanacağı iki temel kavram melankoli
ve mecralar arasılık kavramları olacaktır. Melankoli kavramı sonraki bölümde
tanımlanacağından bu aşamada Türkçe eleştiri söyleminde pek yaygın kullanımı olmayan “mecralar arasılık” kavramını tanımlamakta fayda olduğu düşünülmektedir. Bir metnin mecralar arası niteliğinden söz edildiğinde o metnin
başka metinler kadar başka mecralarla (ortamlarla, medyumlarla) da alıntılamaya, aktarmaya, çevirmeye, dönüştürmeye dayalı bir ilişki içerisinde olduğu
ifade edilmektedir. Edebi mecraya, gazete, radyo, televizyon, sinema, resim
gibi işitsel ve görsel mecralardan akışın olduğu, bir metnin salt matbu ve edebi
olandan ibaret olmadığı bir durum söz konusudur.1 Makale boyunca gösterileceği gibi, “Kapalı İktisat” başka metinler kadar başka mecraları bünyesinde
dahil eden bir metinselliğe sahiptir. Metnin çözümlenmesi esnasında yapılan
araştırmalarda, İleri’nin öyküsünün Tanpınar’ın bir öyküsünü ve o öykünün
ses kaydını, Milliyet gazetesinden bir haberi ve 18. yüzyıldan Hollandalı bir
anatomistin yaptığı illüstrasyonları çeşitli biçimlerde anlatısına dahil ettiği
tespit edilmiştir. Bu açıdan makale bu öykünün maddi oluşum sürecine dair
de bazı katkılar içermektedir.
Fatih Altuğ
göndergesel yanı ve politik göndermeleri öne çıkmaktadır. Metnin olay örgüsü
ise Sadrazam Koca Hasan Paşa’nın torunu olan ve siyasal bilgiler okumasına
rağmen siyasetten uzak ve keyine düşkün bir yaşamı seçmiş olan anlatıcının,
benliğinin parçalandığı ve bu nedenle başına gelenleri bir bütünlük içerisinde
toparlayamadığı bir anla başlar. Her şeyin kararında yaşandığı ve yerli yerinde
olduğu bir hayatı tecrübe etmekte olan anlatıcı, “[ü]st üste gelen, [kendisini]
yıkan, sarsıp aklı[n]ı yitirme[sine] yol açan birtakım (…) [o]laylar, yaşantılar,
duygulanımlar, bölük pörçük, içyüzüne varılamamış izlenimler” (1997: 425)
sonrasında artık bambaşka bir hakikatin eşiğine gelmiştir. Ancak yaklaşmakta
olduğunu hissettiği bu hakikat, durulukla değil “içinden çıkılamayacak kerte
karmaşık[lıkla]” (1997: 425) nitelenir. İşte böyle bir eşikte konumlanmış olan
anlatıcı, önüne bakamadığı, umutla geleceğe yönelemediği bu anında geçmişe
dönüp, maruz kaldığı “şey”i anlamlandırmaya çalışır. Mevcut anın, geçmişte
yaşadıkları tarafından derinlemesine belirlendiğini düşünen anlatıcı, hâlinin
şeceresini oluşturmaya ve çözümlemeye yönelir:
ERDEM
8
[B]irtakım olaylar, yaşantılar, duygulanımlar ve bölük pörçük izlenimler
arasında sıkı bir örgü olduğunu; bu örgünün bütün bir geleceğe –suda
genişleyen, sonra ansızın kaybolan halkalar gibi- etkidiğini ya da etkiyebileceğini ne zaman düşünmeye başladığımı anımsamıyorum. Bir
başlangıç bulmalıyım oysa; bulamazsam, neden-sonuç ilişkisini asla çözümleyemeyeceğim. (1997: 425)
Anlatıcı, bu hâle gelişini anlamaya, neden-sonuç ilişkilerine dayalı bir olay
örgüsü oluşturarak kendi bütünlüğünü yeniden kurmaya çalışmaktadır ancak
ortaya bir örgü ya da şecere değil de bir ağ çıkmaktadır. Olayların başlangıç
anına dair üç varsayıma sahiptir ve bu varsayımların birbiriyle bağıntılarını
açıklıkla kuramamaktadır. “Kapalı İktisat”, büyük oranda anlatıcının inşa etmeye çalıştığı geçmişinin hikâyesidir. Başlangıç varsayımları ve olaylara dair
müphemiyetler, –bazı yerlerde bulanıklaşsa da çoğu zaman sadık kalınan– bir
kronolojik düzenlemeyle metnin olay örgüsüne / olaylar ağına yedirilir. Anlatıcı, dünyaya dair iki kavrayışın ortasında kalakalmıştır: Maruz kaldığı deneyimlerin sonucunda “hayatımızın dondurulduğunu, tek bir zaman diliminde
hep aynı şeyleri yaşamaya başladığımızı hissed[erken]” (425), aynı zamanda
sığındığı deniz kıyısında gördüğü en ufak hareketin bile yepyeni başlangıçları
tetiklediğine inanmaktadır. Sürekli tekrar eden aynılık ile bambaşka imkânlara
gebe küçük bir fark arasındaki gerilim metnin tamamını etkileyecektir.
Artık eski benliği gövdesini terk etmiş olan anlatıcı, bu sürece dair üç başlangıç
varsayımını üç karşılaşma ile tanımlar. Bay Cek Cansın aracılığıyla toplumsalla karşılaşma, Melankolinin Anatomisi vesilesiyle evrenselle ve Nedret sayesinde aşkla karşılaşma. Bu üç ihtimal metnin üç bölümünü oluşturacaktır. Diğer
iki olayın da bağlı olduğu ve kronolojik olarak diğerlerini önceleyen Nedret’le
karşılaşma ilk bölümün odak noktasıdır. “Karasevda” başlıklı bu bölümde anla-
Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak: Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık
tıcının eski benliği ve Nedret dolayımıyla başlayan yeni süreç verilir. Anlatıcı,
dünya nimetlerine ve hazlarına düşkün birisidir ancak her nimet ve hazzı ölçüyle tatmaktadır. Özellikle cinsel hazzı gelip geçiciliği içerisinde yaşaması ve
birlikte olduğu kadınları unutmasıyla bilinen anlatıcı, yeni hâliyle bu döneme
baktığında, hafızasının bastırılmış anları açığa çıkar. Bu anlardan en önemlisi,
eski nişanlısı Sema ile ilgili hatırasıdır. Geçmişini kurarken Sema’nın hamile
kalması ve sonrasında yalnız başına onu kürtaj olmaya gönderişi bir vicdan
sızısı olarak açığa çıkar. Bu anı / görüntü, metnin sonlarına doğru başka anlara
ve görüntülere de sızacaktır.
Yukarıda ana hatlarıyla gösterilmeye çalışılan, anlatıcının öznelliğini anlamak
için melankoli kavramını devreye sokmanın önemli ve işlevsel olduğu düşünülmektedir. Anlatıcının deneyiminde kuvvetli bir kayıp duygusu söz konusudur. Temelde, yasak bir aşkla bağlanılan Nedret’in kaybı vardır. Biraz daha
derinlerde ise Sema’nın ve özellikle de doğmamış çocuğunun kaybı kendini sezdirir. Öykü ilerledikçe bu kayıpların şiddeti daha da belirginleşecektir.
Ancak anlatıcının bu kayıplar karşısında yaşadığı hâl yastan çok melankoliyi
doğurmuştur. Freud, melankolinin belli başlı özelliklerinden “derin acılı bir
yeis hali, dış dünyaya ilginin kesilmesi, sevme kapasitesinin kaybı, aktivitelerin inhibisyonu [ketlenmesi] ve (…) kendine saygıda azalma hali” (1993: 98)
şeklinde söz eder. Yas sürecinde sevilenin kaybı, sevilenden bir türlü kopamama, onun yokluğunu kabullenmeme şeklinde gerçekleşir, ancak bir süre sonra
yaşamın gerçekliği ağır basar ve kişi, kayıpla daha gerçekçi bir ilişki kurmaya
başlar. Ancak melankolide bu noktaya gelinmez: Melankolik, kaybettiği arzu
nesnesini kendi öznelliğine dâhil eder, gerçeklikle uzlaşmaz. Gerçek ya da
9
69 • 2015
Sema’yı kolaylıkla unutabildiği o döneme geri döndüğümüzde, anlatıcının hayatının çığırından çıkmasına yol açacak o an’a, Yeni Komedi Tiyatrosu’nun
fuayesinde Zafer ve Nedret’le karşılaşmasına tanık oluruz. Tiyatroda yeni bir
yorumla Hamlet sergilenmektedir ve Ofelya ile Laertes arasındaki diyalog ensest bir aşkı ima edecek şekilde yeniden biçimlendirilmiştir. Üstelik Ofelya’yı
oynayan anlatıcının metresidir. Zafer ve Nedret’le karşılaşma bu norm dışı
yorumdan hemen sonra gerçekleşmiştir. Bu karşılaşmada anlatıcının geçmişinden gelen bir gizi öğrenir ve geleceğini etkilemeye başlayacak olay örgüsünün ilk ilmeklerinden birini tanırız. Taşralı köklerden gelen ve sınıf atlayan
Zafer, anlatıcının yıllardır görmediği çocukluk arkadaşıdır ve ilkokul yıllarında
birbirlerinin “cinsel organlarına bakacak kadar içlidışlı” (429) olmuşlardır. Bu
saklı geçmiş, sonrasında da anlatıcının zihnini meşgul edecektir. Ancak asıl
karşılaşma, Zafer’in eşi Nedret’le olandır. Anlatıcı, ailesi eski sınıfsal konumunu ve itibarını kaybetmiş olan Nedret’e âşık olacak, bu aşkla birlikte bir
politikleşme süreci yaşayacak ancak Zafer’den hamile olan Nedret’in doğum
sırasında ölümüyle –başka nedenleri de olan– bir yıkıma uğrayacaktır.
Fatih Altuğ
hayali kaybını içselleştirir. Sevilenin kaybından sonra “libido başka bir [arzu]
nesne[sin]e yatırılmayıp ego’nun içine geri çekilmiştir. Libido burada, terkedilmiş nesne ile özdeşim amacına yönelik olarak kullanılmıştır. Nesnenin gölgesi
ego’nun üzerine düşmüş ve ego terkedilmiş bir nesneymiş gibi davranılmaya başlanmıştır. Bu yolla, nesne yitimi ego yitimine dönüşmüş, ego ile sevilen
kişi arasındaki çatışma ise özdeşim nedeniyle değişmiş ego ile, egonun gerçek
etkinlikleri[nin] birbirinden ayrılm[asına]” neden olmuştur (1993: 100).
Nedret’in kaybının anlatıcı üzerindeki işleyişi de benzer şekildedir. Bu kayıptan sonra anlatıcı içe kapanmaya, toplumsal etkinlikler alanından uzaklaşmaya başlamıştır. Öykünün başında ve şimdiki zamanında, şehirden uzakta
bir tabiat parçasında, parçalanmış benliğini toparlamaya çalışan anlatıcı kendi
içinin sınırlarını bilemez haldeyken başta Nedret olmak üzere kendi içiyle dış
dünyanın öğeleri arasındaki sınırı da çizemez haldedir. Gündelik hayatını idame ettiremeyecek kadar parçalanmış olan bu öznenin yaşadığı temel duygu
müphemiyettir, çift-değerliliktir; Freud’da melankolik durumun temel göstergelerinden biri olarak geçen “ambivalens”tir (1993: 100).
ERDEM
10
Dünyadaki her değişikliğin yeni bir başlangıç varsayımı doğurabildiği derecede müphemiyetin içerisinde olan anlatıcıyı Nedret’in nasıl bu şekilde etkilemiş olduğuna biraz daha yakından bakalım: Nedret’e duyduğu arzu ilk planda
aşk değil, yalnızca bedensel hatta fetişist bir arzudur. Anlatıcı daha önce hiç
yaşamadığı bir tecrübeyi yaşamaktadır: Daha önce sevdiği kadınları bedensel
bütünlükleri içerisinde arzulayan anlatıcı, Nedret’in koluna arzu duymaktadır
(1997: 430). Sürekli “Nedret’in kendi bedeninden ayrı bir varlık gibi yaşayan
unutulmaz ellerini” (1997: 432) düşünmektedir. Giorgio Agamben, fetişizm
ve melankolinin ortak köklerinden söz eder (Mills 2008: 49-50). Her iki durumda da arzulanan nesne, iziksel bütünlüğünden koparılarak bir parçaya, bir
temsile dönüştürülerek içselleştirilmeye, temellük edilmeye çalışılmaktadır.
İmkânsız arzu nesneleri fetişist ya da melankolik müdahaleyle bir şekilde ikame edilmektedir.2 Bu açıdan anlatıcının Nedret’le ilk karşılaşmasında yaşadığı
fetişist arzu sonraki melankolik bağın habercisi olarak görülebilir.
Süreç ilerledikçe Nedret imgesine, iziksel güzelliğin yanı sıra politik tavır da
eklenecektir. Anlatıcı, Nedret’in hümanist sosyalist olarak tanımlanabilecek
tavrının yavaş yavaş etkisi altına girecek; Nedret politik bir “femme fatale”e
(İleri 1997: 439) dönüşecektir. Nedret, anlatıcı için canlandırıcıdır. Hayatının
örtülü yanları, Nedret’le birlikte açığa çıkmaktadır. Bu anlamda, Nedret, anlatıcının aslında oldukça politik olan öznellik zeminini görünür kılar ve başka
2
“[M]elankolide nesne ne mal edilebilir ne de kaybedilir, aksine aynı anda hem sahip olunur hem de
kaybedilir. Ve fetiş aynı anda bir şeyin ve o şeyin yokluğunun işareti olduğu ve bu tezadı kendi hayaletvari
konumuna borçlu olduğu için, melankoli projesinin nesnesi de aynı anda hem gerçek hem de gerçek
olmayan; bedene dahil edilmiş ve kayıp, onaylanmış ve reddedilmiştir” (Agamben 2007: 260).
Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak: Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık
3
Nedret’in ikirlerinin oluşumunda ABD’deki yüksek lisans hocası Cek Cansın’ın etkisi sonradan dile
getirilse de 1970’lerin Türkiye’sindeki pek yaygın olmayan bu türden bir faşizm analizinin metin dışı
kaynakları olarak Wilhelm Reich’ın Türkçeye ilk defa 1975’te çevrilen ve cinsel doyumla faşizm arasındaki ilişkiyi ayrıntılı analiz eden Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı kitabı ve faşizm ve kadınlar arasındaki
ilişki bakımından da Cemal Süreya’nın 1977 yılında çevirdiği Maria A. Macciocchi’nin Faşizmin Analizi
kitabı sayılabilir.
11
69 • 2015
politik ideallere yönlendirir. Anlatıcının da dahil olduğu Sadrazam Koca Halil Paşa’nın ailesi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin getirdiği prestij kaybını
apolitikleşmeyle telai etmeye çalışmış, mülkünü korumak adına siyasal alandan çekilmiştir. Ancak anlatıcının siyasal bilgiler okumasına rağmen siyasete
bulaşmayan kayıtsız tavrı Nedret’le birlikte zayılamaktadır. Nedret, tam anlamıyla bir anti-faşisttir; ona göre faşizm, öncelikle ruhsal düzlemde işleyen bir
ideolojidir. Faşizmin; iktisadi, toplumsal boyutları kadar insan ruhunu da egemenliğine alan yanını dikkate almak gerekir. Ingeborg Bachmann’ın 1973’te
yaptığı bir söyleşide ifade ettiği faşizmin ilk bomba atıldığında değil kadın ve
erkek arasındaki ilişkide başladığına dair konumuna (Hills 2008) yakın bir
konumdur Nedret’inki. Faşizmin arzuyla özellikle de cinsel arzuyla ilgili boyutunu önemser. Cinsel doyuma, ancak aşağıladıkları milletlerden, dinlerden,
ırklardan insanlarla yatarak ulaşan insanları anlatır (İleri 1997: 437). Faşizmin
İtalyan annelerinin gönlünü nasıl çaldığını dile getirir (1997: 440). Hayatı tam
anlamıyla anlamak için bireysel boyuta, faşizmin arzu boyutuna bakmak gerekir. Nedret’in ideolojisinde bireysel olanla politik olanın, ikirlerin akışıyla arzunun akışının iç içe geçmesi ve aynı önemde ele alınması, anlatıcıyı Nedret’e
daha da çok celp eder.3
Nedret’e göre Türkiye’deki toplumsal yaşam insanı sıradanlaştırmakta, adamsendeciliği teşvik etmekte, sınıf atlama uğruna bencilleşmeye yol açmaktadır.
Hatta bencillik o raddeye gelmiştir ki insanlar cinayetlere bile göz yumar hale
gelmiştir. Bunların da ardında temel bir neden olarak kamuoyu yokluğunu görür (1997: 438). Bu ikirler eşliğinde Nedret ve anlatıcı şehri dolaşmaya başlar.
Bu kısımlarında öykü, politik bağlamı daha belirgin bir Mümtaz ve Nuran
hikâyesi anlatmaktadır. Çiftin aşkı tecrübe edişiyle şehri keşfedişleri eşzamanlı gelişmektedir. Nedret’in öncülüğünde anlatıcı, bir başka şehirle ve halkla
tanışmaktadır. Kendi içine kapalı hayatı, dışarıya, ötekine doğru açılmaktadır.
Şehrin mutena mekânlarından “çöküntünün denizi”ne, şehrin yoksul mahallelerine doğru sürüklenmektedirler (1997: 444). Şehrin, farklı öğeleri ve katmanları yan yana barındıran heterojen niteliği, dolaştıkça açığa çıkmaktadır.
Nedret, anlatıcının politik konumunu etkilemiş, şehirdeki güzergâhlarını çeşitlendirmiş ve en temelde hayatın heterojen karmaşasının farkına varmasını
sağlamıştır. İlk başta fetişist bir karakterde ve yalıtılmış olarak başlayan aşk,
mahlût bir tecrübeye dönüşmüştür. Nedret’in kıymeti, duyulan aşkın salığında değil, bu aşkın sürekli başka şeylerle de bağ kurmasını sağlamasındadır.
Fatih Altuğ
Nedret’le ilgili zihinsel imgeler bile sürekli başka kişilerle ilgili imgeleri çağırmaktadır. Nedret’in hamile olduğunu öğrenmesi, hemen eski nişanlısı Sema
ve onun kürtajıyla ilgili saklanmış anıyı harekete geçirmiştir (1997: 436).
Zafer ve Nedret’in evliliğine dair tefekküre de Zafer’le yaşadıkları “çocukluk
günleri[n]in karmaşık anısı” (1997: 434) eşlik etmiştir. İlkokulda birbirlerine
cinsel organlarını göstermelerini Nedret’e anlattığında Nedret’in tepkisi anlamlıdır: Garip olan, herkesin başına gelebilecek böyle bir tecrübeyi yaşamak
değil, herkes bu anı unuturken anlatıcının unutamamasıdır (1997: 442). Hemen ardından anlatıcı “bu anıyı silip atmanın imkânsızlığını” düşünür.
ERDEM
12
Aslında Nedret, anlatıcıda yalnızca kendisiyle, politikayla, halkla yeni bir ilişki
imkânını değil, artık geri dönülmesi imkânsız, gerçekleştirilmemiş potansiyellerin anısını da canlandırmaktadır. İlk gruptakiler anlatıcının öznelliğini
ferahlatan ve açan etkilere sahipken ikinci gruptakiler anlatıcının kendi üzerine dönüşünü, kapanışını teşvik eder, vicdanını harekete geçirir. Sema ve potansiyel bebeklerinin kürtajı konusundaki kayıtsızlığı sürekli vicdanını meşgul
etmeye başlar, Zafer’le gerçekleşen ama devam ettirilmeyen ilişki anı ise eşcinsel arzuyu ima etmektedir.4 Bu anlamda Nedret imgesi, birçok başka imgenin bağıntılı olduğu bir işleve sahiptir: “İmgeler, kopuk kopuk, birbirlerini
tamamlayarak, tamamlamak da ne, birbirinden bağımsız diziler, bütünlükler
oluşturarak uçuşup geçti” (1997: 436). (Bu alıntıda, imgelerin heterojen terkipler oluşturduğuna dikkat edilmeli.) Dolayısıyla Nedret’in doğum esnasındaki ölümü, yalnızca sevilen bir kadının kaybını değil, gerçekleşmiş ya da
gerçekleşememiş tüm bu imkânların kaybını da içerdiğinden anlatıcının melankolik deneyimi daha parçalayıcı bir hâle bürünmüştür. Anlatıcının hâli tam
anlamıyla aşk melankolisi ile örtüşmektedir: “Bir adım daha atıp işi söze, sözcüklerin açıldığı anlama dökünce, asıl zedelenenin imgelem olduğu anlaşılır.
Aşk melankolisiyle acı çekenin, düşlemlerinde yitirdiği ya da asla ulaşamadığı
âşığıyla yaşadığı mutlu anlardan karabasanlara uzanan bir imge cümbüşünde,
gerçekle olan bağını koparmış olduğu cümlelerine yansır” (Göle 2007: 165).
Bu ifadeler, anlatıcının melankolik öznelliğinin kurduğu bir metin olarak “Kapalı İktisat”ı da nitelemektedir.
Kayıpları birleştiren ve melankoliyi tetikleyen bir igür olarak Nedret’in, aynı
zamanda melankolinin bir niteliği olduğunu söylediğimiz müphemiyetle bağlantılı örneklerde de merkezde olduğunu görürüz. Anlatıcı, Nedret’in yasını
tutarken, “[n]e kaygılar bitiyordu, ne de yıkılmışlığın görüntüleri” (1977: 460)
şeklinde düşündüğü bir anda Zafer’in kapısını çaldığını görür, Zafer kapıda
4
Judith Butler’ın “Melankoli ve Toplumsal Cinsiyet – Reddedilmiş Özdeşleşme” makalesi (2007), heteroseksüelliğin eril ve dişil konumları tesis ederken diğer cinsel bağlılıkların imkânını önlediğini, eşcinselliğin peşinen reddedilmesine ve “yaşanamaz tutku, kederlenilemez kayıp” (278) olarak yaşanmasına yol
açtığını vurgular. Anlatıcının, Zafer’le ilgili anıları bu türden bir cinsiyet melankolisine de işaret eder.
Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak: Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık
Sema ile birliktedir. Elatun bir güneş ışığının Zafer-Sema çiftini silmesinden hemen sonra Nedret’in fotoğralarına baktığında ise Nedret’in yerine
Sema’nın geçtiğini görür. Anlatıcının kayıp imkânlarıyla bağlantılı bu üç igür iç içe geçmiş, aralarındaki sınırlar bulanmıştır. Bu halüsinatif anda, örtük
bir şekilde arzuladığı Zafer, eskiden arzuladığı ve sonrasında vicdanını sızlatan Sema ile eşleşmekte, hemen ardından da kayıp arzu nesnesi Nedret’ten
Sema’ya dönüşmektedir. Bu durumda Nedret’in kaybı yalnızca onun kaybı
değil, bu karmaşık arzu ilişkilerinin şirazesinin çıkması, gerçeklik zeminini
yitirmesi anlamına da gelir.
Ancak Nedret’in kaybı yalnızca bireysel, cinsel ve romantik alanda kayıplarla
bağlantılı değildir. Nedret’le eşzamanlı olarak politik bir imkân da kaybolur
ve bu kayıp da anlatıcının melankolisinde kuvvetli bir paya sahiptir. Freud da
yas ve melankolideki kaybın bir kişi kadar, vatan ya da ideal kaybı da olabileceğini söyler (1993: 98). Anlatıcı, Nedret aracılığıyla politikleşmiş ama kısa
sürede ülkede yaşanan gelişmeler sonucunda idealini ve toplum tahayyülünü
de kaybetmiştir.
Kökler ve Politika
13
69 • 2015
Her ne kadar anlatıcı, Nedret aracılığıyla politikleşse de Nedret’i de politikleştiren igür olan Cek Cansın’ın Türkiye’ye gelmesi ile öykünün politik vurgusu
şiddetlenir. Öykünün başlığından epigralarına kadar ima edilen politik-iktisadi ton, bu ziyaretle birlikte merkezileşir. Hatırlanacağı üzere, anlatıcının kendisinin bu hâle gelmesine neden olarak gördüğü başlangıç varsayımlarından
biri de Cek Cansın’ın bu ziyaretidir. “Bay Cek Cansın” başlığını taşıyan ikinci
bölümle birlikte öykünün metinler ve mecralar arası niteliği de yoğunlaşır.
Cansın, Türkiye toplumu üzerine analizlerini, yeni yeni ilgilenilmeye başlanan
ancak yalnızca “aşk ve İstanbul’un romancısı” (1997: 451) sanılan bir yazarın
öyküsü aracılığıyla ifade eder. Cansın’ın ima ettiği yazar Ahmet Hamdi Tanpınar, öykü ise “Teslim”dir. Cansın “Teslim”in önemli bulduğu noktalarını okur
ve yorumlar, anlatıcı bu seansı teybe kaydeder. Geçmişi yeniden inşa ederken
bu teyp kayıtlarını dinleyerek okura aktarır. Böylelikle Tanpınar’ın öyküsü iki
kere dolayımlanarak okura ulaşır. Önce Cansın, öyküden belli kısımları seçer,
sonrasında da bu seçim ses kaydı aracılığıyla öykünün şimdiki zamanına ulaşıp metne bu sefer yazıyla kaydedilir. Cansın’a göre Türkiye’nin kaderi çoktan
çizilmiştir. Kültürel seferberliği gerçekleştiremeyen, kitle kültürüne yenik düşen, cehaleti aşamayan bir Türkiye, kendi iradesini de eline alamamıştır. Ancak
Tanpınar’ın öyküsü aracılığıyla bu analizini çok daha derinleştirme fırsatı bulur. Emin Bey’in halkın değerlerine teslim oluşunun anlatıldığı “Teslim” öyküsünde, Türkiye halkının köklü işleyişine dair tespitler de söz konusudur. Emin
Bey, politikanın büyük merkezlerde belirlenen bir ikir davası olmadığını tam
Fatih Altuğ
da yerelde –toprak ve pazarla bağlantılı bir şekilde– asıl politikanın açığa çıktığını düşünmektedir. Politikayı belirleyen şey, kişilerin ifade ettiği sözler değil,
kamusal alanda takındıkları beden dili, icra ettikleri jestler, bir sözü söylerken
sakladıkları ya da bir şeyi saklarken söyledikleridir:
ERDEM
14
‘Daha ilk günlerde bu insanların kendisinden kendisine benzeyenlerden çok başka türlü bir yaradılışta olduğunu, kafalarında bir yığın gizli
ve şaşmaz hesap bulunduğunu hissetmişti. Sırasında ağır ağır, kelimeleri tarta tarta konuşurlar…’ (Bay Cek Cansın’ın nefes alışı.) ‘… sırasında
bir hiçin etrafında saatlerce süren bir gevezelikte kendilerini gizlemeyi bilirlerdi.’ (Nedret, “Sen de çay ister misin?” diye sormuş. Herhalde
hayır anlamına başımı sallamışım: Sesli bir yanıt yok.) ‘Birbirlerinin
kudretlerini tek bir bakışta ölçüyorlar, lâhzada açmazlar kuruyorlar,
dostça gülüyorlar, hemen ilk fırsatta iki tarafın da bozacağı ittifaklar aktediyorlardı.’ (Ben öksürmüşüm.) ‘Dışardan şöyle bir kulak kabartınca
acemi bir hasır örgüsüne benzeyen, onun gibi birbiri üstünden atlayan,
birbirini saran, yarı lâtife, bir yığın mizaç tiryakiliği dolu ve bu yüzden
son derece zararsız görünen bu konuşmalarda her şey mühimdi.’ Bakın,
bundan sonrasında değerli yazarınız birkaç jestle hangi dünyagörüşünün yaygınlık kazanacağını betimliyor: ‘En küçük çehre değişikliğinin’
(Bay Cek Cansın çayından içmiş.) ‘… bir el işaretinin, şöyle bir yan
bakışın, eldeki tespihin birdenbire toplanıp cebe konmasının, uzat şu
tabakayı yeğen kabilinden mânâsız bir cümlenin altında çok mühim
kararlar, muazzam ve belki yıkıcı sırlar vardı.’ (1997: 449)
Alıntılanan bu ifade, “Kapalı İktisat”ın temasına, politik konumuna ve biçimine dair önemli içerimleri kendisinde toplamaktadır. Anlatının söylemi de
heterojendir burada: Şimdiki zamandan teyp aracılığıyla aktarılan bir metnin
okunması ve bu esnadaki bağlam, yani metin, mecra ve özneler arası ilişkiler,
noktalama işaretleri aracılığıyla da gösterilen bir özenle yan yana getirilmektedir. “Teslim”den yapılan alıntı kadar bu alıntıyı kuşatan bağlam da aktarılmakta, “Teslim” salt bir tematik araca indirgenmemektedir. Bununla birlikte Cek
Cansın için burada ifade edilen “halk bilgisi”, Tanpınar gibi iyi bir edebiyatçının sezdiği ama karar vericilerin dikkate almadığı bir bilgidir. Halk, “Teslim”
öyküsünde, kolaylıkla bilinebilir, incelenebilir, ele geçirilebilir şefaf bir varlık
olarak sunmaz kendini. Açıklıkla muğlaklık arasında gidip gelen kendisine
özgü bir dinamiğe ve statiğe sahiptir. “Bu şifreleri çözemezs[e]niz, iyi maskelenmiş kuvvetler gibi yaşayan (…) bu insanların dünyasında her şeyi kaçırmış
olurdunuz. Fakat çözdüğünüz zaman da fazla bir şey öğrenmiş olmazdınız.
Çünkü bu kaynayışın altındaki büyük cihaz, onu sevk ve idare eden ihtiraslar,
davalar sizin yabancısı olduğunuz şeylerdi” (1997: 450). “Teslim”in anlatıcısına
göre “cihaz”, “hayat makinesi” gibi işleyen halk, bilgi nesnesi olmaya direnen iç
ve derin bir işleyişe sahipti. Hayatın her anının bir programa göre yaşandığı ve
doğumdan ölüme her eylemin politikasının belirlenmiş olduğu bir durumdur
söz konusu olan. Cek Cansın için, Tanpınar’ın karakteri Emin Bey’in tecrübe
Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak: Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık
ettiği bu “halk bilgisi”, ülkede bireyselliğin ve kamuoyunun oluşamamasının
asli kaynaklarını göstermektedir. Bu şekilde yaşanan bir hayat, bir yandan dayanışmayı mümkün kılarken diğer yandan da farklılaşmayı engellemektedir.
Topluluk dayanışmasının bireysel farklılaşmaya izin vermediği, sözel iletişimin, açık eylemlerin hayatı anlamada yeterli olamadığı bu düzen, Cansın’a
göre faşizan eğilimleri desteklemektedir. “Teslim”in Emin Bey’i bütünlükle
fark arasındaki bu gerilimi köklülük kavramıyla açıklamaktadır:
‘Emin Bey şehrin bu gizli hayatını gördükçe bazı ideologların sık sık
kullandıkları k ö k l ü kelimesinin mânasını anlar gibi oluyordu. Güneş
altında görünen yaprak ve dallardan, gövdelerden ayrı, toprağın karanlığında, kendilerine ait çok başka, çok derin ve kesif, mahşerimsi mücadeleler ve hamlelerle dolu bir hayatları vardı. Orada birbirlerine kenetleniyorlar, birbirlerini sıkıştırıyorlar, birbirlerinin yaşama imkânlarını
azaltıp çoğaltıyorlardı.’ (1997: 450)
5
Aslında “Teslim” öyküsü, Tanpınar’ın siyasal, sosyal ve iktisadi görüşlerini ve bu görüşlerin edebîleşmiş
formlarını düşünmek için önemli imkânlar sunar. Hilmi Yavuz ile Selahattin Hilav arasında 1973 yılında
gerçekleşen Tanpınar’ın solla ilişkisine dair tartışmaya bu öykünün girmemiş olması önemli eksiktir.
Halbuki Tanpınar düşüncesinin Barrès ve Maurras’la bağlantısı(zlığı) bu tartışmanın gündemine girebilmiştir. Tartışma için bkz. Hilav 2008a, 2008b; Yavuz 2008.
15
69 • 2015
Metinde özellikle “k ö k l ü ” şeklinde yazılarak vurgulanan ifadeyi kullanan
ideologlardan en önemlileri, Tanpınar’ın aşina olduğunu, Yahya Kemal’in
etkilendiği bilinen Fransız sağının etkili entelektüellerinden Maurice Barrès
ve Charles Maurras’tır. Her iki düşünür için de köklülük kavramı, politikayı
belirleyecek ideal durum olarak memlekete, halka ve toprağa, yani köklere yakın olmak, yersiz yurtsuz, köksüz olmamak şeklinde addedilmektedir (Davies
2002: 86). Ancak bu düşünürlerden farklı olarak Emin Bey’in kök kavrayışı çift
değerlidir: Aynı anda hem kenetler hem de sıkıştırır, biz’in yoğunluğunu artırırken ben’in farklılığına izin vermez. Yine de öykünün sonunda Tanpınar’ın
karakteri Emin Bey, bu köklere teslim olur. Ancak bu teslimiyet Tanpınar’da
sıkça gördüğümüz geleneğin estetik kökleriyle ilişki kurmaktan farklı bir durumdur. Bu köklerin ele alınışına, olumlanıp olumlanmadığına dair öyküde bir
müphemiyet vardır. İleri’nin karakteri Cek Cansın, Emin Bey’in teslim oluşundan bağımsız olarak Emin Bey’in tespitlerini mevcut Türkiye toplumunun
gerçekçi bir betimlemesi addeder. Bu metinler arası ilişki aracılığıyla İleri’nin
karakteri, Tanpınar’ın karakterinin faşizm vurgusunu daha da şiddetlendirir.5
Cek Cansın dolayımıyla Tanpınar’ın öyküsüyle karşılaşması anlatıcının toplum tahayyülünü derinden etkiler. Nedret dolayımıyla yeni bir toplumsallık
ikrine ulaşan, başka türlü bir yaşama şeklini umut eden anlatıcı, Cek Cansın’ın
yorumları sonrasında ülkenin kaderinin çoktan çizildiği, her şey için çok geç
kalındığı ikrine meyletmeye başlar. Tanpınar’ın öyküsünde Emin Bey’in betimlediği koşullar bireyselliği ve kamuoyunu oluşturacak şekilde dönüştürüle-
Fatih Altuğ
ERDEM
16
mediği için toplumun köklü nitelikleri ile dışarıdan çizilen planlar bir araya
gelecek ve hayat artık yaşanamaz olacaktır. Bu noktada art arda gelen birbiriyle bağlantılı iki haber, anlatıcının bu ikirlerini şiddetlendirir. Sağcılar bir solcu
genci öldürmüş, hemen ardından da psikiyatri okuyan bir gencin de aralarında
bulunduğu bir grup solcu, iki sağcı işçiyi işkenceyle öldürmüştür. Anlatıcı için
bu iki olay, başka türlü bir toplumsal imkânın kaybının tescillenişi, faşizmin
işleyişinin bir göstergesidir. Ancak nasıl ki Nedret için faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlıyorsa burada da iki karşıt ideolojiyi de ele geçirmiş olan çok
daha asli bir mesele olarak öne çıkar faşizm. Anlatıcının politik ideal kaybının
anlatıldığı bu kısımlarda metinler arasılık yine devreye girer. Metinde haber
formatına uygun olarak ve ayrıntılı bir şekilde verilen “Solcu Genci Sağcıların
Öldürdüğü Açıklandı” haberinin kaynağını araştırırken, kurmaca haberin, 22
Şubat 1977 tarihinde Milliyet gazetesinde yayımlanan Namık Koçak’ın “Cenazeden Sonra Bir Kişi Öldürüldü” başlıklı haberinin yeniden yazımı olduğu
tespit edildi. Metnine Tanpınar’ın öyküsünden bazı parçaları aynen dâhil eden
İleri, aynı zamanda bir gazete haberine de formatını değiştirmeden ama içeriğini dönüştürerek gönderme yapar. Olayın failleri ve işbirlikçileri olan Ümit
Deniz Kulluk, Raci Özbek, Fikret Öğültürk, Abdullah Azizoğlu, hayatlarıyla
ilgili verilen ayrıntılara sadık kalınarak sırasıyla Mehmet Ali Özer, Ramiz Kesepli, Turhan Oğuzalp ve Bekir Yılmaz isimlerini alarak kurmaca habere dâhil
edilmiştir. Gerçek hayatta yakalandıkları evin bulunduğu Fatih’teki Namık
Kemal Caddesi ise Silistre Caddesi olarak değiştirilmiştir. Yalnızca birkaç örneği verilen bu yeniden yazım aracılığıyla İleri, metnin 1980’deki okurlarının
hafızasında canlı olması muhtemel olaylara göndermede bulunmuş, metnin
politik vurgusunu şiddetlendirmiştir. Bu vurgunun sağ-sol kutuplaşmasının
çok daha ötesinde, her iki kesimin de girebildiği bir faşizm hâline yapıldığı
tekrar hatırlatılmalıdır. Tanpınar’ın öyküsü aracılığıyla “Kapalı İktisat”ın faşizm analizi “köklü”lük kazanırken, hemen ardından gelen gazete haberiyle de
güncellik sağlanmıştır.
Bu bölümde anlatılan politik düzlem dikkate alınarak anlatıcının melankolik
öznelliğinin nasıl oluştuğuna dikkat edildiğinde, bu kısmın da Nedret kadar
etkili olabileceği görülür. Nedret’in ölümünden daha önce hem Cek Cansın’la
konuşma hem de karşılıklı öldürmeler meydana gelmiştir. Bunlardan hemen
sonra anlatıcının gerçeklik algısı bulanmaya başlamıştır. Bir yandan Cek
Cansın’ın kim olduğuna, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili iddialarını neye dayandırdığına, meydana gelen olaylarla bağlantısına dair şüpheler duymaya başlamış, diğer yandan da karşılıklı öldürmelerde failin kim(ler) olduğuna dair
sorgulamaları şiddetlenmiştir. Önceki bölümde ifade edilen Nedret’in vefatı
ve Nedret-Sema-Zafer geçişleri bu durumdan sonra başlamıştır. Dolayısıyla
bireysel olanla toplumsal olan karşılıklı olarak birbirini etkilemiş, son tahlilde
anlatıcının öznelliğini bir müphemiyet krizine sokmuştur. Sevdiği kadın ka-
Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak: Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık
dar başka türlü bir toplum tasavvurunu da kaybeden anlatıcının melankolik
öznelliği şiddetlenmiştir.
17
69 • 2015
Melankolinin Anatomisi
“Kapalı İktisat”ın anlatıcısının öznelliğinin bulanmaya başladığı kısımları,
aynı zamanda metnin biçimsel heterojenliğinin de arttığı yerlerdir. Anlatıcının
zihninde farklı gerçeklik düzlemleri iç içe geçtikçe ve birbirinden ayrılamaz
hâle geldikçe tüm tematik ve metinsel öğeler üst üste binmeye başlamaktadır.
Nedret’le tanıştıklarında izlediği Hamlet’i tekrar izlediğinde Ofelya, Yorik’in
kafatasını toprağa atarken Gülden Karaböcek’in 1978 yılında çıkardığı “Kaybolan Hayaller” şarkısından bir dörtlüğü söylemektedir: “Boşuna kazma mezarcı / Aşkımızı gömemezsin / İkimiz de sevmiştik / Bunu sen bilemezsin”
(1978: 459). Yüksek kültürle popüler kültürün iç içe geçtiği bu türden anların
yalnızca bir örneğidir bu. Tematik, biçimsel ve türsel karşılaşmaların en yoğunlaştığı örnek ise anlatıcının Melankolinin Anatomisi kitabına ulaşmasıyla
gerçekleşir. Bu kitap yavaş yavaş hayatının anlamı hâline gelir. Her ne kadar
ilk olarak kitabın alt başlığındaki “Memento Mori (Öleceğini Asla Unutma)”
ifadesinden etkilense de bu kitapta anlatıcıyı asıl etkileyen illüstrasyonlardır.
Felemenkçe yazılmış bu metnin tekinsiz ve grotesk resimlerinin her biri anlatıcının geçmiş tecrübelerinden birine işaret etmektedir.
Anlatı başından beri makale, öykü, haber, teyp, şarkı, tiyatro gibi metin ve
mecraları iç içe geçirmekte ve öykünün sonundaki bu illüstrasyonlarla da metnin metinler ve mecralar arası niteliğine yeni bir boyut katılmaktadır. Bu nedenle anlatıcının hayatın anlamı olarak gördüğü bu resimlerin gerçekten var
olup olmadığı araştırılmıştır. Her ne kadar Richard Burton’ın 1621 yılında yazılmış he Anatomy of Melancholy adında bir kitabı olsa da bu kitap ne illüstrasyonlar içermekte ne de Felemenkçedir. Araştırmalar derinleştirildiğinde söz
konusu kitabın Frederik Ruysch’un 1701-1716 yılları arasında 10 cilt olarak
Felemenkçe yayımladığı hesaurus Anatomicus kitabı olduğu tespit edilmiştir.
Kitap ayrıntılı olarak incelendiğinde, metinde sözü edilen illüstrasyonların
burada yer aldığı görülmüştür. Böylelikle İleri’nin “Kapalı İktisat”ta kurduğu
göndermeler alanı 18. yüzyıl Hollanda’sına kadar uzanmıştır. Anlatıcı ya da
yazar, bilerek ya da bilmeyerek Ruysch’un anatomi kitabını Burton’ın Melankolinin Anatomisi kitabıyla birbirine karıştırmış, böylelikle hem görsellerden
hem de melankoli çağrışımından yararlanmıştır.
Aslında hesaurus Anatomicus’ta, kurmacada Melankolinin Anatomisi’nde yer
alan resimlerden birinde pipa americana türü iki kurbağa iki ayrı kavanoza
konmuş olarak çizilmiştir. Bu tür kurbağaların dişileri hamilelik esnasında yavrularını içlerinde değil sırtlarında taşımaktadırlar. Bu özellik ve kavanozlardaki sunuluş tarzları, anlatıcıya insanların bunca yakınken birbirinden
Fatih Altuğ
apayrı olabileceklerini ve Nedret’in hamileliğini hatırlatmaktadır. Başka bir
resimdeki hidrosefali örneği çocuk, Tanpınar’ın öyküsünde anlatılanları, deniz
gergedanı embriyosu da Sadrazam Koca Hasan Paşa’nın zehirlenme korkusunu çağrıştırmaktadır. Bunun dışında diğer resimlerde sıklıkla (kuvve halindeki
ya da iili) doğumu ve ölümü hatırlatan ceninler ve iskeletler yer almaktadır. Her bir görsel, anlatıcının öykü boyunca anlatılan tecrübelerinden biriyle
ilişkilenmektedir.6 Böylelikle Ruysch’un anatomi kitabını süsleyen ve gerçekleşmemiş ihtimaller, az bulunur örnekler, anormal varlıklarla dolu bu grotesk
resimler, anlatıcının hâlini çözebilecek şifrelere dönüşmektedir. Ancak yine
de bu illüstrasyonlar, anlatıcının parçalanmış öznelliğini rapt ve zapt edemez:
“Birçok simgeler çözümsüz kalacak tabiî. Ama olayların bile sayısız gerçeklik
içerdiği böylesi bir serüvende, simgeleri çözmek zaten olanaksız” (2007: 464).
Sonuç
ERDEM
18
Tartışmayı sona erdirirken, metnin başlığına ve başına tekrar dönülebilir. Dışa
açılmadan, iç imkânlarıyla kendini döndüren bir iktisat rejimi olarak kapalı
iktisat neden bu öykünün başlığı olarak seçilmiştir? İleri’nin anlatısı aslında en
temelde kapalı iktisada dayalı bir toplumu anlatmaktadır. 1970’lerin ithal ikameci ekonomi politikaları bakımından doğruluk payı olan bir saptamadır bu;
ancak anlatıda daha çok vurgulanan, toplumsal ilişkilerin ve arzuların kapalı
ekonomisidir. Sınıların, ikirlerin, metaların hareketleri kadar arzunun dolaşımı ve toplumsal ilişkilerin kenetleyici ve sıkıştırıcı yapısının da önemli olduğu
bu metinde iç ve dış arasında keskin karşıtlıklar vardır: “Teslim”de anlatıldığı hâliyle kendini dışa kapatan bir toplum yürürlüktedir; bir türlü sağlıklı
gerçekleşemeyen doğumlar söz konusudur; hiçbir ilişki tamamlanamamakta,
kimse kendini tam anlamıyla aşamamaktadır. Nasıl ki melankolik özne, kaybını kabullenemeyip arzu nesnesini içselleştirerek kendine yediriyorsa, “Kapalı
İktisat”ın toplumunda ve ilişkilerinde de her şey içsel kapalılığın içine yedirilmekte, dışarısıyla bir türlü açıklık kurulamamaktadır. Her ne kadar öykünün
başında Kadro dergisinden yapılan alıntıların gösterdiği gibi 30’lar Türkiye’si
dönemin faşizan ve totaliter rejimlerinden farklı olsa da 70’ler Türkiye’sinde
gençlik müesseseleri politikalaş[mış]” (1997: 424), kapalı toplum kendi içine gömülmeye başlamıştır. Bu minvalde anlatıcı, bu kapalı iktisadın avantajlı
bir üyesi olmaktan vazgeçip Nedret dolayımıyla kendini aşmaya, başka türlü
imkânlara “açık” bir özne olmaya yönelmiştir. Ancak onun da sonu melankolik
bir delilik olmuştur. Fakat bu aşma tecrübesi, en azından anlatıcının ve anlatının türdeşliğini kırmış, parçalanmış bir öznenin delilik anlatısı heterojen
söylemsel öğeleri olan, çok-katmanlı bir ara-metni mümkün kılmıştır. İleri,
6
Öyküde göndermesi yapılan illüstrasyonların orijinalleri için bkz. Historical Medical Library.
Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak: Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık
1980’den 70’lerin sonunun “köklü” meselelerine mesafe alan bir eleştiri geliştirirken aynı zamanda 80 sonrasında daha da yaygınlaşacak yazma tarzlarının
habercisi bir metin ortaya koymuştur. Bu makalenin araştırma sürecinde “Kapalı İktisat”ın somut köklerine, İleri’nin metni oluştururken gerçekleştirdiği
dönüştürme işlemine dair bazı bilgilere de ulaşıldı. Bu araştırma sayesinde
“Teslim” öyküsü, Milliyet gazetesindeki bir haber ve Frederik Ruysch’un illüstrasyonları ile “Kapalı İktisat”ın bağıntıları tespit edildi. Böylelikle, metnin
tematik yapısındaki dışarıda olanı içselleştirme, içe mal etme sürecinin biçimsel bir karşılığının da olduğu, “Kapalı İktisat”ın aynı zamanda başka metin
ve mecraları kendine mal etme üzerine kurulu bir yapısının da olduğu açığa
çıkmış oldu.
Kaynaklar
19
69 • 2015
Agamben, Giorgio (2007). “Kayıp Nesne”, Çev. Şeyda Öztürk, Cogito 51, s.258-261.
Akatlı, Füsun (1982). Bir Pencereden, İstanbul: Adam Yayınları.
Andaç, Feridun (2007). “Kırılgan Anların Öykücüsü”, Selim İleri Kitabı: Şimdi Seni
Konuşuyorduk, Haz. Handan İnci, İstanbul: Doğan Kitap, s.41-44.
Batur, Enis (1993). Yazının Ucu, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Butler, Judith (2007). “Melankoli ve Toplumsal Cinsiyet – Reddedilmiş Özdeşleşme”,
Çev. Zeynep Direk, Cogito 51, s.275-291.
Davies, Peter (2002). he Extreme Right in France 1879 to the Present, Londra: Routledge.
Freud, Sigmund (1993). “Melankoli ve Yas”, Çev. R. Uslu ve E. Berksun, Kriz 1 (2),
s.98-103.
Göle, Münir (2007). “Aşk Melankolisi Diye”, Cogito 51, s.163-169.
Hızlan, Doğan (1996). Kitaplar Kitabı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Hilav, Selahattin (2008a). “Tanpınar Üzerine Notlar”, Bir Gül Bu Karanlıklarda: Tanpınar Üzerine Yazılar, Haz. Abdullah Uçman ve Handan İnci, İstanbul: 3F,
s.187-200.
—— (2008b). “Kuruntuya Dayanan Eleştirme”, Bir Gül Bu Karanlıklarda: Tanpınar
Üzerine Yazılar, Haz. Abdullah Uçman ve Handan İnci, İstanbul: 3F, s.211220.
Hills, Alexandra (2008). “Ingeborg Bachmann’s Malina: he (Im)possibility of
Writing he Female Self ”, blue-stocking (Erişim tarihi: 1 Ekim 2015),
<http://bluestocking.org.uk /2008/03/01/ingeborg-bachmanns-malina/>.
Historical Medical Library. “Frederik Ruysch – hesaurus Anatomicus”, (Erişim tarihi:
15 Ekim 2015), <http://www.cppdigitallibrary.org/items/browse?advanced%5
B0%5D%5Belement_id%5D=48&advanced%5B0%5D%5Btype%5D=conta
Fatih Altuğ
ERDEM
20
ins&advanced%5B0%5D%5Bterms%5D=Ruysch%2C+Frederik%2C+16381731.+hesaurus+anatomicus&submit_search=Search>.
İleri, Selim (1980). Bir Denizin Eteklerinde, İstanbul: Altın Kitaplar.
—— (1997). “Kapalı İktisat”, Otuz Yılın Bütün Hikâyeleri, İstanbul: Oğlak Yayıncılık,
s.424-464.
Koçak, Namık (22 Şubat 1977). “Solcu Genci Sağcıların Öldürdüğü Açıklandı”, Milliyet, s.1, 10.
Macciocchi, Maria A. (1977). Faşizmin Analizi, Çev. Cemal Süreya, İstanbul: Payel
Yayınevi.
Mills, Catherine (2008). he Philosophy of Agamben, New York: McGill-Queens University Press.
Rajewsky, Irina O. (2005). “Intermediality, Intertextuality, and Remediation: A Literary Perspective on Intermediality”, Intermédialités 6, s.43-64.
Reich, Wilhelm (1975). Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı, Çev. Bertan Onaran, İstanbul:
Payel Yayınevi.
Ruysch, Frederik (1701-1716). hesaurus Anatomicus (Erişim tarihi: 15 Ekim 2015),
<http://ruysch.dpc.uba.uva.nl/cgi/t/text/text-idx?page=tekst;c=ruysch;cc=ruys
ch;lang=en.>
Tanpınar, Ahmet Hamdi (2011). “Teslim”, Hikâyeler, İstanbul: Dergâh Yayınları,
s.214-228.
Yavuz, Hilmi (2008). “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Marksizm”, Bir Gül Bu Karanlıklarda: Tanpınar Üzerine Yazılar, Haz. Abdullah Uçman ve Handan İnci, İstanbul:
3F, s.201-209.
Selim İleri’nin “Kapalı İktisat”ını Açmak: Melankoli, Politika ve Mecralar Arasılık
ABSTRACT
Explicating Selim İleri’s “Kapalı İktisat”:
Melancholy, Politics and Intermediality
21
69 • 2015
his paper aims to situate the formalist and thematic qualities of Selim
İleri’s “Kapalı İktisat” (Closed Economy) story in its historical context and within Turkish literature, by analyzing the text. In order to
understand the subjectivity of the protagonist, the role of the concept
of melancholy will be examined and personal, social and textual manifestations of melancholy in the text will be scrutinized. he concept
of melancholy will cast lights on the cruxes in the closed and obscure
narrative of the text. he intertextual and intermedial aspects of the
story will be foregrounded, and the referents of the text will be identiied. It will be shown how the story transformed and appropriated
Ahmet Hamdi Tanpınar’s short story “Teslim”, the illustrations of an
eighteenth century anatomist Frederik Ruysch, a news published on
Milliyet in 1977 and some essays in Kadro journal. In its thematic and
formal structure, “Kapalı İktisat” both signiies a turning point in Selim
İleri’s authorship and has a pioneering role in the change in Turkish
literature of 1980s.
Keywords: Selim İleri, “Kapalı İktisat”, melancholy, intertextuality, intermediality