Arş. Gör. Ali Rıza ERDEM
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ
~~»
ırinnv>vU vv
İÇİNDEKİLER
20020 incilipınar/ DENİZLİ
f@ro.lSa.2i2 55 55'den___ .
MEHMET AKGÜN
*«**V*S*212 55 24
KUTADGU BİLİG'TE İNSAN VE KÂMİL İNSAN, A DECENTMAN AND MAN İN KUTADGU BİLİG ...............1
NERGİS BİRA Y
TÜRKMEN SAİRİ SEYDÎ, TURKOMAN POET SFYD1 .............................................................................................. 11
EKREM KIRAÇ
TÜRK HALK ŞİİRİNDE RİTM, EZGİ VE NİNNİ SÖYLEME GELENEĞİNİN ROL Ü, THE ROLE OF RHYTHM,
TUN E AND SINGING A LULLABY İNTURKTSH FOLK POETRY. ............................................................................. 38
METİN TÜRKTAŞ
ALANYA VE KÖYLERİNDEKİ TÜRBE YATLR VE ADAK YERLERİ (L), THEHOLY TO.MBS AND GRAVES İN
THE RFGİON OF ALANYA (I) ....................................................................................................................................... 41
ERCAN HAYTOĞLU
TÜRKİYE'DE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ VE 1945'TE ÇOK PARTİLİ SİYASÎ HAYATA GEÇİŞİN
NEDENLERİ (1908-1945), THE PROCESS OFDEMOCRACY AND THE REASONS OF TFLİNS1T1ON TO MULTIPARTY SYSTEM İN TURKFY ...........................................................................................■........................................... 46
ABDURRAHMAN TANRI ÖĞEN
BUCA EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNE YÖNELİK TUTUMLARI,
THE. V/TITUDES OF THE STUDENTS AT BUCA FACULTY OF EDUCATION TOWARDS TEACHİNG
PROFFSSION................................................................................................................................................................... 55
GÖNÜL İÇLİ
AİLE A RASTIRMAL A RINDA YÖNTEM VE YAKLAŞİM,. MFTHOD A ND A PPROA CH İN THE FA MİL Y
METIIODLOGY ............................................................................................................................................................... 59
ALI RİZA ERDEM
İÇERİK KURAMLARI VE EĞİTİM YÖNETİMİNE KA TKILARI, CONTENT THEORIESAND THEIR
CONTRIBUTIONS TO EDUCATIONAL ADMINISTRATION....................................................................................... 68
OSMAN GÖDE
21. YÜZYILIN DEĞİŞEN EĞİTİM ANLA YIŞLARI İÇİNDE BEDEN VE SPOR EĞİTİMCİLERİNİN İNSAN
YARATICILIĞINA KATKILARI VE NİTELİKLİ SPOR EĞİTİMCİLERİN YETİŞTİRİLMESİNE YÖNELİK
DÜŞÜNCELER. 1DF.AS ABOUT TRA1N1NG OF THE OUAL1FIED SPORTSINSTRUCTORSAND THE
(VNTR1BUT1ONS TO MAN 'S CREATIV1TY OFPHYSİCSAND SPORTS INSTRUCTORS İN THE CHANGING
EDI:CATION IİLAVPOINTSOF THE TIVENTYFIRSTCENTURY............................................................................ 77
MUSTAFA BULUŞ
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE YALNIZLIK, LONELİNFSS İN UNU 'ERS1TY STUDENTS.......................... 82
VEYS1 AKIN
23 NİSAN MİLLİ HAKİMİYET VE ÇOCUK BAYRAMİ'NIN TARİHÇESİ, 23 APRİL NATIONAL SOVEREİGNTY
AND CHİLDREN"S FEAST OFHİSTORİCAL ACCOUNT. .......................................................................................... 91
GÜL TEN HERGÜNER - ÖZBA Y GÜVEN - METİN YAMAN
SPORUN ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN İLETİŞİM BECERİ DÜZEYLERİNE ETKİSİ, THE EFFECT OF
SPORTS ON TUK COMMUNICATİONSKİLL LEVEL OF THE UN1VERSFFYSTUDENTS. ................................... 95
ERTUĞRUL İŞLER - ÜMRAN TÜRKYILMAZ
GELENEKSEL ROMAN'DAN ÇAĞDAŞ ROMAN'A UKİŞİLER"İN ANLATIDAKİ KONUMU, -THE
C1IAR. KTER 'S" PLACE İN THE NARRATION, FROM TRADITIONAL NOJ'EL TO MODERN NO\ 'El ............ 102
İLHAN ERDEM
OLCA YTUHAN DEVRİNDE HORASAN'DA İLHANLI-ÇAĞATAYLI MÜCADELELERİ, THE INTELLECTUAL
BASF.S OFTHF NEM' NOVELAND ITS NARRATION AL STRUCTURE ...................................................................106
ERTUĞRUL İŞLER
YENİ ROMAN' İN DÜŞÜNSEL TEMELLERİ VE ANLA TİMSAL YAPISI, THE INTELLECTUAL BASESOFTHE
NFAV NOJ'EL AND ITS NARRATİONAL STRUCTURE ..............................................................................................113
E
Arş G6r.AH Rıza ERDEM
PPM* IKKALE ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM FAKÜLTESİ 20020
İnciüpınar/ DENİZLİ
Tei.0.258.212 55 55'den.................
Fax:Q.258.212 55 24
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
KUTADGU BILIG'TE İNSAN VE KAMİL İNSAN
A DECENT MAN AND MAN İN KUTADGU BİLİG
Mehmet AKG UN
ÖZET
Biyolojik, psikolojik ve sosyolojik bir varlık
olarak insan, kendisiyle, çevresiyle ve tabiatla
yetinmeyen bir varlıktır. İnsan, ilimle, felsefeyle,
teknikle, sanatla, dinle, ahlâkı değerleriyle,
hukukla vs'le hem çevresini, hem de kendini
değiştirip geliştirerek olgunlaştırmak gayreti
içerisindedir. Öyleki insan, kâinatın en seçkin
varlığı olarak, tabiattan ilme ve kültüre,
vahşilikten medeniyete, yanlıştan doğruya,
kötüden iyiye, adaletsizlikten adalete, çirkinden
güzele, hiddet ve acelecilikten sakinlik ve itidale,
kibirlilikten alçak gönüllülüğe, aç gözlülükten
tok gözlülüğe, nefsine hakim ola madan nefsine
hakim olmaya, haramdan helâle, dedikodudan
sır saklamaya, hayasızlıktan hayalı olmaya, cefa
ve zulümden vefa ve merhamete, düşmanlıktan
dostluğa geçip u/aşarak yücelmenin ve
mükemmel olmanın gayretiyle dolup
taşmaktadır. Biz bu yazımızda, Kutadgu Bilig 'e
göre, hangi varlığa insan dendiğine, bu varlığın
niçin yaratıldığına, ne çeşit insanlar
bulunduğuna, bir insanda bulunması gereken
vasıfların neler olduğuna, insanın ölümlü olup
olmadığına ve ayrıca insanın mükemmel insan
olup olamayacağına cevap aramaya çalışacağız.
ABSTRACT
Man is a biological, psychologic, sosiologic
creature who ısn't satisfıed with himself and his
surrounding. Man struggles with selence,
philosophy, technology, art, religion, ethics, low
and H777? oihers in order to develop and change
himself. Man as a most distinguished creature in
ıh e \vorld is occupied \vith these values such as
nalure, selence, culture and also from injıtstice
t o justice, from ugly to beautiful, from anger and
hastiness to calmness and moderanetess, from
arrogance to humilily, from greed to lock of
covetours, from to be overcamed by his desires
to overcame his desires, from unlawfitl to la\vful,
from gossip to keeping a secret, from deceney to
indeceney, from pain and cruelty to fıdelity and
pitty, from eninity to friendship: with the aim of
reaching perfeetion. in this study, we ar e trying
lo fınd answers to these questions according to
Kutadgu Bilig. The aııestions are: \vhich
creature is cailed man? Why this creature wos
created? What kind of mas exist in the world?
IVhat kind of qu alile s that a man should have?
W hether a man is mortal or not and Can a man
reach perfeetion or not?
Anahtar Kelimeler: Kâmil İnsan, Kutadgu Bilig,
İnsan
Key Words: A Decent man, Kutadgu Bilig, Man
Biyolojik yönüyle hayvanlarla aynı olmasına rağmen
insan. aklı. zekâsı, şuuru, iradesi ve vicdamyia
hayvanlardan ayrılmaktadır. İnsan aklını, iradesini ve
zekasını iyi kullanabilen bir varlık olması dolayısıyle
hayvanlardan ayrıldığı gibi. şuurlu düşünmesi ve
davranışlarım, hareketlerini, vicdanî muhasebesiyle
otokritiğe tutabilmesi hasebiyle de hayvanlardan
ayrılmaktadır. Şuur kavramı ile irade kavramı arasında
çok sakın bir ilişki vardır. Şuurlu bir varlık aynı
zamanda irade sahibi bir varlıktır da. Şuurlu olmayan
bir insanda iradeden dolayısiyle sorumluluktan
bahsclmcmi/. mümkün değildir. Şuur dolayısiyle insan
(Doç.Dr.) PAÜ Fen-Edeb.Fak. Öğrt. Üyesi
kendisini otokritiğe tabi tutabilmektedir. Bunun için
biz şuurlu davranan insanla şuursuz davranan insanı
kolayca farkedebiliriz ve şuurlu davranan insan için ne
kadar şuurlu davranıyor ve hareket ediyor derken,
şuursuzca davranan ve hareket eden insan için de ne
kadar şuursuzca ve sorumsuzca davranıyor veya
hareket ediyor deriz. Bu sebepler dolayısiyle insan söz
konusu
olunca akıllı, zekâ sahibi, şuurlu, iradeli ve vicdanlı bir
varlık aklımıza gelir. Bir insanın kendisi ve
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
davranışları hakkında hüküm verirken de. onu, bu
ölçüler içerisinde değerlendiririz.
Biyolojik, psikolojik ve sosyolojik bir varlık olarak
insan kendisiyle, çevresiyle ve tabiatla yetinmeyen bir
varlıktır. İnsan hem içinde yer aldığı kâinatı, tabiatı ve
hem de kendi tabiatım, kendim bilmek, tanımak ve
böylece tabiatı ve kendini bilip tanıyarak değiştirip,
geliştirerek mükemmelleştirmek isteyen bir varlıktır.
İnsan, ilimle, felsefeyle, teknikle, sanatla, dinle, ahlakî
değerleriyle, hukukla vs'le hem tabiî çevresini, hem de
kendini değiştirip geliştirerek olgunlaştırmak gayreti
içerisindedir. Bu yönde büyük gayret sarfetmektedir.
Öyle ki insan, kâinatın en seçkin varlığı olarak,
tabiattan ilme ve kültüre, barbarlıktan uygarlığa,
yanlıştan doğruya, çirkinden güzele, kötüden iyiye,
adaletsizlikten adalete, batıldan ve hurafeden gerçeğe,
hiddetten, acelecilikten ve sabırsızlıktan, sakinliğe,
hoşgörüye, itidale ve sabra, kibirlilikten alçak
gönüllülüğe, açgözlülük ve duyumsuzluktan, tok
gözlülüğe ve kanaatkârlığa, nefsine hakim
olamamadan nefsine hakim olmaya, haramdan helâle,
dedikodudan, iftira ve çekiştirmeden, sır saklamaya ve
başkalarının ayıbını örtmeye, hayasızlıktan hayalı
olmaya, cefa ve zulümden vefa ve merhamete,
düşmanlıktan dostluğa geçip ulaşarak yücelmenin ve
mükemmel olmanın gayretiyle dolup taşmaktadır. Biz
bu yazımızda Y.Has HACİB'in muhteşem eseri
Kutadgu B i lig'e göre, söz konusu ölçüleri hesaba
katarak hangi varlığa insan dendiğine, bu varlığın
niçin yaratıldığına, ne çeşit insanlar bulunduğuna,
insana insan diyebilmek için bir insanda bulunması
gereken vasıfların neler olduğuna, insanlık işaretim
hangi insanların taşıdığına, yaratılmış bir varlık olan
insanın ölümlü olup olmadığına, insanın mükemmel
insan olup olamayacağına cevap aramaya çalışacağız.
İnsan Tanrının seçerek yarattığı, akıl. zekâ, anlayış,
gönül. göz. bilgi, fazilet ve düşündüklerini ifade etme
gücü olan dil verdiği, onu. bu yönleriyle hayvanlardan
ayrı yaratarak üstünlük hakkı tanıdığı ve yücelttiği bir
varlıktır. Ayrıca insan, Tanrı'sı tarafından güzel biçim,
güzel tavır ve güzel hareketin kendisine bahsedildiği
bir varlık olarak da hayvanlardan ayrılmaktadır. Y.Has
HAC İ Be göre insana insan adı yanıldığı için
verilmiştir ve bundan dolayı da yanılma yaratılmıştır.1
Bir olan Tanrı insanı iki şey için yaratmış ve bunlardan
dolayı bu varlığa insan adını vermiştir. Bunlardan bin
bu dünyada itibarlı bir hayat yaşamanın mükâfatı
olarak cennete gidip orada sefa sürmek için, diğeri de
yine bu dünyada itibarsız bir hayat geçirmenin karşılığı
olarak cehenneme gidip orada ceza çekmek için
insanın yaratılmış olmasıdır. İtibarlı veya itibarsız bir
ömür geçirmenin neticesi olarak cennete veya
1
Y.Has HACİBıKutadgu Bilig II, Çev:R.Rahmeti
ARAT. Türk Tarih Kurumu Basımevi. Aıık. 1988.Beyit
No: 148-149.382.387.197
2
cehenneme gitmenin yolları bellidir. Bu yollardan
birini seçip seçmemekte insan hürdür. İrade sahibi bir
varlık olarak insan, bu yollardan birini istediği şekilde
seçip ona göre yaşayabilir. İnsan, kendine itibar
kazandıracak iyi, doğru, güzel, adaletli vs. olan
eylemleri de seçmekte ve seçtiklerini de dilediği yer ve
zamanda yapmakta veya yapmamakta tamamen
hürdür. İrade sahibi bir varlık olarak insan, her iki
durumda da seçip yaptıklarına katlanmayı göze
almalıdır. İnsana iyi, doğru, güzel, adaletli vs. olan
eylemleri, seçip yapmasında, aklı, aklı dolayısiyle elde
ettiği bilgi ve fazileti, iradesi, sakin tabiaü, zengin
gönülü rehberlik edecektir.2
Tanrı'nm seçerek yaratüğı ve varlıklar içerisinde
kendisini yücelterek en şerefli varlık unvanını verdiği
insan, tabiatı itibarıyla iki zıt unsurdan meydana
gelmiştir. Bu itibarla insan. Maddî (beden) ve manevî
(ruh) yönü bulunan bir varlıktır. Yani insan elle
tutulan, gözle görülen yönüyle bedenden, elle
tutulmayan, gözle görülmeyen yönü itibariyle de
ruhtan meydana gelmiştir. Bu zıt unsurlardan birisi
insana, sükûnet, rahatlık, neşe ve sevinç verirken,
diğeri birincisinin aksine gürültü, rahatsızlık,
huzursuzluk ve üzüntü vermektedir. Bunlardan biri
sükûtu ve sakinliği tercih ederken, diğeri aceleyi ve
sabırsızlığı tercih etmektedir. Bu unsurlar arasındaki
anlaşmazlık dolayısiyle insan bazen sakin, rahat,
neşeli, sevinçli olurken, bazen de aceleci, huzursuz,
kederli, endişeli olmaktadır. Bazen aceleci, huzursuz,
kederli, endişeli olurken bazen de sakin, rahat, neşeli,
sevinçli olmakta ve bunun neticesi olarak sevinip
gülmektedir.3
Yusuf Has HACİB, Hz.Adem ve Hz.Havva'nm Tanrı
tarafından, insan neslim çoğaltmak üzere yaratıldığını
belirtiyor. Onlardan itibaren bu dünyaya türlü türlü
insanlar gelmiştir. Bu gelip giden türlü türlü insanlar
arsında nice beyler de gelip geçmiştir. Hz.Adem ve
Hz.Havva'dan itibaren titreyip çoğalan insanlardan
bazısı akıllı, bazısı akılsız, bazısı âlim, bazısı cahil,
bazısı cesur ve kahraman, bazısı korkak, bazısı
mağrur, kibirli ve kabadayı, bazısı tevazulu, alçak
gönüllü ve hoş göriilü, bazısı çalışkan, bazısı tembel
vs. olmuşlardır. Türeyerek insan neslini çoğaltanlardan
bazısı çok bazısı az yaşamış, bazısı hakimane sözler
söyleyerek yüksek makamlara erişmiş, bazısı da
kendisine hâkim olamayıp gelişi güzel sözler
sarf ederek sefil ve rezil duruma düşmüşlerdir. Türeyip
çoğalan insanlardan bazısı yaratıcısı olan Tanrı'yi
tanıyıp inanırlarken, bazısı da yaratıcısına karşı isyan
edip. O'nun varlığını inkâr etmişlerdir.4
a.g.e.,Beyit No:485456 a.g.e.,Beyit
No:5866-68 a.g.e..Beyit
No: 6391-97
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
Bir o Um Tanrı'mn seçerek yarattığı varlık olan insanlar
arasında büyüğü olduğu gibi, küçüğü de vardır. İyisi
olduğu gibi kötüsü, bilgilisi olduğu gibi bilgisizi,
zengini olduğu gibi fakiri, akıllısı olduğu gibi akılsızı,
alçak gönüllüsü ve naziği olduğu gibi kibirlisi ve
küstahı da vardır.5 Burada özellikle belirtelim ki,
yukarıda da ifade edildiği gibi Tanrı'mn insanı
hayvanlardan daha aşağı bir varlık olarak yaratmadığı
lıiç bir zaman hatırdan çıkarılmamalıdır.6 Tanrı
tarafından
seçilerek
yaratılan
ve
diğer
varlıklardan üstün tutulan insan, her şeye gücü yeten
bir varlık değildir. Diğer varlıklardan üstün olmasına
üstündür, ama sonsuz gücü olan Varlık'a göre aciz bir
varlıktır. Aciz bir varlık olduğu için istediğini istediği
anda elde edemediği gibi, ömrünü de istediği gibi
geçiremez. Şayet aciz bir varlık olan insan, istediğim
elde edip bir rahata kavuşursa, kendisini unutur,
kendisini unuttuğu için de kendisine yabancılaşır,
kendini yücelerde, göklerde görmeye başlar. Öyle ki,
kendisinin mavi göklerin üzerinde hüküm sürdüğünü
zanneder.8 Oysa insan aciz bir varlıktır, bütün gün
toplar, fakat yiyecek bir şey bulamaz. Aciz bir varlık
olan insanların bazısı durmadan koşarak dünyayı
dolaşır, bazısı canım feda ederek denize dalar, bazısı
dağ kazarak kayaların dibine iner, bazısı yeri
kulaçlayarak yaya koşar. Bazısı tepeler aşar, dereler
geçer, bazısı ise yeri kazarak kuyudan su içer. Bazısı
orduda kılıç ve balta kullanır, bazısı kaleyi korur ve
orada ihtiyarlar. Bazısı hırsız, sahtekâr, yan kesici,
dolandırıcı olurken, bazısı da zalim olup öldürücü ve
yıkıcı olmaktadır. Bütün bu insanların bunca zahmet ve
sıkıntıyı çekmesi, boğazı ve sırtı içindir. Bütün
gayretiyle insan, mal toplar ama yiyemez, öldükten
sonra da bu yaptıklarının vebalini yüklenir. Sözkonusu
edilen bütün bu olayları aciz bir varlık olduğunu
unutup ta her şeyi yapabileceğini zanneden akılsız ve
bilgisiz insanlar yaparlar ki; bu insanların
hayvanlardan lıiç bir farkı yoktur.9
İnsan, gönül sahibi olan bir varlıktır. Onun gönlü bir
bahçeye benzer. Bu bahçeyi sulayıp besleyen,
zenginleştirerek canlı tutan beylerin sözleri ve
nasihatleridir. Nasıl ki, devamlı sulanan bahçede bin
bir türlü nimet yeşerip renkleniyorsa ve çiçekler açıp
etrafa koku saçılıyorsa, aynen bunun gibi dikkat ve
itina gösterilerek, söz ve tavsiyelerle eğitilip uyumlu
hale getirilen gönülden de, iyi davranış ve hareketlerle
süslenerek şekillendirilen sağlıklı ve huzurlu bir hayat
çıkacaktır."' İnsanın gönlü yufka olup sırçaya benzer.
Bu sebeple korunması çok zor olan gönlün, korunması
için ne yapılması gerekiyorsa yapılmalıdır,
kırılmamasma özen gösterilmelidir. Şayet özen
gösterilmezse kırılır, yufka ve ince olduğu ifade edilen
gönül aynı zamanda çok nazlıdır.Nazlı olan gönlün
incinmemesi gerekir. Gönlü kırılan ve incinen birisi,
gönlünü kim kırmışsa ona düşman olabilir. Düşmanın
olduğu yerde ise huzur ve sükûn olmaz. Bu ise hayatm
tatsızlaşmasına, çekilmez ve katlanılmaz duruma
düşmesine vesile olur.11 İnsanın gönlü o kadar derindir
ki. kimi arzu ederse onu sever, ona bağlanır ve her an
ondan bahseder. Öyle ki gönül kimi sevmişse göz onu
görür, yani göz nereye bakarsa baksın, gönül orada
sevdiğini arar ve görür. Çünkü gönülde arzu ve dilek
ne ise. insan söze başlayınca hep ondan bahseder.12
İnsana herkesten yakın olan kendi gönlüdür. Bunun
için insan, sadece kendi gönlünde olup bitenleri bilir.
Gönül sahibi varlık olan insanın, gönlü daima bir
şeyler ister. Gönül isteğine kavuşuncaya kadar kendim"
devamlı oyalar.13 Bu sebeple insan, gönlünün tasvip
etmediği bir şeyi yapmamalıdır. Çünkü gönlün beğenip
tasvip etmediği bir işten yarar gelmez. İnsanın gönlü, o
kadar geniş ve derindir ki, insan gönülden yakınlık
duyarsa, ona uzak yer yakın olur. Bu sebeple yakınlık
vefakârlığı için daima gönüle bakmak gerekir. İnsan
gönlünde her zaman iyi niyet taşımalıdır. Çünkü
gönlünde iyi niyet besleyen insan, her işinde başarılı
olur.14
Yusuf Has HACİB'e göre iki türlü insan vardır ki,
bunlardan biri bey, diğeri de âlimdir. Bu her iki insan
da insanların en seçkini, en yükseği ve en başıdır. Bu
insanların dışında kalanlar, bilgisi az veya hiç olmadığı
için hayvan sürüsü sayılırlar.Burada "bey" den kasıt,
kendisine "kut" gelmiş insandır. Kendisine "kut"
gelmiş ve bahşedilmiş insan, kendisine "kut"
gelmeyen ve bahşedilmeyen insandan her zaman ve her
yerde üstündür ve değerlidir. Şayet insan, insan olup
insan adını almak istiyorsa bunlardan birini seçmesi
gerekir. Bu ikisinin dışındaki insanlardan insanın, her
zaman ve her yerde uzak durması ve kaçınması gerekir.
Çünkü "bey" kılıcı eline alıp, halkı itaat altında tutar,
"âlim" ise kalemi eline alıp, insanları, iyi ve doğru yola
götürecek bilgileri yazar, bu bilgilerle halkı aydınlatır
ve böylece insanların iyi ve doğru yola girmelerine
vesile olur. Dünyada iyi ve doğru düzenin kurulması,
iyi ve doğru hareketlerin seçilip yapılması, bu insanlar
vasıtasıyla
gerçekleşecektir.1"1 Y.Has HACİB'in bilgisi az veya hiç
olmayan insanları hayvan sürüsü olarak kabul etmesini
5
a.g.cBeyit No: 1922-23
a.g.c..Beyit No: 2975
7
a.g.e.. Beyit No: 1122
8
a.g.e.. Beyit No: 1124
9
a.g.c. Beyit No: 173210
39
a.g.c. Beyit No: 1807-08
6
11
a.g.e.. Beyit No:3393-97
a.g.e.. Beyit No:3478,3480-81
"a.g.e.. Beyit No:5025
M
a.g.e. Beyit No:3565,3691,3705,5732
15
a.g.e.. Beyit No: 265-69
ı:
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
yanlış yorumlamamak gerekir. Çünkü o. bu sözü ile
bilgili olmayı herşeye tercih ediyor ve anormaller hariç
her insanın bilgi edinmesi gerektiği üzerinde ısrarla
duruyor. "Kut" ancak bilgili insana geldiğine ve onda
devanı ettiğine göre, insan için bilgilenmekten başka
çare ve yol yoktur. İnsan, ancak bilgilenirse ona "kut"
gelir ve hayvan olmaklıktan kurtulur.
Yukarıda da ifade edildiği gibi insan, zekâ sahibi bir
varlık olması dolayısıyle hayvanlardan ayrılır. Onun bu
yönü, onlardan üstün olmasının sebebidir. Zekâsıyla
insan, bilgi edinir ve edindiği bu bilgilerle işlerini
başarıyla yürütür. Aynı zamanda bu bilgiler, onun,
dünyadaki varlıkları ve olayları hükmü altına
almasında yardımcı olur. Zekâ sahibi bir varlık olan
insan, her türlü isteğine bu yeteneği vasıtasıyla elde
etliği bilgilerle ulaşacağından, hayatı boyunca didinip
çalışarak elinden geldiğince bilgi edinmek için gayret
sarfcîmelidir.Bu sebeple insan, bir işe başlarken, o işi
iyice kavramalı ondan sonra işe başlamalı ve daha
önceden edindiği bilgilen ele aldığı iş üzerinde
uygulamalıdır. Akıl ve zekâ sahibi bir varlık olan
insan, bilgi edinmeyi, bilgilenmeyi ve bilgili olmayı
istemelidir. Böyle olmayı gönülden arzu eden insan ise,
okumalı, yazmalı, bunu yaparken başkalarının söz ve
tavsiyelerinden de yararlanmalıdır. İnsanın insan
olarak
yüzünü ağartabilmesi,
ancak
16
bilgi bilmesine ve fazilet öğrenmesine bağlıdır.
İnsan emek sarf ederek bir şeyler elde eden varlık
olarak da hayvanlardan ayrılır. Emek sarfederek elde
ettiği bir şeye ise insan, candan bağlanır, onu canı gibi
sevip korur. Çünkü emek karşılığı elde edilen bir şey,
sevgili can kökü gibi sevilir. Bu sebeple insan, emek
harcayarak elde ettiği bir şeyi ömrü boyunca sever, o
şeyi yüklenir,■'yüklendiği için de onun külfetine
katlanır.1 Bir insanın herhangi bir şey üzerinde emeği
olduğu gibi. bir insan üzerinde de emeği vardır. O, bu
emeğe karşılık ona insanlık yapar. Bir insanın gerek bir
şey ve gerekse bir insan üzerindeki emeği
küçümsenmemelidir. Bu emeğin takdirle karşılanması
gerekir. Her ne şekilde olursa olsun bir insanın emeğini
takdir etmesini bilmeyen bir kimsenin hayvandan
hiç bir farkı 18 voktur.
istekleriyle iş görmeleri, onların iyiliklerinden
dolayıdır. Bunlar kendilerini iyiliklere adadıklarından,
iyiliğin kulu ve hizmetçisidirler. Bu sebeple bunlara
her zaman iyilik yolunu açık bulundurmak gerekir.
Ayrıca hür insanı, kul ile bir tutmamalıdır. Hür insana
hür. kul insana da kul muamelesi yapılmalıdır.19
İnsan, gece gibi karanlık bir eve benzer. Ancak bu
insan için akıl, bir meş'aledir ve onu aydınlatır. Çünkü
insanı her türlü kötülüğü yapmaktan alıkoyacak olan
şey, aklı ve aklı dolayısiyle elde ettiği bilgisidir. İnsanı,
aklı ve aklı dolayısiyle elde ettiği bilgisi hayvanlardan
ayırır ve bunlarla onlara karşı bir üstünlük kazanır.
İnsanın "yaratıkların en şereflisi", en yükseği
olmasının sebepi. aklı ve aklı dolayısiyle kazandığı
bilgisidir. Akıl ve bilgi, insanın bütün işlerini başarıyla
bitirmesine ve böylece bütün dileklerine kavuşmasına
20
vesile olur.
İnsanlar birbirlerine ancak insan olarak benzerler.
Bunun dışında insandan insana bir çok fark vardır.
Doğuştan anormal olarak dünyaya gelenler hariç bu
fark genellikle fizikî yön ve ruhî mizaç itibarıyladır.
Ama bütün bunlara rağmen, insanlar arasındaki asıl
fark, bilgi ve fazilet yönünden olanıdır. İnsanların kötü
olmalarının temelinde bilgisizlik ve faziletsizlik
yatmaktadır. Şayet insan, bu dünyada, kendini ve bir
çok şeyi hükmü altına almak istiyorsa, bilgi ve fazilet
kazanmalıdır. Yusuf Has HACİB, bilgi ve fazilet sahibi
olmanın ve dünyayı hükmü altına almanın önemini
belirtmek üzere, "yaban eşeğini altetmek için ar si an
olmak gerekir" misâlini vermektedir. Bilgili ve faziletli
bir insan, kendisi ve toplumu için problem teşkil eden
bütün olayları çözdüğü gibi, herkesi idare eder.
dünyayı ve dünyadaki varlıkları hükmü altına alır.
Bunu ancak var gücüyle çalışıp bilgi edinen ve faziletle
donanan cesur insanlar başarabilir.21
Yusuf Has HACİB, hizmette bulunan insanları biri hür,
diğeri de kul olmak üzere ikiye ayırıyor. Bunlardan kul
olan insan, kendi iradesi dışında iş görür, emir alır,
emre göre iş yapar. Verilen emri, yani işi. başaramazsa
emri verenden azar işitir. Hür
Yusuf Has HACİB. insanın asil olmasını sağlayan
faktörler olarak aklı. bilgiyi, fazileti ve dili ön planda
tutuyor. İnsanın asil olması bunlara bağlıdır. Akıllı,
bilgili ve faziletli insanın kendisine uygun düşmeyen
şeyleri yapmıyacağını belirtir. Bir insanın asilliği
bırakmaması ve bütün insanlara karşı daima insanlık
göstermesi gerekir. İnsan, insanlara karşı, insanlık
yaparak hayvan olmaklıktan kurtulabilir. İnsanlık adına
çalışan ve insanlara yararlı olan insan insandır. O halde
insan, hem kendi ve hem de insanların lehine
çalışmalıdır. İnsanlık edene, insanlık göstermelidir.
İnsana insanlığı nisbetinde muamele edilmelidir.
insan ise kendi iradesiyle iş görür. Şayet hür insan,
kendisini kul ederek iş görürse, onun hizmetini takdirle
karşılamak gerekir. Çünkü hür insanların kendi
Vefalılık ve vefa göstermek, insanlığın şiarmdandır.
Vefaya karşı vefa göstermek, insanlığın gereğidir.
Vefakâr olan insan, insan olur ve böyle bir insan,
16
a.g.e. Beyit No: 2447,2624,2627.2629-30
a.g.e.. Beyit No: 2907-10
18
a.g.e. Beyit No: 2985-86
p
a.g.e,. Beyit No: 2987-91 a.g.e..
Beyit No. 1840-42 a.g.e.. Beyit
No. 201,221,283-85
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
insanlık adını yüceltir. Tavır ve hareketi doğru olan
insana insan denir. Bu sebeple akıllı, bilgili, faziletli,
tavır ve hareketi doğru vefakâr ve cömert insan, her
zaman övülmeye değer insan olurken, tam tersine
bilgisi/., faziletsiz, vefasız, hasis insan ise yerilmeye
lâyık insan olmaktadır.""
Bilgili ve faziletli bir insan, kendisine hakim olduğu
gibi. dünyaya da hakim olur. Bunun için fazilet, asla
değersiz görülmemelidir. Bilgi ve fazilet sahibi olmak,
insanın kendine olan güvenim arttırdığı gibi, bu
özelliği ona başkalarının saygı duymasına da vesile
olur. Bundan dolayı insan zamanını boş geçirmemeli,
anlayışını geliştirmeli ve bilgi edinmelidir. Bu bilgi ve
faziletin bugün bir faydası görülmeyebilir ama yarın
mutlaka bir iyiliği olacaktır. Çünkü zamanı gelince bu
bilgi ve fazilet sayesinde iyilik yolu açılır ve nihayet
iyilik gelir."' .Akıllı, bilgili ve faziletli insana, insan
denir, bunun dışındakilerin hepsinin hayvandan farkı
yoktur. Demek ki insanı hayvan olmaklıklan kurtaran
ve ona bir üstünlük sağlayan en önemli özelliği aldı,
bilgisi ve fazileti dolayısiyle kazandığı iyiliğidir. Bu
sebeple Y.Has HACİB için ancak bilgi öğrenen ve
öğreten insan insandır. Öğrenmeyen ve öğretmeyen
insanın hayvandan hiç bir farkı yoktur. O halde insan
hayvan olmaklıktan kurtulup insan olmak istiyorsa,
bunları gözönünde bulundurmalı, öğrenmeyi seçmeli
ve seçtiği için de yapmalıdır. Bundan dolayı insan,
mutlaka bilgi ve fazilet öğrenmeli ve öğretmelidir.
Öğrensin ve öğretsin ki, hayvan değil insan olsun.
Bilgilensin ki, yaptığı ibadetler makbul olsun. Çünkü
bilgi ve faziletle donanmayan insanın ibadeti
2-1
makbul olmaz.
Bütün bunlar bize. akıl, bilgi ve faziletin insanı
yücelttiğini ve dolayısiyle insanın saygı ve itibar
görmesine vesile olduğunu gösteriyor. Çünkü akılsız,
bilgisiz ve faziletsiz bir insan hem hayvandan, hem de
balçıktan farklı görülmüyor. Böyle bir insanın işlerini
başarması, yükselmesi ve "kut" a erişmesi mümkün
değildir.2*1 İnsan asil insan olmak istiyorsa akıllı, bilgili
ve faziletli olmak zorundadır. Akıl, bilgi ve fazilet
insanı, her türlü kötülüğü ve yanlışı yapmaktan men
eden. alıkoyan bir engeldir, kalkandır. Bu yetenek ve
vasıflar kendisinde bulunan insan, inşam insan
olmaktan uzaklaştıran, davranış ve hareketleri seçmez,
seçmediği için de yapmaz. Öyle ki böyle bir insan, her
zaman kendine uygun düşen davranış ve hareketleri
seçmeye, seçtiği için de yapmaya, dikkat ve itina
gösterir. Seçtiği eylemleri
insan için yeminli bir dost, bilgi de merhemetli bir
kardeş sayılır. O halde insan kendisine ve dünyaya
hakim olmak istiyorsa akıllı, anlayışlı, bilgili ve
faziletli olmak zorundadır. Halka hakim olabilmek için
de. akıl ve cesaret gereklidir. Anlayış ve bilgi insanın
dünyayı elinde tutmasına vesile olur. Bu sebeple
Hz.Adem, dünyaya geldiğinden beri iyi nizamı,
anlayışlı ve bilgili insanlar kurmuşlardır.26
İnsan yaratılışı gereği zaman zaman gaflete düşebilen
bir varlıktır. Bu sebeple insanın gaflete düşüp
yanılmaması için. her zaman ve her yerde uyanık ve
tedbirli olması gerekir. Ayrıca gaflete düşmemek için
iyi ve doğru olmak da gereklidir. Gaflet içinde yaşayan
insan, sonunda pişmanlık duyar ve kendisini suçlu
bulur. Öyleyse insan, gaflete düşmemek için, uyanık,
tedbirli, iyi ve doğru olmalıdır. İnsanın gaflete
düşmesini ve bu sebeple de yanlış yapmasını
önleyebilecek bir başka yol da istişare etmektir. 2
İnsan istişareyi en yakım ile yapmalıdır. Karşılıklı
tartışılarak her türlü problem çözülebilir. Bir insan, bir
işi kendi başına başaramayabilir. Bunun için herhangi
bir işe başlarken, istişare etmenin ve danışmanın büyük
önemi vardır. Bu şekilde hareket eden insan, işlerinde
başanlı olabilir. İstişare etmeyen ve danışmayan
insanın her zaman yanılma ihtimâli vardır. İstişare
edilmeden başlanılan bir iş, pişmanlıkla bitebilir.
İstişare etme insanın bilgisinin genişlemesini sağlar.
Şayet istişare ve danışmaya insanın kendi bilgisi de
katılırsa, o iş, tereddütsüz başarıyla neticelenir. Bu
sebeple insan, herhangi bir işe başlamak ve o işi
yanılmadan başarıyla tamamlamak istiyorsa, önce
istişare etmeli, ondan sonra işe başlamalıdır.28 Bu bize
yanlışa düşmeden her türlü başarıya ulaşmanın
yolunun, istişare ve dayanışmaya bağlı olduğunu
göstermektedir.
Yusuf Has HACİB nazarında, kendi menfaatini
düşünmeyen ve hayatı boyunca başkalarının lehinde
çalışan, insanlara merhamet ve şefkatle yaklaşan ve
onlara iyi. doğru ve dürüst davranışlarıyla örnek olan
insan, insandır. Hayatı boyunca iyi ve doğru yolda
yürüyen, bu dünyaya fazla gönül bağlayan insan,
insandır. Böyle hareket etmeyip te, bu dünyaya gönül
verip gönlünü kaptıran insan, bataklığın dibine
çakılmış, batmış demektir. Bataklığın dibine çakılıp
batanın kurtulamıyacağı hatırdan çıkarılmamalıdır.29 O
halde insan, gerçekten insan olmak istiyorsa, bu
dünyaya fazla bağlanmaman, iyi ve doğru bir hayat
yaşamayı istemelidir. Ancak ve ancak, iyi, doğru,
adaletli, herkesin lehinde olmayı isteyen bir insan.
yapmakla, seçmediği eylemleri yapmamakta kendini
zorunlu hisseder. İşte bu sebepler dolayısiyle akıl.
- a.g.e.. Beyit No: 1596,1599.1619,1690-91.1730-31
a.g.c.. Beyit No: 3009-10.3013-14
24
a.g.e.. Beyit No: 3165,3217-18,3221
25
a.g.c. Beyit No: 289,297-98
23
:
" a.g.e.. Beyit no:300.314,316-17,217-19
~ a.g.e.. Beyit No: 438,443,3058,1206.3495
2X
a.g.e.. Beyit No: 5652-53.5656-57,5660
29
a.g.e., Beyit No. 3245,3248,3269,3086,3089-90
2
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
insandır. Bunu çocukluğundan itibaren kendini eğitip
olgunlaştıran ve benlik şuurunu yenebilen insan
başarabilir. İnsan benlik şuurunu ve gururunu yenip
aşabil irse olgun insan olabilir. Olgun insan olmayı ise
insanın bizzat gönülden istemesi ve bu isteğini
gerçekleştirmek için de insanlara karşı iyi. doğru, hoş
görülü. alçak gönüllü, tok gözlü davranmalıdır. Ayrıca
helâl ve haramı gözetmeli, başkalarım çekiştirmemeli,
fedakârlık edip ilâhî sevgiyle dostluk etmelidir. Hiç bir
zaman doğruluk yolundan ayrılmamalıdır. Büyüklere
saygı göstermenin kendini yücelteceğini bilmeli ve
bunun için onlara saygısız
davranmamalı
ve
30
gelişigüzel
söz sövlememelidir.
İyi ve doğru olan insan, Tanrı sevgisini kazanan
insandır. İyi ve doğru yolda yürümek için insan,
gönlünün tamamen inandığı ve hiç şüphe duymadığı
bir kimseyi kendisine ayna edinebilir. Böyle bir insanı
bulan bir insan, kendisini onun aynasında görebilmek
için onun davranış ve hareketlerini takip etmeli ve onu
daima karşısında bulundurmalıdır. İnsana ancak, içi
dışı gibi. dışı da içi gibi olan ve inandıklarına içten
bağlanan insan ayna olabilir. İşte insan, şayet böyle bir
insana rastlarsa, bu insanı, kendisine ayna olarak
seçebilir, ona bakarak bütün davranış ve hareketlerini
düzeltebilir. İçi dışı gibi, dışı da içi gibi olup içten
bağlı olan kimsenin dışındakilere ise itimat edilemez.31
Y.Has HACİB"e göre insan, insan olup insanlık
vasfını yükseltebilir. Bu sebeple gerçek insanın işareti,
insanlıktır. İnsan az değil, insanlık işaretini taşıyan
insan azdır. Öyleyse insan.insanlığa uygun
yaşamalıdır. İnsan, insanlığa uygun yaşasın ki. vasfını
kendisi için yüceltsin ve bu isimle ebedî olarak anılsın.
İnsanlık işareti ise, iyilik ve doğruluktur. İyilik ve
doğrulukla insan, insan olur ve insanlık adını alarak bu
adı yüceltir. Bu ise onun ve insanlık adının
ebedîleşmesini sağlar.32
Tanrı'nın seçerek yarattığı varlık olan insan ebedî
değildir, ebedî olan sadece Tanrı'mn kendisidir. İnsan
şayet iyi ve doğru yaşarsa, kendisi ölse bile geride ismi
kalır. İyi kimselerin adlarının kalması ve unutulmaması
bu sebepledir. İnsan ancak yaptığı iyilik ve
doğruluklar dolayısiyle adını ölümsüzleştirebilir. Her
varlık, her hayat sahibi, eninde sonunda mutlaka
ölecektir: ama iyi, doğru, güzel ve adaletli yaşayanın
ölse dahi adı kalıcıdır. Bu sebeple insanların
dillerinden düşürmedikleri iki çeşit insan vardır ki.
bunlardan biri iyi, diğeri de kötü olanıdır. Kötü olanın
ismi çok çabuk unutulup giderken veya beddua ile
anılırken, iyi olanın ismi, uzun müddet kalmakta ve iyi
dualarla anılmaktadır. Çünkü kötü hep yerilir ve adı
anılmak bile istenmez.
30 31
32
a.g.c.. Beyit No:4033,4036,4041
a.g.c. Beyit No:5598.5618-20
a.g.c. Beyit No:5787-89.5808
Bunun aksine iyi ada sahip olan ise hep övülür ve hiç
bir zaman yaptıkları iyilikler dilden düşürülmez. İyi adı
olan kimse cömertliğinden dolayı bu ismi almıştır.
Cömert insan, ölse bile adının unutulmaması ve
yaşatılması bu sebepledir. İnsanın iyi adı kazanması
kolay değildir. Bir insan için iyi adı kazanmak demek,
mübarek saadeti kazanmak demektir. İyi adı kazanan
insanın saadetini devam ettirmesi, iyi olmasına ve iyi
yaşamasına bağlıdır. Ancak iyi olup iyi yaşayan
insanın, adı ve saadeti ebedî kalabilir.33
Tanrı tarafından yaratılmış olan insan bir gün ölecektir.
Öldükten sonra vücutta birleşmiş olan bütün organlar
birbirlerinden ayrılacaktır. Bu sebeple insan,
vücudunun gelip geçici olduğunu, yani ölümlü
olduğunu, ölümden sonra da çürüyüp dağılacağını ve
yok olacağını hiç bir zaman akıldan çıkarmamalıdır.34
Ama buna karşılık insan ruhu ölümlü değildir. Çünkü
insan nüm, mürekkep değil, saf, temiz, katışıksız,
arıdır. Beden, bu saf. teiniz, katışıksız arı ruhun evidir.
Bu ruh, bedenden ayrılınca, beden boş kalır. Bedenden
ayrıldıktan sonra ruhim nereye gittiğini biz insanlar
bilemeyiz, onun nereye gittiğini ancak bilgisi her şeyi
aşan ve en bilen olan Allah bilir. Aslında onun yeri
yükseklerdedir. Onun yükselmesi saadete erişmesi,
aşağı inmesi ise saadetten uzaklaşması ve felâkete
düşmesi demektir. İnsan ruhuna bu ikisinden birisi
nasip olur. Anlaşılacağı üzere bedenin ölümlü olmasına
karşılık, nüı ölümsüzdür, ebedîdir. Ruhun ne olduğuna
gelince, onun ne olduğunu, anlayıp bilebilecek bir
insan yoktur. Onun sırrını, ancak en bilen varlık olan
Allah bilir.3" Ölümsüz bir ruh taşıyan insanın hatırdan
çıkarmaması gereken en önemli husus, öldükten sonra
ahirette, bu dünyadaki hayatında yaptıklarından dolayı
hesaba çekileceğini, şayet iyi işler yapmışsa bunun
karşılığı
olarak
cennete
gitmekle
mükâfatlandırılacağım, ama iyi işler yapmamışsa bu
yaptıklarının karşılığı olarak da cehenneme
gönderilmekle cezalandırılacağını unutmaması
hususudur.
Bütün bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere insan, diğer
yaratılmışlar gibi ölümlü bir varlıktır. Her varlık
dünyaya geldiği ve bu dünyada belli bir müddet
yaşadıktan veya kaldıktan sonra öldüğü gibi, hiç
şüphesiz insan da ölecektir. Allah hariç hiç bir varlık
ölümsüz değildir. Bu dünyaya gelirken insan çıplak
olarak dünyaya geldiği gibi, bu dünyadan giderken de
çıplak olarak gidecektir. İşte insanın bunu hiç bir
zaman hatırdan çıkarmaması gerekir. İnsan bu dünyada
ne toplarsa toplasın, ne kazanırsa kazansın hepsi
kalacaktır, ama insanın kendisi göçüp gidecektir. Bu
dünya insan için bir misafirhanedir, misafirhanede
fazla bir şey aranmaz. Ölümün ne olduğunu bilen
33
a.g.e., Beyit No: 288-89,237-40.257,456
a.g.e., Beyit No: 6074,6146 5 a.g.e..
Beyit No: 1520-31
1
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
insan, geçici dünya saadetine kapılıp aldanmaz. Ölüp
gideni gören insan da uzun müddet avunmaz.36 Bunun
için mağrur insan.dönek devlete, gelip geçici olan
dünyaya güvenmemeli, kendisinin öleceğini, kara
toprak altında çürüyeceğini ve dünyadaki hayatından
dolayı ağır bir yük yüklenip pişman olacağım hatırdan
çıkarmamalıdır. İnsan, insan olarak dünyada ne kadar
yaşarsa yaşasın, bir gün mutlaka öleceğini, şayet iyi bir
hayat yaşamışsa iyi adla anılacağım, vücudunun
ölümden soma dağıldığını, iyi adın ve şölıretin insanın
adını ölümsüzleştirdiğini 3 l hiç bir zaman
unutmamalıdır. Ayrıca dünyada mal-mülk olarak
kazandığı ne varsa hepsi geride kalırken, ölümle
birlikte öbür dünyaya giderken iki bez parçasından
başka bir şey götürmediğim de bilmelidir. Çünkü çok
yer isteyen insandan eser kalmayıp kara toprağın altına
gömülüp gitmektedir.
İnsanın bu dünyadaki hayatında her dünyaya gelenin
gelip geçici olduğu hususunda ders alması gereken çok
önemli olaylar vardır. Yusuf Has HACİB, bu konudaki
düşüncelerim delillendirmek için, dünya malına
gönlünü kaptırıp ta her şeyi elde edenlerle, ben
Tanrfyım deyip sonunda Tanrı'mn denizin dibine
gönderdiği Firavun'un öldüğü gibi, asası yılana
çevrilen ve deniz yarılarak oradan yürüyüp geçen
Hz.Musa'nın, ölüleri dirilten Hz.İsa'nın, insanlar
arasında seçilerek yaratılan Hz.Muhammed'in (S.A.V.)
bile öldüğünü ve bu dünyanın kanununun da böyle
olduğunu 3S misal olarak veriyor. İşte bütün bu
sebepler dolayısiyle. şayet insan, ibret ve anlayışla
bakacak olursa, ona bütün idrak kapıları açılacak ve bu
dünyanın hali ile kanununun böyle
39
olduğu görülecektir.
Buraya kadar biyolojik, psikolojik ve sosyolojik bir
varlık olarak ele alarak çeşitli yönleriyle belirtmeye
çalıştığımı/ insanın, bundan sonra yetkin insan olup
olamayacağı hususunu gündeme getirip açıklamaya
çalışacağı/.. Acaba yukarıda kâinatın seçkin bir varlığı
olarak Tanrı tarafından seçilip beğenilerek yaratıldığım
ve yüceltildiğini ifade ettiğimiz insan, mükemmel,
yetkin, olgun bir varlık olabilir mi? Olabilirse bunun
yolları ve şartları nelerdir? Kutadgu Bilig'de gerek
ahlâkla ve gerekse insanla ilgili olarak serdedilen
bilgilere bütünlüğü içerisinde müracaat edip bir
değerlendirmeye tabi tutacak olursak, bu sorunun
cevabının her şeye rağmen "evet" olacağı aşikârdır.
Her şeye rağmen dememizin sebepi, Y.Has HACİB'e
göre. bu dünyada insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın
mükemmel olamaz, ancak mükemmel olmaya doğru
yol alır. Bu durumda olgun insan
36
37
38
39
a.g.c.. Beyit No: 3528.3559,3561
a.g.e.. Beyit No: 1144,5572-73
a.g.c. beyit No: 4710-20
a.g.e.. Beyit No:6343-45
7
olabilmenin şartlarım, hem daha önce üzerinde
durduğumuz '"Kııtadgu Bilig'de Ahlâk" isimli
yazımızdaki ahlâkla İlgili bilgileri, hem de }aıkarıda
insan konusunda söz konusu ettiğimiz bilgileri hesaba
katarak aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
Olgun insan olabilmenin ilk şartı, insanın akıllı ve
bilgili olmasıdır. Akıllı ve bilgili insan akılsızca ve
bilgisizce hareket etmez. Ne zaman nerede, ne şekilde
hareket edeceğim bilir. Akıllı ve bilgili insan,
kendisine uygun düşmeyen davranış ve hareketleri
seçmez, seçmediği için de yapmaz. Akıllı ve bilgili
insan, iyiliği ve doğruluğu' seçer, kötülüğü ve yanlışlığı
ise seçmez. İyi ve doğru bulmadığı ve seçmediği bir
şeyi de yapmaz.
Olgun insan olabilmenin ikinci şartı, Allah'ın varlığına
inanmak ve O'nun rızasını kazanmak için ibadet
etmektir. Allahın emirlerine göre yaşamaktır, yani
Oııım yap dediklerini yapmak, yapma dediklerini
yapmamaktır. İnanan insan, Allah'ın emirlerini yerine
getirmek gerektiğinin bilincindedir. Bunun için, niçin
ibadet yaptığım bilir ve bu bilinçle ibadetini yaşayarak
yapar. İbadetin bilinerek ve yaşanarak yapılması, onu
makbul eder. Ayrıca insan, yaratıldığı için bir gün
mutlaka öleceğim, öldükten sonra öbür dünyada,
dünyadaki hayatı boyunca yaptıklarından dolayı
hesaba çekileceğini, bu sebeple de dünyadaki hayatını
mümkün olduğu kadar çok ibadet ederek geçirmek
gerektiğim de bilmelidir. Allah'ının rızasını kazanmak
için ne yapılması gerekiyorsa yapılmalıdır. Bu
dünyadaki hayatında hiç bir hususta acele etmemesi
gerekirken insan, ibadet hususunda acele edip,
ibadetini zamanında ifa etmelidir. O halde insan, olgun
insan olmak istiyorsa, öncelikle inanmalı, inanmanın
gereği olarak ibadetini zamanında yapmalı, yani bu
dünyadaki hayatım yaşarken görevinin ve
sorumluluğunun ne olduğunu bilmeli ve ona göre
yaşamalıdır.
Olgun insan olabilmenin üçüncü şartı, faziletli
olmaktır. Faziletli olan insan bilgili olur, bilgili olduğu
için de bilgili olan insana uygun düşmeyecek davranış
ve hareketlerde bulunmaz. Bilerek hiç kimsenin
aleyhinde çalışmaz, hem kendi lehinde ve hem de
başkalarının lehinde çalışır. Faziletli ve bilgili bir
insan, bilerek hiç kimsenin saadetine engel olmaz.
Kendisi için iyi. doğru, güzel, adaletli vs. olan bir şeyin
başkası için de iyi, doğru, güzel, adaletli vs. olduğunu
bildiği gibi, kendisi için kötü. yanlış, çirkin, adaletsiz
vs. olan bir şeyin kendisi gibi olan başkaları için de
kötü, yanlış, çirkin, adaletsiz vs. olduğunu da bilir.
Onun için lüç kimsenin mutluluğuna engel olmak
islemez.
Olgun insan olabilmenin dördüncü şartı, hoşgörülü,
sabırlı, yumuşak huylu ve sakin olmaktır. Hoşgörülü,
sabırlı, sakin olan insan hiddetlenmez, öfkelenmez,
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
acele etmez. Çünkü bu durumlar insanı akılsıza ve
bilgisize çevirir ve insanınfevrî hareket etmesine sebep
olur. Hiddetli, aceleci ve sabırsız olmak, insanın yanlış
hareket etmesine sebep olur ve ele alman iş. hüsranla
neticelenir. Bu ise insanı pişmanlığa ve dolayısiyle
huzursuzluğa sürükler. Bunun için, insan şayet işinin
iyi neticelenmesini istiyorsa, hiddetli, aceleci ve
sabırsız değil, tam tersine, hoş görürü , sakin ve sabırlı
olmalıdır. Ayrıca hiddetli ve toleranssız olmaklık,
karşıdaki insanın kalbinin kırılmasına vesile olan kaba
ve küstah davranmayı gerektirirken, hoş görülü, sabırlı
ve sakin olmaklık karşısındaki insanın kalbinin
kazanılmasına vesile olan nazik ve tevazulu
davranmayı gerektirmektedir. Birinci davranış şekli
insanların birbirlerinden nefret edip uzaklaşmalarına
sebep olurken, ikinci davranış şekli insanları
birbirlerine yaklaştırıp sevgi ve saygı duymalarına
sebep olmaktadır. O halde insan, olgun insan olmak
istiyorsa hoşgörüyü, sabrı ve sakin olmayı bütün
davranış ve hareketlerinin temeli ve esası haline
getirmelidir.
Olgun insan olabilmenin dördüncüsü ile çok yakın
ilişkisi bulunan beşincisi ise, alçak gönüllü olmaktır.
Alçak gönüllü olan insan, kibirlenmez, büyüksünmez.
Çünkü böyle bir insan, kibirliliğin insanı insan
olmaktan uzaklaştırdığını, insanın kendisini
yükseklerde görerek kendisi dışındaki insanları hakir,
hor ve küçük görmesine sebep olduğunu bilir. Alçak
gönüllülüğün ise insana ve saadete uygun düştüğünü de
bilir. Şayet insan alçak gönüllülüğü bir kenara
bırakarak kibir ve gururunun esiri olursa, o zaman
saadet (kut) insandan ayrılır. Bunun için alçak gönüllü
olan insan, saadeti bulunduğu yerde tutan şeyin tevazu
ve alçak gönüllülük olduğunu da bilir. Bu bilinçteki
insan ise alçak gönüllü olmayı hayatının temel prensibi
haline getirir. Bundan dolayı alçak gönüllü olan
insanlar, herkes tarafından sevilirler ve itibar sahibi
olurlar. Kibirli ve gururlu insanlar ise tam tersine
kendilerinden nefret edilen sevimsiz insan olurlar. O
halde insan olgun insan olup itibar kazanmayı ve
saadete erişmeyi istiyorsa alçak gönüllülüğü hayatının
temel prensibi haline getirmeli, insanlara karşı nezaket
ve tevazu çerçevesi içinde kalarak, insanlık neyi
gercktıyorsa öyle davranmalıdır.
Olgun insan olabilmenin altıncı şartı, kanaatkar
olmaktır. Elindekiyle yetinmesini ve bundan dolayı da
şükretmesini bilmektir. Dünya malının dünyada
kaldığının, buna karşılık kendisinin ölümle birlikte bu
dünyadan ayrıldığının bilincinde olmaktır. Dünya
malına pek değer vermemektir. Bunun tersine, insanı
doyurmadığı için aç gözlülüğün sonunun olmadığını,
insanı hırs ve tamahının esîri ederek devamlı olarak
daha fazlasını elde etmek için kamçıladığını, böyle
duygularla dolu hayatın ise insana huzur yerine
huzursuzluk getirdiğinin de bilincinde olmaktır. Aç
8
gözlülüğün tedavisinin olmadığını bilmektir. Aç gözlü
insan, tamahkâr ve cimri olurken, tok gözlü insan
cömert olur. Bunun için insanın kanaatkar, uyanık,
ihtiyatlı ve işinin ehli olması gerekir. Kanaatkar bir
duyguyla, aç gözlülükten, mal hırsından, arındırılmış
olarak, işe yarayanla işe yaramayan arasındaki farkı
fark edebilmelidir. Kanaatkar insanda mal hırsı
bulunmadığı için, hırsızlıktan dolandırıcılıktan ve
rüşvet almadan her zaman, her yerde uzak durur.
Kanaatkar insan cömert olur. ama el kesesinden yani
devlet kesesinden cömertlik yapılmıyacağım bilir.
Kısacası kanaatkar insan, saf, halisane duygularla iyi.
doğru ve dürüst hareket eder ve kendi dışındaki
insanlarda kendisi konusunda bir güven hissi uyandırır.
Bundan dolayı kanaatkârlık, olgun insanda bulunması
gereken bir özelliktir.
Olgun insan olmanın yedinci şartı, nefsinin esiri
olmamaktır. Kendini bilen ve tanıyan insan nefsinin
esiri olmaz. Nefsinin esîri olmayan insan, kendisini her
türlü kötülükten, her türlü yanlıştan, her türlü
adaletsizlikten vs. uzak tutar. Kendini çok iyi gözetir,
çok iyi korur. Nefsinin esîri olmayan insan, kendisine
her yönden hakim olmasını bilir. Kendisim bilip, kendi
nefsinin esîri olmayan insan, ne zaman nerede: ne
şekilde hareket edeceğini bilir. Ömrü boyunca iyilik ve
doğruluk yolunda yürür; bu yoldan ayrılmaz,
ayrılmamak için büyük gayret sarfeder, bu gayretiyle
olgun insan olmasını engelleyen engelleri bir bir aşarak
olgun insan olmaya doğru ilerler. Kendisini, kendi
nefsini bu şekilde eğitip şekillendiren insan, kendi
nefsini eğitip şekillendiremeyen bilgisiz ve kötü
insanlarla düşüp kalkmaz. Bunun için insan bütün
bulanıklıklardan, bütün kötülüklerden kendini
arındırmak istiyorsa, önce kendi nefsini terbiye
etmelidir, kendi ruhunu temizlemelidir. Heva ve arzu
peşinde koşmamalı, nefsine hakim olup başkalarının
dedikodusunu yapmamalıdır. Çünkü heva ve hevesine
hakim olamamak demek, onların esîri olmak ve insanın
hayatının zahmet ve sıkıntı içinde geçmesi demektir. O
halde insan, olgun insan olmak istiyorsa, nefsinin esîri
olmamalı, heva ve hevesine hakim olmalı, böylece
gazaba gelip hiddetlendiğinde onu yenebilmelidir.
Kısaca söylemek gerekirse,aklı, bilgisi ve fazileti
sayesinde nefsini bunların esîri ederek devamlı kontrol
altında tutabilmelidir.
Olgun insan olabilmenin sekizinci şartı, helâl kazanıp,
helâl yemek, harama yaklaşmamak ve her zaman
haramdan uzak durmak demektir. Bu ise neyin helâl
olduğunu, neyin de helâl olmadığını bilmeyi gerektirir.
Helâl kazanıp helâl yemenin hiç kimseye hiç bir zaman
zarar vermediğini bilmek demektir. Helâl kazanına,
kazancın bereketini arttırır. Helâl kazanıp, helâl
yiyenlerin mallarının nehirler kadar bol olması bu
sebepledir. Bundan dolayı insan, helâl kazanmanın ve
helâlinden yemenin ne olduğunun
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
bilincinde olmalı, harama hiç bir zaman el uzatmaman,
kendini gözetmeli ve korumalıdır. Helâl ve haramı
ayırt etmesini bilen insan hep helâli tercih eder ve
yapar. İçilmesi haram olan içkiyi tercih etmediği için
içme/, yapılması haram olan zinayı tercih edip
yapma/. Çünkü helâl ve haram arasındaki farkı fark
edecek şuurdaki bir insan, bu tip davranışların da
kendisine uygun düşmiyeceğini ve yakışmayacağını
bilir. Ayrıca hırsızlık, rüşvet vs. gibi davranışların da
kendisine uygun düşmiyeceğini de bilir. Bu sebeple
olgun insan olup hem bu, hem de öbür dünyada saadete
kavuşmayı gönülden arzu eden bir insan, kendini
gözetip koruyarak haramdan uzak durur ve helâl olan
şeyleri yapmak için gayret sarf eder. Öyleyse insan,
helâl kazanmalı, rüşvet almamalı, içki içmemeli ve
zina yapmamalıdır. İnsan ancak böyle hareket ettiği
takdirde kendisini olgunlaştıracak olan yola girmiş ve
bu yolda yürümeye devam etmeye karar vermiş
demektir.
Olgun insan olabilmenin dokuzuncu şartı, vefa ve
merhamet duygusunun geliştirilip olgunlaştırü-masıdır.
Vefalı ve merhametli bir insanda, başkalarının iyiliğini
isteme ve bu hususta onları destekleme duygusu her
zaman vardır. Hem kendisi hem de başkalarının
iyiliğini düşünüp gözeten insan ise insanların en
seçkini ve en iyisi sayılır. Böyle bir insan halk
nazarında muteber, itibarlı insandır. Zaten insanlık adı
iki şey gerektirir ki, bunlardan biri vefa, merhamet ve
şefkat, diğeri de aç gözlülüğün, cimriliğin zıddı olan
cömertliktir. Kendisim, kendi menfaatini düşünen
insan vefalı ve merhametli olamaz. Vefalı, merhametli
ve şefkatli bir insanın, cefa ve zulümle uzaktan veya
yakından hiç bir ilişkisi olamaz. Çünkü böyle bir insan,
cefa ve zulmün yanan bir ateş olduğunu, bıma karşılık
vefa ve merhametin akan bir suya benzediğim bildiği
gibi. ateşin kendisine yaklaşanı yakıp mahvettiğini,
buna karşılık akan suyun geçtiği yere hayat verdiğini
ve oradan türlü türlü nimetler yeşerdiğini de bilir. Bu
sebeple insan, şayet, iyi, seçkin, itibarlı ve olgun insan
olmak istiyorsa, vefalı ve merhametli olmalı, bütün
insanlara i y i l ik etmeli, kötülere şefkatle yaklaşarak
onlara iyi ve doğru yolu göstermeli, küçüğüne,
büyüğüne, sevgi ve saygılı olmalı ve bu yoldan hiç bir
zaman ayrıl manialıdır.
Olgun insan olmanın onuncu şartı, menfaatçılığı,
çıkarcılığı yenip fedakârlık duygusunu geliştirip
olgunlaştırmaktır. Fedakâr insan, kendi menfaatini ön
plana çıkarma duygusunun insanı kul ve esir yaptığım,
bunun ise insanı zahmet ve sıkıntıya soktuğunu bilir.
Böyle bir insanın başkalarına iyiliği ve faydası
dokunum acağını da bilir.Oysa seçkin ve itibarlı insan,
kendisini değil başkalarını düşünen, her türlü zahmet
ve sıkıntıya katlanarak başkalarının iyiliğini isteyen,
insandır. İnsan, insan olmak için Tann'nın kullarının
iyiliği için çalışmalıdır. İnsan,
kendi menfaati ile başkalarının menfaatini
ö/.deşleştirebilmelidir. İnsanların iyisi, itibarlısı ve
seçkini, başkalarına faydalı olmak için çalışır. Bir
topluma lüzum olan insan da, böyle ideal olan
insandır. Başkalarının iyiliğine çalışmak insana zevk
verir. O halde insan hayatta iken insan adına lâyık bir
şekilde yaşayarak kendini yüceltmek istiyorsa,
başkalarının lehinde olmayı ve iyiliği için çalışmayı,
kendi menfaati ile kendisi gibi olan başkalarının
menfaatini özdeşleştirmeyi bir prensip haline getirmeli
ve bu prensibinden hiç taviz vermeden yaşamalıdır.
Olgun insan olmanın onbirinci ve belki de en önemli
şartlarından birisi hayalı olmaktır. Çünkü insan için her
zaman ve her yerde, her türlü uygunsuzluğa, her türlü
kötülüğe engel olacak yegane şey "haya" dır. Haya
sahibi olan bir kimsede, yukarıdan beri saymaya
çalıştığımız bütün iyi vasıflar olduğu gibi, başkalarının
ayıbım örtme, sır saklama, gıybet etmeme, başkalarına
iftirada bulunmama, kıskanmama, onu bunu
çekiştirmeme vs. gibi iyi vasıflar da bulunmaktadır.
Çünkü Y.Has HACİB'e göre, kötü tabiatlı olan
insanları düzeltecek yegane şey "haya"dır. "Haya"
insanı her türlü iyiliğe sevk eden vasıtadır. "Haya"
sahibi insan, insanların en seçkini ve en itibarlısı
sayılır. Bu sebeple böyle bir kimseye herkes güvenir ve
her iş, her şey teslim edilebilir. O halde insan her türlü
kötülüğe ve uygunsuzluğa engel olmak ve kendini
yüceltmek istiyorsa "haya"lı olmak zorundadır.
KAYNAKÇA
ARAT, Ord.Prof.R.Rahmeti; "Kutadgu Bilig ve
Türklük Bilgisi". Türk Kültürü. S.98,Ayyıldız
Mat. ,Aıık.. 1970.
ARSAL, Ord.Prof.Dr.Sadri Maksudi : Türk Tarihi ve
Hukuk, İsmail Ay gün Mat., İst, 1947.
ARSLAN, Doç. Dr. Mahmut; Kutadgu Bilig'deki
Toplum
ve
Devlet
Anlayışı,
Edebiyat
Fak.Basımevi.İst.,1987.
ARVASİ,S.Ahmed; Türk İslam Ülküsü, C.3, Bayram
Yayımcılık.İst.,1991.
CARREL. Dr.Alexis; Bilinmeyen İnsan. Çev.Nasuhi
BAYDAR.SemihLütfı Kitabevi, İst. 1940.
GENÇ, Doç.Dr.Reşat; Karahanlı Devlet Teşkilatı,
Tifdruk Mat. İst. 1981
İNALCIK. Halil; The Middle East And The Balkans
U uder The Ottomon Empire Essays On Economy And
Society. Printed in the United States of America,
Bloomington, 1987
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
İNAN. Abdiilkadir; "Yusuf Has HACİB ve Eseri
Kutadgu Bilig Üzerine Notlar'Mürk Kültürü, S.98.
Ayyıldı/ Mat.. Ank.. 1970.
KAFESOĞLU. İbrahim; Kutadgu Bilig ve Kültür
Tarihimizdeki Yeri. Kültür Bakanlığı Yayınlan,
İst.. 1980
KARAHAN. Prof.Dr.Abdülkadir; Türk Kültürü ve
Edebiyatı. M.E.B.jst.. 1992.
KARAM ANLIOĞLU, Doç.Dr. Ali F.; "Kutadgu
Bilig'in Diline ve Adına Dair", Türk Kültürü, S. 98,
Ayyıldı/. Mat.. 1970.
KÖPRÜLÜ, Ord. Prof.Dr. M.Fuad ; Türk Edebiyatı
Tarihi. Yüksel Mat., İst.. 1980.
TÜRKER-KÜYEL.Prof.Dr.Mübahat; "Kut. Farabi ve
İbn-i Sina'daki Al-Akl Al-Faal İçin Bir Temel
Oluşturabilir ini ?". İbn Sina Doğıımımun Bininci Yıl
10
Armağanı (Derleyen: Ord. Prof.
SAYILI).T.T.K. Basımevi, Ank.. 1984.
Dr.
Aydın
TÜRKER-KÜYEL. Prof.Dr. Mübahat; "Farabi.
Hikmet ve Kutadgu Bilig". Erdem. C.7.S.20,
T.T.K.Basımevi.Ank.:Ocak 1991. Mart-1995.
TÜRKER-KÜYEL, Prof. Dr. Mübahat: "Kutadgu
Bilig'de Aile Kavramı". Bilge,S.3. İlköz Matbaacılık.
Ank.. Ocak-1995
MENGİ. Prof.Dr.Mine; Eski Türk Edebiyatı Tarihi,
Burak Mat.,Ank., 1994.
MENGÜŞOĞLU, Takiyettin; Felsefî Anthropoloji
İnsanın Varlık Yapısı ve Nitelikleri, Edebiyat Fakültesi
Mat, İst., 1971.
Yusuf Has HACİB; Kutadgu Bilig, Çev:Reşit Rahmeti
ARAT. T.T.K.Basımevi,Ank..l988.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
11
TÜRKMEN ŞAİRİ SEYDf
TURKOMAN POET ŞEYDİ
Nergis BİRAY
ÖZET
Bu yazıda 19.yy.Türkmen edebiyatının klasik
şairlerinden Seyitnazar Seydî'nin hayatı, şiirleri,
halkının içinde bulunduğu zor şartlardan onları
kurtarmak amacıyla gösterdiği gayret üzerinde
durulmaktadır. Seydî'nin şiirleri, muhteva
açısından
ele
alınmakta,
onun veri, şiir örnekleriyle
Türkmen
edebi vatı içindeki
anlatı hnaktadır.
ABSTRACT
The study deals with life of Seyitnazar Sydi who
is one of the classical poets of 19th.centuıy
Turkoman Literatüre. The article also talks
ahout his poems and his efforts that he made in
order to save his people from the diffucult
silıtation that they were in. in the study his
poems handled in context and his place in
Turkoman literatüre is given through exarnples
from the poems.
Key JVords: Seyitnazar Şeydi, Turkoman Poetry
Anahtar Kelimeler: Seyitnazar Seydî, Türkmen
Şiiri
Türlaııcn klasik şâiri Seyitnazar Seydî'den bize kadar
gelen edebî miras, "Olur Yârenler" adlı lirik-destanî bir
şiir ve "Goşa Pudagım" adlı bitirilememiş bir
destandan ibarettir. Halk arasından toplanan bu
materyaller; şairin hayatı, işi, tarihî şahıslarla dostluğu,
siyasî cemiyetlere bakışı hakkında sonuca varmak için
yeterlidir.
Seydî. Çarcev eyaletinin Karabekevul köyünde Ersan
Türkmenlerinin arasında dünyaya gelmiş, çocukluk ve
gençlik yıllarım da burada geçirmiştir. Şairin gerçek
adı Seyitnazar'dır. Seydî, onun edebî mahlasıdır. O,
"Gal İmdi" şiirinde babasının Habip Hoca olduğunu
söyler:
"Kıblagehim. atam, çeşmim, çırağım,
Habıp Hoca. ner pelivan, gal imdi."
(Kıblegâhım, babam, çeşmim, çerağım,
Habip Hoca, güçlü pehlivan, hoşça kal.)
Onun bu şiirinin devamından Mehti adlı erkek
kardeşiyle Orazbibi adlı kız kardeşinin olduğunu da
öğreniyoruz:
"Bir atadan Meti yalnız gardaşım,
Bihabar sen. düşman alıpdır daşım.
Hicran odı bilen ciğerin dağlan
Orazbibi. naçar doğan gal imdi."
(Bir babadan Adeti yalnız kardeşim,
Habersizsin,.düşman almıştır dışım,
Hicran ateşiyle ciğerin dağlayan
Orazbibi, çaresiz kardeş, hoşça kal.)
Yukarda bahsedilen destanda Seydî'nin annesi ve
başka kız kardeşleri hakkında bilgi bulmak da
mümkündür. Seydî'nin annesine Gövherşat derlenniş.
* Bu yazı. Türkmen Edebiyatımı! Tarihi. III Cilt. Aşgabat 1977 adlı eserin "Seydî" (s. 79-120) ile ilgili kısmının
Türkiye Türkçesine aktarılmasından ibarettir. **(Yrd. Doç. Dr.) Pamukkale
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
12
Gövherşat. torunları Mirhaydar ile Mirhasan hasta
olarak yalarken, onların yanma gelir ve derin bir
kederle dualar eder.
etmiştir. Oğulları genç yaşta ölünce Seydî,
"Begnazarım" "Zulalımdan" adlı duygulu şiirlerini
yazmıştır.
Bu esere. Orazbibi'yle birlikte Seydî'nin Orazbagt ve
Gam adlı kardeşleri de alınmıştır. Onlardan biri:
Şairin, Mirhesen ve Mirhaydar adlı oğullarının ikisi de
hastalık sonucunda genç yaşta ölmüştür. Bu hadise,
"Goşa Pudagım" destanında, Mirhaydar'm ağzından
söylenen "Hoş Galin" (Hoşçakalm) şiirinde şu şekilde
ifade edilmekledir:
"Orazbagt diyr, gardaşlarım,
Sövdaya galan başlarım,
Goçaklarmı. serhoşlanm,
Mürzaın. boy, boy, boy!"
(Orazhaht der, kardeşlerim,
Alış verişe kalmış başlarım,
Koçaklanın, sarhoşlarım,
Mirzam, vay, vay, vay!)
diyerek, ölüm yatağında yatan gençler için acı
çekerken diğeri de:
"Boldı bağrım ezim ezim,
İçde yürek üzüm üzüm,
Garrı diyer. iki gözüm,
Gaşım boy, boy, boy!"
(Oldu bağrım ezim ezim,
İçte vürek üzüm üzüm,
Gam söyler, iki gözüm,
Kaşım vay, vay, vay!)
diyerek ona eşlik eder.
Anlaşıldığına göre Seydî'nin bir erkek kardeşi ile üç
kız kardeşi vardır. Bir rivayete göre. Orazbibi,
Beherdenli biriyle evlenmiştir. Kardeşlerinin diğerleri
hakkında hiçbir bilgi yoktur.
Şair. ömrünün büyük kısmını hayat arkadaşı Hatice ile
geçirmiştir. Amuderya boylarında anlatılan çeşitli
hikâye ve rivayetler, şairin, Hatice için yazdığı şiirleri
ve onların evlenmeden önce de görüştüklerini
tastiklemektedir. Şair, gençlik yıllarım anlattığı bir
şiirinde, şöyle söyler:
"Gündüz yardan ayrı düşüp, ağlayıp.
Geceler kavuşup, gülen yerlerim..."
(Gündüz vardan ayrı düşüp, ağlayıp,
Gece/er kavuşup, güldüğüm yerler...)
"Hatice'nin ıslı reyhan yüzünden.
Isgap ısgap buse alan yerlerim."
(Hatice 'nin kokulu reyhan yüzünden,
Koklaya koklaya buse aldığım yerler.)
Seydî'nin Hatice'yle kaç yıl birlikte yaşadığı
bilinmiyor. Ama onların Begnazar, Sahıpnazar adlı
oğullan "biraz gelişip yetiştiğinde" Hatice vefat
"Görseniz siz hemme doğan, gardaş, yar.
Dünya bolar sizin başınıza dar. Eksüklerim,
aglaşar siz zan-zar, Patma, Zölıre atlı uyam.
hoş galm."
(Görseniz siz bütün yâren, kardeş, yâr.
Dünya olur sizin başınıza dar, Eksiklerim
ağlaşırsınız zâr u zâr, I'alma, Zühre adlı kız
kardeşim, hoşçakalm.)
Bu mısralarda adı geçen bu iki kızdan, eserde sürekli
bahsedilmektedir. Bunu da göz önünde bulundurarak.
Seydî'nin iki tane de kızı olduğunu söyleyebiliriz. Şâir,
bu eserde, )aıkarda adı geçen oğlanlarının annesinin
Totı olduğunu da vurgulamaktadır. Hatice'nin vefat
tarihi bilinmediği gibi, Seydî'nin Totı ile ne zaman
evlendiği de belli değildir. Totı hakkında ve Seydî'nin
hayatıyla ilgili önceki eserlerde çeşitli fikirler öne
sürülmüştür. Ama şâirin:
"Ey yaranlar, Totı geldi salama, Dil yetirmen
Hatıca dek sonama, Seydî diyer, menin köne
yarama. Burç dökerler, dert üstünden duz
bolar."
(I'A: yârenler, Tûtî geldi selâma, Dil
uzatmayın Hatice gibi sunama, Seydî
der, benim eski yarama, Biber dökerler,
dert üstüne tuz olur.)
demesi ve Mirhaydar'la Mirhasan'm annesinin Totı
olduğunu belirtmesi, Totı geldiği zaman Seydî'nin
"eski yarasının depreşmesi", öncelikle, Hatice'nin
yokluğunu anlatır. Neticede de, şairin Totı ile evlenmiş
olduğunu gösterir. Totı; iki oğul ve iki kızın anası olup.
onların hiç birinin de hayata atıldığını göremeden
ölmüştür. Totı vefat ettikten sonra, Seydî'nin çocukları
Mirhaydar, Zühre ve Fatma öksüz kalırlar. Bundan
sonra şair Şemşat ile evlenir. Bu evlilikle ilgili, halk
arasında ilginç bir hikâye de anlatılır. Çocuklar anasız
kaldıktan sonra. Seydî'nin yakınları onlara bir anne
bulmak gerektiğini söyler. Onlar: "Beherden'de bir kız
evlenmiş. Daha altı ay bile geçmeden kocası vefat
etmiş. O zamandan beri yalnız yaşıyormuş, adına ise
Şemşat diyorlar." deyip, şairi onunla evlenmesi için
ikna etmeye çalışırlar. Seydî, bu görüşü uygun bulup
Garrıgaladan (Seydî, o yıllarda Garngala'da
yaşamaktadır.) Beherden'e gider. Sora sora Şemşatlan
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997, Sayı::
13
bulur... Onunla görüşüp durumunu anlatır. Ağalarının
da kabul etmesiyle Seydî. Şemşad'ı alıp geri döner.
Şair. Belıerdeıfde bulunduğu zamanlar Şemşat için de
şiirler yazıp ona bağışlamıştır. O. bu şiirinde, öncelikle,
Şemşat "m güzelliğini, suretini, boy boşunu vasfeder.
Sonra kendinin Hatice'den ebediyen ayrı düşüp, bu
günlere kadar geldiğini anlatır.
Seydî'nin de katıldığı büyük bir savaşta Türkmenler
aciz kalır ve geri çekilirler. Seydî. iki ordu arasında
kalır ve kaçması mümkün olmaz. Düşman askerleri,
kaçan Türkmenleri dağıtır. Atı yaralanan ve
Türkmenlerden ayrı düşen Seydî yalnız kalır. Şair.
burada düşmana esir düşebileceğim düşünerek "Gel
İmdi" adlı şiirini söyler. Onun:
Şemşat. Garrıgala'ya vardıktan sonra.
çocuklarım derler, toparlar. Şaire hürmet
onları da korur, gözetir. Üvey ana
hissettirme/. Seydî. ömrünün sonuna kadar
yaşamıştır.
"Bile "gazat" diyip çıkan, goçlanm. Siz
gaçdımz, düşman aldı daşlanm,
Hemdem bolup gezen hemsırdaşlanm,
Denim-duşum. yarı-yârân, gal imdi."
Seydî'nin
ettiği gibi
olduğunu
Şemşat ile
Seydî. savaşçı ruha sahip bir insandır. Onun bütün
ömrü, ar. namus konusunda çalışmakla geçmiştir.
Şimdiki Türkmenistan'ın geniş bozkırında Seydî'nin
geçmediği yol. çiğnemediği çöl, varmadığı yurt,
görmediği köy kalmamıştır. O, kendi ihtiyarıyla gönül
eğlendirmek için seyahat etmemiştir. Zaman zaman
mecburiyetten, zaman zaman da ilmî derecesini,
düşüncesini geliştirmek için yurttan yurda gezmiştir.
Cemaatinin hür yaşama hakkını kazanmak amacıyla
verdiği mücadelede halkıyla aynı fikirde olması da
şairin ■gezgin olmasının" asıl sebeplerinden biridir.
Onun. ilk olarak Hive'de karşılaşıp dost olduğu Zelili
ile Garrıgala'ya dönmesi, vatan uğrunda uzun yıllar
birlikte çalışmalan yukarda bahsettiğimiz duruma bir
örnektir. Yurdun siyasî durumu, Seydî'nin ömrünün
son yıllarını Garııgala çöllerinde geçirmesine sebep
olur. Burada yaşadığı dönemlerde de şairin hayatı
sükûnet ve rahat içinde geçmemiştir. O, ordu komutanı
olarak daima oradan oraya çağrılıp durmuştur.
Çiftçilikle uğraşan köylülerin mallarına el konulmasına
yüreği dayanmayan Seydî, çağrıldığı hiç bir görevden
imtina etmemiştir. Onun Gürgen'de, Etrek'te.
Garrıgala'da, Çendir'de, Dayna'da bulunup düşman ile
savaştığı konusunda Sumbar boyunun yaşlıları türlü
rivayetler anlatmaktadır. Ama ufak tefek galibiyetler
dikkate alınmazsa Seydî, çoğunlukla talihsizliklerle
karşılaşmıştır. Bir başka rivayete göre. bu
uğursuzluklar, sonunda, Seydî'nin ölümüne sebep
olmuştur. Bu rivayetlerin birinde. Garrıgala çöllerinde
yaşayan Gölden, Yomut Türkmenlerinin üstüne, İranlı
Ahmedali Mürze ve yağmacı askerlerinin hücum ettiği.
Seydî "nin bunlarla savaşırken vurularak öldüğü
anlatılmakladır.
Başka bir malûmata göre. Seydî. Kürt hanına esir
düşmüş, dört yıl esir olarak kalmış, sonra da vefat
etmiştir. "Seydî Hakkında Sohbet" adlı edebî eserdeki
malumata göre ise şair. zindana atılmış, işkence ile
öldürülmüştür.
Şairin esir düşüşü hakkında daha çok itibar edilen bir
rivavet daha vardır.
(Birlikte "gaza " deyip çıkan koçlarım,
Siz kaçlınız, düşman aldı dışlarım,
Sırdaş olup gezdiğim hemsırdaşlanm,
Yaşıtlarım, yâr uyar ân, hoşçakal.)
şeklinde söylediği dörtlük de bu fikri tasdiklemektedir.
Aradan zaman geçer. Savaştan sağ salim dönüp gelen
Türkmen askerleri, Seydî'nin atının vurulup düştüğünü
akrabalarına, ailesine haber verirler. Bütün il. onun
yasını tutar. Ama şair. yedi gün sonra umulmadık bir
şekilde çıkıp köylerine gelir. Aç susuz, 3'aya olarak
u/ak yollardan gelen kahramanını karşılayan halk
ziyadesiyle sevinir. Seydî, bu sırada hafızasına
nakşettiği "Gal İmdi" şiirim halka okur. Gerkez'in
yaşlılarından Allayar Gurbanov'un söylediğine göre,
bu olay 1830 yıllarında meydana gelmiştir. Seydî. bu
hadiseden beş altı yıl sonra ağır bir hastalığa tutulmuş
ve vefat etmiştir. Bu rivayet, gerçeğe yakındır. Çünkü
Seydî, bir şiirinde arkasında oğul uşağının da
kalmadığını, bu olayın Mirhasan ile Mirhaydar'm
ölümünden sonra meydana geldiğini ifade etmektedir:
"Gelen geçer bu yalancı cahana, Her
kime bir işi eyler bahana. Mende ne
perzent bar, ne de nişana. Yürekde dagdüvün arman, gal imdi."1
(Gelen geçer hu yalancı cihâna, iler
birine bir işi eyler bahane, Bende ne
çocuk var, ne de nişane, Yürekte yara,
keder, istek hoşçakal.)
Seydî'nin ölümü ile ilgili bunun gibi malûmatlara ve
gerçek olaylara dayanarak, o. tahminen 1836 yılında
vefat etmiştir şeklinde bir sonuca varabiliriz. Şairin
doğduğu yıl hakkında da farklı yazarlar, çeşitli fikirler
ileri sürmüşlerdir. Bu konuda eldeki materyaller
toplanıp, onun 1775 yılında doğduğu şeklinde bir
neticeye ulaşılmıştır.
Seydî'nin edebî mirası, uzun bir süre sonra toparlanmış
ve araştırılıp incelenmeye başlanmıştır. Aslında, Ekim
1
Garrıyev M.: Seydî, Ömri ve dörediciliği, Aşgabat,
1962, 24-26 sah. *
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
14
ihtilâlinden önce Orta Asya'ya. Türkmenlerin arasına
çeşitli maksatlarla gelen Avrupa ve Rus
oryantalistlerinin makalelerinde ve seyahatnamelerinde
Sevdi'nin adına rastlanmaktadır. Ama, bu tür
malûmatlar, şairin edebî mirasım araştırmak amacıyla
verilmemiş sadece küçük birer bilgi olarak kalmıştır.
Seydî'nin şiirleri, şimdiye kadar yedi defa basıldı.
1926-1976 yıllan arasında çıkan bu külliyat ~ her
açıdan gittikçe olgunlaştı, tamamlandı. Neşredilen
eserlerin söz başlarında, Seydî'nin eserleriyle ilgili
yazılarda, onun vatanseverliği, keskin dili ve kılıcıyla
zor durumda bulunan halka canım bile feda edercesine
hizmet eden bir insan olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Ama. Seydî'nin dünya görüşü hakkında, zaman zaman
bazı doğru olmayan fikirler de ortaya atılmıştır.
Bunları belirtmeden geçmek mümkün değil. Bu tür
fikirler, şairin ilk defa şiirlerinin basılıp halk arasında
yayılmasından sonra ortaya atılmıştır. "Seydî'yi Nasıl
Düşünmeli?" ' adlı makale, bu külliyat hakkındaki ilk
yazıdır. Yazar. Seydî'nin sadece, molla ve hocalara,
vatana, emeğe bakışı, dili hakkında fikirlerini
belirtiyor. Bu yazıda şairin bakış açısı idealleşüriliyor.
Yazar: "Sevdi başka Türkmen şairleri gibi hayalci ve
hurafelere inanan bir şair değil." 4 diyerek, aşağıdaki
iki mısrayı örnek gösteriyor:
"Seydî neyler imanı. Barca
ölür. yok gümanı."
(Seydî neyler imanı, Hepsi
ölür, yok fikri.)
Bu mısralarla ilgili olarak yazar ("Okıcr), Seydî'nin
inanışının başka şairlerinkinden daha güçlü olmadığını
anlatmak istiyor. Bu. elbette doğru değil. Şairin,
inanmış biri olduğunun tartışma götürmeyeceğini,
onun bir çok şiiri ispat etmektedir.
5
Bunun arkasından "Seydî Kimdir?" adlı bir makale
yazılmıştır. Burada "Okıcmııı". "Seydî'yi Nasıl
Düşünmeli'?" adlı önceki makalesinden hareket
:
Seydî. saylanan goşguları, Aşgabat, 1926. Seydî,
Saylanan goşgular, Aşgabat 1940 (Çapa tayyarlan
Ahundo\ -Gürgenli) Vatançı şahır Seydî, Aşgabat 1942
(Çapa tayyarlan Bayınuhamınet Garnyev), Seydî
Saylanan eserler, Aşgabat, 1948 (Çapa tayyarlan
Baymuhammet Garnyev), Seydî. Saylanan eserler,
Aşgabal. 1955 (Çapa tayyarlan Kaynın Cumayev),
Seydî. Saylanan eserler, Aşgabat. 1959, Seydî.
Saylanan eserler. Aşgabat, 1976 (Çapa tayyarlanlar K.
Cumayev. M. Garnyev, S. Durdıyev). 3 "Okıcı";
"Seydî'ni Nehili Düşünmeli?" "Türkmenistan"
gazeti. 1926 31 oktyabr. 4_ a. g. m.
^ Geldiyev M.: "Seydî Kimdi?" "Türkmenistan" gazeti,
1926. 15novabr.
ediliyor. Yazar (M. Geldiyev); eski edebiyat gözden
geçirildiğinde. Seydî'ye, devrine bakarak kıymet
vermek gerektiğini söylüyor. O, "Okıcmııı". Seydî'nin
bakış açısı ile ilgili fikirlerini çürütmeye çalışmaktadır.
Ama bu konuda o da ileri gitmiştir. "Seydî, ışıldayan
bir dinci, sufizmin jaıkan saflarına yerleşmiş bir sofu
... bir islamcı" 6 diyerek Seydî'yi başına beyaz sarık
dolayrp, sadece dinî düşünceleri vaaz eden molla ve
hocalardan da yukarda bir mevkiye koyuyor. Bu,
elbette yanlıştır. Şairin inançlılığı, inancının kurallarını
halka vaaz etmesi şeklinde değildir. Seydî, vatana,
halka hizmet ederek kendi devrindeki bütün
Türkmenleri hür olma savaşma ve saadet içinde
yaşamaya çağıran bir şairdir.
"Okıcı" tarafından yazılan "Yine de Seydî Hakkında"
adlı makalede de şairin sadece fikirlerinden
bahsediliyor. Bu defa yazar, Seydî'yi
Mahtumkulu'ndan da üst makamlara koyuyor, önceki
makalesinde söylediği fikirlerini daha geniş açıdan
inceleyip anlatmayı hedefliyor. O: "... biz, Seydî'yi-bir
dinsiz, bir tanrısız olarak göstermedik. Dinî hurafelere
inandıkları için, asıl dinî usullere göre hareket etmekte
bir çok kanşıklık yaşayan Türkmenler'in diğer şairleri
gibi bir inanışa sahip değil, dedik..." 8 diyerek,
Seydî'nin dine bakışının diğer şairlerinkinden farklı
olduğunu ortaya koyuyor. Fikrimizce bu
değerlendirme, şairi yermektedir.
M. Geldiyev, ""Okıcı" nın bu sözlerini toparlayıp ilmî
yönden değerlendirmek için ona cevap" 9 adlı
makalesini "Okıcı"ya cevap şeklinde yazmıştır. Burada
daha önce yazdığı "Seydî Kimdir?" başlıklı
makalesindeki fikirlerini genişletip geriye döner.
Sonunda Seydî'de, Mahtumkıılu ve diğer klasik şairler
gibi. sadece inanmıştır. Bu görüş, şairin bakış açısını
ele alan doğm bir değerlendmnedir.
Seydî'nin vatanseverliğijde ilgili tastiklenmemiş bazı
görüşler de öne sürülmüştür. Bu konuda, 1948 yılında
yayınlanan külliyatının sözbaşmda Seydî için: "Seydî.
öncelikle Çarcev-Ersan Türkmenlerine liderlik eden
kahraman bir komutan, vatansever bir şairdir. O, bütün
ömrünü, Buhara emîri Şalımurat Velnama özellikle de
onun oğlu Mirlıaydar'a ve Hive hanlarına karşı
savaşmakla geçirmiştir." 10 deniliyor. Sonuçta da
Seydî'nin vatanseverliğinin millî bir çerçevede
değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyor. Bu, doğrudur.
6
Geldiyev M.;"Seydî Kimdi?, "Türkmenistan" gazeti,
1926, 15 noyabr.
"Okıcı". Yene de Seydî Hakmda. "Türkmenistan"
gazeti, 1926. 17 noyabr. * a. g. m.
9
Geldiyev M. "Okıcı" yoldaşın yekece sözlemin
(cümlesin) dememek bilen. özüne gaytargı,
"Türkmenistan" gazeti, 1926, 22 noyabr. 111 Seydî.
Saylanan Eserler, Aşgabat, 1948. 14 sah.
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
15
Yazarın da belirttiği gibi Seydî. Türkmen toprağının
çeşitli köşelerinde düşmanlara karşı savaşmıştır. Bunun
dışında. "Döndi" adlı şiirinden de anlaşıldığı iizre. o.
komşuları olan Kazaklann, Karakalpaklann da
İlişlerine tercüman olmuştur.
K. Cumaycv. şairin vatan görüşü hakkında: "Seydî'nin
vatancılığı. büyüyüp yetiştiği yerlere hürmet etmekten,
doğduğu topraklara "vatanım" demekten ibarettir." "
diyor. Fakat şairin vatanseverliği konusunda bu tür
görüşlere değer vermek mümkün değildir. Şair. sadece
kendi yetişip büyüdüğü topraklara "vatanım" dememiş,
bu sözü bütün Türkmen toprağı için kullanmıştır:
Seydî'nin:
"Menzilim, mesgenim, yurdum, vatanım,
Astrabat. Mazenderan, gal imdi. Yomut.
Göklen. Yanak. Semik mürüdim. Gullıık
eden ilim, obam. hoş galin!"
Vatan için yapılan savaş yıllarının, Seydî'nin
fikirlerinin sahnede canlandırılması aslında pek de
beklenmiyordu. Vatansever şair, güçlü bir coşku ile
a talanınızın asırlardır sürüp gelen yüce geçmişini,
bugünkü genç neslin hafızasına sindiriyor.
(Menzilim, meskenim, yurdum, vatanım,
Astrabat, Mazenderan, hoşçakal. Yomut,
Gök/en, Yanak, Senrik müridim, Kulluk
elliğini ilim, obam, hoşçakal!)
şeklindeki
mısraları
kuvvet lendırmektedir.
bu
SEYDÎ'NİN YARATICILIĞI
görüşümüzü
1977 yılında yapılan Seydî'nin doğumunun 2üO.ncü
yıldönümü kutlamaları, bütün Türkmenlerce biliniyor.
Kutlamalara hazırlık safhasında edebiyatçılar yeni ilmî
çalışmalar ortaya koydular, makaleler yazdılar. Bu
dönemde "Vatana Şair Seydî" adı ile makaleler
külliyatı basılmış; kitapta şairin yaratıcılığı, yaşadığı
devir, neşredilen eserlerinin külliyatı ve ayrıca Seydî
hakkında yazılan monografi, hikâye, tenkid gibi
yazılara da yer verilmiştir. 12 Bu çalışmalarla birlikte,
M. GarnyevMn "Seydî" adlı monografisi tekrar
neşredildi. '"
Klasik edebiyatımızın gururu olan Seydî'nin keşfi.
Türkmen yazar ve şairi Garaca Burımov ile besteci
Danalar Övezov'ım da ilgisini çekmiş: 1941 yılında
"Seydî" operasını yazmışlardır. Dört perdelik bu
operada Seydî'nin diğerlerinden farklı olarak
düşmanlarla sürüp giden savaşları tasvir edilmiştir.
Librettonun yazarı G. Burımov. şairin devrini
vasfetmekle. Seydî ve onunla aynı fikirleri
paylaşanların hareketlerini canlı, tesirli bir şekilde
vermeyi başarmıştır. Bunlara örnek olarak. Seydî'nin
11
Seydî. Saylanan Eserler, 1955, 5 sah.
Vatancı Şair Seydî (makaleler külliyâtı (yıgındısı))
Dü/.üciler: S. A. Garnyev, Ş. Gandımov. M. Çarıyev.
"Ilım" neşiryatı. Aşgabat, 1976
l3
Garrıyev M. Seydî (Ömri ve Dörediciliği). Aşgabat,
"Ilım" neşiryatı. 1977.
ı:
ailesi ve çevresinden: Hatice, Orazbibi, Zelili. Ayaz
(Orazbibi'nin sevgilisi) gibi kahramanları, düşman
topluluğundan: Maksut Beg, Durdıniyaz. Veşi gibi
tipleri göstermek mümkündür. 14 Adından da
anlaşılacağı gibi, librettonun baş kahramanı Seydî'dir.
O, yurdu, işgalci han ve beğlerden kurtarmak için öne
alılan insandır. Bu savaşta eziyetler içindeki halka bel
bağlar. Galibiyet kazanmak için fırsatlar yaratıp
yoldaşlarına fikirler verir, onları dinler. Güçlü, coşkulu
şiirleri ile yiğitleri hücuma çağırır, savaştan kaçanları
hicveder. "Seydî" operasında seyirciler, bir halk
kahramanının, ferasetli bir komutanın fikirlerini de
öğreniyor. Vatansever şairin tamamen kendine has olan
hasiyetlerini verebilmesi yazarın üstünlüğünü
gösteriyor.
Seydî'nin eserlerinin büyük kısmı, halkm hayatı ile
ilgilidir. Bilinen olaylara, şahıslara, hakikatlere aittir.
Seydî. 19. asırda yaşamış şairlerin içinde.
Mahtumkulu'nım vatancılık görüşünü devam ettiren ve
zenginleştiren üstat şair olarak ilk sırada yer alır.
Yurdunu, vatanını sevmek, vatanseverliğin en üst
derecesidir. 19. asır klasik edebiyatımızın bu
vatanseverleri ve duyguları, özellikle Seydî tarafından
en güzel şekilde işlenmiş temalardan biridir. Bunun
Seydî tarafından ayrı bir güzellikle işlenmesi objektif
sebeplere de bağlıdır. Şair, öncelikle Doğu
edebiyatının büyük klasiklerinin -Nevâyî, Câmî.
Firdevsî ve Fuzûlî'nin- eserlerini okuyup, inceleyip
öğrenip, onlarda öne sürülen ve yavaş yavaş gelişip
büyüyen düşüncelerden feyz almıştır. Ondan sonra da,
"Türkmen Klasik Edebiyatının Babası" devrinin en
büyük vatancısı Mahtumkulu'nu kendine örnek
almıştır. Ömrünün sonuna kadar o büyük örneğe,
ideallerine vefâdâr kalmıştır.
Seydî, işgalci emirlerin, hanların baskınlarını, sürüp
giden soygunları, toplum içindeki çıkarcıların,
ikiyüzlülerin, işgalcilerin desteğiyle halkı ezmek için
başvurdukları hileleri görmüştür. Şair, öncelikle eline
silah alıp atlanmış ve bütün gücünü bu uğurda
harcamıştır. Seydî'ye klasik edebiyatımızın büyük
vatansever şairi şeklinde ad verilmesinin asıl sebebi de
budur. Aslında. 19. asırda Seydî ile birlikte halkın
yanında olup, sevgili vatanına güvenerek, zor şartlar
11
Bu konu, M. Garnyev tarafından yayınlanan "Seydî"
(Ömrü ve Dörediciliği) kitabında geniş bir şekilde
incelenmiştir. Aşgabat, 1962.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
içindeki halkı anlatan eserler veren ve edebiyatımızda
derin tesirler bırakan başka şairler de olmuştur. Fakat,
hakikaten de Türkmen topraklarında meydana gelmiş
kan dökücü savaşlara bilfiil katılmak, eziyet içindeki
halkın kahramanlıklarım tasvir etmek ve Türkmenleri
yüreklendirmek hususunda Seydî. devrindeki
şairlerden daha üstündür. Onun şiirleri okunduğu
zaman, işgalcilerin yaptığı eziyetler, halkın verdiği,
mücadele gözler önünde canlanıyor.
Vatansever şair Seydî. âlimlerce yapılan araştırmaların
sonucuna göre, ilk olarak. Buhara emîri Şalımurat
Velnamının soyguncu ordusu ile savaşmıştır. Bu
olayları, şairin vatanı korumak konusunda nasihatler
veren her bir mısrası kahır ve gazapla dolu "Görülsin
İmdi" gibi şiirleri de gösterir:
"Gayra! edip. şirin candan geceli,
Gılıçdan gırmızı ganlar seçeli.
Düşman bilen aramızı açalı,
Hemme şol ikrara gurulsın indi!
Bir yerde top bile baydak dikilsin.
Goşun iki yandan sap-sap çekilsin.
Kelleler kesilsin, ganlar dökülsin.
Arada gurt oy m gurulsın indi!"
(Gayret edip şirin candan geçelim,
Kılıçlan kırmızı kanlar seçelim,
Düşman ile aramızı açalım, Bütün
bu ikrara varılsın şimdi!
Bir yerde lop ile bayrak dikilsin, Ordu
iki yandan saf saf dizilsin, Kelleler
kesilsin, kanlar dökülsün, Arada kur i
oyunu kurulsun şimdi!)
Buhara emîri Şalımurat Lebap ve Murgap boylarında
yaşayan Ersan, Salır, Sarık boylarım kendi tarafına
çekmek için. onların üstüne büyük bir orduyla saldırır.
1?
Emîrin bu siyasetini farkeden şair, vatandaşlarına:
"Gorkı ede ede rısvamız çıkdı. Her ne
kısmat bolsa görülsin imdi! Zalim
düşman ahır yurdunuz yıkdı, Köp
yatdık. yaranlar, turulsın imdi." 16
(Yeler, korka korka rüs\>âmız çıktı, Her
ne nasip ise görülsün şimdi! Zâlim
düşman âhir yurdumuz yıktı, Çok yattık,
yârenler, kalkılsın şimdi!)
diyerek, onları düşmana karşı savaşmaya çağırır.
■"" Karpov G. İ. Materialı k izuçeniye epohi Seydî i
Zelili. "Sovet Edebiyatı", 1945. No. 3, 74 sah. 16
a. g. m. 103, 86 sah.
16
Seydî. vatan ve hürriyet uğruna canım bile feda
etmekten kaçınmayan yiğitlerin, sayıca az olmaları
sebebiyle yenilgiye uğraması üzerine ye'se kapılır Bu
telaşla hünerli birer savaşçı olan Ersan boyunu birlikte
savaşmaya çağırır:
"Ağzımız bir etsek, rükel Ersan,
Düşman geçebilmez deryadan beri. Her
yiğidin söveş bolsa hüneri. Önünüze
salıp, sürülsin imdi!" 17
(Bir araya gelsek, bütün Ersan,
Düşman hiç geçemez deryadan beri, 11
er yiğidin sa\>aş olsa hüneri, Önümüze
katıp, sürülsün şimdi!)
Güçlü düşmana karşı çıkmak için, tek boyun kuvveti
yetmez. Bunun için o, diğer komşu boyları da yardıma
çağırıp, birlikte hareket etmek ister:
"Öne-ıza salın yagşı garavul. Namardm
canına düşmesin dovııl. Teke, Salır,
Sarık, Gara. Bekevül, Bir oturıp. bile
turalı, begler!" 18
(Önü sıra salın yahşi karakol, Nâmerdin
canına düşmesin zeval, 'leke, Salır,
Sarık, Karabekcnnıl, Bir oturup, bir
kalkalım, begler!)
-Bu çağırış, Mahtumkulu'nun:
"Türkmenler, baglasak bir yere bili,
Gurudars Gulzımı. deryanı-Nili.
Teke, Yomııt. Göklen, Yazır, Alili,
19
Bir dövlete, gulluk etsek beşimiz."
(Türkmenler baglasak bir yere beli,
Kuruturuz Kızıldeniz 'i, deryâ-yı Mil 'i,
Teke, Yomııt, Göklen, Yazır, Alili, Bir
devlete kulluk etsek beşimiz.)
şeklinde dile getirdiği arzularının devamı gibidir.
Fakat, devrin siyâsî durumu, Seydî "nin öne sürdüğü
"birlikte oturup, birlikte kalkmak" fikrini sonuna kadar
uygulamasına imkân vermez. Emîr Şahmurat, bazı
riyakâr yaşlıları kendi tarafına çekmeyi başarır. Lebap
ve Murgap boyları düşmanın eline geçer. Yerleşik
halkın iktisadî yönden güçlü olduğu Buhara da elden
çıkar.
Bunun dışında, hür yaşamak için asırlarca savaşan
Türkmen boyları, daha çok da Çarcev ve Man
a. g. m.
a. g. m., 103, 56 sah.
Magtımgulı: Eserler. I T. Aşgabal 1959. 255 salı.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
vahalarında yaşayan Türkmenler, Buhara emirlerine
boyun eğmezler.
Düşmanlara tâbi olmayan, eli kılıçlı mert yiğitlere
liderlik eden Sevdi'nin savaşçı şiirlerinde, eziyet çeken
halkın işgalcilere karşı duyduğu kin, oldukça güçlü bir
şekilde ifade edilir. Bu hadiseler, Mirhaydar (18001826) devletin başına geçtikten sonra daha da artar.
Sevdi, kendi vatandaşlarıyla birlikte, bu işgalcilere
karşı yıllarca savaşır. Bu savaş, şairin yaratıcılığında
büyük bir tesire sahiptir.
Seydînin "Dönmenem. Begler" adlı şiiri. Mirhaydar'a
karşı yapılan savaşta öne atılan yiğitlerin yemini
şeklinde kaleme alınmıştır:
"Vatan üçin çıkdım gır at üstüne, Te canım
çıkyança dönmenem, begler: Dikdir serim,
düşmen düşman astına. Sil dek aksa. gandan
doymanam, begler.
İlim üçin şirin candan geçermen. Düldül
münüp, ganat baglap uçarmen. Namart
deleni, hakdaıı kasam içer men. Yanıp duran
nar men, sönmenem, begler."'2U
(I 'alan için çıktım kır al üstüne, ("anım
çıkıncaya kadar dönmezem, begler; Diktir
başını düşmem düşman duna, Sel gibi aksa
kana kanmazam, begler.
İlim için şirin candan geçerim, Düldül
binip, kanatlanıp uçarım, Nâmert
değilim, Hak 'tan andım içerim, Yanıp
duran ateşim, sönmezem, begler.)
Vatan için şirin canı vermek, ondan vazgeçmek, hakikî
vatanseverliğin alâmetidir. Ve. yurdu sevmenin bundan
daha yüce şekli yoktur. Seydî bu görüşten yola çıkarak,
şiirlerinde, vatanseverliğin bu )iice derecesini açıkça
ifade eder. Türkmenleri, vatanlarını korumak için
Mirhaydar'a karşı savaşmaya davet eder:
"Er men diyen çıksın bile yörmege, Leşger
tartıp. Mirhaydar'ı urmaga. İl-gün üçin şirin
cam bermege. Urdum başım, seriden
dönmenem, begler." "'
(Erim diyen çıksın beraber yürümeğe, Ordu
toplayıp Mirhaydar 'ı vurmağa, İl yurt için
şirin canım vermeğe, Koydum başım şarttan
dönmezem, begler.)
a. g. m.. 103
a. g. m.. 103
17
Seydı'nin. "begler" diye seslendiği yiğitler: emirlerin,
hanların kandırdığı o riyakâr onbaşılar ve yüzbaşılar
gibileri değil, çileli halkın kahraman oğullandır."Lebap
boyam od eylep" gelen düşmana karşı savaşa çağrılan
Mehmetmurat gibi. kahraman yiğitlerin önüne düşüp:
"Öne salıp serdar Memmetmıradı;
Her ne nesibeni göreli, begler!"
(Öne salıp serdar Mehmetmurat 'ı;
\:edir nasibimiz görelim, begler!)
mısralanndaki gibi onlara komutanlık eden beğlerdir.
Evet, şâirin bu tür şiirlerinden birini okuduğumuz
zaman, kendi boyunun yiğitlerim diğer Türkmen
yiğitlerinden üstün tuttuğu gibi bir kanâate varırız.
Hakikatte ise bu böyle değil... Bilindiği gibi, şâir,
savaşçı yiğitlerin, ar namus uğrunda kahramanlık
göstermesini arzu ediyor. Bunun için de savaşa
katılmaya giderken, onlara lıitâp ettiği şiirlerinde,
çoğunlukla, önce Ersan yiğitlerinin adını zikrediyor.
Hatta şâirin, onlar için yazıp bağışladığı "Ersarı'nın
Yiğitleri" adlı bir şiiri de vardır. Bu tür şiirleri
yazmakla, Seydî'nin diğer Türkmen yiğitlerim hor
gördüğü şeklinde bir sonuca varmak mümkün değildir.
Şair. daima, kahramanlıkta kendim gösteren Türkmen
yiğidini anlatmaktadır:
"Türkmen yiğit, Mirhaydar'da hırçındır.
Er dey durup, ol söveşe baraylm." 22
(Türkmen yiğit, Mirhaydar 'da hırçındır,
Erce kalkıp, bu savaşa varalım.)
O. başka bir şiirinde:
"Külli Söyünhan ahır ağzın bir edip,
Çarcevi Kerkim alsa gerekdir." 23
(Bütün Söyünhan âhir ağzın bir edip,
(,"arcev 7 Kerkin 'i alsa gerektir.)
diyerek, bütün boyların birlikte hücum etmesini arzu
ediyor.
Şairin, kendi yiğitlerini vasfetmekte farklı
davranmasının sebepleri vardır: Birincisi: şair.
Mirhaydar'a karşı yapılan savaşta önce kendi boyunun
yiğitleri ile hücuma geçmiştir. Bunun için. "Bizim
Ersanıım goç yigitlernin. Her zaman başı cem boldugı
bardır" diyerek, onların "Algır guş dek sağı soluna
bakıp" gösterdiği kahramanlıklannı belirtmesi gayet
tabiîdir. İkincisi: Seydî. dâima inancını kaybetmeme
taraftarıdır. Bu sebeple yeri geldiği zaman, onlann
;- a. g. m.
11
a. g. m.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
18
korkusuzluklarını farklı bir şekilde ifade eder. Bunun
yanında şair. düşmanı görünce acizleşen. beceriksiz
yiğitlerin haline ise gülmektedir. Elinden hiç bir iş
gelmeyen namertler ile yoldaş olup yola çıkmayı
kendine yakıştıraırıamış. bunu küçüklük saymıştır.
"Namert yiğit gitsin menin yanımdan. Er
dey durup, ol söveşe barayhn." 24
(Köroğlu 'ndan bu gün alıp tılsımı. Bu
gün olsun İskender 'in uğuru.)
Yat lalar men Göroglım, Zamanı. Alı
Murtezanı-Şahımerdanı. Rüstem-Zal.
İsgender. Gacar pelvanı. Orta atdım, köpün
sanmanam, begler." 2S
(Nâmert yiğit gitsin benim yanımdan,
Erce kal kıp bu sm>aşa varalım.)
Seydî. savaşta başını dik tutup, kaygı gamı aklına
getirmemekle zaferin elde edileceğini çok iyi
anlamıştır. Bu sebeple, şâir. özellikle bu konuda diğer
şairlerden daha tecrübeli davranmıştır. Onun:
"Sövcşde ağlaman, şat men, güler men,
Namart bolup, dünya inmenem. begler.
Şu gün bolsun İsgenderin kışımı."
v 25
(Savaşla ağlamam, şadım, gülerim,
Nâmertçe dünyaya inmezem, begler.)
şeklinde kaleme aldığı mısraları, onun düşmanın
üstüne güçlü bir coşkuyla hücum ettiğine şahitlik eder.
Şair. namertlerin savaşa çıkmayışım. savaşmalarından
yeğ tutar:
"Eğer her kim gorkı etse canından,
Ayrılmasın ayalinin yanından/' 26
(Şayet kim korkarsa tatlı canından,
Ayrılmasın hanımının yanından.)
Savaşta liderliğin önemi ayrıca dile getiriliyor. Çünkü
o. yiğitlerinin hasiyetlerim tanıyıp, kimle nasıl dostluk
etmesi gerektiğini bilmekte. Onların eksik yönlerini
vaktinde görüp düzeltmeleri için fikir vermekte.
Askerlerine dâima önder olup, dostça hareket eden
Seydî. bu işe fazlaca önem vermiştir. O. Buhara
emirlerine. Hive hanı Muhammetralıim'e. İran
işgalcilerine karşı yapılan savaşlarda (Karabekevıü'da,
Kerki"de. Çarcev'de. Marfda. Hive'de, Garrıgaîa'da,
Gürgeırde) çeşitli şartlarda, farklı şekillerde savaşmış,
savaş ustası olmuştur. Bu hususta epeyce tecrübe
kazanmış, bu sebeple nerede bulunursa bulunsun
yiğitleri daima onun yanında yer almışlardır. O, savaşta
en gerekli şey. kahramanlık diyerek, mertlerin Köroğlu
gibi yiğit, doğruyu taktir edici. İskender Zülkarneyn
gibi zafer kazama olmalarım arzu etmiştir. Savaşta
yiğitlerin ruhunu coşturmak, at ve silah kadar
gereklidir. Bunun için o:
(Yâd ederim Köroğlu 'nu, Zaman '/,
. ili Murtaza 'yi, Şâh-ı Merdânı,
Zal Rüstem, İskender, Gacar pehlivanı,
Ortaya attım, çoğunu saymazam, begler.)
deyip kendinden önceki devirlerde yaşamış olan
kahramanları hatırlayarak, onların ruhunu şâd eder.
Seydî, her durumda, savaşırken de dururken de,
savaşçılara harp talimleri yaptırmıştır. Şairin
eserlerinde buna ait örnekleri bol miktarda bulmak
mümkündür:
"Bir yerde top bilen baydak dikilsin. Goşun
iki yandan sap sap çekilsin." 29
(Bir yerde top ile bayrak dikilsin,
Ordu iki yandan saf saf dikilsin.)
"Üstünüzden geler diyip, çaklayıp.
Yaldık cülgeleri bizler saklayıp." 30
(Hakkımızdan gelir deyip, bekleyip,
Yattık vadilerde bizler saklanıp.)
Seydî, güçlü düşmana karşılık vermek için türlü yollar
aramıştır. Ersan boyunun atlı beği Sultanniyaz ile
birleşmesi, bunun en kuvvetli delilidir. Şair, bu
birleşmeden faydalı bir sonuç beklemektedir. Tarihî
bilgilere göre, Sultanniyaz Beğ de, Buhara emirlerine
karşı koyan, onlara baş kaldıranlardan biridir.
Seydî'nin. Sultanniyaz için kaleme aldığı şiirlerinden
de anlaşıldığı üzre, Sultanniyaz. diğer begler gibi
cimrin tarafına geçmemiş, tam tersine "Savaş gününün
keskin kılıcı" ile onun karşısına çıkmıştır.
Şairin söylediğine göre, Türkmenlerin içindeki
riyakârların hepsi Mirhaydar'a yaranmaya çalışırlar.
Çilekeş halk. iki taraftan da, yani parayla satılan
içerdeki yaşlılar ve desteğini onlardan alarak hareket
eden dışardaki ezici düşmanlar tarafından kuşatılır.
"Görogludan şu gün alıp tilsimi.
24
a. g. m.. 103 sah.
a. g. m. a. g. m.
; a. g. m. 28 a.
g. m, 103 -y a.
g. m. ?" a. g. m.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
Hivc hanı. hainlerden faydalanarak. Türkmenleri yok
etmek, eziyet çektirmek için bir fırsat kollar. Yukarıda
adı geçen Gahargulı Han ve Sahipnazar Övez Cabaçı
gibi adamlar halka hainlik etmişler, Mirhaydar'ın
tarafına geçip onun siyasetini hayata geçirmesi için
yardımcı olmuşlardır. Buhara emiri. bu gibi adamlarla
birlikte Lebap Türkmenlerinin arasına nifak sokarak,
onların karşı hücumunu engellemiştir.
Seydî. namertlik edip, vatanın, halkın namusunu satan
dönekler i l e mertçe savaşmıştır. Bu meselede
kendileriyle
birlikte hareket etmeyen vatandaşlarına
31
da
sitem etmiştir:
"Rovacı bolupdır ikiyüzlinin, Köp /.ına
kılgucı yaman gözlinin. Iglıbarı gidip
dogrı sözlinin. Belki, şanı
sıgırmaziarLebab'a." 32
(Revacı, o/muştur iki yüzlünün, Çok zina
edici yaman gözlünün, İtibarı gitmiş
doğru sözlünün, Belki onu sığdırmazlar
Lebab 'a.)
Yurdun üstüne çöken kara bulutlar, hiç bir zaman
Seydî nin moralini bozmamıştır. O, daima çileli halkla,
hakikatle birlikte nefes almıştır. Ama halkın arasına
nifak sokup kendine karşı yapılan mücadeleyi
durdurmayı başaran Mirhaydar, Lebab Türkmenlerini
yenmiştir. Emir. kendine karşı savaşan komutanların
peşine düşüp onları yok etmenin çarelerini arar. Bu
yüzden Sevdi gibi vatanseverler yurttan ayrılıp başka
yerlere gitmeğe mecbur olurlar. Şair, "Çıkıp gidelim"
adlı şiirinde bunun sebebini açıkça ifade etmektedir:
"İl birlik etmedi bize, yiğitler. Gelin, bu
vatandan çıkıp gidelin." 33
(İl, birlik etmedi bize yiğitler, Gelin, hu
vatandan çekip gidelim.)
"Beglerin yüzüne gara çekildi. Anın üçin
abray yere döküldi." 34
(Beğlerin yüzüne kara sürüldü,
Onun için itibar yere döküldü.)
Seydî nin Lebap boyunu bırakıp gidişi ile ilgili şiirleri
dikkat çekicidir. Onun sevgili yurdu ile vedalaşmak
için kaleme aldığı şiirler okunduğunda
duygulanmamak mümkün değildir. Vatan konulu
şiirlerinde şair. çilekeş halkın durumunu daima
resmetmekte, çilekeşlerin gönlünde kök salan ışıklı
vatanseverliği ustalıkla ifade etmektedir. Bu şiirleri, o
31
a. g. m. 147 a. g.
m. 103 a. g. m..
33
846 a. g. m.
34
32
19
devirde vatan hakkında yazılan şiirlerin en güzel
örneklerinden saymak gerekir. Hakikaten de bu tür
şiirleri, ü-yurt derdini, hür yaşamak için savaşmak
gerektiğini, vatan kaygısını çekmemiş olan bir şair.
kaleme alamaz. Seydî'nin "Erden öndüm (doğdum),
erlik bilen öler men" diyerek, bu tür hisli şiirler
yazması tabiîdir.
Seydî "Lebap, hoş imdi" şiirinde, önce "eziyet çeken
illeri" hatırlıyor. "Para alıp. ili bozan gendeler" 3:> ya da
"İli bibat eden nice bisanlar" 36 sebebiyle eziyet çeken
ha İlan düştüğü çaresiz dununa üzülüp, kaygılanıyor.
Yaşadığı toprakların bir ağacı bile Seydî'ye sevimli
görünüyor. Lebab'in güzelliği olan; "Amıdan suv içen
gerçek nahallardan" 3/ . "Bibat yerde biten maymık 38
iğdelerden", "Gol-ayagm her yan uzadıp oturan
üzümlerden" ayrılmak ona her şeyden daha ağır
gelmiştir. Seydî, diğer çiftçiler gibi. onlar için ter
dökmüş, zahmet çekmiştir. Binbir emek vererek
yetiştirdiği meyveli bahçelerine güvenen şair, rahat bir
hayat sürmeyi arzulamıştır Fakat, "Galdm, hoş imdi"
adlı diğer bir şiirinde bu konuda şöyle der:
"Ketmen urup. elem tartıp, nan berdim.
Ara yolda cepa çekdim, can berdim,
Hıracm, salgıdm ören ken berdim,
Cepalıca çiller, galdm, hoş imdi" 39
((\fa çekip, elem çekip, nan verdim, Bu
sırada cefa çektim, can verdim, \ 'ergini,
haracını her zaman verdim ('e/alıca
çiller 40 kaldın, hoş artık.)
Şair, vatandaşlarının eziyet çekmesine kimin sebep
olduğunu:
"Gilemiz yok sen gadırdan vatandan, I
ncadık Mirhaydar yerler yutandan, Te
ölinçe üstünüzden ötenden, Gezsek
gerek seni sorap, hoş imdi." 41
(Kinimiz yok sen kadirbilir vatandan, .
\zap çektik Mirhaydar yerler yutandan,
Ta ölene dek bize hükmedenden, Gezsek
gerek seni sorup, hoşçakal.)
şeklinde belirtir ve bütün Türkmenler adma vatana
seslenir. Rahat yaşayan köylere eziyet eden Mirhaydar
ve yaşadıkları zor günler hakkında düşündüklerini
söyler. Nerede olursa olsun, eziyet içindeki vatanıyla
gende: kötü. 1 bisan: adam yerine
M
konmayan.
nahal: fidan. ■x
maymık: eğri.
3)
a . g. m. 103
"' çil: tarla sınırı, bahçe sınırı. '"
a. g. m. 103, 72 sah.
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
ilgili bilgi alacağım, yüreğinin sevgili vatanı ile birlikte
olduğunu iTade eder. "Yok idi hiç kimin gitmek hayali"
diyerek vatandan ayrı düşmenin, vatansever insanlara
ne kadar /.or geldiğini anlatır.
Şair. çilekeş halkın bu zor hayatını alkışlayanların
olduğunu da unutmaz. Bu gibi insanları her şiirinde
anar:
"Kimse aglap gitdi, kimseler gülüp.
Kimse çekip dürli azap. hoş imdi"42
(Kimi ağlayıp gitti, kimi de gülüp. Kimi
çekip türlü azap, hoşçakal.)
Bu şiirin sonunda şairin:
"Yüz elli yıl vatan diyip gezildi. Ekinler
ekildi, yaplar yazıldı, Mün iki yüz bir
hem kırkda yazıldı. Tarihin etseniz
hasap, hoş imdi." 43
(Yüz el fi yıl vatan deyip gezildi, Ekinler
ekildi, arklar kazıldı, Bin iki yüz bir hem;
kırkta yazıldı, Tarihin etseniz hesap,
hoşçakal.)
demesi bu şiirin 1823-1824 yıllarında yazıldığını tasdik
etmektedir.
Bu şiirlerden Seydî'nin her yıl başka bir diyarda gezip
dolaştığını da anlıyoruz.
Seydî'nin Lebap'tan dönmesinden önceki yıllarda
(1820-1821 yıllarında) Man vahası, Buhara emiri
Mirhaydarın emrindedir. Onun Hive hanı ile bu
döneme kadar iyi olan dostluğu meydana gelen bir
hadise sonucunda bozulur. Muhammetralıim Han, Man
Türkmenlerinden öç almak için, Berdi inak adlı
adamını Mirhaydar'a elçi olarak gönderir ve yardım
ister. Mirhavdar, hanın isteklerini yerine getireceğini
söyleyerek gelen elçiye vaatlerde bulunur. Aradan
zaman geçer.
Buhara emiri. Türkmenlerden öç almak konusunda
verdiği vaadini yerine getirmeye yanaşmaz.
Muhammetrahim Han. tekrar elçi gönderir. Lâkin emir,
bu sefer ona gülünç bir cevap verir.O, "Türkmenler
korku nedir bilmeyen, boyun eğmez bir halktır. Eğer
ben onların ellerinden bir şeyleri almak için adam
gönderirsem. hepsi bir yana dağılır gider, onları
bulmak da mümkün olmaz, bizim bu işi yapmaya
20
gücümüz yetmiyor. Bırak, o işi, eğer başarabilecekse
Hive Hanı kendisi yapsın/"14 der.
Bu cevaba çok sinirlenen Hive Hanı. büyük bir ordu
toplayıp hücuma geçer. Man yakınlarındaki yerleri
/.apteder. Sonra Çarcev'e, Sakara yönelir. Buhara
emiri, Mirhaydar'm zulmüne sabredemeyen, kaçmaya
da zaman bulamayan Ersarılılar; Hive hanının
savaştığını görüp onunla birleşerek, emiri yenmek için,
Mulıammetrahim'e elçi gönderirler. O, elçilere: "eğer
sözünüze sadıksanız, benim düşmanıma karşı bizimle
birlikte savaşırsınız."45 diye cevap verir. Ersarı beğleri,
Muhammetrahim'in tarafına geçmeye razı olurlar.
Amuderya ve Murgap boyları ilk çarpışmada
Muhammetrahim Han'ın eline geçer. Soltanniyaz'ın
önderliğinde Ersanlann bir kısmı Man'ya dönerler.
Görüşümüze göre, Çar tarafına doğru giden Ersanlann
bir kısmı Man Türkmenlerinin arasına mecburî olarak
götürülüp yerleştirilmiştir. Şair Seydî de onların
arasındadır. O. Lebap Türkmenlerinin, ayrıca Karavııl
beğinin, yeni gelip yerleştikleri bu yerlerde iyi
yaşamalannı arzu etmiş ve onları kutlamıştır:
"Ey garavulbegi, Lebapdan gaçıp, Bu
gelen yurdıınız müberek olsun!
Mirhaydarın külli barından geçip. Bu
gelen yurdıınız müberek olsun!"46
(Ey Kara\!ul beyi Lebap 'tan kaçıp,
(. ] e lâiğiniz bu yurt mübarek olsun!
Mirhaydar'ın bütün varından geçip,
(ıe lâiğiniz bu yurt mübarek olsun!)
Bu sıralarda Man dolaylarında yaşayanların durumu
kötiileşir. Soltanbent, kendi haline bırakıldığı için.
çiftçilik de kötü durumdadır. Ekin yetiştirmek
gerçekten problem hale gelir.
Man vahası, kendi yönetimine geçtikten sonra, Hive
Hanı. burada yaşayan halkın, kuraklıktan, susuzluktan
çok kötü durumda olduğunu görür. Han. kendi iyiliği
için, yönettiği illerin problemlerinin çözülmesini ister.
Bu maksatla, 1823 yılında kardeşi Gııtlumurat İnağı.
Man'ya gönderir. 47 Gııtlumurat Soltanbent'i tekrar
bina etmeye, mamur hale getirmeye niyetlenir. Ama.
bu niyeti gerçekleşmez. Murgap'm suyu önceki akışını
devam ettirir. O zamanlar Man'da yaşayan Seydî,
bendi yeniden yapmanın sıkıntı çeken halkın
1
42 43
a. g. m.
a. g. m.
Manalı po istorii Türkmen i Turkmenii, T. II, M.-L.
1938, 417 sah. h a. g. e.. 421 salı.
"" 1 a. g. m. 103 MİTT. II
Cilt, 423 salı.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
21
rahatlaması için büyük önem taşıdığına işaret etmiştir.
O:
ya da iki insanın fikri olmayıp çoğunluğun yüreğinden
süzülüp çıkan sözlerdir.
"Bendi baglasamz cepalar çekip. Kop
hasıl alar siz ekinler ekip. Oturmağa
hatar boz öyler dikip, Bu gelen yurdumz
mübarek olsun." 4S
Hayatı düzenli yürütmek için. yaşamak için yerin
su.yuıı gerekli olduğunu, bu konuda halkın, Man'ya
yeni yerleşen insanların, yardım beklediğim, gözlerinin
yolda olduğunu Seydî birer birer anlatır:
(Bendi bağ/asanız cefalar çekip,
Hep mahsul alırsınız ekinler ekip,
Oturmağa saf saf boz evler dikip,
Geldiğiniz bu yurt, mübarek olsun.)
"Ersan, Sakar birle yol yana garap imdi,
Balgan dunu", elbetde, envali harap imdi.
Sizden alarga lazım bir belli covap imdi. Ya
bolsa Man abat. ya barsa Lebap imdi. Bir
çere kılın bizge, biçere bolup geldik." '""■'
diyerek, bu bendi yapmak için buraya yerleşen
Ersarılar'ın da yardım etmesi gerektiğini daha doğrusu,
yardım ettiklerini dile getirir. Ama her türlü fedâkârlık
ve azap çekilmiş olduğu halde, Man'tun hayatında
büyük bir öneme sahip olan bu büyük bendi yapmak
mümkün olmaz. Murgap boylan önceki viran halinde
kalır. Buraya gelen Ersarı Türkmenlerinin durumu da
diğerlerinden farklı değildir. Sevgili vatanlarını, mal,
mülklerini bırakıp, oradan oraya göçüp duran insanlar
için en büyük korku açlıktır. Halk. açlık belâsından
kurtulmak için. çeşitli yollar arar. Ama kolay bir yol
bulamaz. Sonunda bir yol göstermesi için Seydî'ye
başvururlar. Vatandaşlarının iyi şartlarda yaşaması için
lüçbir zorluktan kaçmayan şair, onların arzusunu
yerine getirmeye çalışır. Seydî. halkın isteklerini
dinler, bunlan bir araya getirip Man'dan Hive'ye
Mulıammetrahim Han'ın yanına gider.
Seydî"nin Hive hanına gitmesinin sebebi, sadece halkın
açlık derdine bir çare bulmak içindir. Çünkü işgalcilere
karşı atma atlayıp silâhına sarılıp savaşan şair,
hanlardan, emirlerden lüçbir zaman iyilik, merhamet
ve şefaat islemeyi düşünen bir insan değildir. Bunu,
Seydî " n i n hareketleri de açıkça gösterir. Murgap
boylarında zorluk ve eziyet içinde yaşayan halkın
büyük itibar gösterdiği Seydî.onlann durumunu ve
isteklerini Mulıammetrahim Han'a anlatır. O:
"Bu gün turup etmeğe belli işimiz yokdur.
Hırdalık ile ötgen yazı-gışımız yokdur. Galla
gamıdan gayrı hiç deşvişimiz yokdur. Arz
etmeğe bir sizden özge kişimiz yokdur. Bir
çere kılın bizge, biçere bolup geldik." 49
(Bu gün kalkıp yapmağa belli işimiz yoktur,
Çocukluk ile geçen yaz ve kışımız yoktur, Ekin
derdinden başka hiç telâşımız yoktur,
Arzeiineğe bir sizden başka kişimiz yoktur, Bir
çare bulun bize, bîçâre olup geldik.)
şeklindeki söyleşiyle halkı kötü duruma düşüren şeyin
ekin olduğunu belirtir. Seydî'nin bu sözleri, sadece bir
(Ersarı. Sakar 'la yine yola bakıp şimdi,
Bekler durur, elbette, ahvâli harap şimdi,
Sizden almamız lâzım bir belli cevap şimdi, )
a olsa Man âbâd, ya varsa Lebap şimdi, Bir
çare bulun bize, bîçâre olup geldik.)
Mulıammetrahim Han, halka merhamet eder: onlara
yardım ederek şairin sözünü de yere düşürmemiş olur.
Seydî'nin eserlerinden anlaşıldığı üzre, han onların
(Ersanlarm) Lebap boyuna yerleşmelerini değil
Hive'ye, yani kendi tabiiyetine gelmelerini ister. Ama
Seydî, Muhammetralüm'in idaresi altında yaşamayı
istememiş, kendi fıkrindekilerle birlikte Garngala'ya
dönmüştür.
Seydî, vatanseverliğin en >üce duygulanın kendinde
toplayan ileri fikirli bir insan olarak tanınmıştır. Şair,
Lebap, Murgap boylarında yaşadığı zamanlarda
buradaki diğer boylara (Ersarı, Teke. Salır, Sank) da
vatanım, halkım demiştir.
O. halkını muhtaçlıktan, daha doğrusu açlık ve
susuzluktan kurtamıak için Hive'ye gittiğinde bile,
ilinin haline ağlar. Devrinin siyâsî durumu, onu.
Türkmen toprağının diğer bir köşesine düşürür. Seydî:
"Menzilim, mesgenim, yurdum, vatanım,
Astrabat. Mazenderan, gal imdi." sl
(\ lenzilim, meskenim, yurdum, vatanım,
Astrabat, Mazenderan, hoşçakal.)
diyerek, Yomut, Göklen Türkmenlerinin eskiden beri
yerleşim yerleri olan topraklan, kendi sevgili vatanı
yerine koyarak anar. Şair :
"Yomut. Göklen, Yanak, Senrik. Mürüdim,
Gulluk eden ilim, obam, hoş galin." 5i
(Yomut, Göklen, Yanak, Senrik müridim,
5l
g. m. 103
■19
a. g. m.. 103.79, 80 sah.
n. g. m.. 147.
a. g. m. ı. g.
m.. >:a. g. e..
1612.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Kulluk ettiğim ilim, obanı, hoşçakal. )
şeklindeki mısralarında ise çevredeki boylan da kendi
halkı olarak kabul eder O. onların azatlığı, ar ve
namusu için savaşmıştır. Bu ise. Seydî'nin eziyet çeken
Türkmenlerin rahatı uğrunda bütün ömrünü sarf eden
bir şair olduğunu, bize bir defa daha göstermektedir.
Seydî. sadece vatanı korumak ya da devrindekileri
vatanı korumağa çağırmakla yetinmez. O. hakikî
vatanseverlik fikrini edebiyatımıza köklü bir şekilde
yerleştirmiş ve onu geliştirmiştir. Seydî. klasik
edebiyatımızın tarihinde, savaş şiirlerinin üstadı adıyla
bütün Türkmen topraklarında tanınan vatansever bir
şairdir. Gölden Türkmenlerinin arasından yetişen bu
meşhur şair. Gurbandurdı Zelili ile de dost olmuştur.
Onlar, birbirleriyle Hive'deki Şirgazi Han'ın
medresesinde tanışmışlardır. Zelili'nin gelini merhum
Halli Ece bu konuda şu bilgileri veriyor: "Gurbandurdı
Zelili, şair Seydî ile ilk defa Hive'ye vardığında
tanışmış, orada kardeşlik olarak okumuşlar. Sonra
Kesearkaç'ta, Garrıgala'da, Gürgen'de, Etrek'te
birlikte gezmişler." Başka bir malûmata göre, Seydî ile
Zelili. Mahtumkulu'nım yaşadığı odada yaşamışlardır.
Bunun sebebi. büyük şairin hatırasını, şöhretim
yakalamak, ona vefalı olduklarını göstermektir. Aynı
malûmata göre, bir defasında onlar dönüp giderlerken
mollalardan biri karşılarına çıkıp: JVlahlumkulu sizin
neyiniz? diye sormuş. Bunun üzerine Seydî:
Jvlahtıınıkulu bizim üstadımızdır, şeklinde cevap
vermiş. Bu molla, onlara yaklaşarak: _Haydi öyleyse
Mahtumkulıfndan bir şiir söyleyin! demiş. Seydî,
ZelüTnin yüzüne bakmış. Zelili göz kırpıp susmuş.
O zaman Seydî: Öyleyse sizce en uygun yerinden
başlayalım, diye cevap vermiş. O, Mahtumkıılu'nun:
"Mollalar ahıret sözün söylerler, Münkiir
bolma, galat işdir. eylerler. Kim biler ki,
ahıretde neylerler. İyip. içip. münüp,
guçup, öt yagşı."
(Mollalar ahire! sözün söylerler,
Şüphe etme yanlış da olsa eylerler,
Kini bilir ki, ahirette neylerler,
Yivip. içip, binip, sarıp, geç yahşi. )
şeklindeki
kendine
bendini söylemiş fakat molla kendi
53
konuşarak çekip gitmiş.
Bu ve buna benzer malûmatlar, Hive'de yaşadıkları
dönemde ikisinin de büyük şöhret kazandıklarım
göstermektedir. Bunu, ZelüTnin "Yör Seyidim, yara
şeyle gideli" mısrası da tastilder. Gerkezli ihtiyarlardan
'3 Bu malûmatı. Koline Ürgenç'in şehir merkezinde
yaşayan Allamurat Gılıçoğlu anlattı.
22
merhum Allayar Gurbanov'un verdiği malûmata göre,
Seydî, Zelilî'nin davetini kabul edip Hive'den
Garrıgala'ya gelir. Zelilî'nin Döndü'ye hitaben:
"Seydini hem alıp, şeyle gelmişem; Menin dostum
budur, harayım, Döndi" demesi Seydî'nin Garngala'ya
ilk defa Zelilî'yle birlikte gittiğini de anlatır. Bu ilci
şairin dolaşıp geldikten sonra, Hive'de okullarım
bitirip bitirmediklerine dair bir malûmat yok.
Zelilî, kendi köyündeki çocukları okutmakla meşgul
olmuştur. Seydî ise Lebap boyunda vatandaşları ile
birlikte yurdunu korumak için savaşmıştır. Ama,
birbirinden uzak olsalar bile onlar, birbirlerinin
durumundan haberdar olmuşlardır. Böylece, birbirini
iyi anlayan bu iki şairin dostluğu sağlamlaşarak devam
eder. Bu dostluk, Zelilî'nin Hive hanına esir düştüğü
sıralarda Seydfye yazdığı mektuplarda ve Seydî'nin
ona gönderdiği cevaplarda en üst seviyeye ulaşır.
Zelilî, Sumbar boyu Türkmenlerinin durumunu tasvir
ederek yazdığı mektubunda, hanın ordusunun çileli
halka verdiği eziyetleri birer birer anlatır. Şiirde, bîçâre
halkın başına gelen bu zor duruma sadece insanoğlu
değil, bütün tabiat da yas tutar, kederlenir. Esirlerin
haline dağlar, taşlar bile ağlar. Gökyüzü elenip yeryüzü
gevşer, bulutlar alı çekip gözyaşı döker:
"Sürüldiler il barısı enşeşip, Pıgamna
dağlar, daşlar gımşaşıp. Asman coşa
geldi, zemin govşaşıp, Bulutlar durdular
nala. Seyidi! " 54
(Sürüldüler il hepsi de ağlaşıp, I'i ganin
a dağlar taşlar titreşip, Asman coşup
geldi, zemin gevşeyip, Bulutlar
durdular yasa, Seyidi!)
Türkmenler, hanın zulmünden kurtulmak maksadıyla
Çar tarafına geçerler. Onların asıl kısmı Ürgenç
tarafına gönderilir. Zelilî, güzel ülkesinin, milletinin
tek yürek, tek bilek olup vatana geri dönmesini arzu
eder ve bu arzusunu:
"Ürgenci illeriniz gaytsalar beri, Sagasola dargan - yıgılsa barı. Cem bolup
yöresek, galnıasa biri. Sürüp barsak
Garrıgala. Seyidi."'"0
fl/rgenç 'le illerimiz dönseler geri, Sağa
sola dağılan top I ansa hepsi, Toplanıp
yürü sek kalmasa biri, Sürüp varsak
Garrıgala 'ya, Seyidi)
seklinde ifade eder.
" Zelilî, Goşgular, Aşgabat, 1954, 18 sah.
~° a. g. e. ,18 sah.
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
Sevdi"nin Hive'den Garrıgala'ya döndüğünü daha önce
söylemiştik. O. ""Dövrandan ayrıldık" adlı şiirinde bu
dönüşünü şöyle anlatır:
"Ey ağalar arman bile, Dürlı döv
randan ayrıldık: İl bolup Rahim
Han bile. Haydar Softandan ayrıldık.
"" ~6
(Ey ağalar, istek ile, Türlü
devrândan ayrıldık: Birleşip Rahim
Han ile, Ilavdar Sultan 'dan
ayrıldık.)
Hiveye göçmek kimsenin hayatım düzene sokmaz,
hayat şartlarında bir düzelme sağlamaz. Seydî ile
Hive've giden Soltannıyaz, Muhammetrahim'in
sözünü dinler ve onun tarafına geçer. Seydî, Ersarı beği
Soltanniyaz"dan bir dalıa birleşmemek üzere ayrılır.
Hivcnin hayat şartları, sistemi, kanunları şaire uygun
gelmez. Onun, çilekeş halkın durumuna yüreği
parçalanır ve hana katılıp ona yardım edenleri
sözleriyle de olsa pişman eder :
"Tapmayan önki aşreti.
Yutarınız gamı-hesreti. İstey
istey han hezreti. Ahır
mekandan ayrıldık."s
(Bulmayıp önceki hayatı,
Yutarız gam ve hasreti,
İsteye isteye han hazreti,
Ahir mekândan ayrıldık.)
Seydî ve Zelili. Hive'de önce göz hapsine alınır sonra
da zindana atılırlar. Anlatılan malûmatlara göre,
bunların asıl amacı, başkaldırıp hanın rahatını
bozmakmış. Seydî, bu iş için yeterli askeri
toplayamamış. Zelili, savaşta kaybederlerse
kendilerinden birinin kurban edileceğini hatırlatınca
Seydî. hana karşı gelmekten vazgeçmiş, izin bile
almadan Garrıgala'ya dönmüş.
Zelili. Seydî'ye gönderdiği "Nişan Seyidi!" adlı
mektubunda hanın yaptığı eziyetleri ve zor durumda
olduğunu anlatır. Çöllerde "'görünmekten kaçıp" gün
görmediğini söyler. '"Vatan" sözü Zelili için her şeyden
daha kıymetlidir. O, Seydî'nin yardımı sonucunda
yurda kavuşmak için gece gündüz ümitle bekler:
"Heli sindi vatan düşmez ağzımdan,
Nanu-nemck asan ötmez bogzımdan,
Gice gündiz seni diyip gözümden. Akar
yaşım badı-baran Seyidi !" ~s
-srıa. g. m. .103, 113 sah.
""" a. g. m. . 1 1 4 sah.
23
(Halâ şimdi vatan düşmez dilimden,
Ekmek, yemek inan geçmez boğazımdan,
Gece gündüz seni deyip gözümden, Akar
yaşım sel ve yağmur, Seyidi!)
Zelili. Seydî'yi kendisiyle birlikte aynı maksat için
savaşan vatansever olarak görüp, onun insancıllığına
da büyük kıymet verir. O:
"Tapmamı Hıvanı. Buharı gezsem.
Senin dey özüme yaran. Seyidi! )59
(Bulamam Hive 'yi, Buhara 'yi gezsem,
Senin gibi özüme yâren, Seyidi!)
diyerek, sevgili dostuna samimî bir şekilde, yürekten
dostluk gösterir.
Şairin:
"Gezer bu Zelili örtenip. bişip. Bardı
nice ayrılanlar govuşıp. Öten balıar
Keserkaçda sataşıp, Hanı ettiğin ehdipeyman. Seyidi!"60
(Gezer bu Zelili yanıp hem pişip, I 'ardı
nice ayrılanlar kavuşup, (Jeçen bahar
Keserkaç 'ta buluşup, Hani ettiğin ahd-i
peymân, Seyidi!)
mısralarından anlaşıldığına göre Seydî, Zelilî'yi diğer
esirlerle birlikte kurtarmak için, daha doğrusu
Muhammetrahim Han'a isyan etmek için ona söz
vermiş olmalı. Seydî, verdiği sözü yerine getirmek için
Türkmenlerden atlılar toplar. Daha önce adı geçen
Allamurat Gılıçoğlu'nun anlattığına göre. büyük bir
ordu toplamayı başarır. Seydî, bu defa Zelilî'yi esir
düşen diğer Türkmenlerle birlikte kurtarmayı arzu
eder. Ama komutanların arasında aniden ikilik çılcar ve
neticede, askerler dört bir yana dağılır gider. Böylece
Seydî, bir sefer daha talihsizliğe uğramış olur. Şair:
""İt-guş ağlar, görse menin halıma. Senin
üçin ser goyar men ölüme. Sum
nesipden esir düşdün zalıma. Bu azat
torpakdan ötdün. Zelilim."61
(İt kuş ağlar, görse benim halime,
^ Allamurat Gılıçoğlu'nun söylediğine göre. Zelili izin
islemek için hanın huzuruna çıkmış. Han: "ben
ölünceye kadar hiçbirinize izin yok." diye cevap
vermiştir.
MJ
Zelili. Goşgular, Aşgabat, 1954, 17 sah.
Zelili, Goşgular, Aşgabat 1954, 15 salı.
61
a. g. m. ,1484.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Senin için baş koyarım ölüme, l/ğursuz
kaderden esir düştün zalime, Bu azal
topraklan geçtin, Zelilim.)
diyerek dostu için ölümü bile göze aldığını söyler.
Hayalleri gerçekleşmeyince Seydî, kendi kendini
cezalandırır. Zelili "nin esirlikten kurtulamamasına ve
onun çileli hayatına çok üzülür:
"Baray diysem. yol uzakdır. yetmez men. Ne
bir namart boldum, şol yan gitmez men,
Neçün dünye indim, şu gün ötmez men.
Gam. külpet layına batdın. Zelilim! " 6~
(Varayım desem, yol uzaktır, varamam,
Ne bir nâmert oldum, o yana gidemem,
Niçin dünyaya geldim, bu gün göçemem,
Gam, külfet derdine battın, Zelilim!)
Zelilî'nin:
"Sağlığımızda bir-birevge duş bolup.
Ayrılışsak galmaz arman. Seyidi !'"63
(Sağlığımızda birbirimizle buluşup,
Ayrı/sak da kalmaz arzu, Seyidi!)
diyerek belirttiği arzusu, Muhammetrahim öldükten
sonra (1826) gerçekleşir.
Zelili. Gölden Türkmenleriyle Garrıgala'ya gelir.
Seydî'yle buluşur. Karşılıklı şiirler söylerler. Seydî'nin
"Habar ber?" . Zelilî'nin "Gardaşım" adlı karşılıklı
soru cevap şeklindeki şiirleri ile şairlerin hece ve şekil
yönünden birbirine yakın "Yaranlar", "Eyledi" şiirleri
buna birer örnektir.
Bu iki şairin medresede okudukları yıllarda başlayıp
ilerleyen dostluklarının kardeşlik derecesine ulaşması,
onların aynı fikirleri paylaşan vatanseverler olduğunu
da ispatlar. Zelili zor günlerinde nasıl Seydî'den
yardım bckledıyse Seydî de başına bir iş geldiği /.aman
önce Zclilî'vi hatırlar. Onun:
"Kıyama! gardaşım, molla Zelili,
■6A
Sen ızımda düzüp dessan, gal imdi."
(Ahiret kardeşim, molla Zelili,
Sen ardımdan destan düzüp, kal artık.)
mısraları. İran işgalcilerine karşı yapılan savaşta,
yalın/, kaldığı zaman söylediği sözleridir. Şair, bu
şiirinde vatanı, halkı ve sevgili dostu Zelili ile
veda la şır.
62
63 a
g. m. ,
Zelili. Goşgular, Aşgabat, 1954. 16 sah.
6-1
a. g. m. .147.
24
Seydî "nin Zelili ile dostluğu, sadece şahsî bir dostluk
olarak kalmaz. Onların dostluğu ve bu dostluk
çevresinde yazdıkları şiirleri, ileri görüşlü Türkmen
oğullarının boylarını bir araya toplayıp birleştirerek,
bağımsız bir devlet kurma maksadıyla savaşmalarını da
sağlar.
Seydî ile Zelilî'nin şiir şeklinde yazdıkları mektupları,
klasik edebiyatımızın vatanseverlik konusundaki lirik
eserlerinin en güzel örnekleri olarak bilinmektedir.
Bunun yanında Seydî, GaraköTde yaşayan meşhur şair
Gayibî ile pek iyi anlaşamamıştır. Eldeki malûmatlara
göre. Seydî ile Gayibî de karşılıklı şiirler
söylemişlerdir. 6~ Onların arasındaki geçimsizliğe,
tarihî şartlan göz önünde bulundurarak bakmak
gerekir. Bu tür geçimsizliklerjbazen şahsî tartışmalar
neticesinde ortaya çıkar. Bazı güçlü derebeyler, kendi
çıkarları için, bir şairin ağzından, o söylemiş gibi
göstererek, halk için çeşitli sözler söyler ve sonunda
her ikisinin arkasından da gülerler.
Gayibî'nin Seydî ile düşman oluşuna bakmadan önce,
onun üstüne bir görev düştüğünde zorluk içindeki
halkın çıkarlarını koruduğunu belirtmek gerekir. Bu
sebeple, bu şairlerin yaratıcılığına her açıdan bakmak,
her birini devrine göre değerlendirmek daha doğrudur.
Seydî'nin sosyal dengesizliği gösteren eserlerinde,
eziyet içindeki halkın işgalciler, derebeyler ve
çıkarcılar tarafından ezilişi tasvir edilir. Onların
gariplere çektirdikleri zahmet gözler önüne serilir.
Ama Seydî, bu tema ile yazdığı eserlerinde
kendisinden önceki şairlerden farklı bir sonuca
ulaşamamıştır.
Seydî'nin yaşadığı devirde de zorluk içindeki halk,
emirler, hanlar, yerli zenginler tarafından ezilmiştir.
Yöneticiler, derebeyler ve işgalciler hakkındaki bu
fikirler. Şark'ta güçlü âlimlerin söylediği zamandan
Türkmen klâsiklerine kadar çeşitli şartlarda ve
şekillerde söylenegelmiştir. İlim adamları ve akıl
salüpleri, halkın çektiği bu eziyet karşısında fikirlerini
açıkça ifade etmişlerdir. Yöneticilerin, halka karşı
adaletli ve merhametli olması, halkın görüşlerine de
değer vermesi gerektiğini öne sürmüşlerdir.
Türkmen Klasik Edebiyatının tarihine göz atıldığı
/.aman. bu konularda, Dövletmemmet Azadî'nin
yaratıcılığı üzerinde fazlaca durmak mümkündür.
A/adî "nin ilk defa ortaya attığı bu fikirler, sonraki
şairler tarafından da devam ettirilir. Bu şairlerden biri
de Seydî"dir. 18-19. asırlarda Türkmen topraklarının
çevresindeki işgalci hâkimlerin arasında savaşlar
a g. m. ,103.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
oldukça arlar Onların halka karşı yaptıkları acımasız
uygulamalar güçlenir. Seydî:
"Gulak goyun. aydan arzı-haiıma. "Patışa"
diyp aydarlar nirde zalıma. Bakman gırar
aamıı-hasu, alıma. Gııduzlan gurl kimin bir
hunhar bolup." 66
(Kulak verin, elediğim arz-ı hâlime,
"Padişah " deyip söylerler nerde zalime,
Bakmadan kırar halkı ve de âlimi,
Kuduz/aşan kurt gibi bir kan içici olup.)
mısralarıyla hâkimlerin durumunu açıkça gösterir.
Hâkimler ağır vergiler koymakla, eziyet çekenleri mal
mülksü/. bırakır. Seydî. bu tür hakim ve salıları
pazardaki dilenciye benzetir: "Ey yaranlar, şu eyyamın
padışayı, Göyeki bolupdır bazar gedayı." 6'
(Ey yârenler, bu eyyamın pâdişâhı, Gûyâ ki o İn ı ustur
Pazar dilencisi.) Şair. salılara karşı bu tür verici
mısralarıyla onların acımasızlığını ayıplar. Buna
karşılık. Soltaımıyaz beğ gibi ("Haysı yurdun beyle
soltam bardır") kendi hakimiyetini yerleştirmek
için hareket eden birinin tarafında yer alıp onu,
tamamen idealleştirir.
Şairin "İsten Könül" şiirindeki:
"Bir muşu İman patışaga hem edegat eylesem.
Yurdumuz labşırgalı nesli pıgamber gerek/'6S
(Bir müslüman padişaha da itaat eylesem,
Yurdumuz kurtarmak için nesli peygamber gerek.)
şeklindeki mısraları, onun, hâkimler hakkındaki
düşüncesini göstermektedir.
Seydî. NÜCC hanların, emirlerin, karılı bıçaklı olup
birbirleriyle savaştıkları devrin insanı. Bu sebeple şair,
ülkenin başına adaletli bir hâkimin geçmesini arzu
etmekten başka çare bulamaz. Ama. zor günler geçiren
halk. hâkimlere dayanıp, onlardan habersiz, ağır
vergileri halka yükleyen, onların sırtından geçinen
zenginler yüzünden de zorluk çekmiştir. Sürü sürü
koyunları, develeri, mal mülkleri olan zenginler, garip
fukara halka hükmetmişler; onlara kapı kullarıymış
gibi hi/.mct ettirmişlerdir. Bunım sonucunda da çilekeş
halk. Buhara emirlerine, topladıkları ekinlerinden, mal
mülklerinden, vergi vermişlerdir. Seydî, "Hıracmı.
salgıdını ken berdim" diyerek kendisinin de vergi
ödediğini belirtir. "Garip gövnüm tövekgel kıl hudaga"
demesi ise şairin kendini alçak gönüllü, fukara
l6
a. g. m., 103
' a. g. m. * a.
.g. m.
25
insanların arasında, onlarla bir tutmuş olduğunu
gösterir. Seydî. "Yaş bolupdır garıpların gözleri"
mısrasında da onların yasını tutar, "Garip üçin bağrın
geren ganımat" diyerek, gariplere hürmet edilmesi
gerektiğini söyler.
Scydî'nin:
"Kim garip, kanzdar bolsa.
Yüzleri solana menzer." 6y
(Kim garip vergidâr olsa,
Yüzleri solana benzer.)
demesi de gariplerin psikolojisinden haberdar
olduğunu göstermektedir.
Şair. "'sahavatını yitiren", insanlara merhamet etmeyen
/.enginlerin,
nefislerini
doyuramayışlarım.
merhametsizliklerini hoş karşılamaz. Onlara karşı
hissettiği bu nefreti:
"Gııralsa nebsin dukanı. Oda
salar şirin cam." 7U
(I)üzülse nefsin dükkanı, . [leşe
salar şirin canı.)
mısralarıyla dile getirir.
Zenginler, mal mülkleri ne kadar artarsa artsın, buna
kanaat etmezler. Onların gözleri daima insanların
malındadır. Bunun için garipler, ter döküp elde ettikleri
kazançlarını, zorluk çekerek kazandıklarını, çaresiz,
elleriyle verirler:
"Kısmata kanı bolup, öz malını iyen yok, Boldı
güyç güyç yetenin doldı köp para beyle.
71
(Kısmete kani olup, öz malım yiyen yok, Oldu güç,
güç vetirenin, doldu çok para böyle.)
Seydî, birçok savaşa komutan olarak katılmaktan değil,
yoksulluktan dolayı azap çeker. Bu durumdan dostu
Zelili de haberdardır. O, Hive'den gönderdiği bir
mektubunda:
"Eşitdim. gidip sen karızdar bolup,
Hatıcam bir görmeğe zar bolup.
Yat illerde garıplıkdan har bolup.
Göçe göçe ilden ile Seyidi." '2
(İşittim, gitmişsin vergidâr olup,
""a. g. m., 241.
a. g. m.
1
a. g. e.. 1404. '" Zelili, Goşgular.
Aşgabat. 1954. 7 sah.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
Hatice 'yi bir kez görmek için zâr olup,
Yâd illerde gariplikten hâr olup,
Göçe göçe ilden ile, Seyidi)
diyerek, dostunun kötü günlerinin sürdüğünü ve inleyip
durduğunu anlatır.
Seydî'nin yaşadığı toplumda, halkın gözünden düşen,
çoğunluk tarafından nefretle karşılanan insanlar, ancak
ve ancak zenginlikle kendilerine yer sağlamaya
çalışmaktadır. Seydî. bu konuda şöyle der:
"Yamanları yahşi eden,
Golıının /.adıdır, zadı." ^
(Kötüleri iyi eden, Elinin
parasıdır, parası.)
Bu tür mısralarıyla Seydî, zenginlerin hasetliklerini,
onların yoksulları merhametsizce ezişlerini tarafsız bir
şekilde dile getirmiştir. Zenginlerin cömert davranıp
garipleri incitmemeleri gerektiğini ifade etmiştir.
Bu devirde halk. islam dininin arkasına sığman fakat
toplumun sırtından geçinen din adamlarının eziyetiyle
de karşı karşıya kalmıştır. Seydî, din adamlarının bu
tavırlarına kayıtsız kalmaz:
"Şeydi diyer. sözün ugrı.
Taparlar yaman dessurı." 4
(Seydî der. sözün kısası,
Bulurlar kötü adeti.)
Seydî "ye göre. açgözlü molla ve sofuların kârı daima
dilenip durmaktır:
"Görün, bu eyyamın molla-işanı,
Tama üçin elin serdi, bilmedi." °
(Görün hu zamanın molla sofusu,
Tamah için elin açtı, bilmedi.)
Şair. din adamlarının dinî kurallardan ayrılmasına
kızmaktadır."Dini pula satmaları" yüzünden onlarla
mücadele etmekte, dinin doğru uygulanması
gerektiğini söylemektedir:
"Gördüm bu dünyada yagşı-yamanı.
Şeriatı bozar kazısı, hanı. Dört
pula sateaklar dini-imanı. Allanı
yat edip yören ganımat." '6
(Gördüm hu dünvada ivi kötüvü,
'" a. g. m.. 103
71
a. g. e.,
1484.
^a. g. e. 6 a. .g.
103
71
26
Şeriatı bozar kadısı, ham,
I :ç kuruşa satacaklar dini imanı,
Allah 'ı yad edip giden iyiler.)
Ama hayatı, sözü sohbeti seven şair. hiçbir şiirinde
terk-i dünya temasım işlememiştir. O. bütün
güzelliklerin bu dünyada olduğuna inanmıştır. Bu
görüş doğrultusunda çevresindekileri bu dünyadan
lezzet almağa çağırır:
"Bilseniz ey merhebalar, cana rahat mıuıdadır,
Be/m edip olturgalı, ayşı-parahat mıuıdadır. Yüz
min elvan gül açan. bagı-letafat mıuıdadır."
(Bilseniz ey insanlar, cana rahat hurdadır, Bezm
edip oturmak için, ayş ve rahat hurdadır, } üz bin
çeşit çiçek açan bağ-ı letafet hurdadır.)
Mutlu ve sevinçli günlerin kadrini bilen şair, meclise
cam gönülden hürmet gösterir:
"İmdi hatır cemg edip. bir-birge can gatmak gerek.
Alsalar din ile dünyeni bir meye satmak gerek."
(Simdi hatır toplayıp, birbirine can katmak gerek,
Alsalar din ile dünyayı, bir meye satmak gerek.)
Seydî'nin şiirlerinden yansına yakını sevgi konulu
şiirlerdir. Şair, bu tür şiirlerinde kendinden önce
yaşamış olan üstat şairleri örnek almıştır. Nevâî ve
Fuzûlî gibi büyük şairlerin şiirlerine tahmisler de
yazmıştır. Bunlar şairin her konuda söz üstatlarının
yolunu tutmuş olduğunu gösterir.
Seydî'nin sevgi konulu şiirlerinde genç kızlar ve
gelinler tasvir edilir. Onlar, dünyadaki en gösterişli
kuşlara, huri ve perilere benzetilerek anlatılır. Şair
edebî benzetmeleri ustaca kullanıp tasvir ettiği güzeli
her şeyden üstün tutar. Onun şiirlerinde yer alan
tiplerden ikisi iyi ve güzel özelliklere sahiptir. Diğeri
ise sürekli karşı çıkıp muhalefet eden bir özellik
gösterir. Birinci kahraman, insanoğlunun bahtı sayılan,
her şeyden daha güzel, iyi ve yüce olan güzel bir
kızdır. Hayalî hikâyelerde rastladığımız huri. peri ve
melekler bu güzele baş eğer. Gökyüzünden dünyaya
ışık saçan yıldızların ayın ve günün parlaklığı, onun
yüzünün nuruna meyleder. ("Sadağa") Yeryüzünde
onun gibi güzel yoktur. Onun bir sözüyle ölüler
canlanır. ("Sona") O, güzellik âleminin hükümdarı
("Hünkârım menin"), eski destanların kahramanları
olan Züleyha ("Halli"), Selvinaz. Medhalcemal
("Nazlıhan, Sana") gibi hoş suretlidir. Bu tür şiirlerde,
eserin ikinci kahramanı olarak, böyle şahane bir
güzelin aşığı tiplemesiyle şairin kendisi yer alır. O,
sevgilisine kavuşmak için Mecnûn gibi çöle çıkmağa
("Pırkatın"), Ferhat gibi dağlar delmeğe ("Eylemezem
a. g. m.
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
yat") hazırdır. Ama bu sevgililerin kavuşmasına izin
vermeyen, zorluk çıkaran. Şahvelet'in. Garaçomak'ın
tipiyle verilen üçüncü şahıs çeşitli adlarla esere katılır.
Bu tiplerin en güçlüsü felektir. Felek, daima olası işin
önüne set çeker. O, aşıklara merhametsizce davranır.
Onun işi. hakkı, nahak etmektir. Arzusuna ulaşmak
için mücadele eden hiçbir insanla dostça yaşamaz.
Rakipleri ve düşmanları yanına alıp onları aşıkların
üstüne saldırlır. Şair. "Çağdır bu çağlar" adlı şiirinde
feleğin bu tasvirini, "çarkını tersine çevirip" dostların
üstüne düşmanı gönderen şahıs tipiyle verir:
"Telek olır çarhın tersine tovlap, Düşmanı şal
eylep, dostların avlap. Etim çişgc çekip,
otlarga daglap. Dert başımdan ağan çağdır,
bu çağlar." *
(Felek oturur, çarkını tersine çevirip,
Düşmanı şad edip, dostların avlayıp, Etim
şişe geçirip, ateşlerde dağlayıp, Derdin
başlından aştığı çağdır, bu çağlar.)
Şairin eski divanlar tarzında yazdığı şiirlerinde
ben/etmeler, nefis kafiyeler, çeşitli nazım şekilleri
kullanılmış olmasına rağmen bu şiirler halkın arasında
fazlaca yayılmamıştır. Böyle olsa bile şairin bu eserleri
zengin yaratıcılığım göstermesi bakımından büyük
önem ar/.edcr.
Seydî *nin sevgi şiirlerinin büyük bölümü. Türkmen
klasikleri tarzındaki şiirlerdir. Bunlar açık fikirleri
akıcılığı ve sade diliyle önemli bir yere sahip olup 7. 8,
11 heceli dörtlük veya beşliklerden ibarettir.
Klasik şairlerimizin yaptığı gibi. Seydî de en güzel
şiirlerini sevgilisine atfetmiştir. Onun Hatice'ye olan
aşkı duygulu şiirler yazıp, şarkılar söylemesine sebep
olmuştur. "Seydî hem bagşı bolupdır" denmesi, halk
arasında adının sevgiyle anılması sebepsiz değildir.
Seydî "nin şiirlerinde gelin ve genç kızlar, insanın vefalı
dostu, hayat arkadaşı olarak karşımıza çıkar. O,
anlaşarak evlenme taraftarıdır. İnsan önce sevdiğine
inanmalı sonra da maksadına ulaşmak için hiçbir
zorluktan yılmadan mücadele etmelidir:
"Eğer aşık hakıkatdan mey içse, Ondan aşık
bolmaz, tagnadan gaçsa."
(Eğer âşık hakikatten mey içse, Ondan âşık
olmaz, ayıplanmaktan kaçsa.)
Şair. Hatice'ye kavuşmak için kendine nasihat ettiği
gibi "ayıplanmaktan asla kaçmamıştır." ""Giceler
yatman, gündiz oturman.cebri-cepa.lara" ("Yerlerim")
a. g. e.. 846. 71 sah.
27
düşmüştür. Bazen gizlice buluşup zevk ü sefa
sürmüştür. Ama bir müddet Hatice'nin kardeşleri, onun
Seydî ile evlenmesine izin vermemişlerdir. Halk
arasında var olan rivayetlere göre. şair, çoğu zaman
sevgilisini yücelten güçlü şiirler yazmıştır. Bunlardan
"Ar etmen" şiiri farklı bir söyleyişe sahiptir. Şair,
sevgilisine yürek sırrını şöyle açıklar: "Ben sana
hizmet etmek için dünya malından vazgeçmeğe
hazırım. Sadece senin yoluna baş koyup bu günlere
kadar geldim. Bu halime şaşırıp sağa sola baksan da
ben senden başka kıza, geline bakmam. .."
Seydî, kızını vermeğe razı olur ümidiyle asabı babaya
da hürmet eder. Umduğu gibi olmasa bile o, bu
niyetinden vazgeçmeyeceğini, sevgilisine kavuşmak
için her türlü zorluğa göğüs gerip ölmeyi bile göze
alacağını söyler. Ona kavuştuktan sonra.başma ne
gelirse gelsin "vah!" demeyeceğini belirtir:
Keşke atan mana sırın bildirse. Ya
meni agladıp ya da güldürse, Gazap
edip. meni gınap öldürse, Senin üçin
ölsem, hergiz ar etenen."
(Keşke baban bana sırrım bildirse,
Ya beni ağlatıp ya da güldürse,
(.iazap edip, beni kınayıp öldürse,
Senin için ölsem, asla ar etmem.)
Seydî'nin bu şiirinde: "Ben senden başkasını kendime
yâr etmem." demesi onun sevgi yeminidir.
Seydî. yaşadığı toplumda sevgiye engel olan
düşmanların varlığından haberdardır. Aşıkların
evlenmeden önce birlikte görülmelerine bile müsamaha
gösterilmeyeceğini de bilmektedir. Bu düşmanların,
cana kasteden hastalık gibi. aşıklan binbir türlü derde
düşüreceğinin de farkındadır:
"Amma ikev bir yerde oturşımız osaldır,
Rakip diyen peleket canımıza keseldir."
(İkimizin birlikte oturmamız mümkün olsa bile,
Rakip denen felâket canımıza kasıttır.)
Şair. "Soltan, Hatıca" adlı şiirinde düşmanlardan
saklanıp, gözden kaçarak onun yanma varamadığım:
"Goymaz rakip görnüşine gelmeğe.
Gözeller içinde soltan. Hatıca."79
(Bırakmaz rakip görüşüne
gelmeğe, ('rüzeller içinde sultan
Hatice.)
diyerek açıklar.
a. .g .m., 147. 4 sah.
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
28
Sevdi. "Soltan Hatıca" . "Öter, Halıca" , "Nar. Hatıca"
. "Yerlerim" . "Ar Etmen" gibi şiirlerinde onun güzel
suretini edep erkânını, gösterişliliğini, çekingenliğini umûmî olarak bütün vasıflarını- büyük bir coşkuyla
tasvir etmiştir..
Onun şiirlerinde, mücadelesini, gam ve kederini,
sevinçlerini, alçak gönüllüğünü ve hayatıyla ilgili
bilgileri bulmak mümkündür. Bazen korkup felekten
yardım isteyen şair, bazen de çıkar yol bulamayıp
kendini kaybeder. Çok cefa çektiğini fakat karşılığında
vefa görmediğini bütün samimiyetiyle Hatice'ye
anlatır:
"Bu niçik sır boldı, bilebilmedim, Ölüm
pikrin tuldüm, ölebilmedim. Havıp
cepa çekdim. alabilmedim, Köp galdı
canımda arman, Hatıca. "8U
(Bu naşı./ sır imiş, hiç bilemedim, Ölümü
çok isledim, ah ölemedim, Azap, cefa
çektim, hiç alamadım, Hep kaldı
canımda arzu, Hatıca.)
Seydî, çeşitli zorluklara göğüs germiş, mücadele etmiş
sonunda da Hatice'yle evlenmiştir. Bunun yanında
onun ömrünün son yıllarında yazdığı "Gal İmdi"
şiirinde:
"Seçip saylap höves bilen alanım. Göz
guvancım. Hatıca can, gal imdi."
81
(Seçip, beğenip heves ile aldığım, Gözümün nuru,
Hatice can, hoşçakal.) şeklindeki ifadeleri de şairin
Hatice'yle evlenmiş olduğunu açıkça göstermektedir.
Seydî. her ne kadar güzelleri vasfetmişse de asıl
güzelliğin insanın dış görünüşünde değil, fikrinde,
aklında, yüreğinde olduğunu belirtir. Ve çirkinliğe
güzelliğe bakmadan gönlün sevdiği insanla yaşamak
gerekliğini söyler. Seydî'nin bu sözleri "Kız govusı
gışık çalmadan çıkar." (Kızın iyisi, eğri evden çıkar.):
"Söygi görk istemez." (Sevgi, güzellik istemez.): "At
alsan, yorga ile yöriş al; ayal alsan akıl ile huş al." ;
"Söygüsiz durmuş, dıızsuz aş" (Sevgisiz hayat, tuzsuz
aş)gib\ Türkmen ata sözlerinde de ifade edilmiştir.
Şairin sevgi konulu şiirlerinden Hatice'yle ilgili
olanları yanında "Yiğitlik çağı", "Gel. Arzıgül,
Görüşeli" . "Ablak Sayat" ."Bir Gelin" , "Şemşat" .
"Ovadan" . "Cigi-cigi" . "Gal İmdi" . "Gelinler" gibi
şiirleri de halk arasında fazlaca yayılmış ve sevilmiştir.
80
81
a. g. e.. 846. 71 salı. a.
g. m.. 23 sah.
Scydî'nin edebî mirasının asıl önemli kısmını, keder ve
gam duygusunu işlediği şiirleri oluşturur. Bu tür şiirler,
onun kederler içinde geçen hayatının mısralara
aksetmiş birer görünüşüdür. Şiirlerde anlatılan olaylar
yaşanmış, gerçek olaylardır. Şairin şahsiyetini,
duygularını, mh dünyasını kavramak açısından bu tür
şiirleri büyük önem arzeder.
Seydî'nin şiirlerinde en çok vatan ve vatanseverler,
ayrılık ve hayatın kederleri karşımıza çıkar. Şairin
vatan ve ayrılıkla ilgili şiirlerine: "Lebap, hoş imdi" ,
"Galdm hoş imdi" . "Çıkıp gidelin" . "Ayrıldık" örnek
gösterilebilir. Bu şiirler üzerinde daha önce durulduğu
için burada tekrar ele almak gereksiz. Ama bunların
kaleme alınmasında, yurdun siyâsî durumunun ve
şairin vatanından ayrı düşmesinin tesirli olduğunu
hatırlatmak gerekir.
Vatanseverlerle ilgili şiirlerin yazılmasında asıl sebep,
yiğit Türkmenlerin yurtlarım, ar ve namuslarını
korumak için yaptıkları savaşlarda şehit düşmeleridir.
En güzel ifadesiyle bu şiirler, kahramanlar için
tutulmuş birer matemdir. Türkmen yiğitleriyle birlikte
bu savaşlara katılan Seydî'nin bu tür şiirler yazması
normaldir. Ama onun "İşan Orak" adlı eserinden başka
devrimize ulaşmış eseri yok. Bu şiirde İşan Orak'm.
Buhara emirinin eline düşüp zindana atılmasından
duyulan keder anlatılıyor, onun namuslu bir kahraman
oluşu ifade ediliyor:
"Düşdüler bir hile birle zalim emir destine, Ediban
zalim bularnı saldı zindan astına. Nice günden
son çıkarıp, goydı öz peyvestine. Namıs eylep
çıkdılar. hezret emirin kastına. Kıldılar han
hezretin bağrını gan, İşan Orak." 82
(Düştüler bir hile ile zalim emir eline, I üterek
zulüm bunlara, saldı zindan altına, Sice günden
sonra çıkarıp, koydu kendi yoluna, Namus sayıp
çıktılar, hazret emirin kastına, Kıldılar han
hazretin bağrını kan, İşan Orak.)
Vatanseverler hakkında şiir yazmakla şairler, onların
adını ebedîleştirmeyi gaye edinmişlerdir.
Ayrılık şiirleri çoğu zaman şairin son şiiri gibi
düşünülür. Bu tür şiirler, şairlerin, ya ölüm
korkusımdan ya hasta yatarken ya da esir olup candan
ümit kesildiği zaman kaleme aldıkları şiirlerdir.
Scydî'nin "Gal İmdi" şiiri, ayrılık şiirlerinin içinde en
etkileyici olanıdır. Bunun kaleme almışı şairin
vatanseverliği ile ilgili. Seydî, bu şiirinde savaşta tek
başına kaldığı an mahvolacağım, ölümün yaklaştığını
hissederek bu duygularını anlatmıştır. "Ozalda şum
boldı menin kısmalım" diyerek şair, bu kötü güne
a. g. m. ,204.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
düşme sebebinin talihi olduğunu söyler. Önce "Yağlı
cahan" ile. sonra kardeşlerinin, baba ve annesinin
isimlerini söyleyerek onların hepsi ile gıyaben
veda hışır:
"Kebem enem. bağrı biryan. gal imdi...
Habıp Hoca ner pelivan, gal imdi...
Denim-duşum. yarı-yaran, gal imdi...
Sen onda eder sen pıgan, gal imdi...
Ora/bibi, naçar doğan, gal imdi." 83
(Canını ananı, bağrı yanık, hoşçakal...
Habip Hoca, güçlü pehlivan, hoşçakal...
Yoldaş/arım, yâr uyaran, hoşçakal... Sen
orda edersin figan, hoşçakal... Orazbihi,
çaresiz kardeş, hoşçakal...)
Seydî'nin bu şiiri; onun kendi hayatının, kahramanlık
dolu savaşlarının, mutluluk içinde geçirdiği düğün ve
toplantılarının, ayrılıkla dolu gamlı, kederli günlerinin
özlü bir ifadesi gibidir. Hem sefalı hem kavgalı hayat
ile vedalaşnıasıdır.
Hayatın kederleri, ailenin başına gelen bahtsızlıklardan
sonra onun şiirlerinde yer almıştır. Şairin ailesinden,
kardeşlerinden kim kendine yakınsa onlar ölmüş ya da
kaybolmuştur. Bu hadiseler sonunda Seydî, yürek
yangınını şiire çevirmiştir.
Klasik edebiyatımızda hayat kederlerim konu olarak en
çok işleyen şair, Seydî'dir. Onun bu tema ile yazılmış
bin mısradan fazla şiiri var. Durmadan başında dönüp
duran ölüm. Seydî'nin aile hayatını yok etmiştir.
Çocuklarının ölümü, onun yüreğini dağlamış, ona
keder ve hasret dolu bir hayat yaşatmıştır. Oğullarının
genç yaşta ölmesi şairi, çaresizlik içinde bunaltmıştır.
Seydî bu duygularım, onların hatırasına bağışladığı
kederli şiirlerle ifade etmiştir: "Ecel bi/ni cıda etdi
acap novruz nahalımdan.
Izıııda teşne leb galdım, lebi şirin zulalımdan.
Bu çeşni i m almadı rövşen yanı doğan haklımdan.
Yetişdi gayrı bir vaktda, zoval ol merki-zalımdan.
Gamı gitmez anın hergiz, zamiri pur-melalımdan."
29
Şairin Begnazar adlı oğlu da "yeni gözlere görünmeğe
başladığında" vefat etmiştir. Seydî, orta yaşlardadır.
Begnazar'm ölümü üzerine yazdığı şiirde:
"Giderin ayşı-visalm lıicir derdine salıp, Te ölinçem
menin indi işimi kına salıp. İki kem elli yaşımda köp
ulı sma salıp, Agladıp gitti tamamı, ulus agzma salıp.
Yüreğim, bir deregim, bar gereğim. Begnazar "im." ^
(Giderim ayş-ı visalin hicir derdine salıp, Ta ölene dek
benim şimdi işimi zora salıp, Tanı kırk sekiz yaşımda
çok büyük derde salıp, Ağlatıp gitti tamamı, halkın
diline salıp, Yüreğim, tek ağacım,ger ekli ol
anım,Begnazar 'im.)
diyerek yaşının kırk sekiz olduğunu belirtmektedir. Ne
zaman doğduğu belli olmasa bile '"yagşı yamanı görüp,
gözü açılmadık" Begnazar da gençken vefat etmiştir.
Seydî, ömrünün son yıllarında keder dolu günler
geçirmiştir. İki oğlu birden hastalanıp bir günde ikisi
de ölmüştür. Şair, onların ölümü üzerine "Goşa
pudagım" destanını kaleme almıştır. Bu eserde kıssa ile
şiir karışık olarak karşımıza çıkar. Ama onun diğer usta
şiirlerinin yanında bu şiiri, daha karışık ve düzensizdir.
Bu durum, destanın günümüze tam olarak
ulaşmamasından kaynaklanıyor olabilir. Bu sebeple bu
destanın şiirleri ayrı ayrı ele alınmazsa onun bütününün
mazmıınlu eser olarak yayınlanması mümkün değildir.
Destanın şimdiki varyantında olay, Seydî'nin Şemşad'ı
alıp gelmesiyle başlar. Seydî yolda:
"Göz guvancım, ey menin candan eziz perzentlerim,
Mirhaydar, Mirhesen atlıg iki dilbentlerim, Bir
darahtdan iki mi ve (hem) iki peyventlerim, Güyçkuvvatım.can aramım.ey yürek hürsentlerim
86
Ah urup bu tün güni könlüm sizi ister bugün"
(Gözüm nuru, ey benim candan aziz oğullarım, ;\
firhaydar, Mirhasan adlı iki gönül bağlayanım, Bir
ağaçtan iki meyve hem iki yemişlerim, Güç
kuvvetim,gönül eğlencem,ey yürek hürsentlerim, Ah
vurup, gece gündüz gönlüm sizi ister bu gün.)
8-1
(Ecel bizi ayrı düşürdü güzel nevruz nihâlimden,
Ardından susuz kaldım, dudağı şirin zül âlimden,
Bu gözüm almadı ruşen yeni doğan hilâlimden,
Yetişti, gayri bir vaktta, zeval o nıekr-i zâlimden,
Gamı gitmez onun asla, kalb-i pür-melâlıinden.)
Şair. bu muhammesi Sahipnazar adlı oğlu vefat ettiği
zaman söylemiştir. Şiirdeki '"acap novruz nahal" gibi
sözlerden. Sahipnazar'm genç olduğu anlaşılmaktadır.
84
a. g. m. . 147. 2 sah.
a. g. m. .103. 108 sah.
diyerek anasız kalan çocuklarını hatırlar. Onlar, sağ
salim kendi köylerine dönerler. Aradan zaman geçer.
Mirhaydar ile Mirhasan at binmeğe, silah taşımağa
heveslenirler. Adet üzre eve gelen misafirlere, oğlanlar
hizmet ederlermiş. Birinde Seydî yanmdakilerle sohbet
ederken iki oğlu birbiriyle yarışmaya başlar. Onları
seyredenler bunun sebebini anlamazlar. Bir de bakarlar
ki batıdan bir atlı gelmekte. Oğlanlar gidip ona selam
verirler. Mirhaydar: "Ağacan. bir zaman gel bizim
san" dediğinde. Mirhasan: "Ağacan. bir zaman yör
^ a. g. m., 106 sah.
X(!
a. g. e., 1612.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
bizim san' diyerek ona hürmet gösterir...Soma - atlı
gittiği için olsa gerek- büyük bir hüzne kapılırlar.
Oturanlar buna şaşırırlar. Oğlanlara yalvarırlar. Sonra
onları neşelendimıek için bir at getirip, süsleyip onları
bindirirler.Çocuklar at ile meşgul olmaya başlarlar.
Akşam Seydî oğullarım kucağına alıp yatar.
Sabahleyin oğullarından izin alıp Guşçı boyundan
Alimuhammet'in cenaze merasimine gider. O, cemaate
yetiştikten çok kısa bir zaman sonra, Seydî'ye
Mirhaydarın veba hastalığına tutulduğu haberi ulaşır.
Bu haber üzerine Seydî, yüreği yanarak alelacele evine
döner.
"Yürek örküm. bağır bağrım.
Nedir senin halın, balam?
Göz nurı, çeşmi-çıragım, 8?
Niçikdir ahvalin,
balam?"
(Yürek yaram, bağır bahçem,
Nedir senin halin, balam? Göz
nurum, çeşm-i çerağım, Nasıldır
ahvalin, blam?)
diyerek oğlunun halini sorar.Mirhaydar ise:
"Ogıılsız oğul diyr kime.
Döker yaşın düvme düvme,
Menin bu güyçli derdime. 88
Tapılmaz derman ata caıv
(Oğu/suz oğul der kime, Döker
yasın düğme düğme, Benim bu
güçlü derdime, Bulunmaz
derman baba can.)
diyerek ağır bir hastalığa yakalandığım babasına
anlatır. Kardeşinin perişan halini gören Mirlıasan, beti
benzi saranınş olarak gelir. O:
"Mirhesen diyr, yürek suvdur, bağır gan,
Goptı atamıza bir ahır zaman,
Enıekdeşim menin, vay yalnız doğan,
Mirhaydarım. ne iş düşdi başına?"89
(Mirhasan der, yürek sudur, bağır kan,
Koptu babamız 'çim bir ahir zaman,
Emekiaşım benim, vay, yalnız kardeş,
Mirhaydar'im, ne i § geldi başına?)
30
biri kalsa, ben ona da razıyım." deyip, hangisinin
derdine yanacağım bilemez:
"Bu yatışdan Mirhaydarım galmadı. İndi
Mirhesenim özün bilmedi. "Haydar! " diyp
çağırdım, cogap gelmedi. Mirhesenden
eşitmedim seda men." 9u
(Bu yatıştan Mirhaydar 'im kalmadı, Şimdi
Mirhasan 'im özün bilmedi, "Haydar!" diye
çağırdım, cevap gelmedi, \ lirhasan 'dan
işitmedim seda ben.)
Çocuklarına ana gibi bakıp onları büyüten Şemşat,
Seydî'nin feryatlarına dayanamaz. İki körpenin perişan
haline onun da yüreği yanar. O da:
" İki bimar bir düşekde yatarını? İki gövher
bir tarapdan yiterini? İki gardaş bir canandan
ötermi? Novbaharım Haydar, körpem
Mirhesen." 91
(İki hasta bir döşekte yatar mı ? İki cevher bir
taraftan yiter mi? İki kardeş bir cihandan
göçer mi? Nev-baharım Haydar, körpem
Mirhasan.)
deyip Seydî'nin feryadına katılır.
Oğlanların hali gittikçe ağırlaşır. Seydî'nin anası
Gövherşat ve akrabaları, kardeşleri toplanırlar. Onların
arasında Mirhaydar ve Mirhasan'ın kız kardeşleri
Fatma ile Zöhre de vardır. Gelenlerin hepsi onlar için
feryat ederler:
"Gövherşat diyr, pelek salıp duzaga, Gahba
pelek özün çekmiş gıraga, Baran değip, sııv
düşmesin çırağa, İki gözüm nun-Mirhaydar
can, Eziz balanı, körpe gıızum Mirhesen." 92
(iıevherşat der, felek salmış tuzağa,
Kahpe felek kendin çekmiş kenara, }
ağmur deyip, su düşmesin çerağa, iki
gözüm nuru Mirhaydar can, . iziz balam,
körpe kuzum Mirhasan.)
Ama, Seydî'nin feryadı hepsinden fazla, hepsinden
acıdır. O, gözünün nuru, "'başının altın cıgası" iki
çocuğundan ayrı düşmek üzredir. Şair, gamlı gününde
Arkaç'ta yaşayan Orazbibi adlı kardeşini de hatırlar:
sözleriyle abisinin duygulanna katılır.
Bu sırada bir başka acı daha yaşanır. Mirhaydar ı
yakalayan ölümcül hastalık, Mirhasan'a da geçer. O da
mecalsiz yıkılır. Seydî, kendini kaybeder. O, "bunların
87
88
89
a. .g. e. . 478. 7 sah.
a. g. c.. 9 sah.
a. g. e. .478. 11 sah.
"Gözüm nurı. Mirhaydarım, Mirhesen,
Yekelik tığıdır bağrımı kesen.
91
9:
a. g. e. ,478. 14 salı.
a. g. e., 14 sah. a.
g. e.
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Naçar cmckdeşim Orazbibi sen. Eşitsen
yas baglap, gara gey. imdi." 93
(Gözüm nuru, Mirhaydar 'im, Mirhasan,
Yalnızlık kılıcıdır bağrımı kesen, Çaresiz
e inek t aşım Orazbibi sen, İnilince yas
bağlayıp, kara giy şimdi.)
Seydî'nin büyük kardeşleri Gam ile Orazbagt ise
oğlanlar defnedildikten sonra gelirler. Bu mateme
bütün köylü katılır. Onlar da aniden gelen derdin
azabını Seydî ile paylaşırlar. Orazbagt ağasının kötü
durumuna sabredemez ama onu teselli eder. "Mert ol,
bu feleğin işidir, senin derdine bütün halk yas tutuyor"
der:
"Daglayır. pelek daglayır,
Dünyc yüzi yas baglayır.
Sen ağlama, halk aglayır.
Ökünmek dost-yar işidir." 94
(Dağlıyor, felek dağlıyor,
Dünya yüzü yas bağlıyor, Sen
ağlama, halk ağlıyor, Yas
tutmak dost yar işidir.)
Çocuklar yetim kaldığında, onları anneanneleri
Meryem '^ koni muş gözetmiştir. O. işi gücü ile
meşgulken, bir haberci gelip olanları anlatır. Meryem
bu kötü haberi işitip:
"Balamın balası-balam görünmez. İl
göçdi yurdundan, obam görünmez. Bir
otağda iki nüvem görünmez. Ganim
pclek. Mirhaydanm neyledin. Körpe
96
gıızım Mirhesenim neyledin."
(Balamın balası, balam görünmez, İl
göçtü yurdundan, köyüm görünmez, Bir
otağda iki meyvem görünmez, Kahpe
felek, Mirhaydar'im neyledin?, Körpe
kuzum Mirhasan 'un neyledin?)
diyerek, feryat eder. Eser, Seydî'nin çocuklarım
yadedip. kabristana ziyarete gitmesiyle biter.
Fikrimi/.cc. bu eser Türkmen klasik edebiyatı tarihinde
çocuklar için yazılan en büyük, en güçlü, en kederli
şiirdir. Orta yaşlarda çocuklarım kaybedip oğulsuz
kalması şaire bu eseri kaleme aldırtmıştır. Seydî,
oğullarından ayrı düştükten sonraki durumunu şöyle
anlatır:
a. g. e.
c
93
>4
a. g. c. 1612. 35 sah. 9s Meryemin. Totının annesi
olması mümkün. Çünki oğlanlar Totıdan olmuşlardır. 96
a. g. e. 1612. 39 sah.
31
"Ogulsızın köııli hemişe açdır, Ogulsız
könli aç-gözi gallaçdır. Ogılsız bir köki
guran agaçdır. Niçik göger, gökden
baran bolmasa." 9/
(Oğulsuzun gönlü daima açtır, Oğulsuz
gönlü aç, gözü gariptir, Oğulsuz bir
kökü kuruyan ağaçtır, S asıl göğerir,
gökten yağmur yağmasa.)
Seydî bu mısralarında kendini kökü kuruyan bir ağaca
benzetir.
Seydî'nin "Goşa pudagım" destanı, insanın evladına
karşı duyduğu babalık ve analık sevgisinin bir
ifadesidir.
Seydî'nin eserlerine baktığımız zaman, yaşadığı devrin
durumunu ustaca anlattığını, her şiirinin fikirle
yoğrulduğunu ve halka yol gösterdiğini görürüz. Onun
şiirlerinin aktüelliğim kaybetmemesinin sebebi,
yaşadığı cemiyette ortaya çıkan her tür yeniliğe kendi
sesini katmasındandır. Seydî'nin eserlerinden, onun,
19. asırda Türkmen halkının yaşadığı olaylara,
savaşlara hangi gözle bakıp nasıl değerlendirdiğini
anlamak mümkündür. Çünkü o, halkın büyük
bölümünün düşüncelerini eserlerinde toplamıştır.
Başka bir deyişle şair. eserlerinde gerçek olayları ele
almış, halkı için önemli olan fikirleri ifade etmiştir.
Halkla aynı görüşleri paylaşan Seydî'nin "Müberek
olsun", "Ol dövüşe baraylm", "Zar bolup", "Döndi"
gibi şiirlerinden, 19. asırda Lebap, Murgap boylarında
yaşayan Türkmenlerin başına neler geldiğini öğrenmek
mümkündür. İşgalci emirlerin ve hanların eziyetleri
sebebiyle yerli halk çok zor günler geçirir. "Gamı
açdan nandan doymayan" insanların "gününe it ağlar".
Kıtlık, pahalılık sadece Türkmenleri değil. Kazakları
Karakalpaklan da malsız mülksüz bırakır:
"Bu gımmatlık boldı uzak.
Tozdı Garagalpak, Gazak, Bir
nan üçin gump duzak, İl ban
sayyada döndi." 98
(Bu kıymetliler oldu uzak,
Dağıldı Karakalpak, Kazak,
Bir ekmek için kurup tuzak, İl
tümü a\>cıyo döndü.)
Seydî şiirlerinin büyük bir kısmında halkın istek ve
duygularını dile getirmiştir. Onun "Avara bolup
geldik" adlı muhammesi hakkında şöyle denir: "Seydî,
Marfya vardıktan sonra halk toplanıp onu, Hive'ye.
;
a. g. e.,478 <J*
a. .g. e., 103.
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
hana elçi olarak göndermiş. O, halkın durumunu ve
isteklerini adı geçen muhammesle hana arzetmiştîr." 99
Şiirin gücüne yürekten inanan Sevdi, şiiri, zor
durumdaki halka yardımcı olmak amacıyla bir araç
olarak kullanmıştır. Onun, "Bir söz geldi zebana" şiiri
de yukarıda bahsettiğimiz "Döndü" şiiri gibi, bir amaç
uğruna yazılmıştır. Ersarılar. Man'ya dönmek isterler.
Ama yük taşıyacak hayvanları ve gerekli eşyaları
olmadığı için çok eziyet çekerler. Azım İ şan "in
sürülerce devesi olduğu için, Seydî: "Ersarmm daimi
fikri, hayali; Yetişmektir Man-Şahı cananı"' diyerek
ona dertlerini anlatır. Sözünün sonunda da isteklerini
açıkça söyler:
"Seydî diyen bize berseniz düye, Barıp
geçmek üçin gideli öve. Mı da m sizin
üçin baş goya goya, Talan bolup
galmayalı armana." KllJ
(Seydî der, bize verseniz deve, Varıp
geçmek için, gitmek için eve, Daima
sizin yolunuza baş koya koya, Talan
olup kalmamak için pişmanlığa.)
O, bu gösterişli sözler ve edebî mısralar vasıtasıyla
istediğini elde eder. Halkın saygı ve sevgisini kazanır.
Adı anılan eserlerin aktüelliği halkın ruhuna,
medeniyet ve dünya görüşüne ait oluşu, bu eserlerde
olayların dürüstçe ve doğru olarak ifade edilmesinden
kaynaklanmaktadır.
Seydî. eziyet içindeki halkın fikirlerini, isteklerini ifade
ederek, bunları manevî bir silah olarak kullanmakta
büyük bir ustalık göstermiştir. 19. asırda derebe)der
yüzünden azap ve eziyet çeken halkın isteği, yabancı
işgalcilerden vatanlarını korumaktır. Şairin
"Dönmenem. Begler", "Goçaklar", "Yiğitler" gibi
şiirleri, çileli halkın bu konudaki arzusunu belirtmek
için kaleme aldığı eserlerdir.
Seydî, hangi temada eser verirse versin, o. ilk önce
halkın istek ve arzusunu dile getirmiştir. Bu, şairin
vatan için yaptığı büyük bir hizmettir. Seydî, cemiyetin
öne sürdüğü problemleri çözmek konusunda mücadele
ederek, bu hususta devrindeki diğer ediplere ve halka
örnek olmuştur. Bunlardan hareketle, onun şiirlerinin
insanî meselelerin ifadesi ve halka ait eserler olduğu
açıkça görünüyor demek mümkündür.
Seydı'nin eserlerinin edebîliğini. ustalığını güçlendiren
konulardan biri de. onun, ifade etmek istediği fikre ait
formalardan faydalanmasıdır. 18-19. asırlarda gelişen
fikirleri vasfeden şairler, aslında şiir yazmanın en sade
32
ve bilinen şekli olan dörtlükleri (murabba)
seçmişlerdir. Seydî de. vatanseverliğe, sevgiye ait
şiirlerini yazarken bu nazım şeklinden faydalanmıştır.
O. dörtlüklerle, hakikati ifade eden derin idealli edebî
eserler meydana getirmiştir. Onun şiirleri, 18-19.
asırlarda ortaya çıkan bazı eserlerde olduğu gibi
hayattan kopuk, hayalî, fantastik fikirlerle ilgili
değildir. O, hayatta var olan şeyleri, gerçek olayları
konu alarak kendi fikrini ifade etmiştir. Onun
eserlerinde daima, "edebiyatın asıl materyali olan
insan" (M. Gorkiy) yer almaktadır. O insan, savaşıyor,
yeniyor, yeniliyor, kaçıyor, kovuyor, zor günlere
düşüyor, gamlanıyor, seviniyor, arzu ediyor,
düşünüyor, nasıl olursa olsun. Ama, hiç boş durmuyor.
Şair, o insanın hangi hareketini anlatırsa anlatsın, ona
cemiyete ait olan gözüyle bakıp, insanlığıyla kıymet
veriyor. Bu konuda onun "Çıkıp gidelim" adlı şiirine
bakalım. Vatansever yiğitler düşmana karşılık vermek
için bir çok çare düşünüp, bunları uygularlar. Ama
"düşmanın yalına övrenen itler" ise yurttaşlarına ihanet
edip. ikilik türetirler. Bu sebeple Seydî:
"İl birlik etmedi bize, yiğitler, Gelin, bu
vatandan çıkıp gidelin. Düşmanın
yalına övrenen itler. Gitmese boynuna
kakıp gidelin." l u l
(İl birlik etmedi bize, yiğitler, Gelin, bu
vatandan çıkıp gidelim; Düşmanın
yalına alışan itler, (}itmezse boynuna
kakıp gidelim.)
diyerek, duygulanın gazapla dile getirir. Seydı'nin
eserlerinin çoğunluğu, bu tür sade bir kuruluşa sahiptir.
Onlar, şairin maksadını gösteren yüksek fikri halka
ulaştırmağa hizmet eder.
Şair, eserlerinin sade olması için de gayret
göslermiştir.O, bu gayretinin yanında, Türkmen edebî
dilini geliştirmekte de büyük bir zafer kazanmıştır.
Şair; "Seydî diyer. sözler dürr magnı seçip "diyerek
sözün manasını inciye benzetmiş, ona büyük önem
vermiştir. Fikirlerini doğru ve etkili ifade edebilmek
için kelimeleri yerli }'erinde kullanmaya itina
göstermiştir. Bu yüzden onun şiirleri bugün de kendi
devrindeki kadar büyük bir şöhrete sahiptir. Onun
şiirlerinin bir çoğu Karakalpak ve Özbekler arasında da
yayılmıştır. Bunun sebebi öncelikle şairin, devrindeki
siyâsî olaylar yüzünden komşu memleketlerde
bulunmuş olmasıdır. Diğer sebebi de şiirlerini ustaca
kaleme almasıdır.
Seydî'yi devrindekilerden farklı kılan asıl özellik, onun
şiirlerinin harbî motiflerle işlenmiş olmasıdır. Hürriyeti
gerekirse savaşla kazanmak gerektiğini düşünen şair.
şiirin gücüne büyük önem vermiştir. Bu sebeple de
99
1 mı
a. g. c.
a. g. e.
ini
a. g. m., 103
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
savaşla ilgili olaylara şiirleriyle cevap vermiştir. O. bu
konuda büyük şair Mahtumkulu'ndan ilham almıştır.
Seydî'ııin eserlerinin edebîliği konusunda son olarak
şunları söyleyebiliriz: Şairin lirik şiirlerinde
vatanseverlerin huy ve hasiyyetlerini. durumunu
gerçek yönüyle görmek müınkündür. Savaşta verilen
emirler, bunlara itaat etmeler, kinayeler, güvenmeler,
işgalcilere karşı duyulan kin ve nefret, bunların hepsi
Seydî "n in savaş şiirlerinin temel unsurlarıdır-. Şair,
ömrünün sonuna kadar bu tür şiirler yazmış, Türkmen
klasik edebiyatına bu farklı tarz ve üslubuyla girmiştir.
Lirik şiirlerde tııyuğ şeklini kullanan ilk şairlerdendir.
Bu lar/da kaleme alman şiirlerin sayısı Arap ve Fars
edebiyatlarında çok azdır. Çünkü bir sözü çeşitli
manalanyla mısraya yerleştirmek ve bu tür şiir
yazmak, diğer fikirleri yazmaktan daha zordur. Ama
Şeydi bu tarzdan ustaca faydalanmıştır. Onun "Alma"
adlı aşka ait lirik- şiirinin edebîliği, tekniğinin giriftliği
diğer şiirlerinden farklı değildir. Bu şiir. Seydî
hakkında hazırlanan külliyatta da yer almıştır. Şiirde
"alına" sözü yedi defa tekrarlanmış, bu söz mısra
sonlarında, isim. sıfat fiil şeklinde çeşitli manalanyla
kullanılmıştır:
"Sövdüğün, gül özün para eylemiş, Reşk
cdiban yanakların alma: Akmağa gııl
özün para eylemiş, İnanıp dünyenin
mekru-alma." 102
(Sevdiğini, gül özün pare eylemiş,
Kıskanıp da yanakların alına,
Ahmağa gül özün pare eylemiş,
İnanıp dünyanın mekr ü âlına.)
Seydî Türkmen halkının arasında; sadece halkın duygu
ve düşüncelerini anlayıp onlara inanan bir şair değil,
güçlü bir vatansever, halk kahramanı, ordu komutanı
olarak da tanınan bir şairdir. O, Türkmen halkının
erişilmez kahramanı Köroğlu'nu ideal bir şahsiyet
olarak ömek almış, savaş meydanında o gün için bile
onu hatırlamış, onun savaş "taktiğinden"
faydalanmıştır. Seydî, yukarıda da bahsettiğimiz gibi,
yaratıcılığındaki farklılıklarla Türkmen edebiyatı
larilıinde savaşçı şair, siyasî şiirin üstadı olarak kendini
tanıtmış büyük bir şairdir.
Seydî'den Bir Kaç Şiir:
YANAKLARIN ALINA
Sövdüğün, gül özün para eylemiş, Reşk
ediban yanakların alma. Akmağa gül
özün para eylemiş, İnanıp, dünyenin
mekru-alma.
(Sevdiğim, gül özün pare eylemiş,
Kıskanarak yanaklarin alına. . Ikmağa
gül özün pare eylemiş, İnanıp, dünyanın
mekr ü alına.)
Şirin lebin menzer asala, ganda. Men
senden ayrılıp, gideyin kanda? Işkında
gark olmuş ciğerim ganda, lnanmasan,
bakgıl eskim alma.
(Şirin dudağın benzer bala şekere, Ben
senden ayrılıp, gideyim nere? Aşkında
gark olmuş ciğerim kanda, İnanmazsan,
bir bak kanlı yaşıma.)
Tabiatı şiirle tasvir etmek, şiirin en zor kısmıdır. Bu
zorluk, onun gerçekçiliği ile ilgilidir. Tabiat konulu
şiirlerde bu peyzaja ait bazı görüntüler farklı bir
güzellikle tasvir edilmiştir. Peyzajlı şiir yazmanın
zorluğuna bakmadan, Seydî, yurdunun zengin tabiatına
olan sınırsız sevgisini "Sen çölün" dediği şiirinde
vermiştir:
Yar yarım, yarım, söven yaraşır. Gel bir
zaman bize söyen yaraşır. Diysen:
"Nesimî dek soyan yaraşır", Herne
kılsan, ıgtıyarm alına.
"Seydî diyer. ışkın cana yetir sen. Aldap.
nice avcıları ötir sen. Bahar bolsa. il
payını getir sen, Çarvalar illerin bardır,
sen çölün."
(Yar yarini, yarim, seven yaraşır, del bir
zaman bize seven yaraşır, Desen:
"Nesimî dek soyan yaraşır ", I fer ne
yapsan, ihtiyarın alına.)
(Seydî der, askını cana ye tirşen, Aldatıp,
nice cn-'cıları geçirsen, Bahar olsa, il
payını getirsen, Konar göçer illerin
vardır, sen çölün.)
Gözleyende iki çeşmi-göz bilen. Rakip
ölsün hesret bilen, köz bilen. Dilber, meni
yene böhtan söz bilen, Salmaya sen bir
zalimin alma.
Bu şiir. Türkmen çölü hakkında yazılan ilk realist
şiirdir.
a. g. m.. 103
(Bekleyince iki çeşmi göz ile,
Rakip ölsün hasretile, köz ile,
Dilber, beni yine yalan sözle,
Salnıavasın bir zalimin alına.)
102
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
34
Biz veli sandan ayrıldık.
Çeşmimden akızıp, ganlı yaşımı,
Yolunda sarp etdim herne yaşımı,
Ulı anlar, hcrgiz bilmez işimi.
Dilber, senden niçik könül alma?
(Gözümden akıtıp kanlı yaşımı,
Yoluna sarf ettim bütün ömrümü,
Ulular anlar, asla bilmez işimi.
Dilber, senden nasıl gönül alına?)
Aşıkdır sen inçge bile. Seyidi, Her
ccpanı rahat bile Seyidi, Yörmüş
diyip yaman bile Seyidi. Meni ayp
edenin gelsin alma.
(Aşıksındır ince bele, Seyidi, Her
cefayı rahat bile Seyidi, Gitmiş
deyip yaman ile Seyidi, Beni
kınayanın gelsin başına.)
AYRILDIK
Ey ağalar, arman bilen Dürli
dövrandan ayrıldık. İl bolup
Rainin han bilen. Haydar
sokandan ayrıldık.
(Ey ağalar, arzu ile Türlü
devrandan ayrıklık. Bir/eşip
Rahim Han ile, Haydar
Sultan 'dan ayrıldık,)
Bedev münüp. begres geyen.
Ne nc/.i-nıgmatlar iyen, Köp
eşrelli Lebap diyen. Bir
gadırdandan ayrıldık.
(Ata binip, yünlü giyen, Her
tür nimetleri yiyen, Çok
talihli Lebap diyen, Bir kadir
bilenden ayrıldık.)
Girdik bir çöli-mııgana.
Suv içmedik gaııa gana.
Uçradık azabı-kene.
Rahatı-candan ayrıldık.
(Girdik bir çöle, sahraya, Su
içmedik kana kana, Düştük
büyük bir azaba, Rahat bir
candan ayrıldık.)
Ersannın adı yıtdi. Her havsı
bir yana gitdi, Han "hczretiır*
könli bitdi.
(Ersarı 'nın adı yitti. Her
biri bir yana gitti, Han
hazretin gönlü razı, Ama
biz sayıdan ayrıldık.)
Sııbhı-şam bilen yörüşen,
Hayrı-seri den görüşen,
Zovkı-sapalar sürüşen,
Yârı-yârândan a3'rıldık.
(Sabah akşam boyunca yürüyen,
Hayrı şerri denk görüşen, Zevki sefalar sürüşen, Yâr ve
yârenden ayrıldık.)
Dağlarda dikilmiş eren.
Gınlmışdır sansız ceren,
Ürgenç. Lebaba suv beren,
Balırı-ummandan ayrıldık.
(Dağlarda yerleşmiş eren,
Kırılmıştır sayısız ceren,
Urgenç, Lebap 'a su veren,
Bahr-ı Umman 'dan ayrıldık.)
Kürsüsi nice payalı, Begler
galdı köp dayalı. Ser
hovıızh. hoş say ah. Köşkieyvandan ayrıldık.
(Kürsüsü nice pâyeli, Begler
kaldı hep dâyeli, Başı havuzlu,
hoş gölgeli, Köşk ve eyvandan
ayrıldık.)
Nice ışvalı. işveli Gaçdık,
tapmadı hıvalı. Dürli
şecerli, miveli, Bagıbossandan ayrıldık.
(Nice edalı, iş\>eli, Kaçtık,
bulmadı Hi veli, Türlü
ağaçlı, meyveli, Bağ ve
bahçeden ayrıldık.)
Tapmayan önki eşreti.
Yuvtarmız gamı, hesreti,
"İstey-istey" han "hezretT',
Ahır mekandan ayrıldık.
(Bulmayıp önceki rahatı,
Yutarız gamı hasreti, İsteye
isteye han hazreti, Ahir
mekandan ayrıldık.)
Scydî diyer, hayp Lebap!
PAL). Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:.3
Galdı ilsi/.-günsüz garap,
Berhem bolııp ıııülki-esbap.
Bar hanı mandan ayrıldık.
(Sevdi der ki vazık Lebap,
Kaldı mil/elsiz bakıp, Dağıldı
hep mülk ü esbap, Var
devletten ayrıldık.)
35
Mana yağı boldı cahan, Hatıca!
(. 1/7 etsen, ağzımdan çıkan ateş oldu,
Dost yüz çevirip, bizden yad oldu,
Bütün düşman el çırparak şad oldu,
Bana düşman oldu cihan, Hatice!)
Senin dek nezenin cahana gelmez. Görsem,
gözüm doymaz, könlüm ayrılmaz.
Yanaşanda, senin bilen den bolmaz,
Segsen giz, segsen mün cuvan, Hatıca!
SOLTAN, HATICA
(SULTAN, HATİCE)
Goymaz rakip görnüşine gelmeğe.
Gö/.cllcr içinde soltan, Hatıca! Bir
gün gülü desmal içinde gözgi Eyler
men sen tarap rovan, Hatıca!
(Bırakmaz rakip görüşüne gelmeğe,
Güzeller içinde sultan Hatice! Bir
gün gülli mendil içinde ayna
Gönderirim sana doğru, Hatice!)
Gizli derdimi sana eylesem halı.
Bilenler aşık diyr, bilmedik-deli,
Gözgüye bak, göter gülli desmalı.
Bolsun biz garıpdan nişan, Hatıca!
(Gizli derdim sana eylesem hâlî,
Bilenler aşık der bilmeyen deli,
Aynaya bak, kaldır gülli mendili,
Olsun biz garipten nişan, Hatice!)
Derdim köpdür. mana tebip duş gelmez,
Könlüm gamgm, dünye sözi hoş gelmez.
Hicran okı dogn geler, duş gelmez,
Sancılar bağrıma peykam. Hatıca!
(Derdim çoktur, bana tabip fayda etmez,
Gönlüm gamlı, dünya sözü hoş gelmez,
Hicran oku doğru gel ir,yan gelmez,
Saplanır bağrıma peykân, Hatice!)
Pelek ineni derde ulaşdırıpdır,
Alıpdır aklımı, üleşdiripdir. Basıp
gam lavına bulaşdmpdır. Men
bilmeyen sudu-zıyan. Hatıca'
(Felek beni derde ulaştırmıştır, Alınıştır
aklımı, üleştirmiştir, Basmış gam
batağına h ulaştırmıştır, Ben bilmem hiç
fayda ziyan, Hatice!)
Ah ıırsam. ağzımdan çıkan ot boldı. Dost
yüzün dönderip, bizden yat boldı. Ehli
düşman el çarpışıp, şat boldı.
(Senin gibi güzel cihana gelmez, Görsem,
gözüm doymaz, gönlüm ayrılmaz, Yaklaşsa
da senin ile denk olmaz, Seksen kız, seksen
bin yiğit, Hatice!)
Bu ııiçik sır boldı, bilebilmedim. Ölüm
pikrin tııtdum, ölebilmedim, Hayp.
cepa çekdim, alabilmedim, Köp galdı
canımda arman. Hatice!
(Bu nasıl bir sırdır, hiç bilemedim, Hep
ölmek istedim,ah ölemedim, } azık,
cefa çektim, ben alamadım, Hep kaldı
canımda arzu, Hatice!)
Sevdi diyer. tirşem gunça gülün men.
Emip sorsam leblerinden balm men...
Hızmatmda golı bağlı gıılun men,
Bolayın başına gurban, Hatıca!
(Seydî der ki, dersem gonca gülün ben,
l'.mip sorsam dudağından balın ben...
Hizmetinde kolu bağlı kulum ben.
Olayım başına kurban, Hatice!)
BEDEVSUVARINDI
(SEYİS ŞİMDİ)
Yörsün gızılbaş üstüne Nice
bedevsuvar indi. Leş
dökülsin leş üstüne, Alınsın
hemme ar indi.
(Yürüsün İran üstüne, Sice
bedevsuvar şimdi. Leş
yığılsın leş üstüne, Alınsın
bütün ar şimdi.)
Barıp ülkesin çapalı.
Üyüne sırvlar sepeli.
Ar alıp. abray tapalı.
Yar olsa biribar indi.
(] 'arip ülkesin yağma için,
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Evine sular sepmek için, Ar
alıp, .şeref bulmak için, } âr
olsa yüce Mevlâ şimdi.)
Sapar esbabı saylansın Hem
yagşı yaman saylansın. Bir
mert daşından aylansın. Na
mart dan set bizar indi.
(Sefer esbabı giyilsin, Hem iyi
kötü seçilsin, Bir mert
dışından çevrilsin, Nâmertten
çok hizâr şimdi.)
Uyat gelse yüzünüze.
Duralı şul sözünüze, Köp
mahal dır gözünüze.
Bolmış gin cahan dar indi.
(Utanç gelse yüzümüze,
Durmalı o sözümüzde, Çok
zamandır gözümüze, Olmuş
geniş cihan, dar şimdi.)
Gorkup eki/., üçem guzlap,
Galman öyde yalan sözlep.
Yesirlerin bersin gözlep,
Bolandır intizar indi.
(Korkup ikiz, üç de kuzulayıp,
Kalmayın evde yalan söyleyip,
Esirlerin berisinde bekleyip,
Olmuştur intizâr şimdi.)
Barsak bu gün keni bilen.
Yesir çıkar sara bilen.
Düşmanların gam bilen
Yer bolsun lclezar indi.
(\'arsak hu gün çoğu ile,
Esir çıkar süriisüyle,
Düşmanların kanı ile, Yer
olsun lalezâr şimdi.)
Sapar yazda yagşı işdir.
Gış gününde köp teşvişdir.
Önünüz gazaplı gışdır.
Buz donup, yağar gar indi.
(Sefer yazın yahşi iştir, Kış
gününde çok telaştır, Önümüz
acayip kıştır, Buz olup vağar
kar şimdi.)
Bedevi ere nagıl kakın.
Nayzaga al ya lav dakın.
Her al arrık bolsa bakm.
Tapılınca serdarındı.
36
(Bedevlere nallar çakın, \
lızrağa al bayrak takın,
iler at arık olsa bakın,
Bulununca serdâr şimdi.)
İl üçin çekseniz cepa.
Mövlam size eder vepa.
Hoş görüp, gözel Mustapa.
Sövülür çarıyar indi.
(İl için çekseniz cefa, A
fevlam size eder vefa, I loş
görüp güzel Mustafa,
Sevinir Çârıyâr şimdi.)
Seyidi aydar, beg aga.
Vagda edin atlanmağa,
Habar gönderin Morcaga.
Dursun bolup tayyar indi.
(Seyidi söyler, bey ağa,
Sözler verin atlanmağa,
Haber gönderin Morcak 'a,
Kalksın olup hazır şimdi.)
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
38
TÜRK HALK ŞİİRİNDE RİTM, EZGİ VE NİNNİ SÖYLEME GELENEĞİNİN ROLÜ
THE ROLE OF RHYTHM, TÜNE AND SINGING A LULLABY İN TURKISH FOLK POETRY
Ekrem KIRAÇ'
ÖZET
Kâinatın her boyutunda, birbirini etkileyen
periyodik hareketler vardır. İnsan, bu periyodik
hareketlere
bağlı
olarak
hayatım
sürdürmektedir.
Ezgi ve âhenge dayalı kültür ürünlerinin
temelini de ritm oluşturur. Türk halk şiirinde
ahengi sağlayan ölçü, durak, kafiye ve redif gibi
unsurlar, hep bu ritm duygusundan
kaynaklanmaktadır. Türk halk şiirnin bileşimini
ritm. ezgi ve söz oluşturur.
Halk şiirimizin gelişmesinde ninni söyleme
geleneğinin rolü büyüktür. Bu gelenek,
çocukların sanata yatkınlığını artırmaktadır.
Böylece, yeni kuşaklar, manzume yaratma
kabiliyetini geliştirmektedir. Bu gelişme, de
doğrudan doğruya halk şiirimize yansımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ritm, Şiir ve Ritm
Kâinatın her zerresinde ve bu zerrelerin oluşturduğu
her boyutun yapısında silsileli bir ritmik hareketin var
olduğunu görüyoruz. Bir atomun iç ve dış yapısındaki
harınonik hareketler ile galaksilerin, hatta galaksileri
içine alan diğer sistemlerin bile zerreden dış kâinata
doğru açıldıkça aralıkları seyrekleşen periyodik
hareketler silsilesine bağlı olduğu bilinmektedir.
Bu âlem içinde hayat süren insanın, ritmden bağımsız
olması düşünülemez. Çeşitli etkenlere göre hızlanıp
yavaşlasa da. insan kalbinin atışı belli bir ritme
bağlıdır. Kalbin bu atışı, insanın diğer hareketlerine de
silsile hâlinde yansımaktadır. Öyle ki. bu harınonik
hareketler adeta, insanın hayatını oluşturmaktadır.
Nefes alış veriş, yürüyüş, su içerken yutkunma vb.
hareketler hep bu ritmik dinamizmin tezahürüdür.
İnsan merkezli bir bakışla. "zaman" anlayışının
temelini de bu periyodik hareketlerin oluşturduğunu
sövlevebiliriz.
(Öğr.Gör) PAÜ Fen-Edeb.Fak. Türk Dili ve Edeb.Bl.
ABSTRACT
The re ar e periodic movement in every
dimensions of the world. Man goes on living
dependent on these movements.
The boses of cultural works are created with
rhythm dependent on time and harmony.
Eleınents like measure, pouse rhyme in Turkish
Folk Poetry take their forms from this sense of
rhythm. Turkish Folk Poetry consists of rhythm,
time and word.
The role ofsinging a lullaby is vitally important
in the development of folk poetry. İn this way,
ve w generations can develop a skiII of creating
prose. And this development directlg infhtences
our folk poetry.
Kev Words: Rhvthm, Poetry and Rhythm
Bu hareketlerin silsile teşkil edişi, inşama, yalnızca
fizyolojik hayatıyla sınırlı kalmaz; onun kültür
hayatına da yansır. Bu yansımanın en bariz şekilde
görüldüğü kültür ürünü, müzik ve şiirdir. Ritmik
hareketlerle içten ve dıştan kuşatılmış olan insan, bu
ritmik dinamizmi kontrol altına alıp geliştirerek bir
kültür unsuru hâlinde dışa yansıtmaktadır.
Binlerce yıldan beri ezgisiyle birlikte yaşayan Türk
Halk Edebiyatı manzumelerinin şeklini belirleyen
temel unsur da ritmdir. Asıl ağırlığını manzumenin
oluşturduğu Türk Halk Edebiyatı 'nın tespit edilebilen
ilk ürünlerinden son nazım şekillerine kadar hep bu
ritmin; dolayısıyla ahenk, ölçü, durak, kafiye ve
c/.ginin önemli bir rol oynadığını görüyoruz.
Geleneksel Türk halk kültürü ile yetişmiş bir anne.
çocuğunu beşikte ya da kucakta avutup uyutacağı
zaman bir yandan onu ritmik hareketlerle sallarken, bir
yandan da bu ritme uygun özel bir ezgiyle ninni söyler.
Bu şekilde ninni dinleyerek büyüyen çocuklar, ana
diliyle birlikte, bir "tempo tutma" ve "ahenk yaratma"
PAL). Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
melekesini de geliştirirler. Bu ritm duygusunun zaten
insan fıtratında var olduğunu; insanın hem kalıtım,
hem de çevrenin etkisiyle bunu geliştirdiğini söylemek
mümkündür. Ana rahminde bile dış uyarılara karşı
duvarlı olduğu bilinen insanoğlu için doğumdan
itibaren, kültürel bilginin nüvesini oluşturacak bir
birikim süreci, artık başlamış olmaktadır.
Ninni kültürüyle büyüyen bir çocuğun, bu ilgiden
mahrum kalmış bir çocuğa kıyasla daha sanatçı bir
kişiliğe sahip olacağı iddiasını, bugün artık çoğu bilim
adamı kabul etmektedir.
Diğer milletlerin kültürü içinde yer alan ninninin Türk
halk kültürü içinde özel bir yeri vardır. Türk halk
kültürü mirasını yeni kuşaklara aktarmanın ilk hamlesi
sayabileceğimiz ninni söyleme geleneği, çocuklara ilk
terbiyeyi vermenin yanı sıra oların gelecekte dil,
ahenk, ölçü ve ezgi ile manzume oluşturabilme -ki bu
tekerlemelerle başlar-, ya da en azından ezgilerden ve
manzumelerden
hoşlanma
hasletlerini
de
geliştirmektedir.
Çocuklar için -insan tabiatıyla ilgili olarak- en çabuk
algılanıp benimsenen unsurun ritm olduğunu
söylemek, hiç de yanlış olmasa gerek. Bunu çocuk
oyun ve tekerlemelerinde açıkça gömlekteyiz. Sek sek
oynayan, ip atlayan, top sektiren veya ebe seçmek için
sayışmaca yapan çocukların sergilediği davranışlar
büyük ölçüde periyodik hareketlerle şekillenmekte ve
bu ritme uygun olarak kullanılan dil birlikleri de
genellikle bir c/.gi eşliğinde anlam kazanmaktadır.
"Ritm. ezgi ve söz" bileşiminin meydana getirdiği halk
edebiyatı manzumelerinde yer alan ölçü. durak, kafiye
ve redif, hatta nazım birimleri bile işte bu terkip içinde
yer alan ritm anlayışının üzerine kurulmuştur. Yani. bir
bakıma ritm. bu terkibin asıl katalizörüdür.
Bütün insanların ritm ve ezgi duygusu temelde aynıdır.
Bundan dolayıdır ki müzik için "insanların ortak dili"
ifadesi kullanılmaktadır. Ancak, ritm ve ezginin; çeşitli
insan topluluklarının coğrafyası, sosyal değişimleri ile
birlikte kütürel ilişkileri gibi faktörlerin etkisiyle
gelişip çeşitlenmesi, tabiî bir gelişmedir. Bu gelişmeler
sonucunda bir toplumun veya halkın kendine özgü
ritm. ezgi ve dolayısıyla manzume anlayışının ortaya
çıkması da normaldir. Türk Halk Edebiyatı nazım
şekillerini meydana getiren biçimle ilgili unsurlar da
geleneksel Türk halk yaşantısıyla birlikte karakteristik
bir ritm ve ezgi duygusu kazanmış olan kollektif
anlayıştan kaynaklanmaktadır. Bu geleneksel atmosferi
soluyarak gelişimini sürdüren bir çocuk da ritm ve ezgi
eşliğinde oyun kurarken büyük ölçüde aynı geleneksel
ahengi yansıtacaktır.
Üç ile on yaş arası çocuklar üzerinde yaptığımız
gözlemler sonucu elde ettiğimiz bilgilerden bir kısmım
39
burada vererek ritm ve ezginin, tekerleme ve daha
gelişmiş manzumeler kurmada oynadığı role dikkati
çekmek istiyoruz. Bu arada, ninnilerin ve ninni
söyleme geleneğinin, halk şiirini yaratma ve
geliştirmedeki rolüne de işaret etmek istiyoruz:
Henüz, kelimeleri tanı telaffuz etme ve cümle
kurmakta zorlanan küçükler, oyunlarını kendi
oluşturdukları bir ritm ve ezgi eşliğinde
sürdürebilmektedir. Yani. söze önem verilmezken, ritm
ve ezgi aksatılmadan terennüm edilmektedir. Bir başka
deyişle, çocuk, anlamlı ifadeyi ritm ve ezgiye feda
etmektedir. Söylenen şey ne olursa olsun, ritmden asla
taviz verilmemektedir. Ayrıca, yapılan gözlemlerden,
çocukların daha çok 4+3=7 ile 4+4=8 heceli dil
birliklerini (mısraları) tercih ettiği kanaatine ulaşmış
bulunmaktayız. Çocuk, önce ritm ve ezgiyi
oluşturmakta ve bunu "lay-lay" gibi bir ünlemle
seslendirmekte, daha sonraki gelişmelerde kelimeleri
bu kalıba yerleştirmektedir.
Meselâ: (Lay - lay - lay - lay / lay - lay - lay)
"'An - nem - be - ni'/ bu - la - maz" gibi.
(fa )-(sol) - (fa)-(sol)/(lâ)-(lâ)-(sol) ( l ) ( l ) -( 1 )-( 1 )/( l)-(l)-( 1 )
Veya aynı ritm ve ezgiyle:
"Be - be - ği - mi / se - ve - rim" "O - na
- ma - ma/ ve - ri - rim " gibi.
Çocuk, eğer "Annem beni bulamaz" yerine, meselâ:
"Hüseyin beni bulamaz" diyecekse; fazlalık teşkil
edecek olan bir heceyi; ritm ve ezgiyi bozmadan, iki
heceyi bir hecelik ses süresi içinde söylemektedir:
(Lala - lay - lay - lay / lay-lay - lay) "Hüse yin - be - ni / bu - la - maz" gibi. (fafa) (sol)-(fa)-(sol)/(lâ)-(lâ.)-(sol)
Aynı şekilde; "Bebeğimi severim" yerine "Ben
bebeğimi severim" diyecekse; fazla hece bir diğeriyle
kaynaştmlmaktadır.
(Lay - lala - lay - lay / lay - lay - lay)
"Ben - bebe - ği -mi / se - ve - rim"
gibi.
( fa ) -(solsol)-(fa)-(sol)/ (lâ)(1) (0,5-1-0.5) - ( ! ) - ( ! ) / ( l ) - ( D - ( l )
Şayet hece eksik kalacak olursa, bu kez bir hecelik ses,
iki hecelik ses süresince uzatılmaktadır:
(Laay - laay / lay - lay - lay)
"El - el / e - pe - nek"... (derken)
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
(fa-sol)-(fa-sol) / (lâ)- (lâ)- (sol) (1
+ 1)-(1 + 1 ) / ( l ) - ( l ) - ( l )
Annelerin. çocuklanna söyledikleri ninnilerin
incelenmesi sonucunda da benzer durumların ortaya
çıkacağı, bir gerçektir. Anadolu'nun birçok yöresinde
yaygın bir ninniyi örnek verelim:
(Lav - lala - lay - lala / lay - lav - lay)
"Dan- dini - dan- dini / das - ta - na" ( fa
)-(solsol)-(fa)-(solsol)/ (lâ) - (lâ)- (sol)
( 1 ) - ( O. . v 0 . 5) - ( I H 0. 5 + 0, 5) /( 1) - ( 1 ) - ( 1 )
Dana - lar - gir - iniş / bos - ta - na Kov bos - tan - cı / d a - na - yi Ye - me sin - la / ha - na - yi" gibi.
Bu örnekleri. Türk halk Edebiyatı'nm diğer manzum
tülleri üzerinde de göstermek mümkündür. Bu da
gösteriyor ki. halk şiirimizin teşekkülünde rol oynayan
en önemli unsur ritmdir. Ritm, ezgiyi ve sözü
düzenlemekte, sonuçta da manzum ürün elde
edilmektedir. Kırık havalada (tempolu ezgiler) ritm
açıkça görülürken, uzun havalarda ritm aralıklarının
seyrek oluşu, ritmin yok olduğu hissini doğumıaktadır.
Halbuki, uzun havalarda bile ezgi, belli ses süreleriyle
sınırlandırılmışlardır. Bu sınırlandırma da ritmin ta
kendisidir.
40
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
41
ALANYA VE KÖYLERİNDEKİ TÜRBE YATIR VE ADAK YERLERİ (I)
THE HOLY TOMBS AND GRAVES İN THE REGİON OF ALANYA (I)
Metin TÜRKTAŞ*
ÖZET
İnsanlar, var oldukları günden beri sıkıntıya
düştükleri zamanlarda Tanrılarından yardım
beklemişlerdir. Bu beklentilerini bazen
doğrudan, bazen de din ululan vasıtasıyle
Tanrılarına ulaştırmaya çalışmış/ardır. Türkler
İslamiyeli kabul etmeden önce bu aracılığı
"Şamanlar" ve diğer din adanılan yapmaktaydı.
İsla/niyetin kabulünden sonra ise bunların
verini, evliya, ermiş, dede gibi isimlerle anılan
din ulu/an almıştır. Halk, bu kişileri, Allah 'in
sevgili kulu,ermiş kulu olarak bilir ve onların
kabrine giderek dualar eder. Bu ulu kişi aracılık
ederse, A ilahın dualarım kabul edeceğine
inanır.
ABSTRACT
'The hu m an beings ha\>e expected God's help
\vhen Ih ey foıınd themselves in diffıculty since
they have been created. They sometimes tried to
reach their expectations directly, sometimes
tried to reach them by means of saints. Before
'Turks accepted islam, these expectations were
fulftlled throııgh the acengy of Şaman 's and
o ıh er religious men. However, after islam, these
men gave their places to saintsjnystics,
dervishes. People accepted them as holy and
they visited their graves and proyed for God
t here. Throııgh the acengy of these divine men,
they believed that God would accept their
prayers.
Bu gibi inançlar zamanla türbe, yatır, makam,
evliva gibi isimlerle anılan din ulularının mezar
ve türbelerini önemli birer ziyaretgâh durumuna
grtirmiştir. Buralara ziyarete gelen kişiler, dua
eder, sıkıntılarını belirtir ve yatır vasıtasiyle
A İlahı an dertlerine derman beklerler. Eğer
duaları kabul olursa da dua ederken adak
adamış/arsa, evliyaya, yaptığı aracılık
karşılığında teşekkür o/arak adak/arını yerine
getirirler.
These belives changed in time, the gra\>es and
the tombs of these holy people have been
religious places which were visited by many
people. People who visit these places, pray for
God, they teli their troubles and sufferings and
they expect help from God ihrough the acengy of
these holy people. When their expectations come
irue they vowe something such as sheep in order
to sacrifice in the name of God.
Bu makalede Alanya ve köylerinde bulunan
türbe, yatır ve adak yerleri ele alınmış, halkın
bunlar hakkındaki inançları derlenmiştir
Anahtar Kelimeler: Alanva, Türbeler.
Türk kültürü içerisinde türbe.yatır ve adak yerleriyle
ilgili inançlar oldukça fazla ve yaygındır. Orta Asya
Türkleri ve Türkiye Türkleri arasındaki kültür
bağlarını, inanç sistemlerim, detaylı olarak araştıran
Abdülkadir İnan, türbeler, yatırlar ve adale yerleriyle
ilgili inançlara çeşitli makalelerinde temas etmiştir.
İnan. bu çalışmalarından birinde, günümüzde hâlâ canlı
canlı olarak yaşayan, ağaçlara paçavra bağlamak,
değişik yerlere kurban kesmek, evliya ve türbeleri
ziyaret etmek ve adaklar adamanın Türklerin İslamiyet
öncesi dini olan Şamanizmden günümüze kadar
* (Araş.Gör.) PAÜ. Eğitim Fak. Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü
The ar ti ele talks about the holy tombs and
graves in the region of Alanya and olso in its
viilages. it talk about the religious belives as
Key Words:Alanva, Tombs
süregeldiğini belirtmiştir.1 Bir ara Hz. Muhammed
zamanında, insanların eski dinlerinin etkisinden
kurtarılması için yatır ve türbe gibi yerlerin ziyaretleri
yasaklanmış; ancak İslamiyet kuvvetlenince tekrar
serbest bırakılmıştır.
Türk kültürü içerisinde, türbe.yaür ve adak yerleriyle
ilgili inançların oldukça fazla ve yaygın olduğunu
Mikanda söylemiştik. Bunların içerisinde adak adamak
Türk inanç sisteminde oldukça köklüdür. Adak. yazılı
olarak ilk defa Divanü Lügati't - Türk'te "ıduk"
Abdülkadir İnan. "Müslüman Türklerde Şamanizm
Kalıntıları" Makaleler ve İncelemeler. Türk Tarih
Kurumu Yayınlan. 1. cilt. Ankara 1987, s.462-479.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
şeklinde karşımıza çıkmakta ve şöyle açıklanmaktadır:
"Kutlu ve mübarek olan her nesne. Bırakılan her
hayvana bu ad verilir. Bu hayvana yük vurulmaz.sütü
sağılmaz.yünii kırkılmaz. Sahibinin yaptığı bir adak
içindir.""
"Yatırlara adak adamak, ona bir dileğin gerçekleşmesi
için başvurmaktır. Adayan kişi. bu eylemiyle yatırın
kendisiyle Tanrı arasında bir çeşit aracılık yapacağına
inanmıştır. Dileği gerçekleşince adağım, yatıra aracılığı
karşılığı verdiği sözü, yerine getirir. Adak kurban ise
bir hayvan kesip fukaraya dağıtır, bir bağış ise onu
türbeye veya bekçisine verir, bir eylem ise (Kur'an
okuma, namaz kılma gibi) onu yerine getirir."3
Bizim bu çalışmayı yaptığımız yer olan Alanya'da
türbc.yatır ve adak yerleriyle ilgili inançlar çok
çeşitlidir ve hâlâ yaşatılmaktadır. İnsanlar, her türlü
şikâyetlerinde.bu tip yerlere baş vurup çare
aramaktadırlar. Bu gibi yerlerin sayısı Alanya ve
köylerinde epeyce fazladır. Biz bu çalışmamızda, halk
arasında ünü yaygın olan ziyaretgâhlardan tesbit
edebildiğimiz kadarım ele aldık. Hepsim gidip yerinde
gördük ve fotoğraflarını çektik.Ziyaretgâhlar hakkında
gerek ziyaretçilerden gerekse yöre halkından bilgiler
derledik. Bu bölgede derleyebildiğimiz ziyaretgâhlar
şunlardır:
KÖKLEM DEDE
Köklcm Dede Evliyası, Alanya'nın 20km kadar
batısında bulunan Türkler Kasabası sınırlan
içerisindedir.Evliya'mn mezarı, kasabanın Merkez
Mahallesini Bilaller Mahallesi'ne bağlayan köprünün
hemen yanında, Kargı Çayı'nm kenarmdadır. Evliya,
yerli halk arasında "Büklüm Dede'\ "Türbe"' gibi
adlarla da anılmaktadır.
Köklem Dede Evliyası'nm mezarının günümüzdeki
görünümü şu şekildedir: Mezarın boyu yaklaşık olarak
3m, genişliği 1.5m; duvarının yerden yüksekliği 60cm
kadardır. Üzeri tahtadan bir çatı ile örtülmüştür.
Evliya nm mezarı eski bir mezarlığın kenarmdadır.
Mezarlardaki "hece taşlan"4 ve diğer taşların, tabiat
şartlarının tesiriyle tahribata uğramış olmasına rağmen
yine de burasının eski bir mezarlık olduğu açık şekilde
belli olmakladır. Kasaba halkı, bu mezarlığın çok eski
olduğunu belirtmekle beraber kime ait olduklan ya da
Müslüman mezarı olup olmadığı konusunda bilgi
2
Besim Atalay. Divanü Lügati't -Türk Tercümesi.
Türk Tarih Kurumu Yayınları. I.cilt. Ankara 1992,
s.65.
3
Pcrtez Naili Boratav.100 Somda Türk Folkloru.
Gerçek Yayınevi, İstanbul 1984. s 42.
4
Mezarın baş ve uç tarafına dikilen ve yatan kişi
hakkında bilgiler yazılan mezar taşlarına, bu bölgede
hece taşı denilmektedir.
42
sahibi değildirler. Yörenin eski bir yerleşim yeri
olduğu yörede bulunan harabelerden belli
ol maktadır. Bu da mezarlığın Müslüman mezarlığı olup
olmadığı konusunda şüphe uyandırmaktadır. Ancak,
mezarların hepsinin yönünün Kıbleye doğru olması ve
mezarlıkta bol miktarda "andız"- ağacının olması bizde
burasının Müslüman ve Türk mezarlığı olduğu
kanaatini kuvvetlendirdi.
Evliya'mn kabrinin yanında bulunan büyükçe meşe
ağacında çok miktarda çakılmış çivi ve bu çivilere
bağlanmış bez parçaları, saç telleri, değişik renkte
ipler, yünler ve boncuklar bulunmaktadır. Bunlar .yatırı
ziyaret eden kişiler tarafından .çoğunluğu bir dilek
tutularak bağlanmıştır.
Köklem Dede Evliyası hakkında bilgisine baş
vurduğumuz ve yörenin yerlilerinden olan Ahmet
Amca (Koca Ahmet)6 bize şu bilgileri verdi: "Bu
yatırın kim olduğunu ve nereden geldiğim herkes gibi
ben de kesin olarak bilmiyorum. Ben kendimi bildim
bileli buraya ziyaretçiler gelir.Eskilerin anlattığına göre
buraya daha eskilerden de ziyaretçi gelirmiş ve halk o
zaman da buraya çok önem verinniş. Ben.
küçüklüğümden bu yana bu Evliya'mn büyüklüğüne ve
kerametine inanırım. Yolum ne zaman o taraflara düşse
gider dua ederim. Size bu Evliya ile ilgili başımdan
geçen bir olayı anlatayım. Sizin de gördüğünüz gibi
Evliya'mn mezarının bulunduğu yer ormanlık bir
yerdir. Benim küçüklüğümde oradaki ormanlar daha da
fazlaydı. Ormanın çok olduğu yer de kuş da çok olur.
Ben de çocukken bundan faydalanarak oralara
"kapan"7 kurmaya giderdim. Yine bir gün, kapan
kurmak için gittiğimde, kapan için yassı bir taşa
ihtiyacım oldu. Daha önce böyle taşları mezarlıktan
bulabildiğim için yine oraya gittim. Aradığım taşı
Evliya'mn mezarı üzerinde buldum. Taşı yerden
kaldırır kaldırmaz karnıma müthiş bir ağn saplandı.
Ben, ağrıya fazla aldırmadan, taşı kullanacağım yere
kadar götürdüm; ancak ağrıdan kapanı kuramadan
kendimi eve zor attım. Akşam olunca anneme kamımın
çok ağrıdığını ve hasta olduğumu söyledim. Annem
hemen, "yoksa Türbe'den birşey mi aldın, oralardan bir
ağaç mı kestin ?" diye sordu. Şimdi düşünüyorum da
demek ki annem daha önceden buna benzer şeyleri
duymuş ya da yaşamış ki hemen bana o sorulan sordu.
Ben de başıma gelenleri olduğu gibi anlattım. Bana.
sabah olur olmaz oraya gitmemi ve aldığım taşı yerine
koymamı söyledi. Sabah olunca gidip aldığım taşı
korka korka yerine koydum ve hemen karnımın ağrısı
kesildi. Sonradan öğrendiğime göre. benim aldığım taş,
Evliya'mn hece taşıymış."
^ Servi ağacının yöredeki adı "andız" dır.
Ahmet Ersoy. 1329 (1923) Alanya Türkler Kasabası
doğumlu
Kuş yakalamak için yassı bir taş kullanılarak yapılan
bir tür tuzak.
(1
PAL). Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Ahmet Amca ile sohbetimizi başından beri dinleyen eşi
Raziye Ersoy, bu tip olayların gerçek olduğunu tasdik
ederek, kendi teyzesinin de Türbe civarından kestiği
odunu evine getirdikten kısa bir süre sonra karnındaki
bebeğiyle öldüğünü söyledi.
Yine Evliya hakkında bilgisine baş vurduğum Ali
Ersoy (Bekâr Ali)8, bu Evliya'mn çok büyük bir Zât
olduğunu, bir çok derde derman olduğunu ve rahatsız
edildiği zaman rahatsız edeni mutlaka cezalandırdığım
söyledi. Gençlik yıllarında şahit olduğu bir olayı da şu
şekilde anlattı: "Bir arkadaşımla Türbe civarında
koyun güdüyorduk. Koyunları Türbe'nin yanındaki
çaydan karşıya geçirecektik. Hayvanlar, suyu görünce
karşıya geçmek istemediler. Arkadaşım, koyunları
ürküterek karşıya geçirmek için elindeki sopayı
Türbe'nin tahtalarına birkaç defa vurdu ve hemen
fenalaştı. Ağzı da bir tarafa kaymıştı. Hocalara
okutarak bu rahatsızlığından zorla kurtuldu."
Evliya ile ilgili, bunlara benzer bir çok olay halk
arasında anlatılmaktadır. Bu Evliya, özellikle çarşamba
günleri bir çok kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Her
türlü rahatsızlıktan ziyaret edilmekte; özellikle çocuğu
olmayan kadmlar daha fazla uğramaktadır. Evliya'mn
"siğil" tedavisinde de çok faydalı olduğu
söylenmektedir. Bu rahatsızlıktan ziyarete gelenler,
siğili keserek kanatmakta ve kam bir çiviye sürerek
çiviyi Evliya'mn mezarının yanındaki çınara
çakmaktadırlar. Bu şekilde bir çok insanın şikâyetinden
kurtulduğu söylenmektedir.
ÇOMAKLI TÜRBESİ
Bu türbe. Alanya'ya yaklaşık olarak 15km uzaklıkta
bulunan Payallar Kasabası sınırlan içerisinde;
Alanya'yı. Gündoğmuş İlçesi'nin
Güzelbağ
Kasabası'na bağlayan kara yolunun hemen
kenarmdadır.
Türbe'nin dışarıdan görünüşü şu şekildedir: Türbe,
yaklaşık olarak 5m uzunluğunda, 3m genişliğinde ve 22.5m yüksekliğinde bir yapıdır. Duvarları taş yapılı ve
sıvalı, üzeri de kiremitle örtülüdür. Giriş kapısı, kuzey
batı yönünde yapılmıştır. Türbenin içinin bir bölümüne
gelenlerin ibadet etmesi için tahta döşenmiş; diğer
bölüm ise topraktır. İçeride sanduka veya mezar
yoktur.
Evi Türbe'ye yakın ve kasabanın yerlilerinden olan
Mehmet Kara duman9 bize Türbe hakkında şu bilgileri
anlattı: "Eskilerden duyduğuma göre, bu Türbe'de
yatan Zât. Horasan'dan gelen yedi evliyadan birisidir.
43
Ne zaman yaşadığı ve öldüğü hakkında bilgimiz
yoktur. Horasan'dan geldiği, bir savaşta şehit olduğu
ve buraya gömüldüğü söylenmektedir. Burası eskiden
beri ziyaret edilir. Özellikle yağmur yağmadığı
aylarda, bütün köylü oraya gider ve yağmur duası
ederdik. Benim gençlik yıllarımda, bu köyden iki
kişi antika eşya bulmak için Evliya'mn mezarını
kazmışlar ve mezarda kılıca benzer büyük bir bıçak
bulmuşlar. Bıçağı bulanlar, o gece rüyalannda bu Zât'ı
görmüşler ve Zât onlara: "O bıçak bana aittir, onu
almayın" demiş. Ertesi gün her ikisi de buna aldırış
etmeyerek çarşıya gidip bıçağı satmışlar. Bundan bir
ya da iki gün sonra o kişilerden birinin gözleri kör
oldu. diğeri de hastalandı. Hastalanınca korkuya
kapılan bu kişiler hatalarını anlayarak kendilerini
affettirmek için Türbe'nin etrafındaki ormanları
temizlediler ve Türbe'yi onarttılar. Bundan sonra
hastalıklan tamamen geçmedi ama biraz hafifledi.
Bunlardan ikisini de ben iyi tanının. Kör olan hâlâ
yaşıyonhasta olan ise öldü ama ölümüne kadar bu
hastalıktan çekti.
Bundan yaklaşık yirmi sene kadar önce. Türbe'nin
önünden geçen bu yol yapılırken, yol yapım ekibinde
İsmet Bey adında bir şef vardı. Bu şef dokuz yıldan
beri evli olmasına rağmen hiç çocuk sahibi olamamıştı.
Çocuğu olmayanlann bu Türbe'ye gelerek dua
ettiklerini ve Allah'ın onlara çocuk verdiğini duyan
İsmet Bey , hemen eşini de alarak Türbe'ye gelerek
dua etmiş. Bundan bir yıl sonra İsmet Bey'in bir oğlu
oldu. Bunun üzerine İsmet Beğ, Türbe'nin bugünkü
duvarını ördürdü. Ondan birkaç yıl sonra da ben
çatısını yapdırdım. Ben bu Zât'm büyüklüğüne eskiden
beri inanan köylülerdenim. Hâlâ bir yere gideceğimde
oraya gider dua ederim."
Yine kasabanın yerlilerinden Mustafa Akış10 (yörede
Molla Mustafa olarak bilinir) Evliya hakkında şunlan
anlattı: "Benim küçüklüğümde ve gençliğimde orası
ormanlıktı. Havaların kurak gittiği yıllarda bütün
köylü oraya gider, yağmur duası ederdik. Çok iyi
hatırlıyorum, yine kurak bir yaz yaşıyorduk. Bütün
köylü birikip yağmur duasına çıktık, kurbanlar kesip
dualar ettik. Kurbanın eti kazanda pişerken birden
yağmur bastırdı ve kazanın altındaki ateşi söndürdü."
Türbe, her türlü hastalık için şifa arayanlar tarafından
ziyaret edilmektedir. Özellikle hayalan şişen erkek
çocuklarının Türbe içinde uyutulduğu zaman iyi
olduklarına inanılmaktadır. Bu tip rahatsızlıklardan
dolayı uzak yerlerden bile ziyaretçilerin geldiği
söylenmektedir. Gelen hastaların çoğunun uyku
sırasında iyi olduğu ifade edilmektedir.
MAHMUT ŞEYDİ EVLİYASI
8
Ali Ersoy. 1943 Alanya Türkler Kasabası doğumlu.
Mehmet Karaduman, 1340 (1924) Alanya Payallar
Kasabası doğumlu.
9
111
Mustafa Akış , 1927 Alanya Payallar Kasabası
doğumlu.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Mahmut Şeydi Evliyası, Alanya'ya 30km uzaklıkta ve
Alanya'nın kuzey kesiminde bulunan Mahmut Şeydi
Köyü "nde bulunmaktadır. Evliya'nın mezarı, duvarları
taştan örülmüş ve üzeri kiremitle örtülü büyükçe bir
yapının içerisindedir. Yapı üç bölümden
oluşmaktadır. Doğu taraftan girişin tam karşısında
küçük bir mutfak bulunmaktadır. Mutfağın yanında
geniş bir oda vardır ve burası gelen ziyaretçilerin
ibadel etmesi için mescit olarak düzenlenmiştir.
Mescitten, Zât'm sandukasının bulunduğu odaya bir
kapı açılmaktadır. Bu oda. mescitle aynı büyüklükte
olup sanduka odanın sağ köşesinde yer almaktadır.
Sanduka, yaklaşık 3m uzunluğunda, 1.5m eninde ve
İm yüksekliğindedir. Sandukanın üstü, üzerinde dualar
yazılı bir örtü ile örtülüdür. Evliya'nın asası da
sandukaya dayalı olarak durmaktadır.
Evliya'nın sandukasının içinde bulunduğu 3;apı, aslen
Mahmut Seydili ve dönemin ileri gelenlerinden olan
Hamdullah Emin Paşa (1849-1939) tarafından
yaptırılmıştır. Bu Evliya'nın da Horasan'dan gelen
yedi evliyadan biri olduğu söylenmektedir. Ne zaman
yaşadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, İbrahim
Hakkı Konyalı'nın kitabında Evliya'dan şu şekilde
bahsedilmektedir: "AlâiyyeTi bilgin ve erginlerden
Mahmut Şeydi'nin Onas11 Köyü'ndeki zaviyesi ve
mescidi, sonradan Mahmut Şeydi için yapılacak türbe
için vakıflar tesis etmiştir. 866H.,1461M. tarihli
vakfiyesine göre Kılıç Arslan Onas Köyü'nü, eski
emirlerin bu köye bahşettikleri bütün haklar ile ve
reâyâsıyle beraber Mahmut Şeydi'nin zaviyesine ve
mescidine vakfediyordu. Köyün gailesinin yarısı
zaviyeye yarısı da caminin ihtiyaçlarına
sarfedilecekti.'"12 Buradaki tarihlere bakılarak
Evliya*nın yaşadığı dönem hakkında yaklaşık bir
talimin yapılabilir.
Mahmut Sevdi Köyü halkı kendilerinin Evliya'nın
soyundan geldiklerini söylemektedirler. Yöre halkının
anlattığına göre, Evliya'nın türbesini yaptıran
Hamdullah Emin Paşa'nın Mısırda görev yaptığı
yıllarda bu Zât, Mısırlı bir zenginin rüyasına girmiş ve
ondan örtü istemiş. Hamdullah Emin Paşa'yi tanıyan
bu zengin, onun vasıtasıyle büyük ve kıymetli bir
halıyı Zât'in üzerine örtülmesi için göndermiş. Yöre
halkının yaşlıları bu halıyı hatırlıyorlar. Halı, 1932
yılında Alanya kaymakamı yarafından iki ilkokul
çocuğuna aldırılmış ve bir daha da bulunamamış.
Halıyı alan çocuklar, o bir hastalığa tutulmuşlar ve hâlâ
da çekiyorlarmış.
Evliya'nın makamının bulunduğu mezarlık ağaçlık bir
yerdir. Ağaçlar, köy halkı tarafından kesinlikle
Şimdiki adı Mahmut Şeydi olmuştur.
İbrahim Hakkı Konyalı, Alâiyye. İstanbul 1946, s.
102-103
44
kesilmemektedir. Kendisiyle Evliya hakkında
konuştuğumuz Hasan Tahsin Bey13 bu konuda şunları
anlattı: "Babam Hüseyin Tıkmak, bu mezarlıktan bir
ağaç keserek evine götürmüş. O gece Zât rüyasına
girmiş ve odunu geri götürmesini istemiş. Babam da
sabah olunca odunu geri götürmüş."
Bu Evliya da her türlü hastalıktan dolayı ziyarat
edilmektedir.Ziyarete gelenler Evliya'nın yanında
kurban keserler ,kurban etini ve getirdikleri yemekleri
muhtaç insanlara dağıtırlar. Ziyaretçiler arasında
çocuğu olmayan kadınlar çoğunluktadır.
HIDILELLEZ DEDE
Hıdılellez Dede, ilçe merkezinin kuzey batı yönünde
bulunan Hacımehmetli Köyü de, Hıdılellez adıyla
anılan mevkide bulunmaktadır. Makam, denize nazır
bir yere yapılmıştır. Uzaktan görünümü bir kiliseyi
andırmaktadır. Yapının, biri kuzeye biri güneye bakan
iki kapısı vardır. Güneye bakan kapının üst kısmında,
mermer üzerine latince yazılmış yazılar ve bir haç
işareti ardır. Yazmm altında da 1873 tarihi yazılıdır.
Yapının içinde mezara benzeyen hiç bir şey yoktur.
Zemin, yassı taşlarla döşelidir. İçeride balkon şeklinde,
girişi ayrı olan bir yarım kat vardır. Yine içeride kıble
yönünde camilerdeki mihraba benzeyen bir yer
bulunmaktadır Burada yakılan mumlar, mihraba
benzeyen yerin duvarını yapışkan hale getirmiştir.
Makamı ziyarete gelenler, yanlarında getirdikleri
bozuk paralan bu yapışkan duvara fırlatmakta ve eğer
para duvara yapışırsa dileklerinin kabul olacağına
inanmaktadırlar.
Yapının oldukça eski ve zamanla tamiratlar gördüğü
duvardaki izlerden belli olmaktadır. Etraftaki
harabelere bakılınca burasının eski bir yerleşim yeri
olduğu belli olmaktadır. Yöre halkının anlattığına göre
burası, eskiden Rumlar'm yaşadığı bir yermiş. Rumlar
buraya bahar aylarında çıkar ve bu yapıyı da kilise
olarak kullanırlarmış. Cumhuriyet yıllarında (21 Ekim
1922) bir mübadele ile Rumlar burasını olduğu gibi
bırakıp Yunanistan'a göçmüşler. Giden o Rumlar'm,
yazlan hâlâ buraya ziyarete geldikleri söylenmektedir.
Rumlar burayı terkedince onların yerine yerleşen
Türkler, makamı pek fazla değiştirmeden cami haline
getirmişlerdir. Yapı, daha sonraları bir adak yeri ve
makam olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Burasının, bahar aylarında çıkılan bir yer olması ve
baharla hıdılellez arasındaki ilişki neticesinde bu
yapının Hıdılellez Dede adını almış olabileceği
söylenmektedir. Makam, özellikle yağmur duası için
1
12
Hasan Tahsin Tıkmak, 1927 Alanya Mahmut Şeydi
Köyü doğumlu.
13
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
ziyaret edilmekle birlikte, başka şikâyetler için de
gelenler olmaktadır.
AKŞEBE SULTAN
Akşebe Sultan Türbesi ve Mescidi, yukarı kale içinde
ve tarihi Bedesten'in batı kısmında yer almaktadır.
Mescidin içi. kırmızı tuğlalarla örülmüş, duvarları
taştan ve üstü tek kubbe halindedir. Türbe, mescide
bitişik olarak yapılmıştır. Duvarları taştan ve üzeri tek
kubbelidir. Türbe mescidin sağ tarafında münferit
olarak yapılmış bir de minare bulunmaktadır. İbrahim
Hakkı Konyalı 1946 yılında yazmış olduğu kitabında
Akşebe Sultan Türbesi ve Mescidi'ni şu şekilde
anlatmaktadır: "Mabedin soluna, sonradan aynı renk
tuğla ile bir yazlık mescit ve türbe eklenmiştir. Bu
kısmın kıble tarafını yuvarlak bir kubbe, kuzeyini de
dar bir tonoz örter. Kıble duvarındaki mihrab yeri,
burasının yazlık bir mescit olduğunu göstermektedir.
Tonoz kısmın altında bir mezar ve üstünde 0.65m
uzunluğunda Selçuk tarzında yapılmış kısa bir mezar
taşı vardır. Yaşlı Alanyalılar 60 yıl kadar önce bu
mezarda bir hırsızlık yapıldığım söylüyolar. Bir ecnebi
hesabına mezarın sandukası sökülmüştür. Tahminimize
göre bu sanduka evvelce çini ile kaplı idi. Bu çimler
çalınmıştır. Buradan mescide açılır pencereler vardır.
Mezarlarda hiç bir kitabe yoktur. Sonradan kubbenin
altına ve mescidin içine ölü gömülmüş, perişan bir
mezarlık haline konulmuştur. Biz, bu iki yapının da
Selçuk eseri olduğuna inanıyoruz. Mescidin kapısının
üzerinde 0.65m eninde ve 1.05m uzunluğunda üç
menilerden teşekkül eden kitabe taşı vardır. Devrinin
çok güzel bir sülüsü ile yukarıdan aşağıya doğru
ayetler yazılmıştır. Kitabeye göre mescit. I. Sultan
Alâüddin Keykubat zamanında 1230 yılında Akşebe
tarafından yaptırılmıştır."14
Çevre halktan edindiğimiz bilgilere göre, bu türbeye
her türlü rahatsızlık ve şikâyetten insanlar gelmektedir.
Bütün türbelerde olduğu gibi buraya da daha çok bayan
ziyaretçiler gelmekte ve ziyaret gününü çarşamba
olarak seçmektedirler. Bu Türbeye ziyarete gelenler
arasında, alkol alışkanlığı olan kocalarından rahatsızlık
duyan ve onun içkiyi bırakmasını isteyen bayanlar;
çocuğunun sınıfını geçmesi için dua eden kadınlar
çoğunluktadır.
HACIPİRİ EVLİYASI
Hacıpiri Evliyası'nm. Alanya'ya bağlı Kargıcak
Köyü'nün Güzderesi Malıallesi'nde, Kargıcak Çayrıım
doğusunda bulunan bir tepeciğin güneye bakan
yamacındadır. Makamın olduğu yer eski bir
mezarlıktır. Evliya'nm mezarı, 3m boyunda, 1.5m
eninde harçsız taş duvardan yapılmıştır. Mezarın
İbrahim Hakkı Konyalı, Alâiyye. İstanbul 1946,
s.287
14
45
duvarının güneye bakan tarafındaki bir taşta, siyah bir
oyuk bulunmaktadır. Bu oyuğun içerisinde, mum
artıkları ve bozuk paralar bulunmaktadır.
Burası, özellikle fıtık hastalığından şikâyetçi olanların
ziyaret ettiği bir yerdir. Ziyarete gelen bayan hastalar
tavuk, erkek hastalar ise horoz keserek dua
etmektedirler. Makam, cuma günlerinin dışında her
gün, üzellikle çarşamba günleri ziyaret edilmektedir.
Cuma günleri ziyaret edilmemesinin sebebi ise
Evliya'mn cuma günleri cuma namazına gittiğinin
düşünülmesindenmiş.
KAYNAKLAR
AT ALAY, Besim. Divanü Lügati't -Türk Tercümesi,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, I.cilt, Ankara 1992.
BORATAV,Pertev Naili. 100 Somda Türk Folkloru,
Gerçek Yayınevi, İstanbul 1984.
GÜZEL,Abdurrahmaıı. "Alanya'da Ziyaret ve Ziyaret
Yerleri" Antalya III. Selçuklu Semineri Bildirileri, 1011 Şubat 1989.
İNAN, Abdülkadir. "Müslüman Türklerde Şamanizm
Kalıntıları" Makaleler ve İncelemeler. I.cilt, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara 1987. KONYALI, İbrahim
Hakkı. Alâiyye, İstanbul, 1946. TÜRKTAŞ, Metin.
Alanya ve Civarındaki Türbe Yaür ve Adak Yerleri.
H.Ü Edebiyat Fakültesi TDE Bölümü, Türk
Halkbilimi Anabilim Dalı Lisans Tezi (Basılmamış)
Ankara 1993.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
46
TÜRKİYE'DE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ VE 1945'TE ÇOK PARTİLİ SİYASÎ
HAYATA GEÇİŞİN NEDENLERİ (1908-1945)
THE PROCESS OF DEMOCRACY AND THE REASONS OF TRANSITION TO MULTI-PARTY SYSTEM İN
TURKEY
Ercan HAYTOĞLU*
ÖZET
Osmanlı Devleti döneminde başlayan çok partili
siyasî hayat 1908-1913 döneminde çok partili,
1913-1918 arasında tek partili bir durum
almıştır. 1918 yılı şartlarında çok partili siyasî
hayat yeniden başlamıştır. Anadolu'da başlayan
siyasî hareketlenme İstanbul'a karşı üstünlük
sağlayarak, 1923'ten sonra yeni bir döneme
girmiştir. Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk
Cemiyeti, Halk Fırkasına dönüştükten sonra,
1924 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930
Serbest Cumhuriyet Fırkası muhalefet süreçleri
ç o k k ısa y a şanm ıştır. İn kılap a şa m a sı ve
II.Dünya Savaşı sebebiyle çok partili siyasî
hayat tam olarak tesis edilememiştir.
Cumhuriyet Halk Fırkası 1945 yılına kadar tek
parti olarak kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı
sonrası, ülke içinde ve dışında oluşan
gelişmeler, çok partili hayata geçişi mecbur
kılmıştır.
Anahtar Kelimeler:
Türkive 'de Demokrasi
Çok
Partili
Sistem,
I-TÜRKİYE'DE DEMOKRATİK
HAREKETLERİN GELİŞİMİ
ABSTRACT
The political life which started during the era of
Ottoman Empire was Multi-Party System
behveen the years of 1908-1913 and than it
became Mono -Party System between the years
of 1913-1918.However, Multi-Party, System
started again in 1918. A politic movement that
flourished in Anatolia gained power över
İstanbul and entered a new period after 1923.
After "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti" transformed in to "Halk Fırkası" the
opposition terms of 1924 Terakkiperver C
umhııriyet Fırkası and 1930 Serbest Cumhuriyet
Fırkası lived for a very short time.Revolutions
and Multi-Party System couldn't be set up
becouse of II.World W ar "Cumhuriyet Halk
Fırkası" lived since 1945 as a single party. At
the end of II. IVorld War some changes took
place both home and outside and these changes
rnade it necessary to start Multi-Party System.
Key Words: Multi-Party System, Democracy in
Tıırkey
ve takibiyle karşılaştıklarından faaliyetlerim gizli
olarak sürdürmüşlerdir.
II.Meşrutiyetin ilanından sonra, Osmanlı tarihinde
siyasî mücadelelerin hız kazandığı görülür. Bu
mücadelelerin II.Meşrutiyetten itibaren siyasî partiler
halinde organize olması, modern çağın siyasî
gelişmelerini hayata geçirmiştir. Böylece, kişi hak ve
özgürlüklerim ön plana alan demokratikleşmenin ve
parlâmentarizmin siyasî düzeni kurulmuştur. Millî
bağımsızlık ilkesiyle tam zaferin kazanılması,
Cumhuriyet döneminde olmuştur. Bizde siyasî
partilerin kurulmasına öncelik yapan hareketler
"Cemiyetler" şeklinde ortaya çıkmış, padişah baskısı
(Yrd. Doç. Dr.) PAÜ Eğitim Fakültesi Sosyal Bil. Eğt. Bl. Öğr. Üyesi
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
1908 den sonra siyasî partilerin kurulması ile partiler
arasında şiddetli mücadeleler kendisim göstermiş ve
her türlü görüş ve düşüncenin parti kurduğu bu dönem
içerisinde, Osmanlı siyasî hayatına damgasmı vuran
parti. İttihad ve Terakki Partisi olmuştur. İttihat ve
Terakki, millî sanayi ve ekonominin kurulması,
azınlıklar ve yabancıların ekonomileri ile mücadele
etmek için millî bir şuurun oluşmasına çaba
harcamıştır.'
İttihat ve Terakki'nin 31 Mart Olayı ile iktidarı elde
etmeye yönelik faaliyetlerini artırarak baskıya
dönüştürmesi, karşısına güçlü bir muhalefeti
çıkarmıştır. Bu muhalefet 1911 yılında kurulan
"Hürriyet ve İtilâf Fırkası" dır.2 İttihat ve Terakki
Partisi ilericiliği temsil eden bir parti iken. Hürriyet ve
İtilâf Partisi eski düzeni yeniden kurmak, gericilerin
çıkarlarım korumak isteyen gerici bir parti olarak siyasî
hayatta yerini almıştır.3 Siyasî mücadelenin şiddetini
artırmasıyla İttihat ve Terakki Partisi'nin muhalefet
tarafından iktidardan uzaklaştırılması, İttihat ve
Terakki Partisi'ni demokratik çizgiden çıkarmıştır.
İttihat ve Terakki, Bâb-ı Âlî Baskmı(1913) ile iktidarı
ele geçirmiş. Mahmut Şevket Paşa'nın bir suikast
sonucunda öldürülmesiyle muhalefeti etkisiz hale
getirmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nm başlamasıyla
siyasî parti mücadelelerinin getirebileceği
olumsuzluklar göz önüne alınarak, çok partili siyasî
hayat tatil edilmiş, İttihat ve Terakki tek parti iktidarı
olarak hakimiyetini 1918 yılı sonuna kadar devam
ettirmiştir. 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes
Antlaşmasıyla, İttihat ve Terakki Partisi tarihin
sayfaları içerisinde yerini almıştır.4
Osmanlı Devleti'nin I.Dünya Savaşı'ndan çıkmasını
sağlayan 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes
Antlaşmasının imzalanmasıyla başlayan devre,
Anadolu'da yeni millî Türk devletinin doğması
yönünde son derece önemli bir devre olmuştur.5
Mütareke dönemi olarak adlandırılan bu devre siyasî
partilerin, siyasî teşkilatların çok fazla olduğu bir
dönemdir. İttihat ve Terakki'nin baskısı ile faaliyet
gösteremeyen siyasî teşekküller tekrar canlandığı gibi
yeni siyasî partiler de bu dönemde kurulmuştur. Bu
kadar fazla siyasî partinin meclis dışından doğmuş
olması ve faaliyetim sürdürmesi dikkat çekicidir. Bu
siyasî teşekküller İstanbul hükümeti yanlısı bir politika
izleme yolu tercih etmiştir.6
'-F.Hüsrev Tökin, Türk Tarihinde Siyasî Partiler ve
Siyasî Düşüncenin Gelişmesi (1839-1965) İstanbul,
1965 s.5-7
2
-Tarık Zafer Tunaya, Türkiyede Siyasî Partiler,
1859-1952, İstanbul, 1952, s. 75
3
-Tökin. Türk Tarihinde Siyasî Partiler, s. 7
4
-Tunaya, Siyasî Partiler,, s. 75
5
-a.g.e s.3 99
6
-a.g.e, s.404
47
I.Dünya Savaşı sona erip İttihat ve Terakki siyasî
lwattan çekilince Hürriyet ve İtilaf Partisi onun yerini
almıştır. Bu dönemde Anadolu'da pek çok siyasî
cemiyet ortaya çıkmıştır. 1919 yılı içinde Sivas
Kongresinde Millî Cemiyetler, Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiş ve
etkili bir siyaset izlemeye başlamıştır.7 Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin uyguladığı
siyaset kısa zamanda sonuç vermiş ve Damat Ferit
hükümeti istifa etmiştir. Onun yerine Ali Rıza Paşa
hükümeti kurulmuştur. Yeni hükümet, Anadolu'da
giderek güçlenen millî mücadele hareketini tanımak
durumunda kalmış ve bu gelişmelerin sonucunda 1919
yılında Meclis-i Mebusan için seçimler yapılmıştır. 12
Ocak 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan çalışmalarına
başlamış, 28 Ocak 1920'de Misak-ı Millî, bu meclisin
gizli toplantısında kabul edilmiştir.8 Misak-ı Millînin
kabul edilmesinden bir süre sonra, 16 Mart 1920'de
İstanbul işgal edilmiştir.
Meclis-i Mebusan'ın kapatılması, Mustafa Kemâl
Paşa'ya gerçekleştirmeyi düşündüğü millî hakimiyete
dayanan meclisi açma yönünde tarihi bir fırsat
vermiştir. 18 Mart'ta Osmanlı Mebusan Meclisi
kapatılınca, Mustafa Kemâl Paşa 19 Mart'ta Heyet-i
Temsiliye adma yazdığı yazılarla Anadolu'da meclisin
açılacağını duyurmuştur.9 Büyük Millet Meclisi 23
Nisan 1920'de açılmıştır. Bu mecliste Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tek gruptan
oluşmuyordu. Meclis içinde Tesanüt grubu, Müdafaa-i
Hukuk zümresi, İstiklal grubu, Halk zümresi, Islahat
grubu gibi topluluklar kısa zamanda oluşmuştur.10
Hatta 1920 yılında "Türkiye Komünist Fırkası" ve
"Türkiye Halk İştirakiyim Fırkası" kurulmuş, daha
sonra bunların faaliyetlerine sonverilmiştir.11
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun yeni
iç tüzüğünün kabulünden dört buçuk ay sonra, Mustafa
Kemâl Paşa gazetecilere bir demeç vererek, barışın
sağlanmasıyla halkçılığa dayanan ve "Halk partisi"
adım taşıyan bir parti kuralacağını açıklamıştır.
Mustafa Kemâl Paşa ayrıca, yeni kurulacak partinin
programının hazırlanmasında, bütün vatansever
aydınların çalışmalarını, ülkedeki ekonomik
problemlerin çözümü, vergi siteminin düzenlenmesi,
mülkiyet esasının korunması, tabii kaynaklatın iyi
kullanılması, vakıfların hizmetleri, imar, askerlik
konularındaki görüş ve düşüncelerini açıklamalarını
-Selime Seden, Türkiye'de Demokrasi, İstanbul,
1946, s.51-52
8
-Tunçay, Tek Parti Yönetiminin Kurulması (19231931) İstanbul 1946, s. 3 9 y- a.g.e, s.40
11
-Tökin, Türk Tarihinde Siyasî Partiler, s.7 "Tuncay, a.g.e, s.42
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
istemiştir.12 8 Nisan 1923 tarihinde dokuz maddelik bir
program yayınlayan Mustafa Kemâl Paşa, Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetini siyasî parti şekline dönüştüreceğini
açıklamıştır.'3
11 Ağustos 1923 tarihinde Büyük Millet Meclisi ikinci
dönemi açıldıktan iki gün sonra, Mustafa Kemâl Paşa
yeniden Meclis Başkanlığına, Ali Fuat Paşa'da Meclis
İkinci Başkanlığına seçilmiştir. Bu sırada Lozan
görüşmeleri devam etmekte, Dışişleri Bakam İsmet
Paşa ile Başbakan Rauf Bey arasındaki mücadele
giderek şiddetini artırmaktadır. Sonunda Rauf Bey
istifa ettiğinden yeni hükümeti Fethi Bey kurmuş, ve
bu hükümet zamanında T.B.M.M tarafından Lozan
Andlaşması kabul edilmiştir. 9 Eylül'de (Resmen
tescili için başvurulması 11 Eylül) seçimden önce
yapılan açıklamalar doğrultusunda14 Mustafa Kemâl
Paşa'nın başkanlığında Halk Fırkası
15
resmen kurulmuştur.
Halk Fırkasının kurulmasıyla, inkılâp hareketleri hızlı
bir artış gösterdi. Cumhuriyet ilân edildi. Hilafet, Şeriat
ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı, aynı gün çıkarılan
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim ve öğretim
birleştirildi. İnkılâp alanında atılan bu büyük adımlar,
inkılâp karşıtı gruplarda olumsuz etkiler yaptı.
Ülke ekonomisinin durumu, dış ticaret üzerindeki
giderek artan baskılar ve laik reformların hızla devam
etmesi karşıt güçlerin hoşnutsuzluğunu artırmıştır.
Bütün inkılâpların arkasında Mustafa Kemâl Paşa
bizzat bulunduğu halde, halk tarafından sevilen ve
tanınan bir ldşi olması sebebiyle eleştiriler Başbakan
İsmet Paşa üzerinde odaklanmıştır. Halk partisine karşı
artan tepkiler bir süre sonra parti içinde ayrılığa yol
açmış, bir kısım tanınmış simalar partiden ayrılma
yolunu tercih etmiştir. Ordu müfettişliğinden istifa
ettikten sonra meclise giren Kâzım Karabekir ve Ali
Fuat(Cebesoy) paşalar, Rauf(Orbay), Refet(Bele)paşa,
Adnan (Adıvar), İsmail (Canbulat) ve birkaç
milletvekili Halk Partisinden ayrıldıktan sonra
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı altında )'eni bir
siyasî parti kurmuşlardır. (17 Kasım 1924)16
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nm doğması normal
demokratik şartlar içerisinde olmadığından, meclis
içinde iki farklı görüşte grup oluşmuştur. Görüşmelere
muhalefet olarak katılan Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası taraftarları hükümetten pek çok konuda
açıklamalar istemiş, İsmet Paşa'nın hükümetine karşı
48
çok sert muhalefet yapmışlardır. 1925 Bütçe
görüşmelerinde parti görüşlerini açıkça ortaya
koymuştur. 15 Şubat 1925 T.B.M.M a'şan kaldırmış,
muhalefet bu devrede eleştiriyi giderek
yoğunlaştırmıştır. Muhalefet, ara seçimlerde
partilerinin baskı gördüğünü söyleyerek, iktidarı baskı
yapmakla suçlamışlar ve Ankara İstiklal Mahkemesine
idam yetkisi verilmesine şiddetle karşı çıkmışlardır.17
Doğu Anadolu'da 13 Şubat 1925 te Şeyh Sait İsyanı
patlak verdi. Ülke Lozan'da çözülemeyen sorunların
çözüleceği sırada ciddi bir bunalımla karşılaştı. Olayın
ciddiyeti anlaşılınca 4 Mart 1925 de Takrir-i Sükun
Kanunu kabul edilerek isyanın bastırılması için İstiklal
Mahkemelerinin
kurulması
kararlaştırıldı.18
Terakkiperver Cıunhuriyet fırkasına taraftar olan
kişilerin, Cumhuriyete karşı olan kimselerden
oluşması19 aynı zamanda ayaklanmada rolleri
bulunduğunun öne sürülmesiyle 5 Haziran 1925'de
parti kapatıldı.20 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının
kapatılmasından sonra 1930 yılma kadar inkılâp
hareketlerine büyük bir hız verildi.
1928-1929 yıllarının iyi bir mahsul yılı olmaması, ülke
dışında bütün dünyayı saran bir ekonomik bunalımın
bulunması ülkenin durumu çok zorlaştırdı. Ülkenin
içinde bulunduğu durumdan C.H.P sorumlu tutulduğu
gibi, parti içinde bulunan bazı kişilerinde partiyi
kullanarak çıkar sağlama yoluna gitmeleri, halk
arasında partiye karşı tepki doğmasına ve
hoşnutsuzluklara neden oldu. Liberal siyasete taraftar
olanlar, tek parti idaresinin giderek kuvvetini
arttırması, ekonomi üzerindeki baskısını
fazlalaştırmasım endişe ile karşılamaktaydı.
İnkılapların gerçekleştirilmesi döneminde Tek Parti
uygulamalarını haklı bulmuşlar ve bu uygulamalara
daha sonra devam edilmesine şüphe ile bakarak,
"normal" uygulamaların başlayacağı bir devreyi
gözlemeye başlamışlardır.
Serbest Cumhuriyet Fırkası bu olaylar ve şartların bir
sonucu olarak doğmuştur.21 S.C.F, normal demokratik
şartlar altında aynı fikre sahip, aynı inancı paylaşan
kişilerden ve kuruluşlardan meydana gelmiş, bizzat
Mustafa Kemâl Paşa'nın isteği doğrultusunda Fethi
Bey'in görevlendirilmesi ile22 12 Ağustos 1930 da
17
-Tunaya, a.g.e, s. 610
-Karpat,a.g.e, s.45-46 19-Mahmut Goloğlu,Tek
Partili Cumhuriyet (1931-1938), Ankara, 1974 s. 3 2('Karpat, a.g.e s.45-46 21-Karpat, a.g.e, s.61
22
-Çetin Yetkin, Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı»
İstanbul, 1982 s.39
18
12
-Tunçay . a.g.e, s.47-48
-Kemal H.Karpat, Türk Demokrasi Tarihi,
İstanbul, 1967 s.42
14
-Tunçay, a.g.e, s.57
1
-Ömür Sezgin, Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal
Rejim Sorunu, Ankara, 1984 s. 134
13
16
-Karpat, a.g.e, s.44-45
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
resmen kurulmuştur. 23 Bu, "Güdümlü
yaratma düşüncesinin" bir devamıdır. 24
49
muhalefet
S.C.F. C.H.P'ye karşı muhalefetin giderek artırdı ve
muhaliflerin desteğiyle Atatürk'ün tahmininden daha
fazla güçlendi. Bu desteğin içinde inkılapları ve millî
birliği tehtit eden fanatik unsurların varlığı endişeye
neden oldu. S.C.F'nin kısa sürede ülke genelinde genel
seçimleri kazanacak duruma gelmesi bu endişeleri
artıran bir başka nedendi. Mustafa Kemâl Paşa partiler
arasında tarafsız kalacağını belirtmesine rağmen,
gelişmeler karşısında C.H.P'yi destekleme kararı aldı.2i
Fethi Bey'in Mustafa Kemâl Paşa'ya, partiler arasında
tarafsız kalmasını söylemesiyle, C.H.P'liler bunun
üzerine. Mustafa Kemâl Paşa ile Fethi Bey'i karşı
karşıya getirmek yolunda tahriklere giriştiler. Fethi
Bey dununun kötüye gittiğini görerek, Mustafa Kemâl
Paşa ile karşı karşıya gelmek istemediği için 17 Kasım
1930 tarihinde S.C.F.'yi kapatma kararı aldı.26 Partinin
kapatılmasında Ekim ve Kasım ayları içerisinde
yoğunlaşan tartışma ortamının büyük etkisi oldu.27
T.C.F'nin kapatılmasından sonra, iyi niyetle kurulan
S.C.F ile başlatılan çok partili hayata geçiş, ikinci kez
başansızlıkla sonuçlanmış oldu. S.C.F siyasî arenada
12 Ağustos 1930 tarihinden 17 Kasım 1930 tarihine
kadar, üç buçuk ay (97 gün) kalabilmiştir.28
S.C.F'nin kapanmasından sonra C.H.P. Avmpa'daki
totoliter rejimlerden etkilenerek, kendisini devlet ve
milletle bir tutmaya başlamış ve ülkedeki kontrolü
eline alarak tahakkümünü arttırmıştır. 1931 yılı parti
kurultayında Cumhuriyetin altı ana prensibi tespit
edilmiş, 1935 Kurultayı'nda Parti Genel Sekreterinin
İçişleri Bakanı tayin edilmesi kararlaştırılmıştır. Valiler
hem mülki idarenin hem de parti teşkilatının başına
getirilmiştir. Bölge müfettişleri de parti ve devlet
işlerini denetlemekle görevlendirildiler. Bu
gelişmelerin sonucunda bütün millet C.H.P'nin üyesi
kabul edildi.29
10 Kasım 1938 tarihinde Mustafa Kemâl Atatürk'ün
ölümüne kadar durum böyle devam etmiş. Atatürk'ten
sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü zamanında bu
siyasette yumuşama olmadığı gibi rejim daha fazla
23
-Karpata.g.e s.62 24-Dr.Esat Öz.Serbest Cumhuriyet
Fırkası Denemesi nedenleri ve sonuçlan Sosyo-Politik
Yoldaşım, Nisan/Mayıs 1993,s.48 "-Preston Hughes,
Atatürkçülük ve Türkiye'nin Demokratikleşme
Süreci, İstanbul, 1993, s.60-61 ~6-Karpat, a.g.e. s.62-63
2
-Dr.Esat Öz, Serbest Cıunhuriyet Fırkası
Denemesi:nedenleri ve sonuçlan Sosyo-Politik
Yaklaşım, Nisan/Mayıs 1993,s.49 28-Tekin Erer.
Türkiye'de Parti Kavgaları, İstanbul, 1963, s.69 29Karpat ,a.g.e, s.68
sertleştirilmiştir. Laik tutumlara hız verilerek, dil
devrimi şiddetlendirilmiştir. Hükümet parti hükümeti
haline getirilerek parti daimi başkanı ve
Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, milletin ve devletin
sembolü olarak yüceltilmiş,30 bu uygulamaların
etkisiyle C.H.P'ye karşı, şiddetini giderek artıran
tepkiler kendini göstermeye başlamıştır. Milletvekili
olarak Hikmet Bayur, basın olarak Ahmet Emin
Yalman bu muhalefetin başım çekmiştir. Halktan gelen
yakınmalar muhalefeti daha fazla güçlendirmiş, bu
durum tek partinin disiplinini bozmuştur.
C.H.P kendisine yönelen bu eleştirileri bir süre sonra
ciddiye almaya başlamış ve 1944 yılı başlannda partiyi
kullanarak kendisine çıkar sağlamak isteyenler için
araşunna yapılması konusunda bir komisyona rapor
hazırlatmıştır. Hazırlanan komisyon raporu
T.B.M.M.'de görüşmeye açılılmca büyük tartışmalar
meydana gelmiş, mecliste büyük heyecan yaşandığı
gözlenmiştir. Bu görüşmelerde İstiklâl Mahkemelerinin
tekrar kunümasını teklif edenler bile çıkmıştır.
Görüşmeler sonunda Başbakan Şükrü Saraçoğlu 23
Mart 1944 günü Meclis Grubundan gizli oyla güven
oyu isteyince 251 beyaz (olumlu) oya karşılık 57
kişinin kırmızı (olumsuz) oy kullandığı, 100 den fazla
milletvekilinin de oylamaya katılmadığı görülmüştür.
Bu durum tek parti rejiminde şaşkınlık oluşturmuştur.
II.Dünya Savaşının verdiği sıkıntılar tek parti rejimim
sarsarak, fikir ve kanaatlerin değişimine yol açmıştır.
Bu dönemden itibaren sıkıntıların kaynağı olarak tek
parti rejimi görülmüş ve muhalefet mekanizmasına
süratle ihtiyaç olduğu görüşü kuvvetlenmiştir.31
Türkiye'de siyasî tablo böyle iken, II.Dünya Savaşı
devam etmekteydi. 6 Haziran 1944 tarihinde
Normandiya kıyılarına yapılan Müttefik çıkartmasıyla,
Almanlara karşı üstünlük sağlandı. Türkiye,
Almanlann savaşı kaybedeceklerini görünce rahatladı.
Savaş içerisinde sürekli savaşa girme ısrarlarını yerine
getirmek ve bu yolla müttefikleri memnun etmek için 2
Ağustos 1944 tarihinde Hitler Almanyası ile siyasî ve
ekonomik bağlanın kopardı. Müttefik devletlerle
yakınlaşması artan Türkiye, Birleşmiş Milletler
Beyannamesi'ni kabul ederek, Almanya ve Japonya'ya
karşı savaş ilan etti.32 Müttefiklere karşı uzun süre
direnen Japonya'ya 14 Ağustos 1945'te atılan atom
bombolanyla dünyayı yıllarca kana boyayan savaş
sona erdi. Japonya'nın teslim olmasından bir gün sonra
Birleşmiş Milletler Anayasa'sını kabul etmek üzere
30
-Karpat, a.g.e, s.69-70
-Rıfkı Salim Burçak, Türkiye'de Demokrasiye
Geçiş 1945-1950, Ankara, 1979, s.33-34 32-Talat
Köseoğlu, Demokraside Davalarımız,
İstanbul 1962. s.222
31
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı: 3
toplanılmış. Sanfransisko'da kabul edilen kararlar
aynen T.B.M.M tarafından tastiklenmiştir.33
11-1945 ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYATA
GEÇİŞ
A-ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYATA
GEÇİŞİ SAĞLAYAN DIŞ FAKTÖRLER
II.Dünya Savaşı'nı Türkiye'nin müttefiki olan hür
devletler tarafı kazandı. Müttefikler savaşın
olumsuzluklarını ortadan kaldırmak ve yeni dünya
düzenini hürriyet esasları üzerine kurmak için
Sanfransisko şehrinde bir araya gelerek "Birleşmiş
Milletler Teşkilatı" m kurmaya çalıştılar.34 Bu
teşkilatın oluşması için toplanan Sanfransisko
Konferansına Türkiye 5 Mart'ta resmen davet olundu.
Sanfransisko Konferansına katılan Türkiye, Birleşmiş
Milletler Teşkilatının kurucuları arasmda yer aldı.35
Sanfransisko Konferansına giden heyette bulunan
Feridun Cemal Erkin, "İsmet Paşa, Amerikalıların
sorması halinde, en kısa zamanda demokrasiye
geçileceğini söylemeleri talimatını vermişti."
demektedir.36 İkinci Dünya Savaşım demokrasi
cephesinin kazanması, bütün dünyada demokrasinin
yayılması yolunda etkili oldu. Türkiye'de dünyayı
etkileyen bu demokratikleşme akımına uydurmak
zorunda kaldı. Bu dış faktörler demokrasiye geçiş
çalışmalarını hızlandırdı.37 II.Dünya Savaşı sonrası
diktatörlüğe dayanan tek parti yönetimlerinin gözden
düştüğü demokratik uygulamaların arttığı bir dönem
oldu.38
Türkiye'nin II.Dünya Savaşı sonunda demokratik
ülkelerin siyasî yelpazesinde yer almasını sağlayan
önemli bir gelişme Sovyetler'in galip devletler arasında
yer alması ve Türkiye'den toprak istemeleri olmuştur.39
Sovyetler Birliği, Mart 1945'te verdiği bir nota ile 17
Aralık 1925 Dostluk ve Saldırmazlık Andlaşmasının
süresini yeni oluşan şartlara uymadığı için
uzatmayacaklarım açıkladı. Sovyetler Birliği, yeni
şartlara uyum sağlanması için Montreaux Anlaşmasıyla
oluşan durumun değiştirilmesini, doğu sınırlarımızda
33
-Erer,a.g.e, s.69
34
-Erer, a.g.e, s.69-70 33Ahmet Şükrü Esmer-Oral
Sander, "İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası",
Olaylarla Türk Dış Politikası, C.I 7 Alkım Kitabevi,
Ankara, 1989 s. 184 36-Şükrü Karatepe, Darbeler,
Anayasalar ve Modernleşme, İz Yayıncılık. İstanbul,
1993, s.202 3 -Karpat, a.g.e, s. 123 38-Karatepe, a^g.e
s.200
39
-Cemıl Koçak, Türkiye'de Millî Şef Dönemi 19381945, Ankara. 1986 s.386
50
ise kendi lehlerine değişikliklerin yapılmasını istedi.40
Bu durum Türk-Sovyet ilişkilerini kopma noktasına
getirerek, savaş ihtimalini ortaya çıkarmıştı. Sovyet
tehlikesi ile karşı karşıya kalan Türkiye; batılı
müttefiklerden destek arama yoluna gitti. Türkiye'nin
demokratik cepheye yakınlaşmasında Sovyetler
Birliği'nin bu politikasının önemli bir etkisi oldu.41
Türkiye'de çok partili siyasî hayatın oluşumunda dış
etkenler önemli olmakla birlikte, zorlayıcı ve baskıcı
bir şekilde olmamıştır. Buna rağmen, bu durumun
Amerika'ya şirin görünmek isteyen C.H.P.'nin bir
taktiği olduğu düşüncesini taşıyanlar olmuştur. Bu
dönemde Amerikan dostluğunun millî bir gelenek
şeklinde yerleşmesine çalışıldığı da inkar edilemezdi.42
İkinci Dünya Savaşı'mn getirdiği ekonomik ve siyasal
sıkıntılardan Türkiye savaşa fiilen girmediği halde
doğrudan etkilenmiş ve hükümete karşı muhalefetin
güçlenmesinde önemli rol üstlenmiştir.
B-ÇOK PARTİLİ SİYASÎ HAYATA
GEÇİŞİ SAĞLAYAN İÇ FAKTÖRLER
Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulması yolunda insan
haklarım güvenlik altına alma çalışmaları artarken,
Türkiye'nin bu faaliyet içerisinde yer alması olumlu bir
gelişmedir. Bu gelişmeler Türk siyasî hayatma zamanla
yerleşecekti.43 C.H.P, A.R.M.H.C, Halk Partisi, C.H.P
olarak siyasî areneda giderek gelişmiş,44 Türk siyasî
hayatma 1919-1950 arasmda damgasını vurmuştu.
C.H.P, II.Dünya Savaşa'nm meydana getirdiği
problemleri savaşın sonunda bütün ağırlığı ile
yaşamaya başlamıştı. C.H.P'nin yaptığı uygulamalar
hükümete ve partiye karşı sessiz ama giderek artan bir
muhalefetin doğmasına yol açtı. C.H.P'ye karşı
muhalefetin oluşmasını etkileyen sebepleri iki başlık
altında görebiliriz.
a-Ekonomik Sebepler
4
"-Karatepe, a.g.e, s.201
-Koçak, a.g.e, s.386
42
-Köseoğlu, a.g.e, s. 23 2, Avukat Talat Köseoğlu,
Amerika'nın gerçek demokrasiyle yönetilen ve
kamuoyunun etkisinde hareket eden bir ülke olduğunu
bahsettikten sonra, "Şu halde ideal olan Amerikan
dostluğunu sağlayabilmemiz için Amerikan halkının
itimat ve sempatisini kazanmamız icap ediyordu.
Amerikan milleti, demokratik bir rejimle idare
edilmeyen bir devlete karşı samimi olarak sempati
duyamaz ve böyle bir milletle de ciddi bir ittifaka
girişmezdi, "demektedir.
43
-M.Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, İstanbul, 1968
s.252
44
-Tank Zafer Tımaya, İslamcılık Cereyanı, İstanbul,
1962 s. 189
41
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
Türkiye II.Dünya Savaşma fiilen girmediyse de savaşın
getirdiği her türlü olumsuzluktan etkilenmiş, savaş
sürecinde yapılan askeri harcamalar ülke ekonomisini
sarsmıştır.b Savaş yılları boyunca pahalılık, yokluk ve
çeşitli sıüstimaller ile karşılaşılmıştı. Savaşa
katılmayan ülkede, savaşa katılan ülkelerde bile
görülmeyen derecede pahalılık, ihtikâr ve
spekülasyonlarla karşılaşılması C.H.P hükümetine
karşı artan bir memnuniyetsizlik oluşturmuştur.46 Bazı
yerel birimlerin idarecilerinin kendilerine sağladığı
nüfuz, merkezi teşkilattaki ayrıcalıklı zümreyi gölgede
bırakmıştır.17 18 Ocak 1940 tarihinde Millî Korunma
Kanunu'nun çıkarılması ekonomi üzerinde büyük bir
baskı oluşturmuş,48 Millî Korımma Kanunu'ndan sonra
1942 yılında Varlık vergisi çıkarılmıştır. Varlık
vergisinin tüccar, emlak sahibi, büyük toprak
sahiplerinden almmaya çalışılması C.H.P. içindeki
toprak sahipleri ile C.H.P'm'n yollarının ayrılmasında
önemli bir etki yapmıştır.
C.H.P' ye karşı muhalifleri artıran başka bir dunun da
mahsulün savaş içinde tarlada tahmininin yapılması idi.
Görevlendirilen memurların hububatın kıt olduğu
dönemde yaptıkları sıüstimaller halkın sıkıntılarım
51
bırakılmış, köylü ekonomik yapının baskısı üzerine
binince acil ihtiyaçlannı karşılayamaz olmuştu.52
İşçi kesiminde de, iş güvenliği, sosyal şartlanıl
iyileştirilmesi ve sağlık konulannda, 1945 yılma kadar
çağdaş bir düzenleme yapılmış değildi. Bu çağdaş
düzenlemeyi gerçekleştirmek için 27 Haziran 1945
tarihinde Sendikalar Kanunu çıkanlmış, 22 Temmuz
1945'te Çalışma Bakanlığı kurulmuş, ancak bu
girişimlerde
işçi
ücretlerinin
53
iyileştirilmesinde etkili olmamıştır.
İş dünyası açısından duruma bakıldığında iş adamları,
büyük toprak sahipleri savaş içerisinde hükümetin
çıkardığı, Varlık Vergisi, Çiftçiyi Topraklandırma
Kanunu uygulamalanndan büyük ölçüde rahatsız
olmuşlardır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanun tasarısı
1945 Mayıs'mda 7 aylık bütçe görüşmeleri sırasında
yoğun eleştiri almıştır. Tasarı, 11 Haziran 1945'te
kanunlaşmış fakat kanun hayata geçirilememiştir. Bu
uygulamalar toplumun bu kesimini mevcut iktidara
karşı harekete geçiren önemli bir etken olmuş,34 ticaret
burjuvazisi ve büyük toprak sahipleri C.H.P'nin
karşısına organize bir güç olarak çıkma hazırlıklarına
başlamışlardır.
49
arttırmıştır. 26 Nisan 1944 tarihli Toprak Mahsulleri
Vergisi Kanunu ile ortaya çıkan bu dunun küçük köylü
ile hükümeti karşı karşıya getirmiştir.
C.H.P'yi ekonomik istikrarın sağlanamaması,
devletçilik politikasının olumsuz etkileri, tek parti
meclisinin almış olduğu 50 kararları yukarıdan aşağıya
uygulaması
yıpratmıştır.
b~Sosyal Sebepler
Sosyal sonullardan en fazla etkilenen toplumun
çoğunluğunu oluşturan köylü kesimi olmuştur. 1945
yılında toplam nüfusun %83'ü köylerde otumyordu.51
Tek parti iktidarının jandarma vasıtası ile köylü
üzerindeki baskısı artmış, köylü tarifi güç bir
hürriyetsizlik dönemi yaşamaya başlamıştır. Bu
dönemde milletin efendisi köylü; jandarma ve
tahsildardan, yol ve tanm ürünleri vergilerinden
yakınmıştır. Altı liralık yol vergisini ödeyemeyenler
günlerce yollarda ve madenlerde çalışmak zorunda
~-Yahya S.TezeLCumhuriyet Döneminin İktisadi
Tarihi (1923-1950), Ankara 1982 s. 162
46
-Burçak ,a.g.e. s.25-26
4
-Köseoğlu,a.g.e, s.239
48
-Korkut Boratav, Türkiye'de Devletçilik, Ankara,
1982 s. 246
49
-Burçak, a.g.e. s.29-30, Ayın Tarihi, No. 130, (Mayıs
1945). s.95
i0
-Tunaya, İslamcılık Cereyanı, s. 189
5!
-Karpat.a.g.e, s.91
c-Siyasal sebepler
C.H.P, muhalefetin güçlenmesi ve mecliste "Tek Parti"
rejiminin özelliğine uymayan bir şekilde doğmasına ilk
anda kabul edemezdi ve bu çalışmalara izin vereceği
de düşünülemezdi.55 Ortaya çıkan ve inkar edilemeyen
bir gerçek, tek parti devrinin sonunun yaklaşmış
olmasıydı.
1939 yılında yapılan 5.Kurultay'da C.H.P. "Müstakil
Grap" adı alan, C.H.P'den bağımsız hareket eden bir
grap çıkardı. Bu grup, yapı olarak muhalefet yapacak
bir dununda değildi. 1931 yılından itibaren milletvekili
adaylan listelerinde bir kısım adaylıklar boş
bırakılıyor, meclise sınırlı sayıda partili olmayan
milletvekili girmesi sağlanıyordu. 1939 yılında kumlan
"Müstakil Gmp", bu dönemde mecliste bulunan ve
partili olmayan 20 milletvekilinden oluşuyordu. Parti
başkanlığına bağlı ve hükümeti eleştirme görevi olan
bu grup, parti içi gmp toplantılarına ve oylamalarına
katılamıyordu. C.H.P bu yolla örgütlü muhalefetin
varlığına izin venniş görünüyordu. Sonuç olarak, Şefe
4
?
~-Burçak, a.g.e, s.27
"-Mithat Atabay, Çok Partili Dönemde Bir
Muhalefet Partisi: Millet Partisi (20 Temmuz 1948 27 Ocak 1954) Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara,
1991, s. 16
?4
- Burçak, a.g.e, s.34-35
Ss
-Koçak, a.g.e, s.388
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
bağlı olan müstakil grup milletvekilleri, Şefin
görüşlerinin savunulması dışında, iktidara karşı gerçek
bir muhalefet yapamamışlardır.56 Parti içi örgütlü
muhalefete izin verilmesi gerçek bir muhalefet ortamı
yaratmaya yetmemiştir..
19 Mayıs 1945 tarihine gelindiğinde, gerçek
muhalefete duyulan ihtiyaç arttı. Bu sebeple İsmet
İnönü verdiği nutukta demokratik uygulamaların
artacağı, hükümetin yaptığı işlerin iyi bir şekilde
kontrol edileceğini belirterek, kendi ağzından çok partli
siyasî hayata geçileceği müjdesini verdi.v
Ülke içinde ve dışında gelişen olayların etkisi yanında,
muhalif bir partinin doğması Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü tarafından da istenmiştir. CıUTihurbaşkam İsmet
İnönü'nün muhalif bir partinin doğmasını istemesinin
sebepleri nelerdir? Bunu kısaca değerlendirmek
gerekirse: İsmet İnönü'nün politika tarihimiz
içerisindeki yerine bakmalıyız. İsmet İnönü, C.H.P.
Genel Başkan Vekili ve zaman zaman Başbakan olarak
görev yapmıştı. Cumhuriyet Döneminde 1924 T.C.F ve
19.10 S.C.F ııin kapatılmasında etkili olmuştu. Gelecek
nesillerin kendisini, "Tek Parti"nin hamisi, demokrasi
düşmanı olarak tanıyacağını düşündüğünden. 1945'de
52
Cumhurbaşkanlığı gibi en yüksek makamda
bulunduğu sırada ve kendisine büyük bir rakip kabul
ettiği Mareşal Fevzi Çakmak'ı emekliye sevk ederek,
muhalefet için zemini hazırlamıştı. Hikmet Ba3aır'un
muhalefeti bayraklaştırması ve başına felaket
gelmemesi de tenkit ve tartışma ortamının doğmasına
neden olmuştu.58
Mayıs 1945 te B.M.M. nde Toprak Kanunu ve 7 Aylık
Bütçe gibi iki önemli konu görüşülmekteydi. Bu kanun
teklifi ve bütçe konusunda çok şiddetli tartışmalar
oluyordu. Aynı /amanda 7 Haziran seçimleri içinde bu
devrede çalışmalar luzla sürüyordu. Muhalefetin bir
partileşmeye doğru gideceğine kesin gözü ile
bakılıyordu. Partiyi kuracak olan muhaliflerin
kendilerini göstermeleri an meselesiydi. 7 Aylık
Bütçenin görüşülmesi sonunda. Başbakan Şükrü
Saraçoğlu'nun 29 Mayıs 1945 tarihinde B.M.M'den
güven oyu istemesiyle düğüm çözüldü. Yapılan
oylamanın sonucunda 359 mebusun Saraçoğlu
hükümetine oy vermesi ve 7 mebusun red oyu vermesi
muhalefeti ortaya çıkardı. Red oyu verenler, Manisa
Mebusu Hikmet Bayur. Kütahya Mebusu Recep Peker.
İzmir Mebusu Celal Bayar, Eskişehir Mebusu Emin
Sazak. İçel Mebusu Refik Koraltan, Aydın Mebusu
Adnan Menderes. Kars Mebusu Fuat Köprülü idi.y;
56
-Karatcpc. a.g.e? s. 199-200
-Hughes, a.g.e s.77, Karatepe, a.g.e, s.202, Seden,
a.g.e, s.53-54, *Aym Tarihi. Basın Yayın Umum
Müdürlüğü. 1-31 Mayıs 1945 Sayı. 138* (İnönü'nün 19
Mayıs 1945'te Türk Gençliğine hitabından alınmıştır.),
s.52-53
"Türk Gençleri!
Memleketimizin siyasî idaresi.Cumhuriyetle
kurulan halk idaresinin her istikamette ilerlemeleri ve
şartlarıyla gelişmeye devam edecektir. Harp
zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren
darlıkları kalktıkça memleketin siyaset ve fikir
hayalında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde
hüküm sürecektir. En büyük demokrasi müessesemiz
olan B.M.ML ilk günden itibaren idareyi ele almış ve
memleketi demokrasi yolunda mütemadiyen
ilerletmiştir. Büyük meclisin şimdiye kadar parlak bir
surette ispat ettiği hakikat: halk idaresinin memleketi
serbest düşüncelere ve hürriyet hayatına alıştırıp
eriştirmesi ve geçmişte olan otoriter idarelerden daha
kuvvetli olarak vatanda anarşiyi ve sözü ayağa
düşürmeyi kaldırması olmuştur. Büyük meclis az
zaman içinde büyük inkılaplar geçirmiş bir milletin
sarsıntılara uğramadan.daha ziyade ilerlemesini temin
edecektir."
*Ay ın T a r i h i , B a sın Yay ın U mu m
Müdürlüğü." 1-31 Mayıs 1945, Sayı. 138. s~53
"-Türk Milleti İkinci Cihan Harbinde siyasî ve
manevi bakımdan teiniz ve başarılı bir imtihan
geçirmiştir. B.M.M'nin kudreti elinde olan millet
idaresi, demokrasi yolunda olan gelişmesinde devam
edecektir."
?
7 Muhalif Mebusun bu oylama ile ortaya çıkması ve
Recep Peker'in de muhalif Grubun içinde olması C.H.P
çevrelerinde şaşkınlık yaratmıştır.6" Bu grubu dağıtmak
ve tehlikeyi çabuk atlatmak gerekliydi. Hemen
hükümette değişikliğe gidildi, C.H.P Genel
Sekreterliğinden Mahmut Şevket Esendal ayrıldı,
yerine Naiî Atıf Kansu getirildi. Ticaret
61
Bakanı Celâl Sait Siren'in verine Raif
Karadeniz atandı.
7 Haziran 1945 tarihinde yeni bir muhalefet grubu
ortaya çıktı. Manisa Mebusu Rıdvan Nafiz Ergüder,
Bilecik Mebusu Kasım Gülek, Urfa Mebusu Kudsi
Tecer C.H.P genel idare kurulundan istifa eltiler. Bu
durum C.H.P. içinde yeni bir sıkıntı doğurdu. C.H.P
parçalanmaları engellemek için parti disiplinini
hatırlatarak, isteklerin gözönünde tutulacağını
bildirdi.62
C.H.P'nin etkisiz hale getiremediği Celâl Bayar, Adnan
Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü. C.H.P Meclis
Grubuna 7 Haziran 1945 tarihinde "Dörtlü Takrir"
verdiler. Takrirde, çok partili hayata geçişi
engelleyecek yapıda olan kanun ve tüzüklerin
değiştirilerek, demokratik hayatı engellemeyecek
r. a.g.e. s.70 v;-Tekin Erer. a.g.e, s.71.
Koçak,a.g.e, s.382 r>"-Koçaka.g.es.382 61 -Faik Ahmet
Barutçu, Siyasî Anılar (1939-1954),
İstanbul, 1977 s.290-291
6
"-Erer.a.g.e. s.73
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
dununa getirilmesi isteniyordu. 63 Takrir partide
fırtınalar kopardı. Çankaya'da İnönü'nün başkanlığında
görüşmeler yapılarak, takririn reddi ve imza
sahiplerinin hırpalanmaları kararı alınmış,61, takrir 12
Haziran 1945 tarihindeki parti grup toplantısında
okunmuş/0 tartışmalar 7 saat kadar devam etmiştir.
Başbakan son sözü alıp, bu tekliflerini geri
çekmelerini, bu istekleri görüşme yerinin B.M.M
olduğunu söyleyerek müzakereleri bitirmiş, bundan
sonra oya sunulan "Dörtlü Takrir" reddedilmiştir.66
İnönü bu nedenle bir açıklama yaparak "muhalefeti
parti içinde yapmamalarım, istiyorlarsa yeni bir parti
kurmalarını ve mücadelelerini orada yürütmelerini"
söylemiştir.6 "Dörtlü Takrir"in reddiyle muhalif dört
kişi. parti içindeki durumları güçleştiği için birlikte
hareket etmek durumunda kaldılar. 6S
C.H.P. 17 Haziran 1945'te yapılacak ara seçimlerde
adayları kendisi belirlememişti.69 Bu durum C.H.P. nin
yumuşama politikası içerisine girdiğini gösteriyordu.
17 Haziran 1945 ara .seçimlerinin yapılmasından sonra
ülkenin yeni bir döneme girdiğini gösteren bir durum
gelişti. Türkiye'de ikinci bir partinin kurulması için
müracaat yapıldı. İlk düşünülen, bu müracaatı yapanın
"Dörtlü Takrir"'i verenler olduğu idi. Ancak öyle
olmadı, işadamlarından Nuri Demirağ, 7 Temmuz
1945 te İçişleri Bakanlığı'na, Millî Kalkınma Partisi'ni
kurmak için müracaat etti ve iznin verilmesiyle, 22
Eylül 1945 te C.H.P'nin karşısında ikinci parti resmen
kuruldu.''0
Türk milletinin. 1908 den itibaren başlayan çok partili
demokrasi süreci içinde fiilen rol oynamadığı, siyasî
53
hareketlerin yönetici kadro tarafından yönlendirildiği
dikkat çekmektedir. Ancak, 1945 yılma gelindiğinde
tablonun değiştiği yönetici kadro ile az ilgisi olan bazı
kimselerin arkalarına halkı alarak siyasî
teşkilatlanmayı başlattığı görülmektedir. !
"Dörtlü Takrir" sahipleri, Vatan gazetesi ile açıkça
muhalefete başladılar. Millet denetiminin sağlanması,
insan hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınması,
antidemokratik hükümlerin kaldırılması, baskıların
kaldırılması konuları üzerinde durdular.'2 Önce 21
Eylül'de Adnan Menderes ve Fuat Köprülü C.H.P'den
çıkarıldılar.'3 Sonra 28 EylüTde Celâl Bayar istifa etti.
Arkadaşlarının C.H.P'den çıkarılmasının tüzüğe aykırı
olduğunu belirten Koraltan da partiden çıkarıldı. 4
Millî Kalkınma Partisi'nin kuruluşu Cıunhurbaşkanı
İsmet İnönü tarafından da ciddi karşılanmamıştı.
İnönü, daima asıl muhalefetin meclis içerisinden
doğması gerektiği beklentisi içerisinde olmuştur.0 7
Ocak 1946 tarihinde Demokrat Partinin kurulmasıyla
beklenen olmuş, bu gelişme ile siyasî hayatımızda yeni
bir dönem başlamıştır.
KAYNAKLAR
TÖKİN F.Hüsrev. 1965, Türk Tarihinde Siyasî
Partiler ve Siyasî Düşüncenin Gelişmesi (1839-1965)
İstanbul
TUNAYA Tarık Zafer, 1952. Türkiyede Siyasî
Partiler, 1859-1952, İstanbul
S EDEN Selime, 1946 Türkiye'de Demokrasi,
İstanbul
63
-Erer. a.g.e s. 73-74. Naki Cevat Akkerman.
Demokrasi ve Türkiye'de Siyasî Partiler Halikında
Kısa notlar Ankara, 1950. s.72-75, CemEroğul.
Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İkinci Baskı
Ankara. 1990, s. 10-11
6
'-Celal Bayar. Başvekilim Adnan Menderes,
İstanbul. 1969 s.33
65
-Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam (1908-1950)
C.U. 5.Basım İstanbul, 1985 s.410
66
-Barutçu. Siyasî Anılar, s.309, Karpat, Türk
Demokrasi Tarihi s. 130
6
-Karatcpc. a.g.e. s.204
6S
-Bayar. Başvekilim, s.34, Dörtlü Takrir'in reddi yeni
bir parti kurulması için çalışmaların başlamasına yol
açtı. Samet Ağaoğlu, D.P nin Doğuş ve Yükseliş
Sebepleri, Yayma Hazırlayan: Cemil Koçak, İletişim
Yayınları. İstanbul, 1992. s.85
69
-Tcziç Erdoğan, 100 soruda Siyasî Partiler. 1.Baskı,
İstanbul 1976. s.254. Karpat. Türk Demokrasi
Tarihi, s. 129
"-Ercan Haytoğlu, Millî Kalkınma Partisi ve Siyasî
Hayatı. Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve
İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. İzmir, 1990. s.39-44
'- AğaoğhuLg.e, s.45
"-Vatan, 13. 14, 18, 22 Eylül 1945, Metin Toker,
Tek Partiden Çok Partiye 1944-1950
(Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973)
Bilgi Yayınevi. Ankara 1990, s.74-75
'-Eroğul, a.g.e, s. 11
'-Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı.
Demirkırat, Bir Demokrasinin Doğuşu, Milliyet
Yayınlan, 5.Baskı, İstanbul, 1991 s.29-31
-Muzaffer Sencer. Türkiye'de Siyasal Partilerin
Sosyal Temelleri, İstanbul, 1971 s. 194. Ulus 2 Kasım
1945, Cıunhurbaşkanı İsmet İnönü B.M.M'nin
7.Dönem, 3.Toplantısında 1 Kasım 1945 te bu konuda
şunları söylemiştir: "Bizim tek eksiğimiz, hükümet
partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır. Bu
yolda memlekette geniş tecrübeler vardır. Hatta
iktidarda bulunanlar tarafından teşvik olunarak.
teşebbüse girişilmiştir. İki defa memlekette çıkan
tepkiler karşısında bu teşebbüsün muvaffak olmaması
bir talihsizliktir. Fakat memleketin ihtiyaçları şevkiyle
hürriyet ve demokrasi havasının tabii işletmesi
sayesinde başka bir partinin kurulması mümkün
olacaktır."
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
TUNCAY Mete. 1946 Tek Parti Yönetiminin
Kurulması (1923-1931) İstanbul
KARPAT Kemâl H..1967, Türk Demokrasi Tarihi,
İstanbul
SEZGİN Ömür. 1984 Türk Kurtuluş Savaşı ve
Siyasal Rejim Sorunu, Ankara
GÖLOĞLU Mahmut 1974 Tek Partili Cumhuriyet
(1931-1938), Ankara
YETKİN Çetin. 1982 Serbest Cumhuriyet Fırkası
Olayı, İstanbul
ÖZ' Esat, Nisan/Mayıs 1993 "Serbest Cumhuriyet
Fırkası Denemesi nedenleri ve sonuçları Sosyo-Politik"
Yaklaşım
HUGHES Preston. 1993. Atatürkçülük ve
Türkiye'nin Demokratikleşme Süreci, İstanbul
ERER Tekin. 1963. Türkiye'de Parti Kavgaları,
İstanbul
BURÇAK Rıfkı Salim 1979 Türkiye'de Demokrasiye
Geçiş 1945-1950, Ankara
KÖSEOĞLU Talat 1962. Demokraside Davalarımız,
İstanbul
ESMER Ahmet Şükrü-SANDER Oral,1989."İkinci
Dünya Savaşında Türk Dış Politikası", Olaylarla
Türk Dış Politikası, C.I 7 Alkım Kitabevi, Ankara
KARATEPE Şükrü, 1993, Darbeler, Anayasalar ve
Modernleşme, İz Yayıncılık, İstanbul
Koçak Cemil, 1986, Türkiye'de Millî Şef Dönemi
1938-1945, Ankara
SERTEL M.Zekeriya, 1968,HatırIadıklarım, İstanbul
TUNAYA Tarık Zafer. 1962, İslamcılık Cereyanı,
İstanbul
TEZEL Yahya S, 1982, Cumhuriyet Döneminin
İktisadi Tarihi (1923-1950), Ankara
BORATAV Korkut 1982,Türkiye'de Devletçilik,
Ankara
54
ATABAY Mithat, 1991. Çok Partili Dönemde Bir
Muhalefet Partisi: Millet Partisi (20 Temmuz 1948 27 Ocak 1954) Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
Ayın Tarihi. Basın Yayın Umum Müdürlüğü. 1-31
Mayıs 1945 Sayı. 138
BARUTÇU Faik Ahmet, 1977, Siyasî Anılar (19391954), İstanbul
AKKERMAN Naki Cevat, 1950. Demokrasi ve
Türkiye'de Siyasî Partiler Hakkında Kısa notlar
Ankara
EROĞUL Cem. 1990 . Demokrat Parti Tarihi ve
İdeolojisi, İkinci Baskı Ankara
BAYAR Celal, 1969. Başvekilim Adnan Menderes,
İstanbul
AYDEMİR Şevket Süreyya, 1985, İkinci Adam
(1908-1950) C.II. 5.Basım İstanbul
AĞAOĞLU Samet .1992, D.P nin Doğuş ve Yükseliş
Sebepleri, Yayma Hazırlayan:Koçak Cemil, İletişim
Yayınlan, İstanbul
TEZİÇ Erdoğan. 1976. 100 soruda Siyasî Partiler,
I.Baskı, İstanbul
HAYTOĞLU Ercan, 1990, Millî Kalkınma Partisi ve
Siyasî Hayatı. Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk
İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İzmir
Vatan. 13, 14, 18, 22 Eylül 1945
TOKER Metin. 1990, Tek Partiden Çok Partiye
1944-1950 (Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları
1944-1973) Bilgi Yayınevi, Ankara
BİRAND Mehmet Ali ,DÜNDAR Can, ÇAPLI Bülent,
199LDemirkırat, Bir Demokrasinin Doğuşu, Milliyet
Yayınlan. 5.Baskı. İstanbul
SENCER Muzaffer, 1971, Türkiye'de Siyasal
Partilerin Sosyal Temelleri, İstanbul
UIus2KasmU945
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
55
BUCA EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNE YÖNELİK
TUTUMLARI
THE ATTITUDES OF THE STUDENTS AT BUCA FACULTY OF EDUCATION TOVVARDS TEACHING
PROFESSION
Abdurrahman TANRIOGEN
ÖZET
Bu araştırmanın amacı Buca Eğitim Fakültesi
öğrenci/erinin öğretmenlik mesleğine yönelik
tutumlarını incelemektir. 1995-96 öğretim yılının
ikinci yarıyılında Buca Eğitim Fakültesi'nin
onbeş bölümünde öğrenim gören 397 öğrenci
üzerinde yürütülen çalışmada, veriler
araştırmacı tarafından geliştirilen Liken tipi bir
ölçekle toplanmıştır. Yapılan istatistiksel
analizler, öğrencilerin cinsiyetleri ve öğrenim
gördükleri bölümü ÖSYS'deki tercih sırası ile
tutum puanları arasındaki ilişki anlamlı,
öğrenim gördükleri bölüm ve sınıf ile tutum
puanlan arasındaki ilişki anlams>z bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler Tutum, Öğretmenlik
Mesleği
GİRİŞ
Hiç kuşkusu/, okullardaki eğitiın-öğrelim sürecinin
önemli bir parçası öğretmenlerdir. Millî Eğitim
Sisteminin temel amaçlarına ulaşılmasında önemli
roller oynayan öğretmenlerin bu işlevlerini yerine
getirebilmeleri, iş doyumlarının olumlu yönde
olmasıyla olanaklıdır. Çünkü Herzberg'in (1976) İki
Etken kuramına dayalı olarak yapılan araştırmalarda,
öğretmenlerin, işlerim severek ve isteyerek yaptıkları
durumlarda iş doyumlarının yüksek olduğu
gözlenmiştir. Medved (1981). Schackmuth (1979).
VVeaver (1977) ve Holdavvay (1978) gibi
araştırmacıların yaptıkları araştırmaların sonuçları da
öğretmenlerin mesleklerine bakış açılarının olumlu
olmasının iş doyumu üzerinde önemli bir etkiye sahip
olduklarına işaret etmektedir.
İş doyumunun öğretmen etkililiği ve öğretmenin işinin
her boyutuyla ilişkili olduğu, iş doyumu yüksek
öğretmenlerin hiznıet-içi eğitimlerine önem verdikleri
ve çevre ile daha sağlıklı ilişkiler kurduğu pekçok
araştırmacı tarafından ortaya çıkartılmıştır (Chase,
ABSTRACT
The purpose ofthis research is to investigate the
attilııdes of the stııdents at Buca Faculty of
Fdıtcation towards teaching profession. The
sample of the research w as composed of 397
stııdents who were studying at fifteen
departments of Buca Faculty of Education in the
second seme ster of 1995-96 teaching ye ar. The
dala was collected by an attitude scale in Liken
type developed by the researcher. Af ter the
statistical analysis, stııdents' gender and
preferences about their departments during the
university entrance exams \vere, and their
departments and grade levels were not found
slatistically signifıcant \vith their attitude scores.
Key Words: Attitude, Teaching profession
1985, s: 18). O halde, öğretmenlerin iş doyumunu
etkileyen, "mesleğe yönelik olumlu tutmnların"
öğretmen yetiştiren kurumlarda geliştirilmesine ilişkin
çalışmaların bir zorunluluk olduğu ortaya ç>kmaktadır.
Bu çalışmada. 1995-96 öğretim yılında Buca Eğitim
Fakültesi'nde öğrenim gören öğrencilerin öğretmenlik
mesleğine yönelik tutumları belirlenmiş ve aşağıdaki
sorulara cevap aranmıştır:
1.
2.
3.
4.
Öğrencilerin devam ettikleri bölüm
ile
öğretmenlik mesleğine yönelik tutumları arasında
anlamlı bir ilişki var mıdır?
Öğrencilerin devam ettikleri sınıf ile öğretmenlik
mesleğine yönelik tutumları arasında anlamlı bir
ilişki var mıdır?
Öğrencilerin devam ettikleri bölümü ÖSYS'de
tercih sıraları ile öğretmenlik mesleğine yönelik
tutumları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?
Öğrencilerin cinsiyeti ile öğretmenlik mesleğine
yönelik tutumları arasında anlamlı bir ilişki var
mıdır?
(Doç. Dr.) D.E.Ü. Buca Eğitim Fakültesi. Eğitim Bilimleri Bölümü Öğr. Üyesi
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
56
YÖNTEM
Bu araştırma iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Birinci
aşamada öğretmenlik mesleğine yönelik Likert tipi bir
ölçek olan ÖMYTÖ (Öğretmenlik Mesleğine Yönelik
Tutum Ölçeği) geliştirilmiş, ikinci aşamada ise
araştırmanın alt problemlerine cevap aranmıştır.
maddelerinin belirlenmesi amacıyla klasik test
teorisine göre madde analizleri yapılmış ve çalışmayan
maddeler ölçekten ç>kanlmıştır. Böylelikle, 52
maddelik son ölçek oluşturulmuştur. Ölçeğin puan
aralığı 52-260'tır. Ölçeğin güvenirliği Cronbach Alpha
ve Guttman Split-half teknikleriyle denenmiş ve alplıa
iç tutarlılık katsayısı .9408. Guttman Split-half ise
.8635 olarak hesaplanmıştır.
Verilerin Analizi
Örneklem
1994-95 öğrenim yılının ikinci yarıyılında Buca Eğitim
Fakültesi'nin on beş bölümünde öğrenim gören 3519
öğrenci arasından rastgele seçilen 1.. 2., 3. ve 4. sınıf
öğrencilerinden oluşan 397 öğrenci (%11.28) bu
araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır.
Veri Toplama Araçları
Bu araştırmada öğrencilerin mesleğe ilişkin tutumlarını
ölçmek için araştırmacı tarafından geliştirilen Likert
tipi bir ölçek olan olan ÖMYTÖ (Öğretmenlik
Mesleğine Yönelik Tutum Ölçeği) kullanılmıştır.
Öğrencilere ilişkin kişisel bilgiler yine aynı ölçek
üzerinde bulunan açık uçlu sorularla elde edilmiştir.
Tutum Ölçeğinin Geliştirilmesi
ÖMYTÖ (Öğretmenlik Mesleğine Yönelik Tutum
Ölçeği) Buca Eğitim Fakültesi'nin araştırma
kapsamına giren 15 değişik bölümünde okuyan
öğrenciler üzerinde geliştirilmiştir. İlk olarak 200
kişilik bir öğrenci grubundan öğretmenlik mesleğine
yönelik duygu ve düşüncelerini belirten bir
kompozisyon yazmaları istenmiştir. Kompozisyonların
incelenmesiyle tutum gösterdiğine inanılan 73 madde
belirlenmiştir. İkinci olarak sözkonusu maddeleri
içeren bir anket hazırlanmış ve uzman kanısı almak
üzere bir profesör, üç doçent, iki yardımcı doçent ve
bir araştırma görevlisinin incelemesine sunulmuştur.
Uzmanların "uygun" ve "uygun değil" olarak belirttiği
maddeler de değerlendirildikten sonra . anketin madde
sayısı 6 l'e düşürülmüştür.
61 maddelik ilk ölçek
maddeleri
katılıyorum", "katılıyorum", "kararsızım".
"tamamen
"katılmıyorum" ve "hiç katılmıyorum" olmak üzere beş
kategoride ölçeklenerek rastgele seçilen 100 öğrenci
üzerinde uygulanmıştır. Ölçek uygulandıktan sonra
olumlu olarak ifade edilmiş maddeler "tamamen
katılıyorum" kategorisinden başlayarak 5, 4. 3. 2. 1
olarak, olumsuz ifade edilmiş maddeler ise yine aynı
kategoriden başlayarak 1. 2, 3. 4. 5 olarak
puanlanmıştır. İlk ölçeğin çalışan ve çalışmayan
Araştırma verilerinin analizinde SPSS (The Statistical
Package for the Social Sciences) paket programı
kullanılmıştır. Problemlerin çözümünde tek yönlü
varyans analizi tekniği kullanılmış ve problemle ilgili
değişkenlerin dağılımları elde edilmiştir.
BULGULAR
Araştırma verilerinin analizi ile aşağıdaki bulgulara
ulaşılmıştır.
Birinci Alt Probleme ilişkin Bulgular
Araştırmanın birinci alt problemi, "Öğrencilerin devam
ettikleri bölüm ile öğretmenlik mesleğine yönelik
tutumları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır"
biçiminde ifade edilmişti. Tablo l'de görüldüğü gibi
tek yönlü varyans analizi sonucunda F=.3306 olarak
bulunmuştur. Bu oran p>.05 düzeyinde anlamlı
değildir.
Tablo 1. Öğrencilerin Bölümlerinin Öğretmenlik
Mesleğine Yönelik Tutum Puanlarına Etkisi (Varyans
Analizi Tablosu)
Kareler
Toplamı
Kareler
Ortalaması
F Oranı
P
5
1382.1557
276.4311
.3306
.8944*
391
326977.2650
836.2590
396
328359.4207
Değişken
Ser
lik
Best-
Kaynağı
lik
Dere
cesi
Gruplar
Arası
Gruplar
IV
Toplam
* p>.05
Elde edilen bulguların analizi sonucu, öğrencilerin
öğrenim gördükleri bölüm ile tutum puanlan arasında
anlamlı bir ilişki olmadığı belirlenmiştir. Tablo 2'den
de görüleceği gibi farklı bölümlerde öğrenim gören
öğrencilerin tutum puanı ortalamaları arasında anlamlı
bir farklılık yoktur.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
57
Tablo 2. Buca Eğitim Fakültesi Bölümlerinin Tutum
Puanı Ortalamaları
Bölümler
Eğitini Programlan ve Öğretim
Psikolojik Danışma ve Rehberlik
Tarilı-CoğraiVa-Türk Dili ve
Ed. Öğretmenliği
Sınıf Öğretmenliği
Müzik-Resim Öğretmenliği
İııgilizce-Fransızca- Almanca
Öğretmenliği
Matematik- Fi zik -Kimya
Öğretmenliği
TOPLAM
M
188.6809
S.S
47
85
194.7059
33.9603
40
43
93
195.3750
193.2093
193.3333
25.5470
26.9908
26.5872
89
192.4944
28.7086
397
193.0806
28.7957
N
28.1642
ikinci Alt Probleme ilişkin Bulgular
Araştırmanın ikinci alt problemi, "Öğrencilerin devam
ettikleri sınıf ile öğretmenlik mesleğine yönelik
tutumları arasında aıılamh bir fark var mıdır'?" şeklinde
ifade edilmişti. Tablo 3'te görüldüğü gibi tek yönlü
varyans analizi sonucunda F=. 1951 olarak
bulunmuştur.. Bu oran p>.05 düzeyinde anlamlı
değildir. Bu öğrencilerin sınıf düzeyleri ile tutum
puanlan arasında anlamlı bir ilişkinin bulunmadığını
göstermektedir. Başka bir deyişle, öğrencilerin sınıf
düzeyleri yükseldikçe öğretmenlik mesleğine yönelik
tutumları olumlu ya da olumsuz yönde
değişmemektedir
Tablo 3. Öğrencilerin Sımf Düzeylerinin Öğretmenlik
Mesleğine Yönelik Tutumlarına Etkisi
DeğişKeıılik
KaynaĞı
Gruplar
Arası
Gruplar
İcı
Toplanı
Ser-best- Kareler
Toplamı
lik
Dereces i
Kareler
F
Ortalama - Oram
sı
P
2
16591.0280
8295.5140
.0000
394
311768.3927
791.2903
396
328359.4207
10.4835
Tablo 4'den de anlaşılacağı gibi, tek yönlü varyans
analizi sonucu F=10.4835 olarak bulunmuştur. Bu oran
p<.()5 düzeyinde anlamlıdır. Bu sonuca göre bir
değişken olarak öğrencilerin öğrenim gördükleri
bölümü ÖSYS'de tercih sıralarının, onların tutum
puanlarına etki ettiği ileri sürülebilir. Tablo 5'te
öğrencilerin tercih sıraları ve tutum puanları
ortalamaları verilmektedir.
Tablo 5. Öğrencilerin Tercih Kategorilerine Göre
Tulum Puanı Ortalamaları
N
223
125
49
Tercih S>ras>
1. Grup (1-5)
2. Grup (5-10)
3. Grup (11- )
M
S.S
198.2780
188.9520
179.9592
29.1706
26.9222
26.2154
Tablo 5'ten de görülebileceği gibi öğrencilerin tercih
kategorileri değiştikçe tutum puanları ortalaması da
değişmektedir. Farklılığın kaynağını belirlemek
amacıyla yapılan Scheffe anlamlılık testinde 2. Grup
ile 1. Grup arasında .05 düzeyinde ve 1. Grubun lehine
anlamlı bir fark bulunmuştur.
Dördüncü Alt Probleme ilişkin Bulgular
Değiş
ken
lik Kay
ııağı
Gruplar
Arası
Gruplar
Kareler
Ortala
ması
F
Om-
488.2581
162.7527
.1951
393
327871.1625
834.2778
396
328359.4207
Serbest lik
Derecesi
Kareler
Toplamı
3
P
ni
.8997*
iÇi
Toplanı
Araştırmanın dördüncü alt problemi, "Öğrencilerin
cinsiyeti ile öğretmenlik mesleğine yönelik tutumları
arasında anlamlı bir fark var mıdır?" biçiminde ifade
edilmişti. Bu somya cevap verebilmek için iki grup
arasında t-testi yapılmıştır, t-testi sonuçları Tablo 6'da
verilmektedir.
*p<.()5
Üçüncü Alt Problemi ilişkin Bulgular
Araştırmanın üçüncü alt problemi. "Öğrencilerin
devam ettikleri bölümü ÖSYS'de tercih sıraları ile
öğretmenlik mesleğine yönelik tutumları arasında
anlamlı bir fark var mıdır ?" şeklinde ifade edilmişti.
Bu soruya ccvapt verebilmek için tercih sırası 1 ile 5. 6
ile 10 ve 1 l'deıı sonrası olarak üç grupta toplanmıştır.
Tablo 4. ÖSYS Tercih Sırasının Öğretmenlik
Mesleğine Yönelik Tutum Puanlarına Etkisi
Tablo 6. Kız ve Erkek Öğrencilerin Mesleğe Yönelik
Tulum Puanlarına İlişkin t-deöeri
( insiyet
Ki zlar
Erkekler
N
214
183
M
196 .4486
189 .1421
SS
25 754
31 607
t-değeri
2.50*
*p<.05 düzeyinde anlamlıdır.
Bu sonuca göre, kız öğrencilerin erkek öğrencilere
oranla mesleğe yönelik daha olumlu bir tutuma sahip
oldukları ileri sürülebilir. Başka bir deyişle cinsiyet
değişkeni öğrencilerin tutum puanları üzerinde etkili
olmaktadır. Tablo 6'daıı da anlaşılacağı gibi kız
öğrencilerin
mesleğe
yönelik
tutum
puanları
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
ortalaması,
yüksektir.
erkek öğrencilerin ortalamasından daha
SONUÇ
Araştırmanın alt problemleriyle ilgili bulgular
incelendiğinde aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkmaktadır:
1. Öğrencilerin öğretmenlik mesleğine yönelik
tutumları öğrenim gördükleri bölümlere göre farklılık
göstermemektedir. Başka bir de5'işle öğrencilerin
mezun olduktan sonra öğretmem olacakları branş,
onların mesleğe yönelik tutumlarım etkilememektedir.
Farklı bölümlerden mezım olacak öğrencilerin, mezım
olduktan sonra benzer koşullar altında çalışacak
olmaları, tutumlarının da benzer olmasına neden
olabilir. Ayrıca farklı bölümlerde öğrenim görmelerine
karşın, özellikle pedagojik formasyon derslerini bir
bölümden ve ortak öğretim elemanlarından almış
olmaları da Buca Eğitim Fakültesi öğrencilerinin
mesleğe ilişkin benzer tutumlar geliştirmelerine neden
olabilir.
2. Öğrencilerin öğretmenlik mesleğine yönelik
tutumları sınıflarına göre farklılık göstermemektedir.
Başka bir deyişle, öğrencilerin sınıf düzeylerindeki
değişikliklerin onların mesleğe ilişkin tutumlarını
olumlu ya da olumsuz olarak etkilemediği
görülmektedir.
Bu
durum Eğitim
Fakültesi
öğrencilerinin üst sınıflara geçtikçe ya da
mezuniyetleri yaklaştıkça öğretmenlik mesleğine
ilişkin daha olumlu tutumlar geliştirecekleri
beklentisine ters düşmektedir. Bunun nedeni olarak, iki
görüş ileri sürülebilir. İlk olarak, öğretmenlik
mesleğinin
koşullarında
öğretmen
adaylarının
tutumlarını etkileyecek önemli bir değişikliğin
yapılamaması ileri sürülebilir. Bu noktada öğretmenlik
mesleğinin toplumdan gördüğü destek ile statü ve
öğretmen maaşları ile ilgili koşulların daha iyiye
gitmesi durumunda, öğretmen adaylarının mesleğe
olan tutumlarında da olumlu değişikliklerin olacağı
beklenebilir. İkinci olarak, öğrenim görülen kurunum,
tutum geliştirme konusunda öğrenciler üzerinde etkili
olamaması belirtilebilir.
Bu noktada öğretmen
yetiştiren kurumların programlarını yeniden gözden
geçirerek, öğretmen adaylarının mesleğe karşı olumlu
tutumlar geliştirecek yeni uygulamalara başvurmaları
önem kazanmaktadır.
3. Öğrencilerin öğretmenlik mesleğine yönelik
tutumları ÖSYS tercih sıralarına göre farklılık
göstermektedir. Tablo 5'te de görüldüğü gibi,
öğrencilerin tercih sıraları düştükçe öğrencilerin tutum
puanları ortalamaları da düşmektedir. Öğrencilerin
öğretmen yetiştiren bir kurumu tercih sıralamasının ilk
sıralarına yerleştirmesi, onların öğretmenlik mesleğine
karşı olumlu tutumlara sahip olduklarının, başka bir
deyişle öğretmenlik mesleğine güdülü olduklarının bir
58
göstergesi olabilir. Mesleğe karşı güdülü olmanın hem
öğrenim süresince akademik basan hem de mesleğe
atıldıktan sonra mesleki başarı getireceği beklenir.
Çünkü güdü insan davranışlarının ateşlenmesinde,
yönlendirilmesinde ve devam ettirilmesinde önemli bir
etkendir (Durmam ve Pierce, 1989, s.481). Öğretmen
yetiştiren kurumların, öğrencilerini hem akademik
başarı hem de öğretmenlik mesleği doğrultusunda
güdülemeleri, mesleğini seven, başarılı öğretmenlerin
yetiştirilmesinde önemli bir etken olarak ortaya
ç>kmaktadır. Toplumsal gelişmenin itici gücü olarak
kabul edilen eğitimin en önemli parçalarından biri olan
öğretmenlerin kaliteli, güdülü ve öğretmenliğe ilişkin
olumlu tutumlara sahip olarak sisteme gönderilmesi
arzu ediliyorsa, öğretmen adaylarının rastgele olarak
değil, bir denetim mekanizması işleterek seçilmesine
gereksinim duyulmaktadır.
4. Öğrencilerin öğretmenlik mesleğine yönelik
tutumları cinsiyetlerine göre farklılık göstermektedir.
Tablo 6'dan da görüleceği gibi. kız öğrencilerin tutum
puanları, erkek öğrencilerin puanlarından anlamlı bir
biçimde farklıdır. Bu bulguya dayalı olarak, kız
öğrencilerin öğretmenlik mesleğini erkeklere oranla
daha fazla benimsedikleri ileri sürülebilir. Bu durum
öğretmenlik mesleğinin toplumdaki kalıplaşmış
cinsiyet rolleri ile ilişkili görülmektedir.
Son olarak, öğrencilerin meslekî yönelimlerinde
bilinçli tercihler yapmalannm orta öğretim yıllarında
görecekleri mesleki rehberlikle sağlanabileceği
düşünülmektedir.
KAYNAKLAR
CHASE, C.I. 1985. Two Thousand Teachers View
Their Profession, Journal of Educational
Research, 79 (1), 12-18. DUNHAM R.B. ve J.L.
Pierce, 1989. Management:
Scott, Foresman and Compaııy, Glenview, İL.
HERZBERG, F., 1976. The Managerial Choice: To Be
Human. Dow Jones-Invin, Homewood, İL.
HOLDAWAY. E.A. 1978. Facet and Overall
Satisfaction of Teachers. Educational
Administration, 14. 30-47. MEDVED, J.H. 1982.
The Applicabüity of Herzberg's
Motivation Hygiene Theory. Educational
Leadership, 39, 555. SCHACKMUTH, T.G. 1979.
Creating Satisfaction in
a Static Teacher Market. Clearing House, 52.
229-232. VVEAVER, C.N. 1977. Relationships
Among Pay,
Race. Sex, Occupational Prestige, Sııpervision,
Work Autonomy, and Job
Satisfaction in a
National Sample. Personnel
Psychology.
30,
437-445.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
59
AİLE ARAŞTIRMALARINDA YÖNTEM VE YAKLAŞIM
METHOD AND APPROACH İN THE FAMILY METHODLOGY
Gönül İÇLİ'
ÖZET
Bu çatışma aile teorisi ve metodolojisi
konusundadır. Aile Sosyolojisinin gelişimindeki
ana çizgilerin belirlenmesi, aile sosyolojisinin
gelişimi ve beklentilerimiz konusunda daha iyi
bir konumda olmamızı sağlayacaktır. Çalışmada
ayrıca Türkiye'de Aile Sosyolojisinin gelişimi
üzerinde de durulacaktır.
ABSTRACT
T/ı i s article is ahoııt the family theory and
methodolgv. By tracing the main lines of
development of the socio/ogy of the family, w e
u'i/l be in a better position to fimi out where
family sociotogy is going and what w e can
expect from it. in this rese ar eh we also study
ah o ut the development of sociology of the family
in Turkey.
Anahtar Kelimeler: Aıle,Aile Teori si s, Aile
Motodo/ojisi
Key VVords: Family, Family Theory, Family
h (ethodology
GİRİŞ
Aile en eski ve en temel kurumlardan biridir. Belirli bir
takım görevleri gerçekleştirme yönünden toplumlar
arasında farklılıklar göstermekle birlikte her toplum
kendine özgü bir aile biçimi yaratmaktadır. "Bölgelere.
sosyal sınıflara toplumdaki alt gruplara göre değişen
çok sayıda aile tipi mevcuttur1'.1 Bu çoğulcu anlayış
aile kurumunun tanımlanması ve fonksiyonları
konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Aile hane halkı ve kompozisyonu, otorite,
mülkiyet, akrabalık ilişkileri çerçevesinde biçimlenen
zaman ve mekan boyutlarında farklılık gösteren
evrensel niteliğe sahip toplumsal bir kurumdur.
Aile Sosyolojisi aile ilişkilerini, aile sistemlerini, aile
organizasyonunu, kısacası aile ile toplumun geri kalan
sistemleri, grupları arasındaki ilişkileri ele alan bir
sosyoloji alt dalıdır. Sosyolojinin yanı sıra hukuk, tarih,
antropoloji, biyoloji, psikoloji gibi birçok disiplin de
aile konusuyla ilgilenmektedir. Bu çalışmamızda aile
sosyolojisinin ortaya çıkışı, metodolojik gelişmeler
üzerinde durulacaktır. Ayrıca Türk toplumunda aile
sosyolojisine ilişkin çalışmalardan bahsedilecektir:
Aile Sosyolojisinin Ortaya Çıkışı
Aile sosyolojisinin gelişimini Thomas ve Wilcox
dönem halinde belirlemiştir.
1. Sosyal Sorunlara yönelim dönemi (1800-1900).
3
* (Yrd. Doç. Dr.) Paınukkale Üniversitesi Eğitim
Fakültesi. Öğretim Üyesi
1
Yazan Ümit Meriç, "İleri Endüstri Toplumlarında
Aile Kurumu Üzerine Araştırma" Aile Yazılan 1, TC
Başbakanlık Aile Kurumu Yayını, Ankara, 199O.s:456
2
Thomas Danvin L. ve Wilcox J. "The Rise of Family
Theory" Handbook of Marriage and the Family
NY.'l988s:82
2. Amerikan düşüncesinde Avrupalıların etkisi (19001950),
.İPozitivist ve hümanist yönelimlerden felsefi
ayrılıkların başladığı dönem (1950 ve sonrası).
Aile sosyolojisinin gelişim evrelerine ilişkin bir başka
çalışmada ise dört dönem belirlenmiştir.3 Bu dönemler
şunlardır:
1. Sosyal Darwinizm (1860-1890)
2. Sosyal Reform (1890 -1920)
3. Bilimsel Çalışma (1920 -1950)
4. Aile Teorisine Yönelim (1950 ve sonrası)
Biz bu çalışmada Adams' m sınıflamasına uygun
olarak aile sosyolojisinin gelişimini ele alacağız.
"Aile sosyolojisine ilişkin çalışmalar Comte ve
Proudhon ile başlamıştır". 4 Uzunca bir süre aileyi
çeşitli konular çerçevesinde ele alan çalışmalar
yapılmışsa da sosyolojik ilgi 19. yüzyılda başlamıştır.
1859 yılında Danvin'in Türlerin Kökeni adlı eserinin
yayınlanmasının ardından Morgan, Engels, Bachefon
tarihten gelen bir sosyal kurum olarak ailenin
evriminden söz etmeye başlamıştır. Antropolojik
çalışmalarla ailenin yapısının ve fonksiyonunun içinde
yer aldığı toplumun gelişmişlik düzeyiyle ilişkili
olduğunu göstermeye çalışmışlardır. Bu dönemde
yapılan çalışmalarda ailenin kökeni. evrimi
araştırılmıştır. Tarihsel kayıtlar incelenmiş,
karşılaştırmalı metod kullanılarak ilkel kültürlerde aile
örüntüsü ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu dönemde
yazarlar etnoloji ve tarihin verilerinden yararlanarak
tek yönlü evrimcilik postülasına hizmet eden
çözümlemeler yapmışlardır.
Ulaştıkları sonuçlar
3
Adams Bert M, The Family A Sociological
Interpretation, Chicago, Harcourt Brace. 1986, s:7-9 1
Yazan Ümit Meriç; age, s:455 ^ Yazan ÜmidMeriç, age,
s:455
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
(ailenin toplumun temel birimi olduğu, geniş aileden
çekirdek aileye doğru devam ettiği gibi) aile
sosyolojisinin temel sayıltılan arasına girmiştir.
Aile sosyolojisinde ikinci dönem olarak kabul edilen
sosyal reform döneminde ise karşılaştırmalı gözlemin
yanı sıra objektif veri toplama araçları geliştirilmeye
çalışılmıştır. Endüstri devrimiyle birlikte ortaya çıkan
yoksulluk, çocuk işgücü boşanma gibi sonullardan
hareketle "hızlı sosyal değişmenin, endüstrileşme ve
kentleşmenin ailenin zayıflamasına ve aile birliğinin
bozulmasına neden olduğu ileri sürülmüştür" 6 .
Toplumun genelinde "endüstrileşme ve şehirleşme
sonucunda aile ve köylerde meydana gelen değişmeler
sonucu toplum yok mu olacaktır" gibi sorular
sorulmaya başlanmıştır. Bu dönemde ailenin
karşılaştığı sosyal sorunların artık evrimci
perspektifden
hareketle
çözümlenemeyeceği
düşünülmüş ve aileye farklı perspektiflerle yaklaşma
gereği duyulmaya başlanmıştır. "Sosyal reformculara
göre. aile hassas bir kurum olarak karşılaştığı sosyal
sorunların çeşitliliği karşısında sürekli zayıflamaktaydı.
Sosyologlar ise ailenin yüzyıllardır süregelen uyumlu
bir kurum olduğunu, sosyal sorunların aile rollerinin
değişmesi gereğine işaret ettiğini ileri sürmekteydiler".8
Bu iki bakış açısı aile çalışmalarında teorik yönden
olduğu kadar metodolojik yönden de değişikliklerin
yapılması gereğini ortaya koymuştur. Sosyologlar
Comte'un pozitivizmi doğrultusunda metodolojilerim
geliştirmeye yönelmişler ve pozitivizmin meşrulıığımu
sağlayabilmek için akademik olarak sosyoloji
bölümleri oluşturmaya başlamışlardır. " 1892 yılında
Chicago. 1894 yılında Columbia 'da sosyoloji
bölümleri kurulmuş. Albion; Small, Giddengs. VVard,
Veblen tarafından ders kitapları yazılmış ve dergi
çıkarılmaya (The American Journal of Sociology)
başlanmıştır." 9 Bu dönemde toplumdaki sosyal
çözülmeyi iyileştirmeye yönelik aile ve toplum
politikaları arasında ilişki kurulmaya çalışılmıştır.
Üçüncü dönem bilimsel çalışma dönemi olarak
isimlendirilmekte ve 20. yüzyılın ilk yarısını
kapsamaktadır. Bu dönemde çeşitli istatistiki veri
toplama ve analiz teknikleri geliştirilmiş, değer
yargılarından arınmış bir metodolojiyle araştırmalar
yapılmaya başlamıştır. Burgess, aile araştırmalarına
küçük boy sosyal psikolojik bakış açısının girmesine
olanak sağlamıştır. Burgess'm
aileyi "etkileşen
6
Ho\vard R.L. A Social History of American Family
Sociology. 1865-1940 ed. by J. Mogey. Greeırvvood
Press. 1981 aktaran Cheal D., age s:88
Özkalp E.. Sosyolojiye Giriş Anadolu Üniversitesi
Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Vakfı Yayınlan
no: 87. 8. Baskı. Eskişehir 1995 s: 46 8 Thomas L. D. ve
Wilcox J. "The Rise of Family Theory" Handbook of
Marriage and the Family. NY, 1988 s:83 9agc. s:83
60
kişilerin bir birliği"'" olarak tanımlamasının ardından
aile içi ilişkiler, etkileşim, eş seçimi gibi aile konusuna
yönelik araştırmalar yapılmaya başlamıştır. Bu
çalışmalarda ailenin toplumun diğer kurumlanyla olan
dışsal ilişkilerinden çok aile içi ilişkileri ele alınmıştır.
Chicago Okulu'ndan Park. Mead. Cooley gibi
sosyologlar aileyi somut ampirik araştımıalann
konusu haline getirmiştir. Aile çalışmaları. Amerikan
Sosyoloji Topluluğunun 1924 yılındaki toplantısında
aile bölümünün kurulması kararıyla meşruluğunu
kazanmıştır. Aynı yıl Groves üniversitede aile ve
evlilik hayatı konusunda ders vermeye başlamıştır.
Dördüncü dönem aile konusunda sistematik teori
oluşturma dönemidir. Temel sosyolojik yaklaşımlar ve
kavramsal çerçeveler, yeni araştırma metotlanyla
birlikte kullanılarak
teoriler oluşturulmaya
çalışılmıştır. Bu dönem önceki üç dönemin (Sosyal
Danvinizm Sosyal Reform ve Bilimsel Çalışma
dönemlerinin) bir sentezi olarak değerlendirilebilir.
Aile çalışmalarına ilişkin en aktif kuramsal gelişmeler
1950 lerden itibaren gerçekleşmiştir.11 Bu dönem
çalışmalarda ilk olarak Hill. Katz ve Simpson
tarafından 1900-1956 yılları arasında yapılmış evlilik
ve aileye ilişkin araştırma sonuçları bir araya
toplanmıştır. İkinci aşamada ise kavramsal çerçeveler
ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Bu dönemde dikkati çeken bir diğer gelişme de aile
sosyologlarının orta boy kuram geliştinne çabalarıdır.
1960 yılında Hill ve Hansen1 in birlikte hazırladıkları
makale Merton'ım sosyolojide teori oluşturma
çalışmalarım dayanak olarak almış ve aile. evlilik
konusundaki alan çalışmalarını sistematize edecek, orta
boy kuramlara olan gereksinim üzerinde durmuştur. Bu
çalışmanın ardından aile ile diğer sosyal yapılar
arasındaki ilişkiler araştırılmaya ve ortaya konulmaya
çalışılmıştır.
1980 li yıllarda genel bir aile teorisinin olmadığı
konusunda bir fikir birliği görülmektedir. Bu yıllarda
mevcut teorileri geliştinne çabalarının yanı sıra yeni ve
farklı teoriler oluşturma, bu teorileri karşılaştımıalı
araştırmalar kullanarak sınama . teori oluşturma
metodolojilerini geliştinne konularında çalışmalar
yapılmıştır. Ayrıca yine bu yıllarda 1960 lardan
itibaren aile sosyolojisindeki geleneksel yaklaşıma
karşı çıkışlar da görülmektedir. Ailede denge ve
uyumun yanı sıra çatışmanın da yer aldığı , ailenin
yeniden ele alınarak çözümlenmesi gerektiği görüşleri
önem kazanmaya başlamıştır.
Aile Sosyolojisinde Metodolojik Gelişmeler
Burgess, E. W." The family as a Unity of Interacting
Pcrsonalities" Family. 1926. aktaran Cheal D., s:26 1'
Hovvard R. L. "A Social History of American Family
Sociology 1865-1970" University of Missouri. 1975
aktaran Cheal D., age s:83
\n
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Hill 1951 yılında basılan makalesinde 6 ayrı kavramsal
çerçeveden bahsetmektedir:
1. Kuru in sal
2. Yapı - fonksiyon
3. Etkileşimsel- rol analizi
4. Durumsal
5. Öğrenme - gelişimsel
6. Hane ekonomisil ~.
Disiplinler arası bir perspektifle gerçekleştirilen bu
çalışmanın ilk dördü sosyoloji, beşincisi psikoloji,
altıncısı da ev ekonomisi yaklaşımlarıydı. Hill'in
1951
ve
1957
yıllarında
yayınlanan
makalelerinin ardından 1959 yılında yayınlanan
Goode'nin Aile Kuramında Ufuklar (Horizons in
Family Thcory) adlı makalesi aileye ilişkin kavramsal
çerçeveler ve önermelere dikkat çeken çalışmalardır.
Hill ve Goode kuramı, birbiriyle ilişkili ampirik
önermeler olarak kabul etmekteydi. Belirtilen
çalışmalarda sayıları birkaçı bulan önerilerin sayısı
Burr, Hill, Nye ve Reiss1 in 1979 yılında yayınladıkları
Aile Konusunda Çağdaş Kuramlar (Contemporary
Theories About the Family) adlı eserde 719 önerme
olarak sayıca büyük bir artış göstermiştir. Bu son
çalışmaya aşağıda yeniden değineceğiz.
Goode (1959). Hill ve Hansen (1960). Christensen
(1964). Nye ve Berardo (1966), Aldous (1970),
Hopkins ve Mc Clure (1971), Burr (1973), Burr. Hill.
Nye ve Reiss (1979) aile konusunda çalışma yapanlar
arasında ilk akla gelenlerdir. Bu çalışmalar kavramsal
çerçeve, ampirik bulgular, genellemeler, değişkenler,
önermeler ve birbiriyle ilişkili önermeler seti üzerinde
duran, bunların önemini vurgulayan çalışmalardır.
Aile sosyolojisinde kuramsal birliğin sağlanabilmesi
için atılacak ilk adım kavramların gözden geçirilerek
kuramlar arasında bir engel teşkil etmelerini önlemekti.
Nitekim Hill " çok amaçlı genel bir aile çerçevesinin
aileye ilişkin çalışmalarda bulunan birçok disiplin
tarafından
kullanılabileceğini" 13
belirtmiştir.
Christcnsen (1964). Nye ve Berardo (1966) kavramsal
çerçevelerin, varsayımların, araştırma bulgularının
gözden geçirilmesine yönelik çalışmalar yapmıştır.
Nye ve Berardo psikoanalitik yaklaşımı ele alırken.
Christensen durumsal ve etkileşimsel çerçeveleri
birleştirmiştir. Broderick (1971) sembolik etkileşim ve
gelişim çerçevelerini temel çerçeveler olarak ele almış,
yapısal fonksiyonel ve kıınmısal çerçevelerin önemini
kaybettiğini, sistem ve mübadele çerçevelerinin temel
yaklaşımlar haline gelmeye başladığım belirtmiştir. Bu
örneklerde de görüldüğü gibi 1960 lı yıllardan itibaren
12
Hill R. ve Hansen D. "The Identification of
Conceptual Frameworks Utilized in Family Study"
Marriage and Family Living . 1960, 22. aktaran
Thomas ve Wilcox: age s:85
13
Hill R. " Contemporary Developments in Family
Theory" Journal of Marriage and tlıe Family. 1966.
28(1) aktaran Thomas ve Wilcox , age s:85
61
önermeler konusundaki vurgulamalar ve kavramsal
çerçeveyi teoriye dönüştürme çabaları aileye yönelik
birçok makalenin yazılmasına neden olmuştur. Aile
araştırmalarının başlangıcında evrimci teori ve evrimci
teorinin uzantısı olarak kabul edilebilecek yapısal
işlevsel teorinin kullanıldığı bilinmektedir. Sistematik
teori oluşturma döneminde ise kavramsal çerçeveler
görülmektedir, Bu dönemde aile içi etkileşim
konusunda deneysel araştırmalara, eş zamanlı
karşılaştırmalı ve ard zamanlı
çalışmalara
rastlanmaktadır.
Teori, belirli bir süreci ya da olgular grubunu test
edilebilir biçimde açıklayan, mantıksal olarak birbiriyle
ilişkili önermeler grubu olarak tanımlanmaktadır.14 Bu
bağlamda aile teorilerinin ailenin değişik yönlerini
açıkladığı öne sürülebilir. Ailesel olayların belirli
görünümlerim aydınlatmak. belirli konularda
yoğunlaşmak kavramsal çerçeveyle olanaklıdır.
"Kavramsal çerçeveler kategorize olgulardan türetilip,
mevcut olanla bütünleştirilmiş kavramların bir kümesi
olarak düşünülebilir".13 Önermeler konusundaki
vurgulamaların yanı sıra Merton'un orta boy kuramlar
oluşturulması gereğine dikkat çekmesi de aile
sosyolojisinde metodoloji geliştirme çabalarına hız
kazandırmıştır. Böylece önceki dönemlerde felsefi
yönelimli akademisyenlerin tekelinde olan teori
oluşturma etkinliğinin artık alan çalışmalarına
yönelmiş sosyal bilimciler tarafından da
gerçekleştirilebilme
olanağı ortaya çıkmıştır
diyebiliriz. Orta boy teoride belli değişkenler
arasındaki ilişki bir varsayıma bağlanmakta ve
gerçeklenmektedir Bu gelişmeler 19. yüzyılda geçerli
görülen büyük boy teorinin yerini orta boy teorinin
almasına neden olmuştur. Bu eğilim aile yaşamını
inceleyen birçok alan araştırmacısında görülmüştür.
Sosyolojik bilgiye ulaşmada takip edilecek yollardan
birisi
pozitivizmdir.
"Pozitivizmin temel
prensiplerinden biri bilginin birikerek çoğalmasıdır.16
Pozitivist kuramsallaştırma, temelde bağımsız
değişkenlerle bağımlı tutum ve davranış değişkenleri
arasındaki ilişkiler hakkında hipotez oluşturmadır.
Bilimsel süreç hipotezlerin test edilmesiyle sona ermez.
Hipotezler bir kez doğrulandıklarında, kabul edilmiş
daha büyük bir bilgi gövdesiyle bütünleştirilmeye de
hak kazanmaktadırlar. Böylece önceki dönemlere ait
bulgular, önemlerini kaybetmemekte ve sonraki
bulguların da öncülleri konumunda olmaktadır.
1970 li yıllar teori kurma çabalarının devam ettiği bir
dönemdir. Daha iyi bir teorinin, açıklama, tahmin ve
11
Yıldırım Cemal, Bilim Felsefesi Remzi Kitabevi,
İstanbul, 1979. s: 145-160
'" Sayın Önal. Aile Sosyolojisi, E.Ü. Edebiyat Fak.
Yay. İzmir. 1990, s:26
"' Turner J., "Introduction:Can Sociology be a
Cumulative Science?" Theory Building in Sociology .
Sage: Nevvbııry Park, 1989
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
kontrol gücünü arttıracağı, bunun da ailelerin
sorunlarını çözmede yardımcı olacağı düşünülmektedir
Bu yılların en kayda değer projelerinden birisi
editörlüğünü Burr, Hill, Nye ve Reiss' in (1979) yaptığı
Aile Konusunda Çağdaş Teorilerdir (Contemporary
Thcorics About tlıe Family). İki ciltlik bu eserin ilk
cildinde 25 üniversiteden 45 araştırmacı ve teorisyen
editörlerin
yol
göstericiliğinde
teorilerim
oluşturmuşlardır. İkinci ciltte ise ilk ciltte yer alan
genel teorik yönelimlerin bulguları bütünleştirilmeye
çalışılmıştır. Ancak ikinci cildin açıkça ortaya
koyduğu bir sonuç vardır: Aile sosyolojisi analizinde
genel bir teoriye ulaşılamamıştır. Bununla beraber
1950 lerden itibaren genel sosyolojik teorilerin aile
teorisi olarak düşünülüp uygulanması bazı başarılara da
neden olmuştur.17. Kavramsal çerçevelere olan ilgiyi
(Hill ve Hansen 1960, Klein 1980, Nye ve Berardo
1966) ve daha sistematik teori kurma çabalarını (Burr
1973. Burr ve çalışma arkadaşları 1979, Goode 1971)
arttırmıştır. Nedensellik ilişkisine dikkat çekmiş ve
temel ilişkileri anlayabilme konusunda çok değişkenli
formülasyonlar üzerinde çalışılmasını sağlamıştır. İlişki
ve etkilerinin yönünü belirleme konusunda araştırmalar
yapılmıştır. Gözlenen olguyu daha iyi açıklayacak bir
teorinin gerçekleştirilebilmesi için aile konusundaki
araştırma projelerinin artması gereği görülmüştür.
Aşağıda aile teorileri ve aileye ilişkin olgular arasında
kurulan ilişkilere yer verilmektedir
Yapısal İşlevsel Yaklaşım: Aileyi sosyal alt
sistemlerden biri, sosyal bütünü oluşturan unsurlardan
biri olarak kabul eden yapısal işlevsel yaklaşıma göre.
aile toplum için belli görevleri yerine getirmektedir.
"Bu yaklaşımın özellikle üzerinde durduğu aile tipleri
kabaca, ataerkil geniş aile ve çağdaş çekirdek aile
olarak tanımlanabilir".18 Yapısal işlevsel yaklaşımda
ailenin görevlerinin toplum tipine uygun olarak
belirleneceği öne sürülmektedir. " Evrensel bir kurum
olan aile bazı evrensel fonksiyonları yerine
getirmektedir. Toplumun devamı açısından belli temel
gereksinimlerin karşılanması gerekmektedir. Aile bu
fonksiyonları en iyi biçimde karşılar".19 Ailede roller
ve statüler ağı vardır. Bu roller ve statüler bir yandan
ailenin, bir yandan da aile aracılığıyla sosyal sistemin
işleyişine katkıda bulunmaktadırlar. Yapısal işlevsel
teori ailenin yaşam biçimleri analizine yönelmiştir.
Uyum, denge kavramlarının üzerinde yoğunlaşan
yapısal işlevsel çerçeve değişmeyi ihmal ettiği bu
62
nedenle de statik ilişkilerle sınırlı olduğu için
eleştirilmektedir.
Sembolik Etkileşim: Sembolik etkileşim Burgess'm
aileyi etkileşen kişilerin bir birliği olarak
tanımlamasının ardından aile içi ilişkiler, eş seçimi,
etkileşim konularında Chicago Üniversitesinin
çalışmalarıyla sürmüştür. Burgess, aile yaşamının karı
koca, ebeveynler ve çocuklar arasındaki ilişkiyi
sürdürmeyi sağlayan etkileşimlerden kurulu olduğunu
belirtmekte ve aile araştırmaları için kendisinin bir
kavram geliştirdiğini ileri sürmektedir. 2 " Aile
üyelerinin her birinin kendi kimliğini günlük aile
yaşamındaki
iletişimden
türetebileceği
varsayılmaktadır. Stryker "ailesel kimlikler" olarak
isimlendirdiği bu durumla kişilerin sosyal ilişkilerde
katılımcı olarak varoluşunu ifade etmektedir.21 Ailede
herkesin belli bir yeri vardır ve belli rolleri yerine
getirmesi gerekmektedir. Bu rol aile beklentilerine
uygundur. Etkileşimciler eş seçimi, aile içi roller,
evlilik etkileşimi, çocuğun toplıımsallaştırılması
konulan üzerinde durmaktadır. Bu yaklaşım "aile ile
diğer sosyal unsurlar (okul, akraba ilişkileri, mahalle
vb.) arasındaki ilişkileri zaman zaman ihmal ettiği için
eleştirilmiştir".22
Gelişmeci Yoldaşım:
Sembolik Etkileşimci
yaklaşımla benzerlikleri görülen bu yaklaşımda aile
karşılıklı etkileşim içinde bulunan üyelerden meydana
gelmektedir. Ailede roller ikişerli olarak (baba - koca,
oğul - erkek kardeş gibi) birbirine bağlanmış gibi alınır.
Herkesin rolü, karşılıklılığın nasıl sürdürüleceği, yaşla
birlikte rollerde ne gibi değişmeler olacağı normlarla
belirlenmiştir. Süreç evlilikle başlamakta ve eşlerden
birinin ölümüne dek sürmektedir. Aile kan kocadan
meydana gelen çiftle kumlmakta, çocukların
doğmasıyla karmaşıklaşmakta, sonra çocukların meslek
sahibi olması veya evlenmesiyle başlangıçtaki çifte
dönmektedir. Ailenin bir basamaktan diğerine geçişi
aile kompozisyonunda, aile yapısında değişiklik
yaratmaktadır. Yapısal değişikliklerle her basamakta
aile farklı görevlerle yüz yüze gelmektedir 23. Bu
yaklaşım ailesel evrelerin, aile üyelerinin ve sistem
olarak ailenin karşılaştığı belirleyici görevlerle
tanımlanabileceğini ileri sürmektedir Gelişmeci
yaklaşım maliyetinin yüksekliğinin yanı sıra uzun
süreli bir çalışmayı gerektirmesi nedeniyle az
2
17
Thomas Darwin L. ve Wilcox J. "The Rise of Family
Theory" Handbook of Marriage and tlıe Family NY
1988. s:93
18
Kandiyoti Deniz, "Aile Yapısında Değişme ve
Süreklilik" Türkiye'de Ailenin Değişimi:
Toplumbilimsel İncelemeler (Yay. Hazırlayan:Türköz
Erder). SBD, Ankara, 1984, s: 17
19
Morgan D.H.J., Social Theory and tlıe Family
Roııtledge and Kegan Paul. London and Boston, 1975,
aktaran Cheal D.,s:160
" Burgess E. W.. "The Family as a Unity of Interacting
Pcrsonalities" Family. 1926 , aktaran Cheal age s: 137
~' Stryker S., "Identity Salience and Role Perfonnance"
Journal of Marriage and the Family, 30 1968, aktaran
Cheal D., age s: 137
::
Yazan Ümit Meriç. "İleri Endüstri Toplumlarında
Aile Kununu Üzerine Bir Araştırma" Aile Yazıları 1,
TC Başbakanlık Aile Araştırma Kununu Yayını.
Ankara, 1990 s:457
23
Duvall E., ve Miller B.. Marriage and Family
Development Harper andRovv NY, 1985, aktaran
Cheal D., age, s:71
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
kullanılmaktadır. Ayrıca 1980 lerden itibaren yetişkin
çocukların evlilik sonrası baba evine geri dönmesi,
boşanmalar gibi dunımlarda her kuşağın diğerlerinin
kararlarından ve olaylanndan etkilendiği, dolaysıyla bu
kuramın geçerliliğini kaybetmeye başladığı da ileri
sürülmektedir."4
Durumsa! Yaklaşım: Bireyin içinde bulunduğu
durumu ve bireyin bu dununa verdiği yanıtlan
inceleyen bu yaklaşım, sembolik etkileşimci yaklaşım
gibi aileyi etkileşimde bulunan üyeler bütünü olarak ele
almaktadır. Ancak aileyi davranış yaratan bir ortam
olarak kabul etmektedir. Aile dış etkilere açık olarak
düşünülmektedir. Aile üyeleri için bir uyarı kaynağı
oluşlurabilse de bu konuda tek kaynak değildir. Bu
yaklaşım bireyin davranışında dununun önemini
vurgulaması açısından dikkat çekmektedir. Bireylerin
tarihsel boyutta farklı zamanlarda ve birbirinden farklı
mekanlarda farklı davranacağı öne sürülmektedir." Eş
seçme durumu, evlenme durumu, eş olma dununu,
ebeveyn olma durumu, boşanma dununu araştırma
konuları arasındadır.
Kurumsal Yaklaşım: Aile ve evliliğe ilişkin
araştırmalarda ilk kullanılan yaklaşımlardan birisi olup,
tarihsel karşılaştırmalar veya kültürel farklılıklara
dayandırılmaktadır. Bu yaklaşımda aile ve evlilik
kurumu onu oluşturan parçalar tarafından ayakta
tutulan bir organizma, bir sistem gibi dikkate alman
bütünsel toplum içine yerleştirilmektedir."6 Bu ele alış
biçimi nedeniyle kurumsal yaklaşım, yapısal işlevsel
yaklaşımla benzerlik. betimsel, tarihsel ve
karşılaşlırmacı olması nedeniyle de farklılık
göstermektedir. Aileyi içinde bulunduğu bütünsel
toplum ile ilişkileri çerçevesinde ele almaktadır.
Ailedeki değişimi zamana ve mekana göre
değişmelerle ilişkilendimıekte, tarihsel karşılaştırmalar
yapmaktadır. Kuramsal yaklaşım toplumun sosyoekonomik evrimiyle koşullanan aile ve kadın erkek
ilişkilerinin farklı biçimlerinin evrimini bulmaya
çalışmaktadır. Toplumsal bir kurum olarak ailenin
toplumla ilişkileri çerçevesinde tarihi gelişimi temel
araştırma konusudur. "Bu yaklaşım aile üyelerini ihmal
ettiği, kısa dönemli değişmeler üzerinde durmadığı ve
makroskopik düzeyde bir yaklaşım olduğu için
eleştirilmektedir".2
21
Bernardes J.."Multidimensional Developmenteal
Pathways:A Proposal to Facilitate the onceptualisation
of Family Diversity". Sociological Revievv. 34, 1986,
aktaran Cheal D., age s: 131
" Sayın Önal. "Aile İçi İlişkilerin Toplum ve Birey
Boyutunda Çözümlenmesi" E. Ü. Edebiyat Fak.
Sosyoloji Dergisi, sayı: 1.1987. s:80
26
Sayın Önal. Aile Sosyolojisi, E.Ü.Edebiyat Fak.
Yayını. İzmir. 1990 s:30
2
Rodgers Roy H.,Family Interaction and Transaction
the Developmental Approach, Nevv Jersey. 1973 s: 10
63
Sosyal Çatışma Teorisi: Aileyi güç. hakimiyet ve
çatışma kurumu olarak ele almaktadır. Ailenin içsel
çıkarlarının çatışmalarla dolu olduğunu, kurumsal
düzenlemelerin ailede kaynakların eşitliğini sağlayıcı
yönde değiştirilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. 2S
Ailesel yaşamın dinamizmini açıklayabilmek için
ailenin içinde çıkar çatışmalarının olduğu ve ortak
amaçlar için ittifakların yapıldığı bir gruplaşma olarak
dikkate alınması gerektiği belirtilmektedir. 29 Bireyler
ya da gruplar arasındaki çatışma sürecim vurgulayan
sosyal çatışma teorisi, evlilikte eşler arasında karar
verme, şiddet, evlilik sistemi, boşanma gibi konuları
ele almaktadır.
Mübadele teorisi: Mübadele teorisi ailede yer alan
bireylere yönelik davranışsal psikoloji ve mikro
ekonomi kökenli bir kuramdır. Bu teorinin temelinde
rasyonel seçim modeli yatmaktadır. Kişiler ancak
kendilerine bir kar sağlayacak etkileşime
girmektedirler. Mübadele teorisi aile yaşamında
çoğunlukla karı-koca arasındaki ilişkilerle
ilgilenmektedir. Eş seçimi, evlilik sistemi, yeniden
evlilik, ebeveyn -çocuk ilişkileri temel araştırma
konulan arasındadır. Evliliği bir mübadele olarak ele
alan Scanzoni mübadele kurallarının kabul edilmemesi
durumunun çatışmaya yol açtığını öne sinmektedir.3(J
Mübadele teorisi sos)'olojide insanla uğraşan en bireyci
teorilerden birisi olarak basit ve açık olma özelliğini
taşımakta, ancak fazla basitleştirici olması nedeniyle de
eleştirilmektedir.
Sistem Yaklaşımı: Bu yaklaşım aileyi uyum, denge,
değişme niteliklerine sahip açık bir sistem olarak ele
almaktadır. Hill ailenin sistematik karekteristikleri
olduğunu belirtmektedir. Bu karekteristikler aile
üyelerinin birbiriyle içsel bağlılığı olan değişik
konumlara sahip olmaları, ailenin göreli olarak kapalı,
sınır sürdüren bir birim olması, ailenin denge
arayışında olması ve ailenin görev yerine getiren bir
birim olmasıdır31 . Bu sistemik özelliklerin birbiriyle
bağıntılı olduğu kabul edilmektedir. "Bu yaklaşım
disiplinler arası çalışma için bir çerçeve
sağlayabilmekte ve değişik kuram ve yaklaşımlan
birleştirebilmektedir". 32 Aile sistemi ve sosyal
sistemin diğer alt sistemleri arasındaki ilişkiyi ele
almaktadır. Sistem yaklaşımı aile sistemini, aile
~x Collins Randall. Sociology of Marriage and the
Family. Nelson-Hall Publishers, Chicago, 1985 s: 18 29
Sayın Önal, Aile Sosyolojisi, E.Ü. Edebiyat
Fak.Yayını, İzmir, 1990, s:64-65 :" Scanzoni. 1,"
Social Processes and Power in Faıııilies"
Contemporary Theories aboııt the Family, aktaran,
Cheal D. age. s: 134
31
Hill, R.. "Modem Systems theory and the Family "
Social Science Information , aktaran Cheal D. age. s:
65
32
Darling C. "Family Life Education" Handbook of
Marriage and the Family ed. Sussman ve Steinmetz.
NY. 1988. s:819
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
sisteminin değişim süreçlerini, imim süreçlerini temel
araştırma konulan olarak almaktadır.
Aile Tarihi Yaklaşımı: Aile tarihçilerinin
yaklaşımlarını
Anderson
üç
grupta
değerlendirmektedir. 1.Demografik yaklaşım. 2.Duygu
yaklaşımı 3.Hane ekonomisi yaklaşımı.3"1 Bunlardan
demografik yaklaşımda ailelere ilişkin demografik
verilerle evlilik oranları ve yaşları, doğurganlık, hane
büyüklüğü ve bileşimi gibi standartlaşma ve
tipleştirmeye uygun göstergeler oluşturulmuştur. Bu
yaklaşımın dışsal biçime dayalı olması nedeniyle
yüzeysel bir karşılaştırılabilirliğin ötesine geçemediği
belirtilmekledir. Duygu yaklaşımında ise modern
ailenin belirli bir yapıdan çok duygu örüntüsü olarak
tanımlanabileceği belirtilmektedir. Ev içi hayata önem
veren bir yaklaşım olup evi, rekabetçi ve kapitalizme
yönelik bir dünyadan kaçış noktası olarak almaktadır.
Evliliğin anlam ve işlevinin değişmesi üzerinde de
durmaktadır. Hane ekonomisi yaklaşımı ise aile
yapısını ve aile içi ilişkileri temellendiren sosyal ve
ekonomik
süreçleri
incelemektedir.
Karşılaştırmalı
bir 34 metodoloji benimsemiştir.
Aile konusundaki yaklaşım ve teorilerin genel
sosyolojik teorilerin aileye uygulanmış biçimleri
olduğunu yukarıda belirtmiştik. 1950 lerden itibaren
gelişen aile teorisi genel olarak po/.itivisl görüş
çerçevesinde gelişmiştir. 1970 lerden itibaren bu
pozitivist yaklaşım bilim felsefesi ve yorumsamacı
yaklaşım tarafından sorgulanmaya başlamıştır. Klasik
olarak adlandırılan evrimci -yapısal işlevcimodernleşmeci görüşe karşı üç farklı yaklaşım öne
sürülmektedir3': 1 .Hermencutik (yorumsama)
2.Eleştirel teori 3.Feminist düşünce
Hermeneutik. anlam veya bilimin yorumuyla ilgilenen
entelektüel geleneği tanımlamada kullanılmaktadır.
Aile çalışmalarına felsefeden, genel sosyal teoriden ve
metodolojiden gelmektedir. Ailesel olguların onu
paylaşanların davranışlarının anlaşılmasıyla mümkün
olacağını belirten bu yaklaşım bir araştırma
metodolojisi olarak da belirmektedir.
64
sürmektedir. "Eleştirel teori bakış açısıyla pozitivizmin
eleştirisinde, insan bilimlerinde amacın fiziksel
bilimlerdeki gibi nedensel açıklama olmayıp, anlama
olduğu öne sürülmüş, bilginin dualitisinde ısrar
edilmiştir. Teori ve pratik birbirinden kopuk olmayıp,
ayrılmaz bir biçimde birbirine bağlıdır".36 Eleştirel
kuramın önce aileyi tanımlamak, aile toplum
ilişkilerini yeniden gözden geçirmek durumunda
olduğu belirtilmektedir. Aile sosyolojisinin sosyal
psikolojik bir yaklaşım içine hapsedilerek, makro
sosyal faktörleri ihmal etmiş olduğu belirtilmektedir.
Aile teorisini tarihsiz ve karşılaştırmasız. statik ve
tutucu, emprisist olmakla, araştırmaları tekrarlayarak
ve özetleyerek bir teori oluşturma çabası
içinde
olmakla 37 eleştirmektedir."
Feminist Düşünce: Kadının yalnızca aile içinde değil,
insanlık tarihi içindeki rolünü anlama gereği üzerinde
duran, aile içi ilişkileri, çatışma, sömürü patriyarki,
cinsiyet kavramları çerçevesinde ele alan bir düşünce
sistemidir. Evlilik ve aile konusunun eksiğinin
tamamlanabilmesi için kadın deneyiminin başlangıç
noktası olarak alınması ve yeniden yorumlanması
gereği üzerinde durmaktadır. Ailenin eşitlikçi bir
kurura olmadığı, çoğu toplumda erkeklerin güç
kaynaklarına daha fazla sahip oldukları, aile
sistemlerinin genellikle erkek üstünlüğüne dayandığı
belirtilmekte
ve
güç kaynaklanın
artık
38
kadınların elde edebilmesi tartışılmaktadır.
Yukarıda belirtilen ailesel olguların açıklanması için
geliştirilmiş yaklaşımlar makro düzeyde evrimci
yaklaşımdan, orta boy kuramlara ve sonuçta da bireyi
ele alan mikro düzeye doğru bir genel evrim
göstermektedir. Ayrıca aile incelemelerini makro ve
mikro biçiminde ikili bir ayrımla ele alanlar da
mevcuttur.
Eleştirel teorinin başlangıcı olarak genellikle Frankfurt
Okulu alınmaktadır. Sosyal süreçleri içinde oluştuğu
toplumla bağlantısı olmadan ele alan ve sorular
yönelten bir düşünce biçimidir. İstenilen toplumsal
değişim tipleri hangileridir, bunlar nasıl başarılır gibi
sorular yöneltmektedir. Pozitivizmi sosyal dünyaya
uygulandığında yorumlamayı ortadan kaldırmakla
eleştirmektedirler. Pozitivistlerin kendilerinin icat
ettikleri kanunları anlamakta yetersiz kaldıklarım öne
Aile araştırmalarında iki metodolojik yaklaşımdan söz
eden Çelebi'ye göre, ailenin sosyal bir kurum olarak
toplumun diğer kıırumlanyla, toplumun kendisiyle ve
toplum içindeki temel süreçlerle ilişkisini konu edinen
araştırmalar klasik yaklaşımın izlediği örnekler olarak
gösterilebilir. Fonksiyonalist, evrimci ve tarihi
maddecilik gibi sosyolojik yaklaşımlar izlenerek
yapılan çalışmalar aileyi daha çok toplumdaki
fonksiyonu ve bu fonksiyonu yoluyla diğer kurumlarla
kurduğu ilişkiler esasında ele almaktadır Bu
araştmnalann sonunda aile tipleri, ailenin genel evrim
çizgisi, ailenin büyüklüğü, ailenin toplumun kültürü
genç kuşaklara aktarmadaki rolü, sosyalizasyon
fonksiyonu, ekonomik bir birim olarak özellikle
geçimlik üretim yapılan kapalı topluluklardaki
33
36
Kandiyoti, age s: 18
31
Kandiyoti. a.g.e. s: 18-22
3:i
Sprey J.. "Cıırrent Theorizing on the Family" Journal
of Marriage and the Family 50, 4, 1988, s:880-890
Habermas. Knowledge and Human Interests aktaran
Thomas D. ve Wilcox J., age, s:98
3
Osmond Marie Withers, "Radical Critical Theories"
Handbook of Marriage and the Family ed: Sussman ve
Steinmetz NY, 1988 s: 119
3x
CollinsR.,age, s:20
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
geleneksel dengeyi ve dayanışmayı sağlayıcılık
fonksiyonu vb. konularda çeşitli hipotezlerin sınanması
gerçekleştirilebilmiştir.
Alansal
yaklaşımın
metodolojik ilkeleri
doğrultusunda yürütülen
araştırmalar ise aileyi bireyler arası ilişkiler açısından
analiz etmekte, katılımlı gözlem tekniğim kullanarak
aileyi içten kavramaya yönelmektedir.39
Batı'da Aile Sosyolojisinin Geleceği
Aile konusunda çalışanlar son yıllarda aile yaşamında
birçok değişimin meydana geldiğim gözlemektedirler.
Aileye ilişkin alternatif yaşam tarzlarının şaşırtıcı bir
çoklukla Batı toplumlarından başlayarak yayılması, aile
teonsyeıılerinin dikkatini çekmektedir. Büyük boy
evrimci ve orta boy işlevselci modellerin aileyi
açıklamakta yetersiz kaldığı, çekirdek aile hipotezinin
eleştiriye uğradığı görülmektedir. Evlilik öncesi
babalığın gerçekleşmesi, bireylerin evlilik ve aile
formasyonunun dışında ailesel evrelerden geçmesi,
ailenin görevleri arasında belirlenen çocuk
yetiştirmenin bağımsız yetişkinlerce gerçekleştirilmesi
gibi önceki dönemlerde pek görülmeyen değişimlerin
giderek artması, bu değişimlerin geçici bir yenilik mi
olduğu yoksa kültürel bir transformasyon şeklinde
düşünülmesi mi gerektiği sorusunu yaratmıştır.
Aile konusunda ortaya çıkan bu değişmeleri kültürel
bir transformasyon olarak görenler (postmodemistler)
önceki döneme ait sosyal yaşama ilişkin özelliklerin
uzun bir süre yeniden düşünülemeyeceğini
belirtmektedirler. Geleneksel aile kavramının artık
yeterli olamayacağı bu nedenle yeni bir aile tanımına
gerek duyulduğu öne sürülmektedir. "Çekirdek ailenin
post modern süreç için iyi bir tanım olamayacağı,
bunun yerine yalnız, tek ebeveynli, ve genç yaşta
alkolizm ya da uyuşturucudan kurtulmuş bir ailenin
belki de daha iyi bir tanım olabileceği"
belirtilmektedir/1" Ailenin çocuk yetiştirme görevi,
artan oranlarda ebeveyn dışında başka bir yetişkin
tarafından üstlenilmektedir. Kültür ise günde en az yedi
sekiz saat açık kalan televizyon tarafından çocuğa
aktarılmaktadır. Çocuğun günlük bakım merkezleri ve
kitle iletişim araçları tarafından yetiştirilmesi, ailenin
görevlerindeki değişmeleri gösteren örneklerdendir.
Türkiye'de Aile Sosyolojisi
Diğer bilim dallarına göre yeni bir uzmanlık alanı olan
aile sosyolojisinin Türkiye'de yeterince gelişememiş
olduğu görülmektedir. Cumhuriyet dönemi öncesi aile
39
Çelebi Nilgün. "Aile Araştımıalannda Metodolojik
ve Teorik Eğilimler" Türk Aile Ansiklopedisi 1, Aile
Araştırma Kurumu Yayım, Ankara. 1991. s:50-52
40
Denzin K. "Postmodern Children" Society 24,
aktaran Cheal D., age, s: 147
65
yapısını bilimsel bir çerçevede inceleyen çalışmalara
rastlanmamaktadır.
Ziya Gökalp. Türk ailesinin ilerleme çizgisi ile,
toplumun değişimi arasında paralellik kurarak. Türk
ailesinin hem ataerkil, hem anaerkil ailenin izlerini
taşıdığım belirtmektedir .41
Prens Sabahattin'in çalışmalarında da aile sosyolojisi
görülmektedir. Özellikle Le Play'in aile
monografilerinin kullanıldığı çalışmalara (Mehmet Ali
Şevki , Selahaltin Demirkıran'ın köy ailesi çalışmaları)
rastlanmaktadır. 1940 lı yıllarda ise gözleme dayalı
ampirik araştırmalar yapılmakta, anket, örnekleme
kavranılan kullanılmakta ve uygulanmaktadır. Köy
monografileri yakınlaşmıştır. Betimleyici çalışmalar
görülmektedir. Kent ailesi ele alınmamaktadır42
1950 li yıllardan itibaren Türkiye'nin hızlı bir
toplumsal değişme sürecine girmesi, toplumsal yapı ve
toplumsal kurumlarıyla birlikte tüm toplumsal sistemi
etkilemiştir. Kuşkusuz aile de bu durumdan
etkilenmiştir. Ailede meydana gelen değişmeleri
belirleyebilme, tüm toplumla ilişkilerini kurabilme,
karşılaşılan sonulları çözebilme konusunda geniş
ölçekli alan araştırmalarına başlanmıştır. "Türk
Köyünde Modernleşme Eğilimleri " (DPT: 1968) bu
amaçla gerçekleştirilmiş çalışmalardan birisidir.
"Türkiye'de yapılan bazı çalışmalarda çekirdek aile
tipinin yaygınlaşması geleneksel kırsal toplumdan
endüstriyel topluma geçişle açıklanmaktadır. Ancak
gerek derinlemesine alan çalışmaları gerekse geniş
çaplı anketler aile yapısının değişen mülkiyet
biçimleriyle doğrudan ilişkili olduğunu göstermiştir.
Timur'un 1968 de gerçekleştiği geniş çaplı anket
sonucu yaptığı çalışma. Kıray'm Çukurova ve Ereğli
çalışmaları, Kandiyoti'nin Orta Anadolu'da
gerçekleştirdiği çalışma mülkün içeriğinin ailenin
demografik yapısına ayrı, yetke yapışma ayrı
yansıdığını gösteren çalışmalara örnektir. 43 Aile
tiplerinin ekonomik koşullar, mülkiyet ilişkileri,
mesleki bağlar çerçevesinde geliştiğini gösteren bu
çalışmalar aile sosyolojisine olan ilginin artışına da
işaret etmektedir. Nitekim sosyologların yanı sıra.
demografların, antropologların,, sosyal psikologların,
hukukçuların, ekonomistlerin de aileye ilişkin
araştırmalar yaptıkları görülmektedir. Alan
çalışmalarının yanı sıra Türk toplumunda aileye ilişkin
kuramsal çalışmalar da yapılmış ve bu konuda Batı
kavranılan, kategorileri, modelleri örnek alınmıştır.
"Evrimci,
işlevsel
modernleşmeci yaklaşımlar
" Türkdoğan Orhan, "Aile Yapıları" Aile Yıllığı, Aile
Araştırma Kurumu Yayını, Ankara, 1990. s:342 'L
Özen Sevinç. "Aile Sosyolojisinde Yaklaşım-Yöntem
Sorunları ve Konu Öncelikleri" Dünyada ve
Türkiye'de Güncel Sosyolojik Gelişmeler Sosyoloji
Derneği Yayınları III, 1994, S: 182 l3Kandiyoti. age,
s:24-25
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
kullanılmış, kentleşme, sanayileşme, aile yapısı
arasındaki işlevsel ilişkiler kabul edilmiştir".44
1980-1991 döneminde Türkiye'de sosyoloji yoğun bir
biçimde gelişmiştir. Bu gelişmeye paralel olarak 1980
den sonra ailevi temel alan çalışmalarda büyük bir artış
kaydedilmiş, doktora ve yüksek lisans tezlerinde
sayısal "patlama" gerçekleşmiştir. Yirmi üç alt başlığa
ayrılarak sınıflandırılan sosyoloji çalışmaları içersinde
aile konusu tezlerde ilk, makale ve tebliğler
kategorisinde üçüncü sırada yer almıştır4""'
1984 de Türk Sosyal Bilimler Demeği tarafından
yayınlanan
Türkiye'de
Ailenin
Değişimi:
Toplumbilimsel. Yasal, Sanatsal İncelemeler, 1990
yılında TC. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu
tarafından yayınlanan Aile Yazıları serisi, Türk Aile
Ansiklopedisi. Toplum ve Aile Dergisi, 1990 da DPT
tarafından yayınlanan Türk Aile Yapısı Araştırması,
çeşitli üniversitelerin çıkardığı dergilerdeki makaleler
aile konusundaki yayınların sayıca arttığım
göstermektedir.
SONUÇ
Aile Sosyolojisinde geleceğe ilişkin yönelimleri Batı
toplumlarında aile sosyolojisi ve Türkiye'de aile
sosyolojisi olarak iki başlık halinde ele almanın uygun
66
zaman kaçırmamak için şu anda değişebilir, kararsız
gibi görünen kategorileri de izlemelidir. Nitekim
günümüzde Baü'da geçirilen sosyal değişme sürecine
paralel olarak doğurganlık, ahlak, boşanma, tek
ebeveynli aileler, evlenmemiş anneler, bağımlı yaşlılar,
alternatif aile biçimleri, iki kişinin çalıştığı aileler gibi
konularda çok sayıda mikro düzeyde çalışmalar
yapılmaktadır.
Türkiye'de ise durum Batı'dan farklıdır. Aile
sosyolojisinin Türkiye1 de gelişimi oldukça yenidir.
Dolaysıyla aile konusunda yapılacak çalışmaların
öncelikle Türkiye'nin toplumsal yapısına uygun bir
biçimde gerçekleştirilmesinde yarar vardır. Türk
ailesinin tarihsel gelişimi, kültürü iyice kavranmalıdır.
Batı modellerinden aktardığımız aileye ilişkin
tipolojilerin Türk toplumuna uygunluğu sorgulanmalı
ve toplumumuza en uygun tipolojilerin geliştirilmesine
çalışılmalıdır. Aile yalnızca toplumla ilişkisi
çerçevesinde değil, aynı zamanda aile üyelerini birer
sosyal kategori olarak ele alan araştmnalara da ağırlık
verilmelidir. Batı toplumları ile Türk toplumu
arasındaki farklılıklar gözetilerek, kendi özgün
yapımıza, değerlerimize, tarihimize uygun olarak
gerçekleştirilecek araştırmalar Türkiye'de aile
sosyolojisinin gelişimine yardımcı olacaktır.
olacağını düşüncesindeyiz.
KAYNAKÇA
Batı toplumları bugün aile kurumu konusunda
tereddütler yaşamakta ve sorunun çözümü için çeşitli
alternatifler geliştirmeye çalışmaktadırlar. Yeni
gelişmeler pozitivizmde Durkheim'm belirlediği temel
kurala ters düşmektedir. Durkheim genel kanunlara
ulaşabilmek için değişebilir ve kararsız davranış
örünlüleri üzerinde çalışmaktan kaçınmak gerektiğini
öne sürmektedir. "Sosyolojik kanunlara ulaşabilmek
için hipotezlerin aynı objelerde tekrar edilen
gözlemlerle sınanması gereklidir. O halde aynı
objedeki ölçümlerin aynı sonucu verebilmesi için
gözlem altındaki objenin istikrarlı olması
gerekmektedir. Bu nedenle sosyologlar serbest
oluşumlardan, dönüşüm süreçlerinden kaçınarak
istikrarlı olgularla uğraşmalıdır. Metodolojik bir yol
izleyebilmek için bilimin temellerinin kaygan değil,
katı zeminler üzerine kurulması gerekmektedir."46
Ancak günümüzdeki gelişmeler değişiktir. Ailenin
değiştiğini bilmemize rağmen, gelecekteki örüntüyü
kuracak sosyal biçimlere ilişkin bir bilgiye sahip
değiliz. Bazı örüntülerin er ya da geç görüneceği
düşünülebilir. Sosyologlar, önemli gelişmeler olduğu
Özen Sevinç, age s: 182
b
Kaçmazoğlu Bayram. "1960 sonrasında Türkiye'de
Yapılan Sosyoloji Çalışmalarına Genel Bir Bakış"
Dünya'da ve Türkiye'de Güncel Sosyolojik Gelişmeler
Sosyoloji Der. Yay. III, Ankara, 1994, s:53 46
Durkheim E.. (1964) The Rııles of Sociological Method
(Frec Press:NY) aktaran Cheal D., age. s: 160
Adams N.Bert, (1986) The Family A Sociological
Interpretation . Harcourt Brace, Jovanovich
Bernardes J.. (1968) " Multidimensional
Developmental Pathways:A Proposal to Facilitate tlıe
Conceptualisation of family Diversity" Sociological
Review 34, aktaran Cheal D., age
BurgessE.W.. "The Family as a Unity of Interacting
Personalities" Family , aktaran Cheal D., age
Cheal David, ( 1991) Family and the State of Theory.
Umversity of Toronto Press, Buffalo
Collins Randall. (1985) Sociology of Marriage and the
Family. Nelson Hail Publishers
Çelebi Nilgün.
Metodolojik ve
Ansiklopedisi 1.
Ankara
(1991) "Aile Araştırmalarında
Teorik Eğilimler" Türk Aile
Aile Araştırma Kurumu Yayını.
Darling C. (1988) "Family Life Education" Handbook
of Marriage and the Family ed. Sussman ve Steinmetz,
NY
Denzin N., (1986) "Postmodem Social Theory"
Sociological Theory 4. aktaran Cheal D. age
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Durkheım E.. The Rules of Sociological Metlıod (Free
Press:NY) aktaran Cheal D., age
Duvall E: ve B. Miller. (1985) Marriage and Family
Development (Harper and Row:NY), aktaran Cheal D.
agc
Habermas. Knowledge and Hııman Interests aktaran
Tlıomas ve Wilcox age
Hill R.. (1966) "Contemporary Developments in
Family Theory" Journal of Marriage and the Faınily, 28
aktaran Thomas ve Wilcox age.
Hill R.. "Modem Systems Theory and the Faınily"
Social Science Information aktaran Cheal D. age
67
Sayın Önal, (1987) "Aile İçi İlişkilerin Toplum ve
Birey Boyutunda Çözümlenmesi" Sosyoloji Dergisi,
Ege Üniversitesi Edebiyat Fak. Yayını, Sayı 1, İzmir
Sayın Önal . (1990) Aile Sosyolojisi. Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayım , İzmir
Scanzoni J., "Social Processes and Power in Families"
Contemporary Theories Aboııt the Family aktaran
Cheal D., a.g.e.
Sprey J.. (1988) " Curreııt Theorizing on the Family"
Journal of Marriage and the Family 50. 4
Stryker S.. (1968) "Identity Salience and Role
Performance" Journal of Marriage and Family, 30,
aktaran Cheal D, age.
Hill R. ve Hansen D., (1960) The Identification of
Conceptual Framevvorks Utilized in Family Study"
Marriage and Family Living, aktaran Thomas ve
Wilco\ age
Ho\vard R.L.. (1991) "A Social History of American
Family Sociology 1865-1940" ed: J.Mogey VVestport,
Greemvood Press aktaran Cheal D. age
Thomas Danvin L. ve Wilcox Jean Edmondson (1988)
"The Rise of Family Theory" Handbook of Marriage
and the Family, ed: Sussman ve Steinmetz, NY
Hovvard R.L.. (1991) "A Social History of American
Family Sociology 1865-1970". University of Missouri,
aktaran Cheal D., age
Türkdoğan Orhan. (1990) "Aile Yapılan" Aile Yıllığı,
Aile Araştırma Kurumu Yayını, Ankara
Kaçma/oğlu Bayram, (1994) "1960 Sonrasında
Türkiye'de Yapılan Sosyoloji Çalışmaianna Genel Bir
Bakış" Dünva'da ve Türkiye'de Güncel Gelişmeler,
Sosyoloji Der. Yay. III, Ankara
Kandiyoti Deniz, (1984) "Ail yapısında Değişme ve
Süreklilik" Türkiye'de Ailenin Değişimi:
Toplumbiliınsel İncelemeler (Yay. Hazırlayan: Türköz
Erder), SBD. Ankara
Morgan .D.H.J., (1975) Social Theory and the Family
RouUedgc and Kegan Paul, aktaran Cheal D., age
Osıııond M. Withers, (1988) "Radical-Critical
Theories" Haııdbook of Marriage and the Family, ed.
Sussman ve Steimnetz. NY
Özkalp Enver (1995) Sosyolojiye Giriş Anadolu Ü.
Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Vakfı Yay. No:
87. Eskişehir
Özen Sevinç. (1994) "Aile Sosyolojisinde YaklaşımYönleın Sorunları ve Konu Öncelikleri" Dünva'da ve
Türkiye'de Güncel Sosyolojik Gelişmeler Sosyoloji
Demeği Yayınları III, Ankara
Rodgers H.Roy, (1973) Family Interaction and
Transaction theDevelopmental Approach. Ne w Jersey
Tıırner, (1989) "Introduction: Can Sociology be a
Cumulative Science?" Tlıeory Building in Sociology.
Sa ge: Nevvbııry Park
Yazan Ümid Meriç, (1990) "İleri Endüstri
Toplumlarında Aile Kurumu Üzerine bir Araştırma",
Aile Yazıları 1, TC Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Yayını, Ankara
Yıldırım Cemal, (1979) Bilim Felsefesi, Remzi
Kitabevi, İstanbul
PAL). Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
68
İÇERİK KURAMLARI VE EĞİTİM YÖNETİMİNE KATKILARI
CONTENT THEORIES AND THEIR CONTRIBUTIONS TO EDUCATIONAL ADMINISTRATION
Ali Rıza ERDEM
ÖZET
Davranış temel olarak insanların gereksinmeleri
ve güdüleri tarafından belirlenir.
ABSTRACT
Humarı behaviors are predominecatly
determined by their needs and mitives
Okul yöneticisi okulun amaçları doğrultusunda
Performans göstermeleri için isgörenleri
güdüleme/idir.
The school administratör has to motivate the
school personnel to direct the m to the school
obje eti ve s
İçerik teorileri esas itibariyle, kişiyi davranışa
sevk eden faktörleri belirlemeye ağırlık
vermektedir.
Content theories basicly , focuse on the
Identification of the factors that stimulate
mdividual the beha\!e
Okul yöneticisi içerik kuramlarını bilirse kişiyi
davranışa sevk eden ihtiyaçların ne olduğunu
bilir ve ona göre strateji oluşturur, uygular.
If the school administratör have information
ab o ut. the content theories, he or she will know
the needs that stimulate the mdividual to hehave
and form his or her strategy and praetice
Anahtar Kelimeler: Davranış, güdü, güdüleme,
içerik kuramları
Key IVords: Behavior, Motive, Kdotivation,
("ontent Theories,
-Neden bazı öğretmenler canla başla öğrencilerini
yetiştirmek için fazla mesai yaparken; bazı
öğretmenler "adam sende" anlayışı içinde
öğrencilerini yetiştirmede mesai saatinin bitişim
dört gö/.le beklemektedir?
-Neden ba/.ı okul müdürleri öğretmenlerine
kolaylıkla bir iş yaptırabilirken diğer okul
müdürleri ceza tehdidine rağmen iş
yaptıramamaktadır?
-Neden okul müdürünün bir başarıya verdiği ödül
bir öğretmeni tatmin ederken ,aym başarıyı gösteren
bir başka öğretmene verdiğinde tatmin
etmemektedir7
-Neden okul müdürü bir işin yapılması için ödül
vadettiği halde öğretmenler o işi yapmada isteksiz
davranmaktadırlar.?
Eğitim yönetiminde bu ve bunun benzeri somların
cevabı güdülemeyle ilgilidir. Güdüleme kavramı
(Arş.Gör.) PAÜ Eğitim Fak.Sınıf Öğr. Böl.
(güdüleme kuramlarının eğitim yöneticilerince
bilinmesi ve kullanılması) çok önemli bir
ANAHTARDIR.
Güdüleme kuramları ve bu kuramları eğitim
yöneticisinin ve uygulamasının olası yararlarına
geçmeden önce işgörenin bir insan olarak davranışına
ve onun altında yatan motivasyona bakmak
gerekmektedir.
BİR İNSAN OLARAK İŞGÖRENİN
DAVRANIŞLARI VE MOTİVASYON
İnsan biyolojik,sosyal ve kültürel varlıktır.Yani insan
konuşan ,düşünenen , gülen, istekleri, özlemleri olan
biryaratıkdır.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
İnsanı iyi tanımak.davranışlarını ve altında yatan
motivasyonu (güdüyü) bilmek yöneticilere onların
tutumlarını değiştirmede .onları güdülemede ! ve örgüt
amaçlan doğmltusunda çalışmaya istekli hale
getirmede büyük ölçüde yardımcı olur.
DAVRANIŞLAR
İnsanlar çeşitli olaylar karşısında çeşitli davranışlar
gösrcrirler İnsan davranışlarmdaki ortak noktalar
şunlardır:"
1-İnsan davranışları mutlaka bir nedene
dayamr.Bu temel neden eğitiminanç ve
kültürle yakından ilişkilidir.
2-Her davranış bir amaca yöneliktir.
3-Her nedenjnsanda psikolojik bir güdü ve
işlek yaratır
4-Sosyal sistem içinde belirli davranış
kalıpları vardır. İnsanların rolleri bu
davranış kalıplarıyla belirlenir. Böylece
insanlar, bir grup üyesi oldukları zaman
kendi
davranışlarını
değil.
grubun
benimsediği ortak davranışları gösterirler.
Farklı rollere geçmek .insanın davranış
kalıplarını değiştirir.
MOTİVASYON (GÜDÜLEME)
Motivasyon temelde bireyin davranışlarıyla ilgilidir.
Davranışlar bireyin hedeflerine göre yetiştireceği
tepkiler biçiminde ortaya çıkacaktır.
69
davranışların sürdürülme olanakları gibi konuların
incelenmesi gerekmektedir.4
Motivasyon süreci
Güdüleme süreci tatmin edilmemiş bir takım
ihtiyaçların dürtüsüyle başlar.Bu ihtiyaçlar
uyarılıncaya kadar kişi motive olmaz. Kişinin bir
ihtiyacı uyandmldığmda bu ihtiyacı gidermek için
belirli bir davranışa geçecektir. Bu davranış,bu ihtiyacı
karşılayacak bir amaç ya da istek yönünde olacaktır.5
Motivasyona ilişkin insan doğası baklandaki
kuramsal görüşler
Yöneticinin en önemli görevi etkin bir örgüt
yaratmaktır.Etkili bir örgüt ise yüksek düzeyde motive
olmuş işgörenlerle sağlanabilir.
Çalışanları içten gelen bir istekle örgüt amaçlarım
gerçekleştirme yönünde davranmaya özendirme
yöneticilerin en başta gelen görevi olarak kabul
edilince.
yöneticinin
işgören
hakkındaki
varsayımlarının (felsefelerinin) önemi kendiliğinden
ortaya çıkar.
Yönetim literatürüne gecen ve eğitim yöneticileri de
dahil pek çok yöneticinin uygulamalarına (bilinçli veya
bilinçsiz) temel oluşturduğu kabul edilen insan
doğasına ilişkin bazı kuramsal yaklaşımlar şunlardır:
X kuramı:Bu kurama göre insan:6
1-TembeUişenen .elinden geldiğince az
çalışmak isteyen, fırsat buldukça işini ihmal
etme eğiliminde olan bir yaratıktır.
İngilizce ve Fransızca"motive" kelimesinden türetilen
motive teriminin Türkçe karşılığı güdü bir insanı belirli
bir
amaç
için
harekete
geçiren
2-ğîiÇiryok
demektir.Güdüleme ise bir veya birden çok
insanı.belirli bir yöne (veya amaca) doğru devamlı şekilde
harekete geçirmek için yapılan çabaların toplamıdır.1
2-İhtirası
yoktur,
sorumlulukları
yüklenmekten kaçınır, yönetilmeyi tercih
eder.
3-Önce kendisini düşünür, bu yüzden örgüt
amaçlarına karşı kayıtsızdır.
Motivasyon kişisel bir olaydır.Dolayısıyla kişinin
bekleyişleri ve ihtiyaçları, amaçları, davranışları,
kendilerine performansları hakkında bilgi verilmesi
konularıyla ilgilidir. Dolayısıyla motivasyon sürecini
tam olarak kavrayabilmek için kişileri belirli şekilde
davranmaya zorlayan nedenler, kişisel amaçlar ve
4-Değişmelere karşı direnir.
Tamer Koçel İşletme Yöneticiliği(Yönetici
Geliştirme,Organizasyon ve Davranış) İstanbul:
Beta, Yayın No:405,Î995,s.382'den Don Hellrıegel
and John SlocıımOrganizatıonal Behavıor 2nd
Ed.VVest Publishing Co,1979s.390'dan Doğan
Cücelioğiu İnsan ve Davranışı İkinci Baskı Remzi
Kitabevi İstanbul: 1991,s. 229
Şerif Şimşek Yönetim ve Organizasyon
Konya:Damla Matbaacılık, 1995,s.206-207 f>
Kaya.a.g.e.. s. 115-116
1
1
Yahya Kemal Kaya Eğitim Yönetimi(Kuram ve
Türkiye'de
Uygulama)
Ankara :Bilim
Yayınları. 1993.S. 112
' a.g.c.s.l 12
' Erol Eren Yönetim Psikolojisi İstanbul:İ.Ü.İşletme
İktisadı Enstitüsü Yayın No: 105,1989,s.388
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
5-Kapasite
farklıdır.
ve
yetenekleri
70
yönünden
herşey onlarda korku yaratır. Bu durumda
statik örgüt idealdir.
6-Demogoglarca kolayca aldatılır.
2-Kuvvet aşaması: Bu aşamada egemen
unsur kuvvettir. Güvenliklerini sıkı
çalışmayla, gerektiğinde hile ile sağlamaya
çalışırlar. Risklere atılmada korkusuzdurlar.
7-Farklı gereksinmeleri vardır.
Bu kurama göre işgörenler yönetim tarafından
uyarılmadıkça
pasif
kalırlariıatta
örgüt
gereksinmelerine karşı direniri er. Bu yüzden işgörenleri
korkutarak. ce/.a ile tehdit ve kontrol ederek veya
ödüllendirerek çalışmaya istekli hale getirilmelidir.
3-Gruplaşma aşaması: Bu aşamada ortak
grup davranışları egemendir. Grup halinde
çalışma eğilimleri, grup içinde tanınma
isteği, ahenk ve denge isteği, hakkaniyete
düşkünlük gibi davranışlar görülür.
Y kuram i: Bu kurama göre :'
1 -İşyerinde , işgörenin fiziksel ve düşünsel
bir çaba harcaması oyun yada dinlenme
kadar doğaldır.
2-İnsanlar örgüte bağlanır, iş ve iş
arkadaşlarını severse , kendi kendim
yönetme ve denetim yollarını kullanarak
örgüte daha yararlı olmaya ve hizmet
f<
etmeye çalışır.
3-Örgütsel amaçlara bağlılık,onlarııı elde
edilmesiyle ilgili ödüllere bağlıdır.
4-Serbesti
aşaması:
Davranışlarda
korkusuzluğun egemen olduğu aşamadır.
Grup taraftarlığı yok olmuştur. Personel
nicelik ve nitelik açısından verimlidir, fakat
standart işlem süreçlerine karşıdır.
İnsan karmaşık bir varlık olduğundan aşamalardan
birinde olabileceği gibi birkaçında da olabilir.
Yönetimin
görevi
gerçekçi
gözlem
ve
değerlendirmelerle, kişilerin eğilimlerini doğru olarak
saptamak ve tutumunu buna uygun olarak
bici mlendirmektir.
İÇERİK KURAMLARI VE EĞİTİM
YÖNETİMİNE KATKILARI
4-Eiverişli koşullar sağlandığı takdirde ,
normal insan sorumluluğu kabul etmekle
kalma/., onu aramayı da öğrenir.
5-Örgütsel sorunların çözümünde gerekli
olan imgeleme ve yaratıcılık yetenekleri
insanlar arasında az değil, geniş ölçüde
dağıtılmıştır.
Bu teoriler kişinin içinde bulunduğu ve kişiyi belirli
yönlerde davranışa sevkeden faktörleri anlamaya önem
vermektedir. 9
Bunun arkasındaki varsayım ise şudur:
10
Eğer yönetici personeli belirli şekillerde
(yönlerde) davranmaya zorlayan faktörleri
anlayabilir ve kavrayabilirse ; bu faktörlere
hitapetmek suretiyle personelini daha iyi
yönetebilir. Yani onları örgüt amaçları
doğrultusunda davranmaya sevkedebilir.
6-İnsan yetenek ve becerilerinin sadece bir
kısmından yararlanabilmeyi sağlamaktadır.
Bu kurama göre dıştan denetim yerine içten denetim
vardır.
Fırsatların
yaratılması,
potansiyellerin
değerlendirilmesi, engellerin kaldırılması, gelişmenin
özendirilmesi ve liderlik yönetimin görevleridir.
Z kuramı: Mc Gregor'un X ve Y kuramlarının
sentezinden Z kuramı oluşturulmuştur. Z kuranımda
Maslov v'un
g ereksin meler
s ır a
d ü z en ind en
yararlanılmıştır. Z kuramı, insanın dinamik bir enerji
sistemine sahip olduğu görüşüne dayanmaktadır.Buna
göre. insanın örgütteki davranışları enerji durumunun
bir sonucudur. Öyleyse insanın davranış aşamalarının
saptanması gerekmektedir.Bu aşamalar: 8
Motivasyona ilişkin dört önemli içerik teorisi
maslow'on "ihtiyaçlar hiyerarşisi", Alderfer'in "varlık,
ilgililik ve ihtiyaçlar teorisi", Herzberg'in "iki faktör
teorisi" ve McClelland'ın "basan güdüsü teorisi" dir.
1-MASLOW'UN İHTİYAÇLAR
HİYERARŞİSİ KURAMI
Motivasyon teorileri arasında en çok bilinenidir. Bu
yaklaşıma göre kişinin ihtiyaçları beş ana grupta
toplanabilir. Birinci grup en alt ve ilkel düzeydeki
1-Katılık: Bu aşamada insanın temel
gereksinmesi güvenliktir.Yeni ve belirsiz
9
' Eren. a.g.c. .s.30-31 8
Kaya. a.g.e.. s. 121-122
Koçel a.g.e., s.384'den James Stoner Management
Prentice-Hall,1978.s.4O6
"'a.g.e., s.384
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
ihtiyaçları.beşinci gruptakiler ise en üst düzeydeki
ihtiyaçları kapsamaktadır. Bu ihtiyaçlar hiyerarşisi şu
şekildedir:1'
1-Fizyolojik ihtiyaçlar:Yemek yeme. su.
uyku.seks
2-Güvenlik ihtiyaçları: Can ve iş
güvenliği, tehlikelerden korunma
3-Sosyal ihtiyaçlar: Gruba mensup olma,
kabul edilme, dostluk
4-Kendini gösterme (değer) ihtiyacı:
Tanınma ve prestij kazanma, kendine
güven duyma.
5-Kendini gerçekleştirme (tamamlama)
ihtiyacı : Sahip olunan potansiyeli
geliştirme, yaratıcılık
MASLOW'UN
İHTİYAÇLARIN
TABLO İÇ: İHTİYAÇLARIN ÖRGÜTÇE NASIL
KARŞILANABİLECEĞİ ÖRNEKLERİ
HİYERARŞİSİ
ÖRGÜTÇE
NASIL
KARŞILANABİLECEĞİ
ÖRNEKLERİ
Yaratıcılık gerektiren cazip
Kendini
işler,kişisel gelişme ve
gerçekleştirme:
Kişinin
yaratıcı yükselme olanakları
yeteneklerim
kullanabilmesi
Görevin
adı
ve
Kendini
sorumluluğu, yapılan işin
gösterme(saygınlık):
övülmesi,
Başarı, tanınma ve beğenilerek
yükselme, statüye uygun
statü sahibi olma
aylık, itibarlı olanaklar ____
Sosyal ihitiyaçlar(ait Arkadaşça ilişkiler ortamı,
olma): Sevme. ait sosyal faaliyetler (futbol,
olma. kimlik duygusu tavla. satranç maçları,
piknik , parti vb.) ________
kazanma, benimseme
ve
emeklilik
Güvenlik
ihityacı: Sigorta
programları,
iş
güvencesi,
Tehlikelerden
korunma,
korku emin ve sağlıklı iş koşulları
duyma ma.
güvenlik
içinde olma __________
Fizyolojik ihtiyaçlar: Ücret, yan ödeme, İYİ
Yaşam
ihtiyaçları çalışma koşulları
(hava. su. yemek, uyku,
seks)________________
Kaynak:Halil Can ve Diğerleri işletme ve Yönetim
Ankara: Aslımlar Matbaası, 1984,s.240
11
a.g.c..s.385_386
71
Bu kuram iki temel varsayıma dayanır.Bunlar:12
1-İnsan davranışlarının bir nedene dayandığı ve
ihtiyaçların davranışı belirleyen önemli bir faktör
olduğu
2-Alt kademelerde bulunan ihtiyaçlar giderilmeden üst
kademelerdeki ihtiyaçlar kişiyi davranışa
scvketmediği; tatmin edilen bir ihtiyacın motive edici
unsur olmaktan çıktığı ve yerini tatmin edilmemiş daha
üst seviyedeki ihtiyaca bıraktığı şeklinde özetlenebilir.
Araştırmalar
genellikle
teorinin
geçerliliğini
13
kanıtlamamaktadır.
Örneğin ihtiyaç yapılarının
Maslow'un önerdiği boyutlara göre örgütlendiğini
gösteren çok az kanıt vardır. Bu nedenle, ihtiyaçlar
hiyerarşisi çok bilinmesine ve bir çok yönetici
tarafından işgörenleri güdüleme amacıyla
kullanılmasına rağmen, bu teorinin izlenmesinin daha
güdülenmiş bir işgücüne yolaçacağı hakkında yeterli
kanıt çok azdır.
KURAMI BÖLMENİN EĞİTİM YÖNETİCİSİNE
SAĞLAYACAĞI YARARLAR
Bu kuranım yönetici açısından anlamı şudur:
Eğer yönetici ,personelîn hangi ihtiyacını tatmin
etmek istediğini anlayabilirse , o ihtiyaçlarını
tatmin edebileceği ortam yaratarak onların belirli
yönde davranmalarını sağlayabilir14
Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre
belirttiği güvenlik, ait olma, saygı
karşılanmamış öğretmenin davranışları ve
bilen eğitim yöneticisinin bunlara karşı
gereken davranışlar belirlenmiştir.15
Güvenlik
ihtiyacı
öğretmen davranışları
Maslow'un
ihtiyaçları
bu kuramı
göstermesi
karşılanmamış
-Savunmacı olur.
-Yeni materyaller kullanmayı reddeder.
-Yeni programların uygulanmasına direnç
gösterir
-Görevlerini değiştirmeye direnir.
-Yaptığı bütün davranışların dayanağını
göstermeye çalışır.
-Olumsuz ve eleştirici olurlar.
~ Şimşek a.g.e., s.211
'"' Stephan P.Robbins Örgütsel Davranışın Temelleri
(Çev: Sevgi Ayşe Öztürk) Eskişehir: ETAM
A.Ş.,1994, s.43 " Koçel a.g.e.,s.385
!>
Marcıa Kalb Kııoll Supervision for Better
Instractıon (Practical Techniques for İmproving
Staff Perfomıance) Prentıce-Hall Inc, Englewood
Cliffs. New Jersey.1987 , s. 193-201
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
Kuramı bilen
davranışları
eğitim
72
yöneticisinin
-Örgüt içinde tutarlı bir biçimde izleyeceği
kuralları koyar. Örneğin Özel bir okulda
yöneticiyse sözleşme şartlanın açık bir
biçimde ortaya koyar.
-Performansa ilişkin gerçekçi beklentiler
ortaya koyar.
-Rutin işlerde tutarlı prosedürü sürdürür ve
korur.
-Sorımlarm
çözümü
konusunda
öğretmenlerden öneriler alır.
-Çatışmalar konusunda beklentilere uygun
davranır.
Ait
olma
ihtiyacı
öğretmen davranışları
karşılanmamış
-Kendini diğer personelden soyutlar
-Yalnız yemek yer.
-Gaibim sosyal etkinliklerine katılmaz
-Çalışma
grubunun
oturumlarına
katılmaz.katkıda bulunmaz
-Öğretmenler odasına girmez
-Öğrencilerin hoşlandığı şeyleri vererek
sevgisini satın alır.
-Sınıf kurallarını uygularken çifte standart
uygular.
-Öğrencilere kendisine bağımlı kalması için
taviz verir ve zorlar.
-Kendisine destek gaıpları oluşturur.
-Karşı grupdaki öğretmenlerle sataşır.
Kuramı bilen
davranışları
eğitim
yöneticisinin
-Ait
olma
ihityacı
gideremeyen
öğretmenlere sıcak ve arkadaşça davranır.
Onların ve akrabalarının halini hatırını
sorar.
-Grup çalışmalarına sokar ve grubun
çalışmasını destekler
-Topluca yemek yemek gibi toplumsal
etkinlikler düzenler ve bu tür etkinlikleri
destekler.
-Bürokratik sosyalleştirme aktif katılır.
-Bireyler arası çatışmaları çözmek için
toplantılar düzenler ve sorunu çözebilecek
olanları da davet eder.
-Okul içinde rahat ve çekici bir çalışma
mekanı hazırlar.
-Ait
olan
ihtiyacı
karşılanmamış
öğretmenlerin başarılanın takdir eder ve
ödüllendirir.
Saygı ihtiyacı karşılanmamış öğretmen
davranışları
-Okula ve yönetime güven duymaz.
-Sorumluluk almaktan kaçar.
-Kendi çabalarına ilişkin güvensizlik
hisseder.
-Hevesi kırılır.
Kuramı bilen
eğitim
davranışları
yöneticisinin
-Öğretmenin çabalarını kitle
önünde öne
çıkarır. Çaba gösteren öğretmeni '"ayın
öğretmeni " veya "haftanın öğretmeni "
seçer.
-Öğretmenin başarılanna değer verir. Gnıp
önünde öğretmene yaptığı çalışmaları
anlattırır.
-Statüsüne saygı gösterir. Öğrencisi alırken
veya sınıfına girerken öğretmenden izin
ister.
Kuramı bilen eğitim yöneticisi eğitim işgörenleriııin
davranışlarının temelinde ihtiyaçların yattığını ve
ihtiyaçların davranışları yönlendirdiğini bilir.
Gösterilen davranış hangi ihtiyacın eksikliğinden
kaynaklanıyorsa ona göre davranır.
2-ALDERFER'İN VARLIK, İLGİLİLİK VE
GELİŞME KURAMI
Maslovv'un kuramının deşik bir biçimi
16
ihtiyaçlar üç kümede toplanmıştır.
olup
1-Varlık:
Açlık, susuzluk,fiziki
güvenlik vb. fizyolojik gereksinmeler
burada toplanmıştır. Bu gereksinmelerin
giderilmesi örgütün kaynaklarının bol
olmasına bağlıdır.
2-İIişki: İnsanın kendisi için önemli olan
öteki insanlarla ilişkide buluruna istekleri
burada toplanır. Bu gereksinmelerde
karşılıklılık vardır.
3-Gelişme: Bir insanın kendisi veya
çevresi üstünde yaratıcı, üretici etkiler
yapmak, yeteneklerim kullanmak , yeni
yetenekler geliştirmek istekleri de burada
toplanmıştır.
Alderfer'e göre varlık sürdürme ve ve ilişki ihtiyaçları
tatmin edilmeleriyle şiddetlerini kaybetmelerine
' Oğuz Onaran, Çalışma Yaşamında Güdülenme
Kuramları Ankara:A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınlan, No:470,1981,s.39
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
73
karşılık, gelişme ihtiyaçları tatmin edildikçe daha
şiddetli hale gelir.1
Alderferin "Varlıkjlişki ve Gelişme Kuramı"
yöneticilere davranış konusunda, yol göstermektedir.
Aldcrfcr'in kuramı Maslow"un kuranımdan 2 şekilde
ayrılmaktadır.
Eğer bir işgörenin daha yüksek düzeydeki
ihtiyaçları örgüt politikası veya kaynakların
yetersizliği gibi nedenlerle bloke edilirse , o zaman
yöneticinin yapacağı en iyi şey işgörenin çabalarını
daha alt düzeydeki ihtiyaçlarına yönlendirmektir.
Birincisi,Maslow'un beşli ihtiyaçlar lıiyerarşisi yerine
Alderfcr üçlü bir ihtiyaç hiyerarşisi önermektedir.
TABLO 2: ALDERFER VE MASLOW'UN
KURAMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
MODEL
LER
Al der fer
Maslovv
1.BASA
MAK
Varlık
sürdürme
ihtiyaçları
Fizyolojik
ihtiyaçlar
2. BASA
MAK
İlişki
ihtiyaçları
3. BASA
MAK
Gelişme
ihtiyaçları
Güven ve Saygınlık ve
sosyal
kendini
ihtiyaçlar gerçekleştir
me
Kaynak:Halil Can ve Diğerleri a.g.e. ,s.246
İkmcisi.Maslovva göre birey alt düzeydeki ihtiyaçlarını
gidermeden bir üst düzeydeki ihtiyacı gidermeye
yönelmezken Alderfer'de üst düzeydeki ihtiyaç
karşılanamazsa alt basamaktaki ihtiyacın
karşılanmasına yönelinir, yani gerginlik bireyin geri
çekilmesine neden olur.
Yapılan araştırmalar
Bu kuramı bilen eğitim yöneticisi eğitim
işgörenlerinden
biri
İlişki ____ ihtiyaçlarını
karşılayamadığında varlıkla ilgili ihtiyaçlarını; gelişme
ihtiyaçlarını karşılayamaması durumunda da ilişki
ihtiyaçlarını karşılaması için uygun ortam yaratarak
yardım eder.
3-HERZBERG'İN ÇİFT FAKTÖR (HİJYENMOTİVASYON) KURAMI
Maslo\v'un ihtiyaçlar lıiyerarşisi kuramından sonra en
çok bilinen motivasyon kuramıdır.
Herzberg 200 mühendis ve muhasebeci üzerinde
yaptığı araştırma sonucunda
gereksinmeleri
19
ve
güdüleme
etkenlerim .belirlemiştir.
Birinci grup,
Motive edici faktörler: İşin kendisi,
sorumluluk, ilerleme imkânları, statü,
başarma ve tanınma gibi faktörleri
kapsamaktadır. Bu faktörlerin varlığı,
kişiye kişisel başarı hissi verdiği için kişiyi
motive edecktir. Bunların yokluğu ise
kişinin
motive
olmaması
ile
sonuçlanacaktır.
18
-Çalışma
ortamında gereksinmeleri
üçlü biçimde düşünmenin yararlı olduğunu
göstermiştir.
-Bununla birlikte bir gereksinim kümesinde
cngelemeyle karşılaşıldığında bir alt
kümedeki gereksinmelere dönüleceği
önermesi, varlıkla ilgili gereksinmeler için
geçerli bulunmuş, gelişme kümesi için
geçerli bulunmamıştır.
İkinci grup
Hijyen (sağlık) faktörleri: Ücret, maaş.
çalışma koşulları, iş güvenliği, denetim ve
işgörenlerle astlar arasındaki ilişkilerin
niteliği gibi faktörleri kapsamaktadır. Bu
faktörlerin kişiyi motive etme özelliği
yoktur. Ancak bu faktörler mevcut değilse
kişi motive olmayacaktır. Bunların mevcut
olması kişinin motive olabileceği asgari
koşulları sağlayacaktır.
-Bir alt kümedeki gereksinmelerin
doyumu artıkça bir üst kümedeki
gereksinmelere
önem
verilmeye
başlanacağı önermesi de yalnız ilişkiyle,
gelişme kümesi için geçerli bulunmuştur.
edici
faktörlerin
Motivasyon motive
varlığıyla mümkündür.
KURAMI BİLMENİN EĞİTİM YÖNETİCİSİNE
SAĞLAYACAĞI YARARLAR
Motive edici faktörler
yok
Motivasyon yok<-
18
Şimşek.a.g.e..s.213
Onaran, a.g.e.,s.44
19
var
->Motivasyon var
Koçel.a.g.e..s.388
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Hijyen faktörler
yok
var
Motivasyon yok<----- >Motivasyon olabilir
Herzberg yalnız sağlık etmenlerinden doyuma
ulaşanların da var olabileceğim kabul ediyor. Ona göre
bu kişiler daha kendini gerçekleştirme
gereksinmelerinin belireceği gelişmiş bir kişilik
aşamasına gelmemiş kişilerdir. Bunların temel
gereksinmeleri daha çok çevrede hoş olmayan
şeylerden kaçınma gereksinimine yönelmiştir. Bu
gereksinmeler de ancak kısa bir süre için giderilir.
Giderildikten bir süre sonra gene belirir.20
Bireylerin üyesi oldukları sosyo-ekonomik grupların
değer yargılan özendiricilerin geçerliliğini
etkilemektedir. Alt düzey çalışanları için parasal
kazanç, iş güvenliği ve çalışma şartlan . üst düzey
çalışanlara göre daha önemli görülmektedir.
Ekonominin daralması karşısında yükselme arzusunda
olan veya çalışma şartlarını yetersiz bulan bireyler
.bundan
vazgeçip
durumlannı
korumaya
21
yönelmektedirler.
Herzberg'in motivasyona ilişkin teorisi işe
yönelimlidir.Ancak değişik içsel ve dışsal iş
faktörlerinin performansı ne yönde etkilediğine
açıklama getirmediği için eleştirilmektedir.
Güdüleme kuramlarının ele alındığı bir çalışmada
Maslow"la Herzberg'in kuramlannm birbirine benzer
yönleri üstünde durulduktan sonra ,her iki kuramın da
örgütsel amaçlarla bir ilgisi olmadığı , örgütlerin işine
yaramayacağı sonucuna vanlıyor.22 Fakat örgütlerde
çalışanların birer insan oiduklanm .çoğunun bir ömür
boyu sürecek iş yapmakta oiduklanm. dolayısıyla
işlerini birer insan olarak yapmaları gerektiğini
düşünürsek bu kuramların yararını daha iyi anlarız."3
TABLO 3: MASLOW İLE HERZBERG'İN
ÖZENDİRME KURAMLARININ
ARŞILAŞTIRILMASI
MASLOW'UN
HERZBERG'İN
İKİ
FAKTÖR
KURAMI
İHTİYAÇLAR
HİYERARŞİSİ
Benliğini
işin ilginçliği
idrak.kendini
Başarma
gerçekleştirme
Iş'de gelişme
Sorumluluk
Takdir, saygı
Yükselme
74
Takdir görme
Statü
Beşeri ilişkiler Şirket
Sosyal ihtiyaçlar
politikası ve yönetimi
Denetimin kalitesi
Denetimin kalitesi
Güvenlik ihtiyacı
Çalışma şartları İş
güvenliği
Fizyolojik ihtiyaçlar Maaş ve ücretler
Özel yaşam
Kaynak:Tengiz Üçok Yönetim ilkeleri Ankara:Gazi
Büro Basımevi, 1988,s. 154
Teori önceki araştırmalarla tutarlı değildir.Motivasyon
-hijyen teorisi durumsal
24
değişkenleri gözardı
etmektedir.
KURAMI BİLMENİN EGITIM YÖNETİCİSİNE
SAĞLAYACAĞI YARARLAR
Bu kuramın yönetici açısından anlamı şudur: Hijyen
faktörleri bulunması gereken asgari faktörlerdir. Bunlar
yoksa perdoneli motive etmek mümkün değildir.
Ancak varlıkları , motivasyon için gerekli ortamı
yaratır. Motivasyon motive edici faktörler sağlanırsa
gerçekleştirilebilir. Hijyen faktörlerim sağlamadan
sadece motive edivi faktörleri sağlamak, personeli
motive etmeye yetmeyecektir.25
Kuramı bilen eğitim yöneticisi eğitim işgörenlerinin
görev yaptığı ortamlardaki hijyen faktörlerini
düzenler. Isınma, aydınlatma, temizlik gibi sağlıklı
çalışma koşullarını etkileyen faktörlerin en iyi biçimde
olmasını sağlar. Eğitim-öğretimde gerekli olacak araçgereci temin eder.
Hijyen faktörlerini en iyi biçimde düzenledikten sonra
motive edici faktörleri sağlar. Eğitim işgöreninin
yapyığı işi zenginleştirir., ilerleme imkânları yaratır,
yapılan başarılı işleri görür ve takdir ederek
ödüllendirir, eğitim işgörenlerinin statüsüne ve yaptığı
işe saygı duyar.
4-MC CLELLAND'IN BAŞARI GÜDÜSÜ
KURAMI
Mc Clelland tarafından geliştirilen bu teoriye göre kişi
üç grup ihtiyacın etkisi altında davranış gösterir.26
I-Başarma ihtiyacı: Üstün olma dürtüsü, bir
standartlar dizisiyle ilişkili olarak başarmak, başannak
için çabalamak
21
2(1
21
22
23
Onaran a.g.e..s.46
Şimşek a.g.e., s.215
Onaran a.g.e.. s.66'dan HııntHilL 1971
a.g.e..s.66
Robbins a.g.e..s.47
" Koçel a.g.e.,s.389
2(1
Robbins a.g.e..s.48 'den David Mc Clelland The
Achieving Society New York :Van Nostrand
Rcinhold,1961
:
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
75
ve Musevilerin daha çok başarı sahip
olduklarım bulgulamıştır.
2-Güç ihitiyacı: Diğer insanlarla başka bir biçimde
yapmayacakları bir davranışı yaptırma ihtiyacı
c-Aile: Otoriter ailelerde başarı motivli
bireylerin çıkma olasılığı düşüktür.
3-İlişki ihtiyacı:İnsanlar arasında dostça ve sıkı
ilişkilere duyulan ihtiyaç
d-Çocuk yetiştirme biçimleri: Çocuk
küçük yaşlardan itibaren özgür yetişmelidir.
Anne-çocuk bağlılığı çocuğun yalnız
kalmıyacağı biçiminde kullanılmalı,
çocuğun basanları ödüllendirilmelidir. Bu
özellikleri içeren çocuk yetiştirme biçimleri
yine Musevilerde görülmektedir.
Mc Cleleland bu güdülerin her birinin farklı tatmin
duygusu doğuracağını söyler.
Yazar bu üç temel güdünün
birey davranışlarını şu şekilde
27
etkisi altındaki
tanımlıyor:
Başarı güdüsü yüksek olan bireyler:
Bireyin bir işi etkili ve verimli biçimde başarma
-Sorunlara
çözüm
bulmada
kişisel
sorumluluk almak isterler
-Ortaşlama, gerçekçi ve elde edilebilen
amaçlar koyarak belli bir dereceye kadar
riske girerler.
-Yaptıkları işin sonucunu görmek isterler.
-Yüksek enerji ve istekle zorlu çalışmalara
girerler.
Güç kazanma ihtiyacında olan bireyler:
-Diğer kişiler üzerinde güç ya da etki sahibi
olmayı isterler.
-Kendilerine
bu
gücü
sağlayacak
durumlarda diğerleriyle yarışmayı severler. Diğerleriyle karşılaşmadan zevk alırlar.
olasılığı29
1 -Diğer ihtiyaçlara oranla belirli güdününün gücünün 2Görevi yerine getirmede başarı olasılığının
3-0 görev için konulan ödülün değerinin miktarının bir
bileşimine bağlıdır.
Yapılan çok sayıda araştırmaya dayanarak .başarma
ihtiyacı ve iş performansı arasındaki ilişkiye dayanan,
çok iyi desteklenmiş bazı mantıklı tahminlerde
bulunulabilir. Güç ve ilişkli ihtiyaçları hakkında daha
a/, araştırma yapılmış olmasına rağmen bu konularda
da tutarlı bilgiler bulunmaktadır.3"
Birincisi, başarma ihtiyacı yüksek olan
kişiler kişisel sorumluluğun yüksek olduğu,
geri bildirimin olduğu ve orta düzeyde
riskli olan işleri tercih ederler.
Arkadaşlık (ilişki kurma) ihtiyacında
olan bireyler ise:
-Diğerleriyle arkadaşlık ve duygusal ilişki
içine girmek isterler.
-Diğerleri
tarafından
sevilmekten
hoşlanırlar.
-Parti, kokteyl gibi sosyal faaliyetlerden
zevk alırlar.
-Bir gruba katılarak kimlik duygusuna
erişmek isterler.
İkincisi, yüksek başarma ihtiyacı özellikle
büyük örgütlerde mutlaka başarılı yönetici
olunmasını sağlamaz.
Üçüncüsü, ilişki ve güç ihtiyaçlarıyla
yönetsel başarı arasında sık bir ilişki vardır.
Son olarak, işgörenler başarma ihtiyaçları
kamçılanacak biçimde eğitilebilirler.
Mc Clelland'a göre başarı motivini etkileyen etkenler
şunlardır:"*
a.lrk ve çevre: Mc Clelland'a göre bazı
ırklar daha enerjiktir, bu nedenle başarı
motivleri de yüksektir. İklimler başarı
motivini etkiler.
b-Din: Mc Cleleland farklı dinlerde düşük
ve yüksek başarı motivli bireyleri incelemiş
-' Şimşek a.g.e. ,s.216
28
İller Akat İşletme Yönetimi İzmirÜçel yayımcılıkDağılımcıbJk.l984,s.l78
KURAMI BİLMENİN EĞİTİM YÖNETİCİSİNE
SAĞLAYACAĞI YARARLAR
Bu teorinin yönetici açısından anlamı şudur:31
Eğer personelin sahip olduğu ihtiyaçlar
bcliıienebilirse personel seçim ve yerleştirme
sistemleri geliştirilebilir.
' Şimşek
a.g.e.,s.216
31
■°Robbinsa.g.e..s.5
0
Koçel a.g.e.,s.39O
:J
311
PAL). Eğilim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
Eğilim yöneticisi eğitim işgörenlerinden başarı güdüsü
yüksek olanlara-üstün performans gösterenlere- uygun
görevler vererek veya uygun yerlere yerleştirerek bilgi
ve yeteneklerini tam olarak işe koşacaktır. Aynı şekilde
başarı güdüsü yüksek olmayanlara da durumlarına
uygun görevler verir
Eğitim işgörenlerinin en küçük basanlarını takdir
ederek başarı güdülerini kamçılar.
İlişki ihtiyacını karşılayamayanlar için birlikte yemek
yemek, geziye gitmek gibi sosyal faaliyetler düzenler.
SONUÇ
76
6-Personelin görev yaptığı ortamın sağlıklı olması için
koşulları düzenleyerek güdüleme için ortam
hazırlamalıdır..
7-Gösterilen başarıyı takdir edip. ödüllendirerek onlara
diğer çalışmalarda görev vererek başarıların devamım
sağlamalıdır.
8-Eğitim işgörenlerinin kişiliklerine ve statülerine
saygı duymalıdır, herhangi bir uygulamadan önce
onlardan görüş ve öneri almalıdır.
9-Performansa göre görev vermelidir. Performansı
yüksek olanlara bilgi ve yeteneklerini
kullanabilecekleri görevler vermelidir.
İçerik teorileri esas itibariyle, kişiyi davranışa sevkden
faktörleri belirlemeğe ağırlık vermektedir/2 Ancak pek
çok yazar motivasyon konusunun sadece kişinin
içindeki faktörlerin incelenmesiyle lam olarak
anlaşılamayacağı inancındadır. Kişinin içinde
bulunduğu dışsal ortam ve özelliklerde motivasyon
üzerinde rol oynayan önemli bir etkendir.
10-Eğitim yöneticiliğini ve eğitimdeki yerinin ne
olduğunu.
-ne yapması ve neler yapabileceğini
-eğitim işgörenlerine neler yaptırması
gerektiğini ve neler yaptırabileceğini bilmelidir.
Eğitim yöneticisi içerik kuramlarını bilirse kişiyi
davranışa sevkeden ihtiyaçların ne olduğunu bilir ve
ona göre strateji oluşturur, uygular. Eğitim
işgörenlerinin doyurulmamış ihtiyaçlarının giderilmesi
için ortamı düzenler.
A KAT . İlter İşletme Yönetimi İzmirÜçel
yayımcılık-Dağıtımcılık, 1984 CAN
, Halil ve Diğerleri İşletme ve Yönetim
Ankara: Aslımlar Matbaası, 1984
EREN , Erol Yönetim Psikolojisi
İstanbul:İ.Ü.İşletme İktisadı Enstitüsü
Yayın No: 105,1989 KAYA , Yalıya Kemâl
Eğitim Yönetimi(Kuram ve
Türkiye'de Uygulama) Ankara:Bilim
Yayınlan, 1993 KNOLL, Marcıa
Kalb Supervision for Better
Instructıon (Practical Technigues for
İmproving Staff Performance) PrentıceHall Inc. Englewood Cliffs. Nevv
JerseyJ987 KOÇEL , Tamer İşletme
Yöneticiliği (Yönetici
Geliştirme, Organizasyon ve Davranış)
İstanbul: Beta, Yayın
No:405,1995
ONARAN . Oğuz Çalışma Yaşamında Güdülenme
Kuramları Ankara :A.Ü. Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınlan, No:470,1981 ROBBİNS,
Stephan P. Örgütsel Davranışın Temelleri (Çev:Sevgi
Ayşe Öztürk) Eskişehir: ETAM A.Ş.,1994 ŞİMŞEK ,
Şerif Yönetim ve Organizasyon
Konya:Damla Matbaacılık, 1995 ÜÇOK ,
Tengiz Yönetim İlkeleri Ankara: Gazi
Büro Basımevi. 1988
ÖNERİLER
Eğitim yöneticisi:
1- Güdüleme ve içerik kuramları konusunda hizmet
öncesi ve hizmet içi eğitimle bilgi verilerek güdüleme
konusunda yeterli hale getirilmelidir.
2- Eğitim işgörenlerinin daha iyi tanıyabilmesi için
yeterli bilgi, imkân verilerek onlara neler
yaptırabileceğini bilmesi sağlanmalıdır.
3-Sağlıklı bir iletişim sistemi geliştirmeli, personelin
şikâyet ve önerilerine açık olmalı ve dikkate almalıdır.
4-Eğıtim işgörenlerinin gösterecekleri performansı ve
uyacakları şartları açıkça ortaya koymalı, bunları tutarlı
bir şekilde uygulayarak kendilerini güven içinde
hisssetmelerini sağlamalıdır..
5-Eğitim işgörenlerinini davranışlarının altında yatan
sebebi bulmaya çalışmalı, kendini onların yerine
koyabilmelidir.
32
a.g.e..s.390"dan Fred Luthans ve Robert Kreıtner
Organi/atıonal
Behavıor
Modificatıon
Scotl.Foresman, 1975,s.7
KAYNAKLAR
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
77
21.YÜZYILIN DEĞİŞEN EĞİTİM ANLAYIŞLARI İÇİNDE BEDEN VE SPOR
EĞİTİMCİLERİNİN İNŞAN YARATICILIĞINA KATKILARI VE NİTELİKLİ SPOR
EĞİTİMCİLERİN YETİŞTİRİLMESİNE YÖNELİK DÜŞÜNCELER
IDEAS ABOUT TRAINING OF THE OUALIFIED SPORTS INSTRUCTORS AND THE CONTRIBUTIONS
TO MAN'S CREATIVITY OF PHYSİCS AND SPORTS INSTRUCTORS İN THE CHANGING EDUCATION
VIEVV POINTS OF THE TVVENTY FIRST CENTURY
Osman GODE*
ÖZET
Bilgi, iletişim, teknoloji, globalleşmeküreselleşme, çevre ve insan haklarının temel
değer olarak alındığı yeni bir yüzyıla girerken
gelişmiş ülkeler bu yüzyılda yerlerini alabilmek,
çağı yakalayabilmek için çalışmalara
başladılar. Türkiye 'de ise henüz lam anlamıyla
ciddi bir çalışma görülmemektedir. Osman/ı
İmparatorluğu döneminde haftada 3 saat olarak
yapılan Cimnastik ve Beden Eğitimi dersi
günümüzde haftada 2 saat olarak hatta seçmeli
ders olarak uygulanmaktadır. Buna karşın
gelişmiş ülkelerde Beden Eğitimi dersi daha
yoğun olarak işlenilmektedir. Türkiye 'de halen
tam
anlamıyla
Eğitim
Programının
geliştirilememiş olması, Beden Eğitini ve Spor
anlayışının istenilen biçime ulaşamaması, imkân
ve fırsat eşitsizliği, vs., bu alandaki
faaliyetleri olumsuz yönde etkilemektedir.
Bunun yanında; sistem yüzünden öğrencilerin
sınav maratonu içinde olması da Beden Eğitimi
ve Spor Eğitimcileri için sorunlar yaratmaktadır.
Ders programlarının nitelik ve nicelik
bakımından geliştirilmesi, medya-TV'nin Beden
ve Spor Eğitimine etkisinin saptanması, herkese,
uygun uygulamaların yapılması gibi faktörler
sağlanırsa, bahsedilen problemlerin çözümü
kolaylaşlırılahilımr.
Sonuç olarak; Türkiye 'de sportif etkinliklerin
insan yaşamındaki tercihler arasında ilk sırada
yer alması için, dünyadaki ve toplumdaki
değişimler, plan, program, tesis, eğitimci
boyutuyla tartışılmalı, ideal doğrulara
ulaşılarak
çağdaş
ülkelerin
gerisine
düşülmemelidir.
Anahtar Kelimeler: Nitelikli insan, Medya- Tl]
Sportif Etkinlikler, Globalleşme, Beden ve Spor
Eğitimcileri
Bilgi, iletişim, teknoloji, globalleşme-küreselleşme,
çevre ve insan haklarının temel değer olarak alındığı
* (Yrd.Doç.Dr.) PAÜ Eğitim Fak.Beden Eğt ve Spor
Bl.
ABSTRACT
IVhile entering a new century in which
knowledge, communication, technology, being
global, justice of surroımdings and humarı being
are evaluated, the developed countries start to
hav e place at this century and to catch this
period.
At the period of Tmpire ofOttomon, the cvourse
of Physical Education was instructed three
hours a week, and nowadays this course is
instructed not only 2 hours a week but also as
elective course. On the other hand in the
developed countires, this course is instructed
ıııore hours a week.
Non-developing of Education Program in
Turkey, lack of understanding on Physical
Education and Sport, non-equality of chance
and possibility, and ete. Effect the activities at
this fıeld negatively. Behind this; caıtse of the
system, the s tu den ts are in an exam marathon
race, then; this cause problems for the
educationalist of Physical Education and Sport.
If the factors as developing lesson programs in
quantity and cjuality, determining the effects of
the press-TVto the Physical Education, making
sııitable practices for everybody are provided,
solving these problems can be facilitated. As a
result; İn Turkey, we must try to put the sport
activities at the fırst step among the
preferences on the life of kuman being and
argue the changings in the M'orld and in the
society by the plan, the program, the facility,
and the educationalist. And so do not remain
behind the comternporary countries by the help
of the ideal rights.
Key Words : Well-qualifıed humarı being, The
Press-TV, Sport Activities, Being Global,
Educationalist of Physical Education and Sport
yeni bir yüzyıla girerken gelişmiş ülkeler bu yüzyılda
yerlerini alabilmek, çağı yakalayabilmek için
çalışmalara başladılar. Türkiye'de ise henüz tam
anlamıyla ciddi bir çalışma görülmemektedir.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Tarihsel gelişim sürecinde önceleri insanın varoluşuna,
kavimlerin savaş ihtiyacına. Eski Yunanda estetik
değerler yaratmaya yönelik olarak yapılan beden ve
spor etkinlikleri 17.yüzyıldan sonra daha farklı
yommlarla ele alınmaya başlanmış 19.yüzyılda ise
pedagojik bir boyut kazanmıştır.Bu dönemde önce
Danimarka'da başlayan "Beden Eğitimi Hareketi"
buradan İsveç'e oradan da Almanya'ya geçmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda önceleri askeri okullarda
başlayan bu süreç ardından sivil lise ve ortaokullara da
aktarılmıştır. Avrapaya eğitimciler gönderilmiş
uygulamalar yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu
dönemde Selim Sırrı Tarcan ve Faik Üstünidman
Beylerin Türk Beden Ve Spor Eğitimindeki yeri çok
önemlidir. Selim Sırrı Tarcan Bey. Türkiyede pekçok
ulusal federasyonun kurulması ve bunların uluslararası
federasyonlarla entegrasyonunu sağlaması yanında,
sporun okullaşması faaliyetleri ile de Türk spor
tarihinin öncülerinden biridir. 1915 yılında ilk kez
İstanbul"da spor bayramı düzenlenmesi .Uluslararası
Olimpiyat Komitesi Üyeliği ve Ulusal Olimpiyat
Komitesinin kurulması yine onun önemli
hizmetlerindendir.
Cumhuriyet Döneminde Atatürk 1923 yılında Beden
Eğitimcilerle bir toplantı yaparak bu konuda yapılması
gerekenleri tartışmaya açmıştır. 1934 yılında Türk Spor
Kurumu kurulmuş birtakım nedenlerden ötürü 1938
yılında 3530 sayılı yasayla Beden Terbiyesi Genel
Müdürlüğü olıışturulmuş,üçlü kararname ile konman
bu yapı politik ayrımlardan uzak tutulmaya çalışılırken
Beden ve Spor Eğitimi gali Millî Eğitim Bakanlığı gâh
B.T.G.M eliyle yönetilmeye ve yönlendirilmeye
çalışılmıştır. 1969 yılında ilk kez Spor Bakanlığı
kurulmuş 1981 yılında Millî Eğitim ve Spor Bakanlığı
birleştirilerek Beden Eğitimi ve Spor İşleri yeni bir
yapılanma modeline yönelik uygulamalar içine
alınmış, ihtiyaçlar nedeniyle 1986'da Spor İşleri Millî
Eğitimden ayrılarak Devlet Bakanlığı ile yönetilir hale
getirilmişlir.Bıı çok değişken yapılanma, Türkiye'de
Beden ve Spor Eğitiminin plan,programjıedef ve
politikalarım oldukça etkilemiştir.1
Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kumlusunu takip
eden yıllarda 23 il ve 7 ilçede spor tesisleri yapmakla
işe başlamış ve önemli yatırımlar yapmıştır. Daha
sonraları ise Millî Eğitim Bakanlığı. Millî Savunma
Bakanlığı, özel sektör, K.İ.TTer ve Spor Toto son
yıllarda da Millî Piyango'nun katkılarıyla yeni tesisler
yapılmaktadır. İstanbul'da Olimpiyat düzenlemek
amacıyla çıkartılan yasada, tesislerime ve spor
politikasında yeni yaklaşımlara neden olmuştur.
1
Necmettin Erkan . III. Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu ,2000 Ti Yıllara Nitelikli İnsan
Yetiştirilmesinde Beden Eğitimi ve Sporıuı Rolü
Konulu Panel Konuşmasından, Ankara.ODTÜ,1996
78
Beden Eğitimi dersleri Türkiye'de Cumhuriyetin
kuruluşundan beri uygulanmaktadır. Ancak bu konuda
amaçlara ulaşılabildiğini söylemek güçtür. Osmanlı
İmparatorluğu döneminde haftada üç saat olarak
yapılan Beden Eğitimi Dersi günümüzde haftada iki
saat. bazı okullarda 45 dakikalık bir ders ile bazı
okullarda ise tamamen kaldırılarak yok edilmiştir.
Oysa okullarda Beden Eğitimi Dersleri haftada 3 gün
ve ikişer saat olarak yapılmalıdır. 11 Yıllık eğitim
süreci itibariyle Avrupa ülkeleri arasında Türkiye
17.sırada yer almaktadır. Oysa Avusturalya'da haftada
beşgün 2'şer saat olarak2 Fransa'da haftalık 32 saatlik
ders programının 6-8 saati3 Beden Eğitimi ve Spora
ayrılmaktadır.
Türkiye'de Orta öğretimde 15 milyon öğrenci, 10 bin
okul var. Bu okullarda yaklaşık 11 bin Beden Eğitimi
öğretmeni görev yapıyor.4
Türkiye'de okııllararası spor faaliyetlerine katılan
okulların oranı %15'tir. İki bin civarında kulüp
bulunmaktadır. Bu kulüplerde de yaklaşık 1 milyon
spor yapan ya da yaptığı varsayılan lisanslı sporcular
yer almaktadır. 65-70 milyonluk bir ülkedeki durum
budur/"1
Aynı Türkiye'de 1.2 milyon liseli üniversite sınavına
giriyor ve dershanelere gidiyor. 400.000 öğrenci de
Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlanıyor. Bu yaklaşım
2000'li yıllara doğru Türkiye'de nitelikli insan
yetiştirmede Beden Eğitimi ve Sporun ve
eğitimcilerinin en büyük sorunudur.6
Türkiyedeki Beden Eğitimi önceleri İsveç sonra Alman
daha sonra da Amerikan yaklaşımının etkisinde kalmış
günümüzde de yeni arayışlar içine girmiştir.
Eğitimciler ortak bir noktada buluşarak ülke
2
Mürsel Akdenk ili.Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu ,Okullar ve Okul Dışı Beden Eğitimi
.Spor ve Rekreasyon Planlanmasında Yeni Bir Bakış
Açısı Adlı Bildiri Özeti,Ankara,ODTÜ,1996
3
Necmettin Erkan, a.g.e., 1996.
'Turan Dönmezer,III.Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu ,200021i Yıllarda Nitelikli İnsan
Yetiştirilmesinde Beden Eğitimi ve Sporun Toplumsal
İşlevi Konulu Bildiri Özetinden,Ankara.ODTÜf 1996
" Hayri Özkan III.Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu .Zararlı Alışkanlıklar ,Gençlik,Beden
Eğitimi ve Spor Konulu Panel Konuşmasından ;
Ankara, ODTÜ; 1996
'' Mürsel Akdenk ,111. Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Scmpozyıımu,2000Ti Yıllarda Türkiye Açısından
Nitelikli İnsan Yetiştirilmesinde Gençlik. Beden
Eğitimi ve Spor Liderliği Programlan ve Önemi Adlı
Bildiri Özetinden,Ankara,ODTÜ, 1996
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
gerçeklerine uygun bir model geliştirememişler, çarpık
ve aksak görüntüye çanak tutmuşlardır. "Doğru yolda
ilerleyen kör.yanhş yolda koşan atleti geçer" sözünü
doğrularca sına Türkiye bu yanlış tutumlar sebebiyle
çağdaş ülkelerin gerisinde kalmıştır.
Türkiyedeki okullarda Beden Eğitimi uygulamaları
hâlâ otoriter düşüncenin ideolojik amaçlı,
dayatmacılığa
uyarlanmış
bir
sonucundan
esinlenmektedir.Bu anti-demokratik yapıdan ise
şiddetin doğması kaçınılmazdır. Ayrıca, sosyal,
ekonomik, kültürel farklılıkların uçurum boyutlarında
olması ve programsızlık da şiddeti yaratır.
Son yıllarda dünyada Beden Eğitimi ve Spor
anlayışları üç kaynaktan esinlenmektedir.
1 Endüstiriyel-Tavırsal Anlayış; 2.
İnsancıl-Hümanist Anlayış ; 3
.Pediatrik-Pedagojik Anlayış;8
1995 yılında Dünya Gençlik Yılı Etkinlikleri nedeniyle
Almanya'da düzenlenen bir kongrede hareket
öğretiminin. seçkincilik,öncelikli hareket ve oyun
öğretiminin. Beden Eğitiminin ve Spor Eğitiminin
ciddi biçimde ayrı ayrı ele alınarak programlanması
gerekir şeklinde bir görüş savunulmuşdur. Bu parelel
de Türkiye'de:
1-Düşünce değişimine geçilmeli 2Yapısal-Örgütsel değişime geçilmeli. 3 Uygulamalar değişmelidir.9
Türkiye'de zaman kaybetmeksizin her yaştan insanı
tüm iletişim ve erişim kaynaklarını kullanarak ciddi bir
biçimde geliştirmek zarureti vardır. Beden Eğitimi
açısında ele aldığımızda nitelikli insana ulaşabilmek
için. toplumun beklentilerini karşılayan programlarla
kitlelere yaklaşmak gerekir.Bu konuda:
1-Her aşamadaki eğitimcilerin yeniden eğitilmesi,
(Beden Eğitimi Öğretmem, Spor Uzmanı. Antrenör,
Teknik Direktör. Spor Yöneticileri, Hakemler. Spor
Hekimleri, spor pedagogları, spor psikologları v.b)
Adnan Orhun,III.Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu.Günümüz Çocuk ve Gençlerin Hareket
Dünyası.Beden Eğitimi ve Spor Öğretiminde Yeni
Yaklaşımlar Adlı Bildiri Özetinden
.Ankara.ODTÜ:1996.
* Sedat Muratlı,III:Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu.2000'li Yıllara Nitelikli İnsan
Yetiştirilmesinde Beden Eğitimi ve Sporun Rolü
Konulu Panel Konuşmasmdan,Ankara,ODTÜ;1996 9
İbrahim Cılga ,111:Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu.Demokrasi Kültürü,Gençlik İçin
Demokrasi Eğitimi ve Spor Karşılaşmalarında Şiddet
Adlı Bildiri Ozetinden.Ankara.ODTU, 1996
79
2-Her aşamadaki sporcuların eğitiminin yeniden ele
alınması, (Temel eğitim sürecindekiler. gelişim
sürecindekiler. performans sürecindekiler.yüksek
performans sürecindekiler. yıldızlık dönemini
yaşayanlar, masterler ve yaşlılar)
3-Her aşamadaki kitlelerin eğitimi, (İzleyicilikten
katılımcılığa yönelik her yaştan, her sosyal yapıdan,
her kültürden insanlara yönelik çalışmalar yapılması
yararlı olabilir.)111
%35-40 Oranında genç bir nüfusa sahip olan
Türkiye'de 15 milyonu 15 yaş ve altı öğrenci olmak
üzere 27 milyon genç insan yaşamaktadır. 2000'li
yıllarda Türkiye'de önemli ölçüde okullaşma ve eğitim
soranları yaşanacaktır. Türkiye'de Beden Eğitimi ve
Spor Öğretmeni yetiştiren yüksekokul veya bölümlerin
sayısı 46'ya ulaşmıştır. Sayısal olarak sevinilebilecek
olan bu dunun pekçok olumsuzluklarla üzüntüye neden
olmaktadır. Oysa nüfus olarak Türkiye ile hemen
hemen aynı. spordaki uluslararası başarıları tartışmasız,
Avrupanın önde gelen ülkelerinden olan Almanya da
ise spor akademilerinin sayısı sadece 11 'dir. Almanya,
üniversite düzejande Beden ve Spor Eğitimi veren üç
farklı yapılanmaya sahiptir. Bunlar:
1 -Spor biliminde diploma eğitimi veren okullar, 2Master ve Öğretmenlik eğitimi veren okullar, 3Sadece öğretmenlik eğitimi veren okullar
şeklinde, ulaşılmak istenen hedeflere uygun olarak
tasnif edilmiştir.11
Fizik, sosyal, duyuşsal, bilişsel bir araç konumunda
olan beden ve spor eğitiminin hem okul içi hem de
okul dışı etkinlikler şeklinde verilmesi gerekir. Bu
amaçla yeni oluşumlara ihtiyaç duyulmakta ve
birtakım sorunlarla da karşılaşılmaktadır. 1-Beklenti ve
inanç erozyonu, 2-Öğretmen yetiştirmede görülen
standardsızlık sonum (özellikle bu konuda sayıları
hızla artan bölüm ve yüksekokullar öğrenci
seçiminden,verdikleri eğitime kadar nitelik fakirliği
içindedirler. Bu bölüm ve yüksekokullarda akademik
elemanlar yetersiz, programlar farklı ve uygulama
imkânları kısıtlı, tesis, araç-gereç desteği pek çoğu için
"' Feluni Çalık. III:Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Scmpozyumu.Beden Eğitimi ve sporun
Yaygınlaştırılmasında Yeni Yaklaşımlar Adlı Bildiri
Özetinden, Ankara.ODTÜ, 1996. 1' Seyhan Hasırcı."'
Almanya'da Spor Eğitimi ve Spor Bili nünde Akademik
Sınıflandırma", Celâl Bayar Üniversitesi ,Beden Eğitimi
ve Spor Bilimleri Dergisi, C.I.S.2.S.45 Manisa ...1995.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
80
çok az olup ayrıca anlayışjçerik ve yorum farklılıkları
da görülmektedir.)12
ÖNERİLER
Böyle bir dununda geleceğe iyimser bakabilmek
oldukça güç. Ancak 2000'li yıllarda çağdaş bilgi
toplumu ülkelerim yakalayabilmek için elikolıı bağlı
beklemek de akıllıca bir iş değildir. Türkiye'de son
yıllarda
görülen
olumlu
gelişmeler
iyi
değerlendirilebilirse çağdaş yaklaşımların iyi yorumu
ve ülkeye uyarlanmasıyla önemli atılımlar yapılabilir.
Bu nedenle İsveç, Alman, A.B.D ve Avusturalya orjinli
akademik Beden ve Spor Eğitimcilerinin bir konsensüs
içinde Türkiye modeli oluşturma ve geliştirme görev
ve sorumlulukları vardır.
Politik esintilerden ve kaygılardan uzak. kavga değil
barış ve uzlaşmanın egemen . insanların birbirine karşı
saygı ve sevgi içinde olacağı, "globalleşmiş
küreselleşmiş köy" de yer alabilmenin şartlarının
sağlanacağı bir ortam yaratılmaya çalışılmalıdır. Bu
düşünen ve seçen insanlar için çok zor bir oluşum ve
sonuç değildir.
21.yüzyılda Türkiye'de nitelikli insan yetiştirirken spor
olgusunun yerinin ve işlevinin ne olacağının
belirlenmesinde bilim adamlarının yanısıra geniş halk
yığınlarının da görüşlerinin ciddi biçimde alınması
gerekir. Bu türden bir yaklaşım hem katılımcılığı hem
de çözümü kolaylaştırır. Önemli olan iyi bir
zamanlama ile çözüm bekleyen sonullara doğru
yaklaşımdır.
"'MITden Eric von Hipple, elektronik sektöründe
doğru soruyu çoğunlukla tüketicinin sorduğunu ortaya
çıkarmış. Yaptığı araştırmanın sonuçları, ürün
yeniliklerinin %70'den fazlasının, gereksinim duyduğu
malzemeyi piyasada bulamayan ve sonuçta da bunu
evde üretmek zomnda kalan kişilerin gerçekleştirdiğini
göstermiştir."13
Bu konuda, atletizmin yüksek atlama dalına çok
önemli katkılarda bulunan Amerikalı atlet H.Fosbury,
kendi ismi ile bilinen atlayış tekniğini zorunluluk
sonucu bulmuş.geliştirmiş ve şampiyon olmuştur. Bu
tekniğin bulunuşunu ortaya çıkaran Fosbury'nin
çalışma alanlarına gidememesi evlerinin arkasındaki
küçücük bahçede çalışma zorunluluğudur. Böylelikle
günümüzdeki 2.50 metreye yaklaşan atlayışlar
yapılabilmiştir.
12
Caner AçıkadaJII.Ulusal Beden Eğitimi ve Sporun
Sempozyumu.2000'li Yıllara Nitelikli İnsan
Yetiştirilmesinde Beden Eğitimi ve Sporun Rolü
Konulu Panel Konuşmasından, Ankara,ODTÜ:1996
Müge Şcncri, Sınır Tanımayan Güç Yaratıcılık.Bilim
ve Teknik DergisiS.35l,s.69.Ankara, 1997
13
1 - Günümüzde Türkiye'de okullarda verilen Beden ve
Spor Eğitim anlayışı yetersizdir. Nitelik ve nicelik
olarak ders programları geliştirilmelidir.
2-Toplumdaki tüm değerleri algılayıp, tartışabildi
insanlar yaratabilecek uygulamalar ve programlar
geliştirilmelidir.
3-Herkese standart Beden ve Spor Eğitimi değil
herkese göre Spor eğitimi programlara alınmalı ve
buna
uygun
eğ i t i m c i l e r i n
y e t iş t i r i l m e s i
hedeflenmelidir.
4-Herkese açık, katı kurallara ve yarışmaya dayalı
değil esnek, sürekli alışkanlıklara neden olacak,
zorlamadan, daha çok değil daha iyi yapılabilen
uygulamalara yönelimnelidir.
5- Nasyonel sosyalizme çanak tutacak gençlik liderliği
oluşturma çerçevesinde değişik sapmalara neden
olmamak için her türden anti-demokratik uygulamalara
fırsat verilmemelidir.
6-21. Yüzyılda Beden Eğitimi ve Beden Eğitimcilerinin
yeri ve önemi ne olacaktır? sorusuna cevap verecek
bilimsel toplantılar yapılmalıdır. Bu toplantılardı:
a.Beden Eğitimi okul öncesi öğrencileri de kapsamalı
mıdır?
b. Beden Eğitimi kimlere hizmet verecektir?
c. Beden Eğitimine rakip olabilecek etkinliklerle nasıl
mücadele edilebilir?
d.Beden Eğitimi temel hedeflere ulaşmada ne tür
engellerle karşılaşmaktadır? Bu engeller nasıl
aşılabilir?
c. 21.yüzyılda televizyon ve medyanın Beden ve Spor
Eğitimine olumlu ya da olumsuz etkileri neler olabilir?
sorularına açıklık kazandırılmalıdır.
7- Üniversitelerde gençlik liderliği bölümleri açılmalı
2,3.4 yıllık süreler sonunda sınırları ve sorumluluklan
daha önceden belirlenecek alanlarda programlar
yürütülmelidir. Bu programlar alt ve üst yetenek
gelişim grublanna yönelik olmalıdır.
8- Örgün programlar ile aile bütünlüğü içinde
ebeveynlerle spora yönelik programlar yapılmalıdır.
Anne-çocuk, baba-çocuk, dede-tonın, nine-torun ya da
hepsi beraber yürütülen programlar, kitle iletişim
araçlarının da desteği ile ilginç hale getirilmelidir.
9-Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulları ile
bölümlerinin seçme sınavlarının standart, merkezî.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
bölgesel ya da yöresel olması konusunda da seçimin
biran önce yapılması gerekir.
10-Yerlcşim merkezlerinin ekonomik, kültürel sosyal
konumlarına göre; spor evi, spor merkezi, spor sarayı
şeklinde çok amaçlı tesislerin yapımı ve var oları
tesislerin geliştirilmesine yönelik yapılanma içine
geçilmelidir.
11-Sayıları her geçen gün çığ gibi artan ve devlet
tarafından da bazı muafiyetlerle desteklenen "halı saha
projeleri" geliştirilerek çok amaçlı spor ünitelerine
dönüştürülebilir. Projeye, açık basketbol ve voleybol
oyun alanları, tenis kortları.yüzme havuzu, paten
sahası, yürüyüş parkurları ve serbest çalışma alanları
eklenebilir.
12-Spor tesislerinin ve sporun devlet eliyle yürütülmesi
geleneğinin etkisi, gün geçirmeden gönüllü kuruluşlar,
vakıflar vb. sivil toplum örgütlerinin yoğun biçimde
devreye girmesiyle en az seviyeye indirgenebilir.
13-"Yap-İşlcl- Devret Modeli" çerçevesinde değişik
türden spor tesisleri yapılması için uygun yerlerde arazi
tesisi ve maddi destek sağlanmalı, buralarda
eğitimcilerin gönüllü veya ekders ücreti karşılığı ya da
maaşlı olarak çalışmaları sağlanabilir.
14-Yaz aylarında ve yıl boyu devam eden çalışmalar
birbiriyle koordineli olarak yürütülmeli ilk okul orta
okul . lise. özel ve kamu kuruluşlarında atıl dununda
bulunan tesis.araç-gereç ve malzeme ile eğitimciler
çalışır bir duruma getirilmelidir. Bunım için her işletme
döner sermaye sistemi ile yönetilmelidir.
15-Türkiye"de Olimpiyat düzenlemeyi düşünen T.C.
Hükümeti ve Millî Olimpiyat Komitesi Üyeleri,
kamuoyu desteği için halka mâl olabilecek spor
yaklaşımını oluşturabilmek stratejilerini yeniden
gözden geçirip üniversiteler, yerel yönetimler ve tüm
medyanın desteğini alarak hem tavanda hem de
tabanda aynı arıda başlatılacak kitlesel spor yapma
programlarım uygulamaya koymalıdır.Bu bağlamda
özellikle kitle iletişim araçları eğitici, eğlendirici ve
yarıştırıcı özellikler içeren programlar yaparak
katılımcılığı cazip hâle getirmelidirler.Böylece spor =
futbol anlayışı yıkılıp daha çok ve farklı spor dallarını
yönelim sağlanabilir.
SONUÇ
Türkiye'de sportif etkinliklerin insan yaşamındaki
tercihler arasında ilk sıralarda yer alması için,
dünyadaki ve toplumdaki değişimler plan, program,
tesis, eğitimci boyutuyla tartışılmalı, ideal doğrulara
ulaşılarak çağdaş ülkelerin gerisine düşülmemelidir.
KAYNAKÇA
81
AÇ1KADA Caner. III.Ulusal Beden Eğitimi ve Sporun
Sempozyumu. 2000'li Yıllara Nitelikli İnsan
Yetiştirilmesinde Beden Eğitimi ve Sporun Rolü
Konulu Panel Konuşmasından, Ankara. ODTÜ;
1996
AKDENK Mürsel, IILUlusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu . Okullar ve Okul Dışı Beden
Eğitimi . Spor ve Rekreasyon Planlanmasında
Yeni Bir Bakış Açısı Adlı Bildiri Özeti,
Ankara,ODTÜ. 1996
AKDENK Mürsel, IILUlusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu,2000Ti Yıllarda Türkiye Açısından
Nitelikli İnsan Yetiştirilmesinde Gençlik, Beden
Eğitimi ve Spor Liderliği Programlan ve Önemi
Adlı Bildiri Özetinden, Ankara, ODTÜ, 1996
C1LGA İbrahim. IILUlusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu, Demokrasi Kültürü, Gençlik İçin
Demokrasi Eğitimi ve Spor Karşılaşmalannda
Şiddet Adlı Bildiri Özetinden, Ankara, ODTÜ,
1996
ÇALIK Fehmi, IILUlusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu, Beden Eğitimi ve sporun
Yaygınlaştırılmasında Yeni Yaklaşımlar Adlı
Bildiri Özetinden, Ankara, ODTÜ, 1996.
DÖNMEZER Turan, IILUlusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu , 20001i Yıllarda Nitelikli İnsan
Yetiştirilmesinde Beden Eğitimi ve Sporun
Toplumsal İşlevi Konulu Bildiri Özetinden,
Ankara, ODTÜ. 1996
ERKAN Necmettin, III. Ulusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu, 2000'li Yıllara Nitelikli İnsan
Yetiştirilmesinde Beden Eğitimi ve Sporun Rolü
Konulu Panel Konuşmasından. Ankara, ODTÜ.
1996
HASIRCI, Seyhan, "Almanya'da Spor Eğitimi ve Spor
Biliminde Akademik Sınıflandırma", Celâl Bayar
Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri
Dergisi, C.I. S.2, s.45 Manisa , 1995.
MURATLI Sedat . IILUlusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumıı,2000Ti Yıllara Nitelikli İnsan
Yetiştirilmesinde Beden Eğitimi ve Sporan Rolü
Konulu Panel konuşmasından, Ankara, ODTÜ:
1996
ORHUN Adnan, IILUlusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu, Günümüz Çocuk ve Gençlerin
Hareket DünyasuBeden Eğitimi ve Spor
Öğretiminde Yeni Yaklaşımlar Adlı Bildiri
Özetinden, Ankara, ODTÜ; 1996.
ÖZKAN Hayri, IILUlusal Beden Eğitimi ve Spor
Sempozyumu, Zararlı Alışkanlıklar, Gençlik,
Beden Eğitimi ve Spor Konulu Panel
Konuşmasından; Ankara , ODTÜ; 1996
MÜGE Şeneri, Sınır Tanımayan Güç Yaratıcılık. Bilim
ve Teknik Dergisi, S.351, s.69. Ankara. 1997
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
82
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE YALNIZLIK
LONELINESS İN UNIVERSITY STUDENTS
Mustafa BULUŞ
ÖZET
Bu araştırma Pamukkale Üniversitesi
öğrencilerinde yalnızlık düzeyini ölçmek (UÇLA
Yalnızlık Ölçeği kullanılarak) bunun bölüm,
sınıf, cinsiyet, barınma türü, öğrencinin geldiği
yerleşim birimi ve sosyal ilişkilerinden aldığı,
doyum düzeyi ile ilişkisini saptamak amacıyla
yapılmıştır. Bu doğrultuda elde edilen UÇLA
Yalnızlık Ölçeği puanları ile yukarıdaki
değişkenlere ait bilgiler analiz edilmiştir.
Araştırmaya seçkisiz örnekleme yöntemi
kullanılarak,
dört
fakültenin
farklı
bölümlerinden 270'i kız, 212'si erkek olmak
üzere 482 öğrenci katılmıştır. Sonuçlar
örneklemin %15.5 'inde yüksek düzeyde yalnızlık
yaşandığını ve sosyal bilimlerde öğrenim gören
öğrencilerin yalnızlık düzeyinin fen ve teknik
hilim/erdekilerden daha yüksek olduğunu
göstermiştir. Ayrıca, yalnızlığın birinci sınıftan
son sınıfa doğru düştüğü ve sosyal ilişkilerinden
az doyum aldığını belirten öğrencilerde daha
yüksek olduğu da hulgulanmıştır. Fakat yalnızlık
ile barınma türü, cinsiyet ve gelinen yerleşim
birimi arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.
Anahtar Kelimeler; Yalnızlık, Barınma
Yerleşim Yeri, Bölüm, Sınıf Üniversite
Öğrenci/eri.
ABSTRACT
The preseni study investigated the level of
loneliness as measured by UÇLA Loneliness
Scale and, its relationship to department, year at.
the university, sex, type of accomodation, place
ofliving and the level of satisfaction. from social
contacts among the Pamukkale University
(PAU) students. For this purpose, the UÇLA
Loneliness Scale scores of the students were
analyzed in relation to the above factors. A total
of 482 students (270 female, 212 male) from
randomly selected departments of four faculties
of PA U participated in the study. The results
showed that the incidence of loneliness among
Ih e students was 15.5 percent. The results also
indicated that the level of loneliness in social
sciences students w as high than that of the
technical and applied sciences students. The
freshman students \vere mor e alone than the
foıırth year students. More, the students who
have low satisfaction from social contacts
showed high level of loneliness than the others.
Ihıl a signifıcant relationship did not exist
belM'een loneliness and type of accomodation,
sex and place ofliving.
Key JVords : Loneliness, Type of Accomodation,
Place of Living, Department, Grade, University
students.
Hızlı bir değişim ve yenileşme yaşadığımız günümüz
dünyasında, ulusal ve uluslararası rekabet gücü ve
yarışma toplumları her açıdan etkileyen önemli
kriterler haline gelmiştir. Bu rekabetin hem toplumsal
hem de bireysel anlamda yapıldığı ve bunun sadece
ekonomik alanda değil, yaşamın eğitim, kültür, sağlık,
toplum düzeni ve yönetimi gibi diğer tüm alanlarında
da yaşandığı gözlenen bir gerçektir.
özünü oluşturma güç ve eğilimindedir. Bu ilişkilerin
bireyin psikolojik iyi hal durumunu (psychological
well-being) etkileyip etkilemediği sorusu, son yıllarda,
bu ilişkilerin kişinin farklı biçimli olan bu yönünü nasıl
etkilediği sorusuyla yer değiştirmiştir (Barrera. 1986:
Cohan ve Mc Kay, 1984; Shumaker ve Brownell,
1984: VVilcox ve Wernberg. 1985... Akt. Rook.
1987).
Genel anlamda modernizmin, teknolojinin ve en
önemlisi bilginin ve niteliğin ön plana çıktığı ve
öncelikli de tutulması gerektiği günümüz kompleks
yaşamında insanlararası ilişkiler insan yaşamının
Bireylerin ilişkilerinde yetersiz ve bireysel olarak
doyurucu olmayan sosyal yaşantılar içinde olmaları
yaşamlarını farklı ölçülerde etkileyebilmektedir. Bu da
(Arş.Gör.) PAÜ Eğitim Fakültesi Anaokulu Öğretmenliği Bölümü
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
bireylerin kendilerini toplımıdan soyutlamalarına ve
yalnız hissetmelerine sebep olabilmektedir.
Patolojik bir çok ruhsal bunalımın ve kişilik
bozukluklarının hazırlayıcısı olduğu bilinen yalnızlığın
(loncliness) toplumda yoğun olarak yaşandığı gözlenen
bir gerçektir. Yalnızlık toplumda genelde fiziksel
olarak tek başına olma durumu olarak ifade
edilmektedir. Literatürde ise bu kavram genelde
"bireyin yaşamakta olduğu sosyal ilişkiler ile yaşamak
istediği ilişkiler arasında görülen farktan ve çelişkiden
dolayı ortaya çıkarı, rahatsız edici, psikolojik bir
durum" (Peplaıı ve Perlman, 1982) şeklinde
tanımlanmaktadır. Bu nedenle yalnızlık, basit olarak,
fiziksel bir yalın olma durumundan doğan bir duygu
değildir. Kişi diğerleri ile beraber olduğu zaman da
yalnızlığı yaşayabilir. Dolayısıyla yalnızlık
duygusunun temelini, yaşanan sosyal ilişkilerin
yetersizliği ve bu ilişkilerden alman doyum düzeyinin
düşük oluşu teşkil etmektedir denebilir.
Rokach (1989) yalnızlığı evrensel bir fenomen olarak
görmekte ve insanın, yaratıldığı günden beri bu
duyguyu yaşadığını ifade etmektedir.
Rolheiser (1979.. Akt. Rokach, 1989) ise yeryüzünde
yaşayan hiç kimsenin şu veya bu şekilde söz konusu
duyguları yaşamaktan ve bunlarla mücadele etmekten
uzak olmadığını ^aırgulaıııaktadır.
Weiss (1973... Akt. Vincenzi ve Grabosky. 1989)
Duygusal ve Sosyal Soyutlanma adlı teorisinde
yalnızlığın ortaya çıkmasında, altı tip ilişkiden bir veya
bir kaçının yetersiz olmasının etkili olduğunu öne
sürmüştür. Bunlar:
1. Bağlılık (Altachment) : Kişinin kendini emniyet ve
güven içinde hissedebileceği ilişkiler.
2. Sosyal Entegrasyon (Social Integration) :
Çevredekilerle bir sosyal ilişkiler ağı oluşturmak.
3. Yaşama Fırsatı = İmkânı (Opportımity for
Nurturance): Kişinin diğerlerinin iyiliği, sağlığı için
kendini sorumlu hissettiği ilişkiler.
4. Değer Verme (Reassurance of Worth): Bireyin
yeteneklerinin, becerilerinin farkedildiği. önemsendiği
ilişkiler.
5. Güvenilir Uyuşma (Reliable Alliance): Bireyin
yardım alabileceği ilişkiler.
6. Rehberlik (Guidance): Bireyin tavsiye, destek
alabileceği ilişkiler.
Yalnızlığın üzerinde durulması gereken önemli bir
boyutu da Moustakes (1961. Akt.. Demir. 1990)
tarafından öne sürülmüştür. Bu. yalnızlığın olumluluk
olumsuzluk yönüdür. Varoluş yalnızlığı ile yalnızlık
kaygısı arasındaki farklılığı belirten Moustakes.
varoluş yalnızlığının insan yaşantısının kaçınılmaz bir
parçası olduğunu, insanın kendisiyle yüzleşme sürecini
83
içerdiğini ve benlik gelişimine katkıda bulunduğunu
belirtmektedir. Bunun karşıtı olarak yalnızlık kaygısı
olumsuz bir yaşantı olup insanın insana
yabancılaşmasına yol açmaktadır.
Yalnızlığın süresi ile ilgili olarak Yoııng (1982.. Akt.
Demir. 1990) üç tip yalnızlıktan söz etmektedir. Geçici
yalnızlık; belirli ve anlık yalnızlık duygusunu
içermektedir. Durumsal veya geçiş yalnızlığı; herhangi
bir değişiklik olaııa kadar sosyal ilişkilerinden doyum
sağlayan bireyin bu değişiklik olunca ilişkilerinden
doyum alamaması olarak görülmektedir. Kronik tip
yalnızlık; uzun bir süre içerisinde bireyin sosyal
ilişkilerinden
doyum
alamaması
şeklinde
tanımlanmaktadır.
Brelim (1985) yalnızlığın nedenlerini; sahip
olduğumuz ilişkilerdeki yetersizliklere, ilişkilerimizde
ol maşım istediğimiz değişikliklere ve kişisel özelliklere
bağlamıştır. Brelim bunları açıklarken, yaşadığımız
ilişkilerdeki yetersizliklerin sebeplerim Rubenstain ve
Slıaver (1982... Akt. Brelim, 1985)'in çalışmalarından
aldığı aşağıdaki faktörlere bağlamıştır :
1. Yabancılaşma
2. Birilerine bağlı olmama
3. Tek başına olma
4. Zorunlu ya da zorla soyutlanma
5. Yerinden olma.
Görüldüğü gibi yalnızlıkla ilgili olarak farklı kişiler
tarafından, değişik boyutlara göre çeşitli kuramsal
görüşler öne sürülebilıniştir. Ancak genelde sosyal
ilişkiler ve bunlardan edinilen doyum düzeyi boyutu
üzerinde yoğunlaşılmıştır.
Psikolojik bir durum olan yalnızlık yaşantısı, birçok
psikososyal değişken ile yakından ilişkilidir. Bu
konuda özellikle yurtdışında birçok araştırma
yapılmıştır.
Schultz ve Moore (1986) yaptıkları çalışmada;
üniversiteli kız öğrencilerinde yalnızlığın daha çok
negatif kişisel ve etkili öz değerlendirmelerle bağlantılı
olduğunu ve erkeklerin yalnızlığa kızlardan daha çok
olumsuz reaksiyon gösterebildiklerini vurgulamışlardır.
Lamın ve Steplıan (1987) Alman üniversite öğrencileri
arasında yaptıkları araştırmada; cinsiyet ile ilgili
önemli bir fark bulmadıklarını, fiziksel çekicilik ile
yalnızlığın negatif, çekingenlik ve sosyal kontak
zorluğu ile yalnızlığın ise pozitif ilişkili olduklarını
bildirmişlerdir.
Tambelli ve arkadaşları (1989) tarafından yapılan
araştırmada, kız ergenlerde yalnızlık düzeyi incelenmiş
ve yalnızlığın yaşın ilerlemesiyle yükseldiği, bu
duygunun küçük yerleşim birimlerinde yaşayanlarda.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
84
büyük metropolitanlarda yaşayanlardan daha yoğun
olduğu bu Ummuştur.
yaşanan yerleşim merkezi ve anne-baba tutumuna bağlı
olarak farklılaştığını elde etmiştir.
Jones ve arkadaşları (1981) yalnızlığın kişisel ve diğer
belirleyicilerini araştırdıkları çalışmalarında; yalnız
öğrencilerin kendilerini olumsuz algıladıklarım, benlik
duygularında ve sosyal becerilerinde yetersizlikler
sergilediklerim bildirdiklerini, diğer insanları genel
olarak olumsuz, yabancılaşmış ve dışsal denetimli
olarak tanımladıklanm ve bu insanların kendilerim de
olumsuz algıladıklarım ortaya çıkarmışlardır. Sonuçlar;
ayrıca yalnızlığın bilişsel ve duygusal belirleyicileri ile
de bağlantılı olduğunu göstermiştir.
Bir diğer araştırmada Duru (1995) üniversite
öğrencilerinde yabancılaşma ve yalnızlık düzeyi
ilişkisini incelemiştir. Araştırmadan elde edilen
bulgulara göre; yabancılaşma ve yalnızlık arasında
yüksek bir ilişki ve düzeylerinde anlamlı bir farklılık
bulunmuştur. Sonuçlar ayrıca, öğrencilerin sosyal
ilişkilerine ait etmenlerin yabancılaşma ve yalnızlık
üzerinde, bireysel ve ailevî özelliklerden daha fazla
etkili olduklarım da göstermiştir.
Bir diğer araştırmada; Hoglund ve Collins (1989)
üniversite öğrencilerinde irrasyonel inançlar ile
yalnızlık arasında ilişki bulmuşlardır. Bu sonuç,
yalnızlık yaşantısının bilişsel yönünü vurgulaması
açısından önemlidir.
Hojat (1982) çocukluk döneminde anne-babası ve
akranları ile doyum verici kişilerarası ilişkiler
yaşamamış olanların erişkinlikte daha çok yalnızlık
yaşadığını saptarken, bir diğer araştınnasmda ise
yalnızlık ile depresyon, kaygı ve nörotizm arasında
pozitif; öz değer (benlik saygısı) ve dışa açılım
arasında da negatif ilişkiler bulmuştur (Hojat. 1982)
Jones ve arkadaşları (1985) tarafından yapılan bir
araştırmada iki farklı kültürde yalnızlığın belirliyicileri
üzerinde durulmuştur. Araştırmacılar yalnızlığı
oluşturan etmenlerin kültürden kültüre genel olarak
farklılık göstermediğini ve sabit kaldığını bulmuşlardır.
Ülkemizde ise yalnızlık ile ilgili en detaylı araştırma
Demir (1990) tarafından yapılmıştır. Üniversite
öğrencileri üzerinde yapılan bu araştırmanın sonuçları;
erkek öğrencilerin kızlardan, akademik yönden
başarısız olanların başarılılardan, serbest zamanını tek
başına geçirenlerin başkalarıyla geçirenlerden, aylık
gelirini sosyal etkinlikler için yeterli görmeyenlerin
görenlerden, çevresinden sosyal destek almayanların
alanlardan, yakın arkadaş sayısı az olanların fazla
olanlardan, yeni sosyal ilişkiler kurmaya isteksiz
olanların isteklilerden, sosyal becerilerim yetersiz
görenlerin yeterli görenlerden, sorunlarım kimseye
açmayanların sorunlarım başkalanna açanlardan,
anneyle, babayla, karşı cinsle, aynı cinsle, kardeşlerle
olan ilişkilerinden memnun olmayanların bu
ilişkilerinden menimin olanlardan, anne ve babası
arasındaki ilişkiden memnun olmayanların memnun
olanlardan daha fazla yalnızlık duygusu yaşadıklarını
göstermiştir.
Konuyla ilgili olarak Akyıldız (1994) yalnızlık
duygusunu sosyal psikoloji açısından, üniversite
mezunlarından
oluşan
bir
örneklemde
değerlendirmiştir. Sonuçta, yalnızlığın cinsiyet.
Buluş (1996) ergen öğrenciler üzerinde yaptığı
çalışmada yalnızlık ile denetim odağı arasında doğrusal
bir ilişki bulmuş, içten denetimli kız ve erkek
öğrencilerin yalnızlık düzeylerinin daha düşük
olduğunu ve yalnızlığın cinsiyet, kardeş sayısı, anne
öğrenim düzeyi, anne mesleği ve öğrencilerin aile
ortamım algılama şekli (demokratik-otoriter) gibi
demografik özelliklerden etkilendiğini bulgulamıştır.
Yalnızlığın genel populasyonda hangi sıklıkta
yaşandığına ilişkin ABD'de yapılan bir taramada,
kendim yalnız hisseden bireylerin oranının % 26'ya
ulaştığı vurgulanmıştır (Peplau ve Goldston, 1984).
Ülkemizde ise Demir (1990) üniversite öğrencileri
üzerinde yaptığı araştırmada yalnızlığın görülme
yaygınlığının ömeklemin % 15.4'ü düzeyinde
olduğunu tespit ederken, Buluş (1996) ergen
öğrencilerde yaptığı ölçümde bu oranın ömeklemin
% 17.3 'ünü oluşturduğuna dikkat çekmiştir.
Bu bulgular, söz konusu örneklem grupları ölçümlerin
yapıldığı gelişim dönemlerinde degresif ve
psikopatolojik bir durum içinde olmasalar bile,
gelecekte depresyon ve benzeri ruhsal sorunların
ortaya çıkması açısından en yüksek risk grubunu
oluşturmaları nedeniyle büyük önem taşımaktadır.
Bu araştırmanın amacı, üniversite öğrencileri
arasındaki yalnızlık belirtilerinin düzeyini, bu
belirtileri gösteren öğrencilerin bölüm, sımf. cinsiyet,
barınma türü, öğrencinin geldiği yerleşim birimi ve
sosyal ilişkilerden aldığı doyum düzeyi gibi
değişkenler açısından diğer öğrencilere oranını ve
öğrencilerdeki yalnızlık belirtilerinin bu değişkenlerle
ilişkisini incelemektir.
YÖNTEM
Evren ve Örneklem
Araştırmanın evrenini 1996-1997 öğretim yılında
Pamukkale Üniversitesi'nde öğrenim gören tüm lisans
öğrencileri oluşturmaktadır.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
85
Araştırmanın örneklemi seçkisiz (random) örnekleme
yöntemi kullanılarak belirlenmiştir. Bunun için
Pamukkale Üniversitesi'nin Denizli ilinde bulunan
fakültelerinden Fen-Edebiyat Fakültesinden iki, diğer
fakültelerden ise birer bölüm seçkisiz olarak
belirlenmiştir. Böylece Anaokulu Öğretmenliği,
İşletme. Türk Dili ve Edebiyatı, Fizik ve ElektrikElektronik Mühendisliği bölümlerinin normal
öğretimde öğrenim gören birinci, ikinci, üçüncü ve
dördüncü sınıf öğrencilerinden araştırmaya katılmayı
kabul eden 482 öğrenci örnekleme girmiştir. Bu
öğrencilerin 270'i kız, 212'si de erkektir.
Tablo 1 "de örnekleme giren öğrencilerin bölümlere ve
sınıflara göre dağılımı verilmiştir.
Tablo 1. Örnekleme Giren Öğrencilerin Bölüm ve
Sınıflara Göre Dağılımı
Bölüm
Anaokulu Öğretmenliği
işletme
Türk Dili ve Edebiyatı
Fizik
Elektrik- Elektronik
Müh
Toplanı
l.Suu f 2. Sun 3.Snu f 4.Smı f
f
Toplam
41
41
14
21
40
43
36
16
33
27
40
43
14
21
-
28
24
-
152
144
44
75
67
157
156
117
52
482
Veri Toplama Araçları
Araştırmada veri toplama araçları olarak UÇLA
Yalnızlık Ölçeği (University of Califomia Los Angeles
Loneliness Scale) ve araştırmacı tarafından hazırlanan
kısa bir bilgi formu kullanılmıştır. Bilgi formunda
öğrencilerden bölüm, sınıf, cinsiyet, barınma türü,
geldiği yerleşim birimi ve sosyal ilişkilerden aldığı
doyum düzeyine ilişkin bilgiler istenmiştir.
UÇLA Yalnızlık Ölçeği ilk defa Yaparel (1.984)
tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve kullanılmıştır. Daha
sonra Demir (1989) tarafından ele alınmış ve çeviri
çalışması son şeklini almıştır. Ölçeğin güvenirlik ve
geçerlik çalışması Demir (1989) tarafından yapılmıştır.
Yazar ölçeğin iç tutarlık katsayısını .96 ve test-tekrar
test yöntemi ile iki uygulama arasındaki korelasyon
katsayısını ise .94 olarak bulmuştur.
İşlem Yolu
Örneklemi oluşturan öğrencilere UÇLA Yalnızlık
Ölçeği ve Öğrenci Bilgi Formu grup halinde smıf
ortamında uygulanmıştır. Öğrenciler ölçeği ve bilgi
formunu ortalama 15-20 dakikada doldurmuşlardır.
BULGULAR
Bu araştırmada, uygulama sonucunda elde edilen
veriler SPSS programının çeşitli alt programlan
kullanılarak analiz edilmiştir. Elde edilen bulgular
aşağıda ayrı ayrı başlıklar halinde sıralanmıştır.
Yalnızlık
Düzeyinin
Öğrenciler
Yaygınlığına İlişkin Bulgular
Araştırmada, UÇLA Yalnızlık Ölçeğinden ortalamanın
bir standart sapma üstünde puan alan öğrencilerin
yüksek yalnızlık düzeyi gösterdiği kabul edilmiştir.
482 öğrenciden oluşan örneklemin ortalaması 35.73.
standart sapması ise 9.31'dir. Buna göre, ortalamanın
bir standart sapma üzeri olan 45.04 puanın üzerinde
(45 ve daha yüksek) puan alan öğrenci sayısı 75, bu
öğrencilerin tüm öğrencilere oranı ise % 15.56*dır. Bu
öğrencilerin % 49.33'ü kız, % 50.66'sı da erkektir.
Yalnızlık düzeyi yüksek olan kız öğrencilerin
örnekleme giren tüm kız öğrencilere oram % 13.70.
yalnızlık düzeyi yüksek olan erkek öğrencilerin
örnekleme giren tüm erkek öğrencilere oranı ise
%17.92'dir.
Öğrentilerdeki Yalnızlık Düzeyinin Bölüm, Sınıf,
Cinsiyet, Barınma Türü, Geldiği Yerleşim Birimi ve
Sosyal İlişkilerinden Aldığı Doyum Düzeyine Göre
Dağılımına İlişkin Bulgular
UCLAYalnızlık ölçeğinden 45 ve daha yüksek puan
alan öğrencilerin değişik demografik özelliklerine göre
dağılımı ayrı ayrı incelenmiş ve toplam kız ve erkek
öğrencilere göre sayı ve yüzdeleri aşağıda
tablolaştmlmış ve açıklanmıştır.
Tablo 2. UÇLA Puanı 45 ve Daha Yüksek olan
Öğrencilerin Bölümlerdeki Toplam Kız ve Erkek
Öğrencilere Göre Sayı ve Yüzdeleri
Cinsiyet
Ölçeğin geçerliği için de Demir (1989) yalnızlıktan
yakman ve yakınmayan grupların puanlarının
ortalamaları arasındaki farka bakmış ve iki grup
arasındaki farkın anlamlı (t= 6.29 < 0.001) olduğunu
ortaya koymuştur. Çalışmada ayrıca ölçeğin Beck
Depresyon Envanteri ve Sosyal İçe Dönüklük alt
ölçeği ile ilişkisine bakılmış ve bulunan korelasyon
katsayısının
Beck
Depresyon
Envanteri
(r=.77:p<0.001) ve Sosyal İçe Dönüklük alt ölçeği için
(r=.82; pO.OOl) anlamlı düzeyde olduğu belirtilmiştir.
Arasındaki
Sayı
ve
Aııaok işlet
ulu Ögr. me
Türk
D.
Edeb
Fizik
ElkElk.
Müh
Toplam
Sayı
20
6
4
2
5
37
%
13.60
10.34
19.04
7.40
29.41 13.7ü
Sayı
10
9
8
11.62
39.13
16.66
Sayı
1
20
21
16
13
10
10
20
15
%
13.81
11.11
29.54
13.33
22.38 15.56
%
Kız
Erkek
%
Toplam
Bölüm
38
17.92
75
Tablo 2'de görüldüğü gibi, örnekleme giren tüm kız
öğrencilerin % 13.70'i. erkek öğrencilerin de % 17.92'si
PAL). Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
86
yüksek dü/.eyde yalnızlık yaşadığım belirtmişlerdir.
Bölümlere göre dağılıma bakıldığında, oran olarak
Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencilerinin %
29.54'ünde yüksek yalnızlık düzeyine rastlandığı
anlaşılmaktadır. Bunu % 22.38 ile Elektrik-Elektronik
Mühendisliği bölümü izlemektedir.
Yalnızlık
düzeyinin en düşük olduğu bölüm ise % 11.11 ile
İşletme bölümüdür.
Cinsiyet ve bölümlere göre dağılıma bakıldığında Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümünün erkek öğrencilerinde en
yüksek yalnızlık oranına (%39.13) rastlandığı, bunu
Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümünün kız
(%29.41) ve erkek öğrencilerinin (%20) izlediği
görülmektedir. En düşük yalnızlık oranına ise Fizik
Bölümü kız öğrencilerinde (%7.40) ve İşletme Bölümü
kız öğrencilerinde (%10.34) rastlanmıştır.
Tablo 4 incelendiğinde, yalnızlık oranının, ailesiyle
birlikte kalan öğrencilerde (% 11.81) diğer bannma
türlerinde yaşayanlardan daha düşük olduğu
gözlenmektedir. Bulgulara göre; en joiksek yalnızlık
oram Pamukkale Üniversitesi Yurtlan 'nda barınan
öğrencilerde göriüürken (% 17.89), en düşük oran
akraba/tanıdık yanında kalan öğrencilerde
görülmektedir (% 9.09). Cinsiyetler açısından
bakıldığında. Üniversite yurtlarında kalan erkek
öğrencilerde en yüksek orana (% 23.68) rastlanırken,
en düşük yalnızlık oranına ailesiyle yaşayan kızlarda
rastlanmaktadır.
Tablo 5. UÇLA Puanı 45 ve Daha Yüksek Olan
Öğrencilerin Aynı Yerleşim Biriminden Gelen Toplam
Kız ve Erkek Öğrencilere Göre Sayı ve Yüzdeleri.
( insiyet
Tablo 3. UÇLA Puanı 45 ve Daha Yüksek Olan
Öğrencilerin Sınıflardaki Toplam Kız ve
Erkek Öğrencilere Göre Sayı ve Yüzdeleri
Sayı
ve
%
Cinsiyet
Ki/.
Erkek
Toplanı
Smıf
Kız
1.
Sınıf
2.
Sınıf
3. sınıf 4.
Sınıf
Toplam
Sayı
21
6
7
3
37
%
27.27
6.66
10.60
8.10
13.70
Sayı
18
11
6
38
%
22.5
16.66
11.76
Sayı
39
17
13
3
20
6
%
24.84
10.89
11.11
11.53
15.56
Toplam
17.92
75
Sınıflara göre yalnızlık oranlarına bakıldığında, en
yüksek yalnızlık oranının birinci sınıflarda olduğu
görülmektedir (Örnekleme giren tüm birinci sınıf
öğrencilerinin % 24.84'ü) Bunu dördüncü, üçüncü ve
ikinci sınıf öğrencileri izlemektedir. Oranlar cinsiyet ve
sınıflar açısından ele alındığında, en yüksek yalnızlık
oranına birinci smıf kız öğrencilerde rastlandığı
görülmektedir (Birinci sınıfa giden tüm kız
öğrencilerin % 27.27'si). Bunu yine birinci sınıf erkek
öğrencileri izlemketedir. En düşük yalnızlık oranı ise
ikinci sınıf kız öğrencilerde görülmektedir (% 6.66).
Tablo 4. UÇLA Puanı 45 ve Daha Yüksek Olan
Öğrencilerin Aynı Bannma Türünde Yaşayan Toplam
Kız ve Erkek öğrencilere Göre Sayı ve Yüzdeleri.
Cinsiyet
Sayı
ve %
Bannma Türü
Aile
Yanı
PAU
Yurd
Ev
11
Kız
Erkek
Toplam
%
7.14
16.44
Savı
9
9
6
15
14
%
16.66
23.68
16.47
Savı
13
34
%
11.81
17.89
20
16
Sayı
4
25
Topla
m
0
0
1
25
1
2
37
15.62
17.92
7
75
9.09
15.21
15.56
14.28
13.70
38
Köy,Kasabn ve
tlçe gibi Küçük
Yerleşim Biri.
Büyükşehir, II
gibi
Büyük
Yerleşim Biri.
Toplanı
21
16
37
17.79
10.52
13.70
17
21
38
22.36
15.44
17.92
38
37
75
19.58
12.84
15.56
Tablo 6. UÇLA Puanı 45 ve Daha Yüksek Olan
Öğrencilerin Aynı Düzeyde Sosyal İlişki Doyumu
Alan Toplam Kız ve Erkek Öğrencilere Göre Sayı ve
Yüzdeleri
Kız
5
Sayı
%
Sayı
°-b
Sayı
%
Geldiği Yerleşim Birimi
Öğrencilerin şimdiye kadarki yaşamlarını geçerdikleri
yerleşim birimlerine göre yalnızlık puanlannm oranları
Tablo 5'de verilmiştir. Tablodan da görüldüğü gibi,
yalnızlık oram köy, kasaba ve ilçe gibi küçük yerleşim
birimlerinden gelen öğrencilerde (% 19.58),
büyükşehir, il gibi büyük yerleşim birinlerinden gelen
öğrencilerden (% 12.84) daha yüksektir. Cinsiyete göre
dağılıma bakıldığında, en yüksek oranın yine küçük
yerleşim birimlerinden gelen erkeklerde (% 22.36)
olduğu, bunu aynı yerleşim birimlerinden gelen
kızlann izlediği (% 17.79) görülmektedir. En düşük
oran büvük yerleşim birimlerinden gelen kızlarda
(% 10.52) dır*
( insivet
Bask
a
Y.Pa
n.
Akraba/
Tan..Ya
m
Erkek
Sayı
ve
%
Erkek
Toplam
Sayı
Sosyal ilişkilerinden Aldığı Doyum Düzeyi
ve%
Sayı
Hiç
4
Nadiren
Sık Sık
Toplam
32
1
37
%
66.66
32.65
0.60
13.70
Sayı
7
26
5
38
%
53.84
27.36
4.80
17.92
Sayı
11
58
6
75
%
57.89
30.05
2.22
15.56
Öğrencilerin sosyal ilişkilerinden aldığı doyum düzeyi
ile ilgili dağılım incelendiğinde, ilişkilerinden hiç
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
87
doyum almadığını belirtenlerin yalnızlık puan
oranlarının % 57.89, nadiren aldığım ifade edenlerin
oranının % 30.05 ve sık sık doyum aldığını
algılayanların oram ise % 2.22 olduğu gözlenmektedir.
Görüldüğü gibi en )liksek yalnızlık oram ilişkilerinden
lıiç doyum almadığını ifade edenlerde görülmektedir.
Cinsiyet açısından en yüksek oran, sosyal ilişkilerinden
lıiç doyum almadığını belirten kız (% 66.66) ve
erkeklerde (% 53.84) izlenmektedir.
Öğrencilerin Yalnızlık Puanlarının Bölüm, Sınıf,
Cinsiyet, Barınma Türü, Geldiği Yerleşim Birimi ve
Sosyal İlişkilerinden Aldığı Doyum Düzeyi ile
İlişkilerine Ait Bulgular.
1- Yalnızlık - Bölüm İlişkisi
Tablo 7. Bölüme Göre Yalnızlık Puanlarının Ortalama
ve Standart Sapmaları.
Suuf
1. Sınıf
2. Sınıf
3. Sınıf
4. Sınıf
11
X
s
157
156
117
52
37.52
34.98
34.76
34.69
10.56
8.67
8.45
8.38
Tablo 9 incelendiğinde, yalnızlık puan ortalaması en
yüksek olan sınıfın 1. sınıf olduğu ve ortalamaların
sınıf yükseldikçe, az da olsa, sistematik olarak düştüğü
görülmektedir. Gruplar arasındaki bu ortalama
farklarının önemli olup olmadığı varyans analizi ile test
edilmiş ve sonuçlar Tablo 10'da sunulmuştur.
Tablo 10. Öğrencilerin Öğrenim Gördükleri Sınıfın
Yalnızlık Düzeyi ile Bağlantısına İlişkin Varyans
Analizi Sonuçları
Varyans
Kaynağı
Kareler
s.d. Kareler
Toplamı
Ortalamas
F
Değeri
Önem
Düzeyi
1
Bölüm
Anaokulu Oğretm.
İşletme
Türk Dili ve Edebiyatı
X
n
152
144
44
75
67
Fizik
Elektrik-Elektron.Müh.
s
35.12
33.77
39.56
36.09
38.35
8.98
8.35
10.78
8.39
10.73
Tablodan bölümlerin yalnızlık puan ortalamaları
arasında önemli farklar olduğu görülmektedir. Puan
ortalaması en yüksek olan bölüm Türk Dili ve
Edebiyatı, en düşük olan ise İşletme bölümüdür. Bu
ortalama farklarının önemli olup olmadığı varyans
analizi ile test edilmiş ve sonuçlar Tablo 8'de
gösterilmiştir.
Tablo 8. Öğrencilerin Öğrenim Gördükleri Bölümün
Yalnızlık Düzeyi ile Bağlantısına İlişkin Varyans
Analizi Sonuçları
Varyans
Kaynağı
uruplar Arası
Gruplar İçi
Toplam
s.d.
4
477
481
Kareler
Toplamı
1725.3373
39988.0590
Kareler
Ortalaması
431.3343
83.8324
F
Önem
Değeri Düzeyi
5.1452 .0005
Önemli
41713.3963
p< 0.001
Tablo 8 incelendiğinde bölümlere göre yalnızlık
puanlarının ortalamaları arasındaki farklann 0.001
düzeyinde önemli olduğu görülmektedir. Buna göre,
öğrencilerin okudukları bölüm ile yalnızlık düzeyleri
arasında bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür.
2. Yalnızlık - Sınıf İlişkisi
Tablo 9. Sınıfa Göre Yalnızlık Puanlarının Ortalama
ve Standart Sapmaları
Gruplar Arası
Gruplar İçi
Toplam
3
759.4868
478 40953.9095
253.1623
85.6776
2.9548
.0322
Önemli
481 41713.3963
p < 0.05
Tablo 10'dan da görülebileceği gibi sınıf ortalamaları
arasındaki fark 0.05 düzeyinde önemlidir. Bu sonuç da
öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıf ile yalnızlık
düzeyleri arasında bir ilişki olduğunu ve yalnızlık
düzeyinin birinci sınıflarda daha yüksek seyrettiğini
göstermektedir.
3- Yalnızlık - Sosyal İlişkilerden Alman Doyum
Düzeyi İlişkisi
Tablo 11. Sosyal İlişkilerden Alman Doyuma Göre
Yalnızlık Puanlarının Ortalama ve Standart Sapmaları
Doyum Düzeyi
Hiç
Nadiren
Sık Sık
n
21
192
269
X
s
49.04
40.54
31.24
13.36
8.66
6.17
Tablodan görüldüğü gibi grup ortalamaları arasında
büyük farklar bulunmaktadır. Bu farklann önemli olup
olmadığı varyans analizi ile test edilmiş ve sonuçlar
Tablo 12"de verilmiştir.
Tablo 12. Öğrencilerin Sosyal İlişkilerinden Aldıkları
Doyumun Yalnızlık Düzeyi ile Bağlantısına İlişkin
Varyans Analizi Sonuçları
Varyans
Kaynağı
s.d. Kareler
Toplamı
Kareler
F Değeri
Ortalamas
Önem
Düzeyi
I
Gruplar Arası
Gruplar İçi
Toplam
2 13580.5535
479 28132.8428
481 41713.3963
6790.2767
58.7324
115.6137
p< 0.0001
.0000
Önemli
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Tablo 12 incelendiğinde öğrencilerin sosyal
ilişkilerinden aldıklan doyuma göre grup ortalamaları
arasındaki farkların 0.0001 düzeyinde önemli olduğu
görülmektedir. Buna göre öğrencilerin sosyal
ilişkilerinden aldıkları doyum düzeyi ile yalnızlık
düzeyleri arasında bir ilişki vardır. Bu sonuç sosyal
ilişkilerden alman doyum azaldıkça yalnızlık düzeyinin
yükseldiği anlamına gelmektedir.
4- Yalnızlık - Barınma Türü, Yalnızlık - Cinsiyet ve
Yalnızlık - Gelinen Yerleşim Birimi İlişkisi
Yalnı/.lık barınma türü ilişkisi ile ilgili olarak yapılan
analizlerde, barınma türüne göre grupların puan
ortalamaları arasında önemli bir fark olmadığı (Aile
Yanı = 34.69. PAÜ Yurdu = 36.44, Ev = 36.10.
Akraba/Tanıdık Yam = 33.90 ve Başka Yurt/Pansiyon
= 34.67) ve bu farkın yapılan varyans analizi
sonuçlarına göre 0.05 düzeyinde anlamlı gelmediği (P
= 0,45 > 0.05) anlaşılmıştır.
Yalnızlık - cinsiyet ve yalnızlık - gelinen yerleşim
birimi ilişkisi ile ilgili olarak yapılan istatistiki
analizlerde de hem cinsiyet gruplarının (Kız = 34.94.
Erkek = 36.72), hem de gelinen yerleşim birimi
gruplarının (Köy. kasaba, ilçe gibi küçük yerleşim
birimi = 36.69. Büyükşehir, il gibi büyük yerleşim
birimi = 35.02) oratalamaları arasında büyük farklar
olmadığı görülmüştür. Ortalamalar arasındaki bu
farkların önemli olup olmadığı "T test" yöntemi ile
test edilmiş ve farkların anlamlı düzeyde önemli
olmadığı tespit edilmiştir.
TARTIŞMA
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre; örneklemi
oluşturan öğrencilerin % 15.5'inde yüksek yalnızlık
düzeyine rastlanmıştır. Bu öğrencilerin % 49,33'ünü
kız, % 50.66'sını da erkekler oluşturmaktadır. Demir
(1990) tarafından, yine üniversite öğrencileri örneklem
alınarak yapılan araştırmada ömeklernin % 15.4'ünde
yüksek yalnızlık düzeyi tespit edilmiştir. Buluş'un
(1996) ergen öğrencilerde yaptığı çalışmada bu oranın
% 17.3 olduğu belirtilmiştir. Bu bulgular araştırmaların
yapıldığı evren ve örneklemler açısından
karşılaştırıldığında, üniversite öğrencilerinde görülen
yalnızlık yaygınlığının oran olarak önemli bir farklılık
göstermediği görülmektedir. Ancak ergen öğrenciler
(lise 2. sınıf öğrencileri) üzerinde yapılan taramada
elde edilen yalnızlık oranı ( % 17.3) daha yüksek
bulunmuştur. Üniversite öğrencilerine göre lise
öğrencilerinde görülen bu fark, ergen öğrencilerin
içinde bulundukları gelişim dönemi gereği yaşadıkları
gelişimsel problemlerden ve benlik oluşumunda
bireyin yetersiz destek almasından kaynaklanabilir.
Ergenlerin yaşamları için bir dönüm noktası olarak
kabul ettikleri üniversite ve benzeri meslek sınavlarının
baskısını yaşamaları ve ailelerine, ebeveynlerine
bağmılılıMarmdan dolayı kendilerini henüz tam
anlamıyla bağımsız algılayamamalan ve bunların
etkisiyle sosyal ilişkilerinde yetersiz yaşantılara sahip
oluşları bir diğer sebep olabilir. Ayrıca lise ve
üniversite öğrencilerinin içinde bulundukları
ortamlardan kaynaklanan toplumsal rolleri ve ilişkide
bulundukları bireylerin tulumları da yalnızlık
duygusunun farklı düzeylerde yaşanmasında etkili
olabilir.
Ölçekten 45 ve daha yüksek puan olarak yüksek
yalnızlık düzeyine sahip olan öğrencilerin bulundukları
gruptaki toplam öğrencilerin oranına bakıldığında, bu
oranların bölüm, sınıf, cinsiyet, barınma türü, geldiği
yerleşim birimi ve sosyal ilişkilerden alman doyum
düzeyi değişkenlerine bağlı olarak bazı değişmeler
gösterdiği görülmektedir. Bölümler fen ve teknik
(Elektrik-Elektronik Mühendisliği, Fizik) ve sosyal
bilimler (Anaokulu Öğretmenliği, Türk Dili ve
Edebiyatı gibi) olarak gruplandığmda, beklenenin
tersine, genelde sosyal bilimlerdeki öğrencilerde daha
yüksek yalnızlık düzeyine rastlanmıştır.
Araştırmadan elde edilen bulgular, öğrencilerdeki
yalnızlık düzeyinin bölüm, sınıf ve sosyal ilişkilerden
alınan doyum düzeyi ile ilişkili olduğunu göstermiştir.
Verilere uygulanan varyans analizi sonuçları
bölümlerin puan ortalamaları arasındaki farkların
önemli düzeyde anlamlı olduğunu ortaya koymaktadır
(P = 0.0005 < 0.001). Buna göre en yüksek yalnızlık
düzeyine Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde (x =
39.56) rastlanırken, en düşük ortalamaya da İşletme
bölümünde (x = 33.77) rastlanmıştır. Demir (1990)
tarafından yapılan araştırmada bölüme göre yalnızlık
düzeyinde önemli bir farklılık bulunmamıştır.
Bulgular yalnızlık düzeyinin birinci sınıf
öğrencilerinde diğerlerine oranla daha jaiksek
olduğunu ve son sınıfa doğru gidildikçe bu düzeyin
düştüğünü göstermektedir (P = 0.03 < 0.05).
Araştırmada elde edilen bu bulgu, birinci sınıf
öğrencilerinin yeni bir ortama geldikleri için sosyal
ilişki ağlarının düşük olmasına ve bu yeni ortama
uyum
sağlamada
güçlükler
yaşamalarına
yorumlanabilir.
Analiz sonuçları ayrıca, yalnızlık ile sosyal ilişkilerden
alman doyum düzeyi arasında güçlü bir ilişki olduğunu
açıklamaktadır (P '= 0.000 < 0.0001). Buna göre
ilişkilerinden hiç doyum almadığını ifade eden
öğrencilerde en yüksek yalnızlık ortalamasına
(\=49.04) rastlanırken, en düşük yalnızlık düzeyine de
sosyal ilişkilerden sık sık (x=31.24) doyum aldığım
belirtenlerde rastlanmıştır. Bu sonuç, yalnızlığı sosyal
ilişkilerden alınan doyum yetersizliği sonucu oluşan
duygu olarak tanımlayan görüşü desteklemesi
açısından önemlidir.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Buna karşın, elde edilen bulgulara göre yalnızlık ile
barınma türü. cinsiyet ve gelinen yerleşim birimi
değişkenlerinin alt grupları ortalamaları arasında düşük
de olsa bir fark olmasına rağmen, analiz sonuçları söz
konusu farkların anlamlı düzeyde olmadığım
göstermekledir. Barınma türü ve gelinen yerleşim
birimi değişkenleriyle ilgili bu sonuç, Demir (1990)
tarafından yapılan araştırma bulgularıyla tutarlı
düzeydedir. Ancak, söz konusu araştırmada cinsiyete
göre yalnızlık düzeyinde farklılık bulunmuştur (Erkek
öğrencilerde daha yüksek).
Öğrencilerin UÇLA Yalnızlık Ölçeği'nden aldıkları
puanların değişebileceği ve yalnızlık yaşantısının
belirli dönemlerde geçici olabileceği gerçeğine
rağmen, örnekleme giren öğrencilerin % 15.5'ünde
yüksek yalnızlık düzeyine rastlanması oldukça
önemlidir. Buna karşın yalnızlık yaşantısının
kronikleşmesi durumunda, öğrencilerin karşı karşıya
gelebilecekleri psikopatolojik sorunların da olabileceği
düşünülmesi gereken önemli bir gerçektir. Bu nedenle,
bu araştırmadan elde edilen bulgular, üniversite
yöneticilerinin, öğretim üyelerinin, akademik
danışmanların, sağlık merkezlerinde görevli bulunan
psikolog ve psikiyatristlerin bu öğrenciler ile daha
yakından ilgilenmeleri ve grupla, gerekirse bireysel
psikolojik danışma gibi önleyici ruh sağlığı
çalışmalarına yönelmeleri gerektiğine işaret
etmektedir.
Demir (1990) "e göre, üniversite yaşantısı bireyin
zihinsel gelişiminin yanısıra, kişisel ve sosyal gelişimi
açısından da çok önemli bir dönemdir. Bu nedenle
günümüzde eğitim-öğretim kurumlan bireylerin sadece
zihinsel gelişimiyle değil, kişisel ve sosyal gelişimleri
ile de yakından ilgilenmek zorundadırlar.
Bu boyutu ile bakıldığında bireysel olarak daha kaliteli
yaşam isteğinin ve dolayısıyla bireysel oportinizmin ön
plana çıkmasıyla da bireylerin bir bakıma yalnızlığa
itildiği günümüz yaşam koşullarında, yaygınlığı her
geçen gün daha da artan yalnızlığın tanınması,
önlenmesi ve azaltılması konusunda önlemler almak
gerekmektedir.
Bu konuda alınabilecek önlemlerden biri. öğrencilerin
akademik çalışmaları kadar, sosyal ilişki ve becerilerini
geliştirmelerine yönelik çalışmaların daha etkin bir
hale getirilmesi, bunun için gerekli ortamların
hazırlanması ve öğrenciler arasındaki sosyal ilişkilerin
çeşitli tutumlarla bastırılmamasıdır.
Ayrıca üniversitelerde ders dışı etkinliklerine,
olabildiğince çok sayıda öğrencinin katılması, sosyal
yönlerini geliştirmek için her öğrenciye imkânlar
sağlanması ve fırsatlar verilmesi gerekmektedir. Bu
çalışmalar eğitim-öğretim planlarının bir parçası haline
getirilmelidir.
89
Bunun yanında, her üniversitede Rehberlik ve
Psikolojik Danışma Merkezleri açılarak, öğrencilerin
yalnızlık düzeylerinin belirlenmesine yer verilmeli ve
yalnızlık düzeyi yüksek olanlara yönelik olarak
etkinlikler düzenlenmelidir.
Yalnızlığın ortaya çıkmasında aile ortamının da etkili
olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur (Buluş,
1996). Bu nedenle, aile ortamlarında, ana-babaların
birbirleriyle ve çocuklarıyla olan ilişkileri konusunda
basın, radyo ve televizyon gibi araçlardan yararlanma
yollarına gidilmeli, her düzeydeki ana babaya hitap
eden aile içindeki sosyal ilişkilerin önemini vurgulayan
programlar hazırlanarak bilinçlenmeleri sağlanmalıdır.
KAYNAKLAR
Akyıldız, H., "Yalnızlık Duygusunun Sosyal Psikoloji
Açısından Bir Örneklemde Değerlendirilmesi". D.E.Ü.
Buca Eğitim Fakültesi. 1994.
Brelim, S.. "Intimate Relationships". Random House,
NewYork, 1985.
Buluş, M., "Ergen Öğrencilerde Denetim OdağıYalnızlık Düzeyi İlişkisi". Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir, 1996.
Demir. A., "UÇLA Yalnızlık Ölçeğinin Geçerlik ve
Güvenirliği". Psikoloji Dergisi, 1989. 7-23.
___________ ./'Üniversite Öğrencilerinin Yalnızlık
Düzeylerini Etkileyen Bazı Etmenler", Yayınlanmamış
Doktora Tezi. Hacettepe Üniversitesi, Ankara, 1990.
D um. E., "Üniversite Öğrencilerinde Yabancılaşma ve
Yalnızlık Düzeyi İlişkisi", Yaymlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, D.E.Ü.,- İzmir, 1985.
Hoglund, C.L. and B.B. Collins, "Loneliness and
İrrational Beliefs Among College Students", Journal of
College Student Development, 1989, 30.
Hojat, M., "Loneliness as a Function of Parent-Clıil
and Peer Relations". Journal of Psychology, 1982, 112.
., "Loneliness as a Function of Selected
Personality Variables", Journal of Clinical Psychology.
1982.38.1.
_____________
Jones, W.H.. J.E. Freeman and R.A. Goswick, "The
Persistence of Loneliness: Şelf and Other
Determinants". Journal of Personality. 1981, 49.
Jones W.H., B.N. Carpenter and D. Qııintana.
"Personality and Interpersonal Predictors of Loneliness
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
in T\vo Cultures", Journal of Personality and Social
Psychology. 1985,48,6.
Lamın. H. and E. Stephan, "Loneliness Among
German University Students: Some Correlates", Social
Behavior and Personality. 1987, 15.2.
Peplau. L.A. and D. Perlman. "Loneliness: A
Sourcebook of Current Theory; Research and
Therapy". New York: Wiley-Interscience, 1982.
Peplau. L.A. and S.E. Goldston. "Preventing the
Harmfııl Conseguences of Severe aııd Persistent
Loneliness". U.S. Department of Health and Human
Services: Alchohol, Drag Abuse and Mental Health
Administration. 1984.
Rokach. A.. "Antecedents of Loneliness: A Factorial
Analysis". Journal of Psychology, 1989, 123.4.
Rook. K.S.. "Social Support Versus Companionship:
Effects on Life Stress, Loneliness and Evaluations by
Others\ Journal of Personality and Social Psychology.
1987.52.6.
Schultz. N.R. and D. Moore, "The Loneliness
Experiencc of College Students: Sex Differences".
Personality and Social Psychology Bıılletin, 1986,
12,1.
Tambelli. R., M. Ammaniti and A.P. Ercolani,
"Loneliness in the Female Adolescent". Journal of
Youth and Adolescence, 1989, 18,4.
Vinccn/.i, H.. F. Grabosky. "Measuring the Emotional
/Social Aspect of Loneliness and Isolation".
Loneliness: Theory, Research and Applications,
California. 1989.
Yaparel. R.. "Sosyal İlişkilerdeki Basarı ve Başarısızlık
Nedenlerinin Algılanması ile Yalnızlık Arasındaki
Bağlantı", Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi, Ankara, 1984.
90
PAL). Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
91
23 NİSAN MİLLÎ HAKİMİYET VE ÇOCUK BAYRAMI'NIN TARİHÇESİ
23 APRİL NATIONAL SOVEREİGNTY AND CHILDREN'S FEAST OF HİSTORİCAL ACCOUNT
Veysi AKIN'
ÖZET
23 Nisan, Türklerin Çocuk Bayramı 'dır. Bu
güne değin yapılan kutlamalar göstermiştir ki,
bu bayramın ortaya çıkışı ve tarihçesinde
yanlışlıklar yapılmaktadır. Aslında, bu günün
bayram oluşunda 23 Nisan (1920), Millî
Hakimiyet ve Çocuk Bayramı kavramlarının ayrı
ayrı yeri vardır.
Çocuk Bayramı resmi bayram anlayışının
dışında gelişmiştir. İlk defa, 23 Nisan J927'de
Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme
Kurumu) 'nin kutlaması ile başlamıştır. Bunun
doğuşunda Cemiyete gelir temin etme fikri
vardır. 1927-1981 yılları arasında kanunla
belirlenmiş bir adı olmaksızın kutlanmıştır.
Resmi adı 1981 'de çıkarılan bir kanunla "23
Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
olmuştur.
23 Nisan 1979'dan sonra uluslararası bir
hüvviyet kazanmıştır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi 'nin ve Türkiye Radyo Televizyon
Kurumu 'nun çabaları ile 23 Nisan, Dünya
çocuklarının günü olma yolundadır.
ABSTRACT
23 April, is the feast Türkish Childrens. We
realise that we have mis ımderstood when the
d ay began according to the celebirations up to
now. 23 April and National Sovereignty and
(Ivldren 's Feast have affects on the emerging of
(his feast.
23 April Children 's Feast, has been the dav
celebrated by the people, not by the offıcal-law>.
At fırst, it was celebrated in 23 April 1927 by
The Chidren Protection Society. it w as foımded
to support The Children Protection Society.
Between 1927-1981, 23 April National
Sovereignty and Children Feast was celebrated
\vithout having a name wich was apporoved by
the law.lt 's name w as name ofoffıcal "23 April
National Sovereignty and Chidren Feast" a law
in 1981.
İt has been an International doy since 1979, 23
April will be the day of World 's Children with
the effects of Türkish National Assembly and
Türkish Radio Television Societv.
Anahtar Kelimeler: 23 Nisan, Bayram, Çocuk,
Milli, Hakimiyet
Key words: 23 April, Feast, Chidren .National,
Sovereignty
"23 Nisan", bugün sadece Türk çocuklarının bayramı
olmaktan çıkmış, dünya çocuklarının da önemli bir
günü haline gelmiştir. Maalesef, son yıllarda yapılan
kutlamalar da göstermektedir ki; "23 Nisan Millî
Egemenlik ve Çocuk Bayramı" konusunda eksik
bilgilenme bulunduğu gibi, yanlış tarihlendirmeler de
yapılmaktadır. Türk siyasî ve demokrasi tarihimizde
önemli bir yeri bulunan ve Türk çocuklarının sesini
dünya literatürüne kabul ettiren böyle bir gün hakkında
bu güne kadar geniş bir araştırma yapılarak,
duyurulamamış olması bir eksikliktir1.
rı
(Yrd. Doç. Dr ) PAÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü Öğretim Üyesi.
1
Bu konuda dar kapsamlı da olsa, Tarih ve Toplum
Dergisinin VIII/43 (Temmuz) 1987 sayısında
Bayramlara dair bir yazı neşredilmiştir. Ayrıca İffet
Aslan tarafından Türk Tarih Kurumıfnda bir de
konferans verilmiştir. Bu konferans metni, TTK
Belleten XLW183(Temmuz) 1982'de yayınlanmıştır.
Bütün bunların yeterli derecede makes bulmadığı
görüldüğünden olsa gerek, 26 Nisan 1997 günlü Sabalı
Gazetesi "nin bir köşesinde Milletvekili Yılmaz
Bu bayramın tarihçesinin iyi anlaşılabilmesi için,
ismindeki "23 Nisan", "Millî Hakimiyet" ve "Çocuk
Bayramı" tabirlerinin açıklanması gerekir. "23 Nisan
(1920)" Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)'nin
Ankara'da açıldığı gündür. 192Tde çıkarılan " 23
Nisan'in Millî bayram addine dair kanım" ile
Türkiye'nin
ilk
millî
bay
raim
olmuştur.
Kanun,"7ZÎ.MM 'nin ilk yevm-i küşadı olan 23 Nisan
günü millî bayramdır" hükmünü taşımaktadır.
Kanunun muhtevasından da anlaşılacağı gibi, her ne
kadar Meclis bu ilkeye müstenit ise de; çıkarılan
kanunda millî hakimiyet ibaresi yer almamıştır.
Nitekim bu daha sonra saltanatın kaldırılışı ile
alakalandırılacaktır. 1 Kasım 1922'de saltanat
kaldırılınca. "1 Kasım". "Millî Hakimiyet Bayramı"
olarak kabul edilecektir. 1 Kasım, "Hakimiyet-i
Milliye Bayramı" olmasına rağmen bu tarihten sonra
Meclisin açılış tarihi olan 23 Nisan, Millî Hakimiyet
Karakoyımlıı, bütün parti liderlerinin tarihleme
konusunda yanlış yaptığına işaret etmektedir. Ancak
kendisi de aynı yanlışı yapmaktan kaçamamıştır. :
Düstur 3. Tertip. Cilt İl, s: 21.
PAL). Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Bayramı olarak kutlanmış ve zamanla 1 Kasım tarihi
unutulmuştur. Nitekim 1935'te bayramlar ve tatil
günleriyle ilgili kanun değiştirirken "23 Nisan Millî
bayramı". "Millî hakimiyet Bayramı" olarak
değiştirilmiştir3
"Çocuk Bayramı" ise bu gelişmelerin dışında her hangi
bir kanun çıkanlmaksızın Himaye-i Etfal Cemiyeti
(Çocuk Esirgeme Kummu)(HEC)'nin, 23 Nisan
1927"de bu günü "Çocuk Bayramı" ilan etmesi ile
başlatılmıştır. Bu tarihten itibaren bu üç kavram, aynı
gün üzerinde birleşecek ve bu konuda bir kanunla
belirlenmiş resmi bir isim olmaksızın kutlanmaya
başlanacaktır. Nihayet. 1981'de Millî Güvenlik
Konseyi "nin Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller
Hakkındaki Kanım Hükmündeki "23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramıdır" Kararı ile resmi bir
ada ve statüye kavuşturulmuştur4. Bu hukuki izahattan
sonra, uluslararası statüye kavuşması yolunda
günümüze değin gelişmeleri ve kutlamaları tespitte
fayda mülahaza edilir.
23 Nisanın Çocuk Günü ve Çocuk Bayramı oluşunun
mantığını ise. Meclisin açılışım müteakip yıllarda
yapılan kutlamalardan Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin
yetim çocuklanna gelir kaydetme anlayışında aramak
lazımdır. Elimizde bu hususu teyid edecek ve çocuk ile
23 Nisan "m ilgisini ortaya koyacak bilgiler mevcuttur.
Bu konuda en eski belge, 23 Nisan 1923'e ait Himaye-i
Etfal Cemiyeti Pıüu'dur. Çıkarılan bu pullar ile 23
Nisan Millî bayram kutlamalanndan gelir elde edilmek
istenmiştir6 Yine. 23 Nisan 1924 günlü Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi'nde " Bu gün Yavruların Rozet
Bayramıdır' ibaresi ile halkın HEC ne bol bağış
yapmaya çağrılması buna delalet eder. Aynı gazetenin
23 Nisan 1926 nüshasında ise, "23 Nisan Türklerin
Çocuk Günüdür" başlığını taşıyan bir yazı bulunmakta
ve bu başlık altında Cemiyetin bu günü çocuklar günü
olarak ihdas etmesinin isabet olduğu vurgulanarak,
kahveci, arabacı ve otomobilci esnafın bu günde elde
edecekleri gelirin bir kısmını HEC'ne bağışlayacakları
yazmaktadır. Böylece, 23 Nisan ile HEC. ilişkisi
ortaya çıkmış oluyordu. Nitekim HEC. 23 Nisan
1927 de aldığı bir karar ile 23 Nisan Çocuk Günü'nü
Çocuk Bayramı ilan ederek.
3
Düstur 3. Tertip, Cilt XVI. s: 1171.
Kanunlar Dergisi. Cilt CXIV, s: 409.
5
Aslan, s: 579.
6
Bu gayeye yönelik olarak HEC Reisi ve Bolu Mebusu
(Kırklareliii) Dr. Fuad Umay Bey ve beş arkadaşının 4
Şubat 1922 de TBMM'ne kanun tekli vardır. Teklif
kanun olarak çıkmamış ise de Meclis onayı ile mevcut
kartpostal ve zarflardan HEC yararına muayyen bir
ücret alınması Posta ve Telgraf Müdüriyet-i
Umumiyyesine tebliğ edilmiştir. Bkz. TBMM Zabıt
Ceridesi,D:I. C:XVTL s: 29-34.
' Aslan, s: 579
4
92
"Millet Meclisimizle millî devletimizin Ankara'da ilk
teşkile günü olan Millî bayram Cemiyetimizce çocuk
günü olarak tesbii edilmiştir. Bize yeni bir vatan ve
yeni bir tarih yaratıp bırakan mübarek şehitlerle
fedakar gazilerin yavruları fakir ve ıstırabın evladları
ve nihayet alelıtlak bütün muhtac-ı himaye-i vatan
çocukları namına milletin şevkatli ve alicenab
hissiyatına müracaat ediyoruz. Kadın, erkek, genç,
ihtiyar hatta vakti ve hali müsait çocuklardan mini
mini vatandaşlar için yardım bekliyoruz. Her sayfası
başka bir şan ve muvaffakiyetle temev\>üç eden
milletimizin, yarın azami derecede muavenet
göstermekle beraber, çocuk gününün layıkı veçhiyle
neşeli ve parlak geçirilmesi için aynı derecede alaka ve
müzaheret göstereceğinden emin olan Himaye-i Etfal
Cemiyeti, şimdiden arz-ı şükran eder"8 ibaresi ile de
halka duyurmuştur.
Çocuk Bayramı ilk defa 1927'de belli bir kutlama
programı dahilinde çeşitli şenliklerle kutlanmıştır.
C u mh u r b a şk a n ı M u s t a f a K e m a l P a şa 'n i n
himayelerinde gerçekleştirilen bu Çocuk Bayramı, bir
taraftan kamuoyuna duyurulmak ve kaynak oluşturma
gayesini, diğer taraftan da çocuklara neşeli dakikalar
yaşatmayı hedeflemiş bulunuyordu. Etkinlikler
sırasında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri arabalarından birini çocuklara tahsis etmiş
ve Cumhurbaşkanlığı Bandosunun Çocuk Sarayı'nda
konser vermesini sağlamıştır. Yine ilk defa o yıl
HEC ııin Ankara'daki bir binası Çocuk Sarayı yapılmış
ve düzenlenen Çocuk Balosu'na İsmet (İnönü) Bey'in
çocukları da katılmıştır9.
Bir yıl sonraki kutlamalar için Dr. Fuad Bey'in10 teklifi
ile HEC Yönetim Kurulu Kararı ile daha geniş
muhtevalı program düzenlenmiştir 11 . Gazetelere
verilen ilanlar ile halk HEC'nce tertip edilecek
şenliklere katılmaya davet edilmiştir. HEC merkez ve
şubeleri kır gezileri ve muhtelif törenler düzenleyerek
çocukların eğlenmelerim sağlamıştır 1 ".Törenler
sırasında çeşitli hediyeler dağıtılmış, düzenlenen
Çocuk Alayları'na kalabalık çocuğu bulunan aileler
davet edilmiş ve bakımlı nesiller temin gayesi ile
Gürbüz Çocuk13 yarışmaları yapılmıştır14. Bu
* "23 Nisan Nasıl Çocuk Bayramı Oldu?" Tarih ve
Toplum.VIII/43 (Temmuz) 1987, S. 48. 22 Nisan 1927
tarihli Cumhuriyet'ten naklen.
9
Tarih ve Toplum,S. 48.
10
Dr. Fuad Umay hakkında geniş bilgi için bkz: Veysi
Akın, Dr. Fuad Umay ve Hayatı. A.Ü. Sosyal Bil.Ens.
(Basılmamış) Yük. Lis. Tezi. Erzurum 1990.
1
'FııatUmay,Seçmenlerimle Başbaşa,Ankaral950.S.34
12
Gürbüz Türk Çocuğu,Sayı 20(Nisan)1928, S.20-2I 1'
Cemiyet bu dönemde Gürbüz Türk Çocuğu isminde bir
de dergi neşretmektedir. " Aslan, S.581.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
yarışmalardan birinde İsmet (İnönü)Bey'in oğlu Erdal
birinci seçilmiştir.
Bu dönemde çocuk politikasının ön plana çıkmasında
önemli sebeplerden biri de ülke nüfusunun artırılmak
istenmesidir. Gerçi doğum oranları yüksektir. Ancak,
çocuk ölüm oranlan da çok yüksek seviyede
seyretmektedir. Bu ise hızlı nüfus artışını arzulayan
ülkelerin önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Bu
gelişmelere paralel olarak, Türkiye'de çocuk meselesi
gün geçtikçe güncelleşmektedir. Çocuk meselesine
karşı artan ilginin bir neticesi olarak da 1929'dan
itibaren 23 Nisanlara da ilgi artmıştır. HEC. 1929'da
23-30 Nisan günlerini "Çocuk Haftası" ilan etti. O
döneme kadar sadece bir gün yapılan etkinlikler bir
hafta boyu sürecek, bayram eskiden olduğu gibi 23
Nisan'da kutlanacaktı10. O yıl Çocuk Balosu, Ankara
Palas'ta Atatürk'ün himayelerinde tertip edildi16 .
Aslında Çocuk Haftası ile, çocuk meselesinin geniş
kitlelere benimsetilmesi arzu edilmişti. Bütün bu
etkinliklere rağmen istenilen noktaya gelinemedi. 1929
yılı kutlamaları, HEC ve Türk Ocağı'nm üzerinde
kaldı. Daha sonraki yıllarda kutlamalara ancak bir kaç
devlet kumlusu katılacaktı. Bu sebeple Cemiyet
Başkam Kırklareli Milletvekili Dr. Fııad Umay Bey.
seslerini ülke çapında duyurabilmek için 1932'de
TBMM'ne bir teklif sunarak. 20-30 Nisan günlerinde
mektup ve telgraflara Himaye-i Etfal Şefkat Pulu
yapıştırılmasını istedi. Meclis'in onayı alınarak kanun
14 Nisan 1932'de yürürlüğe girdi17
1933 te. 23 Nisan Çocuk Bayramı yeni bir aşama ile
çocukları gelecekteki mesuliyetlerine hazırlayıcı bir
program haline dönüştürüldü. Atatürk, 23 Nisan sabahı
çocukları makamında kabul edip, kendi yerinde onlarla
sohbet etti. Diğer devlet adamları da Atatürk'ün bu
davranışını benimseyerek uygulamaya koydular.
Nitekim bu tavır, ileriki yıllarda gelenekselleşecektir.
Stadyumlarda beden hareketleri gösterileri yapılmaya
başlandı. Yine, ilk defa Milli Eğitim Bakanı Reşid
Galip Bey'in kaleme aldığı "Türk'üm-Doğruyum"andı
çocuklar tarafından okundu. Bu ant daha sonraki
senelerde okulların bayrak törenlerinde söylenmeye
başlandı. l x . 23 Nisan Çocuk Bayramı artık devlet ve
milletin ortak malı olmuştu. Kutlamalar ortaklaşa
yürütülmekteydi. Ne var ki, 27 Mayıs 1935 tarihinde
çıkarılan Millî bayram ve Genel Tatiller Hakkında
Kanun. 23 Nisan'ı sadece "Millî hakimiyet Bayramı"
olarak belirtiyordu19. Bu kanunla 1 Kasım bayramı
kaldırılmış. 23 Nisan'in ismi ise; ""Millî bayram"
■ Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi Kronolojisi 1918-1938,Ankara 1988. S. 489.
16
Milliyet. 24.04.1929.
17
Bu konuda bkz: TBMM Zabıt Ceridesi. D:IV, C:VTI,
S.24-29. .Düstur 3. Tertip. C. XIII. S. 203.
18
Aslan, S. 581.
19
Düstur. 3. Tertip, C. XVI, S. 1171.
93
yerine "'Millî hakimiyet Bayramı" olarak
değiştirilmiştir. Kutlamaların sürdürülmesine rağmen
"Çocuk Bayramı" ilave edilmemiştir.
Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra da, HEC.
halk, okullar ve diğer devlet daireleri 23-30 Nisan'ı
Çocuk Haftası, ilk gününü de Çocuk Bayramı olarak
kutlamaya devam ettiler. Böylece resmi tanımla "23
Nisan Millî hakimiyet Bayramı" ve resmi tanımda yer
almayan '"23 Nisan Çocuk Bayramı" ortaklaşa
hazırlanan törenlerle kutlanmaya devam etti. Öyle ki;
bu hususta her hangi bir kanuna ihtiyaç duyulmaksızın,
23 Nisanlar, "23 Nisan Millî hakimiyet ve Çocuk
Bayramı" haline geldi.
1970'li yıllara gelindiğinde HEC, gayesine ulaşmıştır.
23 Nisan Çocuk Bayramı geniş kitleler tarafından
kutlanmaya başlanmış ve Türk milletinin malı
olmuştur. Bu bakımdan 1970'li yıllar. Bayram
açısından dönüm noktası sayılabilir. 1975'teki
kutlamalara TRT Kurumu da katıldı. Kurum, çocuk
programlarına önem vererek, bu programlan hafta
boyunca yayınladı. 1978'de Meclis Başkanlığı'nm izni
ile Mecliste düzenlenen törenlere üye sayısı kadar
çocuk katılması kararİaştınldı. 23 Nisan 1979'da
Ankara İlkokulları temsilcilerinin katılımları ile
başlatılan bu uygulama, 1980'de bütün vilayetlerden
gelen çocukların katılımı ile "Ulusal Çocuk
Parlamentosu" oluşturularak, gerçekleştirildi20. Aynı
yıl TRT, törenlere komşu ülkelerden çocuklar davet
ederek. Çocuk Bayramını ilk kez uluslararası düzeyde
kutladı. TRT'nin bu uygulamaları günümüze kadar
genişletilerek devam ettirilmektedir.
23 Nisan Çocuk Bayramı'nda önemli bir dönüm
noktası da 1980 sonrası Milli Güvenlik Konseyi
dönemidir. Konsey, 1981 'de bayramlar ve tatil
günlerine dair kanunda yaptığı değişiklik ile, ö güne
kadar İd bir eksikliği gidermiş ve 23 Nisan'ı "23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" olarak kabul
etmiştir21. Ertesi yıl kurulan Danışma Meclisi de 23
Nisanda özel gündemle toplanmıştır22. 1985'te TBMM
ve TRT'nin şenliklerine her kıtadan, otuz dört ülkeden,
her dinden, her dilden ve her renkten çocuklar
katılmıştır23. Ankara'da bir araya gelen bu çocuklar.
sevgiyle kucaklaştılar, tek bir kalp, tek bir yürek olup
barışı simgelediler. 23 Nisan artık Türk çocuklarının
dünya çocuklanna hediye ettiği bir gün olmuştu. Bu
bilgilerden de anlaşılacağı üzere 23 Nisan Atatürk'ün
himayelerinde HEC ve onun uzun süre başkanlığını
yapan Dr. Fuad Umay'in eseri olarak ortaya çıkmıştır
1
:
" Aslan, S.589.
Kanunlar Dergisi. C.CXIV, S. 409.
::
Tercüman. 24 Nisan 1982.
23
Bulvar Gazetesi. 23 Nisan 1985.
21
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
23 NİSAN DÜNYA ÇOCUK GÜNÜ VE BAYRAMI
OLMA YOLUNDA
Çocuk insanların ve insanlığın geleceğidir. Bu vesile
ile bütün milletler geleceklerine önem vermek
mecburiyetindedir. Bu anlayışla olsa gerek, 1924'te
Uluslararası Çocuk Hakları Beyannamesi kabul
edilmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan
Cemiyet-i Akvam'in Cenevre Bildirisi adını taşıyan
beş maddelik bu belgesinin altında Mustafa Kemal
imzası bulunmaktadır. Bu konudaki ikinci gelişme'de
II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Birleşmiş Milletler
Cemiyeti'nin 1948 tarihli İnsan Haklan Evrensel
Bildirisi"nin 25. ve 26 maddeleridir. Aynı yıl,Çocuk
Esirgeme Kurumlan Uluslararası Birliği, bu iki
maddenin ışığı altında yedi maddelik Cenevre Bildirisi
adım taşıyan yeni bir Çocuk Hakları Bildirisi
oluşturdular. Bu belge 20 Ekim 1959'da on madde
halinde genişletilmiştir. Bu bildirilere paralel olarak
uluslararası düzeyde faaliyet gösteren kurumlar da
teşekkül etmiştir. Bunlardan en önemlileri Çocuk
Esirgeme Kurumlan Uluslararası Birliği ve 11 Aralık
1946"da BM Genel Kurulu Kararı ile kurulan ve
Birleşmiş Milletler Uluslararası Acil Çocuk Yardımı
Fonu anlamına gelen UNICEF (United Nations
International Children's Emergency Fımd)'dir. Nitekim
bu kuruluş II. Dünya Savaşı sonrasında ortada kalan
çocuklara sahip çıkacağı gibi, Uluslararası Çocuk Yılı
çalışmalarına da kılavuzluk yapacaktır24. Bir süre sonra
da 1979 yılı "Uluslararası Çocuk Yılı" ilan edilmiştir.
Türkiye'de 1920'li yıllardan beri Çocuk Günü ve
Çocuk Bayramı kutlamaları yapılmasına rağmen, batı
ülkelerinde bu şekilde bir gün mevcut değildir. Batı
ülkelerinde çocuk haklan konusunda yapılan
çalışmaların başını çeken, Çocuk Esirgeme Kurumlan
Uluslararası Birliği. 1953'te üyesi bulunan bütün
kuruluşlara çağnda bulunarak, her ülkede yılın belirli
bir gününün çocuk günü kabul edilmesini istemiştir.
BM Genel Kurulu da 1954'te buna paralel bir karar
alarak, bütün ülkelerin kendilerine uygun bir günü.
uluslararası çocuk günü olarak kabul etmelerini ve
19 56 "dan itibaren de bir program dahilinde
kutlamalarını istedi. UNICEF o günden itibaren üye
kuruluşlarına bunu teşvik edici yayınlar
göndermektedir. Bütün bu gayretlere rağmen 1979
Dünya Uluslararası Çocuk Yılı'na kadar fazla bir
gelişme olduğu söylenemez. Yalmz Türkiye'de köklü
bir gelenek haline gelen "Çocuk Günü", "Çocuk
Bayramı" ve '"Çocuk Haftası" kutlamaları hariç. Bu da.
Atatürk'ün "Bu bayramı onlara armağan edeceğim.
Gözüm arkada kalmayacak'" dediği 23 nisan günüdür.
94
beri kutladığı 23 Nisan'ın Dünya Çocuk Bayramı
olması BM'e önerilmiştir. Ancak batı ülkeleri 2 Ekim.
sosyalist ülkeler de 1 Haziranı yeğlediklerim ileri
sürmüşlerdir 2 ^. Maalesef, Türkiye'nin geçerli
gerekçelere dayandırdığı bu teklif, batı ve sosyalist
ülkelerin taassubuna galip gelememiştir. Ancak
Türkiye bundan sonra da bu hususta mücadelesini
sürdürecektir. Hatta 1979'dan itibaren Türkiye'deki
kutlamalar uluslararası düzeye çıkarılarak, bunun
uygulamaları da yapılacaktır.
Türkiye'nin bu talepleri UNESCO Türkiye Milli
Komitesi Başkanı tarafından 2 Temmuz 1979'da
Cenevre'de yapılan Uluslararası Eğitim Bürosu
toplantısında yenilenmiştir. Yine , TBMM Başkanlığı,
21 Ağustos 1979 tarihi itibariyle Dışişleri Bakanlığı
aracılığı ile BM Genel Kurulu'na önenniştir. Bu
mesele, Kasım 1979'da Türkiye'nin BM Büyükelçisi
vasıtası ile Genel Kurulda da dile getirilecektir. BM
Genel Kurulu böyle bir karan kabul etme yolunda her
hangi bir çaba sarf etmemiştir. Buna rağmen Türkiye,
ilk dönem Çocuk Bayramı kutlamalannda olduğu gibi,
bunu resmi bir karar olmaksızın, fiili durumla sonuca
ulaştırmış bulunmaktadır. Netice itibariyle günümüze
gelindiğinde. 23 Nisan. BM örgütü ve devletler
nezdinde olmasa dahi, dünya hisardan arasında
Uluslararası Çocuk Bayramı olarak kabul gönnüş
durumdadır.
BİBLİYOGRAFYA
Akın, Veysi, Dr. Fuad Umay ve Hayatı. Atatürk
Üniversitesi Sos. Bil. Ens.T.C.Tarihi Anabilim Dalı
(Basılmamış) Yüksek Lisans Tezi. Erzurum 1990.
ASLAN, İffet. "Dünyanın İlk Çocuk Bayramı 23 Nisan
ve
Uluslararası
Çocuk
Yılı",
Belleten
XLVI/183(Temmuz) 1982., S. 567-593. Bulvar Gazetesi
23 Nisan 1985. Cumhuriyet. 23 Nisan 1928. Düstur, 3.
Tertip Cilt II, XIII, ve XVI. Gürbüz Türk Çocuğu. 20
(Nisan) 1929.S.2021. Kanunlar Dergisi. Cilt CXIV.
KARAKOYUNLU, Yılmaz, "Din ve Siyaset-Bayram
Meclisi'nde küfür panayırı" Sabah Gaz.26 Nisan 1997
KOCATÜRK, Utkan. Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi Kronolojisi 1918-1938.. Ankara 1988. Milliyet
Gazetesi, 24 Nisan 1929. Tercüman Gazetesi.24 Nisan
1982. TBMM Zabıt Ceridesi Dönem IV, Cilt VII.
UMAY. Fuad. Seçmenlerimle Basbasa, Ankara 1950.
"23 Nisan Nasıl Çocuk Bayramı Oldu?" Tarih ve
Toplum, VIII/43(Temmuz) 1987. S.48.
1979 Uluslararası Çocuk Yılı'mn gündeme gelmesi ile
beraber Dünya Çocuk Bayramı kutlamaları da
düşünülmüştür. Türkiye bu konuda da öncülük yapmak
istemiş ve 17 Nisan 1978'de Türkiye'nin elli iki yıldan
24
Aslan. S. 570-576.
25
Aslan, S. 592.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
95
SPORUN ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN İLETİŞİM BECERİ DÜZEYLERİNE ETKİSİ
THE EFFECT OF SPORTS ON THE COMMUNİCATION SKILL LEVEL OF THE UNIVERSITY STUDENTS.
Gülten HERGÜNER* Özbay GÜVEN** Metin YAMAN***
ÖZET
Bu çalışmada "Sporun, üniversite öğrencilerinin
iletişim beceri düzeylerine etkisi" araştırılmıştır.
Konuyla ilgili teorik bilgiler kaynak tarama
usulüyle incelenmiş olup araştırmanın
uygulanması ise!99'6-1997 öğretim yılında
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi,
Beden Eğitimi ve Spor, Tarih, Biyoloji, Sınıf
Öğretmenliği ile Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Bölümlerine devanı eden öğrenciler
üzerine yapılmıştır. Araştırmaya 400 öğrenci
katılmıştır. Bunlardan 200'ü sporcu, 200'ü ise
spor yapmayan olarak belirlenmiştir. Bunlara
uygu/anan iletişim beceri envanteri ile iletişim
beceri düzeyleri ölçülmüştür. Ayrıca envanterin
ekinde bir de Kişisel Bilgi Formu ile destek
bilgiler alınarak bunun yoruma katkı
yapabileceği düşünülmüştür. Ankete katılan
bayan öğrencilerin erkek öğrencilere göre
iletişim beceri düzeyleri daha yüksek çıkmıştır.
Böylece
üniversite
öğrencilerinden
bayanların erkek öğrencilere göre daha iyi ve
etkili iletişim kurabildikleri söylenebilir.
Anne-babanın öz ve beraberlik durumu
değerlendirilerek öğrencilerin iletişim beceri
düzeylerine
etkisi
olduğu
görülmüştür.
Araştırmada bölümler arası, sınıflar arası,
medeni durum, anne-babanın öğrenim durumu,
sosyal etkinlikleri,ailedeki kişi sayısı ve gelir
durumu bakımından karşılaştırmalar yapılmış
olup,anlamlı bir fark bulunamamıştır. Bu
faktörlerin iletişim beceri düzeyini etkilemediği
görülmüştür.
Sporcu olanların da; branşlar arası, sportif
başarı, kulüplü olma, lisanslılık süresi açısından
karşılaştırma yapılarak iletişim beceri düzeyleri
bakımından bir fark görülememiştir. Bu
değerlerin iletişim beceri düzeylerine etkisi
olmadığı verilen sonuçlardan anlaşılmıştır.
Araştırmanın bulguları
alınarak yapılan
değerlendirmeden sonra ortaya çıkan sonuç;
sporun üniversite öğrencilerinin iletişim beceri
düzeylerine etkisinin olmadığı yönündedir.
Anahtar Kelimeler: Spor, iletişim, beceri düzeyi
ABSTRACT
in this research it w as investigated the effects of
sports far the university student's
communication and skill level. l'eorical
know/edge about subject w as examined by
source-search method. Application of this
investigation was made in 1996-1997 semester
on the students continuining far the 19 Mayıs
University Education Faculty, Physical
Education and Sports, History, Biology, the
leacher of Primary School and Psychologic
consult and Guiding Department. 400 students
w er e participated to this research. From These
200 students were sportsmen and the others
\vere not sportsmen. The levels of the students
are measured with the ski Us of communication
envantery. Also, besides this envantery personal
application form is given. it's thought that this
form can help to the interpretation.
(\mimunication and skill levels of the female
student's joining the in teni ew appeared liıgh
according to the mal e students. in this manner,
il can be said that the female students can
communicate better and more effective than the
ma/e students.
The o\vn and being together position of mother
and father were evaluated and it is seen that,
ıh i s has an effect on the communication skill
level of the students
in the research some comparison w as made
su eh among departments, Civilized position, the
education position of mother and father, social
activities, the nıımber of Persons on the fantily
and income position but a meanningful
difference couldn't be fınd. it is seemed that
these factors did not effect the communication
skill level.
Comparison was made about sportsman's
among branj sportif success, position of being
club period of licence but it w as not found any
dıfferentiation about the level of student's
communication skill
Af ter the comparison by taking the result of
research showed that the sports did not effect
the university student's communication skill
level. Key IVords: Sports, communication, skill
level
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
GİRİŞ
İnsanların birbirleriyle iletişim kurma ihtiyacı, temel
olarak sosyal yapısının bir gereğidir. İletişim, ilişki
kurma ihtiyacından ve karşılıklı bir takım hedeflere
ulaşma çabasından doğar. Sağlıklı düşünebilen, yorum
yapabilen, idraki güçlü kişiler arasında daha etkili
iletişim kurulabilir. Bireylerin çevreleriyle sağlıklı
iletişim kurmaları temel iletişim becerilerine sahip
olmalarına bağlıdır.
Varolduğumuz anda çevreyle sürekli iletişim, etkileşim
içine gireriz. Kişiliğimizi iletişim alışkanlıklarımızla,
iletişim çabalarımızla ortaya koyarız. Bildiklerimiz,
duyduklarımız, yapabileceklerimiz iletişim tavrımızla
belirlenir. Kişilerarası ilişkilerin aracı da iletişimdir:
anlamak, öğretmek, anlatmak, başkalarına ulaşmak için
iletişim kurarız( 15).
96
spor. amaçsız bir aktivite ve davranış biçiminde
yatıştırma imkânı sağlamaktadır(14).
İnsanın beden ve ruh yapısını geliştirmek ve iradeyi
güçlü kılmanın yanı sıra. grup çalışmasını
kolaylaştırmak, karşılıklı dayanışmayı sağlamak, kendine
güveni gerçekleştirmek, ferdin toplum üyeliğini
kazanması olan sosyalleşmesinde de spor önem
taşımaktadır(7). Diğer yandan iletişim irdelendiğinde en
yalın tanımıyla iletişim, kişiler arası bir düşünce ve
duygu alışverişidir(13). İletişimi en genel anlamında ise
düşünce, olgu ve veri ileti ve paylaşımını kapsayan
bireysel ya da toplumsal bir olgu olarak tanımlarsak
iletişim sürecinin yararlılığım bireysel açıdan ve
toplumsal açıdan inceleyebiliriz(15):
İletişimin bireysel açıdan işlevi
Uygun bir eğitimle insanlara iletişim sırasında yaptıkları
hataları gösterebilir ve nasıl iletişim kurmaları gerektiği
kavratıl ırsa iletişim çatışmalarına girmeleri
engellenebilir(6). Örneğin: bir spor karşılaşmasında
taraftar ve oyuncu karşı takımın üstünlüğünü kabul
etmez, başarısını onaylamaz, yenilgiyi hazmedemez,
saldırgan davranışlarda bulunur ise; böylelerine verilecek
spor eğitimi sırasında yenme kadar yenilginin de
mümkün olduğunu, karşı takımın veya sporcunun
başarısını kabullenmek gerektiği, hatta tebrik etmek
gerekliği, sakatlandığında rakibe yardım edilmesi
gerektiği öğretilirse, kişi kabul görmeyen davranışlarını
olması gerekenler doğrultusunda değiştirebilir. Böylece
kuracağı iletişim daha olumlu gelişirken çatışmalar da
azalır.
Kişilerin kendisini estetik yönden açıklaması
üretkenliğini simgeleştirmesi için iletişimden yararlanılır.
Ayrıca iletişim kişinin kendisini tanımasına ve bulmasına
yardımcı olabilir. İletişim kurarken kişi kendi inançlarını,
duygularını daha iyi çözümleyebilir.
Bir eğitim aracı olan beden eğitimi ve spor, ferdi yönden:
insan sağlığı, karakter gelişimi, moral ve verimliliği;
milli yönden: sağlam, güçlü, ortak duygu ve davranışları
yüksek bir insan gücü potansiyeli ile doğrudan ilgili,
etkili bir eğitim faaliyetidir. Bu bakımdan zihni ve fikri
gelişimin ancak bedeni gelişmeyle uyumlu ve dengeli
olması halinde insanın ve toplumun daha sağlıklı,
dengeli, mutlu, başarılı ve verimli olabileceğinde tam bir
görüş birliği vardır.
İletişim bağlantısını oluşturabilmek kazanılmış bir
davranış ve becerinin ürünüdür. Aynı şekilde, bir araya
gelip zaman içinde tozu dumana katarak birbirleriyle
öfkeli bir mücadeleye girebilmek de kazanılmış bir
davranış ve becerinin ürünüdür. Bu anlamda kişiler ya
iletişimi ya da iletişimsizliği becerirler. Görülen ise daha
çok iletişimsizliği becermeleri olmuştur. İşte bu beceriyi
anlayabilmek, nasıl oluştuğunu görebilmek, iletişim
olarak tanımladığımız, o son derece temel sürenin nasıl
becerilebileceğini anlamak olacaktır(13).
İnsan tabiatının ve günlük hayatın vazgeçilmez ihtiyacı
haline gelen sporu çeşitli şekillerde tanımlamak
mümkündür. Çünkü geniş bir psikolojik ve felsefi anlamı
yanında ekonomik, sosyal, kültürel ve biyolojik boyutları
kapsamaktadır. Spor. bir eğitim aracı olarak insanın
karakterini oluşturan hareketler, oyunlar ve yarışmalar
olarak tanımlanabilir(9). Psikolojinin verilerine göre
* (Öğr.Cör.) PAÜ. Eğitim Fakültesi Bozkurt Beden
Eğitimi ve Spor Bölümü - DENİZLİ * (Doç.Dr.) Gazi
Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu ANKARA
*** (YrdDoç.Dr.) PAÜ. Eğitim Fakültesi Bozkurt Beden
Eğitimi ve Spor Bölümü - DENİZLİ
İletişimin toplumsal açıdan işlevi
Toplumsal açıdan iletişim süreci üç işlev görmektedir:
-Çevreyi
denetleyerek
toplumun
değerlerini
denetlemekte,
-Toplumun bireyleri arasında etkileşimi sağlamakta.
-Toplumsal geleneklerin sürdürülmesine yardımcı
olmaktadır.
İnsanın iletişim alanlarını şöyle sıralayabiliriz(8):
İnsanın kendi kendisi ile haberleşmesi:
-Biyolojik, fizyolojik iletişim,
-Bilinçlenme çağından başlayarak psikolojik iletişim.
Başka bir ifadeyle bu haberleşmeyi:
-Beyin-beden ilişkisi.
-Beynin kendi kendisiyle ilişkisi düzeylerinde ele
alabiliriz.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
İnsanın dış ortamla haberleşmesi:
-Fiziki çevreyle (evren, tabiat ve eşya ile) iletişimi. Öteki insanlarla ve kitlelerle iletişimi.
İletişimde önemli olan. her şeyden önce, başkalarıyla iyi
ilişki/iletişim kurabilmek için kendimizle çok iyi iletişim
kumlamızın gerekliliğidir.
İyi bir iletişimci hem kendi iç dünyasını hem de karşıdaki
kişinin davranışlarını gerçekçi bir biçimde
değerlendirmesini bilir. Karşısındakinin farkında olan
kişi ise, onun davranışlarının nasıl bir iç dünyadan
geldiğini, tecrübelerini ve yaşantılarının ne olduğunu
anlar. İyi bir iletişim yeteneği olan kimse, iletişim
kurduğu kimsenin bedeninin duruşu, sesinin tonu ve iç
dünyası hakkındaki ip uçlarını anında görür ve onları
anında değerlendirmeye çalışır(4).
Özellikle insan ilişkileri ile ilgili mesleklerde çalışanların
başarısı. iletişim becerilerini etkin olarak
kullanabilmelerine bağlıdır(2). Bu nedenle psikolojik
danışmanlar, psikologlar ve halkla ilişkiler uzmanları,
yöneticiler, bütün öğretmenler gibi beden eğitimi
öğretmenleri ve antrenörler de sürekli olarak iletişim
becerilerini geliştirmek zorunda kalmaktadırlar. Bu
zorunluluk sadece meslek ilişkileriyle sınırlanmayıp ev
ve aile gibi sosyal hayatı kapsayan tüm ilişkilerde de
gerekliliğini lıissettirmektedir.
Başarılı antrenörlük için aşağıdaki sekiz alanda gelişme
kaydederek iletişim becerisi geliştirilir.
- İletişimde bulunurken sayma ve değer vermeyi
geliştirme.
- Pozitif yaklaşımla iletişimde bulunma,
- Bilgilendirmesi yüksek mesajlar gönderme,
- Tutarlılıkla iletişimde bulunma,
- Nasıl dinlenileceğini öğrenme.
- Sözel olmayan iletişimi geliştirme,
- Güçlendirme, pekiştirme ilkelerim öğrenme,
- Becerileri öğrenme ilkelerinde bilgi ve deneğim sahibi
olma.
İletişim sürecinde diğer bir önemli nokta da kaynak ile
alıcı arasında ortak bir referans çerçevesinin
bulunmasıdır. Aksi takdirde kaynağın gönderdiği
kodlanmış bilgi alıcı tarafından çözümlenemez ve mesaj
öğrenilemez(l).
Etkili mesaj gönderme kuralları aşağıdaki şekilde
sıralanabilire 12).
- Mesajınız direkt olmalı.
- Kendi mesajınıza sahip olmalısınız.
- Mesajınız eksiksiz ve anlamca açık olmalı, tutarlı
olmalı.
- Mesajınız gerçeği sizin düşüncelerinizden ayırmalı.
- Mesajınızı zamanında bir şeye odaklamalısınız.
- Mesajınız gizlenmiş gündemdeki işleri içermemeli.
- Mesajınız destekleyici olmalı.
- Sözlü ve sözsüz mesajlarınız birbirleriyle aynı olmalı.
97
- Mesajınız gereğinden fazla olmamalı (tekrardan
kaçının).
Etkili iletişim amacını "iletmek istediğinizi
karşımızdakine amaçladığımız biçimde iletebilecek,
isleneni elde etmek ve beklenen tepkiyi uyandırmak"
diye aldığımızda. yaşam boyu sürdürdüğümüz
iletişimimizdeki başarı oranımız pek de yüksek sayılmaz.
Çoğu kez umarsızlık içinde "Ne istediğimi anlatamadım,
düşündüğümü iletemedim ya da yanlış anlaşıldım" diye
yakınırız. Kısacası etkili bir iletişim içinde değiliz. Çok
güçlü bir araç ya da bir yol olan iletiyi gereğinde
kullanamıyoruz. İletişim çabalarımız da böylece yarı
yarıya başarısızlığa uğruyor, engellerle karşılaşıyor(15).
Her toplumda iletişim becerileri yetersiz olan bireye
rastlanmaktadır. İnsanların bir kısmı aşırı derecede
saldırgan eğilim içinde bulunmaktadır. İnsanların aşın
saldırgan ve çekingen olmalarının temel nedenlerden
birinin nerede ve nasıl bir iletişim kuracaklarını
bilmemeleridir. Lise düzeyindeki öğrenciler üzerinde
yapılan bir araştırmada (Baymur, 1965) öğrencilerin
belirttiği sonullar arasında; topluluk içinde konuşmamak,
karşı cinsle arkadaşlık etmekten çekinmek, ana
babalarıyla konuşmaktan çekinmek gibi belli başlı
sorunlar sıralanmaktadır. Lise ve diğer okullara devam
eden öğrencilerin hala bu sorunlara benzer sorunlarla
yüklü olduğu gözlemlerle doğrulanmaktadır.
Öğrencilerin yaşadığı bu sorunların temelinde iletişim
becerilerinin eksik olması ve birbirlerini yeterince
anlayamamaları olduğu düşunülebilir(2). Aktif sporun en
çok yapılabileceği bu yaşlarda gençler spora
yönlendirilmelidir. Böylece iletişim beceri düzeyi düşük
olan öğrencilere verilecek spor eğitiminin, onların
iletişim becerilerini geliştirerek daha sağlıklı ilişkiler
kurmaya, kendi haklarını korumaya, başkalarının
haklarına saygı göstermeyi ve sonuçta özgüvenlerinin
artmasına yardım edeceği düşünülebilir. "Ağaç yaşken
eğilir" atasözünden yola çıkarak küçük yaşta (ilk ve orta
öğretim dönemi) yapılacak spor eğitiminin fiziksel,
zihinsel ve duygusal açıdan bireye daha çok fayda
kazandıracağı ve böylelikle iletişim becerisini de
geliştireceği göz ardı edilmemelidir.
Sporcu ile Antrenör veya Beden Eğitimi Öğretmeni
arasındaki etkisiz iletişim nedenleri, aşağıdakilerin her
hangi birini, birkaçım veya hepsini içerebilir.
- İletişim için arzu edilen içerik, durum için yanlış
olabilir.
- Mesajın verilmesi, niyetlenilmiş olduğu gibi iletilmiyor.
Mesajın gönderilmesi için sözlü veya sözlü olmayan
beceri eksikliği duyuluyor,
-Sporcu dikkatini vermediğinden mesajı alamıyor. Sporcu, yeterli dinleme veya sözlü olmayan beceri
eksikliğinden mesajın içeriğini yanlış kavrıyor veya onu
anlamada başansız oluyor,
-Gönderilen mesajlar zaman süresince uyumsuzluk
gösteriyor. Mesajların ne anlama geldiği hakkın-da
sporcu şaşkın ve karışık bakıyor.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Etkisiz iletişim her zaman antrenörün hatasından
kaynaklanmaz. Problem sporcuya da uzanabilir veya hem
antrenör hem de sporcunun her ikisinden de
kaynaklanabilir.
İnsanlar bu davranışlarının bazılarım farkında olarak,
bazılarını ise farkında olmadan yaparlar(3).
98
Tablo 1: Öğrencilerin bölümlere ve sınıflara göre dağılımı
SINIFLAR
AMAÇ
Bu çalışmada "sporun üniversite öğrencilerinin iletişim
beceri düzeyine etkisi" araştırılmış olup şu somlara cevap
aranmıştır.
1- Üniversite öğrencilerinden spor yapanların iletişim
beceri düzeyleri ile spor yapmayanların iletişim beceri
düzeyleri arasında fark var mıdır?
2- Spor yapan üniversite öğrencilerinin okudukları
sınıflarına göre iletişim beceri düzeylerinde fark var
mıdır?
3- Üniversitede okuyan kız ve erkek öğrencilerin iletişim
beceri düzeyleri arasında fark var mıdır?
4- Üniversite öğrencilerinin anne-babalarımn beraberliği
iletişim beceri düzeylerinde etkili midir?
5- Üniversite öğrencilerinin okudukları bölümlere göre
iletişim beceri düzeyleri arasında fark var mıdır ?
YÖNTEM
envanterin geliştirilmesi,
Araştırmanın
evreni,
değerlendirilmesi ile ilgili
puanlaması ve verilerin
bilgiler aşağıda verilmiştir.
Araştırma Grubu
1996-1997 öğretim yılında 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Beden Eğitimi ve Spor, Tarih, Biyoloji. Sınıf
Öğretmenliği. Psikolojik Danışma ve Rehberlik (PDR)
bölümlerine devam eden 1. 2. 3. 4. sınıf öğrencilerinden
400'üne "İletişim Beceri Envanteri" uygulanmıştır.
Bunların yarısı spor eğitimi alan (sporcu) öğrenci, yarısı
da spor yapmayan öğrenci olarak belirlenmiştir.
Öğrencileri belirlerken üniversitede eğitim veren
bölümlerin isimleri yazıp bir torbaya konularak tesadüf
usulüyle tesbit edilen bölümlerin spor yapmayan
öğrencilerine uygulanmıştır. Spor yapan öğrenciler de
Beden Eğitimi ve Spor Bölümünde okuyan sporcular
arasından belirlenmiştir. Uygulanan 400 envanterden
10'unda eksik cevaplar olduğu görülerek değerlendirme
dışı bırakılmıştır. Uygulamaya katılan öğrencilerin
bölüm ve sınıflara göre dağılımı Tablo-l'de verilmiştir.
BES
TARİH
BİYO.
SINIF ÖĞ
PDR
TOPLAM
1.Sınıf
50
13
12
13
13
101
2.
50
12
13
12
12
99
î.
50
il
13
10
13
97
50
il
12
10
9
93
20ü
43
50
45
47
390
4.
TOPLAM
Bu bilgilerden yararlanarak antrenörler veya beden
eğitimi öğretmenleri yanlış iletişimin bir çok
problemlerinden, iletişim becerilerini geliştirerek
kaçınabilirler.
BÖLÜMLER
Spor .Yap.
Spor Yapmayanlar
Envanterin Geliştirilmesi
İletişim beceri envanteri bireylerin iletişim beceri
düzeylerini ölçmek amacıyla geliştirilmiştir. İletişim
becerisi karşıdan gelen iletilerle kişilikle ilgili yakıştırma
veya değerlendirmeleri ayıklayıp iletinin özünü
yakalayabilmekti^ 13). İletiler ya da veriler bilgi
kaynağıdır, ancak bilgi değildir; karmaşık bir süreç
sonucunda,
önemsediklerinde,
yorumladıklarında,
kullanıldıklarında bilgiye dönüşürler(15)
İBE'nin denencelik maddelerini oluşturmak için bu
konuyla ilgili kaynaklar gözden geçirilmiştir. Bu
kaynaklar ışığında iletişim becerisi tanımlanarak bir
gruba "Başkaları ile iletişim kurarken nasıl davranır ve
nasıl iletişim kurarsınız?" sorusu sorulmuş, bu soruya
verilen cevaplar kendi içinde gruplanarak ve
düzenlenerek bir liste oluşturulmuştur. Ayrıca, Özgüven
(1992)'in "Hacettepe Kişilik Envanteri". Kuzgun
(1972)'un "Kişisel yönelim Envanteri", Dökmen
(1986)'in "Çatışma Eğilim Ölçeği", Pyrty (1984)'in
"İletişim Beceri Envanteri" ve Korkut (1995)'un
"İletişim Becerilerini Değerlendirme Ölçeği" incelenerek
önceden oluşturulan listeye ilaveler yapılmıştır. Bu liste,
daha geniş bir gruba uygulanarak elde edilen verilere
göre liste yeniden düzenlenmiştir. İletişim beceri
davranışlarıyla ilgili 135 maddeden oluşan bu liste uzman
kanaatine sunulmuştur. Uzman kanaatlerin doğrultusunda
listedeki 32 madde elenerek madde sayısı 103'e
düşürülmüştür. 103 maddeden oluşan deneme formu 110
öğrenciye uygulanmıştır. Bu uygulama sırasında
öğrencilerden açık ve anlaşılır olmayan ifadelere soru
işareti koy malan istenmiştir. Öğrencilerin %20 ve daha
fazlasının soru işareti koyduğu 17 madde formdan
çıkarılmıştır. Yapılan madde analizi sonucuna göre 0,05
düzeyinde anlamlı olmayan 16 madde daha çıkarılarak 70
maddeden oluşan İletişim Beceri Envanteri(2), 19 Mayıs
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Bilimleri
Ana Bilim Dalında Doktora yapmakta olan Seher Balcı
tarafından hazırlanmıştır. Bu envanter 1996'da "Danışma
Becerileri Eğitim Üniversitesi Öğrencilerinin İletişim
Beceri Düzeylerine Etkisi" adlı bir doktora çalışmasında
uygulanmış ve tez kabul görmüştür. Tezin danışmanı
Doç.Dr.Kurtman Ersanlı ve Dr. Seher Balcı ile
görüşülerek bu alanda "Sporun Üniversite Öğrencilerinin
İletişim Beceri Düzeylerine Etkisi" adlı çalışmaya da
aynı envanterin uygulanabileceği hakkında görüş
alınmıştır. Kendileri de çalışma sırasında her türlü destek
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
99
ve önerileriyle rehberlik etmişlerdir. (İBE'nin geçerliği ve
güvenirliği için bkz.(2))
BULGULAR VE DEĞERLENDİRMELER
Konuyla ilgili yapılan istatistiksel işlemler sonucunda
ortaya çıkan bulgular aşağıda verilmiştir. Tablo 2: Spor yapan ve
İBE'nin Puanlaması ve Verilerin Değerlendirilmesi
yapmayan öğrencilerin karşılaştırılması
İBE 50 olumlu. 20 olumsuz olmak üzere 70 maddeden
meydana gelmiştir. Maddeler 5'li likert tipi (A:Tam
benim gibi. B: Biraz benim gibi, C: Kararsızım, D:
Benim gibi değil. E: Asla benim gibi değil) dereceleme
ölçeği ile yazılmış olup,olumlu maddeler (2.1.0,-1,2);olıımsıız maddeler ise (-2,-1, 0,1,2) şeklinde
puanlanmışür. Ölçekten alınabilecek en yüksek puan
140, en düşük puan ise O'dır. Puanların yüksekliği
bireylerin iletişim beceri düzeyinin yüksek olduğunu
göstermektedir(2)
Bölümler
S1MF
n
1
so
1
1
1
2
2
2
2
3
3
3
3
4
4
4
4
3:
S|»r yapanların ilensin n
beo
08
58
45-4
82
SÖ
öS
Sö
79
89
51
94
87
84
54
5Ö
51
61
24
68
65
71
7f
1 O3
85
71
86
36
31
S9
£5
74
65
29
4
81
6O
93
99
84
86
72
74
91
46
17
17
68
25
89
97
4?"
56
60
7(
79
64
1 O4
78
44
68
67
91
6O
58
7i
81
OO
89
72
55
65
39
5O
71
51
79
44
t8
31
^7
88
İLETİŞİ»-*
43
81
87
67
1 OO
1 O4
76
45
65
65
65
49
49
6
93
88
X
P
s (Standart
Diğer bölümler
190
48.72
65.86
Sapıt»)
1.503
Beden Egt.ve Spor Bl.
200
51.28
63.55
1.541
TOPLAM
390
100.00
P:>0.05
Spor yapanların iletişim beceri puanlan ile spor
yapmayanların iletişim beceri puanları Tablo-3 ve 4'te
verilmiştir.
?rı
puanları
SPOR YAPANLARIN
%
Tablo-2'de görüldüğü gibi diğer bölümler ile Beden
Eğitimi ve Spor Bölümü ( spor yapanlar ile spor
yapmayanlar ) iletişim beceri düzeyleri (X) arasında bir
fark görülmemiştir. (P>0.05 )
Çalışmada elde edilen veriler istatistiki yönden
değerlendirilmiştir. İstatistiki değerlendirme olarak
varyans analizi kullanılmıştır. Varyans analizi sonucunda
bulunan değerler arasında eğer önemlilik varsa hangi
değerlerin önemli olduğunu bulmak için Duncan testi
uygulanmıştır. Ayrıca bazı veriler üzerinde de yüzdelerin
karşıla şlırıl ma sı yapılmıştır.
TaL>lo
N
69
58
69
66
59
86
66
62
49
79
78
49
69
BECERİ
K
PUANLARI
7O
57
69
66
85
6O
78
92
69
6O
62
9ö
1 OO
7O
84
96
73
6O
67
55
95
26
39
5
61
83
54
5O
51
39
7O
71
53
83
82
63
91
58
77
1 O9
7O
32
56
56
5O
77
45
65
1 9 73
7J2 8O
9O 81
82
Sö
95
3.2
54
87
51
38
86
73
95
64
O
88
94
76
57
76
13
73
73
56
7O
41
1O2
55
63
4:
T**»l
Spor ıTâplII ■yanla 'in iletişi m beceri puanl H'l
^
o
T
t
a
SNF n
SPO R YAPMAYAN LARIN İLETİSİ»-* BECERİ P UAN 1
BİYOLOJİ
BOLUMU
1
62
53
22
74
73
56
38
64
43
61
59
12
2
82
48
48
23
65
56
13
7O
77
62
56
69
52
52
6O
55
3
13 77
54
75
51
57
94
52
4
58
87
62
68
12 45
49
63
85
14
76
45
PDR
BOLUM
1
61
76
4
61
13 61
83
69
86
42
45
71
2
61
6O
42
59
74
86
49
93
84
12 69
15
3
65
75
55
37
66
98
9O
74
1 3 66
1 O9
1 Ol
4
9
36
65
87
44
67
86 57
62
1 2O
T A R I M BÖLÜMÜ
1
&JF
79
67 62
95
6
13 84
64
72
74
73
2
62
64
84
81
55
73
66 87
5O
44
12 45
3
58
52
83
71
99
68
95
43 69
58
77
11
4
52
33
93
58 73
64
12 64
95
77
68
62
5 IIMIF OG RETMENLIG 1
1
55
89
79
82 6O
8O
74
13 87
65
97
2
57
92
2O
71
34
69
12 51
88
64
48
76
3
46
81
63
71
68
47
43 31
43
1O ^2
4
71
94
56
39
6O
55
49 53
49
1O 1 3
1 08
6
19
31
63
66
69
15
35
47
59
82
8
42
71
55
48
77
98
67
84
55
24
62
54
77
5O
16
26
78
112
1 O5
•C
E
3
9
6
7
8
5
1O
2
9
6
6
2
4
6
7
7
8
5
6
1
3
6
1O
53
71
82
E
9
16
1O 3
4
8
1O
2
8
PAL). Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
100
Genel olarak Tablo-3 ve 4'teki iletişim beceri
puanlarına bakıldığında en yüksek 140. en düşük 0
puan olacağı dikkate alınarak uygulamaya katılan
öğrencilerin iletişim beceri puanlan düşük
sayılamayacak düzeydedir. Yani üniversiteye gelmiş
öğrencilerin belli bir iletişim beceri düzeyine
eriştiklerini söylemek mümkündür.
Tablo 7: İletişim beceri puanlarının anne-baba beraberliği açısından karşılaştırılması
Anne-Baba Beraberliği
İkisi de öz beraber
İkisi de öı ayrı
Biri öı, biri üvey beraber
TOPLAM
Buradan yola çıkarak aynı envanterin ve kişisel bilgi
formunun daha küçük sınıflara veya küçük yaş
gruplarına uygulanması durumunda farklı sonuçlar
alınabileceği düşünülebilir.
Beden Eğitimi ve Spor Bölümü öğrencilerinin
okudukları sınıflara göre iletişim beceri puanlannuı
karşılaştırılması
Tablo-5'de
verilmiştir.
T^blo S: Beden Eğitimi ve Spor Bölümü öğrendlerinin sınıfla™ göre kffşılajiıi'ilifiâsı (İBP)
Sınıflar
N
X
P
(Standart
sapma)
1,
50 25.00
69,34
2.110
P< 0,05
2,
50 25.0ü
61,54
2.13i
3,
50 25.00
66.75
2.164
4,
50 25.00
61,18
2.205
2ÖÖ 100.00
TOPLAM
Ancak Beden Eğitimi ( spor yapanlar ) bölümünün
sınıfları arasında anlamlı bir fark vardır Tablo 5'e
bakıldığında 1. 3. sınıfların 2. 4. sınıflara göre İBD
puanlarının daha yüksek olduğu görülmektedir.
Öğrencilerin cinsiyetleri ile iletişim beceri puanları
arasındaki ilişki Tablo-6'da verilmiştir. Tablo 6: İletişim beceri
puanlarının cinsiyete göre karşılaştırıl ması
CİNSİYET
N
Vo
X
P
Kıı
175
44.87
68.564
P< 0.05
Erkek
215
55.13
62.222
TOPLAM
390
100,00
Öğrencilerin cinsiyetlerine göre yapılan
değerlendirmede cinsiyetler arası fark önemli
bulunmuştur ( PO.05 ), kızların iletişim beceri
puanlarının aritmetik ortalamasının erkeklere göre daha
yüksek olduğu görülmüştür. Böylece üniversitedeki kız
öğrencilerin iletişim kurmada daha başarılı olduğu
söylenebilir.
Araştırmaya katılan bütün Öğrencilerin annebabalarının beraberlik durumlarının iletişim beceri
puanlarına etkisi Tablo-7'de verilmiştir.
N
%
X
vP
P< 0.05
365
93.59
64.365
21
5.38
63.294
4
1.03
29.000
390
100.00
Anne-babanın beraberlikleri ile ilgili somya alman
cevaplar değerlendirildiğinde anlamlı bir fark
bulunmuştur ( P< 0.05 ). Ancak gruplar arası sayısal
dengesizlik söz konusu olduğunda karşılaştırma çok
anlamlı olmayabilir. Yinede anne-babası öz ve beraber
olan öğrencilerin iletişim beceri puanlarının aritmetik
ortalaması diğerlerine göre daha yüksek çıkmıştır.
SONUÇ
yapılan
Araştırmanın
bulguları alınarak
değerlendirmelerden
sonra ortaya çıkan sonuçlar
şunlardır;
-Araştırma sonucunda sporun üniversite öğrencilerinin
iletişim beceri düzeylerine etkisinin olmadığı
belirlenmiştir.
-Araştırmada bölümlerarası, sınıflararası, medeni
durum, anne-babanın öğrenim dununu, sosyal etkinlikleri, ailedeki kişi sa3'isı ve gelir durumu
bakımından karşılaştırmalar yapılmış olup, anlamlı bir
fark bulunamamıştır. ( P>0.05 ). Bu Faktörlerin
iletişim beceri düzeyini etkilemediği görülmüştür. Sporcu olanların da; branşlararası, sportif başarı,
kulüplü olma, lisanslılık süresi açısından karşılaştırma
yapılarak iletişim beceri düzeyleri açısından bir fark
görülememiştir (P>0.05 ).
-Anııe-babalann öz ve beraberlik durumu
değerlendirilerek öğrencilerin iletişim beceri
düzeylerine etkisi olduğu görülmüştür ( PO.05 ).
Ancak gruplardaki öğrenci sayısı arasında dengesizlik
gözlenmiştir.
-Araştırmaya alınan kız öğrencilerin erkek öğrencilere
göre iletişim beceri düzeyleri daha yüksek çıkmıştır (
P<0.05 ). Böylece üniversite öğrencilerinden kızların
erkek öğrencilere göre daha iyi ve etkili İletişim
kurabildikleri söylenebilir.
-Genel olarak grupların iletişim beceri puanlarına
bakıldığında,
öğrencilerin
eğitim-öğretim
dönemlerinden (ilk, orta, lise ) belli bir iletişim beceri
düzeyine erişerek üniversiteye gelmiş oldukları da
söylenebilir.
-Uygulamanın yapıldığı evreni oluşturan sporcu ve
sporcu olmayan üniversite öğrencilerimi! İletişim
beceri envanterine ve ekinde bulunan kişisel bilgi
formundaki somlara içtenlikle cevap verdikleri kabul
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
101
edilmekle beraber, aynı envanterin başka bir çalışmada
farklı evrene (ilk ve orta öğretim öğrencilerine)
yeniden uygulanarak sonuçların karşılaştırılmasının
faydalı olacağı düşünülmüştür.
FAYDALANILAN KAYNAKLAR
1. AL, Ahmet Ayhan, "İletişim Sürecinde Bilgi ve
İnsan", Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İ.Ü.Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1988. s. 89-90.
2. BALCI. Seher, "Danışma Becerileri Eğitiminin
Üniversite Öğrencilerinin İletişim Beceri
Düzeyine Etkisi", Yayınlanmamış Doktora
Tezi, 19 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Samsun, 1996, 7.14,61,63,64.
3. CÜCELOĞLU, Doğan, İnsan İnsana, Altın
Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1984, s. 118.
4. CÜCELOĞLU, Doğan, İçimizdeki Çocuk, Remzi
Kitapevi. İstanbul, 1993, s. 67.
5. DPT. ve Beş Yıllık Kalkınma Planı, Spor Özel
İhtisas Komisyonu Raporu, DPT Yayını,
Ankara, 1985, s. 53.
6. DÖKMEN. Üstün, İletişim Çatışmaları ve Empati.
Sistem Yayıncılık. İstanbul, 1994, s. 93.
7. E.ERKAL. Mustafa, Sosyolojik Açıdan Spor. Türk
Dünyası Araştınna Vakfı, Geliştirilmiş 2. Baskı.
Ankara, 1992, s. 12,13,71.
8. EVLÎYAOĞLU, Gökhan,
"İnsan ve Toplum
İletişiminde
Psikolojik
Süreçler".
Yayınlanmamış Master Tezi. Gazi Ü. Sosyal
Bilimler Enstitüsü. Ankara, 1984, s. 48-49.
9. İŞCAN. Fehmi, Türklerde Spor, MEGSB. BTGM.
Yayın No:55, Ankara, 1988, s. 11.
10. KONTER, Erkut, Sporda Motivasyon, Saray
Medikal Yayıncılık, İzmir, 1995. s.59. 11 KONTER.
Erkut, Bir Lider Olarak Antrenör, Alfa Basım
Yayım Dağıtım, İstanbul. 1996, s. 121-122.
12. MARTENS, R., Coaches Guid to Sport
Psychology, Human Kinetics Publishers,
Champaingn, 1987, s.47-65.
13. ÖZER. A.Kadir, İletişimsizlik Becerisi, Varlık
Yayınlan.
İstanbul,
1995.
s.
7,8.10.12.15,20,23,28.87-89.
14. STOESSEL. Hans, Sport und Fremdenverkehr. Die
Bedcutung
Dessportes
Fürder
SekvveizerischenFremdenverkehr und Zor
Verkehr Schaft Bemund, Stutgrat, 1973. s.4.
15. USLUATA. Ayseli, İletişim, İletişim Yayınlan,
[Y.Y|.fT.YJ,'s.5-7.10.13,15-17,24-26.
16. VARDAR, Deniz, "Bireylerarası İletişim ve Kitle
İletişimi". Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi.İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul,
1986, s. 2.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
102
GELENEKSEL ROMAN'DAN ÇAĞDAŞ ROMAN'A "KİŞİLER"İN ANLATIDAKİ
KONUMU
"THE CHARACTER'S" PLACE İN THE NARRATION, FROM TRADITIONAL NOVEL TO MODERN NOVEL
Ertuğrul İŞLER*, Ümran TÜRKYILMAZ**
ÖZET
Roman türü olduğu sürece, kişiler de romanın
kurgusunu oluşturan öğelerden biri olarak
varlığını sürdürecektir. İnsanoğlunun dünyadaki
durumuna göre onun da roman anlatısındaki
yeri ve işlevi belirlenecektir. Dünyadaki gelişim
ve değişime koşut olarak, başka alanlarda
olduğu gibi, romanın öyküleme teknikleri de
yenilenmiştir. 18. yy. romanında fılozofık,
doğaya yönelen, duygusal ve olanaksız aşklarla
(saf aşk) uğraşan kişiler, 19.yy. 'da yazarlarının
biçeni ve öykülemede gösterdikleri ustalıkla
daha gerçekçi bir görünüme bürünmüştür.
20.yy. 'da ise İki Dünya Savaşı 'nın etkisiyle
insanın dünyadaki yerinin yeniden
sorgu I anmasıvla roman kişilerinin konumu
yeniden ele alınmış ve bunun sonucu olarak
çağdaş romancılar kişinin anlatıdaki işlevini
belirleme çabasına girişmişlerdir. Hangi dönem
olursa olsun, ele alınan asıl konu yine
insanoğlunun (kişiler) kendisidir. Yalnızca ele
alınış boyutları farklıdır.
ABSTRACT
Ever since the novel form has existed,
characters as one of the aspects of novel plot
w i 11 continue. Man 's condition in the universe
will determine his place and function in the
novel narration. The character's function
heginning with the epic form has strenghtened
1177/7 the rising of the novel form, risen at the top
level through Balzac, lost its importance
increasingly through Gide, Proust, Giano, and
Camus, and has been replaced by objects
together with the new novel ad\>enture. The
novel's narration tecimi ques have also been
developed depending on the progress and
transformation in the world. The characters in
the eighteenth century novel who are
philosophic types, tıırn the ir attention to nature
and are interested in sentimental and
unattainable love. in the nineteenth century, they
have become more realistle in the works of the
aıılhors. The authors in the twentieth century
have questioned man 'splace in the universe as a
rasıılt of the Two IVorld Wars and they have
believed the nrcessity of redealing with the
funetions of the novel characters.
Anahtar
Kelimeler:
Öyküleme
Tekniği,
Geleneksel Roman, Çağdaş Roman, Yeni-Roman
Key IVords: Narration,
A iodern Novel, New Novel.
Roman, edebi türler içerisinde, her zaman, okurun en
çok ilgisini çeken ayrıcalıklı bir tür olmuştur. Romanı
ilginç kılan ise. kendine özgü bir anlatım biçimi ve
yöntemi olmasıdır.
18. yy. Fransız Yazınında birçok ünlü yazar
(Montcsqıüeu. Diderot Voltaire ve Jean-Jacques
Rousscau) felsefi görüşlerini çoğunlukla romanlarında
dile getirmişlerdir. Düşüncelerim ve görüşlerini daha
geniş bir okur kitlesine ulaştırmak için "roman" türünü
özellikle seçmişlerdir. Görüşlerini kuramsal yapıtlarda
dile getirselerdi belki de daha geniş okur kitlesine
ulaşamayacaklardı. Çünkü, okur kuramsal yapıtlardan
1
(Yrd.Doç.Dr.) PAÜ. Eğitim Fak. Yabancı Diller
Eğitimi Böl. Öğretim Üyesi
** (Arş.Gör.) PAÜ. Eğitim Fak. Yabancı Diller Eğitimi
Böl.Öğretim Elemanı
Traditional Novel,
çok roman okumayı yeğler. Kuramsal kitapları okumak
okurun canım sıkar, okuma iştahını kırar. Oysa
romanın öyküleme tekniği okurun ilgisini çeker. 18.
yy/m bu büyük yazarları Fransız İhtilali'nin
oluşumuna önemli katkılarda bulunmuşlardır. Kişiler,
yazarlarının felsefi görüşlerim temsil eden bir unsur
olarak anlatıdaki yerini alır. Öyleyse, bir yazınsal tür
olarak, romanın Fransız İhtilali'ne fikirlerin kitlelere
ulaştırılması bakımından yadsınamaz bir katkısı olduğu
söylenebilir.
Batıda, "roman" sözcüğü ilk önceleri destan türüne
karşı anlamda ele alınmıştır. Destan, çoğunlukla bir
topluluğun, roman ise kişilerin serüvenlerini dile
getirmeyi yeğler. Biri topluluğa, diğeri kişiye öncelik
veren bir tutum sergiler. Romanın ortaya çıkışını bu
bağlamda ele aldığımız zaman, oldukça köklü bir
geçmişi ve Batı Yazınına özgü olduğunu ifade etmek
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
gerekir. Her ne kadar, romanın Batıdaki genel
anlamıyla. Cervantes ile başladığı kabul edilse de,
Fransız Yazınında daha Ortaçağ'da kendini göstermeye
başladığını görmekteyiz. ( Le Roman de Renard, Le
Roman de la Rose). Roman, Ortaçağ7dan başlayarak
dönemden döneme değişimlere uğrayarak, günümüzde
"ant i-roman",
"yeni-roman",
"meta-roman"
bici inlerine bürünmüştür.
1600'1 erin ikinci yarısında, roman yol boyunca
gezdirilen bir ayna olarak tanımlanır. 19. yy.'a
geldiğimizde roman bir ayna olarak gezdirildiği yol
boyunu değil, merkezine yerleştirildiği toplumu ve
çağını yansıtmayı üstlenir. Balzac, Stendhal ve
Flaubert gibi büyük yazarlar romanın konu ve ilgi
alanını genişletirler. Roman, duyguların, toplumun ve
dış dünyanın aktarılması ve anlatımında şiir ve
tiyatroyu geride bırakarak sınır tanımayan bir tür olur.
Başka bir deyişle, bu büyük yazarlar onu
çağdaşlaştınrlar. Fransız Yazınında roman dendiğinde
okurun ilk anımsayacağı isim bu üç büyük gerçekçi
yazardan biri olacaktır. Bugünkü roman, geleneksel
romanın bir uzantısı olmasına karşm geleneksel
romanın çok uzağmdadır. Bu nedenle, bir dönem ve
bir yapıt için geçerli bir tanım yapmak güçleşir. Ancak
yine de. bugüne kadar ki gelişim süreci içinde, romanın
geçirdiği aşamaların ve dönemlerin ortak özelliklerini
ortaya koyabiliriz. Kişi unsurunu da bu açıdan
değerlendirmek gerekir.
Geleneksel romandan önce. gerek 17. yy'da Madame
de la Fayette" in Princesse de Cleves'in de, Honore
d'Urfe'ııin L'Astree'sinde olsun, gerekse 18. yy.'m
önemli romanlarında ( La Nouvelle Heloise, Paul et
Virginic. Emile) olsun, olay ve kişiler roman
kurgusunun oluşumunda oldukça önemli bir yere
sahiptir. Genellikle salon (Precieux ) ve kırla ilgili
(Pastoral) yaşam ve aşkların anlatıldığı bu romanlarda
ana olay ve ana olaya bağlı yan olaylar belli kişilerin
çevresinde odaklaşır. Romanın anlatısında, olay ve kişi
unsuru oldukça etkindir. Öyle ki 19.yy.'da olduğu gibi
kişiler romanlara adını bile verir. Bununla birlikte,
üstlendikleri işlev 19.yy. romanıııkinden farklıdır.
Kişiler daha az gerçekçidir. Çünkü 17. ve 18.yy.
romanlarında kişiler henüz tipleştirilmemiştir. Tam
anlamıyla toplumda bir kişiliği temsil etmemektedir.
Tipleştirme olmadığından kişilerin Balzac romanında
olduğu gibi ayrıntılı bir betimlemesi yapılmaz. 17. ve
18. yy. tiyatro yapıtlarında ise (özellikle Moliere'in
Güldürülerinde) kişilerin tipleştirildiğini görmekteyiz.
Moliere'in kişileri toplumsal yaşamdan belli kişilikleri
temsil eder: Harpagon cimriliği. Dom Juan çapkınlığı
vb. Moliere'in kişileri daha gerçekçidir. Geleneksel
romancılar (özellikle Balzac) tipleştirme konusunda
Moliere'den büyük ölçüde etkilenmiştir.
Geleneksel romanda olay ve bu olaya bağlı yan olaylar
okurun ilgisinin sürekli bir konu üzerinde
103
yoğunlaşmasına neden olur. Güçlü bir konu ve belirli
bir olay örgüsü anlatıda hep baskın durumdadır. Olay
unsuru roman anlatısının hep odak noktasıdır. Olay
örgüsünün güçlü olması güçlü kişilerin de
yaratılmasını gerektirir. Zira güçlü bir olay örgüsünü
ancak güçlü bir kişi çekip çevirecektir. Kişi bir anda
kendim roman anlatısının merkezinde buluverir. Olay
ve bu olaya bağlı yan olaylar kişinin çevresinde gelişir.
Yazar olay-kişi unsurunu hep canlı ve güçlü tutmak
zorundadır. Geleneksel romancı kişilerin ruhsal ve
fiziksel çözümlerim titizlikle, en ince ayrıntısına
varıncaya değin yapar.
Okur. kişilerin soyunu, sopunu, geçmişini.şeceresini
ayrıntılarıyla öğrenir, onun gözünde kişiler sanki etten
kemikten canlı bir varlık gibidir. Giyinirler, içerler,
büyürler, yerler ve ölürler. Kişiler günlük yaşamdan,
lıergün gördüğümüz, görebileceğimiz tiplerdir. Baba
Grandet; cimriliği; Goriot baba; evlatları için her türlü
özveride bulunan bir babayı, Rastignac; taşradan büyük
kente gelmiş tutkulu bir delikanlıyı, Nanon; efendisine
sadık bir hizmetçiyi temsil eder. Kişi romanın
herşeyidir. O kadar güçlüdür ki, birçok geleneksel
roman adını kişilerden alır. (Madame Bovary, Eugenie
Grandet, Le Pere Goriot, Karamazof Kardeşler,
Salambo v.b.gibi ) Kişiyi romandan alıp çıkardığınız
zaman geriye hiçbir şey kalmaz. Yerine bir başkasını
koyamazsınız. Yeri doldurulamaz. Geleneksel romancı
bu tutumuyla, romanlarında hep bir baş kişi, bir baş
kahraman ya da kahramanlar yaratmıştır. Okur,
yazarları çoğu kez yarattığı kahramanlarla
özdeşleştirir. Roman kahramanı neyse yazar da öyledir
okur için. Kişiler anlatının merkezinde olmasına karşın
geleneksel roman aslında bir aile romanıdır. Madame
Bovary'de Bovary çifti. Kırmızı ve Siyah'ta de Renal,
de la Mole ailesi. Vadideki Zambak'ta Mortsauf
aileleri romanların konusunu oluşturur. Bu romanlarda
olay örgüsü genellikle kan-koca-metres ya da kankoca-kadının aşığından oluşan bir üçgen üzerine
kurulur. Bu açıdan bakıldığında bunlara "aile romanı"
diyebiliriz. Zola romanlarına verdiği başlıkla bu
konuda daha da ileri gider. Bir ailenin nesillerini
inceler. Burada Zola'ya değinmişken, doğacılık ile
gerçekçilik arasındaki ayrımlamayı da yapmak
gerekir. Çoğu zaman, gerçekçi roman (Balzac,
Stendhal, Flaubert) ile doğacı roman birbirine
karıştırılır. Aslında birbirine benzeyen çok tarafları
vardır. Zaten doğacılık (naturalizm) gerçekçiliğin bir
uzantısıdır. Ancak etkilendikleri akımlar farklıdır.
Yazında ve romanda gerçekçiliğin etkilendiği felsefi
akım pozitivizm (olgııculuk)dir. Gözlem daha ağır
basar. Kişilerin karakterlerinin oluşumunda hem
ailesinin, hem de doğup büyüdüğü ortamın çok etkili
olduğu belirtilmeye çalışılır. Doğacı roman ise
gerekircilikten (determinizm) yararlanır. Gözlemle
yetinmez. Herşeyi deneyle açıklamak ister. Bir çeşit
deneysel roman olur. Doğacı romancılara göre kişilerin
karakterlerinin oluşumunda biyolojik faktörler daha
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
baskındır. Kişileri daha gerçekçi betimlemek (ruhsal ve
fiziksel açıdan) için en geçerli yöntem deneydir.
Ne var ki. 19.yy.'in bu aile romanları aileden çok,
bireyin önemini sergilemektedir. "Çünkü ondokuzuııcu
yüzyıl Avrupa düşüncesinde toplum soyut bir
kavramdır: bireydir somut olan, gerçek olan, gerçekliği
olan" (Oluşum dergisi. Ekrem AKSOY, ss 87-94).
1789 Fransız İhtilali'nin bunda payı büyüktür. İhtilalle
birlikte, ailede ilk erkek çocuk olmanın sağladığı
ayrıcalıklar kaldırılır, kişilerin yasalar önünde eşit
olduktan açıklanır. Ayrıca yeni ekonomik sistem bireyi
(yaşadığı sürece) bir değer olarak kabul ederken,
bireyin her istediğini yapabileceği, her istediğini elde
edebileceği sanısını doğurur. Sıradan bir ailenin
çocuğu olan Napoleon'un imparator olması bu
anlayışın yaygınlaşmasına neden olur. Victor Hugo,
Sefiller'de Jean Valjean'ı. Nötre Dame'ın Kamburu
'nda Quasimado'yu baş kahramanlık tahtına oturtur.
Jean Valjean bir kürek mahkumu, Quasimado ise
çirkin biridir. 17.yy.'m soylu ve asil kahramanlarına
alternatif olarak bu sıradan insanları seçer. Bu kişiler
de erdemli olabilir, bu kişiler de sevebilir, bu kişiler de
büyük işler başarabilir. Hugo bunu kanıtlamaya çalışır.
19.yy. Fransız romanlarmdaki kişiler genelde
yükselmek tutkusuyla yanıp tutuşurlar. Kişilerde hep
bir Napoleon hayranlığı sezilir. (Julien Sorel. Fabrice
Del Daııgo v.b.) Yazar, önce bu tutkulu kişilerin
yetiştikleri ortamı betimlemeye koyulur. Genelde,
taşrada başlayıp Paris'te biten bir serüvene dönüşür
kişilerin tutkuları. Geleneksel romancı anlatısını çevrekişi ilişkisi (emeline oturtur. Onlara göre, çevre kişinin
mlı durumu ve gelişimi üzerinde çok etkilidir. Bu
yüzden, kişilerin yaşadıkları ortamı (mahalle, sokak,
ev. mesleği) betimlemeye büyük bir özen gösterir.
Dışarıdan-içeriye doğru bir betimleme yöntemi izler.
Genelde romanlarına önce, olayın geçtiği şehri veya
kasabayı betimleyerek başlar. Sırasıyla mahalle, sokak,
evin cephesi, giriş, odalar, mutfak ve eşyaları
(mobilyalar, masalar, sandalyeler, çatal, bıçak, kaşık)
ayrıntılı olarak betimler. Okur, sayfalarca betimleyici
bir anlatımla karşı karşıya kalır. Romanda baş
kahramanın (üstün-insan, yükselme tutkusuyla yanıp
tutuşan kişiler) doğup büyüdüğü ve yetiştiği ortamı
eksiksiz öğrenir. Zira bu bilgilendirmeler sayesinde
okur. kişilerin ruh durumlarım ve karakterlerim daha
iyi anlayabilecektir. Aksi durumda Julien Sorel ve
Fabrice gibi yükselme tutkusuyla yanıp tutuşan
gençleri anlamakta güçlük çekecektir. Geleneksel
romancı okura kişiyle ilgili bütün ipuçlarını vermiştir.
Geleneksel roman hem bir aile romanı hem de aile
içinden birini öne çıkaran bir birey romanıdır. 20.yy/m
başlarına kadar bu böyle devam eder.
20.YY in başlarından itibaren özellikle I.Dünya Savaşı
sonrasında, romanın biçimi ve içeriği bazı yazarlar
tarafından yeniden sorgulanır. Başta Gide, Sartre ve
Camııs olmak üzere bazı yazarlar geleneksel romanın
104
anlatım tutumundan yavaş yavaş uzaklaşırlar, hatta
karşı bir tavır sergilerler. Romanın biçimi ve içeriğiyle
ilgili yenilikçi görüşlerim, ortaya koydukları bazı
yapıtlarında uygulama olanağı bulurlar. Bu yazarlar
insanı yeni bir bakış açısıyla değerlendirmeye
koyulurlar. İnsan yaşamı geleneksel romanda
anlatıldığı gibi hiç de kesin ve basma kalıp değildir.
Yaşam belirsiz ve oldukça karmaşıktır. Her an her şey
olabilir. Yaşam durağan değildir, yaşam süreklidir.
Romancı, yaşamın karmaşık ve belirsiz olduğu
gerçeğini kabullenmelidir. Aksi durumda, insanın ve
yaşamın gerçekliğinden uzaklaşır. Bu anlayıştan yola
çıkarak, insan ve yaşamı yapıtlarında, yeniden ele
alırlar, romanın anlatım biçimiyle ilgili köklü
değişimlere öncülük yaparlar. Bu yazarların
romanlarında birer başlangıç olmasına karşın gerçek
anlamıyla bir son yok gibidir. Kalpazanlar, piç
olduğunu öğrenen Bernard'ın annesi ve üvey babasının
evini terk etmesiyle başlar; ancak sonunda Bernard
yine aynı eve döner. Romandaki üç kişi dışında (Boris,
Vincent, Liliane ) diğer kişilerin hepsi de önce
evlerinden ayrılırlar, başka yerlere giderler sonunda da
geri dönerler. Bulantı, Antoine Roquentin'in
düşüncelerim yazdığı bir günce biçimindedir. Romanın
son cümlesi bir sondan çok bir başlangıcı çağrıştırır:
"Yarın Bouville'e yağmur yağacak." Giono 'nun Les
Ames Fortes adlı romanı da bundan farklı değildir.
Therese ve Le Contre romanın sonunda konuşmalarını
sürdüreceklermiş izlenimini bırakır okurda.
Yabancı'nm kurgusu ve olay örgüsü, Meursault'nun
davranış ve düşünceleriyle daha ilginç bir konuma
bürünür. Meursault alışılagelmiş karakterlere hiç
benzemeyen sıradışı bir kahramandır. Tıpkı yapıtın
başlığında olduğu gibi okura da yabancıdır. Daha
romanın başlangıcından itibaren kendisine, annesinin
ölüm haberini bildiren telgrafı alıp okuması karşısında
gösterdiği duyarsızlık ve ilgisizlik, okuru şaşırtmaya
başlar. Kendi kendine, yaşadığı dünyaya ve başkasına
yabancıdır. Dünyanın saçmalığım ve yaşamın
anlamsızlığını kendisiyle özdeşleştirir. Hiçbir
sağlamlığa dayanmayan, tek düzeli, mantık-dışı bir
dünyada bulur kendini. İnsan ilişkilerindeki
uyumsuzluğu yaşar. Yaşamın sorunlarına kayıtsız kalır.
Annesinin ölümüne, Marie'nin sevgisine ve hatta kendi
ölümüne bile duyarsız kalabilecek kadar yabancıdır.
Bir anlamda, kendi yaşamını bile hiçe sayarak yaşamın
boşluğunu ortaya koyar. Yabancı, insanoğlunun
evrendeki yalnızlığım ve yabancılaşma olgusunu bütün
boyutlarıyla ele alır. Meursault da insanoğlunun içine
düştüğü bu yabancılaşmayı yaşayanlardan sadece
biridir. Yabancı'da bir başlangıç ve bir son var var gibi
görünse de roman kahramanının davranış ve
görüşleriyle, okur, oldukça yenilikçi ve ilginç bir
anlatım tutumuyla karşı karşıya kalır.
Romanlarda bir son olmaması, sonun başlangıç
izlenimi vermesi bize Yeni-Roman'ı anımsatır. Oysa.
geleneksel romanda bir başlangıç ve bir son vardır.
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
Başlangıç ve son arasında ard arda ve mantığa uygun
bir biçimde dizilmiş olaylar yer alır; bu olayların
akışını ise romandaki kişilerin karakterleri belirler.
Sartrc, Gide ve Gionoiıun yukarıda sözünü ettiğimiz
romanlarında durum hiç de böyle değildir. Bıılantfda
Antoine Roqııentin'in iki adı vardır ama. ne ana-babası
ne de soyu sopu hakkında fazla bir şey bilmeyiz.
Kalpazanlarda bir baş kahraman yoktur; bu romanda
birden fazla ve buna bağlı olarak da birden fazla
önemli kişi vardır. Bu kişilerin çoğunu anlatıdaki
önemlilik açısından diğerlerinden ayırmak güçtür.
Bernardin yerine bir başka kişiyi rahatlıkla
koyabiliriz. Kişilerin herhangi Önemli bir özelliği, bir
geçmişi, malı mülkü, parası pulu yoktur. Bernard. gayri
meşru bir çocuk olduğundan, taşıdığı soyadı kendisine
öz babasından kalmamıştır. Sıradan bir kişidir. Les
Ames Fortes'daki iki anlatıcı o kadar çok kişiden
bahseder ki. okur kişilerin adlanın bile aklında
tutmakta zorluk çeker. Kişiler birbirleriyle
eşdeğerdedir. Bir baş kişi yoktur romanda. Kişiler
anlatıdaki etkinliklerini yavaş yavaş yitirmeye başlar,
daha zayıf ve daha edilgen olurlar. Kısacası,
romancının bir baş kahraman yaratma kaygısı yoktur,
îki savaş arası yazılmış bu Fransız romanlarında
kişiler, aileden çok, toplum içinde, topluluk içinde
yalnız kalmış, yalmzlaşmış bireylerdir. Bu romanları
"bireylerin romanları" olarak nitelendirebiliriz. Ancak
bu bireyler geleneksel romandaki gibi güçlü, kusursuz
ve becerikli değildir. Zayıf, silik ve edilgendirler.
Bireyin önemsizleştiğini, bir değer olmaktan çıktığım
görmekteyiz çağdaş romanda. Yeni politik ve
ekonomik sistem bile bireyin her istediğine yanıt
veremez. Bireyin her dediği olamaz. O halde insanı
herşeyin merkezi yapan görüş geçerliliğini yitirir. Bu
nedenle çağdaş romanda, kahramanlar, birbirlerine
benzeyen, birbirlerinin yerine geçebilecek olan, yeni
toplum yapısına uyum sağlayabilecek, yeni ve gerçek
değerler arayan Bernard, Roquentin gibi derinliksiz.
parçalanmış ve sıradan kişilerdir. Bu sıradan kişilerin
içinde yaşadıkları ortam, onları çevreleyen nesneler,
geleneksel romandaki gibi insanların hizmetine
sunulmuş, onların ruhsal durumlarını yansıtan nesneler
değil, kendi başlarına varlıklarını sürdürebilen, kişileri
105
kendisine tutsak ederek onların yerini alan nesnelerdir.
Nesneler kişilerin anlatıdaki yerini almaya başlayınca.
Stendhal ve Balzac'm romanlarında görmeye
alıştığımız uzanım dışarıdan içeriye doğru ayrıntılı
betimlemesini bulamayız. Kalpazanlar'da olayın
geçtiği yerler (Paris, Saas-Fee) hakkında fazla birşey
öğrenenleyiz. Okurun aklında uzamla ilgili çok az şey
kalır. Uzamdaki belirsizlik kişilerin anlatıda belirsiz ve
sıradan bir unsur olarak aktarılmasına da katkıda
bulunur. Çağdaş roman kişilerin biyografisiyle
ilgilenmekten kaçınır. Oysa 19.yy. romanı kişinin
biyografisini, bireyin tarihini, bireyin yaşamının uzun
bir bölümünü yansıtır bize. Yazar roman
kalıramanlarmm başına gelen olayları sırasıyla vererek
za inansal ayrıntıları titizlikle sergiler. Çağdaş romancı,
zamansal göstergeleri ayrıntılarıyla sergileme gereği
duymaz. Somut zamandan çok soyut zamanı yani
duyularımızın algıladığı zamanı kullanmayı yeğler.
Çünkü, o, kişinin geçmişinden çok bugünü ve
geleceğiyle ilgilenir. Sonuç olarak, çağdaş roman,
biyografik-romandan kişisiz-romana. konulu-romandan
konusuz-romana, bir geçiş sürecidir.
KAYNAKÇA
1- Gide Andre, Kalpazanlar, çev. Tahsin Yücel, Can
Yayınlan. İstanbul. 1989 2-Sartre JeanPaul, Bulantı çev.Erdoğan Alkan. Oda
Yayınlan., İstanbul. 1995 3- Giono Jean,
Les Ames Fortes, Gallimard, Paris.
1949 4-"XX. Yüzyıl Başlarında Fransız
Romanı" Oluşum,
Çağdaş Roman Özel Sayısı, Ocak 1983 5Türk Dili Yazın Akımları Özel Sayısı, sayı 349,
Ocak 1981 6- Raimond Michel, Le Roman,
Armand Colin, Paris.
1988 7-Yabancı, Camus Albert, çev.
Vedat Günyol, Can
Yayınlan, İstanbul 1994 8-Vardar Berke.
Aydınlanma Çağı Fransız Yazını,
Kuzey Yayınları, Ankara. 1985
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
106
OLCAYTU HAN DEVRİNDE HORASAN'DA İLHANLI-ÇAĞATAYLI MÜCADELELERİ
THE İLHANLI-ÇAĞATAYL! STRUGGLES AT HORASAN İN OLCAYTU KHAN PERIOD
ilhan ERDEM*
ÖZET
Cengiz Han soyundan gelen İlhanlı ve Çağatayh
hanedanları arasındaki düşmanlık, Tııli 'nin oğlu
Mönkke 'nin Büyük Moğol Kağanlığına seçilmesinin
ardından 1258 yılında İran'da Büyük Kağan'in
kardeşi Hülagu tarafından İlhanlı devletinin
kurulmasından sonra başlamıştır. İki taraf arasında
daha çok Horasan üzerinde yaşanan anlaşmazlık ve
mücadeleler yarım asır fasılalarla sürmüştür. Bu
dönemdeki kavgaların çoğu Büyük Kağanlığın
desteğini alan İlhanlılar lehine tecelli etmiştir.
İlhanlılar, Çağataylara haşarı ile karşı
koyabildikleri gibi Anadolu ve Suriyenin de dahil
olduğu batı istikametinde genişleme ve etkili
politikalar oluşturma başarısını göstermiştir. XIV.
yy'.a girildiğinde ise Orta Asya'da meydana de
kendinden önce yaşnlı-Çağataylı ilişkilerindeki
dengeyi Çağataylılar lehine değiştirdi. Bu dönemde
Ögedeyli/eri saf dışı bırakarak tüm Türkistan 'a
hakim olan Çağataylılar, Büyük Kağanlığın da
Çin 'e çekilmesiyle Cengiz Han 'm en büyük
mirasçısı olarak büyük güç ve saygınlık kazandılar.
Bu gelişme İlhanlılara Olcay tu Han zamanında
Horasan '/ tehdit etme şeklinde yansıdı. Devletin en
büyük eyaletinin Çağataylı baskısı altında kalması
ile İlhanlı güçlerinin büyük bölümü doğuya kaydı.
İlhanlı politik önceliğinin değişmesi ile Anadolu ve
Suriye üzerindeki Moğol baskısı hafifledi. Bilhassa
Anadolu 'daki Türkmenler yeni oluşturdukları siyasi
teşekküllerinin gelişip kökleşmesi için uygun zamanı
buldular. Olcaytu Han ve hatta selefi Ebu Said
Çağataylılar ve zaman zaman da Anadolu 'daki
'Türkmenlere başarı ile karşı koydularsa da ileride
iki bölgede olgunlaşacak gelişmelere engel
olamadılar. Sonuçta İlhanlıların iki ucu doğu ve
batı ekseninde yaşanan gelişmeler Osmanlı ve
Timur lu si vasi oluşumları olarak XI'. Aşırın başında
zirveye ulaşmış bir şekilde karşımıza çıkacaktır.
Yakın Doğu 'da bu oluşumların temellerinin atılması
OI cav tu Han devrine rastlar.
Anahtar Kelimeler:
İlan, Horasan
İlhanlı-Çağataylı,
Olcaytu
ABSTRACT
The hostility between Çağataylı and İlhanlı
dynasties originated from Cengiz Khan family
begins after Mönkke 's election, who is Tııli 's
son, to the Great Mongul Khanate folloM'ing the
foundation of İlhanlı State hy Great Khan 's
brother, Hülagu in P er si a in 1258. The
discordances and Stnıggles on Horasan mostly
behveeen two States continue at interuals half a
century. Most of the Struggles in that period
resul t infavottr of İlhanlı State Supported by the
Great Khanate. İlhanlı State fights against
Çağataylı State sıtccessfully and at the same
time. İt has become successful in the expansion
policy in the diredi on ofwest including Anatolia
and Syria and in the creation of effective
policies.
■th
The developments in the Middle Asia in the 14
century change the eauilibrium behveen
Çağataylı and İlhanlı relationships in favour of
Çağataylı State. At that time Çağataylı State
ruling över the whole Türkistan eliminating
Ögedey State, attains great power and prestige
as the greatest heir of Cengiz Han togethenvith
the regression of the Great Khanate to China.
That development gives w ay to the menacing of
Horasanın the time of Olcaytu Khan by İlhanlı
State. The greatest province of the state is
oppressed by Çağataylı State and most parts of
İlhanlı State move to the east. Together with that
now development, the Mongul oppression över
Anatolia and Syria decreases. Especially, the
Türkmens in Anatolia have enough time to
deve lop and fix fırmly the newly consructed
political organizations. Olcaytu Khan and even
his predecessor Ebu Saidfıght against Çağataylı
State successfully but they are ımable the
preve.nl the developments which will crow up in
two districts in the future. As a resıılt, the
developments on the line of east and west, both
ends of İlhanlı State, will emergr as political
occurances of Ottoman and Timu at the top
point at the beginning of the 15th century. The
foundations ofthese occurances in the Near East
are set up in the time of Olcaytu Khan. Key
Words: İlhanlı- Çağataylı, Olcaytu Khan,
Horasan
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
İran sahasında kurulmuş olan İlhanlı devleti ile
Maveraünnehir merkezli Çağataylılar arasında ilk
zamanlarından itibaren soranlar çıkmıştır. Siyasi
anlamda birbirlerine üstünlük kurma çabası içinde
bulunan bu iki Moğol devleti arasındaki asıl sorun ve
çekişme, zengin doğal kaynaklara ve geniş otlaklara
salıip Horasan üzerinde yaşanıyordu. İlhanlı devleti
kurulmadan önce Horasan, Çağataylılann denetiminde
idi. Cengi/ Han'ın ölümünden sonra Ögedey ulusu ile
birlikte hareket eden Çağataylılar, Büyük kağan
üzerindeki nüfuzlarını kullanarak geniş topraklara
hükmetme imkânı buldular(l). Bu durum Tuli'nin oğlu
Mönkke'nin(Mengü) tahta çıkışma kadar sürdü.
Mönkke. Cuci ulusundan Altm-orda hükümdarı Banı
Han'ın desteği ile 1250 yılında büyük kağan seçilince
Moğollar arasındaki güç dengesi değişmeye başladı.
Daha önceleri mutlak hakim olan Ögedey ve Çağatay
ulusları saf dışı edilerek sindirildiler. Ardından da
imparatorluk Cuci ve Tıüi uluslarmca paylaşıldı.
Bölüşümde Cucüer bütün Doğu Avrupa. Kafkaslar,
Kıpçak sahrası ve Harizm'in büyük bölümünü alırken
Moğolistan, Çin ve Yakın Doğu Tuli ulusuna verildi.
Kağan Mönkke kardeşleri Kubilay ve Hülagu'yu
uluslarına tahsis edilen sahaları yönetmekle
görevlendirdi. Kubilay Çin'e giderken Hülagu da
Yakın Doğuya gönderildi. Moğolistan'dan başlayarak
uzun ve yorucu bir sefer sonunda 1258 yılı başında
Bağdad'a ulaşan Moğol prensi Hülagu. Müslüman
dünyasının manevi lideri konumundaki Bağdad-Abbasi
halifeliğini tarihe karıştırmış; ardından da payitaht
Tebriz olmak üzere yeni bir Moğol şube devleti kurdu.
Tarihçiler tarafından İlhanlı ismi verilecek devletin
sınırlan Anıu Deryadan başlayıp Anadolu'ya ve
Suriye "ye kadar uzanıyordu. Daha önceleri
Çağataylılann elinde olan Horasan da büyük ölçüde
İran'da yeni kumlan* İlhanlı devletinin sınırları
dalıilinde kalıyordu(2). Mönkke Kağan'm hükümranlık
döneminde Çağataylar bu oluşuma itiraz etmediler ve
sessiz kalmayı yeğlediler. 1259 yılında Moğol büyük
kağanı Mönkke vefat edince Çağataylar iddia ettikleri
haklarını almak için harekete geçmek istedilerse de bu
kez kağanlık seçimlerinde İlhanlılarla aynı safta yer
alınca emellerini bir süre ertelemek zorunda kaldılar.
Bu zamandaki Moğollar arasındaki iktidar
mücadelesinde Cuci ulusu Ögedeyüler ile beraber
Arık-buka'yı tutarken. Çağataylılar ile İlhanlılar
Kubilay" in yanında yer almışlardı.Bu sebeple
mücadele Çağataylılar ile değil, Kafkaslarda Cuci
* (Yrd.Doc.Dr.) A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fak. Tarih
Bölümü Öğretim Üyesi 1-Alaaddin Ata Melik Cüveyni,
Tarih-i Cihan-güşa(Türkçe Tere. M. Öztürk), Ankara
1988, c. I, s. 283-4; R. Grosset, Bozkır
İmparatorluğu(Türkçe Tere. Reşat Üzmen). II. Baskı,
İstanbul 1993, s.313-5. 2- Reşıdüddin,F., Camiü'tTevarih(Yay. B. Kerimi),
Tahran 1338. c.II,s.684-7; Cüveyni, Cihan-güşaJ
II.s.56-62.
107
ulusuna mensup Altm-orda ile yaşandı. İlk etabı
İlhanlılar üstün kapattılar(3).
1265 yılı başında Hülagu'nun ölümü ile bölgedeki
mevcut denge yeniden bozuldu. Yerine geçen oğlu
Abaka Kafkaslarda yine Altm-orda ile uğraşmak
zorunda kaldı. Çağataylar ise kendi iç sorunları ile
meşguldü; fakat 1267 yılından sonra dimim değişmeye
başladı. Bu tarihte kağanlık iddiası ile Kubilay'a isyan
bayrağını açan Ögedey ulusundan Kaydu, bu
mücadelede Çağataylılar'dan Barak'ın desteğini aldı.
İki müttefik arasında varılan anlaşmaya göre kağan
olarak Kaydu İli havzası ve Turfaıra sahip olurken.
Maveraünnehir'in büyük bir bölümü ile Horasan da
Barak'a tahsis ediliyordu. Bu anlaşma İlhanlı
topraklarına bir tecavüz düşüncesinden öte adeta savaş
ilam idi. Nitekim Barak, hazırliklannı tamamladıktan
sonra 1270 yılında Kaydu'nun desteğinde Horasan'a
girdi. İlhanlılar hazırlıksız yakalanmışlardı. Barak
karşısına çıkan ilhanlı müfrezesini kolayca mağlup etti
ve Mayıs ayı sonuna kadar hemen bütün bölgeyi
kontrolü altına aldı. Çağatay hükümdarı Nişapur
önlerine ulaştığında Herat hükümdarı Fahreddin Kert
gelerek itaatini sundu. İlhanlı hükümdarı Abaka bu son
derece tehlikeli vaziyet karşısında , Kafkaslar'daki bir
Altm-orda saldırısına dahi aldmnadan büyük bir
kuvvetin başında Horasan'a hareket etti. O kadar
endişeliydi ki Anadolu'da Memlüklere karşı
konuşlanmış olan kıtal anuülkenin savunmasız
kalacağını bilmesine rağmen , yanında götürdü. Öte
yandan Barak, İlhanlı hükümdarının gelişinden
habersiz, Horasan'da hakimiyetini yerleştirmeye
çalışıyordu. Hiç beklemediği bir anda Abaka karşısına
çıktı. 22 Temmuz 1271'de Herat yakınlarında cereyan
eden ve çok şiddetli geçen muharebeden, zor da olsa
İlhanlılar galip çıktılar. Çağataylı Barak ordusunun
büyük bir bölümünü kaybetmiş bir şekilde
Maveraünnehir' diyarına çekildi. Çok geçmeden
burada müttefiki Ögedeyli Kaydu tarafından ortadan
kaldırıldı. (1271 yılı sonları). Bu yenilgi ile Çağatay
devleti ve ülkesi önceki dönemlerden daha fazla
olarak Kaydu'nun denetimine girdi. Ögedeyliler
mutlak bir üstünlük sağladılar. Öyle ki Kaydu
Çağataylı hükümdarlan doğrudan kendisi atamaya
başladı. Bu meyanda Barak'm ölünTünden sonra
yerine geçen
Tuka Timur(1272-1274) ve
Tuva'yı(1274-1306) bizzat atamıştır(4). Öte yandan
Çağatay saldırısını unutmamış olan İlhanlı hükümdarı
karşılık vermekte gecikmedi. 1272 Sonbaharında
Harizm'e giren bir İlhanlı ordusu Ürgenç ve Hive'yi
yağmaladı. Akbek komutasındaki bir kol da
3- Reşidüddin. Camiü't-Tevarih, II, s. 730-733; B.
Spuler, İran Moğolları( Türkçe Tere. C. Köprülü).
Ankara 1957, s. 64."
4- Reşidüddin, Tarih-i Mübarek-i Gazani-Abaka'dan
Argun'a(Yay. K. Jahn), Prag 1941. s. 30-3 2;
Grosset, Bozkır İmparatorluğu, s.317-320.
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Maveraünnehife yöneldi ve 1273 Ocak ayında meşhur
Buhara kentim ele geçirdi. Kentte büyük bir yağma ve
talan harekeline girişen ordu Çağayayların mukabil
taarruzları sonucu geri çekilmek zorunda kaldı. Son
saldırı Mavcraünnehir ve Harizm'de büyük zarar ve
kayıplara yol açarken, siyasi alanda da Çağa tayları
Ögedeylilere daha da yakınlaştırdı. Devrin Çağataylı
hükümdarı Tuva sonuna kadar Kaydu'yıı destekledi.
Bununla beraber uzun süre İlhanlılar ile Çağataylar
arasında önemli bir çatışma yaşanmadı. Çağataylılar
mevcut statüyü olduğu gibi kabullendiler. İlhanlılar'm
Kafkaslar ile Suriye'de Altm-orda ve Memlükler
karşısında düştükleri güç durumları bile
değerlendirmeyi düşünmediler. İlhanlılar ise politik
güç ve enerjilerini Suriye ve Kafkasya'da hakimiyet
kurma yolunda harcadıklarından doğu komşuları
Çağataylılarda ve hatta Türkistan'da ne olup bittiğine
önem vcrmediler(5).
1301 yılında Kaydu'nun Kağanlığı Kubilay ailesinden
geri almak ve onları Karakurum' dan çıkarmak için
gerçekleştirdiği hareket tam bir hezimetle sonuçlanmış,
geri çekilme esnasında da Kaydu hayatını kaybetmişti.
Ogedeyli hükümdarın ölümü Çağataylüar'ın kurtuluşu
olmuştur. Onlar bağımsızlıklarına tekrar kavuşmuşlar,
kaybettikleri toprakların hemen tamamını 1306 yılı
sonuna kadar elde etmişlerdir. Öyle ki Çağataylı
hükümdar Tııva'mn
faaliyetleri sonucunda
Ogedeyliler adeta tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Çağatay lı lar'm başarıları ve Moğol ulusları arasında
önemli bir güç haline gelmeleri İlhanlıları oldukça
endişelendirmişti. Gerçekte İlhanlıları tedirgin eden
başka faktörler de vardı. Bunların en başında da
Çağatay'lar'in bir süredir Horasanın doğusunda
gösterdiği faaliyetler gelmektedir. Tuva'nm 1297
yılında Pcncap'a kadar gerçekleştirdiği seferin
ardından oğlu Kutluk Hoca Afganistan'a yerleşmiş ve
buradan Hindistan'a seferler düzenlemeye başlamıştı.
İlhanlılar ülkelerinin güney-doğusunda yeni bir
Çağataylı oluşumuna izin vermeleri , güvenlikleri ve
iktisadi çıkarları açısından,düşünülemezdi. Sultan
Olcaytıı bu tehlikeli oluşumu daha şehzadeliği
sırasında görmüş ve tedbirlerini de almaya çalışmış idi.
O asıl müdahaleyi ve köklü tedbirleri hükümdarlığı
zamanında alacaktır6.
Sultan Olcaytıı İlhanlı tahtına çıkar çıkmaz Büyük
Kağan'a Çağataylılar'ı şikayet etti. Ardında 1307
yılında komutanlarından Danişmend Bahadırı Herat
melikini tedip için görevlendirdi. Süratle harekete
geçen Danişmend, Horasan hududuna ulaştığında
mutemet adamlarından Keray'ı Melik Fahreddin'e
göndererek itaat etmesini istedi. Herat hakimi kararsız
6-Kaşani. Cemaleddin, Tarih-i Olcaytu(Yay. M.
Hanbcli). Tahran 1345; Grosset, Bozkır İmparatorluğu,
s. 325/'
108
kaldı. Bu süre zarfında kent önlerine ulaşmış olan
İlhanlı emiri teklifi yineledi. Melik Fahreddin'in
olumsuz tavır takınması ve hatta İlhanlı temsicilerine
kaba davranması sonucu Danişmend Nişapur'u
kuşatma altına aldı. İki taraf arasında şiddetli savaşlar
cereyan etti. Bu arada İlhanlı emiri teslim olması için
bir teklif daha götürdü. Baskılar karşısında bunalan
Melik kararı kentin Şeyhü'l-islamına bıraktı. Şeyh
Kutbettin, daha fazla müslüman kanının dökülmemesi
için. Herat'm İlhanlılara verilmesine rıza gösterdi. Bu
gelişme üzerine Danişmend Balladır kenti teslim
alması için oğlu Togay'ı görevlendirdi. Ancak o sırada
naip olarak bulunan ve Gurlular arasına etkin bir kişi
olan Muhammed Sam kenti teslim etmek istemedi ise
de Herat melikinin ısrarları karşısında fazla bir şey
yapamadı . Sonunda İlhanlılar kente girdiler. Başta
Muhammed Sam olmak üzere bütün önde gelen
Gurlular, Melik Fahreddin'in sarayında Danişmend
Bahadırı görkemli bir törenle karşıladılar. İlhanlı emiri
Gurlular'm bu davranışından memnun olmasına
rağmen . Muhammed Şam'a içerlemişti. Şölen
esnasında içkiyi fazla kaçıran Danişmend. Şam'ı
sorguya çekti ve tehditler savurdu. Meselenin bu
şekilde kapanacağı zan edilirken , bu kez Sam harekete
geçti. Kendi adamlarının önünde onurunun kırılmasını
bir türlü kabul edemedi. Ertesi gün kent içinde çıkılan
bir gezinti esnasında İlhanlı emirine tuzak kurdu ve
arkadaşlarına öldürttü. Danişmend'i öldürenler
arasında Taceddin Yıldız ve Ebubekir Sedid gibi önde
gelen Gıırlu emirleri vardı. Olay kentte duyulunca iki
taraf arasında müthiş bir savaş çıktı. Çatışmalarda pek
çok kişi öldü. Moğollar mağlup olarak iç kaleye
sığındılarsa da Gurlular buraya da girdiler ve İlhanlı
emirlerinin kadın ve çocuklarını esir alarak aralarında
paylaştılar. Kentte Moğol avına çıkan Gurlular pek çok
kişiyi katlettiler. Tutlak Bala ve Melik Niyaltekin çok
az adamıyla kurtulabildiler. Tarihçilerin anlattığına
göre o gün Herat'ta kıyamet yaşanmış ve oluk oluk
Moğol kanı akmıştır. Olcaytıı Han askerlerinin katli
haberini alınca son derece üzülmüş, tetbir olarak da
Emir Yasavul'u Horasan valiliğine atarken; o sırada
Anadolu'da bulunan maktul Danişmend'in oğlu Emir
Bucay'ı çağırtarak babasının intikamım alması için
Hcrat'a gönderdi. Gerçekte Olcaytıı . Horasandaki
olayların ardından Gurlular'dan başka Çağataylar'm da
bölgeye nüfuz edebileceklerini hesap etmiş ve bu
tasavvurun gerçekleşmesinden büyük bir endişeye
kapılarak hazırlıklara girişmişti. Aııcak hükümdarları
Tuva'nm 1306 yılında ölümünün ardından çıkan iç
karışıklıklar ile uğraşan Çağataylılar. Horasan'daki
gelişmelere
seyirci
kalmışlar,
müdahelede
bulunamamışlardır
7- Hafız Ebru. Zeyl-i Camiü't-Tevarih(Yay. H.
Bcyani). Tahran 1317. s. 19-36; Spuler, İran Moğolları,
s.123-124.7
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
Emir Yasavııl, Bucay'ın intikam hareketinin
Horasan'ın güvenliği ile bölgedeki dengeleri bozucu
bir etki yapacağım düşünerek olaya müdahale etti.
Güvenilir adamı Mehmed Dulday'ı Herat'a gönderip
Mııhammed Sam ve arkadaşlarını himaye etmek istedi.
Dulday hareket emri ile beraber yola çıktı. Herat'a
ulaştığında Melik Fahreddin Kert'in vefat etmiş ve
Şam'ın kente tamamen hakim olduğu öğrendi. O,
Muhammed Şam'a haber göndererek eğer Emir
Yasavul'a sığınırsa himaye edileceğini bildirdi. Sam bu
teklifi kabul etti. Ancak o sırada Herat'a ulaşarak kenti
kuşatma altına alan Emir Bucay, gizli muhabereyi
öğrenmişti. O Şam'ı Yasavul'a teslim olmasını
önlemek için karşı atağa kalktı. Eğer teslim olursa lıiç
bir şekilde dokunulmayacağına dair bir ahitname
yazarak Muhammed Şam'a gönderdi. Bu arada da
kuşatma sebebiyle kentte kıtlık baş göstermişti. Halk
Gıırlıı cmire baş vurarak erzak bulmak için kapıların
açılmasını istedi. Emir de 5000 kişiye dışarı çıkmaları
için izin verdi. Heratlılar'm kentten çıkışlarını gören
Moğol cmiri Bucay derhal ahalinin üstüne saldırdı ve
onları kente kaçırttı. Son başarısız hareketten sonra
Sam .Emir Bucay'a teslim olmaya karar verdi. O önce
emirin kardeşi Togan'a gitti. Burada iki taraf arasında
bir anlaşma yapıldı. Buna göre ahali kentten
çıkarılacak, kale duvarları yıktırılacak, ardından da
İlhanlı askeri kente girecekti. Anlaşma şartlan yerine
getirildikten sonra İlhanlı askeri 23 Haziran 1307'de
Herat'a girdi. Emir Muhammed Sam da Bucay'a teslim
oldu. O verilecek her türlü cezayı kabul etti. Emir
Bucay. Gıırlıı emiri ziyafet masasına davet etti. Bir
süre sonra içkiden sarhoş olunca asılması için Şam'ı
hisara gönderdi. Tam bu sırada Horasan'dan gelmiş
olan Emir Yasavul duruma müdahale etti. Muhammed
Şam'ı idam olmaktan kurtamıakla beraber, onu ve
işbirlikçilerini Bucay'a teslim etti. Emir
Yasavul, Bucay 'dan Sultan Olcaytu'nun yarlık hükmü
dışında kimseyi öldürmemesini ve Herat'ı derhal
terkctmesini istedi. Bucay. babasının katledilmesi
olayına karışanlardan 30 kadar kişiyi öldürdükten
sonra Hcrat'tan ayrıldı. Yanında Gıırlıı emir
Muhammed Sam da vardı.8
Bucay'ın ayrılmasından sonra Horasan valisi Emir
Yasavul. halkın geri kente dönerek işlerine devam
etmelerini istedi. Horasan valisinin yoğun gayretleri
sonunda kentte hayat normale döndü ve halk ona duacı
oldu. Ne var ki harap durumdaki Herat'ı eski haline
getirmek hiç de kolay değildi. Halkın gücü ve çabalan
kafi gelmemekteydi. Bu sebebden Emir Yasavul.
Herat'ın imarı ile bizzat ilgilenmiş ve bu uğurda pek
çok fedakarlıklar yapmaktan da kaçınmamıştır.9
8-Hafız Ebru. Zeyl-i Camiü't-Tevarih, s.36-38; Spuler,
İran Moğolları. s. 124. Buradaki bilgi eksik ve
hatalıdır.8
9-Hafız Ebru. A.g.e., s.39.9
109
Herat'tan ayrılan Bucay. yanında bulundurduğu
Muhammed Şam'ı
Olcaytıı Han'ın yanma
göndermeye karar vermişti. O. Gıırlıı emirin suçunu
itiraf ettiğine dair bir mektup ve 500 süvarinin
eşliğinde Muhammed Şam'ı yola çıkardı, Bucay*m
faaliyeti Emir Yasavul tarafından duyulunca derhal
müdahale etti. Zira mesele Sultan Olcaytu'ya intikal
edecek olursa kendisinin konumu sarsılabilirdi. Bu
sebeple hemen bir müfreze çıkardı. Onlar kafileye Tus
yakınlarında yetişerek geri dönmesini sağladılar. Kafile
Herat'a ulaşınca. Emir Yasavul Muhammed Şam'ı
yargılayarak katlettirdi( Yasaya ulaştırdı). Olaydan
sonra Emir Bucay, intikamı alınmış bir eda ile. Firuzabad'a giderken, Horasan valisi Emir Yasavul da
Badgis'i mekan seçti.1"
Hükümdarları Tuva'nm ölümünden sonra
Çağataylar'da başlayan saltanat mücadeleleri ve buna
bağlı olarak gelişen iç kanşıklıklar devam ediyordu.En
son olarak tahta çıkarılan Kuncur'un bir buçuk yıl
sonra ölmesinin ardından Taliku'nun iktidarı gasp
etmesi mücadeleyi ve kaosu daha da artırdı. Nihayet
Talikıı bir suikastla ortadan kaldmldı (1309).Yerine
Tuva'nın en küçük oğlu Kebek Çağatay Han'ı ilan
edildi. Kebek iktidarda kaldığı süre içinde devlet
otoritesini yerleştirmeye çalıştı. Kısmen de başanlı
oldu. Çağataylar'ın içine düştükleri güç durumdan
istifade etmek isteyen Ögedeyli Çapar taarruza geçti;
ancak kısa sürede yenilgiye uğratıldı. Ögedeyli prens
.bütün ümitleri kırılmış bir halde. Çin'deki Moğol
imparatorunun yanına kaçtı. Böylece Ögedeyli soyu
tarih sahnesinden tamamen silinmiş oldu. Zaferin
ardından bir kurultay toplayan Çağatay prensleri, o
sırada Çin'de Büyük Kağan'in yanında bulunan
Tuva'nm oğullarından İsen Buka'yı yeni Çağatay
Han'ı ilan ettiler(1312 yılı). Kebek de kardeşi lehine
tahttan feragat etti. İsen Bııka, 1320 yılındaki ölümüne
kadar Çağatay tahtında kaldı.11
Horasan'ı itaat altına alan İlhanlı hükümdarı Olcaytu
Han en parlak dönemlerini yaşamaktaydı. Altm-orda
Devleti ile Kafkaslarda uzun yıllardan beri devam
etmekte olan sonum kendi lehine halletmiş; ardından
1312 yılında Memlüklere karşı Suriye'ye bir sefer
yaparak önemli sınır müstahkemlerinden biri olan
Rakka'yı ele geçirmişti. Bundan sonra o. şimdiye kadar
İlhanlı hükümdarlanmn ilgilenmedikleri veya ihmal
ettikleri bir soruna el attı. Yukanda belirttiğimiz gibi.
Çağataylar uzunca bir süredir Horasan'ın doğusuna
sızmışlar; buradan sık sık Hindistan'a akın
yapmaktalar, bazen de İlhanlı topraklanna tecavüz
etmekteydiler. XIII. asrın sonlannda Tuva'nın
oğullarından Kutluk Hoca , merkez Gazne olmak üzere
10-Hafız Ebru, Zeyl-i Camiü't-Tevarih, s. 3 9-40;
Spıılar. İranMoğolları,s.l24.10
11-Kasanı. Tarih-i Olcaytu, s. 147-150; Grosset. Bozkır
İmparatorlıığu.s.324.11
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
bölgede(şimdiki Afganistan) yeni bir siyasi teşekkül
oluşturmuştu. Bu gelişme güvenlikleri açısından
İlhanlılar" ı oldukça tedirgin etmekteydi. Sultan
Olcaylıı. ileride İlhanlı Horasanını da içine alabilecek
yeni Çağataylı oluşumuna müdahale etti. 1313 yılında
bir ordu sevk ederek Çağatay lıları Horasan'ın
doğusundan çıkardı. Bölgeyi terk etmek zorunda kalan
Davud Hoca. Maveraünnehir'e giderek Çağatay Han'ı
İsen Büke "den yardım istedi. Yeğeninin isteğini geri
çevirmeyen İsen Büke, kardeşi Kebek ve
şehzadelerden Yasavur'u Davud Hoca'ya yardım için
görevlendirdi. Birlikte harekete geçen müttefikler,
1313 Aralık ayında Amu Derya'yı geçtiler. Süratle
İlhanlı toprağı Horasan'a giren Çağataylılar, karşılarına
çıkan küçük bir İlhanlı birliğim bertaraf ettikten sonra
Nişapur'a kadar geldiler ve bölgeyi yağmaladılar.
Horasan valisi Emir Yasavul o sırada Mazenderan'da
kışlamaktaydı. Bölge korumasız kaldığı için halk
Çağataylar elinde oldukça sıkıntı çekmiştir. Çağatay
saldırısı ve halkın çektiği sıkıntıları haber alan İlhanlı
hükümdarı oldukça öfkelendi. Yönünü hemen Horasan
üzerine çevirdi (18 Şubat 1314); ancak yolda
Çağataylılar'm geri çekildikleri haberinin gelmesi
üzerine . gitmekten vazgeçerek payitaht Sultaniye'ye
doğru hareket etti. Horasan valiliğine de bu kez
geleneğe uyarak, veliahd şehzade Ebu Said'i atadı. Ne
var ki İlhanlı şehzadesinin Horasan'a gitmesi için daha
epey zamanın geçmesi gerekecektir.12
Öte yandan Çağataylılar askeri harekatın yanında ,
siyasi alanda da İlhanlıları güç duruma sokacak
faaliyetlere girişmişlerdi. İsen Büke Han . yıllardır
İlhanlılar ile-bilhassa Kafkaslarda- sorunları olan
Altın-orda hükümdarı Özbek'e destek ve cesaret
vererek, rakibine karşı yeni bir cephe açmayı
planlamaktaydı. Bu amaçla Altın-orda hükümdarı ile
çok sıkı bir temas içine girmişti. Bunun yanında ,
İlhanlıların en büyük rakibi olan Memlükler ile de
ittifak yapmanın yollarım arıyordu. Bu arayışlar
sürerken . Anadolu'da İlhanlıları meşgul edebilecek
düzeyde ciddi bir Türkmen ayaklanması vuku buldu.
Karamanlıların başım çektiği bu zümreler 1314 yılında
Moğol zulmünü ortadan kaldırmak için isyan etmişler
ve pek çok kenti de ele geçirmişlerdir. İlhanlılar bu
isyan dolayısı ile Çağataylılara karşı -bir sürede olsaharekete geçemiyeceklerdir. Bu ortam da Çağataylarm
Horasan'da yeniden faaliyet göstermesine zemin
hazırlamıştır. Nitekim İlhanlı Sultanı Türkmenlerin
itaat altına alınabilmesi için en seçkin birliklerinden 3
tümenini Emir Çoban komutasında Anadolu'ya sevk
etmek zorunda kalmıştır. İlhanlıların en dirayetli
komutanlarından olan Çoban, Anadolu'da hakimiyeti
yeniden tesis edebilmek için 1 yıl uğraşmak zorunda
kalacaktır. İlginçtir ki tam bu sıralarda bir Memlûk
kuvveti sınırı aşarak Malatya'ya kadar gelmiş ve
12-Kaşani, Tarih-i Olcaytu, s. 201-209; Hafız Ebru,
Zeyl-i Camiü't-Tevarih,s.55.12
110
yörede ağır tahribatlar yapmıştır.13 Bütün bu hareketler
İlhanlılara karşı Çağatay-Memlük ittifakının veya ortak
hareketinin varlığım -kısmen de olsa- doğrulamaktadır.
Diplomatik çabalarının İlhanlı ülkesinde yankı
bulduğunu gören Çağataylar, bu konjektürü askeri
alanda da tekrarlamayı denediler ve 1315 yılında bir
kez daha İlhanlı topraklarına girdiler. Şehzade Kebek.
Ya savur ve Davud Hocanın komutasında Amu
Derya'yi geçen Çağataylılar hızla Horasan'a girdiler.
İlhanlıların bölgede bulunan birlikleri de Horasan
valisi Emir Yasavul komutasında Murgab'da
toplandılar. Yasavul'un dışında, İlhanlı emirleri
arasında. Emir Bucay. Dulday, Birimşalı ve Bedehşan
hükümdarı Gıyaseddin Ali Şah da vardı. Murgab'dan
hareket eden Emir Bucay komutasındaki bir kol,
Şapurgan yakınlarında Çağataylılar'a rastladılar.
Yapılan keşif sonunda düşmanın Belh tarafından
gelmekte olduğu ve 60.000 kişilik bir kuvvete malik
bulunduğu anlaşıldı. Emir Bucay derhal Murgab'a
döndü ve durumdan Horasan valisi Emir Yasavul 'u
haberdar etti. İlhanlı emirleri Çağataylılar ile savaşılıpsavaşılmama konusunu müzakere ettiler. Emir Bucay,
kuvvetleri dağıtarak bir mevzi savaşının verilmesini
önerirken. Emir Yasavul, askerlerine güvendiğini
beyanla bu öneriyi kabul etmedi. Bu esnada
Çağataylılar da Murgab'a ulaştılar. Emir Yasavul,
İlhanlı ordusunu tanzim ederek savaş düzenine soktu
ve Çağataylılara karşı saldırıya geçti. İki taraf arasında
çok şiddetli bir savaş başladı. Savaşa bizzat katılan
Horasan Emiri bir sağa, bir sola koşarak askerlerine
moral veriyordu. Ancak Yasavurım çabaları sonucu
değiştirmeye yetmedi. Çağataylılarm üstün gücü ve
sayısını gören İlhanlı askerlerinin çoğu daha başta
savaş alanını terk etti. Güç dengesi o kadar kifayetsizdi
ki Çağataylarm her biri 7000 kişiden oluşan 7 sırasına
karşın. İlhanlıların sadece 3000 kişilik bir sıra kuvveti
vardı. Yine de İlhanlı emirleri savaş meydanım terk
etmediler ve sonuna kadar savaştılar. Emir Yasavul, bir
yarma hareketi ile son anda kurtulurken, düşman
tarafından etrafı sarılan Bucay çarpışa-çarpışa şehit
oldu. Bundan sonra İlhanlı avına çıkan Çağataylılar,
1000 kadarını öldürdüler ve bir o kadarını da esir
aldılar(1315 yazı). Zaferden sonra , Horasan'da
karşılarına çıkacak bir kuvvetin bulunmamasına karşın,
Çağataylılar fazla ileri gitmediler. Herat ve Şapurgan
havalisine yöneldiler. 14
Çağataylılann Horasan'ı ele geçirdiğini öğrenen İlhanlı
hükümdarı, oğlu Ebu Said'i şöhretli emirler eşliğinde
13-Kaşani, Tarih-i Olcaytu,s. 146-147,169-172; Spuler,
İran Moğolların 126-128.13 14- Hafız Ebru, Zeyl-i
Camiü't-Tevarih.s.56-60; Kaşani. Tarih-i
Olcaytu,s.209-211. Kaşani'ye göre Çağataylılarm daha
fazla ileri gitmemelerinin sebebi, Moğol Büyük
Kağanı'nın Türkistan'a saldırmasıdır. Ayrıca bak..
Grosset. Bozkır İmparatorluğu,s.325.u
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
1315 yılı sonunda büyük bir ordu ile bölgeye gönderdi.
Maiyetinde her biri diğerinden şöhretli Emir Sevinç,
Emir Hasan. Emir Algıı, Emir Çoban , Emir Şeyh Ali
ve İrencen Noyan vardı. Şehzadenin gelmekte
olduğunu öğrenen Emir Yasavul, ona sanma layık bir
karşılama yaptı. Kafile Horasan'a henüz ulaşmıştıki
Çağataylı şelızadelerin birinden ittifak teklifi aldı. O
sırada Kcbek ile ile bozuşmuş olan Yasavur güç
durumdaydı ve tek kurtuluş yolunu İlhanlılara
sığınmakla görüyordu. Bu amaçla Horasan valisi
şehzade Ebu Said'e haber göndererek İlhanlı
topraklarına geçiş izni istemiş, karşılığında da
Çağatay'lara karşı ortak mücadele önermişti. Ebu Said
teklifi hemen Sultan Olcaytu'ya iletti. İlhanlı
hükümdarı teklife gayet sıcak yaklaştı ve Çağatay
şehzadesinin geçişine izin veren yarlığı çıkardı. Buna
göre Yasavur, Belh ve Bedehşan'dan Kabil ve
Kandahar'a kadar uzanan sahalara yerleştirilecek; eğer
ihtiyaç
hasıl olduğunda Ebu Said askerleri
ile
yardımına 15 koşacaktı
Yasavur un İlhanlılar tarafına geçmesi Çağataylıları
oldukça sıkıntıya soktu ve güç durumlara düşürdü.
Kebek. kardeşi Çağatay Hanı İsen Buka'ya tehlikeli
girişimi arz etti ve ihanet içinde bulunan şehzadeyi
ortadan kaldırmayı teklif etti. İsen Buka önceleri karşı
çıktı ise de kardeşinin ısrarları karşısında pes etti.
Varılan karara göre Yasavur ortadan kaldırılacak ve
Maveraünnehir'de bulunan ulusu Türkistan'a
sürülecekti. Adamları vasıtasıyla kararı öğrenen
Yasavur. şehzade Ebu Said'e haber göndererek yardım
istedi. Ebu Said de dununu Sultan Olcaytu'ya bildirdi.
İlhanlı hükümdarı Horasan'ın imdadına Emir Ali
Kuşçu. Kurmuşu Emir Togay Gürkan ve Emir Tugay'ı
kalabalık bir ordu ile gönderdi. Yardım kuvveti
ulaşınca. Ebu Said hepsini Maveraünnehir'e sevk etti.
O sırada Yasavur ile Kebek bölgede savaş halinde
idiler. İlhanlı yardım kuvvetlerinin gelmesi sonucunda
Kebck mağlup oldu ve geri çekildi. Yasavur ise.zaferin
ardından Maveraünnehir'e girerek Tirmiz ile
Semerkant arasında bulunan ulusunu alarak Amu
Derya'dan geçirdi. Dönerken Kebek'e ait bölgeleri de
yağmaladı. Elde ettiği ganimetleri de Horasan askeri
arasında pay etti. Yasavur. kış şartları daha devam
ettiği için ulusunu ilk etapta geçici olarak Murgap ve
Şapurgan arasına yerleştirdi. Ancak tam bu sırada
Kebek yeniden saldırıya geçince, Yasavur halkım
Herat tarafına göçürmek zorunda kaldı. Halk soğuk,
açlık ve yorgunluktan büyük sıkıntı çekti. Bir çoğu
telef oldu veya Kebek tarafından katledildi. Çaresiz ve
çok zor durumda kalan Yasavur, son çare olarak Sultan
Olcaytu'ya baş vurdu ve uğradığı felaketi anlattı.
Çağatay şehzadesini teselli eden İlhanlı hükümdarı
15- Hafız Ebru, Zeyl-i Camiü't-Tevarih, s.60-62:
Kaşani, Tarih-i Olcaytu.s.212-215. Kaşani'de Yasavur
kelimesi Yeysür olarak geçer.; Spuler, İran
15
Moğollan.s.*130.
111
çıkardığı bir yarlıkla onun daha güvenlikli bir bölgeye,
Amu Derya"dan Mazenderan'a kadar uzanan saha,
naklini sağladı. Yasavur ve ulusu 1318 yılında
İlhanlılara isyan edinceye kadar burada kaldılar. Ne
yazı ki Sultan Olcaytu. Çağatay sorununu- çözecek
kadar uzun yaşamadı. 1316 Aralık ayındaki ölümünün
ardından yerine geçen oğlu Ebu Said'i çok çetin bir
dönem ve çok güç şartlar bekliyordu16
SONUÇ
İlhanlılar, kurulduğu andan itibaren Çağataylılar ile
çatışma içindeydiler. Dönem dönem temposu artan
veya azalan bu mücadele makalemize bahis konusu
olan Olcaytu Han devrinde özel bir önem kazandı.
Sebebi de İlhanlılar da değil Türkistan da cereyan eden
gelişmelerde
ve Çağataylann konumunun
değişmesinde yatıyordu. Büyük Kağan'in gölgesinde
kaldıkları için önceleri bir türlü bağımsız
davranamayan Çağataylılar, XIV. asrın başlarında
kendilerine sürekli tahakküm eden Ögedeyliler'i
ortadan kaldırarak Maveraünnelıir'den başka tüm
Türkistan'a sahip olmuşlar, sınırlarını Kaşgar'a kadar
uzatmışlardır. Aynı zamanda Büyük Kağanlığın
gücünün giderek azalması-nihayet bir Çin devleti
haline gelecektir- neticesinde de hemen asıl Moğol
topraklarına da sahip olarak bağımsız davranmaya
başladılar. Bu sahibiyet diğer Moğol uruğlarma karşı
Çağataylılara, prestijin yanında güç ve zenginlik
sağlamıştır. Tarihi ipek yolunun denetimi
Çağataylılarm eline geçmiştir. Daha sonra bu yolu
takip eden Timur, batıda Akdeniz'e kadar
uzanacaktır.1
XIV. yüzyılın başında Çağataylılann kazandığı bu
etkinlik İlhanlılar açısından son derece vahim
sonuçlara yol açmıştır. Bir kere , kuruluşundan beri
Moğolistan'daki Büyük Kağanlardan destek ve
himaye gören İlhanlılar şimdi bundan mahrumdular ve
Kağana giden bütün yollar rakipleri olan Çağataylılann
denetimindeydi. Olcaytu tahta geçer geçmez tehlikeyi
fark etmiş ve Kağanlık ile aralarında engel olan
rakiplarini sindirip tıkanan yolları açmak merkezle
olan irtibatını kurma yollarını denemiş, bunda da bir
nebze olsa başarılı olmuştur. Ancak oğlu Ebu Said
zamanında Çağatay'lar tekrar üstün gelmişlerdir.
Sonuçta da Moğolistan'daki merkezle irtibatı kopan
İlhanlılar, yabancısı oldukları ve müslüman kültürünün
çok güçlü olduğu topraklar da süratle çözülmüşler ve
eriyerek tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
16- Kaşani, Tarih-i Olcaytu,s.215-222; Hafız Ebru,
Zeyl-i Camiüt-Tevarih.s.62-65; Grosset Bozkır
İ nıparatorluğu, s. 3 26.'6
17- Timur ve devri için bak.. İsmail Aka,
Timurlular.TDV Yayım. Ankara 1995, s.8-49.17
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997.. Sayı:3
Olcaytıı Han döneminden itibaren yoğunluk kazanan
İlhanlı-Çağatayh mücadelelerimn Anadolu Türk tarihi
üzerine de (esirleri olmuştur. Bu dönemde İlhanlılar
bülün dikkat ve enerjilerini doğu ya verdiklerinden .
Anadolu'daki Türkmenler baskıdan kurtularak daha
rahat hareket etmeye başlamışlar, bağımsızlık yolunda
çok büyük mesafeler almışlardır. İlhanlılar bu harekete
Tımurtaş Noyan ile karşılık vermek istemişlerse de,
aslında Timurtaş'ın faaliyeti de merkezi olmaktan çok
Anadolu'ya bağlı hale gelmiş, gelişmeyi fazla
etkilememiştir. Belki de Osmanlı'nın öne çıkmasına
hizmet etmiştir.
1i2
113
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
YENİ ROMAN' İN DÜŞÜNSEL TEMELLERİ VE ANLATIMSAL YAPISI
THE INTELLECTUAL BASES OF THE NEW NOVEL AND ITS NARRATİONAL STRUCTURE
Ertuğrul İŞLER'
ÖZET
"Yeni Roman", İkinci Dünya Savaşı sonrası
(1950 7/ yıllarda) geleneksel romanın anlatım
biçimine bir tepki sonucu ortaya çıkan, bir
akımdan çok yazınsal bir ince I eme-ar aştırma
serüvenidir. Kişi ve olayları arka plana atıp,
eşyanın betimlenmesini (optik betimlemeyi) ön
plana çıkarır. Geleneksel yöntemlerin bugünün
insanını anlatmaya yeterli olmadığını düşünen
yeni-romancılar romanda çoğul bakış açısını
tekil bakış açısına tercih ederler.
ABSTRACT
"New Fiction", rather than being a movement
emerging as a result of a reaction to the
narration siyle of the conventional fiction at the
end of the Second world war (in the 1950s), is
an undertaking of a literary analysis and
examination. The persons and the events are left
in the background and the narration of the
objects takes the most important place. New
fiction authors who thinle that their methods are
inadequate to narrote today's man prefer
muit iple view point to personal vie\v point.
Anahtar Kelimeler:Yeni-Roman, Yeni- Romancı
Kev Words: New Fiction,New Fiction Author
Roman sözcüğünü Cervaııtes ile birlikte ele aldığımız
zaman. Batf da genel olarak, destana karşıt olarak
kullanıldığını görürüz. Destan bir topluluğun, roman
ise bir bireyin serüvenlerini anlatır. Balzac' tan bu yana
ise roman bireysel serüvenler aracılığıyla bütün bir
toplumun devinimini anlatmayı amaçlar. Sonuç olarak,
roman loplumun bir ayrıntısıdır. "Çünkü, toplum diye
adlandırılan bütün (eğer onu gerçekten anlamak
istiyorsak) yalnızca insanlardan değil, aynı zamanda,
her çeşit maddesel ve kültürel nesneden de oluşmuştur"
'. Miclıel Butor a göre roman yalnızca topluluk ve
birey arasındaki ilişkinin değil, ona bağlı olarak
oluştuğu ortam içindeki kültürel ve maddesel
nesnelerin de anlatışıdır. Bu nedenle, bir romandaki
çizgisel yapının yerini çok sesli bir yapı alır.
XVIII.yy/ da mektup biçiminde yazılmış romanlar.
(La Nouvelle Heloise, Les Liaisons Dangereuses)
bireysel serüvenlerle dolu çok sesli bir yapı sunar.
XIX. yy/ in bütün büyük romanları (Balzac. Stendhal
ve Flauberl" in yapıtları) bunlara toplumsal temelli bir
çok seslilik getirir. Ancak maddesel ve kültürel
unsurları (eşyaları) es geçerler.
XIX. yy. romanındaki geleneksel anlatı biçimine ilk
tepkiyi yeni-romancılardan önce Proust ve Gide gibi
ustalar gösterir. Gide Kalpazanlar' da tanrısal bakış
açısını bir tarafa bırakıp, anlatıcılık görevini kişilere
** (Yrd.Doç.Dr.) Pamukkale Üniversitesi Eğilim
Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Öğretim
Üyesi
1
Butor Miclıel, Roman Üstüne Denemeler, çev.
Mehmet Rifat. Sema Rifat, Düzlem Yayınları, İstanbul,
1991. s. 108
verir. Getirdiği bu çoğul bakış açısı ile. geleneksel
romanda alışılagelen anlatıcı tipinin yetkilerini
kısıtlayarak, olay ve kişi mısurunun anlatıdaki gücünü
zayıflatır. Proust ise Yitik Zaman Peşinde adlı
yapıtında şimdi ile geçmişi aynı anda parça parça
(anımsadıkça) yaşar ve anlatır.
İkinci Dünya Savaşı' ndan sonra (özellikle 1950' li
yıllarda) Alain Robbe-Grillet, Michel Butor, Claude
Simon, Robert Pinget Claude Ollier ve Nathalie
Sarraııte gibi yazarlar, geleneksel anlatı biçimlerine
özgü yöntemsel ve estetik yaklaşımlardan,
varoluşçuluk akımının kendilerine sunduğu ideolojik
sorunsaldan kurtulmak için, karşı tutumlarını ortaya
koyacakları yapıtlarını oluşturma çabasına girerler.
Başlangıçta tek ortak yanları geleneksel anlatı
biçimine ve varoluşçuların kendilerine sunduğu
ideolojik sorunsala karşı çıkmaktır. Ancak, yapıtlarını
ardarda yayımlama olanağı bulunca "Yeni roman" diye
adlandırılan bir serüven başlar.
Burada "yeni" sözcüğü daha ziyade geleneğe karşı
anlamında kullanılır. Aralarındaki bazı görüş
ayrılıklarına karşın birlik oldukları tek nokta
geleneksel anlatıma karşı olmalarıdır. Bu ortak
tutumları dışında, yeni romancılar arasında tam bir
görüş birliği olduğu söylenemez. Bazı eleştirmenler
yeni-romanm ortaya çıkışını; hızla artan tüketim
toplumuna, bireyin edilgen duruma gelmesine ve
bunun sonucunda da nesnelerin insanlar karşısında
öncelik ve üstünlük kazanmasına bağlar. Bu durumda
yeni-romanı insanlara değil nesnelere ağırlık veren bir
yeni gerçekçilik olarak nitelemek de olanaklı. Bazı
eleştirmenler ise yeni-romanı bir dilsel anlatım
serüveni olarak görür. Bu yaklaşıma göre. yeni
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1997, Sayı:3
romancılar dilin üretici gücünü okura kanıtlamak
isteğindedır. Maıırice Nadeau' ya göre " Yeni Roman
ne bir okul ne de bir akmıdıf 2(2).
Ancak şurası bir gerçek ki, yeni-romancılarm ortaya
koydukları bütün yapıtlarda XIX. yy." dan beri
süregelen ve tükenmiş olarak görülen öyküleme
tekniğine bir tepki vardır. İlk iş olarak, romanlarında
anlatıcı tipini değiştirirler. İnsanı ve çevresindeki
nesneleri, ö/.ellikle de algılanabilir nesneleri (optik
betimleme) betimlemeye yönelirler. Betimleme yeni
romanın ayırıcı bir özelliği olur. Ruhsal çözümlemeler
bir tarafa bırakılıp, kişi anlatımın merkezi olmaktan
çıkar ve kendisine adeta kameranın objektifi işlevi
verilir. Yeni-romancılar bu konuda kendilerine. Proust,
Joyce. Faulkner, Kafka ve Gide gibi büyük yazarları
örnek alırlar.
Temelde anlatım yöntemlerini dünyanın hızlı
dönüşümüne uyarlama isteği vardır. Anlatının yapısını,
bir akım. bir okul ya da bir yazarlar topluluğunu
adlandırma kaygısıyla değil, sürekli değişen dünyada,
insanla dünya arasındaki ilişkileri anlatabilme
kaygısıyla değiştirme isteğindedirler. A. R. Grillet
"Yeni-Roman" deyimini niçin kullandığım şöyle
açıklıyor:
"Bu deyim yeni roman biçimleri arayan,
insanla dünya arasındaki yeni bağlantıları
an I alabilen (ya da yaratabilen) yeni bir roman
bulmaya karar veren kişileri kapsıyor, yani yeni
bir insan bulmaya karar veren kişileri kapsıyor,
hepsine uygun bir ad oluyor. "3
Yeni-Romancılar geleneksel romandaki gibi belli bir
çizgi üstünde ilerleyen bir öyküleme yerine, yaşamın
çoğulluğunu.
karmaşıklığını
yansıtacak,
görüntüleyecek bir simgeler bütününe, çok sesli bir
yazı tekniğine yönelirler. Çağdaş insanın bilincini XIX.
yy. romanının anlatım biçimiyle dile getirmenin hem
yanlış hem de olanaksız olduğu kanısındadırlar.
"Çağdaş insanın bilinci, "ait olduğu çevreden
edindiği benimsenmiş fikirlerin" dayanıksız
izleğinden başka bir şey değildi. Bu
benimsenmiş fikirlerin kendileri de derin bir
hiçliği, handiyse benliğin yokluğunu
gizliyorlardı. İç dünya insanın kendisiyle olan
dile getirilemez içli dışlılığı, aldatıcı bir aynaydı
sadece. Onca çaba ve düş kırıklığının kaynağı
o lan ' 'psikolojik'' yoktu artık' '4.
2
Grillet Alain-Robbe, Yeni Roman, çev. Asım
Bezirci. Ara Yayınlan. İstanbul, 1989, s.9
3
Grillcl AJain-Robbe. a.g.e., s.31
4
Sarraule Nalhalie. Kuşku Çağı, çev. Bedia
Kösemihal. Adam Yayınları. İstanbul, 1985. s. 12-13
114
"Roman yalnız olay ve kişiler üstüne kurulmamalıdır"
yargısı vardır yeni romancılarda. İnsan evren ilişkisinin
bu kadar basit olmadığını öne sürerler. Onlara göre.
yazar kendini, bir tarihin, bir çevrenin, bir uygarlığın
koşullandırmasından kurtarırsa daha özgür yazma
olanağına kavuşur, yaşamın karmaşıklığım daha
tarafsız anlatabilir. Romanı, XIX. yy.'m usçu
düzeninin basma kalıp anlamlarından kurtarmak için
kişi ve olay unsurunu anlatının merkezinden çıkarıp
yeni yöntemleri uygulamaya koyulurlar
Yeni-Roman'da olaylar ve kişiler okurun ilgisini
çekmez. Zira Yeni-romancılar olay ve kişilerle hiç
ilgilenmez. Yapıtlarında olay var mı yok mu algılamak
olanaksızdır. Olay çok basite indirgenir. Roman
boyunca bir ana konuya, ana konuyla ilgili ayrıntılara
hiç yer vermezler. Olaylar çarpıcılığını yitirir. Olaydan
çok yazarın kullandığı anlatışa! yöntem ve biçeni çeker
okurun ilgisini. Biçim içerikten daha önemli bir
duruma gelir. Yeni-Romancılar' m bu yaklaşımını
Michel Butor "Bundan böyle, romanda biçim üstüne
çalışma büyük önem kazanmaktadır"5, diyerek
doğrular. Yeni-Roman bir tür konusuz-roman gibidir.
Olaylar anlatıdaki önemini yitirince kişilere yapacak
pek fazla bir şey kalmaz. Kişi anlatının basit bir unsuru
durumuna gelir. Geleneksel romanın baş
kahramanlarından, güçlü kişilerden geriye kalan pek
fazla bir şey yoktur. Kişinin varlığı da, yokluğu da
anlatı kurgusunu etkilemez. Kişiler güçsüz ve siliktir.
Bazen isimleri bile verilmez romanda. Okur adlarını
öğrenmekte, aklında tutmakta zorlanır. Yazar bazen
kişilerin adlarını yazmaya bile gerek duymaz, isimleri
harflerle gösterir. Michel Butor' un La Modification
adlı yapıtında kişinin adı L. ve D. harfleriyle
gösterilir.Okur bu kişinin adımn Leon Delmont
olduğunu kitabın ortasına doğru öğrenebilmektedir.
Kişilerin geleceği ve geçmişi hakkında hiç bir bilgiye
rastlanmaz. Romandan kişileri alıp çıkarsanız, yokluğu
hiç farkedilmez. Herhangi birini onun yerine koyup
okuma eylemini sürdürebiliriz. Okur kişilerin adını hiç
anımsamaz. Geleneksel romandaki tanrısal bakış açısı
yerini çoğul bakış açısına bırakır. Anlatma görevini
kişiler üstlenir. Bu yeni anlatıcılar kişilerin geçmişi ve
geleceği hakkında ayrıntılı bilgi edinme ve
bilgilendirme kaygısı taşımazlar. Okur anlatıyı
sınırlandırılmış bir bakış açısıyla izlemek ve algılamak
zorundadır. Yeni-Romancılar insanlardan çok eşyaları
betimlerler. İnsan unsuru hep eşyanın gölgesinde kalır.
Sanki konusuz ve kişisiz bir roman çıkar ortaya. İnsan
unsurunu romandan tamamen dışladıklarım
kabullenmezler, kişileri geleneksel anlamıyla
romandan attıklarını öne sürerler.
"Kitaplarımızda,
sözcüğün
geleneksel
anlamıyla kişiler yoktur. Bundan ötürü, insan
" Butor Michel. Roman Üstüne Denemeler, s. 19
PAÜ. Eğilim Fak.Derg. 1997. Sayı:3
'
diye bir şey bulunmadığı yolunda acele bir
yargıya varıldı. Bu yargı eserlerimizin iyi
okunmamasından geliyor. Çünkü onların her
sayfasında, her satırında, her sözcüğünde insan
vardır. Romanlarımızda çok ver tutan ve
inceden inceye tas\>ir edilen nesneler varsa,
unutmamalı ki, onları gören bir insan gözü,
anımsayan bir insan düşüncesi, değiştiren bir
insan tutkusu da vardır. " 6
Anlalıcılık görevini üstlenen kişilerin bakış açısı
değişlikçe okumııki de değişir. Şimdi ile geçmiş iç içe
girer. Kişiler şimdi ile geçmişi birlikte yaşar. Bu
yüzden. Yeni-Romancılar -Dilbilgisi yönündenanlatunlarında çoğunlukla şimdiki zamanı kullanmayı
yeğlerler. Somut zaman yerine soyut zamanla ilgilenir.
Zira, somut zamanda şimdi ile geçmişi aynı anda
yaşamak olanaksızdır. Şimdiki zaman bir yandan
okurun romana daha etkin katılımım sağlarken, bir
yandan da zamanın akışmdaki kesintisizliği gösterir.
Yen i-Roman'da bir başlangıç ve bir son yoktur.
Başlangıç son gibi, son başlangıç gibidir. Romanın en
son cümlesinden sonra bile anlatı devam edecekmiş
izlenimi verir. Böylece Yeni-Roman geleceğin anlatısı
olur.
Yeni-Roman'da kişileri, olayları ve zaman-uzam
ilişkisini geleneksel romanda olduğu biçimiyle
bulamayız. Anlatı yerlemleri okura hazırlayıp
sunulma/.. Okurun metne daha etkin katılımı istenir.
Metni okuma sürecinde, doğal olarak, okurun çabası ve
katkısı arlar, romanın bir kişisi olur, o artık şimdinin
anlatıcısı, kısacası kendi kendinin anlatıcısı olur.
Okurun karşı karşıya kaldığı bu yeni dunım, insanın
dünyadaki yerinin yeniden belirlenmesi çabasıdır. Zira,
koşullar çok değişmiştir. Yeni-Roman'da yeni
koşullara uyum sağlamak amacıyla ortaya çıkan bir
yazınsal serüvendir.
KAYNAKLAR
BUTOR Michel, La Modifıcation, Editions de Minuit,
Paris. 1957
BUTOR Michel, Roman Üstüne Denemeler, (Çev.
Mehmet Rifat, Sema Rifat), Düzlem Yayınlan.
İstanbul. 1991
GRİLLET Alam-Robbe, Yeni Roman, (Çev. Asım
Bezirci), Ara Yayıncılık, İstanbul, 1989
SARRAUTE Nathalie, Kuşku Çağı, (Çev. Bedia
Kösemihal). Adam Yayınlan İstanbul. 1985
SUM EL A. Hamil, Yeni-Roman'da Öğe Değişiklikleri
Grillet Alaın-Robbe, Yeni Roman, s.53
115