Kur’an Hükümlerinin
Sosyolojisi
Kadir CANATAN*
Öz Bu makale, hukuk sosyolojisi açÖsÖndan Kur’an hükümlerinin statüsünü tartÖûmayÖ
amaçlamaktadÖr. Hukuk sosyolojisine göre hukuk, soyut bir adalet fikrinin toplumsallaûmasÖ deøil, tam tersine toplumsal yapÖnÖn bir parçasÖ olarak köklerini toplumsalkültürel ve tarihsel süreçlerden alan bir kurumdur. Kur’an hükümleri ve bunun sistematik bir yapÖya kavuûmuû biçimi olan ùslam hukuku, kaynaklarÖ bakÖmÖndan kÖsmen ilahî
kÖsmen de beûerî bir yapÖdÖr. Bu noktada aydÖnlatÖlmasÖ gereken temel soru ûudur:
Kur’an hükümleri ya da bunun hukuksal bir formu olan fÖkÖh, sosyal hayatla ne kadar
iliûkili ve sosyal gerçekliøi hangi oranda hesaba katmaktadÖr? FÖkhÖn yöntemlerinden ve
yapÖsal analizinden yola çÖkarak, Kur’an hükümlerinin toplumsal gerçekliøe duyarlÖlÖøÖ
konusunda neler söylenebilir? Bu soruya bir cevap vermek üzere önce hukuk sosyolojisi
ve bu disiplin içindeki yaklaûÖmlara deøinilecek, sonra da bu yaklaûÖmlardan hareketle ùslam hukukunun sosyolojik bir çözümlemesi yapÖlacaktÖr.
Anahtar Kelimeler: Kur’an hükümleri, sosyoloji, hukuk sosyolojisi, ùslam hukuku, toplumsal deøiûme.
Sociology of Quranic Norms
Abstract This article aims to discuss the status of the norms of the Koran in the perspective of the sociology of law. According to the sociology of law, law is not the socialization of an abstract idea of justice, but rather it has roots in the socio-cultural and the
historical processes as a part of the social structure. The norms of the Koran, which
gained a systematic discipline in the Islamic law, is partly human and partly divine in
terms of the resources. The basic question in this context that must be clarified is: To
what extent the norms of the Koran contact with the social life and takes into account
of the social reality? What can be said for the sensitivity of the social reality based on
the structural analysis and methods of the Islamic law? In order to give an answer to
this question, first of all the sociology of law and the approaches within this discipline
will be addressed, and then starting from this approaches there will be an analysis of the
Islamic law
Keywords: Norms of Quran, Sociology, Sociology of Law, Islamic Law, Social Change.
*
Doç. Dr., BalÖkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Eskiyeni 27/Güz 2013, 49-78
50 • Eskiyeni 27/Güz 2013
Giriû
Makalemizin temel kavramlarÖ olan “Kur’an hükümleri” ve “sosyoloji”, ilk
etapta makro düzeyde din ve toplum iliûkisi üzerinde durmayÖ gerektirse de
biz daha spesifik olarak hukuk sosyolojisi baølamÖnda ùslamî normlarÖn yapÖsÖnÖ, toplumsal gerçeklikle iliûkisini ve deøiûen ûartlara uyum kabiliyetini araûtÖracaøÖmÖz için “Kur’an hükümleri”ni ahkâm ayetleri kapsamÖnda ve ùslam
hukukunun alanÖyla sÖnÖrlÖ olarak ele alacaøÖz. TanÖmlama yapÖlmaksÖzÖn kullanÖlacak olan “Kur’an hükümleri” ifadesi belirsiz bir ifadedir. MüslümanlÖk
tarihinde Kur’an hükümleri, dar anlamda fÖkÖh çerçevesinde ele alÖnmÖû ve
bu disiplinin konusu olarak belirli bir biçim kazanmÖûtÖr. Kur’an hükümlerini
doørudan doøruya Kur’an’dan yola çÖkarak incelemek, uzmanlÖk gerektiren
bir konudur. Müslüman bilginler, daha doørusu fakihler, bu iûlemi tarihsel
süreç içinde yapmÖû olduklarÖndan, bir sosyolog ancak yapÖlandÖrÖlmÖû bir sistem olarak fÖkÖh üzerinden Kur’an hükümlerini sosyolojik bir çözümlemeye
tabi tutabilir.
Hem farklÖ din mensuplarÖ hem de bir dinin kendi mensuplarÖ arasÖnda
Kitab’Ön algÖlanma biçimi ve buna baølÖ olarak hukuksal normlarÖn iûgal ettiøi
yere iliûkin düûünceler bir dinin imajÖnÖ oluûturmada önemli bir nokta olarak
karûÖmÖza çÖkmaktadÖr. HÖristiyan yazarlarÖn metinlerinde ùslam, daha çok
Yahudiliøin uzantÖsÖ olarak “ûeriat dini”, Kur’an ise Tevrat’Ön uzantÖsÖnda
“hukuk kitabÖ” olarak algÖlanmaktadÖr (Slot, 1997:47). Bu yaklaûÖma göre Yahudilik bir dizi hükümden oluûan bir ûeriat dini iken, bunun tersine HÖristiyanlÖk bir ahlak ve maneviyat dinidir. Bu farklÖlÖk, önemli oranda günah meselesine yaklaûÖm ve insanÖn doøasÖna iliûkin görüûler tarafÖndan belirlenmektedir. HÖristiyanlÖkta temel mesele, günah iûlemesi nedeniyle cennetten dünyaya düûen insanÖn nasÖl bu günahtan kurtulacaøÖ sorunu etrafÖnda dönüp
dolaûmaktadÖr. HÖristiyanlÖk, Yahudilik ve ùslam’da olduøu gibi bu sorunu,
TanrÖ’nÖn emir ve yasaklarÖna uyarak dünyada doøru bir yaûam sürmekle çözülebileceøine inanmaz. Çünkü HÖristiyanlÖøa göre insan günahkâr doøar ve
günah genetik olarak sonraki kuûaklara aktarÖlÖr. Günahkâr insan tabiatÖ,
TanrÖ’nÖn emir ve yasaklarÖna uyarak ya da iyi iûler yaparak dönüûtürülemez.
ùnsan ancak TanrÖ’nÖn affÖ sayesinde bu günahtan kurtulabilir; bunun için insanlÖøÖn günahÖnÖ üstlenerek hayatÖnÖ bahûetmiû olan TanrÖ’nÖn oølu ùsa’ya
inanmak ve teslim olmak ûarttÖr. HÖristiyan teolojisi, bu anlamda bir kurtuluû
teolojisidir.
Yahudilik, baûta on emir olmak üzere çok sayÖda yasa ve hükümlere uymayÖ
dinin ve dindarlÖøÖn esasÖ olarak kabul eder. Bu nedenle Yahudilik, kanunlar
manzumesinden oluûan bir din olarak algÖlanÖr. Elimizdeki ùncil metinleri bu
algÖyÖ kÖsmen destekler. Bu metinlerde Hz. ùsa genellikle, “úeriatta ne söylendiøini biliyorsunuz, ben de size ûunu söylüyorum” diyerek, önceki kural-
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 51
lardan farklÖ olarak daha çok ahlakî ve manevî öøütlerde bulunmayÖ tercih
eder. Bu nedenledir ki Hz. ùsa, tebliøe baûladÖøÖ yÖllarda Yahudi hahamlarÖ tarafÖndan “ûeriat düûmanÖ” olarak ilan edilmiûtir. Oysa Hz. ùsa, ûeriat konusunda nüanslÖ bir yaklaûÖma sahiptir ve HÖristiyan söylemin zÖddÖna o sadece
ahlakî ve manevî tavsiyelerle yetinmemiûtir.
Matta ùncil’inde Hz. ùsa “ùmdi, insanlarÖn size ne yapmalarÖnÖ istiyorsanÖz, siz
de onlara öyle yapÖn; çünkü ûeriat budur, peygamberler de.” (Bab 7:12) derken, ûeriatÖ ahlakla eûleûtirmiû gözükmektedir. Fakat onun söylemlerine daha
yakÖndan bakÖlÖrsa, o ûeriatÖn formel ve dÖûarÖdan kurallarÖndan daha ziyade
ahlakÖn ince ve içeriden gelen kurallarÖna çaørÖ yaparak daha etkili bir yöntemle insanlarÖ ilahi mesaja çaøÖrmaktadÖr. Sözgelimi “Zina etmeyeceksiniz.”
denildiøini iûittiniz. Fakat ben size derim: Bir kadÖna ûehvetle bakan her
adam zaten yüreøinde onunla zina etmiûtir.” (Bab 5:27-28). Bu ifadelerden
Hz. ùsa’nÖn daha az ûeriat yanlÖsÖ olduøu söylenebilir mi? Bilakis o, ûeriatÖn
kurallarÖna vicdan ve ahlakÖn kurallarÖnÖ da eklemektedir. Nitekim o, bir sözünde gerçek misyonunu ûöyle ifade etmiûtir: “SanmayÖn ki ben ûeriatÖ yahut
peygamberliøi yÖkmaøa geldim; ben yÖkmaøa deøil, fakat tamam etmeye geldim. Çünkü doørusu size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her ûey vaki
oluncaya kadar ûeriattan en küçük bir harf veya nokta bile yok olmayacaktÖr.” (Bab 5:17-18). Bu ifadelerden Hz. ùsa’nÖn ûeriat aleyhtarÖ deøil, ûeriatla
ahlakÖ birleûtirmek isteyen bir kiûi olduøu açÖktÖr. Onun bu çaørÖsÖnÖn gerisinde fakihlerin dini salt ûeriat dini haline getirmesi ve dinin ahlakî-manevî
boyutlarÖnÖ budama çabasÖna bir tepki söz konusudur. Çünkü tÖpkÖ Müslümanlar arasÖnda da benzer bir durumun yaûanacaøÖ üzere fakihler kitaptan
hüküm-kural çÖkarmaya yönelik bir çaba içinde olduklarÖ için zamanla, ûeriat
ile ahlak arasÖndaki mesafeyi büyütmüûlerdir.
HÖristiyan metinlerin Yahudilik hakkÖndaki yargÖlarÖ ve algÖlarÖ eleûtiri konusu
yapÖlabileceøi gibi ùslam’a iliûkin yargÖlarÖ da tartÖûmaya açÖktÖr. ùslam’Ön Yahudilik uzantÖsÖnda bir din olarak deøerlendirilmesi yanlÖû olmamakla birlikte,
Kur’an’Ön bir “kanun kitabÖ” olduøu ûeklindeki algÖ eksik ve çarpÖk bir algÖdÖr.
Bu algÖnÖn nedenlerinden biri, MüslümanlarÖn dini ûeriatla eûitlemiû olmalarÖ
kadar dini fÖkÖh üzerinden yaûamalarÖ olabilir, ama bu bir yandan tarihsel bir
durumu ùslam’la özdeûleûtirme anlamÖna geldiøi gibi, diøer yandan da dinin
sadece bir boyutunu ifade eden fÖkhÖn ùslam’Ön kendisi olarak telakki edilmesi anlamÖna gelmektedir. Her halükârda bu bir indirgeme ve bir çarpÖtmadÖr.
Kur’an’Ön nasÖl bir kitap olduøu, onun Müslümanlar tarafÖndan nasÖl algÖlandÖøÖndan ziyade içeriøi konusunda ciddi bir bilgi ve görüû sahibi olmak gerekmektedir. Kur’an hükümleri ya da bunun tamamÖnÖ ifade eden bir kavram
olarak kullanÖrsak “ûeriat”, Kur’an’da ne kadar yer tutmaktadÖr? Ancak bu
soru cevaplandÖktan sonra ùslamî hukuksal normlarÖn sosyolojisi üzerinde
52 • Eskiyeni 27/Güz 2013
konuûabiliriz; çünkü bir konu üzerinde konuûurken önce konunun kapsam
alanÖnÖn tespit edilmesi gerekir. Çerçevesi belirlenmemiû ve tanÖmlanmamÖû
bir konu üzerinde konuûmak spekülatif ve riskli bir uøraûtÖr. Oysa bilimde
bir meselenin ele alÖnmasÖ sÖrasÖnda titizlik, katilik ve görece objektiflik gibi
kriterler önemlidir.
Gerek geçmiûte gerekse günümüzde Kur’an’Ön kapsamÖna ve temel konularÖnÖ saptamaya yönelik birçok giriûim olmuûtur (YÖlmaz, 2008). Yine din ve
ûeriat kavramlarÖ arasÖndaki farklarÖ aydÖnlÖøa kavuûturmaya yönelik bazÖ yayÖnlar yapÖlmÖûtÖr (ùslamiyat, 1998:4). Biz sadece bir fikir vermek amacÖyla, bu
çalÖûmalardan bazÖ örnekler vermek istiyoruz: Sözgelimi geleneksel dönemin
önemli müfessir ve kelamcÖsÖ Fahruddin er-Râzî’ye göre Kur’an’Ön bütününde asÖl maksat, tevhid, nübüvvet ve meadÖ anlatmaktÖr; bu nedenle üç konu
ulûhiyet, risalet ve ahiret merkezidir. Kur’an’daki diøer konular, bu ana konularÖ açÖklamak ve detaylandÖrmak için anlatÖlÖr. Sözgelimi Kur’an’da önemli
bir yer tutan kÖssalar, ana mevzularÖ örneklemek ve anlatmak içindir. Çaødaû
düûünürlerden Reûit RÖza, Kur’an’Ön temel konularÖnÖ benzer ûekilde üç konuyla sÖnÖrlandÖrmÖûtÖr; ama o bunlarÖ tevhid, ibadet-teûri ve muamelat olarak
belirlemiûtir (YÖlmaz, 2008:27-28/41). Yine çaødaû düûünürlerden
Fazlurrahman, “Ana KonularÖyla Kur’an” adlÖ eserinde belli baûlÖ konularÖ
Allah, insan ve toplum olarak tespit etmiûtir (1999:21-22). Son düûünür, anlaûÖlan o ki öncekilerin tevhid kavramÖnÖ Allah, ibadet ve muamelat gibi konularÖnÖ ise insan ve toplum kavramlarÖyla deøiûtirmiûtir. Dikkat çekici olan
ûu ki birçok düûünür Ösrarla Kur’an’Ön ana temalarÖnÖ üç sayÖsÖyla sÖnÖrlandÖrmak, geriye kalan konularÖ ise tali olarak görmek gibi bir yola girmiûtir. Bu,
Kur’an’Ön içeriøini ve amacÖnÖ akÖlda tutmak için kÖsa ve özlü olarak belirleme
çabasÖ olarak görülmelidir. Yoksa onlarÖn zihninde üç rakamÖnÖn gizemli bir
rakam olmasÖndan dolayÖ deøildir.
Buradan verilen örneklerden, Kur’an’da ibadet ve muamelatÖn ilk üçe giren
bir konu olduøu ve aøÖrlÖklÖ bir yer tuttuøu anlaûÖlmaktadÖr. FÖkÖh kitaplarÖnda
bu konular, “Kur’an hükümleri”nin (ya da ahkâmÖn) konusu olarak görülür
ve ahkâm, insanÖn dikey (TanrÖ’yla) ve yatay (toplumsal) iliûkilerini düzenler.
Fakihler, ahkâm ayetleri üzerinde yoøunlaûtÖklarÖ ve çeûitli yöntemlerle (kÖyas
ve içtihat) bu ayetlerin alanÖnÖ geniûlettikleri için bunun neredeyse Kur’an’Ön
tamamÖ gibi bir izlenim yarattÖklarÖ bir gerçektir. Bu nedenle tarihsel süreçte
din ve ûeriat kavramlarÖ özdeûleûtirilmiû ve Kur’an’Ön bir “kanun kitabÖ” olarak algÖlanmasÖna yönelik açÖk bir kapÖ bÖrakÖlmÖûtÖr.
Çaødaû ùranlÖ düûünür Mehdi Bazergan, daha ayrÖntÖlÖ olarak Kur’an’Ön aslî
ve ferî konularÖnÖ tespit etmiû ve bunlarÖn Kur’an’daki aøÖrlÖklarÖnÖ yüzdelerle
ifade etmiûtir. Ona göre Kur’an, ûu ûekiz aslî temaya atÖfta bulunmaktadÖr
(YÖlmaz, 2008:55-56):
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 53
1) Risalet konusuyla ilgili ayetler Kur’an’da yüzde 30 civarÖndadÖr;
2) KÖyamet, ölüm ve ahiret hayatÖna ait gayb meseleleriyle ilgili ayetler yüzde
26 civarÖndadÖr;
3) KÖssalar (geçmiû ümmet ve peygamberlerin öyküleri) Kur’an’Ön yüzde
23,5’i oranÖndadÖr;
4) ùslam ümmeti ve Ehl-i Kitap hakkÖndaki ayetler yüzde 12 civarÖndadÖr;
5) Dinî hükümlere iliûkin ayetler yüzde 7 civarÖndadÖr;
6) Cihat konusundaki ayetler yüzde 4’ü geçmez;
7) ùnsanÖn yaratÖlÖûÖ ve özellikleri ile ûeytan ve cin gibi varlÖklarla ilgili ayetler
yüzde 3 civarÖndadÖr;
8) Hz. Muhammed’in ailesi ve zevcelerine iliûkin ayetler son derece sÖnÖrlÖdÖr
(yüzde 0,35).
Yazara göre ilk altÖ konu, Kur’an’Ön yaklaûÖk yüzde 97’sini oluûturan aslî konulardÖr. Diøer baûlÖklar da önemli olmakla birlikte Kur’an’daki aøÖrlÖklarÖ
bakÖmdan fer’î konulardÖr. Bazergan, Kur’an hükümlerini içeren dinî hükümleri (terbiye, ahlakî ve fÖkhî baølamlarda) ve cihat hükümlerini aslî konular
arasÖnda görmekle birlikte, bu hükümlerin oranÖnÖ yüzde 11 olarak tespit etmiûtir. Baûka bir deyiûle bu sÖnÖflandÖrmayÖ ve orantÖlarÖ temel alÖrsak ahkâm
ayetleri (ya da Kur’an hükümleri) Kur’an’Ön onda birine tekabül etmektedir.
KaldÖ ki Bazergan, terbiye ve ahlak öøreten ayetleri de bu yüzdelik içinde deøerlendirmiûtir. O zaman haklÖ olarak ûu soruyu sormak gerekir: NasÖl oluyor
da yüzde onluk Kur’an hükümleri (ahkâm), Kur’an’Ön temel çerçevesini çizen bir mesele haline gelmiûtir? Baûka bir deyiûle din, nasÖl olmuûtur da ûeriatla özdeû hale gelmiûtir?
Sözlükte yol, adet ve misal gibi anlamlara gelen ûeriat kelimesi, Kur’an’da
nadir kullanÖlan bir kelimedir. Kur’an’da geçtiøi yerlerde ve hallerde suyun
kaynaøÖ deøil de, kaynaøa giden yol anlamÖndadÖr. Dinî baølamda bunun anlamÖ ûudur: úeriat, dinden tarihin herhangi bir anÖnda bir topluma, bir peygamber (vahiy/kitap) yoluyla açÖlan bir yoldur; yani úeriat din deøil,
‘tedeyyün’dür. Bu da ilahî hakikate baølanmak (dindarlÖk) demektir. úeriat ve
din iliûkisini birçok biçimde açÖklamak mümkündür. “Sizden her nebi için
ayrÖ bir ûeriat açÖkladÖk.” (Maide, 48) ayetinin yorumu yapÖlÖrken, ùslam bilginleri “Din tektir, ûeriatlar ise muhteliftir.” demiûlerdir. Din, tüm peygamberlerin getirdiøi ortak mesajÖ ve ilkeleri ifade ederken, ûeriat dönemsel olarak getirilen somut kurallarÖ ve hükümleri dile getirir. Bu açÖdan din deøiûmez ve evrensel bir olgu iken, ûeriat dönemsel, deøiûken ve kÖsmîdir. Bir
baûka açÖklamaya göre dinin tarihsel ve toplumsal bir somutlaûmasÖdÖr. Me-
54 • Eskiyeni 27/Güz 2013
sela mirasÖ adil bir ûekilde paylaûtÖrma dindendir, ama bunun somut olarak
nasÖl daøÖlacaøÖnÖ ûeriat gösterir. Allah’a tapÖnma dindir, ama tapÖnmanÖn ûeklini ûeriat belirler (Güler, 1998:64-66).
Oysa günümüzde yaygÖn anlayÖû bunun tersidir. úeriat, ilahî kökenli deøiûmez
ve evrensel bir kanunlar mecmuasÖdÖr. Hatta din ûeriattÖr, ûeriat da dindir.
Oysa birçok kimsenin ifade ettiøi gibi ûeriat kavramÖ zamanla Kur’an’Ön hukukî muhtevasÖnÖ, toplumsal iûleri (muamelat) düzenleyen ve hatta ûer’î delillerden üretilen fÖkÖh faaliyetini ve sonuçlarÖnÖ ifade etmekle kalmamÖû, ùslamî
disiplinler içinde hayata en fazla müdahil pratik bir disiplin olarak dinin kendisinden ibaret olduøu bir külliyat haline gelmiûtir. Tarihsel süreçte geliûen
bu toplumsal algÖ, halen önemli oranda ayaktadÖr ve hem Müslüman toplumlarda hem de dünya (BatÖlÖ) medya ve kamuoyunda ûeriat ve ùslam (din) kavramlarÖ eûanlamlÖ olarak kullanÖlmaktadÖr.
AraûtÖrmacÖlara göre ûeriat kelimesi ilk üç asÖr boyunca popüler bir kavram
deøildir. Bu kavram 4. yüzyÖldan itibaren hadis ve fÖkÖh kaynaklarÖnda yaygÖnlÖk kazanmaya baûlamÖûtÖr. Ortaçaø boyunca ulema baûta olmak üzere ùslam
toplumlarÖ tarafÖndan deøiûtirilmiû, geniûletilmiû ve dondurulmuûtur. ùslam’Ön
ilk yÖllarda dinamik bir ûeriat anlayÖûÖ varken, sonraki zaman diliminde statik
bir ûeriat anlayÖûÖ ortaya çÖkmÖûtÖr (Güler, 1998). úüphesiz ki bu geliûmelerde,
12. yüzyÖldan sonra içtihat kapÖsÖnÖn kapandÖøÖna iliûkin söylem önemli bir
rol oynamaktadÖr. Daha önceleri içtihat faaliyeti, ùslam fÖkhÖna dinamik ve
güncel bir boyut eklerken, bu kapÖnÖn kapanmasÖndan sonra taklit dönemi
baûlamÖû ve bu durum 19. yüzyÖla kadar sürmüûtür. Ancak bu yüzyÖlda yeniden içtihat kapÖsÖnÖn açÖlmasÖ gerektiøine dair söylemler ortaya çÖkmÖûsa da
pratikte içtihat faaliyetinin baûarÖlÖ bir ûekilde yürüdüøü veya yürütüldüøü
söylenemez.
Bugün Müslüman aydÖnlar ve yazarlar arasÖnda bu süreci tersine çevirmek
için entelektüel bir çaba söz konusudur. SudanlÖ Mahmut Taha ve öørencisi
Ahmed en-Naim gibi birçok kimse, ùslam’Ön evrensel mesajÖnÖn Mekkî ayetlerde gizli olduøunu, Medenî ayetlerin ise o zamanki toplum yapÖsÖna bir tercüme olduøunu iddia etmektedir (Taha, 2008:123-170). Bu anlamda ùslam’Ön
ûeriat boyutu daha çok Medenî ayetlerde kendini hissettirmektedir. Nitekim
“hükümler” anlamÖna gelen “ahkâm” ayetleri daha çok Medine’de, MüslümanlarÖn kendi baûlarÖna sosyal, politik ve ekonomik yaûamda bir varlÖk gösterdikleri ve toplumsal bir hayat inûa etmeye baûladÖklarÖ bir ortamda gelmiûtir.
Bu açÖklamalardan sonra makalemizin ana sorusunu ûu ûekilde ifade edebiliriz: Kur’an hükümleri ya da bunun hukuksal bir formu olan fÖkÖh, sosyal hayatla ne kadar iliûkili ve sosyal gerçekliøi hangi oranda hesaba katmaktadÖr?
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 55
FÖkhÖn yöntemlerinden ve yapÖsal analizinden yola çÖkarak, Kur’an hükümlerinin toplumsal gerçekliøe duyarlÖlÖøÖ konusunda neler söylenebilir? Bu soruya bir cevap vermek üzere önce hukuk sosyolojisine ve bu disiplin içindeki
yaklaûÖmlara deøineceøiz. Teorik bir arka plan oluûturduktan sonra, hukuk
sosyolojisi açÖsÖndan Kur’an hükümlerini çözümlemeye ve deøerlendirmeye
çalÖûacaøÖz. Bu ûekilde formüle ettiøimiz ana sorumuza bir cevap vermeyi
umut ediyoruz.
Hukuk Sosyolojisi ve FarklÖ YaklaûÖmlar
Hukuk, normatif bir sistemdir. Bu anlamda toplumda olandan ziyade olmasÖ
gerekeni bildirir. Hukuk kurallarÖnÖn ayÖrÖcÖ niteliøi, baølayÖcÖ olmasÖ ve belli
bir otoriteyle kendini kabul ettirmesidir. ùûleyiûi bakÖmÖndan hukuk kurallarÖ,
ahlak kurallarÖyla büyük oranda bir karûÖtlÖk gösterir: ùlki, dÖûarÖdan bir otoritenin etkisiyle iûlerlik kazanÖrken, ikincisi insanÖn iç dünyasÖndan ve vicdanÖndan destek alÖr. Hukukun yapÖsÖna baølÖ olarak hukuk bilimi de normatif
ya da kuralcÖ bir bilimdir. Kökleri Roma hukukuna kadar götürülse de 17.
yüzyÖlda ortaya çÖkan doøal hukuk görüûünün etkisiyle farklÖ bir kulvarda geliûmeye baûlamÖûtÖr.
Hukuk karûÖsÖnda kabaca iki yaklaûÖmdan bahsedebiliriz. ùdealist düûünürlere
göre hukuk, soyut adalet idesinin evrendeki gerçekleûmesi ve güncelleûmesi
olarak görülür (Türkkahraman, 2006:78). Bu yaklaûÖma göre hukuk, toplumsal koûullardan ve kültürel geleneklerden ziyade aklÖn ilkelerinden doøar. ùnsan, akÖlsal bir varlÖk olarak toplumsal iliûkileri soyut ilkelere göre düzenler.
Hukuk dogmatiøi ve hukuk felsefesi, hukukun soyut boyutuna yönelmiûtir.
Hukuk Dogmatiøi, bir yaûam alanÖnÖn ya da iliûkisinin aklî-mantÖkî bir tasarÖmÖnÖ ifade ederken, hukuk felsefesi hukuk kurallarÖnda ortaya çÖkan etik
deøerlerle, hukuk idesiyle ve hukukun amacÖ ile ilgilidir; adaleti ve onu tam
yansÖtan ideal bir hukuku araûtÖrmaktadÖr (Gürkan, 1999:31). Her iki disiplinin de idealist yaklaûÖmlarÖn ürünü olduøu ya da bu yaklaûÖmlarÖ temsil ettiøi
söylenebilir.
ùdealist yaklaûÖmlarÖn zÖddÖna sosyolojik hukuk yaklaûÖmÖ, hukuku bir sosyal
olgu olarak ele alÖr. Baûka bir deyiûle, onu olan ûekliyle ve baûka olgularla
iliûkileri içinde inceler. Bu bakÖû açÖsÖna göre hukuk, mevcut toplumsal iliûkilerin içinden doøar ve toplumsal yaûamda sosyal kontrol iûlevi kazanÖr. Bu
nedenle Montesquieu, yasalarÖ ‘eûyanÖn tabiatÖndan çÖkan zorunlu münasebetler’ olarak tanÖmlamÖûtÖr.
Hukuk sosyolojisi, hukuk ve toplum arasÖndaki iliûkilerin incelenmesini merkeze alan ve bu iki olgu arasÖndaki iliûkinin etkileûimsel olduøu varsayÖmÖna
56 • Eskiyeni 27/Güz 2013
dayanan bir sosyoloji disiplinidir. Sosyolojik olarak hukuk kurumu, toplumdan baøÖmsÖz, ona öncelikli ve onun dÖûÖnda bir mesele olarak ele alÖnamaz.
Bilakis hukuk, diøer toplumsal kurumlar gibi toplumsal bir olgudur ve toplumun bir ürünüdür. Bu nedenle sadece zaman içinde deøil, aynÖ zaman diliminde yaûayan farklÖ toplumlarda da hukuk sistemleri farklÖdÖr. Yine hukuk
duraøan bir yapÖ deøildir, toplumlar deøiûtikçe hukuk sistemleri de deøiûirler.
Toplumsal etkileûim mantÖøÖ açÖsÖndan ele alÖndÖøÖnda, hukuk bir yandan
somut toplum hayatÖnÖn bir ürünü (yani sonuç), diøer yandan da toplum hayatÖnÖn bir düzenleyicisi (yani bir sebep) olarak karûÖmÖza çÖkar. ùlk durumda
hukuk, mevcut toplumsal iliûkilerin kodifiye edilmesinden baûka bir ûey deøildir. Bir toplumdaki hukuku, o toplumun gerçek iliûkilerinin bir yansÖmasÖ
olarak görebiliriz. ùkinci durumda ise hukuk, bir kez yazÖlÖ metin haline geldikten sonra toplumsal yaûamÖ düzenlemeye, etkilemeye ve hatta muhafaza
etmeye yönelik bir iûlev kazanÖr.
Devrimci gruplarÖn iktidara geldiøi modern toplumlarda hukuk, daha çok
toplumu yukarÖdan aûaøÖya deøiûtirmeye yönelik iûlev görmeye baûlamÖûtÖr.
Baûka bir ülkeden getirilen bir hukuk düzeni ya da devrimci kadronun emrindeki hukukçularÖn oluûturduøu hukuk, bir ideoloji veya seçkin bir grubun
emrine girmiû ve sosyal mühendisliøin bir aracÖ olarak iûlev görmüûtür. Hukuk sosyolojisine göre bir toplumun geçmiûine, sosyal yapÖsÖna ve kültürüne
uygun düûmeyen bir hukuk ölü bir hukuktur. Onun yaûayan bir hukuk haline
gelmesi için ya zorla ve baskÖyla uygulanmasÖ ve benimsetilmesi gerekir; yani
hukuk yoluyla toplum deøiûime zorlanÖr ya da hukuk, toplumdan gelen talep
ve baskÖlarla toplumsal gerçeklikle uzlaûmak zorunda kalÖr. Bu ikinci durumda yukarÖdan aûaøÖya dayatÖlan hukuk, uzlaûma sonrasÖnda artÖk orijinal bir
hukuk sistemi deøildir. Toplumsal yapÖya uyumlu hale getirilmiû ve dolayÖsÖyla deøiûtirilmiû ve gözden geçirilmiû bir hukuktur.
Bir ülkedeki hukuk siyaseti, bu yaklaûÖmlarla yakÖndan ilgilidir. Hukuk siyaseti, bir ülkede uygulanacak olan hukukun nasÖl ve hangi yönde geliûtirileceøine
karar verme iûidir. Hukuk sosyolojisinin yaklaûÖmÖnÖ esas alan toplumlarda
devlet ve toplum birbiriyle çatÖûmaya düûmeden ortak bir ideal etrafÖnda bütünleûirken, idealist yaklaûÖmlardan kaynaklanan hukuk siyaseti toplumda çatÖûmalar doøurur ve istikrarsÖzlÖk yaratÖr.
Hukuk sosyolojisi homojen bir disiplin deøildir, kendi içinde farklÖ alanlara
ve disiplinlere ayrÖlmÖûtÖr. Hukuk sosyolojisinin farklÖ alanlarÖnÖ ve birbirinden farklÖ olan problemlerini Gurvitch, üç alt disipline ayÖrmÖûtÖr (1949:240):
1) Sistematik Hukuk Sosyolojisi: Hukukun toplumsal temellerini inceler ve
hukuk-toplum iliûkisini kurar.
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 57
2) KarûÖlaûtÖrmalÖ Hukuk Sosyolojisi: FarklÖ toplumlarÖn hukuk sistemlerini
karûÖlaûtÖrmalÖ olarak inceler ve hususi topluluklarÖn ve topyekûn toplumlarÖn
hukuk tipolojisini oluûturur.
3) Genetik Hukuk Sosyolojisi: Hukukun kökeni ve geliûmesini dinamik bir
perspektiften hareketle inceler. Deøiûen toplumlarÖn hukuksal yapÖlarÖnÖn da
deøiûtiøini göstererek hukuku toplumsal olana baølÖ olarak geliûen bir olgu
olarak ele alÖr.
Bu ayrÖmlar, hukukun sosyolojik incelenmesini farklÖ açÖlardan mümkün kÖlan ve iûlevsel hale getiren analitik ayrÖmlardÖr. Biraz sonra, ùslam fÖkhÖnÖ sosyolojik açÖdan nasÖl inceleneceøini gösterirken, bu ayrÖmlara tekrar döneceøiz
ve hangi hukuk sosyolojisinin daha anlamlÖ ve iûlevsel olduøunu saptamaya
çalÖûacaøÖz.
Klasik hukuk sosyolojisi, bir yandan sosyolojinin geliûimine, bir yandan da
toplumsal dinamiklerin geliûimine baølÖ olarak güncel bir hukuk sosyolojisine
doøru evrilmiûtir. Günümüz hukuk sosyolojisinin iki belirgin özelliøinden biri, ampirik araûtÖrmalar yoluyla toplumsal ve hukuksal sorunlara çözümler
önermesi, diøeri de yine bu araûtÖrmalarÖndan verilerinden hareketle kuramlar geliûtirmektir (Can, 2002:224). Baûka bir deyiûle hukuk sosyolojisi, makro
yaklaûÖmsal ve spekülatif karakterini bir tarafa bÖrakarak daha mikro ve ampirik çalÖûmalara yönelmiûtir. Bu ûekliyle de gerçek bilim olma yolunda ilerlemektedir.
ùkinci Dünya SavaûÖ’ndan sonra hukuk sosyolojisi yargÖ kurumlarÖ ve bunlarÖn yaptÖøÖ iûlerin baûka kurumlar açÖsÖndan sonuçlarÖ üzerinde ampirik araûtÖrmalar yapmaya yönelmiûtir. Bunun yanÖnda hukuk sosyolojisi çalÖûmalarÖ,
yargÖ pratiøinden kaynaklanan ihtiyaçlar ve sorunlarÖn üzerine gitmeye baûlamÖûtÖr. Tüm bu çalÖûmalar yapÖlÖrken hukuk sosyolojisi yöntem tartÖûmalarÖyla da meûgul olmak zorunda kalmÖûtÖr (Schuyt, 1978:555-556).
ùslam FÖkhÖ ve FÖkÖh BaølamÖnda Kur’an Hükümleri
ùslam fÖkhÖ ya da hukuku, kendine özgü bir metodoloji (Usulü FÖkÖh) yoluyla
elde edilmiû bir hukuk külliyatÖdÖr. Bu külliyat, ûüphesiz ki ùslam’Ön tarihi kadar eskidir. ùslam’Ön temel kaynaøÖ olan Kur’an, ùslam fÖkhÖnÖn da temel kaynaøÖdÖr. ùkinci kaynak olan sünnet, Hz. Muhammed’in Kur’an’Ö kendi çaøÖnÖn
ve toplumunun gerçekleri doørultusunda yorumlamasÖyla oluûmuûtur. Bu iki
kaynak, Hz. Muhammed’in hayatÖ boyunca Müslüman toplumun epistemolojik, hukuksal ve varoluûsal ihtiyaç ve sorunlarÖna cevap vermiûtir. Daha
sonra “ùslam fÖkhÖ” olarak isimlendirilecek olan yapÖ, bu kaynaklara yeni
58 • Eskiyeni 27/Güz 2013
kaynaklar ve yöntemlerin eklenmesiyle hem bir bilim dalÖ hem de bir hukuk
külliyatÖnÖn adÖ olmuûtur.
ùslam fÖkhÖnÖn üçüncü kaynaøÖnÖ kÖyas ve içtihat oluûturmaktadÖr. KÖyas, bir
içtihattÖr; ama içtihat salt kÖyasla sÖnÖrlÖ deøildir. KÖyas, içtihadÖn sadece bir
türüdür; buna kÖyasla içtihat daha geniû bir kavramdÖr. ùçtihat genel olarak
bir maksada varmak için çaba sarf etmektir. Terim olarak ise, bir mesele
hakkÖnda kaynaklardan çÖkarÖm yapmak ve görüû bildirmektir. Bunun bir türevi olarak kÖyas ise, aradaki müûterek illet dolayÖsÖyla bir hadisenin hükmünü
diøer bir hadiseye tatbik etmektir (Keskioølu, 1984:19). KÖyas yoluyla Kur’an
hükümlerinin nesnel alanÖ geniûlemiûtir. Daha önce hakkÖnda bir hüküm
gelmemiû birçok mesele, hükümlerin kapsam alanÖ içine çekilmiûtir. Bir konuda müçtehitler her zaman ortak bir kanaate varamadÖklarÖ için bu durum
kÖyas ve içtihatlarda doøal olarak bir çeûitlilik ve zenginlik ortaya çÖkarmÖûtÖr.
FarklÖ mezheplerin oluûmasÖnÖn temelinde de bu görüû farklÖlÖklarÖ yatmaktadÖr.
ùlk asÖrlarda farklÖ içtihatlarÖn ve dolayÖsÖyla farklÖ mezheplerin ortaya çÖkmasÖyla toplumda ayrÖûma (fÖrkalaûma) artÖnca, buna karûÖ bir uzlaûma ihtiyacÖ
belirmiû ve bu sebeple icma olarak adlandÖrÖlan yeni bir yöntem keûfedilmiûtir. ùcma, bir asÖrda yaûayan müçtehitlerin bir ûer’î hüküm üzerinde ittifak
etmeleridir (Keskioølu, 1984:24). Doøal olarak müçtehitlerin aynÖ mecliste
olmalarÖ ûart deøildir, önemli olan bir konuda uzlaûmanÖn saølanmasÖdÖr.
Denebilir ki icma faaliyeti, içtihat faaliyetinin beraberinde getirdiøi görüû
farklÖlÖklarÖnÖ ve anlaûmazlÖklarÖnÖ bir dereceye kadar dengelemiûtir.
Bu dört kaynak ya da yöntem, ùslam hukukunun asÖl kaynaklarÖ (yani kökleri)
olup bunlar hakkÖnda bir görüû birliøi söz konusudur. Oysa ùslam hukukunun kaynaklarÖ bunlarla sÖnÖrlÖ deøildir. FÖkhÖn fer’î kaynaklarÖ (yani dallarÖ)
çok çeûitlidir ve fakihlerin tercihlerine göre ve önem sÖrasÖna göre sÖralanÖrlar. Sözgelimi büyük fakih Ebu Hanife, Kur’an, Sünnet, Sahabilerin sözleri
ve KÖyas’tan sonra ùstihsan, ùcma ve Örfü esas almÖûtÖr (Zehra, 1978:239240). Baûka imamlar baûka kaynaklar ve kanÖtlar kullanmÖûlardÖr. Bu husus
dikkate alÖndÖøÖnda ùslam hukukunun salt naklî kaynaklarla sÖnÖrlÖ olmadÖøÖ,
naklî kanÖtlar kadar aklî kanÖtlar ve hatta toplumsal geleneklerin (yani örfün)
de önemli olduøu söylenebilir.
ùç ve dÖû etkenler tarafÖndan etkilenmiû olan ùslam hukukunun geliûimi belirli
safhalar izlemiûtir. BunlarÖ; 1) Vahiy devri; 2) Sahabe devri; 3) Tabiin devri;
4) Büyük müçtehitler devri; 5) Mezheplerin yaygÖnlaûma ve yerleûme devri ve
6) Durgunluk devri olarak altÖ safhada incelemek mümkündür (Keskioølu,
1984:2-3). ùlk devirde teûrî (yasama) Kitap ve Sünnet’e dayalÖdÖr. Bu dönemde vahyi getiren ve yorumlayan tek kiûi Hz. Muhammed’dir. Sahabe devrin-
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 59
de kaynaklar aynÖ kalmakla birlikte Peygamber’in arkadaûlarÖ da içtihatlarda
bulunmaya baûlamÖû ve bazÖ konularda da icmaya ulaûmÖûlardÖr. ùçtihat yapma faaliyetlerinin temeli atÖldÖktan sonra büyük müçtehit imamlar döneminde hem yeni içtihatlar yapÖlmÖû, hem de ùslam fÖkhÖnÖn kaynaklarÖ, yöntemleri
ve kanÖtlarÖ artmÖûtÖr. Bu dönemle birlikte aøÖrlÖøÖ hissedilen imamlar ve onlarÖn görüûleri toplumda yerleûmeye ve yaygÖnlÖk kazanmaya baûlamÖûtÖr. Bu
dönemin baûka bir özelliøi, mezhep taraftarlÖøÖ ve taklidin artmÖû olmasÖdÖr.
Son devirde ise taklit artÖk istisna olmaktan çÖkmÖû ve kural haline gelmiûtir.
Bundan sonra yeni içtihatlar yapmak yerine büyük imamlarÖn eserlerini ve
görüûlerini yorumlamak, aktarmak ve savunmak ilim sayÖlmÖûtÖr.
úu ana kadar ùslam hukukunun kaynaklarÖ ve geliûimini kÖsaca anlatmÖû bulunuyoruz. úimdi bir adÖm daha ileri atÖp ùslam hukukunun içeriksel olarak
nasÖl yapÖlandÖrÖldÖøÖna, yani temel bölüm ve konularÖnÖn ne olduøuna,
Kur’an hükümlerinin nasÖl kategorize edildiøine geçebiliriz.
FÖkhÖn konularÖ farklÖ biçimlerde sÖnÖflandÖrÖlmÖû olmakla birlikte yaygÖn olan
kanaate göre Kur’an hükümleri ya da dinî hükümler “usul-i din” (dinin kökleri) ve “füru-Ö din” (dinin dallarÖ) olmak üzere iki ana bölüme ayrÖlmÖûtÖr. ùlk
bölüm itikat/inanç meselelerini, ikinci bölüm ise “ibadet”, “muamelat”,
“münakehat ve müfarekat” ve “ukubat” meselelerini kapsar (Keskioølu,
1984:3-4). úimdi bu kavramlarÖn ne anlama geldiøine yakÖndan bakalÖm: ùtikat, dinde inanÖlmasÖ gereken ilke ve esaslardÖr. Bu kÖsÖm, dinin temelidir.
Diøer kÖsÖmlar ise amelî/pratik meselelerdir. ùslam inancÖna göre saølam bir
itikat olmadan saølam bir pratik olmaz. ùmansÖz bir pratik, pratiksiz bir iman
anlamlÖ deøildir. Bu iki ûey birbirini gerektirir.
FÖkhÖn pratik bölümlerinden ilki olan ibadet (daha doørusu menasik), insanÖn
TanrÖ’ya karûÖ yükümlülüklerini içerir. ùbadet, kiûisel ve toplumsal boyutlarÖ
da olmakla birlikte özünde her türlü gösteriûi yadsÖyan ritüellerden oluûur.
AmacÖ, insanÖn Allah rÖzasÖna uygun bir ûekilde kendi benliøini eøitmesi ve
terbiye etmesidir. ùkinci boyut olan muamelat, insanlarÖn sosyal iliûkilerini
düzenleyen ve topluma bir düzen teklif eden hükümlerden oluûur. Bu bölümde borçlar-alacaklar, sözleûmeler, vasiyet, miras, ticaret vs. malî meseleler
ele alÖnÖr. Muamelattan olmakla birlikte evlenme ve boûanma halleri
(münâkehât ve mufârekât), bir baûka deyiûle ailevî meseleler, fÖkhÖn baûka bir
bölümünü oluûturur. Son olarak suç, ceza ve güvenlik gibi meseleler
(ukûbât) ayrÖ bir bölüm olarak kategorize edilmiûtir. ùbadet kÖsmÖ bir tarafa
bÖrakÖlÖrsa, ùslam hukuku günümüzde medeni hukuk, ticaret hukuku ve ceza
hukuku gibi birçok hukuk dalÖnÖ içerir.
ùslam hukukunu daha içeriden ve daha içeriksel olarak tanÖmak için, bu yapÖsal çözümlemeyi biraz da hükümler üzerinden sürdürmek gerekir. Hükümle-
60 • Eskiyeni 27/Güz 2013
rin hangi alanlarÖ kapsadÖøÖna deøindik ama hükümlerin karakterine ve kategorilerine girmedik.
Müslüman hukuk bilgini úatibî (ö. 1388), ünlü eseri “el-Muvâfakât” adlÖ klasik eserinde ûer’î hükümleri, “Teklifî hükümler” ve “Vaz’î hükümler” olmak
üzere iki bölüme ayÖrmÖûtÖr (1990:100-357). Teklifî hükümler, yasa koyucunun kiûilerin eylemleriyle ilgili olarak önerdiøi ölçütlerdir. Yasa koyucu ilke
olarak kiûilerden bir eylemi ya yapmasÖnÖ, ya yapmamasÖnÖ talep eder ya da
yapÖp yapmama arasÖnda serbest bÖrakÖr. YapmasÖnÖ istediøi hükümler “emirler”, yapmamasÖnÖ istediøi hükümler “yasaklar”, yapÖp yapmama arasÖnda
serbest bÖraktÖøÖ hükümler ise “nötr” hükümlerdir. BaølayÖcÖlÖøÖ bakÖmÖndan
bu hükümler, beû tip halinde sÖnÖflandÖrÖlmÖûtÖr. úatibî’ye göre bunlar sÖrasÖyla
mübah, mendup, mekruh, vacip ve haramdÖr (1990:100-103). Eøer
yasakoyucu bir eylemin;
1) YapÖlÖp yapÖlmamasÖ hususunda kiûiyi serbest bÖrakmÖûsa, bu mubahtÖr;
2) YapÖlmasÖnÖ istemiû, fakat talep kesin ve baølayÖcÖ deøilse, bu menduptur;
3) YapÖlmamasÖnÖ istemiû, fakat talep kesin ve baølayÖcÖ deøilse, bu mekruhtur;
4) YapÖlmasÖnÖ kesin ve baølayÖcÖ ûekilde istemiûse, bu vaciptir;
5) YapÖlmamasÖnÖ kesin bir ûekilde istemiûse, bu haramdÖr.
Bu sÖnÖflandÖrma, baølayÖcÖlÖøÖ bakÖmdan hükümlerin aynÖ güçte ve kesinlikte
olmadÖøÖnÖ, hükümlerin büyük bir çeûitlilik arz ettiøini göstermektedir. Bu
durumda Kur’an hükümlerinin sadece vacip ve haram olanÖ kesin ve baølayÖcÖdÖr: ùlki yapÖlmasÖ gereken hükümler ve dolayÖsÖyla emirlerdir, ikincisi ise
yapÖlmamasÖ gereken hükümler ve dolayÖsÖyla yasaklardÖr. Geriye kalan bazÖ
hükümler yumuûak derecede yapÖlmasÖ (mendup) ya da yapÖlmamasÖ (mekruh) istenmiû hükümlerdir. Mubah denilen ûeyler ise, tamamen kiûinin kendi
tercihine bÖrakÖlmÖû meselelerdir.
Teklifî hükümler, kiûilerin eylemlerini düzenleyip yönlendirirken, vaz’î hükümler eylemlerin yapÖlabilirliøinin ûartlarÖyla ilgilidir. Bu hükümler, teklifî
hükümleri baølayan bir kÖsÖm kayÖt ve ûartlardÖr. Bu demektir ki teklifî hükümler mutlak olmayÖp, uygulanma aûamasÖnda bazÖ kÖsÖtlÖlÖklara maruzdurlar. úatibî, bu hükümleri de sebep, ûart, mani, sÖhhat-butlan, azîmet ve ruhsat
olmak üzere beû grup olarak sÖnÖflandÖrmÖûtÖr (1990:187). Vaz’î hükümlerin
ilki olan sebep, hükmün uygulanabilirliøi açÖsÖndan etkilidir. Bir hükmün uygulanabilmesi bazÖ sebeplere baølÖdÖr, sebebin varlÖøÖyla birlikte hüküm geçerli olur veya olmayabilir. Çok basit bir örnek vermek gerekirse ibadetlerin
yerine getirilmesi için vaktinin gelmiû olmasÖ gerekir. Vakit, ibadetle ilgili hü-
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 61
kümlerin yerine getirilmesi için bir sebeptir. Sebepler, yükümlüye nispetle ya
onun eylemi olarak belirir ya da onun eylem ve iradesinin dÖûÖndadÖr. Mesela
bir kiûi seyahat etmek isterse, onun bu eylemi namazlarÖ kÖsaltmasÖ için bir
sebep teûkil eder. Öte taraftan kiûi, aç kalÖrsa açlÖktan ölmemek üzere leû yiyebilir; hâlbuki normal durumlarda leû haramdÖr. Fakat açlÖk, yasaøÖ ortadan
kaldÖran bir sebep olabilir.
Vaz’î hükümlerin ikincisi olan ûart, hükümlerin bulunmasÖ, kendisinin bulunmasÖna baølÖ olan etkenlerdir. Bu durumda hükmün bulunmasÖ ûartÖn bulunmasÖna baølÖdÖr. Sözgelimi namazÖn sÖhhati için abdest ûarttÖr ya da zekâtÖn verilmesi zengin olma ûartÖna baølÖdÖr. úartlar varsa ya da oluûmuûsa hükümler yerine getirilebilir. Aksi takdirde hükümlerin uygulanmasÖ söz konusu deøildir. Sebep ve ûart, birbirine benzemekle birlikte aralarÖnda fark vardÖr: Mesela öldürme olayÖ, kÖsas hükmünün uygulanmasÖnÖn sebebidir, ama
kÖsasÖn uygulanabilmesi için öldürme eyleminde bulunan kiûinin “kastÖ”nÖn
bulunmasÖ bir ûarttÖr.
Vaz’î hükümlerin üçüncüsü olan mani, “engel” anlamÖna gelir ve hükmün
gayesinin zÖddÖnÖ ifade eder. Mesela “ûüphe”, kÖsasÖn uygulanmasÖna mani bir
etkendir. Bir olayda ûüphe hali varsa bu kÖsasÖn uygulanmasÖnÖ engeller. Yine
bir kimse, zekât verecek kadar malÖ olsa bile, eøer kiûi borçlu ise zekât vermesine engel bir durum yaratÖr. Demek ki “mani”, bazen sebebi bazen de
doørudan hükmü etkiler ve onun uygulanabilirliøini ortadan kaldÖrÖr.
Vaz’î hükümlerin dördüncüsü olan sÖhhat ve butlan, hükümlerin geçerliliøi
ve geçersizliøi açÖsÖndan önemli olan kriterlerdir. SÖhhat, “sahih”; butlan ise
“batÖl” anlamÖna gelir. Sözgelimi bir kimse sadaka verir de sonra baûa kakarsa bu, yapÖlan eylemin sÖhhatine etki eder ve onu batÖl (yani geçersiz) kÖlar.
Bir iûin uygulanabilirliøi kadar geçerliliøi de önemlidir. Sebep, ûart ve maniler
uygulanabilirlikle, sÖhhat ve butlan ise geçerlilikle alakalÖdÖr. Bir hüküm veya
hükümden kaynaklanan eylemin sÖhhatli olmasÖ (ya da geçersiz-batÖl olmamasÖ) için yapÖlan ûeyin her ûeyiyle hükmün ruhuna uygun olmasÖ gerekir.
Vaz’î hükümlerin sonuncusu azîmet ve ruhsattÖr. Ruhsat terimi, genel olarak
toplumdan kaldÖrÖlmÖû olan aøÖr yükümlülükleri ve zor iûleri ifade eder. Din,
insanlara kendi kapasiteleri oranÖnda bir yük yükler; bu anlamda aøÖr yükleri
kaldÖrÖr, zor teklifleri hafifletir. RuhsatÖn sebebi, meûakkattir; fakat ruhsatlar
aslî deøil izafîdir. Yani kiûiden kiûiye neyin zor ve meûakkatli olduøu deøiûir.
Bu bakÖmdan ruhsatÖ kullanmak konusunda herkes kendi vicdanÖyla baû baûadÖr ve herkes kendi fetvasÖnÖ vermek durumundadÖr (úatibi, 1990: 318).
Buna en güzel örnek yolculuk sÖrasÖnda namazÖ kÖsaltmak ya da kÖsaltmamak,
orucu tutmak ya da tutmamaktÖr. Bu durumlarda hiç kimse kendi tavrÖnÖ
baûkasÖna dayatmak ya da baûkasÖnÖ kÖnama hakkÖna sahip deøildir. Zorluk
62 • Eskiyeni 27/Güz 2013
durumlarÖnda bir ibadeti az yapan ya da yapmayan kiûi ruhsatÖ kullanmÖûtÖr,
tam yapan kiûi ise azîmeti seçmiûtir. Azîmet, meûakkate raømen bir ûeyi tam
olarak yerine getirme çabasÖdÖr. Baûka bir deyiûle ûartlarÖ dikkate almadan
hükümleri normal bir ortamda imiû gibi uygulamaktÖr. Her iki durumda da
kiûiler dinî hükümlerin elverdiøi ölçüler içinde hareket etmektedir.
FÖkÖh, bir ûeyi derinliøine anlama ve kavrama çabasÖdÖr. Bu anlamda fakihler
Kur’an’Ö derinliøine anlama ve kavrama çabasÖnda olduklarÖ gibi Kur’an hükümlerinin maksat ve gayelerini de anlama gayreti içinde olmuûlardÖr. Genel
olarak Müslüman bilginler Kur’an hükümlerinin biri aslî, diøeri talî olmak
üzere iki maksat ve gayesi olduøunu belirtmiûlerdir. Aslî maksatlar, insanlar
için hayat memat meselesi olan din özgürlüøü, can emniyeti, akÖl emniyeti,
nesil ve mal emniyeti gibi temel maslahatlardÖr (Uludaø, 2006:47). úatibî, bu
maslahatlarÖn sadece MüslümanlarÖn deøil, tüm insanlÖøÖn ortak deøerleri olduøunu söylemektedir. Toplumlar bu hususlarda ittifak etmiûlerdir
(1990:31). Bu ilkeler ve kurallar, pre-modern dönemin temel insan haklarÖdÖr.
Tali maksatlar ise aslî maksatlara tabi olan ve onun ayrÖntÖlÖ bir hale getirilmiû
ûeklidir. Bu kÖsÖmda kiûilerin çÖkarlarÖ, yararlarÖ, arzularÖ, ihtiyaçlarÖ ve hazlarÖ
gözetilmiûtir. Beslenme, evlenme, mesken edinme, meslek seçme gibi tabiî
ihtiyaçlar böyledir. Bu noktalarda insanlarÖn tercih, deøerlendirme ve yorum
yapma haklarÖ bulunmaktadÖr (Uludaø, 2006:47-48). Bu talî haklarÖ dikkate
alÖrsak, pre-modern dönemin insan haklarÖ konseptinin duraøan olmadÖøÖ,
geliûmeye elveriûli olduøu söylenebilir.
Bu noktada úatibî de dâhil olmak üzere birçok Müslüman düûünürün dile
getirdiøi önemli bir noktanÖn altÖnÖ çizmekte yarar görüyoruz. ùnsanÖn maslahatlarÖ mertebeli ve hiyerarûiktir (Uludaø, 2006:42; úatibi, 1990:C II/7-10).
Zaruriyât (zorunlu ûeyler), bireysel ve toplumsal yaûamÖn devamÖ için mutlaka bulunmasÖ gereken haklar ve imkânlardÖr. Bunlar olmadan bireysel ve
toplumsal hayat mümkün olmaz. Hâciyât (gerekli ûeyler) zorunlu olmamakla
birlikte, insan hayatÖnda meûakkat, zahmet, sÖkÖntÖ ve darlÖøÖ ortadan kaldÖracak olan imkânlardÖr. Üçüncü mertebe olan tahsînât (estetik ûeyler) ise lüks
ve fantezi olarak anÖlan imkânlardÖr. BunlarÖn bulunup bulunmamasÖ toplumun refah ve geliûme düzeyiyle alakalÖdÖr.
ùnsanÖn maslahatlarÖ ile Kur’an hükümleri arasÖndaki iliûki, olumlu bir iliûkidir. “Umumiyetle zarurî, hâcî ve kemâlî olan ûeyler ya farz ya sünnet veya
müstehabtÖr. BunlarÖn gerçekleûmesini engelleyen ûeyler de ya haramdÖr veya
tahrîmen veyahut da tenzîhen mekruhtur (Uludaø, 2006:43). Buradan anlaûÖlacaøÖ üzere din ve dinî hükümler insan ihtiyaçlarÖnÖ, haklarÖnÖ ve isteklerini
kÖsÖtlayan deøil, bilakis geliûtiren ve motive eden bir çerçevedir. Bu anlamda
din ile uygarlÖk arasÖndaki iliûkinin de olumlu olduøu söylenebilir. Medeniyet,
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 63
din tarafÖndan korunan ve motive edilen insan maslahatlarÖnÖn geliûtirilmesi
ve somutlaûtÖrÖlmasÖdÖr.
Çaødaû Müslüman düûünür Yusuf el-Karadavî (2000), günümüz koûullarÖnda
ùslam fÖkhÖnÖn daha sistematik ve çok yönlü bir çalÖûma gerektirdiøini belirtmekte ve bu konuda ilginç görüûler öne sürmektedir. Bu görüûler hukuk
sosyolojisi bakÖmÖndan da önemli açÖlÖmlara kaynaklÖk edebilecek niteliktedir.
Özetle, Karadavî “yeni” fÖkhÖn “dengeler fÖkhÖ” ve “öncelikler fÖkhÖ” olmak
üzere iki bölüme ayrÖlarak yapÖlandÖrÖlmasÖnÖ önermektedir. Ona göre dengeler fÖkhÖ, fayda ve zarar kriterlerine dayalÖ “ûeriat fÖkhÖ” ile sosyal gerçekliøin
anlaûÖlmasÖna dayalÖ “gerçeklik fÖkhÖ”nÖn birleûmesinden oluûmaktadÖr. ùnsanÖn fayda ve zararÖna olan ûeylerin tespiti her iki fÖkhÖn gayretleriyle baûarÖlabilir. úeriat fÖkhÖ, fayda ve zararlarÖ ûeriat nokta-i nazarÖnda incelerken, gerçeklik fÖkhÖ sosyal gerçekliøin araûtÖrÖlmasÖyla bunu tespit eder. Bu ûekilde iki
farklÖ incelemeden hareketle insanÖn fayda ve zararÖna olan ûeyler (ki bunlar
dengeler fÖkhÖnÖn konularÖdÖr) saptanabilir (2000:47-54).
Öncelikler fÖkhÖ, dinde ve ûeriatta her ûeyi yerli yerine koymayÖ ve tekliflerde
öncelikleri anlamaya ve saptamaya yöneliktir. Bu noktada usul ve füru, külliyat ve cüziyat ile farz ve nafile gibi ayrÖmlar çerçevesinde ùslam’Ön emirleri ve
insan için öngördüøü maslahatlar öncelikler bakÖmÖndan yapÖlandÖrÖlmalÖdÖr
(Karadavî, 2000:56-64). Karadavî’ye göre dengeler fÖkhÖ ve öncelikler fÖkhÖ
birbirleriyle iliûkili olup bazÖ alanlarda birbiriyle kesiûmekte ve paralellik göstermektedir.
Karadavî’nin bu önerisi, geleneksel fÖkhÖ yeni bir sistematik temelinde yapÖlandÖrma açÖsÖndan önemli bir çabadÖr. Özellikle “gerçeklik fÖkhÖ” (fÖhk-ul
wâqî) olarak adlandÖrdÖøÖ disiplin, ùslam hukukunda sosyal varlÖk alanÖnÖ ciddiye almakta ve bunu fÖkhÖn bir araûtÖrma alanÖ olarak ilan etmektedir. Onun
önerisinde hem din, hem de sosyal gerçeklik “fÖkh”Ön konusudur. FÖkhÖn
sözlük anlamÖndan hareket eden Karadavî, fÖkhÖ bir anlama bilimi olarak
görmekte ve evrende Allah’Ön deøiûmeyen yasalarÖnÖ (sünnet) derinlemesine
anlama olarak tanÖmlamaktadÖr (2000:42).
Hukuk Sosyolojisi BaølamÖnda Kur’an Hükümleri
Önceki bölümlerde hukuk sosyolojisi ve fÖkÖh baølamÖnda Kur’an hükümleri
hakkÖnda yeterince bilgi verdik. úimdi sÖra hukuk sosyolojisi baølamÖnda
Kur’an hükümlerini deøerlendirmeye geldi. Burada temel sorumuzu yeniden
hatÖrlamakta fayda var: Kur’an hükümleri ya da bunun hukuksal bir formu
olan fÖkÖh, sosyal hayatla ne kadar iliûkilidir ve sosyal gerçekliøi hangi oranda
hesaba katmaktadÖr? FÖkhÖn yöntemlerinden ve yapÖsal analizinden yola çÖka-
64 • Eskiyeni 27/Güz 2013
rak, Kur’an hükümlerinin toplumsal gerçekliøe duyarlÖlÖøÖ konusunda neler
söylenebilir? Bu sorulara cevap vermek üzere öncelikle ùslam hukukunun
kaynaklarÖ açÖsÖndan bir deøerlendirmeye ihtiyaç bulunmaktadÖr.
YaygÖn söyleme göre ùslam hukuku ilahî kökenli olduøu için duraøan ve deøiûmez bir nitelik arz etmektedir. Bu yapÖnÖn deøiûen sosyal gerçekliøi ve insan ihtiyaçlarÖnÖ dikkate almasÖ zordur, hatta imkânsÖzdÖr. Bu nedenle zamanla deøiûen sosyal hayatÖn dÖûÖna düûmüûtür. Bu söylem, ilk kez modern zamanlara girerken OsmanlÖ’da “Din ilerlemeye manidir.” söylemiyle kendini
hissettirmiû ve bir anlamda ùslamcÖlÖk olarak adlandÖrÖlan bir karûÖ-söylemi de
beraberinde getirmiûtir. ùslamcÖlara göre aslÖnda duraøanlaûan “din” deøil,
“dinî anlayÖû”tÖr. Bu anlayÖû, kendini dinde içtihat döneminin kapanmasÖndan
sonra taklit zihniyeti olarak duyurmuû ve dinde yenilenmeye engel olmuûtur.
Eøer dinde içtihat kapÖsÖ yeniden açÖlacak olursa ùslam, modern zamanÖn
meydan okumalarÖna karûÖ da cevap verecektir.
ùslam fÖkhÖnÖn kaynaklarÖ doørudan bir analize tabi tutulduøunda, bu kaynaklarÖn tamamÖnÖn vahye dayanmadÖøÖ açÖkça görülecektir. KaldÖ ki vahiy ve
vahyin ürünü olan Kitap bile farklÖ okumalara ve yorumlara konu olduøu
için tümüyle duraøan ve deøiûmez bir kaynak olarak görülemez. O halde diyebiliriz ki hem kaynaklarÖn çeûitliliøi hem de kaynaklarÖn okunma ve yorumlanma biçimi dinamik bir yapÖ arz etmektedir. Kaynaklar içinde en önemli ve
en fazla duraøan gibi gözüken Kur’an, aslÖnda zamanÖn toplumsal ve kültürel
olgularÖyla canlÖ ve organik bir iliûki içindedir. Kur’an, zamanÖn olgularÖndan
baøÖmsÖz ve soyut olarak hükümler getirmekten ziyade, zamanÖn toplumsal
ve kültürel olgularÖnÖ doørudan doøruya düzenlemeye gitmiûtir. Bu düzenlemeler; kimi zaman deøiûtirme, kimi zaman kÖsmen düzeltme, kimi zaman da
muhafaza etme biçiminde olmuûtur. Sözgelimi Arap toplumunda yaygÖn
olan ûirk inancÖ ve içki içme âdeti yasaklanarak deøiûtirilmiû, namaz ve hac
gibi ibadetler gözden geçirilmiû ve yepyeni ilke ve kurallar temelinde yeniden
ihya edilmiû ve kimi geleneksel Arap erdemleri (cömertlik, zayÖfÖn yanÖnda
olmak, akrabalÖøa deøer vermek vs.) olduøu gibi korunup devam ettirilmiûtir.
Kur’an’Ön toplumsal hayata müdahale biçimi her zaman radikal ve devrimci
olmamÖûtÖr; içki içme yasaøÖnda görüldüøü gibi Arap toplumundaki köklü
alÖûkanlÖklar aûamalÖ bir ûekilde deøiûtirilmiûtir.
Kur’an’Ön toplumsal hayatla ne kadar iliûkili olduøu ve toplumsal gerçeøi ne
kadar ciddiye aldÖøÖ hususu birçok ûekilde gözler önüne serilebilir. Her ûeyden önce Kur’an, kendi idealleriyle karûÖtlaûan birçok olguyu zÖmnen kabul
etmiû ve bunlarÖn ortadan kaldÖrÖlmasÖnÖ zamana bÖrakmÖûtÖr. Kölelik ve çokevlilik buna örnek olarak verilebilir. Kölelik, ùslam’Ön tevhid, eûitlik, adalet
ve insanlÖk gibi ideallerine ters düûtüøü halde Kur’an köleleri özgür bÖrakmayÖ “sarp yokuû” (Beled, 90:11-13) olarak nitelemiû ve içki yasaøÖnda olduøu
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 65
gibi pratik ve radikal bir tutum sergilememiûtir. Müslümanlara ideal durumun ne olduøunu söyleyerek, bu ideali o zamanki ûartlar çerçevesinde gerçekleûtirmek için pratik çözüm ve tavsiyelerde bulunmuûtur. Bu tutum, toplumsal gerçekliøe teslimiyet gibi gözükse de aslÖnda toplumsal gerçekliøi deøiûtirmek için atÖlmÖû önemli bir adÖmdÖr. Yine çokkarÖlÖlÖk, Arap toplumunda
sÖnÖrsÖz ve kadÖna yönelik bir zulüm ûeklinde uygulanÖrken ùslam, bu olguyu
dörtle sÖnÖrlandÖrmÖû ve eûlere eûit muamele etmeyi zorunlu bir ûart haline
getirmiûtir (Nisa, 4:3).
ùkinci olarak Kur’an toplumsal hayatla iliûkiyi, toplumsal taleplere dayalÖ olarak kurmaktan kaçÖnmamÖûtÖr. Yani toplumun beklenti ve sorunlarÖna doørudan cevap vermiûtir. Kur’an’da, peygambere hitaben “Sana soruyorlar: De
ki…” (Canatan, 2005) kalÖbÖyla birçok ayet bulunmaktadÖr. Bu ayetlerde peygambere sorulan sorulara doørudan cevaplar verilmiûtir. Bu, sanÖldÖøÖnÖn aksine bir iletiûim ûekli olarak vahyin tek yönlü, yani her zaman yukarÖdan aûaøÖya deøil, bazen de aûaøÖdan yukarÖya doøru iûlediøini göstermektedir. Baûka
bir deyiûle Kur’an, muhataplarÖnÖn soru ve sorunlarÖna kayÖtsÖz kalmamÖû, onlarÖ ciddiye almÖû ve beklentilerine cevap vermiûtir.
Üçüncü olarak Kur’an her zaman genel, evrensel ve deøiûmez ilkeler koymak
yerine somut olaylara veya sorunlara binaen somut düzenlemeler getirmiûtir.
Bu durum, onun toplumsal olgularÖ hesaba kattÖøÖnÖ göstermektedir. Bu baølamda ayetlerin nüzul sebepleri kadar yasamanÖn tekil ve somut olaylara yönelik olmasÖ önemlidir. Bu nedenle daha sonraki dönemlerde ùslam hukukunda bir nevi tümevarÖm yöntemi olan kÖyas ortaya çÖkacaktÖr.
Dördüncü olarak ùslam hükümlerinin yapÖsÖ, seçeneklere yer verecek niteliktedir. Bazen bir suça ceza olarak birden fazla seçenek sunulmuû, bazen bir
harcama biçimi için birçok yollar gösterilmiûtir. ùlkine, Kur’an’dan verilecek
örnek öldürme olayÖna verilen cezalar, ikincisine de zekât ve sadakanÖn sarf
yollarÖdÖr. SanÖldÖøÖnÖn aksine kÖsas, öldürme olayÖna verilen tek ceza biçimi
deøildir. Bunun yanÖnda diyet cezasÖ ve af kanallarÖ da açÖk bÖrakÖlmÖûtÖr (Bakara, 2:178). Yine aynÖ ûekilde Kur’an sadaka ve zekâtÖn daøÖtÖlacaøÖ kesimleri
sekiz grup halinde saymÖûtÖr (Tevbe, 9:60).
Son olmasa da bir baûka etken, yasamanÖn aûamalÖ bir program izlemesidir.
Kur’an bazÖ olaylar karûÖsÖnda aûamalÖ bir teûri öngörmüûtür. Bu noktada bilinen en iyi örnek, içki yasaøÖna iliûkin hükümlerdir. ùçki, çok köklü bir alÖûkanlÖk olduøu için burada bir kerede ve radikal anlamda bir yasaklama süreci
deøil, aûamalÖ bir süreç izlenmiûtir. BazÖ Müslüman düûünürler bu yöntemi
“Rabbani” bir eøitim ûekli olarak deøerlendirmiûlerdir. Allah, insan fÖtratÖnÖ
bildiøi için alÖûkanlÖklarÖ tedrici olarak deøiûtirme yolunu tutmuûtur. Bu yöntem, ùslam hukukunda tartÖûmalÖ bir konu olan nesh meselesinin de kaynaøÖ
66 • Eskiyeni 27/Güz 2013
olmuûtur. Nesh, geleneksel anlayÖûta bir sonra gelen hükmün bir öncekini
ortadan kaldÖrmasÖ olarak telakki edilmiûtir. Bu ilke de ùslam hukukunun
çehresini dinamik kÖlan bir baûka unsur olarak görülebilir.
Bu konular ve örnekler, Kur’an’da yasamanÖn hiç de sosyal gerçekliøe yabancÖ ve kayÖtsÖz kalmadÖøÖnÖ, bilakis sosyal gerçeklikle etkileûim halinde olduøunu göstermektedir. Kur’an hükümleriyle zamanÖn toplumsal ve kültürel olgularÖ arasÖnda çok canlÖ bir iliûki olduøu açÖktÖr. Kur’an’a dÖûarÖdan bakan ve
okuyan bir okuyucu bile, onun geldiøi dönemin ve mekânÖn ûartlarÖyla ve olgularÖyla ne kadar iliûkili olduøunu anlayacaktÖr. Bu nedenle tefsirde nüzul
sebepleri ve bu sebeplerin daha geniû toplumsal ve tarihsel baølamÖnÖ bilmek
önemli bir ilke olarak vazedilmiûtir.
Kur’an, ne kadar açÖk olursa olsun hikmetle okunmaya ve açÖklanmaya ihtiyaç duymaktadÖr. Bu nedenle Hz. Muhammed’e Kur’an’Ö tebliø etmenin yanÖnda açÖklamak önemli bir görev olarak verilmiûtir. ùslam hukukunun ikinci
kaynaøÖ olan sünnet, Hz. Muhammed’in söz ve davranÖûlarÖndan oluûmaktadÖr. Kur’an, okuryazar olmayan bir topluma, içlerinden, kendilerine âyetlerini
okuyan, onlarÖ temizleyen, onlara kitabÖ ve hikmeti öøreten bir peygamber
gönderildiøinden bahsetmektedir (Cum’a 62:2). Burada “Kitab”Ön ne olduøu
açÖk olmakla birlikte “Hikmet”in ne olduøu pek açÖk deøildir. Bu hususta
bilginler, hikmetin Hz. Muhammed’e verilen bir yorum yeteneøi (bilgelik)
olduøunu bildirmiûlerdir. Bu baølamda hikmetin anlamlarÖndan birisi de karar ve eylemlerde isabetli olmak demektir (ElmalÖlÖ, 2006:C 2/177-190). Diyebiliriz ki Hz. Muhammed, Kur’an’Ö en isabetli bir ûekilde yorumlayan ve
pratiøe aktaran bir kiûi olmuûtur. Bu nedenle hem onun yorumlarÖ olarak görülecek olan sözleri (hadisler) hem de onun davranÖûlarÖ (sünneti) yasama
kaynaøÖ olarak kabul edilmiûtir.
Kur’an’Ö ilk yorumlayan ve pratiøe aktaran kiûi, aynÖ zamanda kendi içinden
çÖktÖøÖ Arap toplumunu da iyi bilen bir kimsedir. O, yorumlarÖnda ve davranÖûlarÖnda Arap toplumunun duyarlÖlÖklarÖnÖ, geleneklerini ve zihniyetini hesaba katmÖûtÖr. Sünnet, Kur’an’Ön yaûayan bir formudur ve Arap toplumuna
yönelik bir uygulamasÖdÖr. Doøal olarak bu gerçek, sünnetin tümüyle tarihsel
olduøu anlamÖna gelmez. Fakat sünnet, Kur’an ile tarih ve toplumun bir buluûmasÖdÖr. “Çünkü hadislerin büyük bir kÖsmÖ, Kur’an’daki genel prensiplerin, genel düzenlemelerin fiilî tatbikatÖ, örneklemesi, sözlü izah ve beyanÖ
ûeklindedir.” (Erdoøan, 1990:59).
Sünnet, Kur’an’dan ayrÖ ve baøÖmsÖz bir yasama kaynaøÖ deøildir. ùslam bilginlerinin ittifakÖyla “Kur’an’Ön beyanÖ/açÖklamasÖ”dÖr. O halde sünnet, kesinlikle Kitap’tan sonra gelen ve onu yorumlayan bir kaynaktÖr. Bu durumda
Hz. Muhammed’i “ilk müfessir” (yorumcu) olarak görebiliriz. Doøal olarak
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 67
o sÖradan bir yorumcu deøil, “müfessirlerin müfessiri”dir. Tüm müfessirler
gibi o da Kur’an’Ö pratiøe aktarmaya yönelik yorumlarÖnda kendi toplumunun koûullarÖnÖ, ihtiyaç ve duyarlÖlÖklarÖnÖ hesaba katmÖûtÖr.
Hz. Muhammed’in her söz ve davranÖûÖ, hukuki ve baølayÖcÖ bir nitelik arz
etmez. Kendi zamanÖnda Sahabe, söz ve davranÖûlarÖnÖn hangi ölçüde vahye
dayanÖp dayanmadÖøÖnÖ sormuûlar ve ona göre tavÖr ortaya koymuûlardÖr. Bu
tavÖr, daha sonra sünnet tanÖmlarÖnda da etkili olmuûtur. Hadis konusunda
orta yolu seçen kesimler, Hz. Muhammed’in tasarruflarÖnÖ vahye dayanan ve
dayanmayan olmak üzere ikiye ayÖrmÖûlardÖr (Erdoøan, 1990:59). úüphesiz ki
bu ayrÖmÖn temelinde sünnetin baølayÖcÖlÖk derecesine iliûkin sorular bir rol
oynamaktadÖr. Vahye dayanan söz ve davranÖûlar baølayÖcÖ iken, diøerleri
baølayÖcÖ bir nitelik arz etmezler.
Müslüman fakihlerin sünnet anlayÖûÖ her zaman aynÖ deøildir. Sözgelimi
ùmam Malik, sünnetin Medine toplumunda uygulama alanÖ bulduøunu ve
Medinelilerin pratiklerinin, rivayet edilen hadislerden daha fazla tercihe deøer olduøunu ifade etmiûtir. Ona göre Medine toplumu Peygamber’in her
türlü davranÖûlarÖnÖ görmüû ve sonraki nesiller için de bir model olmuûtur
(Hasan, 1999:131). Bu durumda sünnet, sosyolojik olarak Medine toplumunda somutlaûmÖûtÖr. Müslüman toplumlar anlaûmazlÖøa düûtüklerinde
Medine pratiøine bakmalÖdÖrlar. Kanaatimizce sünnet konusundaki bu görüû,
daha pratik, tarihsel ve sosyolojik bir görüûtür. Zaman ve mekân deøiûikliøi
ile birlikte düûünüldüøünde Medine pratiøi, tarihte giderek karmaûÖklaûan ve
farklÖlaûan Müslüman toplumlara zorluk çÖkarmÖû ve tarihsel uygulamalar nedeniyle bazÖ boyutlarÖyla kullanÖûsÖz hale gelmiûtir.
Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Sahabe, Kur’an ve Sünnet temelinde
yeni yorumlar ve içtihatlar yapmaya yöneldiøi gibi daha özel anlamda kÖyas
yöntemiyle içtihat yapma gereøi de duymuûlardÖr. ùkinci anlamda içtihat
yapmak, ùslam’Ön fetihler yoluyla yeni topraklara ve ülkelere yayÖlmasÖ sonucunda karûÖlaûÖlan yeni sorunlarla baølantÖlÖ olarak ortaya çÖkmÖûtÖr. KÖyas, bilinen bir olay ve hükmün illetine dayanarak yeni olaylarÖ hükme baølama
yöntemidir. Bu yöntem sayesinde doørudan Kur’an ve Sünnet tarafÖndan
düzenlenmemiû meseleler, Kur’an hükümlerinin kapsam alanÖna alÖnmÖûtÖr.
Bu, ùslam fÖkhÖnÖn geliûmesi anlamÖna geldiøi gibi yeni olaylarÖ da çözebilme
kabiliyeti kazanmasÖ anlamÖna gelmektedir. Baûka bir deyiûle ùslam hukukunun sosyal gerçeklikle iliûkisini saølayan dinamik bir boyutudur.
ùcma, kÖyas ve içtihatlarla zenginleûen ve fikir ayrÖlÖklarÖnÖn çoøaldÖøÖ bir dönemde ulemanÖn uzlaûmasÖ anlamÖna gelmektedir. Bu ilke, ùslam hukukunu
daha saølam bir ûekilde geliûtirmeye yöneliktir. Bireysel içtihatlar, icma saye-
68 • Eskiyeni 27/Güz 2013
sinde kolektif içtihatlara dönüûmüûtür. Ama sosyal gerçeklikle iliûki konusunda yenilikler getirdiøi söylenemez.
Bu dört kaynak dÖûÖnda ùslam hukukuna temel teûkil eden kaynaklar ve imkânlar, sosyal hayatÖn hukuku etkilemesine fÖrsat tanÖmÖûtÖr. Sözgelimi örf ùslam hukukunun kaynaklarÖndan biri sayÖlmÖûtÖr. Örf, toplum tarafÖndan güzel
karûÖlanan ve Kur’an’Ön hükümlerine aykÖrÖ olmayan toplumsal geleneklerdir.
Özellikle Arap örfleri ùslam hukukunun geliûmesinde ve zenginleûmesinde
büyük bir rol oynamÖûtÖr. Örfün hukukun kaynaøÖ olmasÖna bizzat Kur’an
müsaade etmiûtir. Kur’an, birçok meselede örfe göre hareket etmeyi salÖk
vermiûtir (Bakara, 2:233). Buradan iki sonuç çÖkarmak mümkündür: ùlk olarak Kur’an, birçok meselede kendisi kural koymamÖû ve toplumsal geleneklere bir alan açmÖûtÖr. Bu onun sosyal gerçekliøi tanÖdÖøÖna iliûkin önemli bir
göstergedir. ùkinci olarak Kur’an, toplumun geleneksel birikimine sahip çÖkmÖûtÖr. ToplumlarÖn önemli erdem ve güzelliklerini onaylayarak, onlarÖ yeni
kuûaklara aktarmÖûtÖr. O zaman örf, ùslam hukukunun toplumsal gerçekliøi
tanÖma, onaylama ve aktarmaya olanak tanÖyan önemli bir kaynaøÖdÖr. Bir
toplumun örfü deøiûebilir ve bu ûekilde ùslam hukuku zamanla dinamik kalma imkânÖna sahiptir. Hatta farklÖ Müslüman toplumlar, örf temelinde farklÖ
hukuksal gelenekler oluûturabilirler. Örf, farklÖlaûmaya imkân tanÖyan bir
kaynaktÖr.
Kaynaklar üzerindeki bu deøerlendirmeler ùslam hukukunun duraøan olmadÖøÖnÖ ve deøiûmeye imkân tanÖdÖøÖnÖ göstermektedir. KaynaklarÖn bazÖlarÖnÖn
ilahi olmasÖ, bu sistemin duraøan/statik olarak yorumlanmasÖ ve algÖlanmasÖ
için yeterli deøildir. Çünkü bu kaynaklar bile yoruma açÖk olup farklÖ görüû
ve içtihatlarÖn yapÖlmasÖna olanak saølayan bir yapÖdadÖr. ùlk iki kaynak naklî
olmakla birlikte diøer kaynaklar aklî ve toplumsal bir nitelik taûÖmaktadÖr.
Yani hukuksal normlar oluûturmada nakil kadar akÖl da rol oynamÖû, hatta
kolektif aklÖn kaynaøÖ olarak örfler de hesaba katÖlmÖûtÖr.
ùslam hukukunun dinamik olduøu gerçeøi, sadece kaynaklarÖn analizinde deøil, tarihsel geliûimi izlendiøinde de görülecektir. ùslam hukukunun geliûme
evreleri incelendiøi zaman bu hukukun baûÖndan beri hep aynÖ yapÖda kalmadÖøÖ, bilakis dinamik evreleri olduøu kadar belirli bir aûamadan sonra statik bir evreye geçtiøi de anlaûÖlmaktadÖr. Herhalde ùslam hukukunun en canlÖ
dönemi, büyük müçtehit imamlar dönemidir. Onlar sayesinde ùslam hukukunda zengin bir içtihat dönemi yaûanmÖû ve farklÖ mezheplerin oluûmasÖna
kaynak olmuûlardÖr.
ùlmî ve entellektüel bakÖmdan ikinci asÖrda ortaya çÖkan önemli bir geliûme,
Hicaz ve Irak okullarÖnÖn oluûmasÖdÖr. Hz. Osman zamanÖnda ùslam dünyasÖnÖn çeûitli bölgelerine daøÖlmÖû bulunan sahabîler ve onlarÖn izinden giden-
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 69
ler, Emeviler dönemindeki siyasal ve dinsel sapmalar nedeniyle iki bölgede
yoøunlaûmÖûlardÖr. Bir kÖsmÖ Medine ve Mekke çevresinde (Hicaz) toplanÖrken, bir kÖsmÖ da Kufe (Irak) çevresinde bir araya gelmiûtir. Okumuû ve ulema kesimin belirli bölgelerde toplanmalarÖ, bir taraftan halkÖn ilmî ve
entellektüel etkilerden uzaklaûmasÖna neden olurken, diøer taraftan da bilginler arasÖndaki yoøun iliûki ve tartÖûmalar sebebiyle ùslam dünyasÖnda canlÖ bir
fikrî atmosfere kaynaklÖk etmiûtir. Özellikle Irak yöresinde farklÖ kültürlerle
karûÖlaûma, bu bölgeye ayrÖ çehre kazandÖrmÖûtÖr.
BaûlangÖçta sadece mekân ve üstad farkÖna dayanan bu ilmî gruplaûma, zamanla belirli ilkeler temelinde okullaûmaya dönüûerek yeni bir boyut kazanmÖûtÖr. ùlmî ve entellektüel anlamda yaûanan bu ayrÖûma süreci, ùslam’Ön ikinci kurumsallaûma aûamasÖnÖn ilk açÖlÖmÖdÖr. “Rey” ve “Eser” taraftarlÖøÖ olarak bilinen bu ayrÖûma, Abbasîler dönemine girerken baûlamÖû ve daha sonra
ùslam tarihini derinden etkileyecek olan geliûmelere vücut vermiûtir. Bu geliûmenin temelinde soyut dinî tartÖûmalardan ziyade, somut çevresel ve toplumsal faktörler etkili olmuûtur. Hicaz yöresinin nispeten kapalÖ ve duraøan
ortamÖnda insanlar Hz. Peygamber’in pratiøiyle yetinirken, Irak yöresindeki
bilginler; gerek hadislerin kendilerine ulaûmamasÖ gerekse ortaya çÖkan yeni
sorunlar nedeniyle daha fazla re’y içtihadÖ yapmak zorunda kalmÖûlardÖr. Bu
da doøal olarak Sünnet taraftarlarÖ ile rey taraflarÖ arasÖnda bir gerginliøin yaûanmasÖna neden olmuûtur.
ùûin aslÖna bakÖlÖrsa rey taraftarlarÖ kesinlikle sünnete muhalif kimseler deøillerdi; fakat dönemin koûullarÖnÖn gereøi olarak farklÖ bir çizgide yürümeye
baûlamÖûlardÖ. Kur’an’Ön indirilmesi ve Sünnet’in yerleûmesinden sonra bu
geliûmeler doruk noktasÖna ulaûmÖûtÖr. Her sürecin kendine özgü bir mantÖøÖ
olduøu gibi, bu ayrÖûma baûlangÖçta koûullarÖn bir gereøi olarak baûlamÖûsa da
neticede ilkesel tartÖûmalara, tercihlere ve hatta aûÖrÖlÖklara yol açmÖûtÖr. Özellikle aûÖrÖ reyciler ile aûÖrÖ eserciler arasÖndaki kapÖûma, ilmî ve entellektüel yaûamda kÖsÖrlaûmaya, ilmî konularÖn siyasallaûmasÖna ve kavgalara yol açmÖûtÖr.
AûÖrÖ reyciliøin ortaya çÖkmasÖnda, hadis uydurmacÖlÖøÖ ve eleûtirisiz, koyu bir
hadis taraftarlÖøÖ önemli bir rol oynamÖûtÖr.
Eserciler, genellikle rey ve kÖyastan hoûlanmaz; zorunlu olmadÖkça da görüû
(fetva ve çÖkarÖm) bildirmezler. Kur’an’Ön anlaûÖlmasÖ ve pratiøe aktarÖlmasÖnda hadislere büyük önem verdikleri için genellikle hadislerin toplanmasÖna ve
rivayet edilmesine öncülük etmiûlerdir. Henüz gerçekleûmemiû olaylar hakkÖnda fetva vermedikleri gibi, hadis bulunan konularda da re’ye dayalÖ içtihatlara deøer vermezler. BunlarÖn zÖddÖna reyciler, Kur’an ve Sünnet’in açÖk hükümleri dÖûÖnda görüû bildirmekten çekinmezler ve hadisler konusunda da
eleûtirel bir tutum takÖnÖrlar. BunlarÖ hadisler konusunda titiz olmaya sevk
eden ûey, rivayetlerdeki zayÖflÖk ve hadis uydurmacÖlÖøÖdÖr. AyrÖca Kur’an’a
70 • Eskiyeni 27/Güz 2013
muhalif sözlerin hadis kapsamÖnda deøerlendirilmesi ve uzlaûtÖrmak için zorlamalara baûvurulmasÖ da önemli bir gerekçe olmuûtur. Reyciler, hadiscilerin
lafÖzcÖlÖøÖna karûÖ naslarÖn ruh ve anlamlarÖna öncelik verirler. Öte taraftan
henüz olmamÖû olan birtakÖm teorik sorunlara da cevaplar üretmekten kaçÖnmazlar.
ùslam hukukunun duraøanlaûma süreci mezheplerin yerleûip koyu mezhep
taraftarlÖøÖnÖn oluûmasÖyla baûlamÖû ve taklit dönemiyle devam edip gitmiûtir.
12. asÖrda baûlayÖp 19. asra ve hatta bugüne kadar süren duraøanlÖk döneminin bu kadar uzun sürmesi, geleneksel Müslüman toplumlarda deøiûmenin
az ve yavaû olmasÖyla açÖklanabilir. Fakat modern BatÖ uygarlÖøÖyla yüzleûme
ve bunun entelektüel ve toplumsal yaûamda yarattÖøÖ derin etkiler, bu sürecin
devam etmesini engellemiû ve Türkiye baûta olmak üzere Müslüman toplumlar 20. yüzyÖla girerken ya ùslam hukukunu baûka hukuklarla deøiûtirmeye ya
da kÖsmen de olsa gözden geçirmeye yönelmiûlerdir.
Bu tarihsel inceleme, her halükârda ùslam hukukunun her döneminin aynÖ
olmadÖøÖ, dinamik bir dönemi statik bir dönemin takip ettiøi anlaûÖlmÖû bulunmaktadÖr. Bu süreçte ùslam hukukunun iç dinamikleri kadar bu dinamiklerin toplumsal dÖû dinamiklerle etkileûmesi önemli bir rol oynamÖûtÖr. Hukukun iç dinamikleri arasÖnda Rey ve Eser ekolü arasÖndaki ayrÖûma, bunlarÖn
naklî kaynaklarÖ deøerlendirmede akla verdikleri önem kadar ùslam’Ön farklÖ
coørafya ve ülkelere yayÖlmasÖ gibi dÖû faktörler de önemlidir.
ùslam hukukunun kapsamÖ konusundaki tartÖûmalar yeni sayÖlmaz. Öteden
beri Kur’an’Ö literal anlamda okuyan bir kesim, “Yaû kuru ne varsa hepsi
apaçÖk kitaptadÖr.” (Enam, 6:59) ayetine dayanarak Kur’an’da yasama boûluøu olmadÖøÖ ve her ûeyi kuûatan hazÖr hükümler olduøunu ileri sürmüûtür.
Daha önceden belirttiøimiz gibi bu kesim, Kur’an’Ö bir “kanun kitabÖ” olarak
algÖlamaktadÖr. Oysa Kur’an’Ön içeriøine yönelik ampirik araûtÖrmalar toplumsal yaûamÖ düzenleyen muamelatla ilgili ayetlerin Kur’an’Ön küçük bir kÖsmÖnÖ
oluûturduøunu göstermektedir. Ahkam ayetlerinin miktarÖna iliûkin en yüksek rakamlar bile bu ayetlerin Kur’an içindeki oranÖnÖn yüzde 10’u geçmediøini göstermektedir (Erdoøan, 1990:41; YÖlmaz, 2008:55-56).
Literalist zahirî ve selefî yaklaûÖmÖn indirgemeci bir yaklaûÖm olduøu açÖktÖr.
Kur’an’Ön aslî ve ferî konularÖna yönelik saptamalar, KitabÖn oldukça dinamik ve zengin bir içeriøe sahip olduøunu kanÖtlamaktadÖr. Bu bakÖmdan
Kur’an’da her ûeyin birebir hazÖr olmadÖøÖ, içtihat ve yorumla ortaya çÖkarÖlmasÖ gerektiøine iliûkin görüûler daha fazla itibar görmektedir. Biz de bu görüûün daha gerçekçi olduøuna inanÖyoruz. Kur’an, hem ahlak hem de hukuk
kitabÖdÖr; ama daha öncelikli olarak insanlarÖn neye inanÖp neye inanmamasÖ
gerektiøini açÖklayan bir inanç/akide kitabÖdÖr. KonularÖ zengin olduøu gibi
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 71
üslubu da çeûitlidir. Kitap, hem sÖradan insana hem de düûünür ve aydÖnlara
hitap eder. Okundukça anlam derinliøi insana açÖlÖr. ùndirgemeci yaklaûÖmlar
onu dar bir alana hapsetmekte ve insanlar için çok yönlü bir esin kaynaøÖ
olmaktan çÖkarmaktadÖr.
Kur’an’Ön kapsamÖna iliûkin bu görüûlerin hukuk sosyolojisi açÖsÖndan deøeri
nedir? Kur’an, hukuksal bir metin olarak okunduøunda ûüphesiz ki hayatÖ
düzenleyen normlar ve deøerler içermektedir; fakat bu Kur’an’Ön tamamÖ deøildir. Kur’an’daki konu ve anlam zenginliøi hayatta her ûeyin hukuksal
normlara uygun olarak düzenlenemeyeceøini göstermektedir. Hukuksal hükümlerin gerisinde ve yanÖnda ahlakî ilke ve deøerler de hayatÖ düzenlemede
önemli bir rol oynamaktadÖr. Bu bakÖmdan Kur’an’daki normlarÖ, “yumuûak”
(ahlaksal) ve “sert” (hukuksal) normlar olarak ikiye ayÖrmakta yarar bulunmaktadÖr. Bu iki tür normlar birbirini tamamlamakta ve hayata farklÖ biçimlerde müdahale etme imkânÖ vermektedir. Daha önceden belirttiøimiz gibi,
MüslümanlarÖn tarihinde fÖkÖh, Kur’an’Ö daha çok hukuksal bir metin olarak
algÖlayÖp meseleleri hukuksal normlarla çözmeye çalÖûtÖøÖ için ahlakÖn alanÖnÖ
daraltmÖûtÖr. Bu da doøal olarak Kur’an’Ön bir “kanun kitabÖ” olarak algÖlanmasÖna yol açmÖûtÖr.
Kur’an’da hukuksal normlarÖn fazla olmamasÖ, hukuk sosyolojisi açÖsÖndan
iki anlama gelmektedir: ùlk olarak Kur’an, hayatÖn hukuksal normlara sÖødÖrÖlamayacak kadar dinamik, karmaûÖk ve çeûitlilik arz ettiøini tanÖmakta ve hayatÖn tümüyle hukukun cenderesine sokulmasÖna müsaade etmemektedir.
Nitekim ùslam hukukçularÖnÖn Kur’an ve Sünnet yanÖnda baûka kaynaklarÖ da
hukukun kaynaøÖ olarak kabul etmiû olmalarÖ bunu teyit etmektedir. ùkinci
olarak hukuk, ahlakÖn uzantÖsÖnda olup ahlakÖn çözemediøi meseleler söz
konusu olduøunda devreye girmektedir. KÖsacasÖ ahlak ve hukuk birlikte ve
birbirine yardÖmcÖ olarak iûlev görmektedir.
ùslam hukuku baølamÖnda Kur’an hükümlerinin toplumsal hayatla etkileûimini ve dinamik çehresini anlamak için bu hükümlerin fÖkÖh ve fakihler tarafÖndan nasÖl kategorize edildiøini de incelemek ilginç olacaktÖr. Bu meyanda
ùslam fakihlerinin Kur’an hükümlerini “teklifî hükümler” ve “vaz’î hükümler” ûeklinde sÖnÖflandÖrmalarÖ önemlidir. ùkinci grup hükümler hukuk sosyolojisi açÖsÖndan daha anlamlÖ bir alan olmakla birlikte birinci grup hükümler
de sosyal yaûamla esnek bir iliûkiyi yansÖtmasÖ açÖsÖndan büyük bir önem arz
etmektedir. Daha önce açÖklandÖøÖ üzere teklifî hükümler, insan eylemlerini
baølayÖcÖlÖklarÖ açÖsÖndan mubah, mendup, mekruh, vacip ve haram olmak
üzere beû grupta sÖnÖflandÖrÖlmÖûtÖr. ùslam hukuku, hayatÖn bazÖ alanlarÖnda ve
meselelerinde insanlarÖ serbest bÖrakmÖûtÖr. Bu alanda kiûiler kendi tercihlerini kendileri yapabilirler. Mecelle yazarlarÖ, “Eûyada aslolan ibahadÖr (serbestliktir)” derken, iûte bunu kast etmiûlerdir. Kur’an, güzel ve iyi olan her ûeyin
72 • Eskiyeni 27/Güz 2013
helal kÖlÖndÖøÖnÖ belirtmektedir (Maide, 5:4-5). Bunun tam karûÖsÖnda haramlar (yani yasaklar) bulunmaktadÖr; yasaklar daha az olduøu için Kur’an’da sadece bunlar sayÖlmÖû ve bir ûeyi haram kÖlma yetkisinin Allah’a ait olduøu
özellikle vurgulanmÖûtÖr. Hatta insanlar, bu yasaklar alanÖnÖ geniûletmeme
konusunda uyarÖlmÖûlardÖr (Maide, 5:87). Bu, Allah’Ön insana yeryüzünde güvendiøini ve ona geniû bir insiyatif alanÖ bÖraktÖøÖnÖ göstermektedir.
Mubah ve haram alanÖn dÖûÖnda insan eylemlerini baølayan üç farklÖ grup hüküm (mendup, mekruh ve vacip) daha bulunmaktadÖr. Bunlar içinde en fazla
baølayÖcÖ olan hüküm vacip olanÖdÖr. Vacip, insanÖn yapmasÖ gereken yükümlülüklerle alakalÖdÖr. Hem Allah hem de toplum karûÖsÖnda insan sorumludur
ve insan, bir inanca baølandÖøÖ an bu sorumluluklar ve yükümlülükler altÖna
girer. Bu, kiûinin din ve inanç özgürlüøü ile alakalÖdÖr ve temel bir seçimle
gerçekleûir. Mendup ve mekruh, vacipler kadar baølayÖcÖ olmayan hükümlerdir. ùlkinin yapÖlmasÖ önerilir, fakat kesin ve baølayÖcÖ deøildir. ùkincisi ise yapÖlmamasÖ istenen ûeydir, fakat kesin ve baølayÖcÖ deøildir. Tüm bu baølayÖcÖlÖk düzeylerindeki çeûitlilik, teklifî hükümlerin esnek yapÖsÖna iûaret etmektedir. Bu, Kur’an hükümlerinin tekbiçimli, statik ve hayata yabancÖ olmadÖøÖnÖ
açÖkça göstermektedir.
Vaz’î hükümlere gelince, bunlar teklifî hükümlerden baøÖmsÖz yeni bir hükümler kategorisi deøildir. Sosyal bilimler metodolojisinin diliyle ifade edersek, bunlar teklifî hükümlerin uygulanabilirliøiyle ilgili deøiûkenlerdir. Bu
baølamda sayÖlan sebep, ûart, mani, sÖhhat-butlan ve azimet-ruhsat gibi deøiûkenler hükümlerin uygulanabilirliøine etki eden dâhilî ve haricî etkenlerdir.
Dâhilî etkenler kiûilere baølÖ olup hükümlerin uygulanmasÖnda kiûinin etki
sahibi olduøu etkenlerdir. Mesela aynÖ koûullar altÖnda olmasÖna raømen bir
kimse azimet, bir baûka kimse de ruhsat yolunu tutabilir. Eøer ûartlar aynÖ,
tercihler farklÖ ise burada kiûilerin içinde bulunduøu durumu öznel olarak
deøerlendirme imkânÖ olduøuna iûaret vardÖr. Haricî etkenler ise, kiûilerden
baøÖmsÖz olarak uygulanabilirliøin dÖûsal faktörlere baølÖ olduøu etkenlerdir.
Mesela vakit, ibadetlerin yerine getirilmesinde bir önkoûul, yani sebep durumundadÖr. Vaktin girmesi ise kiûinin elinde olmayan bir durumdur. ùster dâhilî isterse haricî etkenler olsun, hukuk sosyolojisi bakÖmÖndan bu etkenler
(yani vaz’î hükümler) son derece önemlidir. Çünkü hükümlerin uygulanabilirliøine etki eden koûullara iûaret etmektedir. Bu da hukukun kiûisel ve toplumsal koûullardan baøÖmsÖz, soyut bir kurum olmadÖøÖ anlamÖna gelmektedir. KÖsacasÖ bir hukukun (kÖsmen) ilahî kökenli olmasÖ, buna bir engel oluûturmamaktadÖr, bilakis ilahî kökenli hukuk, tüm insanî ûartlarÖ dikkate alan
Hikmet sahibi bir otoritenin koyduøu hukuk olarak sosyal gerçekliøi daha
fazla hesaba katmaktadÖr.
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 73
Son olarak ùslam hukuk bilginlerinin Kur’an hükümleri ile insanÖn maslahatlarÖ arasÖnda bir iliûki kurmuû olmalarÖ, hukuk sosyolojisi bakÖmÖndan önemli
bir noktadÖr. Burada insan ihtiyaçlarÖnÖn ve taleplerinin Kur’an hükümleri tarafÖndan dikkate alÖndÖøÖ bir kez daha ortaya çÖkmaktadÖr. ùslam hukuk okullarÖ arasÖnda farklÖ yaklaûÖmlar olsa da “Evrenselci ve cemaatçi yaklaûÖmlar
hukukun aksiyomatik ilkeleri ve temel haklarÖn ne olduøu konusunda birleûirler. Her iki okula göre de zaruriyyat denilen beû temel hak vardÖr: (1) hayatÖn dokunulmazlÖøÖ (ismetü'n-nefs veya ismetü'd-dem), (2) malÖn dokunulmazlÖøÖ (ismetü'l-mâl), (3) dinin dokunulmazlÖøÖ (ismetü'd-dîn), (4) aklÖn dokunulmazlÖøÖ (ismetü'l-akl), (5) nesil ve onurun dokunulmazlÖøÖ (ismetü'nnesl ve ismetü'l-Örz). KÖsaca "ismet" olarak ifade edilen dokunulmazlÖk hakkÖ,
evrenselci okul tarafÖndan hukukun konusu kabul edilen âdemiyet; yani mutlak manada insana tanÖnÖr. Buna karûÖlÖk, cemaatçi okul, ismet, yani dokunulmazlÖk hakkÖnÖ sadece hukukun mevzuu olarak gördüøü ülke vatandaûlarÖna -iman ve eman sahiplerine- tanÖr.” (úentürk, 2006).
ùslam hukukunun temeli, zaruriyat baûlÖøÖ altÖnda toplanan maslahatlardÖr. Bu
maslahatlar ve haklar herkese tanÖnmÖûtÖr ve dolayÖsÖyla evrensel olan haklardÖr. Bu temel haklardan faydalanma hususunda kiûilerin dinî veya felsefî
inancÖ, etnik kökeni, sÖnÖfÖ veya cinsiyeti bir ayrÖmcÖlÖk nedeni yapÖlamaz. Ancak diøer hak kategorilerinde toplumsal ve kültürel etkenler hesaba katÖlmÖûtÖr. DolayÖsÖyla ùslam hukukunun bu kÖsmÖ, sosyal gerçekliøi daha fazla dikkate almakta ve bu gerçeklikle iliûki kurmaktadÖr. Çünkü daha önce açÖklandÖøÖ
üzere hâciyat ve tahsînât mertebesindeki maslahatlar toplum ve medeniyetin
geliûme aûamalarÖyla ilgilidir. Hâciyât (gerekli ûeyler) zorunlu olmamakla birlikte, insan hayatÖnda meûakkat, zahmet, sÖkÖntÖ ve darlÖøÖ ortadan kaldÖracak
olan imkânlardÖr. Tahsîniyât (estetik ûeyler) ise lüks ve fantezi olarak görülebilecek imkânlardÖr.
Sonuç
Hukuk sosyolojisinin üç ana konusu olduøunu belirtmiûtik. úimdi elde ettiøimiz bulgularÖ ve yaptÖøÖmÖz deøerlendirmeleri, hukuk sosyolojisinin bu üç
ana konusu açÖsÖndan irdeleyerek hem toplu bir deøerlendirme yapmÖû olacaøÖz, hem de makalemizin baûÖnda sorduøumuz sorulara bir cevap vermiû
olacaøÖz. Daha önce belirtmiû olduøumuz üzere Gurvitch hukuk sosyolojisi
için üç ana konu ya da alt disiplin belirlemiûtir. Ona göre Sistematik Hukuk
Sosyolojisi, hukukun toplumsal kaynaklarÖnÖ inceler. Bu noktada hukuk ve
toplum iliûkileri, bunlarÖn birbirleriyle etkileûimi önemlidir. Tümüyle toplumsal iliûkilerin ve süreçlerin içinden türemiû (seküler) bir hukuk açÖsÖndan sistematik hukuk sosyolojisi önemli olmakla birlikte, kaynaøÖ ilahî bir kökene
74 • Eskiyeni 27/Güz 2013
dayanan ùslam hukuku açÖsÖndan bu ne kadar önemlidir? ùûte bu soru, üzerinde durulmasÖ gereken ve önyargÖlarla yüzleûilmesi gereken bir soru olarak
karûÖmÖzda durmaktadÖr. Hemen iki noktanÖn altÖnÖn çizilmesi gerekir. ùlk
olarak ùslam hukuku, kÖsmen ilahî kÖsmen de ilahî olmayan (aklî-beûerî ve
toplumsal) kaynaklara dayanan bir hukuk sistemidir. YukarÖda ùslam hukukunun kaynaklarÖnÖ incelerken bu noktayÖ geniûçe ele aldÖk. Yeniden burada
bir özet yapmayÖ gereksiz görüyoruz. Kur’an dÖûÖndaki kaynaklar ilahî deøildir. Bir yandan Kur’an’Ön yönlendirmeleri, diøer yandan da toplumsal ihtiyaçlar ve deneyimler ùslam hukukunun kaynaklarÖnÖ artÖrmÖû ve bu ûekilde hukuk beûerî bir faaliyetin kurgusu olarak ortaya çÖkmÖûtÖr.
ùkinci olarak Kur’an da dâhil olmak üzere tüm hukuk kaynaklarÖ yorum ve
içtihatlara tabidir. Hiçbir müfessir kendi yorum ve içtihatlarÖnÖn, Kur’an’Ön
tam bir açÖklamasÖ olduøunu iddia edemez. Her yorum, usule uygun ve halisane yapÖldÖøÖ sürece saygÖya ve izlenmeye deøerdir. Nitekim bu sebeple ùslam hukuk tarihinde pek çok yorum ve içtihat ortaya konduøu gibi birçok
hukuk ekolü de türemiûtir. ùslam’da mezhep ve tarikatlarÖn çok olmasÖ, onun
bir zenginliøi ve esnekliøidir. BazÖlarÖnÖn sandÖøÖ gibi bir bölünme, yozlaûma
ve sapma deøildir. Her din ya da kitap yorumla yaûanÖr; dinler tarihinde bu
hep böyle olagelmiûtir ve bunda da yadsÖnacak bir durum yoktur. Modern
zamanlardaki hukukta birlik fikri, ùslam’a ve geleneksel toplumlara yabancÖ
bir geliûmedir. ùslam, hem kendi içyapÖsÖnda hem de baûka dinler ve milletler
karûÖsÖnda hukuksal çoøulculuøu kabul etmiû ve uygulamasÖnÖ göstermiû bir
dindir.
Her iki durumda da (yani hem kaynaklar hem de kaynaklarÖn yorumunda)
salt kitabî metinler ve yöntemler deøil, bu kaynaklarÖ yorumlayan hukukçularÖn toplumsal konumu, içinde yaûadÖøÖ çaø ve toplum etkili olmuûtur. Maddeler halinde belirtmek gerekirse hukuksal metinlerin yorumunda çoøulculuøun temel sebeplerini üç noktada toplayabiliriz:
1) Her kaynak ya da yöntem farklÖ yorumlara müsaade edecek bir yapÖdadÖr.
Sözgelimi Kur’an için konuûtuøumuzda bu kaynaøÖn bir kÖsmÖ “muhkem”
iken, bir kÖsmÖ da “müteûabih”tir. Muhkem olanlar görece açÖk ve farklÖ yorumlara müsait deøildir; ama müteûabih olanlar yorum konusudur.
2) Sadece kaynak deøil, yorumu yapan kiûiler de yetiûtikleri ortam ve geliûtirdikleri yeteneklerine göre farklÖ yorum ve içtihatlar yapmaya yatkÖndÖrlar.
Yorumu yapan öznenin tam bir nesnelliøinden bahsedilemez.
3) Yorumcunun içinde yaûadÖøÖ toplum ve çaø ya da baûka bir ifadeyle bu
toplum ve çaøa egemen olan düûünceler, yorumcuya etki eder ve onu yönlendirir. Toplum ve çaø deøiûtikçe yorumlarda da deøiûmeler olur.
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 75
Özellikle son iki nokta hukuk sosyolojisi açÖsÖndan ilginç ve araûtÖrÖlmasÖ gereken noktadÖr. KaldÖ ki ilk nokta bile, kitabÖn toplumla etkileûimi açÖsÖndan
sosyolojik olarak incelenebilecek bir meseledir. Kur’an, kaldÖrmayÖ amaçladÖøÖ halde köleliøi bir hamlede kaldÖrmamÖûsa, bunun sosyolojik sebepleri vardÖr. BunlarÖ incelemek, kitap-toplum iliûkisini incelemek ve dolayÖsÖyla bir
hukuk kaynaøÖ olarak kitabÖn sosyolojisini yapmak anlamÖna gelmektedir.
Gurvitch’in Genetik Hukuk Sosyolojisi olarak adlandÖrdÖøÖ hukuk sosyolojisi,
hukuk tiplerinin zaman içindeki geliûme ve deøiûmesini incelemektedir. Deøiûme, sosyolojik olarak inkâr edilmesi mümkün olmayan bir toplumsal gerçektir. Mademki deøiûme vardÖr, o halde hukukun da deøiûmeyi görmesi, tanÖmasÖ ve buradan kendisine sonuçlar çÖkarmasÖ gerekir. Tarih boyunca deøiûmeyen ve hep aynÖ kalan bir hukuk sistemi düûünülemez. Bu açÖdan ùslam
hukuku da deøiûme olgusuna kayÖtsÖz kalmamÖûtÖr. ùslam toplumunun geliûimine ve ihtiyaçlarÖna baølÖ olarak ùslam hukuku da geliûmiûtir. ùslam hukuku
denilen yapÖ, birden bire ve toplumsal geliûmelerden etkilenmeksizin ortaya
çÖkmÖû bir olgu deøildir. Bilakis kendine özgü geliûme evreleri olan ve her evrede yeni geliûmeleri dikkate alan bir yapÖdÖr. Bu yapÖnÖn kendi içsel dinamikleri olduøu gibi dÖûsal dinamikleri de bulunmaktadÖr. ùçsel dinamikler içinde
yorum ve içtihat farklÖlÖklarÖ ile örfsel farklÖlÖklar baûta gelmektedir. Bunun
dÖûÖnda nesh mekanizmasÖ doørudan doøruya deøiûme ile ilgilidir. Kur’an’da
nesh veya tedricilik ilkesinin kabulü, deøiûme olgusunun dikkate alÖndÖøÖnÖn
önemli göstergeleridir. Üstelik bu deøiûme, Kur’an’Ön indiøi zaman dilimi
içinde kabul edilmiû ve onanmÖûtÖr.
ùslam hukukunda ve hukuk sosyolojisinde deøiûmenin alanÖnÖn ne olacaøÖ
önemli bir tartÖûma konusudur. Hangi Kur’an hükümleri deøiûebilir? Bu
noktada daha önce bir ayrÖma deøindik. Teklifî hükümler asÖl iken, vaz’î hükümler bunlarÖn uygulanabilirlikleri açÖsÖndan etkili olan deøiûkenlerdir. Bir
baûka ayrÖm, vahye dayanan ve dayanmayan hükümler ûeklinde yapÖlabilir.
Elbette vahye dayanmayan hükümler (yani yorum ve içtihatlar) ilkine kÖyasla
deøiûmeye daha yatkÖndÖrlar.
Kendi alanÖnda önemli bir çalÖûma olan Mehmet Erdoøan’Ön “ùslam Hukukunda AhkâmÖn Deøiûmesi” adlÖ yapÖt, ùslam hukukunda deøiûme sorunsalÖnÖ ele almakta ve bu sahada önemli bilgiler ve yorumlar içermektedir. Bu çalÖûmada da gösterildiøi gibi, hükümler deøiûme konusuyla alakalÖ olarak birçok açÖdan ayrÖmlara ve sÖnÖflandÖrmalara tabi tutulabilirler (1990:93-145). Bu
eserde de dile getirildiøi üzere Kur’an hükümlerinin amaçsal (makâsÖd) ve
araçsal (vesâil) olarak iki bölümde deøerlendirilmesi deøiûme konusuna
önemli bir açÖlÖm getirmektedir. Buna göre deøiûmenin sahasÖnÖ daha çok
araçsal hükümler oluûturmaktadÖr. Amaç ve gaye belirten hükümler soyut,
76 • Eskiyeni 27/Güz 2013
genel ve normatif iken, araçsal hükümler bu gayelerin gerçekleûmesi için
devreye giren vasÖtalardÖr. ùûte bu vasÖtalar sürekli olarak deøiûime açÖktÖr.
Deøiûimin faktörleri sayÖlamayacak kadar çoktur. Genel ahlakÖn bozulmasÖ,
dÖû etkenler, siyasal ve iktisadî etkenler, bilimsel ve teknolojik geliûmeler,
coørafî ve fiziksel faktörler ve örfte meydana gelen deøiûmeler ilk akla gelen
deøiûim dinamikleridir. Fakat günümüzde daha geniû anlamlar içeren modernleûme ve küreselleûme, deøiûmeyi tetikleyen ve ilerleten makro olgulardÖr. Denilebilir ki ùslam hukuku, 12. yüzyÖldan bu yana bir taklit ve duraøanlÖk sürecine girdiøi için çaødaû geliûmeleri karûÖlayamamÖûtÖr. ùûte bu andan
itibaren de ùslam hukuku hakkÖnda, bugün yaygÖn olan bir yargÖ ortaya çÖkmÖûtÖr. Hâlbuki daha 19. yüzyÖlda bir araya gelen ve yeni bir hukuk metni
oluûturan Mecelle yazarlarÖ OsmanlÖ devletinde bu sorunu görmüûler ve bunu Mecelle’de açÖkça, “ZamanÖn deøiûmesiyle hükümlerin de deøiûmesi inkâr
edilemez.” (EzmânÖn tagayyürü ile ahkâmÖn tagayyürü inkâr olunamaz) ûeklinde
formüle etmiûlerdir.
Bu ilkenin gerisinde hükümlerin illetlere dayalÖ olduøu fikri yatmaktadÖr. Bir
hükmün temelini teûkil eden illet deøiûirse, bununla birlikte hüküm de deøiûir. ùlletler, ya bir hükme baølÖ olur ya da konjonktüre (dönemsel ve haricî
ûartlara) baølÖ olur. ùlk kategoriye giren hükümler, Allah ve insan iliûkilerini
düzenleyen hükümlerdir. Bunlar zamanla deøiûmez, ancak uygulama sÖrasÖnda deøiûmeler olabilir. Deøiûmenin sahasÖnÖ, ikinci kategorideki hükümler
oluûturmaktadÖr. Yani insan-insan veya insan-çevre iliûkilerini düzenleyen
hükümler, tarihsel ve sosyal ûartlara baølÖ olarak deøiûebilirler (Bulaç,
1991:292-293).
Son olarak Gurvitch, hukuk sosyolojisinin, farklÖ hukuk sistemlerini karûÖlaûtÖrmalÖ olarak inceleyen bir AyrÖmsal/KarûÖlaûtÖrmalÖ Hukuk Sosyolojisi dalÖnÖ
da içermesi gerektiøini vurgulamÖûtÖr. Bu noktada ùslam hukuku, iki tür çalÖûmanÖn konusu olabilir. Her ne kadar ùslam hukuku diye tekil bir sistemden
bahsediyorsak da gerçekte ùslam hukuku çoøulculuk ve çeûitliliøe müsaade
eden bir yapÖ arz etmektedir. Sözgelimi her asÖrdaki yorum ve içtihatlar bir
olmayacaøÖ gibi, her Müslüman toplumdaki örfler de aynÖ deøildir. Bu bakÖmdan Müslüman toplumlar arasÖnda hukuksal farklÖlÖklarÖn olacaøÖ açÖktÖr.
Bu farklÖlaûmayÖ incelemek, bir anlamda Müslüman toplumlar arasÖnda mukayeseli araûtÖrma anlamÖnda bir çalÖûma olacaktÖr. ùkinci olarak da baûka
türden toplum ve hukuksal sistemlerle ùslam hukuku arasÖnda yapÖlacak çalÖûmalar karûÖlaûtÖrmalÖ hukuk sosyolojisinin bir baûka alanÖ olacaktÖr. Bu noktadaki karûÖlaûtÖrmalar, ùslam hukukuna yönelik sosyolojik çalÖûmalarÖ daha
net ve anlamlÖ bir hale getirecektir.
Kadir Canatan/Kur’an Hükümlerinin Sosyolojisi • 77
Netice olarak temel sorumuzla baølantÖlÖ olarak ulaûtÖøÖmÖz sonuçlarÖ ûöylece
özetleyebiliriz: YaptÖøÖmÖz analizlerden Kur’an hükümleri ya da bunun hukuksal bir formu olan fÖkhÖn, sosyal hayatla oldukça iliûkili olduøu ve sosyal
gerçekliøi ciddi anlamda hesaba kattÖøÖ anlaûÖlmaktadÖr. Hatta zaman zaman
Kur’an hükümlerinin toplumsal gerçekliøe duyarlÖlÖk konusunda teslimiyetçi
bir tutuma sahip olduøu eleûtirisi bile yapÖlabilmektedir. Sözgelimi kölelik ve
çokkarÖlÖlÖk gibi konularda Kur’an’Ön fazla uzlaûmacÖ olduøu ve bu olgularÖ
onayladÖøÖ iddia edilmiûtir. Bu iddialarÖ, ne yazÖk ki taklit döneminin fÖkha getirmiû olduøu statik yaklaûÖm da pekiûtirmiûtir. Oysa Kur’an’Ön reel olgulara
getirdiøi anlÖk ya da konjonktürel çözümlerle, toplumu deøiûtirmeye yönelik
yapÖsal gayeleri ve amaçlarÖ arasÖnda bir ayrÖm yapÖlmalÖdÖr. Reel çözümler
mevcut durumu Öslah etmeye, yapÖsal gayeler ve idealler ise mevcut durumu
kökten deøiûtirmeye yöneliktirler. Düzenlenen reel durum ile gerçekleûtirilmesi gereken durum arasÖnda aûamalÖ bir deøiûim stratejisi (tedricilik ilkesi),
Kur’an’Ön Rabbânî eøitim yöntemidir. Hukuk da bu eøitimin bir parçasÖ olarak algÖlanmalÖdÖr.
Hukuk sosyolojisi açÖsÖndan Kur’an hükümlerinin ve fÖkhÖn araûtÖrÖlmasÖ, duraøan hale getirilmiû olan ùslam hukukunun yeniden güncelleûtirilmesine ve
dinamik hale getirilmesine yardÖmcÖ olacaktÖr. Hukuk ile toplum, idealler ile
reel çözümler arasÖndaki etkileûimin göz ardÖ edilmediøi bir yaklaûÖm olarak
hukuk sosyolojisi, hem fÖkhÖn dinamik bir sistem olarak anlaûÖlmasÖnÖ saølayacak hem de fÖkhÖn yenilenmesine katkÖda bulunacaktÖr. Bu noktada
Karadavî’nin önerdiøi, “ûeriat fÖkhÖ” ile “gerçeklik fÖkhÖ” ayrÖmÖna dayalÖ
“dengeler fÖkhÖ” ile “öncelikler fÖkhÖ” arasÖndaki ayrÖm önemli bir yaklaûÖm
olarak görülmeli ve geliûtirilmelidir.
Kaynakça
Bulaç, Ali (1991), “Mekasidu’û-úeria BaølamÖnda KadÖnÖn úahitliøi Konusu” ùslami AraûtÖrmalar,
5:4. ss. 292-309.
Can, Cahit (2002), Hukuk Sosyolojisinin Antropolojik Temelleri ve Genel Geliûim Çizgisi, Seçkin
YayÖncÖlÖk, Ankara.
Canatan, Kadir (2005), Kur’an’da Hz. Peygambere Sorulan 13 Soru, Beyan YayÖnlarÖ, ùstanbul.
Ebu Zehra, Muhammed (1978), Mezhepler Tarihi, Hisar YayÖnevi, ùstanbul.
Ebu Zehra, Muhammed (1986), ùslam Hukuku Metodolojisi, Fecr YayÖnlarÖ, Ankara.
ElmalÖlÖ, Hamdi YazÖr (2006), Hak Dini Kur’an Dili, C. 2, Çelik-úura, ùstanbul.
Erdoøan, Mehmet (1990), ùslam Hukukunda AhkâmÖn Deøiûmesi, Marmara Üniversitesi ùlahiyat
Fakültesi VakfÖ YayÖnlarÖ, ùstanbul.
Gurvitch, Georges (1949), Hukuk Sosyolojisinin Konusu ve Problemleri, Çeviren: Hamide
Topçuoølu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 6:2. ss.222-245.
Gürkan, Ülker (1999), Hukuk Sosyolojisine Giriû, Siyasal Kitabevi, Ankara.
78 • Eskiyeni 27/Güz 2013
Hasan, Ahmet (1999), ùlk Dönem ùslam Hukuk Biliminin Geliûimi, Raøbet YayÖnlarÖ, ùstanbul.
Karadavi, Yusuf (2000), Priorities of the Islamic Movement in the Coming Phase, Awakening
Publications, London.
Keskioølu, Osman (1984), FÖkÖh Tarihi ve ùslam Hukuku, DùB YayÖnlarÖ, Ankara.
KitabÖ Mukaddes (1997), Eski ve Yeni Ahit, KitabÖ Mukaddes úirketi, ùstanbul.
Schuyt, C.J.M. (1978), Sociologie van het Recht, Sociologische Encyclopedie, L. Rademaker, Het
Spectrum, Utrecht/Antwerpen.
Slot, Robert (1997), Uw God en Mijn God Zijn Een, Een Gesprek tussen Joden, Christenen en
Moslims, PathRhei, Den Haag.
úatibî (1990), el-Muvafakat I-II, ùslami ùlimler Metodolojisi, ùz YayÖncÖlÖk, ùstanbul.
úentürk, Recep (2006), “ùsmet Âdemiyyetledir: ùnsan HaklarÖna FÖkhi BakÖûlar”, Köprü Dergisi,
96. ss. 43-55.
Taha, M. Mahmud (2008), ùslam’Ön ùkinci MesajÖ, Kalkedon, ùstanbul.
Türkkahraman, Mimar (2006), Toplum ve Temel Toplumsal Kurumlar. Kurumlar Sosyolojisine
Giriû, Alp YayÖnevi, Ankara.
Uludaø, Süleyman (2006), ùslam’da Emir ve YasaklarÖn Hikmeti, DùV YayÖnlarÖ, Ankara.
YÖlmaz, Hasan (2008), Kur’an ve MuhtevasÖ, Fecr YayÖnevi, Ankara