Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi https://avesis.aybu.edu.tr/bayraktar Address: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İTBF Felsefe Bölümü Esenboğa Merkez Kampüsü / Ankara
Mustafa Rahmi Balaban'ın (1888-1953) terbiye, felsefe, bilim ve kültür alanında verdiği eserlerle... more Mustafa Rahmi Balaban'ın (1888-1953) terbiye, felsefe, bilim ve kültür alanında verdiği eserlerle zengin bir düşünce birikimi ortaya koymuştur. Buna rağmen Türk düşünce hayatındaki yerinin yeterince aydınlatılmadığı ve anlaşılamadığı söylenebilir. Bu nedenle günümüze bıraktığı düşünce mirasının yeniden okunması, anlaşılması ve yorumlanması gerekmektedir. O, konu çeşitliliği olan zengin yazın hayatıyla hem Osmanlı dönemi düşünce hayatının önemli bir aktörü olmuş hem de Cumhuriyet döneminde fikrî, ahlaki ve dinî kültürün oluşturulmasında emek sarf eden aydın ve düşünürlerimiz arasında seçkin bir yer edinmiştir.
“Çocuklarla felsefe” ve “çocuklar için felsefe” yakın anlamlara gelse de aslında bir nüansı i... more “Çocuklarla felsefe” ve “çocuklar için felsefe” yakın anlamlara gelse de aslında bir nüansı ifade etmek gerekir. “Çocuklarla felsefe”den kastedilen çocukların bizzat yaşayarak yaparak içinde oldukları felsefe eylemidir. Bu felsefe eylemi genel anlamda felsefe etkinliğinin bir parçasıdır. Burada da düşünme, muhakeme etme, anlama, anlamlandırma ve ifade etme süreçleri işlemektedir. Böylece çocuklarla felsefe eylemi en temelde, bir diyalog ve iletişim sürecidir. Bu süreç ortak bir dil ve anlam dünyası oluşturmak ve kavramların tanınması, tanımlanması ile yakından ilişkilidir. Zira bir kavramı tanımlamaya çalışmak asli bir felsefi etkinliktir. Şöyle ki dil, düşünmenin aletidir ve bu süreç, kavramlar arasında ilişki kurarak işler.
Öz
İnsanoğlu dil içinde ve dil ile kendi varoluşunu gerçekleştirir. Yetkin bir dil, yetkin bir dü... more Öz İnsanoğlu dil içinde ve dil ile kendi varoluşunu gerçekleştirir. Yetkin bir dil, yetkin bir düşünce ve varoluş evreni inşa eder. Dilin bozulması, duygu, düşünce ve değer alanlarını da etkiler ve zaafa uğratır. Böyle bakıldığında insanın kaderi dille kurduğu ilişki ile yakından ilgilidir. İnsan bu dünyaya yetkinleşmek için, kendisi olmak için, varlığını varoluşa dönüştürerek kendini gerçekleştirebilmek için gelmiştir. Yetkinleşmek ve kendin olarak varlığa katılmak bir bilinç ve gayretin ürünüdür. İnsan için dilinin sınırlarının, onun dünyasının sınırları olduğu düşünüldüğünde; dilin sınırları genişledikçe, düşünce ve kavrayış dünyasının da değiştiği ve geliştiği fark edilir. Dilin bu özelliği göz önünde bulundurulduğunda; Türkçenin bilim, felsefe, sanat ve medeniyet dili olarak kullanılmasının ve sürekli taze bir bilinç ile yetkinleştirilmesinin ne kadar hayati bir konu olduğu açık ve seçik hâle ge lir. Türkçenin birikim ve müktesebatı, onunla düşünüp üreten öznelerin varlığına ve gayretine bağlıdır. Bu öznelerin yetişebilmeleri ve yetkinleşebilmeleri ise Türkçenin eğitim dili olarak kesintisiz biçimde kullanılmasıyla mümkün dür. Türkçe, millî ve insani varoluşumuzun imkân ve zeminidir. Türkçe ile üretilmiş olan veya Türkçeye aktarılmış olan medeniyet verimleri bu alanlarda özgün eserler yaratmanın imkânı ve ön şartı hükmündedir. İnsanlığın en yüksek ve şerefli medeniyet kurucu etkinlikleri felsefe, bilim ve sanattır. Bunlar boşlukta üretilmez. Mutlaka bir birikim ve geleneğe ihtiyaç vardır. Böyle bir biri kim ve gelenek ise ancak yetkin bir dil ile oluşturulabilir. Dilin en yüksek sevi yeden idrak edildiği ve oluşturulduğu alan felsefedir.
Medeniyet tarihine baktığımızda her medeniyetin bir veya birkaç şahsiyet ile özdeşleştirildiği gö... more Medeniyet tarihine baktığımızda her medeniyetin bir veya birkaç şahsiyet ile özdeşleştirildiği görülür. Türk-İslam Medeniyetinin ilk akla gelen sembol şahsiyetlerinden biri hiç şüphesiz Yûnus Emre'dir. Yûnus Emre'nin gündelik bir dilden türettiği yüksek mana ve hikmet dili dünya var oldukça insanlığa yol göstermeye devam edecektir. O, sade ve gösterişten uzak bir dil ve üslup ile en yüksek hakikatleri ifade etmiştir. Bu yolla insana lâzım olan benlik bilincini inşa etmiştir. Sevgiye dayalı bir insan, toplum ve evren görüşü oluşturmuş ve temsil etmiştir. İnsanın ve varlığın özünün ilahî aşk ve rahmet olarak benimsenmesi yeni bir medeniyet tasavvuru sunmaktadır. Burada ilim, irfan ve aşk da bütünleşmektedir. Böylece Yûnus Emre öğretisinden bir tarz sevgi ve bilgelik medeniyeti tasavvuruna ulaşılmaktadır.
Levent Bayraktar, "Ahmed Yesevi Günümüz Felsefesi İçin Bir referans Olabilir mi?", 2017
ABSTRACT
Can Ahmed Yesevî be a Reference for Current Philosophy?
Thinking of Ahmed Yesevî is th... more ABSTRACT
Can Ahmed Yesevî be a Reference for Current Philosophy?
Thinking of Ahmed Yesevî is the thinking of Islam civilization.
The thinking of Ahmed Yesevî is the thinking of Turkish, Turkish
geography, culture, values and Turkish wisdom. The thinking
of Ahmed Yesevî is the recognizing of building values of
Turkish-Islamic civilization, developing awareness about them
and finding a universal and meaningful response to the requirements
of our age from the point of view of our civilization
circle. The holistic approach that the philosophy and sciences
are lacking today can only be compensated by meeting Ahmed
Yesevî and the thoughts of scholars, sages and wise men who
have gone through his way. In this paper, effort will be made
to analyze what kind of options can be found to understand
our age by thinking of Ahmed Yesevî and conceiving of his
heritage.
Key words: Ahmed Yesevî, philosophy, wisdom, civilization,
global problems
ÖZ
Ahmed Yesevî’yi düşünmek, İslâm medeniyetini düşünmektir.
Ahmed Yesevî’yi düşünmek Türkçe düşünmek ve Türk coğrafyasını,
kültürünü, değerlerini ve irfanını düşünmek demektir.
Ahmed Yesevî’yi düşünmek Türk-İslâm medeniyetinin kurucu
değerlerini fark etmek, bunlar üzerine bilinç geliştirmek ve ça-
ğın icaplarına medeniyet dairemizden anlamlı ve evrensel bir
cevap üretmek demektir. Günümüzde felsefenin ve bilimlerin
kaybetmekte oldukları bütünlük anlayışı ancak Ahmed Yesevî
ve onun açtığı yoldan yürümüş olan âlim, ârif ve hakîmlerin
tefekkürleri ile buluşmak suretiyle tesis edilebilir. Bildirimizde
Ahmed Yesevî’yi ve onun bıraktığı mirası düşünmek ve kavramaya
çalışmak suretiyle çağımızı anlamak ve sorunlarını aşmak
bakımından nasıl imkânlar bulunabileceğini irdelemeye gayret
edeceğiz.
Anahtar kelimeler: Ahmed Yesevî, felsefe, hikmet, medeniyet,
dünya sorunları
Mustafa Rahmi Balaban'ın (1888-1953) terbiye, felsefe, bilim ve kültür alanında verdiği eserlerle... more Mustafa Rahmi Balaban'ın (1888-1953) terbiye, felsefe, bilim ve kültür alanında verdiği eserlerle zengin bir düşünce birikimi ortaya koymuştur. Buna rağmen Türk düşünce hayatındaki yerinin yeterince aydınlatılmadığı ve anlaşılamadığı söylenebilir. Bu nedenle günümüze bıraktığı düşünce mirasının yeniden okunması, anlaşılması ve yorumlanması gerekmektedir. O, konu çeşitliliği olan zengin yazın hayatıyla hem Osmanlı dönemi düşünce hayatının önemli bir aktörü olmuş hem de Cumhuriyet döneminde fikrî, ahlaki ve dinî kültürün oluşturulmasında emek sarf eden aydın ve düşünürlerimiz arasında seçkin bir yer edinmiştir.
“Çocuklarla felsefe” ve “çocuklar için felsefe” yakın anlamlara gelse de aslında bir nüansı i... more “Çocuklarla felsefe” ve “çocuklar için felsefe” yakın anlamlara gelse de aslında bir nüansı ifade etmek gerekir. “Çocuklarla felsefe”den kastedilen çocukların bizzat yaşayarak yaparak içinde oldukları felsefe eylemidir. Bu felsefe eylemi genel anlamda felsefe etkinliğinin bir parçasıdır. Burada da düşünme, muhakeme etme, anlama, anlamlandırma ve ifade etme süreçleri işlemektedir. Böylece çocuklarla felsefe eylemi en temelde, bir diyalog ve iletişim sürecidir. Bu süreç ortak bir dil ve anlam dünyası oluşturmak ve kavramların tanınması, tanımlanması ile yakından ilişkilidir. Zira bir kavramı tanımlamaya çalışmak asli bir felsefi etkinliktir. Şöyle ki dil, düşünmenin aletidir ve bu süreç, kavramlar arasında ilişki kurarak işler.
Öz
İnsanoğlu dil içinde ve dil ile kendi varoluşunu gerçekleştirir. Yetkin bir dil, yetkin bir dü... more Öz İnsanoğlu dil içinde ve dil ile kendi varoluşunu gerçekleştirir. Yetkin bir dil, yetkin bir düşünce ve varoluş evreni inşa eder. Dilin bozulması, duygu, düşünce ve değer alanlarını da etkiler ve zaafa uğratır. Böyle bakıldığında insanın kaderi dille kurduğu ilişki ile yakından ilgilidir. İnsan bu dünyaya yetkinleşmek için, kendisi olmak için, varlığını varoluşa dönüştürerek kendini gerçekleştirebilmek için gelmiştir. Yetkinleşmek ve kendin olarak varlığa katılmak bir bilinç ve gayretin ürünüdür. İnsan için dilinin sınırlarının, onun dünyasının sınırları olduğu düşünüldüğünde; dilin sınırları genişledikçe, düşünce ve kavrayış dünyasının da değiştiği ve geliştiği fark edilir. Dilin bu özelliği göz önünde bulundurulduğunda; Türkçenin bilim, felsefe, sanat ve medeniyet dili olarak kullanılmasının ve sürekli taze bir bilinç ile yetkinleştirilmesinin ne kadar hayati bir konu olduğu açık ve seçik hâle ge lir. Türkçenin birikim ve müktesebatı, onunla düşünüp üreten öznelerin varlığına ve gayretine bağlıdır. Bu öznelerin yetişebilmeleri ve yetkinleşebilmeleri ise Türkçenin eğitim dili olarak kesintisiz biçimde kullanılmasıyla mümkün dür. Türkçe, millî ve insani varoluşumuzun imkân ve zeminidir. Türkçe ile üretilmiş olan veya Türkçeye aktarılmış olan medeniyet verimleri bu alanlarda özgün eserler yaratmanın imkânı ve ön şartı hükmündedir. İnsanlığın en yüksek ve şerefli medeniyet kurucu etkinlikleri felsefe, bilim ve sanattır. Bunlar boşlukta üretilmez. Mutlaka bir birikim ve geleneğe ihtiyaç vardır. Böyle bir biri kim ve gelenek ise ancak yetkin bir dil ile oluşturulabilir. Dilin en yüksek sevi yeden idrak edildiği ve oluşturulduğu alan felsefedir.
Medeniyet tarihine baktığımızda her medeniyetin bir veya birkaç şahsiyet ile özdeşleştirildiği gö... more Medeniyet tarihine baktığımızda her medeniyetin bir veya birkaç şahsiyet ile özdeşleştirildiği görülür. Türk-İslam Medeniyetinin ilk akla gelen sembol şahsiyetlerinden biri hiç şüphesiz Yûnus Emre'dir. Yûnus Emre'nin gündelik bir dilden türettiği yüksek mana ve hikmet dili dünya var oldukça insanlığa yol göstermeye devam edecektir. O, sade ve gösterişten uzak bir dil ve üslup ile en yüksek hakikatleri ifade etmiştir. Bu yolla insana lâzım olan benlik bilincini inşa etmiştir. Sevgiye dayalı bir insan, toplum ve evren görüşü oluşturmuş ve temsil etmiştir. İnsanın ve varlığın özünün ilahî aşk ve rahmet olarak benimsenmesi yeni bir medeniyet tasavvuru sunmaktadır. Burada ilim, irfan ve aşk da bütünleşmektedir. Böylece Yûnus Emre öğretisinden bir tarz sevgi ve bilgelik medeniyeti tasavvuruna ulaşılmaktadır.
Levent Bayraktar, "Ahmed Yesevi Günümüz Felsefesi İçin Bir referans Olabilir mi?", 2017
ABSTRACT
Can Ahmed Yesevî be a Reference for Current Philosophy?
Thinking of Ahmed Yesevî is th... more ABSTRACT
Can Ahmed Yesevî be a Reference for Current Philosophy?
Thinking of Ahmed Yesevî is the thinking of Islam civilization.
The thinking of Ahmed Yesevî is the thinking of Turkish, Turkish
geography, culture, values and Turkish wisdom. The thinking
of Ahmed Yesevî is the recognizing of building values of
Turkish-Islamic civilization, developing awareness about them
and finding a universal and meaningful response to the requirements
of our age from the point of view of our civilization
circle. The holistic approach that the philosophy and sciences
are lacking today can only be compensated by meeting Ahmed
Yesevî and the thoughts of scholars, sages and wise men who
have gone through his way. In this paper, effort will be made
to analyze what kind of options can be found to understand
our age by thinking of Ahmed Yesevî and conceiving of his
heritage.
Key words: Ahmed Yesevî, philosophy, wisdom, civilization,
global problems
ÖZ
Ahmed Yesevî’yi düşünmek, İslâm medeniyetini düşünmektir.
Ahmed Yesevî’yi düşünmek Türkçe düşünmek ve Türk coğrafyasını,
kültürünü, değerlerini ve irfanını düşünmek demektir.
Ahmed Yesevî’yi düşünmek Türk-İslâm medeniyetinin kurucu
değerlerini fark etmek, bunlar üzerine bilinç geliştirmek ve ça-
ğın icaplarına medeniyet dairemizden anlamlı ve evrensel bir
cevap üretmek demektir. Günümüzde felsefenin ve bilimlerin
kaybetmekte oldukları bütünlük anlayışı ancak Ahmed Yesevî
ve onun açtığı yoldan yürümüş olan âlim, ârif ve hakîmlerin
tefekkürleri ile buluşmak suretiyle tesis edilebilir. Bildirimizde
Ahmed Yesevî’yi ve onun bıraktığı mirası düşünmek ve kavramaya
çalışmak suretiyle çağımızı anlamak ve sorunlarını aşmak
bakımından nasıl imkânlar bulunabileceğini irdelemeye gayret
edeceğiz.
Anahtar kelimeler: Ahmed Yesevî, felsefe, hikmet, medeniyet,
dünya sorunları
İnsan nedir, diğer canlılardan hangi özellikleri ile ayrılır ve hayatın bir anlamı var mıdır gibi... more İnsan nedir, diğer canlılardan hangi özellikleri ile ayrılır ve hayatın bir anlamı var mıdır gibi sorular ve meseleler, etik ve metafizik bir ele alışı zorunlu kılar. İnsanoğlu, tabiatın içinde ve onun bir parçası olmakla birlikte sadece bir canlı türü değildir. O, fizik ve biyolojik olgularla açıklanıp tüketilebilecek bir varlık da değildir. Çünkü insan, olgularla çevrili ve kayıtlı olmasına rağmen bunların ötesini de tasavvur ve tahayyül edebilen bir değer varlığıdır. İnsan, anlam arayan, anlam atfeden, anlamlandırma ihtiyacı duyan biricik canlıdır. Bu yüzden bütün eylemleri ya bir değerden kaynaklanır ya da bir değeri gerçekleştirmeye yönelir. Değer adına eylemek, ahlâkî bir varlık olmak demektir. Ahlâk, olgu ile yetinmemek ve olması gerekeni gerçekleştirmektir. Ahlâkî şahsiyet, değer adına tavır alabilmek ve kendi bencilliğimizi aşarak, aşkınlaşmak yolunda teşekkül etmektedir. Bu bağlamda bu çalışmada, insanın değer bilinci geliştirmek suretiyle, ahlâkî bir şahsiyet olarak aşkın...
TURAN-SAM: TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi , 2020
ÖZ
Bir 20. Yüzyıl akımı olan Varoluşçuluk, insanı herhangi bir varlık olmaktan çıkarıp, birey ola... more ÖZ Bir 20. Yüzyıl akımı olan Varoluşçuluk, insanı herhangi bir varlık olmaktan çıkarıp, birey olarak kabul eder. Her bireye seçimde bulunma hakkı tanır. Bu seçim ile düşünürler bazı temel düşünceler ortaya koymuştur. Bu çalışmada dönemin en çok ses getiren filozoflarından olan Jean Paul Sartre (1905-1980) ve Albert Camus’un (1913-1960) ben ve başkası bağlamındaki görüşleri, eserlerinden hareketle irdelenecektir. Makalenin temel problemi ben ve başkası sorunudur. Camus ve Sartre, özneyi kendi yalnızlığına hapsederek yabancılaştırmıştır. Ancak insanın salt çıkar peşinde koşan egoist bir varlık olmaktan çok daha ötesi olduğu ve öteki ile tamamlanıp anlamını bulduğu unutulmamalıdır. Varoluşçuluk, 20. Yüzyılın bir akımı gibi görünse de kökleri Sokrates’e (M.Ö. 469-399) kadar giden ve oradan Augustinus (M.S. 354-430), Pascal (1623-1662), Kierkegaard (1815-1855) ve Edmund Husserl (1859-1938) gibi filozoflarda karşılaştığımız bazı temalar dolayısıyla felsefe tarihinde bir arka planı vardır. Ben ve başkası sorunu önemli bir etik tartışma alanını oluşturur. Her iki filozofun, hayatın anlamına ilişkin perspektifleri birer inceleme konusudur. Hayatın anlamına verdikleri cevabın temelinde, hayatın saçma oluşu mevcuttur. Saçma; Camus ve Sartre için farklı manaya gelmektedir. Saçmanın içinde yer alan ben ve başkası, insanı anlamaya çalışmanın diğer ifadesidir. Sartre, bakış fiili nedeniyle başkası sorununu ele alırken; Camus, başkaldırma ile ulaşılan dayanışma problemini irdelemektedir. Anahtar Kelimeler: Varoluşçuluk, Sartre, Camus, Ben-Başkası, Yalnızlık, Dayanışma.
CUMHURİYET DÖNEMİ MİLLÎ DÜŞÜNCE SİSTEMATİĞİNDE EROL GÜNGÖR, 2018
Erol Güngör, Türkiye’de ihtiyaç duyulan ve özlemi çekilen bir aydın, akademisyen, düşünür ve kana... more Erol Güngör, Türkiye’de ihtiyaç duyulan ve özlemi çekilen bir aydın, akademisyen, düşünür ve kanaat önderi vasıflarına sahip, milli bir şahsiyet portresi çizmektedir.
Fuat Sezgin’in ebediyete uğurlanmasının ardından,
entelektüel, kültürel ve akademik hayattaki yer... more Fuat Sezgin’in ebediyete uğurlanmasının ardından, entelektüel, kültürel ve akademik hayattaki yerinin anlaşılması ve belirlenmesi gerekmektedir. Bunu yapmak veya en azından buna gayret etmek pek çok açıdan yararlı olacaktır. Zira böylelikle Türklerin ve Müslümanların dünya kültür ve medeniyetine katkılarının neler olduğu sorusu gündeme gelecek ve cevaplandırılabilecektir.
Cumhuriyetimizin 100. Yılında 100 felsefecimiz, 2023
Ziya Somar, Cumhuriyet tarihinde, ülkemizde doktorasını tamamlayan ilk Türk felsefecisidir. Ayrıc... more Ziya Somar, Cumhuriyet tarihinde, ülkemizde doktorasını tamamlayan ilk Türk felsefecisidir. Ayrıca o, Anarşizm kavramını felsefi alanda ilk defa yorumlayan düşünürümüzdür. Cumhuriyet ve sonrası döneme tanıklık etmiş olan Somar, felsefi ve düşünsel alandaki sorun ve karışıklıkların kaynaklarını araştırarak çözüm üretmeye çalışmıştır.
Cumhuriyetin Düşünürleri adı verilen bu çalışmada, felsefileşmiş bir medeniyet oluşturma yolunda ... more Cumhuriyetin Düşünürleri adı verilen bu çalışmada, felsefileşmiş bir medeniyet oluşturma yolunda hayatları boyunca yılmadan çalışmış olan ve arkalarında çok değerli bir birikim bırakan düşünürlerimizden bir seçki yapılmıştır. Kültür ve düşünce hayatımızın sürekliliğini kavramak ve tesis etmek; millî ve insanî varoluşumuzun zemini ve teminatı hükmündedir. Eserde ele alınan düşünürlerin ortak noktaları; bir yandan kendimiz olmak ve kendimizi bilmek, bir yandan da bütün bir insanlık ve medeniyet birikimiyle bütünleşebilmektir. Bu ise, yüksek bir millî kültürle, evrensel kültüre katılmak ve katkı sunmayı ideal edinmekle mümkündür. Felsefi bilinç, var olmak için bir zemine, birikime ve ortama ihtiyaç duyar, bunu bulduğu ölçüde o kültürün eleştirel, yapıcı ve yaratıcı bilinci olur. Gökalp’ten Öner’e kadar ele alınan düşünürlerimiz, millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma ülküsü doğrultusunda eser vermişlerdir. Kendi özel ihtisas alanlarından damıttıkları doğrularla kültürümüze katkı sunmuş ve hizmet etmişlerdir. Türkçenin bilim, felsefe ve sanat alanlarında yücelmesi, diğer bir deyişle, çağdaş bir medeniyet dili olması uğrunda gayret sarf etmişlerdir. Onları tanımak ve anlamaya çalışmak, açtıkları yolda yürümek için, cesaret ve azim verecektir.
Türk Düşüncesinden Portreler, yazarın değişik vesilelerle kaleme aldığı araştırma ve bildirilerde... more Türk Düşüncesinden Portreler, yazarın değişik vesilelerle kaleme aldığı araştırma ve bildirilerden oluşmaktadır. Burada Türkiye'de Felsefe ve Sosyal Bilimlerin kurumsallaşmasına hizmet eden kimi düşünürlerimiz bir araya getirilmiştir. Mehmet Akif'ten Nurettin Topçu'ya uzanan seçilmiş portreler aracılığıyla Edebiyat, Psikoloji, Pedagoji, Felsefe ve Sosyoloji alanlarındaki iletişim ve etkileşime de dikkat çekilmektedir. Seçilen düşünürler üzerinden, çalışma bu haliyle hem Türk Düşünce Tarihi alanında hem de Felsefe ve Sosyal Bilimlerin karşılıklı etkileşimleri bağlamında kurumsallaşma çabalarına tanıklık etmektedir.
Bergson, Nobel Edebiyat Ödülü’ne lâyık görülmüş filozoflardan biridir. Yaşadığı çağda dersleri ve... more Bergson, Nobel Edebiyat Ödülü’ne lâyık görülmüş filozoflardan biridir. Yaşadığı çağda dersleri ve konferansları büyük bir hayran kitlesi tarafından merakla takip edilmiştir. Bunda, geniş bir kültüre ve kuvvetli bir hitabete sahip olmasının payı büyüktür. Bilimlere müracaat eden fakat bilimci ve pozitivist olmayan Bergson, düşünceyi fenomenlerle sınırlandırmadan, insan zihninin merak ettiği ve sorguladığı en yüksek meselelere kadar yönelir. Eserlerinde; sağlam bir muhakeme, tahlil ve tenkit neticesinde verili olanı aşan bir teklif sunar. Matematik, fizik, biyoloji, psikoloji, sosyoloji ve hatta teoloji alanları üzerine oturttuğu felsefesi; bilimlerle bütünleşebilen bir metafiziğin mümkün ve meşru olabileceğinin örneği gibidir. Bu bakımdan Bergson’u okumak ve incelemek felsefeyi, felsefenin sınırlarını genişleten bir filozoftan öğrenmek anlamına da gelir. Bu kitapta, ruh ile beden ilişkisinden hareketle Bergson felsefesinin, felsefe tarihindeki yeri ve konumu irdelenmektedir. Böylece eser bir yandan Bergson metafiziğiyle, bir yandan ruh-beden ilişkisiyle ve diğer yandan da pek çok felsefi ekolle karşılaşma imkânı sunmaktadır. Bu bağlamda materyalizm, pozitivizm, natüralizm, entelektüalizm, kritisizm, paralelizm, finalizm, mekanizm, evolüsyonizm gibi akımlar gündeme gelmekte ve incelenmektedir.
Tasavvuf kültürü, medeniyetimizin mayası hükmündedir. Bu maya hem insanı hem toplumu hem de coğra... more Tasavvuf kültürü, medeniyetimizin mayası hükmündedir. Bu maya hem insanı hem toplumu hem de coğrafyayı şekillendirerek, yaşanabilir bir medeniyet kurar. Bu bir sevgi ve rahmet medeniyetidir. Tasavvufî irfan ocakları; bulundukları coğrafyaları, insanın yaratılmasından maksudu tahakkuk ettirecek şekilde böyle bir medeniyete dönüştürürler. Elinizdeki bu eser, Bakü'den Balkanlara Halvetîliğin ve genel anlamda tasavvufun izini sürerek, onun medeniyet kurucu rolünü bir parça olsun gözler önüne sermek idealinin ve iradesinin bir yansımasıdır.
Elinizdeki kitap, Mustafa Şekip Tunç'un 1921'de Henri Bergson'dan adapte etmek suretiyle tercüme ... more Elinizdeki kitap, Mustafa Şekip Tunç'un 1921'de Henri Bergson'dan adapte etmek suretiyle tercüme ettiği Gülmek Nedir? Kime Gülüyoruz? adlı eseri merkeze alarak, bir dönem tahlili niteliğinde hazırlanmıştır. Eserin Latinize edilmiş hâli de bu çalışma ile yaklaşık yüz yıl aradan sonra ilk defa okuyucu ile buluşmaktadır. Mustafa Şekip'in konuyla ilgili olarak yazmış olduğu makaleler dizisinin de yer aldığı bu çalışmada; Mehmet Emin Erişirgil ve Abdülhak Şinasi Hisar'ın eser tanıtımları da bulunmaktadır. Ayrıca; Bergson felsefesini, Bergson'un felsefe tarihindeki yerini, Türk düşüncesine etkisini, Türkiye'deki Bergsoncu denebilecek düşünürleri ve genel hatlarıyla Cumhuriyet Dönemi Türk düşüncesini, Gülme adlı eserin Bergson felsefesi içindeki yerini irdeleyen bir mülakat ile Mustafa Şekip Tunç'un düşüncesini tanıtan bir bölüm de yer almaktadır. *** Filozof ve ruhiyatçılar arasında gülme vadisinde bilhassa komik şeylerden gelen gülme meselesini aydınlatmak alanında Bergson'un aldığı vaziyet, onun orijinal olan dünya görüşünden bir parça, bu görüşle hemahenk olan bir nazariyedir. Mustafa Şekip Tunç *** Hande ve komikliğin bu güzel izah ve tefsiri, doğrudan doğruya mihanikiyette, cümle-i hayatiyenin, hayatın ve zekânın tersini ve aksini gören Bergson felsefesinin tatbikatından neşet ediyor ve bu nazariyenin psikolojik ve edebî neticelerinin harikulade müsmir olduğunda şüphe yoktur. Abdülhak Şinasi Hisar *** Böyle kıymetli bir esere elbette muhtaç idik. Şekip Beyefendi'nin meşkûr mesaisi bu ihtiyacımızı tatmin ediyor. Muharrir,Bergson'un eserini sadece telhis etmekle iktifa eylemiyor; “gülme” hakkında muhtelif fikirleri de nakletmek suretiyle bir “medhal” vücuda getiriyor. Eser, kim güler, kim gülünç olur, ne şartlarla gülebiliyoruz bu cihetleri tetkik eyliyor. Bu bahislerde yalnız gülmenin değil, umumiyetle ihtisaslarımızın mühim kanunlarına da temas ediyor. En nihayet Bergson'un sanat hakkındaki nazariyesine muttali oluyoruz. Mehmet Emin Erişirgil
Felsefe ve Tasavvuf, daha önce değişik vesilelerle kaleme alınmış olan makale, bildiri ve mülakat... more Felsefe ve Tasavvuf, daha önce değişik vesilelerle kaleme alınmış olan makale, bildiri ve mülakatlardan oluşmaktadır. Metinlerin ortak özellikleri; kültür ve medeniyetimizin temel kurumlarından olan tasavvuf ve onun ekseninde oluşan değerlerin irdelenmesidir. Hemen bütün bölümlerde, felsefe ile tasavvufî kavram ve temalara bakmanın her iki alan için de ufuk açıcı ve zenginleştirici bir sonuç doğuracağı görülmektedir. Elinizdeki bu kitapta, Mevlânâ, Yunus Emre gibi mutasavvıflar; Camus, Bergson gibi filozoflarla birlikte değerlendirilmiştir. Böyle bir karşılaştırmalı ele alışın yanı sıra; tasavvufun güncel sorunlara verebileceği cevapların bugün için bir kaynak ve ufuk olarak değerlen-dirilmesi gibi özgün denemeler bulun-maktadır. Mutasavvıfların eski değil, eskimeyen bir dünya görüşüne sahip oldukları, tasavvufî tefekkürün dünya sorunlarına her dem taze bir cevap olduğu tezi okuyucunun dikkatine sunulmaktadır.
Medeniyet tasavvuru ifadelerinin sıklıkla kullanıldığı günümüzde, bu terimin asıl muhtevasının ve... more Medeniyet tasavvuru ifadelerinin sıklıkla kullanıldığı günümüzde, bu terimin asıl muhtevasının ve anlamının tahakkuk etmesi için medeniyetin felsefî bir birlik ve ahenk üzerine kaim olduğunu ve olabileceğini idrak etmek zorunludur. Medeniyet ve Felsefe, bu iki alanın karşılıklı ilişkilerini ve birbirlerine neler borçlu olduklarını gündeme getiren bir çalışmadır. Bu alanları incelemeye ve irdelemeye bir davet olarak görünmektedir. Medeniyetimizin felsefî şuuruna varılabilmesi ve felsefî kritiğinin yapılabilmesi için yürünecek yolda bir işaret taşı olarak okunabilecek bu kitapta bir araya getirilmiş bulunan çalışmalar daha önce makale, bildiri ve konferans olarak sınırlı bir muhataba ulaşmışlardı. Şimdi Türk Düşüncesinin temel gündem maddelerinden biri olan bu konu daha geniş bir okuyucu kitlesinin ilgisine sunulmaktadır. Dileriz bu eser; felsefesiz bir medeniyet tasavvurunun nâkıs olacağını kavramak için bir vesile olsun.
Felsefe en genel ifadesiyle; bir kültürün bilinci olarak betimlenir. Cumhuriyet Döneminde Türkiye... more Felsefe en genel ifadesiyle; bir kültürün bilinci olarak betimlenir. Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Felsefe adlı bu eser, okuyucusunu Türkiye'de felsefenin kuruluşuna tanıklık etmeye ve bunun üzerine bir bilinç geliştirmeye davet ediyor. Eserde, felsefenin ilişkili olduğu disiplinler, düşünce mahfilleri, dergiler, kurumlar ve örnek düşünürler inceleniyor. Felsefenin Türkiye'de kurumsallaşması; çeşitli tema ve problemlerinin ön plana alınarak algılanmasıyla ve farklı felsefi ekoller üzerinden oluşmuştur. Bu eserden hareketle, Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin zengin ve çok sesli felsefi yaklaşımlarının izleri sürülebilmektedir. Bu çalışma, felsefenin Türkiye'deki seyri üzerinden; Cumhuriyeti, çağımızı, entelektüel maceramızı, eğitim tarihimizi, ülkemizde felsefe ve sosyal bilimlerin dinamiklerini anlamak için ufuk açıcı bir imkân sunuyor.
Önsöz Her çalışmanın bir öyküsü vardır. Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Felsefe adlı bu çalışmanın da yirmi yılı aşkın bir geçmişi var. Cumhuriyet Dönemi Türk Düşüncesi’ne yönelişimiz Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Prof. Dr. Kenan Gürsoy ve Prof. Dr. Mübahat Türker-Küyel’in dersleri, telkinleri ve teşvikleri ile başlamıştır. Akademik hayata asistanı olarak intisap ettiğim hocam Prof. Dr. Kenan Gürsoy, hayatım boyunca zevkle çalışacağım Cumhuriyet döneminin temel dinamiklerinden biri olan Türkiye’de Bergson algısı ve Bergsonculuk temasını tez konusu olarak verdiklerinde, başlangıçta sadece bir “tez konusu” aldığımı sanıyordum. Şüphesiz bu bir konu idi fakat içine girdikçe keşfedilmesi ve deyim yerindeyse fethedilmesi gereken bir “kızıl elma”ya dönüştü. Bu kitapta adları geçen ya da geçmeyen pek çok felsefeci veya düşünürümüzle tez çalışmalarımız için yaptığımız literatür taramalarında karşılaştık. Zamanla biriken malzeme; spesifik bir örnek, tema ve problematikten ziyade bir dönem tahlili yapmaya neredeyse bizi icbar etti. Bu çalışmayı oluşturan bölümlerin ve alt başlıkların kaleme alınmalarının ayrı ayrı sebepleri ve vesilelerinden de bahsetmeyi hem bir ödev, hem de bir vefa borcu sayıyorum. Yukarıda isimlerini andığım hocalarım Prof. Dr. Kenan Gürsoy ve Prof. Dr. Mübahat Türker-Küyel bu alanı seçmemin ve hatta severek bağlanmamın asıl sebepleridir. Rahmetle andığım Dr. Müjgan Cunbur, incelenen metinlerin güçlüklerini nasıl aşacağımı öğreten ve dahası bunu zevke dönüştüren, zihnime ve gönlüme model olarak işleyen kahramanlarımdandır. Bu naçiz çalışmamı kendisine ithaf ettiğim Prof. Dr. Necati Öner ise Türkiye’de felsefe algısını değiştiren; birleştirici, bütünleştirici şahsiyeti ile camiayı toparlayan, kurumsallaştıran, sürekli insan yetiştiren, hocaların hocası olarak anılan gerçek bir kahramandır. Burada anmayı bir borç bildiğim bir başka hocam, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde aynı odayı paylaşma bahtiyarlığına eriştiğim; dualarla, rahmetle ve hayırla andığım Prof. Dr. Ahmet Cevizci ise editörlüğünü ve başyazarlığını yaptığı Felsefe Ansiklopedisi’nde Cumhuriyet Dönemi Türk Düşüncesi maddesini uhdeme tevdi ederek o gün için hem çok büyük bir sorumluluk vermişler hem de büyük bir lütufta bulunmuşlardı. Zira o maddeyi kaleme almak için neredeyse müstakil bir tez tasavvuru gibi meseleyi ele almak gereği hissetmiştim. Bir kültürde yerleşik bir düşünce geleneğinin oluşması için şüphesiz fikir alışverişine ve açık bir ortama ve zihniyet dünyasına ihtiyaç vardır. Sözün bu noktasında Türk Felsefe Derneği’ni ve onun düzenli ve istikrarlı faaliyetini de anmak isterim. Dernek, yürüttüğü seminer ve sempozyumlarla hem felsefecilerimizi bir araya getirmekte hem de felsefe ile kültürümüzü ve insanımızı buluşturmaktadır. Düzenlenen, panel, seminer ve sempozyumlar ve aralıksız çıkartılan Felsefe Dünyası dergisi hatırı sayılır bir birikim vücuda getirmiştir. Çalışmamızda yeri geldikçe Çağdaş Türk Düşüncesi’nin kurucu atalarından olan Hilmi Ziya Ülken’in Türk Felsefe Cemiyeti ile Türk Felsefe Derneği arasındaki bağlantı ve süreklilik ilişkisine de dikkat çekilmiştir. Fikri olanın dergisi vardır. Cemil Meriç’in ifadesiyle “dergiler hür tefekkürün kalesidir.” Türk düşüncesi araştırılırken zorunlu olarak müracaat edilmesi gereken kaynakların başında dergiler gelir. Zira onlar doğrudan doğruya, düşüncenin hem ürünü hem de en somut örneğidirler. Bu yüzden bir parça da olsa Cumhuriyet Dönemi Türk Düşüncesi’ne tanıklık eden Türk Yurdu, Dergâh, Hayat, Kadro, Hareket gibi dergilere atıflar yaparak, çeşitli düşünce eğilimlerini ve tercihlerini hatırlatmaya çalıştık. Çalışmamız, belirli örnekler ve temalar üzerinden Cumhuriyet döneminin felsefe ve düşünce hayatına mütevazı bir bakış denemesidir. Şüphesiz tüketici olmak iddiasıyla değil, yeni eserleri ve araştırmaları davet etmek maksadıyla kaleme alınmıştır. Günümüzü anlamak ve gelenekli bir Türk düşüncesi oluşturabilmek için geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bağlantı ve sürekliliğin kurulmasında, emeğimiz ve çalışmamız bir yankı bulabilirse bizim için en büyük bahtiyarlık olacaktır. Her çalışma bir parça uzlet demektir. Ailemizden ve sevdiklerimizden kıstığımız zamanlara gösterdikleri sabır ve anlayış için sonsuz teşekkürler. Bir teşekkür de; Sokratik diyaloglarımızın muhatabı olan sevgili öğrencilerim ve Aktif Düşünce Yayınları’nın özverili ve titiz çalışanları için.
Rabia Dirican: Çocuklar için felsefe başlığı altında sohbet teklifimizi kabul ettiğiniz için teşe... more Rabia Dirican: Çocuklar için felsefe başlığı altında sohbet teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Çocuklar için felsefe, yurt dışında yaklaşık 40 yıldır gündemde olan bir konu olmasına rağmen Türkiye'de, maalesef fazla dikkat çeken bir alan değil. Felsefe ve paralelinde gelen eleştirel düşünme, analitik sorgulama gibi beceriler aslında toplumumuzun ve çocuklarımızın oldukça ihtiyaç duyduğu bir eğitim sahası. Bu nedenle böyle bir konuyu gündeme getirmek istedik. Sizce felsefe ve özellikle de çocuklar için felsefe hakkında yeteri kadar bilgi ve bilinç sahibi miyiz? Levent Bayraktar: Ben de bu konuyu ele aldığınız için teşekkür ederim. Zira çocuklar için felsefe eylemini konuşabilmek için öncelikle " felsefe eylemi ne demektir? " , " bir kültürde felsefenin yeri ve işlevi nedir? " , " felsefenin kültürün bilinci olması ne demektir? " gibi soruları da tartışmaya açmak gerekir. Her şeyden önce felsefenin medeniyet kurucu bir değer ve etkinlik olduğunu söyleyerek başlayabiliriz. Çünkü medeniyet, tesadüfen kurulmuş veya kurulabilecek bir insanlık başarısı değildir. Medeniyet, sahih bilgi ve değer üzerine kurulabilir. Sahih bilgi, doğru ve güvenilir bilgi demektir. Öyleyse insan eylemlerinin temelinde bilgi ve değer bulunduğunun bilincinin kazanılması gerekmektedir. Hatta insan, sadece bilen bir varlık değil aynı zamanda eyleyen, gayeleri olan, değer atfeden, kendini gerçekleştirmek isteyen bir varlıktır. Bütün bu hususiyetler, insanın ister istemez felsefe ile karşılaşmasını ve buluşmasını zorunlu kılmaktadır. İnsan dışındaki diğer canlılar, türsel belirlenimleri dâhilinde bir hayat sürmekte ve bunun dışına çıkmamaktadırlar. Fakat insan, doğuştan pek çok genetik özellik getirmiş olmakla birlikte, nasıl bir varoluş sahibi olacağı tahmin edilememektedir. Zira diğer canlılar yaşamakta, insan ise
Mehmed Âkif, 100 Yıl Sonra Berlinde Mehmed Âkif, Nach 100 Jahren in Berlin , 2014
Nurettin Topçu kendi felsefi terkibini ve sistemini kurarken felsefe tarihinden oldukça yararlanm... more Nurettin Topçu kendi felsefi terkibini ve sistemini kurarken felsefe tarihinden oldukça yararlanmıştır. Sokrates ve Platon’un idealizmi başta olmak üzere Descartes, Spinoza, Pascal, Kant, Rousseau, Schopenhauer, Bergson ve Blondel’e varana kadar neredeyse bütün bir felsefe tarihini gözden geçirmiştir. Blondel’in aksiyon felsefesini kendisine felsefi rehber olarak seçerken Bergson’un mistisizme açılan ahlak felsefesi ve spiritüalist tutumundan da etkilenmiştir. Ayrıca Bergson’un “Yaratıcı Tekâmül”de izlediği metot da onu ilgilendirmiştir. Orada Bergson, kendisinden önce evrim konusunu incelemiş olanların görüşlerini mantık ve ilim süzgecinden geçirerek tahlil ve tenkit etmek suretiyle yeni bir tavır ve paradigma teklif etmiştir. Nurettin Topçu da “İsyan Ahlâkı” isimli doktora tezinde, isyan kavramının felsefe tarihindeki belli başlı temsilcilerinin görüşlerini incelemek ve irdelemek suretiyle kendi özgün isyan ahlâkı kuramını ortaya koymuştur.
Uploads
İnsanoğlu dil içinde ve dil ile kendi varoluşunu gerçekleştirir. Yetkin bir dil, yetkin bir düşünce ve varoluş evreni inşa eder. Dilin bozulması, duygu, düşünce ve değer alanlarını da etkiler ve zaafa uğratır. Böyle bakıldığında insanın kaderi dille kurduğu ilişki ile yakından ilgilidir. İnsan bu dünyaya yetkinleşmek için, kendisi olmak için, varlığını varoluşa dönüştürerek kendini gerçekleştirebilmek için gelmiştir. Yetkinleşmek ve kendin olarak varlığa katılmak bir bilinç ve gayretin ürünüdür. İnsan için dilinin sınırlarının, onun dünyasının sınırları olduğu düşünüldüğünde; dilin sınırları genişledikçe, düşünce ve kavrayış dünyasının da değiştiği ve geliştiği fark edilir. Dilin bu özelliği göz önünde bulundurulduğunda; Türkçenin bilim, felsefe, sanat ve medeniyet dili olarak kullanılmasının ve sürekli taze bir bilinç ile yetkinleştirilmesinin ne kadar hayati bir konu olduğu açık ve seçik hâle ge lir. Türkçenin birikim ve müktesebatı, onunla düşünüp üreten öznelerin varlığına ve gayretine bağlıdır. Bu öznelerin yetişebilmeleri ve yetkinleşebilmeleri ise Türkçenin eğitim dili olarak kesintisiz biçimde kullanılmasıyla mümkün dür. Türkçe, millî ve insani varoluşumuzun imkân ve zeminidir. Türkçe ile üretilmiş olan veya Türkçeye aktarılmış olan medeniyet verimleri bu alanlarda özgün eserler yaratmanın imkânı ve ön şartı hükmündedir. İnsanlığın en yüksek ve şerefli medeniyet kurucu etkinlikleri felsefe, bilim ve sanattır. Bunlar boşlukta üretilmez. Mutlaka bir birikim ve geleneğe ihtiyaç vardır. Böyle bir biri kim ve gelenek ise ancak yetkin bir dil ile oluşturulabilir. Dilin en yüksek sevi yeden idrak edildiği ve oluşturulduğu alan felsefedir.
Can Ahmed Yesevî be a Reference for Current Philosophy?
Thinking of Ahmed Yesevî is the thinking of Islam civilization.
The thinking of Ahmed Yesevî is the thinking of Turkish, Turkish
geography, culture, values and Turkish wisdom. The thinking
of Ahmed Yesevî is the recognizing of building values of
Turkish-Islamic civilization, developing awareness about them
and finding a universal and meaningful response to the requirements
of our age from the point of view of our civilization
circle. The holistic approach that the philosophy and sciences
are lacking today can only be compensated by meeting Ahmed
Yesevî and the thoughts of scholars, sages and wise men who
have gone through his way. In this paper, effort will be made
to analyze what kind of options can be found to understand
our age by thinking of Ahmed Yesevî and conceiving of his
heritage.
Key words: Ahmed Yesevî, philosophy, wisdom, civilization,
global problems
ÖZ
Ahmed Yesevî’yi düşünmek, İslâm medeniyetini düşünmektir.
Ahmed Yesevî’yi düşünmek Türkçe düşünmek ve Türk coğrafyasını,
kültürünü, değerlerini ve irfanını düşünmek demektir.
Ahmed Yesevî’yi düşünmek Türk-İslâm medeniyetinin kurucu
değerlerini fark etmek, bunlar üzerine bilinç geliştirmek ve ça-
ğın icaplarına medeniyet dairemizden anlamlı ve evrensel bir
cevap üretmek demektir. Günümüzde felsefenin ve bilimlerin
kaybetmekte oldukları bütünlük anlayışı ancak Ahmed Yesevî
ve onun açtığı yoldan yürümüş olan âlim, ârif ve hakîmlerin
tefekkürleri ile buluşmak suretiyle tesis edilebilir. Bildirimizde
Ahmed Yesevî’yi ve onun bıraktığı mirası düşünmek ve kavramaya
çalışmak suretiyle çağımızı anlamak ve sorunlarını aşmak
bakımından nasıl imkânlar bulunabileceğini irdelemeye gayret
edeceğiz.
Anahtar kelimeler: Ahmed Yesevî, felsefe, hikmet, medeniyet,
dünya sorunları
İnsanoğlu dil içinde ve dil ile kendi varoluşunu gerçekleştirir. Yetkin bir dil, yetkin bir düşünce ve varoluş evreni inşa eder. Dilin bozulması, duygu, düşünce ve değer alanlarını da etkiler ve zaafa uğratır. Böyle bakıldığında insanın kaderi dille kurduğu ilişki ile yakından ilgilidir. İnsan bu dünyaya yetkinleşmek için, kendisi olmak için, varlığını varoluşa dönüştürerek kendini gerçekleştirebilmek için gelmiştir. Yetkinleşmek ve kendin olarak varlığa katılmak bir bilinç ve gayretin ürünüdür. İnsan için dilinin sınırlarının, onun dünyasının sınırları olduğu düşünüldüğünde; dilin sınırları genişledikçe, düşünce ve kavrayış dünyasının da değiştiği ve geliştiği fark edilir. Dilin bu özelliği göz önünde bulundurulduğunda; Türkçenin bilim, felsefe, sanat ve medeniyet dili olarak kullanılmasının ve sürekli taze bir bilinç ile yetkinleştirilmesinin ne kadar hayati bir konu olduğu açık ve seçik hâle ge lir. Türkçenin birikim ve müktesebatı, onunla düşünüp üreten öznelerin varlığına ve gayretine bağlıdır. Bu öznelerin yetişebilmeleri ve yetkinleşebilmeleri ise Türkçenin eğitim dili olarak kesintisiz biçimde kullanılmasıyla mümkün dür. Türkçe, millî ve insani varoluşumuzun imkân ve zeminidir. Türkçe ile üretilmiş olan veya Türkçeye aktarılmış olan medeniyet verimleri bu alanlarda özgün eserler yaratmanın imkânı ve ön şartı hükmündedir. İnsanlığın en yüksek ve şerefli medeniyet kurucu etkinlikleri felsefe, bilim ve sanattır. Bunlar boşlukta üretilmez. Mutlaka bir birikim ve geleneğe ihtiyaç vardır. Böyle bir biri kim ve gelenek ise ancak yetkin bir dil ile oluşturulabilir. Dilin en yüksek sevi yeden idrak edildiği ve oluşturulduğu alan felsefedir.
Can Ahmed Yesevî be a Reference for Current Philosophy?
Thinking of Ahmed Yesevî is the thinking of Islam civilization.
The thinking of Ahmed Yesevî is the thinking of Turkish, Turkish
geography, culture, values and Turkish wisdom. The thinking
of Ahmed Yesevî is the recognizing of building values of
Turkish-Islamic civilization, developing awareness about them
and finding a universal and meaningful response to the requirements
of our age from the point of view of our civilization
circle. The holistic approach that the philosophy and sciences
are lacking today can only be compensated by meeting Ahmed
Yesevî and the thoughts of scholars, sages and wise men who
have gone through his way. In this paper, effort will be made
to analyze what kind of options can be found to understand
our age by thinking of Ahmed Yesevî and conceiving of his
heritage.
Key words: Ahmed Yesevî, philosophy, wisdom, civilization,
global problems
ÖZ
Ahmed Yesevî’yi düşünmek, İslâm medeniyetini düşünmektir.
Ahmed Yesevî’yi düşünmek Türkçe düşünmek ve Türk coğrafyasını,
kültürünü, değerlerini ve irfanını düşünmek demektir.
Ahmed Yesevî’yi düşünmek Türk-İslâm medeniyetinin kurucu
değerlerini fark etmek, bunlar üzerine bilinç geliştirmek ve ça-
ğın icaplarına medeniyet dairemizden anlamlı ve evrensel bir
cevap üretmek demektir. Günümüzde felsefenin ve bilimlerin
kaybetmekte oldukları bütünlük anlayışı ancak Ahmed Yesevî
ve onun açtığı yoldan yürümüş olan âlim, ârif ve hakîmlerin
tefekkürleri ile buluşmak suretiyle tesis edilebilir. Bildirimizde
Ahmed Yesevî’yi ve onun bıraktığı mirası düşünmek ve kavramaya
çalışmak suretiyle çağımızı anlamak ve sorunlarını aşmak
bakımından nasıl imkânlar bulunabileceğini irdelemeye gayret
edeceğiz.
Anahtar kelimeler: Ahmed Yesevî, felsefe, hikmet, medeniyet,
dünya sorunları
Bir 20. Yüzyıl akımı olan Varoluşçuluk, insanı herhangi bir varlık olmaktan çıkarıp, birey olarak kabul
eder. Her bireye seçimde bulunma hakkı tanır. Bu seçim ile düşünürler bazı temel düşünceler ortaya
koymuştur. Bu çalışmada dönemin en çok ses getiren filozoflarından olan Jean Paul Sartre (1905-1980) ve
Albert Camus’un (1913-1960) ben ve başkası bağlamındaki görüşleri, eserlerinden hareketle irdelenecektir.
Makalenin temel problemi ben ve başkası sorunudur. Camus ve Sartre, özneyi kendi yalnızlığına hapsederek
yabancılaştırmıştır. Ancak insanın salt çıkar peşinde koşan egoist bir varlık olmaktan çok daha ötesi olduğu
ve öteki ile tamamlanıp anlamını bulduğu unutulmamalıdır.
Varoluşçuluk, 20. Yüzyılın bir akımı gibi görünse de kökleri Sokrates’e (M.Ö. 469-399) kadar giden
ve oradan Augustinus (M.S. 354-430), Pascal (1623-1662), Kierkegaard (1815-1855) ve Edmund Husserl
(1859-1938) gibi filozoflarda karşılaştığımız bazı temalar dolayısıyla felsefe tarihinde bir arka planı vardır.
Ben ve başkası sorunu önemli bir etik tartışma alanını oluşturur. Her iki filozofun, hayatın anlamına ilişkin
perspektifleri birer inceleme konusudur. Hayatın anlamına verdikleri cevabın temelinde, hayatın saçma oluşu
mevcuttur. Saçma; Camus ve Sartre için farklı manaya gelmektedir. Saçmanın içinde yer alan ben ve başkası,
insanı anlamaya çalışmanın diğer ifadesidir. Sartre, bakış fiili nedeniyle başkası sorununu ele alırken; Camus,
başkaldırma ile ulaşılan dayanışma problemini irdelemektedir.
Anahtar Kelimeler: Varoluşçuluk, Sartre, Camus, Ben-Başkası, Yalnızlık, Dayanışma.
entelektüel, kültürel ve akademik hayattaki yerinin
anlaşılması ve belirlenmesi gerekmektedir. Bunu
yapmak veya en azından buna gayret etmek pek
çok açıdan yararlı olacaktır. Zira böylelikle Türklerin
ve Müslümanların dünya kültür ve medeniyetine
katkılarının neler olduğu sorusu gündeme gelecek
ve cevaplandırılabilecektir.
Bu kitapta, ruh ile beden ilişkisinden hareketle Bergson felsefesinin, felsefe tarihindeki yeri ve konumu irdelenmektedir. Böylece eser bir yandan Bergson metafiziğiyle, bir yandan
ruh-beden ilişkisiyle ve diğer yandan da pek çok felsefi ekolle karşılaşma imkânı sunmaktadır. Bu bağlamda materyalizm, pozitivizm, natüralizm, entelektüalizm, kritisizm, paralelizm, finalizm, mekanizm, evolüsyonizm gibi akımlar gündeme gelmekte ve incelenmektedir.
Elinizdeki bu eser, Bakü'den Balkanlara Halvetîliğin ve genel anlamda tasavvufun izini sürerek, onun medeniyet kurucu rolünü bir parça olsun gözler önüne sermek idealinin ve iradesinin bir yansımasıdır.
***
Filozof ve ruhiyatçılar arasında gülme vadisinde bilhassa komik şeylerden gelen gülme meselesini aydınlatmak alanında Bergson'un aldığı vaziyet, onun orijinal olan dünya görüşünden bir parça, bu görüşle hemahenk olan bir nazariyedir.
Mustafa Şekip Tunç
***
Hande ve komikliğin bu güzel izah ve tefsiri, doğrudan doğruya mihanikiyette, cümle-i hayatiyenin, hayatın ve zekânın tersini ve aksini gören Bergson felsefesinin tatbikatından neşet ediyor ve bu nazariyenin psikolojik ve edebî neticelerinin harikulade müsmir olduğunda şüphe yoktur.
Abdülhak Şinasi Hisar
***
Böyle kıymetli bir esere elbette muhtaç idik. Şekip Beyefendi'nin meşkûr mesaisi bu ihtiyacımızı tatmin ediyor. Muharrir,Bergson'un eserini sadece telhis etmekle iktifa eylemiyor; “gülme” hakkında muhtelif fikirleri de nakletmek suretiyle bir “medhal” vücuda getiriyor. Eser, kim güler, kim gülünç olur, ne şartlarla gülebiliyoruz bu cihetleri tetkik eyliyor. Bu bahislerde yalnız gülmenin değil, umumiyetle ihtisaslarımızın mühim kanunlarına da temas ediyor. En nihayet Bergson'un sanat hakkındaki nazariyesine muttali oluyoruz.
Mehmet Emin Erişirgil
Elinizdeki bu kitapta, Mevlânâ, Yunus Emre gibi mutasavvıflar; Camus, Bergson gibi filozoflarla birlikte değerlendirilmiştir. Böyle bir karşılaştırmalı ele alışın yanı sıra; tasavvufun güncel sorunlara verebileceği cevapların bugün için bir kaynak ve ufuk olarak değerlen-dirilmesi gibi özgün denemeler bulun-maktadır. Mutasavvıfların eski değil, eskimeyen bir dünya görüşüne sahip oldukları, tasavvufî tefekkürün dünya sorunlarına her dem taze bir cevap olduğu tezi okuyucunun dikkatine sunulmaktadır.
Medeniyet ve Felsefe, bu iki alanın karşılıklı ilişkilerini ve birbirlerine neler borçlu olduklarını gündeme getiren bir çalışmadır. Bu alanları incelemeye ve irdelemeye bir davet olarak görünmektedir. Medeniyetimizin felsefî şuuruna varılabilmesi ve felsefî kritiğinin yapılabilmesi için yürünecek yolda bir işaret taşı olarak okunabilecek bu kitapta bir araya getirilmiş bulunan çalışmalar daha önce makale, bildiri ve konferans olarak sınırlı bir muhataba ulaşmışlardı. Şimdi Türk Düşüncesinin temel gündem maddelerinden biri olan bu konu daha geniş bir okuyucu kitlesinin ilgisine sunulmaktadır. Dileriz bu eser; felsefesiz bir medeniyet tasavvurunun nâkıs olacağını kavramak için bir vesile olsun.
Önsöz
Her çalışmanın bir öyküsü vardır. Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Felsefe adlı bu çalışmanın da yirmi yılı aşkın bir geçmişi var. Cumhuriyet Dönemi Türk Düşüncesi’ne yönelişimiz Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Prof. Dr. Kenan Gürsoy ve Prof. Dr. Mübahat Türker-Küyel’in dersleri, telkinleri ve teşvikleri ile başlamıştır. Akademik hayata asistanı olarak intisap ettiğim hocam Prof. Dr. Kenan Gürsoy, hayatım boyunca zevkle çalışacağım Cumhuriyet döneminin temel dinamiklerinden biri olan Türkiye’de Bergson algısı ve Bergsonculuk temasını tez konusu olarak verdiklerinde, başlangıçta sadece bir “tez konusu” aldığımı sanıyordum. Şüphesiz bu bir konu idi fakat içine girdikçe keşfedilmesi ve deyim yerindeyse fethedilmesi gereken bir “kızıl elma”ya dönüştü.
Bu kitapta adları geçen ya da geçmeyen pek çok felsefeci veya düşünürümüzle tez çalışmalarımız için yaptığımız literatür taramalarında karşılaştık. Zamanla biriken malzeme; spesifik bir örnek, tema ve problematikten ziyade bir dönem tahlili yapmaya neredeyse bizi icbar etti. Bu çalışmayı oluşturan bölümlerin ve alt başlıkların kaleme alınmalarının ayrı ayrı sebepleri ve vesilelerinden de bahsetmeyi hem bir ödev, hem de bir vefa borcu sayıyorum. Yukarıda isimlerini andığım hocalarım Prof. Dr. Kenan Gürsoy ve Prof. Dr. Mübahat Türker-Küyel bu alanı seçmemin ve hatta severek bağlanmamın asıl sebepleridir. Rahmetle andığım Dr. Müjgan Cunbur, incelenen metinlerin güçlüklerini nasıl aşacağımı öğreten ve dahası bunu zevke dönüştüren, zihnime ve gönlüme model olarak işleyen kahramanlarımdandır.
Bu naçiz çalışmamı kendisine ithaf ettiğim Prof. Dr. Necati Öner ise Türkiye’de felsefe algısını değiştiren; birleştirici, bütünleştirici şahsiyeti ile camiayı toparlayan, kurumsallaştıran, sürekli insan yetiştiren, hocaların hocası olarak anılan gerçek bir kahramandır.
Burada anmayı bir borç bildiğim bir başka hocam, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde aynı odayı paylaşma bahtiyarlığına eriştiğim; dualarla, rahmetle ve hayırla andığım Prof. Dr. Ahmet Cevizci ise editörlüğünü ve başyazarlığını yaptığı Felsefe Ansiklopedisi’nde Cumhuriyet Dönemi Türk Düşüncesi maddesini uhdeme tevdi ederek o gün için hem çok büyük bir sorumluluk vermişler hem de büyük bir lütufta bulunmuşlardı. Zira o maddeyi kaleme almak için neredeyse müstakil bir tez tasavvuru gibi meseleyi ele almak gereği hissetmiştim.
Bir kültürde yerleşik bir düşünce geleneğinin oluşması için şüphesiz fikir alışverişine ve açık bir ortama ve zihniyet dünyasına ihtiyaç vardır. Sözün bu noktasında Türk Felsefe Derneği’ni ve onun düzenli ve istikrarlı faaliyetini de anmak isterim. Dernek, yürüttüğü seminer ve sempozyumlarla hem felsefecilerimizi bir araya getirmekte hem de felsefe ile kültürümüzü ve insanımızı buluşturmaktadır. Düzenlenen, panel, seminer ve sempozyumlar ve aralıksız çıkartılan Felsefe Dünyası dergisi hatırı sayılır bir birikim vücuda getirmiştir. Çalışmamızda yeri geldikçe Çağdaş Türk Düşüncesi’nin kurucu atalarından olan Hilmi Ziya Ülken’in Türk Felsefe Cemiyeti ile Türk Felsefe Derneği arasındaki bağlantı ve süreklilik ilişkisine de dikkat çekilmiştir.
Fikri olanın dergisi vardır. Cemil Meriç’in ifadesiyle “dergiler hür tefekkürün kalesidir.” Türk düşüncesi araştırılırken zorunlu olarak müracaat edilmesi gereken kaynakların başında dergiler gelir. Zira onlar doğrudan doğruya, düşüncenin hem ürünü hem de en somut örneğidirler. Bu yüzden bir parça da olsa Cumhuriyet Dönemi Türk Düşüncesi’ne tanıklık eden Türk Yurdu, Dergâh, Hayat, Kadro, Hareket gibi dergilere atıflar yaparak, çeşitli düşünce eğilimlerini ve tercihlerini hatırlatmaya çalıştık.
Çalışmamız, belirli örnekler ve temalar üzerinden Cumhuriyet döneminin felsefe ve düşünce hayatına mütevazı bir bakış denemesidir. Şüphesiz tüketici olmak iddiasıyla değil, yeni eserleri ve araştırmaları davet etmek maksadıyla kaleme alınmıştır. Günümüzü anlamak ve gelenekli bir Türk düşüncesi oluşturabilmek için geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bağlantı ve sürekliliğin kurulmasında, emeğimiz ve çalışmamız bir yankı bulabilirse bizim için en büyük bahtiyarlık olacaktır.
Her çalışma bir parça uzlet demektir. Ailemizden ve sevdiklerimizden kıstığımız zamanlara gösterdikleri sabır ve anlayış için sonsuz teşekkürler. Bir teşekkür de; Sokratik diyaloglarımızın muhatabı olan sevgili öğrencilerim ve Aktif Düşünce Yayınları’nın özverili ve titiz çalışanları için.
Ankara, Şubat 2016
Kırkkonaklar
Levent Bayraktar: Ben de bu konuyu ele aldığınız için teşekkür ederim. Zira çocuklar için felsefe eylemini konuşabilmek için öncelikle " felsefe eylemi ne demektir? " , " bir kültürde felsefenin yeri ve işlevi nedir? " , " felsefenin kültürün bilinci olması ne demektir? " gibi soruları da tartışmaya açmak gerekir. Her şeyden önce felsefenin medeniyet kurucu bir değer ve etkinlik olduğunu söyleyerek başlayabiliriz. Çünkü medeniyet, tesadüfen kurulmuş veya kurulabilecek bir insanlık başarısı değildir. Medeniyet, sahih bilgi ve değer üzerine kurulabilir. Sahih bilgi, doğru ve güvenilir bilgi demektir. Öyleyse insan eylemlerinin temelinde bilgi ve değer bulunduğunun bilincinin kazanılması gerekmektedir. Hatta insan, sadece bilen bir varlık değil aynı zamanda eyleyen, gayeleri olan, değer atfeden, kendini gerçekleştirmek isteyen bir varlıktır. Bütün bu hususiyetler, insanın ister istemez felsefe ile karşılaşmasını ve buluşmasını zorunlu kılmaktadır. İnsan dışındaki diğer canlılar, türsel belirlenimleri dâhilinde bir hayat sürmekte ve bunun dışına çıkmamaktadırlar. Fakat insan, doğuştan pek çok genetik özellik getirmiş olmakla birlikte, nasıl bir varoluş sahibi olacağı tahmin edilememektedir. Zira diğer canlılar yaşamakta, insan ise
isyan ahlâkı kuramını ortaya koymuştur.