Basra Körfezi’nde dinsel, ekonomik, ticari, askeri, coğrafi ve jeopolitik açıdan büyük öneme sahi... more Basra Körfezi’nde dinsel, ekonomik, ticari, askeri, coğrafi ve jeopolitik açıdan büyük öneme sahip iki Ülke olarak İran ve Suudi Arabistan yer almaktadır. İran – Suudi Arabistan ilişkileri sadece bölgenin dinamiklerini değil küresel enerji ve ekonomi politikalarını yakından ilgilendirmekte ve İslam coğrafyası için kritik önem taşımaktadır. Binlerce yıllık köklü tarihe sahip İran karşısında aynı köklü yerleşime sahip Suudi Arabistan bölgenin en belirleyici devletleri arasındadır. Basra Körfezi’nin iki yakasındaki ülkelerin ticari, siyasi ve askeri çıkarlarının büyük ölçüde örtüşmesine karşın bölgesel ve küresel dinamikler doğrultusunda bir takım sorunlar ortaya çıkmıştır. Nitekim bu çalışmada İran – Suudi Arabistan ilişkilerinin Ortadoğu’nun Soğuk Savaşı olarak adlandırılmasının nedenleri incelenecektir. Öte yandan İngiltere, SSCB ve ABD’nin konumu İran – Suudi Arabistan ilişkilerine nüfuz eden tarafları özetlemektedir. Küresel çıkarlarda görülen ayrışma bu ülkelerdeki kimlik, kültür ve sosyolojik unsurların kullanılarak tarafların çatışma ortamına sürüklenmesine neden olmaktadır. Buna karşın 1979 öncesinde Irak’ta Baasçılara, Yemen’de sosyalistlere ve küresel düzeyde SSCB’ye karşı politikalar bu dönemde İran-Suudi iş birliği için verimli bir ortam oluşturmuştur. Her iki ülke de ortak çıkarlar karşısında işbirliğine açık hareket etmiştir. Enerji ihracat politikalarının örtüşmesi ve monarşilerin bekası iki taraf arasındaki iş birliği ortamının gelişmesini sağlamıştır. Nitekim İran – Suudi Arabistan ilişkileri çoğu zaman mezhepçi söylemlerin gölgesinde yürüse de, ilişkilerde pragmatik bir yön her daim varlığını korumuştur. Her iki ülkeye de ayrı ayrı bakıldığında iç politikalarında olduğu gibi dış politikalarındaki tutumlarını belirleyen faktörler mevcuttur. Bunlar İran için; ülke içerisinde büyük söz hakkına sahip velayet-i fakih doktrini ile desteklenen dini lider ile demokratik kanallardan seçilen cumhurbaşkanı arasındaki siyasi görüş farklılıkları, gerilimler ve ikili arasındaki ilişkilerin biçimi, ideoloji ve uygulama arasındaki gerilim dış politikayı belirleyen temel iç faktörlerdir. İran’ı etkileyen başlıca dış faktörler olarak ise: Suudi Arabistan ve ABD karşısındaki küresel güç dengesi arayışları sayılabilmektedir. . Suudi Arabistan açısından bakıldığında monarşi rejiminin güvenliği, Körfez İş birliği Konseyi (KİK) içerisindeki gerilimler; Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin gibi komşu ülkelerin taraf devletlerin iç politikalarını yönlendirme çabaları bölgesel ve küresel politikaların temelinde yatmaktadır. Özetle İran – Suudi Arabistan ikili ilişkileri bölgesel çatışmalar, Körfez ülkelerindeki Batı askerî mevcudiyeti; Irak, Filistin ve Afganistan sorunları; İran’ın nükleer programı, Abu Musa ve Tunb adalarında İran ile BAE arasında süregelen egemenlik tartışmaları gibi sorunlar çerçevesinde biçimlenmektedir.
Ortadoğu eksenli analizlerin ortak konusunu oluşturan Filistin – İsrail meselesi tarihi kökenleri... more Ortadoğu eksenli analizlerin ortak konusunu oluşturan Filistin – İsrail meselesi tarihi kökenleri Roma dönemine kadar uzanmakla beraber Müslümanlık, Hristiyanlık ve Yahudilik olmak üzere 3 semavi dinin kutsal toprakları sayılması itibari ile dini boyutlarıyla da yankı bulmaktadır. Dünya enerji yollarına yakınlığı sebebiyle küresel aktörlerin daima dikkatini üzerinde tuttuğu İsrail- Filistin meselesi; dini, sosyo-kültürel ve etnik çatışmaları barındırması itibari ile çatışma çözümü çalışmalarının da başlıca ilgi odağı haline gelmiştir. İnsani boyutu ile birey düzeyinde, egemenlik ve toprak anlaşmazlıkları ile devlet düzeyinde ve devletlerarası süren uzun savaşlara konu olması itibari ile uluslararası sistem düzeyinde ele alınabilecek İsrail – Filistin çalışmaları aynı zamanda 3500 yıllık tarihi ile bölge dinamiklerini daha iyi anlamamızı sağlamaktadır.
Goldman Sachs dokümanlarında ilk kez ortaya atılan BRIC devletleri sonradan Güney Afrika’nın da e... more Goldman Sachs dokümanlarında ilk kez ortaya atılan BRIC devletleri sonradan Güney Afrika’nın da eklenmesi ile birlikte BRIC’S adını almış ve 2001’den günümüze küresel ekonomik dengelerde yeni güç dengelerinin oluşmasını sağlaması ile dikkat çekmiştir. Goldman Sachs’ın 2001’deki makalesinde BRICS’in “beklenmedik büyüklükte ve potansiyeldeki ülkeler” nitelendirmesi bu devletlerin kısa sürede ulaştıkları ekonomik başarılarını ispatlar niteliktedir. 2003 yılındaki diğer bir raporunda ise BRICS devletlerinin 50 yıl sonra ABD, AB gibi küresel ekonomik güçleri geçerek majör ekonomik konuma geleceği tahmin edilmekte ve 40 yıldan az bir sürede ise G-8 ülkelerini geçecekleri öngörülmekteydi. İlk bakışta Brezilya 1980’lerde etkili ekonomik stabilizasyon planlarını uygulamaya koymuş ve hiperenflasyonu tersine çevirmeyi başararak özelleştirmeleri arttırmıştı. Aynı şekilde Hindistan 90’ların başında çok kapsamlı ekonomik reformlar gerçekleştirmesine karşın bölgesel ve küresel rakibi Çin ise 90’ların sonunda Asya krizinden burnu bile kanamadan kurtulmuştu. Öte yandan 90’ların sonunda Putin’in gelmesi ile beraber Rusya kaybettiği ekonomik gücünü kazanmaya yönelik stratejileri hayata geçirmiştir. Buna karşın BRICS ülkeleri her biri kendi içerisinde önemli sıkıntılar yaşamakta ve örgütün geleceği merak edilmektedir.
Siyasal tarihe baktığımızda tarihin ilk başat ülkesi konumunda olan Portekiz’in 16. Yüzyılın başl... more Siyasal tarihe baktığımızda tarihin ilk başat ülkesi konumunda olan Portekiz’in 16. Yüzyılın başlarından itibaren hüküm sürdüğü ve sömürgesi konumunda olan Doğu Timor, özellikle yeraltı kaynaklarının zenginliği ile yüzyıllar boyunca çevre ülkeler tarafından pek çok baskı ve saldırıya uğramıştır.
1960 yılına geldiğimizde Doğu Timor, Birleşmiş Milletler ’in ilgili maddesi gereğince (BM Sözleşmesi 11.başlık) “kendi kendini yönetemeyen bölge” ilan edilmiştir.
1974 yılında Portekiz’de yaşanan siyasi gelişmeler ile Doğu Timor’un kendi kaderini tayin etme dönemi başlamış, çevresel tehditler de bu dönemde artmıştır. Bu yıllar, Doğu Timor’un negatif barış sürecini yaşadığı yıllardır. 1975 yılında da Endonezya’nın adayı ilhakı gerçekleşmiş, bu ilhak ve devamındaki yıllarda on binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
1975’te başlayan bu işgal 1999 yılına kadar sürdü. Bu süre zarfı içerisinde Endonezya, cinayet, işkence, tecavüz, keyfi gözaltı ve zorunlu göç olmak üzere pek çok insan hakları ihlali yaptı.
Avrupa Birliği’nin tarihi bağları, ekonomik ihtiyaçlar/işgücü sebebi ile yakın coğrafyasından, Af... more Avrupa Birliği’nin tarihi bağları, ekonomik ihtiyaçlar/işgücü sebebi ile yakın coğrafyasından, Afrika ve 3. Dünya ülkelerinden yıllarca kabul ettiği göçmenlerin yanı sıra 2010 yılında ortaya çıkan olaylar silsilesi olan Arap Baharı ayrıca AB’yi derinden etkilemiş ve yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Antlaşmalar doğrultusunda veya yasadığı statüsünde yıllardır süregelen göçmen akımları AB’de 2010 sonrasında politik dinamiklerin kaymasını ve yeni dönem politikaların gerekliliğini ortaya çıkartmıştır. Yaşadığı ekonomik sıkıntılar ile beraber AB demokrasi ve insan hakları kapsamında yeni bir sınav ile karşı karşıyadır ve bu durum ilk bölümde takip edilebilir. Türkiye’nin AB üyeliğinde yeni döneme girdiği Geri Kabul Antlaşması ile Türk kamuoyu vize serbestisini heyecanla beklemektedir. AB nezdinde yasadığı göçmenler ile mücadele etmek amaçlı GKA; vize serbestisine giden bir basamak olarak uygulanması, Türkiye’de vize serbestisini GKA’den daha fazla ön plana çıkartmaktadır. Geri Kabul Antlaşmasının başlaması Türkiye tarafında vize serbestisinin başlaması olarak algılanmakta ve Türkiye’nin AB adaylığı yolunda yeni bir mihenk taşı olarak uluslararası kamuoyunda merak uyandırmaktadır.
Adını “kına çiçeği” adlı bir çiçekten aldığı rivayet edilen Kıbrıs adası; Doğu Akdeniz’de 34.33 v... more Adını “kına çiçeği” adlı bir çiçekten aldığı rivayet edilen Kıbrıs adası; Doğu Akdeniz’de 34.33 ve 35.41 kuzey enlemleriyle, 32.17 ve 34.35 doğu boylamları arasında yer alan, Akdeniz’in Sicilya ve Sardunya adalarından sonra gelen üçüncü büyük adasıdır . Coğrafi açıdan, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de merkezi bir konumda bulunması tüm kıyıdar, devlet ve uygarlıklar için hâkim edilmesi gereken bir hedef haline getirmiştir. Adanın denizin tam kalbinde olması saldırı anında devletlerin erken haber alması veya tam tersine saldırgan devletin daha erken davranmasını ve üst olarak kullanması kozunu beraberinde taşır. Ayrıca Kıbrıs’ın Süveyş Kanalı ve takibinde Hint Okyanusu-Pasifik Okyanusu ile Akdeniz ve takibinde Atlantik Okyanusunun bağlantı noktasında olması, gerek ticari acıdan gerekse de askeri açıdan önemli kılmaktadır. Günümüzde balistik ve kıtalar arası füze ve uçak teknolojisi dahi Kıbrıs’ın konvansiyonel askeri önemini değiştirememiştir. Uçakların menzili hususunda bir yakıt alma, mola verme, aktarma yapma noktası olarak kullanılabilirken; diğer tüm devletler için ise bir hava sahası ve milli güvenlik kavramları ve kuralları doğrultusunda izinsel bir engel teşkil etmektedir. Öte yandan Kıbrıs’ın tüccarların konaklama noktası olması, depolama ve yakın zamana doğru yakıt(petrol veya gaz) ve yiyecek temin etme özellikleri adaya ekonomik bir önem atfetmiştir. Devlet kanadından gümrük, ticari kanattan komisyon gelirleri özellikle yakın zamanda daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca doğal yer altı kaynakları son dönemlerde tüm devletler için cazip hale gelmiş ve Uluslararası Hukuk teamül ve kuralları doğrultusunca kıyıdar devletler Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek adanın sadece civar ülkelerden değil, ayrıca kendisinden de ticari ve ekonomik gelirler elde edebilir hale gelmişlerdir. Petrol bölgelerine yakın olması ve denizaltı-su tabanında petrol ve gaz rezervlerinin olması bölge devletlerinin ekonomik kaderlerini değiştirecek niteliktedir. Bu bağlamda Kıbrıs arzulanan bir yer olarak tarihsel dini, sosyo-kültürel, askeri ve ekonomik tabanlı çatışmalarını Osmanlı Devleti dönemine aktarmayı başarmıştır. Aynı şekilde Osmanlı’nın halefi Türkiye ve sonrasında İngiltere arasında aracılı bir güç savaşı haline gelmiştir. Esas anlamda bir çok açıdan değerli olan bu adayı ele geçirmek için oluşan çatışma zamanla Türk ve Yunan etnik grupları arasında siyasi bir hale gelmiş ve içerisinde dönemlere bağlı değişen dini, sosyo-kültürel, ekonomik, siyasi, hukuki yönleri gelişen bir çatışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Sorunun tarafları da aynı şekilde süreç içerisinde değişiklik göstermiş ve GKRY’nin AB’ye üye olmasından sonra uluslararası yönü daha baskın hale gelmiştir.
A ülkesi pek çok darbe ve askeri yönetim yaşayan ve aşamalı bir şekilde demokratikleşmiş, başkanl... more A ülkesi pek çok darbe ve askeri yönetim yaşayan ve aşamalı bir şekilde demokratikleşmiş, başkanlık rejimi ile yönetilen federal bir devlettir. Aynı sınırda bulunan C ülkesi gerilla hareketleri ve askeri darbeler sebebi ile siyasi çalkantılar yaşamış ve günümüzde demokratikleşme sürecindedir, A ülkesine yakın tutum sergilemektedir. Aynı bölgede bulunan D ülkesi ise başkanlık sistemi ile yönetilmekte fakat gerekli yapısal reformları gerçekleştirmediği için siyasi istikrarsızlık yaşamaktadır. A ve C sınırında güvenliği mafyanın sağlaması ve bu bölgede teröristlerin yetiştirildiği kampların bulunması nedeni ile A ülkesi bu unsurların C ve D ülkelerinden kaynaklandığını düşünmekte ve onlara siyasi ve güvenlik desteği vermek istemektedir. Bu durum Korkak veya Lider ikilemi oyunu ile analiz edilebilir. 2,2: A ülkesi C-D ülkeleri ile karşılıklı ortak güvenlik bölgesi oluşturur ve bu süreci yönetmek için askeri personellerin de bulunduğu bir çalışma komisyonu kurulur. 3,4: A ülkesi destek çağrısına devam ederek bölgede meşruiyet kazanır; C-D ülkeleri bölgede daha güçlü alternatif güçler ile ilişkiler kurar. 4,2: A ülkesi C-D ülkelerinden bölge için istihbarat desteği sağlarken, C-D ülkeleri bunun karşılığında yapısal siyasi reformlar gerçekleştirmek için A ülkesinden destek alamaz. 1,1: A ülkesi siyasi ve güvenlik desteği vermekten vazgeçer, C-D ülkeleri A ülkesi olmaksızın terörle savaşmaya ve siyasi reformları uygulamaya devam eder. OYUN TEORİSİ ÇALIŞMASI OYUN 2. A ülkesi başta petrol olmak üzere önemli doğal kaynakları vardır ve tekstil, makine, ulaşım araçları vb. bir takım sanayiye sahiptir, bu ürünleri bölge pazarına sunmaktadır. Aynı bölgede bulunan C ülkesi bu sanayinin hammaddesi tarım ürünlerini üreterek ihraç etmekte ve otomotiv, petrol, makine ihtiyacını ithal etmektedir. Aynı şekilde B ülkesi A ülkesi ile bölgesel güç olma yolunda rekabet etmekte ve bölge ekonomisini yönlendirmektedir. B ülkesi bölge AHMET SEMİH SARI
Akdenizin kalbinde yer alan Kıbrıs sorununu analiz etmeden önce biraz adanın tarihi ve coğrafi öz... more Akdenizin kalbinde yer alan Kıbrıs sorununu analiz etmeden önce biraz adanın tarihi ve coğrafi özellikleri ile konuya giriş yapmanın adanın önemi ve konumunun daha iyi anlaşılması açısından fayda sağlayacağı kanaatindeyim. Adını “kına çiçeği” adlı bir çiçekten aldığı rivayet edilen Kıbrıs adası; Doğu Akdeniz’de 34.33 ve 35.41 kuzey enlemleriyle, 32.17 ve 34.35 doğu boylamları arasında yer alan, Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır . Coğrafi açıdan, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de merkezi bir konumda bulunması tüm kıyıdar, sahili olan devlet ve uygarlıklar için hâkim edilmesi gereken bir hedef haline getirmiştir. Adanın denizin tam kalbinde olması saldırı anında devletlerin erken haber alması veya tam tersine saldırgan devletin daha erken davranmasını ve üst olarak kullanması kozunu beraberinde taşır. Ayrıca Kıbrıs’ın Süveyş Kanalı ve takibinde Hint Okyanusu-Pasifik Okyanusu ile Akdeniz ve takibinde Atlantik Okyanusunun bağlantı noktasında olması, gerek ticari acıdan gerekse de askeri açıdan önemli kılmaktadır. Günümüzde balistik ve kıtalar arası füze ve uçak teknolojisi dahi Kıbrıs’ın konvansiyonel askeri önemini değiştirememiştir. Uçakların menzili hususunda bir yakıt alma, mola verme, aktarma yapma noktası olarak kullanılabilirken; diğer tüm devletler için ise bir hava sahası ve milli güvenlik kavramları ve kuralları doğrultusunda izinsel bir engel teşkil etmektedir. Öte yandan Kıbrıs’ın tüccarların konaklama noktası olması, depolama ve yakın zamana doğru yakıt(petrol veya gaz) ve yiyecek temin etme özellikleri adaya ekonomik bir önem atfetmiştir. Devlet kanadından gümrük, ticari kanattan komisyon gelirleri özellikle yakın zamanda daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca doğal yer altı kaynakları son dönemlerde tüm devletler için cazip hale gelmiş ve Uluslararası Hukuk teamül ve kuralları doğrultusunca kıyıdar devletler Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek adanın sadece civar ülkelerden değil, ayrıca kendisinden de ticari ve ekonomik gelirler elde edebilir hale gelmişlerdir. Petrol bölgelerine yakın olması ve denizaltı-su tabanında petrol ve gaz rezervlerinin olması bölge devletlerinin ekonomik kaderlerini değiştirecek niteliktedir.
Çalışmam Kenneth Waltz'un 'The Theory of International Politics' ( Uluslararası Politika Teorisi ... more Çalışmam Kenneth Waltz'un 'The Theory of International Politics' ( Uluslararası Politika Teorisi ) kitabının bir incelemesidir.
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika devletlerinin baş harflerinden oluşan BRICS dünya... more Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika devletlerinin baş harflerinden oluşan BRICS dünya ekonomisinde en hızlı gelişen “yükselen piyasaları” olarak kabul edilmektedir. BRICS ülkelerinin, geniş yüzölçümü, büyük nüfus, hızlı ekonomik büyüme gibi çok sayıda ortak özelliği bulunmaktadır. 2010’lı yıllarda Türkiye’nin gruba dâhil olması konuşulurken, Güney Afrika’nın katılımı ile grup BRICS halini almıştır. Bununla beraber kapasite analizleri devletlerarası ilişkileri anlamamızda bize analitik bir bakış açısı kazandırmakta ve kıyas yapmamıza yardımcı olmaktadır. Nitekim bu çalışmada kapasite analizlerinin günümüze kadar ulaştığı boyut incelenmiş ve Türkiye ya da Güney Afrika devletlerinden hangisinin gruba katılması durumunda daha faydalı bir etkileşim olacağı devletlerin siyasi öncelikleri ile beraber değerlendirilmiştir.
Basra Körfezi’nde dinsel, ekonomik, ticari, askeri, coğrafi ve jeopolitik açıdan büyük öneme sahi... more Basra Körfezi’nde dinsel, ekonomik, ticari, askeri, coğrafi ve jeopolitik açıdan büyük öneme sahip iki Ülke olarak İran ve Suudi Arabistan yer almaktadır. İran – Suudi Arabistan ilişkileri sadece bölgenin dinamiklerini değil küresel enerji ve ekonomi politikalarını yakından ilgilendirmekte ve İslam coğrafyası için kritik önem taşımaktadır. Binlerce yıllık köklü tarihe sahip İran karşısında aynı köklü yerleşime sahip Suudi Arabistan bölgenin en belirleyici devletleri arasındadır. Basra Körfezi’nin iki yakasındaki ülkelerin ticari, siyasi ve askeri çıkarlarının büyük ölçüde örtüşmesine karşın bölgesel ve küresel dinamikler doğrultusunda bir takım sorunlar ortaya çıkmıştır. Nitekim bu çalışmada İran – Suudi Arabistan ilişkilerinin Ortadoğu’nun Soğuk Savaşı olarak adlandırılmasının nedenleri incelenecektir. Öte yandan İngiltere, SSCB ve ABD’nin konumu İran – Suudi Arabistan ilişkilerine nüfuz eden tarafları özetlemektedir. Küresel çıkarlarda görülen ayrışma bu ülkelerdeki kimlik, kültür ve sosyolojik unsurların kullanılarak tarafların çatışma ortamına sürüklenmesine neden olmaktadır. Buna karşın 1979 öncesinde Irak’ta Baasçılara, Yemen’de sosyalistlere ve küresel düzeyde SSCB’ye karşı politikalar bu dönemde İran-Suudi iş birliği için verimli bir ortam oluşturmuştur. Her iki ülke de ortak çıkarlar karşısında işbirliğine açık hareket etmiştir. Enerji ihracat politikalarının örtüşmesi ve monarşilerin bekası iki taraf arasındaki iş birliği ortamının gelişmesini sağlamıştır. Nitekim İran – Suudi Arabistan ilişkileri çoğu zaman mezhepçi söylemlerin gölgesinde yürüse de, ilişkilerde pragmatik bir yön her daim varlığını korumuştur. Her iki ülkeye de ayrı ayrı bakıldığında iç politikalarında olduğu gibi dış politikalarındaki tutumlarını belirleyen faktörler mevcuttur. Bunlar İran için; ülke içerisinde büyük söz hakkına sahip velayet-i fakih doktrini ile desteklenen dini lider ile demokratik kanallardan seçilen cumhurbaşkanı arasındaki siyasi görüş farklılıkları, gerilimler ve ikili arasındaki ilişkilerin biçimi, ideoloji ve uygulama arasındaki gerilim dış politikayı belirleyen temel iç faktörlerdir. İran’ı etkileyen başlıca dış faktörler olarak ise: Suudi Arabistan ve ABD karşısındaki küresel güç dengesi arayışları sayılabilmektedir. . Suudi Arabistan açısından bakıldığında monarşi rejiminin güvenliği, Körfez İş birliği Konseyi (KİK) içerisindeki gerilimler; Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin gibi komşu ülkelerin taraf devletlerin iç politikalarını yönlendirme çabaları bölgesel ve küresel politikaların temelinde yatmaktadır. Özetle İran – Suudi Arabistan ikili ilişkileri bölgesel çatışmalar, Körfez ülkelerindeki Batı askerî mevcudiyeti; Irak, Filistin ve Afganistan sorunları; İran’ın nükleer programı, Abu Musa ve Tunb adalarında İran ile BAE arasında süregelen egemenlik tartışmaları gibi sorunlar çerçevesinde biçimlenmektedir.
Ortadoğu eksenli analizlerin ortak konusunu oluşturan Filistin – İsrail meselesi tarihi kökenleri... more Ortadoğu eksenli analizlerin ortak konusunu oluşturan Filistin – İsrail meselesi tarihi kökenleri Roma dönemine kadar uzanmakla beraber Müslümanlık, Hristiyanlık ve Yahudilik olmak üzere 3 semavi dinin kutsal toprakları sayılması itibari ile dini boyutlarıyla da yankı bulmaktadır. Dünya enerji yollarına yakınlığı sebebiyle küresel aktörlerin daima dikkatini üzerinde tuttuğu İsrail- Filistin meselesi; dini, sosyo-kültürel ve etnik çatışmaları barındırması itibari ile çatışma çözümü çalışmalarının da başlıca ilgi odağı haline gelmiştir. İnsani boyutu ile birey düzeyinde, egemenlik ve toprak anlaşmazlıkları ile devlet düzeyinde ve devletlerarası süren uzun savaşlara konu olması itibari ile uluslararası sistem düzeyinde ele alınabilecek İsrail – Filistin çalışmaları aynı zamanda 3500 yıllık tarihi ile bölge dinamiklerini daha iyi anlamamızı sağlamaktadır.
Goldman Sachs dokümanlarında ilk kez ortaya atılan BRIC devletleri sonradan Güney Afrika’nın da e... more Goldman Sachs dokümanlarında ilk kez ortaya atılan BRIC devletleri sonradan Güney Afrika’nın da eklenmesi ile birlikte BRIC’S adını almış ve 2001’den günümüze küresel ekonomik dengelerde yeni güç dengelerinin oluşmasını sağlaması ile dikkat çekmiştir. Goldman Sachs’ın 2001’deki makalesinde BRICS’in “beklenmedik büyüklükte ve potansiyeldeki ülkeler” nitelendirmesi bu devletlerin kısa sürede ulaştıkları ekonomik başarılarını ispatlar niteliktedir. 2003 yılındaki diğer bir raporunda ise BRICS devletlerinin 50 yıl sonra ABD, AB gibi küresel ekonomik güçleri geçerek majör ekonomik konuma geleceği tahmin edilmekte ve 40 yıldan az bir sürede ise G-8 ülkelerini geçecekleri öngörülmekteydi. İlk bakışta Brezilya 1980’lerde etkili ekonomik stabilizasyon planlarını uygulamaya koymuş ve hiperenflasyonu tersine çevirmeyi başararak özelleştirmeleri arttırmıştı. Aynı şekilde Hindistan 90’ların başında çok kapsamlı ekonomik reformlar gerçekleştirmesine karşın bölgesel ve küresel rakibi Çin ise 90’ların sonunda Asya krizinden burnu bile kanamadan kurtulmuştu. Öte yandan 90’ların sonunda Putin’in gelmesi ile beraber Rusya kaybettiği ekonomik gücünü kazanmaya yönelik stratejileri hayata geçirmiştir. Buna karşın BRICS ülkeleri her biri kendi içerisinde önemli sıkıntılar yaşamakta ve örgütün geleceği merak edilmektedir.
Siyasal tarihe baktığımızda tarihin ilk başat ülkesi konumunda olan Portekiz’in 16. Yüzyılın başl... more Siyasal tarihe baktığımızda tarihin ilk başat ülkesi konumunda olan Portekiz’in 16. Yüzyılın başlarından itibaren hüküm sürdüğü ve sömürgesi konumunda olan Doğu Timor, özellikle yeraltı kaynaklarının zenginliği ile yüzyıllar boyunca çevre ülkeler tarafından pek çok baskı ve saldırıya uğramıştır.
1960 yılına geldiğimizde Doğu Timor, Birleşmiş Milletler ’in ilgili maddesi gereğince (BM Sözleşmesi 11.başlık) “kendi kendini yönetemeyen bölge” ilan edilmiştir.
1974 yılında Portekiz’de yaşanan siyasi gelişmeler ile Doğu Timor’un kendi kaderini tayin etme dönemi başlamış, çevresel tehditler de bu dönemde artmıştır. Bu yıllar, Doğu Timor’un negatif barış sürecini yaşadığı yıllardır. 1975 yılında da Endonezya’nın adayı ilhakı gerçekleşmiş, bu ilhak ve devamındaki yıllarda on binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
1975’te başlayan bu işgal 1999 yılına kadar sürdü. Bu süre zarfı içerisinde Endonezya, cinayet, işkence, tecavüz, keyfi gözaltı ve zorunlu göç olmak üzere pek çok insan hakları ihlali yaptı.
Avrupa Birliği’nin tarihi bağları, ekonomik ihtiyaçlar/işgücü sebebi ile yakın coğrafyasından, Af... more Avrupa Birliği’nin tarihi bağları, ekonomik ihtiyaçlar/işgücü sebebi ile yakın coğrafyasından, Afrika ve 3. Dünya ülkelerinden yıllarca kabul ettiği göçmenlerin yanı sıra 2010 yılında ortaya çıkan olaylar silsilesi olan Arap Baharı ayrıca AB’yi derinden etkilemiş ve yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Antlaşmalar doğrultusunda veya yasadığı statüsünde yıllardır süregelen göçmen akımları AB’de 2010 sonrasında politik dinamiklerin kaymasını ve yeni dönem politikaların gerekliliğini ortaya çıkartmıştır. Yaşadığı ekonomik sıkıntılar ile beraber AB demokrasi ve insan hakları kapsamında yeni bir sınav ile karşı karşıyadır ve bu durum ilk bölümde takip edilebilir. Türkiye’nin AB üyeliğinde yeni döneme girdiği Geri Kabul Antlaşması ile Türk kamuoyu vize serbestisini heyecanla beklemektedir. AB nezdinde yasadığı göçmenler ile mücadele etmek amaçlı GKA; vize serbestisine giden bir basamak olarak uygulanması, Türkiye’de vize serbestisini GKA’den daha fazla ön plana çıkartmaktadır. Geri Kabul Antlaşmasının başlaması Türkiye tarafında vize serbestisinin başlaması olarak algılanmakta ve Türkiye’nin AB adaylığı yolunda yeni bir mihenk taşı olarak uluslararası kamuoyunda merak uyandırmaktadır.
Adını “kına çiçeği” adlı bir çiçekten aldığı rivayet edilen Kıbrıs adası; Doğu Akdeniz’de 34.33 v... more Adını “kına çiçeği” adlı bir çiçekten aldığı rivayet edilen Kıbrıs adası; Doğu Akdeniz’de 34.33 ve 35.41 kuzey enlemleriyle, 32.17 ve 34.35 doğu boylamları arasında yer alan, Akdeniz’in Sicilya ve Sardunya adalarından sonra gelen üçüncü büyük adasıdır . Coğrafi açıdan, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de merkezi bir konumda bulunması tüm kıyıdar, devlet ve uygarlıklar için hâkim edilmesi gereken bir hedef haline getirmiştir. Adanın denizin tam kalbinde olması saldırı anında devletlerin erken haber alması veya tam tersine saldırgan devletin daha erken davranmasını ve üst olarak kullanması kozunu beraberinde taşır. Ayrıca Kıbrıs’ın Süveyş Kanalı ve takibinde Hint Okyanusu-Pasifik Okyanusu ile Akdeniz ve takibinde Atlantik Okyanusunun bağlantı noktasında olması, gerek ticari acıdan gerekse de askeri açıdan önemli kılmaktadır. Günümüzde balistik ve kıtalar arası füze ve uçak teknolojisi dahi Kıbrıs’ın konvansiyonel askeri önemini değiştirememiştir. Uçakların menzili hususunda bir yakıt alma, mola verme, aktarma yapma noktası olarak kullanılabilirken; diğer tüm devletler için ise bir hava sahası ve milli güvenlik kavramları ve kuralları doğrultusunda izinsel bir engel teşkil etmektedir. Öte yandan Kıbrıs’ın tüccarların konaklama noktası olması, depolama ve yakın zamana doğru yakıt(petrol veya gaz) ve yiyecek temin etme özellikleri adaya ekonomik bir önem atfetmiştir. Devlet kanadından gümrük, ticari kanattan komisyon gelirleri özellikle yakın zamanda daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca doğal yer altı kaynakları son dönemlerde tüm devletler için cazip hale gelmiş ve Uluslararası Hukuk teamül ve kuralları doğrultusunca kıyıdar devletler Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek adanın sadece civar ülkelerden değil, ayrıca kendisinden de ticari ve ekonomik gelirler elde edebilir hale gelmişlerdir. Petrol bölgelerine yakın olması ve denizaltı-su tabanında petrol ve gaz rezervlerinin olması bölge devletlerinin ekonomik kaderlerini değiştirecek niteliktedir. Bu bağlamda Kıbrıs arzulanan bir yer olarak tarihsel dini, sosyo-kültürel, askeri ve ekonomik tabanlı çatışmalarını Osmanlı Devleti dönemine aktarmayı başarmıştır. Aynı şekilde Osmanlı’nın halefi Türkiye ve sonrasında İngiltere arasında aracılı bir güç savaşı haline gelmiştir. Esas anlamda bir çok açıdan değerli olan bu adayı ele geçirmek için oluşan çatışma zamanla Türk ve Yunan etnik grupları arasında siyasi bir hale gelmiş ve içerisinde dönemlere bağlı değişen dini, sosyo-kültürel, ekonomik, siyasi, hukuki yönleri gelişen bir çatışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Sorunun tarafları da aynı şekilde süreç içerisinde değişiklik göstermiş ve GKRY’nin AB’ye üye olmasından sonra uluslararası yönü daha baskın hale gelmiştir.
A ülkesi pek çok darbe ve askeri yönetim yaşayan ve aşamalı bir şekilde demokratikleşmiş, başkanl... more A ülkesi pek çok darbe ve askeri yönetim yaşayan ve aşamalı bir şekilde demokratikleşmiş, başkanlık rejimi ile yönetilen federal bir devlettir. Aynı sınırda bulunan C ülkesi gerilla hareketleri ve askeri darbeler sebebi ile siyasi çalkantılar yaşamış ve günümüzde demokratikleşme sürecindedir, A ülkesine yakın tutum sergilemektedir. Aynı bölgede bulunan D ülkesi ise başkanlık sistemi ile yönetilmekte fakat gerekli yapısal reformları gerçekleştirmediği için siyasi istikrarsızlık yaşamaktadır. A ve C sınırında güvenliği mafyanın sağlaması ve bu bölgede teröristlerin yetiştirildiği kampların bulunması nedeni ile A ülkesi bu unsurların C ve D ülkelerinden kaynaklandığını düşünmekte ve onlara siyasi ve güvenlik desteği vermek istemektedir. Bu durum Korkak veya Lider ikilemi oyunu ile analiz edilebilir. 2,2: A ülkesi C-D ülkeleri ile karşılıklı ortak güvenlik bölgesi oluşturur ve bu süreci yönetmek için askeri personellerin de bulunduğu bir çalışma komisyonu kurulur. 3,4: A ülkesi destek çağrısına devam ederek bölgede meşruiyet kazanır; C-D ülkeleri bölgede daha güçlü alternatif güçler ile ilişkiler kurar. 4,2: A ülkesi C-D ülkelerinden bölge için istihbarat desteği sağlarken, C-D ülkeleri bunun karşılığında yapısal siyasi reformlar gerçekleştirmek için A ülkesinden destek alamaz. 1,1: A ülkesi siyasi ve güvenlik desteği vermekten vazgeçer, C-D ülkeleri A ülkesi olmaksızın terörle savaşmaya ve siyasi reformları uygulamaya devam eder. OYUN TEORİSİ ÇALIŞMASI OYUN 2. A ülkesi başta petrol olmak üzere önemli doğal kaynakları vardır ve tekstil, makine, ulaşım araçları vb. bir takım sanayiye sahiptir, bu ürünleri bölge pazarına sunmaktadır. Aynı bölgede bulunan C ülkesi bu sanayinin hammaddesi tarım ürünlerini üreterek ihraç etmekte ve otomotiv, petrol, makine ihtiyacını ithal etmektedir. Aynı şekilde B ülkesi A ülkesi ile bölgesel güç olma yolunda rekabet etmekte ve bölge ekonomisini yönlendirmektedir. B ülkesi bölge AHMET SEMİH SARI
Akdenizin kalbinde yer alan Kıbrıs sorununu analiz etmeden önce biraz adanın tarihi ve coğrafi öz... more Akdenizin kalbinde yer alan Kıbrıs sorununu analiz etmeden önce biraz adanın tarihi ve coğrafi özellikleri ile konuya giriş yapmanın adanın önemi ve konumunun daha iyi anlaşılması açısından fayda sağlayacağı kanaatindeyim. Adını “kına çiçeği” adlı bir çiçekten aldığı rivayet edilen Kıbrıs adası; Doğu Akdeniz’de 34.33 ve 35.41 kuzey enlemleriyle, 32.17 ve 34.35 doğu boylamları arasında yer alan, Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır . Coğrafi açıdan, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de merkezi bir konumda bulunması tüm kıyıdar, sahili olan devlet ve uygarlıklar için hâkim edilmesi gereken bir hedef haline getirmiştir. Adanın denizin tam kalbinde olması saldırı anında devletlerin erken haber alması veya tam tersine saldırgan devletin daha erken davranmasını ve üst olarak kullanması kozunu beraberinde taşır. Ayrıca Kıbrıs’ın Süveyş Kanalı ve takibinde Hint Okyanusu-Pasifik Okyanusu ile Akdeniz ve takibinde Atlantik Okyanusunun bağlantı noktasında olması, gerek ticari acıdan gerekse de askeri açıdan önemli kılmaktadır. Günümüzde balistik ve kıtalar arası füze ve uçak teknolojisi dahi Kıbrıs’ın konvansiyonel askeri önemini değiştirememiştir. Uçakların menzili hususunda bir yakıt alma, mola verme, aktarma yapma noktası olarak kullanılabilirken; diğer tüm devletler için ise bir hava sahası ve milli güvenlik kavramları ve kuralları doğrultusunda izinsel bir engel teşkil etmektedir. Öte yandan Kıbrıs’ın tüccarların konaklama noktası olması, depolama ve yakın zamana doğru yakıt(petrol veya gaz) ve yiyecek temin etme özellikleri adaya ekonomik bir önem atfetmiştir. Devlet kanadından gümrük, ticari kanattan komisyon gelirleri özellikle yakın zamanda daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca doğal yer altı kaynakları son dönemlerde tüm devletler için cazip hale gelmiş ve Uluslararası Hukuk teamül ve kuralları doğrultusunca kıyıdar devletler Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek adanın sadece civar ülkelerden değil, ayrıca kendisinden de ticari ve ekonomik gelirler elde edebilir hale gelmişlerdir. Petrol bölgelerine yakın olması ve denizaltı-su tabanında petrol ve gaz rezervlerinin olması bölge devletlerinin ekonomik kaderlerini değiştirecek niteliktedir.
Çalışmam Kenneth Waltz'un 'The Theory of International Politics' ( Uluslararası Politika Teorisi ... more Çalışmam Kenneth Waltz'un 'The Theory of International Politics' ( Uluslararası Politika Teorisi ) kitabının bir incelemesidir.
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika devletlerinin baş harflerinden oluşan BRICS dünya... more Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika devletlerinin baş harflerinden oluşan BRICS dünya ekonomisinde en hızlı gelişen “yükselen piyasaları” olarak kabul edilmektedir. BRICS ülkelerinin, geniş yüzölçümü, büyük nüfus, hızlı ekonomik büyüme gibi çok sayıda ortak özelliği bulunmaktadır. 2010’lı yıllarda Türkiye’nin gruba dâhil olması konuşulurken, Güney Afrika’nın katılımı ile grup BRICS halini almıştır. Bununla beraber kapasite analizleri devletlerarası ilişkileri anlamamızda bize analitik bir bakış açısı kazandırmakta ve kıyas yapmamıza yardımcı olmaktadır. Nitekim bu çalışmada kapasite analizlerinin günümüze kadar ulaştığı boyut incelenmiş ve Türkiye ya da Güney Afrika devletlerinden hangisinin gruba katılması durumunda daha faydalı bir etkileşim olacağı devletlerin siyasi öncelikleri ile beraber değerlendirilmiştir.
Uploads
Papers by Semih Sarı
Öte yandan İngiltere, SSCB ve ABD’nin konumu İran – Suudi Arabistan ilişkilerine nüfuz eden tarafları özetlemektedir. Küresel çıkarlarda görülen ayrışma bu ülkelerdeki kimlik, kültür ve sosyolojik unsurların kullanılarak tarafların çatışma ortamına sürüklenmesine neden olmaktadır. Buna karşın 1979 öncesinde Irak’ta Baasçılara, Yemen’de sosyalistlere ve küresel düzeyde SSCB’ye karşı politikalar bu dönemde İran-Suudi iş birliği için verimli bir ortam oluşturmuştur. Her iki ülke de ortak çıkarlar karşısında işbirliğine açık hareket etmiştir. Enerji ihracat politikalarının örtüşmesi ve monarşilerin bekası iki taraf arasındaki iş birliği ortamının gelişmesini sağlamıştır. Nitekim İran – Suudi Arabistan ilişkileri çoğu zaman mezhepçi söylemlerin gölgesinde yürüse de, ilişkilerde pragmatik bir yön her daim varlığını korumuştur.
Her iki ülkeye de ayrı ayrı bakıldığında iç politikalarında olduğu gibi dış politikalarındaki tutumlarını belirleyen faktörler mevcuttur. Bunlar İran için; ülke içerisinde büyük söz hakkına sahip velayet-i fakih doktrini ile desteklenen dini lider ile demokratik kanallardan seçilen cumhurbaşkanı arasındaki siyasi görüş farklılıkları, gerilimler ve ikili arasındaki ilişkilerin biçimi, ideoloji ve uygulama arasındaki gerilim dış politikayı belirleyen temel iç faktörlerdir. İran’ı etkileyen başlıca dış faktörler olarak ise: Suudi Arabistan ve ABD karşısındaki küresel güç dengesi arayışları sayılabilmektedir. . Suudi Arabistan açısından bakıldığında monarşi rejiminin güvenliği, Körfez İş birliği Konseyi (KİK) içerisindeki gerilimler; Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin gibi komşu ülkelerin taraf devletlerin iç politikalarını yönlendirme çabaları bölgesel ve küresel politikaların temelinde yatmaktadır. Özetle İran – Suudi Arabistan ikili ilişkileri bölgesel çatışmalar, Körfez ülkelerindeki Batı askerî mevcudiyeti; Irak, Filistin ve Afganistan sorunları; İran’ın nükleer programı, Abu Musa ve Tunb adalarında İran ile BAE arasında süregelen egemenlik tartışmaları gibi sorunlar çerçevesinde biçimlenmektedir.
İlk bakışta Brezilya 1980’lerde etkili ekonomik stabilizasyon planlarını uygulamaya koymuş ve hiperenflasyonu tersine çevirmeyi başararak özelleştirmeleri arttırmıştı. Aynı şekilde Hindistan 90’ların başında çok kapsamlı ekonomik reformlar gerçekleştirmesine karşın bölgesel ve küresel rakibi Çin ise 90’ların sonunda Asya krizinden burnu bile kanamadan kurtulmuştu. Öte yandan 90’ların sonunda Putin’in gelmesi ile beraber Rusya kaybettiği ekonomik gücünü kazanmaya yönelik stratejileri hayata geçirmiştir. Buna karşın BRICS ülkeleri her biri kendi içerisinde önemli sıkıntılar yaşamakta ve örgütün geleceği merak edilmektedir.
1960 yılına geldiğimizde Doğu Timor, Birleşmiş Milletler ’in ilgili maddesi gereğince (BM Sözleşmesi 11.başlık) “kendi kendini yönetemeyen bölge” ilan edilmiştir.
1974 yılında Portekiz’de yaşanan siyasi gelişmeler ile Doğu Timor’un kendi kaderini tayin etme dönemi başlamış, çevresel tehditler de bu dönemde artmıştır. Bu yıllar, Doğu Timor’un negatif barış sürecini yaşadığı yıllardır. 1975 yılında da Endonezya’nın adayı ilhakı gerçekleşmiş, bu ilhak ve devamındaki yıllarda on binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
1975’te başlayan bu işgal 1999 yılına kadar sürdü. Bu süre zarfı içerisinde Endonezya, cinayet, işkence, tecavüz, keyfi gözaltı ve zorunlu göç olmak üzere pek çok insan hakları ihlali yaptı.
Türkiye’nin AB üyeliğinde yeni döneme girdiği Geri Kabul Antlaşması ile Türk kamuoyu vize serbestisini heyecanla beklemektedir. AB nezdinde yasadığı göçmenler ile mücadele etmek amaçlı GKA; vize serbestisine giden bir basamak olarak uygulanması, Türkiye’de vize serbestisini GKA’den daha fazla ön plana çıkartmaktadır. Geri Kabul Antlaşmasının başlaması Türkiye tarafında vize serbestisinin başlaması olarak algılanmakta ve Türkiye’nin AB adaylığı yolunda yeni bir mihenk taşı olarak uluslararası kamuoyunda merak uyandırmaktadır.
Öte yandan Kıbrıs’ın tüccarların konaklama noktası olması, depolama ve yakın zamana doğru yakıt(petrol veya gaz) ve yiyecek temin etme özellikleri adaya ekonomik bir önem atfetmiştir. Devlet kanadından gümrük, ticari kanattan komisyon gelirleri özellikle yakın zamanda daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca doğal yer altı kaynakları son dönemlerde tüm devletler için cazip hale gelmiş ve Uluslararası Hukuk teamül ve kuralları doğrultusunca kıyıdar devletler Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek adanın sadece civar ülkelerden değil, ayrıca kendisinden de ticari ve ekonomik gelirler elde edebilir hale gelmişlerdir. Petrol bölgelerine yakın olması ve denizaltı-su tabanında petrol ve gaz rezervlerinin olması bölge devletlerinin ekonomik kaderlerini değiştirecek niteliktedir. Bu bağlamda Kıbrıs arzulanan bir yer olarak tarihsel dini, sosyo-kültürel, askeri ve ekonomik tabanlı çatışmalarını Osmanlı Devleti dönemine aktarmayı başarmıştır. Aynı şekilde Osmanlı’nın halefi Türkiye ve sonrasında İngiltere arasında aracılı bir güç savaşı haline gelmiştir. Esas anlamda bir çok açıdan değerli olan bu adayı ele geçirmek için oluşan çatışma zamanla Türk ve Yunan etnik grupları arasında siyasi bir hale gelmiş ve içerisinde dönemlere bağlı değişen dini, sosyo-kültürel, ekonomik, siyasi, hukuki yönleri gelişen bir çatışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Sorunun tarafları da aynı şekilde süreç içerisinde değişiklik göstermiş ve GKRY’nin AB’ye üye olmasından sonra uluslararası yönü daha baskın hale gelmiştir.
Coğrafi açıdan, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de merkezi bir konumda bulunması tüm kıyıdar, sahili olan devlet ve uygarlıklar için hâkim edilmesi gereken bir hedef haline getirmiştir. Adanın denizin tam kalbinde olması saldırı anında devletlerin erken haber alması veya tam tersine saldırgan devletin daha erken davranmasını ve üst olarak kullanması kozunu beraberinde taşır. Ayrıca Kıbrıs’ın Süveyş Kanalı ve takibinde Hint Okyanusu-Pasifik Okyanusu ile Akdeniz ve takibinde Atlantik Okyanusunun bağlantı noktasında olması, gerek ticari acıdan gerekse de askeri açıdan önemli kılmaktadır. Günümüzde balistik ve kıtalar arası füze ve uçak teknolojisi dahi Kıbrıs’ın konvansiyonel askeri önemini değiştirememiştir. Uçakların menzili hususunda bir yakıt alma, mola verme, aktarma yapma noktası olarak kullanılabilirken; diğer tüm devletler için ise bir hava sahası ve milli güvenlik kavramları ve kuralları doğrultusunda izinsel bir engel teşkil etmektedir.
Öte yandan Kıbrıs’ın tüccarların konaklama noktası olması, depolama ve yakın zamana doğru yakıt(petrol veya gaz) ve yiyecek temin etme özellikleri adaya ekonomik bir önem atfetmiştir. Devlet kanadından gümrük, ticari kanattan komisyon gelirleri özellikle yakın zamanda daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca doğal yer altı kaynakları son dönemlerde tüm devletler için cazip hale gelmiş ve Uluslararası Hukuk teamül ve kuralları doğrultusunca kıyıdar devletler Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek adanın sadece civar ülkelerden değil, ayrıca kendisinden de ticari ve ekonomik gelirler elde edebilir hale gelmişlerdir. Petrol bölgelerine yakın olması ve denizaltı-su tabanında petrol ve gaz rezervlerinin olması bölge devletlerinin ekonomik kaderlerini değiştirecek niteliktedir.
Thesis Chapters by Semih Sarı
Talks by Semih Sarı
Öte yandan İngiltere, SSCB ve ABD’nin konumu İran – Suudi Arabistan ilişkilerine nüfuz eden tarafları özetlemektedir. Küresel çıkarlarda görülen ayrışma bu ülkelerdeki kimlik, kültür ve sosyolojik unsurların kullanılarak tarafların çatışma ortamına sürüklenmesine neden olmaktadır. Buna karşın 1979 öncesinde Irak’ta Baasçılara, Yemen’de sosyalistlere ve küresel düzeyde SSCB’ye karşı politikalar bu dönemde İran-Suudi iş birliği için verimli bir ortam oluşturmuştur. Her iki ülke de ortak çıkarlar karşısında işbirliğine açık hareket etmiştir. Enerji ihracat politikalarının örtüşmesi ve monarşilerin bekası iki taraf arasındaki iş birliği ortamının gelişmesini sağlamıştır. Nitekim İran – Suudi Arabistan ilişkileri çoğu zaman mezhepçi söylemlerin gölgesinde yürüse de, ilişkilerde pragmatik bir yön her daim varlığını korumuştur.
Her iki ülkeye de ayrı ayrı bakıldığında iç politikalarında olduğu gibi dış politikalarındaki tutumlarını belirleyen faktörler mevcuttur. Bunlar İran için; ülke içerisinde büyük söz hakkına sahip velayet-i fakih doktrini ile desteklenen dini lider ile demokratik kanallardan seçilen cumhurbaşkanı arasındaki siyasi görüş farklılıkları, gerilimler ve ikili arasındaki ilişkilerin biçimi, ideoloji ve uygulama arasındaki gerilim dış politikayı belirleyen temel iç faktörlerdir. İran’ı etkileyen başlıca dış faktörler olarak ise: Suudi Arabistan ve ABD karşısındaki küresel güç dengesi arayışları sayılabilmektedir. . Suudi Arabistan açısından bakıldığında monarşi rejiminin güvenliği, Körfez İş birliği Konseyi (KİK) içerisindeki gerilimler; Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin gibi komşu ülkelerin taraf devletlerin iç politikalarını yönlendirme çabaları bölgesel ve küresel politikaların temelinde yatmaktadır. Özetle İran – Suudi Arabistan ikili ilişkileri bölgesel çatışmalar, Körfez ülkelerindeki Batı askerî mevcudiyeti; Irak, Filistin ve Afganistan sorunları; İran’ın nükleer programı, Abu Musa ve Tunb adalarında İran ile BAE arasında süregelen egemenlik tartışmaları gibi sorunlar çerçevesinde biçimlenmektedir.
İlk bakışta Brezilya 1980’lerde etkili ekonomik stabilizasyon planlarını uygulamaya koymuş ve hiperenflasyonu tersine çevirmeyi başararak özelleştirmeleri arttırmıştı. Aynı şekilde Hindistan 90’ların başında çok kapsamlı ekonomik reformlar gerçekleştirmesine karşın bölgesel ve küresel rakibi Çin ise 90’ların sonunda Asya krizinden burnu bile kanamadan kurtulmuştu. Öte yandan 90’ların sonunda Putin’in gelmesi ile beraber Rusya kaybettiği ekonomik gücünü kazanmaya yönelik stratejileri hayata geçirmiştir. Buna karşın BRICS ülkeleri her biri kendi içerisinde önemli sıkıntılar yaşamakta ve örgütün geleceği merak edilmektedir.
1960 yılına geldiğimizde Doğu Timor, Birleşmiş Milletler ’in ilgili maddesi gereğince (BM Sözleşmesi 11.başlık) “kendi kendini yönetemeyen bölge” ilan edilmiştir.
1974 yılında Portekiz’de yaşanan siyasi gelişmeler ile Doğu Timor’un kendi kaderini tayin etme dönemi başlamış, çevresel tehditler de bu dönemde artmıştır. Bu yıllar, Doğu Timor’un negatif barış sürecini yaşadığı yıllardır. 1975 yılında da Endonezya’nın adayı ilhakı gerçekleşmiş, bu ilhak ve devamındaki yıllarda on binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
1975’te başlayan bu işgal 1999 yılına kadar sürdü. Bu süre zarfı içerisinde Endonezya, cinayet, işkence, tecavüz, keyfi gözaltı ve zorunlu göç olmak üzere pek çok insan hakları ihlali yaptı.
Türkiye’nin AB üyeliğinde yeni döneme girdiği Geri Kabul Antlaşması ile Türk kamuoyu vize serbestisini heyecanla beklemektedir. AB nezdinde yasadığı göçmenler ile mücadele etmek amaçlı GKA; vize serbestisine giden bir basamak olarak uygulanması, Türkiye’de vize serbestisini GKA’den daha fazla ön plana çıkartmaktadır. Geri Kabul Antlaşmasının başlaması Türkiye tarafında vize serbestisinin başlaması olarak algılanmakta ve Türkiye’nin AB adaylığı yolunda yeni bir mihenk taşı olarak uluslararası kamuoyunda merak uyandırmaktadır.
Öte yandan Kıbrıs’ın tüccarların konaklama noktası olması, depolama ve yakın zamana doğru yakıt(petrol veya gaz) ve yiyecek temin etme özellikleri adaya ekonomik bir önem atfetmiştir. Devlet kanadından gümrük, ticari kanattan komisyon gelirleri özellikle yakın zamanda daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca doğal yer altı kaynakları son dönemlerde tüm devletler için cazip hale gelmiş ve Uluslararası Hukuk teamül ve kuralları doğrultusunca kıyıdar devletler Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek adanın sadece civar ülkelerden değil, ayrıca kendisinden de ticari ve ekonomik gelirler elde edebilir hale gelmişlerdir. Petrol bölgelerine yakın olması ve denizaltı-su tabanında petrol ve gaz rezervlerinin olması bölge devletlerinin ekonomik kaderlerini değiştirecek niteliktedir. Bu bağlamda Kıbrıs arzulanan bir yer olarak tarihsel dini, sosyo-kültürel, askeri ve ekonomik tabanlı çatışmalarını Osmanlı Devleti dönemine aktarmayı başarmıştır. Aynı şekilde Osmanlı’nın halefi Türkiye ve sonrasında İngiltere arasında aracılı bir güç savaşı haline gelmiştir. Esas anlamda bir çok açıdan değerli olan bu adayı ele geçirmek için oluşan çatışma zamanla Türk ve Yunan etnik grupları arasında siyasi bir hale gelmiş ve içerisinde dönemlere bağlı değişen dini, sosyo-kültürel, ekonomik, siyasi, hukuki yönleri gelişen bir çatışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Sorunun tarafları da aynı şekilde süreç içerisinde değişiklik göstermiş ve GKRY’nin AB’ye üye olmasından sonra uluslararası yönü daha baskın hale gelmiştir.
Coğrafi açıdan, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de merkezi bir konumda bulunması tüm kıyıdar, sahili olan devlet ve uygarlıklar için hâkim edilmesi gereken bir hedef haline getirmiştir. Adanın denizin tam kalbinde olması saldırı anında devletlerin erken haber alması veya tam tersine saldırgan devletin daha erken davranmasını ve üst olarak kullanması kozunu beraberinde taşır. Ayrıca Kıbrıs’ın Süveyş Kanalı ve takibinde Hint Okyanusu-Pasifik Okyanusu ile Akdeniz ve takibinde Atlantik Okyanusunun bağlantı noktasında olması, gerek ticari acıdan gerekse de askeri açıdan önemli kılmaktadır. Günümüzde balistik ve kıtalar arası füze ve uçak teknolojisi dahi Kıbrıs’ın konvansiyonel askeri önemini değiştirememiştir. Uçakların menzili hususunda bir yakıt alma, mola verme, aktarma yapma noktası olarak kullanılabilirken; diğer tüm devletler için ise bir hava sahası ve milli güvenlik kavramları ve kuralları doğrultusunda izinsel bir engel teşkil etmektedir.
Öte yandan Kıbrıs’ın tüccarların konaklama noktası olması, depolama ve yakın zamana doğru yakıt(petrol veya gaz) ve yiyecek temin etme özellikleri adaya ekonomik bir önem atfetmiştir. Devlet kanadından gümrük, ticari kanattan komisyon gelirleri özellikle yakın zamanda daha önemli hale gelmiştir. Ayrıca doğal yer altı kaynakları son dönemlerde tüm devletler için cazip hale gelmiş ve Uluslararası Hukuk teamül ve kuralları doğrultusunca kıyıdar devletler Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederek adanın sadece civar ülkelerden değil, ayrıca kendisinden de ticari ve ekonomik gelirler elde edebilir hale gelmişlerdir. Petrol bölgelerine yakın olması ve denizaltı-su tabanında petrol ve gaz rezervlerinin olması bölge devletlerinin ekonomik kaderlerini değiştirecek niteliktedir.