Doç Dr. Şenol KORKUT 1974 yılında Tokat/Almus’ta doğdu. 1992 yılında, Tokat İmam-Hatip Lisesini bitirdi ve aynı yıl Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine kaydoldu. 1997 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü İslâm Felsefesi Anabilim Dalında “Farabi Düşüncesinde Enneadlar’ın Yeri” adlı teziyle yüksek lisansını ve “Farabi’nin Siyaset Felsefesi, Kökenleri ve Özgünlüğü” adlı teziyle de doktorasını tamamladı. 2001-2006 yılları arasında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Felsefesi Anabilim Dalında araştırma görevliliği yaptı. 2006-2009 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nde memurluk yaptı. 2009 yılında, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalına Yardımcı Doçent olarak atandı. 2017 Aralık Döneminde Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü İslam Felsefesi Anabilim Dalı’ndan ÜAK’a doçentlik başvurusu yaptı. 17.07. 2018 tarihinde Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü İslam Felsefesi Anabilim Dalı’nda Doçentlik unvanını kazandı. 22.11.2019 tarihinde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde icra edilen doçentlik sözlü sınavından başarıyla geçti. 22.02.2020 tarihinde Tokat Gazi Osmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü İslam Felsefesi Anabilim Dalı’na Doçent, Ekim 2023'te ise Profesör olarak atandı. Address: Eskişehir, Turkey
Şenol Korkut, Nizâmülmülk'ün Siyaset Felsefesi'nde Büyük Selçuklu Devleti'ne yaklaşık yarım asır ... more Şenol Korkut, Nizâmülmülk'ün Siyaset Felsefesi'nde Büyük Selçuklu Devleti'ne yaklaşık yarım asır hizmet etmiş Nizâmümülk'ün gerek uygulamaları gerekse Siyâsetnâme adlı eserindeki görüşleri bakımından siyaset felsefesini incelemektedir. Nizâmülmülk kalem ve kılıç erbabı arasında inşa edilen denge, Bâtınî/Fâtımî/Nizârî kaynaklı meşhur haberlerle sürekli tacizlere maruz kalan Selçuklu sultanlığı ile Abbâsî hilafetinin işbirliği içinde çalışması, diplomasinin incelikleri, Bâtınî takıyyeciliğe, rüşvete, yolsuzluğa karşı güvenilir habercilik mekanizmalarının merkezden devletin en uç birimlerine değin yapılandırılması, imâr ve iskân faaliyetleri, devlet kademelerinin âdil ve ahlâkî bir zeminde inşa edilmesi, Türkmenlerin İran platolarında iskân edilmesi, 1071 sonrası Anadolu fütuhatının her bölgede nevi şahsına münhasır bir şekilde organize edilmesinin bir parçası olması gibi birçok önemli konuda, tarih boyunca uygulamaları, engin görüşleri, bazı siyasi ve toplumsal sorunlara sıra dışı yaklaşımı itibariyle, ilm-i siyaset sahasında ikinci adamlığın muktedirliği bâbında akla ilk gelen isim olma özelliğini hâlihazırda korumaktadır. Kitapta fitne dönemi ve nizâm-ı âlem düzeni, Bâtınîlikle mücadele, adalet mekanizması ve bürokrasi, istişare kurumu, adil savaş ve barış, medrese atılımı gibi konular Nizâmülmülk başta olmak üzere dönemin İslâm âlimleri Cüveynî ve Gazzâlî'nin görüşlerine de başvurularak tetkik edilmiştir.
Şenol Korkut, siyaset felsefesi bağlamında Sezai Karakoç'un Toplum, İslâm Toplumu, Devlet ve Devl... more Şenol Korkut, siyaset felsefesi bağlamında Sezai Karakoç'un Toplum, İslâm Toplumu, Devlet ve Devlet Adamı Hakkındaki Görüşleri'ni incelemektedir. Karakoç toplumu nötr bir organizasyon olarak görmektense hangi medeniyete göre inşa edildiğini öncelemektedir. Medeniyetlere yön veren ilgili medeniyete ait sitelerdir. Medeniyetlerin metafizik boyutları ve ruhları zemininde yükseldikleri şehir modelleri yani sitelerde gizlidir. İslâm toplumu veya sitesi esasında ve özünde adalet ve erdem içermesi bakımından özünde gücün saklı olduğu toplum modellerinden farklıdır. İslâm toplumu, insanlığın, İslâm'ın ve hakikat medeniyetinin diriliş sitesini ifade eder. Karakoç'a göre devleti, devlet ve millet şuuru olan devlet adamlarının yönetmesi gerekir. Devlet adamının en temel tasası milletini nasıl organize edeceği ve milletin geleceğinin nasıl şekillenmesi oluşturmaktadır. Korkut'un kitabı Karakoç'un düşünce dünyasına mükemmel bir yolculuk için bulunmaz bir fırsat.
Bu makalede Plotinus’un Arapça’ya çeviri literatüründeki akıl teorisi incelenmiştir. Plotinus’un ... more Bu makalede Plotinus’un Arapça’ya çeviri literatüründeki akıl teorisi incelenmiştir. Plotinus’un akıl (Nous) teorisi, Aristoteles’e atfedilen Üsûlûcyâ ve Fârâbî’ye atfedilen Risâle fî İlmi’l-İlâhi adlı eserler üzerinden İslâm düşüncesine intikal etmiştir. Makalenin amacı, konuya dair yapılmış çalışmaların eşliğinde, söz konusu akıl teorisini Enneadlar’daki özgün teorileri de dikkate alarak ortaya koymaktır. Makale’de öncelikle, akıl teorisi bağlamında, Enneadlar ve Üsûlûcyâ farklılıkların kaynağının Eflatun ve Aristoteles felsefelerini uzlaştırma geleneği mi, Süryanilerin yaptıkları müdahaleler mi yahut Arapça çeviri süreci mi olduğu sorgulanmıştır. İkincileyin makalede Üsûlûcyâ’dak akıl teorisi çeşitli boyutları açısından incelenmiş ve akıl için inşa edilen cehletme teorisi ayrıntılı bir şekilde tetkik edilmiştir. Üsûlûcyâ’da yaratma ve sudur teorileri aralarında herhangi bir gerilim ve çelişki olmayacak şekilde işlevsel kılınmıştır. Üsûlûcyâ’ya göre Akıl Bir’den taşmıştır. Akıl, eksiksiz, tam ve mükemmeldir. Aklın bilgisi cehletmektir. Cehletmek diğer bilgi kategorilerinden üstündür. Akıl hareket halindedir ancak bu hareketin mekânı yoktur. Akıl, Bir’e ve nesnelere yönelik sürekli temaşa halindedir. Makalenin son bölümünde ise Plotinus’un Arapça literatürdeki akıl teorisi Risâle fî İlmi’l-İlâhi üzerinden incelenmiştir.
Röportajın İngilizce versiyonu için bkz.https://www.whatisitliketobeaphilosopher.com/#/peter-adam... more Röportajın İngilizce versiyonu için bkz.https://www.whatisitliketobeaphilosopher.com/#/peter-adamson/ Ludwig Maximilian Üniversitesi'nde Felsefe Profesörü ve History of Philosophy Without Any Gaps podcast'inin sunucusu Peter Adamson bu söyleşide Dungeons and Dragons, Oz Büyücüsü, ikiz kardeşi, Williams College, Platon'a bağlanması, Dante çalışması, Ortaçağ felsefesine ilgi duyması ve ardından Notre Dame'da Arap felsefesi ve Yeni Platonculuk, felsefe tarihinin neden önemli olduğu ve felsefenin kültürel darlığı konularını ele alıyor. Felsefi ilerleme fikri, felsefede biyografi ve argümanların rolü, sahtekâr sendromu, eşiyle tanışması, felsefe tarihini içeriden anlamak, Plotinus üzerine çalışmak, yüksek lisans öğrencilerine tavsiyeler, King's College'ı neden LMU için terk ettiği, podcast'in kökeni, gelişimi, üretimi ve geleceği, etki, İbn-i Sina, Mill, Buster Keaton, Catch-22, David Sedaris, Seçim 2016 ve son yemeği... [3/14/2019]
Düşüncesinden" adlı kitabında Jean Guitton'un Heidegger'e dair yazısında "Kütüphanesini gezdirdi.... more Düşüncesinden" adlı kitabında Jean Guitton'un Heidegger'e dair yazısında "Kütüphanesini gezdirdi. Orda filozofların eserlerinden çok şairlerin eserlerini gördüm" şeklinde bir anekdot vardır. Acaba ünlü Alman filozofunun kütüphanesinde neden bu kadar çok şairin eseri yer alıyordu. Kanaatimce bir Alman milletinin kültürüne, geleneklerine ve ananevilerine ancak şiirle nüfuz edilebilirdi. Şiir bir milletin tinsel damarlarına nüfuz edebilmenin yegane yoludur. Türk milletinin ve Anadolu insanının 20. Yüzyıldaki hikayesine nüfuz edebilmenin en elverişli şairlerinden birisi de Cahit Külebi'dir. 2. Cahit Külebi'nin en verimli olduğu dönem Türk şiirinde İkinci Yeni dönemine denk gelir. Entelektüel birikimi açısından İkinci Yeni şairleri ile aynı seviyede olmasına rağmen bu akımın dışında ve oldukça yalın bir sesi vardır. Bu akımın imge yoğunluğuna kendisini kaptırmamış, meyletmemiş ve kendi özgün sesinin arayışı içinde olmuştur. Buna karşın Turgut Uyar, Külebi'nin şiirinin hayranıdır. Cemal Süreya ise, Külebi'yi şiirden en iyi çıkan şair olarak tanımlıyor. Örneğin "Acı Dönem" adlı şiirinden "Azrail gibi bir kış geldi, Yurdumuzda ne ararsan yok." şeklinde muhteşem mısralarla bir çıkış yapıyor. 3. Modern akımlara karşın kendisi bir röportajında da belirttiği üzere divan şiirinin hayranıdır ve bu şiir konusunda oldukça donanımlıdır. Bu hayranlığı biz onun Baki adlı şiirinde görebiliriz. Necip Fazıl Kısakürek'in ideolojisini sevmez ancak sanatını (şiirini hece vezni üzerine kurmasından ve şiirindeki metafizik ağırlıktan dolayı olsa gerek) takdir eder. 4. Ermeni mezalimi sebebiyle ataları Erzurum'dan Zile'nin Çeltek köyüne yerleşmek zorunda kalan şairin "İstanbul" adlı şiiri şarkıcı Yaşar Kurt tarafından "Kamyonlar Kavun Taşır" adıyla bestelenmiştir. Bazı müzisyenlere göre, bu beste, edebi değerine yüklenen tempo ve ritim nedeniyle Türk müzik tarihinin başyapıtları arasındadır. Üniversite gençliğinin en favori şarkılarındandır. 5. Şairin doğa, kadın, aşk, mevsim, kentleşme, taşra hayatına dair şiirleri yaşadığı döneme dair bir nevi kısa Türkiye tarihi sunmaktadır. Kıtlık yılları, iç siyasi çalkantılar gibi her şeyin üstünde mevkilenmiş bir yurt sevgisi vardır bu şiirde. 6. Külebi şiiri anti-emperyalist bir şiirdir. "Biz ve Amerika" şiirinin bu manada çok daha derin bir şekilde çözümlenmeye ihtiyacı vardır.
Gazi Osman Paşa, Plevne muharebelerinde çok sayıda Boşnak askerden oluşan Osmanlı ordusunun başın... more Gazi Osman Paşa, Plevne muharebelerinde çok sayıda Boşnak askerden oluşan Osmanlı ordusunun başına geçmiştir. Olağanüstü cesareti ve olağanüstü askeri becerileri nedeniyle, onun hakkında birçok şarkı söylendi. Etnomüzikolojik literatürü inceleyerek ve Sancaklı Boşnakların yaşayan müzik geleneğini araştırarak Gazi Osman Paşa hakkında toplam 6 şarkı bulduk. Bunlardan beşi kaydedildi - 4'ü etnomüzikolojik koleksiyonların bir parçasıydı ve 1'i sevdalinka şarkılarından oluşan bir koleksiyondaydı. Altıncı şarkı, Pokraj Plevne i Sofije, bu makalenin hazırlanmasının bir parçası olarak ilk kez kaydedildi ve ilk kez burada yayımlandı. Bu, tamamen kaybolmaktan kurtarılarak kalıcı olarak korunmasını sağlayacaktır. Gazi Osman Paşa ile ilgili şarkıların bu sunumunun onlara daha fazla ilgi göstermesine vesile olmasını ve böylece yeni araştırmalara ve icralara konu olmasını temenni ediyorum. Ayrıca Sırbistan'da Boşnakça öğretilen müzik eğitimi derslerine öğretim materyali olarak dahil edilebileceğini düşünüyorum. Böylece müzik eğitimi dersleri, tarih dersleri ve Boşnakça dil dersleri arasında ilişki kurularak Boşnakların kültürünün geliştirilmesi için çalışmak hem mümkün hem de gereklidir.
Makalenin İngilizce versiyonu:https://www.kulturportali.gov.tr/mrepo/eKitap/eb-TheLionOfPlevnaInTheSongsO%20BosniaksFromSandzak/3/
Aristoteles aklı öncelikle teorik ve pratik yönlere ayırmıştır. Aklın teorik yönünü ise bilkuvve ... more Aristoteles aklı öncelikle teorik ve pratik yönlere ayırmıştır. Aklın teorik yönünü ise bilkuvve ve bilfiil boyutları ile incelemiştir. Aristoteles Ruh Üzerine III 5'te aklın bilfiil yönünü tetkik etmiştir. Aristoteles bu bölümde aklı ayrılabilir, etkilenimsiz, karışmamış, sürekli bilfiil, ölümsüz ve sonsuz gibi niteliklerle teçhiz etmiştir. Ayrıca Aristoteles bu bölümde aklı bilkuvve renkleri bilfiil yapan ışık ve sanatkârın sanatın maddesinde etkin olması gibi benzetmeler kullanarak tarif etmiştir. Aristoteles'in bu bölümde aklın niteliklerine dair sergilediği bilgiler, bilfiil/faal aklın psiko-epistemolojik yetkinliği ve ontolojik statüsü bakımından oldukça çetrefil yorumların doğmasına sebep olmuştur. Gerek Hellenistik dönem ve Ortaçağ yorum tarzları, gerekse modern dönemde yapılan çalışmalardan yola çıkarak, Ruh Üzerine III 5'e yönelik dört ayrı yorum geleneğinden bahsetmek mümkündür. Bunlar Tanrısal yorum geleneği, insanî yorum geleneği, sosyal yorum geleneği ve içeriksel (kapsayıcı) yorum geleneğinden müteşekkildir. Bu makale ilgili yorum geleneklerinin ilgili nitelikler üzerindeki görüşlerini kısmen tetkik etmiştir. Makale nihai olarak Ruh Üzerine III 5'te sergilenen aklın nitelikleri ile düşünsel yaşam (theoria yaşamı) arasındaki ilişkiye odaklanarak, Tanrısal yorum ve insanî yorum arasında bir sentez arayışı gerçekleştirmiştir.
Bu makalede Sezai Karakoç'un medeniyet, toplum, İslâm toplumu, devlet ve devlet adamı hakkındaki ... more Bu makalede Sezai Karakoç'un medeniyet, toplum, İslâm toplumu, devlet ve devlet adamı hakkındaki görüşleri incelenecektir. Karakoç'a göre hakikat medeniyetini peygamberler kurmuştur. İslâm medeniyeti dışındaki bütün medeniyet birimleri vahiy ve peygamberlerin inşa ettiği vahdaniyet/hakikat medeniyetinin bozulmuş şekline tekabül eder. Karakoç, insanlığın geleceğini İslâm medeniyetinin dirilişinde görür. Karakoç'a göre toplum nötr bir oluşumdan ziyade daha başlangıcında herhangi bir medeniyetin toplum modeline uygun bir şekilde gelişir. İslâm toplumu modeli sosyalizm, kapitalizm ve liberalizm gibi çağdaş ideolojilerin inşa ettiği toplum modelinden farklıdır. İslâm toplumu modeli din, ahlak, sanat, ekonomik yapısı bakımından diğer medeniyetlerin toplum modellerine alternatif bir içerik sergiler. Karakoç'a göre her toplum bir devlete sahip olamaz. Bir toplumun devlet organizmasına sahip olabilmesi için, o toplumun millet olması zorunludur. Devletin menşei, devrimler değil, millet olabilmiş toplumun bağrıdır. Devrimler, henüz başlangıç aşamalarında devlet ve millet ruhuna bir şok yaşatmış olsalar da, zaman geçtikçe devlet ve millet ruhu devrimlerin getirdiği toplumsal şokları normalleştirme süreçlerine sokar. Karakoç'a göre devleti, bilgelik, şairlik ve sanatkârlık yetilerini yeri ve zamanı geldiğinde adalet ve kamu yararı doğrultusunda kullanabilecek devlet adamı yönetmelidir. Devlet adamı, devlet ve millet ruhuna göre hareketi önceleyecek bir devlet şuuruna sahip olmalıdır. Devlet adamı, millete, devlete ve tarihe bakan yönleri ile çok boyutlu bir karaktere sahip olmalıdır.
Yer darlığı nedeniyle makaleye almadığım anekdot şöyledir.
Nizamülmülk üç faktörün korelasyonun... more Yer darlığı nedeniyle makaleye almadığım anekdot şöyledir.
Nizamülmülk üç faktörün korelasyonunun tamamen farkındaydı: refah, üretkenlik ve verimlilik. Refahın korunması, beklenen üretkenliği ve etkinlik düzeyini (kelimenin genel anlamıyla) önemli ölçüde artırabilir. Bunu aşağıdaki ilgili olay üzerinden gözlemleyebiliriz:
"Rey'in gidişatının Nizamülmülk'ü endişelendirdiği bir zaman vardı. Casuslar tarafından Kutalmış’ın Kuh kalesini terk edip ülkeyi yağmalamaya başladığını ve yakında Rey'e saldırılacağını haber aldı. Alp Arslan da Nişabur'a doğru yola çıktı ordusuyla birlikte Damgan'a ulaştı. Kardeş sevgisinin itkisyle Alparslan, Kutalmış’a fitneden vazgeçmesi için bir mesaj gönderdi. Kutalmış hiç umursamadı ve Rey'in çevresini yağmalamaya başladı. Kutlalmış, Milh Vadisi'ni suyla doldurdu ve Rey'e geçişi imkansız hale getirdi. Bu durum Alp Arslan'ı endişelendirdi. Nizamülmülk ona, "Hiç merak etme. Atışları asla hedefi ıskalamayan askerler topladım. İyilik ve ihsanla muamele ettiğim Horasanlı ulema ve mutasavvıfların, Kur'an-ı Kerim'in gönül erlerinin sadakatini temin ettim. Hepsi Sultan'ın zaferi için dua ediyor. Bu ordu için en güçlü destek budur.”
Nizamülmülk bunları söyledikten sonra zırhını kuşandı, Alp Arslan'ın yanına gitti ve askerlere bahşiş dağıttı. Sultan atını suya vurdu ve ordusuyla birlikte sağ salim karşıya geçti. Daha sonra Kutalmış ile Alp Arslan arasında, Kutalmış’ın öldürüldüğü şiddetli çatışmalar başladı. Sultan Reye döndüğünde bu açık ve kesin zafer için Nizamülmülk'e teşekkür etti.
ÖZET
Bu makalede öncelikle Nizâmülmülk’ün, İslâm siyaset düşüncesi çerçevesinde fitne dönemi olarak bahsettiği koşulların siyaset felsefesinde doğal duruma denk düşüp düşmeyeceği tartışılacaktır. Bilahare Nizâmülmülk, Cüveynî ve Gazzâlî’nin fitne döneminin karşısında konumlandırdıkları istikrar düzeni “nizam-ı âlem” tabiri çerçevesinde yorumlanacaktır. Makale’nin ilerleyen bölümlerinde Nizâmülmülk’ün habercilik ağları, diplomasi, bürokrasi, divan müesseseleri, iktâ sistemi, istişare, savaş ve barışa dair görüşleri karşılaştırmalı siyaset metodunun imkânlarından yararlanılarak tetkik edilecektir. Makalenin son bölümünde Nizamülmülk’ün yön verdiği şekliyle Büyük Selçuklu Devletinin din politikası tetkik edilecektir. Nizamiye Medreseleri, Cüveynî’nin el-Gıyâsî ve Gazzâlî’nin Fedaihül-Batniyye adlı eserleri, Nizâmülmülk’ün siyaset felsefesinin bir parçası olarak tahlil edilecektir.
This book subjects the basic dynamics of the Muslims of Bosnia and Herzegovina to a new reading t... more This book subjects the basic dynamics of the Muslims of Bosnia and Herzegovina to a new reading through the memories of Alija Izetbegović (1925-2003), one of the most important Muslim intellectuals of the twentieth century. Izetbegović's pursuit of truth in his childhood and youth and his attitude towards the ideologies around him are taken in terms of the way a Muslim intellectual was brought up in the modern world. In the second part of the study, the importance of the Islamic Declaration for the current Islamic world, how to keep the Muslim identity alive under all conditions and the Islamic method to be developed for the policies of a dimming the Muslim identity are examined. In the third part of the study, the importance of a Muslim party on the basis of the SDA and the principles to be derived from the struggle for existence during the Bosnia-Herzegovina war were examined. In the last part of the study, the current situation in Bosnia and Herzegovina after Dayton is discussed. The book seeks to construct a modern Siyāsatnāmeh based on the memories of Izetbegović.
Medya, Avrasya'dan Gelen Öğrenciler ve İçtihat Dosyası, Hüseyin Atay, Mevlüt Güngör, Osman Taştan... more Medya, Avrasya'dan Gelen Öğrenciler ve İçtihat Dosyası, Hüseyin Atay, Mevlüt Güngör, Osman Taştan, Hasan Onat, İsmet Özel, Mehmet Doğan, İlber Ortaylı, Ahmet İnam.
Zor coğrafyanın, Müslüman çocukları da zordur. Bu bakımdan İzzetbegoviç’in ibretle ve ısrarla oku... more Zor coğrafyanın, Müslüman çocukları da zordur. Bu bakımdan İzzetbegoviç’in ibretle ve ısrarla okunması gereken ve yer yer insanı dehşet içinde bırakan bilgelikle dolu, çileli bir gençliği, çileli bir halkı, çileli bir coğrafyası, çileli bir hayat hikâyesi ancak kahramanca bir duruşu vardır. Onun dünyasında, bir tarafta Kur’ân, sünnet ve tarih şuurunun egemenliğinde işlevsel olan teori ve ilkeler; diğer tarafta ise bunların tatbik edildiği hapishane koşulları, müzakere, savaş, sadakat, ihanet, hukuk, cephe, diplomasi, sosyal ve gündelik hayat, keza birçok yönüyle insanın sahih olduğu dönemlere ait olmayan modern insana mahsus sayısız olumsuz olasılıklar vardır. Örneğin karşısındaki Slavlar hiç de yüzyıl önceki Slavlar değil daha ziyade Raskolnikov ve Gruşenka’nın mahsulü Slavlardır. İzzetbegoviç anılan olasılıklara, hatta yaşadığı coğrafyaya en kirli yüzünü göstermiş rakip modern ideolojilere, söz konusu ilke ve teorilerin nasıl tatbik edilebileceği ve nasıl konuşturulacağı konusunda, gerek nazarî gerekse amelî duruşu açısından istisnâî bir bilge-lider olarak önümüzde ve şahitliğimizde durmaktadır. Aynı şekilde İzzetbegoviç etrafındaki baskın öğretilerin “gerçek” diye sunduğu şeylerdeki çelişkileri dâhice süzebilen bir zihniyete sahiptir. Keza, Balkanlarda ne kadar büyük çelişki varsa bunlar aynı oranda İzzetbegoviç’te büyük bir şuur olarak karşılık bulmuştur. İzzetbegoviç bu zor coğrafyadan modern-batılı muhataplarına hep şunu söylemiştir: Biz akıl bakımından Avrupa’lı kalp bakımından doğulu bir milletiz. Bu muhataplar her defasında İzzetbegoviç’in ve Boşnakların kalbini besleyen inanç, duygu, değer ve medeniyet erdemlerine kör ve sağır bir yöntemle hareket etmişlerdir. Bu açıdan İzzetbegoviç ve modern bir siyasetnâme olarak tetkik ettiğimiz Tarihe Tanıklığım’ın mayasını nizâm-ı âlem fikrini, döneminin koşulları etrafında en üst düzeyden işleyen ve hataların en büyüğünü “barış (sevinçliktir) isteyenle savaş (zor ve acıdır) yapmak” şeklinde tanımlayan bir Osmanlı âlimi olarak Hasan Kâfî Akhisarî’ye kadar götürebiliriz. Aynı şekilde bilge-lider İzzetbegoviç’e, hem milletleri gerçek mutluluğa (cennete) götürecek nazarî ve amelî erdemlerin o milletin nefsinde yerleştirilmesi/özümsetilmesi hem de gerektiğinde bu milleti âdil/haklı savaş etrafında seferber edebilmesinin timsali olarak, Türk-İslâm filozofu Fârâbî’nin dünyasından “faziletli mücahit”/”erdemli savaşçı” sıfatını kotarabiliriz.
Kindî, i) sürekli fiil halinde bulunan faal akıl (insan ruhunun dışında), ii) bilkuvve akıl (tama... more Kindî, i) sürekli fiil halinde bulunan faal akıl (insan ruhunun dışında), ii) bilkuvve akıl (tamamen bilkuvvelik içindeki akıl), iii) müstefâd akıl (kazanılmış akıl, ilerde bilfiil olacak akıl, bilkuvveliğin ikinci seviyesi, bilfiilliğin birinci seviyesi) ve iv) beyani (veya zahir) akıl veya tamamen bilfiillik içindeki ikinci akıl (ikinci bilfiillik) olmak üzere dört akıldan bahsetmiştir. Birinci veya faal akıl daima bilfiil halde bulunan, bütün küllîlerin ilkesi ve sebebi olan, insan nefsini bilfiilleştiren, insan nefsinden ayrık ve onunla özdeşleşmeyen akıldır. Kindî’ye göre akıl ve nefs cisimsiz/manevî cevherlerdir. Cisimsiz bir cevher olan insan nefsi, başka bir cisimsiz cevher olan faal aklın etkisine açık bir seyir izleyerek müstefâd ve bilfiil akıl düzeyleri ile belirli bir yetkinleşme gerçekleşmektedir. Kindî’nin faal akıl ve insanî akılların yetkinleşme süreçlerine dair nevi şahsına münhasır yorumu, Aristoteles’in Ruh Üzerine geleneğinden türetilen akıl türlerini farklı bir zemin ve boyuta kotarmış durumdadır. Kindî’nin felsefi sisteminde faal akıl, zaman, hareket, cisim, nefs ve diğer fâil illetlerin de dahil olduğu yoktan yaratılmış âlemin bir öğesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Faal aklın birliği arızî birlik kategorisindedir ve faal akla bu birliğini zâtî birlik olan Tanrı vermiştir. Dolayısıyla Allah yoktan yarattığı âleme ilâhî iradenin işlevselliklerinde egemen olduğu bir dizi fâil illet serpiştirmiştir ki faal/küllî akıl da bunlardan bir tanesidir. Kindî’ye göre faal akıl ve nefsin de içkin olduğu âlem Allah’a itaat halindedir. Mecâzî bir illet olarak faal akıl, vahiy veren fâil bir illet değildir. Kindî vahyin insanın epistemolojik yetilerine indirgenemeyeceği bir anlayıştan yola çıkarak akıl, rüya, tasavvur ve tahayyül gibi güçleri herhangi bir şekilde vahiy süreçleriyle bağlantılı bir okumaya tabi tutmamaktadır. Bu nedenle Kindî’nin faal aklı vahiy süreciyle bağlantısı kurulamayacak bir mecâzî illet ve arızî birliğe referans vermektedir. Şu halde vahiy veren kaynak ile insanın vahiy dışı entelektüel yetkinleşmesini sağlayacak faal aklı özdeşleştirmemekle Kindî’nin, İslâm felsefesinde daha sonra bir dizi tartışmaya mahal verecek faal akıl, peygamber ve filozof arasındaki ilişkiler ağına dair problemlere de, henüz İslâm felsefesinin oluşum sürecinin başlangıcında, felsefî sistemini kapalı tuttuğunu söyleyebiliriz. Kindî’ye göre her bir nüvesi ile âlem hâdisdir ve faal aklın da dahil olduğu âlemdeki bütün illetler ilâhi iradenin egemenliğinde işlevseldir. Bu türden bir faal akıl yorumu ile Kindî hem seleflerinden hem de haleflerinden farklı ve özgün bir faal akıl yorumu ortaya koymuştur.
Bu yıl Şenol Korkut’un ‘Yediler’ kitabı ilk kitabındaki sesi koruması ve sürdürmesi bakımından de... more Bu yıl Şenol Korkut’un ‘Yediler’ kitabı ilk kitabındaki sesi koruması ve sürdürmesi bakımından değerliydi. Hüseyin Atlansoy, 28.12.2019, Karar Gazetesi.
Yücel Kayıran, Radikal Gazetesi Kitap Eki, 23.01.2014
Bu hafta yeni şiir kitapları üzerinde durac... more Yücel Kayıran, Radikal Gazetesi Kitap Eki, 23.01.2014 Bu hafta yeni şiir kitapları üzerinde duracağım. Bunlardan ilki Şenol Korkut'a ait: İrade. Korkut, az yazan bir şair. 2000'lerin başından beri takip ederim; İrade'yi oluşturan şiirler, sanırım on yıl gibi bir sürede tamamlandı. Kitabın yayınlanmış şiirlerden bir “seçme” olduğunu sanmıyorum; yayımlanan şiirler bu kadar. Az yazıyor olmak bakımdan, Şenol Korkut, Ayhan Kurt'u hatırlatıyor. Kurt'un ilk kitabı Canavarlığa Yazgılı Şehzade on yedi şiirden oluşur; ikinci kitabı Müsadere ise beş şiirden. Toplam yirmi iki şiir; dergide duran, sadece “yirmi üçüncü şiir” olsa gerek. Kurt'un yeni bir şiirini merak ediyorum. Kurt’tan sonra Türk şiiri henüz Ayhan’ın bıraktığı yere gelemedi. Tekrar Korkut'a dönersek; Korkut, daha yayımladığı ilk şiirlerden kendi poetikasını kurmuş bir şairdi. Bu nedenle bir Şenol Korkut şiirinden söz edebiliriz. Korkut'un şiirinde açığa çıkan bu poetika, Türk şiirinde iki geleneğin bir tür sentezini içeriyordu; Memleket Şiiri ile İkinci Yeni şiirinin sentezi. Parmak hesabından söz etmiyorum kuşkusuz; ilkinden gerçekçilik, ikincisinden ise dünyayı algılama biçimi dâhil edilmişti bu şiire. Örnek vermek gerekirse; “Güneşe Horoz karıştı” şiirinin açılışı şöyle: “Münkir cinler koşuştu davul sesi kayada/ Evlekledi yüzümü sessiz ekim tınısı/Eteğinde höllükle şuh kadınlar yazıda/Bir rüyadan buğuya geçti sözün aynası/Sonra saçıldı yağmur kör sularda gökyüzü/Mor bulutlar çıkarıp eşeleyen palazmış” Bu bileşim analiz edilmeli. Korkut aynı zamanda bir ilahiyatçı; düşünceye dayalı teoloji derinliğinin şiire kazandırılması, benim takip ettiğim, bir ideoloji olarak İslamcılıktan ilahiyata dayalı düşünceye geçiş, yeri gelmişken Türk şiir ortamının ilahiyatçı bir şiir eleştirmenine ihtiyacı vardır.
Şenol Korkut, Nizâmülmülk'ün Siyaset Felsefesi'nde Büyük Selçuklu Devleti'ne yaklaşık yarım asır ... more Şenol Korkut, Nizâmülmülk'ün Siyaset Felsefesi'nde Büyük Selçuklu Devleti'ne yaklaşık yarım asır hizmet etmiş Nizâmümülk'ün gerek uygulamaları gerekse Siyâsetnâme adlı eserindeki görüşleri bakımından siyaset felsefesini incelemektedir. Nizâmülmülk kalem ve kılıç erbabı arasında inşa edilen denge, Bâtınî/Fâtımî/Nizârî kaynaklı meşhur haberlerle sürekli tacizlere maruz kalan Selçuklu sultanlığı ile Abbâsî hilafetinin işbirliği içinde çalışması, diplomasinin incelikleri, Bâtınî takıyyeciliğe, rüşvete, yolsuzluğa karşı güvenilir habercilik mekanizmalarının merkezden devletin en uç birimlerine değin yapılandırılması, imâr ve iskân faaliyetleri, devlet kademelerinin âdil ve ahlâkî bir zeminde inşa edilmesi, Türkmenlerin İran platolarında iskân edilmesi, 1071 sonrası Anadolu fütuhatının her bölgede nevi şahsına münhasır bir şekilde organize edilmesinin bir parçası olması gibi birçok önemli konuda, tarih boyunca uygulamaları, engin görüşleri, bazı siyasi ve toplumsal sorunlara sıra dışı yaklaşımı itibariyle, ilm-i siyaset sahasında ikinci adamlığın muktedirliği bâbında akla ilk gelen isim olma özelliğini hâlihazırda korumaktadır. Kitapta fitne dönemi ve nizâm-ı âlem düzeni, Bâtınîlikle mücadele, adalet mekanizması ve bürokrasi, istişare kurumu, adil savaş ve barış, medrese atılımı gibi konular Nizâmülmülk başta olmak üzere dönemin İslâm âlimleri Cüveynî ve Gazzâlî'nin görüşlerine de başvurularak tetkik edilmiştir.
Şenol Korkut, siyaset felsefesi bağlamında Sezai Karakoç'un Toplum, İslâm Toplumu, Devlet ve Devl... more Şenol Korkut, siyaset felsefesi bağlamında Sezai Karakoç'un Toplum, İslâm Toplumu, Devlet ve Devlet Adamı Hakkındaki Görüşleri'ni incelemektedir. Karakoç toplumu nötr bir organizasyon olarak görmektense hangi medeniyete göre inşa edildiğini öncelemektedir. Medeniyetlere yön veren ilgili medeniyete ait sitelerdir. Medeniyetlerin metafizik boyutları ve ruhları zemininde yükseldikleri şehir modelleri yani sitelerde gizlidir. İslâm toplumu veya sitesi esasında ve özünde adalet ve erdem içermesi bakımından özünde gücün saklı olduğu toplum modellerinden farklıdır. İslâm toplumu, insanlığın, İslâm'ın ve hakikat medeniyetinin diriliş sitesini ifade eder. Karakoç'a göre devleti, devlet ve millet şuuru olan devlet adamlarının yönetmesi gerekir. Devlet adamının en temel tasası milletini nasıl organize edeceği ve milletin geleceğinin nasıl şekillenmesi oluşturmaktadır. Korkut'un kitabı Karakoç'un düşünce dünyasına mükemmel bir yolculuk için bulunmaz bir fırsat.
Bu makalede Plotinus’un Arapça’ya çeviri literatüründeki akıl teorisi incelenmiştir. Plotinus’un ... more Bu makalede Plotinus’un Arapça’ya çeviri literatüründeki akıl teorisi incelenmiştir. Plotinus’un akıl (Nous) teorisi, Aristoteles’e atfedilen Üsûlûcyâ ve Fârâbî’ye atfedilen Risâle fî İlmi’l-İlâhi adlı eserler üzerinden İslâm düşüncesine intikal etmiştir. Makalenin amacı, konuya dair yapılmış çalışmaların eşliğinde, söz konusu akıl teorisini Enneadlar’daki özgün teorileri de dikkate alarak ortaya koymaktır. Makale’de öncelikle, akıl teorisi bağlamında, Enneadlar ve Üsûlûcyâ farklılıkların kaynağının Eflatun ve Aristoteles felsefelerini uzlaştırma geleneği mi, Süryanilerin yaptıkları müdahaleler mi yahut Arapça çeviri süreci mi olduğu sorgulanmıştır. İkincileyin makalede Üsûlûcyâ’dak akıl teorisi çeşitli boyutları açısından incelenmiş ve akıl için inşa edilen cehletme teorisi ayrıntılı bir şekilde tetkik edilmiştir. Üsûlûcyâ’da yaratma ve sudur teorileri aralarında herhangi bir gerilim ve çelişki olmayacak şekilde işlevsel kılınmıştır. Üsûlûcyâ’ya göre Akıl Bir’den taşmıştır. Akıl, eksiksiz, tam ve mükemmeldir. Aklın bilgisi cehletmektir. Cehletmek diğer bilgi kategorilerinden üstündür. Akıl hareket halindedir ancak bu hareketin mekânı yoktur. Akıl, Bir’e ve nesnelere yönelik sürekli temaşa halindedir. Makalenin son bölümünde ise Plotinus’un Arapça literatürdeki akıl teorisi Risâle fî İlmi’l-İlâhi üzerinden incelenmiştir.
Röportajın İngilizce versiyonu için bkz.https://www.whatisitliketobeaphilosopher.com/#/peter-adam... more Röportajın İngilizce versiyonu için bkz.https://www.whatisitliketobeaphilosopher.com/#/peter-adamson/ Ludwig Maximilian Üniversitesi'nde Felsefe Profesörü ve History of Philosophy Without Any Gaps podcast'inin sunucusu Peter Adamson bu söyleşide Dungeons and Dragons, Oz Büyücüsü, ikiz kardeşi, Williams College, Platon'a bağlanması, Dante çalışması, Ortaçağ felsefesine ilgi duyması ve ardından Notre Dame'da Arap felsefesi ve Yeni Platonculuk, felsefe tarihinin neden önemli olduğu ve felsefenin kültürel darlığı konularını ele alıyor. Felsefi ilerleme fikri, felsefede biyografi ve argümanların rolü, sahtekâr sendromu, eşiyle tanışması, felsefe tarihini içeriden anlamak, Plotinus üzerine çalışmak, yüksek lisans öğrencilerine tavsiyeler, King's College'ı neden LMU için terk ettiği, podcast'in kökeni, gelişimi, üretimi ve geleceği, etki, İbn-i Sina, Mill, Buster Keaton, Catch-22, David Sedaris, Seçim 2016 ve son yemeği... [3/14/2019]
Düşüncesinden" adlı kitabında Jean Guitton'un Heidegger'e dair yazısında "Kütüphanesini gezdirdi.... more Düşüncesinden" adlı kitabında Jean Guitton'un Heidegger'e dair yazısında "Kütüphanesini gezdirdi. Orda filozofların eserlerinden çok şairlerin eserlerini gördüm" şeklinde bir anekdot vardır. Acaba ünlü Alman filozofunun kütüphanesinde neden bu kadar çok şairin eseri yer alıyordu. Kanaatimce bir Alman milletinin kültürüne, geleneklerine ve ananevilerine ancak şiirle nüfuz edilebilirdi. Şiir bir milletin tinsel damarlarına nüfuz edebilmenin yegane yoludur. Türk milletinin ve Anadolu insanının 20. Yüzyıldaki hikayesine nüfuz edebilmenin en elverişli şairlerinden birisi de Cahit Külebi'dir. 2. Cahit Külebi'nin en verimli olduğu dönem Türk şiirinde İkinci Yeni dönemine denk gelir. Entelektüel birikimi açısından İkinci Yeni şairleri ile aynı seviyede olmasına rağmen bu akımın dışında ve oldukça yalın bir sesi vardır. Bu akımın imge yoğunluğuna kendisini kaptırmamış, meyletmemiş ve kendi özgün sesinin arayışı içinde olmuştur. Buna karşın Turgut Uyar, Külebi'nin şiirinin hayranıdır. Cemal Süreya ise, Külebi'yi şiirden en iyi çıkan şair olarak tanımlıyor. Örneğin "Acı Dönem" adlı şiirinden "Azrail gibi bir kış geldi, Yurdumuzda ne ararsan yok." şeklinde muhteşem mısralarla bir çıkış yapıyor. 3. Modern akımlara karşın kendisi bir röportajında da belirttiği üzere divan şiirinin hayranıdır ve bu şiir konusunda oldukça donanımlıdır. Bu hayranlığı biz onun Baki adlı şiirinde görebiliriz. Necip Fazıl Kısakürek'in ideolojisini sevmez ancak sanatını (şiirini hece vezni üzerine kurmasından ve şiirindeki metafizik ağırlıktan dolayı olsa gerek) takdir eder. 4. Ermeni mezalimi sebebiyle ataları Erzurum'dan Zile'nin Çeltek köyüne yerleşmek zorunda kalan şairin "İstanbul" adlı şiiri şarkıcı Yaşar Kurt tarafından "Kamyonlar Kavun Taşır" adıyla bestelenmiştir. Bazı müzisyenlere göre, bu beste, edebi değerine yüklenen tempo ve ritim nedeniyle Türk müzik tarihinin başyapıtları arasındadır. Üniversite gençliğinin en favori şarkılarındandır. 5. Şairin doğa, kadın, aşk, mevsim, kentleşme, taşra hayatına dair şiirleri yaşadığı döneme dair bir nevi kısa Türkiye tarihi sunmaktadır. Kıtlık yılları, iç siyasi çalkantılar gibi her şeyin üstünde mevkilenmiş bir yurt sevgisi vardır bu şiirde. 6. Külebi şiiri anti-emperyalist bir şiirdir. "Biz ve Amerika" şiirinin bu manada çok daha derin bir şekilde çözümlenmeye ihtiyacı vardır.
Gazi Osman Paşa, Plevne muharebelerinde çok sayıda Boşnak askerden oluşan Osmanlı ordusunun başın... more Gazi Osman Paşa, Plevne muharebelerinde çok sayıda Boşnak askerden oluşan Osmanlı ordusunun başına geçmiştir. Olağanüstü cesareti ve olağanüstü askeri becerileri nedeniyle, onun hakkında birçok şarkı söylendi. Etnomüzikolojik literatürü inceleyerek ve Sancaklı Boşnakların yaşayan müzik geleneğini araştırarak Gazi Osman Paşa hakkında toplam 6 şarkı bulduk. Bunlardan beşi kaydedildi - 4'ü etnomüzikolojik koleksiyonların bir parçasıydı ve 1'i sevdalinka şarkılarından oluşan bir koleksiyondaydı. Altıncı şarkı, Pokraj Plevne i Sofije, bu makalenin hazırlanmasının bir parçası olarak ilk kez kaydedildi ve ilk kez burada yayımlandı. Bu, tamamen kaybolmaktan kurtarılarak kalıcı olarak korunmasını sağlayacaktır. Gazi Osman Paşa ile ilgili şarkıların bu sunumunun onlara daha fazla ilgi göstermesine vesile olmasını ve böylece yeni araştırmalara ve icralara konu olmasını temenni ediyorum. Ayrıca Sırbistan'da Boşnakça öğretilen müzik eğitimi derslerine öğretim materyali olarak dahil edilebileceğini düşünüyorum. Böylece müzik eğitimi dersleri, tarih dersleri ve Boşnakça dil dersleri arasında ilişki kurularak Boşnakların kültürünün geliştirilmesi için çalışmak hem mümkün hem de gereklidir.
Makalenin İngilizce versiyonu:https://www.kulturportali.gov.tr/mrepo/eKitap/eb-TheLionOfPlevnaInTheSongsO%20BosniaksFromSandzak/3/
Aristoteles aklı öncelikle teorik ve pratik yönlere ayırmıştır. Aklın teorik yönünü ise bilkuvve ... more Aristoteles aklı öncelikle teorik ve pratik yönlere ayırmıştır. Aklın teorik yönünü ise bilkuvve ve bilfiil boyutları ile incelemiştir. Aristoteles Ruh Üzerine III 5'te aklın bilfiil yönünü tetkik etmiştir. Aristoteles bu bölümde aklı ayrılabilir, etkilenimsiz, karışmamış, sürekli bilfiil, ölümsüz ve sonsuz gibi niteliklerle teçhiz etmiştir. Ayrıca Aristoteles bu bölümde aklı bilkuvve renkleri bilfiil yapan ışık ve sanatkârın sanatın maddesinde etkin olması gibi benzetmeler kullanarak tarif etmiştir. Aristoteles'in bu bölümde aklın niteliklerine dair sergilediği bilgiler, bilfiil/faal aklın psiko-epistemolojik yetkinliği ve ontolojik statüsü bakımından oldukça çetrefil yorumların doğmasına sebep olmuştur. Gerek Hellenistik dönem ve Ortaçağ yorum tarzları, gerekse modern dönemde yapılan çalışmalardan yola çıkarak, Ruh Üzerine III 5'e yönelik dört ayrı yorum geleneğinden bahsetmek mümkündür. Bunlar Tanrısal yorum geleneği, insanî yorum geleneği, sosyal yorum geleneği ve içeriksel (kapsayıcı) yorum geleneğinden müteşekkildir. Bu makale ilgili yorum geleneklerinin ilgili nitelikler üzerindeki görüşlerini kısmen tetkik etmiştir. Makale nihai olarak Ruh Üzerine III 5'te sergilenen aklın nitelikleri ile düşünsel yaşam (theoria yaşamı) arasındaki ilişkiye odaklanarak, Tanrısal yorum ve insanî yorum arasında bir sentez arayışı gerçekleştirmiştir.
Bu makalede Sezai Karakoç'un medeniyet, toplum, İslâm toplumu, devlet ve devlet adamı hakkındaki ... more Bu makalede Sezai Karakoç'un medeniyet, toplum, İslâm toplumu, devlet ve devlet adamı hakkındaki görüşleri incelenecektir. Karakoç'a göre hakikat medeniyetini peygamberler kurmuştur. İslâm medeniyeti dışındaki bütün medeniyet birimleri vahiy ve peygamberlerin inşa ettiği vahdaniyet/hakikat medeniyetinin bozulmuş şekline tekabül eder. Karakoç, insanlığın geleceğini İslâm medeniyetinin dirilişinde görür. Karakoç'a göre toplum nötr bir oluşumdan ziyade daha başlangıcında herhangi bir medeniyetin toplum modeline uygun bir şekilde gelişir. İslâm toplumu modeli sosyalizm, kapitalizm ve liberalizm gibi çağdaş ideolojilerin inşa ettiği toplum modelinden farklıdır. İslâm toplumu modeli din, ahlak, sanat, ekonomik yapısı bakımından diğer medeniyetlerin toplum modellerine alternatif bir içerik sergiler. Karakoç'a göre her toplum bir devlete sahip olamaz. Bir toplumun devlet organizmasına sahip olabilmesi için, o toplumun millet olması zorunludur. Devletin menşei, devrimler değil, millet olabilmiş toplumun bağrıdır. Devrimler, henüz başlangıç aşamalarında devlet ve millet ruhuna bir şok yaşatmış olsalar da, zaman geçtikçe devlet ve millet ruhu devrimlerin getirdiği toplumsal şokları normalleştirme süreçlerine sokar. Karakoç'a göre devleti, bilgelik, şairlik ve sanatkârlık yetilerini yeri ve zamanı geldiğinde adalet ve kamu yararı doğrultusunda kullanabilecek devlet adamı yönetmelidir. Devlet adamı, devlet ve millet ruhuna göre hareketi önceleyecek bir devlet şuuruna sahip olmalıdır. Devlet adamı, millete, devlete ve tarihe bakan yönleri ile çok boyutlu bir karaktere sahip olmalıdır.
Yer darlığı nedeniyle makaleye almadığım anekdot şöyledir.
Nizamülmülk üç faktörün korelasyonun... more Yer darlığı nedeniyle makaleye almadığım anekdot şöyledir.
Nizamülmülk üç faktörün korelasyonunun tamamen farkındaydı: refah, üretkenlik ve verimlilik. Refahın korunması, beklenen üretkenliği ve etkinlik düzeyini (kelimenin genel anlamıyla) önemli ölçüde artırabilir. Bunu aşağıdaki ilgili olay üzerinden gözlemleyebiliriz:
"Rey'in gidişatının Nizamülmülk'ü endişelendirdiği bir zaman vardı. Casuslar tarafından Kutalmış’ın Kuh kalesini terk edip ülkeyi yağmalamaya başladığını ve yakında Rey'e saldırılacağını haber aldı. Alp Arslan da Nişabur'a doğru yola çıktı ordusuyla birlikte Damgan'a ulaştı. Kardeş sevgisinin itkisyle Alparslan, Kutalmış’a fitneden vazgeçmesi için bir mesaj gönderdi. Kutalmış hiç umursamadı ve Rey'in çevresini yağmalamaya başladı. Kutlalmış, Milh Vadisi'ni suyla doldurdu ve Rey'e geçişi imkansız hale getirdi. Bu durum Alp Arslan'ı endişelendirdi. Nizamülmülk ona, "Hiç merak etme. Atışları asla hedefi ıskalamayan askerler topladım. İyilik ve ihsanla muamele ettiğim Horasanlı ulema ve mutasavvıfların, Kur'an-ı Kerim'in gönül erlerinin sadakatini temin ettim. Hepsi Sultan'ın zaferi için dua ediyor. Bu ordu için en güçlü destek budur.”
Nizamülmülk bunları söyledikten sonra zırhını kuşandı, Alp Arslan'ın yanına gitti ve askerlere bahşiş dağıttı. Sultan atını suya vurdu ve ordusuyla birlikte sağ salim karşıya geçti. Daha sonra Kutalmış ile Alp Arslan arasında, Kutalmış’ın öldürüldüğü şiddetli çatışmalar başladı. Sultan Reye döndüğünde bu açık ve kesin zafer için Nizamülmülk'e teşekkür etti.
ÖZET
Bu makalede öncelikle Nizâmülmülk’ün, İslâm siyaset düşüncesi çerçevesinde fitne dönemi olarak bahsettiği koşulların siyaset felsefesinde doğal duruma denk düşüp düşmeyeceği tartışılacaktır. Bilahare Nizâmülmülk, Cüveynî ve Gazzâlî’nin fitne döneminin karşısında konumlandırdıkları istikrar düzeni “nizam-ı âlem” tabiri çerçevesinde yorumlanacaktır. Makale’nin ilerleyen bölümlerinde Nizâmülmülk’ün habercilik ağları, diplomasi, bürokrasi, divan müesseseleri, iktâ sistemi, istişare, savaş ve barışa dair görüşleri karşılaştırmalı siyaset metodunun imkânlarından yararlanılarak tetkik edilecektir. Makalenin son bölümünde Nizamülmülk’ün yön verdiği şekliyle Büyük Selçuklu Devletinin din politikası tetkik edilecektir. Nizamiye Medreseleri, Cüveynî’nin el-Gıyâsî ve Gazzâlî’nin Fedaihül-Batniyye adlı eserleri, Nizâmülmülk’ün siyaset felsefesinin bir parçası olarak tahlil edilecektir.
This book subjects the basic dynamics of the Muslims of Bosnia and Herzegovina to a new reading t... more This book subjects the basic dynamics of the Muslims of Bosnia and Herzegovina to a new reading through the memories of Alija Izetbegović (1925-2003), one of the most important Muslim intellectuals of the twentieth century. Izetbegović's pursuit of truth in his childhood and youth and his attitude towards the ideologies around him are taken in terms of the way a Muslim intellectual was brought up in the modern world. In the second part of the study, the importance of the Islamic Declaration for the current Islamic world, how to keep the Muslim identity alive under all conditions and the Islamic method to be developed for the policies of a dimming the Muslim identity are examined. In the third part of the study, the importance of a Muslim party on the basis of the SDA and the principles to be derived from the struggle for existence during the Bosnia-Herzegovina war were examined. In the last part of the study, the current situation in Bosnia and Herzegovina after Dayton is discussed. The book seeks to construct a modern Siyāsatnāmeh based on the memories of Izetbegović.
Medya, Avrasya'dan Gelen Öğrenciler ve İçtihat Dosyası, Hüseyin Atay, Mevlüt Güngör, Osman Taştan... more Medya, Avrasya'dan Gelen Öğrenciler ve İçtihat Dosyası, Hüseyin Atay, Mevlüt Güngör, Osman Taştan, Hasan Onat, İsmet Özel, Mehmet Doğan, İlber Ortaylı, Ahmet İnam.
Zor coğrafyanın, Müslüman çocukları da zordur. Bu bakımdan İzzetbegoviç’in ibretle ve ısrarla oku... more Zor coğrafyanın, Müslüman çocukları da zordur. Bu bakımdan İzzetbegoviç’in ibretle ve ısrarla okunması gereken ve yer yer insanı dehşet içinde bırakan bilgelikle dolu, çileli bir gençliği, çileli bir halkı, çileli bir coğrafyası, çileli bir hayat hikâyesi ancak kahramanca bir duruşu vardır. Onun dünyasında, bir tarafta Kur’ân, sünnet ve tarih şuurunun egemenliğinde işlevsel olan teori ve ilkeler; diğer tarafta ise bunların tatbik edildiği hapishane koşulları, müzakere, savaş, sadakat, ihanet, hukuk, cephe, diplomasi, sosyal ve gündelik hayat, keza birçok yönüyle insanın sahih olduğu dönemlere ait olmayan modern insana mahsus sayısız olumsuz olasılıklar vardır. Örneğin karşısındaki Slavlar hiç de yüzyıl önceki Slavlar değil daha ziyade Raskolnikov ve Gruşenka’nın mahsulü Slavlardır. İzzetbegoviç anılan olasılıklara, hatta yaşadığı coğrafyaya en kirli yüzünü göstermiş rakip modern ideolojilere, söz konusu ilke ve teorilerin nasıl tatbik edilebileceği ve nasıl konuşturulacağı konusunda, gerek nazarî gerekse amelî duruşu açısından istisnâî bir bilge-lider olarak önümüzde ve şahitliğimizde durmaktadır. Aynı şekilde İzzetbegoviç etrafındaki baskın öğretilerin “gerçek” diye sunduğu şeylerdeki çelişkileri dâhice süzebilen bir zihniyete sahiptir. Keza, Balkanlarda ne kadar büyük çelişki varsa bunlar aynı oranda İzzetbegoviç’te büyük bir şuur olarak karşılık bulmuştur. İzzetbegoviç bu zor coğrafyadan modern-batılı muhataplarına hep şunu söylemiştir: Biz akıl bakımından Avrupa’lı kalp bakımından doğulu bir milletiz. Bu muhataplar her defasında İzzetbegoviç’in ve Boşnakların kalbini besleyen inanç, duygu, değer ve medeniyet erdemlerine kör ve sağır bir yöntemle hareket etmişlerdir. Bu açıdan İzzetbegoviç ve modern bir siyasetnâme olarak tetkik ettiğimiz Tarihe Tanıklığım’ın mayasını nizâm-ı âlem fikrini, döneminin koşulları etrafında en üst düzeyden işleyen ve hataların en büyüğünü “barış (sevinçliktir) isteyenle savaş (zor ve acıdır) yapmak” şeklinde tanımlayan bir Osmanlı âlimi olarak Hasan Kâfî Akhisarî’ye kadar götürebiliriz. Aynı şekilde bilge-lider İzzetbegoviç’e, hem milletleri gerçek mutluluğa (cennete) götürecek nazarî ve amelî erdemlerin o milletin nefsinde yerleştirilmesi/özümsetilmesi hem de gerektiğinde bu milleti âdil/haklı savaş etrafında seferber edebilmesinin timsali olarak, Türk-İslâm filozofu Fârâbî’nin dünyasından “faziletli mücahit”/”erdemli savaşçı” sıfatını kotarabiliriz.
Kindî, i) sürekli fiil halinde bulunan faal akıl (insan ruhunun dışında), ii) bilkuvve akıl (tama... more Kindî, i) sürekli fiil halinde bulunan faal akıl (insan ruhunun dışında), ii) bilkuvve akıl (tamamen bilkuvvelik içindeki akıl), iii) müstefâd akıl (kazanılmış akıl, ilerde bilfiil olacak akıl, bilkuvveliğin ikinci seviyesi, bilfiilliğin birinci seviyesi) ve iv) beyani (veya zahir) akıl veya tamamen bilfiillik içindeki ikinci akıl (ikinci bilfiillik) olmak üzere dört akıldan bahsetmiştir. Birinci veya faal akıl daima bilfiil halde bulunan, bütün küllîlerin ilkesi ve sebebi olan, insan nefsini bilfiilleştiren, insan nefsinden ayrık ve onunla özdeşleşmeyen akıldır. Kindî’ye göre akıl ve nefs cisimsiz/manevî cevherlerdir. Cisimsiz bir cevher olan insan nefsi, başka bir cisimsiz cevher olan faal aklın etkisine açık bir seyir izleyerek müstefâd ve bilfiil akıl düzeyleri ile belirli bir yetkinleşme gerçekleşmektedir. Kindî’nin faal akıl ve insanî akılların yetkinleşme süreçlerine dair nevi şahsına münhasır yorumu, Aristoteles’in Ruh Üzerine geleneğinden türetilen akıl türlerini farklı bir zemin ve boyuta kotarmış durumdadır. Kindî’nin felsefi sisteminde faal akıl, zaman, hareket, cisim, nefs ve diğer fâil illetlerin de dahil olduğu yoktan yaratılmış âlemin bir öğesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Faal aklın birliği arızî birlik kategorisindedir ve faal akla bu birliğini zâtî birlik olan Tanrı vermiştir. Dolayısıyla Allah yoktan yarattığı âleme ilâhî iradenin işlevselliklerinde egemen olduğu bir dizi fâil illet serpiştirmiştir ki faal/küllî akıl da bunlardan bir tanesidir. Kindî’ye göre faal akıl ve nefsin de içkin olduğu âlem Allah’a itaat halindedir. Mecâzî bir illet olarak faal akıl, vahiy veren fâil bir illet değildir. Kindî vahyin insanın epistemolojik yetilerine indirgenemeyeceği bir anlayıştan yola çıkarak akıl, rüya, tasavvur ve tahayyül gibi güçleri herhangi bir şekilde vahiy süreçleriyle bağlantılı bir okumaya tabi tutmamaktadır. Bu nedenle Kindî’nin faal aklı vahiy süreciyle bağlantısı kurulamayacak bir mecâzî illet ve arızî birliğe referans vermektedir. Şu halde vahiy veren kaynak ile insanın vahiy dışı entelektüel yetkinleşmesini sağlayacak faal aklı özdeşleştirmemekle Kindî’nin, İslâm felsefesinde daha sonra bir dizi tartışmaya mahal verecek faal akıl, peygamber ve filozof arasındaki ilişkiler ağına dair problemlere de, henüz İslâm felsefesinin oluşum sürecinin başlangıcında, felsefî sistemini kapalı tuttuğunu söyleyebiliriz. Kindî’ye göre her bir nüvesi ile âlem hâdisdir ve faal aklın da dahil olduğu âlemdeki bütün illetler ilâhi iradenin egemenliğinde işlevseldir. Bu türden bir faal akıl yorumu ile Kindî hem seleflerinden hem de haleflerinden farklı ve özgün bir faal akıl yorumu ortaya koymuştur.
Bu yıl Şenol Korkut’un ‘Yediler’ kitabı ilk kitabındaki sesi koruması ve sürdürmesi bakımından de... more Bu yıl Şenol Korkut’un ‘Yediler’ kitabı ilk kitabındaki sesi koruması ve sürdürmesi bakımından değerliydi. Hüseyin Atlansoy, 28.12.2019, Karar Gazetesi.
Yücel Kayıran, Radikal Gazetesi Kitap Eki, 23.01.2014
Bu hafta yeni şiir kitapları üzerinde durac... more Yücel Kayıran, Radikal Gazetesi Kitap Eki, 23.01.2014 Bu hafta yeni şiir kitapları üzerinde duracağım. Bunlardan ilki Şenol Korkut'a ait: İrade. Korkut, az yazan bir şair. 2000'lerin başından beri takip ederim; İrade'yi oluşturan şiirler, sanırım on yıl gibi bir sürede tamamlandı. Kitabın yayınlanmış şiirlerden bir “seçme” olduğunu sanmıyorum; yayımlanan şiirler bu kadar. Az yazıyor olmak bakımdan, Şenol Korkut, Ayhan Kurt'u hatırlatıyor. Kurt'un ilk kitabı Canavarlığa Yazgılı Şehzade on yedi şiirden oluşur; ikinci kitabı Müsadere ise beş şiirden. Toplam yirmi iki şiir; dergide duran, sadece “yirmi üçüncü şiir” olsa gerek. Kurt'un yeni bir şiirini merak ediyorum. Kurt’tan sonra Türk şiiri henüz Ayhan’ın bıraktığı yere gelemedi. Tekrar Korkut'a dönersek; Korkut, daha yayımladığı ilk şiirlerden kendi poetikasını kurmuş bir şairdi. Bu nedenle bir Şenol Korkut şiirinden söz edebiliriz. Korkut'un şiirinde açığa çıkan bu poetika, Türk şiirinde iki geleneğin bir tür sentezini içeriyordu; Memleket Şiiri ile İkinci Yeni şiirinin sentezi. Parmak hesabından söz etmiyorum kuşkusuz; ilkinden gerçekçilik, ikincisinden ise dünyayı algılama biçimi dâhil edilmişti bu şiire. Örnek vermek gerekirse; “Güneşe Horoz karıştı” şiirinin açılışı şöyle: “Münkir cinler koşuştu davul sesi kayada/ Evlekledi yüzümü sessiz ekim tınısı/Eteğinde höllükle şuh kadınlar yazıda/Bir rüyadan buğuya geçti sözün aynası/Sonra saçıldı yağmur kör sularda gökyüzü/Mor bulutlar çıkarıp eşeleyen palazmış” Bu bileşim analiz edilmeli. Korkut aynı zamanda bir ilahiyatçı; düşünceye dayalı teoloji derinliğinin şiire kazandırılması, benim takip ettiğim, bir ideoloji olarak İslamcılıktan ilahiyata dayalı düşünceye geçiş, yeri gelmişken Türk şiir ortamının ilahiyatçı bir şiir eleştirmenine ihtiyacı vardır.
İslâm Geleneği Sünnet / Hadis (Islamska Tradicija) Okiç Hocanın yedi yıl müderrislik yaptığı Üskü... more İslâm Geleneği Sünnet / Hadis (Islamska Tradicija) Okiç Hocanın yedi yıl müderrislik yaptığı Üsküp'teki “Kral Aleksandır I Medresesi”nin ders kitabı olarak hazırlanmıştır. Hadis ilmi öncelikle siyer, Arap filolojisi, etnolojisi ve semantiği gibi ilimlerin zorunlu kaynaklığı açısından tahlil edilmiştir. Bilahare Okiç Hoca İslâm düşünce tarihinde hadis konusunda ana akımın (ehlü-l adl ve's-sünne) gölgesinde kalmış mezheplerin, keza Müslüman toplumlarda özümsenmiş bir karşılık bulamayan bazı yöntemsiz hareketlerin hadis ilmine yönelik farklı yaklaşımlarına dair bir envanter sunmuştur. Bu noktada hadis sahasında Müslüman tenkitçiliğinin ölçüleri ile Avrupa kritisizminin parametrelerinin birbirinden oldukça farklı olduğuna, ayrıca bunların birbirlerinin alanlarında gezdirilemeyeceğine dikkat çekmiştir. Okiç'e göre hadis zamanla Müslüman milletlerin inanç, kültür ve geleneklerinin belirleyici ve ayrımlaştırılamaz bir parçasına dönüşmüştür. Hadisin Müslüman milletlerin kültürel ve ananevi tarihinde ayrı bir serüveni vardır. Hadis Türkler üzerinden Yugoslav Müslümanlarının ilmî ve kültürel hayatlarını da şekillendirmiştir. Yugoslav hukuk tarihinde hadis izleri, Yugoslav Müslümanlarının sosyal ve gündelik hayatını şekillendiren hadis tasavvuru, Yugoslavya'da hadis okutulan okullar ve müfredatları, ayrıca bu vadideki hadis edebiyatı özetlenmiştir. Okiç Hoca, eserin sonuç bölümünde Müslüman milletlerin dar zamanlarında (örneğin Sakarya Meydan Muharebesi, Avrupa literatüründe “Küçük Asya Hezimeti”) duygu bütünlüğünü yeşertmek, Allah'ın inayet ve yardımına sığınmak amacıyla hadis meclisleri kurma geleneğine işaret etmiş ve bu geleneğin yaşatılmasına dair bir şuura istikamet çizmiştir. YazarMuhammed Tayyip Okiç ÇevirenBehlul Kanaqi YayıneviAtlas Kitap Barkod9786059689694 ISBN978-605-9689-69-4 Sayfa Sayısı136 Sayfa Ürün Ebatı13,5x21,5 DilTürkçe Kağıt/RenkKitap Kağıdı / Tek Renk Baskı Sayısı1. Baskı Baskı YılıHaziran, 2021 Kapak/RenkKarton Kapak https://www.nobelyayin.com/isl-m-gelenegi-sunnet-hadis_17282.html?fbclid=IwAR1-S9mUdOssIdMpzuOfVVkDx6lRP2XSdRgwfZ2WYFGGEKd9aFtHOIds8GQ
Arka Kapak Yazısı
Makaleler 2’de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç’in çeşitli dergilerde neşredilmiş... more Arka Kapak Yazısı Makaleler 2’de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç’in çeşitli dergilerde neşredilmiş, büyük oranda Balkanlar’daki İslâm ve Türk mirasına yönelik, uzun ve çetin faaliyetlerin mahsulü olan araştırmaları yer almaktadır. Bu makalelerde Okiç’in 20. yüzyılın önde gelen Balkanologlarından birisi olduğuna, üstelik oldukça dikkatli ve titiz bir tarihçi olduğuna şahit olmak mümkündür. Okiç’in Bogomillere ve Güney-Doğu Avrupa’da İslâm’ın zuhuruna dair tetkikleri, Osmanlı’nın Balkanlar’dan peyderpey çekilişi ile beraber ivme kazanan, Balkanlara yönelik Katolik ve Ortodoks tarih yazımına bir meydan okuma kıvamındadır. Diğer bazı çalışmalarında da olduğu gibi Okiç tezlerini, konu hakkındaki Osmanlı arşivlerini veya Türk defterlerini hummalı bir şekilde devreye sürerek kesinleştirmektedir. Okiç’in bu kitaptaki yazılarının ikinci ayağını Balkanlar’daki Osmanlı mirasına yönelik çalışmaları oluşturmaktadır. Bu mirasın, son iki asırda, hatta oldukça yakın bir tarihte nasıl bir işkence ve vandalizme tâbi tutulduğunu nazar-ı itibara aldığımızda, Okiç’in örneğin Gazi Hüsrev Bey’e, külliyesine, camiine veya Belgrad camilerine dair makalelerinin yazıldığı döneme nazaran günümüzde kat be kat daha fazla ehemmiyet arzettiği aşikârdır. Konu Balkanlardaki modern kül tabakalarının altındaki aslî közlerdir. Bu kitaptaki makalelerin üçüncü ayağını, Ömer Musiç, Mehmet Begoviç, Mustafa Said Efendi, es-Serahsî ve Hadım (Atîk) Ali Paşa gibi ilim ve irfan ocaklarının mahsülü âlimlere dair Okiç’in çok boyutlu ilgilerini yansıtan yazılar oluşturmaktadır. İstanbul’da bulunan sahâbe mezarları, Boşnak edebiyatı, Tunus’taki Monastır şehri mezar kitabeleri, vb. makaleler, ayrıca bir dizi kitap tanıtımı ve önsözler Okiç hocanın, okura gözyaşı hediye eden parıltıları olarak geri dönmektedir.
Önsöz’den Yayınevimizin Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç külliyatını yayınlama projesi altıncı kitap olan bu eserle kıvama ermiş durumdadır. Bu projeyi bizlere ilham eden Sami Gül Bey’e, Hasiba Hanım’a ulaşmamıza vesile olan Prof. Dr. Ali Çaksu’ya, kaynak temini, tashih ve Arapça ibarelerin yazımında yardımlarını gördüğümüz Doç. Dr. Zikri Yavuz, Prof. Dr. Gürbüz Deniz, Prof. Dr. Adnan Adıgüzel, Prof. Dr. Kadir Demirci, Prof. Dr. Mustafa Kara, Dr. Ahmet Çetinkaya, Öğr. Gör. Süleyman Recep Çıbıklı, Öğr. Gör. Adam Tag el-Nas Sheta el-Ashry ve Dr. Öğr. Üye. Enes Salih beylere teşekkürlerimizi sunarız. Bir Not: “Gayretli bir el himmet buyurur da bunları, hiç olmazsa Türkçe neşredilenleri, bir araya getirirse pek büyük bir hizmet yapmış olur.” Mustafa Ateş (İzmir Müftisi), “İlim Aleminin Büyük Kaybı: Prof. Muhammed Tayyib Okiç”, İslâm’ın İlk Emri Oku Dergisi, Nisan-1977, Cilt: 15, Sayı: 179, s. 247. (Makalenin tam metnine İLEM İslamcı Dergiler veritabından ulaşılabilir.)
YazarMuhammed Tayyip Okiç YayıneviAtlas Kitap Barkod9786059689670 ISBN978-605-9689-67-0 Sayfa Sayısı400 Sayfa Ürün Ebatı13,5x21,5 DilTürkçe Kağıt/RenkKitap Kağıdı / Tek Renk Baskı Sayısı1. Baskı Baskı YılıMart, 2021 Kapak/RenkKarton Kapak
Makaleler-1'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in ulûm-u İslâmiyye / Şerî İlimlere (Tefsir, Hadis,... more Makaleler-1'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in ulûm-u İslâmiyye / Şerî İlimlere (Tefsir, Hadis, Fıkıh, Tasavvuf, İslâm Tarihi, Türk-İslâm Edebiyatı) dair makale ve yazıları yer almaktadır. Ulûm-u İslâmiyye, Kur’an ve Sünnet’in özünden doğmuştur. Bu nedenle Müslüman milletlerin ilmî atılımlarının en temel dinamiğini teşkil etmektedir. Müslüman âlimlerin on dört asır boyunca bu sahalarda gösterdiği muhteşem maharetler, öteki düşünce ve bilim vadilerinin hayranlığını kazanmıştır. Bu ilimlerin modern ilâhiyat fakültelerinde ise oldukça dağınık ve farklı bir serüveni olmuştur. Bugün itibariyle Ulûm-u İslâmiyye ya Müslüman milletlerin bir dinamiği olarak yeniden ihya edilmesi ya da seküler anlam arayışlarının bilinçli bir zemini olarak kullanılmasının (İslâmî bilginin olabildiğince sekülerleştirilmesinin) ıstıraplarına tâbi tutularak bir çöküşe sürüklenmesi, ile karşı karşı karşıyadır. Eğer Müslüman şuurunun, aynı zamanda bu ilimlere yönelik oryantalist belirlemeciliğe karşı birincisinden yana tavır koymak gibi bir arzusu varsa, aradığı cevapları ve usulü hiç kuşkusuz Okiç Hocanın manevi mirasında bulabilecektir. Çünkü Okiç Hoca “Çeşitli Dillerde Mevlitler” adlı makalesinde görüleceği gibi, Müslüman milletlerin millî değerlerine ilmî değer yükleyen bir zihniyetle hareket etmektedir. Okiç Hocanın modern bir ilâhiyat fakültesinde anılan ilmî sahalara dair inşacı şahsiyeti, uzun asırlar bu ilimlerin şerefine şeref katmış Türklerin bu ilimleri yeniden bir millet ve ümmet değeri olarak yükseltmesine yönelik hayırhah teşvikini mündemiçtir. Keza, eğer bugün akli ilimlerin ihyası nakli ilimlerden geçiyorsa (veya bunun tersi söz konusuysa), bu iki alanın birbirini yücelttiği kesişme noktalarında oldukça bocalayan bir görüntü veren ilim çevrelerinin, Okiç Hocanın nakli ilimlere dair ilmî çilesini farklı bir bakışla okumasını zorunlu kılmaktadır.
Yazar Muhammed Tayyip Okiç Editörler Şenol Korkut, Osman Özbahçe Yayınevi Nobel Akademik Yayıncılık Barkod 9786059689663 ISBN 978-605-9689-66-3 Sayfa Sayısı 362 Ürün Ebatı 13,5x21,5 Dil Türkçe Kağıt/Renk Kitap Kağıdı / Tek Renk Baskı Sayısı 1. Baskı Baskı Yılı Şubat, 2021 Kapak/Renk Karton Kapak https://www.nobelyayin.com/makaleler-i_16872.html
Modernizm ve Batılılaşmanın Müslüman toplumları dejenere edebilecek bir kıvamda kendisini gösterm... more Modernizm ve Batılılaşmanın Müslüman toplumları dejenere edebilecek bir kıvamda kendisini göstermesi, modern okullarda Müslüman kadınların asli kimlikleriyle yer alıp alamayacağına dair Müslüman kamuoyunda şüpheli ve çekinceli bir durum doğurmuştur. Bunun nedeni Batılılaşma cehdindeki siyasi rejimlerin kadın öğretimi konusunda bir dizi dışlaştırıcı, dayatmacı ve ayrımcı politikaları tatbik etmesidir. Bu nedenle bilhassa 20. yüzyılın ilk üç çeyrek diliminde İslâm dünyasındaki geleneksel ve modern okullar kız öğrencilerden ve kadın hocalardan oldukça arındırılmış bir seyir izlemiştir. Örneğin Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Medresesinin kız bölümü 1952-1977 arasında kapatılmıştır. Hıristiyan misyonerlerin ve pozitivizm başta olmak üzere Batılı ideolojilerin İslâm dünyasının yoksul kesimlerini ve bilhassa kız çocuklarını hedef olarak belirlemesiyle beraber, İslâm âlimleri de İslâmiyette kadın öğretiminin ve donanımlı kadın hocaların önemine dair, İslâm’ın klâsik dönemindeki uygulamalardan mülhem bir dizi eser telif etmiştir. Bu literatür hem Müslüman toplumlara, hem de devletlere kadın öğretiminin önündeki engelleri kaldırmayı teklif etmektedir. İslâmiyette Kadın Öğretimi bu literatürün Türkiye şartlarındaki en seçkin örneğidir. Kitap İslâm’da kadının yeri ve değeri, ailenin önemi, aile siyaseti, İslâm’ın kadın öğretimine verdiği değer gibi konuları işledikten sonra, âlim ve şair sahâbiyyelerden bir demet sunmuştur. Bilahare, İslâm düşüncesinde tefsir, fıkıh, irşâd, tasavvuf, hadis, kaligrafya vb. alanlarda âlim derecesinde mümeyyiz olmuş kadınlardan bir dizi örnek sergilemiştir. Okiç Hoca mücahide kadınlar bahsinde, zinciri Cüveyriye bint Ebi Süfyân gibi sahâbiyyelerle başlatıp Türkiye’nin İstiklâl Harbinde aktif bir şekilde yer alan kadınlarla sürdürmüş, keza Cezayir İstiklâl Harbinin kadın kahramanı Cemile Bûhired’i de bu zincirin son halkası olarak sunmuştur. Bu eseriyle Okiç Hocanın, aynı zamanda Müslüman kadınları, hangi sahada olursa olsun, modern dünyadaki hemcinslerine örnek olacak bir kıvamda özgün, asli, donanımlı ve vakur konumlarını almaya davet ettiğini söyleyebiliriz. https://www.nobelkitap.com/islamiyette-kadin-ogretimi-501006.html
İbrahim Demirci, Yeni Şafak Gazetesi Kitap Eki, 10 Ocak 2018.
Sarı Saltuk Meselesi ve eleştiri a... more İbrahim Demirci, Yeni Şafak Gazetesi Kitap Eki, 10 Ocak 2018. Sarı Saltuk Meselesi ve eleştiri ahlakı Şenol Korkut ile Osman Özbahçe’nin hazırladığı “Sarı Saltuk Meselesi” Atlas Yayınları arasından çıktı. Kitapta Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân’ın eleştirisi ve M. Tayyip Okiç’in cevabı bulunuyor.
Atlas Yayınları, “Prof. Dr. M. Tayyip Okiç Bütün Eserleri” dizisinin üçüncü kitabını “Sarı Saltuk Meselesi” adıyla yayımladı. Yrd. Doç. Dr. Şenol Korkut ile Osman Özbahçe’nin hazırladığı kitapta Okiç’in yanı sıra Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân imzasını da görüyoruz. Çünkü kitap, M. Tayyip Okiç’in “Sarı Saltuk’a ait Bir Fetva” adlı makalesini, bu makale üzerine Yörükân’ın kaleme aldığı “Bir Fetva Münasebetiyle Fetva Müessesesi Ebussuud Efendi ve Sarı Saltuk” adlı eleştirisini ve Tayyip Okiç’in “Bir Tenkidin Tenkidi” başlıklı cevabını içeriyor. Bu yazıların ilki Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin 1. sayısında (1952), ikincisi aynı derginin aynı yıl yayımlanan 2. sayısında, üçüncüsü de aynı derginin birlikte yayımlanmış olan 2-3. sayılarında (1953) okur karşısına çıkmış. SEVGİ VE HAYRANLIK 1 Aralık 1902 tarihinde Bosna’nın Tuzla sancağı Graçanitsa kasabasında doğan, 7 Mart 1977’de Erzurum’da vefat eden ve Saraybosna’da Bare mezarlığına defnedilen Muhammed Tayyip Okiç’in hayatı çok ilginç ve ibret verici zenginliklerle dolu. 32 yıl yaşadığı ve hizmet ettiği Türkiye’de “vatandaş” olamayan ve adaşı Muhammed Hamidullah gibi “haymatlos” olarak dünyadan göçen bu mübarek ve muazzez âlimin çalışmalarından birinin gün yüzüne çıkmış olması, sevindirici bir hadisedir. TDV İslam Ansiklopedisinin Sarı Saltuk maddesini yazan Prof. Dr. Machiel Kiel’in kaynakları arasında M. Tayyib Okiç’in bu iki makalesi de yer almaktadır. Okiç Hoca, makalesinin “İslamlığın Güneydoğu Avrupa’da Zuhuru”, “Sarı Saltuk’tan Önce Balkanlardaki Dinî Durum”, “Sarı Saltuk”, “Slavların İslâmlaşması Meselesi” bölümlerinde bu konulara ilişkin ulaşabildiği bütün bilgileri titiz, dikkatli, eleştirel bir gözle ve kaynaklarını göstererek sergiledikten sonra “Fetva” bölümünde Kanuni Sultan Süleyman’ın “Sarı Saltuk didikleri şahıs evliyaullahdan mıdır?” sualine Ebussuud Efendi’nin “Riyazet ile kadid olmuş bir keşişdir.” (s. 21) cevabını verdiğini nakletmekte ve bu hususta değerlendirmelerde bulunmaktadır. Okiç Hoca’ya göre, büyük şeyhülislamın böyle bir fetva vermesinde o dönemde “heterodoksinin” “devlet emniyetini tehlikeye düşürecek dereceye varan ve ilhada kadar giden bazı taşkınlıkları” ve “diğer taraftan da Müslümanlardan başka, Hıristiyan halkın da Sarı Saltuk’a olan sevgi, hürmet ve hayranlıkları ve bunun neticesi olarak bazı Hıristiyan azizlerine ait menkıbelerin de Sarı Saltuk’a teşmil edilmiş olması, Sarı Saltuk hakkındaki kanaatlerde böylece menfi bir rol oynamış olsa gerektir (s. 25). Hoca, makalesini bitirirken Ebussuud Efendi’nin bu fetvasını onun Sarı Saltuk’u yeterince tanımayışına bağlar ve sözünü şöyle bitirir: “Eğer Sarı Saltuk’a ait kritik bir biyografyadan faydalanabilmiş olsaydı, hatta Ebu’l-Hayr Rûmî’nin Saltukname’si gibi bir eseri inceden inceye tetkik ettikten sonra efsanevi ve hayalî kısımlarını bir tarafa bırakarak, onun hakiki hüviyetini tespit edebilseydi, fetvasını tam tersine olarak vermiş bulunacağını tahmin etmekteyiz (s. 25). Görüldüğü gibi M. Tayyip Okiç, meseleye “ihtiyatlı” ve “hayırhah” bir üslupla yaklaşmaktadır. Aynı fakültede İslâm Dini ve Mezhepler Tarihi Profesörü olarak çalışan Yusuf Ziya Yörükân (1887 Selanik-1954 Ankara), Okiç’in yazısını okuyanların “fetva müessesesi hakkında hayrete, Ebussuud’un yaygın şöhretine karşı da tereddüde düşmüş” olduklarını, “tereddüt ve hayretlerini” “bizzat söyleyenler” olduğunu belirterek başladığı yazısında “Fetva Müessesesi” ve “Ebussuud Efendi’nin İlmî Şahsiyeti” ve “Sarı Saltuk” hakkında uzun ve ayrıntılı bilgiler verirken fırsat buldukça Okiç’i eleştirir; yazdıklarını “mübhemat”, “indî ve mücerret sözler”, “fetva işinden anlamayan biri tarafından uydurulmuş bir yazı”, “hayaller”, “maksadı ve neticesi belli olmayan sözler”, vb. gibi küçümseyici ifadeler kullanır. (Yörükân’ın yazısında “İslâm dininin kurucusu Hz. Muhammed” (s. 33) ifadesini tuhaf bulduğumu belirtmeliyim.) BESLEYİCİ BİR KILAVUZ Yusuf Ziya Yörükân’ın yazısını okurken “Ne güzel!” yahut “Çok doğru!” demekten kendinizi alamayacağınız bölümler olacaktır. Ancak M. Tayyip Okiç’in “Bir Tenkidin Tenkidi” başlıklı cevabını okurken (s. 77-205) bütün bu takdirlerinizi geri almak zorunda kalacaksınız. Çünkü orada gerçek araştırmacılık, bilim namusu, kaynakları değerlendirme, mantık tutarlılığı, alıntı yapma usulleri, doğru anlama ve yorumlama, insaf ve insicam, çeşitli ihtimalleri hesaba katma, siyah ve beyaz dışındaki renkleri ve tonları arama ve bulma gibi pek çok inceliğin sergilendiğini göreceksiniz. M. Tayyip Okiç’in kendisinden beş yaş büyük bir meslektaşını eleştirirken zaman zaman duygularına hâkim olamayarak sadet dışına çıkması -bazı önemli kaynaklardan yararlanmamış olmasını ve Raif Oğan’ın Yörükân’ın bir çalışmasına dair tenkitlerini anması- bir yana bırakılırsa bu hacimli eleştiri, bilimle uğraşan herkes için çok yararlı, uyarıcı, besleyici, değerli bir kılavuzdur. M. Tayyip Okiç, Yusuf Ziya Yörükân’ın “tahrif ve mugalataları”na çeşitli örnekler verdikten sonra şöyle demektedir: “Biz Sarı Saltuk mevzuu münasebetiyle bir menkıbeyi işaret etmek, hatta bazı istifhamlar koymak mevkiinde idik ve onu yaptık. İlim adamının vazifesi incelenen tarihî meseleye bağlı menkıbelere de sırası geldikçe ve lüzumuna göre temas etmektir. İlmî tetkikin şekil ve mertebelerini idrak edememiş kimselerin ise, tenkit adı altında polemik karalamasına hayret edilemez. Böyle kimselerin zihinlerine yerleştirmeleri elzem olan esas, ilmî tenkidin, gelişi güzel polemik demek olmadığıdır (s. 201). Sarı Saltuk Meselesi hem Diyarbakır’dan Balkanlar’a kadar şöhreti yayılmış olan büyük bir İslam kahramanını ve fetva geleneğinin çeşitli yönlerini tanıtmak hem de bilim ve eleştiri ahlakını örneklendirmek bakımından çok önemli ve değerli bir çalışma olmuş.
Ders notları hoca ile öğrenci arasındaki en samimi bağlardan birisidir. Formalitenin ve bilimsell... more Ders notları hoca ile öğrenci arasındaki en samimi bağlardan birisidir. Formalitenin ve bilimselliğin getirdiği resmiyet söz konusu olmadığı için öğrenciler bu materyalleri hocalarından manevi bir hatıra olarak arşivlerinde saklamakta, nesilden nesle intikal ettirmektedir. Elinizdeki kitap Türkiye'nin modern ilâhiyat öğretiminde başat rolü olan Bosna-Hersekli âlim Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi ve Konya Yüksek İslâm Enstitüsünde verdiği Tefsir ve Hadis lisans derslerinin teksir hâlinde verilmiş notlarından oluşmaktadır. Eser sade bir üslûba sahiptir. Tefsir ve hadisin temel bilgilerine manevi bir değer yükleyen içeriği mündemiçtir. Okuyucuda bu iki alana dair bir sevgi, merak ve gönüllülük ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle bu notların Okiç Hocanın öğrencileri tarafından sistematik bir şekilde yazılan tefsir ve hadis usulü kitaplarının bir zemini olarak kullanıldığı söylenebilir. Tefsir notlarında Kur'an, vahiy, tefsir, sure, ayet, mushaf… gibi kavramların tahlilleri, nüzul sebebi, hurufu mukattaa, kıraat ilmi, Kur'an-musiki ilişkisi, Kur'an'ın güzel sesle okunması, Kur'an'ın yazılma şekilleri, farklı dillerde Kur'an tercümeleri, Kur'an'daki yemin ayetleri, hakikat mecaz ilişkisi gibi konularda Okiç Hocanın engin birikimi ve özgün yaklaşımlarını okuyabilmek mümkündür. Hadis notlarında da aynı şekilde hadislerin tedvini, hadis kritiği, hadislerin tasnifi, hadis rivayeti, hadiste dualar gibi birçok konuda Okiç Hocanın geniş bilgi, yorum ve tahlillerinin inceliklerine şahit olmak mümkündür.
Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, Türkiye'de modern ilâhiyat fakültelerinde hadis alanınd... more Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, Türkiye'de modern ilâhiyat fakültelerinde hadis alanında yazılmış ilk eserdir. Konuları tahlil biçimindeki disiplin, kaynakları işleme titizliği ve geniş bibliyografyasıyla hadis araştırmalarının klâsiği kabul edilmektedir. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde tefsir ve hadis kürsülerini kuran, binlerce talebe yetiştiren Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç bu eseriyle Babanzâde Ahmet Naim ve İzmirli İsmail Hakkı gibi, Osmanlı âlimlerinin ilim geleneğine eklenebilecek son halkalardan biridir. Bu yönüyle Okiç, modern bir ilâhiyat fakültesinde İslâm medeniyet tarihinde sayısı binlerle ifade edilen dâru'l-hadîslerin temsilcilerinden birisi olarak tarihteki yerini almaktadır. Kitap Türkçe, Farsça, Balkan ve Batı dillerinde hadis alanında yapılmış birçok çalışmaya yer vermesine rağmen araştırılan her konuda müsteşrik perspektifini çürütmektedir. Akademi dünyasında göz ardı edilmiş bir eser olmasına rağmen bu kitap kritisizmin ve hermeneutiğin girdaplarına duçar olmuş modern araştırmacıların hadis deryasında zorlandığı birçok probleme yeni bakış açıları sunmaktadır. Kitap müsteşrik etkilerinin gizli nüfuzu konusunda hassasiyet taşımakta, bu açıdan ilâhiyat fakültelerinde hadis ilminde üretilen çalışmalara metodoloji sorununda rehberlik değerini korumaktadır.
Tanıtım Yazısı-Alev Çınar
Benzer bir şekilde Korkut’un Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Bâcce, İbn Rüşd gib... more Tanıtım Yazısı-Alev Çınar
Benzer bir şekilde Korkut’un Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Bâcce, İbn Rüşd gibi “Meşşâî filozofların” görüşlerini ve bunların Yunan felsefesiyle olan ilişkilerini detaylı ve kapsamlı bir şekilde incelediği yazısı, referans niteliğinde, çok değerli bir çalışma olmakla birlikte bu konuyu ilgili yazınla karşılaştırmalı olarak ele almamıştır. Oysa Meşşâî felsefenin Batı’daki rasyonalizmle olan benzerlikleri ve farklarını tartışan, siyaset felsefesinin terim ve yaklaşımları açısından nasıl değerlendirilebileceği sorularına yanıt arayan bir yaklaşımın çok daha ufuk açıcı olacağı ve İslam Siyaset Düşüncesinin uluslararası akademik yazında kendine itibarlı bir yer edinmesinde önemli rol oynayacağı dikkate alınmalıdır. Aynı paralelde İlker Kömbe’nin İslam Siyaset Düşüncesi açısından değerlendirdiği siyasetnâme ve nasihatnâmeler, Avrupa’da siyasi kuram ve siyaset felsefesinde önemli yeri olan “mirrors for the princes” (prenslere aynalar) tarzında yazılmış ve en önemlileri arasında Machiavelli’nin The Prince adlı eseri bulunan siyasi nasihat türü yazılarla karşılaştırmalı olarak ele alınabilir. https://insanvetoplum.org/content/6-sayilar/22-cilt-4-sayi/11-d0234/cinar.pdf
Theo-logia" geniş manada "nazariyat'a dair fikriyattır. 2. "Theos" Grekçe'dir, "tanrı" anlamına g... more Theo-logia" geniş manada "nazariyat'a dair fikriyattır. 2. "Theos" Grekçe'dir, "tanrı" anlamına gelir. 3. Grek mutho-graphias'sına göre "theos" bulunduğu yerden dünyayı seyreder. 4. "Theoros" seyreden anlamındadır. Bu bakımdan "theos, theoros'tur. 5. "Theo-logia" sözcüğü ile geniş manada kastedilen "theoros-logia'dır. 6. "Theoros-logia" seyredene dair fikriyattır. 7. Dolayısıyla "Theo-logia" ile kastedilen seyredene dair fikriyattır. 8. Theoros, theoria icat eder. 9. Theoria manzara esasında seyretmektir yani nazariyat ile kastedilen kuramlar ve kavramsal (düşünsel) yapılar değildir. 10. Bu itibarla theo-logia, theoros'a mahsus theoria'ya dair fikriyattır, yani theo-logia, seyredene mahsus nazariyata dair fikriyattır. 11. Netice olarak theo-logia esasen nazariyata dair fikriyattır. 12. Şu haldeTheoria-logia olarak theo-logia dil esasında olmak üzere nazariyata dair fikriyattır. 13. Theoria-logia, theo-logianın zeminidir. 14. Nazariyata dair fikriyat olarak theo-logia, felsefe ismi ile anılan fikriyatın da bizatihi zemini ve çerçevesidir. 15. Buna göre Attikeli Eflatun theologstur yani nazariyat fikriyatçısıdır. 16. Theatron ile kastedilen manzara seyredilen yerdir. 17. Theatron matafora yoluyla tesis edilir. 18. Theatronun esası theoriadır yani manzara seyir yerinin esası, nazariyattır. 19. Matafora esasen denizcilere mahsus makinedir. Nesneyi bir yere salmak ve bir yerden almak üzere kullanılır. 20. Aristoteles Teolojisininnin tiyatrosu (gösteri yeri) latin kilisesidir. 21. Bu teolojide/Batı felsefesi aşkın ve düşkün olmak üzere boyunca iki kanaldan (Thomas aşkın ve Kant düşkün) ilerlemiştir. 22. Anadolu mayası yani Türkistandan gelen kelam ise ne bu aşkın kanala mensup ne de düşkün kanala mensuptur. 23. Türkistandan gelen kelamın ne teoria ile ne de theoloji ile bir ilişkisi vardır. 24. Anadolu mayası/gönül mayası grek-latin-kilise diyarından gelen felsefenin alternatifidir. 25. Bu yumurta küçük diyenlere Sayın Koç büyüğünü kolaysa sen yap diyor. 26. Nazariyat ile kastedilen, tekrar edelim, manzara esasında seyretmektir. Manzara esasında seyretmek psukhe itibariyle düşünülen kuvvetlere mahsus icraattır. Theologianın Esasları, Yalçın Koç.
Felsefe Nedir? Felsefe Yunanca bir kelimedir. Filo ve sofia kelimelerinden oluşmuştur. Filo hikme... more Felsefe Nedir? Felsefe Yunanca bir kelimedir. Filo ve sofia kelimelerinden oluşmuştur. Filo hikmet, sofia sevgi demektir. Felsefe ise hikmet sevgisi demektir. Bu tarif antik Yunan filozofları tarafından yapılmıştır. (Fisagor, Eflatun/Platon ve Aristo). Kindi (870): Kindi 6 ayrı felsefe tarifi yapmıştır. Bazıları şunlardır: 1. Felsefe insanın gücü yettiği ölçüde Yüce Allah'ın fiillerine benzemesidir. 2. Felsefe sanatların sanatı, hikmetlerin hikmetidir. 3. Felsefe insanın kendisini (nefsini) bilmesidir.4. Felsefe, insanın gücü ölçüsünde ebedi ve külli olan varlıkların hakikatini, mahiyet ve sebeplerini bilmesidir. Hume (1776): Araştırmaya dayalı bir düşünce sistemi.Kant (1804): Felsefe kendisini akla dayanan nedenlerle meşru kılmak veya haklı çıkarmak iddiasında olan zihinsel bir etkinlik biçimidir. Ayrıca felsefe şu şekillerde de tanımlanmıştır. 1. İlimlerin sınırını aşan problemleri düşünce ile çözmeye çalışan ve böylece felsefenin felsefesi şeklinde sonsuza değin gidebilecek araştırma yolu. 2. Kuralları olan ve bu kurallara göre işleyen disiplinli bir düşünce tarzı. 3. Mantıksal akıl yürütme yoluyla değerler, bilgi ve hakikatin ilke, sebep ve doğalarını araştırma etkinliği. Hilmi Ziya Ülken (1974): Felsefe, kendisinden ana problemlerin doğduğu, fakat onları daima ilk ve asli kökte birleştiren kesin ilk bilimdir. Filozof Kimdir? Varlık, bilgi, bilim, ahlak, din (felsefesi), eğitim ve sanat felsefesi alanında sistematik ve özgün teoriler geliştirmiş bilge kişi. Gündelik bilgi: İnsanların gündelik hayatlarında ve en sıradan gözlem ve deneyleri sonucunda elde etmiş, uzun süreli olarak zihinde yer etmeyen bilgilerdir. Bilimsel bilgi: Bilimsel yöntem ve usullerle doğrulaması yapılan bilgilere denir. Örn. Su 100 derecede kaynar. Felsefi bilgi: Belirli bir mantık ilkesini takip ederek, aklın süzgecinden geçirilerek oluşturulmuş, bilinçli gözlem, deney ve sezgi sürecinden sonra elde edilen bilgidir. Bilimsel bilgide olduğu gibi kesin bir şekilde ispat edilmez. Felsefi bilgi her zaman yeni bilgi ve teorilerin kendilerinden üretilmesine açıktır. Felsefi bilginin sağlaması akıl ilkeleri ve mantık kuralları ile yapılmaktadır. Felsefi düşüncenin özellikleri: 1. Eleştireldir. 2. Kavramlarla yapılır, soyutlamalar yapar, yeni ilke, yasa ve teorilere ulaşır. 3. Analitiktir yani zihnin kullanımına verilen bir bütünü parçalarına ayırarak tahlil eder, parçalar arasındaki tutarlılığı ölçer. 4. Sentetiktir yani aklın sunumuna verilen parçaları belirli bir tutarlılık ölçüsü ile inşa ederek bir bütün haline getirir. Sisteme dahil edilecek ve dışarıda bırakılacak parçaları birbirinden ayıklar.
MATURİDİYYE 1. Ehl-i Sünnetin II. kolunu teşkil eder. 2. Temel itikadi konularda Eş'arilerle birl... more MATURİDİYYE 1. Ehl-i Sünnetin II. kolunu teşkil eder. 2. Temel itikadi konularda Eş'arilerle birleşir fakat ahlakı ilgilendiren kulların fiilleri konusundaki bazı ayrıntılarda onlardan ayrılırlar. Bu alanda onların düştükleri bazı çelişkilere düşmez hatta bu çelişkileri çözüme kavuştururlar. 3. Maturidi kulların fiilleri konusunu tetkik ederken bir yandan Eş'ariler gibi Allah'ın irade ve kudretinin mutlaklığını, diğer yandan ise Mutezile gibi Allah'ın mutlak ve müteal kemalini aynı ölçüde nazar-ı dikkate alır. 4. İnsanın bütün fiillerinin yaratıcısı Allah'tır. Bu yaratma işlevinin bütün türleri O'nun hikmet sıfatının dahilindedir. 5. Allah'ın söz konusu yaratma işlevinde sergilediği fiillerinin hikmete uygun olması, Mutezilenin savunduğu gibi Allah için bir mecburiyet veya zorunluluk değildir. Nasıl ki duyu ve tecrübeler aleminde hikmetli iş yapan insanlar, bu yaptıkları işin aksini de yapabilme özgürlüğüne sahipseler ve aynen aksini de yapabilmeleri olası bir durum ise, aynı şekilde Allah da fiillerinde gösterdiği hikmetin tersini yapabilir. Yani alemi bir düzene göre yaratmıştır. Biz onun alemi bu şekilde yaratmasında hikmet niteliğini açıkça gözlemliyoruz. Yine insanı en güzel şekilde yaratmıştır. Aynı şey bu durum için de geçerlidir. Fakat O bunun tersini de geçmişte, şimdi ve gelecekte yapabilme özgürlüğüne sahiptir. 6. İnsani alanda hikmetin zıddını yapmak bilgisizlik ve ihtiyaçtan kaynaklanır. Bu iki nitelik Allah için geçerli değildir. Dolayısıyla O bilgisizlik ve ihtiyaçtan kaynaklanabilecek hikmetsiz niteliğine içkin bir fiil gerçekleştirmez. 7. Bu nedenle Allah'ın iradesinin insanların iyi ve kötü bütün fiillerine taalluk etmesi hikmete aykırı, dolayısıyla adaletsizlik sayılmaz. Oysa Mutezile böyle bir durumu tersi bir şekilde yorumlamıştı. Yani Mutezile Allah'ın insanın iyi fiillerini yaratabileceğini, kötü fiillerini ise yaratamayacağını, eğer insanın kötü fiillerini de Allah'ın yarattığını söylersek bu durumda O'nun adalet sıfatına halel getirmiş olabileceğimizi iddia etmişti. 8. Maturidi'ye göre, insani fiiller varolmak bakımından yani ontolojik anlamında Allah'ın kudret ve iradesinin bir sonucudur. Fakat bu fiillerin iyi ve kötü vasıflarından/niteliklerinden birisini kazanması, insanı sorumlu kılması ve belirli bir ilahi müeyyideyle karşılık bulması, Allah'ın kudret ve irade sıfatıyla ilişkilendirilmekten ziyade insanın bu fiillere ahlaki açıdan yaklaşımıyla ilgili bir husustur. 9. Bu nedenle, insani fiillerin itaat, isyan, iyilik ve kötülük gibi ahlaki nitelikleri taşımaları ve emredilen veya yasaklanan, mükafatlandırılan veya cezalandırılan aktiviteler veya olgular olmaları yönünden tamamıyla insana nispet edilmesi gerekir. Bu görüş Eş'arilerin tersine bir görüştür. Dolayısıyla Allah'ın insani fiilleri yaratmak için yaptığı fiiller veya genel olarak Allah'ın fiilleri hayır ve şer veya iyilik veya kötülük sıfatları ile nitelendirilemez. Bu nedenle insani fiiller ontik kaynağı ve gücü bakımından Allah'a havale edilir fakat bu fiiller ahlaki nitelikleri bakımından Allah'a havale edilemez. Bu nedenle insanın gerek iyi gerekse kötü fiilleri ahlaki nitelikleri bakımından Allah'ın kazası olamaz. Örnek1: Ahmet, Mehmete sadaka vermek için elindeki 1 lirayı Mehmet'in cebine koydu= iyi bir insani fiil. Örnek2: Ahmet Mehmet'in cebine elini attı ve onun cebinden 1 lirayı çaldı=kötü bir insani fiil. İki fiilde de Ahmet yaklaşık olarak aynı hareketleri yaptı. Bu iki fiili de doğal/fiziki veya ontik boyutuyla yaratan Allah'tır. Fakat Allah 1. örnekte hayrı, 2. örnekte şerri yarattı diyemeyiz, Maturidiye göre. 10. Bu babda, Maturiye göre, insan hayatına ve fiillerine yön veren yaratılmış bir kudret vardır. Bu yaratılmış kudret insani alanda zorunluluğun değil hürriyetin ana gücüdür. Maturidi'nin görüşü: Yaratılmış kudretİnsanın güç kaynağı (İnsan psikolojik olarak bu gücün farkındadır)→Hürriyet(Kesb yani cüz'i irade): 1. İyilik, 2. Kötülük Eş'ari'nin görüşü: Yaratılmış kudretİnsanın güç kaynağı→Zorunluluk(Kesb yani cüz'i irade): 1. İyilik, 2. Kötülük. Maturidi: Kesb=Hürriyet=%70 irade+şerr+ %30 zorunluluk Eş'ari: Zorunluluk: %70 zorunluluk % 30 irade+şerr
, olgu nesneldir. 2. Şu anda dışarıda yağmurun yağması ve Fransız devrimi birincisi fiziksel ikin... more , olgu nesneldir. 2. Şu anda dışarıda yağmurun yağması ve Fransız devrimi birincisi fiziksel ikincisi tarihsel iki olay veya olgudur. 3. Yağmurun yağması çiftçi için iyi, çömlekçi için kötü olabilir. 4. İkisi içinde değişmeyen ve kabul ettikleri şey yağmurun metrekareye düşme oranıdır. 5. Birinci hal değeri, ikinci hal olguyu oluşturur. 6. Çevredeki olaylara tepkimiz ya birinciye ya da ikinciye girer, hatta daha çok değerler hakkındaki alana girer. 7. Yüzde yüz olgusal olan bir şey bile insanlar nezdinde bir değer alanı açar. 8. Örneğin müzik notalarla yapılan bir şeydir, bu işin olgusal tarafıdır. Ama eğer ilahi formatında söylenirse insanlarda dini duyguların kıpırdanmasına ve mistik duygulara, eğer oyun havası şeklinde okunursa coşkunluğa ve aşırı neşeye yol açar. Maddi olarak aynı olgusal temele dayanan farklı değerler ortaya çıkar. 9. Bu değerler dini, sanatsal ve ahlaki olarak bölümlenebilir, bu değerlerin alanını ise din felsefesi, sanat felsefesi ve ahlak felsefesi konu olarak belirler. 10. Ahlak felsefesinin öncelikli alanı ahlaki değerlerdir ve temel problemleri şu şekildedir: 11. Değerler var mıdır?, ne tür bir varlığa sahiptirler?, öznel midir nesnel midirler?, değerlerin kaynakları nelerdir?, değerler insana haz mı, neşe mi, mutluluk mu yoksa tersi şeyleri mi verirler? 2. Değerlerin Yapısı: 1. Felsefe tarihinde değerlere ilk dikkat çeken Eflatun'un hocası Sokrat'tır. 2. Ona göre,, cesaret, adalet ve cömertlik gibi erdemler bütün insanların ortak bir şekilde kabul edeceği şekilde nesnel değerlerdir. 3. İnsanlar eğer bu kavramları farklı şekilde yorumlayıp, öznelleştiriyorsalar, bu durum bu değerlerin öznel olmasından değil, bu değerleri kavrayacak şekilde insanların kendilerini yeterince aydınlatmamalarından kaynaklanmaktadır. Değerleri öznel şekilde yorumlamak bilgisizlik ve bilinçsizliğin bir sonucudur. Oysa değerler nesnel bir varlığa sahiptirler. Eflatun: 1. Eflatun'da bu konuda hocasını takip etmiştir.2. Ona göre ahlaki değerler matematik kesinlik ifade edecek kadar doğrudur. 3. İnsan öldürmenin kötü olduğu, iki kere ikinin dört etmesi kadar kesindir. 4. Eflatun ahlaki değerlerin iyilik, kötülük ve kaynağını Tanrı'dan bile bağımsız bir şekilde temellendirir. 5. İyi olan iyilik Tanrı'dan önce gelir. Bir şey Tanrı onu istediği için değil, özünde iyi olduğu için iyidir. 6. Tanrı iyinin kaynağı ve güvencesi değil, tersine iyi Tanrı'nın kaynağı ve belirleyicisidir. 7. Eflatun'un bu ahlak öğretisi dinlerin ahlak öğretisiyle uzlaşmaz. 8. Değerlerin öznel olduğu hakkındaki iddiaların dayandığı temel hususlar büyük oranda farklı zaman, mekan, koşul ve çevrelerin değerlerin nesnel olduğu konusundaki körlüğünden kaynaklanmaktadır. Örneğin körlere renkleri anlatamayız aynı şekilde renk körleri kırmızıyı yeşil olarak görebilir. 9. Değerlerin nesnel olduğu sonucuna ulaşmak çoğu kere bir süreci zorunlu kılabilir. Örneğin batı müziğinden hoşlanmayan bir toplum bu sürece kendini dahil ettikçe onun nesnel değerlerden pay alan bir oluşum olduğunu görebilecektir. 10. Örneğin Pascal Pirenelerin doğusunda doğru olanların batısında yanlış olduğunu söylemekle değerlerin öznelliğine atıf yapmıştı. 11. Değerlerin öznel olduğunu iddia edenler nesnelerin gerçek nitelikleri ile onlara yüklenilen anlamlar arasında ayrım yapanlar. 12. Buna göre öncelikle her nesnenin bir nesnel boyutu vardır öte yandan öznenin ona olan ihtiyacı açısından bu nesneler başka bir değere sahip olur. 13. Buna göre otcullara göre etin, etcillere göre otun herhangi bir değeri yoktur. 14. Bunlara göre değer nesnelerin bazı nitelikleri ile bu niteliklere ihtiyacı olan onları beğenen veya arzulayan öznenin özellikleri arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır. 3. Değeri Meydana Getiren Şey: 1. Değerlerin öznel mi yoksa nesnel mi olduğu probleminden sonra değerleri değerli kılan şey nedir?, bir şeyin değeri nelerden ibarettir? Değerlerin kaynakları nelerdir? gibi sorular gelir. 4. Değer Tanımlanamaz Bir Şeydir: 1. Bazı filozoflar değerin nesnel bazıları da öznel olduğunu iddia etmişti. İngiliz filozof Moore ise değerin tanımlanamaz bir şey olduğunu dolayısıyla aslında değer diye bir şeyin olamayacağını ileri sürmüştür. 2. Ona göre kavramları basit ve bileşik olmak üzere ikiye ayrılır. 3. Basit kavramlar bileşikten oluşur, değer ise ancak bileşik kavramlarla oluşturulur. Basit olanlar herhangi bir değer ifade etmediğine göre değer dediğimiz şey yapay/yapma bişeydir ve aslında hiç yoktur. 4. Örneğin biz kırmızı basit bir kavramdır,
Almanya, İslam ve Türkler 1. Almanya'ya İslam'ın Girişi Almanların Müslümanlarla ilişkileri Abbas... more Almanya, İslam ve Türkler 1. Almanya'ya İslam'ın Girişi Almanların Müslümanlarla ilişkileri Abbasiler zamanına kadar geri giderken, İslam'ın Alman toprakları ve toplumunun içinde yayılması 17. ve 18. yüzyıllarda mümkün olmuştur. Buna göre, Almanların İslam'la ilk ilişkisi Alman İmparatoru Charlemagne ile Abbasi Halifesi Harun Reşid'in iyi niyet içerisinde karşılıklı elçi ve hediye göndermeleriyle başlamıştır. Bu türden bir ilişki, Endülüs Emevi Devleti döneminde de oluşmuş, Büyük Otto 656 yılında III. Abdurrahman'a bir papazı, III. Abdurrahman da ona bir alimi elçi olarak göndermiştir. Bu tarihten sonra, Hıristiyan rahipler Arapça metinleri çevirmeye başlamışlar böylelikle Almanların İslam'la ilk ilmî ilişkisi de başlamıştır. Aynı şekilde, II. Haçlı seferine (1147-1149) katılan bölge insanı diğer katılanlarda olduğu gibi gördükleri müşahedelerini döndükleri topraklardaki insanlarla da paylaşmışlar böylelikle İslam'a yönelik sanatsal, teolojik, maddi ve manevi kültürel ilişkiler ve etkilenmeler ivme kazanmıştır. Fakat Ortaçağ boyunca devam eden bu tür ilişkilerde her ne kadar meraka dayalı bir tutum sergilense de karşılıklı olarak düşmanca bir tanımlama ön planda olmuştur.
Bu dosyada, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 8 yıldır okutmakta olduğum Fel... more Bu dosyada, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 8 yıldır okutmakta olduğum Felsefe Tarihi dersine yönelik hazırladığım ders notları yer almaktadır.
Bu slayt, Ömer Mahir Alper, İbn Sîn'a ve İbn Sînâ Okulu, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed.... more Bu slayt, Ömer Mahir Alper, İbn Sîn'a ve İbn Sînâ Okulu, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.251-288, künyeli metinden üretilmiştir.
Bu slayt, Ömer Türker, Metafizik: Varlık ve Tanrı, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cü... more Bu slayt, Ömer Türker, Metafizik: Varlık ve Tanrı, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.603-654, künyeli metinden üretilmiştir.
Bu slayt, A. Kamil Cihan, Sûhreverdi ve İşrakilik, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cü... more Bu slayt, A. Kamil Cihan, Sûhreverdi ve İşrakilik, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.397-428, künyeli metinden üretilmiştir.
Bu slayt, İbrahim Çapak, Mantık: Tanım ve Önerme, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cün... more Bu slayt, İbrahim Çapak, Mantık: Tanım ve Önerme, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.541-568, künyeli metinden üretilmiştir.
Bu slayt, Agil Şirinov, Nasiruddin et-Tusi, İbn Sinacılığın Kelamla Sentezi, İslam Felsefesi Tari... more Bu slayt, Agil Şirinov, Nasiruddin et-Tusi, İbn Sinacılığın Kelamla Sentezi, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.465-502, künyeli metinden üretilmiştir.
Bu slayt, Hasan Hüseyin Bircan, Ahlâk: Mutluluk ve Erdem, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed... more Bu slayt, Hasan Hüseyin Bircan, Ahlâk: Mutluluk ve Erdem, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.655-684, künyeli metinden üretilmiştir.
Bu slayt, Mustakim Arıcı, Entelektüel İlgilerin Kesişim Noktasında Felsefe ve Felsefe Eğitimi İsl... more Bu slayt, Mustakim Arıcı, Entelektüel İlgilerin Kesişim Noktasında Felsefe ve Felsefe Eğitimi İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.725-776, künyeli metinden üretilmiştir.
Bu slayt, Atilla Arkan, Psikoloji: Nefis ve Akıl, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cün... more Bu slayt, Atilla Arkan, Psikoloji: Nefis ve Akıl, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.569-602, künyeli metinden üretilmiştir.
Bu slayt, Eşref Altaş, Fahreddin er-Razî: Külli Perspektifler Arasında, İslam Felsefesi Tarih ve ... more Bu slayt, Eşref Altaş, Fahreddin er-Razî: Külli Perspektifler Arasında, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.429-464,, künyeli metinden üretilmiştir.
Bu slayt, Ekrem Demirli, İbn'ü'l-Arabî ve Sadreddin Konevî: İlimlerin Tedâhül Devrinde Tasavvuf v... more Bu slayt, Ekrem Demirli, İbn'ü'l-Arabî ve Sadreddin Konevî: İlimlerin Tedâhül Devrinde Tasavvuf ve Felsefe, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul; İSAM Yayıncılık: 2014, ss.503-539, künyeli metinden üretilmiştir.
Uploads
En Güzel Yol by şenol korkut
Ludwig Maximilian Üniversitesi'nde Felsefe Profesörü ve History of Philosophy Without Any Gaps podcast'inin sunucusu Peter Adamson bu söyleşide Dungeons and Dragons, Oz Büyücüsü, ikiz kardeşi, Williams College, Platon'a bağlanması, Dante çalışması, Ortaçağ felsefesine ilgi duyması ve ardından Notre Dame'da Arap felsefesi ve Yeni Platonculuk, felsefe tarihinin neden önemli olduğu ve felsefenin kültürel darlığı konularını ele alıyor. Felsefi ilerleme fikri, felsefede biyografi ve argümanların rolü, sahtekâr sendromu, eşiyle tanışması, felsefe tarihini içeriden anlamak, Plotinus üzerine çalışmak, yüksek lisans öğrencilerine tavsiyeler, King's College'ı neden LMU için terk ettiği, podcast'in kökeni, gelişimi, üretimi ve geleceği, etki, İbn-i Sina, Mill, Buster Keaton, Catch-22, David Sedaris, Seçim 2016 ve son yemeği...
[3/14/2019]
Makalenin İngilizce versiyonu:https://www.kulturportali.gov.tr/mrepo/eKitap/eb-TheLionOfPlevnaInTheSongsO%20BosniaksFromSandzak/3/
Nizamülmülk üç faktörün korelasyonunun tamamen farkındaydı: refah, üretkenlik ve verimlilik. Refahın korunması, beklenen üretkenliği ve etkinlik düzeyini (kelimenin genel anlamıyla) önemli ölçüde artırabilir. Bunu aşağıdaki ilgili olay üzerinden gözlemleyebiliriz:
"Rey'in gidişatının Nizamülmülk'ü endişelendirdiği bir zaman vardı. Casuslar tarafından Kutalmış’ın Kuh kalesini terk edip ülkeyi yağmalamaya başladığını ve yakında Rey'e saldırılacağını haber aldı. Alp Arslan da Nişabur'a doğru yola çıktı ordusuyla birlikte Damgan'a ulaştı. Kardeş sevgisinin itkisyle Alparslan, Kutalmış’a fitneden vazgeçmesi için bir mesaj gönderdi. Kutalmış hiç umursamadı ve Rey'in çevresini yağmalamaya başladı. Kutlalmış, Milh Vadisi'ni suyla doldurdu ve Rey'e geçişi imkansız hale getirdi. Bu durum Alp Arslan'ı endişelendirdi. Nizamülmülk ona, "Hiç merak etme. Atışları asla hedefi ıskalamayan askerler topladım. İyilik ve ihsanla muamele ettiğim Horasanlı ulema ve mutasavvıfların, Kur'an-ı Kerim'in gönül erlerinin sadakatini temin ettim. Hepsi Sultan'ın zaferi için dua ediyor. Bu ordu için en güçlü destek budur.”
Nizamülmülk bunları söyledikten sonra zırhını kuşandı, Alp Arslan'ın yanına gitti ve askerlere bahşiş dağıttı. Sultan atını suya vurdu ve ordusuyla birlikte sağ salim karşıya geçti. Daha sonra Kutalmış ile Alp Arslan arasında, Kutalmış’ın öldürüldüğü şiddetli çatışmalar başladı. Sultan Reye döndüğünde bu açık ve kesin zafer için Nizamülmülk'e teşekkür etti.
ÖZET
Bu makalede öncelikle Nizâmülmülk’ün, İslâm siyaset düşüncesi çerçevesinde fitne dönemi olarak bahsettiği koşulların siyaset felsefesinde doğal duruma denk düşüp düşmeyeceği tartışılacaktır. Bilahare Nizâmülmülk, Cüveynî ve Gazzâlî’nin fitne döneminin karşısında konumlandırdıkları istikrar düzeni “nizam-ı âlem” tabiri çerçevesinde yorumlanacaktır. Makale’nin ilerleyen bölümlerinde Nizâmülmülk’ün habercilik ağları, diplomasi, bürokrasi, divan müesseseleri, iktâ sistemi, istişare, savaş ve barışa dair görüşleri karşılaştırmalı siyaset metodunun imkânlarından yararlanılarak tetkik edilecektir. Makalenin son bölümünde Nizamülmülk’ün yön verdiği şekliyle Büyük Selçuklu Devletinin din politikası tetkik edilecektir. Nizamiye Medreseleri, Cüveynî’nin el-Gıyâsî ve Gazzâlî’nin Fedaihül-Batniyye adlı eserleri, Nizâmülmülk’ün siyaset felsefesinin bir parçası olarak tahlil edilecektir.
Bu hafta yeni şiir kitapları üzerinde duracağım. Bunlardan ilki Şenol Korkut'a ait: İrade. Korkut, az yazan bir şair. 2000'lerin başından beri takip ederim; İrade'yi oluşturan şiirler, sanırım on yıl gibi bir sürede tamamlandı. Kitabın yayınlanmış şiirlerden bir “seçme” olduğunu sanmıyorum; yayımlanan şiirler bu kadar.
Az yazıyor olmak bakımdan, Şenol Korkut, Ayhan Kurt'u hatırlatıyor. Kurt'un ilk kitabı Canavarlığa Yazgılı Şehzade on yedi şiirden oluşur; ikinci kitabı Müsadere ise beş şiirden. Toplam yirmi iki şiir; dergide duran, sadece “yirmi üçüncü şiir” olsa gerek. Kurt'un yeni bir şiirini merak ediyorum. Kurt’tan sonra Türk şiiri henüz Ayhan’ın bıraktığı yere gelemedi.
Tekrar Korkut'a dönersek; Korkut, daha yayımladığı ilk şiirlerden kendi poetikasını kurmuş bir şairdi. Bu nedenle bir Şenol Korkut şiirinden söz edebiliriz. Korkut'un şiirinde açığa çıkan bu poetika, Türk şiirinde iki geleneğin bir tür sentezini içeriyordu; Memleket Şiiri ile İkinci Yeni şiirinin sentezi. Parmak hesabından söz etmiyorum kuşkusuz; ilkinden gerçekçilik, ikincisinden ise dünyayı algılama biçimi dâhil edilmişti bu şiire. Örnek vermek gerekirse; “Güneşe Horoz karıştı” şiirinin açılışı şöyle: “Münkir cinler koşuştu davul sesi kayada/ Evlekledi yüzümü sessiz ekim tınısı/Eteğinde höllükle şuh kadınlar yazıda/Bir rüyadan buğuya geçti sözün aynası/Sonra saçıldı yağmur kör sularda gökyüzü/Mor bulutlar çıkarıp eşeleyen palazmış”
Bu bileşim analiz edilmeli. Korkut aynı zamanda bir ilahiyatçı; düşünceye dayalı teoloji derinliğinin şiire kazandırılması, benim takip ettiğim, bir ideoloji olarak İslamcılıktan ilahiyata dayalı düşünceye geçiş, yeri gelmişken Türk şiir ortamının ilahiyatçı bir şiir eleştirmenine ihtiyacı vardır.
Ludwig Maximilian Üniversitesi'nde Felsefe Profesörü ve History of Philosophy Without Any Gaps podcast'inin sunucusu Peter Adamson bu söyleşide Dungeons and Dragons, Oz Büyücüsü, ikiz kardeşi, Williams College, Platon'a bağlanması, Dante çalışması, Ortaçağ felsefesine ilgi duyması ve ardından Notre Dame'da Arap felsefesi ve Yeni Platonculuk, felsefe tarihinin neden önemli olduğu ve felsefenin kültürel darlığı konularını ele alıyor. Felsefi ilerleme fikri, felsefede biyografi ve argümanların rolü, sahtekâr sendromu, eşiyle tanışması, felsefe tarihini içeriden anlamak, Plotinus üzerine çalışmak, yüksek lisans öğrencilerine tavsiyeler, King's College'ı neden LMU için terk ettiği, podcast'in kökeni, gelişimi, üretimi ve geleceği, etki, İbn-i Sina, Mill, Buster Keaton, Catch-22, David Sedaris, Seçim 2016 ve son yemeği...
[3/14/2019]
Makalenin İngilizce versiyonu:https://www.kulturportali.gov.tr/mrepo/eKitap/eb-TheLionOfPlevnaInTheSongsO%20BosniaksFromSandzak/3/
Nizamülmülk üç faktörün korelasyonunun tamamen farkındaydı: refah, üretkenlik ve verimlilik. Refahın korunması, beklenen üretkenliği ve etkinlik düzeyini (kelimenin genel anlamıyla) önemli ölçüde artırabilir. Bunu aşağıdaki ilgili olay üzerinden gözlemleyebiliriz:
"Rey'in gidişatının Nizamülmülk'ü endişelendirdiği bir zaman vardı. Casuslar tarafından Kutalmış’ın Kuh kalesini terk edip ülkeyi yağmalamaya başladığını ve yakında Rey'e saldırılacağını haber aldı. Alp Arslan da Nişabur'a doğru yola çıktı ordusuyla birlikte Damgan'a ulaştı. Kardeş sevgisinin itkisyle Alparslan, Kutalmış’a fitneden vazgeçmesi için bir mesaj gönderdi. Kutalmış hiç umursamadı ve Rey'in çevresini yağmalamaya başladı. Kutlalmış, Milh Vadisi'ni suyla doldurdu ve Rey'e geçişi imkansız hale getirdi. Bu durum Alp Arslan'ı endişelendirdi. Nizamülmülk ona, "Hiç merak etme. Atışları asla hedefi ıskalamayan askerler topladım. İyilik ve ihsanla muamele ettiğim Horasanlı ulema ve mutasavvıfların, Kur'an-ı Kerim'in gönül erlerinin sadakatini temin ettim. Hepsi Sultan'ın zaferi için dua ediyor. Bu ordu için en güçlü destek budur.”
Nizamülmülk bunları söyledikten sonra zırhını kuşandı, Alp Arslan'ın yanına gitti ve askerlere bahşiş dağıttı. Sultan atını suya vurdu ve ordusuyla birlikte sağ salim karşıya geçti. Daha sonra Kutalmış ile Alp Arslan arasında, Kutalmış’ın öldürüldüğü şiddetli çatışmalar başladı. Sultan Reye döndüğünde bu açık ve kesin zafer için Nizamülmülk'e teşekkür etti.
ÖZET
Bu makalede öncelikle Nizâmülmülk’ün, İslâm siyaset düşüncesi çerçevesinde fitne dönemi olarak bahsettiği koşulların siyaset felsefesinde doğal duruma denk düşüp düşmeyeceği tartışılacaktır. Bilahare Nizâmülmülk, Cüveynî ve Gazzâlî’nin fitne döneminin karşısında konumlandırdıkları istikrar düzeni “nizam-ı âlem” tabiri çerçevesinde yorumlanacaktır. Makale’nin ilerleyen bölümlerinde Nizâmülmülk’ün habercilik ağları, diplomasi, bürokrasi, divan müesseseleri, iktâ sistemi, istişare, savaş ve barışa dair görüşleri karşılaştırmalı siyaset metodunun imkânlarından yararlanılarak tetkik edilecektir. Makalenin son bölümünde Nizamülmülk’ün yön verdiği şekliyle Büyük Selçuklu Devletinin din politikası tetkik edilecektir. Nizamiye Medreseleri, Cüveynî’nin el-Gıyâsî ve Gazzâlî’nin Fedaihül-Batniyye adlı eserleri, Nizâmülmülk’ün siyaset felsefesinin bir parçası olarak tahlil edilecektir.
Bu hafta yeni şiir kitapları üzerinde duracağım. Bunlardan ilki Şenol Korkut'a ait: İrade. Korkut, az yazan bir şair. 2000'lerin başından beri takip ederim; İrade'yi oluşturan şiirler, sanırım on yıl gibi bir sürede tamamlandı. Kitabın yayınlanmış şiirlerden bir “seçme” olduğunu sanmıyorum; yayımlanan şiirler bu kadar.
Az yazıyor olmak bakımdan, Şenol Korkut, Ayhan Kurt'u hatırlatıyor. Kurt'un ilk kitabı Canavarlığa Yazgılı Şehzade on yedi şiirden oluşur; ikinci kitabı Müsadere ise beş şiirden. Toplam yirmi iki şiir; dergide duran, sadece “yirmi üçüncü şiir” olsa gerek. Kurt'un yeni bir şiirini merak ediyorum. Kurt’tan sonra Türk şiiri henüz Ayhan’ın bıraktığı yere gelemedi.
Tekrar Korkut'a dönersek; Korkut, daha yayımladığı ilk şiirlerden kendi poetikasını kurmuş bir şairdi. Bu nedenle bir Şenol Korkut şiirinden söz edebiliriz. Korkut'un şiirinde açığa çıkan bu poetika, Türk şiirinde iki geleneğin bir tür sentezini içeriyordu; Memleket Şiiri ile İkinci Yeni şiirinin sentezi. Parmak hesabından söz etmiyorum kuşkusuz; ilkinden gerçekçilik, ikincisinden ise dünyayı algılama biçimi dâhil edilmişti bu şiire. Örnek vermek gerekirse; “Güneşe Horoz karıştı” şiirinin açılışı şöyle: “Münkir cinler koşuştu davul sesi kayada/ Evlekledi yüzümü sessiz ekim tınısı/Eteğinde höllükle şuh kadınlar yazıda/Bir rüyadan buğuya geçti sözün aynası/Sonra saçıldı yağmur kör sularda gökyüzü/Mor bulutlar çıkarıp eşeleyen palazmış”
Bu bileşim analiz edilmeli. Korkut aynı zamanda bir ilahiyatçı; düşünceye dayalı teoloji derinliğinin şiire kazandırılması, benim takip ettiğim, bir ideoloji olarak İslamcılıktan ilahiyata dayalı düşünceye geçiş, yeri gelmişken Türk şiir ortamının ilahiyatçı bir şiir eleştirmenine ihtiyacı vardır.
YazarMuhammed Tayyip Okiç
ÇevirenBehlul Kanaqi
YayıneviAtlas Kitap
Barkod9786059689694
ISBN978-605-9689-69-4
Sayfa Sayısı136 Sayfa
Ürün Ebatı13,5x21,5
DilTürkçe
Kağıt/RenkKitap Kağıdı / Tek Renk
Baskı Sayısı1. Baskı
Baskı YılıHaziran, 2021
Kapak/RenkKarton Kapak
https://www.nobelyayin.com/isl-m-gelenegi-sunnet-hadis_17282.html?fbclid=IwAR1-S9mUdOssIdMpzuOfVVkDx6lRP2XSdRgwfZ2WYFGGEKd9aFtHOIds8GQ
Makaleler 2’de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç’in çeşitli dergilerde neşredilmiş, büyük oranda Balkanlar’daki İslâm ve Türk mirasına yönelik, uzun ve çetin faaliyetlerin mahsulü olan araştırmaları yer almaktadır. Bu makalelerde Okiç’in 20. yüzyılın önde gelen Balkanologlarından birisi olduğuna, üstelik oldukça dikkatli ve titiz bir tarihçi olduğuna şahit olmak mümkündür. Okiç’in Bogomillere ve Güney-Doğu Avrupa’da İslâm’ın zuhuruna dair tetkikleri, Osmanlı’nın Balkanlar’dan peyderpey çekilişi ile beraber ivme kazanan, Balkanlara yönelik Katolik ve Ortodoks tarih yazımına bir meydan okuma kıvamındadır. Diğer bazı çalışmalarında da olduğu gibi Okiç tezlerini, konu hakkındaki Osmanlı arşivlerini veya Türk defterlerini hummalı bir şekilde devreye sürerek kesinleştirmektedir. Okiç’in bu kitaptaki yazılarının ikinci ayağını Balkanlar’daki Osmanlı mirasına yönelik çalışmaları oluşturmaktadır. Bu mirasın, son iki asırda, hatta oldukça yakın bir tarihte nasıl bir işkence ve vandalizme tâbi tutulduğunu nazar-ı itibara aldığımızda, Okiç’in örneğin Gazi Hüsrev Bey’e, külliyesine, camiine veya Belgrad camilerine dair makalelerinin yazıldığı döneme nazaran günümüzde kat be kat daha fazla ehemmiyet arzettiği aşikârdır. Konu Balkanlardaki modern kül tabakalarının altındaki aslî közlerdir. Bu kitaptaki makalelerin üçüncü ayağını, Ömer Musiç, Mehmet Begoviç, Mustafa Said Efendi, es-Serahsî ve Hadım (Atîk) Ali Paşa gibi ilim ve irfan ocaklarının mahsülü âlimlere dair Okiç’in çok boyutlu ilgilerini yansıtan yazılar oluşturmaktadır. İstanbul’da bulunan sahâbe mezarları, Boşnak edebiyatı, Tunus’taki Monastır şehri mezar kitabeleri, vb. makaleler, ayrıca bir dizi kitap tanıtımı ve önsözler Okiç hocanın, okura gözyaşı hediye eden parıltıları olarak geri dönmektedir.
https://www.nobelyayin.com/makaleler-ii_16970.html?fbclid=IwAR03uDML22rc2DDdeZXY9zd6a5dpBRyLLYVAUlN9NKti5PkSDmsYbz5Xis0
Önsöz’den
Yayınevimizin Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç külliyatını yayınlama projesi altıncı kitap olan bu eserle kıvama ermiş durumdadır. Bu projeyi bizlere ilham eden Sami Gül Bey’e, Hasiba Hanım’a ulaşmamıza vesile olan Prof. Dr. Ali Çaksu’ya, kaynak temini, tashih ve Arapça ibarelerin yazımında yardımlarını gördüğümüz Doç. Dr. Zikri Yavuz, Prof. Dr. Gürbüz Deniz, Prof. Dr. Adnan Adıgüzel, Prof. Dr. Kadir Demirci, Prof. Dr. Mustafa Kara, Dr. Ahmet Çetinkaya, Öğr. Gör. Süleyman Recep Çıbıklı, Öğr. Gör. Adam Tag el-Nas Sheta el-Ashry ve Dr. Öğr. Üye. Enes Salih beylere teşekkürlerimizi sunarız.
Bir Not:
“Gayretli bir el himmet buyurur da bunları, hiç olmazsa Türkçe neşredilenleri, bir araya getirirse pek büyük bir hizmet yapmış olur.” Mustafa Ateş (İzmir Müftisi), “İlim Aleminin Büyük Kaybı: Prof. Muhammed Tayyib Okiç”, İslâm’ın İlk Emri Oku Dergisi, Nisan-1977, Cilt: 15, Sayı: 179, s. 247. (Makalenin tam metnine İLEM İslamcı Dergiler veritabından ulaşılabilir.)
YazarMuhammed Tayyip Okiç
YayıneviAtlas Kitap
Barkod9786059689670
ISBN978-605-9689-67-0
Sayfa Sayısı400 Sayfa
Ürün Ebatı13,5x21,5
DilTürkçe
Kağıt/RenkKitap Kağıdı / Tek Renk
Baskı Sayısı1. Baskı
Baskı YılıMart, 2021
Kapak/RenkKarton Kapak
Yazar
Muhammed Tayyip Okiç
Editörler
Şenol Korkut, Osman Özbahçe
Yayınevi
Nobel Akademik Yayıncılık
Barkod
9786059689663
ISBN
978-605-9689-66-3
Sayfa Sayısı
362
Ürün Ebatı
13,5x21,5
Dil
Türkçe
Kağıt/Renk
Kitap Kağıdı / Tek Renk
Baskı Sayısı
1. Baskı
Baskı Yılı
Şubat, 2021
Kapak/Renk
Karton Kapak
https://www.nobelyayin.com/makaleler-i_16872.html
https://www.nobelkitap.com/islamiyette-kadin-ogretimi-501006.html
Sarı Saltuk Meselesi ve eleştiri ahlakı
Şenol Korkut ile Osman Özbahçe’nin hazırladığı “Sarı Saltuk Meselesi” Atlas Yayınları arasından çıktı. Kitapta Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân’ın eleştirisi ve M. Tayyip Okiç’in cevabı bulunuyor.
Atlas Yayınları, “Prof. Dr. M. Tayyip Okiç Bütün Eserleri” dizisinin üçüncü kitabını “Sarı Saltuk Meselesi” adıyla yayımladı. Yrd. Doç. Dr. Şenol Korkut ile Osman Özbahçe’nin hazırladığı kitapta Okiç’in yanı sıra Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân imzasını da görüyoruz. Çünkü kitap, M. Tayyip Okiç’in “Sarı Saltuk’a ait Bir Fetva” adlı makalesini, bu makale üzerine Yörükân’ın kaleme aldığı “Bir Fetva Münasebetiyle Fetva Müessesesi Ebussuud Efendi ve Sarı Saltuk” adlı eleştirisini ve Tayyip Okiç’in “Bir Tenkidin Tenkidi” başlıklı cevabını içeriyor.
Bu yazıların ilki Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin 1. sayısında (1952), ikincisi aynı derginin aynı yıl yayımlanan 2. sayısında, üçüncüsü de aynı derginin birlikte yayımlanmış olan 2-3. sayılarında (1953) okur karşısına çıkmış.
SEVGİ VE HAYRANLIK
1 Aralık 1902 tarihinde Bosna’nın Tuzla sancağı Graçanitsa kasabasında doğan, 7 Mart 1977’de Erzurum’da vefat eden ve Saraybosna’da Bare mezarlığına defnedilen Muhammed Tayyip Okiç’in hayatı çok ilginç ve ibret verici zenginliklerle dolu. 32 yıl yaşadığı ve hizmet ettiği Türkiye’de “vatandaş” olamayan ve adaşı Muhammed Hamidullah gibi “haymatlos” olarak dünyadan göçen bu mübarek ve muazzez âlimin çalışmalarından birinin gün yüzüne çıkmış olması, sevindirici bir hadisedir.
TDV İslam Ansiklopedisinin Sarı Saltuk maddesini yazan Prof. Dr. Machiel Kiel’in kaynakları arasında M. Tayyib Okiç’in bu iki makalesi de yer almaktadır. Okiç Hoca, makalesinin “İslamlığın Güneydoğu Avrupa’da Zuhuru”, “Sarı Saltuk’tan Önce Balkanlardaki Dinî Durum”, “Sarı Saltuk”, “Slavların İslâmlaşması Meselesi” bölümlerinde bu konulara ilişkin ulaşabildiği bütün bilgileri titiz, dikkatli, eleştirel bir gözle ve kaynaklarını göstererek sergiledikten sonra “Fetva” bölümünde Kanuni Sultan Süleyman’ın “Sarı Saltuk didikleri şahıs evliyaullahdan mıdır?” sualine Ebussuud Efendi’nin “Riyazet ile kadid olmuş bir keşişdir.” (s. 21) cevabını verdiğini nakletmekte ve bu hususta değerlendirmelerde bulunmaktadır. Okiç Hoca’ya göre, büyük şeyhülislamın böyle bir fetva vermesinde o dönemde “heterodoksinin” “devlet emniyetini tehlikeye düşürecek dereceye varan ve ilhada kadar giden bazı taşkınlıkları” ve “diğer taraftan da Müslümanlardan başka, Hıristiyan halkın da Sarı Saltuk’a olan sevgi, hürmet ve hayranlıkları ve bunun neticesi olarak bazı Hıristiyan azizlerine ait menkıbelerin de Sarı Saltuk’a teşmil edilmiş olması, Sarı Saltuk hakkındaki kanaatlerde böylece menfi bir rol oynamış olsa gerektir (s. 25).
Hoca, makalesini bitirirken Ebussuud Efendi’nin bu fetvasını onun Sarı Saltuk’u yeterince tanımayışına bağlar ve sözünü şöyle bitirir: “Eğer Sarı Saltuk’a ait kritik bir biyografyadan faydalanabilmiş olsaydı, hatta Ebu’l-Hayr Rûmî’nin Saltukname’si gibi bir eseri inceden inceye tetkik ettikten sonra efsanevi ve hayalî kısımlarını bir tarafa bırakarak, onun hakiki hüviyetini tespit edebilseydi, fetvasını tam tersine olarak vermiş bulunacağını tahmin etmekteyiz (s. 25).
Görüldüğü gibi M. Tayyip Okiç, meseleye “ihtiyatlı” ve “hayırhah” bir üslupla yaklaşmaktadır. Aynı fakültede İslâm Dini ve Mezhepler Tarihi Profesörü olarak çalışan Yusuf Ziya Yörükân (1887 Selanik-1954 Ankara), Okiç’in yazısını okuyanların “fetva müessesesi hakkında hayrete, Ebussuud’un yaygın şöhretine karşı da tereddüde düşmüş” olduklarını, “tereddüt ve hayretlerini” “bizzat söyleyenler” olduğunu belirterek başladığı yazısında “Fetva Müessesesi” ve “Ebussuud Efendi’nin İlmî Şahsiyeti” ve “Sarı Saltuk” hakkında uzun ve ayrıntılı bilgiler verirken fırsat buldukça Okiç’i eleştirir; yazdıklarını “mübhemat”, “indî ve mücerret sözler”, “fetva işinden anlamayan biri tarafından uydurulmuş bir yazı”, “hayaller”, “maksadı ve neticesi belli olmayan sözler”, vb. gibi küçümseyici ifadeler kullanır. (Yörükân’ın yazısında “İslâm dininin kurucusu Hz. Muhammed” (s. 33) ifadesini tuhaf bulduğumu belirtmeliyim.)
BESLEYİCİ BİR KILAVUZ
Yusuf Ziya Yörükân’ın yazısını okurken “Ne güzel!” yahut “Çok doğru!” demekten kendinizi alamayacağınız bölümler olacaktır. Ancak M. Tayyip Okiç’in “Bir Tenkidin Tenkidi” başlıklı cevabını okurken (s. 77-205) bütün bu takdirlerinizi geri almak zorunda kalacaksınız. Çünkü orada gerçek araştırmacılık, bilim namusu, kaynakları değerlendirme, mantık tutarlılığı, alıntı yapma usulleri, doğru anlama ve yorumlama, insaf ve insicam, çeşitli ihtimalleri hesaba katma, siyah ve beyaz dışındaki renkleri ve tonları arama ve bulma gibi pek çok inceliğin sergilendiğini göreceksiniz. M. Tayyip Okiç’in kendisinden beş yaş büyük bir meslektaşını eleştirirken zaman zaman duygularına hâkim olamayarak sadet dışına çıkması -bazı önemli kaynaklardan yararlanmamış olmasını ve Raif Oğan’ın Yörükân’ın bir çalışmasına dair tenkitlerini anması- bir yana bırakılırsa bu hacimli eleştiri, bilimle uğraşan herkes için çok yararlı, uyarıcı, besleyici, değerli bir kılavuzdur.
M. Tayyip Okiç, Yusuf Ziya Yörükân’ın “tahrif ve mugalataları”na çeşitli örnekler verdikten sonra şöyle demektedir: “Biz Sarı Saltuk mevzuu münasebetiyle bir menkıbeyi işaret etmek, hatta bazı istifhamlar koymak mevkiinde idik ve onu yaptık. İlim adamının vazifesi incelenen tarihî meseleye bağlı menkıbelere de sırası geldikçe ve lüzumuna göre temas etmektir. İlmî tetkikin şekil ve mertebelerini idrak edememiş kimselerin ise, tenkit adı altında polemik karalamasına hayret edilemez. Böyle kimselerin zihinlerine yerleştirmeleri elzem olan esas, ilmî tenkidin, gelişi güzel polemik demek olmadığıdır (s. 201).
Sarı Saltuk Meselesi hem Diyarbakır’dan Balkanlar’a kadar şöhreti yayılmış olan büyük bir İslam kahramanını ve fetva geleneğinin çeşitli yönlerini tanıtmak hem de bilim ve eleştiri ahlakını örneklendirmek bakımından çok önemli ve değerli bir çalışma olmuş.
Benzer bir şekilde Korkut’un Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Bâcce, İbn Rüşd gibi “Meşşâî
filozofların” görüşlerini ve bunların Yunan felsefesiyle olan ilişkilerini detaylı ve
kapsamlı bir şekilde incelediği yazısı, referans niteliğinde, çok değerli bir çalışma
olmakla birlikte bu konuyu ilgili yazınla karşılaştırmalı olarak ele almamıştır. Oysa
Meşşâî felsefenin Batı’daki rasyonalizmle olan benzerlikleri ve farklarını tartışan, siyaset felsefesinin terim ve yaklaşımları açısından nasıl değerlendirilebileceği sorularına yanıt arayan bir yaklaşımın çok daha ufuk açıcı olacağı ve İslam Siyaset Düşüncesinin uluslararası akademik yazında kendine itibarlı bir yer edinmesinde önemli
rol oynayacağı dikkate alınmalıdır. Aynı paralelde İlker Kömbe’nin İslam Siyaset
Düşüncesi açısından değerlendirdiği siyasetnâme ve nasihatnâmeler, Avrupa’da siyasi kuram ve siyaset felsefesinde önemli yeri olan “mirrors for the princes” (prenslere
aynalar) tarzında yazılmış ve en önemlileri arasında Machiavelli’nin The Prince adlı
eseri bulunan siyasi nasihat türü yazılarla karşılaştırmalı olarak ele alınabilir.
https://insanvetoplum.org/content/6-sayilar/22-cilt-4-sayi/11-d0234/cinar.pdf