Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Dr. Murat Erkoç

    Dr. Murat Erkoç

    Hasan Kalyoncu University, Tarih, Department Member
    Tirmiz gibi şehirler, sahip oldukları siyasi ve iktisadi özellikleriyle ön plana çıkmışlardır. Nitekim Horasan ve Türkistan şehirleri, genel olarak İran, Çin, Hindistan ve Avrupa'yı birbirine bağlayan ana yollar üzerinde kurulmuştur.... more
    Tirmiz gibi şehirler, sahip oldukları siyasi ve iktisadi özellikleriyle ön plana çıkmışlardır. Nitekim Horasan ve Türkistan şehirleri, genel olarak İran, Çin, Hindistan ve Avrupa'yı birbirine bağlayan ana yollar üzerinde kurulmuştur. Ancak bu durum, Türkistan şehirlerini iktisadi açıdan kalkınmalarını sağladığı gibi beraberinde muhtelif devletlerin odak merkezi haline gelmelerine de sebep olmuştur. Bu şehirlerin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmesine rağmen bu şehirlerin Büyük İskender tarafından kurulduğu görüşü ağır basmaktadır. Horasan bölgesinde Hz. Ömer dönemiyle birlikte başlayan fetih hareketleri, Hz. Osman ve Emevîler döneminde hız kesmeden devam etmiştir. Arapların yönetimi altına girmek istemeyen bölge halkının sık sık ayaklanması, bulundukları şehirlerin tahrip edilmesine sebep olmuştur. Bu çalışmada Horasan ve Türkistan şehirlerinin coğrafi yapıları, kuruluş aşamaları, öne çıkan siyasi durumları ve sahip oldukları sosyal ve ekonomik özellikleri, Arapça ve Türkçe kaynaklarda yapılan araştırmalar neticesinde genel hatlarıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır.
    Genel olarak insanlar savaş, kıtlık ve doğal afet gibi durumlardan dolayı yurtlarından ayrıldıkları zaman bu durum göç hareketleri olarak kabul edilmektedir. Terk edilen ve yerleşilen yer ile göçen ve göçülen yerdeki insanlar nitel ve... more
    Genel olarak insanlar savaş, kıtlık ve doğal afet gibi durumlardan dolayı yurtlarından
    ayrıldıkları zaman bu durum göç hareketleri olarak kabul edilmektedir. Terk edilen ve
    yerleşilen yer ile göçen ve göçülen yerdeki insanlar nitel ve nicel özelliklerinde farklılıklar
    gösterebilirler. Her insan topluluğunda olduğu gibi Türkler de bulundukları çevrenin şartlarına ayak uydurarak hayatlarını sürdürmeye çalışmışlardır. Şüphesiz Bozkırların sert kara iklimi, onların hayat tarzını etkilemiştir. Ormanlarda yaşayan Türk boyları da kendilerine göre imkânlar arayarak hayatlarını devam ettirmeye çalışmışlardır. Türk tarihinin başlangıcında Sibirya, Mezopotamya, Mısır’daki Nil bölgesi, Akdeniz havalisi, Çin’deki Sarı Irmak bölgesi, Altay-Sayan Dağlarının güneybatı bölgesi (Minusinsk-Tuva-Abakan bozkırları), bugünkü Moğolistan ve Hindistan’daki Ganj Nehri büyük öneme sahiptir. M.Ö. 3000’lerde Altay ve Sayan dağlarının kuzeybatısındaki bozkırlarda Baykal Gölü’nün batısındaki Abakan bölgesinde yapılan arkeolojik araştırmalar neticesinde ortaya çıkan ve Türklerin en eski kültürü olarak kabul edilen Afanasyevo kültürü yaklaşık M.Ö. 3300-1700 tarihi aralığında değerlendirilmektedir. Son zamanlarda yapılan arkeolojik ve antropolojik araştırmalar, Asya Hunları olarak bilinen bu kültürün anayurt bölgesinden çıkış tarihini ve göç yönlerinin tespit edilmesini sağlamıştır. Proto-Türklerin bir bölümü bugünkü Kazakistan üzerinden Maveraünnehr bölgesine kadar yayılarak oradaki dolikosefal Akdeniz ırkları ile temas kurarken, batıya doğru göç edenler ise Ural (Fin-Ugor) kavimleri ile bağlantı sağlamışlardır. Andronova insanı denilen ve Altay-Tanrı Dağlarını kaplayan bu ırkın göç hareketi, Göktürkler dönemine kadar devam etmiştir. Yapılan bu göçler neticesinde Türkler, değişik coğrafyalarda çok sayıda devlet kurmayı başararak Türk ve Dünya siyasetinde köklü değişikliklerin yaşanmasına sebep olmuşlardır. Türklerin güney ve güneydoğu istikametinde ilerlemeleri neticesinde ise Anadolu vatan haline gelmiş, bu da onların hem kültürlerini hem de bağımsızlıklarını korumalarını sağlamıştır
    Süleyman Şah’ın 1086 yılında Ayn-u Seylem savaşında ölmesi üzerine Melikşah’ın Antakya’da bulunan I. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan’ı yakalatıp İran’a götürmesi, Anadolu Selçuklu tahtının bir müddet boş kalmasına ve siyasi birlikteliğin... more
    Süleyman Şah’ın 1086 yılında Ayn-u Seylem savaşında ölmesi üzerine Melikşah’ın Antakya’da bulunan I. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan’ı
    yakalatıp İran’a götürmesi, Anadolu Selçuklu tahtının bir müddet boş kalmasına ve siyasi birlikteliğin bozulmasına neden olmuştur. Bunun
    üzerine devletin tekelini kendi etrafında toplayan ve kendisini İznik’te sultan olarak ilan eden Ebu’l-Kasım’ın Bizans’a ve Melikşah’a karşı
    gösterdiği mücadele devletin bağımsızlığının 1092 yılına kadar korunmasını sağlamıştır. Melikşah’ın 1092 yılında ölmesi sonrası İsfahan’dan
    İznik’e gelerek Anadolu Selçuklu tahtına oturan Kılıç Arslan, Anadolu’da bulunan feodal beyleri itaat altına aldıktan sonra devletin mevcut
    sınırlarının genişletilmesi için Haçlılar ile mücadele içerisine girmiştir. Ancak yapılan bu savaşlarda alınan ağır mağlubiyetler, Türklerin Orta
    Anadolu’ya çekilmesine ve mevcut toprakların kaybedilmesine sebebiyet vermiştir. Kısa süre içerisinde Kılıç Arslan’ın devletin merkezini
    Konya’ya taşıyıp Anadolu’daki beyleri yeniden bir araya getirdikten sonra Haçlı Kontlukları ile yapılan savaşlarda almış olduğu galibiyetler
    Anadolu Selçukluların Büyük Selçukluların hâkimiyet sahasına komşu olmasına ve hükümdar ailesi arasında yaşanan mücadelelerin yeniden
    başlamasına neden olmuştur. Nitekim 1107 yılında Habur Nehri civarında Emir Çavlı ile yapılan savaşta Kılıç Arslan, hezimete uğradığı gibi
    Habur Nehrini geçip kurtulmak isterken boğularak hayatını kaybetmiştir. Savaş sonrası Kılıç Arslan’ın çocuklarının Sultan Muhammed Tapar
    tarafından tutsak edilerek İsfahan’a götürülmesi Anadolu Selçuklu Devletinde yeniden fetret devrinin yaşanmasına neden olmuştur.