2005 Yılında Tatvan/Bitlis İmam Hatip Lisesinden birincilikle, 2009 yılında Uludağ Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesinden ikincilikle mezun olmuştur. “Ebu İshak eş-Şirazi’nin Emir ve Nehiy hakkındaki görüşleri” teziyle 2011 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yüksek lisansını tamamlamış aynı yıl Medeniyet üniversitesinde araştırma görevlisi olarak atanmıştır. 2011 yılında Marmara Üniversitesi’nde İslam Hukuku alanında doktora programına başlayan Tuba Erkoç Baydar, görevlendirme ile aynı ana bilim dalında 2017’ye kadar araştırma görevliliğini sürdürmüştür. 2017’de “Fıkhi Açıdan Ötanazi ve Tedavinin Esirgenmesi” teziyle doktor unvanının kazanmıştır. Tuba Erkoç Baydar’ın genel olarak ilgi alanları; fıkıh usulü, aile hukuku, güncel meseleler, tıp etiği ve biyoetiktir. İlmi geleneğe sahip bir aileden gelen Tuba Erkoç Baydar, klasik medrese eğitimini ilk olarak ailesinden almış daha sonra Bursa’da ve İstanbul’da devam ettirmiştir. İSM’de klasik medrese eğitimini ve İSAM’ın Araştırmacı yetiştirme programını başarıyla tamamlamıştır. Eğitim amaçlı Katar, Suriye, Ürdün, Amerika, İspanya, Fransa, Hollanda gibi çeşitli ülkelerde bulunan Tuba Erkoç Baydar 2014 yılında TUBİTAK desteğiyle Amerika’da Georgetown Üniversitesi Kennedy Etik Enstitüsünde araştırma yapmak ve derslere katılmak üzere bir yıl kalmıştır. Hali hazırda İbn Haldun üniversitesinde Doçent Dr. olarak çalışan Tuba Erkoç Baydar, 2022 yılında İİT’ye (İslam İşbirliği Örgütü) bağlı IYCF tarafından İslam Hukuku alanında yılın genç araştırmacısı seçilmiştir. Evli ve bir çocuk annesi olan Tuba Erkoç Baydar, İngilizce ve Arapça dillerini ileri düzeyde bilmektedir. “Bu Can kimin: Ötanazi ve Tedavinin Sonlandırılmasına Müslümanca Yaklaşmak”, “Salgın Hastalıklar ve Din” gibi çeşitli eserleri bulunmakta ve “Müftülere Nikah Yetkisinin verilmesi” başlıklı BAP projesini “ Biyofıkhın Temel İlkeleri” başlıklı TÜBİTAK projesini Yürütmektedir.
Today, secret marriages are a known problem among Muslims, but discussions and debates are avoide... more Today, secret marriages are a known problem among Muslims, but discussions and debates are avoided. People who are unwilling to take on the responsibilities of marriage yet do not want to commit adultery, one of the major sins in Islam, practice secret marriages. However, this leads to the deprivation of rights for parties and children born in these unions. Some claim that the legal justification for secret marriages is provided by the view that the presence of witnesses and the parties to be married is sufficient for a marriage contract. Therefore, this article aims to critically examine the views of the four Sunnī legal schools on testimony (shahada) or proclamation (i’lan) in relation to marriage, and how these conditions align with the requirement for protecting the rights of all parties involved in the marriage. Upon examination, this article also will delve into unregistered marriages and illustrate how both types of marriages do not adequately establish the rights of those involved. In order to accomplish this objective, the article will use a descriptive methodology that directly refers to primary texts and certain fatwa institutions, such as the Diyanet (the Presidency of Religious Affairs in Turkey), to present the jurists’ discourses.
Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasî yapısını göstermesi hasebiyle önemli kayna... more Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasî yapısını göstermesi hasebiyle önemli kaynaklar olan kadı sicilleri aynı zamanda İslam hukuk teorisinin pratikte nasıl işlediğini de gözler önüne sermektedir. Vakıf, bağış, satın alma, kiralama, miras gibi mahkemeye intikal etmiş birçok hukukî işlemde araştırmacılara önemli bilgiler sunan siciller, evlenme ve boşanma gibi aile hukukunu doğrudan ilgilendiren konularda da kritik veriler sağlamaktadır. İslâm hukukunda muhâleanın mahkeme kaydı gerektirmemesine rağmen hak ihlallerinin önüne geçmek adına Osmanlı’da tescil ettirilmesi, kayıtlarda bu tür davaların sık rastlanmasına vesile olmuştur. Bu nedenle İslam hukuk teorisinin pratiğe nasıl yansıdığını ve 19. yüzyılda Osmanlı toplumunda kadınların sosyo-ekonomik konumlarını incelemek adına muhâlea kayıtları önemli bilgiler sunmaktadır. Muhâlea konusunda İstanbul ile Diyarbakır gibi iki farklı bölgenin tecrübesini ele alan bu makale, teori ve pratiği mukayeseli bir şekilde inceleyerek Osmanlı Devleti’nde uygulanan İslam aile hukukuna bütüncül bir şekilde bakmayı hedeflemektedir.
Salgın hastalıkların disiplinler arası incelenmesine duyulan ihtiyaca binaen geçen sene İbn Haldu... more Salgın hastalıkların disiplinler arası incelenmesine duyulan ihtiyaca binaen geçen sene İbn Haldun Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinde “Salgın Hastalıklar ve Din” başlıklı uluslararası ve disiplinler arası tek günlük bir çalıştay gerçekleştirilmiştir.Bu eser, alanında uzman kimselerin davet edildiği bu çalıştayın kitaplaştırılma fikrinden doğmuştur. Düzenlenen çalıştaydan sonra yoğun talep ve teklifler üzerine konuşmalar birer bilimsel makaleler formatına getirilmiş ve ayrıca alanında uzman çok değerli isimlerin yazılarıyla daha zenginleştirilmiştir. Dinî ve etik perspektifinden salgın hastalıkları konu edinen bu eser, meselenin disiplinler arası analizinde katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. Info Bu mak... more Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. Info Bu makalenin yazımı konusunda beni teşvik eden ve bazı yazılara ulaşmamı sağlayan hocam Prof. Dr. Hans Martin Sass'a teşekkür ederim. Fritz Jahr'ın dünyaya tanıtılmasında Prof. Sass'ın, önemli bir rolü bulunmaktadır.
Fikih usulunun en temel konularindan biri olan emir ve nehiy, furu fikihta onemli yansimalari bul... more Fikih usulunun en temel konularindan biri olan emir ve nehiy, furu fikihta onemli yansimalari bulunan bircok kritik meseleyi barindirir. Bu meselelerin basinda emir ve neyhin mucebinin ne oldugu, tekrara, fevre ve iczâya delalet edip etmedigi gelmektedir. Hukumlerin anlasilmasinda onemli bir yeri olan bu konular, bircok fakihin eserlerinde yer almaktadir. Bu fakihler icerisinde Şirâzi (o. 476/1083), mezkur meseleleri etraflica ele alip kritik etmesi nedeniyle onemlidir. Bu nedenle emir ve nehiy konusu makalemizde Ebu Ishâk es-Şirâzi’nin perspektifinden sunulacaktir.
oplumun tanzim edilmesinde, kanun boşluklarının doldurulmasında ve irade beyanlarının yorumlanmas... more oplumun tanzim edilmesinde, kanun boşluklarının doldurulmasında ve irade beyanlarının yorumlanmasında önemli bir rolü bulunan örf, hem usûl hem de fürû eserlerinde birçok yerde geçer. Eserlerde sıkça zikredilmesine rağmen ilk dönemlerden itibaren örfe dair küllî bir teorinin belirlenmemesi örf ile ilintili meseleleri müphem ve tartışmalı hale getirir. Bu bağlamda tartışılan konulardan bir tanesi de amelî örf ile nassın tahsîs edilip edilemeyeceğidir. Örfün nas karşısındaki konumunu belirleyen kritik meselelerden biri olan tahsîs, nassın kapsamının bazı delillerle daraltılması demektir. Örfün bu delillerden sayılıp sayılmayacağı örf ile nas arasındaki ilişkiyi bir başka deyişle nassın insan hayatına ne şekilde dokunduğunu ve insanların yapıp ettiklerinin nassı anlamada ne derece etkili olduğunu gösterir. Şer’î naslara aykırı olan fasit bir örfün nas karşısında herhangi bir değerinin olmadığı ve nas ile çatışması durumunda öncelik sırasının nassa verildiği hususunda ittifak vardır. Nassa uygun olan ve nas ile çatışmayan genel bir amelî örfün nassın umumunu tahsîs edip edemeyeceği hususu ise tartışmalı bir mevzudur. Meselenin birden fazla boyutunun bulunması ulema arasında ihtilaflara neden olmakla birlikte tartışmanın zeminini de kimi zaman kaydırır. Ayrıca nassın umumunun insanların yapıp ettikleri ile sınırlandırılabilmesi nas karşısında örfün konumunu belirlediğinden mesele son derece hassas ve önemlidir. Bu nedenle amelî örfün nassın kapsamını daraltıp daraltamayacağı meselesi bu makalede etraflıca ele alınmıştır. Âm olsa bile amelî örfün nassı tahsîs edemeyeceğini fukahânın çoğunluğu açıkça ifade etmesine rağmen bazı Hanefî ve Mâlikî âlimler aksini söylemişlerdir. Erken dönem Hanefî eserlerinde yer verilmeyen bu söylem özellikle son dönem Hanefî eserlerinde yaygın bir şekilde kabul görmüş ve mezhebin ana görüşü şeklinde yansıtılmıştır. Aynı şekilde Bâcî’nin etkisiyle Mâlikîlerin de Hanefîler gibi düşündüğü nakledilmiştir. Ancak Hanefî ve Mâlikî mezhebine dair mezkûr söylemin aksine amelî örf ile tahsîs meselesinde her iki mezhebin de kendi içinde muhtelif görüşler benimsediği ve mezkûr meselenin Üsmendî’den önce tahsîsten öte hakikat-mecaz ile alakalı olduğu özellikle memzûc eserler ile birlikte tahsîs konusuna eklendiği makalemizde iddia edilmektedir. Bu iddiayı destekler bir şekilde Karâfî ve Bâbertî, Hanefîlerle Mâlikîlerin amelî örf ile nassın tahsîsini kabul etmediğini aktarmışlardır. Karâfî ve Bâbertî’ye göre her iki mezhebin amelî örf ile tahsîsi kabul ettiği görüşü yanlış anlaşılmadan ibarettir. Bu nedenle mesele hakkında modern dönem eserlerinde yer verildiği şekliyle bir ittifakın bulunmadığı ve Hanefî ile Mâlikî âlimlerin görüşlerinin eleştirel bir incelemeye tabi tutulması gerektiği anlaşılmaktadır. Amelî örf ile tahsîs meselesinde söylem değişmelerinin nerde ve nasıl gerçekleştiğini ortaya koymayı hedefleyen makalemizde mesele kronolojik ve derinlemesine bir okumaya tâbi tutularak deskriptif bir şekilde sunulacaktır. Nassın amelî örf ile tahsîsini kabul edenler ve etmeyenler şeklinde iki temel başlık üzerinden mesele anlatılacaktır. Böylece hem literatürde yaygın bir şekilde kabul edilen bilginin izi sürülerek mevsukiyeti ortaya konulmuş, hem de nas karşısında örfün konumunu belirleyen amelî örf ile tahsîs meselesi etraflıca analiz edilmiş olacaktır.
Giriş Dünya düzeninde varlık âleminin bir parçası olan hayvanlar, İslam'a göre yeryüzünün halifes... more Giriş Dünya düzeninde varlık âleminin bir parçası olan hayvanlar, İslam'a göre yeryüzünün halifesi kabul edilen insanların hem mesuliyetinde hem de hiz-metindedir. Bu nedenle teklif ile muhatap olan insanın, hayvanlar karşısında birtakım sorumlukları bulunduğu gibi bazı hakları da vardır. Nitekim İslam hukuku, hayvanların haklarına riayet edilmesi gerektiğini benimsemekle bir-likte eti, sütü ve derisi başta olmak üzere hayvanlardan çeşitli şekillerde istifa-de etmeyi mübah kabul eder. Günümüzde hayvanlardan istifade edilen alanlardan bir tanesi de onları de-neylerde kullanmaktır. Batı literatüründe viviseksiyon (canlı deneyleri) ola-rak da bilinen hayvan deneyleri, hayvanlara iyi davranma ile hayvanlardan istifade etmenin meşru kılınması arasında durmaktadır. Nitekim hastalıkların patolojisini anlama, insan fizyolojisini keşfetme, biyomedikal tedaviler ve yeni çıkacak ilaçları test etme gibi çok çeşitli alanlarda faydalı sonuçlar çıkartılan deneyler, hayvanların eziyet görmesine veya ölmelerine neden olmaktadır. Bu deneyler, bir taraftan tıbbın ve bilimin gelişmesinde önemli katkılarda bulu-nurken, diğer taraftan hayvanlara eziyet edilmemesi ilkesini çiğnemektedir. İki ilke arasında gündeme gelen hayvan deneylerinin, İslam'ın mübah kabul ettiği istifade alanlarından biri olup olmadığı bu çalışmada ele alınacaktır.
Tıp tarihinde 19. ve 20. asırlar, tıbba dair algıda büyük kırılmanın yaşandığı bir dönemdir. Bu d... more Tıp tarihinde 19. ve 20. asırlar, tıbba dair algıda büyük kırılmanın yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemlerden önce özellikle Avrupa’da, insanüstü omnipotent varlıkların insanlardan memnun olmamaları sebebiyle çeşitli hastalıkları gönderdiği düşüncesi hâkimdir. Örneğin İngiltere’de Massey adlı bir papaz Tehlikeli ve Günahkârca Aşı İşlemi isimli risalesinde, Hz. Eyüp’ün hastalığının şeytanın aşılamasından ileri gelmiş olabileceğini ve hastalıkların Allah tarafından günahların bir cezası olarak gönderildiğini, dolayısıyla bu cezanın önüne geçmek üzere yapılacak her türlü girişimin şeytanlıktan başka bir şey olmayacağını söylemiştir. Avrupa’nın karanlık çağ olarak tanımladığı bu dönemlerde İslam dünyası her ne kadar altın çağını yaşıyor ve tıp alanında önemli eserler ortaya koyuyor olsa da bu dönemdeki tıbbi gelişmeler 20. yüzyılın oldukça gerisindedir. Söz gelimi Avrupa vebanın kötü ruhların etkisiyle oluştuğuna inanırken İbnü’l-Hatîb (ö. 776/1374-75) vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmî delillerle açıklamış olmasına rağmen veba yine de amansız bir hastalıktır.
Tıp dünyasındaki hızlı ilerlemeler, kritik durumdaki hastalara uygulanan yaşam destek tedavilerin... more Tıp dünyasındaki hızlı ilerlemeler, kritik durumdaki hastalara uygulanan yaşam destek tedavilerinin oldukça gelişmesi, yoğun bakımda kalma süresinin uzamasını ve eskiden yaşama şansı olmayan hastaların bu ünitede uzun süre tedavi altına alınmasını sağlamıştır. Uygulanan tanı ve tedavi yöntemleri, organ nakilleri, onkolojik tedaviler, üst düzey cerrahi girişimler, yoğun bakım gerek-tiren hasta sayısını arttırdığı gibi ölümlerin birçoğunun da hastane odasında gerçekleşmesine neden olmuştur. Örneğin Amerika, Kanada, Avrupa, Hong Kong, İsrail, Türkiye gibi dünyanın birçok yerinde yapılan çalışmalar ölümlerin birçoğunun hastane odalarında gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Ölümlerin gittikçe artan oranlarda hastane odalarına taşınması, bazı hayati soruları gün yüzüne çıkarır. Hayat ve memat meselesi olan bu soruların başında hastaya herhangi bir yararı olmamasına rağmen yoğun tedavileri uygulamanın ne derece gerekli olduğu, bazı klinik parametreler bir araya geldiğinde tedavi-nin esirgenip esirgenmeyeceği, hastanın tedaviyi reddetme hakkının bulunup bulunmadığı ve son olarak sağlık-bakım kaynaklarının triyaj gözetilerek pay-laştırılması gelmektedir. Bu yazıda, kritik sorular çerçevesinde öncelikle İslam hukuku açısından tedavinin sonlandırılması veya başlatılmamasının mümkün olup olmadığı üzerinde durulacak, daha sonra ise palyatif sedasyon konusuna kısaca değinilecektir.
Öz: Fıkıh usûlünün en temel konularından biri olan emir ve nehiy, fürû fıkıhta önemli yansımaları... more Öz: Fıkıh usûlünün en temel konularından biri olan emir ve nehiy, fürû fıkıhta önemli yansımaları bulunan birçok kritik meseleyi barındırır. Bu meselelerin başında emir ve neyhin mûcebinin ne olduğu, tekrara, fevre ve iczâya delalet edip etmediği gelmektedir. Hükümlerin anlaşılmasında önemli bir yeri olan bu konular, birçok fakihin eserlerinde yer almaktadır. Bu fakihler içerisinde Şîrâzî (ö. 476/1083), mezkûr meseleleri etraflıca ele alıp kritik etmesi nedeniyle önemlidir. Bu nedenle emir ve nehiy konusu makalemizde Ebû İshâk eş-Şîrâzî'nin perspektifinden sunulacaktır. Abstract: Command (al-amr) and prohibition (al-nahy) which is one of the most fundamental issues of the usul al-fıqh contain a number of critical issues that have significant implications for furû al-fıqh. Among these issues, there are issues such as what is legal consequence of al-amr and al-nahy and whether it implies repetition and expedition (fawr). Many jurists pay particular attention to command and prohibition. Among these jurists, Şîrâzî is important because he dealt with these issues thoroughly and critically. So, this articles mentions Abû Ishâq al-Shīrāzī's opinions about command (al-amr) and prohibition (al-nahy) in usûl thought. A. GİRİŞ Dini hükümlerin bel kemiğini oluşturan emir ve nehiy, fıkıh usûlünün en önemli konularından biridir. Nitekim Şîrâzî ve Serahsî (ö. 483/1090) gibi fıkıh ekollerinde köşe taşlarını oluşturan fukahanın, usûl eserlerine emir konusuyla başlaması konunun önemini gösterir. Emir ve nehyin usûl ilminde esaslı mevzulardan biri olmasının en önemli nedeni ise Müslümanın hayatını kuşatan fürû hükümlerin temelini oluşturmasıdır. Meselenin teorik çerçevesinin tartışıldığı usûl ilminde genel olarak fürû hükümlere zemin oluşturacak şekilde emir ve nehiylerin sigası, neyi ifade ettiği, fevre ve tekrara delalet edip etmediği gibi meselelerin ele alındığı görülür. Bu meseleler aynı zamanda ulema arasında birçok ihtilafın da kaynağıdır. Özellikle emirde iradenin olup olmadığı meselesi Mutezile ile Ehl-i Sünnet arasında tartışılmış kadim meselelerden biridir. * Bu makale "Ebû İshak eş-Şîrâzî'nin Emir ve Nehiy Hakkındaki Görüşleri" adlı yüksek lisans tezimizden istifade edilerek hazırlanmıştır.
Today, secret marriages are a known problem among Muslims, but discussions and debates are avoide... more Today, secret marriages are a known problem among Muslims, but discussions and debates are avoided. People who are unwilling to take on the responsibilities of marriage yet do not want to commit adultery, one of the major sins in Islam, practice secret marriages. However, this leads to the deprivation of rights for parties and children born in these unions. Some claim that the legal justification for secret marriages is provided by the view that the presence of witnesses and the parties to be married is sufficient for a marriage contract. Therefore, this article aims to critically examine the views of the four Sunnī legal schools on testimony (shahada) or proclamation (i’lan) in relation to marriage, and how these conditions align with the requirement for protecting the rights of all parties involved in the marriage. Upon examination, this article also will delve into unregistered marriages and illustrate how both types of marriages do not adequately establish the rights of those involved. In order to accomplish this objective, the article will use a descriptive methodology that directly refers to primary texts and certain fatwa institutions, such as the Diyanet (the Presidency of Religious Affairs in Turkey), to present the jurists’ discourses.
Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasî yapısını göstermesi hasebiyle önemli kayna... more Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasî yapısını göstermesi hasebiyle önemli kaynaklar olan kadı sicilleri aynı zamanda İslam hukuk teorisinin pratikte nasıl işlediğini de gözler önüne sermektedir. Vakıf, bağış, satın alma, kiralama, miras gibi mahkemeye intikal etmiş birçok hukukî işlemde araştırmacılara önemli bilgiler sunan siciller, evlenme ve boşanma gibi aile hukukunu doğrudan ilgilendiren konularda da kritik veriler sağlamaktadır. İslâm hukukunda muhâleanın mahkeme kaydı gerektirmemesine rağmen hak ihlallerinin önüne geçmek adına Osmanlı’da tescil ettirilmesi, kayıtlarda bu tür davaların sık rastlanmasına vesile olmuştur. Bu nedenle İslam hukuk teorisinin pratiğe nasıl yansıdığını ve 19. yüzyılda Osmanlı toplumunda kadınların sosyo-ekonomik konumlarını incelemek adına muhâlea kayıtları önemli bilgiler sunmaktadır. Muhâlea konusunda İstanbul ile Diyarbakır gibi iki farklı bölgenin tecrübesini ele alan bu makale, teori ve pratiği mukayeseli bir şekilde inceleyerek Osmanlı Devleti’nde uygulanan İslam aile hukukuna bütüncül bir şekilde bakmayı hedeflemektedir.
Salgın hastalıkların disiplinler arası incelenmesine duyulan ihtiyaca binaen geçen sene İbn Haldu... more Salgın hastalıkların disiplinler arası incelenmesine duyulan ihtiyaca binaen geçen sene İbn Haldun Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinde “Salgın Hastalıklar ve Din” başlıklı uluslararası ve disiplinler arası tek günlük bir çalıştay gerçekleştirilmiştir.Bu eser, alanında uzman kimselerin davet edildiği bu çalıştayın kitaplaştırılma fikrinden doğmuştur. Düzenlenen çalıştaydan sonra yoğun talep ve teklifler üzerine konuşmalar birer bilimsel makaleler formatına getirilmiş ve ayrıca alanında uzman çok değerli isimlerin yazılarıyla daha zenginleştirilmiştir. Dinî ve etik perspektifinden salgın hastalıkları konu edinen bu eser, meselenin disiplinler arası analizinde katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. Info Bu mak... more Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. Info Bu makalenin yazımı konusunda beni teşvik eden ve bazı yazılara ulaşmamı sağlayan hocam Prof. Dr. Hans Martin Sass'a teşekkür ederim. Fritz Jahr'ın dünyaya tanıtılmasında Prof. Sass'ın, önemli bir rolü bulunmaktadır.
Fikih usulunun en temel konularindan biri olan emir ve nehiy, furu fikihta onemli yansimalari bul... more Fikih usulunun en temel konularindan biri olan emir ve nehiy, furu fikihta onemli yansimalari bulunan bircok kritik meseleyi barindirir. Bu meselelerin basinda emir ve neyhin mucebinin ne oldugu, tekrara, fevre ve iczâya delalet edip etmedigi gelmektedir. Hukumlerin anlasilmasinda onemli bir yeri olan bu konular, bircok fakihin eserlerinde yer almaktadir. Bu fakihler icerisinde Şirâzi (o. 476/1083), mezkur meseleleri etraflica ele alip kritik etmesi nedeniyle onemlidir. Bu nedenle emir ve nehiy konusu makalemizde Ebu Ishâk es-Şirâzi’nin perspektifinden sunulacaktir.
oplumun tanzim edilmesinde, kanun boşluklarının doldurulmasında ve irade beyanlarının yorumlanmas... more oplumun tanzim edilmesinde, kanun boşluklarının doldurulmasında ve irade beyanlarının yorumlanmasında önemli bir rolü bulunan örf, hem usûl hem de fürû eserlerinde birçok yerde geçer. Eserlerde sıkça zikredilmesine rağmen ilk dönemlerden itibaren örfe dair küllî bir teorinin belirlenmemesi örf ile ilintili meseleleri müphem ve tartışmalı hale getirir. Bu bağlamda tartışılan konulardan bir tanesi de amelî örf ile nassın tahsîs edilip edilemeyeceğidir. Örfün nas karşısındaki konumunu belirleyen kritik meselelerden biri olan tahsîs, nassın kapsamının bazı delillerle daraltılması demektir. Örfün bu delillerden sayılıp sayılmayacağı örf ile nas arasındaki ilişkiyi bir başka deyişle nassın insan hayatına ne şekilde dokunduğunu ve insanların yapıp ettiklerinin nassı anlamada ne derece etkili olduğunu gösterir. Şer’î naslara aykırı olan fasit bir örfün nas karşısında herhangi bir değerinin olmadığı ve nas ile çatışması durumunda öncelik sırasının nassa verildiği hususunda ittifak vardır. Nassa uygun olan ve nas ile çatışmayan genel bir amelî örfün nassın umumunu tahsîs edip edemeyeceği hususu ise tartışmalı bir mevzudur. Meselenin birden fazla boyutunun bulunması ulema arasında ihtilaflara neden olmakla birlikte tartışmanın zeminini de kimi zaman kaydırır. Ayrıca nassın umumunun insanların yapıp ettikleri ile sınırlandırılabilmesi nas karşısında örfün konumunu belirlediğinden mesele son derece hassas ve önemlidir. Bu nedenle amelî örfün nassın kapsamını daraltıp daraltamayacağı meselesi bu makalede etraflıca ele alınmıştır. Âm olsa bile amelî örfün nassı tahsîs edemeyeceğini fukahânın çoğunluğu açıkça ifade etmesine rağmen bazı Hanefî ve Mâlikî âlimler aksini söylemişlerdir. Erken dönem Hanefî eserlerinde yer verilmeyen bu söylem özellikle son dönem Hanefî eserlerinde yaygın bir şekilde kabul görmüş ve mezhebin ana görüşü şeklinde yansıtılmıştır. Aynı şekilde Bâcî’nin etkisiyle Mâlikîlerin de Hanefîler gibi düşündüğü nakledilmiştir. Ancak Hanefî ve Mâlikî mezhebine dair mezkûr söylemin aksine amelî örf ile tahsîs meselesinde her iki mezhebin de kendi içinde muhtelif görüşler benimsediği ve mezkûr meselenin Üsmendî’den önce tahsîsten öte hakikat-mecaz ile alakalı olduğu özellikle memzûc eserler ile birlikte tahsîs konusuna eklendiği makalemizde iddia edilmektedir. Bu iddiayı destekler bir şekilde Karâfî ve Bâbertî, Hanefîlerle Mâlikîlerin amelî örf ile nassın tahsîsini kabul etmediğini aktarmışlardır. Karâfî ve Bâbertî’ye göre her iki mezhebin amelî örf ile tahsîsi kabul ettiği görüşü yanlış anlaşılmadan ibarettir. Bu nedenle mesele hakkında modern dönem eserlerinde yer verildiği şekliyle bir ittifakın bulunmadığı ve Hanefî ile Mâlikî âlimlerin görüşlerinin eleştirel bir incelemeye tabi tutulması gerektiği anlaşılmaktadır. Amelî örf ile tahsîs meselesinde söylem değişmelerinin nerde ve nasıl gerçekleştiğini ortaya koymayı hedefleyen makalemizde mesele kronolojik ve derinlemesine bir okumaya tâbi tutularak deskriptif bir şekilde sunulacaktır. Nassın amelî örf ile tahsîsini kabul edenler ve etmeyenler şeklinde iki temel başlık üzerinden mesele anlatılacaktır. Böylece hem literatürde yaygın bir şekilde kabul edilen bilginin izi sürülerek mevsukiyeti ortaya konulmuş, hem de nas karşısında örfün konumunu belirleyen amelî örf ile tahsîs meselesi etraflıca analiz edilmiş olacaktır.
Giriş Dünya düzeninde varlık âleminin bir parçası olan hayvanlar, İslam'a göre yeryüzünün halifes... more Giriş Dünya düzeninde varlık âleminin bir parçası olan hayvanlar, İslam'a göre yeryüzünün halifesi kabul edilen insanların hem mesuliyetinde hem de hiz-metindedir. Bu nedenle teklif ile muhatap olan insanın, hayvanlar karşısında birtakım sorumlukları bulunduğu gibi bazı hakları da vardır. Nitekim İslam hukuku, hayvanların haklarına riayet edilmesi gerektiğini benimsemekle bir-likte eti, sütü ve derisi başta olmak üzere hayvanlardan çeşitli şekillerde istifa-de etmeyi mübah kabul eder. Günümüzde hayvanlardan istifade edilen alanlardan bir tanesi de onları de-neylerde kullanmaktır. Batı literatüründe viviseksiyon (canlı deneyleri) ola-rak da bilinen hayvan deneyleri, hayvanlara iyi davranma ile hayvanlardan istifade etmenin meşru kılınması arasında durmaktadır. Nitekim hastalıkların patolojisini anlama, insan fizyolojisini keşfetme, biyomedikal tedaviler ve yeni çıkacak ilaçları test etme gibi çok çeşitli alanlarda faydalı sonuçlar çıkartılan deneyler, hayvanların eziyet görmesine veya ölmelerine neden olmaktadır. Bu deneyler, bir taraftan tıbbın ve bilimin gelişmesinde önemli katkılarda bulu-nurken, diğer taraftan hayvanlara eziyet edilmemesi ilkesini çiğnemektedir. İki ilke arasında gündeme gelen hayvan deneylerinin, İslam'ın mübah kabul ettiği istifade alanlarından biri olup olmadığı bu çalışmada ele alınacaktır.
Tıp tarihinde 19. ve 20. asırlar, tıbba dair algıda büyük kırılmanın yaşandığı bir dönemdir. Bu d... more Tıp tarihinde 19. ve 20. asırlar, tıbba dair algıda büyük kırılmanın yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemlerden önce özellikle Avrupa’da, insanüstü omnipotent varlıkların insanlardan memnun olmamaları sebebiyle çeşitli hastalıkları gönderdiği düşüncesi hâkimdir. Örneğin İngiltere’de Massey adlı bir papaz Tehlikeli ve Günahkârca Aşı İşlemi isimli risalesinde, Hz. Eyüp’ün hastalığının şeytanın aşılamasından ileri gelmiş olabileceğini ve hastalıkların Allah tarafından günahların bir cezası olarak gönderildiğini, dolayısıyla bu cezanın önüne geçmek üzere yapılacak her türlü girişimin şeytanlıktan başka bir şey olmayacağını söylemiştir. Avrupa’nın karanlık çağ olarak tanımladığı bu dönemlerde İslam dünyası her ne kadar altın çağını yaşıyor ve tıp alanında önemli eserler ortaya koyuyor olsa da bu dönemdeki tıbbi gelişmeler 20. yüzyılın oldukça gerisindedir. Söz gelimi Avrupa vebanın kötü ruhların etkisiyle oluştuğuna inanırken İbnü’l-Hatîb (ö. 776/1374-75) vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmî delillerle açıklamış olmasına rağmen veba yine de amansız bir hastalıktır.
Tıp dünyasındaki hızlı ilerlemeler, kritik durumdaki hastalara uygulanan yaşam destek tedavilerin... more Tıp dünyasındaki hızlı ilerlemeler, kritik durumdaki hastalara uygulanan yaşam destek tedavilerinin oldukça gelişmesi, yoğun bakımda kalma süresinin uzamasını ve eskiden yaşama şansı olmayan hastaların bu ünitede uzun süre tedavi altına alınmasını sağlamıştır. Uygulanan tanı ve tedavi yöntemleri, organ nakilleri, onkolojik tedaviler, üst düzey cerrahi girişimler, yoğun bakım gerek-tiren hasta sayısını arttırdığı gibi ölümlerin birçoğunun da hastane odasında gerçekleşmesine neden olmuştur. Örneğin Amerika, Kanada, Avrupa, Hong Kong, İsrail, Türkiye gibi dünyanın birçok yerinde yapılan çalışmalar ölümlerin birçoğunun hastane odalarında gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Ölümlerin gittikçe artan oranlarda hastane odalarına taşınması, bazı hayati soruları gün yüzüne çıkarır. Hayat ve memat meselesi olan bu soruların başında hastaya herhangi bir yararı olmamasına rağmen yoğun tedavileri uygulamanın ne derece gerekli olduğu, bazı klinik parametreler bir araya geldiğinde tedavi-nin esirgenip esirgenmeyeceği, hastanın tedaviyi reddetme hakkının bulunup bulunmadığı ve son olarak sağlık-bakım kaynaklarının triyaj gözetilerek pay-laştırılması gelmektedir. Bu yazıda, kritik sorular çerçevesinde öncelikle İslam hukuku açısından tedavinin sonlandırılması veya başlatılmamasının mümkün olup olmadığı üzerinde durulacak, daha sonra ise palyatif sedasyon konusuna kısaca değinilecektir.
Öz: Fıkıh usûlünün en temel konularından biri olan emir ve nehiy, fürû fıkıhta önemli yansımaları... more Öz: Fıkıh usûlünün en temel konularından biri olan emir ve nehiy, fürû fıkıhta önemli yansımaları bulunan birçok kritik meseleyi barındırır. Bu meselelerin başında emir ve neyhin mûcebinin ne olduğu, tekrara, fevre ve iczâya delalet edip etmediği gelmektedir. Hükümlerin anlaşılmasında önemli bir yeri olan bu konular, birçok fakihin eserlerinde yer almaktadır. Bu fakihler içerisinde Şîrâzî (ö. 476/1083), mezkûr meseleleri etraflıca ele alıp kritik etmesi nedeniyle önemlidir. Bu nedenle emir ve nehiy konusu makalemizde Ebû İshâk eş-Şîrâzî'nin perspektifinden sunulacaktır. Abstract: Command (al-amr) and prohibition (al-nahy) which is one of the most fundamental issues of the usul al-fıqh contain a number of critical issues that have significant implications for furû al-fıqh. Among these issues, there are issues such as what is legal consequence of al-amr and al-nahy and whether it implies repetition and expedition (fawr). Many jurists pay particular attention to command and prohibition. Among these jurists, Şîrâzî is important because he dealt with these issues thoroughly and critically. So, this articles mentions Abû Ishâq al-Shīrāzī's opinions about command (al-amr) and prohibition (al-nahy) in usûl thought. A. GİRİŞ Dini hükümlerin bel kemiğini oluşturan emir ve nehiy, fıkıh usûlünün en önemli konularından biridir. Nitekim Şîrâzî ve Serahsî (ö. 483/1090) gibi fıkıh ekollerinde köşe taşlarını oluşturan fukahanın, usûl eserlerine emir konusuyla başlaması konunun önemini gösterir. Emir ve nehyin usûl ilminde esaslı mevzulardan biri olmasının en önemli nedeni ise Müslümanın hayatını kuşatan fürû hükümlerin temelini oluşturmasıdır. Meselenin teorik çerçevesinin tartışıldığı usûl ilminde genel olarak fürû hükümlere zemin oluşturacak şekilde emir ve nehiylerin sigası, neyi ifade ettiği, fevre ve tekrara delalet edip etmediği gibi meselelerin ele alındığı görülür. Bu meseleler aynı zamanda ulema arasında birçok ihtilafın da kaynağıdır. Özellikle emirde iradenin olup olmadığı meselesi Mutezile ile Ehl-i Sünnet arasında tartışılmış kadim meselelerden biridir. * Bu makale "Ebû İshak eş-Şîrâzî'nin Emir ve Nehiy Hakkındaki Görüşleri" adlı yüksek lisans tezimizden istifade edilerek hazırlanmıştır.
Uploads
Papers by Doç. Dr. Tuba ERKOÇ BAYDAR