Covid-19 ile Mücadelede Nato'nun Rolü The Role of Nato in the Fight Against Covid-19 ÖZET Tüm top... more Covid-19 ile Mücadelede Nato'nun Rolü The Role of Nato in the Fight Against Covid-19 ÖZET Tüm toplumlar güvenlik endişelerini azaltmak için günümüzde de güvenlik örgütlenmelerine ihtiyaç duymaktadır. COVID-19 pandemisi bireyin ve toplumun güvenliğinin en az devletin güvenliği kadar önemli olduğunu bu güvenliğinde hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlükleri ile demokrasi olmadan korunamayacağını göstermiştir. Güvenlik ortamındaki yeni sistemik oluşumun bu öne çıkan özelliği NATO gibi siyasi ve askeri örgütlenmelere ihtiyaç duyulabileceğini göstermektedir. Silahlı kuvvetlerin sağlık ve koruma sorumluluğu NATO'ya ait değildir, üye devletlere aittir. Bu, NATO'nun pandemik mücadelede oynayacak bir rolü olmadığı anlamına gelmiyor ve COVID-19'dan ağır şekilde etkilenen üye ülkeler, yardım için hızla İttifak'a başvurmuştur. NATO'nun şu ana kadar COVID-19 pandemisine verdiği tepki, ittifakın, üye devletlerin sağlıkla ilgili acil durumlara yanıt vermesinde gerçekten olumlu bir iyileşme rolü oynayabileceğini göstermiştir. Kurulduğu 1949 yılından itibaren NATO"nun güvenlik politikaları bu gelişmeleri mümkün kılacak şartların oluşması açısından temel olmuştur. Bu çalışmada NATO"nun COVID-19 ile mücadeledeki rolü ve salgın sonrası NATO"nun geleceği değerlendirilmektedir.
Journal of academic social resources (asrjournal), 2022
Biyolojik terör, kasıtlı olarak hayvanlarda veya insanlarda hastalık veya ölüm geliştirmek için b... more Biyolojik terör, kasıtlı olarak hayvanlarda veya insanlarda hastalık veya ölüm geliştirmek için bulaşıcı maddeler kullanmaktır. Biyolojik savaş, biyoterörizm ve pandemilere karşı bir savunma olarak biyogüvenlik, ulusal ve uluslararası güvenlik gündemlerinde yeterince vurgulanmamıştır. COVID-19 salgınının ortaya çıkışı dünyayı bir salgının yıkıcı potansiyeline karşı uyandırmış ve biyolojik savaşın nasıl görüneceğine dair canlı bir tablo çizmiştir. COVID-19'un neden olduğu küresel pandemi, terör örgütlerinin de dikkatini çekmiştir. Terör örgütleri, modern sanayi uluslarıyla aynı altyapı ve bilimsel yeteneklere sahip olma eğilimindedir ve bu da potansiyel olarak biyokimyasal cephanelikler geliştirmelerine izin vermiştir. Biyolojik silah programları için altyapı gereklilikleri, nükleer bir cephaneden nispeten daha ucuz ve çok yönlü olmasıyla daha da kolaylaşmıştır. Kolayca elde edilebilen ve basit teknolojilerle, bir yeraltı biyo-silah programına yatırım yapma yeteneği yaygın olarak bulunmaktadır. Biyoterörizm tehdidi ülkelerin proaktif bir şekilde birlikte çalışmalarını ve bir sonraki kasıtlı, hatta kasıtsız salgını önlemek için ortak stratejiler geliştirmelerini gerektirmektedir. COVID-19 salgını modern toplumun viral enfeksiyonlara ve kırılma potansiyeline ne kadar savunmasız olduğunu göstermiştir. Küresel koronavirüs salgınının gelecekte teröristler tarafından biyolojik silah kullanımını artırabileceğini göstermiştir. COVID-19 salgını dünyanın, doğal ve insan kaynaklı biyolojik tehditlere karşı savunmasızlığını kanıtlamıştır. Çalışmada teröristlerin virüsleri biyolojik silah olarak olası kullanımının doğal ve yapay tehdit endişesi tartışılmıştır.
ASKERİ DARBELERİN TÜRKİYE-AVRUPA İLİŞKİLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ: 1960,1971 VE 1980 ASKERİ DARBELERİNİN BİR İNCELEMESİ, 2016
Özet Bu çalışma, askeri darbelerin Türkiye-Avrupa ilişkileri üzerindeki etkilerini incelemiştir. ... more Özet Bu çalışma, askeri darbelerin Türkiye-Avrupa ilişkileri üzerindeki etkilerini incelemiştir. Askeri müdahale dönemleri Türk siyasi tarihinde en önemli gelişmelerden birisidir. Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin gelişimini 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül örnekleri çerçevesinde ele alan bu çalışmada literatür taramasına dayalı bir araştırma yöntemi benimsenmiştir. Ordunun siyasal sistem içindeki konumu analiz edilmeye çalışılarak silahlı kuvvetlerin genelde politika özelde ise Avrupa ile ilişkilerdeki tutumları belirlenmeye çalışılmıştır. Bu amaçla, çalışma ordunun siyasete müdahale etmesinin nedenlerini araştırmış ve askerlerin siyaset üzerindeki etkisinin belirleyicilerinin ne olduğu, neden ve nasıl müdahale ettikleri, kurdukları rejimin ne tür bir rejim olduğu gibi soruları yanıtlamaya çalışmıştır. Çalışma, bu soruların yanıtlanmasından sonra, her askeri darbenin Türkiye-Avrupa ilişkileri üzerindeki etkilerine ilişkin bilgi sunmayı amaçlamıştır. Bu çalışmada 27 Mayıs, 12 Mart ve özellikle 12 Eylül dönemlerinin Türkiye-Avrupa ilişkilerinin gelişimini önemli ölçüde yavaşlattığı ve hatta önemli fırsatların kaçırılmasına neden olduğu ortaya konmuştur.
In this study, it has been intended to reveal the concept elements, processes and created models ... more In this study, it has been intended to reveal the concept elements, processes and created models of nation. Thus, it has been able to demonstrate basic principles of nation-state and nationalist ideology that will also apparently retain its importance on globalization conditions,.by analyzing the nature of nationalism, decreased barriers between the ethnic groups with nations, more increasingly concentrated of the world, and developments dealing with nation-state in the age of globalization. _______________
Bu çalışmada amaçlanan, ulus kavramının unsurlarını, süreçlerini ve oluşturulma modellerini açığa çıkarmayı bu yolla milliyetçiliğin doğasını, dünyanın giderek daha fazla birleştiği ve etnik gruplarla uluslar arasında engellerin azaldığı ulus-devletle ilgili küreselleşme çağındaki gelişmeleri analiz ederek küreselleşme şartlarında da önemini koruyacağı anlaşılan milliyetçi ideolojinin ve ulus-devletin temel prensiplerini ortaya koyabilmektir.
Öz Türkiye'nin AB ile ilişkisi, Türk hükümetinin 31 Temmuz 1959'da ortaklık başvurusunda bulunmas... more Öz Türkiye'nin AB ile ilişkisi, Türk hükümetinin 31 Temmuz 1959'da ortaklık başvurusunda bulunmasıyla başlamıştır. AB ülkelerine Türk vatandaşlarının vizesiz giriş hakkıyla ilgili ABAD tarafından etkili bir içtihat hukuku oluşturulmuş ancak hala AB'nin ilgili yetkililerince bu hakkı verilmemektedir. Türkiye ile AB arasında, Türk vatandaşlarının AB ülkelerine vizesiz seyahat edebilmesini öngören anlaşma 16 Aralık 2013 tarihinde imzalandı. Geri Kabul Anlaşması, AB ortak göç politikasının en önemli araçlarından biridir. Amacı negatif listedeki devletlerden gelen sığınmacılara sınırları dışında çözümler üretmek ve sığınmacılar Birlik sınırından içeri girmeden yakalayarak geri vermektir. Türkiye, Geri Kabul Anlaşması'nı imzalayarak, Türkiye üzerinden AB ülkelerine yasal olmayan yollardan giren diğer ülke vatandaşlarının Türkiye'ye geri kabulünü kabul etmiştir. Antlaşma Türkiye'yi sığınmacı kampına çevirebilecektir. Türkiye'ye getireceği yükümlülüklerle bir geri adım görüntüsündedir. Avrupa Birliği göç sorunuyla karşı karşıyadır ve bunu geri kabul anlaşmalarıyla aşmaya çalışmaktadır. Birlik ilk dönemlerindeki insan hakları perspektifinden çıkarak kendisini Avrupa kalesine dönüştürmüş ve güvenlik odaklı politikalara yönelmiştir. Abstract The relation between Turkey and Eu started with the partnership application of Turkish Government on 31st July 1959. ECJ (The European Court of Justice) has created an effective case law for the Turkish citizens enter the EU countries without visa but this kind of right hasn't been recognized by the authorities of EU so far. Turkey and EU signed the visa-free entry treaty (for Turkish citizens) on 16th December 2013. Readmission Agreement is one of the most important tools of the EU integrated immigration policy. The purpose of the Agreement is to find solutions to refugees and asylum seekers (outside the borders of the Union) coming from the states in the negative list and to send them back by capturing them before entering the border. Turkey, by signing the readmission agreement, has accepted the readmission of citizens of other countries entering illegally to EU countries via Turkey.Treaty may convert Turkey into a refugee camp.It seems that the obligations will make Turkey have a backward step. The EU has been facing with immigration problem and it tries to overcome this problem by readmission treaties. Now, the Union has lost its pespectives on Human rights at the beginning and become a Europe Castle and had security based policies.
ÖZET
11 Eylül ve bunu takip eden “Terör-Karşıtı” savaşlar sırasında ve sonrasında, İslam, Batı me... more ÖZET 11 Eylül ve bunu takip eden “Terör-Karşıtı” savaşlar sırasında ve sonrasında, İslam, Batı medyasında sıklıkla yer almaya başladı ve güncel söylemde Müslümanlar bir “tehlike” olarak görülmeye/gösterilmeye başlandı. İslam’ın uluslararası terörizm ile aynı anlama geldiği Batı medyasında çok sık rastlanan bir olgu oldu. Özellikle Alman medyasında, Müslümanlar köktendinci, tutucu, barbar olarak gösterildi. Batı medyasında görülen bir başka eğilim de demokrasinin, düşünce özgürlüğünün ve dinsel hoşgörünün sadece Batı toplumlarına ait özellikler olarak gösterilmesidir. Olayların sebeplerinin ve sonuçlarının tarihsel gelişimlerinden koparılmaları ve küresel kapitalist sistemin işleyişinden yalıtılarak sunulmaları, İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu ve aşırı İslamcı saldırıları, Müslümanların Müslüman olmalarından kaynaklanan doğal eylemler olarak gösterme sonucunu doğurmuştur. İslam ve şiddet arasında doğrudan bir bağ kurularak, bütün Müslümanların şiddet eğilimli oldukları iddia edilmiştir. Batı siyaset ve medyasında terör, şiddet ve aşırı dincilik Müslümanlarla bağdaştırılmıştır. Müslümanlık karşıtı bu söylemler 11 Eylül’den sonra artış gösterdi. Son dönemde IŞİD saldırıları ile bu yabancı düşmanlığı ve İslam korkusu yaşatılmaya devam edilmektedir. Müslümanlara ve ibadet yerlerine yapılan saldırılarda artış yaşanmıştır. Almanya’da ırkçı hareket PEGİDA ( Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) ise Batı hegemonyasının ötekileştirici dili olmuş ve Huntington’un Batı ile İslam arasında çatışma olacağı tezi, ve Müslüman mültecilerin tehdit olarak görülmesi bu hegemonyanın araçlarından olmuştur. Avrupa kültürü, siyasi partileri ve medyası El Kaide, İŞİD gibi örgütleri İslam ve yabancı karşıtlığını kışkırtmak için araçsallaştırmaktadır. Avrupa’da İslamafobi, yabancı karşıtlığı ile eşdeğer bir algıya dönüşmüş durumdadır. Çalışmada Almanya’da 2014 yılında kurulan, İslam’a karşı Batı kültürünü savunan ve anti-İslam ırkçılığını temsil eden PEGİDA ele alınacaktır. Bu bağlamda Müslümanlara karşı islamafobik ve ırkçı söylemlerin siyaset ve medya dilinde bir hegemonya aracı olarak kullanılmasının toplum tabanındaki yansımasının yükselen İslam karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı olduğu tezi savunulacaktır.
ABSTRACT Islam has frequently started to appear on Western media during September 11th and after those following “anti-terrorist” wars and Muslims have been started being seen or shown as a danger. Islam, having the same meaning with International terrorism, has become a phenomenon that appears frequently on western media. Especially in the German media, Muslims have been shown as fundamentalist, conservative, and barbarian. Another tendency seen in the Western media is that democracy, freedom of thought, and religious tolerance are shown as belonging to only Western societies. The cause and effects of incidents having been separated from their historical developments and submitted by isolating from functional global capitalist system, the situation of Islamic world and extreme Islamist attacks have resulted in showing Muslims doing as natural actions due to being a Muslim. By establishing a direct link between Islam and violence, it has been claimed that all Muslims are prone to violence. Terror, violence and fundamentalism have been associated with Muslims in the Western media and politics. These rhetorics against Islam have increased after September 11th. Recently, with the ISID attacks xenophobia and Islamophobia have been continued to be kept alive. There has been an increase in attacks on Muslims and their places of worship. In Germany, racist movement, PEGİDA, (Patriotic Europeans against the Islamization of the West) has been an alienating language of Western hegemony. Huntington’s thesis that a conflict will occur between the West and Islam, Muslim refugees being seen as a threat have been one of the tools of this hegemony. European culture, political parties, and the media have instrumentalized the Islamic organizations such as ISID and AL-QAEDA to provoke Islamophobia and xenophobia. Islamophobia in Europe has become a perception that is equivalent to xenophobia. In this study, PEGIDA founded in Germany, 2014, defending European culture against the Islam and representing the racism of Anti-Islam will be discussed. In this context, Islamophobia and xenophobia as a thesis, the reflection on social base of being used as a hegemonic tool in political and media language of the Islamophobic and racist discourses against Muslims will be argued. Keywords: Europe, Islamophobia, Racism, PEGIDA
ÖZET Arap Baharı ile Ortadoğu'da yaşanan rejim değişiklikleri ve eski yönetimlerin yerine batı ya... more ÖZET Arap Baharı ile Ortadoğu'da yaşanan rejim değişiklikleri ve eski yönetimlerin yerine batı yanlısı yönetimlerin gelmesi ihtimali Rusya'da bölgedeki etkisini yitireceği endişesi yaratmıştır. Arap Baharı'na hazırlıksız yakalanan Rusya'nın Ortadoğu'da ki gücünün yeniden yükselişe geçtiği böyle bir dönemde patlak veren Arap Baharı, diğer pek çok ülke gibi, Rusya'yı da hazırlıksız yakalamıştır. 2011 yılının ilk aylarında Tunus ve Mısır'da meydana gelen iktidar değişikliklerini oldukça temkinli ve Batıyla uyumlu bir biçimde takip eden Moskova, olayların Libya ve Suriye'ye sıçramasından sonra daha aktif bir politika izlemek zorunda kalmıştır. Ortadoğu'da nüfuz mücadelesiyle birlikte bir " varoluş mücadelesi " verdiği izlenimine sebep olan bu politika, her ne kadar bölge toplumlarının Rusya'ya güveninde aşınmalara sebep olsa da bölgedeki otoriter eğilimli siyasi elitler ile kurduğu " çıkar endeksli " ilişki Rusya açısından daha önemli ve gerekli olarak değerlendirilmektedir. Kremlin'de şu an için güçlü ve yeni bir Putin yönetiminin bulunması ise ABD ve Batılı güçlerle yaşanan bu güç mücadelesinin " Rusya açısından çok daha realist ve pragmatik bir çerçevede gerçekleşeceğini göstermektedir. ABSTRACT (SUMMARY) Regime changes in Middle East with Arab Spring and the possibility of governed the region by arriving Pro-Western governments instead of the former ones have emerged some concerns for Russia about losing its effect on the region. In such a period which Arab Spring breaking out and Russia's power in Middle East being rised again, Russia has also been caught off its guard like many other countries as well. Moscow, following the government changes in Tunisia and Egypt quite cautiously and compatibly with the West in the early months of 2011, has been obliged to follow more active policy after the events jumping into Syria and Libya. This policy has caused the impression of "a struggle for existence" given with the struggle for influence in Middle East. The relationship based on self-interest established between Russia and authoritarian political elites in the region has been evaluated more important and necessary for Russia, however it may cause corrosions of the regional societies' confidence on Russia. The presence of a powerful new Putin administration in the Kremlin for the moment has shown us that this " power struggle " against the USA and Western powers will take place in a much more realistic and pragmatic frame for Russia.
Covid-19 ile Mücadelede Nato'nun Rolü The Role of Nato in the Fight Against Covid-19 ÖZET Tüm top... more Covid-19 ile Mücadelede Nato'nun Rolü The Role of Nato in the Fight Against Covid-19 ÖZET Tüm toplumlar güvenlik endişelerini azaltmak için günümüzde de güvenlik örgütlenmelerine ihtiyaç duymaktadır. COVID-19 pandemisi bireyin ve toplumun güvenliğinin en az devletin güvenliği kadar önemli olduğunu bu güvenliğinde hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlükleri ile demokrasi olmadan korunamayacağını göstermiştir. Güvenlik ortamındaki yeni sistemik oluşumun bu öne çıkan özelliği NATO gibi siyasi ve askeri örgütlenmelere ihtiyaç duyulabileceğini göstermektedir. Silahlı kuvvetlerin sağlık ve koruma sorumluluğu NATO'ya ait değildir, üye devletlere aittir. Bu, NATO'nun pandemik mücadelede oynayacak bir rolü olmadığı anlamına gelmiyor ve COVID-19'dan ağır şekilde etkilenen üye ülkeler, yardım için hızla İttifak'a başvurmuştur. NATO'nun şu ana kadar COVID-19 pandemisine verdiği tepki, ittifakın, üye devletlerin sağlıkla ilgili acil durumlara yanıt vermesinde gerçekten olumlu bir iyileşme rolü oynayabileceğini göstermiştir. Kurulduğu 1949 yılından itibaren NATO"nun güvenlik politikaları bu gelişmeleri mümkün kılacak şartların oluşması açısından temel olmuştur. Bu çalışmada NATO"nun COVID-19 ile mücadeledeki rolü ve salgın sonrası NATO"nun geleceği değerlendirilmektedir.
Journal of academic social resources (asrjournal), 2022
Biyolojik terör, kasıtlı olarak hayvanlarda veya insanlarda hastalık veya ölüm geliştirmek için b... more Biyolojik terör, kasıtlı olarak hayvanlarda veya insanlarda hastalık veya ölüm geliştirmek için bulaşıcı maddeler kullanmaktır. Biyolojik savaş, biyoterörizm ve pandemilere karşı bir savunma olarak biyogüvenlik, ulusal ve uluslararası güvenlik gündemlerinde yeterince vurgulanmamıştır. COVID-19 salgınının ortaya çıkışı dünyayı bir salgının yıkıcı potansiyeline karşı uyandırmış ve biyolojik savaşın nasıl görüneceğine dair canlı bir tablo çizmiştir. COVID-19'un neden olduğu küresel pandemi, terör örgütlerinin de dikkatini çekmiştir. Terör örgütleri, modern sanayi uluslarıyla aynı altyapı ve bilimsel yeteneklere sahip olma eğilimindedir ve bu da potansiyel olarak biyokimyasal cephanelikler geliştirmelerine izin vermiştir. Biyolojik silah programları için altyapı gereklilikleri, nükleer bir cephaneden nispeten daha ucuz ve çok yönlü olmasıyla daha da kolaylaşmıştır. Kolayca elde edilebilen ve basit teknolojilerle, bir yeraltı biyo-silah programına yatırım yapma yeteneği yaygın olarak bulunmaktadır. Biyoterörizm tehdidi ülkelerin proaktif bir şekilde birlikte çalışmalarını ve bir sonraki kasıtlı, hatta kasıtsız salgını önlemek için ortak stratejiler geliştirmelerini gerektirmektedir. COVID-19 salgını modern toplumun viral enfeksiyonlara ve kırılma potansiyeline ne kadar savunmasız olduğunu göstermiştir. Küresel koronavirüs salgınının gelecekte teröristler tarafından biyolojik silah kullanımını artırabileceğini göstermiştir. COVID-19 salgını dünyanın, doğal ve insan kaynaklı biyolojik tehditlere karşı savunmasızlığını kanıtlamıştır. Çalışmada teröristlerin virüsleri biyolojik silah olarak olası kullanımının doğal ve yapay tehdit endişesi tartışılmıştır.
ASKERİ DARBELERİN TÜRKİYE-AVRUPA İLİŞKİLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ: 1960,1971 VE 1980 ASKERİ DARBELERİNİN BİR İNCELEMESİ, 2016
Özet Bu çalışma, askeri darbelerin Türkiye-Avrupa ilişkileri üzerindeki etkilerini incelemiştir. ... more Özet Bu çalışma, askeri darbelerin Türkiye-Avrupa ilişkileri üzerindeki etkilerini incelemiştir. Askeri müdahale dönemleri Türk siyasi tarihinde en önemli gelişmelerden birisidir. Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin gelişimini 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül örnekleri çerçevesinde ele alan bu çalışmada literatür taramasına dayalı bir araştırma yöntemi benimsenmiştir. Ordunun siyasal sistem içindeki konumu analiz edilmeye çalışılarak silahlı kuvvetlerin genelde politika özelde ise Avrupa ile ilişkilerdeki tutumları belirlenmeye çalışılmıştır. Bu amaçla, çalışma ordunun siyasete müdahale etmesinin nedenlerini araştırmış ve askerlerin siyaset üzerindeki etkisinin belirleyicilerinin ne olduğu, neden ve nasıl müdahale ettikleri, kurdukları rejimin ne tür bir rejim olduğu gibi soruları yanıtlamaya çalışmıştır. Çalışma, bu soruların yanıtlanmasından sonra, her askeri darbenin Türkiye-Avrupa ilişkileri üzerindeki etkilerine ilişkin bilgi sunmayı amaçlamıştır. Bu çalışmada 27 Mayıs, 12 Mart ve özellikle 12 Eylül dönemlerinin Türkiye-Avrupa ilişkilerinin gelişimini önemli ölçüde yavaşlattığı ve hatta önemli fırsatların kaçırılmasına neden olduğu ortaya konmuştur.
In this study, it has been intended to reveal the concept elements, processes and created models ... more In this study, it has been intended to reveal the concept elements, processes and created models of nation. Thus, it has been able to demonstrate basic principles of nation-state and nationalist ideology that will also apparently retain its importance on globalization conditions,.by analyzing the nature of nationalism, decreased barriers between the ethnic groups with nations, more increasingly concentrated of the world, and developments dealing with nation-state in the age of globalization. _______________
Bu çalışmada amaçlanan, ulus kavramının unsurlarını, süreçlerini ve oluşturulma modellerini açığa çıkarmayı bu yolla milliyetçiliğin doğasını, dünyanın giderek daha fazla birleştiği ve etnik gruplarla uluslar arasında engellerin azaldığı ulus-devletle ilgili küreselleşme çağındaki gelişmeleri analiz ederek küreselleşme şartlarında da önemini koruyacağı anlaşılan milliyetçi ideolojinin ve ulus-devletin temel prensiplerini ortaya koyabilmektir.
Öz Türkiye'nin AB ile ilişkisi, Türk hükümetinin 31 Temmuz 1959'da ortaklık başvurusunda bulunmas... more Öz Türkiye'nin AB ile ilişkisi, Türk hükümetinin 31 Temmuz 1959'da ortaklık başvurusunda bulunmasıyla başlamıştır. AB ülkelerine Türk vatandaşlarının vizesiz giriş hakkıyla ilgili ABAD tarafından etkili bir içtihat hukuku oluşturulmuş ancak hala AB'nin ilgili yetkililerince bu hakkı verilmemektedir. Türkiye ile AB arasında, Türk vatandaşlarının AB ülkelerine vizesiz seyahat edebilmesini öngören anlaşma 16 Aralık 2013 tarihinde imzalandı. Geri Kabul Anlaşması, AB ortak göç politikasının en önemli araçlarından biridir. Amacı negatif listedeki devletlerden gelen sığınmacılara sınırları dışında çözümler üretmek ve sığınmacılar Birlik sınırından içeri girmeden yakalayarak geri vermektir. Türkiye, Geri Kabul Anlaşması'nı imzalayarak, Türkiye üzerinden AB ülkelerine yasal olmayan yollardan giren diğer ülke vatandaşlarının Türkiye'ye geri kabulünü kabul etmiştir. Antlaşma Türkiye'yi sığınmacı kampına çevirebilecektir. Türkiye'ye getireceği yükümlülüklerle bir geri adım görüntüsündedir. Avrupa Birliği göç sorunuyla karşı karşıyadır ve bunu geri kabul anlaşmalarıyla aşmaya çalışmaktadır. Birlik ilk dönemlerindeki insan hakları perspektifinden çıkarak kendisini Avrupa kalesine dönüştürmüş ve güvenlik odaklı politikalara yönelmiştir. Abstract The relation between Turkey and Eu started with the partnership application of Turkish Government on 31st July 1959. ECJ (The European Court of Justice) has created an effective case law for the Turkish citizens enter the EU countries without visa but this kind of right hasn't been recognized by the authorities of EU so far. Turkey and EU signed the visa-free entry treaty (for Turkish citizens) on 16th December 2013. Readmission Agreement is one of the most important tools of the EU integrated immigration policy. The purpose of the Agreement is to find solutions to refugees and asylum seekers (outside the borders of the Union) coming from the states in the negative list and to send them back by capturing them before entering the border. Turkey, by signing the readmission agreement, has accepted the readmission of citizens of other countries entering illegally to EU countries via Turkey.Treaty may convert Turkey into a refugee camp.It seems that the obligations will make Turkey have a backward step. The EU has been facing with immigration problem and it tries to overcome this problem by readmission treaties. Now, the Union has lost its pespectives on Human rights at the beginning and become a Europe Castle and had security based policies.
ÖZET
11 Eylül ve bunu takip eden “Terör-Karşıtı” savaşlar sırasında ve sonrasında, İslam, Batı me... more ÖZET 11 Eylül ve bunu takip eden “Terör-Karşıtı” savaşlar sırasında ve sonrasında, İslam, Batı medyasında sıklıkla yer almaya başladı ve güncel söylemde Müslümanlar bir “tehlike” olarak görülmeye/gösterilmeye başlandı. İslam’ın uluslararası terörizm ile aynı anlama geldiği Batı medyasında çok sık rastlanan bir olgu oldu. Özellikle Alman medyasında, Müslümanlar köktendinci, tutucu, barbar olarak gösterildi. Batı medyasında görülen bir başka eğilim de demokrasinin, düşünce özgürlüğünün ve dinsel hoşgörünün sadece Batı toplumlarına ait özellikler olarak gösterilmesidir. Olayların sebeplerinin ve sonuçlarının tarihsel gelişimlerinden koparılmaları ve küresel kapitalist sistemin işleyişinden yalıtılarak sunulmaları, İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu ve aşırı İslamcı saldırıları, Müslümanların Müslüman olmalarından kaynaklanan doğal eylemler olarak gösterme sonucunu doğurmuştur. İslam ve şiddet arasında doğrudan bir bağ kurularak, bütün Müslümanların şiddet eğilimli oldukları iddia edilmiştir. Batı siyaset ve medyasında terör, şiddet ve aşırı dincilik Müslümanlarla bağdaştırılmıştır. Müslümanlık karşıtı bu söylemler 11 Eylül’den sonra artış gösterdi. Son dönemde IŞİD saldırıları ile bu yabancı düşmanlığı ve İslam korkusu yaşatılmaya devam edilmektedir. Müslümanlara ve ibadet yerlerine yapılan saldırılarda artış yaşanmıştır. Almanya’da ırkçı hareket PEGİDA ( Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) ise Batı hegemonyasının ötekileştirici dili olmuş ve Huntington’un Batı ile İslam arasında çatışma olacağı tezi, ve Müslüman mültecilerin tehdit olarak görülmesi bu hegemonyanın araçlarından olmuştur. Avrupa kültürü, siyasi partileri ve medyası El Kaide, İŞİD gibi örgütleri İslam ve yabancı karşıtlığını kışkırtmak için araçsallaştırmaktadır. Avrupa’da İslamafobi, yabancı karşıtlığı ile eşdeğer bir algıya dönüşmüş durumdadır. Çalışmada Almanya’da 2014 yılında kurulan, İslam’a karşı Batı kültürünü savunan ve anti-İslam ırkçılığını temsil eden PEGİDA ele alınacaktır. Bu bağlamda Müslümanlara karşı islamafobik ve ırkçı söylemlerin siyaset ve medya dilinde bir hegemonya aracı olarak kullanılmasının toplum tabanındaki yansımasının yükselen İslam karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı olduğu tezi savunulacaktır.
ABSTRACT Islam has frequently started to appear on Western media during September 11th and after those following “anti-terrorist” wars and Muslims have been started being seen or shown as a danger. Islam, having the same meaning with International terrorism, has become a phenomenon that appears frequently on western media. Especially in the German media, Muslims have been shown as fundamentalist, conservative, and barbarian. Another tendency seen in the Western media is that democracy, freedom of thought, and religious tolerance are shown as belonging to only Western societies. The cause and effects of incidents having been separated from their historical developments and submitted by isolating from functional global capitalist system, the situation of Islamic world and extreme Islamist attacks have resulted in showing Muslims doing as natural actions due to being a Muslim. By establishing a direct link between Islam and violence, it has been claimed that all Muslims are prone to violence. Terror, violence and fundamentalism have been associated with Muslims in the Western media and politics. These rhetorics against Islam have increased after September 11th. Recently, with the ISID attacks xenophobia and Islamophobia have been continued to be kept alive. There has been an increase in attacks on Muslims and their places of worship. In Germany, racist movement, PEGİDA, (Patriotic Europeans against the Islamization of the West) has been an alienating language of Western hegemony. Huntington’s thesis that a conflict will occur between the West and Islam, Muslim refugees being seen as a threat have been one of the tools of this hegemony. European culture, political parties, and the media have instrumentalized the Islamic organizations such as ISID and AL-QAEDA to provoke Islamophobia and xenophobia. Islamophobia in Europe has become a perception that is equivalent to xenophobia. In this study, PEGIDA founded in Germany, 2014, defending European culture against the Islam and representing the racism of Anti-Islam will be discussed. In this context, Islamophobia and xenophobia as a thesis, the reflection on social base of being used as a hegemonic tool in political and media language of the Islamophobic and racist discourses against Muslims will be argued. Keywords: Europe, Islamophobia, Racism, PEGIDA
ÖZET Arap Baharı ile Ortadoğu'da yaşanan rejim değişiklikleri ve eski yönetimlerin yerine batı ya... more ÖZET Arap Baharı ile Ortadoğu'da yaşanan rejim değişiklikleri ve eski yönetimlerin yerine batı yanlısı yönetimlerin gelmesi ihtimali Rusya'da bölgedeki etkisini yitireceği endişesi yaratmıştır. Arap Baharı'na hazırlıksız yakalanan Rusya'nın Ortadoğu'da ki gücünün yeniden yükselişe geçtiği böyle bir dönemde patlak veren Arap Baharı, diğer pek çok ülke gibi, Rusya'yı da hazırlıksız yakalamıştır. 2011 yılının ilk aylarında Tunus ve Mısır'da meydana gelen iktidar değişikliklerini oldukça temkinli ve Batıyla uyumlu bir biçimde takip eden Moskova, olayların Libya ve Suriye'ye sıçramasından sonra daha aktif bir politika izlemek zorunda kalmıştır. Ortadoğu'da nüfuz mücadelesiyle birlikte bir " varoluş mücadelesi " verdiği izlenimine sebep olan bu politika, her ne kadar bölge toplumlarının Rusya'ya güveninde aşınmalara sebep olsa da bölgedeki otoriter eğilimli siyasi elitler ile kurduğu " çıkar endeksli " ilişki Rusya açısından daha önemli ve gerekli olarak değerlendirilmektedir. Kremlin'de şu an için güçlü ve yeni bir Putin yönetiminin bulunması ise ABD ve Batılı güçlerle yaşanan bu güç mücadelesinin " Rusya açısından çok daha realist ve pragmatik bir çerçevede gerçekleşeceğini göstermektedir. ABSTRACT (SUMMARY) Regime changes in Middle East with Arab Spring and the possibility of governed the region by arriving Pro-Western governments instead of the former ones have emerged some concerns for Russia about losing its effect on the region. In such a period which Arab Spring breaking out and Russia's power in Middle East being rised again, Russia has also been caught off its guard like many other countries as well. Moscow, following the government changes in Tunisia and Egypt quite cautiously and compatibly with the West in the early months of 2011, has been obliged to follow more active policy after the events jumping into Syria and Libya. This policy has caused the impression of "a struggle for existence" given with the struggle for influence in Middle East. The relationship based on self-interest established between Russia and authoritarian political elites in the region has been evaluated more important and necessary for Russia, however it may cause corrosions of the regional societies' confidence on Russia. The presence of a powerful new Putin administration in the Kremlin for the moment has shown us that this " power struggle " against the USA and Western powers will take place in a much more realistic and pragmatic frame for Russia.
Uploads
Papers by Altun Altun
_______________
Bu çalışmada amaçlanan, ulus kavramının unsurlarını, süreçlerini ve oluşturulma modellerini açığa çıkarmayı bu yolla milliyetçiliğin doğasını, dünyanın giderek daha fazla birleştiği ve etnik gruplarla uluslar arasında engellerin azaldığı ulus-devletle ilgili küreselleşme çağındaki gelişmeleri analiz ederek küreselleşme şartlarında da önemini koruyacağı anlaşılan milliyetçi ideolojinin ve ulus-devletin temel prensiplerini ortaya koyabilmektir.
11 Eylül ve bunu takip eden “Terör-Karşıtı” savaşlar sırasında ve sonrasında, İslam, Batı medyasında sıklıkla yer almaya başladı ve güncel söylemde Müslümanlar bir “tehlike” olarak görülmeye/gösterilmeye başlandı. İslam’ın uluslararası terörizm ile aynı anlama geldiği Batı medyasında çok sık rastlanan bir olgu oldu. Özellikle Alman medyasında, Müslümanlar köktendinci, tutucu, barbar olarak gösterildi. Batı medyasında görülen bir başka eğilim de demokrasinin, düşünce özgürlüğünün ve dinsel hoşgörünün sadece Batı toplumlarına ait özellikler olarak gösterilmesidir. Olayların sebeplerinin ve sonuçlarının tarihsel gelişimlerinden koparılmaları ve küresel kapitalist sistemin işleyişinden yalıtılarak sunulmaları, İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu ve aşırı İslamcı saldırıları, Müslümanların Müslüman olmalarından kaynaklanan doğal eylemler olarak gösterme sonucunu doğurmuştur. İslam ve şiddet arasında doğrudan bir bağ kurularak, bütün Müslümanların şiddet eğilimli oldukları iddia edilmiştir. Batı siyaset ve medyasında terör, şiddet ve aşırı dincilik Müslümanlarla bağdaştırılmıştır. Müslümanlık karşıtı bu söylemler 11 Eylül’den sonra artış gösterdi. Son dönemde IŞİD saldırıları ile bu yabancı düşmanlığı ve İslam korkusu yaşatılmaya devam edilmektedir. Müslümanlara ve ibadet yerlerine yapılan saldırılarda artış yaşanmıştır. Almanya’da ırkçı hareket PEGİDA ( Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) ise Batı hegemonyasının ötekileştirici dili olmuş ve Huntington’un Batı ile İslam arasında çatışma olacağı tezi, ve Müslüman mültecilerin tehdit olarak görülmesi bu hegemonyanın araçlarından olmuştur. Avrupa kültürü, siyasi partileri ve medyası El Kaide, İŞİD gibi örgütleri İslam ve yabancı karşıtlığını kışkırtmak için araçsallaştırmaktadır. Avrupa’da İslamafobi, yabancı karşıtlığı ile eşdeğer bir algıya dönüşmüş durumdadır. Çalışmada Almanya’da 2014 yılında kurulan, İslam’a karşı Batı kültürünü savunan ve anti-İslam ırkçılığını temsil eden PEGİDA ele alınacaktır. Bu bağlamda Müslümanlara karşı islamafobik ve ırkçı söylemlerin siyaset ve medya dilinde bir hegemonya aracı olarak kullanılmasının toplum tabanındaki yansımasının yükselen İslam karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı olduğu tezi savunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa, İslamafobi, Irkçılık, PEGİDA
ABSTRACT
Islam has frequently started to appear on Western media during September 11th and after those following “anti-terrorist” wars and Muslims have been started being seen or shown as a danger. Islam, having the same meaning with International terrorism, has become a phenomenon that appears frequently on western media. Especially in the German media, Muslims have been shown as fundamentalist, conservative, and barbarian. Another tendency seen in the Western media is that democracy, freedom of thought, and religious tolerance are shown as belonging to only Western societies. The cause and effects of incidents having been separated from their historical developments and submitted by isolating from functional global capitalist system, the situation of Islamic world and extreme Islamist attacks have resulted in showing Muslims doing as natural actions due to being a Muslim. By establishing a direct link between Islam and violence, it has been claimed that all Muslims are prone to violence. Terror, violence and fundamentalism have been associated with Muslims in the Western media and politics. These rhetorics against Islam have increased after September 11th. Recently, with the ISID attacks xenophobia and Islamophobia have been continued to be kept alive. There has been an increase in attacks on Muslims and their places of worship. In Germany, racist movement, PEGİDA, (Patriotic Europeans against the Islamization of the West) has been an alienating language of Western hegemony. Huntington’s thesis that a conflict will occur between the West and Islam, Muslim refugees being seen as a threat have been one of the tools of this hegemony. European culture, political parties, and the media have instrumentalized the Islamic organizations such as ISID and AL-QAEDA to provoke Islamophobia and xenophobia. Islamophobia in Europe has become a perception that is equivalent to xenophobia. In this study, PEGIDA founded in Germany, 2014, defending European culture against the Islam and representing the racism of Anti-Islam will be discussed. In this context, Islamophobia and xenophobia as a thesis, the reflection on social base of being used as a hegemonic tool in political and media language of the Islamophobic and racist discourses against Muslims will be argued.
Keywords: Europe, Islamophobia, Racism, PEGIDA
Books by Altun Altun
_______________
Bu çalışmada amaçlanan, ulus kavramının unsurlarını, süreçlerini ve oluşturulma modellerini açığa çıkarmayı bu yolla milliyetçiliğin doğasını, dünyanın giderek daha fazla birleştiği ve etnik gruplarla uluslar arasında engellerin azaldığı ulus-devletle ilgili küreselleşme çağındaki gelişmeleri analiz ederek küreselleşme şartlarında da önemini koruyacağı anlaşılan milliyetçi ideolojinin ve ulus-devletin temel prensiplerini ortaya koyabilmektir.
11 Eylül ve bunu takip eden “Terör-Karşıtı” savaşlar sırasında ve sonrasında, İslam, Batı medyasında sıklıkla yer almaya başladı ve güncel söylemde Müslümanlar bir “tehlike” olarak görülmeye/gösterilmeye başlandı. İslam’ın uluslararası terörizm ile aynı anlama geldiği Batı medyasında çok sık rastlanan bir olgu oldu. Özellikle Alman medyasında, Müslümanlar köktendinci, tutucu, barbar olarak gösterildi. Batı medyasında görülen bir başka eğilim de demokrasinin, düşünce özgürlüğünün ve dinsel hoşgörünün sadece Batı toplumlarına ait özellikler olarak gösterilmesidir. Olayların sebeplerinin ve sonuçlarının tarihsel gelişimlerinden koparılmaları ve küresel kapitalist sistemin işleyişinden yalıtılarak sunulmaları, İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu ve aşırı İslamcı saldırıları, Müslümanların Müslüman olmalarından kaynaklanan doğal eylemler olarak gösterme sonucunu doğurmuştur. İslam ve şiddet arasında doğrudan bir bağ kurularak, bütün Müslümanların şiddet eğilimli oldukları iddia edilmiştir. Batı siyaset ve medyasında terör, şiddet ve aşırı dincilik Müslümanlarla bağdaştırılmıştır. Müslümanlık karşıtı bu söylemler 11 Eylül’den sonra artış gösterdi. Son dönemde IŞİD saldırıları ile bu yabancı düşmanlığı ve İslam korkusu yaşatılmaya devam edilmektedir. Müslümanlara ve ibadet yerlerine yapılan saldırılarda artış yaşanmıştır. Almanya’da ırkçı hareket PEGİDA ( Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) ise Batı hegemonyasının ötekileştirici dili olmuş ve Huntington’un Batı ile İslam arasında çatışma olacağı tezi, ve Müslüman mültecilerin tehdit olarak görülmesi bu hegemonyanın araçlarından olmuştur. Avrupa kültürü, siyasi partileri ve medyası El Kaide, İŞİD gibi örgütleri İslam ve yabancı karşıtlığını kışkırtmak için araçsallaştırmaktadır. Avrupa’da İslamafobi, yabancı karşıtlığı ile eşdeğer bir algıya dönüşmüş durumdadır. Çalışmada Almanya’da 2014 yılında kurulan, İslam’a karşı Batı kültürünü savunan ve anti-İslam ırkçılığını temsil eden PEGİDA ele alınacaktır. Bu bağlamda Müslümanlara karşı islamafobik ve ırkçı söylemlerin siyaset ve medya dilinde bir hegemonya aracı olarak kullanılmasının toplum tabanındaki yansımasının yükselen İslam karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı olduğu tezi savunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa, İslamafobi, Irkçılık, PEGİDA
ABSTRACT
Islam has frequently started to appear on Western media during September 11th and after those following “anti-terrorist” wars and Muslims have been started being seen or shown as a danger. Islam, having the same meaning with International terrorism, has become a phenomenon that appears frequently on western media. Especially in the German media, Muslims have been shown as fundamentalist, conservative, and barbarian. Another tendency seen in the Western media is that democracy, freedom of thought, and religious tolerance are shown as belonging to only Western societies. The cause and effects of incidents having been separated from their historical developments and submitted by isolating from functional global capitalist system, the situation of Islamic world and extreme Islamist attacks have resulted in showing Muslims doing as natural actions due to being a Muslim. By establishing a direct link between Islam and violence, it has been claimed that all Muslims are prone to violence. Terror, violence and fundamentalism have been associated with Muslims in the Western media and politics. These rhetorics against Islam have increased after September 11th. Recently, with the ISID attacks xenophobia and Islamophobia have been continued to be kept alive. There has been an increase in attacks on Muslims and their places of worship. In Germany, racist movement, PEGİDA, (Patriotic Europeans against the Islamization of the West) has been an alienating language of Western hegemony. Huntington’s thesis that a conflict will occur between the West and Islam, Muslim refugees being seen as a threat have been one of the tools of this hegemony. European culture, political parties, and the media have instrumentalized the Islamic organizations such as ISID and AL-QAEDA to provoke Islamophobia and xenophobia. Islamophobia in Europe has become a perception that is equivalent to xenophobia. In this study, PEGIDA founded in Germany, 2014, defending European culture against the Islam and representing the racism of Anti-Islam will be discussed. In this context, Islamophobia and xenophobia as a thesis, the reflection on social base of being used as a hegemonic tool in political and media language of the Islamophobic and racist discourses against Muslims will be argued.
Keywords: Europe, Islamophobia, Racism, PEGIDA