Books by Mehmet Ali Kapar
KARAMAN ARAġTIRMALARI - I
Büyük Selçuklu ordularının 1071 Malazgirt SavaĢı‟nda Bizans orduları karĢısında aldığı büyük zafe... more Büyük Selçuklu ordularının 1071 Malazgirt SavaĢı‟nda Bizans orduları karĢısında aldığı büyük zafer, Anadolu ve Türk Tarihi‟nin yanı sıra Dünya Tarihi‟nin de önemli dönüm noktalarından birisini oluĢturur. Anadolu coğrafyası bun-dan sonra Türkistan Bölgesi‟nden gelen Türk göçlerinin yerleĢim yerlerinden birisi olmuĢ ve bir süre sonra da Anado-lu, Türkmenia adı ile anılmaya baĢlanmıĢtır. Moğolların hızlı bir Ģekilde yükseliĢi ve XII. yüzyıldan itibaren Türklerin yoğun olarak yaĢamıĢ oldukları Mâverâünnehir ve Horasan bölgelerine yönelik istila hareketleri, batıya doğru yeni bir Türk göç dalgasını harekete geçirmiĢtir (Turan, 1993, s. 232).
SEYAHATNAMELERDE ve TARİHÎ COĞRAFYA ESERLERİNDE KARAMAN
Ön Söz
Anadolu toprakları tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış,
bu medeniyetle... more Ön Söz
Anadolu toprakları tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış,
bu medeniyetlerden birisi yıkılırken diğeri kurulmuştur. Bu yüzden bazı bilim insanları Anadolu’yu “Medeniyetler Mezarlığı” olarak dlandırmışlardır. Tarihin ilk devirlerinden itibaren Anadolu, seyyahların/gezginlerin uğradığı başlıca yerlerden olmuştur. Seyyahlar, zaman zaman gezip gördükleri yerlerin ve buralarda duyup işittiklerinin bir kısmını yazıya geçirmişlerdir. Bu sayede günümüze kadar gelmiş olan eserlerin, Anadolu ile ilgili yazılmış olanlarının sayısı da bir hayli fazladır. Gezi notlarının ve gezilerle ilgili hatıraların kaydedildiği eserler olan seyahatnameler,
yolculuk yapılan yöreye ait gözlemler taşıdığı için önemlidir. Bu yönüyle
seyahatnameler, bir yandan da tarihi belge özelliği taşırlar. Seyyahlar kişisel meraklarını tatmin etmek amacıyla seyahat ettikleri gibi; elçilik faaliyetleri yapmak, mektuplar götürmek, ajanlık ederek ülkesine bilgi sağlamak gibi pek çok nedenle de seyahat etmişlerdir. Ayrıca özellikle Ortaçağ’da misyonerlik faaliyetleri nedeniyle de çok miktarda seyahatler yapılmıştır. Ülkemizde son yıllarda şehir tarihçiliği üzerine ayrıntılı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalarda arkeolojik bulgulardan, tarihi vesikalardan, kitabelerden vs. yararlanılmaktadır. Özellikle tarihi defter kayıtları ve arşiv bilgileri resmi nitelikli olduğu için en çok başvurulan kaynaklardandır. Ancak bir toplumun veya bölgenin bütün tarihinin sadece bu kaynaklar doğrultusunda genelleyerek ortaya
koymak yanlış olur. Özellikle resmi nitelikli vesikalar sübjektif olması nedeniyle yanlı kalmakta, objektif bir değerlendirmeye mâni olmaktadır. Bu nedenle olayların değerlendirilmesinde ikinci bir materyale ihtiyaç duyulmakta ve seyahatnamelerde tam bu noktada devreye girmektedir. Bir seyyah eserinde gezip gördüğü yerleri ve başından geçen diyalogları okuyucuya daha iyi aktarabilmek için bölgeyi çok iyi betimlemekte, eğer varsa o bölgeye ait görsel kaynaklardan, küçük ölçekli harita ve planlardan faydalanmaktadır. Bu malzemeler bölge coğrafyası hakkında genel bilgi vermekte ve kentlerin fiziki yapısını da anlatmaktadır.
Seyahatnamelerin içerdikleri gravür ve fotoğraf gibi malzemeler de, kent tarihçiliği açısından olmazsa olmazlardandır ve bu özellikleri birçok kent tarihçisinin fazlasıyla dikkatini çekmektedir.
Anadolu Coğrafyası tarihin erken dönemlerinden itibaren Asya ve Avrupa
arasında bir geçiş noktası olma özelliğini taşımakla beraber, birçok ticaret yolunun da geçtiği bir alandır. Bu özelliğinden dolayı çok sayıda gezgin-coğrafyacı bu yolları takip ederek şehirler hakkında bilgi sahibi olmuştur. Kent tarihçileri çalışmalarında en az seyahatnameler kadar bilgi veren coğrafi eserlerden de faydalanmıştır. Bu coğrafya eserlerinin bazılarında yazar bizzat bölgeye gidip inceleme yaparak; bazen de bölgeye gitmeyerek fakat topladığı bilgiler vasıtasıyla sanki şehri görmüş gibi anlatmaktadır.
Geçmişten günümüze Karaman/Lârende iline ait birçok ilmi çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda şehrin başta tarihi ve coğrafyası olmak üzere tüm yönleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Ayrıca bunlara her geçen gün yenileri eklenmektedir. Mutlaka yapılan bu çalışmalarda seyahatnamelere de yer verilmiş ve istifade edilmiştir. Fakat bugüne kadar Karaman özelinde seyahatnameler temelli bir çalışmanın yapılmamış olması, ilmi açıdan bir eksikliktir. Elinizdeki eser, bu eksikliğin doldurulması amacıyla hazırlanmıştır.
Çalışmamızda Karaman/Lârende ili ve bölgesi hakkında bilgi veren seyyahların seyahatnameleri merkeze alınmıştır. Bunun yanı sıra şehir hakkında bilgi veren coğrafya eserleri ve hatıra yazıları gibi eserlerde göz önünde bulundurulmuştur. Usul olarak dört ayrı başlık halinde şehrin tarihi, çağ taksimine uygun bir şekilde bölünmüştür. Bu şekilde dönemsel olarak seyyahların gözünden şehrin bir portresinin çizilmesi amaçlanmıştır.
Çalışmamızın ilk başlığı Prof. Dr. Mehmet Kurt tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde 19. Yüzyıl Batı Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Antik Çağda Karaman başlığı altında öncelikle Karaman’ın Antik çağlardaki görünümü ortaya konmuş, ardından 19. Yüzyılda Karaman’a uğrayan batılı seyyahların eserlerinde geçtiği şekliyle, bölgenin antik çağ tarihine ve yerleşimine dair bilgiler verilmiştir. İlgili bölümde Karaman bölgesini ziyaret eden on dört seyyah ve tarihi coğrafya araştırmacısının eseri incelenmiş ve bulgular ortaya konmuştur. Sonunda ise genel bir değerlendirme yapılarak ekler bölümünde seyyahların eserlerinde çizmiş oldukları gravürler başta olmak üzere, diğer görsellere yer verilmiştir.
İkinci başlık Mehmet Ali Kapar tarafından hazırlanmıştır. Bu
başlık altında Ortaçağ Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Karaman ve Karamanoğulları incelenmiştir. İlk olarak seyyah ve eseri tanıtılmıştır. Ardından Ortaçağ’da Karaman’ın genel görünümü ortaya konmuş, daha sonra ilgili dönemde bölgeye uğrayan seyyahların eserlerinde anlatıldığına göre Karaman ve Karamanoğullarına ait bilgiler verilmiştir. Burada yedi ayrı eser incelenmiş ve verilen bilgiler karşılaştırmalar yapılarak ortaya konmuştur. Sonunda ise
genel bir değerlendirme yapılmış ve ekler bölümünde eserlere ait görseller verilmiştir. Üçüncü başlık Prof. Dr. Hüseyin Muşmal ve Araştırma Görevlisi Emre Koç tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde Osmanlı Dönemi Seyahatnamelerinde ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman Vilayeti ele alınmıştır. İlk başta XV. ve XX. yüzyıllar arasında Karaman’a uğramış olan seyyahlar ve eserleri hakkında, varsa kısaca bilgi verilmiş, seyahatin ne zaman, nasıl ve hangi şartlarda yapıldığı ele alındıktan sonra, seyyahların Karaman ile ilgili gözlemlerine kronolojik olarak değinilmiştir. Seyyahların Karaman’la ilgili eserlerinde verdiği bilgiler, günümüz
Türkçesi’ne çevrilerek, olduğu gibi veya sadeleştirilerek metne aktarılmıştır. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi ise özel olarak irdelenmiş, seyyahın çizmiş olduğu panorama mümkün olduğunca canlı verilmiştir. Toplamda ise kırka yakın seyyahın seyahatnamesi ele alınmış ve sonunda genel bir değerlendirme yapılmıştır. Dördüncü başlık Dr. Öğr. Üyesi Erol Yüksel tarafından hazırlanmıştır. Seyahatname ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman (1875-1951) başlığı altında 1875-1951 yılları arasındaki dönemde Karaman’ı ziyaret eden seyyahların seyahatnameleri
ve döneme ait tarihî coğrafya eserleri incelenmiştir. Çalışmanın kaynakları
kullanılırken, araştırmacının ya bizzat gezerek ya da bölgedeki kaynakları
kullanarak yayımlamış olması esas alınmıştır. Çoğu zaman referans kaynaklar birbirleriyle mukayese edildiği gibi, ilmi çerçeveden aktardıkları bilgilerden çelişkili veya sübjektif yanlar mümkün olduğu kadar değerlendirilmiş fakat kısmen de olduğu şekliyle verilmiştir. Bölümde ilk başta eserlere dayalı olarak şehrin genel görünümü verilmiş, ardından coğrafi özellikleri, idari, demografik, sosyal ve ekonomik yapısı ortaya konmuştur. Toplamda yirmiye yakın eser incelenmiş, yapılan çalışmanın sonunda elde edilen bulgular değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Son olarak çalışmanın yayımlanması aşamasında desteklerini gördüğümüz Karaman Belediyesi’ne teşekkürü bir borç biliriz.
Mehmet Ali KAPAR
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Cumhuriyet Dönemi’nde Türk eğitim sisteminin ana hatları Atatürk tarafından belirlenmiştir. Atatü... more Cumhuriyet Dönemi’nde Türk eğitim sisteminin ana hatları Atatürk tarafından belirlenmiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında Maarif Kongresi’ni toplayarak eğitime verdiği önemi ortaya koymuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra da millî bir eğitim sistemi kurulmaya çalışılmıştır. Bu dönemde dünyada olduğu gibi ülkemizde de ulus devlet inşa edilmeye çalışılmış ve oluşturulacak olan tarih eğitimleri de bu anlayış üzere bina edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde tarih öğretimine genel hatlarıyla bakıldığında, ağırlık verilen konuların sürekli bir değişim gösterdiği söylenebilir. Zira ortaya konulan Türk-Tarih Tezi ile dünya tarihinin gelişiminde Türk ulusunun kilit rol oynadığı ispat edilmeye ve resmî ideoloji doğrultusunda şekillenmiş yeni bir nesil inşa edilmeye çalışılmıştır. İlerleyen dönemlerde oluşturulan müfredatlar ve bunların hayata geçirilmiş hali olan ders kitapları da iktidar sahiplerinin kendilerini ve oluşturdukları kurumları meşrulaştırmak için ilgilendikleri bir alan olmuştur. Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren ortaya konulan tarih dersi müfredatları, oluşturulması ve tarih ders kitaplarının yazımı millî perspektifte gerçekleşmiştir. Türk tarihi seyrinin en önemli mihenk taşlarından olan Selçuklu devletlerinin öğretilmesine de bu anlayış çerçevesinde yer verildiği görülmektedir. Atatürk’ün ölümü ile tarih anlayışında değişimler başlamış, çok partili rejime geçilmesi ile birlikte ise bu durum kendisini çok daha fazla hissettirmiştir. 1970’li yıllardan itibaren ise milliyetçi ve Türkçü söylemin ağır bastığı bir dönem yaşanmıştır. Zamanla da bu söylem İslam ile birleştirilmiş ve “Türk-İslam Sentezi” dönemi başlamıştır. Günümüzde de bu anlayış devam etmektedir.
Selçuklu devletleri gerek İslamlaşma gerekse Anadolu’nun Türkleştirilmesi
sürecinin kilit noktasıdır ve yeni nesillere aktarılması önem arz etmektedir. Bu çalışmada Millî Eğitim Bakanlığının yayınladığı eğitim müfredatlarında Selçuklu devletlerinin işlenişi ve bu doğrultuda hazırlanan ders kitaplarına yansıması ele alınacaktır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanılmıştır. Araştırmanın kaynakları olarak 1923’ten günümüze yayınlanmış ilk, orta ve lise ders müfredat programları, programlar üzerine yapılan çalışmalar ile ders kitapları ve Selçuklu tarihi üzerine yapılan araştırmalar esas alınmıştır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanıldığından veri kaynakları dönemlere yönelik kategorilere ayrılarak incelenmiştir. Araştırmada ortaya çıkan Cumhuriyet Dönemi’nde yayınlanmış tarih ders programları, ders kitaplarının yayınlandıkları dönemin siyasi eğilimleri ile tarih anlayışlarını da yansıttıkları ve dönemlere göre ortaokul tarih programlarının değişim gösterdiği gerçeği de dikkate alınmıştır.
William AINSWORTH, 2014
Notes on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Angora, in the Autumn of 1838” Journal of... more Notes on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Angora, in the Autumn of 1838” Journal of the Royal Geographical Society of London, vol. IX, 1839 Blackwell Publishing on behalf of The Royal Geographical Society (with the Institute of British Geographers)
W. F. Ainsworth, bölgede elde ettiği bilgileri ilk elden hemen yayımlamak ihtiyacı hissetmiş olmalı ki 1839 yılında ‘Journal of the Royal Geographic Society of London’ adlı süreli yayının 9. cildinin 216-276. sayfalarında ‘Note on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Agora, in the Autumn of
1838’ başlığıyla yayımlamıştır. Biz elinizdeki çeviriyi, müellifin bu eserinden Türkçeleştirdik.
Yazar, 1842 yılında Londra’da, iki cilt olarak kaleme alacağı ‘Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia’ adlı kitabının birinci cildinin ikinci bölümünün 24-135. sayfaları arasında bizim çevirisini yaptığımız bölümünün aynı bilgilerini derleyip biraz genişleterek
yeniden okuyucusunun dikkatine sunmuştur. Ainsworth’un bu eserinde verdiği resimleri biz de elinizdeki çeviri kitapta kullandık. W. F. Ainsworth’un bu gezileri 1835-1837 yıllları arasında tüm Anadolu ile birlikte Fırat Havzası ve İran’ı da kapsamıştı.
Doktor, coğrafyacı, jeolog ve seyyah olan W. F. Ainsworth, 9 Kasım 1807’de İngiltere’nin güneybatı bölgesinde bulunan Exeter’de doğmuş ve aynı kentte 1896 yılında ölmüştür. Pek çok başarılı işe imza atmış olan Ainsworth, 1827’de Edinburgh’taki ‘Royal College of Surgeons’ öğrenim
görerek doktor olmuş ve 1831 yılında ‘kolera’ üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştır.
Ayrıca Paris’te maden, jeoloji eğitimi almış ve 1830’da ‘Journal of Natural Geographical Science’’ı kurmuştur. 1841 yılından itibaren İngiltere’de Ainsworth’s Magazine, Bentley’s Miscellany ve New Monthly Magazine adlı çeşitli dergiler yayımlamasının yanı sıra antik yazarlardan Xenophon’un
Anabasis’i üzerinde de çalışmaları olmuştur. Bu magazin dergilerinden 1885 yılında yayımladığı Bentley’s Miscellany’nin 37. sayısının 235-241. sayfalarında Karadeniz ile ilgili olarak “The Resources of the Anatolian
Shores of the Black Sea” başlıklı bir makale daha kaleme almıştır.
‘Syro-Egyptian Society’, Royal Geographical Society’ ve ‘Society of Antiquariest’’ın üyeliklerini de yürütmüş olan Ainsworth, ‘West London Hospital’’ın da kurucusu olmuştur
Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Abdurrahman
b. Avf, aynı zamanda Resulullah’ın peygamb... more Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Abdurrahman
b. Avf, aynı zamanda Resulullah’ın peygamberliğini açıklamasından
sonra ilk iman edenlerdendir. Hz. Peygamber, Mekke
müşriklerinin saldırılarından emin olmak ve daha rahat bir şekilde
ibadet edebilmek amacıyla Erkam’ın evine girip burada
gizli davete başlamasından önce Hz. Ebu Bekir vasıtası ile
Müslüman olmuştur. O, ilk sekiz Müslüman’dan birisidir.
Abdurrahman b. Avf, iman ettikten sonra Hz. Peygamber’in
yanında bulunmaya gayret göstermiş, Mekke dönemindeki işkencelere
göğüs germiş, hicret izninin verilmesi ile birlikte iki
kez Habeşistan’a, ardından da bütün mal varlığını Mekke’de
bırakarak Hz. Peygamber’le birlikte Medine’ye hicret etmiştir.
Bundan sonraki süreçte de her an Hz. Peygamber ile birlikte
olmuş, onun tüm gazvelerine katılmıştır. Özellikle Uhud
Savaşı’nda yirmiden fazla yara almış, hatta bu savaşta ayağına
aldığı yara nedeniyle ömrü boyunca engelli kalmıştır.
Yine Uhud’da İslam ordusunun dağıldığı anda Resulullah’ın
çevresinde kalan on beş sahabiden birisidir.
Abdurrahman b. Avf ticaret ile meşgul olmuş ve bu alanda
büyük başarı göstererek ashabın en zenginlerinden birisi haline
gelmiştir. O, hicret öncesinde elde ettiği kazancını Mekke’de
10
bırakarak Resulullah’a kavuşmak arzusuyla Medine’ye hiçbir
mal varlığı olmadan gitmiştir. Hicretin ardından da kimseye
yük olmamak için Medine pazarında ticarete başlamış ve kısa
zamanda tekrar büyük servet elde etmiştir. Fakat bu serveti biriktirmesi
ile değil, Allah yolunda sürekli harcamasıyla İslam
tarihinde yerini almıştır. Başta Tebük Seferi olmak üzere İslam
ordusunun çıkmış olduğu seferlerin birçoğunda orduya en
çok bağışı yapanlardan birisi olmuştur. Vefat etmeden önce de
mirasının büyük kısmını yine bağışlamıştır.
Hz. Peygamber hayatta iken sürekli yanında olan Abdurrahman
b. Avf, vefatından sonra da onun halifelerinin en büyük
destekçilerinden olmuş ve onların istişare ettikleri kişilerin
başında gelmiştir.
Bu kitapta Resulullah’ın sahabilerinin önde gelenlerinden
Abdurrahman b. Avf’ın hayatını bütün yönleriyle ortaya
koymaya çalıştık. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi o,
Müslüman olduğu günden vefatına kadar örnek bir şahsiyet
olmuştur. Günümüzde de onun başta Hz. Peygamber’e olan
bağlılığı ve ticari ahlakı olmak üzere hayatından örnek alınması
gereken çok yön vardır.
ÖN SÖZ
Her birisi bir yıldız niteliğinde olan ve Kur’an’ı Kerim’de “Muhâcirlerin ve Ensarın ilkle... more ÖN SÖZ
Her birisi bir yıldız niteliğinde olan ve Kur’an’ı Kerim’de “Muhâcirlerin ve Ensarın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur” (Tevbe, 9/100) ayetiyle ifade edilen Hz. Peygamber’in arkadaşları olan sahabiler, kuşkusuz bütün Müslümanlar için örnek nesildir. Rasûlullah’ın kendi elleriyle şekillendirdiği bu kutlu nesil, kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslümanlara rehberlik edecektir. Onların rehberliğini belirli bir alanda sınırlandırmamak, her zaman ve zeminde onların örnekliğine müracaat etmek gerekir. Bu durum sadece Hz. Peygamber’in uygulamaları için değil, aynı zamanda vahyin her bir anına şahitliklerinden dolayı bir zorunluluktur.
Sahabeyi tanımak Hz. Peygamber’in yaşantısını, mücadelesini, tebliğini ve sünnetini tanımak demek olmanın yanı sıra diplomatik anlayışını, gayrimüslimler ile olan ilişkilerini anlamak anlamına da gelmektedir. Zira Hz. Peygamber diplomatik temaslarını bu sahabile-rin vasıtasıyla gerçekleştirmiştir. Sahabilerin hayatını okumak sıradan bir biyografi okumaktan ziyade, Hz. Peygamber’in davasının hayata geçmiş hâlini okumaktır. Sahabiler, yine Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle “İnsanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet”tir (Âl-i İmrân 3/110).
Medine’ye hicretin akabinde Hz. Muhammed’in (sav) elçiler ve Ġs-lam’a davet mektupları vasıtasıyla sağlanan devlet düzeyindeki ilişkile-ri, daha sonraki dönemlere de örneklik teşkil etmesi bakımından ol-dukça önemlidir. Hz. Peygamber’in devlet yönetme geleneğini anla-yabilmek için diplomat olarak seçtiği kişilerin bu yönlerinin bilinmesi gerekmektedir.
Hz. Muhammed (sav), Ġslam dinini insanlara tebliğ görevini zor kullanma üzerine değil, ikna temeli üzerine oturtmuştur. Savaşı son seçenek olarak görmüştür. Bu noktada Hz. Peygamber diplomasinin yeterli olduğu ve diplomasi ile çözebileceği durumlarda hiçbir zaman askerî güç kullanmamıştır. Muhatap olduğu ya da olacağı kişi veya topluluklara önce elçiler ve mektuplar göndermiştir. Bu mektupların sayısı yüzler ile ifade edilecek kadar çoktur.
Rasûlullah (sav) zamanında, günümüzde olduğu gibi özel olarak yetiştirilmiş ve meslek olarak bunu icra eden elçiler yoktur. Dolayısıyla böyle bir meslek grubu da yoktur. Hz. Peygamber duruma ve şartlara göre en uygun kişiye bu görevi vermiştir. Ayrıca henüz Ġslamiyet’in Hicaz bölgesi dışına yeni çıkıyor olması ve bugünkü anlamda bir idari yapılanmanın mevcut olmaması nedeniyle Hz. Peygamber’in gönder-diği bu görevliler, birden fazla görevi de yerine getirmekteydiler. Bu görevler: Ġslam’ı tebliğ etmek ve yeni Müslüman olanlara Ġslam’ın kurallarını öğretmek, Müslümanların problemlerini çözecek fetva işleri (hukuki) ile uğraşmak, can ve mal güvenliği ile genel asayişi temin etmek gibi idari (valilik) görevlerdi. Hz. Peygamber’in sohbetine katı-lanlar anlamında bir terim olan sahabilerden mektupları götüren her bir görevli, aynı anda bir elçidir yani diplomattır. Bu sahabiler gelişi güzel seçilmemiş, her birisi bu göreve getirilirken farklı yönleriyle ön plana çıkmıştır. Özellikle hükümdarlara gönderilecek olan sahabilerin seçimi özel bir işti ve bu gönderilen elçiler, sahabilerin en seçkinlerin-den seçilmişti. Zira onların gittikleri yerlerde Ġslam’ı anlatmaları ve kendilerine sorulan sorulara hakkıyla cevap vermeleri gerekmekteydi. Rasûlullah (sav), ashabın arasından elçileri; yumuşak huylu, ikna ve hitabet kabiliyeti yüksek, kuvvetli deliller getirme özelliğine sahip, belagat (sözü açıkça söyleyebilme) ve fesahat (sözü kusursuz söyleye-bilme) sahibi, zeki ve mümkünse gönderilecek ülkenin dilini bilen kimselerden seçerdi. Ayrıca bu kişilerin çoğu fiziki özellikleri ve hitabet yetenekleri ile de ön plana çıkmaktaydılar. Yine gönderilecek bölgenin yöneticisini tanıyan, iyi ilişkiler kurmuş ve daha önce belirli bir hukuk-ları oluşmuş sahabiler varsa onlar öncelikli olarak görevlendirilirdi.
Çalışmamızda Hz. Peygamber’in diplomatik görevler verdiği saha-bilerden tespit edebildiklerimizi bu yönleri ile ele aldık. Çalışmanın hacmi ve kapsamı gereği ele aldığımız sahabilerin hayatlarını biyogra-fik bir şekilde anlatma yoluna gitmedik. Onlar hakkında tanıtıcı kısa bir bilgi verdikten sonra diplomatik faaliyetleri ile ilgili hususları, dönem kaynaklarını merkezli olarak ele aldık. Rivayetleri olduğu gibi aktarmak yerine kıyaslamalar yaparak sebep-sonuç ilişkisi içerisinde irdele-dik. Ayrıca Hz. Peygamber döneminde olmasa bile daha sonra elçilik vazifesi ile görevlendirilmiş bir sahabi varsa onu da konuya dâhil ettik.
Eserde yer verdiğimiz sahabiler hakkında birçok çalışma yapılmış, başta siyer kitapları ve tabakât eserleri olmak üzere pek çok yerde biyografileri verilmiştir. Bizi bu çalışmaya iten neden ise tematik yakla-şımla bir insanın tüm yönlerini ele almaktan ziyade, belirli bir konu üzerindeki ortak tavırlarını ortaya koyma düşüncesi olmuştur.
Yukarıda bahsedildiği üzere Rasûlullah (sav) tarafından yazdırıldığı aktarılan ve birçoğunun tam metni kaynaklarda verilen mektupların sayısı yüzlerle ifade edilecek kadar çoktur. Fakat bu mektupların me-tinlerine gösterilen ilgi, mektubu götürene gösterilmemiştir. Bundan dolayı çoğu mektubu götüren sahabi ya belli değildir ya da görüşme-nin ayrıntıları verilmemiştir. Dolayısıyla birçok görüşmenin ayrıntısına girilememiştir.
Çalışmanın giriş bölümünde Ġslamiyet öncesi Arap diplomasisi ve Arabistan Yarımadası’nın siyasî yapısı kısaca anlatıldıktan sonra Hz. Peygamber’in diplomatik anlayışı hakkında bilgilendirmeler yapılmış-tır. Birinci bölümde diplomatik görevler verilen sahabiler tespit edilip bunların her birisi ayrı başlık hâlinde kaynaklarda geçtiği kadarıyla tek tek ortaya konulmuştur. İkinci bölümde ise elde edilen veriler ışığında sahabilerin ve görüşmelerin ortak ve ayrışan özellikleri, seçimleri gibi konular üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır.
Bu çalışmayı nasip eden Rabbime hamd, onun Rasûlü’ne, ehli-beytine ve tüm sahabesine salat olsun. Sahabe neslini anlamada kü-çük bir hayra vesile olması duasıyla...
Çalışma ve gayret bizden, tevfik ise yüce Rabbimizdendir.
Mehmet Ali KAPAR
Karaman 2020
Tarihin erken dönemlerinden itibaren insanlar, ilk kabile diyebileceğimiz
grupları oluşturmuşlar,... more Tarihin erken dönemlerinden itibaren insanlar, ilk kabile diyebileceğimiz
grupları oluşturmuşlar, ardından bunların birleşmesiyle
de devlet teşkilatlanmalarını kurmuşlardır. Zamanla bu toplumların
siyasî, dinî, ticari, askerî ilişkilerini düzenleyip yürütmek ve aralarında
oluşan ihtilafları çözmek için elçilik kurumları tesis edilmiş ve kısa
sürede yaygınlaşmıştır. Zira savaşlar yoluyla halledilemeyen hatta
işlerin daha da karmaşık hâle geldiği dönemlerde, birçok sorunun elçiler
vasıtasıyla çözülebildiği görülmüştür.
Günümüzde gelişen teknolojiler ile mesafe kavramı günden güne
kısalmakta hatta ortadan kalkmakta ve sınırlar sadece haritalar
üzerinde kalmaktadır. İnsanlığın nüfusunun giderek çoğalması ve
devletlerin sayısının artması sonucunda, uluslararası ilişkiler ve
diplomasi giderek önem kazanmaktadır. Bu noktada Müslüman
devletler için İslâm dininin diplomasi anlayışının, kurulan ilk İslâm
Devleti’nde uygulanan diplomatik teamüllerin ve günümüz diplomasisinin
mukayesesinin yapılması büyük önem arz etmektedir.
Bundan dolayı diplomatik ilişkilerin yürütücüsü konumunda olan
elçiliğin mahiyeti, elçinin görevleri ve elçi seçiminde dikkat edilecek
hususların tespit edilmesi gerekmektedir. Bu kadar mühim bir konu
üzerinde müstakil bir çalışmanın yapılmamış olması bizi bu konuyu
araştırmaya sevk etmiştir.
Hz. Muhammed’in (as) risâletinin başlangıcından 622 yılında
hicret etmesine kadar geçen yaklaşık on iki yıllık sürece “Mekke
Dönemi” denilir. Bu dönem içinde Hz. Peygamber, Kureyş’in katı
tutumu ve diğer kabilelerle olan kısıtlı teması nedeniyle İslâm’ı
tebliğ konusunda istediği seviyeye gelememiştir. Hicret’in akabinde “Medine Dönemi” başlamış, bundan sonra şekillenmeye başlayan
İslâm devleti, siyasî, askerî ve içtimaî başarılar elde etmiştir. Bu
başarıların sonucunda da Rasûlullah, daha rahat hareket ederek
Arabistan yarımadasının en uç noktalarına kadar irtibata geçebilmiş,
hatta Doğu Roma İmparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük
devletlerle de diplomatik temaslarda bulunabilmiştir.
Sadece kendi zamanı için değil bütün zamanlar için örnek model
olarak gönderilen Hz. Peygamber’in kurduğu ve İslâmî bir anlayış
ile şekillendirdiği “Asr-ı Saâdet” Dönemi’nin anlaşılması önem arz
etmektedir. Zira bu dönem, kendinden sonra gelen dönemlerin ve
kurulan İslâm devletlerinin olduğu gibi, günümüz toplumunun şekillendirilmesi
için de referans niteliğindedir.
Asr-ı Saâdet Dönemi’ni daha iyi anlayabilmek için Hz.
Peygamber’in diplomatik faaliyetlerinin bütün yönleriyle ortaya konulması
gerekmektedir. Medine’ye hicret öncesinde Hz. Peygamber’e
diğer kabilelerin bakış açılarını görmek, hicret sonrasında ise İslâm
Devleti’nin dış siyasetinin temel yapı taşlarını belirleyebilmek ve
Arap kabilelerine karşı izlenen diplomatik yöntemleri tespit edebilmek
için Hz. Peygamber’in heyetler/elçiler ile olan münasebetlerinin
iyi bilinmesi gerekmektedir.
Kaynaklarda Hz. Peygamber’e gelen heyetlerin sayıları ve geldikleri
tarihlerle ilgili olarak değişik rivayetler verilmektedir. Bu rivayetler
verilirken de ihtilafa düşülmüş ve tam bir kronolojik yerleştirme
yapılamamıştır. Konuyu ele alan klasik ve modern İslâm
tarihi çalışmalarında da bu problem devam etmiş, ortak bir sonuca
varılamaması neticesinde tarihlendirme problemi ortaya çıkmıştır.
Çalışmamızda bu tarihlendirme problemleri çözülmeye gayret sarf
edilmiştir.
Çalışmamız bir giriş ve üç ayrı bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
konunun tam olarak anlaşılabilmesi için elçilik ve diplomasi
kavramlarının köken ve etimolojik yapısı üzerinde durulmuştur.
Ayrıca konumuza temel teşkil etmesi bakımından İslâmiyet öncesi Arap yarımadasındaki diplomasi geleneği ile Hz. Muhammed’in (as)
diplomatik kişiliğinin oluşumu incelenmiştir.
Birinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen heyetler ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Mekke Dönemi’nde gelen heyetler incelenirken
rivayetlerin tahlilleri özellikle yapılarak elemeye tabi tutulmuştur.
Medine Dönemi’nde gelen heyetler ise tespit edilerek Medine dönemi,
Senetü’l-Vüfûd’dan önce ve bu senede gelen heyetler olarak
tasnif edilmiştir.
İkinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen elçilik heyetlerinin özellikleri,
heyetlerin teşekkülleri esnasında dikkat edilen hususlar, heyetlerin
geliş nedenleri ve yetkileri üzerinde durulmuştur.
Üçüncü bölümde Hz. Peygamber’in elçilerle görüşmeleri ve bu
esnadaki tutumu ayrıntılı olarak incelenmiş ayrıca yine bu görüşmeler
esnasında elçilerin de Hz. Peygamber’e karşı tutumları ortaya
koyularak görüşmeler esnasında Müslüman olan bu kabilelerin
İslâmlaşmaya etkileri incelenmiştir.
Osmanlı Devletinin hem do u hem de batdaki fetihlerle snrlarn geni letmesi, Batda Venedik... more Osmanlı Devletinin hem do u hem de batdaki fetihlerle snrlarn geni letmesi, Batda Venedik ve
Papalk, Do uda ise Karamano ullar ve Akkoyunlu gibi devletlerde rahatszlk uyandrm tr. Özellikle Uzun
Hasan, Fatihi kendisine rakip olarak görmü tür. Bu yüzden Venedikten Papal a, Karamano ullarndan
sfendiyaro ullarna kadar pek çok devlet ve Türkmen beyli i ile ittifak kurma yoluna gitmi tir. Osmanl-Venedik
sava larnn ba lamas üzerine Venedikliler de do uda ikinci cephe açmak gayesi ile Karamano ullar Beyli i ve
Akkoyunlu Devleti ile ittifak olu turma aray larna girmi tir. Amaçlarn gerçekle tirmek için de do u ülkelerine
elçiler göndermeye ba lam tr. Di er yandan Karamano ullar topraklarn dolaysyla siyasi üstünlü ünü
kaptrmamak için Osmanl Devletine kar dü manca bir tutum içine girmi tir. Ancak Osmanllar ile mücadele
edecek güçte olmad için onlar da batdan müttefik arama cihetine yönelmi lerdir. Her iki tarafn da ortak gayesi
do u ve batdan yaplacak taarruzlar ile Osmanlı Devletini ortadan kaldrmaktr. Bu devletler arasnda irtibat
sa lama ve koordine etme i i ise elçilere verilmi tir. Venedikliler bu süreçte birçok elçisini do uya göndermi tir.
Elçilerin görevleri ba ta Akkoyunlular olmak üzere Karamano ullar dâhil tüm Osmanl kar t unsurlar harekete
geçirmektir. Bu elçilerden Caterino Zeno, Ambrogio Contarini ve Josaphat Barbaro bizzat Karaman beyleri ile
görü mü , sava lara i tirak etmi , elde edilen kalelerden bazlarn Karamano ullarna teslim etmi lerdir. Bu
çal mamzda Venedik elçilerinin Osmanl Devleti-Karamano lu Beyli i ili kilerindeki etkileri elçi notlar ve
dönem kaynaklar nda ele alnm tr.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Venedik, Akkoyunlular, Karamano ullar, Elçi
ÖZET
Bugünkü Türkmenistan toprakları içerisinde bulunan Merv şehri Türk-İslam tarihinin en önemli... more ÖZET
Bugünkü Türkmenistan toprakları içerisinde bulunan Merv şehri Türk-İslam tarihinin en önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden biri olmuş, uzun bir süre Horasan bölgesinin en önemli şehirleri arasında yer almıştır. “Horasan’daki tüm şehirlerin anası” veya “Merv Şahların ve Sultanların Ruhu ” olarak tarif edilmiştir.
IX–XII. Yüzyıllar, devletler arasındaki kervan ticareti ve meta-para ilişkilerinin en parlak dönemi olarak kabul edilmektedir. Tarihi İpek Yolu üzerinde yerleşen Merv şehri; İran, Hindistan, Afganistan, Çin ve Türkistan’a giden kervan yollarının kavşak noktasında olma özelliğini uzun zaman içinde muhafaza etmiştir. Uluslararası ticaret yolları, Merv şehrinin gelişimi ve zenginleşmesi için çok uygun şartlar yaratmıştır. Şehri doğudan batıya ve güneyden kuzeye kesen önemli ticaret yolları buna büyük ölçüde katkı sağlamıştır. Bu çalışma kapsamında IX-XII. yüzyıllar arasında Merv’de, zanaatın , iç ve dış ticaretin gelişmesini, ticari-ekonomik ilişkilerde paranın rolünün önem kazanmasını ortaya koymayı amaçlamaktayız.
ABSTRACT
Merv city, located in nowadays’ Turkmenistan land, is the most important culture and civilization center of Turk-Islam history and also one of the important cities of Khurasan region. It is named as “mother of all cities of Khurasan” or “Soul of Merv Shahs and Sultans”.
IX-XII century is the golden age of caravan trade and commodity-money relations between countries. Merv city, situated on Silk Road, has been maintained the location feature as point of crossroads of Iran, India, Afghanistan, China and Turkistan caravan ways for a long time. International trade roads made suitable conditions for Merv city development and growth. The important trade roads, which crossed the city from east to west and from south to north, made a lot of contribution in its growth. In this study, we aimed to show the role of money in trade, development of inland and foreign trade, trade and economic ties in Merv in IX-XII century.
Öz Tarihsel süreçte Türk devletleri ile kadim sınır komşusu olan ve ilk dönemden günümüze kadar g... more Öz Tarihsel süreçte Türk devletleri ile kadim sınır komşusu olan ve ilk dönemden günümüze kadar genellikle mücadele halinde bulunulan Rusya'nın, siyasi tarihinin yanı sıra kültürel ögelerinin bilinmesi de büyük önem taşımaktadır. Zira askerî ve siyasi başarılar elde edebilmek için muhakkak iyi bir eğitim sistemi uygulanmalıdır. Eğitimin bir parçası tarih öğretimi ise, onun da en önemli kısımlarından birisi komşu ülkeler ile olan ilişkilerin öğrenilmesidir. Bu çalışmamızda Sovyetler Birliği'nde tarih eğitiminin bir parçasını teşkil eden Eskiçağ Tarihi ve Eski Türk Tarihi'nin öğretimi incelenecektir. Çalışmanın hacmi gereği diğer dönemlere girilmeyecektir. Abstract Knowing the political history as well as its cultural elements of Russia, which was in a border with Turkey numerously from the archaic times and in a struggle against it from then carries great importance. For military and political success, there should be a good education system. A part of the education is teaching history and a part of that is the history of the relationships with the neighbor countries. Teaching of Ancient History and Ancient Turkic History which was a part of the applied History education of period of Soviet Union is going to be examined in this study. Because of the scope of this study, other periods won't be analyzed.
Öz
Klasik ve modern İslam tarihi çalışmalarında Hz. Muhammed (sav)'in risâlet dönemi Mekke ve Me... more Öz
Klasik ve modern İslam tarihi çalışmalarında Hz. Muhammed (sav)'in risâlet dönemi Mekke ve Medine dönemi olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan Mekke döneminin ta‐ mamı ve Medine döneminin ilk altı yılı genellikle meşakkatle ve sıkıntılar ile doludur. 6/628 yılına gelindiğinde ise artık İslam tarihinin kırılma noktası gerçekleşmiştir. Yapılan Hudeybiye Seferi ve beraberinde Mekkeli müşriklerin İslam devletini resmen tanıdıkları Hudeybiye Barış Antlaşması'nın imzalanması ile Müslümanların zor günleri geride kalmış, İslam bir çığ gibi yayılmaya başlamıştır. Gerek sefer esnasında yaşanan olaylar gerekse nihayetinde imzalanan Hudeybiye Antlaşması'nın doğru tahlil edilmesi son derece önemlidir. Zira ilk başlarda olumsuz olarak değerlendirilen ve imzalandığı esnada olaya şahit olan sahabelerin de itirazlarına sebep olan bu antlaşma, kendisinden sonraki başlayacak olan İslamlaşma akımının odak noktasıdır. Bu seferin en önemli yönlerinden birisi ise, rahmet peygamberi olarak gönderilen Hz. Muhammed'in barışçı politikasının zirvesi niteliğinde olmasıdır. Seferin başından sonuna kadar Rasûlullah, bu tutumunu hiç bozmamış, nihayetinde Mekkeli müşriklerle zafer niteliğinde bir antlaşma imzalanmıştır. Bu çalışmada Hudeybiye Antlaşması'na giden süreçte yaşanan olaylar ve bu olaylar karşısında Hz. Muhammed (sav)'in barışçı siyaseti ortaya konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler
Hudeybiye, Hz. Muhammed, Sahabe, Mekke, Siyer
HUDEYBIYE EXPEDITION AND PROPHET MOHAMMED'S PEACE POLICY
Abstract
In the classic and modern Islamic history studies, the epistle period of Prophet Mohammed is divi‐ ded into two periods as Mecca and Medina Periods. Whole Mecca period and the first six years of Medina period are often identified with a great amount of difficulties. Within the sixth year of Hejira (628), an unexpected twist took place in Islamic history. Having experienced the Hudeybiye Expedition signed the Hudeybiye Peace Treaty with polytheists of Mecca as a result, hard times for the Muslims were left behind. Subsequently, the Islamic religion began to spread dramatically. It is of great significance that either the events during expedition or Hudeybiye Peace Treaty require intensive analysis. Although the treaty was considered as a negative act and was opposed by the companions initially, it is regarded as the milestone of the Islamization movement that began afterwards. Another aspect of this expedition is that it is seen as the greatest level of Prophet Mohammed’s peace policy in terms of its characteristics. The Prophet preserved his peaceful attitude until the end of the expedition and the treaty was welcomed as a sign of victory. The current study displays what was experienced on the way to Hudeybiye Treaty and Prophet Muhammad’s peaceful
political attitude during all the stages.
Keywords
Hudeybiye, Prophet Mohammed, Companions of Prophet, Sirah, Mecca
Papers by Mehmet Ali Kapar
Deleted Journal, Jun 25, 2024
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dergisi, Dec 30, 2022
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından iti... more Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından itibaren içgüdüsel bir şekilde her şeyi paylaşan kadın ve erkeğin arasında, medeniyetlerin gelişimiyle, özellikle yönetim alanında büyük bir uçurum oluşmuştur. Zamanla erkek egemen toplumlar meydana çıkmış ve kadınlar yönetimde arka planda kalmışlar, çoğu zaman erkek egemenliği kadın üzerinde genel bir tahakküm kurmuştur. Fakat mücadelesinden vazgeçmeyen kadın, bazı dönemlerde bu tahakkümü kırmayı başarabilmiş ve toplumun her kesiminde kendine yer edinmiştir. Toplumların oluşması ile yönetici erkler ortaya çıkmış ve yöneten ile yönetilen sınıflar doğmuştur. Nadiren de olsa yönetimi kadınların elinde tuttuğu bazı toplumlar olmakla birlikte genel olarak yönetim erkeklerin elinde olmuştur. Bu durumda ise kadın yönetime doğrudan müdahale edemese bile dolaylı yollardan müdahalelerde bulunarak etkisini sürdürmüştür. Kadının yönetime olan bu etkisi zaman, mekân ve toplumlara göre değişmiştir. Kadı...
Türkiyat araştırmaları dergisi, Aug 26, 2022
YÖNETİME ETKİLERİ BAĞLAMINDA ÜÇ İKTİDAR VE ÜÇ KADIN: TERKEN HATUN, HAYZÜRÂN, ELEANOR OF AQUİTAİNE THREE POWERS AND THREE WOMEN IN THE CONTEXT OF THEIR EFFECTS ON MANAGEMENT: TERKEN KHATUN, HAYZÜRAN, ELEANOR OF AQUITAINE, 2022
Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından iti... more Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından itibaren içgüdüsel bir şekilde her şeyi paylaşan kadın ve erkeğin arasında, medeniyetlerin gelişimiyle, özellikle yönetim alanında büyük bir uçurum oluşmuştur. Zamanla erkek egemen toplumlar meydana çıkmış ve kadınlar yönetimde arka planda kalmışlar, çoğu zaman erkek egemenliği kadın üzerinde genel bir tahakküm kurmuştur. Fakat mücadelesinden vazgeçmeyen kadın, bazı dönemlerde bu tahakkümü kırmayı başarabilmiş ve toplumun her kesiminde kendine yer edinmiştir. Toplumların oluşması ile yönetici erkler ortaya çıkmış ve yöneten ile yönetilen sınıflar doğmuştur. Nadiren de olsa yönetimi kadınların elinde tuttuğu bazı toplumlar olmakla birlikte genel olarak yönetim erkeklerin elinde olmuştur. Bu durumda ise kadın yönetime doğrudan müdahale edemese bile dolaylı yollardan müdahalelerde bulunarak etkisini sürdürmüştür. Kadının yönetime olan bu etkisi zaman, mekân ve toplumlara göre değişmiştir. Kadının doğrudan ülke yönetiminde bulunamadığı durumlarda etkilerini kocaları üzerinden gerçekleştirdiği de görülmüştür. Özellikle hükümdar eşleri yönetimdeki etkinliklerinin devamlı olması için sadece kendi eşleri üzerinden harekete geçmemişler, aynı zamanda ileride de kendi çocuklarının -hatta kendi çocukları arasından da kendilerinin daha rahat etkileyebilecekleri çocuklarının- hükümdar olması için mücadele etmişlerdir. Bu etkide en önemli unsur ait oldukları toplumların yönetimle ilgili örf, adet ve anlayışlarıdır. Zira inançlar, gelenek ve görenekler, toplumsal değerler kadınların etki alanlarını da belirlemiştir. Bu çalışmamızda üç farklı coğrafya -Batı Asya, Orta Aysa, Avrupa- ve üç farklı millete -Arap Türk, Frank- ait hükümdar eşlerinin yönetime olan etkileri incelenecek ve kıyaslama metodu uygulanarak yönetime etkilerinin benzer ve farklı yönleri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Karakterler incelenirken dönem kaynakları merkezli olarak ele alınacaktır.
Abstract
Since the first ages, women have fought for existence in every field. In general, with the development of civilizations, a huge gap has emerged between men and women who instinctively share everything since their existence, especially in the field of administration. In time, male-dominated societies emerged, and women remained in the background in the administration, and male dominance established a general dominance over women. But women who have not given up their struggle have been able to break this situation in many periods and have gained a place in all parts of society. With the formation of societies, the ruling classes emerged, and the ruling and managed classes were born. Although there are some societies that are rarely managed by women, in general, the government has been in the hands of men. In this case, even if the woman could not intervene directly in the administration, she intervened indirectly. This effect of women on management has changed according to time, place, and societies. In cases where the woman could not be directly in the country's administration, they realized their influence through their husbands. In particular, the monarch's wives not only acted on their own husbands to ensure the continuity of their activities in the administration, but also fought for their children to become rulers in the future. They tried to establish an order between their children that would make them comfortable, they have struggled to have their chosen child be the ruler. The most important factor in this effect is the customs, traditions, and understandings of the societies they belong to. Because beliefs, traditions and customs, social values have also determined the spheres of influence of women. In this study, the effects of monarch wives belonging to three different geographies -West Asia and the Middle East, Europe- and three different nations – Arabs, Turks, Franks - on management will be examined and similar and different aspects of their effects on management will be tried to be revealed by applying the comparison method. When studying the wives of rulers, sources of the period will be considered centrally.
Uploads
Books by Mehmet Ali Kapar
Anadolu toprakları tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış,
bu medeniyetlerden birisi yıkılırken diğeri kurulmuştur. Bu yüzden bazı bilim insanları Anadolu’yu “Medeniyetler Mezarlığı” olarak dlandırmışlardır. Tarihin ilk devirlerinden itibaren Anadolu, seyyahların/gezginlerin uğradığı başlıca yerlerden olmuştur. Seyyahlar, zaman zaman gezip gördükleri yerlerin ve buralarda duyup işittiklerinin bir kısmını yazıya geçirmişlerdir. Bu sayede günümüze kadar gelmiş olan eserlerin, Anadolu ile ilgili yazılmış olanlarının sayısı da bir hayli fazladır. Gezi notlarının ve gezilerle ilgili hatıraların kaydedildiği eserler olan seyahatnameler,
yolculuk yapılan yöreye ait gözlemler taşıdığı için önemlidir. Bu yönüyle
seyahatnameler, bir yandan da tarihi belge özelliği taşırlar. Seyyahlar kişisel meraklarını tatmin etmek amacıyla seyahat ettikleri gibi; elçilik faaliyetleri yapmak, mektuplar götürmek, ajanlık ederek ülkesine bilgi sağlamak gibi pek çok nedenle de seyahat etmişlerdir. Ayrıca özellikle Ortaçağ’da misyonerlik faaliyetleri nedeniyle de çok miktarda seyahatler yapılmıştır. Ülkemizde son yıllarda şehir tarihçiliği üzerine ayrıntılı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalarda arkeolojik bulgulardan, tarihi vesikalardan, kitabelerden vs. yararlanılmaktadır. Özellikle tarihi defter kayıtları ve arşiv bilgileri resmi nitelikli olduğu için en çok başvurulan kaynaklardandır. Ancak bir toplumun veya bölgenin bütün tarihinin sadece bu kaynaklar doğrultusunda genelleyerek ortaya
koymak yanlış olur. Özellikle resmi nitelikli vesikalar sübjektif olması nedeniyle yanlı kalmakta, objektif bir değerlendirmeye mâni olmaktadır. Bu nedenle olayların değerlendirilmesinde ikinci bir materyale ihtiyaç duyulmakta ve seyahatnamelerde tam bu noktada devreye girmektedir. Bir seyyah eserinde gezip gördüğü yerleri ve başından geçen diyalogları okuyucuya daha iyi aktarabilmek için bölgeyi çok iyi betimlemekte, eğer varsa o bölgeye ait görsel kaynaklardan, küçük ölçekli harita ve planlardan faydalanmaktadır. Bu malzemeler bölge coğrafyası hakkında genel bilgi vermekte ve kentlerin fiziki yapısını da anlatmaktadır.
Seyahatnamelerin içerdikleri gravür ve fotoğraf gibi malzemeler de, kent tarihçiliği açısından olmazsa olmazlardandır ve bu özellikleri birçok kent tarihçisinin fazlasıyla dikkatini çekmektedir.
Anadolu Coğrafyası tarihin erken dönemlerinden itibaren Asya ve Avrupa
arasında bir geçiş noktası olma özelliğini taşımakla beraber, birçok ticaret yolunun da geçtiği bir alandır. Bu özelliğinden dolayı çok sayıda gezgin-coğrafyacı bu yolları takip ederek şehirler hakkında bilgi sahibi olmuştur. Kent tarihçileri çalışmalarında en az seyahatnameler kadar bilgi veren coğrafi eserlerden de faydalanmıştır. Bu coğrafya eserlerinin bazılarında yazar bizzat bölgeye gidip inceleme yaparak; bazen de bölgeye gitmeyerek fakat topladığı bilgiler vasıtasıyla sanki şehri görmüş gibi anlatmaktadır.
Geçmişten günümüze Karaman/Lârende iline ait birçok ilmi çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda şehrin başta tarihi ve coğrafyası olmak üzere tüm yönleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Ayrıca bunlara her geçen gün yenileri eklenmektedir. Mutlaka yapılan bu çalışmalarda seyahatnamelere de yer verilmiş ve istifade edilmiştir. Fakat bugüne kadar Karaman özelinde seyahatnameler temelli bir çalışmanın yapılmamış olması, ilmi açıdan bir eksikliktir. Elinizdeki eser, bu eksikliğin doldurulması amacıyla hazırlanmıştır.
Çalışmamızda Karaman/Lârende ili ve bölgesi hakkında bilgi veren seyyahların seyahatnameleri merkeze alınmıştır. Bunun yanı sıra şehir hakkında bilgi veren coğrafya eserleri ve hatıra yazıları gibi eserlerde göz önünde bulundurulmuştur. Usul olarak dört ayrı başlık halinde şehrin tarihi, çağ taksimine uygun bir şekilde bölünmüştür. Bu şekilde dönemsel olarak seyyahların gözünden şehrin bir portresinin çizilmesi amaçlanmıştır.
Çalışmamızın ilk başlığı Prof. Dr. Mehmet Kurt tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde 19. Yüzyıl Batı Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Antik Çağda Karaman başlığı altında öncelikle Karaman’ın Antik çağlardaki görünümü ortaya konmuş, ardından 19. Yüzyılda Karaman’a uğrayan batılı seyyahların eserlerinde geçtiği şekliyle, bölgenin antik çağ tarihine ve yerleşimine dair bilgiler verilmiştir. İlgili bölümde Karaman bölgesini ziyaret eden on dört seyyah ve tarihi coğrafya araştırmacısının eseri incelenmiş ve bulgular ortaya konmuştur. Sonunda ise genel bir değerlendirme yapılarak ekler bölümünde seyyahların eserlerinde çizmiş oldukları gravürler başta olmak üzere, diğer görsellere yer verilmiştir.
İkinci başlık Mehmet Ali Kapar tarafından hazırlanmıştır. Bu
başlık altında Ortaçağ Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Karaman ve Karamanoğulları incelenmiştir. İlk olarak seyyah ve eseri tanıtılmıştır. Ardından Ortaçağ’da Karaman’ın genel görünümü ortaya konmuş, daha sonra ilgili dönemde bölgeye uğrayan seyyahların eserlerinde anlatıldığına göre Karaman ve Karamanoğullarına ait bilgiler verilmiştir. Burada yedi ayrı eser incelenmiş ve verilen bilgiler karşılaştırmalar yapılarak ortaya konmuştur. Sonunda ise
genel bir değerlendirme yapılmış ve ekler bölümünde eserlere ait görseller verilmiştir. Üçüncü başlık Prof. Dr. Hüseyin Muşmal ve Araştırma Görevlisi Emre Koç tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde Osmanlı Dönemi Seyahatnamelerinde ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman Vilayeti ele alınmıştır. İlk başta XV. ve XX. yüzyıllar arasında Karaman’a uğramış olan seyyahlar ve eserleri hakkında, varsa kısaca bilgi verilmiş, seyahatin ne zaman, nasıl ve hangi şartlarda yapıldığı ele alındıktan sonra, seyyahların Karaman ile ilgili gözlemlerine kronolojik olarak değinilmiştir. Seyyahların Karaman’la ilgili eserlerinde verdiği bilgiler, günümüz
Türkçesi’ne çevrilerek, olduğu gibi veya sadeleştirilerek metne aktarılmıştır. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi ise özel olarak irdelenmiş, seyyahın çizmiş olduğu panorama mümkün olduğunca canlı verilmiştir. Toplamda ise kırka yakın seyyahın seyahatnamesi ele alınmış ve sonunda genel bir değerlendirme yapılmıştır. Dördüncü başlık Dr. Öğr. Üyesi Erol Yüksel tarafından hazırlanmıştır. Seyahatname ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman (1875-1951) başlığı altında 1875-1951 yılları arasındaki dönemde Karaman’ı ziyaret eden seyyahların seyahatnameleri
ve döneme ait tarihî coğrafya eserleri incelenmiştir. Çalışmanın kaynakları
kullanılırken, araştırmacının ya bizzat gezerek ya da bölgedeki kaynakları
kullanarak yayımlamış olması esas alınmıştır. Çoğu zaman referans kaynaklar birbirleriyle mukayese edildiği gibi, ilmi çerçeveden aktardıkları bilgilerden çelişkili veya sübjektif yanlar mümkün olduğu kadar değerlendirilmiş fakat kısmen de olduğu şekliyle verilmiştir. Bölümde ilk başta eserlere dayalı olarak şehrin genel görünümü verilmiş, ardından coğrafi özellikleri, idari, demografik, sosyal ve ekonomik yapısı ortaya konmuştur. Toplamda yirmiye yakın eser incelenmiş, yapılan çalışmanın sonunda elde edilen bulgular değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Son olarak çalışmanın yayımlanması aşamasında desteklerini gördüğümüz Karaman Belediyesi’ne teşekkürü bir borç biliriz.
Mehmet Ali KAPAR
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Selçuklu devletleri gerek İslamlaşma gerekse Anadolu’nun Türkleştirilmesi
sürecinin kilit noktasıdır ve yeni nesillere aktarılması önem arz etmektedir. Bu çalışmada Millî Eğitim Bakanlığının yayınladığı eğitim müfredatlarında Selçuklu devletlerinin işlenişi ve bu doğrultuda hazırlanan ders kitaplarına yansıması ele alınacaktır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanılmıştır. Araştırmanın kaynakları olarak 1923’ten günümüze yayınlanmış ilk, orta ve lise ders müfredat programları, programlar üzerine yapılan çalışmalar ile ders kitapları ve Selçuklu tarihi üzerine yapılan araştırmalar esas alınmıştır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanıldığından veri kaynakları dönemlere yönelik kategorilere ayrılarak incelenmiştir. Araştırmada ortaya çıkan Cumhuriyet Dönemi’nde yayınlanmış tarih ders programları, ders kitaplarının yayınlandıkları dönemin siyasi eğilimleri ile tarih anlayışlarını da yansıttıkları ve dönemlere göre ortaokul tarih programlarının değişim gösterdiği gerçeği de dikkate alınmıştır.
W. F. Ainsworth, bölgede elde ettiği bilgileri ilk elden hemen yayımlamak ihtiyacı hissetmiş olmalı ki 1839 yılında ‘Journal of the Royal Geographic Society of London’ adlı süreli yayının 9. cildinin 216-276. sayfalarında ‘Note on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Agora, in the Autumn of
1838’ başlığıyla yayımlamıştır. Biz elinizdeki çeviriyi, müellifin bu eserinden Türkçeleştirdik.
Yazar, 1842 yılında Londra’da, iki cilt olarak kaleme alacağı ‘Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia’ adlı kitabının birinci cildinin ikinci bölümünün 24-135. sayfaları arasında bizim çevirisini yaptığımız bölümünün aynı bilgilerini derleyip biraz genişleterek
yeniden okuyucusunun dikkatine sunmuştur. Ainsworth’un bu eserinde verdiği resimleri biz de elinizdeki çeviri kitapta kullandık. W. F. Ainsworth’un bu gezileri 1835-1837 yıllları arasında tüm Anadolu ile birlikte Fırat Havzası ve İran’ı da kapsamıştı.
Doktor, coğrafyacı, jeolog ve seyyah olan W. F. Ainsworth, 9 Kasım 1807’de İngiltere’nin güneybatı bölgesinde bulunan Exeter’de doğmuş ve aynı kentte 1896 yılında ölmüştür. Pek çok başarılı işe imza atmış olan Ainsworth, 1827’de Edinburgh’taki ‘Royal College of Surgeons’ öğrenim
görerek doktor olmuş ve 1831 yılında ‘kolera’ üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştır.
Ayrıca Paris’te maden, jeoloji eğitimi almış ve 1830’da ‘Journal of Natural Geographical Science’’ı kurmuştur. 1841 yılından itibaren İngiltere’de Ainsworth’s Magazine, Bentley’s Miscellany ve New Monthly Magazine adlı çeşitli dergiler yayımlamasının yanı sıra antik yazarlardan Xenophon’un
Anabasis’i üzerinde de çalışmaları olmuştur. Bu magazin dergilerinden 1885 yılında yayımladığı Bentley’s Miscellany’nin 37. sayısının 235-241. sayfalarında Karadeniz ile ilgili olarak “The Resources of the Anatolian
Shores of the Black Sea” başlıklı bir makale daha kaleme almıştır.
‘Syro-Egyptian Society’, Royal Geographical Society’ ve ‘Society of Antiquariest’’ın üyeliklerini de yürütmüş olan Ainsworth, ‘West London Hospital’’ın da kurucusu olmuştur
b. Avf, aynı zamanda Resulullah’ın peygamberliğini açıklamasından
sonra ilk iman edenlerdendir. Hz. Peygamber, Mekke
müşriklerinin saldırılarından emin olmak ve daha rahat bir şekilde
ibadet edebilmek amacıyla Erkam’ın evine girip burada
gizli davete başlamasından önce Hz. Ebu Bekir vasıtası ile
Müslüman olmuştur. O, ilk sekiz Müslüman’dan birisidir.
Abdurrahman b. Avf, iman ettikten sonra Hz. Peygamber’in
yanında bulunmaya gayret göstermiş, Mekke dönemindeki işkencelere
göğüs germiş, hicret izninin verilmesi ile birlikte iki
kez Habeşistan’a, ardından da bütün mal varlığını Mekke’de
bırakarak Hz. Peygamber’le birlikte Medine’ye hicret etmiştir.
Bundan sonraki süreçte de her an Hz. Peygamber ile birlikte
olmuş, onun tüm gazvelerine katılmıştır. Özellikle Uhud
Savaşı’nda yirmiden fazla yara almış, hatta bu savaşta ayağına
aldığı yara nedeniyle ömrü boyunca engelli kalmıştır.
Yine Uhud’da İslam ordusunun dağıldığı anda Resulullah’ın
çevresinde kalan on beş sahabiden birisidir.
Abdurrahman b. Avf ticaret ile meşgul olmuş ve bu alanda
büyük başarı göstererek ashabın en zenginlerinden birisi haline
gelmiştir. O, hicret öncesinde elde ettiği kazancını Mekke’de
10
bırakarak Resulullah’a kavuşmak arzusuyla Medine’ye hiçbir
mal varlığı olmadan gitmiştir. Hicretin ardından da kimseye
yük olmamak için Medine pazarında ticarete başlamış ve kısa
zamanda tekrar büyük servet elde etmiştir. Fakat bu serveti biriktirmesi
ile değil, Allah yolunda sürekli harcamasıyla İslam
tarihinde yerini almıştır. Başta Tebük Seferi olmak üzere İslam
ordusunun çıkmış olduğu seferlerin birçoğunda orduya en
çok bağışı yapanlardan birisi olmuştur. Vefat etmeden önce de
mirasının büyük kısmını yine bağışlamıştır.
Hz. Peygamber hayatta iken sürekli yanında olan Abdurrahman
b. Avf, vefatından sonra da onun halifelerinin en büyük
destekçilerinden olmuş ve onların istişare ettikleri kişilerin
başında gelmiştir.
Bu kitapta Resulullah’ın sahabilerinin önde gelenlerinden
Abdurrahman b. Avf’ın hayatını bütün yönleriyle ortaya
koymaya çalıştık. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi o,
Müslüman olduğu günden vefatına kadar örnek bir şahsiyet
olmuştur. Günümüzde de onun başta Hz. Peygamber’e olan
bağlılığı ve ticari ahlakı olmak üzere hayatından örnek alınması
gereken çok yön vardır.
Her birisi bir yıldız niteliğinde olan ve Kur’an’ı Kerim’de “Muhâcirlerin ve Ensarın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur” (Tevbe, 9/100) ayetiyle ifade edilen Hz. Peygamber’in arkadaşları olan sahabiler, kuşkusuz bütün Müslümanlar için örnek nesildir. Rasûlullah’ın kendi elleriyle şekillendirdiği bu kutlu nesil, kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslümanlara rehberlik edecektir. Onların rehberliğini belirli bir alanda sınırlandırmamak, her zaman ve zeminde onların örnekliğine müracaat etmek gerekir. Bu durum sadece Hz. Peygamber’in uygulamaları için değil, aynı zamanda vahyin her bir anına şahitliklerinden dolayı bir zorunluluktur.
Sahabeyi tanımak Hz. Peygamber’in yaşantısını, mücadelesini, tebliğini ve sünnetini tanımak demek olmanın yanı sıra diplomatik anlayışını, gayrimüslimler ile olan ilişkilerini anlamak anlamına da gelmektedir. Zira Hz. Peygamber diplomatik temaslarını bu sahabile-rin vasıtasıyla gerçekleştirmiştir. Sahabilerin hayatını okumak sıradan bir biyografi okumaktan ziyade, Hz. Peygamber’in davasının hayata geçmiş hâlini okumaktır. Sahabiler, yine Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle “İnsanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet”tir (Âl-i İmrân 3/110).
Medine’ye hicretin akabinde Hz. Muhammed’in (sav) elçiler ve Ġs-lam’a davet mektupları vasıtasıyla sağlanan devlet düzeyindeki ilişkile-ri, daha sonraki dönemlere de örneklik teşkil etmesi bakımından ol-dukça önemlidir. Hz. Peygamber’in devlet yönetme geleneğini anla-yabilmek için diplomat olarak seçtiği kişilerin bu yönlerinin bilinmesi gerekmektedir.
Hz. Muhammed (sav), Ġslam dinini insanlara tebliğ görevini zor kullanma üzerine değil, ikna temeli üzerine oturtmuştur. Savaşı son seçenek olarak görmüştür. Bu noktada Hz. Peygamber diplomasinin yeterli olduğu ve diplomasi ile çözebileceği durumlarda hiçbir zaman askerî güç kullanmamıştır. Muhatap olduğu ya da olacağı kişi veya topluluklara önce elçiler ve mektuplar göndermiştir. Bu mektupların sayısı yüzler ile ifade edilecek kadar çoktur.
Rasûlullah (sav) zamanında, günümüzde olduğu gibi özel olarak yetiştirilmiş ve meslek olarak bunu icra eden elçiler yoktur. Dolayısıyla böyle bir meslek grubu da yoktur. Hz. Peygamber duruma ve şartlara göre en uygun kişiye bu görevi vermiştir. Ayrıca henüz Ġslamiyet’in Hicaz bölgesi dışına yeni çıkıyor olması ve bugünkü anlamda bir idari yapılanmanın mevcut olmaması nedeniyle Hz. Peygamber’in gönder-diği bu görevliler, birden fazla görevi de yerine getirmekteydiler. Bu görevler: Ġslam’ı tebliğ etmek ve yeni Müslüman olanlara Ġslam’ın kurallarını öğretmek, Müslümanların problemlerini çözecek fetva işleri (hukuki) ile uğraşmak, can ve mal güvenliği ile genel asayişi temin etmek gibi idari (valilik) görevlerdi. Hz. Peygamber’in sohbetine katı-lanlar anlamında bir terim olan sahabilerden mektupları götüren her bir görevli, aynı anda bir elçidir yani diplomattır. Bu sahabiler gelişi güzel seçilmemiş, her birisi bu göreve getirilirken farklı yönleriyle ön plana çıkmıştır. Özellikle hükümdarlara gönderilecek olan sahabilerin seçimi özel bir işti ve bu gönderilen elçiler, sahabilerin en seçkinlerin-den seçilmişti. Zira onların gittikleri yerlerde Ġslam’ı anlatmaları ve kendilerine sorulan sorulara hakkıyla cevap vermeleri gerekmekteydi. Rasûlullah (sav), ashabın arasından elçileri; yumuşak huylu, ikna ve hitabet kabiliyeti yüksek, kuvvetli deliller getirme özelliğine sahip, belagat (sözü açıkça söyleyebilme) ve fesahat (sözü kusursuz söyleye-bilme) sahibi, zeki ve mümkünse gönderilecek ülkenin dilini bilen kimselerden seçerdi. Ayrıca bu kişilerin çoğu fiziki özellikleri ve hitabet yetenekleri ile de ön plana çıkmaktaydılar. Yine gönderilecek bölgenin yöneticisini tanıyan, iyi ilişkiler kurmuş ve daha önce belirli bir hukuk-ları oluşmuş sahabiler varsa onlar öncelikli olarak görevlendirilirdi.
Çalışmamızda Hz. Peygamber’in diplomatik görevler verdiği saha-bilerden tespit edebildiklerimizi bu yönleri ile ele aldık. Çalışmanın hacmi ve kapsamı gereği ele aldığımız sahabilerin hayatlarını biyogra-fik bir şekilde anlatma yoluna gitmedik. Onlar hakkında tanıtıcı kısa bir bilgi verdikten sonra diplomatik faaliyetleri ile ilgili hususları, dönem kaynaklarını merkezli olarak ele aldık. Rivayetleri olduğu gibi aktarmak yerine kıyaslamalar yaparak sebep-sonuç ilişkisi içerisinde irdele-dik. Ayrıca Hz. Peygamber döneminde olmasa bile daha sonra elçilik vazifesi ile görevlendirilmiş bir sahabi varsa onu da konuya dâhil ettik.
Eserde yer verdiğimiz sahabiler hakkında birçok çalışma yapılmış, başta siyer kitapları ve tabakât eserleri olmak üzere pek çok yerde biyografileri verilmiştir. Bizi bu çalışmaya iten neden ise tematik yakla-şımla bir insanın tüm yönlerini ele almaktan ziyade, belirli bir konu üzerindeki ortak tavırlarını ortaya koyma düşüncesi olmuştur.
Yukarıda bahsedildiği üzere Rasûlullah (sav) tarafından yazdırıldığı aktarılan ve birçoğunun tam metni kaynaklarda verilen mektupların sayısı yüzlerle ifade edilecek kadar çoktur. Fakat bu mektupların me-tinlerine gösterilen ilgi, mektubu götürene gösterilmemiştir. Bundan dolayı çoğu mektubu götüren sahabi ya belli değildir ya da görüşme-nin ayrıntıları verilmemiştir. Dolayısıyla birçok görüşmenin ayrıntısına girilememiştir.
Çalışmanın giriş bölümünde Ġslamiyet öncesi Arap diplomasisi ve Arabistan Yarımadası’nın siyasî yapısı kısaca anlatıldıktan sonra Hz. Peygamber’in diplomatik anlayışı hakkında bilgilendirmeler yapılmış-tır. Birinci bölümde diplomatik görevler verilen sahabiler tespit edilip bunların her birisi ayrı başlık hâlinde kaynaklarda geçtiği kadarıyla tek tek ortaya konulmuştur. İkinci bölümde ise elde edilen veriler ışığında sahabilerin ve görüşmelerin ortak ve ayrışan özellikleri, seçimleri gibi konular üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır.
Bu çalışmayı nasip eden Rabbime hamd, onun Rasûlü’ne, ehli-beytine ve tüm sahabesine salat olsun. Sahabe neslini anlamada kü-çük bir hayra vesile olması duasıyla...
Çalışma ve gayret bizden, tevfik ise yüce Rabbimizdendir.
Mehmet Ali KAPAR
Karaman 2020
grupları oluşturmuşlar, ardından bunların birleşmesiyle
de devlet teşkilatlanmalarını kurmuşlardır. Zamanla bu toplumların
siyasî, dinî, ticari, askerî ilişkilerini düzenleyip yürütmek ve aralarında
oluşan ihtilafları çözmek için elçilik kurumları tesis edilmiş ve kısa
sürede yaygınlaşmıştır. Zira savaşlar yoluyla halledilemeyen hatta
işlerin daha da karmaşık hâle geldiği dönemlerde, birçok sorunun elçiler
vasıtasıyla çözülebildiği görülmüştür.
Günümüzde gelişen teknolojiler ile mesafe kavramı günden güne
kısalmakta hatta ortadan kalkmakta ve sınırlar sadece haritalar
üzerinde kalmaktadır. İnsanlığın nüfusunun giderek çoğalması ve
devletlerin sayısının artması sonucunda, uluslararası ilişkiler ve
diplomasi giderek önem kazanmaktadır. Bu noktada Müslüman
devletler için İslâm dininin diplomasi anlayışının, kurulan ilk İslâm
Devleti’nde uygulanan diplomatik teamüllerin ve günümüz diplomasisinin
mukayesesinin yapılması büyük önem arz etmektedir.
Bundan dolayı diplomatik ilişkilerin yürütücüsü konumunda olan
elçiliğin mahiyeti, elçinin görevleri ve elçi seçiminde dikkat edilecek
hususların tespit edilmesi gerekmektedir. Bu kadar mühim bir konu
üzerinde müstakil bir çalışmanın yapılmamış olması bizi bu konuyu
araştırmaya sevk etmiştir.
Hz. Muhammed’in (as) risâletinin başlangıcından 622 yılında
hicret etmesine kadar geçen yaklaşık on iki yıllık sürece “Mekke
Dönemi” denilir. Bu dönem içinde Hz. Peygamber, Kureyş’in katı
tutumu ve diğer kabilelerle olan kısıtlı teması nedeniyle İslâm’ı
tebliğ konusunda istediği seviyeye gelememiştir. Hicret’in akabinde “Medine Dönemi” başlamış, bundan sonra şekillenmeye başlayan
İslâm devleti, siyasî, askerî ve içtimaî başarılar elde etmiştir. Bu
başarıların sonucunda da Rasûlullah, daha rahat hareket ederek
Arabistan yarımadasının en uç noktalarına kadar irtibata geçebilmiş,
hatta Doğu Roma İmparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük
devletlerle de diplomatik temaslarda bulunabilmiştir.
Sadece kendi zamanı için değil bütün zamanlar için örnek model
olarak gönderilen Hz. Peygamber’in kurduğu ve İslâmî bir anlayış
ile şekillendirdiği “Asr-ı Saâdet” Dönemi’nin anlaşılması önem arz
etmektedir. Zira bu dönem, kendinden sonra gelen dönemlerin ve
kurulan İslâm devletlerinin olduğu gibi, günümüz toplumunun şekillendirilmesi
için de referans niteliğindedir.
Asr-ı Saâdet Dönemi’ni daha iyi anlayabilmek için Hz.
Peygamber’in diplomatik faaliyetlerinin bütün yönleriyle ortaya konulması
gerekmektedir. Medine’ye hicret öncesinde Hz. Peygamber’e
diğer kabilelerin bakış açılarını görmek, hicret sonrasında ise İslâm
Devleti’nin dış siyasetinin temel yapı taşlarını belirleyebilmek ve
Arap kabilelerine karşı izlenen diplomatik yöntemleri tespit edebilmek
için Hz. Peygamber’in heyetler/elçiler ile olan münasebetlerinin
iyi bilinmesi gerekmektedir.
Kaynaklarda Hz. Peygamber’e gelen heyetlerin sayıları ve geldikleri
tarihlerle ilgili olarak değişik rivayetler verilmektedir. Bu rivayetler
verilirken de ihtilafa düşülmüş ve tam bir kronolojik yerleştirme
yapılamamıştır. Konuyu ele alan klasik ve modern İslâm
tarihi çalışmalarında da bu problem devam etmiş, ortak bir sonuca
varılamaması neticesinde tarihlendirme problemi ortaya çıkmıştır.
Çalışmamızda bu tarihlendirme problemleri çözülmeye gayret sarf
edilmiştir.
Çalışmamız bir giriş ve üç ayrı bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
konunun tam olarak anlaşılabilmesi için elçilik ve diplomasi
kavramlarının köken ve etimolojik yapısı üzerinde durulmuştur.
Ayrıca konumuza temel teşkil etmesi bakımından İslâmiyet öncesi Arap yarımadasındaki diplomasi geleneği ile Hz. Muhammed’in (as)
diplomatik kişiliğinin oluşumu incelenmiştir.
Birinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen heyetler ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Mekke Dönemi’nde gelen heyetler incelenirken
rivayetlerin tahlilleri özellikle yapılarak elemeye tabi tutulmuştur.
Medine Dönemi’nde gelen heyetler ise tespit edilerek Medine dönemi,
Senetü’l-Vüfûd’dan önce ve bu senede gelen heyetler olarak
tasnif edilmiştir.
İkinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen elçilik heyetlerinin özellikleri,
heyetlerin teşekkülleri esnasında dikkat edilen hususlar, heyetlerin
geliş nedenleri ve yetkileri üzerinde durulmuştur.
Üçüncü bölümde Hz. Peygamber’in elçilerle görüşmeleri ve bu
esnadaki tutumu ayrıntılı olarak incelenmiş ayrıca yine bu görüşmeler
esnasında elçilerin de Hz. Peygamber’e karşı tutumları ortaya
koyularak görüşmeler esnasında Müslüman olan bu kabilelerin
İslâmlaşmaya etkileri incelenmiştir.
Papalk, Do uda ise Karamano ullar ve Akkoyunlu gibi devletlerde rahatszlk uyandrm tr. Özellikle Uzun
Hasan, Fatihi kendisine rakip olarak görmü tür. Bu yüzden Venedikten Papal a, Karamano ullarndan
sfendiyaro ullarna kadar pek çok devlet ve Türkmen beyli i ile ittifak kurma yoluna gitmi tir. Osmanl-Venedik
sava larnn ba lamas üzerine Venedikliler de do uda ikinci cephe açmak gayesi ile Karamano ullar Beyli i ve
Akkoyunlu Devleti ile ittifak olu turma aray larna girmi tir. Amaçlarn gerçekle tirmek için de do u ülkelerine
elçiler göndermeye ba lam tr. Di er yandan Karamano ullar topraklarn dolaysyla siyasi üstünlü ünü
kaptrmamak için Osmanl Devletine kar dü manca bir tutum içine girmi tir. Ancak Osmanllar ile mücadele
edecek güçte olmad için onlar da batdan müttefik arama cihetine yönelmi lerdir. Her iki tarafn da ortak gayesi
do u ve batdan yaplacak taarruzlar ile Osmanlı Devletini ortadan kaldrmaktr. Bu devletler arasnda irtibat
sa lama ve koordine etme i i ise elçilere verilmi tir. Venedikliler bu süreçte birçok elçisini do uya göndermi tir.
Elçilerin görevleri ba ta Akkoyunlular olmak üzere Karamano ullar dâhil tüm Osmanl kar t unsurlar harekete
geçirmektir. Bu elçilerden Caterino Zeno, Ambrogio Contarini ve Josaphat Barbaro bizzat Karaman beyleri ile
görü mü , sava lara i tirak etmi , elde edilen kalelerden bazlarn Karamano ullarna teslim etmi lerdir. Bu
çal mamzda Venedik elçilerinin Osmanl Devleti-Karamano lu Beyli i ili kilerindeki etkileri elçi notlar ve
dönem kaynaklar nda ele alnm tr.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Venedik, Akkoyunlular, Karamano ullar, Elçi
Bugünkü Türkmenistan toprakları içerisinde bulunan Merv şehri Türk-İslam tarihinin en önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden biri olmuş, uzun bir süre Horasan bölgesinin en önemli şehirleri arasında yer almıştır. “Horasan’daki tüm şehirlerin anası” veya “Merv Şahların ve Sultanların Ruhu ” olarak tarif edilmiştir.
IX–XII. Yüzyıllar, devletler arasındaki kervan ticareti ve meta-para ilişkilerinin en parlak dönemi olarak kabul edilmektedir. Tarihi İpek Yolu üzerinde yerleşen Merv şehri; İran, Hindistan, Afganistan, Çin ve Türkistan’a giden kervan yollarının kavşak noktasında olma özelliğini uzun zaman içinde muhafaza etmiştir. Uluslararası ticaret yolları, Merv şehrinin gelişimi ve zenginleşmesi için çok uygun şartlar yaratmıştır. Şehri doğudan batıya ve güneyden kuzeye kesen önemli ticaret yolları buna büyük ölçüde katkı sağlamıştır. Bu çalışma kapsamında IX-XII. yüzyıllar arasında Merv’de, zanaatın , iç ve dış ticaretin gelişmesini, ticari-ekonomik ilişkilerde paranın rolünün önem kazanmasını ortaya koymayı amaçlamaktayız.
ABSTRACT
Merv city, located in nowadays’ Turkmenistan land, is the most important culture and civilization center of Turk-Islam history and also one of the important cities of Khurasan region. It is named as “mother of all cities of Khurasan” or “Soul of Merv Shahs and Sultans”.
IX-XII century is the golden age of caravan trade and commodity-money relations between countries. Merv city, situated on Silk Road, has been maintained the location feature as point of crossroads of Iran, India, Afghanistan, China and Turkistan caravan ways for a long time. International trade roads made suitable conditions for Merv city development and growth. The important trade roads, which crossed the city from east to west and from south to north, made a lot of contribution in its growth. In this study, we aimed to show the role of money in trade, development of inland and foreign trade, trade and economic ties in Merv in IX-XII century.
Klasik ve modern İslam tarihi çalışmalarında Hz. Muhammed (sav)'in risâlet dönemi Mekke ve Medine dönemi olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan Mekke döneminin ta‐ mamı ve Medine döneminin ilk altı yılı genellikle meşakkatle ve sıkıntılar ile doludur. 6/628 yılına gelindiğinde ise artık İslam tarihinin kırılma noktası gerçekleşmiştir. Yapılan Hudeybiye Seferi ve beraberinde Mekkeli müşriklerin İslam devletini resmen tanıdıkları Hudeybiye Barış Antlaşması'nın imzalanması ile Müslümanların zor günleri geride kalmış, İslam bir çığ gibi yayılmaya başlamıştır. Gerek sefer esnasında yaşanan olaylar gerekse nihayetinde imzalanan Hudeybiye Antlaşması'nın doğru tahlil edilmesi son derece önemlidir. Zira ilk başlarda olumsuz olarak değerlendirilen ve imzalandığı esnada olaya şahit olan sahabelerin de itirazlarına sebep olan bu antlaşma, kendisinden sonraki başlayacak olan İslamlaşma akımının odak noktasıdır. Bu seferin en önemli yönlerinden birisi ise, rahmet peygamberi olarak gönderilen Hz. Muhammed'in barışçı politikasının zirvesi niteliğinde olmasıdır. Seferin başından sonuna kadar Rasûlullah, bu tutumunu hiç bozmamış, nihayetinde Mekkeli müşriklerle zafer niteliğinde bir antlaşma imzalanmıştır. Bu çalışmada Hudeybiye Antlaşması'na giden süreçte yaşanan olaylar ve bu olaylar karşısında Hz. Muhammed (sav)'in barışçı siyaseti ortaya konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler
Hudeybiye, Hz. Muhammed, Sahabe, Mekke, Siyer
HUDEYBIYE EXPEDITION AND PROPHET MOHAMMED'S PEACE POLICY
Abstract
In the classic and modern Islamic history studies, the epistle period of Prophet Mohammed is divi‐ ded into two periods as Mecca and Medina Periods. Whole Mecca period and the first six years of Medina period are often identified with a great amount of difficulties. Within the sixth year of Hejira (628), an unexpected twist took place in Islamic history. Having experienced the Hudeybiye Expedition signed the Hudeybiye Peace Treaty with polytheists of Mecca as a result, hard times for the Muslims were left behind. Subsequently, the Islamic religion began to spread dramatically. It is of great significance that either the events during expedition or Hudeybiye Peace Treaty require intensive analysis. Although the treaty was considered as a negative act and was opposed by the companions initially, it is regarded as the milestone of the Islamization movement that began afterwards. Another aspect of this expedition is that it is seen as the greatest level of Prophet Mohammed’s peace policy in terms of its characteristics. The Prophet preserved his peaceful attitude until the end of the expedition and the treaty was welcomed as a sign of victory. The current study displays what was experienced on the way to Hudeybiye Treaty and Prophet Muhammad’s peaceful
political attitude during all the stages.
Keywords
Hudeybiye, Prophet Mohammed, Companions of Prophet, Sirah, Mecca
Papers by Mehmet Ali Kapar
Abstract
Since the first ages, women have fought for existence in every field. In general, with the development of civilizations, a huge gap has emerged between men and women who instinctively share everything since their existence, especially in the field of administration. In time, male-dominated societies emerged, and women remained in the background in the administration, and male dominance established a general dominance over women. But women who have not given up their struggle have been able to break this situation in many periods and have gained a place in all parts of society. With the formation of societies, the ruling classes emerged, and the ruling and managed classes were born. Although there are some societies that are rarely managed by women, in general, the government has been in the hands of men. In this case, even if the woman could not intervene directly in the administration, she intervened indirectly. This effect of women on management has changed according to time, place, and societies. In cases where the woman could not be directly in the country's administration, they realized their influence through their husbands. In particular, the monarch's wives not only acted on their own husbands to ensure the continuity of their activities in the administration, but also fought for their children to become rulers in the future. They tried to establish an order between their children that would make them comfortable, they have struggled to have their chosen child be the ruler. The most important factor in this effect is the customs, traditions, and understandings of the societies they belong to. Because beliefs, traditions and customs, social values have also determined the spheres of influence of women. In this study, the effects of monarch wives belonging to three different geographies -West Asia and the Middle East, Europe- and three different nations – Arabs, Turks, Franks - on management will be examined and similar and different aspects of their effects on management will be tried to be revealed by applying the comparison method. When studying the wives of rulers, sources of the period will be considered centrally.
Anadolu toprakları tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış,
bu medeniyetlerden birisi yıkılırken diğeri kurulmuştur. Bu yüzden bazı bilim insanları Anadolu’yu “Medeniyetler Mezarlığı” olarak dlandırmışlardır. Tarihin ilk devirlerinden itibaren Anadolu, seyyahların/gezginlerin uğradığı başlıca yerlerden olmuştur. Seyyahlar, zaman zaman gezip gördükleri yerlerin ve buralarda duyup işittiklerinin bir kısmını yazıya geçirmişlerdir. Bu sayede günümüze kadar gelmiş olan eserlerin, Anadolu ile ilgili yazılmış olanlarının sayısı da bir hayli fazladır. Gezi notlarının ve gezilerle ilgili hatıraların kaydedildiği eserler olan seyahatnameler,
yolculuk yapılan yöreye ait gözlemler taşıdığı için önemlidir. Bu yönüyle
seyahatnameler, bir yandan da tarihi belge özelliği taşırlar. Seyyahlar kişisel meraklarını tatmin etmek amacıyla seyahat ettikleri gibi; elçilik faaliyetleri yapmak, mektuplar götürmek, ajanlık ederek ülkesine bilgi sağlamak gibi pek çok nedenle de seyahat etmişlerdir. Ayrıca özellikle Ortaçağ’da misyonerlik faaliyetleri nedeniyle de çok miktarda seyahatler yapılmıştır. Ülkemizde son yıllarda şehir tarihçiliği üzerine ayrıntılı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalarda arkeolojik bulgulardan, tarihi vesikalardan, kitabelerden vs. yararlanılmaktadır. Özellikle tarihi defter kayıtları ve arşiv bilgileri resmi nitelikli olduğu için en çok başvurulan kaynaklardandır. Ancak bir toplumun veya bölgenin bütün tarihinin sadece bu kaynaklar doğrultusunda genelleyerek ortaya
koymak yanlış olur. Özellikle resmi nitelikli vesikalar sübjektif olması nedeniyle yanlı kalmakta, objektif bir değerlendirmeye mâni olmaktadır. Bu nedenle olayların değerlendirilmesinde ikinci bir materyale ihtiyaç duyulmakta ve seyahatnamelerde tam bu noktada devreye girmektedir. Bir seyyah eserinde gezip gördüğü yerleri ve başından geçen diyalogları okuyucuya daha iyi aktarabilmek için bölgeyi çok iyi betimlemekte, eğer varsa o bölgeye ait görsel kaynaklardan, küçük ölçekli harita ve planlardan faydalanmaktadır. Bu malzemeler bölge coğrafyası hakkında genel bilgi vermekte ve kentlerin fiziki yapısını da anlatmaktadır.
Seyahatnamelerin içerdikleri gravür ve fotoğraf gibi malzemeler de, kent tarihçiliği açısından olmazsa olmazlardandır ve bu özellikleri birçok kent tarihçisinin fazlasıyla dikkatini çekmektedir.
Anadolu Coğrafyası tarihin erken dönemlerinden itibaren Asya ve Avrupa
arasında bir geçiş noktası olma özelliğini taşımakla beraber, birçok ticaret yolunun da geçtiği bir alandır. Bu özelliğinden dolayı çok sayıda gezgin-coğrafyacı bu yolları takip ederek şehirler hakkında bilgi sahibi olmuştur. Kent tarihçileri çalışmalarında en az seyahatnameler kadar bilgi veren coğrafi eserlerden de faydalanmıştır. Bu coğrafya eserlerinin bazılarında yazar bizzat bölgeye gidip inceleme yaparak; bazen de bölgeye gitmeyerek fakat topladığı bilgiler vasıtasıyla sanki şehri görmüş gibi anlatmaktadır.
Geçmişten günümüze Karaman/Lârende iline ait birçok ilmi çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda şehrin başta tarihi ve coğrafyası olmak üzere tüm yönleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Ayrıca bunlara her geçen gün yenileri eklenmektedir. Mutlaka yapılan bu çalışmalarda seyahatnamelere de yer verilmiş ve istifade edilmiştir. Fakat bugüne kadar Karaman özelinde seyahatnameler temelli bir çalışmanın yapılmamış olması, ilmi açıdan bir eksikliktir. Elinizdeki eser, bu eksikliğin doldurulması amacıyla hazırlanmıştır.
Çalışmamızda Karaman/Lârende ili ve bölgesi hakkında bilgi veren seyyahların seyahatnameleri merkeze alınmıştır. Bunun yanı sıra şehir hakkında bilgi veren coğrafya eserleri ve hatıra yazıları gibi eserlerde göz önünde bulundurulmuştur. Usul olarak dört ayrı başlık halinde şehrin tarihi, çağ taksimine uygun bir şekilde bölünmüştür. Bu şekilde dönemsel olarak seyyahların gözünden şehrin bir portresinin çizilmesi amaçlanmıştır.
Çalışmamızın ilk başlığı Prof. Dr. Mehmet Kurt tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde 19. Yüzyıl Batı Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Antik Çağda Karaman başlığı altında öncelikle Karaman’ın Antik çağlardaki görünümü ortaya konmuş, ardından 19. Yüzyılda Karaman’a uğrayan batılı seyyahların eserlerinde geçtiği şekliyle, bölgenin antik çağ tarihine ve yerleşimine dair bilgiler verilmiştir. İlgili bölümde Karaman bölgesini ziyaret eden on dört seyyah ve tarihi coğrafya araştırmacısının eseri incelenmiş ve bulgular ortaya konmuştur. Sonunda ise genel bir değerlendirme yapılarak ekler bölümünde seyyahların eserlerinde çizmiş oldukları gravürler başta olmak üzere, diğer görsellere yer verilmiştir.
İkinci başlık Mehmet Ali Kapar tarafından hazırlanmıştır. Bu
başlık altında Ortaçağ Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Karaman ve Karamanoğulları incelenmiştir. İlk olarak seyyah ve eseri tanıtılmıştır. Ardından Ortaçağ’da Karaman’ın genel görünümü ortaya konmuş, daha sonra ilgili dönemde bölgeye uğrayan seyyahların eserlerinde anlatıldığına göre Karaman ve Karamanoğullarına ait bilgiler verilmiştir. Burada yedi ayrı eser incelenmiş ve verilen bilgiler karşılaştırmalar yapılarak ortaya konmuştur. Sonunda ise
genel bir değerlendirme yapılmış ve ekler bölümünde eserlere ait görseller verilmiştir. Üçüncü başlık Prof. Dr. Hüseyin Muşmal ve Araştırma Görevlisi Emre Koç tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde Osmanlı Dönemi Seyahatnamelerinde ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman Vilayeti ele alınmıştır. İlk başta XV. ve XX. yüzyıllar arasında Karaman’a uğramış olan seyyahlar ve eserleri hakkında, varsa kısaca bilgi verilmiş, seyahatin ne zaman, nasıl ve hangi şartlarda yapıldığı ele alındıktan sonra, seyyahların Karaman ile ilgili gözlemlerine kronolojik olarak değinilmiştir. Seyyahların Karaman’la ilgili eserlerinde verdiği bilgiler, günümüz
Türkçesi’ne çevrilerek, olduğu gibi veya sadeleştirilerek metne aktarılmıştır. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi ise özel olarak irdelenmiş, seyyahın çizmiş olduğu panorama mümkün olduğunca canlı verilmiştir. Toplamda ise kırka yakın seyyahın seyahatnamesi ele alınmış ve sonunda genel bir değerlendirme yapılmıştır. Dördüncü başlık Dr. Öğr. Üyesi Erol Yüksel tarafından hazırlanmıştır. Seyahatname ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman (1875-1951) başlığı altında 1875-1951 yılları arasındaki dönemde Karaman’ı ziyaret eden seyyahların seyahatnameleri
ve döneme ait tarihî coğrafya eserleri incelenmiştir. Çalışmanın kaynakları
kullanılırken, araştırmacının ya bizzat gezerek ya da bölgedeki kaynakları
kullanarak yayımlamış olması esas alınmıştır. Çoğu zaman referans kaynaklar birbirleriyle mukayese edildiği gibi, ilmi çerçeveden aktardıkları bilgilerden çelişkili veya sübjektif yanlar mümkün olduğu kadar değerlendirilmiş fakat kısmen de olduğu şekliyle verilmiştir. Bölümde ilk başta eserlere dayalı olarak şehrin genel görünümü verilmiş, ardından coğrafi özellikleri, idari, demografik, sosyal ve ekonomik yapısı ortaya konmuştur. Toplamda yirmiye yakın eser incelenmiş, yapılan çalışmanın sonunda elde edilen bulgular değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Son olarak çalışmanın yayımlanması aşamasında desteklerini gördüğümüz Karaman Belediyesi’ne teşekkürü bir borç biliriz.
Mehmet Ali KAPAR
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Selçuklu devletleri gerek İslamlaşma gerekse Anadolu’nun Türkleştirilmesi
sürecinin kilit noktasıdır ve yeni nesillere aktarılması önem arz etmektedir. Bu çalışmada Millî Eğitim Bakanlığının yayınladığı eğitim müfredatlarında Selçuklu devletlerinin işlenişi ve bu doğrultuda hazırlanan ders kitaplarına yansıması ele alınacaktır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanılmıştır. Araştırmanın kaynakları olarak 1923’ten günümüze yayınlanmış ilk, orta ve lise ders müfredat programları, programlar üzerine yapılan çalışmalar ile ders kitapları ve Selçuklu tarihi üzerine yapılan araştırmalar esas alınmıştır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanıldığından veri kaynakları dönemlere yönelik kategorilere ayrılarak incelenmiştir. Araştırmada ortaya çıkan Cumhuriyet Dönemi’nde yayınlanmış tarih ders programları, ders kitaplarının yayınlandıkları dönemin siyasi eğilimleri ile tarih anlayışlarını da yansıttıkları ve dönemlere göre ortaokul tarih programlarının değişim gösterdiği gerçeği de dikkate alınmıştır.
W. F. Ainsworth, bölgede elde ettiği bilgileri ilk elden hemen yayımlamak ihtiyacı hissetmiş olmalı ki 1839 yılında ‘Journal of the Royal Geographic Society of London’ adlı süreli yayının 9. cildinin 216-276. sayfalarında ‘Note on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Agora, in the Autumn of
1838’ başlığıyla yayımlamıştır. Biz elinizdeki çeviriyi, müellifin bu eserinden Türkçeleştirdik.
Yazar, 1842 yılında Londra’da, iki cilt olarak kaleme alacağı ‘Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia’ adlı kitabının birinci cildinin ikinci bölümünün 24-135. sayfaları arasında bizim çevirisini yaptığımız bölümünün aynı bilgilerini derleyip biraz genişleterek
yeniden okuyucusunun dikkatine sunmuştur. Ainsworth’un bu eserinde verdiği resimleri biz de elinizdeki çeviri kitapta kullandık. W. F. Ainsworth’un bu gezileri 1835-1837 yıllları arasında tüm Anadolu ile birlikte Fırat Havzası ve İran’ı da kapsamıştı.
Doktor, coğrafyacı, jeolog ve seyyah olan W. F. Ainsworth, 9 Kasım 1807’de İngiltere’nin güneybatı bölgesinde bulunan Exeter’de doğmuş ve aynı kentte 1896 yılında ölmüştür. Pek çok başarılı işe imza atmış olan Ainsworth, 1827’de Edinburgh’taki ‘Royal College of Surgeons’ öğrenim
görerek doktor olmuş ve 1831 yılında ‘kolera’ üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştır.
Ayrıca Paris’te maden, jeoloji eğitimi almış ve 1830’da ‘Journal of Natural Geographical Science’’ı kurmuştur. 1841 yılından itibaren İngiltere’de Ainsworth’s Magazine, Bentley’s Miscellany ve New Monthly Magazine adlı çeşitli dergiler yayımlamasının yanı sıra antik yazarlardan Xenophon’un
Anabasis’i üzerinde de çalışmaları olmuştur. Bu magazin dergilerinden 1885 yılında yayımladığı Bentley’s Miscellany’nin 37. sayısının 235-241. sayfalarında Karadeniz ile ilgili olarak “The Resources of the Anatolian
Shores of the Black Sea” başlıklı bir makale daha kaleme almıştır.
‘Syro-Egyptian Society’, Royal Geographical Society’ ve ‘Society of Antiquariest’’ın üyeliklerini de yürütmüş olan Ainsworth, ‘West London Hospital’’ın da kurucusu olmuştur
b. Avf, aynı zamanda Resulullah’ın peygamberliğini açıklamasından
sonra ilk iman edenlerdendir. Hz. Peygamber, Mekke
müşriklerinin saldırılarından emin olmak ve daha rahat bir şekilde
ibadet edebilmek amacıyla Erkam’ın evine girip burada
gizli davete başlamasından önce Hz. Ebu Bekir vasıtası ile
Müslüman olmuştur. O, ilk sekiz Müslüman’dan birisidir.
Abdurrahman b. Avf, iman ettikten sonra Hz. Peygamber’in
yanında bulunmaya gayret göstermiş, Mekke dönemindeki işkencelere
göğüs germiş, hicret izninin verilmesi ile birlikte iki
kez Habeşistan’a, ardından da bütün mal varlığını Mekke’de
bırakarak Hz. Peygamber’le birlikte Medine’ye hicret etmiştir.
Bundan sonraki süreçte de her an Hz. Peygamber ile birlikte
olmuş, onun tüm gazvelerine katılmıştır. Özellikle Uhud
Savaşı’nda yirmiden fazla yara almış, hatta bu savaşta ayağına
aldığı yara nedeniyle ömrü boyunca engelli kalmıştır.
Yine Uhud’da İslam ordusunun dağıldığı anda Resulullah’ın
çevresinde kalan on beş sahabiden birisidir.
Abdurrahman b. Avf ticaret ile meşgul olmuş ve bu alanda
büyük başarı göstererek ashabın en zenginlerinden birisi haline
gelmiştir. O, hicret öncesinde elde ettiği kazancını Mekke’de
10
bırakarak Resulullah’a kavuşmak arzusuyla Medine’ye hiçbir
mal varlığı olmadan gitmiştir. Hicretin ardından da kimseye
yük olmamak için Medine pazarında ticarete başlamış ve kısa
zamanda tekrar büyük servet elde etmiştir. Fakat bu serveti biriktirmesi
ile değil, Allah yolunda sürekli harcamasıyla İslam
tarihinde yerini almıştır. Başta Tebük Seferi olmak üzere İslam
ordusunun çıkmış olduğu seferlerin birçoğunda orduya en
çok bağışı yapanlardan birisi olmuştur. Vefat etmeden önce de
mirasının büyük kısmını yine bağışlamıştır.
Hz. Peygamber hayatta iken sürekli yanında olan Abdurrahman
b. Avf, vefatından sonra da onun halifelerinin en büyük
destekçilerinden olmuş ve onların istişare ettikleri kişilerin
başında gelmiştir.
Bu kitapta Resulullah’ın sahabilerinin önde gelenlerinden
Abdurrahman b. Avf’ın hayatını bütün yönleriyle ortaya
koymaya çalıştık. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi o,
Müslüman olduğu günden vefatına kadar örnek bir şahsiyet
olmuştur. Günümüzde de onun başta Hz. Peygamber’e olan
bağlılığı ve ticari ahlakı olmak üzere hayatından örnek alınması
gereken çok yön vardır.
Her birisi bir yıldız niteliğinde olan ve Kur’an’ı Kerim’de “Muhâcirlerin ve Ensarın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur” (Tevbe, 9/100) ayetiyle ifade edilen Hz. Peygamber’in arkadaşları olan sahabiler, kuşkusuz bütün Müslümanlar için örnek nesildir. Rasûlullah’ın kendi elleriyle şekillendirdiği bu kutlu nesil, kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslümanlara rehberlik edecektir. Onların rehberliğini belirli bir alanda sınırlandırmamak, her zaman ve zeminde onların örnekliğine müracaat etmek gerekir. Bu durum sadece Hz. Peygamber’in uygulamaları için değil, aynı zamanda vahyin her bir anına şahitliklerinden dolayı bir zorunluluktur.
Sahabeyi tanımak Hz. Peygamber’in yaşantısını, mücadelesini, tebliğini ve sünnetini tanımak demek olmanın yanı sıra diplomatik anlayışını, gayrimüslimler ile olan ilişkilerini anlamak anlamına da gelmektedir. Zira Hz. Peygamber diplomatik temaslarını bu sahabile-rin vasıtasıyla gerçekleştirmiştir. Sahabilerin hayatını okumak sıradan bir biyografi okumaktan ziyade, Hz. Peygamber’in davasının hayata geçmiş hâlini okumaktır. Sahabiler, yine Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle “İnsanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet”tir (Âl-i İmrân 3/110).
Medine’ye hicretin akabinde Hz. Muhammed’in (sav) elçiler ve Ġs-lam’a davet mektupları vasıtasıyla sağlanan devlet düzeyindeki ilişkile-ri, daha sonraki dönemlere de örneklik teşkil etmesi bakımından ol-dukça önemlidir. Hz. Peygamber’in devlet yönetme geleneğini anla-yabilmek için diplomat olarak seçtiği kişilerin bu yönlerinin bilinmesi gerekmektedir.
Hz. Muhammed (sav), Ġslam dinini insanlara tebliğ görevini zor kullanma üzerine değil, ikna temeli üzerine oturtmuştur. Savaşı son seçenek olarak görmüştür. Bu noktada Hz. Peygamber diplomasinin yeterli olduğu ve diplomasi ile çözebileceği durumlarda hiçbir zaman askerî güç kullanmamıştır. Muhatap olduğu ya da olacağı kişi veya topluluklara önce elçiler ve mektuplar göndermiştir. Bu mektupların sayısı yüzler ile ifade edilecek kadar çoktur.
Rasûlullah (sav) zamanında, günümüzde olduğu gibi özel olarak yetiştirilmiş ve meslek olarak bunu icra eden elçiler yoktur. Dolayısıyla böyle bir meslek grubu da yoktur. Hz. Peygamber duruma ve şartlara göre en uygun kişiye bu görevi vermiştir. Ayrıca henüz Ġslamiyet’in Hicaz bölgesi dışına yeni çıkıyor olması ve bugünkü anlamda bir idari yapılanmanın mevcut olmaması nedeniyle Hz. Peygamber’in gönder-diği bu görevliler, birden fazla görevi de yerine getirmekteydiler. Bu görevler: Ġslam’ı tebliğ etmek ve yeni Müslüman olanlara Ġslam’ın kurallarını öğretmek, Müslümanların problemlerini çözecek fetva işleri (hukuki) ile uğraşmak, can ve mal güvenliği ile genel asayişi temin etmek gibi idari (valilik) görevlerdi. Hz. Peygamber’in sohbetine katı-lanlar anlamında bir terim olan sahabilerden mektupları götüren her bir görevli, aynı anda bir elçidir yani diplomattır. Bu sahabiler gelişi güzel seçilmemiş, her birisi bu göreve getirilirken farklı yönleriyle ön plana çıkmıştır. Özellikle hükümdarlara gönderilecek olan sahabilerin seçimi özel bir işti ve bu gönderilen elçiler, sahabilerin en seçkinlerin-den seçilmişti. Zira onların gittikleri yerlerde Ġslam’ı anlatmaları ve kendilerine sorulan sorulara hakkıyla cevap vermeleri gerekmekteydi. Rasûlullah (sav), ashabın arasından elçileri; yumuşak huylu, ikna ve hitabet kabiliyeti yüksek, kuvvetli deliller getirme özelliğine sahip, belagat (sözü açıkça söyleyebilme) ve fesahat (sözü kusursuz söyleye-bilme) sahibi, zeki ve mümkünse gönderilecek ülkenin dilini bilen kimselerden seçerdi. Ayrıca bu kişilerin çoğu fiziki özellikleri ve hitabet yetenekleri ile de ön plana çıkmaktaydılar. Yine gönderilecek bölgenin yöneticisini tanıyan, iyi ilişkiler kurmuş ve daha önce belirli bir hukuk-ları oluşmuş sahabiler varsa onlar öncelikli olarak görevlendirilirdi.
Çalışmamızda Hz. Peygamber’in diplomatik görevler verdiği saha-bilerden tespit edebildiklerimizi bu yönleri ile ele aldık. Çalışmanın hacmi ve kapsamı gereği ele aldığımız sahabilerin hayatlarını biyogra-fik bir şekilde anlatma yoluna gitmedik. Onlar hakkında tanıtıcı kısa bir bilgi verdikten sonra diplomatik faaliyetleri ile ilgili hususları, dönem kaynaklarını merkezli olarak ele aldık. Rivayetleri olduğu gibi aktarmak yerine kıyaslamalar yaparak sebep-sonuç ilişkisi içerisinde irdele-dik. Ayrıca Hz. Peygamber döneminde olmasa bile daha sonra elçilik vazifesi ile görevlendirilmiş bir sahabi varsa onu da konuya dâhil ettik.
Eserde yer verdiğimiz sahabiler hakkında birçok çalışma yapılmış, başta siyer kitapları ve tabakât eserleri olmak üzere pek çok yerde biyografileri verilmiştir. Bizi bu çalışmaya iten neden ise tematik yakla-şımla bir insanın tüm yönlerini ele almaktan ziyade, belirli bir konu üzerindeki ortak tavırlarını ortaya koyma düşüncesi olmuştur.
Yukarıda bahsedildiği üzere Rasûlullah (sav) tarafından yazdırıldığı aktarılan ve birçoğunun tam metni kaynaklarda verilen mektupların sayısı yüzlerle ifade edilecek kadar çoktur. Fakat bu mektupların me-tinlerine gösterilen ilgi, mektubu götürene gösterilmemiştir. Bundan dolayı çoğu mektubu götüren sahabi ya belli değildir ya da görüşme-nin ayrıntıları verilmemiştir. Dolayısıyla birçok görüşmenin ayrıntısına girilememiştir.
Çalışmanın giriş bölümünde Ġslamiyet öncesi Arap diplomasisi ve Arabistan Yarımadası’nın siyasî yapısı kısaca anlatıldıktan sonra Hz. Peygamber’in diplomatik anlayışı hakkında bilgilendirmeler yapılmış-tır. Birinci bölümde diplomatik görevler verilen sahabiler tespit edilip bunların her birisi ayrı başlık hâlinde kaynaklarda geçtiği kadarıyla tek tek ortaya konulmuştur. İkinci bölümde ise elde edilen veriler ışığında sahabilerin ve görüşmelerin ortak ve ayrışan özellikleri, seçimleri gibi konular üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır.
Bu çalışmayı nasip eden Rabbime hamd, onun Rasûlü’ne, ehli-beytine ve tüm sahabesine salat olsun. Sahabe neslini anlamada kü-çük bir hayra vesile olması duasıyla...
Çalışma ve gayret bizden, tevfik ise yüce Rabbimizdendir.
Mehmet Ali KAPAR
Karaman 2020
grupları oluşturmuşlar, ardından bunların birleşmesiyle
de devlet teşkilatlanmalarını kurmuşlardır. Zamanla bu toplumların
siyasî, dinî, ticari, askerî ilişkilerini düzenleyip yürütmek ve aralarında
oluşan ihtilafları çözmek için elçilik kurumları tesis edilmiş ve kısa
sürede yaygınlaşmıştır. Zira savaşlar yoluyla halledilemeyen hatta
işlerin daha da karmaşık hâle geldiği dönemlerde, birçok sorunun elçiler
vasıtasıyla çözülebildiği görülmüştür.
Günümüzde gelişen teknolojiler ile mesafe kavramı günden güne
kısalmakta hatta ortadan kalkmakta ve sınırlar sadece haritalar
üzerinde kalmaktadır. İnsanlığın nüfusunun giderek çoğalması ve
devletlerin sayısının artması sonucunda, uluslararası ilişkiler ve
diplomasi giderek önem kazanmaktadır. Bu noktada Müslüman
devletler için İslâm dininin diplomasi anlayışının, kurulan ilk İslâm
Devleti’nde uygulanan diplomatik teamüllerin ve günümüz diplomasisinin
mukayesesinin yapılması büyük önem arz etmektedir.
Bundan dolayı diplomatik ilişkilerin yürütücüsü konumunda olan
elçiliğin mahiyeti, elçinin görevleri ve elçi seçiminde dikkat edilecek
hususların tespit edilmesi gerekmektedir. Bu kadar mühim bir konu
üzerinde müstakil bir çalışmanın yapılmamış olması bizi bu konuyu
araştırmaya sevk etmiştir.
Hz. Muhammed’in (as) risâletinin başlangıcından 622 yılında
hicret etmesine kadar geçen yaklaşık on iki yıllık sürece “Mekke
Dönemi” denilir. Bu dönem içinde Hz. Peygamber, Kureyş’in katı
tutumu ve diğer kabilelerle olan kısıtlı teması nedeniyle İslâm’ı
tebliğ konusunda istediği seviyeye gelememiştir. Hicret’in akabinde “Medine Dönemi” başlamış, bundan sonra şekillenmeye başlayan
İslâm devleti, siyasî, askerî ve içtimaî başarılar elde etmiştir. Bu
başarıların sonucunda da Rasûlullah, daha rahat hareket ederek
Arabistan yarımadasının en uç noktalarına kadar irtibata geçebilmiş,
hatta Doğu Roma İmparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük
devletlerle de diplomatik temaslarda bulunabilmiştir.
Sadece kendi zamanı için değil bütün zamanlar için örnek model
olarak gönderilen Hz. Peygamber’in kurduğu ve İslâmî bir anlayış
ile şekillendirdiği “Asr-ı Saâdet” Dönemi’nin anlaşılması önem arz
etmektedir. Zira bu dönem, kendinden sonra gelen dönemlerin ve
kurulan İslâm devletlerinin olduğu gibi, günümüz toplumunun şekillendirilmesi
için de referans niteliğindedir.
Asr-ı Saâdet Dönemi’ni daha iyi anlayabilmek için Hz.
Peygamber’in diplomatik faaliyetlerinin bütün yönleriyle ortaya konulması
gerekmektedir. Medine’ye hicret öncesinde Hz. Peygamber’e
diğer kabilelerin bakış açılarını görmek, hicret sonrasında ise İslâm
Devleti’nin dış siyasetinin temel yapı taşlarını belirleyebilmek ve
Arap kabilelerine karşı izlenen diplomatik yöntemleri tespit edebilmek
için Hz. Peygamber’in heyetler/elçiler ile olan münasebetlerinin
iyi bilinmesi gerekmektedir.
Kaynaklarda Hz. Peygamber’e gelen heyetlerin sayıları ve geldikleri
tarihlerle ilgili olarak değişik rivayetler verilmektedir. Bu rivayetler
verilirken de ihtilafa düşülmüş ve tam bir kronolojik yerleştirme
yapılamamıştır. Konuyu ele alan klasik ve modern İslâm
tarihi çalışmalarında da bu problem devam etmiş, ortak bir sonuca
varılamaması neticesinde tarihlendirme problemi ortaya çıkmıştır.
Çalışmamızda bu tarihlendirme problemleri çözülmeye gayret sarf
edilmiştir.
Çalışmamız bir giriş ve üç ayrı bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
konunun tam olarak anlaşılabilmesi için elçilik ve diplomasi
kavramlarının köken ve etimolojik yapısı üzerinde durulmuştur.
Ayrıca konumuza temel teşkil etmesi bakımından İslâmiyet öncesi Arap yarımadasındaki diplomasi geleneği ile Hz. Muhammed’in (as)
diplomatik kişiliğinin oluşumu incelenmiştir.
Birinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen heyetler ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Mekke Dönemi’nde gelen heyetler incelenirken
rivayetlerin tahlilleri özellikle yapılarak elemeye tabi tutulmuştur.
Medine Dönemi’nde gelen heyetler ise tespit edilerek Medine dönemi,
Senetü’l-Vüfûd’dan önce ve bu senede gelen heyetler olarak
tasnif edilmiştir.
İkinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen elçilik heyetlerinin özellikleri,
heyetlerin teşekkülleri esnasında dikkat edilen hususlar, heyetlerin
geliş nedenleri ve yetkileri üzerinde durulmuştur.
Üçüncü bölümde Hz. Peygamber’in elçilerle görüşmeleri ve bu
esnadaki tutumu ayrıntılı olarak incelenmiş ayrıca yine bu görüşmeler
esnasında elçilerin de Hz. Peygamber’e karşı tutumları ortaya
koyularak görüşmeler esnasında Müslüman olan bu kabilelerin
İslâmlaşmaya etkileri incelenmiştir.
Papalk, Do uda ise Karamano ullar ve Akkoyunlu gibi devletlerde rahatszlk uyandrm tr. Özellikle Uzun
Hasan, Fatihi kendisine rakip olarak görmü tür. Bu yüzden Venedikten Papal a, Karamano ullarndan
sfendiyaro ullarna kadar pek çok devlet ve Türkmen beyli i ile ittifak kurma yoluna gitmi tir. Osmanl-Venedik
sava larnn ba lamas üzerine Venedikliler de do uda ikinci cephe açmak gayesi ile Karamano ullar Beyli i ve
Akkoyunlu Devleti ile ittifak olu turma aray larna girmi tir. Amaçlarn gerçekle tirmek için de do u ülkelerine
elçiler göndermeye ba lam tr. Di er yandan Karamano ullar topraklarn dolaysyla siyasi üstünlü ünü
kaptrmamak için Osmanl Devletine kar dü manca bir tutum içine girmi tir. Ancak Osmanllar ile mücadele
edecek güçte olmad için onlar da batdan müttefik arama cihetine yönelmi lerdir. Her iki tarafn da ortak gayesi
do u ve batdan yaplacak taarruzlar ile Osmanlı Devletini ortadan kaldrmaktr. Bu devletler arasnda irtibat
sa lama ve koordine etme i i ise elçilere verilmi tir. Venedikliler bu süreçte birçok elçisini do uya göndermi tir.
Elçilerin görevleri ba ta Akkoyunlular olmak üzere Karamano ullar dâhil tüm Osmanl kar t unsurlar harekete
geçirmektir. Bu elçilerden Caterino Zeno, Ambrogio Contarini ve Josaphat Barbaro bizzat Karaman beyleri ile
görü mü , sava lara i tirak etmi , elde edilen kalelerden bazlarn Karamano ullarna teslim etmi lerdir. Bu
çal mamzda Venedik elçilerinin Osmanl Devleti-Karamano lu Beyli i ili kilerindeki etkileri elçi notlar ve
dönem kaynaklar nda ele alnm tr.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Venedik, Akkoyunlular, Karamano ullar, Elçi
Bugünkü Türkmenistan toprakları içerisinde bulunan Merv şehri Türk-İslam tarihinin en önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden biri olmuş, uzun bir süre Horasan bölgesinin en önemli şehirleri arasında yer almıştır. “Horasan’daki tüm şehirlerin anası” veya “Merv Şahların ve Sultanların Ruhu ” olarak tarif edilmiştir.
IX–XII. Yüzyıllar, devletler arasındaki kervan ticareti ve meta-para ilişkilerinin en parlak dönemi olarak kabul edilmektedir. Tarihi İpek Yolu üzerinde yerleşen Merv şehri; İran, Hindistan, Afganistan, Çin ve Türkistan’a giden kervan yollarının kavşak noktasında olma özelliğini uzun zaman içinde muhafaza etmiştir. Uluslararası ticaret yolları, Merv şehrinin gelişimi ve zenginleşmesi için çok uygun şartlar yaratmıştır. Şehri doğudan batıya ve güneyden kuzeye kesen önemli ticaret yolları buna büyük ölçüde katkı sağlamıştır. Bu çalışma kapsamında IX-XII. yüzyıllar arasında Merv’de, zanaatın , iç ve dış ticaretin gelişmesini, ticari-ekonomik ilişkilerde paranın rolünün önem kazanmasını ortaya koymayı amaçlamaktayız.
ABSTRACT
Merv city, located in nowadays’ Turkmenistan land, is the most important culture and civilization center of Turk-Islam history and also one of the important cities of Khurasan region. It is named as “mother of all cities of Khurasan” or “Soul of Merv Shahs and Sultans”.
IX-XII century is the golden age of caravan trade and commodity-money relations between countries. Merv city, situated on Silk Road, has been maintained the location feature as point of crossroads of Iran, India, Afghanistan, China and Turkistan caravan ways for a long time. International trade roads made suitable conditions for Merv city development and growth. The important trade roads, which crossed the city from east to west and from south to north, made a lot of contribution in its growth. In this study, we aimed to show the role of money in trade, development of inland and foreign trade, trade and economic ties in Merv in IX-XII century.
Klasik ve modern İslam tarihi çalışmalarında Hz. Muhammed (sav)'in risâlet dönemi Mekke ve Medine dönemi olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan Mekke döneminin ta‐ mamı ve Medine döneminin ilk altı yılı genellikle meşakkatle ve sıkıntılar ile doludur. 6/628 yılına gelindiğinde ise artık İslam tarihinin kırılma noktası gerçekleşmiştir. Yapılan Hudeybiye Seferi ve beraberinde Mekkeli müşriklerin İslam devletini resmen tanıdıkları Hudeybiye Barış Antlaşması'nın imzalanması ile Müslümanların zor günleri geride kalmış, İslam bir çığ gibi yayılmaya başlamıştır. Gerek sefer esnasında yaşanan olaylar gerekse nihayetinde imzalanan Hudeybiye Antlaşması'nın doğru tahlil edilmesi son derece önemlidir. Zira ilk başlarda olumsuz olarak değerlendirilen ve imzalandığı esnada olaya şahit olan sahabelerin de itirazlarına sebep olan bu antlaşma, kendisinden sonraki başlayacak olan İslamlaşma akımının odak noktasıdır. Bu seferin en önemli yönlerinden birisi ise, rahmet peygamberi olarak gönderilen Hz. Muhammed'in barışçı politikasının zirvesi niteliğinde olmasıdır. Seferin başından sonuna kadar Rasûlullah, bu tutumunu hiç bozmamış, nihayetinde Mekkeli müşriklerle zafer niteliğinde bir antlaşma imzalanmıştır. Bu çalışmada Hudeybiye Antlaşması'na giden süreçte yaşanan olaylar ve bu olaylar karşısında Hz. Muhammed (sav)'in barışçı siyaseti ortaya konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler
Hudeybiye, Hz. Muhammed, Sahabe, Mekke, Siyer
HUDEYBIYE EXPEDITION AND PROPHET MOHAMMED'S PEACE POLICY
Abstract
In the classic and modern Islamic history studies, the epistle period of Prophet Mohammed is divi‐ ded into two periods as Mecca and Medina Periods. Whole Mecca period and the first six years of Medina period are often identified with a great amount of difficulties. Within the sixth year of Hejira (628), an unexpected twist took place in Islamic history. Having experienced the Hudeybiye Expedition signed the Hudeybiye Peace Treaty with polytheists of Mecca as a result, hard times for the Muslims were left behind. Subsequently, the Islamic religion began to spread dramatically. It is of great significance that either the events during expedition or Hudeybiye Peace Treaty require intensive analysis. Although the treaty was considered as a negative act and was opposed by the companions initially, it is regarded as the milestone of the Islamization movement that began afterwards. Another aspect of this expedition is that it is seen as the greatest level of Prophet Mohammed’s peace policy in terms of its characteristics. The Prophet preserved his peaceful attitude until the end of the expedition and the treaty was welcomed as a sign of victory. The current study displays what was experienced on the way to Hudeybiye Treaty and Prophet Muhammad’s peaceful
political attitude during all the stages.
Keywords
Hudeybiye, Prophet Mohammed, Companions of Prophet, Sirah, Mecca
Abstract
Since the first ages, women have fought for existence in every field. In general, with the development of civilizations, a huge gap has emerged between men and women who instinctively share everything since their existence, especially in the field of administration. In time, male-dominated societies emerged, and women remained in the background in the administration, and male dominance established a general dominance over women. But women who have not given up their struggle have been able to break this situation in many periods and have gained a place in all parts of society. With the formation of societies, the ruling classes emerged, and the ruling and managed classes were born. Although there are some societies that are rarely managed by women, in general, the government has been in the hands of men. In this case, even if the woman could not intervene directly in the administration, she intervened indirectly. This effect of women on management has changed according to time, place, and societies. In cases where the woman could not be directly in the country's administration, they realized their influence through their husbands. In particular, the monarch's wives not only acted on their own husbands to ensure the continuity of their activities in the administration, but also fought for their children to become rulers in the future. They tried to establish an order between their children that would make them comfortable, they have struggled to have their chosen child be the ruler. The most important factor in this effect is the customs, traditions, and understandings of the societies they belong to. Because beliefs, traditions and customs, social values have also determined the spheres of influence of women. In this study, the effects of monarch wives belonging to three different geographies -West Asia and the Middle East, Europe- and three different nations – Arabs, Turks, Franks - on management will be examined and similar and different aspects of their effects on management will be tried to be revealed by applying the comparison method. When studying the wives of rulers, sources of the period will be considered centrally.
As a result of the invasion of Mongols, Karāmān Oghullari, who came to Anatolia along with the Turkmens who migrated to the west, were settled by 'Alá al-Dīn Kaykubād I in the vicinity of Ermenek. Karamanogullari considered this area that they were placed in as a permanent area of jihad and organized attacts on Armenians at every opportunity. As a result of their struggle, they seized the Ermenek Castle and used it as a base in their struggle with the Armenians. On the other hand Karāmān Oghullari, have allied with the Mamluks against the Mongol-Armenian alliance in Anatolia. In the Battle of Ayn Djālūt (1260), when the Mongolians were defeated by the Mamluks, Karāmān Oghullari took courage from and increased their attacts on the Armenians. At the end of this alliance, the regions under the rule of the Cilician Armenians, which were cleared away by the Mamluks, passed into the hands of the Anatolian Turkmen Beys. In this study, the relations between the Armenians and both the Karamanlı Beys and the Cilician Armenian Kingdom will be held in the light of the data in the period sources.
Keywords: Mongols, Turkey Seljuks, Karāmān Beylikh, Cilician Armenians, Köse Dagh War
HZ. MUHAMMAD'S EXAMPLES IN RELATIONS WITH NON-MUSLIM IN THE CONTEXT
OF INTERNATIONAL RELATIONS
It is possible to see roots of diplomacy that is mostly used as synonym of foreign
policy and includes all relations of states with each other in too early periods. Diplomacy
aims to settle all relations among the societies through amicably methods and
negotiations. Prophets whose preliminary duties are to provide right, favor, peace and
justice on earth tried to organize their relations with other societies in this basis. Prophet
Mohammed who is prophet of Religion Islam tried to build relations between Islamic
society that was composed after hegira to Medina and other societies through such
principles, shaped the basis of policy that will be applied at the relations with non-
Muslim factors. Today Islamic States governors have to consider these factors at their
foreign policies.
Prophet Mohammed has always maintained communication in his relations with
non-Muslims, he never isolated himself from them. He has contacted them for many
reasons such as preaching Islam, signing peace, establishing the security of Muslims,
make trade and to provide indemnification against for bad actions to the
Muslims.compensating Muslims for bad deeds. He allowed emigrating Muslims who
became in difficulty in Mecca Period then he took required precautions for security of
them. He gave importance to provide security at both borders and center at the periods
in which state borders enlarged paralleling to conquer or voyage periods. In this study,
will to set forth relations of Prophet Mohammed with non-Muslims factors and his
followed preliminary principles in this point under the frame of being exemplifier of Him.