I am an Ottoman Empire historian studying especially on the period of Abdülhamid II. In 2014 I earned my MA from Mimar Sinan University of Fine Arts with my thesis titled “Louis Sabundji and the petitions he had presented to Sultan Abdulhamid II”. Since 2010 I have been working as an archivist in the The Directorate of State Archives of the Presidency of the Republic of Turkey. In 2020 I earned my PhD from Mimar Sinan University of Fine Arts with my thesis titled “The Life and Activities of Salih Münir Pasha (Çorlu), (1857-1939), Ottoman Ambassador to Paris”.
Sultan II. Abdülhamid, Avrupa ve Amerika’da eğitilen polis köpekleriyle ilgilenirdi. Sultanın bu ... more Sultan II. Abdülhamid, Avrupa ve Amerika’da eğitilen polis köpekleriyle ilgilenirdi. Sultanın bu merakını bilen mütercimler bu yetenekli hayvanlar hakkında da tercümeler yaparlardı. Sultanın ilgisi sadece yazılarda kalmaz, Avrupa’da görevli diplomatları vasıtasıyla bu hayvanlar an getirttiği olurdu. Sultanın neredeyse bütün eksantrik ihtiyaçlarını karşılayan Paris Sefiri Salih Münir Paşa, bu konuda da sultanın eli ayağı olmuştu.
Bu makalede biri unutulmuş nadir kitab koleksiyoneri olan İskender
Hoçi ile Fetihnâme-i Sultan Me... more Bu makalede biri unutulmuş nadir kitab koleksiyoneri olan İskender Hoçi ile Fetihnâme-i Sultan Mehmed isimli kitabın serencâmına yer verilmiştir. Birleştirmeye çalıştığımız bu hikayelerde -Franz Babinger’in dediği gibi- hususi bir kaderi olan Fetihnâme ile İskender Hoçi’nin Birinci Cihan Harbi’nin karanlık günlerinde kesişen yazgısı anlatılmaktadır.
Spiridon Mavroyani Paşa (d. 1817- ö. 1902), Sultan II. Abdülhamid’in şehzadeliğinden
itibaren ili... more Spiridon Mavroyani Paşa (d. 1817- ö. 1902), Sultan II. Abdülhamid’in şehzadeliğinden itibaren ilişki kurduğu, tahta geçtikten sonra yakın çevresine dâhil ettiği isimlerden biridir. İkilinin 1864 yılında başlayan tanışıklığı yıllar geçtikçe ilerlemiş, Mavroyani Paşa’nın sultana hekimlik yanında nedimlik ettiği durumlar da olmuştur. Uzun yıllara yayılan birliktelik Mavroyani Paşa’ya Sultan II. Abdülhamid’in sağlığı, özel hayatı ve dâhil olduğu politik süreçleri yakından takip etme fırsatı vermiştir. Mavroyani Paşa, 1846 yılında başlayan meslek hayatı boyunca tanıklık ettiği olayları 1879 yılından itibaren yazmaya başlamıştır. “Mémoires Sultaniques/Hatırât-ı Sultaniye” ismini verdiği anıları Sultan Abdülmecid dönemi, Sultan Abdülaziz’in hal’i, Sultan V. Murad’ın tahta çıkışı ve II. Abdülhamid döneminin ilk on beş yılını kapsamaktadır. 1892 yılında Mavroyani Paşa’nın eşinin ihbarı üzerine hatıraların varlığından haberdar olan II. Abdülhamid, paşanın sorguya çekilmesini istemiştir. Padişahın kararından haberdar olan Mavroyani Paşa Rus Büyükelçiliği’ne sığınmış, sefarethanede geçen bir gecenin ardından Yıldız Sarayı’nda sorguya çekilmiştir. Konutunda yapılan aramada ele geçirilen belge, mektup ve hatıralar tetkik edilerek muzır olanlar padişaha takdim edilmiştir. Mavroyani Paşa hatırat yazdığını kabul etmiş ancak yazdığı hatıralarda iddia edildiği gibi padişah ve hanedan aleyhinde ifadelere yer vermediğini beyan etmiştir. Paşa, Rum Patrikhanesi’nde rahipler huzurunda icra edilen yemin merasiminin ardından eski görevine devam etse de sonraki yıllarını kontrol altında geçirmiştir. Bu çalışmada kadrolarına karşı güven problemi yaşayan II. Abdülhamid’in, şehzadelik yıllarından itibaren özel hayatı ve politik kararlarına yakından tanıklık eden Sertabip Mavroyani Paşa’yla yaşadığı gerilim ortaya konacaktır. Gerilime sebep olan hatıratın mahiyeti ve mevcudiyeti hakkında bilgi verilecek, Mavroyani Paşa’nın aklanma sürecinde tabi tutulduğu sadakat testine yer verilecektir. Padişah ve sertabip arasındaki patrimonyal ilişki tarzı ortaya konacak, yaşanan olayların II. Abdülhamid’in yönetim tarzı içindeki yeri ile Mavroyani Paşa’nın kişisel ve meslekî kariyerine yaptığı etki incelenecektir.
FSM İlmÎ Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 2024
Mehmed Galib Bey, Sultan II. Abdülhamid dönemi valilerindendir. Jön Türk Devrimi’nden sonra görev... more Mehmed Galib Bey, Sultan II. Abdülhamid dönemi valilerindendir. Jön Türk Devrimi’nden sonra görevden alınınca Üsküdar’daki köşkünde ikamet etmeye başlamıştır. Mehmed Galib Bey’in Uzunçayır üstündeki köşkü, 1908 yılından itibaren mûsikî fasıllarının icra edildiği bir meclise dönüşmüştür. Yakın dostu ve yayıncısı Ebüzziya Tevfik Bey’in matbuat ve kültür âlemine dair sohbetleriyle zenginleşen meclislere dönemin kadın şair ve mûsikîşinaslarından Leyla Saz Hanım da iştirak etmiştir. Bu çalışmada, Mehmed Galib Bey’in Üsküdar Uzunçayır’daki köşkünde gerçekleşen kültür ve musikî meclisleri incelenmiştir. Çalışmanın amacı, Mehmed Galib Bey’in köşkündeki saz ve söz âlemlerinin Üsküdar’ın kültür ve mûsikî hayatına yaptığı katkıyı ortaya koymaktır. Çalışmada Mehmed Galib Bey’in biyografisi, dâhil olduğu kültür ve mûsikî çevresi, Uzunçayır üstündeki köşkün tarihçesi ve köşkün misafirlerinin biyografilerine yer verilmiştir. Çalışmanın birincil kaynağını köşkün sakinlerinden Reşid Halid Gönç’ün erken Cumhuriyet döneminde yayınlanan tefrikaları oluşturmaktadır. Köşkün sakinleri ve müdavimlerinin biyografileri ikincil kaynaklarla ortaya konmuştur.
1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’yla ortaya çıkan
yeni düzen, Osmanlı Devleti için sorun ... more 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’yla ortaya çıkan yeni düzen, Osmanlı Devleti için sorun çözücü olmaktan ziyade mevcut problemleri artırmaya yönelik maddeler içermekteydi. Antlaşma, imparatorluğun büyük toprak kayıpları yaşamasına sebep olduğu gibi Fransa ve İngiltere’nin etkisine aldığı Tunus ve Sudan gibi bölgelere sınır olan Trablusgarb ve Bingazi’yi işgale müsait hâle getirdi. Osmanlı İmparatorluğu ekonomik ve askerî açıdan zayıf durumda olduğundan işgal girişimlerine uluslararası antlaşmaların sağladığı imkânlar çerçevesinde hukukî yollarla cevap vermeye çalıştı. Bu çalışmada, sömürgecilik yarışında hedef hâline gelen Osmanlı'nın Afrika’daki toprakları ve nüfuz alanlarının korunması yönündeki diplomatik girişimler, Paris Büyükelçisi Salih Münir Bey’in faaliyetleri üzerinden incelenmiş, Münir Bey’in Yıldız Sarayı’nın dış politika tercihlerine yaptığı etki tespit edilmeye çalışılmıştır. Osmanlı Arşivi’nde mahfuz belgeler ile konu hakkındaki ikincil kaynaklar üzerine inşa edilen çalışmanın kapsamı Münir Bey’in elçilik yıllarıyla (1896-1908) sınırlıdır.
Türkiye’de 93 Harbi’ne giriş meselesi tartışılırken genellikle savaşı hazırlayan şartlar, uluslar... more Türkiye’de 93 Harbi’ne giriş meselesi tartışılırken genellikle savaşı hazırlayan şartlar, uluslararası dengeler, dönemin diplomasi parametreleri ve iç siyasette yaşanan baş döndürücü gelişmeler ihmal edilerek kısa ve kesin hükümler verildiği gözlemlenmektedir. Bunda savaşın sebep olduğu büyük toprak kayıpları, yapılan onur kırıcı antlaşmanın etkisi olduğu gibi Türk siyasi tarihinin önemli dönüm noktalarından olan Kanun-ı Esasi ve Meclis-i Mebusan’ın kaderinin savaşın kaderine koşut şekilde bir ölü doğum şeklinde gerçekleşmesinin payı büyüktür. Savaş sonrasında yazılan yarı akademik ve popüler metinlerde savaşın sonucuna göre tarih yazımı tercih edilerek ideolojik ve siyasi amaç güden iki kutuplu bir anlatı oluşturulmuştur. Kimi tarihçiler ve tarihi siyasi amaçla kullanan yazarlar mağlubiyeti yükleyebilecekleri bir sorumlu arayışına girmişlerdir. Savaşa II. Abdülhamid’in sebep olduğunu iddia edenler, savaşın akıbeti ve sekteye uğrayan anayasa hareketinden padişahı sorumlu tutmuşlardır. Ülkeyi savaşa Midhat Paşa’nın soktuğunu ileri sürenler ise ağır yenilginin faturasını Midhat Paşa ile temsil ettiği meşrutiyet ve anayasa hareketine yüklemişlerdir. Bu çalışmada söz konusu iki anlatıyı temsil eden metinlerden bir kısmına yer verilerek iki kutuplu tarih yazımının ortaya çıkardığı sübjektif değerlendirmeler sorgulanmıştır. Çalışmanın amacı, tarihi siyasi ve ideolojik amaçlara göre şekillendirme çabasının ürünü olan metinlerdeki kaynak kullanımı ve metodoloji sorunlarına dikkat çekmek ve Türk tarihinin tartışmalı başlıklarından biri durumundaki 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına giriş sorunsalını analiz etmektir.
Faik Paşa, Osmanlı denizcilik tarihinin sâhibü’s-seyf ve’l-kalem (kalem ve kılıç sahibi) simaları... more Faik Paşa, Osmanlı denizcilik tarihinin sâhibü’s-seyf ve’l-kalem (kalem ve kılıç sahibi) simalarından biridir. Kırk yıl süren denizcilik serüveni, 1858 yılında Mekteb-i Bahriye’de başlamıştır. 1865 yılında Basra Körfezi’ne gönderilen Bursa Korveti’nde seyr-i sefain mühendisi olarak görev almıştır. On beş ay süren bu seferin sonunda Seyahatname-i Bahr-i Muhit isimli eseri kaleme almıştır. Yaklaşık on beş yıl Erkân-ı Harbiye-i Bahriye reisliği (Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı) yaparak II. Abdülhamid dönemi bahriye bürokrasisinin tepe noktalarından birinde görev almıştır. Kariyerinin zirvesinde iken aleyhine verilen jurnalden endişeye kapılarak 1901 yılında Malta’ya firar etmiştir. II. Meşrutiyet’in ardından yurda dönmüş, rütbesinin iadesi için mücadele etmişse de başarılı olamamıştır. Acıbadem semtindeki konağı (günümüzde Acıbadem Dr. Şinasi Can Hastanesi) ve konağın bitişiğindeki camisi ile adı İstanbul’da yaşamaktadır. Cumhuriyet Türkiye’sinde diplomasi ve akademi mensubu fertleri ile mevcudiyetini sürdüren ailenin denizcilik geçmişi Faik Paşa ile sınırlı değildir. Faik Paşa’nın Royal Naval College’da (Greenwich) eğitim gören oğlu Ali Naci Kurtaran ile torunları İhsan Naci ve Hasan Dengiz de bahriyelidir. Bu çalışmada, yazılı ve yapılı eserleriyle İstanbul’da adı yaşayan fakat hikâyesi unutulmuş bir Osmanlı denizcisinin biyografisi merkeze alınarak en az üç kuşak bahriyeli bir ailenin serüveni ortaya konmaya çalışılmıştır.
Osmanlı Kitap Koleksiyonerleri ve Koleksiyonları İTİBAR VE İHTİRAS, 2022
Bu makalede son dönem Osmanlı kütüphaneleri ve kitap koleksiyonlarını koruma çabaları bağlamında ... more Bu makalede son dönem Osmanlı kütüphaneleri ve kitap koleksiyonlarını koruma çabaları bağlamında bir Osmanlı bürokratının kitaplarla ilişkisi ortaya konmuştur. Muhteris bir kitap koleksiyoneri olan Mehmed Halis Bey hakkında dolaşan dedikodu ve iddialara yer verilerek başta Alî Emîrî Efendi olmak üzere çevresindeki kitap tutkunlarıyla girdiği kavgalarla tanınan Hâlis Bey’in az bilinen biyografisi gün ışığına çıkarılmıştır. Bugün İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde korunan 13.000 ciltlik nadide kitap koleksiyonunun oluşum süreci birincil kaynaklardan yola çıkarak ele alınmıştır.
Bu çalışmada Sultan II. Abdülhamid dönemi Hariciye Nazırlarından Mehmed Said Paşa’nın biyografisi... more Bu çalışmada Sultan II. Abdülhamid dönemi Hariciye Nazırlarından Mehmed Said Paşa’nın biyografisi ortaya konmuştur. Memuriyet hayatı Tanzimat devrinde başlayan Said Paşa’nın Mülkiye ve Hariciye arasında salınan kariyeri süresince müdahil olduğu olaylar incelenmiştir. Paşanın Mülkiye görevleri ve Hariciye nazırlıkları döneminde imparatorluğu ilgilendiren temel sorunlar ele alınmış, bu sorunların Said Paşa’nın kariyerine yaptığı etkiler tespit edilmiştir. Paşanın Mülkiye mesleği içindeki görev alanları imparatorluğun sınır bölgelerindeki mutasarrıflık ve vilayetlerden oluşmaktadır. Suriye Vilayeti Umur ı Ecnebiye Müdürlüğü (politika memurluğu) görevinden itibaren stratejik önemdeki idari birimlerde ve teftiş komisyonlarında görev almıştır. Bu görevlerde edindiği birikim, paşayı Hariciye Nazırlığına taşımıştır. Said Paşa’nın Hariciye Nazırlığı dönemine ait temel meseleler Doğu Rumeli, Berlin Kongresi, Ermeni Meselesi ve zenci esir ticareti konularıdır. Yönetim gücünün Babıali’den Yıldız Sarayı’na geçtiği bir dönemde görev yapan Said Paşa’nın II. Abdülhamid idaresi içindeki konumu belirlenmeye çalışılmıştır. Bu çalışmayla Hariciye Nazırlığı gibi önemli bir makamda kesintisiz en uzun süre görev yapan devlet adamlarından biri olan Said Paşa’nın Tanzimat’tan II. Abdülhamid dönemine uzanan hayatı ve politik faaliyetlerine ışık tutulmuştur.
The Saint Abercius inscription discovered in 1883 by Scottish archaeologist William Mitchell Rams... more The Saint Abercius inscription discovered in 1883 by Scottish archaeologist William Mitchell Ramsay in Afyon Sandıklı is known as the oldest inscription that can be dated in the history of Christianity. This inscription was transferred to the Müze–i Hümayun (Imperial Museum) (currently Istanbul Archeology Museum) in Istanbul, and after a while, it was taken under protection, Patriarch Azarian, the leader of the Armenian Catholic Patriarchate suggested that it is given as a present to Leo Pope XIII on the occasion of his fiftieth anniversary in his profession. Subsequently, this inscription is dispatched to Rome on behalf of the museum as the decree of Sultan Abdülhamid II and the consent of Museum Director Osman Hamdi Bey (February 1893). The interesting thing is that at the same time, Louis Sabuncu, one of the imperial translators, submitted a report to Sultan Abdülhamid II through Monsignor Bonetti, the Pope’s envoy in Istanbul, claiming that Patriarch Azarian and Osman Hamdi Bey were acting in collaboration to send the inscription to the Pope. This paper tries to reveal the intriguing case through the archival documents lately found.
Bu çalışmada Edirne medreselerinin 1908-1912 yılları arasındaki talebe ve müderris sayısı, barınm... more Bu çalışmada Edirne medreselerinin 1908-1912 yılları arasındaki talebe ve müderris sayısı, barınma imkânları, iaşe durumu ve müfredatı incelenmiştir. 1910 yılından itibaren gerçekleştirilmeye çalışılan medrese reformunun Edirne medreselerine yansıması ve Edirne ulemasının merkezden beklentilerine yer verilmiştir.
Hazine-i Evrak Arşiv ve Tarih Araştırmaları Dergisi, 2022
Ali Naci Bey was the son of Faik Pasha, who was the Chief of the Naval Staff during the reign of ... more Ali Naci Bey was the son of Faik Pasha, who was the Chief of the Naval Staff during the reign of Abdülhamid II. He graduated from the Naval School with merits in 1891. As a reward, he was to be sent to England for education. However, his father did not allow him to go and thus, he missed the opportunity for education abroad. Wanting to further his education, Ali Naci boarded a ship as a fugitive and went to England to continue his education at the Royal Naval College in Greenwich. This study presents the biography, family bonds and professional career of Ali Naci Bey. Contrary to escapes which generally used to be conducted with political impulses during the reign of Abdülhamid II, the study examines the dynamics underlying this escape which was conducted for the sake of education. This study discusses the impacts of Ali Naci Bey's escape on his family and the palace.
Sultan II. Abdülhamid ve Osmanlı Modernleşmesi, 2022
Sultan Abdulhamid II would like to know the pieces (and their authors) issued in foreign press ai... more Sultan Abdulhamid II would like to know the pieces (and their authors) issued in foreign press aiming at discrediting his person, the crown and the caliphate. It was among the jobs of the embassies to follow up the news and articles seen in the press abroad that were related to the Ottomans. Almost all these were translated in full/short and the Sultan would ask sometimes for further researches about those He deemed significant. Nearly all the pieces showed up were penned by men that intended to extort by intimidating the Sultan, and indeed were issued in papers that attracted very little attention. However, to avoid the possibility of creating a negative public opinion the related office opted to take due measures. The note written down by the Sultan himself upon the confidential telegram wired by Salih Munir, the Turkish ambassador to Paris, gives us the chance to catch a little hint about the approach of the Sultan to those matters. Pierre Quillard, published an article in the newspaper L’Aurore. In the article, Abdülhamid II accused of being the instigator of the murder of Cavit Bey, who was son of the PM Halil Rıfat Pasha. Sultan asked Salih Munir to do his job tough-mindedly and apply to the related French authorities to get this man punished. On December 9, 1899 Salih Munir had a talk with the Foreign Minister and was told that Pierre Quillard would be harshly punished for all his slanderous discourse if it had not been for the principle of separation of powers and the judicial independence. Upon reading these lines Sultan wrote down, “It is not a matter of politics, but honour” and showed in a concise way how much stress he put on the subject. This very short sentence gives us a clue about the approach assumed by the Sultan against the news showed up in foreign press and about the dimensions through which the defence went on.
Süleyman Hasbî Effendi, who was born in the district of Pravishta in Thessaloniki Province, studi... more Süleyman Hasbî Effendi, who was born in the district of Pravishta in Thessaloniki Province, studied Arabian sciences in madrasahs and received his diploma. He graduated from the former Mekteb-i Mülkiye (Faculty of Political Sciences) in 1864. Hasbî Effendi, who could speak and write Turkish, Arabic and Persian, worked in various positions such as district governor, mufti and teacher. The Mecelle commentary published in 1881 enabled the opening of a new page in his professional career. He attracted the attention of Yıldız Palace with his work and was assigned to the palace library on December 22, 1881. In addition to his duties in the palace, he translated the works of Abdülkadir Geylanî and Abdülgani Nablusî. In 1891, at the request of Abdülhamid II, he made the first full translation of Imam Gazzalî's work named Tehâfütü'l-Felâsife in Turkish. In the same year, he was appointed as chief librarian. Hasbî Effendi, who researched and presented historical issues that Abdulhamid II was interested in, was described by the Sultan as a “walking encyclopedia”. He has an important place in the history of Turkish librarianship and culture with the work he undertook in the palace library and the works he published. The biography of Süleyman Hasbi Efendi, which presents a remarkable bibliographer portrait, also gives an idea about the mystical tendency and the interest of Abdulhamid II in the history of philosophy.
İşgalden Kurtuluşunun 100. Yılı Anısına Edirne'nin Ardı Da Bayler Edirne Tarihine Dair Anlatılar, 2021
Bu çalışmada Edirne Vilayeti’nde yaptığı hizmetlerle “halk doktoru” olarak anılan Doktor Sokrat D... more Bu çalışmada Edirne Vilayeti’nde yaptığı hizmetlerle “halk doktoru” olarak anılan Doktor Sokrat Delagrammatikas’ın resmî sicilinden hareketle biyografisi ve faaliyetleri ortaya konmuştur. Edirne tıp tarihinin dikkate değer simalarından biri olan Doktor Sokrat’ın biyografisi, tıp tarihinin unutulmuş bir simasının hayat hikâyesi kadar modern tıp tekniklerinin hayat geçirildiği yirminci yüz yılın başlarında Edirne’de tıp hayatı, tedavi yöntemleri ve sağlık kurumlarının durumunun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Balkan Harbi’nde Lüleburgaz Muharebesi'nde mağlup olan Osmanlı Ordusu’nun, Birinci Dünya Savaşı'n... more Balkan Harbi’nde Lüleburgaz Muharebesi'nde mağlup olan Osmanlı Ordusu’nun, Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale Muharebelerinde galip gelerek askerliğin şan ve şerefini geri almasının hatırasını canlandırmak üzere, Beşinci Ordu-yı Hümayun Menzil Müfettişliği tarafından Lüleburgaz istasyonuna 1916 yılında dikilen âbidenin hikayesi.
Bellek Uluslararası Tarih ve Kültür Araştırmaları Dergisi, 2021
In 1878 Sultan Abdülhamid II took a series of actions to mitigate the influence of his opponents ... more In 1878 Sultan Abdülhamid II took a series of actions to mitigate the influence of his opponents inside and outside. He established in 1884 the Inspectorate for Foreign Press based in the Foreign Office to prevent the slanderous news featured in the foreign press. It was on to that inspectorate to follow up the European press and the non-Turkish press inside the Empire, and to disclaim the fake news. The Sultan aimed at correcting the imperial image distorted in the eyes of the European public, and to try the state not to totally lose its position in the balance of power. For this purpose he put more of an importance on the inspectorate for foreign press and on August 27, 1890 he appointed Salih Münir as the inspector. As well as engaging with the foreign papers published in Istanbul, Salih Münir sought to meet the notable European journalists and sponsors, and by cash or orders given, forced them to take a pro-Ottoman stance in their publications. The job was not a long living one for Münir due to the German-French struggle for influence over the Empire. The statements featured in Le Stamboul, published in Beyoglu and had a pro-French attitude, against the German Empire put his office into danger. Faring the case to harm the relations of the Empire with the German emperor, Sultan Abdülhamid not only shut the paper down but also quitted Münir from his job on December 10, 1891. Following an opposite line with the experiences to be had by Münir during his years as an ambassador, the Inspectorate is very much important as it shows the sudden effects of diplomatic tendencies over the press as well as giving some hints and tips about the Sultan’s non-Turkish press regime.
II. ULUSLARARASI TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU, 2020
1886 yılında misyoner okulları ve
yerli gayr-ı müslimlere ait okulların denetimi için kurulan Mek... more 1886 yılında misyoner okulları ve yerli gayr-ı müslimlere ait okulların denetimi için kurulan Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'ne, başlangıçta Osmanlı azınlıkları ile sefaretlerin tepkisini çekmemek için gayr-ı müslim Osmanlı vatandaşı Kostantinidi Paşa tayin edilmişse de beklenen verim alınamamıştır. Bu sebeple aradan bir yıl geçmeden muktedir ve Müslüman bir bürokratın atanması kararlaştırılmıştır. 1887 yılında Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği’ne Farukîzâde Abdullah Hasib Efendi tayin edilmiştir. Abdullah Hasib Efendi’nin müfettişlik dönemi, bu yeni denetim kurumunun nizamnamesinin hazırlanarak görev alanının belirlendiği ve kurumsal alt yapısının hazırlandığı bir dönem olmuştur. Makalede, son dönem Maarifçilerinden Abdullah Hasib Efendi’nin biyografisi ortaya konduğu gibi on beş yıl süren Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği’ne tayin edilmesinin ardındaki dinamikler ile müfettişlik kurumunun teşkilatlanması konusundaki çabaları incelenmiştir.
II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık otoriter yönetimi, basınyayın hayatında derin izler bırakan uygu... more II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık otoriter yönetimi, basınyayın hayatında derin izler bırakan uygulamaları ile tartışmalı bir dönemdir. Bu dönemin zihinlerde yer eden kurumlarından biri Encümen-i Teftiş ve Muayene’dir. 1881 yılında kitap ve dergi basım-yayınını denetlemek için kurulan Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin varlığı ve faaliyetleri, döneminde ve sonraki yıllarda eleştiri konusu olmuştur. Bu çalışma, Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin tartışmalı tarihinin bir kesitini bilimsel veriler ışığında aydınlatmayı amaçlamaktadır. Encümen reisliğine tayin edilen Abdullah Hasib Efendi’nin encümeni kapsamlı bir revizyona tabi tutmak için II. Abdülhamid’e sunduğu 1898 tarihli rapor, çalışmanın esasını teşkil etmektedir. Raporda encümenin kuruluş amacı, mevcut vaziyeti, eser kontrolünde izlenmesi gereken yöntem ve encümen kadrosunun iyileştirilmesi için yapılan tensikat teklifi yer almaktadır. Abdullah Hasib Efendi’nin kitap ve dergi sansürü için önerdiği yöntem ve bu yöntem doğrultusunda verdiği örnek, sansür mantığının işleyişi ve boyutları hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. Encümenin kurumsal yapısı ve üyeleri hakkında dikkate değer eleştiriler içeren rapor, encümen kadrosu ve uygulamalarını içeriden bir gözün aktardığı veriler doğrultusunda analiz fırsatı vermektedir. Çalışmada encümenin tarihçesi verildiği gibi Abdullah Hasib Efendi’nin gözlemleri analiz edilerek hedeflenen kurumsal revizyonun gerçekleşip gerçekleşmediği ortaya konmaya çalışılmıştır.
1878 yılından itibaren yönetim gücünü Babıali’den Yıldız Sarayı’na çekmeye başlayan Sultan II. Ab... more 1878 yılından itibaren yönetim gücünü Babıali’den Yıldız Sarayı’na çekmeye başlayan Sultan II. Abdülhamid, başlangıçta I. Meşrutiyet’i ilan ettiren kadronun tepki ve karşı manevralarıyla karşılaşsa da Babıali üzerindeki otoritesini gün geçtikçe arttırdı. Babıali’nin bertaraf edilmesi saraydaki vazifelilerin konumları ve görevlerini kıymetli hale getirdi. II. Abdülhamid dış politika ile bizzat ilgilenmek için Hariciye Mektupçuluğu’na bendegânından Salih Münir Bey’i tayin ederek yabancı elçilerle mahremâne münasebet kurmaya memur etti. Yıldız Sarayı’nın, Salih Münir Bey aracılığıyla Hariciye Nezareti’nin yetki alanı içine giren meselelere müdahalesi, yetki karmaşasına sebep oldu. Mir Haşim, Cezayir’den Suriye’ye göç eden Emir Abdülkadir’in oğlu idi. Mir Haşim’in Fransa vatandaşlığında ve himayesinde kalarak ayrıcalıklardan yararlanmak istemesi Fransa ile Osmanlı Devleti arasında anlaşmazlıklara sebep oldu. Suriye’deki Cezayirli göçmenler meselesi Fransa’nın Osmanlı Devleti üzerindeki baskı araçlarından biri haline geldi ve ihtiyaç duyulduğunda siyasi kriz sopası olarak kullanıldı. Mir Haşim Olayı’nda resmî ünvanı Hariciye Mektupçusu olan Salih Münir Bey’in, II. Abdülhamid’e yakınlığı sebebiyle bürokratik hiyerarşiyi dikkate almadan giriştiği faaliyet, Babıali ile Yıldız Sarayı arasında yetki krizine sebep oldu. Mir Haşim Olayı bu yönüyle, Tanzimat’tan beri Saray ile Babıali arasında süregelen nüfuz mücadelesinin tekrarlandığı bir olay olma özelliği taşımaktadır.
Sultan II. Abdülhamid, Avrupa ve Amerika’da eğitilen polis köpekleriyle ilgilenirdi. Sultanın bu ... more Sultan II. Abdülhamid, Avrupa ve Amerika’da eğitilen polis köpekleriyle ilgilenirdi. Sultanın bu merakını bilen mütercimler bu yetenekli hayvanlar hakkında da tercümeler yaparlardı. Sultanın ilgisi sadece yazılarda kalmaz, Avrupa’da görevli diplomatları vasıtasıyla bu hayvanlar an getirttiği olurdu. Sultanın neredeyse bütün eksantrik ihtiyaçlarını karşılayan Paris Sefiri Salih Münir Paşa, bu konuda da sultanın eli ayağı olmuştu.
Bu makalede biri unutulmuş nadir kitab koleksiyoneri olan İskender
Hoçi ile Fetihnâme-i Sultan Me... more Bu makalede biri unutulmuş nadir kitab koleksiyoneri olan İskender Hoçi ile Fetihnâme-i Sultan Mehmed isimli kitabın serencâmına yer verilmiştir. Birleştirmeye çalıştığımız bu hikayelerde -Franz Babinger’in dediği gibi- hususi bir kaderi olan Fetihnâme ile İskender Hoçi’nin Birinci Cihan Harbi’nin karanlık günlerinde kesişen yazgısı anlatılmaktadır.
Spiridon Mavroyani Paşa (d. 1817- ö. 1902), Sultan II. Abdülhamid’in şehzadeliğinden
itibaren ili... more Spiridon Mavroyani Paşa (d. 1817- ö. 1902), Sultan II. Abdülhamid’in şehzadeliğinden itibaren ilişki kurduğu, tahta geçtikten sonra yakın çevresine dâhil ettiği isimlerden biridir. İkilinin 1864 yılında başlayan tanışıklığı yıllar geçtikçe ilerlemiş, Mavroyani Paşa’nın sultana hekimlik yanında nedimlik ettiği durumlar da olmuştur. Uzun yıllara yayılan birliktelik Mavroyani Paşa’ya Sultan II. Abdülhamid’in sağlığı, özel hayatı ve dâhil olduğu politik süreçleri yakından takip etme fırsatı vermiştir. Mavroyani Paşa, 1846 yılında başlayan meslek hayatı boyunca tanıklık ettiği olayları 1879 yılından itibaren yazmaya başlamıştır. “Mémoires Sultaniques/Hatırât-ı Sultaniye” ismini verdiği anıları Sultan Abdülmecid dönemi, Sultan Abdülaziz’in hal’i, Sultan V. Murad’ın tahta çıkışı ve II. Abdülhamid döneminin ilk on beş yılını kapsamaktadır. 1892 yılında Mavroyani Paşa’nın eşinin ihbarı üzerine hatıraların varlığından haberdar olan II. Abdülhamid, paşanın sorguya çekilmesini istemiştir. Padişahın kararından haberdar olan Mavroyani Paşa Rus Büyükelçiliği’ne sığınmış, sefarethanede geçen bir gecenin ardından Yıldız Sarayı’nda sorguya çekilmiştir. Konutunda yapılan aramada ele geçirilen belge, mektup ve hatıralar tetkik edilerek muzır olanlar padişaha takdim edilmiştir. Mavroyani Paşa hatırat yazdığını kabul etmiş ancak yazdığı hatıralarda iddia edildiği gibi padişah ve hanedan aleyhinde ifadelere yer vermediğini beyan etmiştir. Paşa, Rum Patrikhanesi’nde rahipler huzurunda icra edilen yemin merasiminin ardından eski görevine devam etse de sonraki yıllarını kontrol altında geçirmiştir. Bu çalışmada kadrolarına karşı güven problemi yaşayan II. Abdülhamid’in, şehzadelik yıllarından itibaren özel hayatı ve politik kararlarına yakından tanıklık eden Sertabip Mavroyani Paşa’yla yaşadığı gerilim ortaya konacaktır. Gerilime sebep olan hatıratın mahiyeti ve mevcudiyeti hakkında bilgi verilecek, Mavroyani Paşa’nın aklanma sürecinde tabi tutulduğu sadakat testine yer verilecektir. Padişah ve sertabip arasındaki patrimonyal ilişki tarzı ortaya konacak, yaşanan olayların II. Abdülhamid’in yönetim tarzı içindeki yeri ile Mavroyani Paşa’nın kişisel ve meslekî kariyerine yaptığı etki incelenecektir.
FSM İlmÎ Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 2024
Mehmed Galib Bey, Sultan II. Abdülhamid dönemi valilerindendir. Jön Türk Devrimi’nden sonra görev... more Mehmed Galib Bey, Sultan II. Abdülhamid dönemi valilerindendir. Jön Türk Devrimi’nden sonra görevden alınınca Üsküdar’daki köşkünde ikamet etmeye başlamıştır. Mehmed Galib Bey’in Uzunçayır üstündeki köşkü, 1908 yılından itibaren mûsikî fasıllarının icra edildiği bir meclise dönüşmüştür. Yakın dostu ve yayıncısı Ebüzziya Tevfik Bey’in matbuat ve kültür âlemine dair sohbetleriyle zenginleşen meclislere dönemin kadın şair ve mûsikîşinaslarından Leyla Saz Hanım da iştirak etmiştir. Bu çalışmada, Mehmed Galib Bey’in Üsküdar Uzunçayır’daki köşkünde gerçekleşen kültür ve musikî meclisleri incelenmiştir. Çalışmanın amacı, Mehmed Galib Bey’in köşkündeki saz ve söz âlemlerinin Üsküdar’ın kültür ve mûsikî hayatına yaptığı katkıyı ortaya koymaktır. Çalışmada Mehmed Galib Bey’in biyografisi, dâhil olduğu kültür ve mûsikî çevresi, Uzunçayır üstündeki köşkün tarihçesi ve köşkün misafirlerinin biyografilerine yer verilmiştir. Çalışmanın birincil kaynağını köşkün sakinlerinden Reşid Halid Gönç’ün erken Cumhuriyet döneminde yayınlanan tefrikaları oluşturmaktadır. Köşkün sakinleri ve müdavimlerinin biyografileri ikincil kaynaklarla ortaya konmuştur.
1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’yla ortaya çıkan
yeni düzen, Osmanlı Devleti için sorun ... more 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’yla ortaya çıkan yeni düzen, Osmanlı Devleti için sorun çözücü olmaktan ziyade mevcut problemleri artırmaya yönelik maddeler içermekteydi. Antlaşma, imparatorluğun büyük toprak kayıpları yaşamasına sebep olduğu gibi Fransa ve İngiltere’nin etkisine aldığı Tunus ve Sudan gibi bölgelere sınır olan Trablusgarb ve Bingazi’yi işgale müsait hâle getirdi. Osmanlı İmparatorluğu ekonomik ve askerî açıdan zayıf durumda olduğundan işgal girişimlerine uluslararası antlaşmaların sağladığı imkânlar çerçevesinde hukukî yollarla cevap vermeye çalıştı. Bu çalışmada, sömürgecilik yarışında hedef hâline gelen Osmanlı'nın Afrika’daki toprakları ve nüfuz alanlarının korunması yönündeki diplomatik girişimler, Paris Büyükelçisi Salih Münir Bey’in faaliyetleri üzerinden incelenmiş, Münir Bey’in Yıldız Sarayı’nın dış politika tercihlerine yaptığı etki tespit edilmeye çalışılmıştır. Osmanlı Arşivi’nde mahfuz belgeler ile konu hakkındaki ikincil kaynaklar üzerine inşa edilen çalışmanın kapsamı Münir Bey’in elçilik yıllarıyla (1896-1908) sınırlıdır.
Türkiye’de 93 Harbi’ne giriş meselesi tartışılırken genellikle savaşı hazırlayan şartlar, uluslar... more Türkiye’de 93 Harbi’ne giriş meselesi tartışılırken genellikle savaşı hazırlayan şartlar, uluslararası dengeler, dönemin diplomasi parametreleri ve iç siyasette yaşanan baş döndürücü gelişmeler ihmal edilerek kısa ve kesin hükümler verildiği gözlemlenmektedir. Bunda savaşın sebep olduğu büyük toprak kayıpları, yapılan onur kırıcı antlaşmanın etkisi olduğu gibi Türk siyasi tarihinin önemli dönüm noktalarından olan Kanun-ı Esasi ve Meclis-i Mebusan’ın kaderinin savaşın kaderine koşut şekilde bir ölü doğum şeklinde gerçekleşmesinin payı büyüktür. Savaş sonrasında yazılan yarı akademik ve popüler metinlerde savaşın sonucuna göre tarih yazımı tercih edilerek ideolojik ve siyasi amaç güden iki kutuplu bir anlatı oluşturulmuştur. Kimi tarihçiler ve tarihi siyasi amaçla kullanan yazarlar mağlubiyeti yükleyebilecekleri bir sorumlu arayışına girmişlerdir. Savaşa II. Abdülhamid’in sebep olduğunu iddia edenler, savaşın akıbeti ve sekteye uğrayan anayasa hareketinden padişahı sorumlu tutmuşlardır. Ülkeyi savaşa Midhat Paşa’nın soktuğunu ileri sürenler ise ağır yenilginin faturasını Midhat Paşa ile temsil ettiği meşrutiyet ve anayasa hareketine yüklemişlerdir. Bu çalışmada söz konusu iki anlatıyı temsil eden metinlerden bir kısmına yer verilerek iki kutuplu tarih yazımının ortaya çıkardığı sübjektif değerlendirmeler sorgulanmıştır. Çalışmanın amacı, tarihi siyasi ve ideolojik amaçlara göre şekillendirme çabasının ürünü olan metinlerdeki kaynak kullanımı ve metodoloji sorunlarına dikkat çekmek ve Türk tarihinin tartışmalı başlıklarından biri durumundaki 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına giriş sorunsalını analiz etmektir.
Faik Paşa, Osmanlı denizcilik tarihinin sâhibü’s-seyf ve’l-kalem (kalem ve kılıç sahibi) simaları... more Faik Paşa, Osmanlı denizcilik tarihinin sâhibü’s-seyf ve’l-kalem (kalem ve kılıç sahibi) simalarından biridir. Kırk yıl süren denizcilik serüveni, 1858 yılında Mekteb-i Bahriye’de başlamıştır. 1865 yılında Basra Körfezi’ne gönderilen Bursa Korveti’nde seyr-i sefain mühendisi olarak görev almıştır. On beş ay süren bu seferin sonunda Seyahatname-i Bahr-i Muhit isimli eseri kaleme almıştır. Yaklaşık on beş yıl Erkân-ı Harbiye-i Bahriye reisliği (Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı) yaparak II. Abdülhamid dönemi bahriye bürokrasisinin tepe noktalarından birinde görev almıştır. Kariyerinin zirvesinde iken aleyhine verilen jurnalden endişeye kapılarak 1901 yılında Malta’ya firar etmiştir. II. Meşrutiyet’in ardından yurda dönmüş, rütbesinin iadesi için mücadele etmişse de başarılı olamamıştır. Acıbadem semtindeki konağı (günümüzde Acıbadem Dr. Şinasi Can Hastanesi) ve konağın bitişiğindeki camisi ile adı İstanbul’da yaşamaktadır. Cumhuriyet Türkiye’sinde diplomasi ve akademi mensubu fertleri ile mevcudiyetini sürdüren ailenin denizcilik geçmişi Faik Paşa ile sınırlı değildir. Faik Paşa’nın Royal Naval College’da (Greenwich) eğitim gören oğlu Ali Naci Kurtaran ile torunları İhsan Naci ve Hasan Dengiz de bahriyelidir. Bu çalışmada, yazılı ve yapılı eserleriyle İstanbul’da adı yaşayan fakat hikâyesi unutulmuş bir Osmanlı denizcisinin biyografisi merkeze alınarak en az üç kuşak bahriyeli bir ailenin serüveni ortaya konmaya çalışılmıştır.
Osmanlı Kitap Koleksiyonerleri ve Koleksiyonları İTİBAR VE İHTİRAS, 2022
Bu makalede son dönem Osmanlı kütüphaneleri ve kitap koleksiyonlarını koruma çabaları bağlamında ... more Bu makalede son dönem Osmanlı kütüphaneleri ve kitap koleksiyonlarını koruma çabaları bağlamında bir Osmanlı bürokratının kitaplarla ilişkisi ortaya konmuştur. Muhteris bir kitap koleksiyoneri olan Mehmed Halis Bey hakkında dolaşan dedikodu ve iddialara yer verilerek başta Alî Emîrî Efendi olmak üzere çevresindeki kitap tutkunlarıyla girdiği kavgalarla tanınan Hâlis Bey’in az bilinen biyografisi gün ışığına çıkarılmıştır. Bugün İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde korunan 13.000 ciltlik nadide kitap koleksiyonunun oluşum süreci birincil kaynaklardan yola çıkarak ele alınmıştır.
Bu çalışmada Sultan II. Abdülhamid dönemi Hariciye Nazırlarından Mehmed Said Paşa’nın biyografisi... more Bu çalışmada Sultan II. Abdülhamid dönemi Hariciye Nazırlarından Mehmed Said Paşa’nın biyografisi ortaya konmuştur. Memuriyet hayatı Tanzimat devrinde başlayan Said Paşa’nın Mülkiye ve Hariciye arasında salınan kariyeri süresince müdahil olduğu olaylar incelenmiştir. Paşanın Mülkiye görevleri ve Hariciye nazırlıkları döneminde imparatorluğu ilgilendiren temel sorunlar ele alınmış, bu sorunların Said Paşa’nın kariyerine yaptığı etkiler tespit edilmiştir. Paşanın Mülkiye mesleği içindeki görev alanları imparatorluğun sınır bölgelerindeki mutasarrıflık ve vilayetlerden oluşmaktadır. Suriye Vilayeti Umur ı Ecnebiye Müdürlüğü (politika memurluğu) görevinden itibaren stratejik önemdeki idari birimlerde ve teftiş komisyonlarında görev almıştır. Bu görevlerde edindiği birikim, paşayı Hariciye Nazırlığına taşımıştır. Said Paşa’nın Hariciye Nazırlığı dönemine ait temel meseleler Doğu Rumeli, Berlin Kongresi, Ermeni Meselesi ve zenci esir ticareti konularıdır. Yönetim gücünün Babıali’den Yıldız Sarayı’na geçtiği bir dönemde görev yapan Said Paşa’nın II. Abdülhamid idaresi içindeki konumu belirlenmeye çalışılmıştır. Bu çalışmayla Hariciye Nazırlığı gibi önemli bir makamda kesintisiz en uzun süre görev yapan devlet adamlarından biri olan Said Paşa’nın Tanzimat’tan II. Abdülhamid dönemine uzanan hayatı ve politik faaliyetlerine ışık tutulmuştur.
The Saint Abercius inscription discovered in 1883 by Scottish archaeologist William Mitchell Rams... more The Saint Abercius inscription discovered in 1883 by Scottish archaeologist William Mitchell Ramsay in Afyon Sandıklı is known as the oldest inscription that can be dated in the history of Christianity. This inscription was transferred to the Müze–i Hümayun (Imperial Museum) (currently Istanbul Archeology Museum) in Istanbul, and after a while, it was taken under protection, Patriarch Azarian, the leader of the Armenian Catholic Patriarchate suggested that it is given as a present to Leo Pope XIII on the occasion of his fiftieth anniversary in his profession. Subsequently, this inscription is dispatched to Rome on behalf of the museum as the decree of Sultan Abdülhamid II and the consent of Museum Director Osman Hamdi Bey (February 1893). The interesting thing is that at the same time, Louis Sabuncu, one of the imperial translators, submitted a report to Sultan Abdülhamid II through Monsignor Bonetti, the Pope’s envoy in Istanbul, claiming that Patriarch Azarian and Osman Hamdi Bey were acting in collaboration to send the inscription to the Pope. This paper tries to reveal the intriguing case through the archival documents lately found.
Bu çalışmada Edirne medreselerinin 1908-1912 yılları arasındaki talebe ve müderris sayısı, barınm... more Bu çalışmada Edirne medreselerinin 1908-1912 yılları arasındaki talebe ve müderris sayısı, barınma imkânları, iaşe durumu ve müfredatı incelenmiştir. 1910 yılından itibaren gerçekleştirilmeye çalışılan medrese reformunun Edirne medreselerine yansıması ve Edirne ulemasının merkezden beklentilerine yer verilmiştir.
Hazine-i Evrak Arşiv ve Tarih Araştırmaları Dergisi, 2022
Ali Naci Bey was the son of Faik Pasha, who was the Chief of the Naval Staff during the reign of ... more Ali Naci Bey was the son of Faik Pasha, who was the Chief of the Naval Staff during the reign of Abdülhamid II. He graduated from the Naval School with merits in 1891. As a reward, he was to be sent to England for education. However, his father did not allow him to go and thus, he missed the opportunity for education abroad. Wanting to further his education, Ali Naci boarded a ship as a fugitive and went to England to continue his education at the Royal Naval College in Greenwich. This study presents the biography, family bonds and professional career of Ali Naci Bey. Contrary to escapes which generally used to be conducted with political impulses during the reign of Abdülhamid II, the study examines the dynamics underlying this escape which was conducted for the sake of education. This study discusses the impacts of Ali Naci Bey's escape on his family and the palace.
Sultan II. Abdülhamid ve Osmanlı Modernleşmesi, 2022
Sultan Abdulhamid II would like to know the pieces (and their authors) issued in foreign press ai... more Sultan Abdulhamid II would like to know the pieces (and their authors) issued in foreign press aiming at discrediting his person, the crown and the caliphate. It was among the jobs of the embassies to follow up the news and articles seen in the press abroad that were related to the Ottomans. Almost all these were translated in full/short and the Sultan would ask sometimes for further researches about those He deemed significant. Nearly all the pieces showed up were penned by men that intended to extort by intimidating the Sultan, and indeed were issued in papers that attracted very little attention. However, to avoid the possibility of creating a negative public opinion the related office opted to take due measures. The note written down by the Sultan himself upon the confidential telegram wired by Salih Munir, the Turkish ambassador to Paris, gives us the chance to catch a little hint about the approach of the Sultan to those matters. Pierre Quillard, published an article in the newspaper L’Aurore. In the article, Abdülhamid II accused of being the instigator of the murder of Cavit Bey, who was son of the PM Halil Rıfat Pasha. Sultan asked Salih Munir to do his job tough-mindedly and apply to the related French authorities to get this man punished. On December 9, 1899 Salih Munir had a talk with the Foreign Minister and was told that Pierre Quillard would be harshly punished for all his slanderous discourse if it had not been for the principle of separation of powers and the judicial independence. Upon reading these lines Sultan wrote down, “It is not a matter of politics, but honour” and showed in a concise way how much stress he put on the subject. This very short sentence gives us a clue about the approach assumed by the Sultan against the news showed up in foreign press and about the dimensions through which the defence went on.
Süleyman Hasbî Effendi, who was born in the district of Pravishta in Thessaloniki Province, studi... more Süleyman Hasbî Effendi, who was born in the district of Pravishta in Thessaloniki Province, studied Arabian sciences in madrasahs and received his diploma. He graduated from the former Mekteb-i Mülkiye (Faculty of Political Sciences) in 1864. Hasbî Effendi, who could speak and write Turkish, Arabic and Persian, worked in various positions such as district governor, mufti and teacher. The Mecelle commentary published in 1881 enabled the opening of a new page in his professional career. He attracted the attention of Yıldız Palace with his work and was assigned to the palace library on December 22, 1881. In addition to his duties in the palace, he translated the works of Abdülkadir Geylanî and Abdülgani Nablusî. In 1891, at the request of Abdülhamid II, he made the first full translation of Imam Gazzalî's work named Tehâfütü'l-Felâsife in Turkish. In the same year, he was appointed as chief librarian. Hasbî Effendi, who researched and presented historical issues that Abdulhamid II was interested in, was described by the Sultan as a “walking encyclopedia”. He has an important place in the history of Turkish librarianship and culture with the work he undertook in the palace library and the works he published. The biography of Süleyman Hasbi Efendi, which presents a remarkable bibliographer portrait, also gives an idea about the mystical tendency and the interest of Abdulhamid II in the history of philosophy.
İşgalden Kurtuluşunun 100. Yılı Anısına Edirne'nin Ardı Da Bayler Edirne Tarihine Dair Anlatılar, 2021
Bu çalışmada Edirne Vilayeti’nde yaptığı hizmetlerle “halk doktoru” olarak anılan Doktor Sokrat D... more Bu çalışmada Edirne Vilayeti’nde yaptığı hizmetlerle “halk doktoru” olarak anılan Doktor Sokrat Delagrammatikas’ın resmî sicilinden hareketle biyografisi ve faaliyetleri ortaya konmuştur. Edirne tıp tarihinin dikkate değer simalarından biri olan Doktor Sokrat’ın biyografisi, tıp tarihinin unutulmuş bir simasının hayat hikâyesi kadar modern tıp tekniklerinin hayat geçirildiği yirminci yüz yılın başlarında Edirne’de tıp hayatı, tedavi yöntemleri ve sağlık kurumlarının durumunun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Balkan Harbi’nde Lüleburgaz Muharebesi'nde mağlup olan Osmanlı Ordusu’nun, Birinci Dünya Savaşı'n... more Balkan Harbi’nde Lüleburgaz Muharebesi'nde mağlup olan Osmanlı Ordusu’nun, Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale Muharebelerinde galip gelerek askerliğin şan ve şerefini geri almasının hatırasını canlandırmak üzere, Beşinci Ordu-yı Hümayun Menzil Müfettişliği tarafından Lüleburgaz istasyonuna 1916 yılında dikilen âbidenin hikayesi.
Bellek Uluslararası Tarih ve Kültür Araştırmaları Dergisi, 2021
In 1878 Sultan Abdülhamid II took a series of actions to mitigate the influence of his opponents ... more In 1878 Sultan Abdülhamid II took a series of actions to mitigate the influence of his opponents inside and outside. He established in 1884 the Inspectorate for Foreign Press based in the Foreign Office to prevent the slanderous news featured in the foreign press. It was on to that inspectorate to follow up the European press and the non-Turkish press inside the Empire, and to disclaim the fake news. The Sultan aimed at correcting the imperial image distorted in the eyes of the European public, and to try the state not to totally lose its position in the balance of power. For this purpose he put more of an importance on the inspectorate for foreign press and on August 27, 1890 he appointed Salih Münir as the inspector. As well as engaging with the foreign papers published in Istanbul, Salih Münir sought to meet the notable European journalists and sponsors, and by cash or orders given, forced them to take a pro-Ottoman stance in their publications. The job was not a long living one for Münir due to the German-French struggle for influence over the Empire. The statements featured in Le Stamboul, published in Beyoglu and had a pro-French attitude, against the German Empire put his office into danger. Faring the case to harm the relations of the Empire with the German emperor, Sultan Abdülhamid not only shut the paper down but also quitted Münir from his job on December 10, 1891. Following an opposite line with the experiences to be had by Münir during his years as an ambassador, the Inspectorate is very much important as it shows the sudden effects of diplomatic tendencies over the press as well as giving some hints and tips about the Sultan’s non-Turkish press regime.
II. ULUSLARARASI TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU, 2020
1886 yılında misyoner okulları ve
yerli gayr-ı müslimlere ait okulların denetimi için kurulan Mek... more 1886 yılında misyoner okulları ve yerli gayr-ı müslimlere ait okulların denetimi için kurulan Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'ne, başlangıçta Osmanlı azınlıkları ile sefaretlerin tepkisini çekmemek için gayr-ı müslim Osmanlı vatandaşı Kostantinidi Paşa tayin edilmişse de beklenen verim alınamamıştır. Bu sebeple aradan bir yıl geçmeden muktedir ve Müslüman bir bürokratın atanması kararlaştırılmıştır. 1887 yılında Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği’ne Farukîzâde Abdullah Hasib Efendi tayin edilmiştir. Abdullah Hasib Efendi’nin müfettişlik dönemi, bu yeni denetim kurumunun nizamnamesinin hazırlanarak görev alanının belirlendiği ve kurumsal alt yapısının hazırlandığı bir dönem olmuştur. Makalede, son dönem Maarifçilerinden Abdullah Hasib Efendi’nin biyografisi ortaya konduğu gibi on beş yıl süren Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği’ne tayin edilmesinin ardındaki dinamikler ile müfettişlik kurumunun teşkilatlanması konusundaki çabaları incelenmiştir.
II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık otoriter yönetimi, basınyayın hayatında derin izler bırakan uygu... more II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık otoriter yönetimi, basınyayın hayatında derin izler bırakan uygulamaları ile tartışmalı bir dönemdir. Bu dönemin zihinlerde yer eden kurumlarından biri Encümen-i Teftiş ve Muayene’dir. 1881 yılında kitap ve dergi basım-yayınını denetlemek için kurulan Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin varlığı ve faaliyetleri, döneminde ve sonraki yıllarda eleştiri konusu olmuştur. Bu çalışma, Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin tartışmalı tarihinin bir kesitini bilimsel veriler ışığında aydınlatmayı amaçlamaktadır. Encümen reisliğine tayin edilen Abdullah Hasib Efendi’nin encümeni kapsamlı bir revizyona tabi tutmak için II. Abdülhamid’e sunduğu 1898 tarihli rapor, çalışmanın esasını teşkil etmektedir. Raporda encümenin kuruluş amacı, mevcut vaziyeti, eser kontrolünde izlenmesi gereken yöntem ve encümen kadrosunun iyileştirilmesi için yapılan tensikat teklifi yer almaktadır. Abdullah Hasib Efendi’nin kitap ve dergi sansürü için önerdiği yöntem ve bu yöntem doğrultusunda verdiği örnek, sansür mantığının işleyişi ve boyutları hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. Encümenin kurumsal yapısı ve üyeleri hakkında dikkate değer eleştiriler içeren rapor, encümen kadrosu ve uygulamalarını içeriden bir gözün aktardığı veriler doğrultusunda analiz fırsatı vermektedir. Çalışmada encümenin tarihçesi verildiği gibi Abdullah Hasib Efendi’nin gözlemleri analiz edilerek hedeflenen kurumsal revizyonun gerçekleşip gerçekleşmediği ortaya konmaya çalışılmıştır.
1878 yılından itibaren yönetim gücünü Babıali’den Yıldız Sarayı’na çekmeye başlayan Sultan II. Ab... more 1878 yılından itibaren yönetim gücünü Babıali’den Yıldız Sarayı’na çekmeye başlayan Sultan II. Abdülhamid, başlangıçta I. Meşrutiyet’i ilan ettiren kadronun tepki ve karşı manevralarıyla karşılaşsa da Babıali üzerindeki otoritesini gün geçtikçe arttırdı. Babıali’nin bertaraf edilmesi saraydaki vazifelilerin konumları ve görevlerini kıymetli hale getirdi. II. Abdülhamid dış politika ile bizzat ilgilenmek için Hariciye Mektupçuluğu’na bendegânından Salih Münir Bey’i tayin ederek yabancı elçilerle mahremâne münasebet kurmaya memur etti. Yıldız Sarayı’nın, Salih Münir Bey aracılığıyla Hariciye Nezareti’nin yetki alanı içine giren meselelere müdahalesi, yetki karmaşasına sebep oldu. Mir Haşim, Cezayir’den Suriye’ye göç eden Emir Abdülkadir’in oğlu idi. Mir Haşim’in Fransa vatandaşlığında ve himayesinde kalarak ayrıcalıklardan yararlanmak istemesi Fransa ile Osmanlı Devleti arasında anlaşmazlıklara sebep oldu. Suriye’deki Cezayirli göçmenler meselesi Fransa’nın Osmanlı Devleti üzerindeki baskı araçlarından biri haline geldi ve ihtiyaç duyulduğunda siyasi kriz sopası olarak kullanıldı. Mir Haşim Olayı’nda resmî ünvanı Hariciye Mektupçusu olan Salih Münir Bey’in, II. Abdülhamid’e yakınlığı sebebiyle bürokratik hiyerarşiyi dikkate almadan giriştiği faaliyet, Babıali ile Yıldız Sarayı arasında yetki krizine sebep oldu. Mir Haşim Olayı bu yönüyle, Tanzimat’tan beri Saray ile Babıali arasında süregelen nüfuz mücadelesinin tekrarlandığı bir olay olma özelliği taşımaktadır.
Bu çalışma, Osmanlı merkez bürokrasisinde iki asır boyunca çeşitli kademelerde görev yapan Çorlul... more Bu çalışma, Osmanlı merkez bürokrasisinde iki asır boyunca çeşitli kademelerde görev yapan Çorlulu ailesine mensup, II. Abdülhamid döneminin nüfuzlu diplomatlarından Salih Münir Paşa’nın hayatını ve özellikle Paris’teki elçilik yıllarını konu alıyor. II. Meşrutiyet’ten sonra yaşanan iktidar değişikliğini müteakiben meydana gelen söylem değişikliğinin gölgesinde kalan, Osmanlı diplomasisinin önemli bir figürü olan Salih Münir Paşa’yı ön kabullerden uzak ve nesnel bir şekilde ele alan bu çalışma Osmanlı’nın son dönemi yapbozunda bir parçayı daha yerli yerine yerleştiriyor. II. Abdülhamid döneminde Paris sefirliği görevinde bulunan Salih Münir Paşa'nın sıradan bir elçi olmanın ötesinde, ülkeden “firar eden” Jön Türklerin payitahta geri dönmelerini sağlamak ve meşrutiyet yanlısı paşaların yurt dışındaki tahriklerini önlemek gibi özel görevleri vardı. Salih Münir Paşa’nın II. Abdülhamid iktidarında bu faaliyetlerle meşgul olmasının bedeli II. Meşrutiyet’i takip eden süreçte siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalmak ve günümüze kadar ulaşan olumsuz bir imaja sahip olmaktı. Kasım Hızlı, Sultanın Sefiri Salih Münir Paşa adlı bu değerli eseri, geniş bir arşiv taramasıyla ve titiz bir şekilde çalışarak ortaya koymuştur. Salih Münir Paşa’ya ilgili iddiaları taraf tutmadan incelemiş ve Paşa nezdinde imparatorluğun en kritik dönemlerine ışık tutmuştur.
Bu çalışmada II. Abdülhamid idaresinin uluslararası aktörlerle
mücadele biçimi Louis Sabuncu vaka... more Bu çalışmada II. Abdülhamid idaresinin uluslararası aktörlerle mücadele biçimi Louis Sabuncu vakası üzerinden ortaya konmuştur. Muhalif gazeteci Louis Sabuncu’nun Osmanlı idaresi tarafından ikna edilerek Yıldız Sarayı’ndaki tercüme bürosunda istihdam süreci ayrıntılı şekilde incelenmiştir. Yönetim gücünün II. Abdülhamid’in kontrolüne geçtiği bir dönemde görev yapan Louis Sabuncu’nun saray kadrosu içindeki konumu ve II. Abdülhamid’e sunduğu raporlar incelenerek saray politikalarına yön verip veremediği ortaya konmuştur. Din adamı, gazeteci, seyyah ve mütercim sıfatıyla ön plana çıkan Louis Sabuncu imparatorluk çağının birçok özelliğini bünyesinde barındırmaktadır. Bu özellikleri sebebiyle Arap dünyası ve Avrupa akademik çevrelerinde araştırmalara konu olmaya devam etmektedir. Bunda Nahda (Arap uyanışı) entelektüellerinden olmasının ve çıkardığı en-Nahle dergisinin payı oldukça büyüktür. İmparatorluk çağına ait bir kişiliğin, yirminci yüzyılın ilk yarısından itibaren Türk basını ve akademisinde kendisine yer bulabilmesi ise dikkat çekici bir sima olmasının yanında II. Abdülhamid’in mütercimi olması ile doğrudan ilgilidir. Louis Sabuncu biyografisi bu yönüyle, on dokuzuncu yüzyılın sıradışı bir isminin hayat hikâyesini barındırdığı kadar, Türkiye’nin tartışmalı siyasi figürlerinden II. Abdülhamid dönemini, yeni ve eleştirel bakış açılarıyla değerlendirebilmek için imkânlar sunmaktadır.
bdullah Hasib Efendi, son of Farukizade Mahmud Efendi, from Mosul notables and a member of
Provin... more bdullah Hasib Efendi, son of Farukizade Mahmud Efendi, from Mosul notables and a member of Provincial Council, was born in Mosul in 1839. Hasib Efendi who could read and write in Arabic, Turkish and Persian, was the Seal-keeper of the Grand Vizier Tunisian Hayreddin Pasha after his first degree civil service. He served as the Judicial Inspector of the Cezayir-i Bahr-i Sefid Province. In 1887, he was assigned to the İnspector for Schools of Foreigners and Non-Muslims. He carried out duty as a member of the Exemination of Publishing and member of the Council of General Education. He was also chairman of the Inspection and Examination Committee. With the declaration of the Second Constitutional Monarchy, Abdülhamid II’s cadres were dismissed from the civil service and he retired on 25 February 1909. He translated and published the book "Misbahu'n-Necat" by the Islamic scholar Imam al-Ghazalî. There are also unpublished works of Hasib Efendi, who has another published work named "Imru’l-Kays Kaside-i Muallakası’nın Şerhi". With special missions he took on during the Abdulhamid II period, he enabled the persons embarking on harmful activities ort he government, to enter the government service. Abdullah Hasib Efendi died in Istanbul in 1913.
Spiridon Mavroyéni Pasha (b. 1817 - d. 1902) is one of the figures with whom Sultan Abdülhamid ha... more Spiridon Mavroyéni Pasha (b. 1817 - d. 1902) is one of the figures with whom Sultan Abdülhamid had relations since his princehood and included in his close circle as he was brought up to the throne. The acquaintance of the two, which started in 1864, has progressed over the years, and except being the chief physician Mavroyéni Pasha served the sultan in many occasions. The long-term partnership gave Mavroyéni Pasha the opportunity to closely observe the health, private life and the political conducts of the Sultan. Starting from 1879 Mavroyéni Pasha took up writing about the events he witnessed throughout his career, which started in 1846. His memories, named “Mémoires Sultaniques”, cover the period of Sultan Abdülmecid, the dethronement of Sultan Abdülaziz, the accession of Sultan Murad V, and the first fifteen years of the reign of Abdülhamid II. On the notice of Mavroyéni Pasha’s wife, Abdülhamid, who was aware of the existence of the memories, wanted the pasha to be questioned. Having been aware of the Sultan’s decision, Mavroyéni took refuge in the Russian Embassy. Spending the night in the embassy, he was taken into custody and interrogated in Yıldız Palace; documents, letters and memories found during the search of his residence were examined and those mischievous were presented to the Sultan. Mavroyéni Pasha admitted that he wrote them himself, yet asserted that he did not include statements against the sultan and the dynasty as alleged. Although the Pasha resumed his former duty after the oath ceremony taken place in the presence of the priests in Greek Patriarchate, he spent the following years under control. In this study, the tension between Abdülhamid, who had a problem of trust with almost all his staff, with Mavroyéni Pasha the chief physician, who witnessed his private life and political decisions since the former was a prince, will be revealed. Information will be given about the nature and existence of the memoir that caused tension, and the loyalty test that Mavroyéni Pasha was subjected to during the acquittal process will be touched upon. The patrimonial relationship between the sultan and the chief physician will be revealed, and how the events effected the administrative style of Abdülhamid, and the personal and professional career of the Pasha is to be examined.
Uploads
Papers by Kasım Hızlı
Hoçi ile Fetihnâme-i Sultan Mehmed isimli kitabın serencâmına yer verilmiştir. Birleştirmeye çalıştığımız bu hikayelerde -Franz Babinger’in dediği gibi- hususi bir kaderi olan Fetihnâme ile İskender Hoçi’nin Birinci Cihan Harbi’nin karanlık günlerinde kesişen yazgısı anlatılmaktadır.
itibaren ilişki kurduğu, tahta geçtikten sonra yakın çevresine dâhil ettiği isimlerden
biridir. İkilinin 1864 yılında başlayan tanışıklığı yıllar geçtikçe ilerlemiş, Mavroyani
Paşa’nın sultana hekimlik yanında nedimlik ettiği durumlar da olmuştur. Uzun yıllara
yayılan birliktelik Mavroyani Paşa’ya Sultan II. Abdülhamid’in sağlığı, özel hayatı ve
dâhil olduğu politik süreçleri yakından takip etme fırsatı vermiştir. Mavroyani Paşa,
1846 yılında başlayan meslek hayatı boyunca tanıklık ettiği olayları 1879 yılından
itibaren yazmaya başlamıştır. “Mémoires Sultaniques/Hatırât-ı Sultaniye” ismini
verdiği anıları Sultan Abdülmecid dönemi, Sultan Abdülaziz’in hal’i, Sultan V.
Murad’ın tahta çıkışı ve II. Abdülhamid döneminin ilk on beş yılını kapsamaktadır.
1892 yılında Mavroyani Paşa’nın eşinin ihbarı üzerine hatıraların varlığından haberdar
olan II. Abdülhamid, paşanın sorguya çekilmesini istemiştir. Padişahın kararından
haberdar olan Mavroyani Paşa Rus Büyükelçiliği’ne sığınmış, sefarethanede geçen bir
gecenin ardından Yıldız Sarayı’nda sorguya çekilmiştir. Konutunda yapılan aramada
ele geçirilen belge, mektup ve hatıralar tetkik edilerek muzır olanlar padişaha takdim
edilmiştir. Mavroyani Paşa hatırat yazdığını kabul etmiş ancak yazdığı hatıralarda iddia
edildiği gibi padişah ve hanedan aleyhinde ifadelere yer vermediğini beyan etmiştir.
Paşa, Rum Patrikhanesi’nde rahipler huzurunda icra edilen yemin merasiminin
ardından eski görevine devam etse de sonraki yıllarını kontrol altında geçirmiştir. Bu
çalışmada kadrolarına karşı güven problemi yaşayan II. Abdülhamid’in, şehzadelik
yıllarından itibaren özel hayatı ve politik kararlarına yakından tanıklık eden Sertabip
Mavroyani Paşa’yla yaşadığı gerilim ortaya konacaktır. Gerilime sebep olan hatıratın
mahiyeti ve mevcudiyeti hakkında bilgi verilecek, Mavroyani Paşa’nın aklanma
sürecinde tabi tutulduğu sadakat testine yer verilecektir. Padişah ve sertabip arasındaki
patrimonyal ilişki tarzı ortaya konacak, yaşanan olayların II. Abdülhamid’in yönetim
tarzı içindeki yeri ile Mavroyani Paşa’nın kişisel ve meslekî kariyerine yaptığı etki
incelenecektir.
yeni düzen, Osmanlı Devleti için sorun çözücü olmaktan ziyade mevcut problemleri artırmaya yönelik maddeler içermekteydi. Antlaşma, imparatorluğun büyük toprak kayıpları yaşamasına sebep olduğu gibi Fransa ve İngiltere’nin etkisine aldığı Tunus
ve Sudan gibi bölgelere sınır olan Trablusgarb ve Bingazi’yi işgale müsait hâle getirdi. Osmanlı İmparatorluğu ekonomik ve askerî açıdan zayıf durumda olduğundan işgal girişimlerine uluslararası antlaşmaların sağladığı imkânlar çerçevesinde hukukî yollarla cevap vermeye çalıştı. Bu çalışmada, sömürgecilik yarışında
hedef hâline gelen Osmanlı'nın Afrika’daki toprakları ve nüfuz
alanlarının korunması yönündeki diplomatik girişimler, Paris
Büyükelçisi Salih Münir Bey’in faaliyetleri üzerinden incelenmiş, Münir Bey’in Yıldız Sarayı’nın dış politika tercihlerine yaptığı etki tespit edilmeye çalışılmıştır. Osmanlı Arşivi’nde mahfuz
belgeler ile konu hakkındaki ikincil kaynaklar üzerine inşa edilen
çalışmanın kapsamı Münir Bey’in elçilik yıllarıyla (1896-1908)
sınırlıdır.
kariyerine yaptığı etkiler tespit edilmiştir. Paşanın Mülkiye mesleği içindeki görev alanları imparatorluğun sınır bölgelerindeki mutasarrıflık ve vilayetlerden oluşmaktadır. Suriye Vilayeti Umur ı Ecnebiye Müdürlüğü (politika memurluğu) görevinden itibaren stratejik önemdeki idari birimlerde ve teftiş komisyonlarında görev almıştır. Bu görevlerde edindiği
birikim, paşayı Hariciye Nazırlığına taşımıştır. Said Paşa’nın Hariciye Nazırlığı dönemine ait temel meseleler Doğu Rumeli, Berlin Kongresi, Ermeni Meselesi ve zenci esir ticareti konularıdır. Yönetim gücünün Babıali’den Yıldız Sarayı’na geçtiği bir dönemde görev yapan Said Paşa’nın II. Abdülhamid idaresi içindeki konumu belirlenmeye çalışılmıştır. Bu çalışmayla Hariciye Nazırlığı gibi önemli bir makamda kesintisiz en uzun süre görev yapan devlet adamlarından biri olan Said Paşa’nın Tanzimat’tan II. Abdülhamid dönemine uzanan hayatı ve politik faaliyetlerine ışık tutulmuştur.
inscription was transferred to the Müze–i Hümayun (Imperial Museum) (currently Istanbul Archeology Museum) in Istanbul, and after a while, it was taken under protection, Patriarch Azarian, the leader of the Armenian Catholic Patriarchate suggested that it is given as a present to Leo Pope XIII on the occasion of his fiftieth anniversary in his profession. Subsequently, this inscription is dispatched to Rome on behalf of the museum as the decree of Sultan Abdülhamid II and the consent of Museum Director Osman Hamdi Bey (February 1893). The interesting thing is that at the same time, Louis Sabuncu, one of the imperial translators, submitted a report to Sultan Abdülhamid II through
Monsignor Bonetti, the Pope’s envoy in Istanbul, claiming that Patriarch Azarian and Osman Hamdi Bey were acting in collaboration to send the inscription to the Pope. This paper tries to reveal the intriguing case through the archival documents lately found.
Ottomans. Almost all these were translated in full/short and the Sultan would ask sometimes for further researches about those He deemed significant. Nearly all the pieces showed up were penned by men that intended to extort by intimidating the Sultan, and indeed were issued in papers that attracted very little attention. However, to avoid the possibility of creating a negative public opinion the related office opted to take due measures. The note written down by the Sultan himself upon the confidential telegram wired by Salih Munir, the Turkish ambassador to Paris, gives us the chance to catch a little hint about the approach of
the Sultan to those matters. Pierre Quillard, published an article in the newspaper L’Aurore. In the article, Abdülhamid II accused of being the instigator of the murder of Cavit Bey, who was son of the PM Halil Rıfat Pasha. Sultan asked Salih Munir to do his job tough-mindedly and apply to the related French authorities to get this man punished. On December 9, 1899 Salih Munir had a talk with the Foreign Minister and was told that Pierre Quillard would be harshly punished for all his slanderous discourse if it had not been for the principle of separation of powers and the judicial independence. Upon reading these lines Sultan wrote down, “It is not a matter of politics, but honour” and showed in a concise way how much
stress he put on the subject. This very short sentence gives us a clue about the approach assumed by the Sultan against the news showed up in foreign press and about the dimensions through which the defence went on.
yerli gayr-ı müslimlere ait okulların denetimi için kurulan Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'ne, başlangıçta Osmanlı
azınlıkları ile sefaretlerin tepkisini çekmemek için gayr-ı müslim Osmanlı vatandaşı
Kostantinidi Paşa tayin edilmişse de beklenen verim alınamamıştır. Bu sebeple
aradan bir yıl geçmeden muktedir ve Müslüman bir bürokratın atanması kararlaştırılmıştır.
1887 yılında Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği’ne Farukîzâde Abdullah
Hasib Efendi tayin edilmiştir. Abdullah Hasib Efendi’nin müfettişlik dönemi, bu yeni denetim
kurumunun nizamnamesinin hazırlanarak görev alanının belirlendiği ve kurumsal alt yapısının
hazırlandığı bir dönem olmuştur. Makalede, son dönem Maarifçilerinden Abdullah Hasib
Efendi’nin biyografisi ortaya konduğu gibi on beş yıl süren Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve
Ecnebiye Müfettişliği’ne tayin edilmesinin ardındaki dinamikler ile müfettişlik kurumunun
teşkilatlanması konusundaki çabaları incelenmiştir.
tartışmalı bir dönemdir. Bu dönemin zihinlerde yer eden
kurumlarından biri Encümen-i Teftiş ve Muayene’dir.
1881 yılında kitap ve dergi basım-yayınını denetlemek için
kurulan Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin varlığı ve
faaliyetleri, döneminde ve sonraki yıllarda eleştiri konusu
olmuştur. Bu çalışma, Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin
tartışmalı tarihinin bir kesitini bilimsel veriler ışığında
aydınlatmayı amaçlamaktadır. Encümen reisliğine tayin
edilen Abdullah Hasib Efendi’nin encümeni kapsamlı bir
revizyona tabi tutmak için II. Abdülhamid’e sunduğu 1898
tarihli rapor, çalışmanın esasını teşkil etmektedir. Raporda
encümenin kuruluş amacı, mevcut vaziyeti, eser
kontrolünde izlenmesi gereken yöntem ve encümen
kadrosunun iyileştirilmesi için yapılan tensikat teklifi yer
almaktadır. Abdullah Hasib Efendi’nin kitap ve dergi
sansürü için önerdiği yöntem ve bu yöntem doğrultusunda
verdiği örnek, sansür mantığının işleyişi ve boyutları
hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. Encümenin
kurumsal yapısı ve üyeleri hakkında dikkate değer eleştiriler
içeren rapor, encümen kadrosu ve uygulamalarını içeriden
bir gözün aktardığı veriler doğrultusunda analiz fırsatı
vermektedir. Çalışmada encümenin tarihçesi verildiği gibi
Abdullah Hasib Efendi’nin gözlemleri analiz edilerek
hedeflenen kurumsal revizyonun gerçekleşip
gerçekleşmediği ortaya konmaya çalışılmıştır.
Hoçi ile Fetihnâme-i Sultan Mehmed isimli kitabın serencâmına yer verilmiştir. Birleştirmeye çalıştığımız bu hikayelerde -Franz Babinger’in dediği gibi- hususi bir kaderi olan Fetihnâme ile İskender Hoçi’nin Birinci Cihan Harbi’nin karanlık günlerinde kesişen yazgısı anlatılmaktadır.
itibaren ilişki kurduğu, tahta geçtikten sonra yakın çevresine dâhil ettiği isimlerden
biridir. İkilinin 1864 yılında başlayan tanışıklığı yıllar geçtikçe ilerlemiş, Mavroyani
Paşa’nın sultana hekimlik yanında nedimlik ettiği durumlar da olmuştur. Uzun yıllara
yayılan birliktelik Mavroyani Paşa’ya Sultan II. Abdülhamid’in sağlığı, özel hayatı ve
dâhil olduğu politik süreçleri yakından takip etme fırsatı vermiştir. Mavroyani Paşa,
1846 yılında başlayan meslek hayatı boyunca tanıklık ettiği olayları 1879 yılından
itibaren yazmaya başlamıştır. “Mémoires Sultaniques/Hatırât-ı Sultaniye” ismini
verdiği anıları Sultan Abdülmecid dönemi, Sultan Abdülaziz’in hal’i, Sultan V.
Murad’ın tahta çıkışı ve II. Abdülhamid döneminin ilk on beş yılını kapsamaktadır.
1892 yılında Mavroyani Paşa’nın eşinin ihbarı üzerine hatıraların varlığından haberdar
olan II. Abdülhamid, paşanın sorguya çekilmesini istemiştir. Padişahın kararından
haberdar olan Mavroyani Paşa Rus Büyükelçiliği’ne sığınmış, sefarethanede geçen bir
gecenin ardından Yıldız Sarayı’nda sorguya çekilmiştir. Konutunda yapılan aramada
ele geçirilen belge, mektup ve hatıralar tetkik edilerek muzır olanlar padişaha takdim
edilmiştir. Mavroyani Paşa hatırat yazdığını kabul etmiş ancak yazdığı hatıralarda iddia
edildiği gibi padişah ve hanedan aleyhinde ifadelere yer vermediğini beyan etmiştir.
Paşa, Rum Patrikhanesi’nde rahipler huzurunda icra edilen yemin merasiminin
ardından eski görevine devam etse de sonraki yıllarını kontrol altında geçirmiştir. Bu
çalışmada kadrolarına karşı güven problemi yaşayan II. Abdülhamid’in, şehzadelik
yıllarından itibaren özel hayatı ve politik kararlarına yakından tanıklık eden Sertabip
Mavroyani Paşa’yla yaşadığı gerilim ortaya konacaktır. Gerilime sebep olan hatıratın
mahiyeti ve mevcudiyeti hakkında bilgi verilecek, Mavroyani Paşa’nın aklanma
sürecinde tabi tutulduğu sadakat testine yer verilecektir. Padişah ve sertabip arasındaki
patrimonyal ilişki tarzı ortaya konacak, yaşanan olayların II. Abdülhamid’in yönetim
tarzı içindeki yeri ile Mavroyani Paşa’nın kişisel ve meslekî kariyerine yaptığı etki
incelenecektir.
yeni düzen, Osmanlı Devleti için sorun çözücü olmaktan ziyade mevcut problemleri artırmaya yönelik maddeler içermekteydi. Antlaşma, imparatorluğun büyük toprak kayıpları yaşamasına sebep olduğu gibi Fransa ve İngiltere’nin etkisine aldığı Tunus
ve Sudan gibi bölgelere sınır olan Trablusgarb ve Bingazi’yi işgale müsait hâle getirdi. Osmanlı İmparatorluğu ekonomik ve askerî açıdan zayıf durumda olduğundan işgal girişimlerine uluslararası antlaşmaların sağladığı imkânlar çerçevesinde hukukî yollarla cevap vermeye çalıştı. Bu çalışmada, sömürgecilik yarışında
hedef hâline gelen Osmanlı'nın Afrika’daki toprakları ve nüfuz
alanlarının korunması yönündeki diplomatik girişimler, Paris
Büyükelçisi Salih Münir Bey’in faaliyetleri üzerinden incelenmiş, Münir Bey’in Yıldız Sarayı’nın dış politika tercihlerine yaptığı etki tespit edilmeye çalışılmıştır. Osmanlı Arşivi’nde mahfuz
belgeler ile konu hakkındaki ikincil kaynaklar üzerine inşa edilen
çalışmanın kapsamı Münir Bey’in elçilik yıllarıyla (1896-1908)
sınırlıdır.
kariyerine yaptığı etkiler tespit edilmiştir. Paşanın Mülkiye mesleği içindeki görev alanları imparatorluğun sınır bölgelerindeki mutasarrıflık ve vilayetlerden oluşmaktadır. Suriye Vilayeti Umur ı Ecnebiye Müdürlüğü (politika memurluğu) görevinden itibaren stratejik önemdeki idari birimlerde ve teftiş komisyonlarında görev almıştır. Bu görevlerde edindiği
birikim, paşayı Hariciye Nazırlığına taşımıştır. Said Paşa’nın Hariciye Nazırlığı dönemine ait temel meseleler Doğu Rumeli, Berlin Kongresi, Ermeni Meselesi ve zenci esir ticareti konularıdır. Yönetim gücünün Babıali’den Yıldız Sarayı’na geçtiği bir dönemde görev yapan Said Paşa’nın II. Abdülhamid idaresi içindeki konumu belirlenmeye çalışılmıştır. Bu çalışmayla Hariciye Nazırlığı gibi önemli bir makamda kesintisiz en uzun süre görev yapan devlet adamlarından biri olan Said Paşa’nın Tanzimat’tan II. Abdülhamid dönemine uzanan hayatı ve politik faaliyetlerine ışık tutulmuştur.
inscription was transferred to the Müze–i Hümayun (Imperial Museum) (currently Istanbul Archeology Museum) in Istanbul, and after a while, it was taken under protection, Patriarch Azarian, the leader of the Armenian Catholic Patriarchate suggested that it is given as a present to Leo Pope XIII on the occasion of his fiftieth anniversary in his profession. Subsequently, this inscription is dispatched to Rome on behalf of the museum as the decree of Sultan Abdülhamid II and the consent of Museum Director Osman Hamdi Bey (February 1893). The interesting thing is that at the same time, Louis Sabuncu, one of the imperial translators, submitted a report to Sultan Abdülhamid II through
Monsignor Bonetti, the Pope’s envoy in Istanbul, claiming that Patriarch Azarian and Osman Hamdi Bey were acting in collaboration to send the inscription to the Pope. This paper tries to reveal the intriguing case through the archival documents lately found.
Ottomans. Almost all these were translated in full/short and the Sultan would ask sometimes for further researches about those He deemed significant. Nearly all the pieces showed up were penned by men that intended to extort by intimidating the Sultan, and indeed were issued in papers that attracted very little attention. However, to avoid the possibility of creating a negative public opinion the related office opted to take due measures. The note written down by the Sultan himself upon the confidential telegram wired by Salih Munir, the Turkish ambassador to Paris, gives us the chance to catch a little hint about the approach of
the Sultan to those matters. Pierre Quillard, published an article in the newspaper L’Aurore. In the article, Abdülhamid II accused of being the instigator of the murder of Cavit Bey, who was son of the PM Halil Rıfat Pasha. Sultan asked Salih Munir to do his job tough-mindedly and apply to the related French authorities to get this man punished. On December 9, 1899 Salih Munir had a talk with the Foreign Minister and was told that Pierre Quillard would be harshly punished for all his slanderous discourse if it had not been for the principle of separation of powers and the judicial independence. Upon reading these lines Sultan wrote down, “It is not a matter of politics, but honour” and showed in a concise way how much
stress he put on the subject. This very short sentence gives us a clue about the approach assumed by the Sultan against the news showed up in foreign press and about the dimensions through which the defence went on.
yerli gayr-ı müslimlere ait okulların denetimi için kurulan Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'ne, başlangıçta Osmanlı
azınlıkları ile sefaretlerin tepkisini çekmemek için gayr-ı müslim Osmanlı vatandaşı
Kostantinidi Paşa tayin edilmişse de beklenen verim alınamamıştır. Bu sebeple
aradan bir yıl geçmeden muktedir ve Müslüman bir bürokratın atanması kararlaştırılmıştır.
1887 yılında Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve Ecnebiye Müfettişliği’ne Farukîzâde Abdullah
Hasib Efendi tayin edilmiştir. Abdullah Hasib Efendi’nin müfettişlik dönemi, bu yeni denetim
kurumunun nizamnamesinin hazırlanarak görev alanının belirlendiği ve kurumsal alt yapısının
hazırlandığı bir dönem olmuştur. Makalede, son dönem Maarifçilerinden Abdullah Hasib
Efendi’nin biyografisi ortaya konduğu gibi on beş yıl süren Mekâtib-i Gayr-ı Müslime ve
Ecnebiye Müfettişliği’ne tayin edilmesinin ardındaki dinamikler ile müfettişlik kurumunun
teşkilatlanması konusundaki çabaları incelenmiştir.
tartışmalı bir dönemdir. Bu dönemin zihinlerde yer eden
kurumlarından biri Encümen-i Teftiş ve Muayene’dir.
1881 yılında kitap ve dergi basım-yayınını denetlemek için
kurulan Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin varlığı ve
faaliyetleri, döneminde ve sonraki yıllarda eleştiri konusu
olmuştur. Bu çalışma, Encümen-i Teftiş ve Muayene’nin
tartışmalı tarihinin bir kesitini bilimsel veriler ışığında
aydınlatmayı amaçlamaktadır. Encümen reisliğine tayin
edilen Abdullah Hasib Efendi’nin encümeni kapsamlı bir
revizyona tabi tutmak için II. Abdülhamid’e sunduğu 1898
tarihli rapor, çalışmanın esasını teşkil etmektedir. Raporda
encümenin kuruluş amacı, mevcut vaziyeti, eser
kontrolünde izlenmesi gereken yöntem ve encümen
kadrosunun iyileştirilmesi için yapılan tensikat teklifi yer
almaktadır. Abdullah Hasib Efendi’nin kitap ve dergi
sansürü için önerdiği yöntem ve bu yöntem doğrultusunda
verdiği örnek, sansür mantığının işleyişi ve boyutları
hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. Encümenin
kurumsal yapısı ve üyeleri hakkında dikkate değer eleştiriler
içeren rapor, encümen kadrosu ve uygulamalarını içeriden
bir gözün aktardığı veriler doğrultusunda analiz fırsatı
vermektedir. Çalışmada encümenin tarihçesi verildiği gibi
Abdullah Hasib Efendi’nin gözlemleri analiz edilerek
hedeflenen kurumsal revizyonun gerçekleşip
gerçekleşmediği ortaya konmaya çalışılmıştır.
II. Abdülhamid döneminde Paris sefirliği görevinde bulunan Salih Münir Paşa'nın sıradan bir elçi olmanın ötesinde, ülkeden “firar eden” Jön Türklerin payitahta geri dönmelerini sağlamak ve meşrutiyet yanlısı paşaların yurt dışındaki tahriklerini önlemek gibi özel görevleri vardı.
Salih Münir Paşa’nın II. Abdülhamid iktidarında bu faaliyetlerle meşgul olmasının bedeli II. Meşrutiyet’i takip eden süreçte siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalmak ve günümüze kadar ulaşan olumsuz bir imaja sahip olmaktı.
Kasım Hızlı, Sultanın Sefiri Salih Münir Paşa adlı bu değerli eseri, geniş bir arşiv taramasıyla ve titiz bir şekilde çalışarak ortaya koymuştur. Salih Münir Paşa’ya ilgili iddiaları taraf tutmadan incelemiş ve Paşa nezdinde imparatorluğun en kritik dönemlerine ışık tutmuştur.
mücadele biçimi Louis Sabuncu vakası üzerinden ortaya
konmuştur. Muhalif gazeteci Louis Sabuncu’nun Osmanlı idaresi
tarafından ikna edilerek Yıldız Sarayı’ndaki tercüme bürosunda
istihdam süreci ayrıntılı şekilde incelenmiştir. Yönetim gücünün
II. Abdülhamid’in kontrolüne geçtiği bir dönemde görev yapan
Louis Sabuncu’nun saray kadrosu içindeki konumu ve II.
Abdülhamid’e sunduğu raporlar incelenerek saray politikalarına
yön verip veremediği ortaya konmuştur.
Din adamı, gazeteci, seyyah ve mütercim sıfatıyla ön plana
çıkan Louis Sabuncu imparatorluk çağının birçok özelliğini
bünyesinde barındırmaktadır. Bu özellikleri sebebiyle Arap
dünyası ve Avrupa akademik çevrelerinde araştırmalara konu
olmaya devam etmektedir. Bunda Nahda (Arap uyanışı)
entelektüellerinden olmasının ve çıkardığı en-Nahle dergisinin
payı oldukça büyüktür.
İmparatorluk çağına ait bir kişiliğin, yirminci yüzyılın ilk
yarısından itibaren Türk basını ve akademisinde kendisine yer
bulabilmesi ise dikkat çekici bir sima olmasının yanında II.
Abdülhamid’in mütercimi olması ile doğrudan ilgilidir. Louis
Sabuncu biyografisi bu yönüyle, on dokuzuncu yüzyılın sıradışı
bir isminin hayat hikâyesini barındırdığı kadar, Türkiye’nin
tartışmalı siyasi figürlerinden II. Abdülhamid dönemini, yeni ve
eleştirel bakış açılarıyla değerlendirebilmek için imkânlar
sunmaktadır.
Provincial Council, was born in Mosul in 1839. Hasib Efendi who could read and write in Arabic,
Turkish and Persian, was the Seal-keeper of the Grand Vizier Tunisian Hayreddin Pasha after his first
degree civil service. He served as the Judicial Inspector of the Cezayir-i Bahr-i Sefid Province. In
1887, he was assigned to the İnspector for Schools of Foreigners and Non-Muslims. He carried out
duty as a member of the Exemination of Publishing and member of the Council of General Education.
He was also chairman of the Inspection and Examination Committee. With the declaration of the
Second Constitutional Monarchy, Abdülhamid II’s cadres were dismissed from the civil service and he
retired on 25 February 1909. He translated and published the book "Misbahu'n-Necat" by the Islamic
scholar Imam al-Ghazalî. There are also unpublished works of Hasib Efendi, who has another
published work named "Imru’l-Kays Kaside-i Muallakası’nın Şerhi". With special missions he took on
during the Abdulhamid II period, he enabled the persons embarking on harmful activities ort he
government, to enter the government service. Abdullah Hasib Efendi died in Istanbul in 1913.
who was aware of the existence of the memories, wanted the pasha to be questioned. Having been aware of the Sultan’s decision, Mavroyéni took refuge in the Russian Embassy. Spending the night in the embassy, he was taken into custody and interrogated in Yıldız Palace; documents, letters and memories found during the search of his residence were examined and those mischievous were presented to the Sultan. Mavroyéni Pasha admitted that he wrote them himself, yet asserted that he did not include statements against the sultan and the dynasty as alleged. Although the Pasha resumed his former duty after the oath ceremony taken place in the presence of the priests in Greek Patriarchate, he spent the following years under control. In this study, the tension between Abdülhamid, who had a problem of trust with almost all his staff, with Mavroyéni Pasha the chief physician, who witnessed his private life and political decisions since the former was a prince, will be revealed. Information will be given about the nature and existence of the memoir that caused tension, and the loyalty test that Mavroyéni Pasha was subjected to during the acquittal process
will be touched upon. The patrimonial relationship between the sultan and the chief physician will be revealed, and how the events effected the administrative style of Abdülhamid, and the personal and professional career of the Pasha is to be examined.