Graphic Design Analysis of The Color and Shape Features in Kubad Abad Palace Tiles Kubad Abad Sarayı Çinilerindeki Renk ve Biçim Özelliklerinin Grafik Tasarım Açısından Analizi, 2022
ANADOLU'DA NAR MOTİFİ VE YENİ TASARIM UYGULAMALARI, 2021
Nar, tarih boyunca hemen hemen her coğrafyada önemli olarak kabul edilmiş, sanat alanında birçok ... more Nar, tarih boyunca hemen hemen her coğrafyada önemli olarak kabul edilmiş, sanat alanında birçok yerde kullanılmış, süsleme sanatlarında sık karşılaşılan bitkisel motiflerden biridir. Bezeme programında özel bir yere sahip olan bu bitkisel motifler, diğer bezeme türlerine göre oldukça fazla çeşitlilik göstermektedir. Doğada bulunan bitkilerden, tomurcuk ve meyvelerden etkilenilerek oluşturulan bitkisel motifler, bezeme unsuru olarak bazı yerlerde aslına uygun, bazı yerlerde stilize edilerek işlenmişlerdir. Bitkisel motiflere; yazı çeşitleri, geometrik motifler, hayvansal figürler de eşlik ederek uygulanacağı alana göre kompozisyonlar oluşturulmuştur. Bu bitkisel motiflerden biri olan Nar, ilk uygulandığı andan günümüze kadar kronolojik olarak bakıldığında, zaman ve coğrafya, malzeme ve tekniklere göre işleniş biçimi değişmektedir. Taş işlemelerden kumaş dokumalarına kadar birçok materyalde karsımıza çıkan nar motifi sadece uygulanış şekliyle değil, aynı zamanda toplumlarda yer alan mitolojik hikâyelere, anlatılmak istenilen duygu ve düşüncelere de tercüman olmaktadır. Nar, insanlık tarihinde doğum, büyüme, çoğalma, bolluk ve bereketin sembolü olmuştur. Narın dallarından oluşan yapraklı bir taç Hera’nın saçlarını süslemiştir. Yunan mitolojisinde bereket tanrıçası Demeter, elinde haşhaş ve nar tutarken resmedilmiştir. Cennetin, dünyanın, evrenin ifadesi olarak tasavvufi olarak İslamiyet’te de oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmada nar motifinin günümüze kadar gelen bezeme hikâyesi, mitolojik anlatımları, süsleme programında kullanıldığı alanlar, yeni tasarım fikirleri ve güncel uygulamaları incelenecektir.
ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ MİMARİ YAPILARINDA TİPOGRAFİ , 2020
Tipografi; harf ve semboller kullan
uygulanmış olan
yaz
ıcadır.
bir ses içinolmayan ve diya
lek... more Tipografi; harf ve semboller kullan uygulanmış olan yaz ıcadır. bir ses içinolmayan ve diya lektik özellik mümkün değil iletişim
kurmayı tek işaretlere yazı kot mektedir. Bir başka anlatımla;
insanlar
listesinden , sevindirici bir malzeme doğrultusunda çizerek , kazı ya da ya da kullan mışız
şekil ve işaretlerin bütününe verilen isimdir. insanlığın
tarihi kadar eski olan yazı, CA gelişmiş çizgilerden harfler, harflerden alfabe şekil
ulaşıldı. kaynak kaynakları yazılmış yanında işaret farklı olan yazı , tüm toplumların meydana geldiği zaman özetleri için kullanılan ve
uygarlıklarınna sebep çevrilmiştir. Bu medeniyetlerden biri olan Anadolu lu Selçukluları tarafından yapılmış mimari eserlerden , madeni eşyalarınakadar tatmin edici özellikler , farklı tekniklerle kullanmışlardır. Anadolu Selçuklu Döneminde başkent Konya olmak üzere, Kayseri, Sivas, Erz urum, Amasya, Tokat, Alanya, Ankara a, Afyonkarahisar, Niğde, Nevşehir gibi Selçuklunun mimari mimari yapı serisinin yer aldığı sistem teknik yaz dizisi farklı bezeme üslupları, tipografi yapılmıştır. Selçuklu dönemim imari yapılaşmasının bezemealanında ki genel özellik özelliği; kesme taş malzemesi, taş ve çini işçiliğine dayalı süsleme katranı zidir. Selçuklu taç
işler , gözetim, köşe kuleleri, sundurmalar,minareler dış cepheler
zengin taş işçiliği ile süslenmiş;
yapı içlerinde mihrap, minber, eyvan, kubbe geçişleri, sütunlar gibi bitkisel motifler, kûfî yazı , muhakkak yazı ve celî sülüs yazı üslüpleri ile dikkat. Bu indirim Anadolu Selçuklu dönemi tasarımda olanda tipografi üzerine inceleme yap gelecek.
Anahtar Kelimeler: Anadolu Selçuklu Dönemi, Mimari, Taş İşlemeciliği, Tipografi.
Sivas Divriği Ulu Cami Ve Darüşşifası Taş İşlemesindeki Desenlerin Seramik Ve Çini Olarak Uygulanması, 2021
Anadolu Selçuklu Döneminde, Anadolu topraklarına yerleşmiş resmi, dini ve sivil mimari
yapıları ... more Anadolu Selçuklu Döneminde, Anadolu topraklarına yerleşmiş resmi, dini ve sivil mimari yapıları ve buralardaki taş işlemelerini adeta konuşturmuş olan mimarların ve bezeme ustalarının her birinin her ne kadar kim oldukları tam olarak bilinmese de yaptıkları eserlerden ne kadar yaratıcı oldukları ortadadır. Bu mimari yapılardan biri olan Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasını, üzerinde bulunan bezeme unsurlarını, neredeyse canlanıp üçüncü boyut halini alacak motiflerini, belirli dönemlerde ve belirli saat aralığında ortaya çıkan gölgelerini incelendikten hemen sonra, gençlere tarihini öğretecek, tarihi ve kültürel değerlerini tanıtacak, motive edecek ve bunlardan yola çıkarak seramik, çini ve cam sanatları alanlarında eserler üretecek şekilde bir proje geliştirildi. Bu çalışmada Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, bu bağlamda uygulanan proje ve proje kapsamında meydana çıkarılan eserler incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Seramik Sanatı, Çini Sanatı, Proje, Gençlik.
AYASOFYA’NIN TARİHSEL GELİŞİMİ VE AYASOFYA-İ KEBİR CAMİ, 2021
Özet
Dünya mimarlık tarihinin en özel yapısı olarak adlandırılan Ayasofya, hem bilimsel, hem tari... more Özet Dünya mimarlık tarihinin en özel yapısı olarak adlandırılan Ayasofya, hem bilimsel, hem tarihsel, hem de sanatsal olarak oldukça önemlidir. Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yaptığı en büyük kilisedir ve aynı yerde üç defa inşa edilmiştir. İlk inşa edildiğinde Megale Ekklesia (Büyük Kilise) denilmiş, 5. yüzyıldan İstanbul'un fethine kadar Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) olarak adlandırılmıştır. Ayasofya, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi ile birlikte camiye çevrilmiştir. Daha sonra 24 Kasım 1934 yılında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile müzeye dönüştürülmüştür ve 1 Şubat 1935 yılında ziyarete açılmıştır. 1996 yılında Dünya Anıtları İzleme listesinde ve aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde yer almaktadır. Ayasofya 2005 yılında yargıya taşınarak tekrar cami olması istenmiş, ancak Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedilmiştir. 2016 yılında tekrar açılan dava, 2018 yılında Haziran ayında açıklanan karar ile yine sonuçsuz kalmıştır. Ayasofya Müzesi'nde 2016 Temmuz ayında düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah ezanı okunmuştur. 2016 Ekim ayında ibadete açık olan Hünkâr Kasrı bölümüne, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk kez asaleten imam atanmıştır ve bu bölümünde vakit namazları kılınmaya, Sultanahmet Camii ile karşılıklı olarak 5 vakit çifte ezan okunmaya başlanmıştır. Ayasofya ‘da 29 Mayıs 2020 tarihinde, İstanbul'un Fethinin 567. yıl dönümünde Fetih Suresi okunmuştur. Bu gelişmelerin ardından Ayasofya'nın cami olma süreci tekrar gündeme gelmiştir. Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir. Karar ardından 24 Temmuz 2020 tarihinde, 86 yıl sonra kılınan ilk Cuma namazı ile birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Fatiha Suresi ve Bakara Suresi 1-5. ayetleri okunarak Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi olarak ibadete açılmıştır. Bu çalışmada döneminin en geniş kubbesine sahip olan ve daha sonra kubbesi çökmesin diye Mimar Sinan’ın payandalarla desteklediği Ayasofya-i Kebîr Câmisinin tarihsel gelişimi, incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Tarih, Sanat Tarihi, Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya Camisi, Türkiye.
ÖZET
Algı ile kavram arasında bir bağlama aracı olan tasarım, önemsiz ayrıntılar yerine, önemli ö... more ÖZET Algı ile kavram arasında bir bağlama aracı olan tasarım, önemsiz ayrıntılar yerine, önemli özelliklere ve konulara dikkat çekmektedir. Tasarımlar, öğrenmenin, eylemin ve sanatsal faaliyetlerin mimarı olan insanın hayal gücünü işletmektedir. Tasarımcı, kullandığı öğeler ile bir denge kurarak tasarım içinde kullanış biçimleri ile tasarımın etkisini ve gücünü artırmaktadır. Kompozisyonlarında kullandığı denge unsurları ile çağının sosyal ve ekonomik durumunu, kendi duygu, düşünce ve içyapısını yansıtır. Denge olan bir tasarımda; Kompozisyon prensipleri ile dengeyi oluşturan faktörlerin uyum içerisinde bulunması önemlidir. Birlik, çizgi, yön, biçim, ölçü, aralık, doku, renk, değer, hareket, ışık-gölge, gibi kavramlar bir arada kullanılmaktadır. Tasarımları tam ve uyumlu hissetmek adına, dengeli olabilmesi için simetrik olma zorunluluğu yoktur. Bu sadece nesnelerin, alanın ve rengin görsel ağırlığının eşit olarak dağıtıldığı anlamına gelmektedir. Denge olmadan bir tasarım kilitli, tutarsız ve rahatsız edici olarak hissedilmektedir. Uygunluk veya zıtlığın egemenliği veya değişkenliği yolu ile karşıtları oluşturup, itme -çekme, kuvvet ve gerilimlerinin varlığına dayanarak da dengeyi sağlamak mümkündür. Sanatın görsel dilinde dengenin en önemli faktörlerinden biri de izleyen kişiye bağlı olarak gelişen, görsel idraktir. Bu da insana ve insanın içinde bulunduğu ruh durumuna bağlı olarak değişebilen bir denge yargısıdır. İnsan beyninin tamamen dışında olan ögesel kuvvetlerin güçleri karşıtlıkları da denge veya dengesizliğin temelini oluşturur. Gözü yanıltan biçim ve çizgi düzenlemeleri, psikolojide “illüzyon” olarak adlandırılmaktadır. Psikolojik denge de optik sanat etkili bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede, sanat ve denge arasındaki bağlantı, sanatçının bir eseri yaparken denge konusunda neleri göz önünde bulundurduğu ve izleyiciye etkileri incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Sanat, Denge, Tasarım.
SİVAS MEYDANDA ÜÇ KARDEŞ MEDRESE; ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE, BURUCİYE MEDRESESİ, ŞİFAİYE MEDRESESİ VE BEZEMELERİ, 2020
Sivas, Anadolu’da birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu medeniyetlerin izlerini
taşıyan mih... more Sivas, Anadolu’da birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu medeniyetlerin izlerini taşıyan mihenk taşıdır. Türkler Anadolu’ya geldikten sonra başkent Konya olmak üzere, Sivas ve çevresine yerleşmişlerdir. Yerleştikleri bu şehirlerde sanat eseri niteliğinde birçok dini ve mimari abidevi yapılar inşa etmişlerdir. Bu yapıların her biri bir tarihi kimlik mahiyetindedir ve günümüzde de mimariden sanata kadar her alana ışık tutmaktadır. Sivas merkezde bulunan ve aynı alan içerisinde yer almış olan üç kardeş Medrese; Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi bu mimari yapılardandır. Büyük ve görkemli taç kapıları, zarif ve zengin taş işlemeleri, farklı bezeme teknikleri bulunmaktadır. Muhteşem bir duruş sergileyen bu tarihi yapıların medrese bölümünde eğitim ve öğretim uygulanmış, talebeler yetiştirilmiştir. Şifahane kısmında din dil ırk ayırmaksızın, her çeşit hastalar tedavi edilmiştir. Bu bildiride Sivas şehrinin meydanında bulunan; Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi hakkında tarihi ve mimari bilgiler ile bezemelerinin anlamları incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi, Anadolu Selçuklu Dönemi.
ANADOLU'DA İLK TIP MEDRESESİ "GEVHER NESİBE HATUN DARÜŞŞİFASI", 2020
Tıp, geçmişten günümüze kadar olan tüm bilgileri, insanlık yararına
kullanarak hastalıkları iyile... more Tıp, geçmişten günümüze kadar olan tüm bilgileri, insanlık yararına kullanarak hastalıkları iyileştirmek, tedavi etmek veya önlemek amacıyla başvurulan ve uygulanan teknik ve bilimsel çalışmaların bütünüdür. İnsanlığın yaradılışından itibaren, tarihi boyunca birçok farklı hastalık oluşmuş ve yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür. Bu hastalıklar için tedavi yöntemleri aranmış ve aranan bu yöntemler dünya üzerindeki bütün medeniyetlerde farklılıklar göstermiştir. Yerleşik yaşama geçmiş olan ilk medeniyetlerde, hasta tedavilerinde, büyü ve duadan ileriye geçilememiştir. Zamanla insanlara yetersiz gelen bu tedavi yöntemleri, ilerleyen zaman dilimlerinde, bilimsel ve gerçekçi tedavilerin olması gerekliliğini göstermiştir. İnsan, tıp bilimine, tıbbi tedavilere yöneldikçe ve bu alanda geliştikçe, tıp okullarının eksikliğini duymuştur. Orta Çağ Avrupa’sında tıp alanında bilimsellikten uzak bir dönem yaşanmaktayken, Anadolu Medeniyetlerinde tıpta bilimsel bir dönem yaşanmıştır. Hint Medeniyeti farklı olarak daha akılcı bir yol izlemiş ve hastaların tedavisi için hastane yapmışlardır. Tarihte ilk tıp okulu olan “Knidos” Antik Yunan döneminde açılmıştır. Hippokrates felsefe ve tıbbı birbirinden ayırarak, bilimsel bir yaklaşım ile eğitim veren “Kos Tıp Okulunu” kurmuştur. Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle birlikte Anadolu Selçukluları zamanında inşa edilen darüşşifalarda (hastaneler), hasta tedavi hizmetlerinin yanı sıra, tıp eğitimi verilmiş ve kendi alanlarında hekimler yetiştirmişlerdir. Bu okullarda yetişen doktor ya da diğer tabiriyle Hekimler, sadece hastaları tedavi eden bir meslek erbabı değildir, aynı zamanda Hippokrates’in; “bir hekim aynı zamanda filozof olursa ilahlar seviyesine yükselir” sözleriyle başka misyonlar daha yüklenmişlerdir. İslamiyet’in doğuşu ile Tıbb-ı Nebevî, “Peygamber Tıbbı” anlamına gelen, Hz. Muhammed’in (sav), sağlık alanında uyguladığı ve tavsiyelerde bulunduğu İslâmî tıp ilmi de akla bu bağlamda akla gelmektedir. Bu makalede; geçmişten günümüze kadar gelen medeniyetlerde tıbbi olmayan uygulamalar, ardından ihtiyaç dâhilinde gelişen tıbbi teknikler ve tedavileri, 1206 yılında Anadolu Selçuklu döneminde bir gönül hikâyesi neticesinde oluşan vahim bir hastalık ve bunun sonucu, bir vasiyet üzerine inşa edilerek hizmete açılmış olan, hem tıp okulu hem de hastaneyi aynı bina içerisinde barındırıyor olmasından dolayı da dünyada bir ilk “Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Darüşşifası” ile burada uygulanan tedavi yöntemleri anlatılmaktadır.
Sivas Gök Medrese Bezemeleri, Semboller ve Anlamları, 2020
Öz Anadolu da kurulmuş ilk Türk Devleti olan Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu'ya yerleşmeye başl... more Öz Anadolu da kurulmuş ilk Türk Devleti olan Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu'ya yerleşmeye başladıktan hemen sonra, her alanda olduğu gibi mimari açıdan da edinmiş oldukları kültürel ve sanatsal birikimlerini, konumlanmış oldukları her şehirde birçok sayıda eser yaparak uygu-lamışlardır. Bu eserlerin bulunduğu şehirlerden biri olan Sivas'ta dört adet medrese yapılmıştır. Gök Medrese diğer adıyla Sâhibiye Medresesi de bunlardan bir tanesidir. Gök Medrese ile alakalı olarak daha evvel yapılan araştırmalarda; Selçuklu dönemi mimari yapıları, medreseler, bezemeler, restorasyon çalışmaları ve karşılaştırmalar ile birbirlerinden ayrı ve farklı konular ele alınmış ve incelenmiştir. Bu makalede medrese adım adım incelenerek, kapısından mina-resine kadar her konuya değinilerek detaylı bilgi verilmiştir. Gök Medresenin kendine özgü olan muhteşem taç kapısı, mimari yapısı, taş işçiliği, simetrik olarak uygulanmış çifte minaresi ve adını almış olduğu mavi-turkuaz çinileri, Medresenin bütün kapılarında işlenmiş kitabeleri ve hayat ağacı motifleri, çeşmesi, mescidi, minberi ve tonozlarındaki çini bezemeler, semboller ve anlamları ile eğitim sistemine değinilmiştir. Restorasyon çalışmaları yeni bitmiş olan Gök Medrese, Selçukludan günümüze kadar gelen mimari ve bezeme müzesidir, abidevi duruşuyla gören herkesi kendisine hayran bırakırken, özellikle ilim insanına, sanatçılara, tarihçilere ve akademisyenlere yeni ufuklar açmaktadır.
ULUSLARARASI BEŞERİ BİLİMLER VE EĞİTİM DERGİSİ (IJHE), 2020
Mançurya vadisinden Tuna nehrine kadar olan alanı kaplayan Türkistan coğrafyasında birçok alanda ... more Mançurya vadisinden Tuna nehrine kadar olan alanı kaplayan Türkistan coğrafyasında birçok alanda kullanılan Turkuaz, 3. yüzyılda Hunlar ’da, 9-13. yüzyıllarda Karahanlılar’ da, 11. yüzyıl İran topraklarında,12-13. yüzyıllarda Anadolu’da Selçuklu ve sonrasında Osmanlı dönemlerinde takıdan süs eşyasına, dokumadan aksesuara kadar pek çok alanda kullanılmıştır. “Türk Rengi” olarak da anılan bu rengin “Turkuaz” olarak isimlendirmesi sonraki zamanlarda olmakla birlikte kullanım alanı Türklerin olduğu her yer, Türklere ait mimari ve sanat eserleridir. Turkuaz; özellikle Anadolu Selçuklu dönemi çini bezemelerinde kullanılarak taşlara can, mimari yapılara ruh kazandırarak âdeta Türk sanatının konuşan dili olmuştur. Anadolu Selçuklu dönemi mimari yapılarında kullanılmış olan Turkuazın tek renk olarak kullanılmasından ara ara gösterdiği renk değişkenliğine kadar pek çok özelliği, figürler ve motifler arasında yer aldığı alanlar ortaya konularak ifade edilmiştir
Pek çok kültür, inanış ve düşünce sisteminde yer alan “Hayat Ağacı” yaratılış ile bağlantılıdır. ... more Pek çok kültür, inanış ve düşünce sisteminde yer alan “Hayat Ağacı” yaratılış ile bağlantılıdır. Ağaçlara yüklenilen anlamların özünde insanlara sağlamış olduğu yararlar vardır ve bundan dolayıdır ki bu anlamların, sanata yansımaları da kaçınılmaz olmuştur. Günlük kullanım eşyasından, mimari bezemelere kadar, çeşitli kültürlerde “Kutsal Ağaç”, “Kozmik Ağaç”, “Dünya Ağacı” vb. adlar altında karşımıza çıkan “Hayat Ağacı” motifi birçok sembolik anlamlar içermektedir. Cennete ulaşma isteği, yer - gök, bereket - bolluk, yaşam - ölüm gibi kavramların yanı sıra evren - yaşam arasındaki tüm bağlantıları da simgeleyen bir motif olmuştur. Eski Türk Şaman geleneklerine göre dünyanın merkezini belirleyen, yaşamı, ölümü, hayatın sürekli yenilenmesini ve verimliliğini simgeleyen, insanla yaşam arasındaki ilişkiyi gösteren ve bu dünyadan cennete geçişte merdiven olarak nitelendirilen efsanevi ağaç olarak da tanımlanmıştır. Türkler, Orta Asya’da uyguladıkları süsleme sanatlarını Anadolu’da özellikle mimari eserlerde taşa ve çiniye uygulamışlardır. Taş eserlerde ve çini bezemelerde çok sık gördüğümüz “Hayat Ağacı” motifi ve onu destekleyen evcil ve vahşi hayvan figürleri, efsanevi ve mitolojik hayvan figürleri, bitkisel motifler ile zengin bir kompozisyon oluşturmuşlardır. Anadolu Selçuklu Dönemi çinilerinde ve mimari taş eserlerinde kullanılmış olan “Hayat Ağacı” motifinden yola çıkarak, diğer sanat disiplinlerindeki örnekleri de incelenerek, kaynaklar araştırılmış, tema ve sembol çözümlemesi yapılmıştır. Yapılan araştırmalardan yola çıkarak özgün bir çini pano deseni tasarlanmış ve sıraltı tekniğinde uygulanmıştır. Hayat Ağacı Temalı Çini Pano tasarımı eser çalışma metni ile sonuçlandırılmıştır.
ÖZET: İnsanoğlu ihtiyaçlarını gidermek için her devirde mücadele içinde olmuş ve kendine verilen ... more ÖZET: İnsanoğlu ihtiyaçlarını gidermek için her devirde mücadele içinde olmuş ve kendine verilen yaşamı boyunca hayatına devam edebilmek için yeme-içme, giyinme, barınma ve güvenlik ihtiyacını karşılamak zorunda kalmıştır. Bu süreçte kadın her zaman en zor olanı yaşamış hem fiziki görüntüsü hem de gücü açısından sınırlamalar içerisinde kalarak, yaşamış olduğu toplum ve dini kuralların olduğu çerçevede hareket edebilmek ve çalışmak durumunda kalmıştır. Kadınlar bu çalışma ortamlarında istihdam, ücretlendirme ve çalışma statüsü bakımından da ayrımcılığa maruz kalmışlardır ve kalmaktadırlar. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) standartlarına ve ulusal çalışma yasalarında açıkça ifade edilen hükümlere rağmen, yasaların uygulanmasındaki aksaklıklar, toplumların önyargıları, kanıksanmış eğilimleri ve uygulamalarının çalışma hayatına yansımaları nedeniyle söz konusu ayrımcılık halen varlığını sürdürmektedir. Kadın, her şeye rağmen dünyanın en küçük birimi olan aileden başlayarak girdiği her ortamda merkezi oluşturmuştur. Hayat arkadaşına eş, evlatlarına anne, gelin, abla, kardeş, evlat, arkadaş olmuş ve hayat koşullarının gerektirmiş olduğu durumlar dâhilinde, içinde bulunduğu döngünün dışına çıkmış işçi, işveren, öğretmen, ekonomist, siyasetçi gibi birçok iş dallarında yer almaya başlamıştır. İş hayatında da aile hayatında da varlığını sürdürmekte olan kadınların üretimde ve sosyal hayatta daha etkin olmalarına, hem kültür, sosyal ve ekonomik alanlarda gelişmesine hem de kadınlar arasındaki yardımseverliğin ve konukseverliğin artmasına katkı sağlayan teşkilatlar içerisinde ki ilki Bacıyân-ı Rûm teşkilatıdır, yer alarak hem birbirlerini desteklemekte hem de varoluş sürecinde kendilerine ait olan noktada durarak dini, siyasi, ekonomik gelişimde yerlerini almaktadırlar. Anahtar Kelimeler: Ekonomi, Kadın, Baciyan-ı Rum, Çalışmak.
WOMEN AND THEIR LIVES IN THE ISLAMIC ECONOMY ABSTRACT: Human beings have been struggling in every era to meet their needs and have been forced to meet the need for food and drink, dressing, shelter and security in order to continue their self-inflicted life. In this process, women have always experienced the most difficult, and have remained within the limits of their physical appearance and strength, and have to act and work within the framework of the society and religious rules that they have lived. Women are also discriminated in terms of employment, remuneration and working status in these working environments. Despite the International Labour Organization (ILO) standards and the provisions made clear in national labour laws, the discrimination still exists as a result of irregularities in the implementation of the laws, prejudices of societies, deceptive tendencies and reflections of their practices on the Working Life. Women, in spite of everything the smallest unit of the world, from the family to enter into every environment has formed the center. He became a partner to his life partner, mother, bride, sister, sister, son, friend, and when the circumstances required him, he started to take part in many branches of business such as employer, teacher, economist, politician, etc. The first of these organizations, which contribute to the development of women in both culture and social and economic fields, supports each other by taking part and supporting each other in the process of existence as well as in their religious, political and economic development.
Özet
Değişen ve gelişen Dünya’da sosyal bir varlık olarak insan nasıl ki
başkalarıyla birlikte ya... more Özet Değişen ve gelişen Dünya’da sosyal bir varlık olarak insan nasıl ki başkalarıyla birlikte yaşamak zorunda ise, bu toplumsal yaşam içinde iletişim de kurmak zorundadır. Kurduğu iletişim mutlaka bir ötekini gerektirir. Bu öteki dediğimiz bazen bir insan, bazen bir nesne, bazen yaratıcı olabilmektedir. 21. Yüzyıl dünyasında insanlığın geldiği noktada insan kendini yeniden tanımakta, etrafındaki değişen her şeyi ve yeni olan her şeyi keşfetmek durumundadır. Her gün yeni oluşumlara gebe olan 21. Yüzyıl yani siber çağı, insanların karşısına mekanik bir ordu ile çıkarken, insani değerlerin, toplumsal değerlerin ve kültürel değerlerin yok olmasına da sebebiyet vermektedir. Buna ilaveten, artan nüfus, iklim değişimi, göçler, farklı kültürlerle bir arada yaşamak, teknoloji insanı bir kıskaca almış ve tehdit etmektedir. Teknolojinin sürekli geliştiğini, yenilikler sunduğunu ve hayatı kolaylaştırdığını düşünsek bile, diğer yandan insan yalnızlaşmaya, yobazlaşmaya, kendi dünyasına çekilmeye ve ailesinden başlayıp akrabalarına kadar bütün bağlarından koparmaya, sağlık açısından ve ruhsal problemlere sebebiyet vermeye başlamıştır. Bu durumda, bu teknolojik orduyu en iyi şekilde ve dozunda kullanmanın yollarını bulmak adına sosyal, ailesel ve kültürel değerlere sahip çıkarak, eğitimden sanata, spora kadar etkinlikler ve projeler yapılmalıdır. Evvela kendimizi tedavi edip, sonra da çocuklarımızdan başlayarak tekrar dünya düzeninde insana değer vermeyi ön plana almamız gerekmektedir. Her bir bireyin mutlaka bir ilgi alanını keşfedip, ortak paydalarda buluşarak farklı sosyal-kültürel alanlar yaratmak, muhabbet ve insani duyguları öne çıkarmak amacıyla yeni sosyal ve sorumluluk projeleri oluşturmayı hedeflemeliyiz. Yani aslında İnsana, insan olduğunu ve etrafındaki her şeyin kendisine hizmet için var olduğunu hatırlatmalıyız.
Graphic Design Analysis of The Color and Shape Features in Kubad Abad Palace Tiles Kubad Abad Sarayı Çinilerindeki Renk ve Biçim Özelliklerinin Grafik Tasarım Açısından Analizi, 2022
ANADOLU'DA NAR MOTİFİ VE YENİ TASARIM UYGULAMALARI, 2021
Nar, tarih boyunca hemen hemen her coğrafyada önemli olarak kabul edilmiş, sanat alanında birçok ... more Nar, tarih boyunca hemen hemen her coğrafyada önemli olarak kabul edilmiş, sanat alanında birçok yerde kullanılmış, süsleme sanatlarında sık karşılaşılan bitkisel motiflerden biridir. Bezeme programında özel bir yere sahip olan bu bitkisel motifler, diğer bezeme türlerine göre oldukça fazla çeşitlilik göstermektedir. Doğada bulunan bitkilerden, tomurcuk ve meyvelerden etkilenilerek oluşturulan bitkisel motifler, bezeme unsuru olarak bazı yerlerde aslına uygun, bazı yerlerde stilize edilerek işlenmişlerdir. Bitkisel motiflere; yazı çeşitleri, geometrik motifler, hayvansal figürler de eşlik ederek uygulanacağı alana göre kompozisyonlar oluşturulmuştur. Bu bitkisel motiflerden biri olan Nar, ilk uygulandığı andan günümüze kadar kronolojik olarak bakıldığında, zaman ve coğrafya, malzeme ve tekniklere göre işleniş biçimi değişmektedir. Taş işlemelerden kumaş dokumalarına kadar birçok materyalde karsımıza çıkan nar motifi sadece uygulanış şekliyle değil, aynı zamanda toplumlarda yer alan mitolojik hikâyelere, anlatılmak istenilen duygu ve düşüncelere de tercüman olmaktadır. Nar, insanlık tarihinde doğum, büyüme, çoğalma, bolluk ve bereketin sembolü olmuştur. Narın dallarından oluşan yapraklı bir taç Hera’nın saçlarını süslemiştir. Yunan mitolojisinde bereket tanrıçası Demeter, elinde haşhaş ve nar tutarken resmedilmiştir. Cennetin, dünyanın, evrenin ifadesi olarak tasavvufi olarak İslamiyet’te de oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmada nar motifinin günümüze kadar gelen bezeme hikâyesi, mitolojik anlatımları, süsleme programında kullanıldığı alanlar, yeni tasarım fikirleri ve güncel uygulamaları incelenecektir.
ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ MİMARİ YAPILARINDA TİPOGRAFİ , 2020
Tipografi; harf ve semboller kullan
uygulanmış olan
yaz
ıcadır.
bir ses içinolmayan ve diya
lek... more Tipografi; harf ve semboller kullan uygulanmış olan yaz ıcadır. bir ses içinolmayan ve diya lektik özellik mümkün değil iletişim
kurmayı tek işaretlere yazı kot mektedir. Bir başka anlatımla;
insanlar
listesinden , sevindirici bir malzeme doğrultusunda çizerek , kazı ya da ya da kullan mışız
şekil ve işaretlerin bütününe verilen isimdir. insanlığın
tarihi kadar eski olan yazı, CA gelişmiş çizgilerden harfler, harflerden alfabe şekil
ulaşıldı. kaynak kaynakları yazılmış yanında işaret farklı olan yazı , tüm toplumların meydana geldiği zaman özetleri için kullanılan ve
uygarlıklarınna sebep çevrilmiştir. Bu medeniyetlerden biri olan Anadolu lu Selçukluları tarafından yapılmış mimari eserlerden , madeni eşyalarınakadar tatmin edici özellikler , farklı tekniklerle kullanmışlardır. Anadolu Selçuklu Döneminde başkent Konya olmak üzere, Kayseri, Sivas, Erz urum, Amasya, Tokat, Alanya, Ankara a, Afyonkarahisar, Niğde, Nevşehir gibi Selçuklunun mimari mimari yapı serisinin yer aldığı sistem teknik yaz dizisi farklı bezeme üslupları, tipografi yapılmıştır. Selçuklu dönemim imari yapılaşmasının bezemealanında ki genel özellik özelliği; kesme taş malzemesi, taş ve çini işçiliğine dayalı süsleme katranı zidir. Selçuklu taç
işler , gözetim, köşe kuleleri, sundurmalar,minareler dış cepheler
zengin taş işçiliği ile süslenmiş;
yapı içlerinde mihrap, minber, eyvan, kubbe geçişleri, sütunlar gibi bitkisel motifler, kûfî yazı , muhakkak yazı ve celî sülüs yazı üslüpleri ile dikkat. Bu indirim Anadolu Selçuklu dönemi tasarımda olanda tipografi üzerine inceleme yap gelecek.
Anahtar Kelimeler: Anadolu Selçuklu Dönemi, Mimari, Taş İşlemeciliği, Tipografi.
Sivas Divriği Ulu Cami Ve Darüşşifası Taş İşlemesindeki Desenlerin Seramik Ve Çini Olarak Uygulanması, 2021
Anadolu Selçuklu Döneminde, Anadolu topraklarına yerleşmiş resmi, dini ve sivil mimari
yapıları ... more Anadolu Selçuklu Döneminde, Anadolu topraklarına yerleşmiş resmi, dini ve sivil mimari yapıları ve buralardaki taş işlemelerini adeta konuşturmuş olan mimarların ve bezeme ustalarının her birinin her ne kadar kim oldukları tam olarak bilinmese de yaptıkları eserlerden ne kadar yaratıcı oldukları ortadadır. Bu mimari yapılardan biri olan Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasını, üzerinde bulunan bezeme unsurlarını, neredeyse canlanıp üçüncü boyut halini alacak motiflerini, belirli dönemlerde ve belirli saat aralığında ortaya çıkan gölgelerini incelendikten hemen sonra, gençlere tarihini öğretecek, tarihi ve kültürel değerlerini tanıtacak, motive edecek ve bunlardan yola çıkarak seramik, çini ve cam sanatları alanlarında eserler üretecek şekilde bir proje geliştirildi. Bu çalışmada Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, bu bağlamda uygulanan proje ve proje kapsamında meydana çıkarılan eserler incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Seramik Sanatı, Çini Sanatı, Proje, Gençlik.
AYASOFYA’NIN TARİHSEL GELİŞİMİ VE AYASOFYA-İ KEBİR CAMİ, 2021
Özet
Dünya mimarlık tarihinin en özel yapısı olarak adlandırılan Ayasofya, hem bilimsel, hem tari... more Özet Dünya mimarlık tarihinin en özel yapısı olarak adlandırılan Ayasofya, hem bilimsel, hem tarihsel, hem de sanatsal olarak oldukça önemlidir. Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yaptığı en büyük kilisedir ve aynı yerde üç defa inşa edilmiştir. İlk inşa edildiğinde Megale Ekklesia (Büyük Kilise) denilmiş, 5. yüzyıldan İstanbul'un fethine kadar Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) olarak adlandırılmıştır. Ayasofya, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi ile birlikte camiye çevrilmiştir. Daha sonra 24 Kasım 1934 yılında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile müzeye dönüştürülmüştür ve 1 Şubat 1935 yılında ziyarete açılmıştır. 1996 yılında Dünya Anıtları İzleme listesinde ve aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde yer almaktadır. Ayasofya 2005 yılında yargıya taşınarak tekrar cami olması istenmiş, ancak Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedilmiştir. 2016 yılında tekrar açılan dava, 2018 yılında Haziran ayında açıklanan karar ile yine sonuçsuz kalmıştır. Ayasofya Müzesi'nde 2016 Temmuz ayında düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah ezanı okunmuştur. 2016 Ekim ayında ibadete açık olan Hünkâr Kasrı bölümüne, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk kez asaleten imam atanmıştır ve bu bölümünde vakit namazları kılınmaya, Sultanahmet Camii ile karşılıklı olarak 5 vakit çifte ezan okunmaya başlanmıştır. Ayasofya ‘da 29 Mayıs 2020 tarihinde, İstanbul'un Fethinin 567. yıl dönümünde Fetih Suresi okunmuştur. Bu gelişmelerin ardından Ayasofya'nın cami olma süreci tekrar gündeme gelmiştir. Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir. Karar ardından 24 Temmuz 2020 tarihinde, 86 yıl sonra kılınan ilk Cuma namazı ile birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Fatiha Suresi ve Bakara Suresi 1-5. ayetleri okunarak Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi olarak ibadete açılmıştır. Bu çalışmada döneminin en geniş kubbesine sahip olan ve daha sonra kubbesi çökmesin diye Mimar Sinan’ın payandalarla desteklediği Ayasofya-i Kebîr Câmisinin tarihsel gelişimi, incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Tarih, Sanat Tarihi, Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya Camisi, Türkiye.
ÖZET
Algı ile kavram arasında bir bağlama aracı olan tasarım, önemsiz ayrıntılar yerine, önemli ö... more ÖZET Algı ile kavram arasında bir bağlama aracı olan tasarım, önemsiz ayrıntılar yerine, önemli özelliklere ve konulara dikkat çekmektedir. Tasarımlar, öğrenmenin, eylemin ve sanatsal faaliyetlerin mimarı olan insanın hayal gücünü işletmektedir. Tasarımcı, kullandığı öğeler ile bir denge kurarak tasarım içinde kullanış biçimleri ile tasarımın etkisini ve gücünü artırmaktadır. Kompozisyonlarında kullandığı denge unsurları ile çağının sosyal ve ekonomik durumunu, kendi duygu, düşünce ve içyapısını yansıtır. Denge olan bir tasarımda; Kompozisyon prensipleri ile dengeyi oluşturan faktörlerin uyum içerisinde bulunması önemlidir. Birlik, çizgi, yön, biçim, ölçü, aralık, doku, renk, değer, hareket, ışık-gölge, gibi kavramlar bir arada kullanılmaktadır. Tasarımları tam ve uyumlu hissetmek adına, dengeli olabilmesi için simetrik olma zorunluluğu yoktur. Bu sadece nesnelerin, alanın ve rengin görsel ağırlığının eşit olarak dağıtıldığı anlamına gelmektedir. Denge olmadan bir tasarım kilitli, tutarsız ve rahatsız edici olarak hissedilmektedir. Uygunluk veya zıtlığın egemenliği veya değişkenliği yolu ile karşıtları oluşturup, itme -çekme, kuvvet ve gerilimlerinin varlığına dayanarak da dengeyi sağlamak mümkündür. Sanatın görsel dilinde dengenin en önemli faktörlerinden biri de izleyen kişiye bağlı olarak gelişen, görsel idraktir. Bu da insana ve insanın içinde bulunduğu ruh durumuna bağlı olarak değişebilen bir denge yargısıdır. İnsan beyninin tamamen dışında olan ögesel kuvvetlerin güçleri karşıtlıkları da denge veya dengesizliğin temelini oluşturur. Gözü yanıltan biçim ve çizgi düzenlemeleri, psikolojide “illüzyon” olarak adlandırılmaktadır. Psikolojik denge de optik sanat etkili bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede, sanat ve denge arasındaki bağlantı, sanatçının bir eseri yaparken denge konusunda neleri göz önünde bulundurduğu ve izleyiciye etkileri incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Sanat, Denge, Tasarım.
SİVAS MEYDANDA ÜÇ KARDEŞ MEDRESE; ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE, BURUCİYE MEDRESESİ, ŞİFAİYE MEDRESESİ VE BEZEMELERİ, 2020
Sivas, Anadolu’da birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu medeniyetlerin izlerini
taşıyan mih... more Sivas, Anadolu’da birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu medeniyetlerin izlerini taşıyan mihenk taşıdır. Türkler Anadolu’ya geldikten sonra başkent Konya olmak üzere, Sivas ve çevresine yerleşmişlerdir. Yerleştikleri bu şehirlerde sanat eseri niteliğinde birçok dini ve mimari abidevi yapılar inşa etmişlerdir. Bu yapıların her biri bir tarihi kimlik mahiyetindedir ve günümüzde de mimariden sanata kadar her alana ışık tutmaktadır. Sivas merkezde bulunan ve aynı alan içerisinde yer almış olan üç kardeş Medrese; Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi bu mimari yapılardandır. Büyük ve görkemli taç kapıları, zarif ve zengin taş işlemeleri, farklı bezeme teknikleri bulunmaktadır. Muhteşem bir duruş sergileyen bu tarihi yapıların medrese bölümünde eğitim ve öğretim uygulanmış, talebeler yetiştirilmiştir. Şifahane kısmında din dil ırk ayırmaksızın, her çeşit hastalar tedavi edilmiştir. Bu bildiride Sivas şehrinin meydanında bulunan; Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi hakkında tarihi ve mimari bilgiler ile bezemelerinin anlamları incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi, Anadolu Selçuklu Dönemi.
ANADOLU'DA İLK TIP MEDRESESİ "GEVHER NESİBE HATUN DARÜŞŞİFASI", 2020
Tıp, geçmişten günümüze kadar olan tüm bilgileri, insanlık yararına
kullanarak hastalıkları iyile... more Tıp, geçmişten günümüze kadar olan tüm bilgileri, insanlık yararına kullanarak hastalıkları iyileştirmek, tedavi etmek veya önlemek amacıyla başvurulan ve uygulanan teknik ve bilimsel çalışmaların bütünüdür. İnsanlığın yaradılışından itibaren, tarihi boyunca birçok farklı hastalık oluşmuş ve yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür. Bu hastalıklar için tedavi yöntemleri aranmış ve aranan bu yöntemler dünya üzerindeki bütün medeniyetlerde farklılıklar göstermiştir. Yerleşik yaşama geçmiş olan ilk medeniyetlerde, hasta tedavilerinde, büyü ve duadan ileriye geçilememiştir. Zamanla insanlara yetersiz gelen bu tedavi yöntemleri, ilerleyen zaman dilimlerinde, bilimsel ve gerçekçi tedavilerin olması gerekliliğini göstermiştir. İnsan, tıp bilimine, tıbbi tedavilere yöneldikçe ve bu alanda geliştikçe, tıp okullarının eksikliğini duymuştur. Orta Çağ Avrupa’sında tıp alanında bilimsellikten uzak bir dönem yaşanmaktayken, Anadolu Medeniyetlerinde tıpta bilimsel bir dönem yaşanmıştır. Hint Medeniyeti farklı olarak daha akılcı bir yol izlemiş ve hastaların tedavisi için hastane yapmışlardır. Tarihte ilk tıp okulu olan “Knidos” Antik Yunan döneminde açılmıştır. Hippokrates felsefe ve tıbbı birbirinden ayırarak, bilimsel bir yaklaşım ile eğitim veren “Kos Tıp Okulunu” kurmuştur. Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle birlikte Anadolu Selçukluları zamanında inşa edilen darüşşifalarda (hastaneler), hasta tedavi hizmetlerinin yanı sıra, tıp eğitimi verilmiş ve kendi alanlarında hekimler yetiştirmişlerdir. Bu okullarda yetişen doktor ya da diğer tabiriyle Hekimler, sadece hastaları tedavi eden bir meslek erbabı değildir, aynı zamanda Hippokrates’in; “bir hekim aynı zamanda filozof olursa ilahlar seviyesine yükselir” sözleriyle başka misyonlar daha yüklenmişlerdir. İslamiyet’in doğuşu ile Tıbb-ı Nebevî, “Peygamber Tıbbı” anlamına gelen, Hz. Muhammed’in (sav), sağlık alanında uyguladığı ve tavsiyelerde bulunduğu İslâmî tıp ilmi de akla bu bağlamda akla gelmektedir. Bu makalede; geçmişten günümüze kadar gelen medeniyetlerde tıbbi olmayan uygulamalar, ardından ihtiyaç dâhilinde gelişen tıbbi teknikler ve tedavileri, 1206 yılında Anadolu Selçuklu döneminde bir gönül hikâyesi neticesinde oluşan vahim bir hastalık ve bunun sonucu, bir vasiyet üzerine inşa edilerek hizmete açılmış olan, hem tıp okulu hem de hastaneyi aynı bina içerisinde barındırıyor olmasından dolayı da dünyada bir ilk “Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Darüşşifası” ile burada uygulanan tedavi yöntemleri anlatılmaktadır.
Sivas Gök Medrese Bezemeleri, Semboller ve Anlamları, 2020
Öz Anadolu da kurulmuş ilk Türk Devleti olan Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu'ya yerleşmeye başl... more Öz Anadolu da kurulmuş ilk Türk Devleti olan Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu'ya yerleşmeye başladıktan hemen sonra, her alanda olduğu gibi mimari açıdan da edinmiş oldukları kültürel ve sanatsal birikimlerini, konumlanmış oldukları her şehirde birçok sayıda eser yaparak uygu-lamışlardır. Bu eserlerin bulunduğu şehirlerden biri olan Sivas'ta dört adet medrese yapılmıştır. Gök Medrese diğer adıyla Sâhibiye Medresesi de bunlardan bir tanesidir. Gök Medrese ile alakalı olarak daha evvel yapılan araştırmalarda; Selçuklu dönemi mimari yapıları, medreseler, bezemeler, restorasyon çalışmaları ve karşılaştırmalar ile birbirlerinden ayrı ve farklı konular ele alınmış ve incelenmiştir. Bu makalede medrese adım adım incelenerek, kapısından mina-resine kadar her konuya değinilerek detaylı bilgi verilmiştir. Gök Medresenin kendine özgü olan muhteşem taç kapısı, mimari yapısı, taş işçiliği, simetrik olarak uygulanmış çifte minaresi ve adını almış olduğu mavi-turkuaz çinileri, Medresenin bütün kapılarında işlenmiş kitabeleri ve hayat ağacı motifleri, çeşmesi, mescidi, minberi ve tonozlarındaki çini bezemeler, semboller ve anlamları ile eğitim sistemine değinilmiştir. Restorasyon çalışmaları yeni bitmiş olan Gök Medrese, Selçukludan günümüze kadar gelen mimari ve bezeme müzesidir, abidevi duruşuyla gören herkesi kendisine hayran bırakırken, özellikle ilim insanına, sanatçılara, tarihçilere ve akademisyenlere yeni ufuklar açmaktadır.
ULUSLARARASI BEŞERİ BİLİMLER VE EĞİTİM DERGİSİ (IJHE), 2020
Mançurya vadisinden Tuna nehrine kadar olan alanı kaplayan Türkistan coğrafyasında birçok alanda ... more Mançurya vadisinden Tuna nehrine kadar olan alanı kaplayan Türkistan coğrafyasında birçok alanda kullanılan Turkuaz, 3. yüzyılda Hunlar ’da, 9-13. yüzyıllarda Karahanlılar’ da, 11. yüzyıl İran topraklarında,12-13. yüzyıllarda Anadolu’da Selçuklu ve sonrasında Osmanlı dönemlerinde takıdan süs eşyasına, dokumadan aksesuara kadar pek çok alanda kullanılmıştır. “Türk Rengi” olarak da anılan bu rengin “Turkuaz” olarak isimlendirmesi sonraki zamanlarda olmakla birlikte kullanım alanı Türklerin olduğu her yer, Türklere ait mimari ve sanat eserleridir. Turkuaz; özellikle Anadolu Selçuklu dönemi çini bezemelerinde kullanılarak taşlara can, mimari yapılara ruh kazandırarak âdeta Türk sanatının konuşan dili olmuştur. Anadolu Selçuklu dönemi mimari yapılarında kullanılmış olan Turkuazın tek renk olarak kullanılmasından ara ara gösterdiği renk değişkenliğine kadar pek çok özelliği, figürler ve motifler arasında yer aldığı alanlar ortaya konularak ifade edilmiştir
Pek çok kültür, inanış ve düşünce sisteminde yer alan “Hayat Ağacı” yaratılış ile bağlantılıdır. ... more Pek çok kültür, inanış ve düşünce sisteminde yer alan “Hayat Ağacı” yaratılış ile bağlantılıdır. Ağaçlara yüklenilen anlamların özünde insanlara sağlamış olduğu yararlar vardır ve bundan dolayıdır ki bu anlamların, sanata yansımaları da kaçınılmaz olmuştur. Günlük kullanım eşyasından, mimari bezemelere kadar, çeşitli kültürlerde “Kutsal Ağaç”, “Kozmik Ağaç”, “Dünya Ağacı” vb. adlar altında karşımıza çıkan “Hayat Ağacı” motifi birçok sembolik anlamlar içermektedir. Cennete ulaşma isteği, yer - gök, bereket - bolluk, yaşam - ölüm gibi kavramların yanı sıra evren - yaşam arasındaki tüm bağlantıları da simgeleyen bir motif olmuştur. Eski Türk Şaman geleneklerine göre dünyanın merkezini belirleyen, yaşamı, ölümü, hayatın sürekli yenilenmesini ve verimliliğini simgeleyen, insanla yaşam arasındaki ilişkiyi gösteren ve bu dünyadan cennete geçişte merdiven olarak nitelendirilen efsanevi ağaç olarak da tanımlanmıştır. Türkler, Orta Asya’da uyguladıkları süsleme sanatlarını Anadolu’da özellikle mimari eserlerde taşa ve çiniye uygulamışlardır. Taş eserlerde ve çini bezemelerde çok sık gördüğümüz “Hayat Ağacı” motifi ve onu destekleyen evcil ve vahşi hayvan figürleri, efsanevi ve mitolojik hayvan figürleri, bitkisel motifler ile zengin bir kompozisyon oluşturmuşlardır. Anadolu Selçuklu Dönemi çinilerinde ve mimari taş eserlerinde kullanılmış olan “Hayat Ağacı” motifinden yola çıkarak, diğer sanat disiplinlerindeki örnekleri de incelenerek, kaynaklar araştırılmış, tema ve sembol çözümlemesi yapılmıştır. Yapılan araştırmalardan yola çıkarak özgün bir çini pano deseni tasarlanmış ve sıraltı tekniğinde uygulanmıştır. Hayat Ağacı Temalı Çini Pano tasarımı eser çalışma metni ile sonuçlandırılmıştır.
ÖZET: İnsanoğlu ihtiyaçlarını gidermek için her devirde mücadele içinde olmuş ve kendine verilen ... more ÖZET: İnsanoğlu ihtiyaçlarını gidermek için her devirde mücadele içinde olmuş ve kendine verilen yaşamı boyunca hayatına devam edebilmek için yeme-içme, giyinme, barınma ve güvenlik ihtiyacını karşılamak zorunda kalmıştır. Bu süreçte kadın her zaman en zor olanı yaşamış hem fiziki görüntüsü hem de gücü açısından sınırlamalar içerisinde kalarak, yaşamış olduğu toplum ve dini kuralların olduğu çerçevede hareket edebilmek ve çalışmak durumunda kalmıştır. Kadınlar bu çalışma ortamlarında istihdam, ücretlendirme ve çalışma statüsü bakımından da ayrımcılığa maruz kalmışlardır ve kalmaktadırlar. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) standartlarına ve ulusal çalışma yasalarında açıkça ifade edilen hükümlere rağmen, yasaların uygulanmasındaki aksaklıklar, toplumların önyargıları, kanıksanmış eğilimleri ve uygulamalarının çalışma hayatına yansımaları nedeniyle söz konusu ayrımcılık halen varlığını sürdürmektedir. Kadın, her şeye rağmen dünyanın en küçük birimi olan aileden başlayarak girdiği her ortamda merkezi oluşturmuştur. Hayat arkadaşına eş, evlatlarına anne, gelin, abla, kardeş, evlat, arkadaş olmuş ve hayat koşullarının gerektirmiş olduğu durumlar dâhilinde, içinde bulunduğu döngünün dışına çıkmış işçi, işveren, öğretmen, ekonomist, siyasetçi gibi birçok iş dallarında yer almaya başlamıştır. İş hayatında da aile hayatında da varlığını sürdürmekte olan kadınların üretimde ve sosyal hayatta daha etkin olmalarına, hem kültür, sosyal ve ekonomik alanlarda gelişmesine hem de kadınlar arasındaki yardımseverliğin ve konukseverliğin artmasına katkı sağlayan teşkilatlar içerisinde ki ilki Bacıyân-ı Rûm teşkilatıdır, yer alarak hem birbirlerini desteklemekte hem de varoluş sürecinde kendilerine ait olan noktada durarak dini, siyasi, ekonomik gelişimde yerlerini almaktadırlar. Anahtar Kelimeler: Ekonomi, Kadın, Baciyan-ı Rum, Çalışmak.
WOMEN AND THEIR LIVES IN THE ISLAMIC ECONOMY ABSTRACT: Human beings have been struggling in every era to meet their needs and have been forced to meet the need for food and drink, dressing, shelter and security in order to continue their self-inflicted life. In this process, women have always experienced the most difficult, and have remained within the limits of their physical appearance and strength, and have to act and work within the framework of the society and religious rules that they have lived. Women are also discriminated in terms of employment, remuneration and working status in these working environments. Despite the International Labour Organization (ILO) standards and the provisions made clear in national labour laws, the discrimination still exists as a result of irregularities in the implementation of the laws, prejudices of societies, deceptive tendencies and reflections of their practices on the Working Life. Women, in spite of everything the smallest unit of the world, from the family to enter into every environment has formed the center. He became a partner to his life partner, mother, bride, sister, sister, son, friend, and when the circumstances required him, he started to take part in many branches of business such as employer, teacher, economist, politician, etc. The first of these organizations, which contribute to the development of women in both culture and social and economic fields, supports each other by taking part and supporting each other in the process of existence as well as in their religious, political and economic development.
Özet
Değişen ve gelişen Dünya’da sosyal bir varlık olarak insan nasıl ki
başkalarıyla birlikte ya... more Özet Değişen ve gelişen Dünya’da sosyal bir varlık olarak insan nasıl ki başkalarıyla birlikte yaşamak zorunda ise, bu toplumsal yaşam içinde iletişim de kurmak zorundadır. Kurduğu iletişim mutlaka bir ötekini gerektirir. Bu öteki dediğimiz bazen bir insan, bazen bir nesne, bazen yaratıcı olabilmektedir. 21. Yüzyıl dünyasında insanlığın geldiği noktada insan kendini yeniden tanımakta, etrafındaki değişen her şeyi ve yeni olan her şeyi keşfetmek durumundadır. Her gün yeni oluşumlara gebe olan 21. Yüzyıl yani siber çağı, insanların karşısına mekanik bir ordu ile çıkarken, insani değerlerin, toplumsal değerlerin ve kültürel değerlerin yok olmasına da sebebiyet vermektedir. Buna ilaveten, artan nüfus, iklim değişimi, göçler, farklı kültürlerle bir arada yaşamak, teknoloji insanı bir kıskaca almış ve tehdit etmektedir. Teknolojinin sürekli geliştiğini, yenilikler sunduğunu ve hayatı kolaylaştırdığını düşünsek bile, diğer yandan insan yalnızlaşmaya, yobazlaşmaya, kendi dünyasına çekilmeye ve ailesinden başlayıp akrabalarına kadar bütün bağlarından koparmaya, sağlık açısından ve ruhsal problemlere sebebiyet vermeye başlamıştır. Bu durumda, bu teknolojik orduyu en iyi şekilde ve dozunda kullanmanın yollarını bulmak adına sosyal, ailesel ve kültürel değerlere sahip çıkarak, eğitimden sanata, spora kadar etkinlikler ve projeler yapılmalıdır. Evvela kendimizi tedavi edip, sonra da çocuklarımızdan başlayarak tekrar dünya düzeninde insana değer vermeyi ön plana almamız gerekmektedir. Her bir bireyin mutlaka bir ilgi alanını keşfedip, ortak paydalarda buluşarak farklı sosyal-kültürel alanlar yaratmak, muhabbet ve insani duyguları öne çıkarmak amacıyla yeni sosyal ve sorumluluk projeleri oluşturmayı hedeflemeliyiz. Yani aslında İnsana, insan olduğunu ve etrafındaki her şeyin kendisine hizmet için var olduğunu hatırlatmalıyız.
TARİHİ SÜREÇTE RUMİ MOTİFİ VE GÜNCEL TASARIMLAR, 2021
Öz
Türk İslam bezeme üslubunda oldukça önemli bir yer edinmiş olan rumi motifi, İslamiyet öncesi
... more Öz Türk İslam bezeme üslubunda oldukça önemli bir yer edinmiş olan rumi motifi, İslamiyet öncesi dönemlerde hayvanların resimlerinden stilize edilerek uyarlanmıştır. İslamiyet ile birlikte, stilize edildiği hayvanın görüntüsünü andırmaması adına daha da revize yoluna gidilmiştir. Türk sanatlarında gerek mimari eserlerde, gerek el sanatlarında sevilerek kullanılan rumi motifi; taş işleme, halı dokuma, kumaş dokuma, çini bezeme, ahşap, mermer gibi malzemelerin üzerine sanatsal olarak işlenmiştir. Uygulandığı alanlarda göz dolduran rumi motifi, oldukça zarif ve estetik bir görünüm de sağlamaktadır. Bu çalışmada tarihi süreci, çizim kuralları, çizim teknikleri, çeşitleri ve günümüzde sanatçılar tarafından yeniden tasarlanmış olan rumi motifleri ve uygulanmış olduğu eserleri incelenecektir.
ÖZ
İspanyol bir sanatçı ve heykeltıraş olan Jaume Plensa, çalışmalarında;
harflerden, kelimeler... more ÖZ İspanyol bir sanatçı ve heykeltıraş olan Jaume Plensa, çalışmalarında; harflerden, kelimelerden, müzikten etkilenerek, özellikle kadın ve çocuklar üzerine yoğunlaşmıştır ve eserleriyle şaşkınlık oluşturmaktadır. İnsanların kullanmış olduğu iletişim aracı olan harflerin, rakamların, notaların ülkeler, sınırlar üstü olduğunu ve onları birlikte kullanmanın barış için büyük bir umut taşıdığını düşünen sanatçı; insan bedeninin umutlarımızı, rüyalarımızı ve arzularımızı toplayan bir kap olduğunu ve mimari alan içinde ideal bir biçim olduğunu ifade etmiştir. Plensa heykellerinde zihin ve malzeme arasındaki etkileşimi kullanarak eserlerine ruh vermeye çalışmıştır. Farklı malzemeleri farklı şekillerde oldukça zarif ve uyumlu bir şekilde kullanmıştır. Jaume Plensa tüm dünyada sayısız sergiler yapmıştır, onun eserleri müzelerde, sanat enstitülerinde ve önde gelen halka açık yerlerde görülebilmektedir. Bu çalışmamızda Jaume Plensaʼnın müzik notaları ve harflerle yapılmış olan eserlerini ve kavramsal sanattaki yerini inceleyeceğiz.
DİVRİĞİ ULU CAMİ VE DARÜŞŞİFASI TAÇ KAPILARINDAN; DARÜŞŞİFA KAPISI, 2020
Türkler Anadolu’ya geldikten ve yerleştikten sonra mimari ve sanatsal alanda döneme imzasını atan... more Türkler Anadolu’ya geldikten ve yerleştikten sonra mimari ve sanatsal alanda döneme imzasını atan mimari eserler yapmışlardır. Bu mimari eserleri yaptıran baniler (kurucular), yapan mimarlar, sanatkârlar ve ustalar; bilgilerini, zevklerini, inceliklerini, maharetlerini ve ustalıklarını eserlere aktarmışlardır. Anadolu Selçuklu zamanında başta başkent Konya olmak üzere, Sivas, Kayseri, Ankara, Tokat, Amasya, Erzurum, Afyonkarahisar, Ankara, Alanya’ da oldukça önemli mimari yapılar inşa edilmiştir. Bu yapıların sade mimarisine rağmen; büyük, gösterişli ve dönemin en güzel taş işçiliğinin uygulandığı bezemelerle süslenmiş, muhteşem taç kapıları bulunmaktadır. Her bir yapının kendine ait planı, mimari ve süsleme özelliği vardır, kiminde sade taş işleme mevcut iken kiminde kullanılmış olan çini bezemeler de yapılara derinlik ve güzellik katmıştır. Bu mimari yapılardan Sivas şehrinde Divriği ilçesinde bulunan, karı-koca tarafından yaptırılmış, hem cami hem de darüşşifası ile UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer almış Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, sade mimarisi ve gösterişli dört taç kapısıyla zamana meydan okumaktadır. Nadide taş işlemeciliğinde hem yüzeysel, hem iki boyutlu, hem de üç boyutlu olarak işlenmiş bitkisel, geometrik, yazı ve figüratif bezemeleri ile son noktayı koymuştur. Mimarisi ile sanatsal abidevi bir eser olan Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Darüşşifa Taç Kapısı ve üzerinde bulunan bezemeleri incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Anadolu Selçuklu Sanatı, Mimari, Taç Kapı, Süsleme, Sanat
EBRU SANATININ ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ POZİTİF ETKİLERİ, 2020
ÖZET Çocuk, dünya düzeninin mihenk taşıdır. Neşe, mutluluk, hayat kaynağıdır. Aile olma şartının ... more ÖZET Çocuk, dünya düzeninin mihenk taşıdır. Neşe, mutluluk, hayat kaynağıdır. Aile olma şartının en temel olgusudur. Dünya üzerinde birçok kültürde çocuk her zaman çok değerlidir. Bir çocuğun doğumundan ölümüne kadarki geçen süreçte aile kavramı, aldığı eğitim, dini eğitimi, aktiviteleri, ülkenin, devletin, ekonominin, sosyal politikaların v.s. çocuklar üzerinde, karakterinin ve kişiliğinin gelişiminde ve oluşumunda oldukça önemli yer tutmaktadır. Çocukların gelişim sürecinde aldıkları eğitimler, onların sanatsal yeteneklerinin ve algılarının gelişimi üzerinde de son derece belirleyici bir etkiye sahiptir. Çocukların da yetişkinler gibi kendini, düşüncelerini ve duygularını ifade etme ihtiyaçları vardır. Bu duygu ve düşüncelerinin tam olarak bilincinde olmasalar dahi, sanat yolu ile bunların bir kısmını ifade etmeleri mümkündür. Çocuk için sanat bir noktada iletişim aracıdır. Eğitimciler, çocukların bu iletişim aracını sağlıklı ve en iyi şekilde kullanmalarını sağlamalıdırlar. Çocuğun evvela aile tarafından, daha sonra da öğretmenleri tarafından bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Özellikle kişilikle ilgili temellerin çok büyük bir kısmının atıldığı okul öncesi dönemde okumayı henüz öğrenmemiş çocuk için görsellik, çocuğun düşünce sistemine farklı bir boyut kazandırmakla beraber özgüvenini de geliştirmektedir. Çocuklar çizmeyi, boyamayı severler, iyi hissetmek ve kendilerini ifade edebilmek için sürekli çizerler. Anne ve çocuk ilişkisinin sözsüz olduğu, birkaç yılda dil gelişiminin, çocuğun duygularını ifade etmesinde çok yeterli olmadığı düşünülürse, resim yapmanın önemi daha da iyi anlaşılabilir. Sanat dallarından biri olan Ebru sanatı, çocukların suyun yüzeyinde renkleri kullanarak oluşturdukları ve kısa bir zaman diliminde bir eser ortaya çıkarabilecekleri hem disiplinli çalışmayı, hem de renklerle olabildiğince haşır neşir olmayı sağlamaktadır. Terapi etkisi olan ebru sanatının küçük büyük bütün insanlar üzerinde olumlu etkileri mevcuttur. Bu makalede sanatın ve bilhassa Ebru sanatının çocuklar üzerinde yarattığı etkiyi, özgüvene katkısını incelenecektir. ABSTRACT The child is the cornerstone of the world order. Joy, happiness is the source of life. It is the most basic fact of being a family. In many cultures around the world, children are always very valuable. In the period from the birth of a child to his death, the concept of family, education, religious education, activities, country, state, economy, social policies, etc. It has a very important place in the development and formation of character and personality on children. The education that children receive in their development process has a very decisive effect on the development of their artistic abilities and perceptions. Children, like adults, need to express themselves, their thoughts and feelings. Even if they are not fully aware of these feelings and thoughts, it is possible for them to express some of them through art. Art for the child is at one point a means of communication. Educators should ensure that children use this communication tool in a healthy and best way. The awareness of the child should be raised first by the family and then by the teachers. Visuality brings a different dimension to the child's thinking system and improves self-confidence, especially for the child who has not yet learned to read in the preschool period when a great part of the foundations of personality are laid. Children love to draw and paint, they always draw in order to feel good and express themselves. Considering that the mother-child relationship is non-verbal and the language development in a few years is not sufficient for the child to express his emotions, the importance of painting can be understood better. Ebru art, which is
DİVRİĞİ ULU CAMİ VE DARÜŞŞİFASI İLE BURJ KHALİFA DUBAİ KARŞILAŞTIRMASI, 2020
İnsanlık var olduğundan beri barınma ihtiyacı en önemli faktörlerden biri olmuştur. Bugüne
kadar ... more İnsanlık var olduğundan beri barınma ihtiyacı en önemli faktörlerden biri olmuştur. Bugüne kadar varlığını sürdüren tüm uygarlıklar kendi coğrafyaları, ekonomik şartları, yaşayış biçimleri ile ihtiyaçları dâhilinde yapılaşmaya gitmişlerdir. Mağaralar oyulmuş, ağaçlardan derme çatma evler, buzullardan kesme buzlarla iglolar, keçelerden oba evleri, kesme taşlardan tek katlı mimari binalar yapılmıştır. Yapılaşma enine doğru giderken, ilerleyen yüzyıllarda dikine yükselmeye başlamış ve en sonunda gökdelenler yükselmiştir. Bu mimari yapılaşma içerisinde geçmişten günümüze kadar gelen medeniyetler kendi kültürlerini, inşa ettikleri bu yapılar üzerinde ve içerisinde işlemişlerdir. Bu medeniyetlerden biri olan Anadolu Selçuklu Döneminin mührü olan ve UNESCO Dünya Miras Listesi’nde bulunan Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasında, anlam ve mana içeren bezemeler taşa işlenerek zarafete dönüşmüştür. Enine gelişen dikdörtgen mimarisinde, dört taç kapısı ve her bir kapısının üzerinde bulunan eşsiz ve muhteşem bezemeleri ile taş oymacılığında son noktayı koymuş olan bu muhteşem yapı, aynı zamanda büyük bir külliyedir. Aradan geçen yüzyıllar içerisinde mimari yapılaşmada değişiklikler ve yenilikler oluşmuştur. Gelişen teknoloji ile modernleşme sürecinde, mimari alanda da oluşan yenilikler, döneminin en yüksek yapısı unvanını alan Burj Al Khalifa Dubai gibi bir gökdelenin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Burj Al Khalifa Dubai konumu, modern çağın getirmiş olduğu yeni mimarinin göz kamaştırıcı artıları, aynı zamanda dikine giden bir yapılaşmanın getirdiği sorumluklarla gökdelen çağında önemli bir noktada bulunmaktadır. Bu çalışmada birbirinden farklı, hala sırları çözülememiş eşsiz taş işlemeleri olan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifanın mimari yapısı, bezemeleri, kullanım şekli ile modernleşme sonucu gelişen, 20. yüzyılın dikine bir mimari teşkil eden modern yapıları içerisinde yer alan ve şu an en yüksek gökdelen unvanına sahip olan Burj Al Khalifa Dubai karşılaştırılacaktır.
“Kem âletle kemâlat olmaz” demiş büyüklerimiz. Medeniyetlerin avlusu olan Anadolu’da tarihi İsa’d... more “Kem âletle kemâlat olmaz” demiş büyüklerimiz. Medeniyetlerin avlusu olan Anadolu’da tarihi İsa’dan Önce (İ.Ö) 9. yüzyıla kadar uzanan bakırcılık sanatı, günümüzde yok oluyor gibi gösterilse de, bugün hâlâ önemini korumaktadır. Anadolu’da önemli bir yere sahip olan bakır, süslemeye de çok elverişli bir maden olduğundan dolayı dekoratif olarak pek çok objenin ana maddesi olmuştur. Tarihte bakır, birkaç teknik kullanılarak birçok alanda eser bırakmıştır. Hitit, Urartu, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde Anadolu’da çeşitli tekniklerle çalışan bakır atölyelerinin bulunduğu, günümüze kadar gelen birçok sayıdaki eserden anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminde Anadolu’da, bakır yataklarının işletilmesi sonucunda bakır işçiliği bir çok şehrimizde zirveye ulaşmış ve atölyeler açılmıştır. Osmanlı döneminde maharetli ustaların ellerinde “İstanbul İşi” tabiriyle incelik, zarafet ve estetik anlamda zirveye ulaşarak sanatsal halini almıştır. Günümüzde modern çağın ve yaşam koşullarının birçok şeyi kendi içinde eritmesine karşı duran ve oldukça büyük zahmetlerle katlanarak bakır işlemeciliğinde hizmet etmeye gayret eden zanaatkârlarımız / sanatkârlarımız halen bulunmaktadır. Urfa ilimizde bakır işlemeciliğinde çocukluktan yetişmiş, sıkıntı çektiği halde bakır işlemeciliğinden vazgeçmemiş ve günümüzde usta çırak ilişkisi ile eğitim verip üreten, kapıları yerli yabancı turistlere ve eğitim gönüllülerine her daim açık atölyelerimiz bulunmaktadır.
M.O. 8. Yuzyildan baslayarak gunumuze kadar gelen, Mancurya vadisinden Tuna nehrine kadar olan al... more M.O. 8. Yuzyildan baslayarak gunumuze kadar gelen, Mancurya vadisinden Tuna nehrine kadar olan alani kaplayan Turkistan cografyasinda bircok alanda kullanilan Turkuaz, 3. yuzyilda Hunlar ’da, 9-13. yuzyillarda Karahanlilar’ da, 11. yuzyil Iran topraklarinda,12-13. yuzyillarda Anadolu’da Selcuklu doneminde ve sonrasi Osmanli doneminde her alanda kullanilmistir. Mimari yapilardan takilara, dokumalardan sus esyalarina kadar her alana imzasini atmistir. Ozellikle Anadolu Selcuklu donemi mimari yapilarinda cini bezemelerde kullanilarak mimari yapilara dokunmus, taslara can katarak konusan dili olmustur. Bu makalede Anadolu Selcuklu donemi mimari yapilarinda kullanilmis olan Turkuaz rengi ele alinacaktir. Tek renk olarak kullanilmasindan, figurler ve motifler arasinda yer aldigi alanlara ve ara ara gosterdigi renk degiskenligine kadar orneklerle anlatim saglanacaktir.
Bin yillik Anadolu Islam medeniyetinin tas kubbeli muhru olarak adlandirdigimiz Sivas Divrigi Ulu... more Bin yillik Anadolu Islam medeniyetinin tas kubbeli muhru olarak adlandirdigimiz Sivas Divrigi Ulu Cami ve Darussifasi, tasin, sonsuz mana ve figurlerden olusarak zarafete donusmus halidir. Divrigi Ulu Camii ve Darussifasi olarak bilinen bu yapi toplulugu, cami, darussifa ve turbeden meydana gelen buyuk bir kulliyedir. Bu kulliye icerisinde mahkeme, cami, darussifa, sundurma, namazgâh, ashane, konuk evi, musalla, kuyu ve sebil gibi pek cok yapi bulunmaktayken gunumuze sadece cami ve darussifa kismi gelmistir. Birbirinden guzel ve essiz tas islemeciliginin son noktasi olan bezemeleri simetrik gorunse de her biri farklidir ve tektir. Yapi Anadolu Selcuklu doneminde bitisik nizamda yapilmis, bir kadin ile erkegin yaptirdigi tek eser ve mimari Ahlatli Hurrem sahin yapmis oldugu tek eser olarak tarihe gecmistir. Bu calismada tas islemelerdeki bircok motif hakkinda net bir bilgi olmamakla birlikte, hala sirrini korumaya devam eden Divrigi Ulu Cami ve Darussifanin 4 ana kapisi uzerindeki be...
ÖZET
Anadolu'da, Millî Mücadele devam ederken, Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınarak yazıl... more ÖZET Anadolu'da, Millî Mücadele devam ederken, Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınarak yazılmış olan şiir, 12 Mart 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmiştir. Esaret nedir bilmeyen, elinden kılıç düşmemiş, at üstünden inmemiş olan atalarından; cesareti ilmek ilmek öğrenmiş bir neslin cesaretinin kelimelerle ve cümlelerle anlatıldığı İstiklal Marşı’nda; anlam ve mana yüklü ifadelerin yer aldığı ve oldukça cesur cümlelerle bir milletin bütün dünyaya haykırış sözleri bulunmaktadır. Vatan, millet, bayrak sevdasının nakış nakış işlendiği derin anlamlar içeren ve her okunduğunda insanı sarsan, düşündüren ve daha da derin duyulara gebe bırakan bu sözler; Türk askerinin yürekliliğini, özverisini, kendine olan güvenini ve güvenilirliğini; Türk milletinin bağımsızlığına, yurduna, Hakk'a ve dinine bağlılığını dile getirmektedir. On kıtasında da oldukça derin anlamlar bulunan, Mehmet Akif Ersoy’un manevi duyularını da barındıran İstiklal Marşı günümüzde birçok sanatçının eserlerinde de yer almaktadır. Sanatçıların İstiklal marşına olan sevgisi ve bağımlılığı sanat alanında da kendini göstermektedir. Bu çalışmada Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı ve İstiklal Marşının uygulandığı sanat dalları görselleri ile birlikte incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı, Türkçe, Sanat.
ÖZET
İnsanoğlunun varlığından günümüze bir iletişim aracı olarak kullanmış olan yazı; tarihsel o... more ÖZET İnsanoğlunun varlığından günümüze bir iletişim aracı olarak kullanmış olan yazı; tarihsel olarak geçirdiği süreçte, taş üzerlerindeki uygulanmasından başlamış bilgisayar programlarına kadar ilerlemiştir. Günümüze kadar gelen bu yazılardan Çin alfabesi ve Arap alfabesi gibi iki büyük kültürün yazısı sanat değeri kazanmıştır. Yazının bu gelişiminde kırılma noktası olan İslamiyet’in kabulünden sonra, Arap harflerinin hat sanatında kullanımıyla üretilen yazılı eserler estetik açıdan oldukça eşsiz ve değerli olmuştur. Türklerin gelişimine katkıda bulunduğu ve başrol oynadığı hat sanatının, tüm tasarım alanlarında ortak nokta olan denge, bütünlük, orantı, devamlılık, görsel hiyerarşi, vurgulama gibi kavramları ve modern figürleri barındırdığı, grafik tasarımına da derin etkisi tespit edilmiştir. Bu çalışmada estetik değeri oldukça yüksek olan ve sanatsal nitelik kazanmış olan hat sanatı ile tipografi arasındaki bağlantı incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Yazı, Hat Sanatı, Tipografi.
MAURITS CORNELIS ESCHER SİMETRİ VE METAMORFOZLARI , 2020
Özet
"Bilimin eğitiminden eksik olmama rağmen, kendimi sanatçı arkadaşlarımdan daha ziyade matem... more Özet "Bilimin eğitiminden eksik olmama rağmen, kendimi sanatçı arkadaşlarımdan daha ziyade matematikle uğraşan kesime yakın hissettim” diyen M.C. Escher, matematiksel sanat alanında çalışmış öncü sanatçılardandır. Bilimle, sanatla, matematikle ilgilenen ve yayınları takip edenler Escher'i ve onun yapmış olduğu eserlerini yakından tanımaktadırlar. Matematik ve sanat ilk bakışta birbiriyle bağdaşmayan ve birbirinden uzak iki alan olarak görünseler de, gerçekte iç içe geçmiş ve birbirini tamamlamaktadır. Her iki alanda insana hizmet etmektedir. Matematik doğayı; semboller, sayılar, denklemler ve geometrik ölçülerle zarifçe soyutlamakta ve yorumlamaktadır. Sanatta da sanatçı aynı şeyi matematiği gizlice kullanarak; şekiller, kompozisyonlar, oranlar, ölçüler aracılığıyla yapmaktadır. Bu makalede Matematikten esinlenerek simetrik bölünmeler uygulayan, farklı bakış açısıyla ve sanat eserleriyle gerek matematikçiler ve gerekse sanatçılar çevresinde bir ikon olarak görülen M. Cornelis Escher’in hayatı, eserleri, simetri ve metamorfozlarının diğer sanat tasarım akımlarındaki yeri incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Matematik, Simetri, Sanat, Tasarım, Paradoks, M. Cornelis Escher.
GELENEKSEL TÜRK SANATLARINDA SÜRREALİZM ETKİLERİ.pdf, 2020
ÖZET
Bilgi, yöntem, teknik, yetenek, kurallar, duygu ve düşüncelerin bütününe sanat denilmektedir... more ÖZET Bilgi, yöntem, teknik, yetenek, kurallar, duygu ve düşüncelerin bütününe sanat denilmektedir. Sanat kelimesi içerisinde; güzel sanatlar, geleneksel sanatlar, plastik sanatlar, uygulamalı sanatlar gibi birçok dal ve alan bulunmaktadır. Bu dallardan ve alanlardan hangisi olursa olsun, sanat ve sanat eseri geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmaktadır. Sanat eseri, sanatçının duygusu, düşüncesi, hayalleri, yapmak ve anlatmak istediklerinin neticesinde meydana çıkmaktadır. Her sanatçının kendi stili, üslubu, tarzı, anlatım yolları ve ifade şekli vardır. Her bir eser sanatçının elinde kişilik kazanır, tarz olur, sembol haline gelir, bir hayat yaşar ve izleyicisine de yaşatır. Sanatçılar aynı dönemde yaşamış olsalar, aynı sanat üslubunda çalışmış olsalar da dahi kendilerine has tarzları ve anlatım yollarıyla birbirlerinden ayrılmaktadır. Sonuç itibari ile bir sanat eseri her daim benzersiz ve özgün olmalıdır ve sanatçısını işaret etmelidir. Bu makalede Geleneksel Türk Sanat dallarında eser üreten günümüz sanatçılarının kendi tarzları, teknikleri, üslupları ve hayal dünyalarını sürrealist bir yaklaşımla anlattıkları eserlerinden örnekler verilecektir. Geleneksel Türk Sanatları ve Çağdaş Sanat dallarından biri olan Sürrealizm (bilinçaltı ve gerçeküstücülük) arasındaki etkileşim incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Geleneksel Türk Sanatları, Çağdaş Sanat, Sürrealizm, Sanat, Sanatçı.
A JOURNEY TO OUR TRACES WITH NON-GOVERNMENTAL ORGANIZATIONS AND, 2020
The communities develop themselves according to their own cultures, values, expectations and
pers... more The communities develop themselves according to their own cultures, values, expectations and perspectives. Every society creates its own social living order by organizing the forms of organization and social sharing status of the population living within it in the world, and becomes an indispensable element of Democracy with Civil Society Organizations. It is also clearly inevitable for a society that develops, changes and grows together with the State, University and Non - Governmental Organizations. Universities have been established to provide education and training as well as benefits to the Societies. Their basic objectives and duties are to do research, produce knowledge and sience, to convey true knowledge to the youth and socity through education and training and serve society and humanity by expanding scientific researches. Universities, as a basic objectives, are obliged to develop the information society. On this purpose and sense of responsibility, projects which will create awareness on students and society with a clear perspective by spreading them with a pluralist, democratic, sharing and executable role. Meanwhile, as for NGO’s; it has become the most important and active driving force of today’s society.That’s why all policies are implemented at ınternational and national levels under the power and lights of NGO’s. Women who are the part of women’s Non – Governmental Organizations exist either with in the family or in the social field, become clearly role models for both women and youth by deploying women’s perspectives and making significant contributions to all women who clearly deserves place in today’s society. As Universities and NGO’s, we have realized so many social, culturel and artistic projects. Hence, we obviously aimed to establish an International Culturel bridge with the Unıversities in the Balkans by Cooperating with Non – Govermental Organizations. Additionally, in line with this goal, it has been ensured that women and young girls who play important role to lead society are gathered together in a spirit of Unity. By sharing scientific studies, traditional art practises, knowledge, skills and experiences shared on common platforms which have been created by women, children and young people, it has been ensured that love and warm relationships are established in the traces of the past to the present to achive long lasting and permanent friendships from the past to the future through tradition, culture and art. With the cooperation of Universities and Non – Governmental Organizations,we have contributed to develop strong relationships to the societies regardless of language, religion and race, creating a love ball whith the Unity among cultural, social values, traditions and ethnical origins. On this purpose; the first of ’’ our in the footsteps of traces’’ ‘’ İzlerimizin İzinde ‘’ projects planned to be realized in 7 Countires was held in Şumnu , Bulgaria in 2013 with the participation of 150 women and the second one was in Prizren, Kosova with the participation of 50 women in 2014. As a conclusion, the sustainability of ‘’ in the footsteps of our traces’’ projects is ensured through international joint studies. We aimed to evaluate ‘’ Traces 2’’ Project by gathering datas in this study, to create a model for a new projects and setting up an example for the unity and solidarity of Turkish Women in illuminating the path of our future generations.
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'IN TUĞRASININ MODERN BİR KİTAPLIKTA UYGULANMASI, 2020
Özet
Farsça “nişan”, Arapça “remiz, imza” manasında olan tuğra, Oğuz hakanlarından başlayarak Osm... more Özet Farsça “nişan”, Arapça “remiz, imza” manasında olan tuğra, Oğuz hakanlarından başlayarak Osmanlı padişahlarına kadar bütün Türk hükümdarlarını temsilen kullanılmış yazılı alâmet ve işaretlerdir. Tuğra, aynı zamanda hanedanın simgesi ve Osmanlı Devleti’nin de armasıdır. Şekil itibariyle Osmanlılar tarafından geliştirilmiş ve bugünkü formunu almış olan tuğra, görüntüsü ve mahiyeti itibariyle güçlü bir ifadeye sahiptir ve biçimsel özelliği ile insanı cezbeden, merak uyandırmaktadır. Osmanlı Döneminde, Padişah ve şehzadeler haricinde, vezirlerin de tuğraları padişah adına çekme ve ferman yazma yetkileri mevcuttur. Tuğra; ferman, berat, menşur, ahidnâme, arazi tahrir defteri, vakfiye ve temliknâmelerin üst kısmına yazılmıştır. Tuğrada en altta metnin yazdığı “kürsü” ya da “sere” kısmı, sol tarafta içi içe geçmiş iki kavisten oluşan ve yumurta anlamına gelen “beyze” kısmı, beyzelerin devamında sağa doğru uzanan “hançere” de denilen “kollar” kısmı ve tuğranın üstünde, yukarıya doğru çekilerek kimi zaman “elif” harfini andıran “tuğlar” kısmı bulunmaktadır. Tuğra, mühür olmaktan çıkıp, tezyini sanatlarda da kullanılmıştır. Harflerin araları, çoğu zaman da üst tarafı, gelin duvağı gibi tezhi desenleri ile bezenmiştir. Günümüzde farklı materyaller ile de buluşturularak değişik alanlarda da kullanılmaya başlanmıştır. Dünyanın en güzel Tuğrası ünvanını alan Kanuni Sultan Süleyman’ın Tugrası, kollarının uzunluğu ve düzgünlüğü ile de dikkat çekmektedir. Bu makalade Kanuni Sultan Süleyman’ın tuğrasının ahşap ve çini ile birleştirilerek, büyük boyutta kitaplık haline nasıl dönüştürüldüğü incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Kanuni Sultan Süleyman Tuğrası, Tuğra, Kitaplık, Tasarım
KIRK DİREKLİ CAMİ: AFYONKARAHİSAR ULU CAMİ VE AHŞAP İŞÇİLİĞİ, 2020
ÖZ
Tarihi, M.Ö. 3000 yılına kadar uzanmakta olan Afyonkarahisar şehri; Hattiler, Hititler,
Firigl... more ÖZ Tarihi, M.Ö. 3000 yılına kadar uzanmakta olan Afyonkarahisar şehri; Hattiler, Hititler, Firigler, Pers Hakimiyeti, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti olmak üzere bir çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Her medeniyette farklı isimler almış olan şehir en son ismini, şehrin ortasında yükselen koyu renkli volkanik kayaların renginden, üstünde bulunan hisardan ve bölgede eskiden beri üretimi büyük alanda yapılan haşhaş bitkisinden almaktadır. Neredeyse her medeniyetin izlerini taşıyan şehirde, Afyon kalesinin bulunduğu tepenin güneybatısında bulunan Ulu Cami, Selçuklu döneminde 1273 tarihinde Mimar Emirhac beye yaptırılmıştır. Cami, kırk adet birbirinden farklı çam direk üzerine oturtulmuş olmasından dolayı “Kırk Direkli Cami” olarak da adlandırılmıştır. Selçuklu döneminin ahşap tavanlı, ağaç direkli camiler grubundandır. Her bir direk mukarnaslı olarak uygulanmıştır ve birbirinden farklıdır. Ahşap tavan üzerine yapılmış olan ahşap işçiliği, kalem işleri, hat yazıları belli belirsiz ve silinmiş olarak günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır. Cami içerisinde bulunan bu ahşap işçiliği olan eserler oldukça nadidedir. Caminin dış kapısı üzerinde simetrik olarak birbirinin aynı iki çini pano bulunmaktadır. Ahşap minberi ve ahşap oyma kapısı ile de göz doldurmaktadır. Bu çalışmada, Afyonkarahisar Ulu camisi hakkında bilgiler verirken, cami içerisinde bulunan ve birbirinden faklı olan kırk direk özellikleri, bezeme özellikleri ve ahşap işçiliğinin bulunmuş olduğu diğer birimler hakkında bilgiler verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Anadolu Selçuklu, Afyonkarahisar Ulu Cami, Ahşap İşlemeciliği
Uploads
Books by KİFAYET ÖZKUL
Anahtar Kelimeler: Nar, Bitkisel Motif, Anadolu, Tasarım, Mitoloji.
uygulanmış olan
yaz
ıcadır.
bir ses içinolmayan ve diya
lektik özellik
mümkün değil
iletişim
kurmayı tek işaretlere yazı
kot
mektedir. Bir başka anlatımla;
insanlar
listesinden
, sevindirici bir malzeme doğrultusunda çizerek
, kazı
ya da ya da kullan
mışız
şekil ve işaretlerin
bütününe verilen isimdir.
insanlığın
tarihi kadar eski olan yazı,
CA
gelişmiş
çizgilerden harfler, harflerden alfabe
şekil
ulaşıldı. kaynak kaynakları
yazılmış
yanında
işaret
farklı olan yazı
,
tüm toplumların meydana geldiği zaman
özetleri için
kullanılan ve
uygarlıklarınna
sebep
çevrilmiştir. Bu medeniyetlerden biri olan
Anadolu
lu Selçukluları tarafından yapılmış mimari eserlerden
,
madeni eşyalarınakadar tatmin edici özellikler
,
farklı tekniklerle kullanmışlardır.
Anadolu Selçuklu Döneminde
başkent Konya olmak üzere, Kayseri, Sivas, Erz urum, Amasya,
Tokat, Alanya, Ankara
a, Afyonkarahisar, Niğde, Nevşehir gibi Selçuklunun
mimari mimari
yapı serisinin yer aldığı sistem teknik yaz dizisi farklı bezeme üslupları,
tipografi
yapılmıştır.
Selçuklu dönemim
imari yapılaşmasının bezemealanında
ki
genel özellik özelliği; kesme taş malzemesi, taş ve çini işçiliğine dayalı
süsleme katranı
zidir. Selçuklu taç
işler
,
gözetim, köşe kuleleri,
sundurmalar,minareler
dış cepheler
zengin taş işçiliği ile süslenmiş;
yapı içlerinde
mihrap, minber,
eyvan, kubbe geçişleri, sütunlar
gibi bitkisel motifler, kûfî
yazı
, muhakkak
yazı
ve celî sülüs
yazı üslüpleri
ile dikkat. Bu indirim Anadolu Selçuklu dönemi
tasarımda olanda
tipografi üzerine inceleme yap
gelecek.
Anahtar Kelimeler:
Anadolu Selçuklu Dönemi, Mimari,
Taş İşlemeciliği,
Tipografi.
yapıları ve buralardaki taş işlemelerini adeta konuşturmuş olan mimarların ve bezeme
ustalarının her birinin her ne kadar kim oldukları tam olarak bilinmese de yaptıkları eserlerden ne kadar yaratıcı oldukları ortadadır. Bu mimari yapılardan biri olan Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasını, üzerinde bulunan bezeme unsurlarını, neredeyse canlanıp üçüncü boyut halini alacak motiflerini, belirli dönemlerde ve belirli saat aralığında ortaya çıkan gölgelerini incelendikten hemen sonra, gençlere tarihini öğretecek, tarihi ve kültürel değerlerini tanıtacak, motive edecek ve bunlardan yola çıkarak seramik, çini ve cam sanatları alanlarında eserler üretecek şekilde bir proje geliştirildi. Bu çalışmada Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, bu bağlamda uygulanan proje ve proje kapsamında meydana çıkarılan eserler incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Seramik Sanatı, Çini Sanatı,
Proje, Gençlik.
Dünya mimarlık tarihinin en özel yapısı olarak adlandırılan Ayasofya, hem bilimsel, hem tarihsel, hem de sanatsal olarak oldukça önemlidir. Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yaptığı en büyük kilisedir ve aynı yerde üç defa inşa edilmiştir. İlk inşa edildiğinde Megale Ekklesia (Büyük Kilise) denilmiş, 5. yüzyıldan İstanbul'un fethine kadar Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) olarak adlandırılmıştır.
Ayasofya, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi ile birlikte camiye çevrilmiştir. Daha sonra 24 Kasım 1934 yılında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile müzeye dönüştürülmüştür ve 1 Şubat 1935 yılında ziyarete açılmıştır. 1996 yılında Dünya Anıtları İzleme listesinde ve aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde yer almaktadır.
Ayasofya 2005 yılında yargıya taşınarak tekrar cami olması istenmiş, ancak Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedilmiştir. 2016 yılında tekrar açılan dava, 2018 yılında Haziran ayında açıklanan karar ile yine sonuçsuz kalmıştır. Ayasofya Müzesi'nde 2016 Temmuz ayında düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah ezanı okunmuştur. 2016 Ekim ayında ibadete açık olan Hünkâr Kasrı bölümüne, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk kez asaleten imam atanmıştır ve bu bölümünde vakit namazları kılınmaya, Sultanahmet Camii ile karşılıklı olarak 5 vakit çifte ezan okunmaya başlanmıştır.
Ayasofya ‘da 29 Mayıs 2020 tarihinde, İstanbul'un Fethinin 567. yıl dönümünde Fetih Suresi okunmuştur. Bu gelişmelerin ardından Ayasofya'nın cami olma süreci tekrar gündeme gelmiştir. Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir. Karar ardından 24 Temmuz 2020 tarihinde, 86 yıl sonra kılınan ilk Cuma namazı ile birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Fatiha Suresi ve Bakara Suresi 1-5. ayetleri okunarak Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi olarak ibadete açılmıştır. Bu çalışmada döneminin en geniş kubbesine sahip olan ve daha sonra kubbesi çökmesin diye Mimar Sinan’ın payandalarla desteklediği Ayasofya-i Kebîr Câmisinin tarihsel gelişimi, incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Tarih, Sanat Tarihi, Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya Camisi,
Türkiye.
Algı ile kavram arasında bir bağlama aracı olan tasarım, önemsiz ayrıntılar yerine, önemli özelliklere ve konulara dikkat çekmektedir. Tasarımlar, öğrenmenin, eylemin ve sanatsal faaliyetlerin mimarı olan insanın hayal gücünü işletmektedir. Tasarımcı, kullandığı öğeler ile bir denge kurarak tasarım içinde kullanış biçimleri ile tasarımın etkisini ve gücünü artırmaktadır. Kompozisyonlarında kullandığı denge unsurları ile çağının sosyal ve ekonomik durumunu, kendi duygu, düşünce ve içyapısını yansıtır. Denge olan bir tasarımda; Kompozisyon prensipleri ile dengeyi oluşturan faktörlerin uyum içerisinde bulunması önemlidir. Birlik, çizgi, yön, biçim, ölçü, aralık, doku, renk, değer, hareket, ışık-gölge, gibi kavramlar bir arada kullanılmaktadır. Tasarımları tam ve uyumlu hissetmek adına, dengeli olabilmesi için simetrik olma zorunluluğu yoktur. Bu sadece nesnelerin, alanın ve rengin görsel ağırlığının eşit olarak dağıtıldığı anlamına gelmektedir. Denge olmadan bir tasarım kilitli, tutarsız ve rahatsız edici olarak hissedilmektedir. Uygunluk veya zıtlığın egemenliği veya değişkenliği yolu ile karşıtları oluşturup, itme -çekme, kuvvet ve gerilimlerinin varlığına dayanarak da dengeyi sağlamak mümkündür. Sanatın görsel dilinde dengenin en önemli faktörlerinden biri de izleyen kişiye bağlı olarak gelişen, görsel idraktir. Bu da insana ve insanın içinde bulunduğu ruh durumuna bağlı olarak değişebilen bir denge yargısıdır. İnsan beyninin tamamen dışında olan ögesel kuvvetlerin güçleri karşıtlıkları da denge veya dengesizliğin temelini oluşturur. Gözü yanıltan biçim ve çizgi düzenlemeleri, psikolojide “illüzyon” olarak adlandırılmaktadır. Psikolojik denge de optik sanat etkili bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede, sanat ve denge arasındaki bağlantı, sanatçının bir eseri yaparken denge konusunda neleri göz önünde bulundurduğu ve izleyiciye etkileri incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Sanat, Denge, Tasarım.
taşıyan mihenk taşıdır. Türkler Anadolu’ya geldikten sonra başkent Konya olmak üzere, Sivas ve çevresine yerleşmişlerdir. Yerleştikleri bu şehirlerde sanat eseri niteliğinde birçok dini ve mimari abidevi yapılar inşa etmişlerdir. Bu yapıların her biri bir tarihi kimlik mahiyetindedir ve günümüzde de mimariden sanata kadar her alana ışık tutmaktadır. Sivas merkezde bulunan ve aynı alan içerisinde yer almış olan üç kardeş Medrese; Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi bu mimari yapılardandır. Büyük ve görkemli taç kapıları, zarif ve zengin taş işlemeleri, farklı bezeme teknikleri bulunmaktadır. Muhteşem bir duruş sergileyen bu tarihi yapıların medrese bölümünde eğitim ve öğretim uygulanmış, talebeler yetiştirilmiştir. Şifahane kısmında din dil ırk ayırmaksızın, her çeşit hastalar tedavi edilmiştir. Bu bildiride Sivas şehrinin meydanında bulunan; Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi hakkında tarihi ve mimari bilgiler ile bezemelerinin anlamları incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi, Anadolu Selçuklu Dönemi.
kullanarak hastalıkları iyileştirmek, tedavi etmek veya önlemek amacıyla başvurulan
ve uygulanan teknik ve bilimsel çalışmaların bütünüdür. İnsanlığın yaradılışından
itibaren, tarihi boyunca birçok farklı hastalık oluşmuş ve yüzyıllarca varlığını
sürdürmüştür. Bu hastalıklar için tedavi yöntemleri aranmış ve aranan bu yöntemler
dünya üzerindeki bütün medeniyetlerde farklılıklar göstermiştir. Yerleşik yaşama
geçmiş olan ilk medeniyetlerde, hasta tedavilerinde, büyü ve duadan ileriye
geçilememiştir. Zamanla insanlara yetersiz gelen bu tedavi yöntemleri, ilerleyen
zaman dilimlerinde, bilimsel ve gerçekçi tedavilerin olması gerekliliğini göstermiştir.
İnsan, tıp bilimine, tıbbi tedavilere yöneldikçe ve bu alanda geliştikçe, tıp okullarının
eksikliğini duymuştur. Orta Çağ Avrupa’sında tıp alanında bilimsellikten uzak bir
dönem yaşanmaktayken, Anadolu Medeniyetlerinde tıpta bilimsel bir dönem
yaşanmıştır. Hint Medeniyeti farklı olarak daha akılcı bir yol izlemiş ve hastaların
tedavisi için hastane yapmışlardır. Tarihte ilk tıp okulu olan “Knidos” Antik Yunan
döneminde açılmıştır. Hippokrates felsefe ve tıbbı birbirinden ayırarak, bilimsel bir
yaklaşım ile eğitim veren “Kos Tıp Okulunu” kurmuştur. Türklerin Anadolu’ya
gelmesiyle birlikte Anadolu Selçukluları zamanında inşa edilen darüşşifalarda
(hastaneler), hasta tedavi hizmetlerinin yanı sıra, tıp eğitimi verilmiş ve kendi
alanlarında hekimler yetiştirmişlerdir. Bu okullarda yetişen doktor ya da diğer
tabiriyle Hekimler, sadece hastaları tedavi eden bir meslek erbabı değildir, aynı
zamanda Hippokrates’in; “bir hekim aynı zamanda filozof olursa ilahlar seviyesine
yükselir” sözleriyle başka misyonlar daha yüklenmişlerdir. İslamiyet’in doğuşu ile
Tıbb-ı Nebevî, “Peygamber Tıbbı” anlamına gelen, Hz. Muhammed’in (sav), sağlık
alanında uyguladığı ve tavsiyelerde bulunduğu İslâmî tıp ilmi de akla bu bağlamda
akla gelmektedir.
Bu makalede; geçmişten günümüze kadar gelen medeniyetlerde tıbbi olmayan
uygulamalar, ardından ihtiyaç dâhilinde gelişen tıbbi teknikler ve tedavileri, 1206
yılında Anadolu Selçuklu döneminde bir gönül hikâyesi neticesinde oluşan vahim bir
hastalık ve bunun sonucu, bir vasiyet üzerine inşa edilerek hizmete açılmış olan, hem
tıp okulu hem de hastaneyi aynı bina içerisinde barındırıyor olmasından dolayı da
dünyada bir ilk “Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Darüşşifası” ile burada uygulanan
tedavi yöntemleri anlatılmaktadır.
Turkuaz, 3. yüzyılda Hunlar ’da, 9-13. yüzyıllarda Karahanlılar’ da, 11. yüzyıl İran topraklarında,12-13.
yüzyıllarda Anadolu’da Selçuklu ve sonrasında Osmanlı dönemlerinde takıdan süs eşyasına, dokumadan
aksesuara kadar pek çok alanda kullanılmıştır. “Türk Rengi” olarak da anılan bu rengin “Turkuaz” olarak
isimlendirmesi sonraki zamanlarda olmakla birlikte kullanım alanı Türklerin olduğu her yer, Türklere ait mimari
ve sanat eserleridir. Turkuaz; özellikle Anadolu Selçuklu dönemi çini bezemelerinde kullanılarak taşlara can,
mimari yapılara ruh kazandırarak âdeta Türk sanatının konuşan dili olmuştur. Anadolu Selçuklu dönemi mimari
yapılarında kullanılmış olan Turkuazın tek renk olarak kullanılmasından ara ara gösterdiği renk değişkenliğine
kadar pek çok özelliği, figürler ve motifler arasında yer aldığı alanlar ortaya konularak ifade edilmiştir
ilişkiyi gösteren ve bu dünyadan cennete geçişte merdiven olarak nitelendirilen efsanevi ağaç olarak da tanımlanmıştır. Türkler, Orta Asya’da uyguladıkları süsleme sanatlarını Anadolu’da özellikle
mimari eserlerde taşa ve çiniye uygulamışlardır. Taş eserlerde ve çini bezemelerde çok sık gördüğümüz “Hayat Ağacı” motifi ve onu destekleyen evcil ve vahşi hayvan figürleri, efsanevi ve mitolojik hayvan figürleri, bitkisel motifler ile zengin bir kompozisyon oluşturmuşlardır. Anadolu Selçuklu Dönemi çinilerinde ve mimari taş eserlerinde kullanılmış olan “Hayat Ağacı” motifinden yola çıkarak, diğer sanat
disiplinlerindeki örnekleri de incelenerek, kaynaklar araştırılmış, tema ve sembol çözümlemesi yapılmıştır. Yapılan araştırmalardan yola çıkarak özgün bir çini pano deseni tasarlanmış ve sıraltı tekniğinde uygulanmıştır. Hayat Ağacı Temalı Çini Pano tasarımı eser çalışma metni ile sonuçlandırılmıştır.
WOMEN AND THEIR LIVES IN THE ISLAMIC ECONOMY
ABSTRACT: Human beings have been struggling in every era to meet their needs and have been forced to meet the need for food and drink, dressing, shelter and security in order to continue their self-inflicted life. In this process, women have always experienced the most difficult, and have remained within the limits of their physical appearance and strength, and have to act and work within the framework of the society and religious rules that they have lived. Women are also discriminated in terms of employment, remuneration and working status in these working environments. Despite the International Labour Organization (ILO) standards and the provisions made clear in national labour laws, the discrimination still exists as a result of irregularities in the implementation of the laws, prejudices of societies, deceptive tendencies and reflections of their practices on the Working Life. Women, in spite of everything the smallest unit of the world, from the family to enter into every environment has formed the center. He became a partner to his life partner, mother, bride, sister, sister, son, friend, and when the circumstances required him, he started to take part in many branches of business such as employer, teacher, economist, politician, etc. The first of these organizations, which contribute to the development of women in both culture and social and economic fields, supports each other by taking part and supporting each other in the process of existence as well as in their religious, political and economic development.
Değişen ve gelişen Dünya’da sosyal bir varlık olarak insan nasıl ki
başkalarıyla birlikte yaşamak zorunda ise, bu toplumsal yaşam içinde
iletişim de kurmak zorundadır. Kurduğu iletişim mutlaka bir ötekini
gerektirir. Bu öteki dediğimiz bazen bir insan, bazen bir nesne, bazen
yaratıcı olabilmektedir.
21. Yüzyıl dünyasında insanlığın geldiği noktada insan kendini yeniden
tanımakta, etrafındaki değişen her şeyi ve yeni olan her şeyi keşfetmek
durumundadır. Her gün yeni oluşumlara gebe olan 21. Yüzyıl yani siber
çağı, insanların karşısına mekanik bir ordu ile çıkarken, insani değerlerin,
toplumsal değerlerin ve kültürel değerlerin yok olmasına da sebebiyet
vermektedir. Buna ilaveten, artan nüfus, iklim değişimi, göçler, farklı
kültürlerle bir arada yaşamak, teknoloji insanı bir kıskaca almış ve tehdit
etmektedir. Teknolojinin sürekli geliştiğini, yenilikler sunduğunu ve hayatı
kolaylaştırdığını düşünsek bile, diğer yandan insan yalnızlaşmaya,
yobazlaşmaya, kendi dünyasına çekilmeye ve ailesinden başlayıp
akrabalarına kadar bütün bağlarından koparmaya, sağlık açısından ve
ruhsal problemlere sebebiyet vermeye başlamıştır.
Bu durumda, bu teknolojik orduyu en iyi şekilde ve dozunda
kullanmanın yollarını bulmak adına sosyal, ailesel ve kültürel değerlere
sahip çıkarak, eğitimden sanata, spora kadar etkinlikler ve projeler
yapılmalıdır. Evvela kendimizi tedavi edip, sonra da çocuklarımızdan
başlayarak tekrar dünya düzeninde insana değer vermeyi ön plana almamız gerekmektedir. Her bir bireyin mutlaka bir ilgi alanını keşfedip, ortak paydalarda buluşarak farklı sosyal-kültürel alanlar yaratmak, muhabbet ve insani duyguları öne çıkarmak amacıyla yeni sosyal ve sorumluluk projeleri oluşturmayı hedeflemeliyiz. Yani aslında İnsana, insan olduğunu ve etrafındaki her şeyin kendisine hizmet için var olduğunu hatırlatmalıyız.
Anahtar Kelimeler: Nar, Bitkisel Motif, Anadolu, Tasarım, Mitoloji.
uygulanmış olan
yaz
ıcadır.
bir ses içinolmayan ve diya
lektik özellik
mümkün değil
iletişim
kurmayı tek işaretlere yazı
kot
mektedir. Bir başka anlatımla;
insanlar
listesinden
, sevindirici bir malzeme doğrultusunda çizerek
, kazı
ya da ya da kullan
mışız
şekil ve işaretlerin
bütününe verilen isimdir.
insanlığın
tarihi kadar eski olan yazı,
CA
gelişmiş
çizgilerden harfler, harflerden alfabe
şekil
ulaşıldı. kaynak kaynakları
yazılmış
yanında
işaret
farklı olan yazı
,
tüm toplumların meydana geldiği zaman
özetleri için
kullanılan ve
uygarlıklarınna
sebep
çevrilmiştir. Bu medeniyetlerden biri olan
Anadolu
lu Selçukluları tarafından yapılmış mimari eserlerden
,
madeni eşyalarınakadar tatmin edici özellikler
,
farklı tekniklerle kullanmışlardır.
Anadolu Selçuklu Döneminde
başkent Konya olmak üzere, Kayseri, Sivas, Erz urum, Amasya,
Tokat, Alanya, Ankara
a, Afyonkarahisar, Niğde, Nevşehir gibi Selçuklunun
mimari mimari
yapı serisinin yer aldığı sistem teknik yaz dizisi farklı bezeme üslupları,
tipografi
yapılmıştır.
Selçuklu dönemim
imari yapılaşmasının bezemealanında
ki
genel özellik özelliği; kesme taş malzemesi, taş ve çini işçiliğine dayalı
süsleme katranı
zidir. Selçuklu taç
işler
,
gözetim, köşe kuleleri,
sundurmalar,minareler
dış cepheler
zengin taş işçiliği ile süslenmiş;
yapı içlerinde
mihrap, minber,
eyvan, kubbe geçişleri, sütunlar
gibi bitkisel motifler, kûfî
yazı
, muhakkak
yazı
ve celî sülüs
yazı üslüpleri
ile dikkat. Bu indirim Anadolu Selçuklu dönemi
tasarımda olanda
tipografi üzerine inceleme yap
gelecek.
Anahtar Kelimeler:
Anadolu Selçuklu Dönemi, Mimari,
Taş İşlemeciliği,
Tipografi.
yapıları ve buralardaki taş işlemelerini adeta konuşturmuş olan mimarların ve bezeme
ustalarının her birinin her ne kadar kim oldukları tam olarak bilinmese de yaptıkları eserlerden ne kadar yaratıcı oldukları ortadadır. Bu mimari yapılardan biri olan Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasını, üzerinde bulunan bezeme unsurlarını, neredeyse canlanıp üçüncü boyut halini alacak motiflerini, belirli dönemlerde ve belirli saat aralığında ortaya çıkan gölgelerini incelendikten hemen sonra, gençlere tarihini öğretecek, tarihi ve kültürel değerlerini tanıtacak, motive edecek ve bunlardan yola çıkarak seramik, çini ve cam sanatları alanlarında eserler üretecek şekilde bir proje geliştirildi. Bu çalışmada Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, bu bağlamda uygulanan proje ve proje kapsamında meydana çıkarılan eserler incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Seramik Sanatı, Çini Sanatı,
Proje, Gençlik.
Dünya mimarlık tarihinin en özel yapısı olarak adlandırılan Ayasofya, hem bilimsel, hem tarihsel, hem de sanatsal olarak oldukça önemlidir. Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yaptığı en büyük kilisedir ve aynı yerde üç defa inşa edilmiştir. İlk inşa edildiğinde Megale Ekklesia (Büyük Kilise) denilmiş, 5. yüzyıldan İstanbul'un fethine kadar Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) olarak adlandırılmıştır.
Ayasofya, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi ile birlikte camiye çevrilmiştir. Daha sonra 24 Kasım 1934 yılında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile müzeye dönüştürülmüştür ve 1 Şubat 1935 yılında ziyarete açılmıştır. 1996 yılında Dünya Anıtları İzleme listesinde ve aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde yer almaktadır.
Ayasofya 2005 yılında yargıya taşınarak tekrar cami olması istenmiş, ancak Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedilmiştir. 2016 yılında tekrar açılan dava, 2018 yılında Haziran ayında açıklanan karar ile yine sonuçsuz kalmıştır. Ayasofya Müzesi'nde 2016 Temmuz ayında düzenlenen Kadir Gecesi programında, 85 yıl aradan sonra sabah ezanı okunmuştur. 2016 Ekim ayında ibadete açık olan Hünkâr Kasrı bölümüne, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk kez asaleten imam atanmıştır ve bu bölümünde vakit namazları kılınmaya, Sultanahmet Camii ile karşılıklı olarak 5 vakit çifte ezan okunmaya başlanmıştır.
Ayasofya ‘da 29 Mayıs 2020 tarihinde, İstanbul'un Fethinin 567. yıl dönümünde Fetih Suresi okunmuştur. Bu gelişmelerin ardından Ayasofya'nın cami olma süreci tekrar gündeme gelmiştir. Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir. Karar ardından 24 Temmuz 2020 tarihinde, 86 yıl sonra kılınan ilk Cuma namazı ile birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Fatiha Suresi ve Bakara Suresi 1-5. ayetleri okunarak Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi olarak ibadete açılmıştır. Bu çalışmada döneminin en geniş kubbesine sahip olan ve daha sonra kubbesi çökmesin diye Mimar Sinan’ın payandalarla desteklediği Ayasofya-i Kebîr Câmisinin tarihsel gelişimi, incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Tarih, Sanat Tarihi, Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya Camisi,
Türkiye.
Algı ile kavram arasında bir bağlama aracı olan tasarım, önemsiz ayrıntılar yerine, önemli özelliklere ve konulara dikkat çekmektedir. Tasarımlar, öğrenmenin, eylemin ve sanatsal faaliyetlerin mimarı olan insanın hayal gücünü işletmektedir. Tasarımcı, kullandığı öğeler ile bir denge kurarak tasarım içinde kullanış biçimleri ile tasarımın etkisini ve gücünü artırmaktadır. Kompozisyonlarında kullandığı denge unsurları ile çağının sosyal ve ekonomik durumunu, kendi duygu, düşünce ve içyapısını yansıtır. Denge olan bir tasarımda; Kompozisyon prensipleri ile dengeyi oluşturan faktörlerin uyum içerisinde bulunması önemlidir. Birlik, çizgi, yön, biçim, ölçü, aralık, doku, renk, değer, hareket, ışık-gölge, gibi kavramlar bir arada kullanılmaktadır. Tasarımları tam ve uyumlu hissetmek adına, dengeli olabilmesi için simetrik olma zorunluluğu yoktur. Bu sadece nesnelerin, alanın ve rengin görsel ağırlığının eşit olarak dağıtıldığı anlamına gelmektedir. Denge olmadan bir tasarım kilitli, tutarsız ve rahatsız edici olarak hissedilmektedir. Uygunluk veya zıtlığın egemenliği veya değişkenliği yolu ile karşıtları oluşturup, itme -çekme, kuvvet ve gerilimlerinin varlığına dayanarak da dengeyi sağlamak mümkündür. Sanatın görsel dilinde dengenin en önemli faktörlerinden biri de izleyen kişiye bağlı olarak gelişen, görsel idraktir. Bu da insana ve insanın içinde bulunduğu ruh durumuna bağlı olarak değişebilen bir denge yargısıdır. İnsan beyninin tamamen dışında olan ögesel kuvvetlerin güçleri karşıtlıkları da denge veya dengesizliğin temelini oluşturur. Gözü yanıltan biçim ve çizgi düzenlemeleri, psikolojide “illüzyon” olarak adlandırılmaktadır. Psikolojik denge de optik sanat etkili bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede, sanat ve denge arasındaki bağlantı, sanatçının bir eseri yaparken denge konusunda neleri göz önünde bulundurduğu ve izleyiciye etkileri incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Sanat, Denge, Tasarım.
taşıyan mihenk taşıdır. Türkler Anadolu’ya geldikten sonra başkent Konya olmak üzere, Sivas ve çevresine yerleşmişlerdir. Yerleştikleri bu şehirlerde sanat eseri niteliğinde birçok dini ve mimari abidevi yapılar inşa etmişlerdir. Bu yapıların her biri bir tarihi kimlik mahiyetindedir ve günümüzde de mimariden sanata kadar her alana ışık tutmaktadır. Sivas merkezde bulunan ve aynı alan içerisinde yer almış olan üç kardeş Medrese; Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi bu mimari yapılardandır. Büyük ve görkemli taç kapıları, zarif ve zengin taş işlemeleri, farklı bezeme teknikleri bulunmaktadır. Muhteşem bir duruş sergileyen bu tarihi yapıların medrese bölümünde eğitim ve öğretim uygulanmış, talebeler yetiştirilmiştir. Şifahane kısmında din dil ırk ayırmaksızın, her çeşit hastalar tedavi edilmiştir. Bu bildiride Sivas şehrinin meydanında bulunan; Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi hakkında tarihi ve mimari bilgiler ile bezemelerinin anlamları incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Şifaiye Medresesi, Anadolu Selçuklu Dönemi.
kullanarak hastalıkları iyileştirmek, tedavi etmek veya önlemek amacıyla başvurulan
ve uygulanan teknik ve bilimsel çalışmaların bütünüdür. İnsanlığın yaradılışından
itibaren, tarihi boyunca birçok farklı hastalık oluşmuş ve yüzyıllarca varlığını
sürdürmüştür. Bu hastalıklar için tedavi yöntemleri aranmış ve aranan bu yöntemler
dünya üzerindeki bütün medeniyetlerde farklılıklar göstermiştir. Yerleşik yaşama
geçmiş olan ilk medeniyetlerde, hasta tedavilerinde, büyü ve duadan ileriye
geçilememiştir. Zamanla insanlara yetersiz gelen bu tedavi yöntemleri, ilerleyen
zaman dilimlerinde, bilimsel ve gerçekçi tedavilerin olması gerekliliğini göstermiştir.
İnsan, tıp bilimine, tıbbi tedavilere yöneldikçe ve bu alanda geliştikçe, tıp okullarının
eksikliğini duymuştur. Orta Çağ Avrupa’sında tıp alanında bilimsellikten uzak bir
dönem yaşanmaktayken, Anadolu Medeniyetlerinde tıpta bilimsel bir dönem
yaşanmıştır. Hint Medeniyeti farklı olarak daha akılcı bir yol izlemiş ve hastaların
tedavisi için hastane yapmışlardır. Tarihte ilk tıp okulu olan “Knidos” Antik Yunan
döneminde açılmıştır. Hippokrates felsefe ve tıbbı birbirinden ayırarak, bilimsel bir
yaklaşım ile eğitim veren “Kos Tıp Okulunu” kurmuştur. Türklerin Anadolu’ya
gelmesiyle birlikte Anadolu Selçukluları zamanında inşa edilen darüşşifalarda
(hastaneler), hasta tedavi hizmetlerinin yanı sıra, tıp eğitimi verilmiş ve kendi
alanlarında hekimler yetiştirmişlerdir. Bu okullarda yetişen doktor ya da diğer
tabiriyle Hekimler, sadece hastaları tedavi eden bir meslek erbabı değildir, aynı
zamanda Hippokrates’in; “bir hekim aynı zamanda filozof olursa ilahlar seviyesine
yükselir” sözleriyle başka misyonlar daha yüklenmişlerdir. İslamiyet’in doğuşu ile
Tıbb-ı Nebevî, “Peygamber Tıbbı” anlamına gelen, Hz. Muhammed’in (sav), sağlık
alanında uyguladığı ve tavsiyelerde bulunduğu İslâmî tıp ilmi de akla bu bağlamda
akla gelmektedir.
Bu makalede; geçmişten günümüze kadar gelen medeniyetlerde tıbbi olmayan
uygulamalar, ardından ihtiyaç dâhilinde gelişen tıbbi teknikler ve tedavileri, 1206
yılında Anadolu Selçuklu döneminde bir gönül hikâyesi neticesinde oluşan vahim bir
hastalık ve bunun sonucu, bir vasiyet üzerine inşa edilerek hizmete açılmış olan, hem
tıp okulu hem de hastaneyi aynı bina içerisinde barındırıyor olmasından dolayı da
dünyada bir ilk “Gevher Nesibe Tıp Medresesi ve Darüşşifası” ile burada uygulanan
tedavi yöntemleri anlatılmaktadır.
Turkuaz, 3. yüzyılda Hunlar ’da, 9-13. yüzyıllarda Karahanlılar’ da, 11. yüzyıl İran topraklarında,12-13.
yüzyıllarda Anadolu’da Selçuklu ve sonrasında Osmanlı dönemlerinde takıdan süs eşyasına, dokumadan
aksesuara kadar pek çok alanda kullanılmıştır. “Türk Rengi” olarak da anılan bu rengin “Turkuaz” olarak
isimlendirmesi sonraki zamanlarda olmakla birlikte kullanım alanı Türklerin olduğu her yer, Türklere ait mimari
ve sanat eserleridir. Turkuaz; özellikle Anadolu Selçuklu dönemi çini bezemelerinde kullanılarak taşlara can,
mimari yapılara ruh kazandırarak âdeta Türk sanatının konuşan dili olmuştur. Anadolu Selçuklu dönemi mimari
yapılarında kullanılmış olan Turkuazın tek renk olarak kullanılmasından ara ara gösterdiği renk değişkenliğine
kadar pek çok özelliği, figürler ve motifler arasında yer aldığı alanlar ortaya konularak ifade edilmiştir
ilişkiyi gösteren ve bu dünyadan cennete geçişte merdiven olarak nitelendirilen efsanevi ağaç olarak da tanımlanmıştır. Türkler, Orta Asya’da uyguladıkları süsleme sanatlarını Anadolu’da özellikle
mimari eserlerde taşa ve çiniye uygulamışlardır. Taş eserlerde ve çini bezemelerde çok sık gördüğümüz “Hayat Ağacı” motifi ve onu destekleyen evcil ve vahşi hayvan figürleri, efsanevi ve mitolojik hayvan figürleri, bitkisel motifler ile zengin bir kompozisyon oluşturmuşlardır. Anadolu Selçuklu Dönemi çinilerinde ve mimari taş eserlerinde kullanılmış olan “Hayat Ağacı” motifinden yola çıkarak, diğer sanat
disiplinlerindeki örnekleri de incelenerek, kaynaklar araştırılmış, tema ve sembol çözümlemesi yapılmıştır. Yapılan araştırmalardan yola çıkarak özgün bir çini pano deseni tasarlanmış ve sıraltı tekniğinde uygulanmıştır. Hayat Ağacı Temalı Çini Pano tasarımı eser çalışma metni ile sonuçlandırılmıştır.
WOMEN AND THEIR LIVES IN THE ISLAMIC ECONOMY
ABSTRACT: Human beings have been struggling in every era to meet their needs and have been forced to meet the need for food and drink, dressing, shelter and security in order to continue their self-inflicted life. In this process, women have always experienced the most difficult, and have remained within the limits of their physical appearance and strength, and have to act and work within the framework of the society and religious rules that they have lived. Women are also discriminated in terms of employment, remuneration and working status in these working environments. Despite the International Labour Organization (ILO) standards and the provisions made clear in national labour laws, the discrimination still exists as a result of irregularities in the implementation of the laws, prejudices of societies, deceptive tendencies and reflections of their practices on the Working Life. Women, in spite of everything the smallest unit of the world, from the family to enter into every environment has formed the center. He became a partner to his life partner, mother, bride, sister, sister, son, friend, and when the circumstances required him, he started to take part in many branches of business such as employer, teacher, economist, politician, etc. The first of these organizations, which contribute to the development of women in both culture and social and economic fields, supports each other by taking part and supporting each other in the process of existence as well as in their religious, political and economic development.
Değişen ve gelişen Dünya’da sosyal bir varlık olarak insan nasıl ki
başkalarıyla birlikte yaşamak zorunda ise, bu toplumsal yaşam içinde
iletişim de kurmak zorundadır. Kurduğu iletişim mutlaka bir ötekini
gerektirir. Bu öteki dediğimiz bazen bir insan, bazen bir nesne, bazen
yaratıcı olabilmektedir.
21. Yüzyıl dünyasında insanlığın geldiği noktada insan kendini yeniden
tanımakta, etrafındaki değişen her şeyi ve yeni olan her şeyi keşfetmek
durumundadır. Her gün yeni oluşumlara gebe olan 21. Yüzyıl yani siber
çağı, insanların karşısına mekanik bir ordu ile çıkarken, insani değerlerin,
toplumsal değerlerin ve kültürel değerlerin yok olmasına da sebebiyet
vermektedir. Buna ilaveten, artan nüfus, iklim değişimi, göçler, farklı
kültürlerle bir arada yaşamak, teknoloji insanı bir kıskaca almış ve tehdit
etmektedir. Teknolojinin sürekli geliştiğini, yenilikler sunduğunu ve hayatı
kolaylaştırdığını düşünsek bile, diğer yandan insan yalnızlaşmaya,
yobazlaşmaya, kendi dünyasına çekilmeye ve ailesinden başlayıp
akrabalarına kadar bütün bağlarından koparmaya, sağlık açısından ve
ruhsal problemlere sebebiyet vermeye başlamıştır.
Bu durumda, bu teknolojik orduyu en iyi şekilde ve dozunda
kullanmanın yollarını bulmak adına sosyal, ailesel ve kültürel değerlere
sahip çıkarak, eğitimden sanata, spora kadar etkinlikler ve projeler
yapılmalıdır. Evvela kendimizi tedavi edip, sonra da çocuklarımızdan
başlayarak tekrar dünya düzeninde insana değer vermeyi ön plana almamız gerekmektedir. Her bir bireyin mutlaka bir ilgi alanını keşfedip, ortak paydalarda buluşarak farklı sosyal-kültürel alanlar yaratmak, muhabbet ve insani duyguları öne çıkarmak amacıyla yeni sosyal ve sorumluluk projeleri oluşturmayı hedeflemeliyiz. Yani aslında İnsana, insan olduğunu ve etrafındaki her şeyin kendisine hizmet için var olduğunu hatırlatmalıyız.
Türk İslam bezeme üslubunda oldukça önemli bir yer edinmiş olan rumi motifi, İslamiyet öncesi
dönemlerde hayvanların resimlerinden stilize edilerek uyarlanmıştır. İslamiyet ile birlikte, stilize
edildiği hayvanın görüntüsünü andırmaması adına daha da revize yoluna gidilmiştir. Türk sanatlarında
gerek mimari eserlerde, gerek el sanatlarında sevilerek kullanılan rumi motifi; taş işleme, halı dokuma,
kumaş dokuma, çini bezeme, ahşap, mermer gibi malzemelerin üzerine sanatsal olarak işlenmiştir.
Uygulandığı alanlarda göz dolduran rumi motifi, oldukça zarif ve estetik bir görünüm de sağlamaktadır.
Bu çalışmada tarihi süreci, çizim kuralları, çizim teknikleri, çeşitleri ve günümüzde sanatçılar tarafından
yeniden tasarlanmış olan rumi motifleri ve uygulanmış olduğu eserleri incelenecektir.
İspanyol bir sanatçı ve heykeltıraş olan Jaume Plensa, çalışmalarında;
harflerden, kelimelerden, müzikten etkilenerek, özellikle kadın ve
çocuklar üzerine yoğunlaşmıştır ve eserleriyle şaşkınlık oluşturmaktadır. İnsanların kullanmış olduğu iletişim aracı olan harflerin, rakamların, notaların ülkeler, sınırlar üstü olduğunu ve onları birlikte
kullanmanın barış için büyük bir umut taşıdığını düşünen sanatçı;
insan bedeninin umutlarımızı, rüyalarımızı ve arzularımızı toplayan
bir kap olduğunu ve mimari alan içinde ideal bir biçim olduğunu ifade
etmiştir. Plensa heykellerinde zihin ve malzeme arasındaki etkileşimi
kullanarak eserlerine ruh vermeye çalışmıştır. Farklı malzemeleri
farklı şekillerde oldukça zarif ve uyumlu bir şekilde kullanmıştır.
Jaume Plensa tüm dünyada sayısız sergiler yapmıştır, onun eserleri
müzelerde, sanat enstitülerinde ve önde gelen halka açık yerlerde
görülebilmektedir. Bu çalışmamızda Jaume Plensaʼnın müzik notaları
ve harflerle yapılmış olan eserlerini ve kavramsal sanattaki yerini
inceleyeceğiz.
mimari eserler yapmışlardır. Bu mimari eserleri yaptıran baniler (kurucular), yapan mimarlar, sanatkârlar
ve ustalar; bilgilerini, zevklerini, inceliklerini, maharetlerini ve ustalıklarını eserlere aktarmışlardır.
Anadolu Selçuklu zamanında başta başkent Konya olmak üzere, Sivas, Kayseri, Ankara, Tokat, Amasya,
Erzurum, Afyonkarahisar, Ankara, Alanya’ da oldukça önemli mimari yapılar inşa edilmiştir. Bu
yapıların sade mimarisine rağmen; büyük, gösterişli ve dönemin en güzel taş işçiliğinin uygulandığı
bezemelerle süslenmiş, muhteşem taç kapıları bulunmaktadır. Her bir yapının kendine ait planı, mimari
ve süsleme özelliği vardır, kiminde sade taş işleme mevcut iken kiminde kullanılmış olan çini bezemeler
de yapılara derinlik ve güzellik katmıştır. Bu mimari yapılardan Sivas şehrinde Divriği ilçesinde bulunan,
karı-koca tarafından yaptırılmış, hem cami hem de darüşşifası ile UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer
almış Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, sade mimarisi ve gösterişli dört taç kapısıyla zamana
meydan okumaktadır. Nadide taş işlemeciliğinde hem yüzeysel, hem iki boyutlu, hem de üç boyutlu
olarak işlenmiş bitkisel, geometrik, yazı ve figüratif bezemeleri ile son noktayı koymuştur. Mimarisi ile
sanatsal abidevi bir eser olan Sivas Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Darüşşifa Taç Kapısı ve üzerinde
bulunan bezemeleri incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Anadolu Selçuklu Sanatı, Mimari, Taç Kapı, Süsleme, Sanat
kadar varlığını sürdüren tüm uygarlıklar kendi coğrafyaları, ekonomik şartları, yaşayış
biçimleri ile ihtiyaçları dâhilinde yapılaşmaya gitmişlerdir. Mağaralar oyulmuş, ağaçlardan
derme çatma evler, buzullardan kesme buzlarla iglolar, keçelerden oba evleri, kesme taşlardan
tek katlı mimari binalar yapılmıştır. Yapılaşma enine doğru giderken, ilerleyen yüzyıllarda
dikine yükselmeye başlamış ve en sonunda gökdelenler yükselmiştir. Bu mimari yapılaşma
içerisinde geçmişten günümüze kadar gelen medeniyetler kendi kültürlerini, inşa ettikleri bu
yapılar üzerinde ve içerisinde işlemişlerdir. Bu medeniyetlerden biri olan Anadolu Selçuklu
Döneminin mührü olan ve UNESCO Dünya Miras Listesi’nde bulunan Sivas Divriği Ulu
Cami ve Darüşşifasında, anlam ve mana içeren bezemeler taşa işlenerek zarafete
dönüşmüştür. Enine gelişen dikdörtgen mimarisinde, dört taç kapısı ve her bir kapısının
üzerinde bulunan eşsiz ve muhteşem bezemeleri ile taş oymacılığında son noktayı koymuş
olan bu muhteşem yapı, aynı zamanda büyük bir külliyedir. Aradan geçen yüzyıllar içerisinde
mimari yapılaşmada değişiklikler ve yenilikler oluşmuştur. Gelişen teknoloji ile modernleşme
sürecinde, mimari alanda da oluşan yenilikler, döneminin en yüksek yapısı unvanını alan Burj
Al Khalifa Dubai gibi bir gökdelenin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Burj Al Khalifa Dubai
konumu, modern çağın getirmiş olduğu yeni mimarinin göz kamaştırıcı artıları, aynı zamanda
dikine giden bir yapılaşmanın getirdiği sorumluklarla gökdelen çağında önemli bir noktada
bulunmaktadır. Bu çalışmada birbirinden farklı, hala sırları çözülememiş eşsiz taş işlemeleri
olan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifanın mimari yapısı, bezemeleri, kullanım şekli ile
modernleşme sonucu gelişen, 20. yüzyılın dikine bir mimari teşkil eden modern yapıları
içerisinde yer alan ve şu an en yüksek gökdelen unvanına sahip olan Burj Al Khalifa Dubai
karşılaştırılacaktır.
bakırcılık sanatı, günümüzde yok oluyor gibi gösterilse de, bugün hâlâ önemini korumaktadır. Anadolu’da önemli bir yere sahip olan bakır, süslemeye de çok elverişli bir maden olduğundan dolayı dekoratif olarak pek çok objenin ana maddesi olmuştur. Tarihte bakır, birkaç teknik kullanılarak birçok alanda eser bırakmıştır. Hitit, Urartu, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde Anadolu’da çeşitli tekniklerle çalışan bakır atölyelerinin bulunduğu, günümüze kadar gelen birçok sayıdaki eserden anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminde Anadolu’da, bakır yataklarının işletilmesi sonucunda bakır işçiliği bir çok şehrimizde zirveye ulaşmış ve atölyeler açılmıştır. Osmanlı döneminde maharetli ustaların ellerinde “İstanbul İşi” tabiriyle incelik, zarafet ve estetik anlamda zirveye ulaşarak sanatsal halini almıştır. Günümüzde modern çağın ve yaşam koşullarının birçok şeyi kendi içinde eritmesine karşı duran ve oldukça büyük zahmetlerle katlanarak bakır işlemeciliğinde hizmet etmeye gayret eden zanaatkârlarımız / sanatkârlarımız halen bulunmaktadır. Urfa ilimizde bakır işlemeciliğinde çocukluktan yetişmiş, sıkıntı çektiği halde bakır işlemeciliğinden vazgeçmemiş ve günümüzde usta çırak ilişkisi ile eğitim verip üreten, kapıları yerli yabancı turistlere ve eğitim gönüllülerine her daim açık atölyelerimiz bulunmaktadır.
Anadolu'da, Millî Mücadele devam ederken, Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınarak yazılmış olan şiir, 12 Mart 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmiştir. Esaret nedir bilmeyen, elinden kılıç düşmemiş, at üstünden inmemiş olan atalarından; cesareti ilmek ilmek öğrenmiş bir neslin cesaretinin kelimelerle ve cümlelerle anlatıldığı İstiklal Marşı’nda; anlam ve mana yüklü ifadelerin yer aldığı ve oldukça cesur cümlelerle bir milletin bütün dünyaya haykırış sözleri bulunmaktadır. Vatan, millet, bayrak sevdasının nakış nakış işlendiği derin anlamlar içeren ve her okunduğunda insanı sarsan, düşündüren ve daha da derin duyulara gebe bırakan bu sözler; Türk askerinin yürekliliğini, özverisini, kendine olan güvenini ve güvenilirliğini; Türk milletinin
bağımsızlığına, yurduna, Hakk'a ve dinine bağlılığını dile getirmektedir.
On kıtasında da oldukça derin anlamlar bulunan, Mehmet Akif Ersoy’un manevi duyularını da barındıran İstiklal Marşı günümüzde birçok sanatçının eserlerinde de yer almaktadır. Sanatçıların İstiklal marşına olan sevgisi ve bağımlılığı sanat alanında da kendini göstermektedir. Bu çalışmada Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı ve İstiklal Marşının uygulandığı sanat dalları görselleri ile birlikte incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı, Türkçe, Sanat.
İnsanoğlunun varlığından günümüze bir iletişim aracı olarak kullanmış olan yazı; tarihsel olarak geçirdiği süreçte, taş üzerlerindeki uygulanmasından başlamış bilgisayar programlarına kadar ilerlemiştir. Günümüze kadar gelen bu yazılardan Çin alfabesi ve Arap alfabesi gibi iki büyük kültürün yazısı sanat değeri kazanmıştır. Yazının bu gelişiminde kırılma noktası olan İslamiyet’in kabulünden sonra, Arap harflerinin hat sanatında kullanımıyla üretilen yazılı eserler estetik açıdan oldukça eşsiz ve değerli olmuştur. Türklerin gelişimine katkıda bulunduğu ve başrol oynadığı hat sanatının, tüm tasarım alanlarında ortak nokta olan denge, bütünlük, orantı, devamlılık, görsel hiyerarşi, vurgulama gibi kavramları ve modern figürleri barındırdığı, grafik tasarımına da derin etkisi tespit edilmiştir. Bu çalışmada estetik değeri oldukça yüksek olan ve sanatsal nitelik kazanmış olan hat sanatı ile tipografi arasındaki bağlantı incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yazı, Hat Sanatı, Tipografi.
"Bilimin eğitiminden eksik olmama rağmen, kendimi sanatçı arkadaşlarımdan daha ziyade matematikle uğraşan kesime yakın hissettim” diyen M.C. Escher, matematiksel sanat alanında çalışmış öncü sanatçılardandır. Bilimle, sanatla, matematikle ilgilenen ve yayınları
takip edenler Escher'i ve onun yapmış olduğu eserlerini yakından tanımaktadırlar. Matematik
ve sanat ilk bakışta birbiriyle bağdaşmayan ve birbirinden uzak iki alan olarak görünseler de,
gerçekte iç içe geçmiş ve birbirini tamamlamaktadır. Her iki alanda insana hizmet etmektedir. Matematik doğayı; semboller, sayılar, denklemler ve geometrik ölçülerle zarifçe soyutlamakta ve yorumlamaktadır. Sanatta da sanatçı aynı şeyi matematiği gizlice kullanarak; şekiller, kompozisyonlar, oranlar, ölçüler aracılığıyla yapmaktadır. Bu makalede Matematikten esinlenerek simetrik bölünmeler uygulayan, farklı bakış açısıyla ve sanat eserleriyle gerek
matematikçiler ve gerekse sanatçılar çevresinde bir ikon olarak görülen M. Cornelis Escher’in hayatı, eserleri, simetri ve metamorfozlarının diğer sanat tasarım akımlarındaki yeri incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Matematik, Simetri, Sanat, Tasarım, Paradoks, M. Cornelis Escher.
Bilgi, yöntem, teknik, yetenek, kurallar, duygu ve düşüncelerin bütününe sanat denilmektedir. Sanat
kelimesi içerisinde; güzel sanatlar, geleneksel sanatlar, plastik sanatlar, uygulamalı sanatlar gibi
birçok dal ve alan bulunmaktadır. Bu dallardan ve alanlardan hangisi olursa olsun, sanat ve sanat eseri
geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmaktadır. Sanat eseri, sanatçının duygusu, düşüncesi, hayalleri,
yapmak ve anlatmak istediklerinin neticesinde meydana çıkmaktadır. Her sanatçının kendi stili,
üslubu, tarzı, anlatım yolları ve ifade şekli vardır. Her bir eser sanatçının elinde kişilik kazanır, tarz
olur, sembol haline gelir, bir hayat yaşar ve izleyicisine de yaşatır. Sanatçılar aynı dönemde yaşamış
olsalar, aynı sanat üslubunda çalışmış olsalar da dahi kendilerine has tarzları ve anlatım yollarıyla
birbirlerinden ayrılmaktadır. Sonuç itibari ile bir sanat eseri her daim benzersiz ve özgün olmalıdır
ve sanatçısını işaret etmelidir. Bu makalede Geleneksel Türk Sanat dallarında eser üreten günümüz
sanatçılarının kendi tarzları, teknikleri, üslupları ve hayal dünyalarını sürrealist bir yaklaşımla
anlattıkları eserlerinden örnekler verilecektir. Geleneksel Türk Sanatları ve Çağdaş Sanat dallarından
biri olan Sürrealizm (bilinçaltı ve gerçeküstücülük) arasındaki etkileşim incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Geleneksel Türk Sanatları, Çağdaş Sanat, Sürrealizm, Sanat, Sanatçı.
perspectives. Every society creates its own social living order by organizing the forms of organization and
social sharing status of the population living within it in the world, and becomes an indispensable element
of Democracy with Civil Society Organizations. It is also clearly inevitable for a society that develops,
changes and grows together with the State, University and Non - Governmental Organizations.
Universities have been established to provide education and training as well as benefits to the Societies.
Their basic objectives and duties are to do research, produce knowledge and sience, to convey true
knowledge to the youth and socity through education and training and serve society and humanity by
expanding scientific researches. Universities, as a basic objectives, are obliged to develop the information
society. On this purpose and sense of responsibility, projects which will create awareness on students and
society with a clear perspective by spreading them with a pluralist, democratic, sharing and executable
role. Meanwhile, as for NGO’s; it has become the most important and active driving force of today’s
society.That’s why all policies are implemented at ınternational and national levels under the power and
lights of NGO’s. Women who are the part of women’s Non – Governmental Organizations exist either
with in the family or in the social field, become clearly role models for both women and youth by
deploying women’s perspectives and making significant contributions to all women who clearly deserves
place in today’s society. As Universities and NGO’s, we have realized so many social, culturel and
artistic projects. Hence, we obviously aimed to establish an International Culturel bridge with the
Unıversities in the Balkans by Cooperating with Non – Govermental Organizations. Additionally, in line
with this goal, it has been ensured that women and young girls who play important role to lead society are
gathered together in a spirit of Unity. By sharing scientific studies, traditional art practises, knowledge,
skills and experiences shared on common platforms which have been created by women, children and
young people, it has been ensured that love and warm relationships are established in the traces of the past
to the present to achive long lasting and permanent friendships from the past to the future through
tradition, culture and art. With the cooperation of Universities and Non – Governmental Organizations,we
have contributed to develop strong relationships to the societies regardless of language, religion and race,
creating a love ball whith the Unity among cultural, social values, traditions and ethnical origins. On this
purpose; the first of ’’ our in the footsteps of traces’’ ‘’ İzlerimizin İzinde ‘’ projects planned to be realized in 7 Countires was held in Şumnu , Bulgaria in 2013 with the participation of 150 women and the
second one was in Prizren, Kosova with the participation of 50 women in 2014. As a conclusion, the
sustainability of ‘’ in the footsteps of our traces’’ projects is ensured through international joint studies.
We aimed to evaluate ‘’ Traces 2’’ Project by gathering datas in this study, to create a model for a new
projects and setting up an example for the unity and solidarity of Turkish Women in illuminating the path
of our future generations.
Farsça “nişan”, Arapça “remiz, imza” manasında olan tuğra, Oğuz hakanlarından başlayarak Osmanlı padişahlarına kadar bütün Türk hükümdarlarını temsilen kullanılmış yazılı alâmet ve işaretlerdir. Tuğra, aynı zamanda hanedanın simgesi ve Osmanlı Devleti’nin de armasıdır. Şekil itibariyle Osmanlılar tarafından geliştirilmiş ve bugünkü formunu almış olan tuğra, görüntüsü ve mahiyeti itibariyle güçlü bir ifadeye sahiptir ve biçimsel özelliği ile insanı cezbeden, merak uyandırmaktadır. Osmanlı Döneminde, Padişah ve şehzadeler haricinde, vezirlerin de tuğraları padişah adına çekme ve ferman yazma yetkileri mevcuttur. Tuğra; ferman, berat, menşur, ahidnâme, arazi tahrir defteri, vakfiye ve temliknâmelerin üst kısmına yazılmıştır. Tuğrada en altta metnin yazdığı “kürsü” ya da “sere” kısmı, sol tarafta içi içe geçmiş iki kavisten oluşan ve yumurta anlamına gelen “beyze” kısmı, beyzelerin devamında sağa doğru uzanan “hançere” de denilen “kollar” kısmı ve tuğranın üstünde, yukarıya doğru çekilerek kimi zaman “elif” harfini andıran “tuğlar” kısmı bulunmaktadır. Tuğra, mühür olmaktan çıkıp, tezyini sanatlarda da kullanılmıştır. Harflerin araları, çoğu zaman da üst tarafı, gelin duvağı gibi tezhi desenleri ile bezenmiştir. Günümüzde farklı materyaller ile de
buluşturularak değişik alanlarda da kullanılmaya başlanmıştır. Dünyanın en güzel Tuğrası ünvanını alan Kanuni Sultan Süleyman’ın Tugrası, kollarının uzunluğu ve düzgünlüğü ile de dikkat çekmektedir. Bu makalade Kanuni Sultan Süleyman’ın tuğrasının ahşap ve çini ile birleştirilerek, büyük boyutta kitaplık haline nasıl dönüştürüldüğü incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Kanuni Sultan Süleyman Tuğrası, Tuğra, Kitaplık, Tasarım
Tarihi, M.Ö. 3000 yılına kadar uzanmakta olan Afyonkarahisar şehri; Hattiler, Hititler,
Firigler, Pers Hakimiyeti, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu
Devleti ve Osmanlı Devleti olmak üzere bir çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Her
medeniyette farklı isimler almış olan şehir en son ismini, şehrin ortasında yükselen koyu renkli volkanik kayaların renginden, üstünde bulunan hisardan ve bölgede eskiden beri üretimi büyük alanda yapılan haşhaş bitkisinden almaktadır. Neredeyse her medeniyetin izlerini taşıyan şehirde, Afyon kalesinin bulunduğu tepenin güneybatısında bulunan Ulu Cami, Selçuklu döneminde 1273 tarihinde Mimar Emirhac beye yaptırılmıştır. Cami, kırk adet birbirinden farklı çam direk üzerine oturtulmuş olmasından dolayı “Kırk Direkli Cami” olarak da adlandırılmıştır. Selçuklu döneminin ahşap tavanlı, ağaç direkli camiler grubundandır. Her bir direk mukarnaslı olarak uygulanmıştır ve birbirinden farklıdır. Ahşap tavan üzerine yapılmış olan ahşap işçiliği, kalem işleri, hat yazıları belli belirsiz ve silinmiş olarak günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır. Cami içerisinde bulunan bu ahşap işçiliği olan eserler oldukça nadidedir. Caminin dış kapısı üzerinde simetrik olarak birbirinin aynı iki çini pano bulunmaktadır. Ahşap minberi ve ahşap oyma kapısı ile de göz doldurmaktadır. Bu çalışmada, Afyonkarahisar Ulu camisi hakkında bilgiler verirken, cami içerisinde bulunan ve birbirinden faklı olan kırk direk özellikleri, bezeme özellikleri ve ahşap işçiliğinin bulunmuş olduğu diğer birimler hakkında bilgiler verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Anadolu Selçuklu, Afyonkarahisar Ulu Cami, Ahşap İşlemeciliği