Kırklareli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2023
This article aims to analyze the historical evolution of the National Front (FN), which is among ... more This article aims to analyze the historical evolution of the National Front (FN), which is among the most prominent actors in French politics, from a critical perspective. Currently, FN is the strongest extreme-right party in Western Europe and has highly impacted national politics and public discourse despite facing isolation for decades. This research specifically focuses on the reasons behind this success. In this framework, some particular conditions that have paved the way for the rise of the FN, such as immigration, European integration, and the national economy, are extensively investigated. Additionally, the reasons that led to the mainstreaming of the party following a leadership change in 2011 are examined. It is argued that the failure of mainstream actors to respond to societal demands and the mainstreaming of extreme-right discourse have been critical factors in the success of the FN.
This article explores the interplay between populism and crisis from
a comparative perspective. W... more This article explores the interplay between populism and crisis from a comparative perspective. While the dominant literature largely takes crisis for granted, and thus neglects its underlying nature, we undertake a detailed investigation of the crisis of representation in Turkey and the 2009 Greek crisis. Adapting Benjamin Moffitt’s model of the populist performance of crisis to Erdoğan’s Justice and Development Party (AKP) (Turkey) and Tsipras’ Syriza (Greece), we argue, first, that the ideological core of populist parties plays a crucial role in almost all stages of the populist performance of crisis. Second, we show that structural political – economic conditions put certain limits on the populist performance of crisis. Finally, we suggest that Moffitt’s model needs to be revised in light of our findings.
One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR period is the disappear... more One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR period is the disappearance of communist parties. In this process, many former communist parties in the Western and the Eastern Europe were re-established under different names; however, only a few of them, which adopted different ideologies and organizational models, became stable actors in national party systems. In this context, in the reunified Germany, the successor to the SED, namely PDS, has served as an exceptional case to this situation as it survived under radically changing national and international conditions. In this study, the evolution of PDS will be analyzed in terms of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political institutional conditions. This research argues that both the unequal nature of the German unification and SPD's alienation to the demand for social justice by adopting the Neue Mitte approach triggered social dissatisfaction, and hence, led to a political change. Under these circumstances, PDS managed to gain the support of dissatisfied social democratic voters by the alternative populist left discourse and program resting on the principle of social justice, and afterwards, it entered a period of electoral breakthrough by its left alliance with WASG. SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR era is the disappearanc... more One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR era is the disappearance of communist parties. In this process, many former communist parties in the Western and the Eastern Europe were re-established under different names; however, only a few of them, which adopted different ideologies and organizational models, became stable actors in national party systems. In this context, in the reunified Germany, the successor to the SED, namely PDS, has served as an exceptional case to this situation as it survived under radically changing national and international conditions. In this study, the evolution of PDS will be analyzed in terms of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political institutional conditions. This research argues that both the unequal nature of the German unification and SPD's alienation to the demand for social justice by adopting the Neue Mitte approach triggered social dissatisfaction, and hence, led to a political change. Under these circumstances, PDS managed to gain the support of dissatisfied social democratic voters by the alternative populist left discourse and program resting on the principle of social justice, and afterwards, it entered a period of electoral breakthrough by its left alliance with WASG.
SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR period is the disappear... more One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR period is the disappearance of communist parties. In this process, many former communist parties in the Western and the Eastern Europe were re-established under different names; however, only a few of them, which adopted different ideologies and organizational models, became stable actors in national party systems. In this context, in the reunified Germany, the successor to the SED, namely PDS, has served as an exceptional case to this situation as it survived under radically changing national and international conditions. In this study, the evolution of PDS will be analyzed in terms of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political institutional conditions. This research argues that both the unequal nature of the German unification and SPD's alienation to the demand for social justice by adopting the Neue Mitte approach triggered social dissatisfaction, and hence, led to a political change. Under these circumstances, PDS managed to gain the support of dissatisfied social democratic voters by the alternative populist left discourse and program resting on the principle of social justice, and afterwards, it entered a period of electoral breakthrough by its left alliance with WASG.
SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2020
Abstract
Following the outbreak of the financialized capitalist crisis of 2007-2008, the adoptio... more Abstract Following the outbreak of the financialized capitalist crisis of 2007-2008, the adoption of the austerity by national governments in Europe has led to severe social consequences. This has also triggered political dissatisfaction in many countries, paving the way for the emergence of powerful radical actors. However, despite the simultaneous rise of radical actors in the age of austerity, the breakthrough of radical left parties has been largely ignored in political party studies. In order to fill this gap, the evolution of the German radical left through the case of the Die Linke has been analyzed with regard to structural political economic and political institutional conditions, social protest dynamics, and social mobilization. It is argued that the move of the Die Linke to the place that was traditionally occupied by the SPD through emerging as the main representative of the demand for social justice in the party system has played a critical role in the rise of this party. Nonetheless, following 2013, the radical right’s successful determination of the public discourse and the issues that determined party competition have ended the breakthrough of the radical left.
Özet 2007 – 2008 finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa’da ulusal hükümetlerin kemer sıkmaya yönelmesi, ağır sosyal sonuçlara yol açmıştır. Bu durum, birçok ülkede siyasi memnuniyetsizliği tetikleyerek güçlü radikal partilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ne var ki kemer sıkma çağında radikal aktörlerin eş zamanlı yükselişine rağmen siyasal partiler çalışmalarında radikal sol partilerin atılımı büyük oranda göz ardı edilmektedir. Bu boşluğun doldurulması için makalede, Almanya’da Die Linke örneklemi üzerinden radikal solun evrimi, yapısal politik ekonomik ve politik kurumsal koşullar, toplumsal protesto dinamikleri ve toplumsal hareketlilik açısından analiz edilmektedir. Die Linke’nin yükselişinde ülkede sosyal adalet talebinin temel temsilcisi haline gelerek parti sisteminde SPD’nin geleneksel olarak işgal ettiği yere kaymasının kritik bir rol oynadığı savunulmaktadır. Bununla birlikte 2013 sonrasında radikal sağ AfD’nin kamusal söylemi ve parti rekabetini belirleyen konuları tayin etmesiyle birlikte radikal solun atılım dönemi sona ermiştir.
This article reveals how the AKP's use of clientelism contributes to its electoral dominance. It ... more This article reveals how the AKP's use of clientelism contributes to its electoral dominance. It does so by examining the features and actors as well as the structure of the clientelist network. The arguments are based on fieldwork in one of the poorest and most densely populated districts of Bagcılar, where in the 2015 legislative elections the AKP achieved more votes than in any other district in Istanbul.
This paper re-evaluates the party system change in Turkey based on Sartori's framework. It also e... more This paper re-evaluates the party system change in Turkey based on Sartori's framework. It also explores the role of opposition parties in this. The paper suggests that, while a fragmented opposition may lead to the emergence of a one-party government and/or military intervention because of the high levels of polarization it induces, bilateral opposition prolongs one-party governments. The paper relies on an analysis of party programs and public opinion surveys in order to position the parties in terms of spatial distance and to understand the level of polarization.
Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, 2020
Following the outbreak of the 2007-2008 financialized capitalist crisis, many governments in Euro... more Following the outbreak of the 2007-2008 financialized capitalist crisis, many governments in Europe adopted the austerity as a crisis management strategy. However, contrary to early expectations, the austerity deteriorated economic and social situation, bringing about dramatic changes in traditional political settings of many countries. Although it is plausible to trace this political crisis especially in Southern Europe, the recent political paradigm change in France, as a developed capitalist country, represents a very exceptional case. In the age of austerity, French radical left FG and FI, and radical right FN, respectively, ended the hegemony of PS and UMP on national party system. However, despite the simultaneous rise of radical actors, the rise of the former has been largely ignored in the literature. Therefore, in this article, the main reasons behind the regroupment of the French left, which became evident in recent years, have been analyzed. Specifically, the effects of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political institutional conditions on left competition will be discussed. It is argued that the failure of PS to respond rising crises by alienating its traditional program with the Third Way movement and its integration to mainstream crisis management strategy by implementing austerity policies in the Hollande period triggered the electoral ascent of radical left. However, at the same, the presence of weak anti-austerity social mobilization as well as FN’s dominance on public discourse have significantly limited the electoral success of the aforementioned actors.
Finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa' da birçok hükümet, kriz yönetim stratejisi olarak kemer sıkmayı benimsemiştir. Ancak kemer sıkma, erken beklentilerin aksine, iktisadi ve sosyal durumu ağırlaştırarak birçok ülkede geleneksel siyasi ayarları alt üst etmiştir. Özellikle Güney Avrupa' da bu siyasi krizin izlerini sürmek mümkün olmakla birlikte, gelişmiş kapitalist bir ülke olmasına rağmen Fransa' da meydana gelen siyasi paradigma değişikliği, oldukça istisnai bir örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda kemer sıkma çağında Fransa' da radikal sol FG ve FI ile radikal sağ FN, sırasıyla, PS ve UMP'nin ulusal parti sistemi üzerindeki hegemonyasını sona erdirmiştir. Ne var ki radikal aktörlerin eş zamanlı yükselişine rağmen literatürde ilkine yönelik ilgi zayıf düzeyde kalmıştır. Bu nedenle, bu makalede, Fransız solunda son yıllarda belirgin hale gelen yeniden gruplaşma eğiliminin temel nedenleri analiz edilmektedir. Spesifik olarak, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşulların sol rekabete etkileri tartışılmaktadır. Araştırmada PS'nin 1990'larda Üçüncü Yol akımına eklemlenmesinin ardından geleneksel programına yabancılaşarak yükselen krizlere yanıt verememesi ile Hollande döneminde ana akım kriz yönetim stratejisine eklemlenerek kemer sıkma politikaları izlemesinin radikal sol partilerin yükselişini tetiklediği savunulmaktadır. Bununla birlikte kemer sıkma karşıtı zayıf toplumsal hareketlilik ile FN'nin kamusal söylemi tayin eder hale gelmesi, söz konusu aktörlerin seçim başarılarını kayda değer biçimde sınırlandırmıştır.
This paper discusses the role of the electoral system in making the Justice and Development Party... more This paper discusses the role of the electoral system in making the Justice and Development Party (AKP) dominant. Drawing on Sartori's framework, we first clarify the concept of a predominant party system. Second, we examine the impact of the electoral system on the emergence of a predominant party system in Turkey. Analysing election results, we argue that the electoral system fosters dominance in three ways. First, a combination of electoral formula, national threshold and district threshold leads to over-representation of large parties and under-representation of small ones. Second, the fear of a wasted vote due to the high threshold prompts voters to support their second-best option, which concentrates the votes among large parties. Finally, the electoral system increases electoral turnout rates by extending polarization.
Following the outbreak of the 2007-2008 financialized capitalist crisis, the social reaction to t... more Following the outbreak of the 2007-2008 financialized capitalist crisis, the social reaction to the austerity politics pursued by national governments in Europe disrupted the traditional settings of national politics by embodying in the fall of mainstream parties and the rise of radical parties in elections. However, interest in radical left remains low in the literature. Thus, in this study, as an atypical case, the rise of the Greek radical left is addressed by structural political economic conditions, social mobilization and social protest dynamics as well as political institutional conditions. It is argued that that the main reason behind the regroupment of the Greek left around Syriza is the destruction of traditional political settings by the desire for change, which was triggered by the negative social consequences of the austerity agenda.
2007-2008 finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa'da ulusal hükümetler tarafından izlenen kemer sıkma politikalarına yönelik toplumsal tepki, seçimlerde ana akım partilerin düşüşü ve radikal partilerin yükselişi şeklinde cisimleşe-rek siyasi paradigma değişikliğini gündeme getirmiştir. Buna rağmen literatürde radikal sola yönelik ilgi düşük düzeyde kalmıştır. Çalışmada, bu minvalde, atipik bir örnek olarak Yunan radikal solunun yükselişi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından ele alınmak-tadır. Araştırmada, Yunan solunun Syriza etrafında yeniden gruplaşmasının arkasında yatan temel nedenin, kemer sıkma ajandasının olumsuz sosyal sonuçlarının tetiklediği değişim arzusunun geleneksel siyasal ayarları alt üst etmesi olduğu savunulmaktadır.
Kimlik siyasetlerinin yükselişi solu ve sosyal demokrat hareketleri derinden etkilemektedir. Bu b... more Kimlik siyasetlerinin yükselişi solu ve sosyal demokrat hareketleri derinden etkilemektedir. Bu bağlamda, sosyal demokrasinin bundan nasıl etkilendiği ve bu yeni eğilime karşı nasıl bir tutum alacağı önemli bir tartışma konusudur. Türkiye siyasetinin temel merkez sol aktörü CHP'nin bu meseleye dair yaklaşımı ise bu çalışmanın ilgilendiği esas konudur. Merkez sol üzerine Bursa, Erzurum, Gaziantep, İzmir ve Kocaeli illerinde CHP'lilerle derinlemesine mülakat yöntemiyle gerçekleştirilen görüşmeler kapsamında bu konuya dair önemli veriler elde edilmiştir. Beş ilde gerçekleştirilen mülakatlarda Kürtlük-Türklük ve bu bağlamda milliyetçilik, Alevilik-Sünnilik, İslamcılık ve bunların laiklikle ilintisi gibi konularda önemli gözlemler elde ettik. Çalışmamızda bu konudaki ilgili literatürün analizine ve bu analiz çerçevesinde gerçekleştirilen alan araştırmasının verilerinin değerlendirilmesine odaklanılacaktır.
Bu çalışmada, Türkiye’de sosyal demokrasinin küreselleşme meselesine olan yaklaşımı mercek altına... more Bu çalışmada, Türkiye’de sosyal demokrasinin küreselleşme meselesine olan yaklaşımı mercek altına alınmaktadır. Türkiye’nin 5 farklı ilinde (Bursa, Erzurum, Gaziantep, İzmir ve Kocaeli) yarı-yapılandırılmış ve derinlemesine mülakat biçiminde gerçekleştirilen alan araştırmasına dayanan bu makalenin ilk kısmında, küreselleşme tartışmalarına değinilmekte; ikinci kısmında ise Türkiye’de sosyal demokrasinin küreselleşme dönemine bakışı alan araştırması verileriyle analiz edilmektedir. Bu makalede, Türkiye sosyal demokrasisi açısından küreselleşmenin dünyadaki Üçüncü Yol tartışmalarına benzer bir biçimde kaçınılmaz ve fırsatlar yaratan bir süreç olarak anlaşıldığı savunulmaktadır.
In this paper, the approach of Turkey’s social democracy to the globalization issue is to be scrutinized. In the first part of this article, based on the field research conducted in five different cities of Turkey (Bursa, Erzurum, Gaziantep, İzmir, and Kocaeli) by the method of semi-structured and in-depth interviews, the literature on the globalization issue is discussed, and in the second part, in accordance with the field research data, the views of Turkey’s social democracy towards the globalization age is analyzed. In this article, it is claimed that the globalization for Turkey’s social democracy is understood as an indispensible and opportunity created process.
This thesis aims to analyze both the evolution of Turkish-Syrian relations during the period of t... more This thesis aims to analyze both the evolution of Turkish-Syrian relations during the period of the AKP governments and the emergence of the Syrian revolt in March 2011. With the popular revolts in many Arab countries starting in December 2010, Turkey’s general foreign policy vision, which had already undergone considerable changes from the traditional foreign policy of Turkey under the rule of the AKP government, was deeply affected by the Arab revolts. With the newly-emerged political and social conjuncture in the Middle East and due to the lack of foresight for any kind of a regime change or the collapse of secular and authoritarian regimes in the Middle East, the vision of zero-problem policy with neighbors did not easily adopt to the radical changes in the region. Nonetheless, the AKP government expected that the Assad regime would remain in power for only a few weeks, since the ruling elite in Egypt, Tunisia and Libya were toppled in a short time. Afterwards, she provided unilateral support to the Syrian v National Council, which was later replaced by the Syrian National Coalition and the Free Syrian Army by legitimizing her policy through humanitarian reasons. This thesis argues that the confrontation between the Sunni and Shia political entities, due to the rising sectarianism in the Middle East during the Arab revolts, led to the alienation of Turkey to her neighbors and therefore, Turkey’s zero-problem policy with Syria failed.
Kırklareli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2023
This article aims to analyze the historical evolution of the National Front (FN), which is among ... more This article aims to analyze the historical evolution of the National Front (FN), which is among the most prominent actors in French politics, from a critical perspective. Currently, FN is the strongest extreme-right party in Western Europe and has highly impacted national politics and public discourse despite facing isolation for decades. This research specifically focuses on the reasons behind this success. In this framework, some particular conditions that have paved the way for the rise of the FN, such as immigration, European integration, and the national economy, are extensively investigated. Additionally, the reasons that led to the mainstreaming of the party following a leadership change in 2011 are examined. It is argued that the failure of mainstream actors to respond to societal demands and the mainstreaming of extreme-right discourse have been critical factors in the success of the FN.
This article explores the interplay between populism and crisis from
a comparative perspective. W... more This article explores the interplay between populism and crisis from a comparative perspective. While the dominant literature largely takes crisis for granted, and thus neglects its underlying nature, we undertake a detailed investigation of the crisis of representation in Turkey and the 2009 Greek crisis. Adapting Benjamin Moffitt’s model of the populist performance of crisis to Erdoğan’s Justice and Development Party (AKP) (Turkey) and Tsipras’ Syriza (Greece), we argue, first, that the ideological core of populist parties plays a crucial role in almost all stages of the populist performance of crisis. Second, we show that structural political – economic conditions put certain limits on the populist performance of crisis. Finally, we suggest that Moffitt’s model needs to be revised in light of our findings.
One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR period is the disappear... more One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR period is the disappearance of communist parties. In this process, many former communist parties in the Western and the Eastern Europe were re-established under different names; however, only a few of them, which adopted different ideologies and organizational models, became stable actors in national party systems. In this context, in the reunified Germany, the successor to the SED, namely PDS, has served as an exceptional case to this situation as it survived under radically changing national and international conditions. In this study, the evolution of PDS will be analyzed in terms of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political institutional conditions. This research argues that both the unequal nature of the German unification and SPD's alienation to the demand for social justice by adopting the Neue Mitte approach triggered social dissatisfaction, and hence, led to a political change. Under these circumstances, PDS managed to gain the support of dissatisfied social democratic voters by the alternative populist left discourse and program resting on the principle of social justice, and afterwards, it entered a period of electoral breakthrough by its left alliance with WASG. SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR era is the disappearanc... more One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR era is the disappearance of communist parties. In this process, many former communist parties in the Western and the Eastern Europe were re-established under different names; however, only a few of them, which adopted different ideologies and organizational models, became stable actors in national party systems. In this context, in the reunified Germany, the successor to the SED, namely PDS, has served as an exceptional case to this situation as it survived under radically changing national and international conditions. In this study, the evolution of PDS will be analyzed in terms of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political institutional conditions. This research argues that both the unequal nature of the German unification and SPD's alienation to the demand for social justice by adopting the Neue Mitte approach triggered social dissatisfaction, and hence, led to a political change. Under these circumstances, PDS managed to gain the support of dissatisfied social democratic voters by the alternative populist left discourse and program resting on the principle of social justice, and afterwards, it entered a period of electoral breakthrough by its left alliance with WASG.
SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR period is the disappear... more One of the main characteristics of the European politics in the post-USSR period is the disappearance of communist parties. In this process, many former communist parties in the Western and the Eastern Europe were re-established under different names; however, only a few of them, which adopted different ideologies and organizational models, became stable actors in national party systems. In this context, in the reunified Germany, the successor to the SED, namely PDS, has served as an exceptional case to this situation as it survived under radically changing national and international conditions. In this study, the evolution of PDS will be analyzed in terms of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political institutional conditions. This research argues that both the unequal nature of the German unification and SPD's alienation to the demand for social justice by adopting the Neue Mitte approach triggered social dissatisfaction, and hence, led to a political change. Under these circumstances, PDS managed to gain the support of dissatisfied social democratic voters by the alternative populist left discourse and program resting on the principle of social justice, and afterwards, it entered a period of electoral breakthrough by its left alliance with WASG.
SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2020
Abstract
Following the outbreak of the financialized capitalist crisis of 2007-2008, the adoptio... more Abstract Following the outbreak of the financialized capitalist crisis of 2007-2008, the adoption of the austerity by national governments in Europe has led to severe social consequences. This has also triggered political dissatisfaction in many countries, paving the way for the emergence of powerful radical actors. However, despite the simultaneous rise of radical actors in the age of austerity, the breakthrough of radical left parties has been largely ignored in political party studies. In order to fill this gap, the evolution of the German radical left through the case of the Die Linke has been analyzed with regard to structural political economic and political institutional conditions, social protest dynamics, and social mobilization. It is argued that the move of the Die Linke to the place that was traditionally occupied by the SPD through emerging as the main representative of the demand for social justice in the party system has played a critical role in the rise of this party. Nonetheless, following 2013, the radical right’s successful determination of the public discourse and the issues that determined party competition have ended the breakthrough of the radical left.
Özet 2007 – 2008 finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa’da ulusal hükümetlerin kemer sıkmaya yönelmesi, ağır sosyal sonuçlara yol açmıştır. Bu durum, birçok ülkede siyasi memnuniyetsizliği tetikleyerek güçlü radikal partilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ne var ki kemer sıkma çağında radikal aktörlerin eş zamanlı yükselişine rağmen siyasal partiler çalışmalarında radikal sol partilerin atılımı büyük oranda göz ardı edilmektedir. Bu boşluğun doldurulması için makalede, Almanya’da Die Linke örneklemi üzerinden radikal solun evrimi, yapısal politik ekonomik ve politik kurumsal koşullar, toplumsal protesto dinamikleri ve toplumsal hareketlilik açısından analiz edilmektedir. Die Linke’nin yükselişinde ülkede sosyal adalet talebinin temel temsilcisi haline gelerek parti sisteminde SPD’nin geleneksel olarak işgal ettiği yere kaymasının kritik bir rol oynadığı savunulmaktadır. Bununla birlikte 2013 sonrasında radikal sağ AfD’nin kamusal söylemi ve parti rekabetini belirleyen konuları tayin etmesiyle birlikte radikal solun atılım dönemi sona ermiştir.
This article reveals how the AKP's use of clientelism contributes to its electoral dominance. It ... more This article reveals how the AKP's use of clientelism contributes to its electoral dominance. It does so by examining the features and actors as well as the structure of the clientelist network. The arguments are based on fieldwork in one of the poorest and most densely populated districts of Bagcılar, where in the 2015 legislative elections the AKP achieved more votes than in any other district in Istanbul.
This paper re-evaluates the party system change in Turkey based on Sartori's framework. It also e... more This paper re-evaluates the party system change in Turkey based on Sartori's framework. It also explores the role of opposition parties in this. The paper suggests that, while a fragmented opposition may lead to the emergence of a one-party government and/or military intervention because of the high levels of polarization it induces, bilateral opposition prolongs one-party governments. The paper relies on an analysis of party programs and public opinion surveys in order to position the parties in terms of spatial distance and to understand the level of polarization.
Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, 2020
Following the outbreak of the 2007-2008 financialized capitalist crisis, many governments in Euro... more Following the outbreak of the 2007-2008 financialized capitalist crisis, many governments in Europe adopted the austerity as a crisis management strategy. However, contrary to early expectations, the austerity deteriorated economic and social situation, bringing about dramatic changes in traditional political settings of many countries. Although it is plausible to trace this political crisis especially in Southern Europe, the recent political paradigm change in France, as a developed capitalist country, represents a very exceptional case. In the age of austerity, French radical left FG and FI, and radical right FN, respectively, ended the hegemony of PS and UMP on national party system. However, despite the simultaneous rise of radical actors, the rise of the former has been largely ignored in the literature. Therefore, in this article, the main reasons behind the regroupment of the French left, which became evident in recent years, have been analyzed. Specifically, the effects of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political institutional conditions on left competition will be discussed. It is argued that the failure of PS to respond rising crises by alienating its traditional program with the Third Way movement and its integration to mainstream crisis management strategy by implementing austerity policies in the Hollande period triggered the electoral ascent of radical left. However, at the same, the presence of weak anti-austerity social mobilization as well as FN’s dominance on public discourse have significantly limited the electoral success of the aforementioned actors.
Finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa' da birçok hükümet, kriz yönetim stratejisi olarak kemer sıkmayı benimsemiştir. Ancak kemer sıkma, erken beklentilerin aksine, iktisadi ve sosyal durumu ağırlaştırarak birçok ülkede geleneksel siyasi ayarları alt üst etmiştir. Özellikle Güney Avrupa' da bu siyasi krizin izlerini sürmek mümkün olmakla birlikte, gelişmiş kapitalist bir ülke olmasına rağmen Fransa' da meydana gelen siyasi paradigma değişikliği, oldukça istisnai bir örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda kemer sıkma çağında Fransa' da radikal sol FG ve FI ile radikal sağ FN, sırasıyla, PS ve UMP'nin ulusal parti sistemi üzerindeki hegemonyasını sona erdirmiştir. Ne var ki radikal aktörlerin eş zamanlı yükselişine rağmen literatürde ilkine yönelik ilgi zayıf düzeyde kalmıştır. Bu nedenle, bu makalede, Fransız solunda son yıllarda belirgin hale gelen yeniden gruplaşma eğiliminin temel nedenleri analiz edilmektedir. Spesifik olarak, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşulların sol rekabete etkileri tartışılmaktadır. Araştırmada PS'nin 1990'larda Üçüncü Yol akımına eklemlenmesinin ardından geleneksel programına yabancılaşarak yükselen krizlere yanıt verememesi ile Hollande döneminde ana akım kriz yönetim stratejisine eklemlenerek kemer sıkma politikaları izlemesinin radikal sol partilerin yükselişini tetiklediği savunulmaktadır. Bununla birlikte kemer sıkma karşıtı zayıf toplumsal hareketlilik ile FN'nin kamusal söylemi tayin eder hale gelmesi, söz konusu aktörlerin seçim başarılarını kayda değer biçimde sınırlandırmıştır.
This paper discusses the role of the electoral system in making the Justice and Development Party... more This paper discusses the role of the electoral system in making the Justice and Development Party (AKP) dominant. Drawing on Sartori's framework, we first clarify the concept of a predominant party system. Second, we examine the impact of the electoral system on the emergence of a predominant party system in Turkey. Analysing election results, we argue that the electoral system fosters dominance in three ways. First, a combination of electoral formula, national threshold and district threshold leads to over-representation of large parties and under-representation of small ones. Second, the fear of a wasted vote due to the high threshold prompts voters to support their second-best option, which concentrates the votes among large parties. Finally, the electoral system increases electoral turnout rates by extending polarization.
Following the outbreak of the 2007-2008 financialized capitalist crisis, the social reaction to t... more Following the outbreak of the 2007-2008 financialized capitalist crisis, the social reaction to the austerity politics pursued by national governments in Europe disrupted the traditional settings of national politics by embodying in the fall of mainstream parties and the rise of radical parties in elections. However, interest in radical left remains low in the literature. Thus, in this study, as an atypical case, the rise of the Greek radical left is addressed by structural political economic conditions, social mobilization and social protest dynamics as well as political institutional conditions. It is argued that that the main reason behind the regroupment of the Greek left around Syriza is the destruction of traditional political settings by the desire for change, which was triggered by the negative social consequences of the austerity agenda.
2007-2008 finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa'da ulusal hükümetler tarafından izlenen kemer sıkma politikalarına yönelik toplumsal tepki, seçimlerde ana akım partilerin düşüşü ve radikal partilerin yükselişi şeklinde cisimleşe-rek siyasi paradigma değişikliğini gündeme getirmiştir. Buna rağmen literatürde radikal sola yönelik ilgi düşük düzeyde kalmıştır. Çalışmada, bu minvalde, atipik bir örnek olarak Yunan radikal solunun yükselişi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından ele alınmak-tadır. Araştırmada, Yunan solunun Syriza etrafında yeniden gruplaşmasının arkasında yatan temel nedenin, kemer sıkma ajandasının olumsuz sosyal sonuçlarının tetiklediği değişim arzusunun geleneksel siyasal ayarları alt üst etmesi olduğu savunulmaktadır.
Kimlik siyasetlerinin yükselişi solu ve sosyal demokrat hareketleri derinden etkilemektedir. Bu b... more Kimlik siyasetlerinin yükselişi solu ve sosyal demokrat hareketleri derinden etkilemektedir. Bu bağlamda, sosyal demokrasinin bundan nasıl etkilendiği ve bu yeni eğilime karşı nasıl bir tutum alacağı önemli bir tartışma konusudur. Türkiye siyasetinin temel merkez sol aktörü CHP'nin bu meseleye dair yaklaşımı ise bu çalışmanın ilgilendiği esas konudur. Merkez sol üzerine Bursa, Erzurum, Gaziantep, İzmir ve Kocaeli illerinde CHP'lilerle derinlemesine mülakat yöntemiyle gerçekleştirilen görüşmeler kapsamında bu konuya dair önemli veriler elde edilmiştir. Beş ilde gerçekleştirilen mülakatlarda Kürtlük-Türklük ve bu bağlamda milliyetçilik, Alevilik-Sünnilik, İslamcılık ve bunların laiklikle ilintisi gibi konularda önemli gözlemler elde ettik. Çalışmamızda bu konudaki ilgili literatürün analizine ve bu analiz çerçevesinde gerçekleştirilen alan araştırmasının verilerinin değerlendirilmesine odaklanılacaktır.
Bu çalışmada, Türkiye’de sosyal demokrasinin küreselleşme meselesine olan yaklaşımı mercek altına... more Bu çalışmada, Türkiye’de sosyal demokrasinin küreselleşme meselesine olan yaklaşımı mercek altına alınmaktadır. Türkiye’nin 5 farklı ilinde (Bursa, Erzurum, Gaziantep, İzmir ve Kocaeli) yarı-yapılandırılmış ve derinlemesine mülakat biçiminde gerçekleştirilen alan araştırmasına dayanan bu makalenin ilk kısmında, küreselleşme tartışmalarına değinilmekte; ikinci kısmında ise Türkiye’de sosyal demokrasinin küreselleşme dönemine bakışı alan araştırması verileriyle analiz edilmektedir. Bu makalede, Türkiye sosyal demokrasisi açısından küreselleşmenin dünyadaki Üçüncü Yol tartışmalarına benzer bir biçimde kaçınılmaz ve fırsatlar yaratan bir süreç olarak anlaşıldığı savunulmaktadır.
In this paper, the approach of Turkey’s social democracy to the globalization issue is to be scrutinized. In the first part of this article, based on the field research conducted in five different cities of Turkey (Bursa, Erzurum, Gaziantep, İzmir, and Kocaeli) by the method of semi-structured and in-depth interviews, the literature on the globalization issue is discussed, and in the second part, in accordance with the field research data, the views of Turkey’s social democracy towards the globalization age is analyzed. In this article, it is claimed that the globalization for Turkey’s social democracy is understood as an indispensible and opportunity created process.
This thesis aims to analyze both the evolution of Turkish-Syrian relations during the period of t... more This thesis aims to analyze both the evolution of Turkish-Syrian relations during the period of the AKP governments and the emergence of the Syrian revolt in March 2011. With the popular revolts in many Arab countries starting in December 2010, Turkey’s general foreign policy vision, which had already undergone considerable changes from the traditional foreign policy of Turkey under the rule of the AKP government, was deeply affected by the Arab revolts. With the newly-emerged political and social conjuncture in the Middle East and due to the lack of foresight for any kind of a regime change or the collapse of secular and authoritarian regimes in the Middle East, the vision of zero-problem policy with neighbors did not easily adopt to the radical changes in the region. Nonetheless, the AKP government expected that the Assad regime would remain in power for only a few weeks, since the ruling elite in Egypt, Tunisia and Libya were toppled in a short time. Afterwards, she provided unilateral support to the Syrian v National Council, which was later replaced by the Syrian National Coalition and the Free Syrian Army by legitimizing her policy through humanitarian reasons. This thesis argues that the confrontation between the Sunni and Shia political entities, due to the rising sectarianism in the Middle East during the Arab revolts, led to the alienation of Turkey to her neighbors and therefore, Turkey’s zero-problem policy with Syria failed.
Popülizm, günümüzde disiplinlerarası bir inceleme alanına
dönüşmüş olsa da, özellikle siyaset bil... more Popülizm, günümüzde disiplinlerarası bir inceleme alanına dönüşmüş olsa da, özellikle siyaset bilimi araştırmacıları tarafından her zamankinden daha fazla irdelenen bir konu hâline gelmiştir. Son dönemlerde meseleye ilişkin yoğun akademik ilgi, popülist partilerin/hareketlerin ortaya çıkışı, evrimi ve yükselişinin nedenleri üzerine kapsamlı bir literatür meydana getirmiştir (bkz. Mudde, 2004; Taggart, 2004; Canovan, 2004; Albertazzi ve McDonnell, 2008; Plattner, 2010). Söz konusu literatür, popülizm olgusunu yalnızca teorik/kavramsal tartışmalar ekseninde değil, aynı zamanda ampirik açıdan yerel, ulusal, bölgesel ve küresel eğilimleri itibarıyla değerlendirmektedir. Bununla birlikte, yazında, popülist partileri programatik taleplerinin uygulanabilirliği itibarıyla ele alan araştırmalar ise sınırlıdır (bkz. Edwards, 2010; De la Torre, 2014; Kioupkiolis, 2016; Mudde, 2016). Bu durum, temel olarak, belirtilen aktörlerin son dönemlerde seçim sonuçları açısından inkâr edilemez bir başarı elde etmelerine rağmen iktidar deneyimlerinin oldukça sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. Araştırmada söz konusu boşluğun doldurulması için Latin Amerika ve Avrupa’daki çeşitli popülist sağ ve sol partilerin yerel ve ulusal hükûmet deneyimlerine odaklanılmaktadır. Çalışmanın önemli amaçlarının başında, popülist partilerin söylemleri ile pratikleri arasında herhangi bir tutarsızlığın olup olmadığının tespit edilmesi yer almaktadır. Bu sayede söylem ve pratik arasındaki ilişkinin popülist aktörlerin seçim performansları üzerindeki etkisi irdelenecektir. Ayrıca popülist programın başarı- sızlığa uğraması durumunda, bu aktörlerin nasıl bir tavır takındıkları sorusuna da yanıt aranmaktadır. Belirtilen hususlar çerçevesinde, araştırmanın ilk bölümü, popülist partilerin programatik taleplerine ve bu taleplerin sosyoekonomik ve sosyokültürel karşılıklarına yoğunlaşmaktadır. Aynı zamanda popülist programın hangi içerikle konfigüre edildiğinin daha iyi anlaşılabilmesi için popü- lizm üzerine yapılan kavramsal tartışmalar da bu bölümde analiz edilmektedir. İkinci bölümde ise popülist programı sınırlayan yapı- sal ve konjonktürel gelişmelere odaklanılmaktadır. Olası sınırlılıklar, temel olarak Latin Amerika ve Avrupa deneyimleri üzerinden tartışılmaktadır. Çalışma, sonuç bölümüyle tamamlanmaktadır. Araştırmada popülistlerin gerçekleşmesi yapısal olarak mümkün olmayan birtakım vaatlerle ve genellikle karizmatik otorite eliyle halkın iradesini çalmaya yöneldikleri ve böylece popülizmin demokrasi savunusunun demokrasiyi demokratikleştirme amacı taşımadığı savunulmaktadır.
Siyaset Teorisinde Güncel Tartışmalar (Current Debates in Political Theory), 2020
Bu çalışma, Avrupa'da popülizm olgusunu iki temel kriz, yani liberal demokrasilerin temsil krizi ... more Bu çalışma, Avrupa'da popülizm olgusunu iki temel kriz, yani liberal demokrasilerin temsil krizi ile neoliberalizmin sosyal krizi, bağlamında ele almaktadır.
Uploads
Papers by Senol Arslantas
a comparative perspective. While the dominant literature largely takes crisis
for granted, and thus neglects its underlying nature, we undertake a detailed
investigation of the crisis of representation in Turkey and the 2009 Greek crisis.
Adapting Benjamin Moffitt’s model of the populist performance of crisis to
Erdoğan’s Justice and Development Party (AKP) (Turkey) and Tsipras’ Syriza
(Greece), we argue, first, that the ideological core of populist parties plays
a crucial role in almost all stages of the populist performance of crisis.
Second, we show that structural political – economic conditions put certain
limits on the populist performance of crisis. Finally, we suggest that Moffitt’s
model needs to be revised in light of our findings.
communist parties. In this process, many former communist parties in the Western and the Eastern Europe were
re-established under different names; however, only a few of them, which adopted different ideologies and
organizational models, became stable actors in national party systems. In this context, in the reunified Germany,
the successor to the SED, namely PDS, has served as an exceptional case to this situation as it survived under
radically changing national and international conditions. In this study, the evolution of PDS will be analyzed
in terms of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political
institutional conditions. This research argues that both the unequal nature of the German unification and SPD's
alienation to the demand for social justice by adopting the Neue Mitte approach triggered social dissatisfaction,
and hence, led to a political change. Under these circumstances, PDS managed to gain the support of dissatisfied
social democratic voters by the alternative populist left discourse and program resting on the principle of social
justice, and afterwards, it entered a period of electoral breakthrough by its left alliance with WASG.
SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok
olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler
altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin
pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in
halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu
konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar,
toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz
edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını
benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece
siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan
alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı
başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
Following the outbreak of the financialized capitalist crisis of 2007-2008, the adoption of the austerity by national governments in Europe has led to severe social consequences. This has also triggered political dissatisfaction in many countries, paving the way for the emergence of powerful radical actors. However, despite the simultaneous rise of radical actors in the age of austerity, the breakthrough of radical left parties has been largely ignored in political party studies. In order to fill this gap, the evolution of the German radical left through the case of the Die Linke has been analyzed with regard to structural political economic and political institutional conditions, social protest dynamics, and social mobilization. It is argued that the move of the Die Linke to the place that was traditionally occupied by the SPD through emerging as the main representative of the demand for social justice in the party system has played a critical role in the rise of this party. Nonetheless, following 2013, the radical right’s successful determination of the public discourse and the issues that determined party competition have ended the breakthrough of the radical left.
Özet
2007 – 2008 finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa’da ulusal hükümetlerin kemer sıkmaya yönelmesi, ağır sosyal sonuçlara yol açmıştır. Bu durum, birçok ülkede siyasi memnuniyetsizliği tetikleyerek güçlü radikal partilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ne var ki kemer sıkma çağında radikal aktörlerin eş zamanlı yükselişine rağmen siyasal partiler çalışmalarında radikal sol partilerin atılımı büyük oranda göz ardı edilmektedir. Bu boşluğun doldurulması için makalede, Almanya’da Die Linke örneklemi üzerinden radikal solun evrimi, yapısal politik ekonomik ve politik kurumsal koşullar, toplumsal protesto dinamikleri ve toplumsal hareketlilik açısından analiz edilmektedir. Die Linke’nin yükselişinde ülkede sosyal adalet talebinin temel temsilcisi haline gelerek parti sisteminde SPD’nin geleneksel olarak işgal ettiği yere kaymasının kritik bir rol oynadığı savunulmaktadır. Bununla birlikte 2013 sonrasında radikal sağ AfD’nin kamusal söylemi ve parti rekabetini belirleyen konuları tayin etmesiyle birlikte radikal solun atılım dönemi sona ermiştir.
Finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa' da birçok hükümet, kriz yönetim stratejisi olarak kemer sıkmayı benimsemiştir. Ancak kemer sıkma, erken beklentilerin aksine, iktisadi ve sosyal durumu ağırlaştırarak birçok ülkede geleneksel siyasi ayarları alt üst etmiştir. Özellikle Güney Avrupa' da bu siyasi krizin izlerini sürmek mümkün olmakla birlikte, gelişmiş kapitalist bir ülke olmasına rağmen Fransa' da meydana gelen siyasi paradigma değişikliği, oldukça istisnai bir örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda kemer sıkma çağında Fransa' da radikal sol FG ve FI ile radikal sağ FN, sırasıyla, PS ve UMP'nin ulusal parti sistemi üzerindeki hegemonyasını sona erdirmiştir. Ne var ki radikal aktörlerin eş zamanlı yükselişine rağmen literatürde ilkine yönelik ilgi zayıf düzeyde kalmıştır. Bu nedenle, bu makalede, Fransız solunda son yıllarda belirgin hale gelen yeniden gruplaşma eğiliminin temel nedenleri analiz edilmektedir. Spesifik olarak, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşulların sol rekabete etkileri tartışılmaktadır. Araştırmada PS'nin 1990'larda Üçüncü Yol akımına eklemlenmesinin ardından geleneksel programına yabancılaşarak yükselen krizlere yanıt verememesi ile Hollande döneminde ana akım kriz yönetim stratejisine eklemlenerek kemer sıkma politikaları izlemesinin radikal sol partilerin yükselişini tetiklediği savunulmaktadır. Bununla birlikte kemer sıkma karşıtı zayıf toplumsal hareketlilik ile FN'nin kamusal söylemi tayin eder hale gelmesi, söz konusu aktörlerin seçim başarılarını kayda değer biçimde sınırlandırmıştır.
2007-2008 finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa'da ulusal hükümetler tarafından izlenen kemer sıkma politikalarına yönelik toplumsal tepki, seçimlerde ana akım partilerin düşüşü ve radikal partilerin yükselişi şeklinde cisimleşe-rek siyasi paradigma değişikliğini gündeme getirmiştir. Buna rağmen literatürde radikal sola yönelik ilgi düşük düzeyde kalmıştır. Çalışmada, bu minvalde, atipik bir örnek olarak Yunan radikal solunun yükselişi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından ele alınmak-tadır. Araştırmada, Yunan solunun Syriza etrafında yeniden gruplaşmasının arkasında yatan temel nedenin, kemer sıkma ajandasının olumsuz sosyal sonuçlarının tetiklediği değişim arzusunun geleneksel siyasal ayarları alt üst etmesi olduğu savunulmaktadır.
In this paper, the approach of Turkey’s social democracy to the globalization issue is to be scrutinized. In the first part of this article, based on the field research conducted in five different cities of Turkey (Bursa, Erzurum, Gaziantep, İzmir, and Kocaeli) by the method of semi-structured and in-depth interviews, the literature on the globalization issue is discussed, and in the second part, in accordance with the field research data, the views of Turkey’s social democracy towards the globalization age is analyzed. In this article, it is claimed that the globalization for Turkey’s social democracy is understood as an indispensible and opportunity created process.
v
National Council, which was later replaced by the Syrian National Coalition and the Free Syrian Army by legitimizing her policy through humanitarian reasons. This thesis argues that the confrontation between the Sunni and Shia political entities, due to the rising sectarianism in the Middle East during the Arab revolts, led to the alienation of Turkey to her neighbors and therefore, Turkey’s zero-problem policy with Syria failed.
a comparative perspective. While the dominant literature largely takes crisis
for granted, and thus neglects its underlying nature, we undertake a detailed
investigation of the crisis of representation in Turkey and the 2009 Greek crisis.
Adapting Benjamin Moffitt’s model of the populist performance of crisis to
Erdoğan’s Justice and Development Party (AKP) (Turkey) and Tsipras’ Syriza
(Greece), we argue, first, that the ideological core of populist parties plays
a crucial role in almost all stages of the populist performance of crisis.
Second, we show that structural political – economic conditions put certain
limits on the populist performance of crisis. Finally, we suggest that Moffitt’s
model needs to be revised in light of our findings.
communist parties. In this process, many former communist parties in the Western and the Eastern Europe were
re-established under different names; however, only a few of them, which adopted different ideologies and
organizational models, became stable actors in national party systems. In this context, in the reunified Germany,
the successor to the SED, namely PDS, has served as an exceptional case to this situation as it survived under
radically changing national and international conditions. In this study, the evolution of PDS will be analyzed
in terms of structural political economic conditions, social mobilization, social protest dynamics and political
institutional conditions. This research argues that both the unequal nature of the German unification and SPD's
alienation to the demand for social justice by adopting the Neue Mitte approach triggered social dissatisfaction,
and hence, led to a political change. Under these circumstances, PDS managed to gain the support of dissatisfied
social democratic voters by the alternative populist left discourse and program resting on the principle of social
justice, and afterwards, it entered a period of electoral breakthrough by its left alliance with WASG.
SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok
olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler
altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin
pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in
halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu
konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar,
toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz
edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını
benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece
siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan
alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı
başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
SSCB sonrası dönemde Avrupa siyasetinin temel karakteristiklerinin başında, komünist partilerin yok olması yer almaktadır. Bu süreçte Batı ve Doğu Avrupa’da yer alan birçok eski komünist parti, farklı isimler altında yeniden kurulmuş; ancak aynı zamanda farklı ideolojileri ve örgütsel modelleri benimseyen bu partilerin pek azı parti sistemlerinde istikrarlı aktörler halini almıştır. Bu bağlamda yeniden birleşen Almanya’da SED’in halefi olan PDS, radikal biçimde değişen ulusal ve uluslararası koşullara rağmen hayatta kalmayı başararak bu konuda istisnai bir örnek teşkil etmiştir. Bu çalışmada, PDS’nin evrimi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından analiz edilmektedir. Araştırmada, Alman birleşmesinin eşitsiz doğası ile SPD’nin Neue Mitte yaklaşımını benimseyerek sosyal adalet talebine yabancılaşmasının toplumsal memnuniyetsizliği tetiklediği ve böylece siyasi değişime kapı araladığı savunulmaktadır. Bu koşullar altında PDS, sosyal adalet ilkesine dayanan alternatif popülist sol söylem ve programla memnuniyetsiz sosyal demokrat seçmenlerin desteğini almayı başarmış ve ardından WASG’la kurduğu sol ittifakla seçimlerde atılım dönemine girmiştir.
Following the outbreak of the financialized capitalist crisis of 2007-2008, the adoption of the austerity by national governments in Europe has led to severe social consequences. This has also triggered political dissatisfaction in many countries, paving the way for the emergence of powerful radical actors. However, despite the simultaneous rise of radical actors in the age of austerity, the breakthrough of radical left parties has been largely ignored in political party studies. In order to fill this gap, the evolution of the German radical left through the case of the Die Linke has been analyzed with regard to structural political economic and political institutional conditions, social protest dynamics, and social mobilization. It is argued that the move of the Die Linke to the place that was traditionally occupied by the SPD through emerging as the main representative of the demand for social justice in the party system has played a critical role in the rise of this party. Nonetheless, following 2013, the radical right’s successful determination of the public discourse and the issues that determined party competition have ended the breakthrough of the radical left.
Özet
2007 – 2008 finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa’da ulusal hükümetlerin kemer sıkmaya yönelmesi, ağır sosyal sonuçlara yol açmıştır. Bu durum, birçok ülkede siyasi memnuniyetsizliği tetikleyerek güçlü radikal partilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ne var ki kemer sıkma çağında radikal aktörlerin eş zamanlı yükselişine rağmen siyasal partiler çalışmalarında radikal sol partilerin atılımı büyük oranda göz ardı edilmektedir. Bu boşluğun doldurulması için makalede, Almanya’da Die Linke örneklemi üzerinden radikal solun evrimi, yapısal politik ekonomik ve politik kurumsal koşullar, toplumsal protesto dinamikleri ve toplumsal hareketlilik açısından analiz edilmektedir. Die Linke’nin yükselişinde ülkede sosyal adalet talebinin temel temsilcisi haline gelerek parti sisteminde SPD’nin geleneksel olarak işgal ettiği yere kaymasının kritik bir rol oynadığı savunulmaktadır. Bununla birlikte 2013 sonrasında radikal sağ AfD’nin kamusal söylemi ve parti rekabetini belirleyen konuları tayin etmesiyle birlikte radikal solun atılım dönemi sona ermiştir.
Finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa' da birçok hükümet, kriz yönetim stratejisi olarak kemer sıkmayı benimsemiştir. Ancak kemer sıkma, erken beklentilerin aksine, iktisadi ve sosyal durumu ağırlaştırarak birçok ülkede geleneksel siyasi ayarları alt üst etmiştir. Özellikle Güney Avrupa' da bu siyasi krizin izlerini sürmek mümkün olmakla birlikte, gelişmiş kapitalist bir ülke olmasına rağmen Fransa' da meydana gelen siyasi paradigma değişikliği, oldukça istisnai bir örnek teşkil etmektedir. Bu bağlamda kemer sıkma çağında Fransa' da radikal sol FG ve FI ile radikal sağ FN, sırasıyla, PS ve UMP'nin ulusal parti sistemi üzerindeki hegemonyasını sona erdirmiştir. Ne var ki radikal aktörlerin eş zamanlı yükselişine rağmen literatürde ilkine yönelik ilgi zayıf düzeyde kalmıştır. Bu nedenle, bu makalede, Fransız solunda son yıllarda belirgin hale gelen yeniden gruplaşma eğiliminin temel nedenleri analiz edilmektedir. Spesifik olarak, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşulların sol rekabete etkileri tartışılmaktadır. Araştırmada PS'nin 1990'larda Üçüncü Yol akımına eklemlenmesinin ardından geleneksel programına yabancılaşarak yükselen krizlere yanıt verememesi ile Hollande döneminde ana akım kriz yönetim stratejisine eklemlenerek kemer sıkma politikaları izlemesinin radikal sol partilerin yükselişini tetiklediği savunulmaktadır. Bununla birlikte kemer sıkma karşıtı zayıf toplumsal hareketlilik ile FN'nin kamusal söylemi tayin eder hale gelmesi, söz konusu aktörlerin seçim başarılarını kayda değer biçimde sınırlandırmıştır.
2007-2008 finansallaşmış kapitalist krizin patlak vermesinin ardından Avrupa'da ulusal hükümetler tarafından izlenen kemer sıkma politikalarına yönelik toplumsal tepki, seçimlerde ana akım partilerin düşüşü ve radikal partilerin yükselişi şeklinde cisimleşe-rek siyasi paradigma değişikliğini gündeme getirmiştir. Buna rağmen literatürde radikal sola yönelik ilgi düşük düzeyde kalmıştır. Çalışmada, bu minvalde, atipik bir örnek olarak Yunan radikal solunun yükselişi, yapısal politik ekonomik koşullar, toplumsal hareketlilik ve toplumsal protesto dinamikleri ile politik kurumsal koşullar açısından ele alınmak-tadır. Araştırmada, Yunan solunun Syriza etrafında yeniden gruplaşmasının arkasında yatan temel nedenin, kemer sıkma ajandasının olumsuz sosyal sonuçlarının tetiklediği değişim arzusunun geleneksel siyasal ayarları alt üst etmesi olduğu savunulmaktadır.
In this paper, the approach of Turkey’s social democracy to the globalization issue is to be scrutinized. In the first part of this article, based on the field research conducted in five different cities of Turkey (Bursa, Erzurum, Gaziantep, İzmir, and Kocaeli) by the method of semi-structured and in-depth interviews, the literature on the globalization issue is discussed, and in the second part, in accordance with the field research data, the views of Turkey’s social democracy towards the globalization age is analyzed. In this article, it is claimed that the globalization for Turkey’s social democracy is understood as an indispensible and opportunity created process.
v
National Council, which was later replaced by the Syrian National Coalition and the Free Syrian Army by legitimizing her policy through humanitarian reasons. This thesis argues that the confrontation between the Sunni and Shia political entities, due to the rising sectarianism in the Middle East during the Arab revolts, led to the alienation of Turkey to her neighbors and therefore, Turkey’s zero-problem policy with Syria failed.
dönüşmüş olsa da, özellikle siyaset bilimi araştırmacıları tarafından
her zamankinden daha fazla irdelenen bir konu hâline gelmiştir.
Son dönemlerde meseleye ilişkin yoğun akademik ilgi, popülist
partilerin/hareketlerin ortaya çıkışı, evrimi ve yükselişinin nedenleri üzerine kapsamlı bir literatür meydana getirmiştir (bkz. Mudde,
2004; Taggart, 2004; Canovan, 2004; Albertazzi ve McDonnell,
2008; Plattner, 2010). Söz konusu literatür, popülizm olgusunu
yalnızca teorik/kavramsal tartışmalar ekseninde değil, aynı zamanda ampirik açıdan yerel, ulusal, bölgesel ve küresel eğilimleri itibarıyla değerlendirmektedir.
Bununla birlikte, yazında, popülist partileri programatik taleplerinin uygulanabilirliği itibarıyla ele alan araştırmalar ise sınırlıdır
(bkz. Edwards, 2010; De la Torre, 2014; Kioupkiolis, 2016; Mudde, 2016). Bu durum, temel olarak, belirtilen aktörlerin son dönemlerde seçim sonuçları açısından inkâr edilemez bir başarı elde etmelerine rağmen iktidar deneyimlerinin oldukça sınırlı olmasından
kaynaklanmaktadır. Araştırmada söz konusu boşluğun doldurulması için Latin Amerika ve Avrupa’daki çeşitli popülist sağ ve sol partilerin yerel ve ulusal hükûmet deneyimlerine odaklanılmaktadır.
Çalışmanın önemli amaçlarının başında, popülist partilerin
söylemleri ile pratikleri arasında herhangi bir tutarsızlığın olup
olmadığının tespit edilmesi yer almaktadır. Bu sayede söylem ve
pratik arasındaki ilişkinin popülist aktörlerin seçim performansları
üzerindeki etkisi irdelenecektir. Ayrıca popülist programın başarı-
sızlığa uğraması durumunda, bu aktörlerin nasıl bir tavır takındıkları sorusuna da yanıt aranmaktadır. Belirtilen hususlar çerçevesinde, araştırmanın ilk bölümü, popülist partilerin programatik taleplerine ve bu taleplerin sosyoekonomik ve sosyokültürel karşılıklarına yoğunlaşmaktadır. Aynı zamanda popülist programın hangi
içerikle konfigüre edildiğinin daha iyi anlaşılabilmesi için popü-
lizm üzerine yapılan kavramsal tartışmalar da bu bölümde analiz
edilmektedir. İkinci bölümde ise popülist programı sınırlayan yapı-
sal ve konjonktürel gelişmelere odaklanılmaktadır. Olası sınırlılıklar, temel olarak Latin Amerika ve Avrupa deneyimleri üzerinden
tartışılmaktadır. Çalışma, sonuç bölümüyle tamamlanmaktadır.
Araştırmada popülistlerin gerçekleşmesi yapısal olarak mümkün
olmayan birtakım vaatlerle ve genellikle karizmatik otorite eliyle
halkın iradesini çalmaya yöneldikleri ve böylece popülizmin demokrasi savunusunun demokrasiyi demokratikleştirme amacı taşımadığı savunulmaktadır.