E.Zeynep Suda (Güler)
E.Zeynep Suda is Professor at Department of Political Science and International Relations, Istanbul University, Faculty of Political Sciences. She studied sociology in Bosphorus University and English Literature in Istanbul University, Faculty of Literature, received her master’s and doctoral degrees
from Istanbul University Institute of Social Sciences, Department of International Relations.
Her current research interests are social/collective memory studies, visual culture and politics, and oral history. She authored and edited several books, including Büyük Savaşın Hafıza Mekanları: Çanakkale-Gelibolu ve Alsace Lorraine Cepheleri (The Memory Spaces of the Great War: Çanakkale-Gallipoli and Alsace Lorraine Fronts) (2017, Yazılama), and Faces of Republican Turkey: Beyond the Modernization Hypothesis (2020, Istanbul University Press).
As a member of a Cretan family from Souda moved to Turkey in 1898, she worked on subjects such as families having Cretan origin living in Çanakkale (Dardanelles) where she was born. She conducted an oral history project in Çanakkale while she was working on her family history (2003-2005).
Suda is working on a project on the collective memory of Crete in Turkish Greek communities and the conception of the “Trauma of Crete” in Turkish collective memory in the Centenary of the formation of the Turkish Republic.
from Istanbul University Institute of Social Sciences, Department of International Relations.
Her current research interests are social/collective memory studies, visual culture and politics, and oral history. She authored and edited several books, including Büyük Savaşın Hafıza Mekanları: Çanakkale-Gelibolu ve Alsace Lorraine Cepheleri (The Memory Spaces of the Great War: Çanakkale-Gallipoli and Alsace Lorraine Fronts) (2017, Yazılama), and Faces of Republican Turkey: Beyond the Modernization Hypothesis (2020, Istanbul University Press).
As a member of a Cretan family from Souda moved to Turkey in 1898, she worked on subjects such as families having Cretan origin living in Çanakkale (Dardanelles) where she was born. She conducted an oral history project in Çanakkale while she was working on her family history (2003-2005).
Suda is working on a project on the collective memory of Crete in Turkish Greek communities and the conception of the “Trauma of Crete” in Turkish collective memory in the Centenary of the formation of the Turkish Republic.
less
InterestsView All (8)
Uploads
Sosyoloji nedir, beşeri bilimler içerisindeki konumu nasıl tarif edilir, disiplinin kendine özgü nitelikleri nelerdir gibi temel sorulara çağdaş bir yanıt aradığımız bu kitapta bir sosyal bilim olarak sosyolojinin kuruluşunu hazırlayan toplumsal koşulları, toplum düşüncesini mitolojik, ütopik, felsefi ve tarihsel açıdan ele alan öncülleri ve 19. yüzyılda sosyolojik düşünceyi besleyen sorunları ve öncüleri tanıtmayı hedefledik.
Kitabımızda, klasik sosyolojik perspektifleri ve bu alanda çağdaş katkıları tanıtmayı istedik. Aşina olunmayan kavramları açıklamak amacıyla öğrencilerimizin yararlanabileceği kutularla hem sosyolojinin kurucularına dair bilgiler vermeyi hem de pozitivizmden organizmacılığa kadar sosyolojik tartışmalarda önemli yer tutan çeşitli kavramlara ışık tutmayı istedik.
Sosyoloji eğitiminde klasik olarak takip edilen izlek ile güncel tartışmalar ve yeni yaklaşımları sentezlemeyi önemsedik. Bu amaçla Batı'da önde gelen üniversitelerde okutulan sosyolojiye giriş niteliğindeki kitapları taradık, özellikle de eğitim açısından kolaylıklar sağlayan Amerikan sosyolojisi kitaplarını incelemeyi ihmal etmedik. İçeriği oluştururken Kıta Avrupa'sının değerli birikimini de yapı taşı olarak değerlendirdik. İngiltere'de ve Fransa'da okutulan giriş kitaplarını bu gözle yeniden inceledik.
Sosyolojide yöntem konularını, öğrencilerimizin bu alana giriş yapabileceği ve kendi çalışmalarında yararlanabileceği pratik bilgilerle oluşturmaya çalıştık. Bu çerçevede sosyolojik araştırmalarda kullanılan araçları; alan araştırması, etnografi, katılımcı gözlem başta olmak üzere temel başlıkları anlaşılır bir dille aktarmayı amaçladık. Kentler ve kentsel alanların dönüşümünü ele alan bir bölüm ekledik.
Türkiye'de sosyolojinin gelişimini ele alan bölümde Doç. Dr. Güven Gürkan Öztan'ın yazdığı bölüm, kitabımızı bu alanda yazılmış diğer kitaplardan ayıran önemli bir katkı sağladı.
Daha güzel bir dünya kurma umuduyla kitabımızı öğrencilerimize armağan ediyoruz.
Republican period by dividing it into periods, and the characteristics and
differences of the periods in terms of the handling of the issue will be exemplified through selected sources. As a basic thesis, it is possible to categorize the treatment of the Cretan issue in the official thesis and the sources that follow it as the memory of capture, loss, exchange and immigration during the Ottoman period. Crete has been included in the social memory in a way that ranges from the point where Turkish nationalism and the right consider it as a loss and see foreign powers as responsible for the loss, to the romantic memories of the immigrants and from there to a more “from below” perspective to cultural approach and finally as a touristic memory site.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam: Mustafa Kemal, Üçüncü Cilt (1922-1938), Remzi Kitabevi, 1965, s.305.
Daha çok Batılı okurlar nezdinde bir tanıtımın ve meşrulaştırmanın hedeflendiği bu yayıncılık çabasında Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hangi alanlardaki faaliyetlerin öne çıkartılarak tanıtıldığını kitap ve dergide yer alan yazıları ve görsel malzemeyi inceleyerek ortaya koymaya çalışacağız. Bu dönemin bir yandan önemli kazanımları, vurgulanarak gösterilen başarıları, Ankara’nın bir başkent olarak inşası, diğer yandan Anadolu ve İstanbul’un, köy ve kentin, tarihin sunuluş biçimleri dönemin koşul ve ihtiyaçları göz önüne alınarak tartışılacaktır. Çalışmada toplumsal hafızanın inşası ile propaganda faaliyetleri arasındaki benzerlik ve farklılıkların incelenmesi de hedeflenmektedir.
Anahtar kelimeler: toplumsal hafıza, toplumsal hafıza inşasında tarihsel bağlam, ulusal kimlik inşası, La Turquie Contemporaine, La Turquie Kemaliste.
period. In the 1920s and 30s, while trying to heal the wounds of the Balkan Wars, the Great War and the War of Independence the political cadres of the Republican period tried to improve the economic, political and social needs of the society, while working on the construction of the Turkish nation in domestic and foreign grounds. They tried to visualize and propagate the efforts of the new Republic and the developments of the period. Publications of those times were interesting in this sense. They published books and periodicals in foreign languages, joined in international fairs and exhibitions, especially in western countries. In this paper I would like to depict those efforts in a periodical published over 49 issues between 1933 and 1949, La Turquie Kemaliste that includes a catalogue of visual materials and illustrations representing modern Turkey.
The reality and social memory of the Great War differed from previous wars on different aspects where the battle field was integrated into the political, diplomatic and military dimensions, preferences of war and this was widely affected from the economic, cultural, and ideological context. In such conditions how we can memorize and construct memory places to remember and commemorate such a bloody event in Eastern and Western fronts during the Centenary of the war? In this paper the theoretical perspectives related to social memory and memory places are discussed with respect to different remembering and commemorating experiences in Eastern and Western fronts, namely Gallipoli in Ottoman State and Alsace Lorraine in the Eastern front of France during the Great War.
çalışmada iki kültür çalışmasında ele alındığı şekliyle 1950’li yılların sonunda dünya üzerinde zenginler ve yoksullar bölünmesine, bunun nedenlerine ve ortadan kaldırma amacıyla yapılması gerekenlere ilişkin C.P.Snow’un değerlendirmeleri eleştirel bir gözle ele alınıyor. Aynı zamanda bu konuya ilişkin 19.yüzyıldan günümüze uzanan bir tarihsel çerçevede zenginlik ve yoksulluk meselesinin nasıl ele alındığı, bu konuya ilişkin ne tür kavramsal çerçeveler ve çözüm yolları üretildiği inceleniyor.
İstanbul’u Avrupa kentlerini referans alarak modernleştirmeyi hedefleyen
Şehremini Dr.Cemil Topuzlu anılarında Gülhane Parkı’nın yapılmasından, kaldırımlara, temizlik işlerinden kent planına uzanan geniş bir çerçevede görevini modern bir kent oluşturmak ve işletmek olarak tarif eder.
Kentin nüfusu 1896’da bir milyon 181 kişidir. Yani İstanbul eskiden beri büyük şehirler kategorisinde yer alır.
Cemil Topuzlu 18 Ağustos 1912-7 Kasım 1914, 28 Ağustos-15 Aralık 1918, 5 Mayıs 1919-28 Şubat 1920 arasında İstanbul Şehremini olarak hizmet eder. Şehremini, günümüzün belediye başkanlığına tekabül eden bir idari mevkidir. Daha sonra 1946’ya dek İstanbul Belediye Meclis azası olarak çalıştığı bir dönem daha vardır.
Cumhuriyet döneminde İstanbul’un yaşadığı dönüşümleri modernleşme
hamlesi, sanayileşme çabalarının kentte yarattığı dönüşümler, 1980 sonrası ve AKP dönemi olarak incelemek yerinde olur. Aynı zamanda her ne kadar çerçevemizi aşsa da her dönemi elbette kendi içinde sistematize ederek, alt dönemlere ayırarak incelemek gerekir. Her dönemin kendine özgü, özgül mücadeleler ve küresel dinamiklerle etkileşim halinde ilerleyen iktisadi, siyasal yapısı ortaya çıkmakta, böylece kentin dönüşümü ile bu dönüşümün imgelerle ifadesini tartışacağımız bir zemin oluşmaktadır.
* Böyle bir yazı yazma düşüncesini uyandıran fotoğrafçı Seyit Ali Ak’ın anısına. Yardımlarını esirgemeyen değerli dostum İrfan Ertel’e ve aydınlık, güzel bir İstanbul’un mümkün olduğunu hatırlatan Haziran direnişçilerine saygılarımla.
zaferiyle, bu tarihsel olaya göndermelerle tanımladılar, meşrulaştırdılar. Her dönemde "dönemin ruhuna uygun" yeni
yorumlarda Çanakkale savaşına özel anlam yüklediler. Barış Derneği’nin savaşın yüzüncü yılında gerçekleştirdiği
etkinliklerin bir parçası olarak ortaya çıkan bu kitap, yüz yıl önce yaşananları, dönemlere yayılan yorumlama ve temsil
biçimlerini tartışmayı hedefliyor. Yüz yıl önce işgale direnen Çanakkale bugün de gericiliğin ülke çapındaki
hegemonyasına direnirken bu tartışmanın değerli olduğuna inanıyoruz.
Sosyoloji nedir, beşeri bilimler içerisindeki konumu nasıl tarif edilir, disiplinin kendine özgü nitelikleri nelerdir gibi temel sorulara çağdaş bir yanıt aradığımız bu kitapta bir sosyal bilim olarak sosyolojinin kuruluşunu hazırlayan toplumsal koşulları, toplum düşüncesini mitolojik, ütopik, felsefi ve tarihsel açıdan ele alan öncülleri ve 19. yüzyılda sosyolojik düşünceyi besleyen sorunları ve öncüleri tanıtmayı hedefledik.
Kitabımızda, klasik sosyolojik perspektifleri ve bu alanda çağdaş katkıları tanıtmayı istedik. Aşina olunmayan kavramları açıklamak amacıyla öğrencilerimizin yararlanabileceği kutularla hem sosyolojinin kurucularına dair bilgiler vermeyi hem de pozitivizmden organizmacılığa kadar sosyolojik tartışmalarda önemli yer tutan çeşitli kavramlara ışık tutmayı istedik.
Sosyoloji eğitiminde klasik olarak takip edilen izlek ile güncel tartışmalar ve yeni yaklaşımları sentezlemeyi önemsedik. Bu amaçla Batı'da önde gelen üniversitelerde okutulan sosyolojiye giriş niteliğindeki kitapları taradık, özellikle de eğitim açısından kolaylıklar sağlayan Amerikan sosyolojisi kitaplarını incelemeyi ihmal etmedik. İçeriği oluştururken Kıta Avrupa'sının değerli birikimini de yapı taşı olarak değerlendirdik. İngiltere'de ve Fransa'da okutulan giriş kitaplarını bu gözle yeniden inceledik.
Sosyolojide yöntem konularını, öğrencilerimizin bu alana giriş yapabileceği ve kendi çalışmalarında yararlanabileceği pratik bilgilerle oluşturmaya çalıştık. Bu çerçevede sosyolojik araştırmalarda kullanılan araçları; alan araştırması, etnografi, katılımcı gözlem başta olmak üzere temel başlıkları anlaşılır bir dille aktarmayı amaçladık. Kentler ve kentsel alanların dönüşümünü ele alan bir bölüm ekledik.
Türkiye'de sosyolojinin gelişimini ele alan bölümde Doç. Dr. Güven Gürkan Öztan'ın yazdığı bölüm, kitabımızı bu alanda yazılmış diğer kitaplardan ayıran önemli bir katkı sağladı.
Daha güzel bir dünya kurma umuduyla kitabımızı öğrencilerimize armağan ediyoruz.
Republican period by dividing it into periods, and the characteristics and
differences of the periods in terms of the handling of the issue will be exemplified through selected sources. As a basic thesis, it is possible to categorize the treatment of the Cretan issue in the official thesis and the sources that follow it as the memory of capture, loss, exchange and immigration during the Ottoman period. Crete has been included in the social memory in a way that ranges from the point where Turkish nationalism and the right consider it as a loss and see foreign powers as responsible for the loss, to the romantic memories of the immigrants and from there to a more “from below” perspective to cultural approach and finally as a touristic memory site.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam: Mustafa Kemal, Üçüncü Cilt (1922-1938), Remzi Kitabevi, 1965, s.305.
Daha çok Batılı okurlar nezdinde bir tanıtımın ve meşrulaştırmanın hedeflendiği bu yayıncılık çabasında Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hangi alanlardaki faaliyetlerin öne çıkartılarak tanıtıldığını kitap ve dergide yer alan yazıları ve görsel malzemeyi inceleyerek ortaya koymaya çalışacağız. Bu dönemin bir yandan önemli kazanımları, vurgulanarak gösterilen başarıları, Ankara’nın bir başkent olarak inşası, diğer yandan Anadolu ve İstanbul’un, köy ve kentin, tarihin sunuluş biçimleri dönemin koşul ve ihtiyaçları göz önüne alınarak tartışılacaktır. Çalışmada toplumsal hafızanın inşası ile propaganda faaliyetleri arasındaki benzerlik ve farklılıkların incelenmesi de hedeflenmektedir.
Anahtar kelimeler: toplumsal hafıza, toplumsal hafıza inşasında tarihsel bağlam, ulusal kimlik inşası, La Turquie Contemporaine, La Turquie Kemaliste.
period. In the 1920s and 30s, while trying to heal the wounds of the Balkan Wars, the Great War and the War of Independence the political cadres of the Republican period tried to improve the economic, political and social needs of the society, while working on the construction of the Turkish nation in domestic and foreign grounds. They tried to visualize and propagate the efforts of the new Republic and the developments of the period. Publications of those times were interesting in this sense. They published books and periodicals in foreign languages, joined in international fairs and exhibitions, especially in western countries. In this paper I would like to depict those efforts in a periodical published over 49 issues between 1933 and 1949, La Turquie Kemaliste that includes a catalogue of visual materials and illustrations representing modern Turkey.
The reality and social memory of the Great War differed from previous wars on different aspects where the battle field was integrated into the political, diplomatic and military dimensions, preferences of war and this was widely affected from the economic, cultural, and ideological context. In such conditions how we can memorize and construct memory places to remember and commemorate such a bloody event in Eastern and Western fronts during the Centenary of the war? In this paper the theoretical perspectives related to social memory and memory places are discussed with respect to different remembering and commemorating experiences in Eastern and Western fronts, namely Gallipoli in Ottoman State and Alsace Lorraine in the Eastern front of France during the Great War.
çalışmada iki kültür çalışmasında ele alındığı şekliyle 1950’li yılların sonunda dünya üzerinde zenginler ve yoksullar bölünmesine, bunun nedenlerine ve ortadan kaldırma amacıyla yapılması gerekenlere ilişkin C.P.Snow’un değerlendirmeleri eleştirel bir gözle ele alınıyor. Aynı zamanda bu konuya ilişkin 19.yüzyıldan günümüze uzanan bir tarihsel çerçevede zenginlik ve yoksulluk meselesinin nasıl ele alındığı, bu konuya ilişkin ne tür kavramsal çerçeveler ve çözüm yolları üretildiği inceleniyor.
İstanbul’u Avrupa kentlerini referans alarak modernleştirmeyi hedefleyen
Şehremini Dr.Cemil Topuzlu anılarında Gülhane Parkı’nın yapılmasından, kaldırımlara, temizlik işlerinden kent planına uzanan geniş bir çerçevede görevini modern bir kent oluşturmak ve işletmek olarak tarif eder.
Kentin nüfusu 1896’da bir milyon 181 kişidir. Yani İstanbul eskiden beri büyük şehirler kategorisinde yer alır.
Cemil Topuzlu 18 Ağustos 1912-7 Kasım 1914, 28 Ağustos-15 Aralık 1918, 5 Mayıs 1919-28 Şubat 1920 arasında İstanbul Şehremini olarak hizmet eder. Şehremini, günümüzün belediye başkanlığına tekabül eden bir idari mevkidir. Daha sonra 1946’ya dek İstanbul Belediye Meclis azası olarak çalıştığı bir dönem daha vardır.
Cumhuriyet döneminde İstanbul’un yaşadığı dönüşümleri modernleşme
hamlesi, sanayileşme çabalarının kentte yarattığı dönüşümler, 1980 sonrası ve AKP dönemi olarak incelemek yerinde olur. Aynı zamanda her ne kadar çerçevemizi aşsa da her dönemi elbette kendi içinde sistematize ederek, alt dönemlere ayırarak incelemek gerekir. Her dönemin kendine özgü, özgül mücadeleler ve küresel dinamiklerle etkileşim halinde ilerleyen iktisadi, siyasal yapısı ortaya çıkmakta, böylece kentin dönüşümü ile bu dönüşümün imgelerle ifadesini tartışacağımız bir zemin oluşmaktadır.
* Böyle bir yazı yazma düşüncesini uyandıran fotoğrafçı Seyit Ali Ak’ın anısına. Yardımlarını esirgemeyen değerli dostum İrfan Ertel’e ve aydınlık, güzel bir İstanbul’un mümkün olduğunu hatırlatan Haziran direnişçilerine saygılarımla.
zaferiyle, bu tarihsel olaya göndermelerle tanımladılar, meşrulaştırdılar. Her dönemde "dönemin ruhuna uygun" yeni
yorumlarda Çanakkale savaşına özel anlam yüklediler. Barış Derneği’nin savaşın yüzüncü yılında gerçekleştirdiği
etkinliklerin bir parçası olarak ortaya çıkan bu kitap, yüz yıl önce yaşananları, dönemlere yayılan yorumlama ve temsil
biçimlerini tartışmayı hedefliyor. Yüz yıl önce işgale direnen Çanakkale bugün de gericiliğin ülke çapındaki
hegemonyasına direnirken bu tartışmanın değerli olduğuna inanıyoruz.
While the meaning attributed to memorials are turned from national to religious identity elements, the way in which popular culture grasped and reshaped the historical content and symbolic value of the war and martyrdom is also changing. Special popular series of Manga-type of strip cartoons published in form of pamphlets and widely distributed by the Municipality of Fatih – Istanbul for children and adults reflect a postmodern, hybrid configuration for mass consumption, reproducing a blend of nationalist and popular cultural content for contemporary needs of Turkish nationalism.
Çalışmamızda Fikirtepe bölgesinde kentsel dönüşümün
1. Bölgede yaşayan insanlar, ev sahipleri ve kiracılar üzerindeki etkilerini (bölgede yaşayan nüfusun yaklaşık yüzde 46’sı kiracılardan oluşmaktadır)
2. Kentsel hakların kaybını, örneğin kent merkezine yakın olmanın ekonomik ve kültürel getirilerinin kaybını,
3. Grup ve topluluk ilişkilerinin niteliğini ve kaybını,
4. Kamusal alanların niteliğini ve kaybını,
5. Bunun sonucunda ortaya çıkan yeni sosyal dışlanma biçimlerini görmeye çalıştık.
Bunları yaparken çalışma grubumuzda farklı araştırma alanları öne çıktı; gruplarımız uygulama öncesi ve sürecinde alanı fotoğraflamayı, yaşanan değişimin bireyler, aileler ve kuşaklar üzerindeki etkilerini ve yorumlama biçimlerini incelemeyi önüne koydu. Bölgenin yerel tarihinin nasıl kurgulandığının incelenmesi ve dönüşüm öncesi ile sonrasında ortaya çıkacak farkların sosyolojik açıdan saptanması amaçlandı. Bir bütün olarak sürecin medya temsilinde ve reklamlarda kullanılan dilin, inşaat şirketlerinin reklamlarının ve temsilcilerinin kullandığı söylemlerin, kente ve yaşam biçimlerine dair vaatlerin incelenmesini önemsedik. Diğer yandan yerel yöneticilerin ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin, hükümetin, Başbakan ve Bakanların, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının özellikle Van depremi sonrasında kentsel dönüşüme ilişkin söylemlerini ve yenilenme projeleriyle bağlantılı olarak gündeme gelen yeni yasal değişiklikleri inceledik.
Araştırmamız sırasında çalışmayı yürüten ekibimiz bölgede çok zaman geçirdi, öncelikli olarak muhtarlarla ve Kadıköy Belediyesi Planlama Müdürü ve diğer yetkilileriyle planın niteliği ve bölge hakkında görüşmeler yaptık. Daha sonra Fikirtepe’de yaşayan insanlarla, ev sahibi ve kiracılarla, esnafla sokaklarda, evlerde, dükkânlarda, dükkân önlerinde, işyerlerinde ve bahçelerde, bölgede ve yakın çevrede bulunan kahvelerde çeşitli görüşmeler ve bir dizi derinlemesine görüşme yaptık. Bu süreç içinde birkaç odak grup görüşmesi yapıldı. Çoğu kayıt altına alınan ve ayrıntılı olarak raporlanan görüşmelerimiz gündüz saatlerinde ve geceleri evlerde, kahvelerde, bahçelerde yapıldı. Ekibimiz bölgenin bütününü dolaştı, fiziksel ve sosyal özelliklerini deneyimlemeyi hedefledi.
Görüştüğümüz Fikirtepelilere, bölgede uzun zamandır oturan ailelere İstanbul’a göç öykülerini, Fikirtepe’ye yerleşme nedenleri ve deneyimlerini, bölgede konut ve çalışma alanlarında yaşanan değişimi, göç dalgalarını, kuşakların iş ve yaşam deneyimlerini, bölgede tanık oldukları, hatırladıkları önemli olayları sorduk.
Bunları yaparken sorularımızla yaşam ve aile öyküsü anlatılarını Fikirtepe’de yaşanan kentsel dönüşüm deneyimi ile bağlantılandırmaya ve bu bağlam içine yerleştirmeye çalıştık. Bölgede1980 öncesinde ve günümüzde yaşanan siyasal gerilimleri, sanayideki dönüşümü öğrenmeye ve bu alanlara dair anlatıları kent ve Türkiye tarihi ile bütünleşik olarak görmeye çalıştık.
Amaçlarımız açısından yaşam öyküsü anlatılarını İstanbul’da yaşanmakta olan yaygın kentsel dönüşüm bağlamı çerçevesinde ele alacağız. Bu çalışmada kentsel dönüşüm bağlamında köklü bir değişime sahne olan Fikirtepe’de uzun süredir oturmakta olan kişilerin ve ailelerin göç, yerleşim ve kentsel dönüşüm konularında anlatılarından hareketle kentsel hakların kaybı ve dışlanma biçimlerini ele almak istiyoruz. Bu kapsamda ele alacağımız anlatılar kronolojik bir sıra ile değil, tematik açıdan ele alınmaktadır.
Yine bir grup Fransız şarkıcı Göçmenlik Bakanlığı’nın (Göçmen, Entegrasyon, Ulusal Kimlik ve Dayanışma Kalkınma Bakanlığı) önünde Serge Gainsbourg’nunun şarkısı les p’tits papiers’yi (küçük kâğıtlar) birlikte söylüyorlar. Şarkı kâğıdın çeşitli anlamlarına gönderme yaparak göçmenlerin sahip olmadığı için çeşitli acılar çektiği, ülkedeki kalış ve varoluşlarını denetleyen, onsuz yaşamlarını olanaksız hale getiren resmi kâğıtlarla dalga geçiyor. Resmi kâğıtların değersizliğini vurguluyor.* Evet, günümüzde aydınlar, özellikle genç kuşaktan aydınlar göçmenler, yoksulluk gibi konulara duyarlı, göçmenlerin ülkede insan gibi yaşama ve çalışma hakkını savunan sembolik eylemlerde bulunuyor, fikirlerini çarpıcı biçimde açıklıyorlar. Ama bir taraftan özellikle 1989 sonrası yeni dönemde yoksulları yerlerinden edip zengin Batı ülkelerine fırlatan, onları insanlık dışı çalışma ve yaşama koşullarına mahkûm eden ekonomik ve siyasal durum ağırlaşarak devam ediyor. Göçmenlerin içinde kendilerine yer açtığı ve kendilerine birden fazla kimlik ve yaşam alanı edindiği ulusaşırı alanlar ve bu alana, alanın sorunlarına dair literatür giderek büyüyor. (Linda Basch-Nina Glick Schiller-Cristina Szanton Blanc, 1994 ve Steven Vertovec, 1999) Küreselleşme döneminin hakim söylemi insanların birden fazla yerde yaşama ve gelişme, kültürünü koruma, kültür edinme ve kök salma olanağına sahip olduğunu ileri sürerken bu sürecin altında kalanlar, canı çıkanlar arasında göçmenler önemli bir yer tutuyor.
isimlerinden biridir. Yaşadığı ve teorik çerçevesinin büyük tartışmalar ve
polemikler, mücadeleler içinde üretildiği dönemde çağdaşı ve öncülü pek çok düşünürü ve siyasetçiyi eleştirmiş, kendi düşünce çerçevesi ve teorik iddiaları da bir o kadar eleştiri almıştır. Marx’a yönelik eleştiriler onu izleyen dönemde de devam etmiş ve polemik ve tartışmalar içinde bugün “Marksizm” diye adlandırdığımız çerçeve oluşmuştur. Bu çerçevenin üretildiği dönemin, 19.yüzyıl Avrupa’sının özgül koşulları, devrimler, köklü dönüşümler ve düşünsel, kavramsal tartışmalar Marksizm’in oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bu çalışmada Marx’ın siyaset teorisinin ana çizgilerini, katkılarını ve özgün yönlerini tartışmak istiyorum. Bu özgün katkılar nedeniyle 20. yüzyıl boyunca ve günümüzde bile eserleri, en çok okunan ve tartışılan düşünürlerden biri olmayı sürdürmektedir. Marx’ın yapıtlarını, siyasal Marx’ı kendinden sonraki katkı ve eleştiriler gözüyle değil, kendi tez ve iddialarını, dönemin özelliklerini ve içinde yer aldıkları mücadeleleri özetleyerek değerlendireceğim. Bu konuda kendi yapıtlarını temel almak, bir tür ortodoksiyi beraberinde getirmez. Çünkü onun da temel aldığı, eleştirdiği ve yeri geldiğinde tersine çevirerek ayakları üzerine oturtmaya çalıştığı öncülleri vardır. Üstelik her okuma güncel ihtiyaçlarımız ve siyasal kültürümüzün yarattığı dönemsel ve siyasal atmosfer içinde bir “yeniden okuma”dır. Buradaki kısıtlı amacımız çerçevesinde bu okuma, Marx’ın siyasal düşünceler tarihi açısından ortaya koyduğu teorik katkıyı kendinden sonraki ek, düzeltme ve çerçeveyi genişleten katkıları anlayabilmek, dahası onları üretildikleri ve sunuldukları özgül bağlamda anlayabilmek, önem taşımaktadır. “Sorular ve sorunlar ne kadar ebedi ve evrensel görünürse görünsün, belli tarihsel koşullar vardır.” Siyasal düşünceler tarihi açısından ele alınan eserleri üretildikleri tarihsel ve toplumsal koşullar dikkate alınarak incelemek, günümüzün hâkim
düşünsel atmosferinin yarattığı kırılmayı bir ölçüde engelleyebilir. Marx’ın
yapıtları birer klasik özelliği taşımaktadır. Çünkü bir klasik, “söyleyecekleri asla tükenmeyen bir kitaptır”. Marx’ın yapıtı siyaset teorisinde eksikliği çokça hissedilen “teori”, teorik çerçeve ihtiyacına dair bir katkı oluşturduğu için de önem taşımaktadır. Bu ihtiyaç şöyle ifade edilmiştir: “Eksik olan, hem siyasi yaşamı hem de onu anlatmanın kabul edilmiş tarzlarını, yani siyaset bilimini çalışmak ve açıklamak, araştırmak ve eleştirmek için gerekli perspektifi sağlayacak bir teoridir. İşte bu teori, Marksizmdir.”
Bu çalışmada amacım 1840’lardan 1880’lerin başlarına uzanan bu teorik
üretim çabasının siyasal düşünceler tarihi açısından oluşturduğu katkıyı belirli başlıklar ve tartışmalar çerçevesinde değerlendirmektir. Ele almak istediğim materyalizm, yabancılaşma ve tarihsel ilerleme gibi felsefî tartışmalardan toplumsal sınıflar ve sınıf mücadeleleri, siyasal eylem, devlet ve demokrasi, ve eşitsiz gelişme gibi daha sonraki toplumsal mücadelelere uzanan bir büyük çerçevedir. Bunu yaparken temel tezim siyasal düşünceler tarihindeki klasikler üzerine bir varsayımdan esinlendi: “Bir klasik, sürekli olarak kendisi hakkında bir eleştirel söylemler bütününü tahrik eden, ama hep onları silkeleyip üzerinden atan bir yapıttır.” Klasik, bir soy kütüğü içinde yerini alan bir yapıttır: Kendinden öncekilere referansla, kendi döneminin tartışmalarını yürütür, kendinden sonrakilere üzerinde düşünecek ve hareket edecek olanaklar sağlayarak ilerler.
Hiç kuşkusuz savaş bir bütün olarak düşünülse de çatışmaların yaşandığı yıllarda da, günümüzde de farklı cephelerin, farklı bölge ve ülkelerin farklı bağlamlar içinde ele alınmasını gerektirecek özgül koşullar mevcuttu. Aslında bu çerçevede batılı deneyimlerin doğu hakkında, doğuda da bizlerin batılı ülkelerde, batı cephesinde yaşananlar hakkında yalnızca yüzeysel ya da daha çok diplomatik, savaş sanatına dair yönleriyle öne çıkan bir bilgilenim ve ilgiye sahip olduğumuz doğrudur. Savaşın insani boyutları, gündelik hayatta yarattığı travma ve yıkımlar, kültürel yönler ya da toplumsal tarihe dair daha az bilgiye sahibiz. Bu konuların geçtiğimiz yüz yıl içinde giderek artan ve derinleşen araştırma alanlarına dönüştüğü bilinmektedir. Savaşın yüzüncü yılında ilgi çekici konulardan biri de savaşa dair sonradan oluşturulan öykü ve anlatılar, yaratılan mitolojiler, imgelem ve oluşturulan toplumsal hafıza ve hafıza mekânlarıdır. Bunların nasıl, hangi ihtiyaçlar ve siyasal/ideolojik bağlamlarda ortaya çıktığı, zaman içinde nasıl değişimlere uğradığı, dönemin çelişki ve imkânlarından nasıl etkilendiği giderek daha çok ilgi çeken araştırma konuları olmaktadır.
Cultural and economic values of the city are under discussion, competition and construction.
In this paper we like to discuss on politics of time, space and memory in postindustrial urban space context in Paşabahçe, Beykoz which is much more related to history, society and politics of geography. Much of the existing literature frames collective memory in terms of a social reconstruction of the past and explores the difference between official and unofficial memory. Paşabahçe is a case where memory of the industrial past is to be officially or unofficially reconstructed in the
process of urban restructuring. It is also necessary to discuss this social process with the addition of spatial characteristics of the area.
Currently the whole neighborhood is living behind the industrial ruins that are produced by capital abandonment of sites of industrial production; they can be ‘read’ as the footprint of capitalism, the sites which are no longer profitable, which no longer have use-value. Indeed, a number of authors have described derelict or industrial landscapes as ‘wasted’ cultural, social and economic spaces. The valuable space soon will turn out to be a precious, luxury neighborhood in the process of urban renewal with 7 star hotels, off shore marinas and befitting, upper class neighborhoods.
To start with the question what happens to memory in times of uncertainties and quick changes in the context of urban renewal and what is the importance of physical remains of industrial sites we will go on discussing whether they are recognized as traces of ‘good old days’, or as part of feeling of nostalgia? Another possibility is to see the industrial sites as useless remnants and to get out of them as soon as possible. There are hopes and promises but the actual situation and the
examples shown, shared in Istanbul, do not supply sufficient data for actual secure or better situation or opportunities in the course of changing conditions.
Politics have been so much related with the experiences of de-industrialization; in this context with the process of closure of the factories. But now, with the passing of time, the whole feeling of social solidarity is lost, the scope of social relations are nostalgically remembered. Communal relations are loosened; as a matter of fact
people living in the area are rivals pursuing individual interests and profits in due course.
What is remarkable is that there are generational differences in memory. As a matter of fact elders are remembering being workers and industrial heritage more.
On the other hand youngsters have no claim to that heritage; they only want to get more out of the promises and hopes under the influence of the media coverage, official circles and the words of capitalist market economy. There is no effort to keep industrial heritage, especially for the big two factories, no plans to commemorate them as industrial museums; no effort to visualize memory of the working class
struggles and social life in the region as a whole as they have already started to demolish factory buildings.
So in this research by using oral history recordings of in-depth interviews, we like to examine what people remember and forget while depicting the way in which different circles represent and legitimize the existing process of restructuring in Paşabahçe: Government and ministerial justification on the one hand, media representations and the media discourse on the other.
Almanya Ekonomi Bakanı Wolfgang Schäuble’nin İngiliz The Guardian Gazetesine 2010 yılında verdiği mülakatta yaptığı bu açıklamalarla, Almanya’da yürütülen “çokkültürlülük” ve “entegrasyon” tartışmaları yeni bir ivme kazandı. Benzer söylemlerin Başbakan Merkel tarafından da desteklenmesi, Türkiye ile Almanya arasında imzalanan “Misafir İşçi Anlaşmasının” 50. yılını kutlamak amacıyla 2011 yılında düzenlenen çok sayıda etkinliğe damgasını vurdu. Almanya’da hükümet, yerel yönetimler ve kamu kurumları tarafından gerçekleştirilen etkinliklerde “toplumsal barış ancak göçmen topluluğu ile çoğunluk toplumlarının birbiriyle iletişim kurabilmesi, birbirini tanıması ve anlamasıyla mümkündür” mesajı verilirken, Türkiye’deki etkinliklerde Merkel ve Schäuble’nin açıklamalarına karşı ya “ayırımcı politikaların mağduru Türk gurbetçi” resmi çizildi ya da göçmenlerin başarı öyküleri abartılı bir biçimde ön planda tutuldu. Yapılan açıklamalar çoğu kez, emek ve sermaye ilişkilerinin irdelenmediği, bütünsel değerlendirmelerden yoksun basit bir tarih aktarımından ibaretti. Oysa 30 Ekim 1961 tarihinde Almanya ile Türkiye arasında imzalanan “Misafir İşçi Anlaşması“ kapsamında Avrupa’ya gidenlerin çoğunluğunu işçiler oluşturuyordu. Marx’ın “sermayenin hafif piyadeleri” olarak nitelediği bu göçmenler, yaşam koşullarını iyileştirme ve sınıf atlayabilme umudunu taşırken, Avrupa işçi sınıfının uzun süren sınıf savaşımları sonucunda elde etmiş olduğu ekonomik ve politik hakları talep etmeden çalışmaya razıydı. Diğer tarafta ise İkinci Dünya Savaşı sonrası yoğun sermaye yatırımlarına sahne olan Almanya, (üretim maliyetlerini düşük tutmak için) işgücü açığını az gelişmiş çevre ülkelerden çağırdığı göçmenlerle kapatmayı hedefliyordu. Kapitalizmin dünya ve ulus ölçeğinde eşitsiz gelişmesinden kaynaklanan 1961 Emek Göçü’nü takip eden yıllarda, Almanya’nın göçmen politikası sermayenin ihtiyaçlarına göre belirlendi. Dolayısıyla, çoğu kez “çokkültürlülük” ve “göçmenlerin entegrasyonu” başlığı altında ele alınan “Türkiye’den Almanya’ya Emek Göçü”, ancak 50 yıllık göç tarihi, nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte, sınıfsal bir bakış açısıyla irdelendiğinde doğru tahlil edilebilir.
Buradan hareketle Nâzım Hikmet Akademisi, Kasım 2011 tarihinde, göçün emek ekseninden her iki ülkedeki sosyal, politik ve iktisadi etkilerini tartışmayı hedeflediği bir dizi etkinlik gerçekleştirdi. Almanya’ya emek göçünün 50. yılı anısına düzenlenen “Akademi Günleri” çeşitli bilimsel ve sanatsal etkinlikleri kapsadı. Göçmenleri “sosyal sorun” olarak niteleyen ve bu soruna teknisist çözümler üretmeyi hedefleyen tek yanlı entegrasyon yaklaşımını dışlayan sınıfsal bir perspektif ile emek göçünü ve sonuçlarını çeşitli veçheleri ile ele alan paneller verimli tartışmalara sahne oldu. Göçmen ve çok kültürlülük politikalarının neden başarısızlıkla sonuçlandığı, yükselen milliyetçi politikaların siyasi ve ekonomik temelleri, göçmenlerin kimlik sorunları, göçmenlerin hak arama ve siyasi mücadele süreçlerinde oluşturdukları örgütlenme pratikleri üzerine sunumlar gerçekleştirildi. Edebiyat panellerinde, zaman içerisinde göç ve göçmen deneyimleri sonucu Alman kültürü içinde oluşan, sanatın farklı alanlarını kapsayan ve esin kaynağı olan “göçmen işçi kültürü” üzerine tartışmalar yapıldı. Diğer yandan, edebi metinlere konu olan göçün insani boyutu, göçmenlerin durumu, sorunları ve geleceğe bakışları aktarıldı.
Nâzım Hikmet Akademisi tarafından gerçekleştirilen ilk “Akademi Günleri” etkinliğinin birikimini daha geniş bir kamuoyu ile paylaşmak amacıyla hazırlan “Almanya'ya Emek Göçü: Bir Bavul, Umut ve Hayalleriyle Çıktılar Yola...” isimli kitabın Yazılama Yayınevi tarafından geçtiğimiz ay ilk baskısı yapıldı. Almanya’ya emek göçünün tarihi, Türkiye ile Almanya arasındaki göç hareketlerinde gözlenen değişimler, çokkültürcülük ve kimlik sorunu, göçün toplumsal konumlanışı ve edebiyat alanındaki yansımaları gibi göçün çeşitli veçhelerine ilişkin makalelerin yer aldığı kitap ayrıca farklı dönemlerde Almanya’da bulunmuş ve yaşamış olan insanların kişisel göç serüvenleri aktardıkları ropörtajları da içeriyor. Bu ropörtajlar kişisel göç serüvenlerinin aktarımı dışında göçün dinamikleri, göçmen toplulukların yaşama ve çalışma koşulları hakkında zengin bir paylaşımı olanaklı kılıyor.
Dr. Ülkü Sözbir Fındıkçıoğlu
Bunun salt bir tercih değil, günümüz koşullarında Ekim’e tek doğru bakış olduğunu düşünüyoruz. Eğer nostaljiyle uğraşmayacaksak ya da yazdıklarımız tarihe kayıt düşmekten ibaret kalmayacaksa; dünyanın ve insanlığın bugün içinde olduğumuz karanlıktan çıkışının yeni Ekim’lerde, sosyalizmde olduğunu düşünüyorsak, Sovyetler Birliği’nde yaşanmış olan sosyalizm deneyimi bizim için benimsenerek aşılacak bir miras olmalıdır. Eleştirisi de övgüsü de ancak bunun için yapıldığında doğru ve anlamlıdır.
Göçmek, insanlık tarihinin değişmez mefhumlarından biridir. Çağlar boyunca toplumlar yer değiştirmiş, kendilerine yeni iskân sahaları tesis etmişlerdir. Bununla beraber toplumlar ve mekânlar göç mefhumu ile aynı derecede muhatap olmamışlardır.Çanakkale ve çevresi, göçü en çok yaşayan ve hisseden mekânlardan biridir.
Çanakkale’nin, göç mefhumuna çokça maruz kalan Anadolu Yarımadasının bir parçası olması ile iki kıtayı birbirine bağlayan özelliği bu durumun sebebidir. Nitekim arkeolojik buluntuların gösterdiği göç izlerini bugün Çanakkale’nin birçok yerinde görebiliriz.
Bugün sakinlerinin büyük bir kısmının Balkan göçmeni olduğu Çanakkale, bu yönüyle üzerinde durulmaya en layık mahallerden biridir. Bu nedenle bu sayımızda Çanakkale Araştırmaları Dergisi olarak bu konu üzerinde çalıştık. “Çanakkale’ye Göç” adını verdiğimiz elimizdeki özel sayıda ağırlıklı olarak Eskiçağdan günümüze Çanakkale’ye göçler konusuna yer verdik. Şehrimizin önemli bir parçası olan Troas’a göçler içerikli yazıdan, şehrimizin sâkinleri olan Çingeneler ve Çanakkale’ye gelişleri muhtevalı makaleye kadar “Çanakkale ve Göç” gerçeğini irdelemeye gayret ettik.
Balkanlardan kalkıp Kale-yi Sultaniye’ye ve Anadolu’ya gelmek zorunda kalan Evlâd-ı Fâtihân muhacirlerimizi ve göçmenlerimizi, genel ve özel mahiyette iki makale ile dergimize konu ettik. Bu meyanda merkezi ve ilçeleri ile Çanakkale’ye olan göçleri ele almayı amaçladık.
Çanakkale Araştırmaları Dergisi’nin bu özel sayısına makale göndermek sureti ile katkısı olan bilim insanlarımıza, her türlü desteğini bizden esirgemeyen Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörlüğü’ne ve emeği geçen akademisyenlerimize teşekkür ediyoruz.
Editörler