"Çılgın' diye anılan mega projeler; maden tetkik ve sondaj projeleri; kentsel dönüşüm; enerji santrali projeleri; meraların, ormanların, kıyıların rant odaklı kapışılması; virüs gibi yayılan kentleşme ve sanayileşme beraberinde yadsınamaz bir ekolojik yıkımı getiriyor. Ekolojik yıkım ve kentleşme, proje bölgelerindeki insanların hayatlarını etkilerken, bazen de kültürlerini yok ederken, bu süreçlerde hayatları topyekûn değişen, ancak toplumun büyük bir kesimince görülmeyen bir grup var: Hayvanlar… Ekolojik yıkım ve kentleşme kıskacında, hayvanların nasıl etkilenediklerini konuştuk''
Mine Yıldırım'ın 24 Mayıs 2017'de MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Çarş... more Mine Yıldırım'ın 24 Mayıs 2017'de MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Çarşamba Seminerleri'nde yaptığı “İstanbul'da Hayvan Tecrit Coğrafyaları” adlı sunuş
ayırsızada sürgünü, İstanbul tarihinin ve modernleşme tecrübemizin en büyük felaketlerinden biri.... more ayırsızada sürgünü, İstanbul tarihinin ve modernleşme tecrübemizin en büyük felaketlerinden biri. 80 binden fazla köpeğin korkunç biçimde ölmesiyle sonuçlansa da, sokak köpeklerini söküp atmayı başaramamış, gecikmiş modernleşme tecrübemize ayna tutan bir çağdaşlaşma trajedisi. Hayırsızada’dan sonra, yüz yıl boyunca devam eden sürgünlere, dönem dönem şehri saran kuduz söylentisiyle gerçekleşen itlaflara, zehirlemelere, tecrite ve kayıtdışı öldürmelere rağmen, İstanbul köpekleriyle yaşamış ve büyümüş bir şehir.
Bugün ise İstanbul’un köpekleri, şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir yıkımın eşiğindeler: İstanbul küresel bir şehir olarak yeniden inşa edilirken, köpekler sokaklardan koparılıp devasa tecrit merkezlerine kapatılıyorlar. Şehrin çeperlerine, birer şantiye alanına dönüşmekte olan ormanlara, sanayi havzalarını birbirine bağlayan, insan yerleşiminden uzak arazilere, ölüme terk ediliyorlar. Terk edildikleri yerlerde ise mekânsal ayrışma ve dışlanmanın, yerinden edilme, mülksüzleşme ve şiddet sarmalının içine çekiliyorlar.
Bu çalışma, Dört Ayaklı Belediye: İstanbul'un Sokak Köpekleri" sergisinin bizleri tarihsel olarak getirdiği noktadan yola çıkıyor: "Köpeksizleşen İstanbul"da, sokak köpeklerinin giderek silikleşen ayak izlerini takip etmeyi amaçlıyor. Şehrin çeperlerindeki hayvan tecrit mekânlarında, inşaat sahalarında, şantiye alanlarında, ormanlarda, terk edilmiş arazilerde, sokaklarda sokaklardan kaybolan köpekleri ararken, İstanbul’un köpeksizleşmesini mümkün kılan iktisadi, siyasi ve mekânsal mantıkları anlamaya çalışıyor. Tecrit edilen ve yersizleştirilen sokak köpeklerinin izinde,İstanbul'da değişen insan-hayvan ilişkisinin örtük ama kuvvetli mekanizmalarını, şehrin çeperlerinde değişen kanun ve şiddet ilişkisini ve adalet arayışını tartışıyor.
24 Mayıs 2017'de MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Çarşamba Seminerleri'... more 24 Mayıs 2017'de MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Çarşamba Seminerleri'nde yaptığı “İstanbul'da Hayvan Tecrit Coğrafyaları” başlıklı konuşma.
Hayvan üzerinde deney yapılması, tıp tarihine içkin, onun kadar uzun bir tarihe sahip. tıp tarihi... more Hayvan üzerinde deney yapılması, tıp tarihine içkin, onun kadar uzun bir tarihe sahip. tıp tarihi dediğimizde, sınırlarını dini, toplumsal, kültürel, düşünsel farklılıklarının çizdiği bir tarihsel kesitten söz ediyorsak, hayvanlar bu kesitin en önemli bileşeni. Hem bilginin ve bilgi üretiminin oluşturduğu ekonominin nesnesi, hem de insan-hayvan arasındaki ayrımın kurulduğu düşüncenin dayanağı olarak. Bu kesit, farklı coğrafyalarda farklı gelişim ve dönüşümler gösterse de, bugün hayvanın akademik bilgi ve meta üretimine tabi olma biçimlerinin belirlendiği tarihsel-toplumsal tecrübenin, batı modernitesini kuran ayrıştırıcı pratiklerle geliştiğini söylemek mümkün.
Bugün hayvan deneylerini, insan ile hayvan arasındaki yakınlık tecrübesinin içinden, insan bedenine benzer ama farklı bir forma dair bilgiye haiz olma sonucu gelişmiş bir uygulama olarak düşünmek, pratiğin özündeki kullanma, ele geçirerek içselleştirme, tüketerek katletmeyi görünmez kılmak, bu pratiği hem modern insanı kuran öznellik anlayışından; hem de endüstriyel üretimle birlikte aldığı dönüşümlerden azade düşünmek anlamına gelir. Hayvan deneylerini, yalnızca uygulamalı etiğin ilkeleri bağlamında, kültürel biriciklik ekseninde, insan ile hayvan arasundaki mesafenin endeksiyle, tarihdışı ve kötülüğe meyyal insan doğası anlayışıyla, ya da yalnızca hayatın ve ölümün istimlakı üzerinden düşünmeyecek olmamızın nedeni de, bütün bu dinamiklerin kurucu birlikteliği ve biraradalığı.
Hayvan deneyleri, bu kurucu dinamiklerin bir araya gelme ve farklı coğrafyalarda farklılaşma mantığına bakmak için aralamamız gereken bir kapı. Bu aralıktan baktığımızda, hayvan üzerinde deney yapmanın yalnızca tıp tarihinin merhamet yoksunu sayfalarından zaptedilmiş bir bilgi birikimi olmadığını; farklı coğrafyalardaki doğa-kültür farklılaşmasının temelinde yer alan, öznelliğin yasal, maddi ve gündelik, ilişkisel üretiminin altında yatan çelişkilerden ve farkılaşmalardan mütevellit olduğunu görüyoruz.
Hayvan deneylerini mümkün kılan ve üzerinde temellendiği farklılaşmaları (sınıfsal, kültürel, ideolojik ve dinî), Batı toplumları için hukuksal-ekonomik-politik düzenlemenin mantıksal yapısına; Batıdışı coğrafyalarda bu düzenlemenin çapraşık, toplumsal tecrübesi ve yarattığı formlar açısından Batı'dan farklı, zamansal olarak Batı'dan geç, biraraya gelme mantığı enformellik, düzensizlik ve uyumsuzluklarla örülü ancak son derece etkili dinamikler ekseninde değerlendirmeye çalışmak son derece önemli. Özellikle Türkiye gibi hayvan deneyinin yasallaşması sürecinin hâlâ politik mücadele konusu olduğu, sokak hayvanlarının masrafsız, ya da bedava hammadde, denek, biyokütle olarak görüldüğü ülkelerdeki hayvan kurtuluşu siyasetinin dönüştürücü potansiyellerini kuvvetlendirmek açısından.
Türkiye’de son aylarda medya ve siyaset aracılığıyla giderek görünür hale getirilmiş, ilk bakışta... more Türkiye’de son aylarda medya ve siyaset aracılığıyla giderek görünür hale getirilmiş, ilk bakışta paradoksal gibi görünen bir olguyla başlamak istiyorum. Bu, özellikle akşam haberlerinde şöyle bir örüntü: Haber spikerinin kimi zaman saklayamadığı bir öğrenilmiş şaşkınlık ve dehşet ifadesiyle sunduğu, hayvanın parçalanmış üreme organları, kesilmiş uzuvları, yakılmış bedenine ait görüntülerle donatılmış işkence, eziyet, tecavüz haberi. Hemen akabinde, soğukta donmak üzere olan hayvana paltosunu, atkısını veren “koca yürekli insan” modelleri. Birkaç haber sonra da, “başıboş” ve “sahipsiz” hayvanların faili olduğu şiddet, neredeyse taammüden, planlı bir suikast haberiymiş gibi büyük bir dehşetle servis edilen “hayvan saldırısı” haberleri.
Son olarak Kayseri’de yaşanan olay, bu döngünün son halkası olarak karşımıza çıkan “başıboş köpek saldırısı” haberlerini ana haber bültenlerine, hatta ulusal ve yerel siyasetin gündemine taşımış durumda. Ancak olayın en fazla birkaç gün süren sansasyonel etkisi geçince, tüm haber kanallarının neredeyse rutinleştirdiği bu döngüyle hayvan haberleri servis ettiğini söylemek mümkün. Hayvanın neden olduğu iddia edilen vahşetin ifadeleri hep aynı: Sahipsiz, başıboş, saldırgan köpekler masum vatandaşa saldırdı vb. Hayvan şiddeti mağdurlarının, ne hikmetse, bebekli bir anne, küçük bir çocuk, yaşlı hasta bir kadın gibi kişiler olması, söylemin arkasında yatan, hayvanı masum ve kırılganlığının ötesinde düşmanlaştırma itkisini de ortaya koyuyor.[1]
Peki ama neden? Hayvanların şehirlerdeki hayatına dair böylesi temsillerin, insanların onlarla kurduğu ilişkilere nasıl etkisi oluyor?
Bu yazı, hayvanlara dair duygulanımın manipüle edilirken, tekrarlanan bir hayvan sahipliği algısını ve buna dair oluşturulan dili sorguluyor. Bu, bazı hak savunucuları tarafından tali bir gündem gibi görülse de, değil: Hayvanlara dair dilsel ve bilişsel çerçeveleme mekanizmaları, şiddetin var olma koşullarının başında gelir. Toplumsal şiddetin azalması, hayvana şiddetin kanunen suç sayılabilmesi için, hayvanların yaşam hakkına, yerleşmeden, toplumda yer almaktan gelen özgün haklarını dile, tahayyüle, siyasete eklemleme pratiklerini gözden geçirmemiz gerekiyor. Hem de, şiddetin bu denli yaygınlaştığı bir dönemde, acilen.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Sarıyer, Kısırkaya’daki 20.000 köpek kapasiteli Hayvan Barı... more İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Sarıyer, Kısırkaya’daki 20.000 köpek kapasiteli Hayvan Barınağı'nın inşaatı devam ederken, Türkiye’nin dört bir yanından hayvan özgürlüğü örgütleri, ekoloji hareketleri ve dernekler 31 Ocak’ta bu devasa hayvan toplama merkezine karşı büyük bir eyleme hazırlanıyor. Eylem hazırlıkları devam ederken, hem merkezin bizi endişelendiren olası icraatlarına ışık tutmak, İBB’nin “niyetiyle” ve böylesi bir projenin arkasında yatan itkilerle ilgili sosyal medyada dönen tartışmalara katkıda bulunmak, hem de süreci hazırlayan hukuki ve politik sürece daha yakından bakmak istiyorum.
Yazıya eşlik eden temel endişe, Kısırkaya’da açılacak merkezler birlikte, İstanbul’da hali hazırda toplama, uzaklaştırma ve henüz düzensiz itlaflara maruz kalan sokak hayvanlarının geri dönülmez bir felaketin eşiğinde olacağı öngörüsünden kaynaklanıyor. Türkiye’deki hayvan siyasetinin (İBB ile ilişkilerini iyi tutmayı hedefleyen birkaç hayvan örgütü dışında) geneline hakim olduğunu söyleyebileceğimiz bu sezginin, basit bir karamsar endişe ya da spekülasyondan ibaret olmadığını, sürecin arkaplanında yatan kentsel dönüşümün henüz hâlâ gizli bazı veçhelerine baktığımızda daha iyi görebileceğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla, bu yazı hem Kısırkaya’daki merkezin tekil önemini vurgulamak, dolayısıyla ona karşı örgütlenen politik mücadelenin varsayımlarını ve perspektifini açabilmek, böylesi çok boyutlu bir meselede spekülasyonu azaltabilmeyi amaçlıyor.
Pet şişe atıldığında geridönüşümle sokak hayvanlarına mama veren sistemlerin tanıtılmasında, bu k... more Pet şişe atıldığında geridönüşümle sokak hayvanlarına mama veren sistemlerin tanıtılmasında, bu kadar beğenilmesinde beni endişelendiren bir şeyler var. Sistemin İstanbul'da ve başka büyük şehirlerde hayvan toplama-zehirleme-öldürme sabıka kaydı kabarık belediyeler tarafından da kullanılıyor ve reklamının yapılıyor olması endişelerimi arttırıyor, ama yine de bunu talihsiz bir tesadüf olarak kabul edip biraz daha eşelenmek istiyorum:
Öncelikle söz konusu sokak hayvanı bakımı olduğunda, bunun gibi vatandaş katılımını teşvik ederken işin idari icraat kısmını gizleyerek merkezileştiren uygulamaların, geri dönüşüm dünyasının bireyselleşmiş ve tüketim-sonrası odaklı çevre ve ekolojik dönüşüm tahayyülünü kuvvetlendirmekle kalmayıp; sokak hayvanını beslemeyi yönetimsel, idari ve düzenlemeye tabi bir icraat olarak gösterdiğini düşünüyorum. Amerikan tipi bir oyunlaştırmayla hayvan beslemeyi öğretmeyi amaçlayan bu mekanizmaların belediye eliyle yerleştirilmesi, kökeninde bir idari-yönetimsel icraat olması ne anlama geliyor?
Beyond İstanbul. İstanbul Yollarında Kentsel Politik Ekoloji, 2019
1910 yılındaki Hayırsızada vakası, İstanbul tarihinin ve modernleşme tecrübemizin
en büyük f... more 1910 yılındaki Hayırsızada vakası, İstanbul tarihinin ve modernleşme tecrübemizin en büyük felaketlerinden biri. 80 binden fazla köpeğin Sivriada’ya sürgün edilip korkunç biçimde ölmesiyle sonuçlansa da, sokak köpeklerini söküp atmayı başara- mamış, gecikmiş modernleşme tecrübemi- ze ayna tutan bir çağdaşlaşma trajedisi.1 Sivriada’dan sonra da yüz yıl boyunca devam eden sürgünlere, dönem dönem şehri saran kuduz söylentisiyle gerçek- leşen itlaflara, zehirlemelere, tecrite ve kayıtdışı öldürmelere rağmen İstanbul, köpekleriyle yaşamış ve büyümüş bir şehir. Bugün ise İstanbul’un köpekleri, şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir yıkımın eşi- ğindeler: İstanbul küresel bir şehir olarak yeniden inşa edilirken köpekler sokaklar- dan koparılıp devasa tecrit merkezlerine kapatılıyorlar. Şehrin çeperlerine, birer şantiye alanına dönüşmekte olan orman- lara, sanayi havzalarını birbirine bağla- yan, insan yerleşiminden uzak arazilerde ölüme terk ediliyorlar. Terk edildikleri yerlerde ise mekansal ayrışma ve dışlan- manın, yerinden edilme, mülksüzleşme ve şiddet sarmalının içine çekiliyorlar.
Bu yazıda İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve ilçe belediyeleri eliyle toplatılarak yerleri değiştirilen sokak köpeklerinin izini sürüyorum. İstanbul’daki kentsel dönüşüme dair giderek büyüyen yazında bugüne dek ihmal edilmiş olan “çeper-çevre” (peri-urban) alanlara odaklanarak marjinal kent coğrafyalarının dönüşümünde kritik öneme sahip olduğunu savunduğum, örtük ama kuvvetli dinamikleri inceliyorum: Haziran 2012 ile Ağustos 2017 tarihleri arasında, İs- tanbul’un kuzeybatı çeperleri boyunca uza- nan, Sarıyer’e bağlı Kısırkaya mahallesin- de2 gerçekleştirdiğim saha araştırmasının bulguları ışığında binlerce sokak köpeğinin kapatılarak öldürüldüğü bakım ve rehabili- tasyon merkezlerini de içini alarak geniş- leyen “hayvan tecrit coğrafyalarını”, bu coğrafyalardaki materyal, coğrafi, siyasi dönüşümleri, sürgün edilen köpeklerin içine çekildiği şiddet sarmalını, bu dönüşümlere paralel olarak değişen “kanun kullanımı” ilişkisini, yoksulluk, yoksunluk ve dışlanma tecrübeleriyle tahrif edilen hak ve adalet anlayışını tartışıyorum.
Kadikoy Belediyesi'nin yerel yönetimler ve kentsel problemleri farklı disiplinler altında tartışt... more Kadikoy Belediyesi'nin yerel yönetimler ve kentsel problemleri farklı disiplinler altında tartıştığı ve dönemsel olarak farklı üst başlıklar altında içerikler oluşturduğu bir seminer programıdır. Programın mantığı öğreten-öğrenen ilişkisi şeklinde kurgulanmayıp karşılıklı deneyim ve bilgi aktarımının yaşandığı bir formatta tasarlanmıştır. Açık Akademi'nin 15 Mart-6 Mayıs tarih aralığını kapsayan 8 haftalık güncel programının üst başlığı "Açık Akademi Kent Seminerleri: İstanbul Nereye?" şeklinde belirlenmiştir. Bu başlık altında; kentsel dönüşüm, kamu arazilerinin geleceği, İstanbul'un mega projeleri, yerel yönetimlerde katılımcılık, kentsel sürdürülebilirlik, kent hayvanları, yeni iletişim teknolojileri ve kent hareketleri, yerel yönetimlerin sosyal hizmet ve toplumsal cinsiyet politikaları gibi farklı başlıkların tartışılması düşünülmüştür.
Mekanda Adalet Derneği, 5. İstanbul Yollarında Kentsel Politik Ekoloji Yaz Okulu (10-22 Haziran 2... more Mekanda Adalet Derneği, 5. İstanbul Yollarında Kentsel Politik Ekoloji Yaz Okulu (10-22 Haziran 2019)
In lieu of an abstract: Located in the Istanbul Research Institute Library archives, this origina... more In lieu of an abstract: Located in the Istanbul Research Institute Library archives, this original autographed document is a typewritten letter from Nazım Kıbrızlı, the president of the Turkish Society for the Protection of Animals (Türkiye Hayvanları Koruma Cemiyeti) throughout the 1940s.1 It is a reader’s letter directly addressed to Fikret Adil (1901–1973), a prominent figure in Istanbul’s cultural milieu from the early republican period onward.
"Çılgın' diye anılan mega projeler; maden tetkik ve sondaj projeleri; kentsel dönüşüm; enerji santrali projeleri; meraların, ormanların, kıyıların rant odaklı kapışılması; virüs gibi yayılan kentleşme ve sanayileşme beraberinde yadsınamaz bir ekolojik yıkımı getiriyor. Ekolojik yıkım ve kentleşme, proje bölgelerindeki insanların hayatlarını etkilerken, bazen de kültürlerini yok ederken, bu süreçlerde hayatları topyekûn değişen, ancak toplumun büyük bir kesimince görülmeyen bir grup var: Hayvanlar… Ekolojik yıkım ve kentleşme kıskacında, hayvanların nasıl etkilenediklerini konuştuk''
Mine Yıldırım'ın 24 Mayıs 2017'de MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Çarş... more Mine Yıldırım'ın 24 Mayıs 2017'de MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Çarşamba Seminerleri'nde yaptığı “İstanbul'da Hayvan Tecrit Coğrafyaları” adlı sunuş
ayırsızada sürgünü, İstanbul tarihinin ve modernleşme tecrübemizin en büyük felaketlerinden biri.... more ayırsızada sürgünü, İstanbul tarihinin ve modernleşme tecrübemizin en büyük felaketlerinden biri. 80 binden fazla köpeğin korkunç biçimde ölmesiyle sonuçlansa da, sokak köpeklerini söküp atmayı başaramamış, gecikmiş modernleşme tecrübemize ayna tutan bir çağdaşlaşma trajedisi. Hayırsızada’dan sonra, yüz yıl boyunca devam eden sürgünlere, dönem dönem şehri saran kuduz söylentisiyle gerçekleşen itlaflara, zehirlemelere, tecrite ve kayıtdışı öldürmelere rağmen, İstanbul köpekleriyle yaşamış ve büyümüş bir şehir.
Bugün ise İstanbul’un köpekleri, şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir yıkımın eşiğindeler: İstanbul küresel bir şehir olarak yeniden inşa edilirken, köpekler sokaklardan koparılıp devasa tecrit merkezlerine kapatılıyorlar. Şehrin çeperlerine, birer şantiye alanına dönüşmekte olan ormanlara, sanayi havzalarını birbirine bağlayan, insan yerleşiminden uzak arazilere, ölüme terk ediliyorlar. Terk edildikleri yerlerde ise mekânsal ayrışma ve dışlanmanın, yerinden edilme, mülksüzleşme ve şiddet sarmalının içine çekiliyorlar.
Bu çalışma, Dört Ayaklı Belediye: İstanbul'un Sokak Köpekleri" sergisinin bizleri tarihsel olarak getirdiği noktadan yola çıkıyor: "Köpeksizleşen İstanbul"da, sokak köpeklerinin giderek silikleşen ayak izlerini takip etmeyi amaçlıyor. Şehrin çeperlerindeki hayvan tecrit mekânlarında, inşaat sahalarında, şantiye alanlarında, ormanlarda, terk edilmiş arazilerde, sokaklarda sokaklardan kaybolan köpekleri ararken, İstanbul’un köpeksizleşmesini mümkün kılan iktisadi, siyasi ve mekânsal mantıkları anlamaya çalışıyor. Tecrit edilen ve yersizleştirilen sokak köpeklerinin izinde,İstanbul'da değişen insan-hayvan ilişkisinin örtük ama kuvvetli mekanizmalarını, şehrin çeperlerinde değişen kanun ve şiddet ilişkisini ve adalet arayışını tartışıyor.
24 Mayıs 2017'de MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Çarşamba Seminerleri'... more 24 Mayıs 2017'de MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Çarşamba Seminerleri'nde yaptığı “İstanbul'da Hayvan Tecrit Coğrafyaları” başlıklı konuşma.
Hayvan üzerinde deney yapılması, tıp tarihine içkin, onun kadar uzun bir tarihe sahip. tıp tarihi... more Hayvan üzerinde deney yapılması, tıp tarihine içkin, onun kadar uzun bir tarihe sahip. tıp tarihi dediğimizde, sınırlarını dini, toplumsal, kültürel, düşünsel farklılıklarının çizdiği bir tarihsel kesitten söz ediyorsak, hayvanlar bu kesitin en önemli bileşeni. Hem bilginin ve bilgi üretiminin oluşturduğu ekonominin nesnesi, hem de insan-hayvan arasındaki ayrımın kurulduğu düşüncenin dayanağı olarak. Bu kesit, farklı coğrafyalarda farklı gelişim ve dönüşümler gösterse de, bugün hayvanın akademik bilgi ve meta üretimine tabi olma biçimlerinin belirlendiği tarihsel-toplumsal tecrübenin, batı modernitesini kuran ayrıştırıcı pratiklerle geliştiğini söylemek mümkün.
Bugün hayvan deneylerini, insan ile hayvan arasındaki yakınlık tecrübesinin içinden, insan bedenine benzer ama farklı bir forma dair bilgiye haiz olma sonucu gelişmiş bir uygulama olarak düşünmek, pratiğin özündeki kullanma, ele geçirerek içselleştirme, tüketerek katletmeyi görünmez kılmak, bu pratiği hem modern insanı kuran öznellik anlayışından; hem de endüstriyel üretimle birlikte aldığı dönüşümlerden azade düşünmek anlamına gelir. Hayvan deneylerini, yalnızca uygulamalı etiğin ilkeleri bağlamında, kültürel biriciklik ekseninde, insan ile hayvan arasundaki mesafenin endeksiyle, tarihdışı ve kötülüğe meyyal insan doğası anlayışıyla, ya da yalnızca hayatın ve ölümün istimlakı üzerinden düşünmeyecek olmamızın nedeni de, bütün bu dinamiklerin kurucu birlikteliği ve biraradalığı.
Hayvan deneyleri, bu kurucu dinamiklerin bir araya gelme ve farklı coğrafyalarda farklılaşma mantığına bakmak için aralamamız gereken bir kapı. Bu aralıktan baktığımızda, hayvan üzerinde deney yapmanın yalnızca tıp tarihinin merhamet yoksunu sayfalarından zaptedilmiş bir bilgi birikimi olmadığını; farklı coğrafyalardaki doğa-kültür farklılaşmasının temelinde yer alan, öznelliğin yasal, maddi ve gündelik, ilişkisel üretiminin altında yatan çelişkilerden ve farkılaşmalardan mütevellit olduğunu görüyoruz.
Hayvan deneylerini mümkün kılan ve üzerinde temellendiği farklılaşmaları (sınıfsal, kültürel, ideolojik ve dinî), Batı toplumları için hukuksal-ekonomik-politik düzenlemenin mantıksal yapısına; Batıdışı coğrafyalarda bu düzenlemenin çapraşık, toplumsal tecrübesi ve yarattığı formlar açısından Batı'dan farklı, zamansal olarak Batı'dan geç, biraraya gelme mantığı enformellik, düzensizlik ve uyumsuzluklarla örülü ancak son derece etkili dinamikler ekseninde değerlendirmeye çalışmak son derece önemli. Özellikle Türkiye gibi hayvan deneyinin yasallaşması sürecinin hâlâ politik mücadele konusu olduğu, sokak hayvanlarının masrafsız, ya da bedava hammadde, denek, biyokütle olarak görüldüğü ülkelerdeki hayvan kurtuluşu siyasetinin dönüştürücü potansiyellerini kuvvetlendirmek açısından.
Türkiye’de son aylarda medya ve siyaset aracılığıyla giderek görünür hale getirilmiş, ilk bakışta... more Türkiye’de son aylarda medya ve siyaset aracılığıyla giderek görünür hale getirilmiş, ilk bakışta paradoksal gibi görünen bir olguyla başlamak istiyorum. Bu, özellikle akşam haberlerinde şöyle bir örüntü: Haber spikerinin kimi zaman saklayamadığı bir öğrenilmiş şaşkınlık ve dehşet ifadesiyle sunduğu, hayvanın parçalanmış üreme organları, kesilmiş uzuvları, yakılmış bedenine ait görüntülerle donatılmış işkence, eziyet, tecavüz haberi. Hemen akabinde, soğukta donmak üzere olan hayvana paltosunu, atkısını veren “koca yürekli insan” modelleri. Birkaç haber sonra da, “başıboş” ve “sahipsiz” hayvanların faili olduğu şiddet, neredeyse taammüden, planlı bir suikast haberiymiş gibi büyük bir dehşetle servis edilen “hayvan saldırısı” haberleri.
Son olarak Kayseri’de yaşanan olay, bu döngünün son halkası olarak karşımıza çıkan “başıboş köpek saldırısı” haberlerini ana haber bültenlerine, hatta ulusal ve yerel siyasetin gündemine taşımış durumda. Ancak olayın en fazla birkaç gün süren sansasyonel etkisi geçince, tüm haber kanallarının neredeyse rutinleştirdiği bu döngüyle hayvan haberleri servis ettiğini söylemek mümkün. Hayvanın neden olduğu iddia edilen vahşetin ifadeleri hep aynı: Sahipsiz, başıboş, saldırgan köpekler masum vatandaşa saldırdı vb. Hayvan şiddeti mağdurlarının, ne hikmetse, bebekli bir anne, küçük bir çocuk, yaşlı hasta bir kadın gibi kişiler olması, söylemin arkasında yatan, hayvanı masum ve kırılganlığının ötesinde düşmanlaştırma itkisini de ortaya koyuyor.[1]
Peki ama neden? Hayvanların şehirlerdeki hayatına dair böylesi temsillerin, insanların onlarla kurduğu ilişkilere nasıl etkisi oluyor?
Bu yazı, hayvanlara dair duygulanımın manipüle edilirken, tekrarlanan bir hayvan sahipliği algısını ve buna dair oluşturulan dili sorguluyor. Bu, bazı hak savunucuları tarafından tali bir gündem gibi görülse de, değil: Hayvanlara dair dilsel ve bilişsel çerçeveleme mekanizmaları, şiddetin var olma koşullarının başında gelir. Toplumsal şiddetin azalması, hayvana şiddetin kanunen suç sayılabilmesi için, hayvanların yaşam hakkına, yerleşmeden, toplumda yer almaktan gelen özgün haklarını dile, tahayyüle, siyasete eklemleme pratiklerini gözden geçirmemiz gerekiyor. Hem de, şiddetin bu denli yaygınlaştığı bir dönemde, acilen.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Sarıyer, Kısırkaya’daki 20.000 köpek kapasiteli Hayvan Barı... more İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Sarıyer, Kısırkaya’daki 20.000 köpek kapasiteli Hayvan Barınağı'nın inşaatı devam ederken, Türkiye’nin dört bir yanından hayvan özgürlüğü örgütleri, ekoloji hareketleri ve dernekler 31 Ocak’ta bu devasa hayvan toplama merkezine karşı büyük bir eyleme hazırlanıyor. Eylem hazırlıkları devam ederken, hem merkezin bizi endişelendiren olası icraatlarına ışık tutmak, İBB’nin “niyetiyle” ve böylesi bir projenin arkasında yatan itkilerle ilgili sosyal medyada dönen tartışmalara katkıda bulunmak, hem de süreci hazırlayan hukuki ve politik sürece daha yakından bakmak istiyorum.
Yazıya eşlik eden temel endişe, Kısırkaya’da açılacak merkezler birlikte, İstanbul’da hali hazırda toplama, uzaklaştırma ve henüz düzensiz itlaflara maruz kalan sokak hayvanlarının geri dönülmez bir felaketin eşiğinde olacağı öngörüsünden kaynaklanıyor. Türkiye’deki hayvan siyasetinin (İBB ile ilişkilerini iyi tutmayı hedefleyen birkaç hayvan örgütü dışında) geneline hakim olduğunu söyleyebileceğimiz bu sezginin, basit bir karamsar endişe ya da spekülasyondan ibaret olmadığını, sürecin arkaplanında yatan kentsel dönüşümün henüz hâlâ gizli bazı veçhelerine baktığımızda daha iyi görebileceğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla, bu yazı hem Kısırkaya’daki merkezin tekil önemini vurgulamak, dolayısıyla ona karşı örgütlenen politik mücadelenin varsayımlarını ve perspektifini açabilmek, böylesi çok boyutlu bir meselede spekülasyonu azaltabilmeyi amaçlıyor.
Pet şişe atıldığında geridönüşümle sokak hayvanlarına mama veren sistemlerin tanıtılmasında, bu k... more Pet şişe atıldığında geridönüşümle sokak hayvanlarına mama veren sistemlerin tanıtılmasında, bu kadar beğenilmesinde beni endişelendiren bir şeyler var. Sistemin İstanbul'da ve başka büyük şehirlerde hayvan toplama-zehirleme-öldürme sabıka kaydı kabarık belediyeler tarafından da kullanılıyor ve reklamının yapılıyor olması endişelerimi arttırıyor, ama yine de bunu talihsiz bir tesadüf olarak kabul edip biraz daha eşelenmek istiyorum:
Öncelikle söz konusu sokak hayvanı bakımı olduğunda, bunun gibi vatandaş katılımını teşvik ederken işin idari icraat kısmını gizleyerek merkezileştiren uygulamaların, geri dönüşüm dünyasının bireyselleşmiş ve tüketim-sonrası odaklı çevre ve ekolojik dönüşüm tahayyülünü kuvvetlendirmekle kalmayıp; sokak hayvanını beslemeyi yönetimsel, idari ve düzenlemeye tabi bir icraat olarak gösterdiğini düşünüyorum. Amerikan tipi bir oyunlaştırmayla hayvan beslemeyi öğretmeyi amaçlayan bu mekanizmaların belediye eliyle yerleştirilmesi, kökeninde bir idari-yönetimsel icraat olması ne anlama geliyor?
Beyond İstanbul. İstanbul Yollarında Kentsel Politik Ekoloji, 2019
1910 yılındaki Hayırsızada vakası, İstanbul tarihinin ve modernleşme tecrübemizin
en büyük f... more 1910 yılındaki Hayırsızada vakası, İstanbul tarihinin ve modernleşme tecrübemizin en büyük felaketlerinden biri. 80 binden fazla köpeğin Sivriada’ya sürgün edilip korkunç biçimde ölmesiyle sonuçlansa da, sokak köpeklerini söküp atmayı başara- mamış, gecikmiş modernleşme tecrübemi- ze ayna tutan bir çağdaşlaşma trajedisi.1 Sivriada’dan sonra da yüz yıl boyunca devam eden sürgünlere, dönem dönem şehri saran kuduz söylentisiyle gerçek- leşen itlaflara, zehirlemelere, tecrite ve kayıtdışı öldürmelere rağmen İstanbul, köpekleriyle yaşamış ve büyümüş bir şehir. Bugün ise İstanbul’un köpekleri, şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir yıkımın eşi- ğindeler: İstanbul küresel bir şehir olarak yeniden inşa edilirken köpekler sokaklar- dan koparılıp devasa tecrit merkezlerine kapatılıyorlar. Şehrin çeperlerine, birer şantiye alanına dönüşmekte olan orman- lara, sanayi havzalarını birbirine bağla- yan, insan yerleşiminden uzak arazilerde ölüme terk ediliyorlar. Terk edildikleri yerlerde ise mekansal ayrışma ve dışlan- manın, yerinden edilme, mülksüzleşme ve şiddet sarmalının içine çekiliyorlar.
Bu yazıda İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve ilçe belediyeleri eliyle toplatılarak yerleri değiştirilen sokak köpeklerinin izini sürüyorum. İstanbul’daki kentsel dönüşüme dair giderek büyüyen yazında bugüne dek ihmal edilmiş olan “çeper-çevre” (peri-urban) alanlara odaklanarak marjinal kent coğrafyalarının dönüşümünde kritik öneme sahip olduğunu savunduğum, örtük ama kuvvetli dinamikleri inceliyorum: Haziran 2012 ile Ağustos 2017 tarihleri arasında, İs- tanbul’un kuzeybatı çeperleri boyunca uza- nan, Sarıyer’e bağlı Kısırkaya mahallesin- de2 gerçekleştirdiğim saha araştırmasının bulguları ışığında binlerce sokak köpeğinin kapatılarak öldürüldüğü bakım ve rehabili- tasyon merkezlerini de içini alarak geniş- leyen “hayvan tecrit coğrafyalarını”, bu coğrafyalardaki materyal, coğrafi, siyasi dönüşümleri, sürgün edilen köpeklerin içine çekildiği şiddet sarmalını, bu dönüşümlere paralel olarak değişen “kanun kullanımı” ilişkisini, yoksulluk, yoksunluk ve dışlanma tecrübeleriyle tahrif edilen hak ve adalet anlayışını tartışıyorum.
Kadikoy Belediyesi'nin yerel yönetimler ve kentsel problemleri farklı disiplinler altında tartışt... more Kadikoy Belediyesi'nin yerel yönetimler ve kentsel problemleri farklı disiplinler altında tartıştığı ve dönemsel olarak farklı üst başlıklar altında içerikler oluşturduğu bir seminer programıdır. Programın mantığı öğreten-öğrenen ilişkisi şeklinde kurgulanmayıp karşılıklı deneyim ve bilgi aktarımının yaşandığı bir formatta tasarlanmıştır. Açık Akademi'nin 15 Mart-6 Mayıs tarih aralığını kapsayan 8 haftalık güncel programının üst başlığı "Açık Akademi Kent Seminerleri: İstanbul Nereye?" şeklinde belirlenmiştir. Bu başlık altında; kentsel dönüşüm, kamu arazilerinin geleceği, İstanbul'un mega projeleri, yerel yönetimlerde katılımcılık, kentsel sürdürülebilirlik, kent hayvanları, yeni iletişim teknolojileri ve kent hareketleri, yerel yönetimlerin sosyal hizmet ve toplumsal cinsiyet politikaları gibi farklı başlıkların tartışılması düşünülmüştür.
Mekanda Adalet Derneği, 5. İstanbul Yollarında Kentsel Politik Ekoloji Yaz Okulu (10-22 Haziran 2... more Mekanda Adalet Derneği, 5. İstanbul Yollarında Kentsel Politik Ekoloji Yaz Okulu (10-22 Haziran 2019)
In lieu of an abstract: Located in the Istanbul Research Institute Library archives, this origina... more In lieu of an abstract: Located in the Istanbul Research Institute Library archives, this original autographed document is a typewritten letter from Nazım Kıbrızlı, the president of the Turkish Society for the Protection of Animals (Türkiye Hayvanları Koruma Cemiyeti) throughout the 1940s.1 It is a reader’s letter directly addressed to Fikret Adil (1901–1973), a prominent figure in Istanbul’s cultural milieu from the early republican period onward.
Uploads
Talks by Mine Yıldırım
http://www.sivilsayfalar.org/2019/03/25/ekolojik-yikim-ve-kentlesme-kiskacinda-gorulmeyenler-hayvanlar/
"Çılgın' diye anılan mega projeler; maden tetkik ve sondaj projeleri; kentsel dönüşüm; enerji santrali projeleri; meraların, ormanların, kıyıların rant odaklı kapışılması; virüs gibi yayılan kentleşme ve sanayileşme beraberinde yadsınamaz bir ekolojik yıkımı getiriyor. Ekolojik yıkım ve kentleşme, proje bölgelerindeki insanların hayatlarını etkilerken, bazen de kültürlerini yok ederken, bu süreçlerde hayatları topyekûn değişen, ancak toplumun büyük bir kesimince görülmeyen bir grup var: Hayvanlar… Ekolojik yıkım ve kentleşme kıskacında, hayvanların nasıl etkilenediklerini konuştuk''
Bugün ise İstanbul’un köpekleri, şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir yıkımın eşiğindeler: İstanbul küresel bir şehir olarak yeniden inşa edilirken, köpekler sokaklardan koparılıp devasa tecrit merkezlerine kapatılıyorlar. Şehrin çeperlerine, birer şantiye alanına dönüşmekte olan ormanlara, sanayi havzalarını birbirine bağlayan, insan yerleşiminden uzak arazilere, ölüme terk ediliyorlar. Terk edildikleri yerlerde ise mekânsal ayrışma ve dışlanmanın, yerinden edilme, mülksüzleşme ve şiddet sarmalının içine çekiliyorlar.
Bu çalışma, Dört Ayaklı Belediye: İstanbul'un Sokak Köpekleri" sergisinin bizleri tarihsel olarak getirdiği noktadan yola çıkıyor: "Köpeksizleşen İstanbul"da, sokak köpeklerinin giderek silikleşen ayak izlerini takip etmeyi amaçlıyor. Şehrin çeperlerindeki hayvan tecrit mekânlarında, inşaat sahalarında, şantiye alanlarında, ormanlarda, terk edilmiş arazilerde, sokaklarda sokaklardan kaybolan köpekleri ararken, İstanbul’un köpeksizleşmesini mümkün kılan iktisadi, siyasi ve mekânsal mantıkları anlamaya çalışıyor. Tecrit edilen ve yersizleştirilen sokak köpeklerinin izinde,İstanbul'da değişen insan-hayvan ilişkisinin örtük ama kuvvetli mekanizmalarını, şehrin çeperlerinde değişen kanun ve şiddet ilişkisini ve adalet arayışını tartışıyor.
Article by Mine Yıldırım
Bugün hayvan deneylerini, insan ile hayvan arasındaki yakınlık tecrübesinin içinden, insan bedenine benzer ama farklı bir forma dair bilgiye haiz olma sonucu gelişmiş bir uygulama olarak düşünmek, pratiğin özündeki kullanma, ele geçirerek içselleştirme, tüketerek katletmeyi görünmez kılmak, bu pratiği hem modern insanı kuran öznellik anlayışından; hem de endüstriyel üretimle birlikte aldığı dönüşümlerden azade düşünmek anlamına gelir. Hayvan deneylerini, yalnızca uygulamalı etiğin ilkeleri bağlamında, kültürel biriciklik ekseninde, insan ile hayvan arasundaki mesafenin endeksiyle, tarihdışı ve kötülüğe meyyal insan doğası anlayışıyla, ya da yalnızca hayatın ve ölümün istimlakı üzerinden düşünmeyecek olmamızın nedeni de, bütün bu dinamiklerin kurucu birlikteliği ve biraradalığı.
Hayvan deneyleri, bu kurucu dinamiklerin bir araya gelme ve farklı coğrafyalarda farklılaşma mantığına bakmak için aralamamız gereken bir kapı. Bu aralıktan baktığımızda, hayvan üzerinde deney yapmanın yalnızca tıp tarihinin merhamet yoksunu sayfalarından zaptedilmiş bir bilgi birikimi olmadığını; farklı coğrafyalardaki doğa-kültür farklılaşmasının temelinde yer alan, öznelliğin yasal, maddi ve gündelik, ilişkisel üretiminin altında yatan çelişkilerden ve farkılaşmalardan mütevellit olduğunu görüyoruz.
Hayvan deneylerini mümkün kılan ve üzerinde temellendiği farklılaşmaları (sınıfsal, kültürel, ideolojik ve dinî), Batı toplumları için hukuksal-ekonomik-politik düzenlemenin mantıksal yapısına; Batıdışı coğrafyalarda bu düzenlemenin çapraşık, toplumsal tecrübesi ve yarattığı formlar açısından Batı'dan farklı, zamansal olarak Batı'dan geç, biraraya gelme mantığı enformellik, düzensizlik ve uyumsuzluklarla örülü ancak son derece etkili dinamikler ekseninde değerlendirmeye çalışmak son derece önemli. Özellikle Türkiye gibi hayvan deneyinin yasallaşması sürecinin hâlâ politik mücadele konusu olduğu, sokak hayvanlarının masrafsız, ya da bedava hammadde, denek, biyokütle olarak görüldüğü ülkelerdeki hayvan kurtuluşu siyasetinin dönüştürücü potansiyellerini kuvvetlendirmek açısından.
Son olarak Kayseri’de yaşanan olay, bu döngünün son halkası olarak karşımıza çıkan “başıboş köpek saldırısı” haberlerini ana haber bültenlerine, hatta ulusal ve yerel siyasetin gündemine taşımış durumda. Ancak olayın en fazla birkaç gün süren sansasyonel etkisi geçince, tüm haber kanallarının neredeyse rutinleştirdiği bu döngüyle hayvan haberleri servis ettiğini söylemek mümkün. Hayvanın neden olduğu iddia edilen vahşetin ifadeleri hep aynı: Sahipsiz, başıboş, saldırgan köpekler masum vatandaşa saldırdı vb. Hayvan şiddeti mağdurlarının, ne hikmetse, bebekli bir anne, küçük bir çocuk, yaşlı hasta bir kadın gibi kişiler olması, söylemin arkasında yatan, hayvanı masum ve kırılganlığının ötesinde düşmanlaştırma itkisini de ortaya koyuyor.[1]
Peki ama neden? Hayvanların şehirlerdeki hayatına dair böylesi temsillerin, insanların onlarla kurduğu ilişkilere nasıl etkisi oluyor?
Bu yazı, hayvanlara dair duygulanımın manipüle edilirken, tekrarlanan bir hayvan sahipliği algısını ve buna dair oluşturulan dili sorguluyor. Bu, bazı hak savunucuları tarafından tali bir gündem gibi görülse de, değil: Hayvanlara dair dilsel ve bilişsel çerçeveleme mekanizmaları, şiddetin var olma koşullarının başında gelir. Toplumsal şiddetin azalması, hayvana şiddetin kanunen suç sayılabilmesi için, hayvanların yaşam hakkına, yerleşmeden, toplumda yer almaktan gelen özgün haklarını dile, tahayyüle, siyasete eklemleme pratiklerini gözden geçirmemiz gerekiyor. Hem de, şiddetin bu denli yaygınlaştığı bir dönemde, acilen.
Yazıya eşlik eden temel endişe, Kısırkaya’da açılacak merkezler birlikte, İstanbul’da hali hazırda toplama, uzaklaştırma ve henüz düzensiz itlaflara maruz kalan sokak hayvanlarının geri dönülmez bir felaketin eşiğinde olacağı öngörüsünden kaynaklanıyor. Türkiye’deki hayvan siyasetinin (İBB ile ilişkilerini iyi tutmayı hedefleyen birkaç hayvan örgütü dışında) geneline hakim olduğunu söyleyebileceğimiz bu sezginin, basit bir karamsar endişe ya da spekülasyondan ibaret olmadığını, sürecin arkaplanında yatan kentsel dönüşümün henüz hâlâ gizli bazı veçhelerine baktığımızda daha iyi görebileceğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla, bu yazı hem Kısırkaya’daki merkezin tekil önemini vurgulamak, dolayısıyla ona karşı örgütlenen politik mücadelenin varsayımlarını ve perspektifini açabilmek, böylesi çok boyutlu bir meselede spekülasyonu azaltabilmeyi amaçlıyor.
Öncelikle söz konusu sokak hayvanı bakımı olduğunda, bunun gibi vatandaş katılımını teşvik ederken işin idari icraat kısmını gizleyerek merkezileştiren uygulamaların, geri dönüşüm dünyasının bireyselleşmiş ve tüketim-sonrası odaklı çevre ve ekolojik dönüşüm tahayyülünü kuvvetlendirmekle kalmayıp; sokak hayvanını beslemeyi yönetimsel, idari ve düzenlemeye tabi bir icraat olarak gösterdiğini düşünüyorum. Amerikan tipi bir oyunlaştırmayla hayvan beslemeyi öğretmeyi amaçlayan bu mekanizmaların belediye eliyle yerleştirilmesi, kökeninde bir idari-yönetimsel icraat olması ne anlama geliyor?
en büyük felaketlerinden biri. 80 binden fazla köpeğin Sivriada’ya sürgün edilip korkunç biçimde ölmesiyle sonuçlansa da, sokak köpeklerini söküp atmayı başara- mamış, gecikmiş modernleşme tecrübemi- ze ayna tutan bir çağdaşlaşma trajedisi.1 Sivriada’dan sonra da yüz yıl boyunca devam eden sürgünlere, dönem dönem şehri saran kuduz söylentisiyle gerçek- leşen itlaflara, zehirlemelere, tecrite ve kayıtdışı öldürmelere rağmen İstanbul, köpekleriyle yaşamış ve büyümüş bir şehir. Bugün ise İstanbul’un köpekleri, şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir yıkımın eşi- ğindeler: İstanbul küresel bir şehir olarak yeniden inşa edilirken köpekler sokaklar- dan koparılıp devasa tecrit merkezlerine kapatılıyorlar. Şehrin çeperlerine, birer şantiye alanına dönüşmekte olan orman- lara, sanayi havzalarını birbirine bağla- yan, insan yerleşiminden uzak arazilerde ölüme terk ediliyorlar. Terk edildikleri yerlerde ise mekansal ayrışma ve dışlan- manın, yerinden edilme, mülksüzleşme ve şiddet sarmalının içine çekiliyorlar.
Bu yazıda İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve ilçe belediyeleri eliyle toplatılarak yerleri değiştirilen sokak köpeklerinin izini sürüyorum. İstanbul’daki kentsel dönüşüme dair giderek büyüyen yazında bugüne dek ihmal edilmiş olan “çeper-çevre” (peri-urban) alanlara odaklanarak marjinal kent coğrafyalarının dönüşümünde kritik öneme
sahip olduğunu savunduğum, örtük ama kuvvetli dinamikleri inceliyorum: Haziran 2012 ile Ağustos 2017 tarihleri arasında, İs- tanbul’un kuzeybatı çeperleri boyunca uza- nan, Sarıyer’e bağlı Kısırkaya mahallesin- de2 gerçekleştirdiğim saha araştırmasının bulguları ışığında binlerce sokak köpeğinin kapatılarak öldürüldüğü bakım ve rehabili- tasyon merkezlerini de içini alarak geniş- leyen “hayvan tecrit coğrafyalarını”, bu coğrafyalardaki materyal, coğrafi, siyasi dönüşümleri, sürgün edilen köpeklerin içine çekildiği şiddet sarmalını, bu dönüşümlere paralel olarak değişen “kanun kullanımı” ilişkisini, yoksulluk, yoksunluk ve dışlanma tecrübeleriyle tahrif edilen hak ve adalet anlayışını tartışıyorum.
Teaching Documents by Mine Yıldırım
Papers by Mine Yıldırım
http://www.sivilsayfalar.org/2019/03/25/ekolojik-yikim-ve-kentlesme-kiskacinda-gorulmeyenler-hayvanlar/
"Çılgın' diye anılan mega projeler; maden tetkik ve sondaj projeleri; kentsel dönüşüm; enerji santrali projeleri; meraların, ormanların, kıyıların rant odaklı kapışılması; virüs gibi yayılan kentleşme ve sanayileşme beraberinde yadsınamaz bir ekolojik yıkımı getiriyor. Ekolojik yıkım ve kentleşme, proje bölgelerindeki insanların hayatlarını etkilerken, bazen de kültürlerini yok ederken, bu süreçlerde hayatları topyekûn değişen, ancak toplumun büyük bir kesimince görülmeyen bir grup var: Hayvanlar… Ekolojik yıkım ve kentleşme kıskacında, hayvanların nasıl etkilenediklerini konuştuk''
Bugün ise İstanbul’un köpekleri, şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir yıkımın eşiğindeler: İstanbul küresel bir şehir olarak yeniden inşa edilirken, köpekler sokaklardan koparılıp devasa tecrit merkezlerine kapatılıyorlar. Şehrin çeperlerine, birer şantiye alanına dönüşmekte olan ormanlara, sanayi havzalarını birbirine bağlayan, insan yerleşiminden uzak arazilere, ölüme terk ediliyorlar. Terk edildikleri yerlerde ise mekânsal ayrışma ve dışlanmanın, yerinden edilme, mülksüzleşme ve şiddet sarmalının içine çekiliyorlar.
Bu çalışma, Dört Ayaklı Belediye: İstanbul'un Sokak Köpekleri" sergisinin bizleri tarihsel olarak getirdiği noktadan yola çıkıyor: "Köpeksizleşen İstanbul"da, sokak köpeklerinin giderek silikleşen ayak izlerini takip etmeyi amaçlıyor. Şehrin çeperlerindeki hayvan tecrit mekânlarında, inşaat sahalarında, şantiye alanlarında, ormanlarda, terk edilmiş arazilerde, sokaklarda sokaklardan kaybolan köpekleri ararken, İstanbul’un köpeksizleşmesini mümkün kılan iktisadi, siyasi ve mekânsal mantıkları anlamaya çalışıyor. Tecrit edilen ve yersizleştirilen sokak köpeklerinin izinde,İstanbul'da değişen insan-hayvan ilişkisinin örtük ama kuvvetli mekanizmalarını, şehrin çeperlerinde değişen kanun ve şiddet ilişkisini ve adalet arayışını tartışıyor.
Bugün hayvan deneylerini, insan ile hayvan arasındaki yakınlık tecrübesinin içinden, insan bedenine benzer ama farklı bir forma dair bilgiye haiz olma sonucu gelişmiş bir uygulama olarak düşünmek, pratiğin özündeki kullanma, ele geçirerek içselleştirme, tüketerek katletmeyi görünmez kılmak, bu pratiği hem modern insanı kuran öznellik anlayışından; hem de endüstriyel üretimle birlikte aldığı dönüşümlerden azade düşünmek anlamına gelir. Hayvan deneylerini, yalnızca uygulamalı etiğin ilkeleri bağlamında, kültürel biriciklik ekseninde, insan ile hayvan arasundaki mesafenin endeksiyle, tarihdışı ve kötülüğe meyyal insan doğası anlayışıyla, ya da yalnızca hayatın ve ölümün istimlakı üzerinden düşünmeyecek olmamızın nedeni de, bütün bu dinamiklerin kurucu birlikteliği ve biraradalığı.
Hayvan deneyleri, bu kurucu dinamiklerin bir araya gelme ve farklı coğrafyalarda farklılaşma mantığına bakmak için aralamamız gereken bir kapı. Bu aralıktan baktığımızda, hayvan üzerinde deney yapmanın yalnızca tıp tarihinin merhamet yoksunu sayfalarından zaptedilmiş bir bilgi birikimi olmadığını; farklı coğrafyalardaki doğa-kültür farklılaşmasının temelinde yer alan, öznelliğin yasal, maddi ve gündelik, ilişkisel üretiminin altında yatan çelişkilerden ve farkılaşmalardan mütevellit olduğunu görüyoruz.
Hayvan deneylerini mümkün kılan ve üzerinde temellendiği farklılaşmaları (sınıfsal, kültürel, ideolojik ve dinî), Batı toplumları için hukuksal-ekonomik-politik düzenlemenin mantıksal yapısına; Batıdışı coğrafyalarda bu düzenlemenin çapraşık, toplumsal tecrübesi ve yarattığı formlar açısından Batı'dan farklı, zamansal olarak Batı'dan geç, biraraya gelme mantığı enformellik, düzensizlik ve uyumsuzluklarla örülü ancak son derece etkili dinamikler ekseninde değerlendirmeye çalışmak son derece önemli. Özellikle Türkiye gibi hayvan deneyinin yasallaşması sürecinin hâlâ politik mücadele konusu olduğu, sokak hayvanlarının masrafsız, ya da bedava hammadde, denek, biyokütle olarak görüldüğü ülkelerdeki hayvan kurtuluşu siyasetinin dönüştürücü potansiyellerini kuvvetlendirmek açısından.
Son olarak Kayseri’de yaşanan olay, bu döngünün son halkası olarak karşımıza çıkan “başıboş köpek saldırısı” haberlerini ana haber bültenlerine, hatta ulusal ve yerel siyasetin gündemine taşımış durumda. Ancak olayın en fazla birkaç gün süren sansasyonel etkisi geçince, tüm haber kanallarının neredeyse rutinleştirdiği bu döngüyle hayvan haberleri servis ettiğini söylemek mümkün. Hayvanın neden olduğu iddia edilen vahşetin ifadeleri hep aynı: Sahipsiz, başıboş, saldırgan köpekler masum vatandaşa saldırdı vb. Hayvan şiddeti mağdurlarının, ne hikmetse, bebekli bir anne, küçük bir çocuk, yaşlı hasta bir kadın gibi kişiler olması, söylemin arkasında yatan, hayvanı masum ve kırılganlığının ötesinde düşmanlaştırma itkisini de ortaya koyuyor.[1]
Peki ama neden? Hayvanların şehirlerdeki hayatına dair böylesi temsillerin, insanların onlarla kurduğu ilişkilere nasıl etkisi oluyor?
Bu yazı, hayvanlara dair duygulanımın manipüle edilirken, tekrarlanan bir hayvan sahipliği algısını ve buna dair oluşturulan dili sorguluyor. Bu, bazı hak savunucuları tarafından tali bir gündem gibi görülse de, değil: Hayvanlara dair dilsel ve bilişsel çerçeveleme mekanizmaları, şiddetin var olma koşullarının başında gelir. Toplumsal şiddetin azalması, hayvana şiddetin kanunen suç sayılabilmesi için, hayvanların yaşam hakkına, yerleşmeden, toplumda yer almaktan gelen özgün haklarını dile, tahayyüle, siyasete eklemleme pratiklerini gözden geçirmemiz gerekiyor. Hem de, şiddetin bu denli yaygınlaştığı bir dönemde, acilen.
Yazıya eşlik eden temel endişe, Kısırkaya’da açılacak merkezler birlikte, İstanbul’da hali hazırda toplama, uzaklaştırma ve henüz düzensiz itlaflara maruz kalan sokak hayvanlarının geri dönülmez bir felaketin eşiğinde olacağı öngörüsünden kaynaklanıyor. Türkiye’deki hayvan siyasetinin (İBB ile ilişkilerini iyi tutmayı hedefleyen birkaç hayvan örgütü dışında) geneline hakim olduğunu söyleyebileceğimiz bu sezginin, basit bir karamsar endişe ya da spekülasyondan ibaret olmadığını, sürecin arkaplanında yatan kentsel dönüşümün henüz hâlâ gizli bazı veçhelerine baktığımızda daha iyi görebileceğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla, bu yazı hem Kısırkaya’daki merkezin tekil önemini vurgulamak, dolayısıyla ona karşı örgütlenen politik mücadelenin varsayımlarını ve perspektifini açabilmek, böylesi çok boyutlu bir meselede spekülasyonu azaltabilmeyi amaçlıyor.
Öncelikle söz konusu sokak hayvanı bakımı olduğunda, bunun gibi vatandaş katılımını teşvik ederken işin idari icraat kısmını gizleyerek merkezileştiren uygulamaların, geri dönüşüm dünyasının bireyselleşmiş ve tüketim-sonrası odaklı çevre ve ekolojik dönüşüm tahayyülünü kuvvetlendirmekle kalmayıp; sokak hayvanını beslemeyi yönetimsel, idari ve düzenlemeye tabi bir icraat olarak gösterdiğini düşünüyorum. Amerikan tipi bir oyunlaştırmayla hayvan beslemeyi öğretmeyi amaçlayan bu mekanizmaların belediye eliyle yerleştirilmesi, kökeninde bir idari-yönetimsel icraat olması ne anlama geliyor?
en büyük felaketlerinden biri. 80 binden fazla köpeğin Sivriada’ya sürgün edilip korkunç biçimde ölmesiyle sonuçlansa da, sokak köpeklerini söküp atmayı başara- mamış, gecikmiş modernleşme tecrübemi- ze ayna tutan bir çağdaşlaşma trajedisi.1 Sivriada’dan sonra da yüz yıl boyunca devam eden sürgünlere, dönem dönem şehri saran kuduz söylentisiyle gerçek- leşen itlaflara, zehirlemelere, tecrite ve kayıtdışı öldürmelere rağmen İstanbul, köpekleriyle yaşamış ve büyümüş bir şehir. Bugün ise İstanbul’un köpekleri, şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir yıkımın eşi- ğindeler: İstanbul küresel bir şehir olarak yeniden inşa edilirken köpekler sokaklar- dan koparılıp devasa tecrit merkezlerine kapatılıyorlar. Şehrin çeperlerine, birer şantiye alanına dönüşmekte olan orman- lara, sanayi havzalarını birbirine bağla- yan, insan yerleşiminden uzak arazilerde ölüme terk ediliyorlar. Terk edildikleri yerlerde ise mekansal ayrışma ve dışlan- manın, yerinden edilme, mülksüzleşme ve şiddet sarmalının içine çekiliyorlar.
Bu yazıda İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve ilçe belediyeleri eliyle toplatılarak yerleri değiştirilen sokak köpeklerinin izini sürüyorum. İstanbul’daki kentsel dönüşüme dair giderek büyüyen yazında bugüne dek ihmal edilmiş olan “çeper-çevre” (peri-urban) alanlara odaklanarak marjinal kent coğrafyalarının dönüşümünde kritik öneme
sahip olduğunu savunduğum, örtük ama kuvvetli dinamikleri inceliyorum: Haziran 2012 ile Ağustos 2017 tarihleri arasında, İs- tanbul’un kuzeybatı çeperleri boyunca uza- nan, Sarıyer’e bağlı Kısırkaya mahallesin- de2 gerçekleştirdiğim saha araştırmasının bulguları ışığında binlerce sokak köpeğinin kapatılarak öldürüldüğü bakım ve rehabili- tasyon merkezlerini de içini alarak geniş- leyen “hayvan tecrit coğrafyalarını”, bu coğrafyalardaki materyal, coğrafi, siyasi dönüşümleri, sürgün edilen köpeklerin içine çekildiği şiddet sarmalını, bu dönüşümlere paralel olarak değişen “kanun kullanımı” ilişkisini, yoksulluk, yoksunluk ve dışlanma tecrübeleriyle tahrif edilen hak ve adalet anlayışını tartışıyorum.