Türkiye’de çevre sorunlarından dolayı binlerce insan ölümcül hastalıklara yakalanıyor ve hayatını... more Türkiye’de çevre sorunlarından dolayı binlerce insan ölümcül hastalıklara yakalanıyor ve hayatını kaybediyor. Önümüzdeki yıllarda bu sayıların milyonlara ulaşmasının kaçınılmaz bir sonuç olduğunu söylemek acı ama su götürmez bir gerçek. Ülkemizde yaşanan çevre krizi, ulusal güvenlik sorununa doğru dönüşüyor. Çevre sorunlarının bir beka meselesine evrilmesinin arifesinde yeşil siyaset Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlayabilmesinin asgari koşuludur. Yeşil siyaset, bu topraklarda torunlarımızın, yani gelecek kuşakların özgür, adil ve kendi kendine yetebilecek şekilde yaşayabilmesinin garantisidir. Bu kitap, çevre dostu politikaların manifestosunu ortaya koyarak yeşil siyasetin şifrelerini kamuoyu ile paylaşmaktadır.
Many Turkish cities have witnessed increasing micro and macro-spatial dimensions in urban social ... more Many Turkish cities have witnessed increasing micro and macro-spatial dimensions in urban social movements, shaping urban space over recent decades. Typical Turkish urban social movements have generally shared the same goals, been based on actors’ lower-class backgrounds and locally-rooted associations, and have employed similar types of action and strategies against authority. However, the Gezi Park protests were of a singular and different character. This book aims to explore the Gezi Park protests, and discusses their role in changing the character of urban social movements in Turkey, by asking the following questions: What social, political, and economic forces changed the structure of the protests over the years in Turkey? In turn, how has the Gezi Park movement shaped our understanding of new Turkish urban social movements?
2022 yılının Ekim ayında yayınlanan Akademik Kariyerin DNA’sı kitabı, iki ay gibi kısa bir süre i... more 2022 yılının Ekim ayında yayınlanan Akademik Kariyerin DNA’sı kitabı, iki ay gibi kısa bir süre içerisinde tükendi. Akademik kariyer yapmak isteyenlerin ve hâlihazırda yapanların bu kitaba yoğun ilgi göstermesi, Türkiye’de bilime olan merakın bir yansıması olduğu için sevindirici ve gurur verici bir durum. Kitabın tükenmesinin yanında okuyucularımdan aldığım yüzlerce olumlu mesaj, bu kitabın önemli bir boşluğu doldurduğunu göstermektedir. Akademik Kariyerin DNA’sı başlıklı çalışmaya yoğun ilginin arkasında iki temel faktör bulunmaktadır. Birincisi, Türkiye’de maalesef ki akademik kariyer hakkında rehber olabilecek akademik çalışmalar yok denilecek boyuttadır. Akademik kariyerin kapsamı, bir bilim insanında bulunması gereken vasıflar, akademik çalışmalarda başarıyı etkileyen veya belirleyen faktörler vb. konularda kapsamlı ve güvenilir çalışmalar bulunmamaktadır. Ayrıca, bu boşluğa danışman hocaların ilgisizliği de eklenince genç araştırmacılar akademik kariyer yolculuğunda adeta sudan çıkmış balığa dönmektedir. Bu kitap yukarıda belirtilen boşluğu doldurabilecek bilgiler içerdiği için kısa süre içerisinde akademisyenlerin ve akademisyen adaylarının rehberi olma başarısı gösterdi.
Nuclear energy is the most controversial energy source in the 21st century. Both nuclear energy a... more Nuclear energy is the most controversial energy source in the 21st century. Both nuclear energy advocates and nuclear energy opponents try to manipulate society by providing incomplete or incorrect information about nuclear energy. Nuclear Energy: Perception or Reality? provides readers with objective information about both the advantages and disadvantages of nuclear energy and explains many common myths about it.
21. yüzyıl iklim krizi açısından bir dönüm noktası. İnsan eylemlerinin bir sonucu olarak ortaya ç... more 21. yüzyıl iklim krizi açısından bir dönüm noktası. İnsan eylemlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan iklim değişikliği nedeniyle tüm canlı yaşamı yok olma riskiyle karşı karşıya. Son 200 yıldır tabiri caizse bindiğimiz dalı kesiyoruz. Fakat canlı yaşamı için varoluş sorunsalı olan iklim değişikliğini önlemede hâlâ geç kalmış sayılmayız. İnsanların tam merkezinde bulunduğu iklim krizini doğru enerji kaynaklarının kullanılması ile sonlandırmak mümkün. İklim krizinin kaderini kullanılan enerji kaynaklarının türü belirleyebilir. Bu bilimsel eser iklim değişikliği ile mücadelede farklı enerji kaynaklarının rolünü ve iklim krizine karşı çözüm önerilerini okuyuculara sunmaktadır.
Bu kitap bir bilim insanının sahip olması gereken vasıflarını ve başarılı bilimsel çalışmaları ic... more Bu kitap bir bilim insanının sahip olması gereken vasıflarını ve başarılı bilimsel çalışmaları icra edebilmenin prensiplerini kendi deneyimlerim ve gözlemlerim çerçevesinde ortaya koyan bir kılavuz niteliğindedir. Bu eser ile akademik kariyer yapmak isteyenlere ve hâlihazırda yapanlara akademi dünyasında başarılı olmanın sırları, bilimin ve bilim insanı olmanın temel kaideleri ve akademik kariyerin az bilinen ama yüksek sesle konuşulmayan gerçekleri aktarılmaktadır.
Çevre, tüm canlıların yegâne ortak evidir. Çevre var olmadan canlıların yaşamını sürdürebilmesi m... more Çevre, tüm canlıların yegâne ortak evidir. Çevre var olmadan canlıların yaşamını sürdürebilmesi mümkün değildir. Yaşamımızın ana kaynağı, doğanın bir bütün olarak kendisidir. Canlı yaşamı için gerekli olan tüm temel ihtiyaç maddeleri doğrudan çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarından karşılanmaktadır. Hava, su, besin maddeleri ve barınma gibi canlı yaşamı için gerekli olan tüm asgari ihtiyaçlar, doğanın sunduğu imkânlardan temin edilmektedir. Bu temel ihtiyaçlarımızı karşılayamadan var olabilmemiz mümkün değildir. Bu nedenle çevre var olduğu sürece bizler de varızdır. Doğa bizi var eden en temel unsur olmasına rağmen, çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurları insanlar tarafından sistematik bir şekilde yok edilmektedir. Doğaya karşı olan minnet duygumuzu, onu yok ederek göster(eme)mekteyiz. Doğaya karşı yaptıklarımızdan ya da yap(a)madıklarımızdan dolayı doğanın “nankör çocukları” gibiyiz. Kendini evrenin merkezinde gören insanoğlu, lüks tüketim alışkanlıkları için tabiata her türlü zararı vermektedir. Tabiri caizse “bindiğimiz dalı” kesiyoruz. Çünkü doğaya zarar vererek aslında kendi varoluşumuzu riske atıyoruz. Çevreye verdiğimiz zarardan dolayı her yıl milyonlarca insan yaşamını kaybetmektedir. İnsanların çevrenin canlı ve cansız unsurlarına zarar vermesi neticesinde ortaya çıkan hava, su ve toprak kirliliği, iklim değişikliği, küresel ısınma, ormansızlaşma ve radyoaktif kirlenme gibi çevre sorunlarına maruz kalan insanlar, kanser gibi ölümcül hastalıklara yakalanarak yaşamını kaybetmektedir. Çevre sorunları sadece insanları etkilememektedir. Çevreye verdiğimiz zararın faturası en ağır ödeyen canlı grubu bitkiler ve hayvanlardır. Bizlerin yaşam tarzı nedeniyle çevrenin tahrip edilmesi, bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına neden olarak ekolojik dengeyi bozmaktadır. Ekolojik dengenin tekrardan tesis edilebilmesi için hâlâ geç değil. Sadece içinde bulunduğumuz kriz durumunu idrak etmemiz ve buna uygun adımlar atmamız lazım. Toplumsal uyanışı sağlayarak yok olma aşamasında olan doğayı tekrardan kurtarabiliriz. Bunun için doğaya nasıl davranmamız gerektiğini bilmemiz gerekmektedir. Çevre sorunlarının çözümü ve tüm canlıların kurtuluşu, insanların “tabiat anaya” nasıl davranması gerektiğini bilmesinde yatmaktadır. “Çevre Etiği ve Spinoza” başlıklı bu kitap toplumsal uyanışa katkı sağlamayı amaçlamaktadır. İnsanoğlunu doğaya karşı nasıl davranması gerektiğinin cevabını sunan bu bilimsel eser, geleceğimizi kurtarmanın şifrelerini paylaşmaktadır.
Çevresel adaletsizlik tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir sorun olarak durmaktadır. ... more Çevresel adaletsizlik tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir sorun olarak durmaktadır. Gündelik hayatımızın birçok aşamasında farkında olmadan çevresel adaletsizliğin mağduru olabilmekteyiz. Fakat yaşadığımız çevresel adaletsizliğin farkında olmadığımız için bu sorunu önlemeye yönelik bir eylemde bulunulmamaktadır. Bu eser Türkiye’de yaşanan çevresel adaletsizlikleri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Türkiye’de çevre bilimi alanında kapsamlı bir şekilde tartışılmamış bir konu olan çevresel adaletsizlik, ilk defa bu eser ile gündeme gelmektedir.
Kentleşme günümüz dünyasının en önemli olgularından bir tanesidir. Dünya nüfusu hızla kentleşmekt... more Kentleşme günümüz dünyasının en önemli olgularından bir tanesidir. Dünya nüfusu hızla kentleşmektedir. 1950’li yıllarda iletişim ve ulaşım araçlarında yaşanan gelişmelere bağlı olarak kırdan kente göç tüm dünyada artış göstermiştir. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kentleşme ivme kazanarak devam etmektedir. İnsanlık tarihinin çok küçük bir döneminde gerçekleşen hızlı kentleşme süreci, beraberinde çarpık ve plansız kentlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Milyarlarca insana ev sahipliği yapan kentler, çok sayıda sorun ile karşı karşıyadır. İçinde yaşadığımız kentlerin önemli bir kısmı insanların nefes almakta zorlandığı, yeşil alanların çok az miktarda olduğu, her tarafın beton yığınları ile kaplandığı, hava, su toprak ve gürültü kirliliği gibi birçok çevre sorunun ölümcül boyutlara ulaştığı, bir yerden başka bir yere gitmenin giderek zorlaştığı, göze hoş gelmeyen yapıların giderek yaygınlaştığı mekânlar haline dönüşmüştür. Bu yaşam yerlerinde varlığını sürdürmeye çalışan insanlar, yaşadıkları kentlerin tesiri altında kalarak mutsuz bir hayat sürmek zorunda kalmaktadır. Bizlerin yaşam alanları, kendi ruhsal ve fiziksel sağlığımızı doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle, kentlerin insanların mutluluğuna hizmet edecek şekilde oluşturulması ya da dönüştürülmesi gerekmektedir. Mevcut kentlerin daha yaşanabilir alanlara dönüştürülebilmesi için öncelikle kentlerin karşı karşı olduğu sorunların; kentlerin ve kentleşmenin dinamiklerinin doğru tespit edilebilmesi gerekmektedir. Kentlerin ve kentleşmenin boyutları ve kapsamı teknolojik gelişmelere, toplumsal dönüşümlere, çevre sorunlarına, politik uyuşmazlıklara vb. bağlı olarak sürekli değişmektedir. Bu değişimin nedenlerinin ve olası sonuçlarının tespit edilebilmesi, daha sağlıklı kentlerin inşa edilebilmesi için önem arz eden bir durumdur. Bu kitap, okuyuculara varlıklarını sürdürdükleri yaşam alanlarını tanımalarına ve bu alanların karşı karşıya oldukları sorunlarını ve olası çözüm önerilerini keşfetmelerine olanak sağlayabilecek bir bilimsel eserdir.
Emrah Akyüz advances an environmental human rights approach to environmental protections regardin... more Emrah Akyüz advances an environmental human rights approach to environmental protections regarding nuclear power. Using the aftermath of the Fukushima disaster as a case study, Akyüz argues for three main approaches to environmental protection, including the right to environment, the reinterpretation of human rights, and the role of procedural rights.
Çevre bütün canlıların ortak evidir. Çevre var olmadan yaşamımızı
sürdürebilmemiz mümkün değildir... more Çevre bütün canlıların ortak evidir. Çevre var olmadan yaşamımızı sürdürebilmemiz mümkün değildir. Var olabilmemizin asgari koşulu çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarının varlığıdır. Çünkü yaşamımızı devam ettirebilmemiz için gerekli olan tüm asgari ihtiyaçlarımızı doğadan karşılamaktayız. Doğa yaşamımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan tüm ihtiyaç maddelerini karşılıksız bir şekilde tesis eden en değerli varlıktır. Doğa bize karşı oldukça cömert olmasına rağmen insanoğlunun doyumsuzluğu nedeniyle çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarına sürekli zarar verilmektedir. Çevreye verdiğimiz zarar tüm canlıların yok olması riskini doğuran bir felakete doğru gitmektedir. Bu felaketin sorumlusu konumunda olan insanlar çevre kirliliğinden en çok etkilenen canlılardan bir tanesidir. Çevresel sorunlardan dolayı her yıl milyonlarca insan ölmekte, kanser gibi ciddi sağlık sorunlarına yakalanmakta, yaşam yerlerini terk etmek zorunda kalmakta, besin ve su gibi temel ihtiyaç maddelerine erişim sağlayamamaktadır. Oysaki bir insanın onurlu bir yaşam sürebilmesi için yaşam hakkı, mülkiyet hakkı su ve besin gibi temel ihtiyaç maddelerine erişim hakkı bölgesel ve uluslararası sözleşmeler tarafından temel insan hakları olarak kabul edilmekte ve korunmaktadır. Doğayı tahrip etmemiz nedeniyle ortaya çıkan çevresel kirlilik bireylerin onurlu bir yaşam sürebilmesi için sahip oldukları temel hak ve hürriyetlerin korunmasında en önemli engellerden bir tanesi olarak durmaktadır. Çünkü bizlerin sahip olduğu evrensel insan hakları çevre sorunlarından dolayı ihlal edilmektedir. Çevre sorunları ve insan hakları ilişkisi 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren uluslararası platformlarda sıkça tartışılmaya başlanmıştır. Birçok çevre ve insan hakları sözleşmesi çevre sorunları ve insan hakları ilişkisine yönelik düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Fakat bu konu Türkiye’de yeterli ilgiyi görmemektedir. Türkiye’de çevre ve insan hakları ilişkisini ele alan detaylı bir akademik çalışma bulunmamaktadır. Akademik düzeyde yaşanan bu boşluk çevre ve insan hakları ilişkisi hakkında toplumsal bilincin gelişmesine de engel teşkil etmektedir. Sahip olduğumuz tüm insan hakları çevre sorunlarından dolayı risk altındadır. Onurlu bir yaşam sürebilmemiz için asgari bir koşul olan insan haklarının korunabilmesinde temiz çevrenin önemi maalesef anlaşılabilmiş değildir. Bu alanda toplumsal bilinci arttıracak akademik eserlere ihtiyaç duyulmaktadır. “Çevre Ve İnsan Hakları: Türkiye Üzerine Bir Araştırma” başlıklı kitap bu ihtiyacı gidermek amacıyla ele alınmıştır Türkiye’de çevre ve insan hakları ilişkisi inceleyen ve aynı zamanda Türkiye’nin çevre ve insan hakları politikasını analiz eden en kapsamlı akademik kitaptır.
Her yıl yaklaşık olarak 12,6 milyon insanın ölümüne neden olan çevre sorunları, teknolojik gelişm... more Her yıl yaklaşık olarak 12,6 milyon insanın ölümüne neden olan çevre sorunları, teknolojik gelişmelere paralel bir şekilde artan ve kökleri çok eskilere dayanan önemli bir meseledir. Âdemoğlu, tarihin ilk dönemlerinden bu yana çevreyi kendi çıkarları ve arzuları doğrultusunda kullanmış/sömürmüş ve bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde doğayı tahrip etmiştir. İnsanlığın çok eski dönemlerinde gerçekleşen kimi icatlar ve buluşlar önemli çevre sorunların kaynağı olmuştur. Mesela ateşin icat edilmesiyle birlikte başta ormanlık alanlar olmak üzere tüm doğal çevre insan kaynaklı yangın riski ile karşı karşıya kalmaya başlamıştır. Yine de bu dönemlerde insanların doğaya verdikleri zararlar küçük boyutlarda kalmıştır. Her ne kadar kökleri çok eskilere dayansa da çevre sorunlarının tehlikeli boyutlara ulaşması özellikle 18. yüzyılda Sanayi Devrimi sonrası yaşanan toplumsal ve ekonomik dönüşüm süreci ile ivme kazanmıştır. Hızlı ve kontrolsüz bir şekilde gerçekleştirilen sanayileşme, beraberinde plansız kentleşme sorununu doğurmuş, kent öbeklerine yığılan toplumlar adeta birer tüketim makinesi haline dönüşerek doğal çevre üzerinde oluşmaya başlayacak yıkımın fitilini ateşlemişlerdir. Artan tüketimi karşılayabilmek amacıyla ise daha fazla üretim yapılmak istenilmiş ve bu durum doğal kaynakların fütursuz bir şekilde talan edilmesi sürecine ivme kazandırmıştır. İnsanoğlu, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve daha fazla maddi kazanç sağlayabilmek amacıyla, en önemli ihtiyaç maddelerinden bir tanesini oluşturan temiz çevreyi bilinçsiz bir şekilde kullanmaya başlamıştır. 19. yüzyılda çevre sorunlarının artması ve tehlikeli boyutlara ulaşmasının birer neticesi olarak küresel ölçekte bir çevre bilinci oluşmaya başlamıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanlar arasında hızla artan çevre bilinci, çevre sorunlarına yönelik olarak çok sayıda uluslararası örgütün kurulmasına ve çeşitli çevre sözleşmelerinin yapılarak doğanın korunmasına yönelik yasal adımların atılmasına vesile olmuştur. Temiz çevrenin bir insan hakkı olduğu realitesi kabul edilmeye başlanmış ve bu ilke çeşitli uluslararası insan hakları ve çevre sözleşmelerinin ana maddeleri arasına girmiştir. Ülkeler, ulusal ölçekte çevre hukuku alanında düzenlemeler yaparak doğayı korumaya yönelik adımlar atmaya başlamışlardır. Çevrenin yasalarla korunuyor olması çevre sorunlarını önlemede yetersiz kalmaktadır; çünkü çevre konusunda bilinçsiz olan kimi insanlar yaşam tarzları ile doğayı istemeden de olsa tahrip etmektedirler. İnsanoğlunun sahip olduğu ve vazgeç(e)mediği çoğu alışkanlıkları çevre kirliliğinin en önemli sebebini oluşturmaktadır. Modayı takip etme uğruna sahip olduğu ürün daha eskimeden en son piyasaya çıkanı alma eğilimi, aşırı tüketim alışkanlığı, toplu taşıma ya da bisiklet gibi çevreci ya da çevreyi daha az kirleten araçlar yerine daha konforlu olduğu için bireysel taşıtların kullanılması, insanın dışında ki çevresel öğelere saygı duyulmaması ve lüks tüketim alışkanlıkları insanoğlunun modern dünya olarak nitelendirilen 21. yüzyıl içerisinde sahip olduğu ve çevreye ciddi zararlar veren yaşam tarzının karakteristik özelliklerini oluşturmaktadır. İnsanlar, bu yaşam tarzının çevre kirliliği nasıl tetiklediği konusunda yeterince bilinçli olmaması çevre sorunlarının boyunu daha da arttırmaktadır. Beni bu akademik çalışmaya iten en önemli etken, çevre konusunda toplumsal bir bilincin oluşmamış olmasına hayatımın her evresinde şahitlik etmiş olmamdır. Çevrenin canlı yaşamı için sahip olduğu hayati öneme rağmen insanların bilinçli veya bilinçsiz olarak doğayı tahrip etmesi, çevre konusunda toplumsal bir bilincinin gelişmemiş olmasının bir neticesidir ve bu durum ülkemizde sıklıkla tecrübe ettiğim bir gerçektir. Mesela 2014 senesinde Türkiye’nin en başarılı üniversitelerinden bir tanesi olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) çevre sorunları üzerine yapılan bir kongrede, katılımcıların çevre kirliliği üzerine fikir alışverişinde bulunurken aynı anda sigara içerek diğer insanların temiz hava alma hürriyetini gasp etmelerini izlemek üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerinin bile çevre konusunda eksik ya da yetersiz bir seviyede olduklarını bana gösterdi. Temiz çevrenin bir insan hakkı olduğunun uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve anayasalar tarafından kabul edildiğini ve sigaranın insanların temiz çevre hakkını gasp ettiğini bilmeyen bir kuşağın çevre politikası konusunda çevreci bir kişi edası ile konuşması ve önerilerde bulunması, ülkemizdeki çevre bilincinin ne kadar zayıf olduğunu göstermekteydi. Bu toplumsal bilincin yetersiz olmasının başlıca sebebi ise ülkemizde çevre bilimi üzerine yapılmış akademik çalışmaların yetersiz kalması ile alakalıdır. Türkiye’de bu alanda yapılmış akademik çalışmaların ağır bir teknik dil ile yazılmış olması, birbirlerinin tekrarı konumunda olması, uluslararası arenada yapılan çevre bilimi ile alakalı bilimsel çalışmaların gerisinde kalması ve kapsayıcı olmaması, ülkemizde çevre konusunda kuvvetli bir toplumsal bilincin oluşamamasının nedenlerinden bazılarını oluşturmaktadır. Nitekim bu boşluğu doldurmak amacıyla kaleme alınan bu bilimsel eser, mevcut akademik çalışmalardan farklı olarak çevre kavramını tüm yaş grubunda insanların anlayabileceği bir dil sadeliği ile ve çevre sorunları konusundaki güncel konuları kapsayıcı bir şekilde ele alarak yazılmıştır. Bu kitabın ortaya çıkış amacı, insanları çevre konusunda güncel, kapsayıcı, bilimsel ve gündelik hayatlarını yakından ilgilendiren konularla bilgilendirerek çevre bilincinin oluşmasına katkı sağlamaktır. ‟Çevre Biliminin ABC’si: Yeni Başlayanlar İçin Çevre ve Çevre Sorunları” isimli çalışmamı, akademik çalışmalarım boyunca emeğini benden hiç esirgemeyen annem Kibriye Akyüz ile babam İsmail Akyüz’e armağan ediyorum. Aynı zamanda bu akademik eseri oluştururken beni motive eden yakın arkadaşım Chonticha Kuenkiew’e bu kitabı ithaf ediyorum.
Dünya yok oluşa doğru sürüklenmektedir. Bu yok oluş sürecinin sorumlusu bizler yani insanlardır. ... more Dünya yok oluşa doğru sürüklenmektedir. Bu yok oluş sürecinin sorumlusu bizler yani insanlardır. İnsanların bencilliği, hırsı, kibri, doyumsuzluğu ve savurganlığı doğayı yıkıcı boyutlarda tahrip etmektedir. Bu yıkımın bir neticesi olarak milyonlarca insan ölmekte, bitki ve hayvan türleri yok olmakta ve çevrenin fiziksel unsurları işlevini kaybetmektedir. Tabiat anaya yaşattığımız felaketi para hırsıyla dönen kibirli gözlerimiz gör(e)müyor ya da görmek istemiyor. Fakat ivedi olarak toplumsal bir uyanışa yani gözlerimizi hakikate açmaya ihtiyacımız var. Hâlâgeç değil. Bu yok oluş sürecini tersine çevirmemiz yani dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapmamız mümkün. Zor ama kesinlikle imkânsız değil. Yeter ki insanların uyanışı sağlayacak toplumsal aydınlanma için ilk adımı atalım. Dünyanın yok oluşunu durdurmanın tek yolu olan toplumsal uyanışı gerçekleştirmek amacıyla ele alınan bu kitapta, çevre sorunlarını azaltarak yok oluş sürecini tersine çevirebilmemiz için atılması gereken adımların neler olduğu yani bilimsel çözüm önerileri okuyuculara sunulmaktadır. Bu kitapta paylaşılan 10 altın kural ile dünyayı gelecek kuşaklar yani çocuklarımız için kurtarabiliriz.
Dünya bizim evimiz fakat bilmediğimiz ya da farkında olmadığımız şey, bizler ev sahibi değiliz; s... more Dünya bizim evimiz fakat bilmediğimiz ya da farkında olmadığımız şey, bizler ev sahibi değiliz; sadece ve sadece kiracılarız. Bu evde her saniye kirli havayı solumaktayız, kirlenmiş suları içmekteyiz ve kirlenmiş yiyecekleri tüketmekteyiz çünkü kiracısı olduğumuz evi bilinçli olarak tahrip ettik ve etmeye devam ediyoruz. Deyim yerindeyse bindiğimiz dalı kesiyoruz. Düşme noktasına gelmemize rağmen içinde bulunduğumuz tehlikeyi göremiyoruz ya da para kazanma hırsından dolayı kör olan gözlerimiz bu felaketi görmek istemiyor. Bu körlük, yok oluşumuzu daha da hızlandırıyor. Bu yok oluş ise maalesef sadece bizlerle sınırlı değildir. Diğer tüm canlıları da neden olduğumuz felaketin içerisine sokmuş durumdayız. Kiracısı olduğumuz bu evin bulunduğu apartmanın içerisinde başka katlar ve bu katlarda yaşayan başka canlılar mevcuttur. Başka katlarda bulunan canlıları yani hayvanları ve bitkileri de bu yok oluşa sürüklüyoruz. Katlardan bir tanesinin çökmesi durumunda diğer tüm katların yani apartmanın hepsinin çökeceğini bilmemize rağmen bulunduğumuz katı tahrip etmeye devam ediyoruz. Birisinin bu yıkımı durdurması gerekiyor ya da hepimizin gözlerimizin önüne set olmuş olan insan hırsını bir kenara koyup, birlik olarak bu yok oluşu engellememiz lazım. Hâlâ geç değil. Yeter ki kan uykusundan uyanalım. Bunu yapabilmemiz için bu yok oluşun neden olduğunu, nasıl geliştiğini ve nasıl önleneceğini bilmemiz yani çevre sorunları konusunda bilinçlenmemiz lazım çünkü bilinçsizlik, çevre sorunlarını daha da ölümcül boyutlara çıkarmaktır. Çevre sorunlarından dolayı her yıl 12,6 milyon insan hayatını kaybetmektedir. Milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine neden olan doğal tahribat, canlılar üzerindeki etkilerini şiddetlendirerek arttırmaktadır. Ekosistemin tahrip edilmesinin bir neticesi olarak; milyonlarca insan hasta olmakta, hayvan türleri ve bitkiler yok olmaktadır. Bugün gördüğümüz birçok hayvan ve bitki türlerini, 10 yıl sonra sadece televizyonlarda nesli tükenmiş canlılar olarak belgesellerini izlememiz oldukça olasıdır. Ya da 50 yıl sonra insan ırkının evrende yaşamasına olanak sağlayacak fizyolojik ve biyolojik fırsatların olmaması nedeniyle canlı yaşamını başka gezegenlerde devam ettirilmesi ya da tamamen yok olması olasıdır. Kısacası, çevre kirliliğinden dolayı dünya hızlı bir şekilde yok olma sürecine doğru ilerlemektedir. Canlı yaşamının giderek zorlaştığı evrenimizin kirletilmesi ise artan bir şekilde devam etmektedir. Bunun sorumlusu olan insanoğlu; evreni nasıl kirlettiği, bu kirliliğin etkileri ve kirliliğin nasıl önlenmesi konusunda ya bilgi sahibi değil ya da yanlış bilgilerle dolu durumdadır. Çevre sorunlarının önlenmesi veya azaltılmasının önündeki en büyük engel, toplumun çevre konusunda yeterince bilinçlenmemesidir. Bilimsellikten uzak bilgilerle çevreyi anlamayan çalışan insanoğlu, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde çevreyi daha çok kirletmektedir. Eğer yaptığımız bir eylemin kötü sonuçlar doğurduğunu bilmiyorsak ya da iyi sonuçlar doğurduğunu düşünüyorsak, o eylemi icra etmeye devam ederiz. Örneğin elektrikli araba kullanarak çevreye zarar vermediğini düşünen ya da kullandığı sigaranın çevre kirliliğine yol açtığını bilmeyen insanların çevre konusunda bilgi erozyonu içerisinde olması, çevre sorunlarının boyutlarını daha da arttırmaktadır. Kısacası yanlış bildiğimiz ya da hiç bilgi sahibi olmadığımız konular, bizlerin çevreyi daha fazla kirletmesine ve evrenin yok olma sürecini daha da fazla hızlandırmamıza sebebiyet vermektedir. Kâinatımızın geleceği tabiri caizse freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağıya gitmektedir. Bu duruma engel olmak yani sonu hüsranla bitecek olan bu kaos ortamına son vermek için toplumsal bir uyanışa ihtiyaç vardır. Bu uyanış ise ancak doğru bilginini insanlarla paylaşılması ile mümkündür. Bu görev ise, bilim insanlarına düşmektedir. Toplumu çevre sorunları konusunda bilimsel verilerle aydınlatarak toplumsal bilincin geliştirilmesi, insanların çevreye bilinçli ya da bilinçsiz olarak verdiği zararların azalmasına ve ekosistemin korunmasına önemli derecede katkı sağlayacaktır. Bu kitabın temel amacı, çevre sorunları konusunda yanlış bilinen konulara bilimsel açıklık getirmek ve çevre hakkında toplumsal bilinci arttırarak gelecek kuşakların, hayvanların ve bitkilerin temiz bir çevrede yaşamasına katkı sağlamaktır. Bizim çocuklarımıza, hayvanlara ve bitkilere karşı en değerli mirasımız ve sorumluluğumuz temiz bir çevre bırakmak olacaktır. Bunun başarıya ulaşabilmesi için mevcut durumun iyileştirilmesi gerekmektedir. Doğru bilgi, bu gayeyi gerçekleştirmede en güçlü araçtır. Bu güce sahip olmamız için doğru bilgiye ulaşmamız gerekmektedir. Bu kitap, çevre ve çevre sorunları konusunda doğru bilgiye giden yolda insanlara rehber olabilecek bir kaynaktır. Bu kitabı akademik çalışmalarımda desteğini benden hiç esirgemeyen annem Kibriye Akyüz’e ile babam İsmail Akyüz’e armağan ediyorum. Ayrıca çevre sorunlarından dolayı yakınlarını kaybeden insanlara, yaşamları yok olan hayvanlara ve bitkilere, temiz bir çevrede yaşamalarını istediğim gelecek kuşaklara bu kitabı ithaf ediyorum.
Discussions about nuclear energy in Türkiye are held in the shadow of the political polarization ... more Discussions about nuclear energy in Türkiye are held in the shadow of the political polarization between the People's Alliance and the Nation's Alliance. However, there are no comprehensive studies that have investigated how political polarization affects the social acceptance of nuclear energy. To investigate these effects, face-to-face interviews (n=52) were conducted with people living around the Akkuyu Nuclear Power Plant. The study found two main results: first, the most important factor affecting the social acceptance of nuclear energy is the nuclear energy policies of the political parties they vote for; and second, those who vote for the People's Alliance, which advocates nuclear energy, have a high benefit perception, while those who vote for the Nation's Alliance, which opposes nuclear energy, have a high risk perception. The article concludes that Turkish nuclear energy policy is a highly political issue rather than just a strictly environmental one.
While there are legal regulations prohibiting smoking in indoor areas in Turkey, there is none fo... more While there are legal regulations prohibiting smoking in indoor areas in Turkey, there is none for outdoor areas. Many non-smokers are exposed to environmental tobacco smoking against their will in Turkey. Numerous research efforts have documented the fact that environmental tobacco smoke poses risks to human health because it pollutes the environment by releasing dangerous chemicals into the air that non-smokers breathe. This means that tobacco smoking poses risks to a safe environment and people’s lives. People have a right to the environment, as guaranteed by the Turkish Constitution. Since Stockholm Declaration, many countries have recognized that people have a right to a safe environment or that a safe environment is essential to the enjoyment of human rights, including Turkey. However, how non-smokers perceive of the impacts of environmental tobacco smoke on the enjoyment of the right to the environment enshrined within the Turkish legal system has not been studied to date. Accordingly, this research aims to explore how issues relating to environmental tobacco smoke can be approached from an environmental human rights perspective. To achieve this purpose, a qualitative case study was conducted in Istanbul. The results of this analysis show that non-smokers do not enjoy the right to the clean environment guaranteed by the Turkish Constitution due to the ETS.
21. yüzyıl küresel ısınmanın tüm dünyada belirgin bir şekilde hissedildiği alarm verici bir dönem... more 21. yüzyıl küresel ısınmanın tüm dünyada belirgin bir şekilde hissedildiği alarm verici bir dönemdir. Küresel ısınmanın etkileri tüm dünyada şiddetini arttırmaktadır. Canlı yaşamını ciddi boyutlarda etkileyen küresel ısınmayı önleyebilmek ya da küresel ısınmanın etkilerini azaltabilmek için etkili çevre politikalarına ihtiyaç vardır. Nitekim bu ihtiyacı gidermek amacıyla İngiltere, Japonya, Almanya ve İsveç gibi ülkeler kısa, orta ve uzun dönem çevre politikaları geliştirmektedir. Küresel ısınmanın tüm insanlığı karşı risk teşkil etmesinden dolayı, çevre politikaları sadece merkezi hükümetler tarafından değil, yerel yönetimler tarafından da oluşturulmaktadır. Dünyanın en kalabalık metropolleri olan Tokyo ve İstanbul da küresel ısınma ile mücadelede kendi çevre politikalarını tasarlamaktadır. Bu çalışmanın temel amacı, benzer demografik yapılara sahip olan Tokyo'yu ve İstanbul'u yöneten yerel yönetim kurumlarından Tokyo Büyükşehir Belediyesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin küresel ısınmayı önlemek için oluşturdukları çevre politikalarının benzerliklerini ve farklılıklarını, içerik analizi yöntemi ile inceleyerek karşılaştırmaktır. Bu çalışmanın sonuçları göstermektedir ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Tokyo Büyükşehir Belediyesi küresel ısınma ile mücadelede ortaya koydukları çevre politikalarının bazıları benzerlik gösterirken bazıları ise birbirinden tamamen ayrılmaktadır.
Nuclear energy is the third most common energy source after fossil fuels and renewable energy wor... more Nuclear energy is the third most common energy source after fossil fuels and renewable energy worldwide. Nuclear energy provides about 10% of the world's electricity currently. However, there has been a growing discussion over nuclear energy because of its risks and benefits. Supporters argue that nuclear energy does not release direct greenhouse gas emissions which is considered a solution to global warming. Opponents claim that nuclear energy pose risks to the environment and public health due to the potential nuclear accident events. There are hard and soft nuclear energy laws that regulate nuclear safety at the international level. However, the latest nuclear accident, The Fukushima nuclear accident, shows that international nuclear law could be not an effective tool to achieve nuclear safety all over the world. For this reason, the role of international nuclear law on nuclear safety stays questionable. The main purpose of this paper is to argue the weaknesses and strengths of international nuclear energy regulations to achieve nuclear safety and regulate nuclear accident related risks to the environment and public health.
Nuclear energy is one of the most important components of the world electricity supply in today's... more Nuclear energy is one of the most important components of the world electricity supply in today's world. It provides approximately 21% of electricity in OECD countries. However, there has been a growing social and academic debate over the use of nuclear energy because the fact that there have been serious incidents and accidents at nuclear power stations indicates that the security risk associated with NPPs is not low. Particularly major nuclear accidents, Fukushima and Chernobyl, can cause the release of radiation into the environment. However, environmental contamination is not shared equally among people who trigger environmental injustice issues. There has been no comprehensive research that investigates nuclear accidents from the perspective of environmental justice theory so far. The main purpose of this study is to argue whether or not nuclear accidents cause environmental injustice. The results show that the major nuclear accident, the Chernobyl, has caused distributive and intergenerational environmental injustice.
Human rights and the environment are linked with each other in two ways. Firstly, the environment... more Human rights and the environment are linked with each other in two ways. Firstly, the environment is seen as precondition of the realization of human rights. Because human beings are dependent on the environment. We all meet our basic needs including air, water and food from nature. Individuals cannot exist without the mother earth. For this reason, human rights may not be enjoyed at the absence of a clean environment. Secondly, human rights can be an effective way to achieve environmental safety. These two linkages are united under the umbrella of environmental human rights. Environmental human rights are the rights of people to protect the environment for the sake of human beings. There have been numerous studies investigating the scope and types of environmental human rights. However, how the linkage between human rights and the environment has been evolved has not been discussed sufficiently so far. Accordingly, this paper aims to explore how environmental human rights have been developed over history. This research finds that environmental human rights have been developed by international environmental law more than international human rights law.
Türkiye’de çevre sorunlarından dolayı binlerce insan ölümcül hastalıklara yakalanıyor ve hayatını... more Türkiye’de çevre sorunlarından dolayı binlerce insan ölümcül hastalıklara yakalanıyor ve hayatını kaybediyor. Önümüzdeki yıllarda bu sayıların milyonlara ulaşmasının kaçınılmaz bir sonuç olduğunu söylemek acı ama su götürmez bir gerçek. Ülkemizde yaşanan çevre krizi, ulusal güvenlik sorununa doğru dönüşüyor. Çevre sorunlarının bir beka meselesine evrilmesinin arifesinde yeşil siyaset Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlayabilmesinin asgari koşuludur. Yeşil siyaset, bu topraklarda torunlarımızın, yani gelecek kuşakların özgür, adil ve kendi kendine yetebilecek şekilde yaşayabilmesinin garantisidir. Bu kitap, çevre dostu politikaların manifestosunu ortaya koyarak yeşil siyasetin şifrelerini kamuoyu ile paylaşmaktadır.
Many Turkish cities have witnessed increasing micro and macro-spatial dimensions in urban social ... more Many Turkish cities have witnessed increasing micro and macro-spatial dimensions in urban social movements, shaping urban space over recent decades. Typical Turkish urban social movements have generally shared the same goals, been based on actors’ lower-class backgrounds and locally-rooted associations, and have employed similar types of action and strategies against authority. However, the Gezi Park protests were of a singular and different character. This book aims to explore the Gezi Park protests, and discusses their role in changing the character of urban social movements in Turkey, by asking the following questions: What social, political, and economic forces changed the structure of the protests over the years in Turkey? In turn, how has the Gezi Park movement shaped our understanding of new Turkish urban social movements?
2022 yılının Ekim ayında yayınlanan Akademik Kariyerin DNA’sı kitabı, iki ay gibi kısa bir süre i... more 2022 yılının Ekim ayında yayınlanan Akademik Kariyerin DNA’sı kitabı, iki ay gibi kısa bir süre içerisinde tükendi. Akademik kariyer yapmak isteyenlerin ve hâlihazırda yapanların bu kitaba yoğun ilgi göstermesi, Türkiye’de bilime olan merakın bir yansıması olduğu için sevindirici ve gurur verici bir durum. Kitabın tükenmesinin yanında okuyucularımdan aldığım yüzlerce olumlu mesaj, bu kitabın önemli bir boşluğu doldurduğunu göstermektedir. Akademik Kariyerin DNA’sı başlıklı çalışmaya yoğun ilginin arkasında iki temel faktör bulunmaktadır. Birincisi, Türkiye’de maalesef ki akademik kariyer hakkında rehber olabilecek akademik çalışmalar yok denilecek boyuttadır. Akademik kariyerin kapsamı, bir bilim insanında bulunması gereken vasıflar, akademik çalışmalarda başarıyı etkileyen veya belirleyen faktörler vb. konularda kapsamlı ve güvenilir çalışmalar bulunmamaktadır. Ayrıca, bu boşluğa danışman hocaların ilgisizliği de eklenince genç araştırmacılar akademik kariyer yolculuğunda adeta sudan çıkmış balığa dönmektedir. Bu kitap yukarıda belirtilen boşluğu doldurabilecek bilgiler içerdiği için kısa süre içerisinde akademisyenlerin ve akademisyen adaylarının rehberi olma başarısı gösterdi.
Nuclear energy is the most controversial energy source in the 21st century. Both nuclear energy a... more Nuclear energy is the most controversial energy source in the 21st century. Both nuclear energy advocates and nuclear energy opponents try to manipulate society by providing incomplete or incorrect information about nuclear energy. Nuclear Energy: Perception or Reality? provides readers with objective information about both the advantages and disadvantages of nuclear energy and explains many common myths about it.
21. yüzyıl iklim krizi açısından bir dönüm noktası. İnsan eylemlerinin bir sonucu olarak ortaya ç... more 21. yüzyıl iklim krizi açısından bir dönüm noktası. İnsan eylemlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan iklim değişikliği nedeniyle tüm canlı yaşamı yok olma riskiyle karşı karşıya. Son 200 yıldır tabiri caizse bindiğimiz dalı kesiyoruz. Fakat canlı yaşamı için varoluş sorunsalı olan iklim değişikliğini önlemede hâlâ geç kalmış sayılmayız. İnsanların tam merkezinde bulunduğu iklim krizini doğru enerji kaynaklarının kullanılması ile sonlandırmak mümkün. İklim krizinin kaderini kullanılan enerji kaynaklarının türü belirleyebilir. Bu bilimsel eser iklim değişikliği ile mücadelede farklı enerji kaynaklarının rolünü ve iklim krizine karşı çözüm önerilerini okuyuculara sunmaktadır.
Bu kitap bir bilim insanının sahip olması gereken vasıflarını ve başarılı bilimsel çalışmaları ic... more Bu kitap bir bilim insanının sahip olması gereken vasıflarını ve başarılı bilimsel çalışmaları icra edebilmenin prensiplerini kendi deneyimlerim ve gözlemlerim çerçevesinde ortaya koyan bir kılavuz niteliğindedir. Bu eser ile akademik kariyer yapmak isteyenlere ve hâlihazırda yapanlara akademi dünyasında başarılı olmanın sırları, bilimin ve bilim insanı olmanın temel kaideleri ve akademik kariyerin az bilinen ama yüksek sesle konuşulmayan gerçekleri aktarılmaktadır.
Çevre, tüm canlıların yegâne ortak evidir. Çevre var olmadan canlıların yaşamını sürdürebilmesi m... more Çevre, tüm canlıların yegâne ortak evidir. Çevre var olmadan canlıların yaşamını sürdürebilmesi mümkün değildir. Yaşamımızın ana kaynağı, doğanın bir bütün olarak kendisidir. Canlı yaşamı için gerekli olan tüm temel ihtiyaç maddeleri doğrudan çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarından karşılanmaktadır. Hava, su, besin maddeleri ve barınma gibi canlı yaşamı için gerekli olan tüm asgari ihtiyaçlar, doğanın sunduğu imkânlardan temin edilmektedir. Bu temel ihtiyaçlarımızı karşılayamadan var olabilmemiz mümkün değildir. Bu nedenle çevre var olduğu sürece bizler de varızdır. Doğa bizi var eden en temel unsur olmasına rağmen, çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurları insanlar tarafından sistematik bir şekilde yok edilmektedir. Doğaya karşı olan minnet duygumuzu, onu yok ederek göster(eme)mekteyiz. Doğaya karşı yaptıklarımızdan ya da yap(a)madıklarımızdan dolayı doğanın “nankör çocukları” gibiyiz. Kendini evrenin merkezinde gören insanoğlu, lüks tüketim alışkanlıkları için tabiata her türlü zararı vermektedir. Tabiri caizse “bindiğimiz dalı” kesiyoruz. Çünkü doğaya zarar vererek aslında kendi varoluşumuzu riske atıyoruz. Çevreye verdiğimiz zarardan dolayı her yıl milyonlarca insan yaşamını kaybetmektedir. İnsanların çevrenin canlı ve cansız unsurlarına zarar vermesi neticesinde ortaya çıkan hava, su ve toprak kirliliği, iklim değişikliği, küresel ısınma, ormansızlaşma ve radyoaktif kirlenme gibi çevre sorunlarına maruz kalan insanlar, kanser gibi ölümcül hastalıklara yakalanarak yaşamını kaybetmektedir. Çevre sorunları sadece insanları etkilememektedir. Çevreye verdiğimiz zararın faturası en ağır ödeyen canlı grubu bitkiler ve hayvanlardır. Bizlerin yaşam tarzı nedeniyle çevrenin tahrip edilmesi, bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına neden olarak ekolojik dengeyi bozmaktadır. Ekolojik dengenin tekrardan tesis edilebilmesi için hâlâ geç değil. Sadece içinde bulunduğumuz kriz durumunu idrak etmemiz ve buna uygun adımlar atmamız lazım. Toplumsal uyanışı sağlayarak yok olma aşamasında olan doğayı tekrardan kurtarabiliriz. Bunun için doğaya nasıl davranmamız gerektiğini bilmemiz gerekmektedir. Çevre sorunlarının çözümü ve tüm canlıların kurtuluşu, insanların “tabiat anaya” nasıl davranması gerektiğini bilmesinde yatmaktadır. “Çevre Etiği ve Spinoza” başlıklı bu kitap toplumsal uyanışa katkı sağlamayı amaçlamaktadır. İnsanoğlunu doğaya karşı nasıl davranması gerektiğinin cevabını sunan bu bilimsel eser, geleceğimizi kurtarmanın şifrelerini paylaşmaktadır.
Çevresel adaletsizlik tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir sorun olarak durmaktadır. ... more Çevresel adaletsizlik tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir sorun olarak durmaktadır. Gündelik hayatımızın birçok aşamasında farkında olmadan çevresel adaletsizliğin mağduru olabilmekteyiz. Fakat yaşadığımız çevresel adaletsizliğin farkında olmadığımız için bu sorunu önlemeye yönelik bir eylemde bulunulmamaktadır. Bu eser Türkiye’de yaşanan çevresel adaletsizlikleri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Türkiye’de çevre bilimi alanında kapsamlı bir şekilde tartışılmamış bir konu olan çevresel adaletsizlik, ilk defa bu eser ile gündeme gelmektedir.
Kentleşme günümüz dünyasının en önemli olgularından bir tanesidir. Dünya nüfusu hızla kentleşmekt... more Kentleşme günümüz dünyasının en önemli olgularından bir tanesidir. Dünya nüfusu hızla kentleşmektedir. 1950’li yıllarda iletişim ve ulaşım araçlarında yaşanan gelişmelere bağlı olarak kırdan kente göç tüm dünyada artış göstermiştir. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kentleşme ivme kazanarak devam etmektedir. İnsanlık tarihinin çok küçük bir döneminde gerçekleşen hızlı kentleşme süreci, beraberinde çarpık ve plansız kentlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Milyarlarca insana ev sahipliği yapan kentler, çok sayıda sorun ile karşı karşıyadır. İçinde yaşadığımız kentlerin önemli bir kısmı insanların nefes almakta zorlandığı, yeşil alanların çok az miktarda olduğu, her tarafın beton yığınları ile kaplandığı, hava, su toprak ve gürültü kirliliği gibi birçok çevre sorunun ölümcül boyutlara ulaştığı, bir yerden başka bir yere gitmenin giderek zorlaştığı, göze hoş gelmeyen yapıların giderek yaygınlaştığı mekânlar haline dönüşmüştür. Bu yaşam yerlerinde varlığını sürdürmeye çalışan insanlar, yaşadıkları kentlerin tesiri altında kalarak mutsuz bir hayat sürmek zorunda kalmaktadır. Bizlerin yaşam alanları, kendi ruhsal ve fiziksel sağlığımızı doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle, kentlerin insanların mutluluğuna hizmet edecek şekilde oluşturulması ya da dönüştürülmesi gerekmektedir. Mevcut kentlerin daha yaşanabilir alanlara dönüştürülebilmesi için öncelikle kentlerin karşı karşı olduğu sorunların; kentlerin ve kentleşmenin dinamiklerinin doğru tespit edilebilmesi gerekmektedir. Kentlerin ve kentleşmenin boyutları ve kapsamı teknolojik gelişmelere, toplumsal dönüşümlere, çevre sorunlarına, politik uyuşmazlıklara vb. bağlı olarak sürekli değişmektedir. Bu değişimin nedenlerinin ve olası sonuçlarının tespit edilebilmesi, daha sağlıklı kentlerin inşa edilebilmesi için önem arz eden bir durumdur. Bu kitap, okuyuculara varlıklarını sürdürdükleri yaşam alanlarını tanımalarına ve bu alanların karşı karşıya oldukları sorunlarını ve olası çözüm önerilerini keşfetmelerine olanak sağlayabilecek bir bilimsel eserdir.
Emrah Akyüz advances an environmental human rights approach to environmental protections regardin... more Emrah Akyüz advances an environmental human rights approach to environmental protections regarding nuclear power. Using the aftermath of the Fukushima disaster as a case study, Akyüz argues for three main approaches to environmental protection, including the right to environment, the reinterpretation of human rights, and the role of procedural rights.
Çevre bütün canlıların ortak evidir. Çevre var olmadan yaşamımızı
sürdürebilmemiz mümkün değildir... more Çevre bütün canlıların ortak evidir. Çevre var olmadan yaşamımızı sürdürebilmemiz mümkün değildir. Var olabilmemizin asgari koşulu çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarının varlığıdır. Çünkü yaşamımızı devam ettirebilmemiz için gerekli olan tüm asgari ihtiyaçlarımızı doğadan karşılamaktayız. Doğa yaşamımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan tüm ihtiyaç maddelerini karşılıksız bir şekilde tesis eden en değerli varlıktır. Doğa bize karşı oldukça cömert olmasına rağmen insanoğlunun doyumsuzluğu nedeniyle çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarına sürekli zarar verilmektedir. Çevreye verdiğimiz zarar tüm canlıların yok olması riskini doğuran bir felakete doğru gitmektedir. Bu felaketin sorumlusu konumunda olan insanlar çevre kirliliğinden en çok etkilenen canlılardan bir tanesidir. Çevresel sorunlardan dolayı her yıl milyonlarca insan ölmekte, kanser gibi ciddi sağlık sorunlarına yakalanmakta, yaşam yerlerini terk etmek zorunda kalmakta, besin ve su gibi temel ihtiyaç maddelerine erişim sağlayamamaktadır. Oysaki bir insanın onurlu bir yaşam sürebilmesi için yaşam hakkı, mülkiyet hakkı su ve besin gibi temel ihtiyaç maddelerine erişim hakkı bölgesel ve uluslararası sözleşmeler tarafından temel insan hakları olarak kabul edilmekte ve korunmaktadır. Doğayı tahrip etmemiz nedeniyle ortaya çıkan çevresel kirlilik bireylerin onurlu bir yaşam sürebilmesi için sahip oldukları temel hak ve hürriyetlerin korunmasında en önemli engellerden bir tanesi olarak durmaktadır. Çünkü bizlerin sahip olduğu evrensel insan hakları çevre sorunlarından dolayı ihlal edilmektedir. Çevre sorunları ve insan hakları ilişkisi 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren uluslararası platformlarda sıkça tartışılmaya başlanmıştır. Birçok çevre ve insan hakları sözleşmesi çevre sorunları ve insan hakları ilişkisine yönelik düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Fakat bu konu Türkiye’de yeterli ilgiyi görmemektedir. Türkiye’de çevre ve insan hakları ilişkisini ele alan detaylı bir akademik çalışma bulunmamaktadır. Akademik düzeyde yaşanan bu boşluk çevre ve insan hakları ilişkisi hakkında toplumsal bilincin gelişmesine de engel teşkil etmektedir. Sahip olduğumuz tüm insan hakları çevre sorunlarından dolayı risk altındadır. Onurlu bir yaşam sürebilmemiz için asgari bir koşul olan insan haklarının korunabilmesinde temiz çevrenin önemi maalesef anlaşılabilmiş değildir. Bu alanda toplumsal bilinci arttıracak akademik eserlere ihtiyaç duyulmaktadır. “Çevre Ve İnsan Hakları: Türkiye Üzerine Bir Araştırma” başlıklı kitap bu ihtiyacı gidermek amacıyla ele alınmıştır Türkiye’de çevre ve insan hakları ilişkisi inceleyen ve aynı zamanda Türkiye’nin çevre ve insan hakları politikasını analiz eden en kapsamlı akademik kitaptır.
Her yıl yaklaşık olarak 12,6 milyon insanın ölümüne neden olan çevre sorunları, teknolojik gelişm... more Her yıl yaklaşık olarak 12,6 milyon insanın ölümüne neden olan çevre sorunları, teknolojik gelişmelere paralel bir şekilde artan ve kökleri çok eskilere dayanan önemli bir meseledir. Âdemoğlu, tarihin ilk dönemlerinden bu yana çevreyi kendi çıkarları ve arzuları doğrultusunda kullanmış/sömürmüş ve bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde doğayı tahrip etmiştir. İnsanlığın çok eski dönemlerinde gerçekleşen kimi icatlar ve buluşlar önemli çevre sorunların kaynağı olmuştur. Mesela ateşin icat edilmesiyle birlikte başta ormanlık alanlar olmak üzere tüm doğal çevre insan kaynaklı yangın riski ile karşı karşıya kalmaya başlamıştır. Yine de bu dönemlerde insanların doğaya verdikleri zararlar küçük boyutlarda kalmıştır. Her ne kadar kökleri çok eskilere dayansa da çevre sorunlarının tehlikeli boyutlara ulaşması özellikle 18. yüzyılda Sanayi Devrimi sonrası yaşanan toplumsal ve ekonomik dönüşüm süreci ile ivme kazanmıştır. Hızlı ve kontrolsüz bir şekilde gerçekleştirilen sanayileşme, beraberinde plansız kentleşme sorununu doğurmuş, kent öbeklerine yığılan toplumlar adeta birer tüketim makinesi haline dönüşerek doğal çevre üzerinde oluşmaya başlayacak yıkımın fitilini ateşlemişlerdir. Artan tüketimi karşılayabilmek amacıyla ise daha fazla üretim yapılmak istenilmiş ve bu durum doğal kaynakların fütursuz bir şekilde talan edilmesi sürecine ivme kazandırmıştır. İnsanoğlu, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve daha fazla maddi kazanç sağlayabilmek amacıyla, en önemli ihtiyaç maddelerinden bir tanesini oluşturan temiz çevreyi bilinçsiz bir şekilde kullanmaya başlamıştır. 19. yüzyılda çevre sorunlarının artması ve tehlikeli boyutlara ulaşmasının birer neticesi olarak küresel ölçekte bir çevre bilinci oluşmaya başlamıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanlar arasında hızla artan çevre bilinci, çevre sorunlarına yönelik olarak çok sayıda uluslararası örgütün kurulmasına ve çeşitli çevre sözleşmelerinin yapılarak doğanın korunmasına yönelik yasal adımların atılmasına vesile olmuştur. Temiz çevrenin bir insan hakkı olduğu realitesi kabul edilmeye başlanmış ve bu ilke çeşitli uluslararası insan hakları ve çevre sözleşmelerinin ana maddeleri arasına girmiştir. Ülkeler, ulusal ölçekte çevre hukuku alanında düzenlemeler yaparak doğayı korumaya yönelik adımlar atmaya başlamışlardır. Çevrenin yasalarla korunuyor olması çevre sorunlarını önlemede yetersiz kalmaktadır; çünkü çevre konusunda bilinçsiz olan kimi insanlar yaşam tarzları ile doğayı istemeden de olsa tahrip etmektedirler. İnsanoğlunun sahip olduğu ve vazgeç(e)mediği çoğu alışkanlıkları çevre kirliliğinin en önemli sebebini oluşturmaktadır. Modayı takip etme uğruna sahip olduğu ürün daha eskimeden en son piyasaya çıkanı alma eğilimi, aşırı tüketim alışkanlığı, toplu taşıma ya da bisiklet gibi çevreci ya da çevreyi daha az kirleten araçlar yerine daha konforlu olduğu için bireysel taşıtların kullanılması, insanın dışında ki çevresel öğelere saygı duyulmaması ve lüks tüketim alışkanlıkları insanoğlunun modern dünya olarak nitelendirilen 21. yüzyıl içerisinde sahip olduğu ve çevreye ciddi zararlar veren yaşam tarzının karakteristik özelliklerini oluşturmaktadır. İnsanlar, bu yaşam tarzının çevre kirliliği nasıl tetiklediği konusunda yeterince bilinçli olmaması çevre sorunlarının boyunu daha da arttırmaktadır. Beni bu akademik çalışmaya iten en önemli etken, çevre konusunda toplumsal bir bilincin oluşmamış olmasına hayatımın her evresinde şahitlik etmiş olmamdır. Çevrenin canlı yaşamı için sahip olduğu hayati öneme rağmen insanların bilinçli veya bilinçsiz olarak doğayı tahrip etmesi, çevre konusunda toplumsal bir bilincinin gelişmemiş olmasının bir neticesidir ve bu durum ülkemizde sıklıkla tecrübe ettiğim bir gerçektir. Mesela 2014 senesinde Türkiye’nin en başarılı üniversitelerinden bir tanesi olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) çevre sorunları üzerine yapılan bir kongrede, katılımcıların çevre kirliliği üzerine fikir alışverişinde bulunurken aynı anda sigara içerek diğer insanların temiz hava alma hürriyetini gasp etmelerini izlemek üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerinin bile çevre konusunda eksik ya da yetersiz bir seviyede olduklarını bana gösterdi. Temiz çevrenin bir insan hakkı olduğunun uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve anayasalar tarafından kabul edildiğini ve sigaranın insanların temiz çevre hakkını gasp ettiğini bilmeyen bir kuşağın çevre politikası konusunda çevreci bir kişi edası ile konuşması ve önerilerde bulunması, ülkemizdeki çevre bilincinin ne kadar zayıf olduğunu göstermekteydi. Bu toplumsal bilincin yetersiz olmasının başlıca sebebi ise ülkemizde çevre bilimi üzerine yapılmış akademik çalışmaların yetersiz kalması ile alakalıdır. Türkiye’de bu alanda yapılmış akademik çalışmaların ağır bir teknik dil ile yazılmış olması, birbirlerinin tekrarı konumunda olması, uluslararası arenada yapılan çevre bilimi ile alakalı bilimsel çalışmaların gerisinde kalması ve kapsayıcı olmaması, ülkemizde çevre konusunda kuvvetli bir toplumsal bilincin oluşamamasının nedenlerinden bazılarını oluşturmaktadır. Nitekim bu boşluğu doldurmak amacıyla kaleme alınan bu bilimsel eser, mevcut akademik çalışmalardan farklı olarak çevre kavramını tüm yaş grubunda insanların anlayabileceği bir dil sadeliği ile ve çevre sorunları konusundaki güncel konuları kapsayıcı bir şekilde ele alarak yazılmıştır. Bu kitabın ortaya çıkış amacı, insanları çevre konusunda güncel, kapsayıcı, bilimsel ve gündelik hayatlarını yakından ilgilendiren konularla bilgilendirerek çevre bilincinin oluşmasına katkı sağlamaktır. ‟Çevre Biliminin ABC’si: Yeni Başlayanlar İçin Çevre ve Çevre Sorunları” isimli çalışmamı, akademik çalışmalarım boyunca emeğini benden hiç esirgemeyen annem Kibriye Akyüz ile babam İsmail Akyüz’e armağan ediyorum. Aynı zamanda bu akademik eseri oluştururken beni motive eden yakın arkadaşım Chonticha Kuenkiew’e bu kitabı ithaf ediyorum.
Dünya yok oluşa doğru sürüklenmektedir. Bu yok oluş sürecinin sorumlusu bizler yani insanlardır. ... more Dünya yok oluşa doğru sürüklenmektedir. Bu yok oluş sürecinin sorumlusu bizler yani insanlardır. İnsanların bencilliği, hırsı, kibri, doyumsuzluğu ve savurganlığı doğayı yıkıcı boyutlarda tahrip etmektedir. Bu yıkımın bir neticesi olarak milyonlarca insan ölmekte, bitki ve hayvan türleri yok olmakta ve çevrenin fiziksel unsurları işlevini kaybetmektedir. Tabiat anaya yaşattığımız felaketi para hırsıyla dönen kibirli gözlerimiz gör(e)müyor ya da görmek istemiyor. Fakat ivedi olarak toplumsal bir uyanışa yani gözlerimizi hakikate açmaya ihtiyacımız var. Hâlâgeç değil. Bu yok oluş sürecini tersine çevirmemiz yani dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapmamız mümkün. Zor ama kesinlikle imkânsız değil. Yeter ki insanların uyanışı sağlayacak toplumsal aydınlanma için ilk adımı atalım. Dünyanın yok oluşunu durdurmanın tek yolu olan toplumsal uyanışı gerçekleştirmek amacıyla ele alınan bu kitapta, çevre sorunlarını azaltarak yok oluş sürecini tersine çevirebilmemiz için atılması gereken adımların neler olduğu yani bilimsel çözüm önerileri okuyuculara sunulmaktadır. Bu kitapta paylaşılan 10 altın kural ile dünyayı gelecek kuşaklar yani çocuklarımız için kurtarabiliriz.
Dünya bizim evimiz fakat bilmediğimiz ya da farkında olmadığımız şey, bizler ev sahibi değiliz; s... more Dünya bizim evimiz fakat bilmediğimiz ya da farkında olmadığımız şey, bizler ev sahibi değiliz; sadece ve sadece kiracılarız. Bu evde her saniye kirli havayı solumaktayız, kirlenmiş suları içmekteyiz ve kirlenmiş yiyecekleri tüketmekteyiz çünkü kiracısı olduğumuz evi bilinçli olarak tahrip ettik ve etmeye devam ediyoruz. Deyim yerindeyse bindiğimiz dalı kesiyoruz. Düşme noktasına gelmemize rağmen içinde bulunduğumuz tehlikeyi göremiyoruz ya da para kazanma hırsından dolayı kör olan gözlerimiz bu felaketi görmek istemiyor. Bu körlük, yok oluşumuzu daha da hızlandırıyor. Bu yok oluş ise maalesef sadece bizlerle sınırlı değildir. Diğer tüm canlıları da neden olduğumuz felaketin içerisine sokmuş durumdayız. Kiracısı olduğumuz bu evin bulunduğu apartmanın içerisinde başka katlar ve bu katlarda yaşayan başka canlılar mevcuttur. Başka katlarda bulunan canlıları yani hayvanları ve bitkileri de bu yok oluşa sürüklüyoruz. Katlardan bir tanesinin çökmesi durumunda diğer tüm katların yani apartmanın hepsinin çökeceğini bilmemize rağmen bulunduğumuz katı tahrip etmeye devam ediyoruz. Birisinin bu yıkımı durdurması gerekiyor ya da hepimizin gözlerimizin önüne set olmuş olan insan hırsını bir kenara koyup, birlik olarak bu yok oluşu engellememiz lazım. Hâlâ geç değil. Yeter ki kan uykusundan uyanalım. Bunu yapabilmemiz için bu yok oluşun neden olduğunu, nasıl geliştiğini ve nasıl önleneceğini bilmemiz yani çevre sorunları konusunda bilinçlenmemiz lazım çünkü bilinçsizlik, çevre sorunlarını daha da ölümcül boyutlara çıkarmaktır. Çevre sorunlarından dolayı her yıl 12,6 milyon insan hayatını kaybetmektedir. Milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine neden olan doğal tahribat, canlılar üzerindeki etkilerini şiddetlendirerek arttırmaktadır. Ekosistemin tahrip edilmesinin bir neticesi olarak; milyonlarca insan hasta olmakta, hayvan türleri ve bitkiler yok olmaktadır. Bugün gördüğümüz birçok hayvan ve bitki türlerini, 10 yıl sonra sadece televizyonlarda nesli tükenmiş canlılar olarak belgesellerini izlememiz oldukça olasıdır. Ya da 50 yıl sonra insan ırkının evrende yaşamasına olanak sağlayacak fizyolojik ve biyolojik fırsatların olmaması nedeniyle canlı yaşamını başka gezegenlerde devam ettirilmesi ya da tamamen yok olması olasıdır. Kısacası, çevre kirliliğinden dolayı dünya hızlı bir şekilde yok olma sürecine doğru ilerlemektedir. Canlı yaşamının giderek zorlaştığı evrenimizin kirletilmesi ise artan bir şekilde devam etmektedir. Bunun sorumlusu olan insanoğlu; evreni nasıl kirlettiği, bu kirliliğin etkileri ve kirliliğin nasıl önlenmesi konusunda ya bilgi sahibi değil ya da yanlış bilgilerle dolu durumdadır. Çevre sorunlarının önlenmesi veya azaltılmasının önündeki en büyük engel, toplumun çevre konusunda yeterince bilinçlenmemesidir. Bilimsellikten uzak bilgilerle çevreyi anlamayan çalışan insanoğlu, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde çevreyi daha çok kirletmektedir. Eğer yaptığımız bir eylemin kötü sonuçlar doğurduğunu bilmiyorsak ya da iyi sonuçlar doğurduğunu düşünüyorsak, o eylemi icra etmeye devam ederiz. Örneğin elektrikli araba kullanarak çevreye zarar vermediğini düşünen ya da kullandığı sigaranın çevre kirliliğine yol açtığını bilmeyen insanların çevre konusunda bilgi erozyonu içerisinde olması, çevre sorunlarının boyutlarını daha da arttırmaktadır. Kısacası yanlış bildiğimiz ya da hiç bilgi sahibi olmadığımız konular, bizlerin çevreyi daha fazla kirletmesine ve evrenin yok olma sürecini daha da fazla hızlandırmamıza sebebiyet vermektedir. Kâinatımızın geleceği tabiri caizse freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağıya gitmektedir. Bu duruma engel olmak yani sonu hüsranla bitecek olan bu kaos ortamına son vermek için toplumsal bir uyanışa ihtiyaç vardır. Bu uyanış ise ancak doğru bilginini insanlarla paylaşılması ile mümkündür. Bu görev ise, bilim insanlarına düşmektedir. Toplumu çevre sorunları konusunda bilimsel verilerle aydınlatarak toplumsal bilincin geliştirilmesi, insanların çevreye bilinçli ya da bilinçsiz olarak verdiği zararların azalmasına ve ekosistemin korunmasına önemli derecede katkı sağlayacaktır. Bu kitabın temel amacı, çevre sorunları konusunda yanlış bilinen konulara bilimsel açıklık getirmek ve çevre hakkında toplumsal bilinci arttırarak gelecek kuşakların, hayvanların ve bitkilerin temiz bir çevrede yaşamasına katkı sağlamaktır. Bizim çocuklarımıza, hayvanlara ve bitkilere karşı en değerli mirasımız ve sorumluluğumuz temiz bir çevre bırakmak olacaktır. Bunun başarıya ulaşabilmesi için mevcut durumun iyileştirilmesi gerekmektedir. Doğru bilgi, bu gayeyi gerçekleştirmede en güçlü araçtır. Bu güce sahip olmamız için doğru bilgiye ulaşmamız gerekmektedir. Bu kitap, çevre ve çevre sorunları konusunda doğru bilgiye giden yolda insanlara rehber olabilecek bir kaynaktır. Bu kitabı akademik çalışmalarımda desteğini benden hiç esirgemeyen annem Kibriye Akyüz’e ile babam İsmail Akyüz’e armağan ediyorum. Ayrıca çevre sorunlarından dolayı yakınlarını kaybeden insanlara, yaşamları yok olan hayvanlara ve bitkilere, temiz bir çevrede yaşamalarını istediğim gelecek kuşaklara bu kitabı ithaf ediyorum.
Discussions about nuclear energy in Türkiye are held in the shadow of the political polarization ... more Discussions about nuclear energy in Türkiye are held in the shadow of the political polarization between the People's Alliance and the Nation's Alliance. However, there are no comprehensive studies that have investigated how political polarization affects the social acceptance of nuclear energy. To investigate these effects, face-to-face interviews (n=52) were conducted with people living around the Akkuyu Nuclear Power Plant. The study found two main results: first, the most important factor affecting the social acceptance of nuclear energy is the nuclear energy policies of the political parties they vote for; and second, those who vote for the People's Alliance, which advocates nuclear energy, have a high benefit perception, while those who vote for the Nation's Alliance, which opposes nuclear energy, have a high risk perception. The article concludes that Turkish nuclear energy policy is a highly political issue rather than just a strictly environmental one.
While there are legal regulations prohibiting smoking in indoor areas in Turkey, there is none fo... more While there are legal regulations prohibiting smoking in indoor areas in Turkey, there is none for outdoor areas. Many non-smokers are exposed to environmental tobacco smoking against their will in Turkey. Numerous research efforts have documented the fact that environmental tobacco smoke poses risks to human health because it pollutes the environment by releasing dangerous chemicals into the air that non-smokers breathe. This means that tobacco smoking poses risks to a safe environment and people’s lives. People have a right to the environment, as guaranteed by the Turkish Constitution. Since Stockholm Declaration, many countries have recognized that people have a right to a safe environment or that a safe environment is essential to the enjoyment of human rights, including Turkey. However, how non-smokers perceive of the impacts of environmental tobacco smoke on the enjoyment of the right to the environment enshrined within the Turkish legal system has not been studied to date. Accordingly, this research aims to explore how issues relating to environmental tobacco smoke can be approached from an environmental human rights perspective. To achieve this purpose, a qualitative case study was conducted in Istanbul. The results of this analysis show that non-smokers do not enjoy the right to the clean environment guaranteed by the Turkish Constitution due to the ETS.
21. yüzyıl küresel ısınmanın tüm dünyada belirgin bir şekilde hissedildiği alarm verici bir dönem... more 21. yüzyıl küresel ısınmanın tüm dünyada belirgin bir şekilde hissedildiği alarm verici bir dönemdir. Küresel ısınmanın etkileri tüm dünyada şiddetini arttırmaktadır. Canlı yaşamını ciddi boyutlarda etkileyen küresel ısınmayı önleyebilmek ya da küresel ısınmanın etkilerini azaltabilmek için etkili çevre politikalarına ihtiyaç vardır. Nitekim bu ihtiyacı gidermek amacıyla İngiltere, Japonya, Almanya ve İsveç gibi ülkeler kısa, orta ve uzun dönem çevre politikaları geliştirmektedir. Küresel ısınmanın tüm insanlığı karşı risk teşkil etmesinden dolayı, çevre politikaları sadece merkezi hükümetler tarafından değil, yerel yönetimler tarafından da oluşturulmaktadır. Dünyanın en kalabalık metropolleri olan Tokyo ve İstanbul da küresel ısınma ile mücadelede kendi çevre politikalarını tasarlamaktadır. Bu çalışmanın temel amacı, benzer demografik yapılara sahip olan Tokyo'yu ve İstanbul'u yöneten yerel yönetim kurumlarından Tokyo Büyükşehir Belediyesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin küresel ısınmayı önlemek için oluşturdukları çevre politikalarının benzerliklerini ve farklılıklarını, içerik analizi yöntemi ile inceleyerek karşılaştırmaktır. Bu çalışmanın sonuçları göstermektedir ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Tokyo Büyükşehir Belediyesi küresel ısınma ile mücadelede ortaya koydukları çevre politikalarının bazıları benzerlik gösterirken bazıları ise birbirinden tamamen ayrılmaktadır.
Nuclear energy is the third most common energy source after fossil fuels and renewable energy wor... more Nuclear energy is the third most common energy source after fossil fuels and renewable energy worldwide. Nuclear energy provides about 10% of the world's electricity currently. However, there has been a growing discussion over nuclear energy because of its risks and benefits. Supporters argue that nuclear energy does not release direct greenhouse gas emissions which is considered a solution to global warming. Opponents claim that nuclear energy pose risks to the environment and public health due to the potential nuclear accident events. There are hard and soft nuclear energy laws that regulate nuclear safety at the international level. However, the latest nuclear accident, The Fukushima nuclear accident, shows that international nuclear law could be not an effective tool to achieve nuclear safety all over the world. For this reason, the role of international nuclear law on nuclear safety stays questionable. The main purpose of this paper is to argue the weaknesses and strengths of international nuclear energy regulations to achieve nuclear safety and regulate nuclear accident related risks to the environment and public health.
Nuclear energy is one of the most important components of the world electricity supply in today's... more Nuclear energy is one of the most important components of the world electricity supply in today's world. It provides approximately 21% of electricity in OECD countries. However, there has been a growing social and academic debate over the use of nuclear energy because the fact that there have been serious incidents and accidents at nuclear power stations indicates that the security risk associated with NPPs is not low. Particularly major nuclear accidents, Fukushima and Chernobyl, can cause the release of radiation into the environment. However, environmental contamination is not shared equally among people who trigger environmental injustice issues. There has been no comprehensive research that investigates nuclear accidents from the perspective of environmental justice theory so far. The main purpose of this study is to argue whether or not nuclear accidents cause environmental injustice. The results show that the major nuclear accident, the Chernobyl, has caused distributive and intergenerational environmental injustice.
Human rights and the environment are linked with each other in two ways. Firstly, the environment... more Human rights and the environment are linked with each other in two ways. Firstly, the environment is seen as precondition of the realization of human rights. Because human beings are dependent on the environment. We all meet our basic needs including air, water and food from nature. Individuals cannot exist without the mother earth. For this reason, human rights may not be enjoyed at the absence of a clean environment. Secondly, human rights can be an effective way to achieve environmental safety. These two linkages are united under the umbrella of environmental human rights. Environmental human rights are the rights of people to protect the environment for the sake of human beings. There have been numerous studies investigating the scope and types of environmental human rights. However, how the linkage between human rights and the environment has been evolved has not been discussed sufficiently so far. Accordingly, this paper aims to explore how environmental human rights have been developed over history. This research finds that environmental human rights have been developed by international environmental law more than international human rights law.
Gündelik yaşantımızda gerçekleştirdiğimiz birçok eylem ile farkında olmadan çevreyi tahrip etmekt... more Gündelik yaşantımızda gerçekleştirdiğimiz birçok eylem ile farkında olmadan çevreyi tahrip etmekteyiz. Kimi zaman ise siyasi ve ekonomik amaçlarla yani bilinçli olarak doğanın fiziksel ve biyolojik unsurları talan edilmektedir. Çevresel terör adı verilen bu sorun, Türkiye'de üzerinde çok az konuşulan konulardan bir tanesini oluşturmaktadır. Zengin ekolojik değere sahip olan Türkiye'de çevresel terör önemli bir mesele olarak durmaktadır. Çevresel terörün en yaygın örneği ise biyolojik yaşamın merkezi olan ormanların siyasi ya da ekonomik amaçlarla yakılması ya da tahrip edilmesidir. Son yıllarda sıklıkla karşımıza çıkan bu çevre suçunun merkezinde ise PKK terör örgütü bulunmaktadır. PKK'nın çevreye verdiği zararların çevre literatürü açısından ne anlama geldiği üzerinde yeterince durulmayan bir konudur. Bu boşluğu doldurmak gayesiyle ele alınan bu çalışma üç temel bölümden oluşturmaktadır. Birincisi, Türkiye'de çok az tartışılan çevresel terör kavramının karakteristik özelliklerini tespit etmektir. İkincisi, PKK terör örgütünün orman yakma eylemlerini çevresel terör kuramı bağlamında analiz etmektir. Son olarak, çevresel terör eylemlerini sonlandırmak için politika önerileri sunmaktır. Bu çalışmanın sonuçları göstermektedir ki, PKK terör örgütünün ormanlık alanlara karşı gerçekleştirdiği eylemler çevresel terör kapsamına girmektedir. Analiz çerçevesinde bu çalışmada şu politika önerileri yapılmıştır: (1) uluslararası arenada kamuoyu çalışmaları yapılmalı, (2) bölge insanları çevrenin önemi konusunda bilinçlendirmeli ve (3) bölge halkı çevre yönetimine dahil edilmelidir.
Çevre adaleti, Türkiye'de üzerinde çok az konuşulan konulardan birini oluşturmaktadır. Doğal kayn... more Çevre adaleti, Türkiye'de üzerinde çok az konuşulan konulardan birini oluşturmaktadır. Doğal kaynakların ve çevre kirliliğinin bölüşülmesi noktasında herhangi bir gurubun sosyal statü, etnik köken, ideoloji, cinsiyet gibi farklılıklar nedeniyle kamu gücü tarafından ayrımcılığa maruz kalması anlamına gelen çevre adaleti, ülkemizde özellikle doğal kaynaklara erişim noktasında yaygın bir sorun olarak durmasına rağmen, akademi dünyasında yeterince tartışılmamaktadır. Ülkemizde sıklıkla vuku bulan çevre adaletsizliğinin en yaygın olarak yaşandığı alanların başında ise plaj gibi kıyı şeritlerinin kullanımı gelmektedir. Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye, kıyı şeritleri açısından zengin bir ülke konumundadır. Ülke içerisinde yaşayan tüm vatandaşların ortak değeri olan kıyı şeritlerinin herkesin adil ve eşit bir şekilde ulaşabilecek olması, çevre yönetiminde adaletin tesisi için zaruridir. Bunun ana sebebi ise, bu doğal kaynaklar ayrım gözetilmeksizin tüm yurttaşların eşit söz sahibi olduğu ortak kullanım alanlarıdır. Fakat bir takım yasal düzenlemeler ile özellikle ekonomik açıdan dezavantajlı grupların kıyı şeritlerini kullanması zorlaştırılabilmektedir. Bu durum, çevre yönetiminde hakkaniyetsiz yani adaletsiz bir durumun ortaya çıkmasına vesile olmaktadır. Bu makalenin temel amacı, çevre adaleti üzerine olan teorik kuramları irdelemek ve ülkemizde bulunan plajların bir kısmının ücretli olmasını sorunsalını çevre adaleti kuramı çerçevesinde tartışarak, politika önerileri sunmaktır.
Environmental human rights (EHRs) have received greater worldwide attention over the years since ... more Environmental human rights (EHRs) have received greater worldwide attention over the years since first recognized by the 1972 Stockholm Declaration. Approximately 100 countries currently recognize and guarantee EHRs within their national constitutions. EHRs have been also used by such diverse groups as academics, social activists, international organizations, political parties, NGOs, etc. EHRs, however, are still a long way from being clear as a concept, or may at best be considered vague. This may be because different scholars have defined EHRs in different ways. In order to broaden and deepen our understanding of EHRs, this conceptual paper will attempt to explain the scope and types of EHRs through a critical analysis of the related literature by addressing the following research questions: (1) What is the scope of environmental human rights? and (2) What types of environmental human rights are there? It concludes with four main types of EHRs, including the right to environment, civil and political rights, and the constitutional and procedural rights that are the rights of individuals to preserve the environment in which they live.
Turkey intends to build three nuclear power stations in the Akkuyu, Sinop and Igneada regions to ... more Turkey intends to build three nuclear power stations in the Akkuyu, Sinop and Igneada regions to meet its increasing energy demands. This policy, however, is still a highly controversial topic in Turkey as nuclear energy has both advantages and disadvantages. The related literature on this topic is divided into two groups; supporters claim that nuclear energy may decrease Turkey's energy dependency on other countries, as it already imports approximately 70% of its total energy demand. In contrast, opponents argue that nuclear energy poses serious risks to the environment, which in turn can affect human health and lives. This discussion is, however, held mainly by decision makers, NGOs, the media and scholars. The related literature shows that we know little about how the civil populace perceive the pros and cons of NPPs. In order to fill in this gap, this research aims to explore citizens’ perceptions of the advantages and disadvantages of NPPs through semi-structured interviews with people local to the Akkuyu, Sinop and Igneada regions. It concludes that people are well informed about pros and cons of NPPs. They raise three main advantages including cheap electricity, low carbon dioxide and reliability, and two disadvantages, including issues of nuclear waste and the risk of accident.
The Journal of Academic Social Science Studies, Nov 1, 2016
İnsanoğlunun 21. yüzyılda karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlarından bir tanesini hızla artan ... more İnsanoğlunun 21. yüzyılda karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlarından bir tanesini hızla artan çevre kirliliği oluşturmaktadır. Ölümcül etkileri olan çevresel sorunların boyutları her geçen gün hızla artmaktadır. Çevre sorunlarından dolayı her yıl milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi, tehlikeli boyutlardaki hastalıklara yakalanması ve sahip olduğu temel hak ve hürr i-yetlerin tehdit altında olması gerçeği olayın ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu göstermektedir. Özellikle Sanayi Devrimi sonrası yaşanan hızlı gelişim ve değişim sürecinin bir neticesi olarak top-lumların yaşam alışkanlıkları köklü bir şekilde evrimleşip birer tüketim makinesi haline dönüşerek tüm canlıların yaşamlarını sürdürdüğü doğa, fütursuz bir şekilde tahrip edilerek çok ciddi çevre so-runlarının ortaya çıkması süreci başlamıştır. İhtiyaçların ötesinde, insanoğlunun eğlence ya da hobi olarak yaptıkları kimi eylemlerin çok ciddi çevre sorunlarına ve akabinde milyonlarca insanın olumsuz olarak etkilenmesine neden olması gerçeği üzerinde durulması gereken en önemli konulardan bir tanesini oluşturmaktadır. Özellikle milyonlarca insanın kullandığı sigaranın doğru-dan çevreye ve diğer canlılara verdiği zararlar, çevre ve insan hakları noktasında ele alınması önem arz etmektedir. Bu çalışmanın temel amacı, kamuoyunda sıkça tartışılan sigara kullanımını farklı bir perspektifinden ele alarak irdelemektir. Klasik yaklaşımlardan farklı olarak sigara kullanımı, in-san hakları ve çevre sorunları ilişkisi bağlamında irdelenmeye çalışılacaktır. Son olarak ise sigara kullanımının bir insanlık suçu olup olmadığını sorunsalını ayrıntısıyla araştırılacaktır. Anahtar Kelimeler: Sigara, Çevre Sorunları, İnsan Hakları, Temiz Çevre, Hava Kirliliği Abstract Environmental pollution is one of the most important issues facing the world's population in the 21st century. As a result of environmental issues, millions of people are dying and contracting serious illnesses, and others are at risk of losing their basic human rights and freedoms. The severity of enviromental problems is accepted and dates to the period of human history since the Industrial Revolution. After the Industrial Revolution people's life styles and consumption habits changed significanlty. In order to meet our needs and to live a more comfortable life, humankind had started to destroy the nature. Here it is important to emphasise that people are risking the st ability of the environment not only to meet their basic needs but also in pursuit of hobbies and habits. Smoking is a unique example, which directly shows how poeple pollute the environment to satisfy their habits. The key aim of this research is to examine whether or not smoking constitutes a human rights violation in the context of the right to a clean and safe environment.
Kentler; doğal, kültürel, tarihi, mimari, sosyal ve yapay öğeleri içinde barındıran ve bu öğeleri... more Kentler; doğal, kültürel, tarihi, mimari, sosyal ve yapay öğeleri içinde barındıran ve bu öğelerin karşılıklı etkileşim içerisinde olduğu dinamik bir olgudur. Türkiye gibi çarpık ve hızlı kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde kentlerin estetik kaygılardan uzak bir şekilde dizayn ya da talan edilmektedir. Buna karşılık kentleşme sürecini kontrollü ve planlı gerçekleştiren İskoçya ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde tarihi, kültürel ve fiziki çevrenin uyum içerisinde harmanlandığı görülmektedir. Kent nüfusunun hızla artmasına bağlı olarak kentlerin estetik açıdan tatmin edici bir şekilde dizayn edilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu çalışmanın temel amaçlarından bir tanesi, kentlerin estetik yapıları tartışmaktır. Çarpık ve hızlı kentleşmenin yaşandığı İstanbul ile düzenli ketleşmenin en iyi örneklerinden biri kabul edilen İskoçya'nın Edinburgh kenti estetik değerleri açısından karşılaştırılacaktır.
This research aims to describe the expected and observed educational-instructional effects of eco... more This research aims to describe the expected and observed educational-instructional effects of economic globalisation on higher education institutions in so called 'developing countries'. It explores how global capitalism forces universities in emerging economies, such as India, Turkey and China, to build up their education systems in accordance with the demands of the global market system. It concludes that a knowledge driven global economy demands a larger proportion of the human capital and that this forces the higher education systems to redesign their strategies, education systems, policies and structures in order to compete effectively in the global economy and meet the demands of economic globalisation.
Samuel Moyn’s ‘The Last Utopia: Human Rights in History (2010)’ is one of the most valuable and c... more Samuel Moyn’s ‘The Last Utopia: Human Rights in History (2010)’ is one of the most valuable and controversial contributions to human rights of the last decade. In this wide-ranging and critical book, Samuel Moyn, a professor of history at Columbia University, takes a different view that human rights are a relatively new invention. He draws a sharp distinction between the modern concept of human rights and older claims of rights, such as the rights of man from the Enlightenment and the revolutionary period. Moyn regards modern international human rights, in particular Universal Declaration of Human Rights, as ‘the last utopia’, which emerged in an age when other, previously more appealing utopias, died. By analysing Samuel Moyn’s arguments, this paper attempts to address the question of whether modern human rights are the '’last utopia’' or not. In order to answer this question, this paper aims to discuss relevant historical and contemporary examples.
The World Bank is a United Nations international financial institution that offers loans, advice,... more The World Bank is a United Nations international financial institution that offers loans, advice, and an array of customized resources to more than 100 developing countries all around the world. The World Bank is a component of the World Bank Group, and the largest global development institution focuses exclusively on private sector ventures and projects in developing countries in partnership by financing investment, mobilizing capital in international financial markets, and providing advisory services as well as technical assistance to businesses and governments. Its institutional culture and approach to development have changed in parallel with the evolution of international development thinking over the past sixty years. This research aims to argue connection between the World Bank and development thinking. Through a review of the literature, this research attempts to clarify the ways in which the World Bank's institutional culture has both influenced and been influenced by the understanding of 'development'
The Journal of Academic Social Science Studies , 2015
Enerji kaynakları günümüz dünyasında çok önemli bir role sahiptir. Dünyada vuku bulan savaşların ... more Enerji kaynakları günümüz dünyasında çok önemli bir role sahiptir. Dünyada vuku bulan savaşların ve siyasi anlaşmazlıkların çoğunun altında yatan en önemli etken-lerden bir tanesini enerji kaynaklarını ele geçirme mücadelesi oluşturmaktadır. Nitekim dünyada son dönemlerde gerçeklemiş savaşların zengin enerji kaynaklarına sahip ülkelerin topraklarında meydana gelmesi ilginç değildir. Enerji politikaları sadece gelişmiş ülkelerin değil, Türkiye’de de çokça önemli bir yere sahiptir. Hızlı kentleşme ve sanayileşme sürecinin birer neticesi olarak enerji ihtiyacı da paralel bir şekilde artan Tü-rkiye’nin son dönemlerde izlediği enerji politikaları çok fazla tartışılır olmuştur. Özel-likle artan enerji ihtiyacını karşılama noktasında uygulanmak istenen nükleer enerji poli-tikaları bu tartışmaların merkezinde bulunmaktadır. Bir kısım nükleer enerjinin neden olabileceği çevresel sorunların tüm insanlık için büyük bir tehdit olduğunu savunurken diğer bir kesim ise Çin ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ekonomileri hızla büyüyen ülkelerin artan enerji ihtiyaçlarını nükleer enerji ile karşıladıklarını ve bunun tek çözüm noktası olduğunu iddia etmektedir. Birbirine taban tabana zıt olan bu iki görüş ülkemizde vuku bulan ve büyük bir tehdit olma özelliğine sahip terör örgütlerinin nükleer santraller gibi stratejik yapılara verebilecekleri zararları ve bunların doğuracağı çevresel, ekonomik, sosyolojik ve siyasi etkileri göz ardı etmektedirler. Bu çalışmanın temel amacı, Türkiye sınırları içerisinde kurulması planlanan ve altyapı çalışmaları devam edilen nükleer santrallerin ülkede varlığını devam ettiren terör örgütlerinin olası saldırıları açısından doğurabileceği güvenlik risklerini tartışmaktır.
Public transport in urban areas of the developing world is highly complex, due to the systems inv... more Public transport in urban areas of the developing world is highly complex, due to the systems involved, the large number of origins and destinations, and the amount and variety of traffic. Istanbul is typical of these issues. Due to unplanned urbanisation over the past decades, the city is now facing a severe urban transport crisis, such as noise pollution, traffic congestion, traffic accidents, etc. These crises are mainly due to a limited transport infrastructure, a rapid increase in motor vehicle ownership and poor public transport services, etc. This study will analyse the urban transport systems of Istanbul (i.e. minibus and bus) and the extent and cause of the traffic congestion faced by the city. Through a review of the literature, this essay will attempt to clarify the ways in which the city can mitigate the above mentioned issues and improve its public transport.
İnsanoğlunun doğaya ve çevreye verdiği kirliliğin boyutu her geçen gün hızla artmaktadır. 20. ve ... more İnsanoğlunun doğaya ve çevreye verdiği kirliliğin boyutu her geçen gün hızla artmaktadır. 20. ve 21. yüzyılda dünya nüfusunun hızla yükselmesi, çarpık kentleşme, teknoloji ve sanayinin hızla gelişmesi çevre sorunlarının da hızla artmasına neden olmuştur. Artan çevre kirliliğinin en önemli nedenlerinden bir tanesini kent öbeklerinde kontrolsüzce kullanılan enerji kaynakları oluşturmaktadır. Özellikle petrol ve kömür gibi fosil enerji kaynaklarının aşırı kullanımı, başta hava kirliliği olmak üzere birçok ciddi çevre sorununa neden olmaktadır. Çevre sorunları beraberinde çok sayıda toplumsal, ekonomik ve bireysel sorunları getirmektedir. Özellikle kontrol edilemeyen çevre kirliliği, başta yaşam hakkı olmak üzere insanın sahip olduğu temel hak ve hürriyetleri tehdit ettiği görülmektedir. Bu yönüyle çevre sorunları salt çevre kirliliği değil aynı zamanda anayasalar ve uluslararası antlaşmalar tarafından koruma altına alınmış olan temek insan haklarını tehdit eden tehlikeli bir boyut kazanmıştır. Bu çalışmanın temel amacı çevre sorunlarını insan hakları perspektiften ele alınarak temel hak ve hürriyetleriyle olan ilişkisi irdelenecektir. Çevreye verilen zararların birer insanlık suçu olup olmadığı sorunsalı tartışılacaktır.
Sanayi ve teknolojisiyle gün geçtikçe gelisen Türkiye'nin enerji talebi de hızla artmaktadır. Ene... more Sanayi ve teknolojisiyle gün geçtikçe gelisen Türkiye'nin enerji talebi de hızla artmaktadır. Enerji ihtiyacının yaklasık olarak %70'lik kısmını ithalat yolu ile karsılamasına rağmen basta günes enerjisi, rüzgar enerjisi ve dalga enerjisi gibi çevreye emisyon yaymayan yani çevre dostu yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi ülkemizde hala yeterince anlasılabilmis değildir. Artan enerji talebi yüksek maliyetli, uzun kurulum süreli, olası doğa olayları nedeniyle sürekli kaza tehlikesi tasıyan nükleer santral projeleri ve fosil enerji kaynakları ile karsılanmaya çalısılmaktadır. Oysaki Türkiye’nin en büyük enerji potansiyelini yenilenebilir enerji kaynakları olusturmaktadır. Enerji krizi sorununun ithalat ile çözülmeye çalısıldığı Türkiye'de yenilenebilir enerji kaynaklarının oynayacağı rol tartısılması gereken önemli bir konudur. Bu çalısmanın temel amacı, Türkiye'nin izlediği enerji politikalarını tartısmak ve yenilenebilir enerji kaynaklarının ülkemiz açısından önemini irdelemektir.
The environment is the common living space of all living things. Our basic needs are met from the... more The environment is the common living space of all living things. Our basic needs are met from the physical and biological elements of the environment. The air we breathe, the nutrients we eat and the water we drink are supplied from nature. It is not possible to protect the life of living things without the existence of the environment. Despite the strategic importance of the environment in life, human beings constantly harm nature. Especially with the economic transformation after the Industrial Revolution, the extent of the damage caused by people to the environment has reached irreparable levels. Environmental problems such as climate change, damage to biodiversity, air, water and soil pollution, deforestation cause the ecological balance to deteriorate all over the world. All disasters raise the questions of what human responsibilities should be towards the environment and what is the ideal in the human-environment relationship. Current environmental ethical approaches limit the human-environment relationship with the world. However, there are billions of planets like Earth in the Milky Way Galaxy we live in. Since the second half of the 20 th century, human beings have been trying to go to planets other than Earth. As a result of this initiative, new living spaces are created outside of the earth's atmosphere. This situation necessitates the evaluation of the human-environment relationship outside the world. This study deals with the ethical aspects of the human-environment relationship outside the world through a critical review of the existing literature. The data of this study show that current ethical theories are insufficient by limiting the human-environment relationship to the world. As a result, in this study, what is the ideal behavior in human-environment relationship with extraterrestrial planets is discussed with the eco-universe approach. What should be the ideal in the human-environment relationship outside the world is examined under the name of the eco-universe approach, which has not been discussed in the literature before.
Sanayi Devrimi sonrası yaşanan iktisadi ve toplumsal dönüşümle birlikte kırsal kesimlerden kentle... more Sanayi Devrimi sonrası yaşanan iktisadi ve toplumsal dönüşümle birlikte kırsal kesimlerden kentlere doğru hızlı göç süreci yaşanmaya başlanmıştır. Özellikle 1950'li yıllardan itibaren dünya nüfusunun kontrolsüz bir şekilde artması, nüfus yoğunluğu fazla olan kentlerin çoğalmasını tetiklemiştir. Ayrıca, iş imkânlarının fazla olması, sağlık ve eğitim hizmetlerinin daha gelişmiş olması, sosyal imkânların zenginliği gibi nedenlerden ötürü kentler daha fazla cazibe merkezi haline gelmiştir. Fakat kentlerde nüfusun kontrolsüz bir şekilde artması birçok kentsel sorunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu sorunlardan bir tanesi kentsel ulaşım ile ilgilidir. Kentli nüfusun kent öbeklerine yığılması nedeniyle insanların bir yerden başka bir yere ulaşabilmesi güçleşmiştir. Metro, otobüs, tramvay ve vapur gibi toplu taşıma araçları büyük metropollerde yetersiz kalmaktadır. Bireysel taşıtlar ise trafik ve hava kirliliği gibi birçok soruna neden olmaktadır. Son yıllarda ise elektrikli araç kullanımının yaygınlaşmaya başlaması ile kentsel ulaşımda yeni bir seçenek doğmuştur. Kentsel ulaşımın karşı karşıya kaldığı sorunların çözümünde elektrikli araçların rolü daha fazla konuşulmaya başlanmıştır. Fakat elektrikli araçların kentsel ulaşımdaki rolünün avantajlarını ve dezavantajlarını inceleyen yeterli düzeyde akademik çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmanın temel amacı; elektrikli araçların kentsel ulaşımdaki artılarını ve eksileri analiz etmektir. Bu çalışmanın verilerine göre elektrik araçlar kentsel ulaşımın geliştirilmesinde şu artılara ve eksilere sahiptir; (1) bireysel taşıtlanmayı arttırarak trafik sorunu tetikleyebilir, (2) otopark sorunun artmasına neden olabilir, (3) yapay çevrenin genişlemesine neden olarak doğal çevre üzerindeki baskının artmasını tetikleyebilir, (4) gürültü kirliliğini azaltabilir, (5) taşıtların neden olduğu hava kirliliğinin azalmasına katkı sağlayabilir ve (6) iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasına katkı sağlayabilir.
Global warming is one of the most important environmental problems in Turkey. The effects of glob... more Global warming is one of the most important environmental problems in Turkey. The effects of global warming are increasing in intensity with the process of industrialization, unplanned urbanization and uncontrolled population growth that gained momentum in the 1950s. Turkey is faced with the risk of climate change due to global warming. One of the most important factors that triggered global warming is the excessive use of fossil fuels in Turkey. Turkey meets a significant part of its energy needs from fossil fuels such as oil, coal and natural gas. As a result of the release of greenhouse gases such as carbon dioxide caused by fossil fuels, the earth's temperature increases. Since the use of fossil fuels is one of the most important reasons that trigger global warming, environmentally friendly and sustainable energy policies are needed to combat global warming in Turkey. The main objective of this study is to investigate Turkey's energy policy in the fight against global warming by analysing Turkey's 2019-2023 Strategic Plan through a content analysis method. The results of this study show that while Turkey is investing more in renewable and nuclear energy resources to combat global warming, it also aims to increase the use of fossil fuels.
Çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurları üzerinde ciddi riskler taşıyan iklim değişikliği, günümü... more Çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurları üzerinde ciddi riskler taşıyan iklim değişikliği, günümüz dünyasının en önemli çevre sorunlarından bir tanesi olarak kabul edilmektedir. İklim değişikliğinin ana sebeplerinden bir tanesi yeryüzü ortalama sıcaklığının artmasıdır. Özellikle Sanayi Devrimi sonrası yaşanan çarpık kentleşme, hızlı sanayileşme ve kontrolsüz nüfus artışı sonrası insan-çevre ilişkisinde yaşanan dönüşüm nedeniyle sera gazlarının atmosfere salınımı artarak yeryüzü ortalama sıcaklığı yükselmeye başlamıştır. Küresel ısınma adı verilen bu sorunun en önemli nedenini ise fosil enerji yakıtların aşırı kullanımı oluşturmaktadır. Dünya enerji ihtiyacının yaklaşık olarak %80’lik kısmını kömür, petrol ve doğal gazdan, yani fosil yakıtlardan karşılamaktadır. Fosil enerji kaynakları yapılarında karbon ve hidrojen elementlerini barındırmaktadır. Bu nedenle, fosil yakıtların sanayi, konut ve ulaşım alanlarında yaygın bir şekilde kullanılması, karbondioksit, metan, azot dioksit ve karbon monoksit gibi farklı sera gazlarının atmosfere salınımını arttırmakta ve bu durum küresel ısınmayı tetiklemektedir. İklim değişikliğine neden olan küresel ısınmanın etkilerinin azaltılabilmesi için, öncelikle fosil enerji yakıtlarına alternatif enerji kaynaklarının kullanılması gerekmektedir. Sera gazlarının salınımını azaltabilecek enerji kaynaklarından en önemlisi yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Güneş, rüzgâr ve dalga gibi yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjinin kullanılması tüm dünyada giderek yaygınlaşmaktadır. Fakat yenilenebilir enerji kaynaklarının mevsim koşullarından etkilenmesi nedeniyle, bu alandaki teknoloji ile dünya enerji arzını karşılayamamaktadır. Küresel ısınmanın en önemli nedenlerinden bir tanesi olan fosil enerji yakıtlarına alternatif ikinci en önemi enerji kaynağı nükleer enerjidir. 1950’li yıllardan bu yana nükleer enerji kullanmaktadır. Dünyanın enerji ihtiyacının yaklaşık olarak %10’unu karşılayan nükleer enerji 30 ülkede kullanılmaktadır. İklim değişikliği ile mücadelede nükleer enerjinin fosil yakıtlara alternatif etkin bir araç olabileceği görüşü savunulmaktadır Nükleer enerji savunucuları nükleer enerjinin doğrudan sera gazlarının salınımına neden olmaması nedeniyle iklim değişikliği mücadelede etkili bir araç olabileceği kabul etmektedir Nükleer enerji fosil yakıtlardan farklı olarak enerji üretimi sürecinde karbondioksit salınımına neden olmamaktadır Bu nedenle sera gazlarının salınımının azaltılmasında kullanılabilecek enerji kaynaklarından bir tanesinin nükleer enerji olabileceği savunulmaktadır Nükleer enerji karşıtları ise uranyum madenciliği, uranyum öğütme, uranyum zenginleştirmesi, reaktör yapımı, nükleer atıkların depolanması, reaktör hizmetten çıkarma, yakıt üretimi, yakıt yeniden işleme gibi nükleer enerjinin üretimi için gerekli olan süreçlerde sera gazlarının salınımının gerçekleştiğini dile getirmektedir. Ayrıca, nükleer enerji santrallerinin olası kaza durumunda neden olacağı radyoaktif kirlenme ve enerji üretimi sonucunda ortaya çıkan radyoaktif atıkların çevre ve toplum sağlığı üzerindeki riskleri nedeniyle çevre dostu ve sürdürülebilir enerji kaynağı olmadığı görüşü da atılmaktadır. Bu çalışmanın temel amacı nükleer enerji kullanımının iklim değişikliği ile mücadele avantajlarını ve dezavantajlarını incelemektir. Bu çalışmada üç temel sonuca ulaşılmıştır Bunlar sırasıyla şu şekildedir: (1) nükleer enerji sera gazlarının salınımına neden olmaktadır, (2) fosil yakıtlara oranla nükleer enerjinin neden olduğu sera gazlarının salınımı iklim değişikliğinin etkilerini azaltacak boyuttadır, (3) küresel ısınmanın etkilerinin azaltılmasında fosil yakıtlara kısayla avantajlara sahip olan nükleer enerji kaza riski ve nükleer atık nedeniyle başka çevre sorunlarını tetikleyebilir.
Sanayi Devrimi süreci ile birlikte tüm dünyada hızlı bir kentleşme süreci yaşanmaya başlamıştır. ... more Sanayi Devrimi süreci ile birlikte tüm dünyada hızlı bir kentleşme süreci yaşanmaya başlamıştır. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren kırsal kesimden kentlere doğru yaşanan göç süreci ivme kazanmıştır. Hızlı kentleşme süreciyle karşı karşıya kalan ülkelerden bir tanesi de Türkiye’dir. Liberal ekonominin benimsenmeye başlandığı 1950’li yıllardan itibaren Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu gibi bölgelerden İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlere hızlı nüfus geçişleri yaşanmaya başlamıştır. Göç sürecinin hızlı ve kontrolsüz bir şekilde gerçekleşmesi nedeniyle çarpık kentleşme ortaya çıkmıştır. Çarpık kentleşme doğal alanların kontrolsüz bir şekilde yapay alanlara dönüştürülmesini şeklinde gerçekleşmiştir. Doğal alanlar hayvanların yaşam alanlarıdır. Hayvanlar besin, barınma ve su ihtiyacını doğal çevre içerisinde karşılarlar. Bu nedenle, doğal çevrenin insan ihtiyaçları nedeniyle tahrip ya da yok edilmesi, hayvanların yaşam alanlarının yok olması riskini doğurmaktadır. Bu sorunun İstanbul’da daha belirgin olduğu görülmektedir. Çünkü Türkiye’de yaşanan çarpık kentleşme sürecinden en fazla etkilenen yerlerin başında İstanbul gelmektedir. İstanbul’da nüfus artışının kontrolsüz bir şekilde devam etmesi nedeniyle doğal yaşam alanları yapay çevreye dönüştürerek hayvanların yaşam alanları yok edilmektedir. İstanbul’da doğal çevrenin giderek küçülmesi nedeniyle hayvanların yaşam alanlarının yok edilmesi, çevre etiği açısından çok az tartışılan konulardan bir tanesini oluşturmaktadır. İnsan, hayvan ve doğa ilişkisine yönelik üç ana çevre etiği kuramı ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi insan merkezli çevre anlayışı olan, yani insanı çevrenin merkezine koyan antroposentrizmdir. İkinci temel görüş doğada bulunan tüm canlıların eşit öneme sahip olduğunu ve kendine ait içsel değerinin bulunduğunu savunan biyosentrizmdir. Üçüncü temel görüş ise insanın doğanın fiziksel ve biyolojik unsurlarına karşı üstünlüğünü reddeden ekosentrizm düşüncesidir. Bu çalışmanın temel amacı, hayvanlarının yaşam alanlarının plansız bir şekilde yok edilmesini çevre etiği kuramları açısından tartışmaktır. Bu çalışmanın sonuçları göstermektedir ki, insanların temel ihtiyaçları dışında hayvanların yaşam alanlarını yok etmesi, ekolojik dengenin korunması açısından gayri etik bir durum oluşturmaktadır.
Samuel Moyn’un ‘Tarihte Son Ütopya: İnsan Hakları (2010)’ isimli kitabı son dönemlerde insan hakl... more Samuel Moyn’un ‘Tarihte Son Ütopya: İnsan Hakları (2010)’ isimli kitabı son dönemlerde insan hakları üzerine yapılmış olan tartışmalara katkı sağlamış en değerli ve münakaşacı eserlerden bir tanesini oluşturmaktadır. Columbia Üniversitesi tarih bölümünde profesör olan Samuel Moyn’un bu geniş kapsamlı ve kritik kitabında özgün bir yaklaşım ortaya atarak insan haklarının yeni bir buluş olduğu görüşü dile getirilmektedir. Samuel Moyn modern insan hakları ile tarihin tozlu sayfalarında yer edinmiş insan hakları arasında keskin bir ayrım yapmaktadır. Yazar, çağdaş insan hakları anlayışını ve özelikle İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni, Komünizm gibi misyonunu tamamlamış ütopyaların ardından gelen son ütopya olarak tanımlamaktadır. Bu çalışmanın temel amacı başta Samuel Moyn’un ortaya attığı ve akademik dünyada gündem oluşturan tartışmalı çalışmasını eleştirel bir şekilde analiz etmek ve insan haklarının son ütopya olup olmadığı sorusunu ayrıntılı bir şekilde incelemektir. Modern insan haklarının bir ütopya olup olmadığı sorusu, tarihsel süreç içerisinde yaşanmış önemli olaylar ele alınarak ve güncel dünyadan alıntılar yapılarak irdelenmeye çalışılacaktır.
Bu bölümün temel amacı nükleer enerjinin avantajlarını ve dezavantajlarını bölüşüm adaleti perspe... more Bu bölümün temel amacı nükleer enerjinin avantajlarını ve dezavantajlarını bölüşüm adaleti perspektifinden incelemektir. Nükleer enerji kullanımının bölüşüm adaletsizliğine neden olup olmadığı sorunsalının analiz edilmesi amaçlanmaktadır. Bu bölüm üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda çevresel adaletin türlerinden bir tanesi olan bölüşüm adaletinin temel ilkeleri tespit edilmektedir. İkinci kısımda nükleer enerjinin artıları ve eksileri bölüşüm adaleti açısından tartışılmaktadır. Üçüncü ve son kısımda ise yapılan analiz kapsamında politika önerileri sunulmaktadır.
Uploads
Book by Emrah Akyuz
Doğa bizi var eden en temel unsur olmasına rağmen, çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurları insanlar tarafından sistematik bir şekilde yok edilmektedir. Doğaya karşı olan minnet duygumuzu, onu yok ederek göster(eme)mekteyiz. Doğaya karşı yaptıklarımızdan ya da yap(a)madıklarımızdan dolayı doğanın “nankör çocukları” gibiyiz. Kendini evrenin merkezinde gören insanoğlu, lüks tüketim alışkanlıkları için tabiata her türlü zararı vermektedir. Tabiri caizse “bindiğimiz dalı” kesiyoruz. Çünkü doğaya zarar vererek aslında kendi varoluşumuzu riske atıyoruz.
Çevreye verdiğimiz zarardan dolayı her yıl milyonlarca insan yaşamını kaybetmektedir. İnsanların çevrenin canlı ve cansız unsurlarına zarar vermesi neticesinde ortaya çıkan hava, su ve toprak kirliliği, iklim değişikliği, küresel ısınma, ormansızlaşma ve radyoaktif kirlenme gibi çevre sorunlarına maruz kalan insanlar, kanser gibi ölümcül hastalıklara yakalanarak yaşamını kaybetmektedir. Çevre sorunları sadece insanları etkilememektedir. Çevreye verdiğimiz zararın faturası en ağır ödeyen canlı grubu bitkiler ve hayvanlardır. Bizlerin yaşam tarzı nedeniyle çevrenin tahrip edilmesi, bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına neden olarak ekolojik dengeyi bozmaktadır.
Ekolojik dengenin tekrardan tesis edilebilmesi için hâlâ geç değil. Sadece içinde bulunduğumuz kriz durumunu idrak etmemiz ve buna uygun adımlar atmamız lazım. Toplumsal uyanışı sağlayarak yok olma aşamasında olan doğayı tekrardan kurtarabiliriz. Bunun için doğaya nasıl davranmamız gerektiğini bilmemiz gerekmektedir. Çevre sorunlarının çözümü ve tüm canlıların kurtuluşu, insanların “tabiat anaya” nasıl davranması gerektiğini bilmesinde yatmaktadır.
“Çevre Etiği ve Spinoza” başlıklı bu kitap toplumsal uyanışa katkı sağlamayı amaçlamaktadır. İnsanoğlunu doğaya karşı nasıl davranması gerektiğinin cevabını sunan bu bilimsel eser, geleceğimizi kurtarmanın şifrelerini paylaşmaktadır.
İçinde yaşadığımız kentlerin önemli bir kısmı insanların nefes almakta zorlandığı, yeşil alanların çok az miktarda olduğu, her tarafın beton yığınları ile kaplandığı, hava, su toprak ve gürültü kirliliği gibi birçok çevre sorunun ölümcül boyutlara ulaştığı, bir yerden başka bir yere gitmenin giderek zorlaştığı, göze hoş gelmeyen yapıların giderek yaygınlaştığı mekânlar haline dönüşmüştür. Bu yaşam yerlerinde varlığını sürdürmeye çalışan insanlar, yaşadıkları kentlerin tesiri altında kalarak mutsuz bir hayat sürmek zorunda kalmaktadır. Bizlerin yaşam alanları, kendi ruhsal ve fiziksel sağlığımızı doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle, kentlerin insanların mutluluğuna hizmet edecek şekilde oluşturulması ya da dönüştürülmesi gerekmektedir.
Mevcut kentlerin daha yaşanabilir alanlara dönüştürülebilmesi için öncelikle kentlerin karşı karşı olduğu sorunların; kentlerin ve kentleşmenin dinamiklerinin doğru tespit edilebilmesi gerekmektedir. Kentlerin ve kentleşmenin boyutları ve kapsamı teknolojik gelişmelere, toplumsal dönüşümlere, çevre sorunlarına, politik uyuşmazlıklara vb. bağlı olarak sürekli değişmektedir. Bu değişimin nedenlerinin ve olası sonuçlarının tespit edilebilmesi, daha sağlıklı kentlerin inşa edilebilmesi için önem arz eden bir durumdur.
Bu kitap, okuyuculara varlıklarını sürdürdükleri yaşam alanlarını tanımalarına ve bu alanların karşı karşıya oldukları sorunlarını ve olası çözüm önerilerini keşfetmelerine olanak sağlayabilecek bir bilimsel eserdir.
sürdürebilmemiz mümkün değildir. Var olabilmemizin asgari koşulu çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarının varlığıdır. Çünkü yaşamımızı devam ettirebilmemiz için gerekli olan tüm asgari ihtiyaçlarımızı doğadan karşılamaktayız. Doğa yaşamımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan tüm ihtiyaç maddelerini karşılıksız bir şekilde tesis eden en değerli varlıktır. Doğa bize karşı oldukça cömert olmasına rağmen insanoğlunun doyumsuzluğu nedeniyle çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarına sürekli zarar verilmektedir. Çevreye verdiğimiz zarar tüm canlıların yok olması riskini doğuran bir felakete doğru gitmektedir.
Bu felaketin sorumlusu konumunda olan insanlar çevre kirliliğinden
en çok etkilenen canlılardan bir tanesidir. Çevresel sorunlardan dolayı her yıl milyonlarca insan ölmekte, kanser gibi ciddi sağlık sorunlarına yakalanmakta, yaşam yerlerini terk etmek zorunda kalmakta, besin ve su gibi temel ihtiyaç maddelerine erişim sağlayamamaktadır. Oysaki bir insanın onurlu bir yaşam sürebilmesi için yaşam hakkı, mülkiyet hakkı su ve besin gibi temel ihtiyaç maddelerine erişim hakkı bölgesel ve uluslararası sözleşmeler tarafından temel insan hakları olarak kabul edilmekte ve korunmaktadır. Doğayı tahrip etmemiz nedeniyle ortaya çıkan çevresel kirlilik bireylerin onurlu bir yaşam sürebilmesi için sahip oldukları temel hak ve hürriyetlerin korunmasında en önemli engellerden bir tanesi olarak durmaktadır. Çünkü bizlerin sahip olduğu evrensel insan hakları çevre sorunlarından dolayı ihlal edilmektedir.
Çevre sorunları ve insan hakları ilişkisi 20. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren uluslararası platformlarda sıkça tartışılmaya başlanmıştır. Birçok
çevre ve insan hakları sözleşmesi çevre sorunları ve insan hakları ilişkisine yönelik düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Fakat bu konu Türkiye’de yeterli ilgiyi görmemektedir. Türkiye’de çevre ve insan hakları ilişkisini ele alan detaylı bir akademik çalışma bulunmamaktadır. Akademik düzeyde yaşanan bu boşluk çevre ve insan hakları ilişkisi hakkında toplumsal bilincin gelişmesine de engel teşkil etmektedir.
Sahip olduğumuz tüm insan hakları çevre sorunlarından dolayı risk
altındadır. Onurlu bir yaşam sürebilmemiz için asgari bir koşul olan insan
haklarının korunabilmesinde temiz çevrenin önemi maalesef anlaşılabilmiş değildir. Bu alanda toplumsal bilinci arttıracak akademik eserlere ihtiyaç duyulmaktadır. “Çevre Ve İnsan Hakları: Türkiye Üzerine Bir Araştırma” başlıklı kitap bu ihtiyacı gidermek amacıyla ele alınmıştır Türkiye’de çevre ve insan hakları ilişkisi inceleyen ve aynı zamanda Türkiye’nin çevre ve insan hakları politikasını analiz eden en kapsamlı akademik kitaptır.
Dünyanın yok oluşunu durdurmanın tek yolu olan toplumsal uyanışı gerçekleştirmek amacıyla ele alınan bu kitapta, çevre sorunlarını azaltarak yok oluş sürecini tersine çevirebilmemiz için atılması gereken adımların neler olduğu yani bilimsel çözüm önerileri okuyuculara sunulmaktadır. Bu kitapta paylaşılan 10 altın kural ile dünyayı gelecek kuşaklar yani çocuklarımız için kurtarabiliriz.
Article by Emrah Akyuz
Doğa bizi var eden en temel unsur olmasına rağmen, çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurları insanlar tarafından sistematik bir şekilde yok edilmektedir. Doğaya karşı olan minnet duygumuzu, onu yok ederek göster(eme)mekteyiz. Doğaya karşı yaptıklarımızdan ya da yap(a)madıklarımızdan dolayı doğanın “nankör çocukları” gibiyiz. Kendini evrenin merkezinde gören insanoğlu, lüks tüketim alışkanlıkları için tabiata her türlü zararı vermektedir. Tabiri caizse “bindiğimiz dalı” kesiyoruz. Çünkü doğaya zarar vererek aslında kendi varoluşumuzu riske atıyoruz.
Çevreye verdiğimiz zarardan dolayı her yıl milyonlarca insan yaşamını kaybetmektedir. İnsanların çevrenin canlı ve cansız unsurlarına zarar vermesi neticesinde ortaya çıkan hava, su ve toprak kirliliği, iklim değişikliği, küresel ısınma, ormansızlaşma ve radyoaktif kirlenme gibi çevre sorunlarına maruz kalan insanlar, kanser gibi ölümcül hastalıklara yakalanarak yaşamını kaybetmektedir. Çevre sorunları sadece insanları etkilememektedir. Çevreye verdiğimiz zararın faturası en ağır ödeyen canlı grubu bitkiler ve hayvanlardır. Bizlerin yaşam tarzı nedeniyle çevrenin tahrip edilmesi, bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına neden olarak ekolojik dengeyi bozmaktadır.
Ekolojik dengenin tekrardan tesis edilebilmesi için hâlâ geç değil. Sadece içinde bulunduğumuz kriz durumunu idrak etmemiz ve buna uygun adımlar atmamız lazım. Toplumsal uyanışı sağlayarak yok olma aşamasında olan doğayı tekrardan kurtarabiliriz. Bunun için doğaya nasıl davranmamız gerektiğini bilmemiz gerekmektedir. Çevre sorunlarının çözümü ve tüm canlıların kurtuluşu, insanların “tabiat anaya” nasıl davranması gerektiğini bilmesinde yatmaktadır.
“Çevre Etiği ve Spinoza” başlıklı bu kitap toplumsal uyanışa katkı sağlamayı amaçlamaktadır. İnsanoğlunu doğaya karşı nasıl davranması gerektiğinin cevabını sunan bu bilimsel eser, geleceğimizi kurtarmanın şifrelerini paylaşmaktadır.
İçinde yaşadığımız kentlerin önemli bir kısmı insanların nefes almakta zorlandığı, yeşil alanların çok az miktarda olduğu, her tarafın beton yığınları ile kaplandığı, hava, su toprak ve gürültü kirliliği gibi birçok çevre sorunun ölümcül boyutlara ulaştığı, bir yerden başka bir yere gitmenin giderek zorlaştığı, göze hoş gelmeyen yapıların giderek yaygınlaştığı mekânlar haline dönüşmüştür. Bu yaşam yerlerinde varlığını sürdürmeye çalışan insanlar, yaşadıkları kentlerin tesiri altında kalarak mutsuz bir hayat sürmek zorunda kalmaktadır. Bizlerin yaşam alanları, kendi ruhsal ve fiziksel sağlığımızı doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle, kentlerin insanların mutluluğuna hizmet edecek şekilde oluşturulması ya da dönüştürülmesi gerekmektedir.
Mevcut kentlerin daha yaşanabilir alanlara dönüştürülebilmesi için öncelikle kentlerin karşı karşı olduğu sorunların; kentlerin ve kentleşmenin dinamiklerinin doğru tespit edilebilmesi gerekmektedir. Kentlerin ve kentleşmenin boyutları ve kapsamı teknolojik gelişmelere, toplumsal dönüşümlere, çevre sorunlarına, politik uyuşmazlıklara vb. bağlı olarak sürekli değişmektedir. Bu değişimin nedenlerinin ve olası sonuçlarının tespit edilebilmesi, daha sağlıklı kentlerin inşa edilebilmesi için önem arz eden bir durumdur.
Bu kitap, okuyuculara varlıklarını sürdürdükleri yaşam alanlarını tanımalarına ve bu alanların karşı karşıya oldukları sorunlarını ve olası çözüm önerilerini keşfetmelerine olanak sağlayabilecek bir bilimsel eserdir.
sürdürebilmemiz mümkün değildir. Var olabilmemizin asgari koşulu çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarının varlığıdır. Çünkü yaşamımızı devam ettirebilmemiz için gerekli olan tüm asgari ihtiyaçlarımızı doğadan karşılamaktayız. Doğa yaşamımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan tüm ihtiyaç maddelerini karşılıksız bir şekilde tesis eden en değerli varlıktır. Doğa bize karşı oldukça cömert olmasına rağmen insanoğlunun doyumsuzluğu nedeniyle çevrenin fiziksel ve biyolojik unsurlarına sürekli zarar verilmektedir. Çevreye verdiğimiz zarar tüm canlıların yok olması riskini doğuran bir felakete doğru gitmektedir.
Bu felaketin sorumlusu konumunda olan insanlar çevre kirliliğinden
en çok etkilenen canlılardan bir tanesidir. Çevresel sorunlardan dolayı her yıl milyonlarca insan ölmekte, kanser gibi ciddi sağlık sorunlarına yakalanmakta, yaşam yerlerini terk etmek zorunda kalmakta, besin ve su gibi temel ihtiyaç maddelerine erişim sağlayamamaktadır. Oysaki bir insanın onurlu bir yaşam sürebilmesi için yaşam hakkı, mülkiyet hakkı su ve besin gibi temel ihtiyaç maddelerine erişim hakkı bölgesel ve uluslararası sözleşmeler tarafından temel insan hakları olarak kabul edilmekte ve korunmaktadır. Doğayı tahrip etmemiz nedeniyle ortaya çıkan çevresel kirlilik bireylerin onurlu bir yaşam sürebilmesi için sahip oldukları temel hak ve hürriyetlerin korunmasında en önemli engellerden bir tanesi olarak durmaktadır. Çünkü bizlerin sahip olduğu evrensel insan hakları çevre sorunlarından dolayı ihlal edilmektedir.
Çevre sorunları ve insan hakları ilişkisi 20. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren uluslararası platformlarda sıkça tartışılmaya başlanmıştır. Birçok
çevre ve insan hakları sözleşmesi çevre sorunları ve insan hakları ilişkisine yönelik düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Fakat bu konu Türkiye’de yeterli ilgiyi görmemektedir. Türkiye’de çevre ve insan hakları ilişkisini ele alan detaylı bir akademik çalışma bulunmamaktadır. Akademik düzeyde yaşanan bu boşluk çevre ve insan hakları ilişkisi hakkında toplumsal bilincin gelişmesine de engel teşkil etmektedir.
Sahip olduğumuz tüm insan hakları çevre sorunlarından dolayı risk
altındadır. Onurlu bir yaşam sürebilmemiz için asgari bir koşul olan insan
haklarının korunabilmesinde temiz çevrenin önemi maalesef anlaşılabilmiş değildir. Bu alanda toplumsal bilinci arttıracak akademik eserlere ihtiyaç duyulmaktadır. “Çevre Ve İnsan Hakları: Türkiye Üzerine Bir Araştırma” başlıklı kitap bu ihtiyacı gidermek amacıyla ele alınmıştır Türkiye’de çevre ve insan hakları ilişkisi inceleyen ve aynı zamanda Türkiye’nin çevre ve insan hakları politikasını analiz eden en kapsamlı akademik kitaptır.
Dünyanın yok oluşunu durdurmanın tek yolu olan toplumsal uyanışı gerçekleştirmek amacıyla ele alınan bu kitapta, çevre sorunlarını azaltarak yok oluş sürecini tersine çevirebilmemiz için atılması gereken adımların neler olduğu yani bilimsel çözüm önerileri okuyuculara sunulmaktadır. Bu kitapta paylaşılan 10 altın kural ile dünyayı gelecek kuşaklar yani çocuklarımız için kurtarabiliriz.
scope of environmental human rights? and (2) What types of environmental human rights are there? It concludes with four main types of EHRs, including the right to environment, civil and political rights, and the constitutional and procedural rights that are the rights of individuals to preserve the environment in which they live.
kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde kentlerin estetik kaygılardan uzak bir şekilde dizayn ya da talan edilmektedir. Buna karşılık kentleşme sürecini kontrollü ve planlı gerçekleştiren İskoçya ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde tarihi, kültürel ve fiziki çevrenin uyum içerisinde harmanlandığı görülmektedir. Kent nüfusunun hızla artmasına bağlı olarak kentlerin estetik açıdan tatmin edici bir şekilde dizayn edilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu çalışmanın temel amaçlarından bir tanesi, kentlerin estetik yapıları tartışmaktır. Çarpık ve hızlı kentleşmenin yaşandığı İstanbul ile düzenli ketleşmenin en iyi örneklerinden biri kabul edilen İskoçya'nın Edinburgh kenti estetik değerleri açısından karşılaştırılacaktır.
ihtiyacının yaklasık olarak %70'lik kısmını ithalat yolu ile karsılamasına rağmen basta günes enerjisi, rüzgar
enerjisi ve dalga enerjisi gibi çevreye emisyon yaymayan yani çevre dostu yenilenebilir enerji kaynaklarının
önemi ülkemizde hala yeterince anlasılabilmis değildir. Artan enerji talebi yüksek maliyetli, uzun kurulum
süreli, olası doğa olayları nedeniyle sürekli kaza tehlikesi tasıyan nükleer santral projeleri ve fosil enerji
kaynakları ile karsılanmaya çalısılmaktadır. Oysaki Türkiye’nin en büyük enerji potansiyelini yenilenebilir enerji
kaynakları olusturmaktadır.
Enerji krizi sorununun ithalat ile çözülmeye çalısıldığı Türkiye'de yenilenebilir enerji kaynaklarının
oynayacağı rol tartısılması gereken önemli bir konudur. Bu çalısmanın temel amacı, Türkiye'nin izlediği enerji
politikalarını tartısmak ve yenilenebilir enerji kaynaklarının ülkemiz açısından önemini irdelemektir.
tanesi yeryüzü ortalama sıcaklığının artmasıdır. Özellikle Sanayi Devrimi sonrası yaşanan çarpık kentleşme, hızlı sanayileşme ve kontrolsüz nüfus artışı sonrası insan-çevre ilişkisinde yaşanan dönüşüm nedeniyle sera gazlarının atmosfere salınımı artarak yeryüzü ortalama sıcaklığı yükselmeye başlamıştır. Küresel ısınma adı verilen bu sorunun en önemli nedenini ise fosil enerji yakıtların aşırı kullanımı oluşturmaktadır. Dünya enerji ihtiyacının yaklaşık olarak %80’lik kısmını kömür, petrol ve doğal gazdan, yani fosil yakıtlardan karşılamaktadır. Fosil enerji kaynakları yapılarında karbon ve hidrojen elementlerini barındırmaktadır. Bu nedenle, fosil yakıtların sanayi, konut ve ulaşım alanlarında yaygın bir şekilde kullanılması, karbondioksit, metan, azot dioksit ve karbon monoksit gibi farklı sera gazlarının atmosfere salınımını arttırmakta ve bu durum küresel ısınmayı tetiklemektedir. İklim değişikliğine neden olan küresel ısınmanın etkilerinin azaltılabilmesi için, öncelikle fosil enerji yakıtlarına alternatif enerji kaynaklarının kullanılması gerekmektedir. Sera gazlarının salınımını azaltabilecek enerji kaynaklarından en önemlisi yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Güneş, rüzgâr ve dalga gibi yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjinin kullanılması tüm dünyada giderek yaygınlaşmaktadır. Fakat yenilenebilir enerji kaynaklarının mevsim koşullarından etkilenmesi nedeniyle, bu alandaki teknoloji ile dünya enerji arzını karşılayamamaktadır. Küresel ısınmanın en önemli nedenlerinden bir tanesi olan fosil enerji yakıtlarına alternatif ikinci en önemi enerji
kaynağı nükleer enerjidir. 1950’li yıllardan bu yana nükleer enerji kullanmaktadır. Dünyanın enerji ihtiyacının yaklaşık olarak %10’unu karşılayan nükleer enerji 30 ülkede kullanılmaktadır. İklim değişikliği ile mücadelede nükleer enerjinin fosil yakıtlara alternatif etkin bir araç olabileceği görüşü savunulmaktadır Nükleer enerji savunucuları nükleer enerjinin doğrudan sera gazlarının salınımına neden olmaması nedeniyle iklim değişikliği mücadelede etkili bir araç olabileceği kabul etmektedir Nükleer enerji fosil yakıtlardan farklı olarak enerji üretimi sürecinde karbondioksit salınımına neden olmamaktadır Bu nedenle sera gazlarının salınımının azaltılmasında kullanılabilecek enerji kaynaklarından bir tanesinin nükleer enerji olabileceği savunulmaktadır Nükleer enerji
karşıtları ise uranyum madenciliği, uranyum öğütme, uranyum zenginleştirmesi, reaktör yapımı, nükleer atıkların depolanması, reaktör hizmetten çıkarma, yakıt üretimi, yakıt yeniden işleme gibi nükleer enerjinin üretimi için gerekli olan süreçlerde sera gazlarının salınımının gerçekleştiğini dile getirmektedir. Ayrıca, nükleer enerji santrallerinin olası kaza durumunda neden olacağı radyoaktif kirlenme ve enerji üretimi sonucunda ortaya çıkan radyoaktif atıkların çevre ve toplum sağlığı üzerindeki riskleri nedeniyle çevre dostu ve sürdürülebilir enerji
kaynağı olmadığı görüşü da atılmaktadır. Bu çalışmanın temel amacı nükleer enerji kullanımının iklim değişikliği ile mücadele avantajlarını ve dezavantajlarını incelemektir. Bu çalışmada üç temel sonuca ulaşılmıştır Bunlar sırasıyla şu şekildedir: (1) nükleer enerji sera gazlarının salınımına neden olmaktadır, (2) fosil yakıtlara oranla nükleer enerjinin neden olduğu sera gazlarının salınımı iklim değişikliğinin etkilerini azaltacak boyuttadır, (3) küresel ısınmanın etkilerinin azaltılmasında fosil yakıtlara kısayla avantajlara sahip olan nükleer enerji kaza riski ve nükleer atık nedeniyle başka çevre sorunlarını tetikleyebilir.
bölgelerden İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlere hızlı nüfus geçişleri yaşanmaya başlamıştır. Göç sürecinin hızlı ve kontrolsüz bir şekilde gerçekleşmesi nedeniyle çarpık kentleşme ortaya çıkmıştır. Çarpık kentleşme doğal alanların kontrolsüz bir şekilde yapay alanlara dönüştürülmesini şeklinde gerçekleşmiştir. Doğal alanlar hayvanların yaşam alanlarıdır. Hayvanlar besin, barınma ve su ihtiyacını
doğal çevre içerisinde karşılarlar. Bu nedenle, doğal çevrenin insan ihtiyaçları nedeniyle tahrip ya da yok edilmesi, hayvanların yaşam alanlarının yok olması riskini doğurmaktadır. Bu sorunun İstanbul’da
daha belirgin olduğu görülmektedir. Çünkü Türkiye’de yaşanan çarpık kentleşme sürecinden en fazla etkilenen yerlerin başında İstanbul gelmektedir. İstanbul’da nüfus artışının kontrolsüz bir şekilde devam
etmesi nedeniyle doğal yaşam alanları yapay çevreye dönüştürerek hayvanların yaşam alanları yok edilmektedir. İstanbul’da doğal çevrenin giderek küçülmesi nedeniyle hayvanların yaşam alanlarının yok edilmesi, çevre etiği açısından çok az tartışılan konulardan bir tanesini oluşturmaktadır. İnsan, hayvan ve doğa ilişkisine yönelik üç ana çevre etiği kuramı ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi insan merkezli çevre anlayışı olan, yani insanı çevrenin merkezine koyan antroposentrizmdir. İkinci temel görüş doğada bulunan tüm canlıların eşit öneme sahip olduğunu ve kendine ait içsel değerinin bulunduğunu savunan biyosentrizmdir. Üçüncü temel görüş ise insanın doğanın fiziksel ve biyolojik unsurlarına karşı üstünlüğünü reddeden ekosentrizm düşüncesidir. Bu çalışmanın temel amacı, hayvanlarının yaşam alanlarının plansız bir şekilde yok edilmesini çevre etiği kuramları açısından tartışmaktır. Bu çalışmanın sonuçları göstermektedir ki, insanların temel ihtiyaçları dışında hayvanların yaşam alanlarını yok etmesi, ekolojik dengenin korunması açısından gayri etik bir durum oluşturmaktadır.
tozlu sayfalarında yer edinmiş insan hakları arasında keskin bir ayrım yapmaktadır. Yazar, çağdaş insan hakları anlayışını ve özelikle İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni, Komünizm gibi misyonunu tamamlamış ütopyaların ardından gelen son ütopya olarak tanımlamaktadır. Bu çalışmanın temel amacı başta Samuel Moyn’un ortaya attığı ve akademik dünyada gündem oluşturan tartışmalı çalışmasını eleştirel bir şekilde analiz etmek ve insan haklarının son ütopya olup olmadığı sorusunu ayrıntılı bir şekilde incelemektir. Modern insan haklarının bir ütopya olup olmadığı sorusu, tarihsel süreç içerisinde yaşanmış önemli olaylar ele alınarak ve güncel dünyadan alıntılar yapılarak irdelenmeye çalışılacaktır.