Papers by Tevfik Orkun Develi
Bilig Journal of Social Sciences in Turkish World, 2024
Attouda Antik Kenti, Denizli’nin Sarayköy ilçesi, Hisar (Köyü) Mahallesi’nde bulunan arkeolojik b... more Attouda Antik Kenti, Denizli’nin Sarayköy ilçesi, Hisar (Köyü) Mahallesi’nde bulunan arkeolojik bir tepe yerleşimi ve birinci derece sit alanıdır. Şehrin iskânı, MÖ II. yüzyıla kadar uzanmakta olup neredeyse hiç kesintiye uğramadan günümüze kadar devam etmektedir. Ancak şimdiye kadar arkeolojik buluntular ışığında bölgenin Türk-İslam devrine odaklanan herhangi bir bilimsel çalışma yapılmamıştır. 2021 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle gerçekleştirilen arkeolojik yüzey araştırmasında, Babadağ dağ sırasında bulunan tepeleri ve vadileri hilal biçiminde kuşatan yedi türbe tespit edilmiştir. Bölgede stratejik olarak batıya geçiş güzergahlarını tutan bu yapıların, İkinci Beylikler Dönemi’ne tarihlenen ve güneybatı Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli roller üstlenen kolonizatör Türk dervişlerine ait oldukları değerlendirilmektedir. Arkeolojik bulgularla tarihsel verileri bir araya getiren bu keşif, bölgenin Osmanlı öncesi Türk-İslam devrine ilk kez ışık tutmaktadır. // Attouda Antique City is a first-degree archaeological site and hill settlement located in the Hisar Village of Sarayköy district of Denizli. The settlement of the city dates back to the 2nd century BCE and has continued until today without any significant interruption. However, there has been no scientific study focusing on the Turkish-Islamic period of the region considering archaeological findings. During the archaeological survey conducted in 2021 with the permission of the Turkish Ministry of Culture and Tourism, seven mausoleums were identified that surround the hills and valleys of the Babadağ mountain range in a crescent form. These structures, strategically hold the routes to the west in the region, are believed to belong to the colonizer Turkish dervishes who played a significant role in the Turkification of southwest Anatolia and were dated to the Second Beyliks Period. This discovery, which combines archaeological findings with historical data, sheds light for the first time on the pre-Ottoman Turkish-Islamic period of the region.
Turkish History Education Journal, 2023
The Battle of Malazgirt, which opened the gates of Anatolia to the Turks, serves as a cornerstone... more The Battle of Malazgirt, which opened the gates of Anatolia to the Turks, serves as a cornerstone in the historical narrative celebrating Turkish victories throughout history and underscoring the continuity between ancient Turkish states and the modern Republic of Turkey. Moreover, it is commonly recognized as a source of pride embraced by diverse segments of society and considered a foundational myth of the national identity. In this regard, it also captures the attention of popular historiography and scholarly research endeavors. By concentrating on the junction of academic historiography and the national press, in this research the argument that the Malazgirt victory was overlooked in the Republic's social design until the 1950s is examined. Furthermore, the study sheds light on several aspects of the battle that are rarely reflected in academic research or are entirely unheard of. The scope of this study encompasses Cumhuriyet newspaper's issues from January 1, 1930, when it introduced linotype printing to the Turkish press, up until December 31, 1950. Using keywords determined in accordance with qualitative research methods and thirdparty software, document examination was carried out on copies obtained from Cumhuriyet's electronic archive, and the data collected were subjected to content analysis. Through this approach, the portrayal of war in the Turkish press, as exemplified by Cumhuriyet, has been closely examined in light of the evolving understanding of historiography in Turkey over the years. Moreover, the study has identified that the field studies regarding the Battle of Malazgirt in this research have roots that extend further into the past than previously known. Starting from the 1930s in Turkey, with the rise of Seljuk historiography, it has been observed that academic studies and popular publications have been in close harmony.
Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2023
1071 yılında, Malazgirt’in güneydoğusu boyunca uzanan platoda Bizans ordusuyla karşı karşıya gele... more 1071 yılında, Malazgirt’in güneydoğusu boyunca uzanan platoda Bizans ordusuyla karşı karşıya gelen Selçuklular, Türk ve dünya tarihini derinden etkileyen bir zafer kazanmışlardır. Anadolu’nun Türk yurdu hale gelmesinde bir mihenk taşı olan Malazgirt Savaşı, günümüze kadar farklı dillerde yapılan çok sayıda akademik çalışmaya konu olmuştur. Buna rağmen, Rusça literatürde savaşa yönelik yapılan araştırmaların Türkiye’de yeterince tanındığını söylemek zordur. Bu bağlamda hem Bizans’ın siyasi ve kültürel mirasına Rus tarihçiliğinin duyduğu yakınlık, hem de Sovyet tarihçiliğinin aynı birikimle arasına koyduğu mesafe, Rusça literatürde Malazgirt Savaşı ve Selçuklu Türkleri ile ilgili çalışmaların seyrini doğrudan etkilemiştir. Benzer şekilde gerek imparatorluk gerekse Sovyetler çatısı altında bir arada yaşayan farklı milletlere mensup tarihçiler, Malazgirt Savaşı’na farklı bakış açıları ve derinlikli analizler sunmuş ancak bu durum aynı zamanda arkasında siyasal kaygılar barındıran bazı gerilimler ve anlaşmazlıklar da yaratmıştır. Rus (ve Sovyet) tarihyazımından örneklerle Malazgirt Savaşı’nı ve Selçuklu Türklerini mercek altına alan bu çalışmada, ayrıca savaşın tarihlendirmesiyle ilgili tartışmalar irdelenmiş, takvim kullanımıyla ilgili bir sorunsaldan yola çıkılarak nihai çatışmanın yaşandığı gün tespit edilmeye çalışılmıştır. Bunun için de ilk kez 2020 yılında başlayan “Malazgirt Savaş Alanının Tespiti, Tarihi ve Arkeolojik Yüzey Araştırması” bünyesinde yapılan çalışmalar kapsamında oluşturulan bir metot kullanılmıştır. Böylece savaşın lokalizasyonu ve tarihlendirilmesiyle ilgili bilinenlere özgün bir katkı sunulması amaçlanmıştır.
Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2023
Rusya’daki otokratik rejime son darbeyi indirmeden önceki ilk büyük kriz olarak değerlendirilebil... more Rusya’daki otokratik rejime son darbeyi indirmeden önceki ilk büyük kriz olarak değerlendirilebilecek 1905 Devrimi, kitlesel seferberlik ve kolektif eylem yoluyla toplumsal farkındalığın ortaya çıktığı benzersiz bir siyasi iklim doğurmuştur. Yaygın sosyal ve ekonomik eşitsizlik, ağır çalışma koşulları ve siyasi baskı, işçiler, köylüler ve aydınlar da dahil olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri arasında örgütlü muhalefetin oluşmasını sağlamıştır. Ancak, bunlarla eş zamanlı olarak, kendini otokratik rejimi ve Rus Ortodoks Kilisesi’nin çıkarlarını korumaya adamış, değişime dirençli muhafazakâr gruplar da ortaya çıkmıştır. Karşı-devrimciler, ülke genelinde Kara Yüzler olarak bilinen aşırı milliyetçi, hoşgörüsüz ve anti-Semitist bir hareket başlatmıştır. Sol ve liberal fikirlerin Rus halkının çıkarlarını tehdit ettiğine inanan bu kesim, rakiplerine yönelik örgütlü şiddet eylemleriyle seslerini duyurmuştur.
Kara Yüzler çatısı altında faaliyet gösteren örgütlerin benimsediği yöntem ve eylemler, sağcı siyasi oluşumlar dahil birçok kesim tarafından kınansa da çelişkili biçimde doğal rakipleri sayılabilecek bazı çevrelerden destek görmüştür. Bu bağlamda Kara Yüzlerin faaliyet ağına dahil olanlar arasında Kafkasya, Orta Asya, Volga-Ural gibi bölgelerde ikamet eden Rusya Müslümanları da bulunmaktadır. Bu bölgelerde yaşayan Türk-Tatarlar arasındaki Aydınlanma eğilimlerini engellemeyi amaçlayan Kara Yüzler, Türkiye’nin Kazan, Astrahan, Börö ve Ufa gibi şehirlerinde örgütlenmişlerdir. Aynı zamanda, Rus halkını kendi gerçekliklerindeki Yahudi boyunduruğundan kurtarmak için imparatorluktaki bazı ulusal azınlıklar arasında destek arayışına girmişlerdir.
Çarlık rejimi yüzyıllar boyunca imparatorluktaki Müslüman Türk unsurları ötekileştiren ve bu sebeple derin bir hayal kırıklığı ve memnuniyetsizliğe yol açan politikalar uygulasa da Kara Yüzler özellikle İslâm inancını manipüle ederek bu duyguları istismar etmeye çalışmıştır. Bu sayede, değişim çağrısı yapan tüm devrimci unsurlara karşı Müslümanları seferber etmeye çalışmıştır. Kara Yüzler, öncelikle itibarını Rus hükümetine borçlu olan bazı muhafazakâr entelektüeller ile din adamlarını bünyesine katmıştır. Daha sonra, korunma ve yeni fırsatlar arayan basit köylüleri ikna etmeye çalışmışlardır. Bu açıdan, Rusya Müslümanları ile monarşist Ruslar arasındaki ilişkilerin daha devrimin ilk yıllarında meyve vermeye başladığı anlaşılmaktadır.
Devrim yıllarında Bakü ile birlikte Türk dünyasındaki liberal eğilimlerin ve Türkçü fikirlerin iki büyük merkezinden biri olan Kazan’da, monarşist Ruslar ve Tatarlar arasında bir Kara Yüzler projesinin hayata geçirilmesi oldukça ilgi çekicidir. Bu amaçla 1908 yılında faaliyete geçen Çarlık-Halk Müslüman Cemiyeti, Rusya’daki diğer sağcı örgütlerin bir muadili olarak ortaya çıkmıştır. Cemiyetin amacı, ayrılıkçı eğilimlerin güçlü olduğu bölgelerde Çar’a sadık kitlelerin yardımıyla, devrimci fikirlerin yayılmasına engel olurken, Duma’daki Türk vekillere karşı koymaktır. Ancak Rusya’da yaşayan Türk-Tatarları sağcı monarşist örgütler altında toplama çabaları, Kara Yüzler açısından umulan neticeleri vermemiştir. Yine de 1914’teki başarısız Sırat el-Müstakîm örneğinde görülebileceği gibi Rusya’daki Türk-Tatar azınlık ile Çarlık yanlısı fraksiyonlar arasındaki kurumsal iş birliği denemeleri, kesintili olarak 1917’deki Bolşevik Devrimi’ne kadar olarak devam etmiştir.
Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmalar Dergisi, 2023
Аннотация: Арабо-израильское противостояние является одной из ключевых линий раскола на Ближнем В... more Аннотация: Арабо-израильское противостояние является одной из ключевых линий раскола на Ближнем Востоке, и уже более столетия провоцирует межгосударственные конфликты. Активизация столкновений произошла с 1920-х гг., когда первые заметные межнациональные стычки были спровоцированы массовым переселением сторонников сионистского движения в Палестину. В данном статье анализируются подходы великих держав -США, СССР- и Турции как важнейшего регионального актора к урегулированию арабо-израильского конфликта на Ближнем Востоке в свете решений, принятых в Совете Безопасности ООН. В статье выявлены несоответствия посредников, ответственных за прекращение конфликта, которые еще больше нагнетают напряженность. Вовлечение арабских стран в конфликт уменьшило влияние нерегиональных акторов на противоборствующие стороны, но и проблема между Палестиной и Израилем со временем приобрела хронический характер.
20. Yüzyılın İkinci Yarısında Arap-İsrail Çatışması: Blok Siyaseti ve Türkiye
Öz: Arap-İsrail rekabeti, Orta Doğu'daki temel ayrışma hatlarından biri olup yüz yıldan uzun bir süredir devletlerarası çatışmaları kışkırtmaktadır. Siyonist hareketi destekleyenlerin Filistin'e kitleler halinde yerleştirilmesiyle etnik gruplar arasındaki gerilimlerin göze çarpmaya başladığı 1920'lerden bu yana bölgedeki çatışmalar, giderek yoğunlaşmıştır. Bu çalışma, Ortadoğu'daki Arap-İsrail çatışmasının çözümüne yönelik büyük güçlerin -ABD, SSCB- ve en önemli bölgesel aktör olarak Türkiye’nin yaklaşımlarını BM Güvenlik Konseyinde alınan kararlar ışığında mercek altına almaktadır. Çalışmada, çatışmayı sona erdirmekle yükümlü arabulucuların, gerilimi daha da tırmandıran tutarsızlıkları ortaya konulmuştur. Arap ülkelerinin de dahil olduğu devletlerarası çatışmanın doğasının Filistin-İsrail çatışmasına dönüşmesi, bölge dışı aktörlerin savaşan taraflar üzerindeki etkisinin de azalmasına yol açmıştır.
Arab-Israeli Conflict in the Second Half of the 20th Century: Bloc Politics and Turkey
Abstract: The Arab-Israeli confrontation is one of the key lines of division in the Middle East, and has been provoking interstate conflicts for more than a century. Clashes have intensified since the 1920s, when the first noticeable inter-ethnic clashes were provoked by the mass resettlement of supporters of the Zionist movement to Palestine. In light of the decisions made at the UN Security Council, this essay explores the strategies used by the great powers—the USA, the USSR, as well as Turkey, the most significant regional actor, to resolve the Arab-Israeli issue in the Middle East. The paper exposes the inconsistencies of the mediators in charge of resolving the dispute, which increased the tension. Although the influence of non-regional players on the fighting parties was reduced by the engagement of Arab nations, the struggle between Palestine and Israel also grew more protracted over time.
Mavi Atlas, 2022
From the beginning of its 'invention,' football has been a significant subject in politics, the e... more From the beginning of its 'invention,' football has been a significant subject in politics, the economy, and other social disciplines. In this respect, the Yugoslav experience sets an excellent example for the symbiotic relationship between football and politics. Yugoslav politics evolved around nationalist tensions and has always had a complex and convoluted profile. In this context, it is argued that the ressentiment at the core of nationalism is a very observable dynamic of Yugoslav politics. Accordingly, the two major football clubs, Partizan FC and Red Star were deeply influenced by Yugoslavia's founding political principles. Moreover, the rivalry between these two clubs, known as the "eternal derby," also symbolized the conflict between nationalist and socialist ideas. Although we can only talk about the former Yugoslavia today, these clubs are still among Balkan history's most significant living heirs. This paper provides 'a first look' at the political history of the "eternal derby" within Michael Billig and Liah Greenfeld's approaches to nationalism. In this context, it can be said that in addition to its irrational nature concerning ressentiment, nationalism is the subject of unconscious reproduction processes that take place among the habits of daily life. While nationalism is shaped by psychosocial concepts such as existential envy, status inconsistency, and identity crisis, the banal form can transform teams into armies, players into soldiers, pitches into battlefields, wins into military victories, columnists into embedded journalists. By simulating violence, the imaginary desire for revenge is also tried to be satisfied. The "eternal derby" serves as a suitable model in this regard.
Futbol, ‘icadından’ bu yana siyasetin, ekonominin ve diğer sosyal disiplinlerin önemli bir konusu olmuştur. Bu açıdan Yugoslav deneyimi, futbol ve siyaset arasındaki simbiyotik ilişkiye iyi bir örnek teşkil etmektedir. Milliyetçi gerilimlerle evrilen Yugoslav siyaseti, her zaman karmaşık ve dolambaçlı bir profile sahip olmuştur. Bu bağlamda, milliyetçiliğin özündeki hıncın Yugoslav siyasetinin çok gözlemlenebilir bir dinamiği olduğu öne sürülmektedir. Buna bağlı olarak iki büyük futbol kulübü Partizan FK ve Kızılyıldız, Yugoslavya'nın kurucu siyasi ilkelerinden derinden etkilenmiştir. Dahası, bu iki kulüp arasında “ebedi derbi” olarak bilinen rekabet, milliyetçi ve sosyalist fikirler arasındaki çatışmanın sembolik bir temsilini üstlenmiştir. Bugün sadece eski Yugoslavya'dan bahsedebiliyor olsak da bu kulüpler halen Balkan tarihinin yaşayan en büyük mirasçıları arasında yer almaktadır. Bu makale, Michael Billig ve Liah Greenfeld'in sunduğu çerçevede “ebedi derbinin” politik tarihine yönelik bir ‘ilk bakış’ sunmaktadır. Bu bağlamda hınç referanslı irrasyonel doğasına ek olarak milliyetçiliğin gündelik hayatın alışkanlıkları arasında kendine yer edinen, daha ziyade bilinçdışı yeniden üretim süreçlerine konu olduğu söylenebilir. Buradan hareketle, varoluşsal haset, statü tutarsızlığı ve kimlik krizi gibi psikososyal kavramlar tarafından biçim verilen milliyetçiliğin banal formu takımları ordulara, oyuncuları askerlere, sahaları savaş alanlarına, galibiyetleri askeri zaferlere, spor yazarlarını savaş muhabirlerine dönüştürebilmektedir. Şiddetin simule edilmesiyle hayali intikam arzusu da tatmin edilmeye çalışılır. “Sonsuz derbi” bu konuya iyi model teşkil etmektedir.
Third World Quarterly, 2021
In presenting the historical development of rock music in Turkey from the early 1960s to the pres... more In presenting the historical development of rock music in Turkey from the early 1960s to the present within a socio-political framework, this study provides (1) a rereading of Turkish politico-economic changes and (2) a correlative cultural critique of rock musicianship and songwriting in the neoliberal age. Two related hypotheses are tested through a content analysis of 67 rock acts, 426 releases and 3452 songs from 1963 to 2019. First, it is argued that as Turkey moved from import substitution industrialisation between 1960 and 1980 to 1980s neoliberalism, the content of rock music lyrics changed from being overtly socio-political to having no relation to such matters or to adopting implicit and indirect language in mentioning them. Second, it is proposed that this lyrical unresponsiveness to social matters grew so powerfully as part of the neoliberal economic rationale that it put individuation, self-realisation and market demands ahead of other forms of social relations. So, today’s rock artists are unequipped to respond through their lyrics to grand events, such as the Gezi Park protests of 2013, the failed coup attempt of 2016, or a two-year state of emergency, terrorism and femicide, in contrast to the rock music of the 1960s and 1970s.
Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2021
In the 19th century, when belief in racial discrimination and superiority could find a response a... more In the 19th century, when belief in racial discrimination and superiority could find a response at social and even moral levels, claims about humanity as a biological species turned into some pseudoscientific assumptions. This inevitably constituted a legitimate ground for Orientalist stereotypes such as barbarism, despotism, ignorance, fanaticism, and backwardness directed towards Eastern societies. Orientalism, which has been a baseline for the pride and superiority discourse inherent to the Western society since the second half of the 18th century has been a method for their struggle to examine, learn and reign the East and the Easterners several biased theories and practices which are considered as facts without any doubt. It is possible to approach the American society as a large-scale and heterogeneous sample that represents the West in the analysis of race-based reductionist discourse, which is steered to Eastern civilizations and endeavored to gain legitimacy through Orientalism. This study aims to reveal the locally-penetrated reflections of a number of racist stereotypes claiming to be scientific and which take their place in the American press since the second half of the 19th century in regards to Turkish and Mongolian identities that are frequently positioned opposite to Western societies in the context of being an ‘other’. These two ethnical groups which embrace historically archaic bonds in between has been demonstrated in the local American press as unique sometimes, and neighboring at times; but at the same time, as the carriers of a low-profile culture that can easily be differentiated from Western civilization at every attempt due to its racial specifications.
Irksal ayrım ve üstünlüğe yönelik inancın, toplumsal hatta ahlaki düzeylerde karşılık bulabildiği 19. yüzyılda, beşeriyeti biyolojik bir tür olarak ele alan iddialar birtakım sahtebilimsel kabullere dönüşmüştür. Bu durum, Doğulu toplumlara yönelen barbarlık, despotluk, cehalet, fanatizm ve geri kalmışlık gibi Şarkiyatçı basmakalıplara da kaçınılmaz olarak meşru bir zemin sunmuştur. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı medeniyetine içkin gurur ve üstünlük söylemine dayanak teşkil eden Şarkiyatçılık, Doğu’yu ve Doğuluları gerçekliğinden şüphe edilmeyen bir takım ön yargılı kuram ve pratiklerle inceleme, öğrenme ve onlara hükmetme çabalarına metot oluşturmuştur. Doğulu toplumlara yöneltilen ve modern Şarkiyatçılıkla meşruiyet kazandırılmak istenen ırk temelli indirgemeci söylemin analizinde, Amerikan toplumunu Batı’yı temsil eden geniş ölçekli ve heterojen bir örneklem olarak ele almak mümkündür. Bu çalışma, öteki olma durumu bağlamında sıklıkla Batı toplumlarının karşısında konumlandırılan Türk ve Moğol kimlikleri hakkında, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan basınında kendisine yer bulan ve bilimsel olma iddiasındaki birtakım ırkçı basmakalıpların eyaletler düzeyindeki yansımalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Amerikan yerel basınında, aralarında tarihsel olarak kadim bağlar bulunan bu iki etnik grup, kimi zaman özgün kimi zaman ise birbirleriyle akraba fakat sahip oldukları ırksal özellikler sebebiyle Batılı toplumlardan her defasında kolaylıkla ayrıştırılan aşağı bir kültürün taşıyıcıları olarak takdim edilmiştir.
Toplum ve Bilim, 2017
ÖZET:
Bu çalışmada, çıkar amaçlı grupsal rekabet çerçevesinde yorumlanan ırkçılığın dijital kitle... more ÖZET:
Bu çalışmada, çıkar amaçlı grupsal rekabet çerçevesinde yorumlanan ırkçılığın dijital kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla etki alanının genişlediği ve çevrimiçi faaliyet aracılığıyla ırkçı şiddeti özendiren nefret söyleminin yeni bir boyut kazandığı değerlendirilmektedir.
Irkçı sosyal ağların dijital nefretin küresel yayım merkezine dönüşmesiyle, kendilerini beyaz üstünlükçü, beyaz nasyonalist veya neo-Nazi gibi sosyal kimliklerle tanımlayan sanal cemaatler ortaya çıkmıştır. Bu cemaatler, biyo-kültürel sınıflandırmalarla kendilerinden aşağı olarak kabul ettikleri ötekiler üzerinde bir tür ezeli üstünlük iddiasını dillendirmektedir.
Siber ırkçı ideolojik söyleme ev sahipliği yapan Stormfront.org, birbirinden ilkesel ve yöntemsel olarak zaman zaman ayrılan pek çok ırkçıyı bir araya getiren en eski ve en geniş katılımlı sosyal ağlardan bir tanesidir.
Stormfront’ta beyaz olmadıkları gerekçesiyle pek çok farklı etnik ve dinsel grup gibi Türklerin de yoğun olarak ırkçı nefrete maruz kaldıkları anlaşılmaktadır. Forum üyeleri tarafından ırksal özellikleri, tarihsel geçmişi ve kültürel birikimiyle ötekileştirilen Türkler, tarihsel revizyonizmle desteklenen son derece olumsuz bir imgenin taşıyıcısıdır. Bu bağlamda, forum üyeleri tarafından ırk olarak Moğol, kültür olarak Arap ve siyaseten de Yahudi olarak tasvir edilen Türkler, Avrupalı adı verilen uluslarüstü bir kimliğin karşısına konumlandırılarak nefret söyleminin popüler bir konusu haline getirilmektedir.
ABSTRACT:
In this study it is evaluated that racism, interpreted in the context of benefit-oriented group competition, has made larger impact area via the expansion of digital mass media and hate speech which encourages racial violence has gained a new dimension through online activities.
As racial social networks become global publishing centers of digital hatred, virtual communities that define themselves with social identities such as white supremacist, white nationalist, or neo-Nazi have emerged. These communities express the allegation of eternal superiority over the others whom they regard as subordinate by means of biocultural classifications.
Stormfront.org, which hosts the cyber-racist ideological rhetoric is one of the earliest and the most extensive social networks that throws many racists together who are principally and methodically divergent on occasion.
It is understood that Turks, like many different ethnic and religious groups, are intensely subjected to racial hatred on account of the fact that they are not white on Stormfront. The Turks, whose racial characteristics, historical background and cultural accumulation are alienated by the members of the forum are the bearers of an utterly negative image supported by historical revisionism. In this context, Turks, who are portrayed as racially Mongoloids, culturally Arabic and politically Jewish by the forum members became a popular subject of hate speech by means of positioning against a supranational identity called European.
Tarih Okulu Dergisi (TOD), 2016
Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 2014
ÖZET:
Türk tarihinin farklı düşünüş ve arayışlara sahne olduğu bir dönemde ortaya çıkan fikir akı... more ÖZET:
Türk tarihinin farklı düşünüş ve arayışlara sahne olduğu bir dönemde ortaya çıkan fikir akımlarından biri olan Türkçülük, siyasî ve kültürel dönüşümlere bağlı olarak birçok farklı tanım, anlam ve içeriğe sahiptir. Bu farklılıkların oluşumunda ve topluma nüfuz etmesinde, Türkçü fikriyatın lokomotifi olan aydınların, gazete ve dergiler gibi farklı iletişim mecralarını kullanış biçimleri önemli bir rol oynamıştır. Bu bağlamda Tanrıdağ dergisi, yayınlandığı her iki dönemde de Türkiye'de ve dünyada derin izler bırakan siyasî ve sosyal düşünceler paralelinde Türkçü ideoloji etrafında şekillenen fikir ve tepkilere ev sahipliği yapmıştır. 1942 ve 1950-51 yılları arasında Türkçü neşriyatın dışavurumsal faaliyet alanlarından biri olan dergi, Türk tarih yazınında Türkçü neşriyata yöneltilecek soruların araştırma nesnesi konumundadır. Tanrıdağ dergisinin incelemesi, Cumhuriyet dönemi birey-toplum ilişkilerinde Türkçü aydınların inşa ettikleri ülkü ve bu ülküye ulaşma çabalarının ortak gayesini teşkil eden ideal Türk insanını yaratma hayalini ortaya çıkartmaya, aynı zamanda da bu aydınların var oluş mücadelesini anlamaya yardımcı olacaktır.
ABSTRACT:
Emerged as a response to the period where Turkish history was in search for alternative streams of thought, Turkism has had varying definitions, meanings and substance with respect to political and cultural transformations. In the formation and diffusion of these differences into the society, the pioneering intellectuals of the Turkist thought have substantially made use of newspapers and journals. Tanrıdağ, in this context, became a prominent journal for both of its publishing dates, hosting different forms of political and social ideas based on the Turkist ideology. As a journal that manifested the Turkist literature between 1942 and 1950-51, it should be considered to be a subject of inquiry in Turkist studies. An analysis of Tanrıdağ journal would reveal the ideal Turk image that these Turkist intellectuals hoped to attain for the relationship between citizens and society during the Republican Era and would help to understand the struggle for their existence.
Conference Presentations by Tevfik Orkun Develi
30th EAA Annual Meeting, 2024
The late 11th century battle of Mankizert, which took place on August 26, 1071 between the Easter... more The late 11th century battle of Mankizert, which took place on August 26, 1071 between the Eastern Roman and Great Seljuk Empires on the Mankizert plateau just north of the Lake Van basin in the east of present-day Turkey, and which resulted in the decisive victory of the Seljuk Turks, is considered to be one of the decisive developments in the process of breaking the military resistance to the Turkish migrations flowing from Central Asia to Asia Minor and, as an aftermath, the Turkification process of Anatolia. This important battle, which left deep political and social traces on the history of Anatolia and the Near East, has only recently been studied in archaeological contexts. Launched in 2020 as a battlefield archaeology project in Turkey, the Mankizert Battlefield Detection, Historical and Archaeological Survey Project uncovered many metal objects related to the battle, as well as the Muslim Cemetery of Afşin Village (Seljuk Desolation?) dating back to the 11th century, where witnesses of the Battle of Mankizert were found. In this study, the human remains from this cemetery are examined bioarchaeologically. The study analyzes the socio-cultural change and consequences in the region by considering biological distance, antemortem and perimortem traumatic lesions and other paleodemographic and paleopathological information together with historical documents and intensive survey data. In addition to evidence of earlier archaeological periods, the research has documented traces of the Christian society and culture of the village of Afşin. The Turkish invasions in the 11th century led to the settlement of the region by Muslim Turks, and bioarchaeological evidence suggests that social tensions and precarity in the region continued unabated after the war.
Воинские традиции в археологическом контексте: от позднего латена до позднего средневековья, 2023
In August 1071, the Seljuk and Byzantine armies came face to face in front of Manzikert. As a res... more In August 1071, the Seljuk and Byzantine armies came face to face in front of Manzikert. As a result of the war, the military resistance of the Byzantine Empire was broken from the end of the 11th century and the transformation of Anatolia into Turkey has begun. On the other hand, the previous field studies on this event, which created a significant break in the course of history, were unfortunately incomplete and insufficient. Even today, what is known about the war consists of the narrations of historical texts.
Therefore, a project was initiated by the Ministry of Culture and Tourism of the Republic of Turkey in 2019 to determine where the war took place, to identify and protect the material evidence and to find the casualties related to the war. The project team, which is trying to create a methodology for battlefield archeology for the first time in Turkey, includes experts working on different disciplines such as history, archaeology, anthropology, art history, geography, geology, geophysics, epigraphy and numismatics. This study provides information about the developments in the 2020 and 2021 phases of the ongoing project in a wide area of 153 square kilometers
4th International Azerbaijan Congress on Humanities and Social Sciences, 2023
In the Eastern Front, where some of the bloodiest battles of World War II took place, many nation... more In the Eastern Front, where some of the bloodiest battles of World War II took place, many national and religious minorities living under the Soviet regime were mobilized to stop the German advance. In this context, the sacrifice and courage exhibited by the Azerbaijani people had a direct impact on the course of the war. First and foremost, the Azerbaijani oil industry held unparalleled significance in terms of financing the war, logistics, and the operational capability of the Soviet army. Additionally, during the war, approximately 700,000 Azerbaijani Turks served both on the frontlines and in the rear. Approximately 11,000 of them were women who were mobilized. Ziba Pasha qizi Ganiyeva, born to an Azerbaijani father and an Uzbek mother, is one of the most remarkable examples among these names. Born on August 20, 1923, Ganiyeva’s career, which began as a choreographer in the State Philharmonic Uzbekistan, took a completely different direction with the outbreak of the war. The young woman, who worked as a nurse for a while before voluntarily applying to the army, became famous for successfully infiltrating enemy lines a total of 16 times at the age of just 18 in harsh winter conditions, and ultimately, as a sniper who neutralized more than 20 enemies, according to records. Her outstanding courage and military achievements during her seven-month service on the Moscow, Leningrad, and Northwestern fronts made her a shining star in the Soviet press. After being severely wounded by a fragment and on the verge of death due to blood poisoning, Ganiyeva was personally cared for by Mariya F. Shvernik, the wife of the Chairman of the Presidium of the Supreme Soviet of the USSR, Nikolai M. Shvernik, for 11 months. The couple later adopted Ganiyeva. The young woman was honored with the Order of the Red Banner, the Medal “For the Defence of Moscow”, and the Order of the Patriotic War 1st class for her heroic actions. This study, aimed to illustrate the resilience of Turkish women and the courage they display in difficult times through the remarkable life story of Lieutenant Ziba Ganiyeva. The primary sources of the research mainly consisted of newspaper articles published in Soviet newspapers from the 1940s. In addition, popular articles and academic publications written in both Russian and Azerbaijani Turkish focusing on Ganiyeva’s life were examined.
9th International Congress on Social Sciences & Humanities, 2023
XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında, Rusya‘daki otokratik eğilimlerin ulusal ve dinî azınlık... more XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında, Rusya‘daki otokratik eğilimlerin ulusal ve dinî azınlıklar üzerinde geniş yaptırımları olmuştur. Çarlık idaresi altında, merkezî otoriteyi korumak ve resmî bir milliyet duygusunu teşvik etmek için, geleneksel Rus değerlerini ve Ortodoks Kilisesinin baskın rolünü vurgulayan baskıcı bir rejim kurulmuştur. 1905 Devrimi‘ni izleyen süreçte, hükümetin toplumsal düzeni korumak ve toplumun geleneksel hiyerarşik yapısını desteklerken muhalefeti bastırmak için gerici hareketlerle iş birliği içinde olduğu görülmektedir. Bu gruplar, aynı zamanda siyasi reformlara, liberalizme ve azınlık haklarına yönelik taleplere karşı çıkmışlardır. Çarlık rejimi ile gerici gruplar arasındaki ilişki, her zaman istikrarlı bir seyir izlemese de dinî azınlıklar örneğinde ülkedeki Yahudi karşıtı yasa ve düzenlemeler, Yahudileri bir iç tehdit olarak gören hükümet destekli gerici şiddet eylemlerine meşru zemin hazırlamıştır. Benzer şekilde, Kafkasya ve Orta Asya gibi bölgelerde bulunan Müslüman Türkler de asimilasyoncu ve dışlayıcı politikalarla toplumsal hayatın dışına itilmek istenmiş, kültürel hareketleri ve dinî pratikleri bastırılmaya çalışılmıştır. Bu açıdan Rusya‘da Yahudilere ve Müslüman Türklere yönelik muamelesi mukayese edilirken bir bütün olarak sağ muhafazakâr temsilin ayrımcılıktan taviz vermeksizin bu iki azınlığa yönelik birbirinden farklı stratejiler izlediği göze çarpmaktadır. Bu açıdan, anti-Semitik duyguların dinî görünümlü siyasî ve iktisadi motivasyonuna karşılık Müslüman-Türk azınlıklara yönelik muamelenin bunlarla birlikte etnik ve jeopolitik kaygılar barındırdığı söylenebilir. //
In the XIXth century and at the beginning of the XXth century, the autocratic tendencies in Russia had extensive sanctions on national and religious minorities. Under the rule of the Tsarist government, a repressive regime was established to maintain central authority and promote an official sense of nationalism, emphasizing traditional Russian values and the dominant role of the Orthodox Church. Following the 1905 Revolution, it can be observed that the government collaborated with reactionary movements to suppress opposition while preserving social order and supporting the traditional hierarchical structure of society. These groups, however, opposed political reforms, liberalism, and the demands for minority rights. Although the relationship between the Tsarist regime and reactionary groups did not always follow a stable course, the antisemitic laws and regulations in the country, particularly targeting Jewish minorities, provided a legitimate ground for government-backed reactionary violence, considering Jews as an internal threat. Similarly, Muslim Turks in regions like the Caucasus and Central Asia were subjected to assimilationist and exclusivist policies, aiming to push them to the margins of social life and impose restrictions on their cultural awakening and religious practices. Comparing the treatment of Jews and Muslim Turks in Russia, it becomes evident that the conservative representation as a whole pursued different strategy for these two minorities without compromising discrimination. Thus, it can be said that while antisemitic sentiments had political and economic motivations disguised as religious concerns, the treatment of Muslim-Turkish minorities also encompassed ethnic and geopolitical concerns.
17. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Kongresi, Aug 30, 2023
Öz: Türkiye’de savaş alanı arkeolojisine yönelik halihazırda devam eden en kapsamlı proje olan “M... more Öz: Türkiye’de savaş alanı arkeolojisine yönelik halihazırda devam eden en kapsamlı proje olan “Malazgirt Savaş Alanının Tespiti, Tarihi ve Arkeolojik Yüzey Araştırması”, 2020 yılının mayıs ayından bu yana çalışmalarına devam etmektedir. Proje ekibi, Prof. Dr. Adnan Çevik’in bilimsel danışmanlığında 12 üniversiteden 40’ı aşkın akademisyenle sahayı etüt etmeye başlamıştır. Ekip, savaşın evrelerini ve büyük muharebenin izlerini 153 km²’lik geniş bir coğrafyada sürmektedir. Tarih, arkeoloji, sanat tarihi, coğrafya, jeoloji, antropoloji ve epigrafi gibi farklı disiplinlerden uzmanları bir araya getiren projede orduların büyüklükleri, lojistiği, savaşta kullandıkları taktikler, savaş aletleri ve insan kayıplarının yanı sıra Malazgirt şehrinin tarihsel kimliği ile ilgili sis perdesinde kalan noktaların aydınlatılması planlanmaktadır. Proje ekibi, arkeoloji açısından görece genç bir araştırma alanını ülkeye tanıtırken tarihçileri yalnızca arşivlerde değil sahada çalışmaya teşvik etmektedir. Daha önce Türkiye’de savaş alanı arkeolojisine yönelik bu çapta bilimsel bir çalışma yapılmadığı için alanda metodoloji, tecrübe ve uygulama açısından büyük bir boşluk bulunmaktadır. Bu çalışmada, ortadaki eksikliği gidermek ve gelecekteki bilimsel çalışmalara yol haritası teşkil edecek bir metodoloji ortaya koymayı amaçlayan projenin hazırlık ve başlangıç safhaları mercek altına alınmıştır. Bu doğrultuda 2020 yılında, üç etaplık saha araştırmalarının ön hazırlık mahiyetindeki ilk iki etabında gerçekleştirilen faaliyetler anlatılmıştır. Ayrıca aynı sene araziden elde edilen bulgulara da yer verilmiştir. // “Detection, History, and Archaeological Survey of the Battlefield of Malazgirt” currently the most comprehensive project in Turkey focusing on battlefield archaeology, has been ongoing since May 2020. Under the supervision of Prof. Adnan Çevik, the project team initiated field surveys with more than 40 scholars from 12 universities. The team traces the phases of the war and the great battle across a vast area of 153 km². Bringing together experts from a wide range of disciplines such as history, archaeology, art history, geography, geology, anthropology and epigraphy, the project aims to shed light on the size of armies, logistics, tactics used in warfare, weapons and human losses, as well as the historical identity of the city of Malazgirt. Not only introducing a relatively young field of archaeological research, but also the project team encourages historians to engage in fieldwork, not solely relying on archival sources. Since there has never been a scientific research in this scale on battlefield archeology in Turkey before, there is a huge gap in terms of methodology, experience and practice in the field. In this paper, the preparatory and initial stages of the project, which aims to address this gap and establish a methodology that will serve as a roadmap for future scientific research, have been examined closely. In line with this, the activities conducted in the first two stages of the three-stage survey in 2020, which are preliminary, are shown. In addition, the findings obtained from the field in the same year are also included.
Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Sempozyumu, 2022
Özet
Kafkaslardaki Türk varlığı, yaklaşık bin yıllık mazisinin en az yarısını siyasi buhranlar v... more Özet
Kafkaslardaki Türk varlığı, yaklaşık bin yıllık mazisinin en az yarısını siyasi buhranlar ve savaşlarla anılan var oluş mücadelesi içinde geçirmiştir. Bu mücadelenin önemli bir kısmını ise Rus istibdadına karşı gösterilen direniş oluşturmaktadır. XVI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Hazar kıyılarında Türkleri sindirmek amacıyla başlatılan siyasi propaganda, XIX. yüzyılda Rusların Kafkasya ve Orta Asya’ya yayılmasıyla resmen emperyalist bir içerik kazanmıştır. Öte yandan bu durum, başta Azerbaycan ve Kırım olmak üzere Türk-Tatar kolektif aidiyetini ulusal kimliğe, sömürgecilik karşıtı faaliyetlerini ise örgütlü bağımsızlık mücadelelerine dönüştüren süreci tetiklemiştir. Büyük kültürel uyanışa eşlik eden millî istiklal mücadelesi ve ona öncülük eden Türk-Tatar aydınlar, Büyük Savaş yıllarının siyasi ikliminde yüz yıllık rüyayı gerçeğe dönüştürmeye çabalarken, Türklüğün kısa sürecek olan ilkbaharı İtilaf Bloku tarafından gün ve gün takip edilmiştir. Bu çalışma, Birleşik Krallık Arşivlerinden elde edilen vesikalar ışığında Büyük Savaş’ın sonlarına doğru başta Azerbaycan olmak üzere umum Transkafkasya'yı siyasi çekişmeler, millî menfaatler, ekonomik çıkarlar ve uluslararası ilişkiler gibi yönlerden mercek altına almaktadır.
Abstract
The Turkish presence in the Caucasus has spent at least half of its millennial past in the struggle for existence, which is referred to as political crises and wars. An important part of this struggle is the resistance against the Russian oppression. Political propaganda, which was started in the first quarter of the 16th century to intimidate the Turks on the shores of the Caspian, officially gained an imperialist content with the spread of the Russians to the Caucasus and Central Asia in the 19th century. On the other hand, this situation triggered the process that transformed Turkish-Tatar collective belonging, primarily Azerbaijan and Crimea, into national identity, and anti-colonial activities into an organized struggle for independence. Moreover, the Turks are not the only bidders for the historical opportunities that come with great price to pay. While the Georgians, who realized that their voluntary cooperation with the Russians was about to come to an end, were getting ready to stand on their own feet for the first time in nearly one hundred and thirty years, the Armenians, who were volunteers of the Russian army on the one hand and organized activists of the revolutionary left factions on the other were busy with taking exciting and hasty steps to turn every possibility that would determine the future of Tsarism into profit. While the Great War continues, Turkish-Tatar intellectuals, who pioneered the cultural awakening at the dawn of the revolution, are striving to make their 100-year-old dream of liberation come true. The short-lived Turkism in its prime was followed day by day by the Entente Bloc. This paper examines the records about Turks, Georgians and Armenians towards the end of the Great War in the light of the documents obtained from The National Archives, in terms of political conflicts, national and economic interests, also international relations.
III. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu, 2016
ÖZET:
Modernitenin milliyetçiliğe biçim veren Batı menşeli bir fenomen olarak yalnızlaştırılması,... more ÖZET:
Modernitenin milliyetçiliğe biçim veren Batı menşeli bir fenomen olarak yalnızlaştırılması, milliyetçiliğin 18. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa‟dan dünyanın geri kalanına ihraç edilen tek ve özgün bir siyasal düşünce olarak özelleştirilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum, Türk milliyetçiliğinin kadim köklerine ait somut delillerin önemsizleştirilerek, onun gecikmiş ve deforme bir milliyetçilik olduğu algısının yerleşmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada, modernite ve milliyetçilik arasındaki öncül-ardıl ilişkisi tersine çevrilerek Batılı olmayan toplumların tümünün dâhil edildiği indirgemeci bir takım kabuller etrafında tartışılagelen Türk milliyetçiliği, Türk modernitesine zemin hazırlayan unsurlardan biri olarak değerlendirilecektir. İlkçi – eskilci milliyetçilik kuramları üzerine oturtulan tartışma, umum Türk milliyetçiliğinden Azerbaycan özeline kaydırılacak, Türk kültür tarihinin özgün kaynakları ve Batı literatüründen seçilmiş örnekler mukayeseli olarak incelenerek ön-modern bir okuma denenecektir.
ABSTRACT:
Isolation of modernity, as it is a western phenomenon forming nationalism resulted in privatization of nationalism as a one and unique political thought that exported from Europe to the rest of World as of the 18th century. That plays an important role in trivialization of concrete evident that belongs to ancient roots of Turkish nationalism and creating a perception that it is late and deformed. In this study, the predecessor and successor relationship between modernity and nationalism will be reversed and Turkish nationalism, having been subjected to debates around a number of reductionist assumptions that are inclusive for all non-Western societies will be evaluated as a preliminary element of Turkish modernity. Based on the primodialist perennialist theories, the discussion will advance from general Turkish nationalism to Azerbaijan specification and by comparing both unique sources of Turkish culture and chosen examples of Western literature, a pre-modern reading will be tried.
VII. Ulusal Sosyoloji Kongresi Yeni Toplumsal Yapılanmalar: Geçişler, Kesişmeler, Sapmalar, 2013
ÖZET:
Bu çalışmada, 1950'lerden itibaren Anglosakson toplumlardan tüm dünyaya yayılan ve farklı o... more ÖZET:
Bu çalışmada, 1950'lerden itibaren Anglosakson toplumlardan tüm dünyaya yayılan ve farklı olaylarda hem taşıyıcı hem de destekleyici görevler üstlenerek karşıt-akımların doğmasına ve güçlenmesine yardımcı olan rock müzik altkültürünün, 2001 yılından itibaren Türkiye'deki sosyopolitik serüveni üzerine odaklanılacaktır. Bu tarihin seçilme amacı, Türkiye’de neo-liberalizmin yeniden açılma evresine girip toplumsallaşması ve bu dönemde toplumsal rızayı inşa ederken kullandığı birey-merkezcilik, bireysel özgürlükler, niş tüketim ve sınıfsız toplum gibi yüceltilmiş kavramların, tüm topluma yayılması sürecinin Türk rock müziğin evrimi üzerindeki etkilerinin değerlendirilmek istenmesidir. Bu doğrultuda albümleri en çok satılan Teoman, Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Athena ve Duman gruplarının diskografileri ve şarkı sözleri mercek altına alınacaktır. Rock müziğin üretim boyutu kadar, tüketim boyutuna da değinilecek ve bu anlamda Türkiye’de yeni nesil rock müziğin toplumsal işlevi sorgulanacaktır.
ABSTRACT:
This study will focus on the socio-political adventure of rock music subculture in Turkey since 2001, which was originated in the Anglo-Saxon societies in the 1950s and then spread worldwide, both as a carrier and a promoter of the birth and consolidation of counter-cultures. The purpose of focusing on this period is to evaluate how the roll-out phase of neo-liberalism has been absorbed into the Turkish society and how its sublime concepts of self-centered individualism, individual freedoms, niche consumption and classless society have affected the evolution of Turkish rock music. In this context, the discographies and lyrics of the five best-selling rock artists, Teoman, Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Athena, and Duman, will be examined. Both the production as well as consumption dimension of rock music will be considered and, then, the social function of new generation of Turkish rock music will be questioned accordingly.
Books by Tevfik Orkun Develi
Millî Mücadele'den 21. Yüzyıla Türkiye Cumhuriyeti, 2023
Uploads
Papers by Tevfik Orkun Develi
Kara Yüzler çatısı altında faaliyet gösteren örgütlerin benimsediği yöntem ve eylemler, sağcı siyasi oluşumlar dahil birçok kesim tarafından kınansa da çelişkili biçimde doğal rakipleri sayılabilecek bazı çevrelerden destek görmüştür. Bu bağlamda Kara Yüzlerin faaliyet ağına dahil olanlar arasında Kafkasya, Orta Asya, Volga-Ural gibi bölgelerde ikamet eden Rusya Müslümanları da bulunmaktadır. Bu bölgelerde yaşayan Türk-Tatarlar arasındaki Aydınlanma eğilimlerini engellemeyi amaçlayan Kara Yüzler, Türkiye’nin Kazan, Astrahan, Börö ve Ufa gibi şehirlerinde örgütlenmişlerdir. Aynı zamanda, Rus halkını kendi gerçekliklerindeki Yahudi boyunduruğundan kurtarmak için imparatorluktaki bazı ulusal azınlıklar arasında destek arayışına girmişlerdir.
Çarlık rejimi yüzyıllar boyunca imparatorluktaki Müslüman Türk unsurları ötekileştiren ve bu sebeple derin bir hayal kırıklığı ve memnuniyetsizliğe yol açan politikalar uygulasa da Kara Yüzler özellikle İslâm inancını manipüle ederek bu duyguları istismar etmeye çalışmıştır. Bu sayede, değişim çağrısı yapan tüm devrimci unsurlara karşı Müslümanları seferber etmeye çalışmıştır. Kara Yüzler, öncelikle itibarını Rus hükümetine borçlu olan bazı muhafazakâr entelektüeller ile din adamlarını bünyesine katmıştır. Daha sonra, korunma ve yeni fırsatlar arayan basit köylüleri ikna etmeye çalışmışlardır. Bu açıdan, Rusya Müslümanları ile monarşist Ruslar arasındaki ilişkilerin daha devrimin ilk yıllarında meyve vermeye başladığı anlaşılmaktadır.
Devrim yıllarında Bakü ile birlikte Türk dünyasındaki liberal eğilimlerin ve Türkçü fikirlerin iki büyük merkezinden biri olan Kazan’da, monarşist Ruslar ve Tatarlar arasında bir Kara Yüzler projesinin hayata geçirilmesi oldukça ilgi çekicidir. Bu amaçla 1908 yılında faaliyete geçen Çarlık-Halk Müslüman Cemiyeti, Rusya’daki diğer sağcı örgütlerin bir muadili olarak ortaya çıkmıştır. Cemiyetin amacı, ayrılıkçı eğilimlerin güçlü olduğu bölgelerde Çar’a sadık kitlelerin yardımıyla, devrimci fikirlerin yayılmasına engel olurken, Duma’daki Türk vekillere karşı koymaktır. Ancak Rusya’da yaşayan Türk-Tatarları sağcı monarşist örgütler altında toplama çabaları, Kara Yüzler açısından umulan neticeleri vermemiştir. Yine de 1914’teki başarısız Sırat el-Müstakîm örneğinde görülebileceği gibi Rusya’daki Türk-Tatar azınlık ile Çarlık yanlısı fraksiyonlar arasındaki kurumsal iş birliği denemeleri, kesintili olarak 1917’deki Bolşevik Devrimi’ne kadar olarak devam etmiştir.
20. Yüzyılın İkinci Yarısında Arap-İsrail Çatışması: Blok Siyaseti ve Türkiye
Öz: Arap-İsrail rekabeti, Orta Doğu'daki temel ayrışma hatlarından biri olup yüz yıldan uzun bir süredir devletlerarası çatışmaları kışkırtmaktadır. Siyonist hareketi destekleyenlerin Filistin'e kitleler halinde yerleştirilmesiyle etnik gruplar arasındaki gerilimlerin göze çarpmaya başladığı 1920'lerden bu yana bölgedeki çatışmalar, giderek yoğunlaşmıştır. Bu çalışma, Ortadoğu'daki Arap-İsrail çatışmasının çözümüne yönelik büyük güçlerin -ABD, SSCB- ve en önemli bölgesel aktör olarak Türkiye’nin yaklaşımlarını BM Güvenlik Konseyinde alınan kararlar ışığında mercek altına almaktadır. Çalışmada, çatışmayı sona erdirmekle yükümlü arabulucuların, gerilimi daha da tırmandıran tutarsızlıkları ortaya konulmuştur. Arap ülkelerinin de dahil olduğu devletlerarası çatışmanın doğasının Filistin-İsrail çatışmasına dönüşmesi, bölge dışı aktörlerin savaşan taraflar üzerindeki etkisinin de azalmasına yol açmıştır.
Arab-Israeli Conflict in the Second Half of the 20th Century: Bloc Politics and Turkey
Abstract: The Arab-Israeli confrontation is one of the key lines of division in the Middle East, and has been provoking interstate conflicts for more than a century. Clashes have intensified since the 1920s, when the first noticeable inter-ethnic clashes were provoked by the mass resettlement of supporters of the Zionist movement to Palestine. In light of the decisions made at the UN Security Council, this essay explores the strategies used by the great powers—the USA, the USSR, as well as Turkey, the most significant regional actor, to resolve the Arab-Israeli issue in the Middle East. The paper exposes the inconsistencies of the mediators in charge of resolving the dispute, which increased the tension. Although the influence of non-regional players on the fighting parties was reduced by the engagement of Arab nations, the struggle between Palestine and Israel also grew more protracted over time.
Futbol, ‘icadından’ bu yana siyasetin, ekonominin ve diğer sosyal disiplinlerin önemli bir konusu olmuştur. Bu açıdan Yugoslav deneyimi, futbol ve siyaset arasındaki simbiyotik ilişkiye iyi bir örnek teşkil etmektedir. Milliyetçi gerilimlerle evrilen Yugoslav siyaseti, her zaman karmaşık ve dolambaçlı bir profile sahip olmuştur. Bu bağlamda, milliyetçiliğin özündeki hıncın Yugoslav siyasetinin çok gözlemlenebilir bir dinamiği olduğu öne sürülmektedir. Buna bağlı olarak iki büyük futbol kulübü Partizan FK ve Kızılyıldız, Yugoslavya'nın kurucu siyasi ilkelerinden derinden etkilenmiştir. Dahası, bu iki kulüp arasında “ebedi derbi” olarak bilinen rekabet, milliyetçi ve sosyalist fikirler arasındaki çatışmanın sembolik bir temsilini üstlenmiştir. Bugün sadece eski Yugoslavya'dan bahsedebiliyor olsak da bu kulüpler halen Balkan tarihinin yaşayan en büyük mirasçıları arasında yer almaktadır. Bu makale, Michael Billig ve Liah Greenfeld'in sunduğu çerçevede “ebedi derbinin” politik tarihine yönelik bir ‘ilk bakış’ sunmaktadır. Bu bağlamda hınç referanslı irrasyonel doğasına ek olarak milliyetçiliğin gündelik hayatın alışkanlıkları arasında kendine yer edinen, daha ziyade bilinçdışı yeniden üretim süreçlerine konu olduğu söylenebilir. Buradan hareketle, varoluşsal haset, statü tutarsızlığı ve kimlik krizi gibi psikososyal kavramlar tarafından biçim verilen milliyetçiliğin banal formu takımları ordulara, oyuncuları askerlere, sahaları savaş alanlarına, galibiyetleri askeri zaferlere, spor yazarlarını savaş muhabirlerine dönüştürebilmektedir. Şiddetin simule edilmesiyle hayali intikam arzusu da tatmin edilmeye çalışılır. “Sonsuz derbi” bu konuya iyi model teşkil etmektedir.
Irksal ayrım ve üstünlüğe yönelik inancın, toplumsal hatta ahlaki düzeylerde karşılık bulabildiği 19. yüzyılda, beşeriyeti biyolojik bir tür olarak ele alan iddialar birtakım sahtebilimsel kabullere dönüşmüştür. Bu durum, Doğulu toplumlara yönelen barbarlık, despotluk, cehalet, fanatizm ve geri kalmışlık gibi Şarkiyatçı basmakalıplara da kaçınılmaz olarak meşru bir zemin sunmuştur. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı medeniyetine içkin gurur ve üstünlük söylemine dayanak teşkil eden Şarkiyatçılık, Doğu’yu ve Doğuluları gerçekliğinden şüphe edilmeyen bir takım ön yargılı kuram ve pratiklerle inceleme, öğrenme ve onlara hükmetme çabalarına metot oluşturmuştur. Doğulu toplumlara yöneltilen ve modern Şarkiyatçılıkla meşruiyet kazandırılmak istenen ırk temelli indirgemeci söylemin analizinde, Amerikan toplumunu Batı’yı temsil eden geniş ölçekli ve heterojen bir örneklem olarak ele almak mümkündür. Bu çalışma, öteki olma durumu bağlamında sıklıkla Batı toplumlarının karşısında konumlandırılan Türk ve Moğol kimlikleri hakkında, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan basınında kendisine yer bulan ve bilimsel olma iddiasındaki birtakım ırkçı basmakalıpların eyaletler düzeyindeki yansımalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Amerikan yerel basınında, aralarında tarihsel olarak kadim bağlar bulunan bu iki etnik grup, kimi zaman özgün kimi zaman ise birbirleriyle akraba fakat sahip oldukları ırksal özellikler sebebiyle Batılı toplumlardan her defasında kolaylıkla ayrıştırılan aşağı bir kültürün taşıyıcıları olarak takdim edilmiştir.
Bu çalışmada, çıkar amaçlı grupsal rekabet çerçevesinde yorumlanan ırkçılığın dijital kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla etki alanının genişlediği ve çevrimiçi faaliyet aracılığıyla ırkçı şiddeti özendiren nefret söyleminin yeni bir boyut kazandığı değerlendirilmektedir.
Irkçı sosyal ağların dijital nefretin küresel yayım merkezine dönüşmesiyle, kendilerini beyaz üstünlükçü, beyaz nasyonalist veya neo-Nazi gibi sosyal kimliklerle tanımlayan sanal cemaatler ortaya çıkmıştır. Bu cemaatler, biyo-kültürel sınıflandırmalarla kendilerinden aşağı olarak kabul ettikleri ötekiler üzerinde bir tür ezeli üstünlük iddiasını dillendirmektedir.
Siber ırkçı ideolojik söyleme ev sahipliği yapan Stormfront.org, birbirinden ilkesel ve yöntemsel olarak zaman zaman ayrılan pek çok ırkçıyı bir araya getiren en eski ve en geniş katılımlı sosyal ağlardan bir tanesidir.
Stormfront’ta beyaz olmadıkları gerekçesiyle pek çok farklı etnik ve dinsel grup gibi Türklerin de yoğun olarak ırkçı nefrete maruz kaldıkları anlaşılmaktadır. Forum üyeleri tarafından ırksal özellikleri, tarihsel geçmişi ve kültürel birikimiyle ötekileştirilen Türkler, tarihsel revizyonizmle desteklenen son derece olumsuz bir imgenin taşıyıcısıdır. Bu bağlamda, forum üyeleri tarafından ırk olarak Moğol, kültür olarak Arap ve siyaseten de Yahudi olarak tasvir edilen Türkler, Avrupalı adı verilen uluslarüstü bir kimliğin karşısına konumlandırılarak nefret söyleminin popüler bir konusu haline getirilmektedir.
ABSTRACT:
In this study it is evaluated that racism, interpreted in the context of benefit-oriented group competition, has made larger impact area via the expansion of digital mass media and hate speech which encourages racial violence has gained a new dimension through online activities.
As racial social networks become global publishing centers of digital hatred, virtual communities that define themselves with social identities such as white supremacist, white nationalist, or neo-Nazi have emerged. These communities express the allegation of eternal superiority over the others whom they regard as subordinate by means of biocultural classifications.
Stormfront.org, which hosts the cyber-racist ideological rhetoric is one of the earliest and the most extensive social networks that throws many racists together who are principally and methodically divergent on occasion.
It is understood that Turks, like many different ethnic and religious groups, are intensely subjected to racial hatred on account of the fact that they are not white on Stormfront. The Turks, whose racial characteristics, historical background and cultural accumulation are alienated by the members of the forum are the bearers of an utterly negative image supported by historical revisionism. In this context, Turks, who are portrayed as racially Mongoloids, culturally Arabic and politically Jewish by the forum members became a popular subject of hate speech by means of positioning against a supranational identity called European.
Илья Зайцев, “Мурад Рамзи и Арминий Вамбери”, Гасырлар Авазы - Эхо Веков Научно-Документальный Журнал, 2001 3/4.
(http://echoofcenturies.ru/menuitem.bc483fdb468dc77c2237fd9264278a0c/)
Türk tarihinin farklı düşünüş ve arayışlara sahne olduğu bir dönemde ortaya çıkan fikir akımlarından biri olan Türkçülük, siyasî ve kültürel dönüşümlere bağlı olarak birçok farklı tanım, anlam ve içeriğe sahiptir. Bu farklılıkların oluşumunda ve topluma nüfuz etmesinde, Türkçü fikriyatın lokomotifi olan aydınların, gazete ve dergiler gibi farklı iletişim mecralarını kullanış biçimleri önemli bir rol oynamıştır. Bu bağlamda Tanrıdağ dergisi, yayınlandığı her iki dönemde de Türkiye'de ve dünyada derin izler bırakan siyasî ve sosyal düşünceler paralelinde Türkçü ideoloji etrafında şekillenen fikir ve tepkilere ev sahipliği yapmıştır. 1942 ve 1950-51 yılları arasında Türkçü neşriyatın dışavurumsal faaliyet alanlarından biri olan dergi, Türk tarih yazınında Türkçü neşriyata yöneltilecek soruların araştırma nesnesi konumundadır. Tanrıdağ dergisinin incelemesi, Cumhuriyet dönemi birey-toplum ilişkilerinde Türkçü aydınların inşa ettikleri ülkü ve bu ülküye ulaşma çabalarının ortak gayesini teşkil eden ideal Türk insanını yaratma hayalini ortaya çıkartmaya, aynı zamanda da bu aydınların var oluş mücadelesini anlamaya yardımcı olacaktır.
ABSTRACT:
Emerged as a response to the period where Turkish history was in search for alternative streams of thought, Turkism has had varying definitions, meanings and substance with respect to political and cultural transformations. In the formation and diffusion of these differences into the society, the pioneering intellectuals of the Turkist thought have substantially made use of newspapers and journals. Tanrıdağ, in this context, became a prominent journal for both of its publishing dates, hosting different forms of political and social ideas based on the Turkist ideology. As a journal that manifested the Turkist literature between 1942 and 1950-51, it should be considered to be a subject of inquiry in Turkist studies. An analysis of Tanrıdağ journal would reveal the ideal Turk image that these Turkist intellectuals hoped to attain for the relationship between citizens and society during the Republican Era and would help to understand the struggle for their existence.
Conference Presentations by Tevfik Orkun Develi
Therefore, a project was initiated by the Ministry of Culture and Tourism of the Republic of Turkey in 2019 to determine where the war took place, to identify and protect the material evidence and to find the casualties related to the war. The project team, which is trying to create a methodology for battlefield archeology for the first time in Turkey, includes experts working on different disciplines such as history, archaeology, anthropology, art history, geography, geology, geophysics, epigraphy and numismatics. This study provides information about the developments in the 2020 and 2021 phases of the ongoing project in a wide area of 153 square kilometers
In the XIXth century and at the beginning of the XXth century, the autocratic tendencies in Russia had extensive sanctions on national and religious minorities. Under the rule of the Tsarist government, a repressive regime was established to maintain central authority and promote an official sense of nationalism, emphasizing traditional Russian values and the dominant role of the Orthodox Church. Following the 1905 Revolution, it can be observed that the government collaborated with reactionary movements to suppress opposition while preserving social order and supporting the traditional hierarchical structure of society. These groups, however, opposed political reforms, liberalism, and the demands for minority rights. Although the relationship between the Tsarist regime and reactionary groups did not always follow a stable course, the antisemitic laws and regulations in the country, particularly targeting Jewish minorities, provided a legitimate ground for government-backed reactionary violence, considering Jews as an internal threat. Similarly, Muslim Turks in regions like the Caucasus and Central Asia were subjected to assimilationist and exclusivist policies, aiming to push them to the margins of social life and impose restrictions on their cultural awakening and religious practices. Comparing the treatment of Jews and Muslim Turks in Russia, it becomes evident that the conservative representation as a whole pursued different strategy for these two minorities without compromising discrimination. Thus, it can be said that while antisemitic sentiments had political and economic motivations disguised as religious concerns, the treatment of Muslim-Turkish minorities also encompassed ethnic and geopolitical concerns.
Kafkaslardaki Türk varlığı, yaklaşık bin yıllık mazisinin en az yarısını siyasi buhranlar ve savaşlarla anılan var oluş mücadelesi içinde geçirmiştir. Bu mücadelenin önemli bir kısmını ise Rus istibdadına karşı gösterilen direniş oluşturmaktadır. XVI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Hazar kıyılarında Türkleri sindirmek amacıyla başlatılan siyasi propaganda, XIX. yüzyılda Rusların Kafkasya ve Orta Asya’ya yayılmasıyla resmen emperyalist bir içerik kazanmıştır. Öte yandan bu durum, başta Azerbaycan ve Kırım olmak üzere Türk-Tatar kolektif aidiyetini ulusal kimliğe, sömürgecilik karşıtı faaliyetlerini ise örgütlü bağımsızlık mücadelelerine dönüştüren süreci tetiklemiştir. Büyük kültürel uyanışa eşlik eden millî istiklal mücadelesi ve ona öncülük eden Türk-Tatar aydınlar, Büyük Savaş yıllarının siyasi ikliminde yüz yıllık rüyayı gerçeğe dönüştürmeye çabalarken, Türklüğün kısa sürecek olan ilkbaharı İtilaf Bloku tarafından gün ve gün takip edilmiştir. Bu çalışma, Birleşik Krallık Arşivlerinden elde edilen vesikalar ışığında Büyük Savaş’ın sonlarına doğru başta Azerbaycan olmak üzere umum Transkafkasya'yı siyasi çekişmeler, millî menfaatler, ekonomik çıkarlar ve uluslararası ilişkiler gibi yönlerden mercek altına almaktadır.
Abstract
The Turkish presence in the Caucasus has spent at least half of its millennial past in the struggle for existence, which is referred to as political crises and wars. An important part of this struggle is the resistance against the Russian oppression. Political propaganda, which was started in the first quarter of the 16th century to intimidate the Turks on the shores of the Caspian, officially gained an imperialist content with the spread of the Russians to the Caucasus and Central Asia in the 19th century. On the other hand, this situation triggered the process that transformed Turkish-Tatar collective belonging, primarily Azerbaijan and Crimea, into national identity, and anti-colonial activities into an organized struggle for independence. Moreover, the Turks are not the only bidders for the historical opportunities that come with great price to pay. While the Georgians, who realized that their voluntary cooperation with the Russians was about to come to an end, were getting ready to stand on their own feet for the first time in nearly one hundred and thirty years, the Armenians, who were volunteers of the Russian army on the one hand and organized activists of the revolutionary left factions on the other were busy with taking exciting and hasty steps to turn every possibility that would determine the future of Tsarism into profit. While the Great War continues, Turkish-Tatar intellectuals, who pioneered the cultural awakening at the dawn of the revolution, are striving to make their 100-year-old dream of liberation come true. The short-lived Turkism in its prime was followed day by day by the Entente Bloc. This paper examines the records about Turks, Georgians and Armenians towards the end of the Great War in the light of the documents obtained from The National Archives, in terms of political conflicts, national and economic interests, also international relations.
Modernitenin milliyetçiliğe biçim veren Batı menşeli bir fenomen olarak yalnızlaştırılması, milliyetçiliğin 18. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa‟dan dünyanın geri kalanına ihraç edilen tek ve özgün bir siyasal düşünce olarak özelleştirilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum, Türk milliyetçiliğinin kadim köklerine ait somut delillerin önemsizleştirilerek, onun gecikmiş ve deforme bir milliyetçilik olduğu algısının yerleşmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada, modernite ve milliyetçilik arasındaki öncül-ardıl ilişkisi tersine çevrilerek Batılı olmayan toplumların tümünün dâhil edildiği indirgemeci bir takım kabuller etrafında tartışılagelen Türk milliyetçiliği, Türk modernitesine zemin hazırlayan unsurlardan biri olarak değerlendirilecektir. İlkçi – eskilci milliyetçilik kuramları üzerine oturtulan tartışma, umum Türk milliyetçiliğinden Azerbaycan özeline kaydırılacak, Türk kültür tarihinin özgün kaynakları ve Batı literatüründen seçilmiş örnekler mukayeseli olarak incelenerek ön-modern bir okuma denenecektir.
ABSTRACT:
Isolation of modernity, as it is a western phenomenon forming nationalism resulted in privatization of nationalism as a one and unique political thought that exported from Europe to the rest of World as of the 18th century. That plays an important role in trivialization of concrete evident that belongs to ancient roots of Turkish nationalism and creating a perception that it is late and deformed. In this study, the predecessor and successor relationship between modernity and nationalism will be reversed and Turkish nationalism, having been subjected to debates around a number of reductionist assumptions that are inclusive for all non-Western societies will be evaluated as a preliminary element of Turkish modernity. Based on the primodialist perennialist theories, the discussion will advance from general Turkish nationalism to Azerbaijan specification and by comparing both unique sources of Turkish culture and chosen examples of Western literature, a pre-modern reading will be tried.
Bu çalışmada, 1950'lerden itibaren Anglosakson toplumlardan tüm dünyaya yayılan ve farklı olaylarda hem taşıyıcı hem de destekleyici görevler üstlenerek karşıt-akımların doğmasına ve güçlenmesine yardımcı olan rock müzik altkültürünün, 2001 yılından itibaren Türkiye'deki sosyopolitik serüveni üzerine odaklanılacaktır. Bu tarihin seçilme amacı, Türkiye’de neo-liberalizmin yeniden açılma evresine girip toplumsallaşması ve bu dönemde toplumsal rızayı inşa ederken kullandığı birey-merkezcilik, bireysel özgürlükler, niş tüketim ve sınıfsız toplum gibi yüceltilmiş kavramların, tüm topluma yayılması sürecinin Türk rock müziğin evrimi üzerindeki etkilerinin değerlendirilmek istenmesidir. Bu doğrultuda albümleri en çok satılan Teoman, Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Athena ve Duman gruplarının diskografileri ve şarkı sözleri mercek altına alınacaktır. Rock müziğin üretim boyutu kadar, tüketim boyutuna da değinilecek ve bu anlamda Türkiye’de yeni nesil rock müziğin toplumsal işlevi sorgulanacaktır.
ABSTRACT:
This study will focus on the socio-political adventure of rock music subculture in Turkey since 2001, which was originated in the Anglo-Saxon societies in the 1950s and then spread worldwide, both as a carrier and a promoter of the birth and consolidation of counter-cultures. The purpose of focusing on this period is to evaluate how the roll-out phase of neo-liberalism has been absorbed into the Turkish society and how its sublime concepts of self-centered individualism, individual freedoms, niche consumption and classless society have affected the evolution of Turkish rock music. In this context, the discographies and lyrics of the five best-selling rock artists, Teoman, Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Athena, and Duman, will be examined. Both the production as well as consumption dimension of rock music will be considered and, then, the social function of new generation of Turkish rock music will be questioned accordingly.
Books by Tevfik Orkun Develi
Kara Yüzler çatısı altında faaliyet gösteren örgütlerin benimsediği yöntem ve eylemler, sağcı siyasi oluşumlar dahil birçok kesim tarafından kınansa da çelişkili biçimde doğal rakipleri sayılabilecek bazı çevrelerden destek görmüştür. Bu bağlamda Kara Yüzlerin faaliyet ağına dahil olanlar arasında Kafkasya, Orta Asya, Volga-Ural gibi bölgelerde ikamet eden Rusya Müslümanları da bulunmaktadır. Bu bölgelerde yaşayan Türk-Tatarlar arasındaki Aydınlanma eğilimlerini engellemeyi amaçlayan Kara Yüzler, Türkiye’nin Kazan, Astrahan, Börö ve Ufa gibi şehirlerinde örgütlenmişlerdir. Aynı zamanda, Rus halkını kendi gerçekliklerindeki Yahudi boyunduruğundan kurtarmak için imparatorluktaki bazı ulusal azınlıklar arasında destek arayışına girmişlerdir.
Çarlık rejimi yüzyıllar boyunca imparatorluktaki Müslüman Türk unsurları ötekileştiren ve bu sebeple derin bir hayal kırıklığı ve memnuniyetsizliğe yol açan politikalar uygulasa da Kara Yüzler özellikle İslâm inancını manipüle ederek bu duyguları istismar etmeye çalışmıştır. Bu sayede, değişim çağrısı yapan tüm devrimci unsurlara karşı Müslümanları seferber etmeye çalışmıştır. Kara Yüzler, öncelikle itibarını Rus hükümetine borçlu olan bazı muhafazakâr entelektüeller ile din adamlarını bünyesine katmıştır. Daha sonra, korunma ve yeni fırsatlar arayan basit köylüleri ikna etmeye çalışmışlardır. Bu açıdan, Rusya Müslümanları ile monarşist Ruslar arasındaki ilişkilerin daha devrimin ilk yıllarında meyve vermeye başladığı anlaşılmaktadır.
Devrim yıllarında Bakü ile birlikte Türk dünyasındaki liberal eğilimlerin ve Türkçü fikirlerin iki büyük merkezinden biri olan Kazan’da, monarşist Ruslar ve Tatarlar arasında bir Kara Yüzler projesinin hayata geçirilmesi oldukça ilgi çekicidir. Bu amaçla 1908 yılında faaliyete geçen Çarlık-Halk Müslüman Cemiyeti, Rusya’daki diğer sağcı örgütlerin bir muadili olarak ortaya çıkmıştır. Cemiyetin amacı, ayrılıkçı eğilimlerin güçlü olduğu bölgelerde Çar’a sadık kitlelerin yardımıyla, devrimci fikirlerin yayılmasına engel olurken, Duma’daki Türk vekillere karşı koymaktır. Ancak Rusya’da yaşayan Türk-Tatarları sağcı monarşist örgütler altında toplama çabaları, Kara Yüzler açısından umulan neticeleri vermemiştir. Yine de 1914’teki başarısız Sırat el-Müstakîm örneğinde görülebileceği gibi Rusya’daki Türk-Tatar azınlık ile Çarlık yanlısı fraksiyonlar arasındaki kurumsal iş birliği denemeleri, kesintili olarak 1917’deki Bolşevik Devrimi’ne kadar olarak devam etmiştir.
20. Yüzyılın İkinci Yarısında Arap-İsrail Çatışması: Blok Siyaseti ve Türkiye
Öz: Arap-İsrail rekabeti, Orta Doğu'daki temel ayrışma hatlarından biri olup yüz yıldan uzun bir süredir devletlerarası çatışmaları kışkırtmaktadır. Siyonist hareketi destekleyenlerin Filistin'e kitleler halinde yerleştirilmesiyle etnik gruplar arasındaki gerilimlerin göze çarpmaya başladığı 1920'lerden bu yana bölgedeki çatışmalar, giderek yoğunlaşmıştır. Bu çalışma, Ortadoğu'daki Arap-İsrail çatışmasının çözümüne yönelik büyük güçlerin -ABD, SSCB- ve en önemli bölgesel aktör olarak Türkiye’nin yaklaşımlarını BM Güvenlik Konseyinde alınan kararlar ışığında mercek altına almaktadır. Çalışmada, çatışmayı sona erdirmekle yükümlü arabulucuların, gerilimi daha da tırmandıran tutarsızlıkları ortaya konulmuştur. Arap ülkelerinin de dahil olduğu devletlerarası çatışmanın doğasının Filistin-İsrail çatışmasına dönüşmesi, bölge dışı aktörlerin savaşan taraflar üzerindeki etkisinin de azalmasına yol açmıştır.
Arab-Israeli Conflict in the Second Half of the 20th Century: Bloc Politics and Turkey
Abstract: The Arab-Israeli confrontation is one of the key lines of division in the Middle East, and has been provoking interstate conflicts for more than a century. Clashes have intensified since the 1920s, when the first noticeable inter-ethnic clashes were provoked by the mass resettlement of supporters of the Zionist movement to Palestine. In light of the decisions made at the UN Security Council, this essay explores the strategies used by the great powers—the USA, the USSR, as well as Turkey, the most significant regional actor, to resolve the Arab-Israeli issue in the Middle East. The paper exposes the inconsistencies of the mediators in charge of resolving the dispute, which increased the tension. Although the influence of non-regional players on the fighting parties was reduced by the engagement of Arab nations, the struggle between Palestine and Israel also grew more protracted over time.
Futbol, ‘icadından’ bu yana siyasetin, ekonominin ve diğer sosyal disiplinlerin önemli bir konusu olmuştur. Bu açıdan Yugoslav deneyimi, futbol ve siyaset arasındaki simbiyotik ilişkiye iyi bir örnek teşkil etmektedir. Milliyetçi gerilimlerle evrilen Yugoslav siyaseti, her zaman karmaşık ve dolambaçlı bir profile sahip olmuştur. Bu bağlamda, milliyetçiliğin özündeki hıncın Yugoslav siyasetinin çok gözlemlenebilir bir dinamiği olduğu öne sürülmektedir. Buna bağlı olarak iki büyük futbol kulübü Partizan FK ve Kızılyıldız, Yugoslavya'nın kurucu siyasi ilkelerinden derinden etkilenmiştir. Dahası, bu iki kulüp arasında “ebedi derbi” olarak bilinen rekabet, milliyetçi ve sosyalist fikirler arasındaki çatışmanın sembolik bir temsilini üstlenmiştir. Bugün sadece eski Yugoslavya'dan bahsedebiliyor olsak da bu kulüpler halen Balkan tarihinin yaşayan en büyük mirasçıları arasında yer almaktadır. Bu makale, Michael Billig ve Liah Greenfeld'in sunduğu çerçevede “ebedi derbinin” politik tarihine yönelik bir ‘ilk bakış’ sunmaktadır. Bu bağlamda hınç referanslı irrasyonel doğasına ek olarak milliyetçiliğin gündelik hayatın alışkanlıkları arasında kendine yer edinen, daha ziyade bilinçdışı yeniden üretim süreçlerine konu olduğu söylenebilir. Buradan hareketle, varoluşsal haset, statü tutarsızlığı ve kimlik krizi gibi psikososyal kavramlar tarafından biçim verilen milliyetçiliğin banal formu takımları ordulara, oyuncuları askerlere, sahaları savaş alanlarına, galibiyetleri askeri zaferlere, spor yazarlarını savaş muhabirlerine dönüştürebilmektedir. Şiddetin simule edilmesiyle hayali intikam arzusu da tatmin edilmeye çalışılır. “Sonsuz derbi” bu konuya iyi model teşkil etmektedir.
Irksal ayrım ve üstünlüğe yönelik inancın, toplumsal hatta ahlaki düzeylerde karşılık bulabildiği 19. yüzyılda, beşeriyeti biyolojik bir tür olarak ele alan iddialar birtakım sahtebilimsel kabullere dönüşmüştür. Bu durum, Doğulu toplumlara yönelen barbarlık, despotluk, cehalet, fanatizm ve geri kalmışlık gibi Şarkiyatçı basmakalıplara da kaçınılmaz olarak meşru bir zemin sunmuştur. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı medeniyetine içkin gurur ve üstünlük söylemine dayanak teşkil eden Şarkiyatçılık, Doğu’yu ve Doğuluları gerçekliğinden şüphe edilmeyen bir takım ön yargılı kuram ve pratiklerle inceleme, öğrenme ve onlara hükmetme çabalarına metot oluşturmuştur. Doğulu toplumlara yöneltilen ve modern Şarkiyatçılıkla meşruiyet kazandırılmak istenen ırk temelli indirgemeci söylemin analizinde, Amerikan toplumunu Batı’yı temsil eden geniş ölçekli ve heterojen bir örneklem olarak ele almak mümkündür. Bu çalışma, öteki olma durumu bağlamında sıklıkla Batı toplumlarının karşısında konumlandırılan Türk ve Moğol kimlikleri hakkında, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Amerikan basınında kendisine yer bulan ve bilimsel olma iddiasındaki birtakım ırkçı basmakalıpların eyaletler düzeyindeki yansımalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Amerikan yerel basınında, aralarında tarihsel olarak kadim bağlar bulunan bu iki etnik grup, kimi zaman özgün kimi zaman ise birbirleriyle akraba fakat sahip oldukları ırksal özellikler sebebiyle Batılı toplumlardan her defasında kolaylıkla ayrıştırılan aşağı bir kültürün taşıyıcıları olarak takdim edilmiştir.
Bu çalışmada, çıkar amaçlı grupsal rekabet çerçevesinde yorumlanan ırkçılığın dijital kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla etki alanının genişlediği ve çevrimiçi faaliyet aracılığıyla ırkçı şiddeti özendiren nefret söyleminin yeni bir boyut kazandığı değerlendirilmektedir.
Irkçı sosyal ağların dijital nefretin küresel yayım merkezine dönüşmesiyle, kendilerini beyaz üstünlükçü, beyaz nasyonalist veya neo-Nazi gibi sosyal kimliklerle tanımlayan sanal cemaatler ortaya çıkmıştır. Bu cemaatler, biyo-kültürel sınıflandırmalarla kendilerinden aşağı olarak kabul ettikleri ötekiler üzerinde bir tür ezeli üstünlük iddiasını dillendirmektedir.
Siber ırkçı ideolojik söyleme ev sahipliği yapan Stormfront.org, birbirinden ilkesel ve yöntemsel olarak zaman zaman ayrılan pek çok ırkçıyı bir araya getiren en eski ve en geniş katılımlı sosyal ağlardan bir tanesidir.
Stormfront’ta beyaz olmadıkları gerekçesiyle pek çok farklı etnik ve dinsel grup gibi Türklerin de yoğun olarak ırkçı nefrete maruz kaldıkları anlaşılmaktadır. Forum üyeleri tarafından ırksal özellikleri, tarihsel geçmişi ve kültürel birikimiyle ötekileştirilen Türkler, tarihsel revizyonizmle desteklenen son derece olumsuz bir imgenin taşıyıcısıdır. Bu bağlamda, forum üyeleri tarafından ırk olarak Moğol, kültür olarak Arap ve siyaseten de Yahudi olarak tasvir edilen Türkler, Avrupalı adı verilen uluslarüstü bir kimliğin karşısına konumlandırılarak nefret söyleminin popüler bir konusu haline getirilmektedir.
ABSTRACT:
In this study it is evaluated that racism, interpreted in the context of benefit-oriented group competition, has made larger impact area via the expansion of digital mass media and hate speech which encourages racial violence has gained a new dimension through online activities.
As racial social networks become global publishing centers of digital hatred, virtual communities that define themselves with social identities such as white supremacist, white nationalist, or neo-Nazi have emerged. These communities express the allegation of eternal superiority over the others whom they regard as subordinate by means of biocultural classifications.
Stormfront.org, which hosts the cyber-racist ideological rhetoric is one of the earliest and the most extensive social networks that throws many racists together who are principally and methodically divergent on occasion.
It is understood that Turks, like many different ethnic and religious groups, are intensely subjected to racial hatred on account of the fact that they are not white on Stormfront. The Turks, whose racial characteristics, historical background and cultural accumulation are alienated by the members of the forum are the bearers of an utterly negative image supported by historical revisionism. In this context, Turks, who are portrayed as racially Mongoloids, culturally Arabic and politically Jewish by the forum members became a popular subject of hate speech by means of positioning against a supranational identity called European.
Илья Зайцев, “Мурад Рамзи и Арминий Вамбери”, Гасырлар Авазы - Эхо Веков Научно-Документальный Журнал, 2001 3/4.
(http://echoofcenturies.ru/menuitem.bc483fdb468dc77c2237fd9264278a0c/)
Türk tarihinin farklı düşünüş ve arayışlara sahne olduğu bir dönemde ortaya çıkan fikir akımlarından biri olan Türkçülük, siyasî ve kültürel dönüşümlere bağlı olarak birçok farklı tanım, anlam ve içeriğe sahiptir. Bu farklılıkların oluşumunda ve topluma nüfuz etmesinde, Türkçü fikriyatın lokomotifi olan aydınların, gazete ve dergiler gibi farklı iletişim mecralarını kullanış biçimleri önemli bir rol oynamıştır. Bu bağlamda Tanrıdağ dergisi, yayınlandığı her iki dönemde de Türkiye'de ve dünyada derin izler bırakan siyasî ve sosyal düşünceler paralelinde Türkçü ideoloji etrafında şekillenen fikir ve tepkilere ev sahipliği yapmıştır. 1942 ve 1950-51 yılları arasında Türkçü neşriyatın dışavurumsal faaliyet alanlarından biri olan dergi, Türk tarih yazınında Türkçü neşriyata yöneltilecek soruların araştırma nesnesi konumundadır. Tanrıdağ dergisinin incelemesi, Cumhuriyet dönemi birey-toplum ilişkilerinde Türkçü aydınların inşa ettikleri ülkü ve bu ülküye ulaşma çabalarının ortak gayesini teşkil eden ideal Türk insanını yaratma hayalini ortaya çıkartmaya, aynı zamanda da bu aydınların var oluş mücadelesini anlamaya yardımcı olacaktır.
ABSTRACT:
Emerged as a response to the period where Turkish history was in search for alternative streams of thought, Turkism has had varying definitions, meanings and substance with respect to political and cultural transformations. In the formation and diffusion of these differences into the society, the pioneering intellectuals of the Turkist thought have substantially made use of newspapers and journals. Tanrıdağ, in this context, became a prominent journal for both of its publishing dates, hosting different forms of political and social ideas based on the Turkist ideology. As a journal that manifested the Turkist literature between 1942 and 1950-51, it should be considered to be a subject of inquiry in Turkist studies. An analysis of Tanrıdağ journal would reveal the ideal Turk image that these Turkist intellectuals hoped to attain for the relationship between citizens and society during the Republican Era and would help to understand the struggle for their existence.
Therefore, a project was initiated by the Ministry of Culture and Tourism of the Republic of Turkey in 2019 to determine where the war took place, to identify and protect the material evidence and to find the casualties related to the war. The project team, which is trying to create a methodology for battlefield archeology for the first time in Turkey, includes experts working on different disciplines such as history, archaeology, anthropology, art history, geography, geology, geophysics, epigraphy and numismatics. This study provides information about the developments in the 2020 and 2021 phases of the ongoing project in a wide area of 153 square kilometers
In the XIXth century and at the beginning of the XXth century, the autocratic tendencies in Russia had extensive sanctions on national and religious minorities. Under the rule of the Tsarist government, a repressive regime was established to maintain central authority and promote an official sense of nationalism, emphasizing traditional Russian values and the dominant role of the Orthodox Church. Following the 1905 Revolution, it can be observed that the government collaborated with reactionary movements to suppress opposition while preserving social order and supporting the traditional hierarchical structure of society. These groups, however, opposed political reforms, liberalism, and the demands for minority rights. Although the relationship between the Tsarist regime and reactionary groups did not always follow a stable course, the antisemitic laws and regulations in the country, particularly targeting Jewish minorities, provided a legitimate ground for government-backed reactionary violence, considering Jews as an internal threat. Similarly, Muslim Turks in regions like the Caucasus and Central Asia were subjected to assimilationist and exclusivist policies, aiming to push them to the margins of social life and impose restrictions on their cultural awakening and religious practices. Comparing the treatment of Jews and Muslim Turks in Russia, it becomes evident that the conservative representation as a whole pursued different strategy for these two minorities without compromising discrimination. Thus, it can be said that while antisemitic sentiments had political and economic motivations disguised as religious concerns, the treatment of Muslim-Turkish minorities also encompassed ethnic and geopolitical concerns.
Kafkaslardaki Türk varlığı, yaklaşık bin yıllık mazisinin en az yarısını siyasi buhranlar ve savaşlarla anılan var oluş mücadelesi içinde geçirmiştir. Bu mücadelenin önemli bir kısmını ise Rus istibdadına karşı gösterilen direniş oluşturmaktadır. XVI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Hazar kıyılarında Türkleri sindirmek amacıyla başlatılan siyasi propaganda, XIX. yüzyılda Rusların Kafkasya ve Orta Asya’ya yayılmasıyla resmen emperyalist bir içerik kazanmıştır. Öte yandan bu durum, başta Azerbaycan ve Kırım olmak üzere Türk-Tatar kolektif aidiyetini ulusal kimliğe, sömürgecilik karşıtı faaliyetlerini ise örgütlü bağımsızlık mücadelelerine dönüştüren süreci tetiklemiştir. Büyük kültürel uyanışa eşlik eden millî istiklal mücadelesi ve ona öncülük eden Türk-Tatar aydınlar, Büyük Savaş yıllarının siyasi ikliminde yüz yıllık rüyayı gerçeğe dönüştürmeye çabalarken, Türklüğün kısa sürecek olan ilkbaharı İtilaf Bloku tarafından gün ve gün takip edilmiştir. Bu çalışma, Birleşik Krallık Arşivlerinden elde edilen vesikalar ışığında Büyük Savaş’ın sonlarına doğru başta Azerbaycan olmak üzere umum Transkafkasya'yı siyasi çekişmeler, millî menfaatler, ekonomik çıkarlar ve uluslararası ilişkiler gibi yönlerden mercek altına almaktadır.
Abstract
The Turkish presence in the Caucasus has spent at least half of its millennial past in the struggle for existence, which is referred to as political crises and wars. An important part of this struggle is the resistance against the Russian oppression. Political propaganda, which was started in the first quarter of the 16th century to intimidate the Turks on the shores of the Caspian, officially gained an imperialist content with the spread of the Russians to the Caucasus and Central Asia in the 19th century. On the other hand, this situation triggered the process that transformed Turkish-Tatar collective belonging, primarily Azerbaijan and Crimea, into national identity, and anti-colonial activities into an organized struggle for independence. Moreover, the Turks are not the only bidders for the historical opportunities that come with great price to pay. While the Georgians, who realized that their voluntary cooperation with the Russians was about to come to an end, were getting ready to stand on their own feet for the first time in nearly one hundred and thirty years, the Armenians, who were volunteers of the Russian army on the one hand and organized activists of the revolutionary left factions on the other were busy with taking exciting and hasty steps to turn every possibility that would determine the future of Tsarism into profit. While the Great War continues, Turkish-Tatar intellectuals, who pioneered the cultural awakening at the dawn of the revolution, are striving to make their 100-year-old dream of liberation come true. The short-lived Turkism in its prime was followed day by day by the Entente Bloc. This paper examines the records about Turks, Georgians and Armenians towards the end of the Great War in the light of the documents obtained from The National Archives, in terms of political conflicts, national and economic interests, also international relations.
Modernitenin milliyetçiliğe biçim veren Batı menşeli bir fenomen olarak yalnızlaştırılması, milliyetçiliğin 18. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa‟dan dünyanın geri kalanına ihraç edilen tek ve özgün bir siyasal düşünce olarak özelleştirilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum, Türk milliyetçiliğinin kadim köklerine ait somut delillerin önemsizleştirilerek, onun gecikmiş ve deforme bir milliyetçilik olduğu algısının yerleşmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmada, modernite ve milliyetçilik arasındaki öncül-ardıl ilişkisi tersine çevrilerek Batılı olmayan toplumların tümünün dâhil edildiği indirgemeci bir takım kabuller etrafında tartışılagelen Türk milliyetçiliği, Türk modernitesine zemin hazırlayan unsurlardan biri olarak değerlendirilecektir. İlkçi – eskilci milliyetçilik kuramları üzerine oturtulan tartışma, umum Türk milliyetçiliğinden Azerbaycan özeline kaydırılacak, Türk kültür tarihinin özgün kaynakları ve Batı literatüründen seçilmiş örnekler mukayeseli olarak incelenerek ön-modern bir okuma denenecektir.
ABSTRACT:
Isolation of modernity, as it is a western phenomenon forming nationalism resulted in privatization of nationalism as a one and unique political thought that exported from Europe to the rest of World as of the 18th century. That plays an important role in trivialization of concrete evident that belongs to ancient roots of Turkish nationalism and creating a perception that it is late and deformed. In this study, the predecessor and successor relationship between modernity and nationalism will be reversed and Turkish nationalism, having been subjected to debates around a number of reductionist assumptions that are inclusive for all non-Western societies will be evaluated as a preliminary element of Turkish modernity. Based on the primodialist perennialist theories, the discussion will advance from general Turkish nationalism to Azerbaijan specification and by comparing both unique sources of Turkish culture and chosen examples of Western literature, a pre-modern reading will be tried.
Bu çalışmada, 1950'lerden itibaren Anglosakson toplumlardan tüm dünyaya yayılan ve farklı olaylarda hem taşıyıcı hem de destekleyici görevler üstlenerek karşıt-akımların doğmasına ve güçlenmesine yardımcı olan rock müzik altkültürünün, 2001 yılından itibaren Türkiye'deki sosyopolitik serüveni üzerine odaklanılacaktır. Bu tarihin seçilme amacı, Türkiye’de neo-liberalizmin yeniden açılma evresine girip toplumsallaşması ve bu dönemde toplumsal rızayı inşa ederken kullandığı birey-merkezcilik, bireysel özgürlükler, niş tüketim ve sınıfsız toplum gibi yüceltilmiş kavramların, tüm topluma yayılması sürecinin Türk rock müziğin evrimi üzerindeki etkilerinin değerlendirilmek istenmesidir. Bu doğrultuda albümleri en çok satılan Teoman, Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Athena ve Duman gruplarının diskografileri ve şarkı sözleri mercek altına alınacaktır. Rock müziğin üretim boyutu kadar, tüketim boyutuna da değinilecek ve bu anlamda Türkiye’de yeni nesil rock müziğin toplumsal işlevi sorgulanacaktır.
ABSTRACT:
This study will focus on the socio-political adventure of rock music subculture in Turkey since 2001, which was originated in the Anglo-Saxon societies in the 1950s and then spread worldwide, both as a carrier and a promoter of the birth and consolidation of counter-cultures. The purpose of focusing on this period is to evaluate how the roll-out phase of neo-liberalism has been absorbed into the Turkish society and how its sublime concepts of self-centered individualism, individual freedoms, niche consumption and classless society have affected the evolution of Turkish rock music. In this context, the discographies and lyrics of the five best-selling rock artists, Teoman, Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Athena, and Duman, will be examined. Both the production as well as consumption dimension of rock music will be considered and, then, the social function of new generation of Turkish rock music will be questioned accordingly.
İlgili Madde için: https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/Ahmet_Anzavur_(%3F-1921)
The content of any text emphasizing the supremacy of the West from the eighteenth century on can also be mentioned as a kind of agreement that emphasizes the distinctiveness of the East. In this context, especially literary texts create a special area in which subjective truths of Western origin can be examined with negative stereotypes which are thought to objectively characterize the East. Written by Irish author Bram Stoker for the first time in 1897, the novel “Dracula” presents a striking example of this exotic Eastern image, positioned as the other of idealized Western values. In its fiction, a particular importance has been attached to many elements that may belong to Turkish culture as well as Turkish history. It can be said that the symbolic representation and presentation of Eastern evil is done accordingly. Another aspect that supports the context and makes it interesting is the possibility that Stoker's inspiration was provided to him by an Orientalist through the Hungarian Turkologist Ármin Vámbéry.
Özgün Metin: T. Senga, "The Toquz Oghuz Problem and the Origin of the Khazars", Journal of Asian History, Vol. 24, No. 1 (1990), ss. 57-69.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 33, (Güz 2014), ss.213-216.