Anadoluculuk
Anadoluculuk siyasi, felsefi ve sosyolojik açılımları bulunan bir düşünce hareketidir. Bu hareket üç tarz-ı siyasetin
geçerliliğini yitirdiği, siyasal ve zihinsel inkılapların hızlı ve radikal biçimde yaşandığı bir süreçte doğmuştur. Anadolucu
düşünüşte milliyetçilik toprak üzerinden kurgulanıp hayali olmaktan uzak bir aksiyon haline getirilmeye çalışılmıştır.
Anadolu coğrafyası ile sınırlı bir milliyetçilik anlayışı ortaya koyularak genç cumhuriyete rehberlik etme arzusunda
olunmuştur. Bu bağlamda tarih, vatan, ulus, kimlik gibi kavramlar yeniden belirlenerek tanımlanmıştır. Anadolucu
düşün adamları savunmacı bir refleks ve teritoryal bir yaklaşımla tarihi, edebiyatı, dili, kültürü, ahlakı, sanatı ve
iktisadıyla Anadolu üzerinden yeni bir ulus var edip ülkeyi kalkındırma gayesi taşımıştır.
Anadolucu hareket düşünsel olarak sistemli bir biçimde ileri sürülmezden evvel Anadolu, sembolik olarak Osmanlı
hanedanına yönelik muhalif bir duruşu temsil etmiştir. Bu tavır ilk kez Anadolu halkının kaderine terk edilmişliğine ve
ezilmişliğine dikkat çeken süreli yayınlarda kendini göstermiştir. Anadolucu tasavvura dair ilk izlere 1902 yılında
Süleyman Vahid, 1908 yılında Mehmed Burhaneddin, 1909 yılında Markar Markaryan ve 1911 yılında Haydar Rüşdü
tarafından çıkarılmaya başlanan gazetelerde denk gelinmektedir. Bir sonraki evrede Anadolucu düşüncenin derinlik
kazanıp geliştirildiği mahfil mecmualar olmuştur. Nitekim Anadoluculuk 1911 yılında Nüzhet Sabit’in yazılarının
bulunduğu Vazife mecmuası, 1913 yılında yayın hayatına atılan Musa Kazım, Mehmed Şemseddin (Günaltay) ve Halim
Sabit (Şibay)’in yazılarının yer aldığı İslam Mecmuası, 1921 yılında Yahya Kemal’in etkili olduğu Dergâh mecmuası,
1924 yılında Mehmed Halid’in ilk defa Anadoluculuğu ilan ettiği Anadolu Mecmuası ile 1922 yılında Ankara’da İbrahim
Turgut’un çıkardığı Anadolu Duygusu mecmuası gibi süreli yayınlarda olgunlaştırılıp sistematik bir düşünce haline
getirilmiştir.
Süreli yayın dünyasında yaşanan bu hareketliliğin karşılık bulduğu bir diğer mecra da Türk Ocağı çevresi olmuştur.
Balkan Savaşları sonrasında ocak çevresinde, başlarda örgütlü bir görünüm arz etmeyen ancak sonraları Türkiyacılık
olarak adlandırılacak, Turancılık karşıtı bir eğilim belirmeye başlamıştır. Bu oluşum, İttihat ve Terakki iktidarının
Turancı milliyetçiliği politik bir enstrüman olarak benimsemesi sonucu ortaya çıkmıştır. 1914 yılında Türk Ocağı’nın ilk
başkanı Ahmed Ferid (Tek) Nevsal-i Milli’de yayımlanan bir yazısında iktidarın yayılmacı amaç güden bu politikasını
açıktan eleştirmiştir. Mehmed Necib (Türkçü) de 1915 yılında İzmir Türk Ocağı’nda Turancılık ile Türkiyacılık taraftarları
arasında yaşanacak tartışmanın fitilini ateşlemiştir. Bu fikir ayrılığı, Türk Ocağı’nın 1918 yılındaki kongresinde ocağın
faaliyet sahasını Turancı çizgiden Türkiyeci çizgiye indirgemek isteyen teklifle derinleşmiş, neticede uzun ve gergin
tartışmalar sonrasında Türkiyacılık görüşü Türkçülerin sert tepkileri karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Ancak bu olayın üzerinden çok geçmeden siyasi coğrafyanın hızla daralmaya başlaması karşısında Meclis-i Mebûsan
tarafından kabul edilen Misak-ı Milli Anadolucu düşünceye teveccühü artırmıştır. Esasen uzun ve yıpratıcı savaşların
getirdiği siyasi, iktisadi, içtimai buhranlar ile insan ve toprak kayıpları artık, öze Anadolu’ya dönmeyi bir mecburiyet
haline getirmişti. Anadolucular bu çalkantılı süreçte maddi ve manevi bütün gücün, elde kalan Anadolu için
kullanılması gerektiğini dile getirerek realist bir yaklaşım ortaya koymuştur.
Anadoluculuk İkinci Meşrutiyet’in ilanı sonrasında Osmanlıcılık, İslamcılık, Turancılık ve Batıcılık düşünceleri arasında
soyut kavramlar üzerinden süregiden çekişmeler karşısında somut gerçeklik üzerinden hareket eden bir tepki hareketi
olarak gelişim göstermiştir. Bu tepki dönemin ana fikir akımlarının vatan ve ulus kavramlarına yüklediği anlamlara
düşünsel bir karşı çıkışla başlamıştır. Anadoluculara göre Osmanlıcılık, İslamcılık ve Turancılık düşünceleri müşterek bir
|1
vatanı işaret etmediği gibi ulusal bir birlik yaratmaktan da uzaktı. Anadoluculuk bu üç cereyanın soyut tasavvurları
karşısında gerçekçi bir yaklaşımla sınırları tarihsel süreç içerisinde çizilmiş somut bir vatan üzerinde tarih, dil, edebiyat
gibi kültürel öğeler üzerinden müşterek birliktelikte buluşan insanların oluşturduğu bir ulus tasarımı teklifinde
bulunmuştur.
Bu teritoryal yaklaşımda milliyetçiliğin ön şartını, ırk birliğinin değil; sınırları belirli bir coğrafyanın oluşturabileceği
düşüncesi ileri sürülüp milliyetçilik anlayışında kapsam ve biçim değişimine gidilmiştir. Bir tür toprak milliyetçiliğinin
peşinde olan Anadolucular aradıkları mayayı uzak Asya ya da ümmet coğrafyasında değil Anadolu’da bulmuştur. Bu
çerçevede yayılmacı olmaktan ziyade savunmaya dayalı bir yorumla milliyetçiliğin faaliyet alanı Anadolu ile
sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Bu istikamette, yerli ve yurtsever bir duyuşla bütün dikkatler Anadolu coğrafyasına
çekilerek dönemin Turancılık ya da İslamcılık akımlarının sınırsız gibi görünen arzuları dizginlenmek istenmiştir.
Anadolucular ulusal birlikteliği sağlamanın yolunu pozitivizmin etnik milliyetçiliği yerine Bergson metafiziğinde
aramıştır. Bergsoncu yaklaşımın manevi ve ruhi kuvvete dayalı yeni hayat hamlesi kavrayışı Anadoluculuğun felsefi
temelinde önemli bir yere sahiptir. Anadolucu düşünce sisteminde ulusal bağımsızlık mücadelesinin başarısı mistik bir
anlayışla kemiyete karşı keyfiyete yani mekanik güçlerin üstünlüğüne karşı Anadolu insanının ruhundaki yaratıcı
hamleye bağlanmıştır.
Anadolucular İbn Haldun’un düşüncelerine benzer biçimde bir milletin sosyal ve iktisadi hususiyetlerinin yani
karakterinin oluşumunda coğrafyanın önemli bir rol oynadığına inanırlar. Anadolucular için coğrafya, milleti oluşturan
ve millete aidiyeti belirleyen bir işleve sahiptir. Celal Nuri (İleri) Fransız düşünür Hippolyte Taine’in muhit, ırk ve zaman
teorisi bağlamında toprak ve millet arasındaki ilişkiye dikkat çekerken Yahya Kemal Fransız tarihçi ve milliyetçilerinden
Jules Michelet, Albert Sorel, Fustel de Coulanges ve Camille Jullian’dan etkilenerek coğrafyayı esas alan bir milliyetçilik
anlayışının tohumunu atmıştır. Celal Nuri Anadolu’ya gelen Türklerin, ırki özelliklerini korumakla birlikte yeni
vatanlarında Orta Asya’daki Türklerden ayrı bir millet haline geldiklerini ileri sürerken Yahya Kemal Fransızlar için
söylenen Fransız milletini, bin yılda Fransa’nın toprağı yarattı şiarından hareketle Anadolu toprağının 1071 yılı
sonrasında Türk milletini yarattığı fikrini ortaya atmıştır.
Fransız dilbilimcisi Henri Lichtenberger’in Richard Wagner, Poète et Penseur adlı eserinden esinlenerek 1919
yılında Anadoluculuk fikrini ileri sürmeye başladığını belirten Hilmi Ziya, Reşat Kayı ile birlikte el yazması olarak
Anadolu isimli on iki sayılık bir dergi çıkarmış ve buna ilave olarak Anadolu’nun Bugünkü Vazifeleri adlı yayımlanmamış
bir eser kaleme almıştır. Hilmi Ziya, İslam tarihi üzerinde çalışırken Anadolu tarihine yönelerek bu harekete önderlik
etmeye başlayan Mükrimin Halil ile kültürel bir hareket olmaktan çıkan Anadoluculuğun yarı siyasi bir şekil alarak
belirli çevrelerde bir ideoloji haline getirildiğini ileri sürmüştür. Hilmi Ziya’ya göre bu hareket daha doğuş aşamasında
dayandırılacağı temel kıstasların belirlenmesinde ortaya çıkan ihtilaf nedeniyle fikir ayrılıklarını da beraberinde
getirmiştir. Bunlardan birincisi Anadolu’yu doğacak kültürün kaynağı ve hedefi olarak gören kültürcü Anadoluculuk,
ikincisi ona siyasi ve fiilî bir şekil vermek isteyen ideolojik Anadoluculuktu. Bu ikincisi Monroe’nin Amerika
Amerikalılarındır düsturunu örnek alıyordu. Hilmi Ziya, tarih şuuru oluşturmak için kültürcü bir çizgide halk bilimi
öğeleri olan efsaneler ve geleneklere yönelirken Mükrimin Halil, Anadoluculuğa milliyetçilik temelinde siyasi bir şekil
vermek istemiştir.
Anadoluculuğun tarihsel seyrinde homojen bir yapı görülmez. Eklektik bir yapıda gelişim gösteren Anadoluculuk ilkin
karşı çıktığı fakat sonra ironik bir biçimde uzlaşı arayışına girdiği Tanzimat sonrası fikir hareketlerinden beslenip kendi
|2
içinde evrimleşerek farklı kollara ayrılmıştır. Bu ayrışmalar zamanın ve mekânın odağına Anadolu’yu yerleştiren farklı
tonlarda, zengin bir Anadolucu düşünce dünyasının oluşumunu sağlamıştır. Anadoluculuk; milliyetçiliği, İslam’ı ve
hümanizmi referans alan üç ana yorum üzerinden ileri sürülmüştür.
Milliyetçi eğilimin ağır bastığı yorumda Anadolu’da yaşayan Türklerin diğer coğrafyalardaki Türklerden hem tarihsel
hem de kültürel olarak farklı bir kimliği temsil ettiği varsayılmıştır. Harsça müşterek olsalar da müşterek vatanda
buluşamayanlar aynı milletten sayılmamıştır. Milleti oluşturabilmek için aynı toprak üzerinde, aynı tarihsel ve kültürel
geçmişe sahip olunması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda 1071 yılından önce Türklerin göçer tayfalar
halinde yaşam sürdüğü ileri sürülerek gerçek Türk kültürünün ve milletinin ancak Anadolu’ya yerleşim ile meydana
çıktığı düşüncesi savunulmuştur. Arkaik Anadolu halkları bu kurguya dâhil edilmemiştir. Yahya Kemal Beyatlı, Hilmi
Ziya Ülken, Mükrimin Halil Yınanç, Remzi Oğuz Arık milliyetçi Anadolucu yorumun önde gelen isimleri olmuştur.
İslami motiflerin öne çıktığı Anadolucu yorumda coğrafyanın manevi gücüne vurgu yapılarak yerleşik olma durumunun
ırkı millete dönüştürdüğü iddia edilmiştir. Yaşam sürülen toprağın toplumsal normları oluşturduğu, bu normların
yansıması olan ahlaki değerlerin de mekânı kutsallaştırarak vatan haline dönüştürdüğü savunulmuştur. Bu düşünceyle
Türk tarihi 1071 yılında Anadolu’ya Müslüman kimliği ile gelen Türkmenlerle başlatılmıştır. Milliyetçilik; din ve gelenek
ekseninde yorumlanarak muhafazakâr bir eğilim ortaya konulmuştur. Anadolu’nun otokton halkları ile ilkin bir
kaynaşma yaşandığı kabul edilse de sonraları bu düşünceden vazgeçilmiştir. Bu hizibin önde gelen isimlerinden olan
Nurettin Topçu Anadoluculuğu Hareket dergisinde -kimi zaman Marksist çözümleme yöntemlerini de kullanarak- İslami
ve mistik bir açıdan ele almıştır.
Milliyetçi ve muhafazakâr eğilimlerle organik bir bağı bulunmayan hümanist yorumda ise en eskiden şimdiye,
Anadolu’da hayat bulmuş bütün toplumların Anadolu medeniyetinin bir parçası olduğu ileri sürülmüştür. Bu yorumda
etnik ve dinsel birlikteliklerin üzerinde Anadolu insanını merkeze alan alışılagelmişin dışında ayrıksı bir ulus tasarımı
ortaya konulmuştur. Türk tarihinin ve kültürünün kökenlerinin sadece Anadolu’da aranması gerektiği fikri
savunulmuştur. Anadolu’ya gelen Türklerin yerli halk ile kaynaşarak Anadolulu olup başka türlü bir Türk ve Müslüman
olduğu kabul edilmiştir. Batılılaşmaya farklı bir pencereden bakılarak Batı medeniyetini ileri konuma taşıyan akılcılığın
ve bilimselliğin kaynağının Anadolu’da olduğu ve dolayısıyla kalkınmanın temellerinin bu özde aranması gerektiğine
odaklanılmıştır. Bu yorumda Anadolu’nun tarihsel birikimi ve kültürel zenginliği üzerinden bir yurttaş ulusçuluğu
yaratılmaya çalışılmıştır. Cevat Şakir Kabaağaçlı, Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Nurullah Ataç, Melih
Cevdet Anday gibi isimler bu yorumun başlıca temsilcileri olmuştur.
Anadoluculuk birçok şair ve yazar tarafından benimsenmiş ve edebî eserlerde işlenmiştir. Edebiyat tarihinde bu fikir
akımının etkisiyle memleketçi-Anadolucu bir edebiyat anlayışı görülmeye başlanmıştır. Bu edebî anlayışta yıllarca
ihmal edilen Anadolu’nun keşfedilme sürecini izlemek mümkündür. Anadolucu düşüncenin izleği Dönüm, Çığır, Ülkü,
Hareket, Dikmen, Millet, Bizim Türkiye, Ölçü ve Yol gibi süreli yayınlardan takip edilebilir. Bu yayınlarda vatan, millet,
milliyetçilik, tarih, coğrafya, dil, edebiyat, eğitim, köy, ziraat, ekonomi, muhafazakârlık, yerlilik, devletçilik,
kooperatifçilik, teknik, sanayileşme gibi konularda sorunlar tartışılmış ve çözüm önerileri sunulmuştur. Şevket Raşit
Hatipoğlu, Hıfzı Oğuz Bekata, Mümtaz Turhan ve Mehmet Kaplan yazınsal alanda Anadolucu hareketin ilerleyen
yıllardaki önemli isimleri olmuştur. Anadolucular siyasi bir yol izlemektense fikirlerini kültür, bilim ve sanat yolu ile
yaymayı tercih etmiştir. Sadece Remzi Oğuz, 1952 yılında Türkiye Köylü Partisi’ni kurarak Anadolucu fikirlerini siyasi
platforma taşımıştır. Anadoluculuğa dair son belirgin izler Turgut Özal’a atfedilen 1988 tarihli La Turquie en Europe adlı
|3
eserde görülür.
Toprak ile ulusun beraber kutsanması üzerine inşa edilen Anadolucu düşünce mistisizmin ve romantizmin etkisinde
kalmakla birlikte ironik bir şekilde somut veriler üzerinden hareket ederek çoğunlukla realist bazen de seküler bir seyir
izlemiştir. Bütün Anadolucu yorumlarda Türk etnisitesi bir üst kimlik olarak tanınır. Ancak Anadolucuların kimlik
arayışında jenealojik (soy bilimsel) araştırmalara yer yoktur. Anadolucular etnik bir kimliğin mutlak hâkimiyetinden
ziyade yerli bir kimliğin peşinde olmuştur. Bu bağlamda Anadolucular için köy ve köylü önemli bir konu başlığıdır.
Nitekim Anadolucu akımın bütün sürümlerinin merkezinde köy ve köylünün bulunduğu ziraata dayalı ulusal kalkınma
modeli yer alır. Anadolucuların köycülüğü bazen pozitivist bir kavrayışla kapitalizme karşı devletçi bir ekonomi
modelini sunarken bazen de köylünün ahlaki değerlerini öne çıkaran ruhçu bir tavır olarak belirir. John Dewey’in eğitim
alanında pragmatik bilgiye ağırlık verilmesi gerektiği hususundaki görüşlerine hak veren Anadolucular -her ne kadar
ileride bazı yönlerine itiraz etseler de- 1930’larda köy okullarının açılması söz konusu olduğunda bu teklifi
desteklemişlerdir. Bu ilk kuşak Anadoluculardan farklı olarak 1940’larda Köy Enstitüleri faaliyete geçirilince hümanist
eğilimin temsilcileri düşüncelerini bu okullar üzerinden deneyimleme fırsatını yakalamıştır.
Anadoluculuk, ulus devletler çağında teritoryal bir milliyetçilik söylemidir. Egemenliğin coğrafi gerçekliğe göre şekil
alması gerektiği düşüncesinden hareketle Anadolu’ya odaklanarak Milli Mücadele’nin yanında mevzi tutan Anadolucu
düşünürler, cumhuriyetin ilanı sonrasında yeni rejime kendi düşünceleri doğrultusunda etki edemediklerinden, kısmen
muhalif bir tavır içerisine girerek gelenekçi ve muhafazakâr bir yönelimle kendi düşünsel dünyalarına çekilip tarihsel
ve kültürel bağlama indirgenmiş mistik bir milliyetçiliğin müdafilerine dönüşmüştür.
Coğrafyanın, siyaseti ve kimliği belirlediği toprağa dayalı ulus ve ulusçuluk anlayışı üzerinde yükselen Anadolucu
hareket pragmatik ve eklektik esnekliği ile yirminci yüzyıl Türk düşünce ve siyasi hayatının çeşitli platformlarında
gerek düşünsel gerekse de ideolojik olarak makul bir seçenek olarak algılanıp popülaritesini canlı tutmayı başarmıştır.
Bununla birlikte konjonktürel dönüşüme hem paralel hem de alternatif bir düşünüş olarak hiçbir zaman güçlü bir siyasi
kimlik haline dönüşememiş ve daha çok kültürel bir hareket olarak yerini muhafaza etmiştir.
Fuat HACISALİHOĞLU
KAYNAKÇA
Araştırma Eserler
AKYILDIZ, Kaya, “Mavi Anadoluculuk”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce-Modernleşme ve Batıcılık, C 3,
İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 465-481.
ATABAY, Mithat, “Anadoluculuk”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce-Milliyetçilik, C 4, İletişim Yayınları, İstanbul
2009, s. 515-532.
BAYRAKTAR, Levent, “Bir Düşünce Ekolü Olarak Anadoluculuk”, Felsefe Dünyası, S 49, Ankara 2009, s. 69-80.
ÇINAR, Metin, Anadoluculuk ve Tek Parti CHP’de Sağ Kanat, İletişim Yayınları, İstanbul 2013.
DEREN, Seçil, “Türk Siyasal Düşüncesinde Anadolu İmgesi”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce-Milliyetçilik, C 4,
İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 533-540.
HACISALİHOĞLU, Fuat, “Teritoryal Tarihyazımı Bağlamında Anadolucu Tarih Tezleri”, Türk Tarihçiliğinde
|4
Tezler/Teoriler, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul 2020, s. 49-82.
KORKMAZ, Tuğrul, Tipolojik ve Kuramsal Bağlamda Milliyetçilik ve Anadoluculuk, Binyıl Yayınevi, Ankara 2016.
PAKİŞ, Ahmet, Kimlik ve Siyaset Bağlamında Anadoluculuk Hareketi, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2013.
TONGA, Necati, “Anadolu Mecmuası (1924-1925) ve Anadoluculuk Fikri Üzerine Bir İnceleme”, Türk Yurdu, C 31, S
285, Ankara 2011, s. 138-141.
TOPÇU, Ümmühan Bilgin, Anadoluculuk Hareketi ve Türk Edebiyatına Etkileri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1999.
ÜLKEN, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Selçuk Yayınları, Konya 1966.
ÜSTEL, Füsun, “Türk Milliyetçiliğinde Anadolu Metaforu”, Tarih ve Toplum, C 19, S 109, İstanbul 1993, s. 51-55.
YILDIRIM, Emre, Modern Cumhuriyetin Kimlik Arayışları: Kayıp Kimliğin Peşinde Mavi Anadoluculuk
Hareketi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2012.
15/05/2023 tarihinde https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/anadoluculuk/?pdf=6086 adresinden erişilmiştir
|5