Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
ETNOBİYOLOJİ Nilgün KAZANCI Ankara 2018 Ürün Yayınları Etnobiyoloji Nilgün Kazancı ISBN: 978-605-2117-55-2 Birinci Basım: Aralık 2018 © Nilgün Kazancı Kapak Fotoğrafları: Nilgün Kazancı Ürün Yayınları Konur Sokağı 36/13 Kızılay / Ankara Tel: 312 425 39 20 e-posta: urunyayinlari@gmail.com www.urunyayinlari.com Yayıncı Sertifika No: 14684 Baskı: Öztepe Matbaası, Ankara ETNOBİYOLOJİ Nilgün KAZANCI Ankara 2018 İÇİNDEKİLER Önsöz ................................................................................................................7 Etnobiyoloji ...................................................................................................... 9 Etnozooloji...................................................................................................... 19 Etnobotanik .................................................................................................... 31 İnsanın Doğayı Evcilleştirmesi........................................................................37 Köpeklerin Evcilleştirilmesi ........................................................................... 67 Atlar ...............................................................................................................121 Tıpta Herpetofaunanın Kullanımı................................................................. 137 Tıpta Primatların Kullanımı ........................................................................... 153 Buz Adam Ötzi .............................................................................................. 165 Bal Bulan Kuşlar ............................................................................................ 177 Çayır Tavuğu Festivali ....................................................................................181 Hayvan Mumyaları........................................................................................189 Etnobiyolojik Bir Tören: Ainu Ayı Festivali ................................................... 195 Gılgamış Destanı’nda Sedir Ormanının Biyolojik Çeşitliliği ve Çevre Koruma Bilinci ...............................................................................203 Paskalya Adasının Heykelleri Yok Olan Yaşamı İzledi ................................. 213 Ağacın Kutsallığı ............................................................................................221 Baharın Gelişini Kutlama, Hıdrellez, Mayıs Ağacı ve Nahıl, Hıdrellez ......................................................................................... 227 Anıtı Dikilerek Onurlandırılan Tarım Zararlısı Böcek ...................................235 İnsanla Birlikte Evrim Basamaklarını Çıkan Böcek, Bit ................................243 Böcekler Ve Eğlence .....................................................................................255 ÖNSÖZ İnsan türü, ortaya çıkmasından itibaren yaşamını devam ettirebilme ve daha sonra da yaşamına anlam verebilme çabası içinde olmuştur. İnsanların, yaşamlarını devam ettirme savaşında, çevrelerindeki hayvanlardan ve bitkilerden sağladıkları kaynaklar besin sağlama, hastalıkları tedavi etme giysi yapma, yerleşim yerleri kurma, tehlikelerden korunma gibi ihtiyaçlarını gidermede asıl yardımcıları olmuştur. Yaşama anlam verme boyutunda da gene hayvan ve bitkiler yüklendikleri rollerle ilişkili olarak din, mitoloji, sanat, politika alanlarında insanların esin kaynağı olmuşlardır. Tüm bu çabalar sonucunda ortaya çıkan birikim sözlü, yazılı ve sanatsal olarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Yazılı eserler bırakmaya başlamadan önce, görsel aktarımlarla bilgi birikimi sağlanmıştır. Günümüzdeki toplulukların yaşam biçimini ve değişik dönemler içinde geçirdiği değişimleri doğru olarak yorumlayabilmek ancak, yerel halkların etnobiyolojik ve kültürel özelliklerini inceleyerek topladığımız bilgilerle olanaklıdır. Yerel yaşam, toplumun aydın kesiminin düşünce ve yaşam biçimini yönlendiren ve değiştiren entelektüel birikimden çok daha az etkilenmiştir. Topluluklarda var olan kültürel unsurlar değişime karşın, kalıntılarını bir sonraki aşamalarda ortaya çıkarabilir. O nedenle yerel halkların kültürlerinin (yaşam biçimi, dinler, törenler, sanat, beslenme alışkanlıkları, gelenekler vd.) incelenmesiyle elde edilen bilgiler, insanın düşünce biçiminin geçirdiği değişiklikleri, bunların aşamalarını ve 8 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji günümüze uzanan etkilerini anlamak için en doğru yollardan birisidir. Etnobiyoloji bilim dalının temeli, yerel halkların evrensel düzeyde bilgi birikimini incelemeyle başlayıp, bu birikimin günümüz insanlarına uzanan etkilerini ortaya çıkarma yönündeki araştırmalara dayanmaktadır. Etnobiyoloji, değişik bölgelerdeki geleneksel bilginin değişime uğramadan kaydedilmesini sağladığı gibi, kültürel etkileşimler ve doğal ortamlarda da çevresel sorunlar nedeniyle ortaya çıkan değişimler sonucunda, yok olma tehlikesi altındaki bilgilerin kaydedilmesini de sağlayan önemli bir bilim dalıdır. Etnobiyoloji ve etnobiyolojinin etnozooloji, etnobotanik, etnoekoloji gibi alt dalları, doğa bilimleri ile sosyal bilimlerin birlikte ortaya çıkardığı, disiplinler arası bilim dallarıdır. Etnobiyoloji konuları, sosyal bilimlerin öznel ve biyolojinin ise nesnel yaklaşımlarını harmanlayarak ele almaktadır. Bu kitap Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü’nde ilk defa, tarafımdan açılmış olan Etnobiyoloji dersi ve Etnobiyoloji alanına giren konulara ilgi duyanlar için bir kaynak oluşturma düşüncesi ile yazılmıştır. Prof. Dr. Nilgün Kazancı Ekim 2018, Ankara ETNOBİYOLOJİ Etnobiyoloji, insanların biyoloji bilgileri dahilinde hayvanların, bitkilerin insan hayatındaki yerini, sosyal ve kültürel boyutta inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlanmaktadır. Daha açıklayıcı olarak bakılırsa, antropoloji ve biyoloji bilgileri ile insanların bitkileri ve hayvanları nasıl kullandıkları, halk tıbbı, bitkilerin ve hayvanların yiyecek olarak tüketilmeleri, evcilleştirilmeleri, yetiştirilmeleri, bitkiler ve hayvanların yaşama ortamları, sosyal ve kültürel konularda bitki ve hayvanların yeri gibi konular asıl araştırma bölümlerini oluşturur. Kelime haznesi, dile ilişkin bilgiler, anlamlar, din, sanat, bitkisel ve hayvansal semboller önde gelen inceleme alanlarıdır. Arkeozooloji ve arkeobotanik de önemli araştırma konuları olup bunlar, tarihi dönemlerdeki yaşam şekillerini, biyolojik verilerle ele alır ve canlandırarak inceler. Etnobiyolojik araştırmaların sonuçları tıpta, tarımsal üretimde, biyolojik çeşitliliği korumada, yönetim planlarının hazırlanmasında, enerji kaynaklarının yeni koşullara göre planlanmasında ve daha birçok alanda yol gösterici olmaktadır. Etnobiyolojik araştırmalar sonucunda elde edilen bilgiler genellikle geleneksel bilgilerdir. Geleneksel bilgilerin önemli bir bölümü, çok eskilere dayansa da günümüzde de kullanılmaktadır. Ancak, etnobiyolojik bilgiler çok hızla değişmektedir. Çünkü, her gelenek zaman içinde yeni şekillere bürünür. Ekosistemlerin zaman içinde değişmesi, yeni bitki ve hayvan türlerinin tanımlanması, bitki ve hayvan türlerinin yayılma alanlarının değişmesi ve insanların düşünme biçimlerinin farklılaşması dinamik bir bilim dalı olan etnobiyolojiye de yansır. 10 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Günümüzde küresel olarak ekosistemlerin değişime uğraması birçok politik ve sosyal değişime de neden olmaktadır. Özellikle küresel iklim değişikliği, bu farklılaşmaların en önemli nedeni olup beklenenden çok daha hızlı olarak ortaya çıkmıştır. İklim değişikliğinin en belirgin sonuçlarından olanlar şunlardır: sel, kuraklık, hortumların sıklıkla ortaya çıkması gibi doğal olaylar ve istilacı türlerin birçok ekosisteme girip yerel türleri yok ederek biyolojik çeşitliliğin düşmesine neden olması, insanların kitleler halinde farklı bölgelere göç etmesi. Milyonlarca insanın, iklim değişikliği nedeni ile yer değiştirdiği görülmektedir. Afrika’dan çıkan sığınmacı akını, savaşlar, hastalıklar vd. iklim değişikliğinin sonuçları gibi görünmemekle beraber öyledir. Çünkü, başta su kaynakları olmak üzere birçok doğal kaynak, iklim değişikliğinden olumsuz yönde etkilenmekte ve insanlara ekosistem hizmetlerini sunamaz hale gelmektedir. Tüm bu değişimler günümüzde, etnobiyolojik sistemleri hızla değiştirmektedir. Her ne kadar etnobiyoloji yerel, küçük insan topluluklarını ve bulundukları sınırlı ortamı ele alan bir bilim dalı ise de bu değişimleri fark ederek, olumsuzluklara karşı önlem alabilmek için dünyanın değişik bölgelerindeki sistematik (fauna, flora, istilacı türler), ekolojik (yaşama ortamları, göçler, biyocoğrafik bölgeler), etnolojik, antropolojik, biyolojik (faunaya, floraya, yaşama ortamlarına, göçlere vd. ilişkin) araştırmalardan elde edilen bilgilerin bir araya getirilerek yorumlanması gerekir. Bu çalışmalardan elde edilen bilgi birikimi ekosistemleri ve biyolojik çeşitliliği koruyarak insanların, değişen dünya koşullarına uyumunu sağlama yönünden önemlidir. ETNOBİYOLOJİ VE DİL BİLİM Yerel ve geleneksel bilgiler ile bilimsel kavramlar tam olarak örtüşmeyebilir. Farklı toplulukların geleneklerinde, aynı canlıların ismi, farklı şekilde olabildiği gibi her zaman bilimsel bilgiyi yansıtmayabilir. Ör. “Kuş” evrensel olarak kullanılan bir terimdir ve biyolojik olarak sınıflamada bir kategoriyi ifade eder. Fakat, “yarasa” tamamen farklı kategoride yer alan bir taksondur (kuş değil memeliler içinde yer alır). Farklı kültürlerde yarasaya verilen geleneksel isimler değişiktir ve genellikle uçmalarından dolayı kuş olarak niteleyen kelimeler kullanılmaktadır (Ellen 1993). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 11 Almancada “fledermaus” ve ingilizcede “reremause” kelimeleri, yarasayı kuş olarak nitelemeyen kelimelerdir ve her iki kelime de “uçan fare” anlamına gelmektedir (Anderson vd. 2011). Bilimsel olarak, sistematik sınıflamaya çok daha uygundur. Türkçede de kuş ile ilgisi olmayan bir isim kullanılmaktadır. Yarasa için almanca ve İngilizcede kullanılan “uçan fare”, benzer kültürler arasındaki etkileşimi de göstermektedir. CANLILARI ADLANDIRMA VE SINIFLANDIRMA Sınıflandırma, insanın ortaya çıkmasından beri var olmuştur. İlk içgüdünün, insanın çevresindeki nesneleri, olayları sınıflandırma içgüdüsü olduğunu söyleyebiliriz. Bizim için önemli olan ve haklarında bilgi toplamak istediğimiz nesnelerin, anlamlarını, ortak özelliklerini ve değerlerini anlamak için sınıflandırma yaparız. Nesneleri, olayları benzerliklerine ve farklılıklarına göre sınıflandırırız. Yerel toplulukların sınıflandırmaya yaklaşımları Aristo’nun Biyolojik sınıflandırmasına benzemektedir. Aristo (Milattan Önce 384-323)’nun yaptığı gibi canlıların, dış görünüşlerine ve yaşadığı çevreye bakılarak yapılan sınıflandırma yapay sınıflandırmadır. Yapay sınıflandırma yapılırken analog organlar esas alınır. Analog organ (görevdeş organ), kökenleri farklı olup görevleri aynı olan organlardır. Örneğin, sineğin kanadı ile yarasanın kanadı. İkisi de uçmaya yaradığı halde yapıları ve kökenleri farklıdır. Daralan evrim sonucunda, ortama uyum nedeniyle görevdeş hale gelmişlerdir. Aristo, “Historia Animalum” adlı eserinde, canlılar için bir sınıflandırma sistemi vermiştir (scala naturae=doğa merdiveni). Dış görünüşteki karakterleri ve yaşama ortamlarını kullanarak da sınıflandırma yapmıştır. Aristo, 520 bitki ve hayvan türünü ele almıştır. Hayvanları, yapılarına göre kanlı (omurgalılar) ve kansız (omurgasızlar) olarak ayırmıştır. Hayvanları ayrıca, yaşama ortamlarına göre karada, denizde ve havada yaşayanlar olarak bitkileri ise otlar, çalılar ve ağaçlar olarak sınıflandırmıştır. İsveçli bir botanikçi olan Linne (1707-1778), bilimsel sınıflandırmanın yöntemini yerleştirdiği için Linne öncesi ve sonrası şeklinde ayırım yapılmaktadır. Bilimsel Sınıflandırma (Filogenetik Sınıflandırma ): Canlıların anatomik, fizyolojik ve köken benzerlikleri, akrabalık dereceleri göz önüne alınarak yapılan 12 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji sınıflandırmadır. Bu sınıflandırmada, canlıların homolog organları (kökendeş organlar) göz önüne alınır. Homolog organ (kökendeş organ): Ortak atadan köken alan canlılardaki organlardır. Ör. İnsan kolu ve kedinin ön bacakları homologtur. Linne, bu gün de kullandığımız sınıflandırmayı önermiştir. Yaşamın temel birimi olarak “tür” kategorisini kabul etmiştir. Canlı türleri için bilimsel ikili isimlendirme (veya üçlü isimlendirme) yöntemini getirmiştir. İlk isim cins ve ikinci isim tür ismidir. İsimlendirmede, yaşayan bir dil olmadığı için değişimlere kapalı olan Latincenin kullanılmasını yerleştirmiştir. Ör. Homo sapiens (İnsan), üçlü isimde ise alt tür de yer aldığı için Homo sapiens sapiens şeklindedir. Antik dönemlerde, bitki ve hayvanların çeşitli amaçlar için kullanımını sağlamak üzere sınıflandırmalarının yapıldığı bilinmektedir. Bu çalışmaların bazıları örnek olarak veilebilir. Çin İmparatoru (Milattan Önce 3000) olan Shen Nung, Çin tıbbının babası olarak kabul edilir. Mineral, bitki ve hayvanları sınıflandırarak 365 adet ilaç üretmiş ve bunlar daha sonraki eserlerde yer almıştır. Mısır’da duvar resimlerinde (Milattan Önce 1500), tıbbi amaçla kullanılan bitkilere ilişkin çizimler bulunmaktadır. En eski papirüslerden olan ve Mısır’da bulunan Ebers Papirüsleri (Milattan Önce 1550), birçok hastalık için kullanılan bitkileri içermekteydi. Bahsedilen bitkiler, yerel adlarla sınıflandırılmıştır. Teophrastus (Milattan Önce 370-285), o dönemde bilinen bütün bitki türlerini (480 tür) “De Historia Plantarum” adlı eserinde sınıflandırmıştır. Fizikçi, botanikçi, farmakolog olan Dioscorides “De Materia Medica” (İlaç Bilgisi) adlı beş ciltlik eserinde, 600 bitkiyi ilaç olarak kullanımlarını temel alarak sınıflandırmıştır. Plinius (Milattan Sonra 23-79), nesnelerin karakterlerine göre sınıflandırılmasını önermiştir. “Naturalis Historia” adlı 160 ciltlik eserinde, bitkileri tanımlamış ve Latince olarak isimlendirmiştir. Botanikte kullanılan Latincenin yerleşmesini sağlamıştır. Günümüzde de bu isimler kullanılmaktadır. YEREL TOPLULUKLARDA SINIFLANDIRMA Doğayla iç içe yaşayan insanlar, teorik değil deneysel olarak bir bilgi birikimi edinirler. Etnobiyolojik çalışmalar, insanların doğal ortamlarda yaşamlarını Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 13 sürdürebilmek için gerekli olan bilgileri çok kolay edindiklerini göstermektedir. Bu bilgiler sadece, faydalanılan bilgiler olmayıp bir seçicilik de yansıtmaktadır. Tzeltal ve Yucatec Maya toplulukları karınca, arı ve eşek arılarını ayırarak 43 çeşit (taksa) belirlemişlerdir. Bu kategorilerin çoğu entomologların cins ve tür düzeyinde ayırımları ile uyum göstermektedir. Bu ayırımlar, doğadaki gözlemlere dayandığı için kendi amaçlarına uygun olarak doğru ayırım yapılabilmektedir. Bilimsel yöntemde de tür isimlerinin çoğu canlının vücut özellikleri, yaşama biçimi, canlının yaşama ortamı veya yayıldığı biyocoğrafik bölgeye göre verilmektedir. Bazı durumlarda, özellikle yararlı veya zararlı canlıları ayırmak için yerel halk, daha ayrıntılı şekilde bilgi toplayabilir. Ör. yaban arıları için her tip yaban arısının şeklini ve yuva yapısını çizerek kendilerine kılavuz hazırlamışlardır. Fakat kelebek ve güveler için böyle bir sınıflamayı yapmamışlardır. Bal arısı, karınca ve eşek arıları günlük yaşamları içinde daha ayrıntılı olarak sınıflandırılmıştır. Sayılan canlıların ürettikleri balı, besin olarak kullanmaları başta olmak üzere diğer arı ürünlerini ilaç olarak kullanmaları bu böceklerin, daha dikkatli sınıflandırılmalarını gerektirmiştir. Ayrıca, arıların sokarak zarar vermeleri nedeniyle de türlerin ayrıntılı olarak tanımlanmaları gerekmiştir (Barrera-Bassols ve Toledo 2005). Etnoetolojik yani, hayvan davranışlarıyla ilgili çalışmalar da yerel halk için ayrı bir önem taşımaktadır. Avlanırken, günlük yaşamlarını sürdürürken bu tür bir bilgi yerliler için çok önemlidir. Ör. Bushmenler (Saanlar), aslanların çok titiz avcılar olduklarını ve avlarını tüketirken avların, yakalandıkları anda dışkılaması ile kirlenmiş olanlarını yemediklerini gözlemlemişlerdir. Kendileri de davranışlarını buna göre ayarlamışlardır. Bal rehberi kuşların, Afrika yerlilerine rehberlik yaparak kovanları bulmalarını sağlaması da yerlilerin, kuşun davranışını gözlemeleri sonucunda ortaya çıkmış hayvan-insan işbirliğidir. Moleküler çalışmaların ilerlemesi ile canlıların geleneksel sınıflamasında ve kategorilerinde değişiklikler ortaya çıkmıştır. Ör. Moleküler genetik çalışmalar göstermiştir ki kuşlar ve dinozorlar; kertenkele ve dinozorların birbirlerine yakınlığından daha fazla bir yakınlık düzeyine sahiptir (Yoon 2009). Bazı durumlarda, geleneksel bilgiler bilimsel sınıflandırmaya ışık tutup doğru sonuca varmamıza yardımcı olur. Ör. iki bitkinin aynı taksonda mı veya 14 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji farklı taksonlarda mı sınıflandırılması gerekir gibi bir soruya cevap bulunmasına yerel bilgiler yardımcı olabilir. MİTOLOJİ VE DİN Etnobiyologlar mitoloji, din, ekonomi, akrabalık ilişkileri, manevi inançlar gibi konuları ve bunlarla ilgili hayvan ve bitki materyallerini bir arada bilimsel bilgi ile ele alır. Etnobiyologların en çok ilgilendikleri konulardan biri bitki ve hayvanların dini sembol olarak kullanılmalarıdır. Çiçekler, yapraklar, tıbbi bitkiler ve diğer bitki kökenli malzemeler çok yaygın olarak kullanılan dini sembolleri oluştururlar (Hunn 1979). Her kültürde belirli ağaç türleri kutsal olarak kabul edilir. Huş ağacı Eurasia’nın kuzeyinde, meşe eski Avrupa paganlarında, hint inciri (Ficus bengalensis) güneydoğu Asya’da, kırmızı sedir (Thuja plicata) Kuzey Amerika’nın kuzey doğusunda kutsal sayılmaktadır (Anderson 2011). Kırmızı sedir (Thuja plicata). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 15 Hayat ağacı motifi bütün toplumlarda kabul edilmektedir. Bu ağaç kutsaldır ve belli özelliklere sahip olması gerekir. 1. Yapraklarını dökmeyen bir ağaç olmalı ya da çok az dökmelidir. Bu da ölümsüzlüğü simgeler 2. Etrafındaki ağaçlardan daha heybetli ve gösterişli olmalıdır 3. Etrafındaki ağaçlardan daha yaşlı olmalıdır. Sonsuzluğun sembolüdür. 4. Çok geniş alan kaplamalı ve koyu gölgeli olmalı. Sığınılabilecek bir alanı yaratmalı ve koruyucu olmalıdır. Meyve vermemeli veya meyvesi yenmemelidir. Tüm bu özelliklere en uygun ağaç, Hint mitolojisinde hayat ağacı olarak kabul edilen hint inciridir (banyan ağacı). Her bir dalının yere doğru uzamasıyla toprakta kök salarak, yeni gövdeler oluşturması nedeniyle ölümsüzlüğü simgeler. Banyan ağacının, 320 tane kalın ve en az 3.000 tane ince gövdesi bulunuyor. Ağacın altında, 7.000 kişinin sığabileceği büyük bir orman oluşabilir. Banyan ağacı, Hindistan’da yerel topluluklar tarafından altında toplanma, ibadet etme amacına hizmet ettiği için önemlidir. Budha’nın, “Ben banyan ağacıyım” demesi de kutsallığını arttırmıştır. Selçuklu hayat ağacı. 16 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Hint inciri (Ficus benghalensis, Banyan Ağacı). Mitlerin en önemli işlevi sosyal uyum için bir temel oluşturmaktır. Mitler toplumsal yapıyı (Jay 1996) belirler ve ulusal kimliğin temelini oluşturarak (Bierlein 1994) sosyal uyumu sağlar. İnsanlar, tanrılar, doğa arasında ilişki kurar. Mitoloji ve din için, Hindistan’da ineğin kutsal sayılması örnek verilebilir. İneğin sakin, sabırlı, toleranslı bir hayvan olarak görülmesi de dini sembol olmasını sağlamıştır. Gene Hindistan‘da, yabani kazlar ruh sembolü olarak kabul edilirler. Sonbaharda ortaya çıkan yabani kazlar, ilkbaharda kaybolurlar (göç ederler). Göç davranışı bilinmediği için göç nedeniyle kaybolmaları kutsal olarak düşünülmelerini sağlamış ve mitolojik sembol olarak kabul edilmişlerdir. Kelt mitolojisinde de kutsal ruhun sembolü kabul edilmişlerdir. Aztek kültüründe de yabani kazlar, rüzgar tanrısının (Ehecatl) sembolü olarak kabul edilir. Onların da kış döneminde, Orta Amerika’da konaklayıp ilkbaharda göç etmeleri bu miti ortaya çıkarmıştır. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 17 KAYNAKLAR Anderson, E. N. vd. (Ed.) 2011. Ethnobiology. Wiley. New Jersey. Barrera-Bassols N., Toledo VM (2005) Ethnoecology of the Yucatec Maya: symbolism, knowledge and management of natural resources. J Lat Am Geogr 4(1):9–41. Bierlein J. F. 1994. Parallel myths. Ballentine, New York. Ellen, R. 1993. The cultural relations of classification. Cambridge: Cambridge University Press. Jay, R. 1996. Mythology. NTC, Chicago, IL. Hunn E. 1979. The abominations of Leviticus revisited: a commentary on anomaly in symbolic anthropology. In: Ellen R.F., Reason D., editors. Classifications in their social context. London: Academic Press. p 103–116. Yoon, C. K. Naming nature: the clash between instinct and science. New York: WW Norton; 2009. ETNOZOOLOJİ Etnozooloji, fauna hakkındaki yerel bilgileri üreten ve kültürel olarak insanlarla, hayvanların evrimsel süreçte gelişimlerini birlikte ele alan bilim dalıdır. Yerel bilgiler, ele alındığında isimlendirme ve sınıflama en başta gelen konulardır. Hayvan davranışları, ekolojileri hakkındaki yerel bilgiler, bu bilgilerin vahşi ve evcil hayvanlarla insan ilişkileri arasında kullanılması da sınıflandırma, isimlendirmeden sonra gelen ve onun sağladığı temel bilgileri kullanan alanlardır. Hayvanlarla, insanların kültürel ilişkileri ele alındığında manevi ve sembolik bağlantılar anlaşılmaktadır. Ör. mitler, törenler, sanat ve filozofik söylemlerde hayvanların yer alması. Hayvanlar hareketlilikleri nedeni ile bitkilerle karşılaştırıldığında insanlara daha yakın olmuşlardır. Hayvanlar, insanların kullandıkları alanları paylaşmışlar ve davranışlarıyla insanlarla iletişim kurabilmişlerdir. Ör. köpeklerin, kuşların vd. eğitilebilmesi. Hayvanların tümü, insanlar için duygusal, sembolik ve manevi değerler taşımaktadır. Birçok kaynakta hayvanlar için “insan olmayan hayvan” biyolojik olarak yakınlığımıız gööstermek için kullanılmaktadır. Hayvanların avlanarak tüketilmesi bu ilişki ile ters görünmektedir. Fakat, avcılık insan davranışı olarak insanın evrimi süresince ortaya çıkmıştır. Avlanma, insan toplulukları için beslenme yönünden her zaman önemlidir. Çünkü, insanın evrimleşme basamaklarında avcı insan önemli bir aşamadır ve maymundan ayrıldığını göstermektedir. İnsanların, hayvanları anlama ve yaşamlarını kolaylaştırmak için kullanmaları çok eski tarihlere dayanmaktadır. İnsanların hayvanlardan etkilenmeleri 20 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji onları anlamaya, hayatta kalmak için kullanmaya ve güçlerini kendilerine aktarmaya çalışmalarına neden olmuştur (Holley 2009). İnsanların yaşamlarını devam ettirmek için hayvanlardan yararlanma alanlarının başında onları yiyecek olarak tüketmek, giysi yapımında kullanmak, sağlık sorunlarını gidermek için ilaç ve büyü yapımında kullanmak gelmektedir. Hayvanlar politika, din, mitoloji, sanat, müzik ve edebiyat gibi kültürel konularda da insanlara çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Dünyadaki en eski sanat, mağara sanatıdır. Mağaralardaki şaşırtıcı derecede kapsamlı, çok çeşitli ve çok ustaca çizilmiş hayvanlar insanların çevrelerindeki canlılara verdikleri önemi göstermektedir. Hayvanların insan yaşamındaki yerinin önemi, dünyanın farklı bölgelerindeki mağara ve kaya resimlerinden anlaşılmaktadır. Bu resimler, yapıldıkları dönemlerin faunası hakkında çok önemli bilgiler sağlamaktadır. Resimlerdeki hayvanların birçoğunun nesli tükenmiştir. Mağaralardaki çok iyi çizilmiş resimlerde yer alan hayvanların başında bizon, at, geyik, mağara ayısı, arı gibi hayvanlar gelmektedir. Gerçeğe uygun çizimler bizlere, o dönemlerin biyolojik çeşitliliğini anlamamız için doğa tarihi müzelerinin sunduğu hizmeti vermektedir. Fransa’nın, Ardeche Nehri kıyısındaki vadide, 1994 yılında bulunan Chauvet Mağarası, en az 25.000 yıl önceki (bazı kaynaklarda 32000-35000 yıl önce) dönemlere tarihlenmekte ve bilinen en eski mağara resimlerini içermektedir. Mağaranın girişindeki kayaların çökmesi nedeniyle iç kısımdaki resimler çok iyi korunmuştur. Cheuvet Mağarası’nda nesli tükenmiş Megaceros çizimi. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 21 Chauvet Mağara’sında bulunan mağara ayısı resmi ve çok sayıda ayı kemiği mağaranın uzun süre boyunca ayılar tarafından kullanıldığını göstermektedir. Cheuvet Mağarası Rhinoceros (gergedan). 22 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Cheuvet Mağarası, Bizon çizimi ve mağara ayısının pençe izleri. Cheuvet Mağarası, kedigillerden hayvanları gösteren çizim (Perspektif gözetilerek çizilmiş). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 23 Cheuvet Mağarası, çeşitli hayvanların resimleri yapılmadan önce duvar düzeltilmiş. Fransa’daki diğer bir önemli mağara, Vézère Vadisi’nde yer alan Lascaux’dur ve Üst Paleolitik döneme ait en iyi mağara sanatı örneklerinden bazılarını içermektedir. Vadideki 25 mağarada resim bulunmaktadır. Bu resimlerin yaklaşık, 17300 yıllık olduğu tahmin edilmektedir. Resimlerdeki hayvanlar, 17300 yıl önce o bölgede yaşayan ve günümüzde taşıl kayıtlarından bilinen, büyük hayvanlardır. Lascaux Mağarası, 1.500’ün üzerinde kazıyarak ve 600 adet de çizim şeklinde resim içermektedir. Dünyanın en zengin mağara sanatı örneklerini içeren mağaralardan biridir. Lascaux’un bulunduğu Vézère Vadisi’nde, Paleolitik (jeoloji terimi ile Pleistosenden) dönemden kalma 147 tarih öncesi alan bulunmaktadır. 24 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Lascaux Mağara’sında birçok resim içeren bölüm. Lascaux Mağara’sında nesli tükenmiş Bos primigenius (aurocs, yaban öküzü veya Avrupa bizonu). Göbekli Tepe’deki taş sütunlarda yer alan hayvan kabartmaları Milattan Önce 11.000 yıllarına tarihlenmektedir. Bu kabartmalarda böcek, akrep gibi omurgasız hayvanlar ve kurt, tilki, yılan, kuş gibi omurgalı hayvanlar bulun- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 25 maktadır. Doğayı çok yakından gözlemledikleri kabartmalarda, böcek ve akrebin en belirgin ayırım karakterlerinden olan bacak sayısını (böcekte üç çift, akrepte dört çift bacak vardır), doğru olarak resmetmelerinden anlaşılmaktadır (Kazancı 2017). Göbekli Tepe, dikilitaşlarda yılan ve böcek. İnsanların kültürel gelişiminde mitoloji önemli bir yer tutar. Hayvanlar, mitolojik kahramanlar veya tanrılar olarak sıklıkla karşımıza çıkar (Allaby 2010). Mit, kısaca tanımlanırsa bir hikayedir. Bu hikayelerin konuları geçmiş dönemlerde ortaya çıkmış olayları, insanların kozmolojik ve doğa üstü geleneklerini, tanrılarını, kahramanlarını, kültürel özelliklerini, dini inanışlarını içerir. Mitoloji, din ile de ilgilidir. Bunu ifade eden şu deyiş yerleşmiştir. “Bir dönemde insanların dini diğer bir dönemdeki insanların mitolojisidir”. Mitler ortaya çıkma mitleri, yaradılış mitleri gibi sınıflara ayrılabilir. Mitlerde yer alan hayvanlara böceklerden bazı örnekler verilebilir. Örneğin, Saman Yolunun bir kınkanatlı tarafından ortaya çıkarılışı, Kuzey Amerika’lı Cochiti kabilesinin mitidir. Malay Adaları’nda yaşayan Negritoslar, sucul bir kınkanatlının su dibine dalarak aldığı çamuru taşıması sonucu karaların ortaya çıkması şeklinde bir mite sahiptir. Kuzey Amerika’da yaşayan Navajo kabilesinin ortaya çıkışı birçok böcek tarafından gerçekleştirilmiştir. Afrika’daki San Kabilesi’nin mitine göre ateş, peygamberdevesi tarafından çalınmıştır. Peygamberdeve- 26 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji si, Afrika’da kutsal olarak kabul edilmektedir. Arılar ve karıncalar, Avustralya Aborjinlerinin mitlerine göre kutsaldır. Semboller de mitoloji ile yakından ilişkilidir. Mitler sözlü ve yazılı olarak aktarılırken dini, filozofik veya psikolojik sembol sistemleri kullanılır. En bilinen sembollerden olan aslan soyluluğu ifade eder. Boğa erkeklik, mertlik ve barış sembolü olarak kullanılır. Omurgasız birçok hayvan özellikle böcekler yaygın olarak sembollerde yer alır. Karıncaların sembollerde olumlu özellikler için kullanıldığı görülür. Karıncalar, çalışkan olarak nitelendikleri için endüstriyel gelişimi ve organizasyonu ifade etmek için kullanılır (Allaby 2010). Hayvanların evcilleştirilmesi, insanlığın gelişiminde çok önemli bir basamaktır. Düzenli olarak süt, et ve deri elde etmeyi bu yolla sağlamışlardır. Daha sonra taşımacılıkta, tarımda kullanılmaları insanlığı daha da ileri taşıyan aşama olmuştur (Zeder 2012). İnsanların yaşadığı biyocoğrafik bölgenin faunası ve florası yerel kültürlerinin gelişiminde en önemli etmen olmuştur. Etnozooloji terimi, ilk defa 1899 yılına tarihlenen ve Mason tarafından kaleme alınan “Aboriginal American Zoötechny” başlıklı makalede Zooteknolojinin alt dalı olarak nitelenmiştir (Mason 1899). Etnozooloji terimi 1920 yılına kadar tamamen unutulmuş ve kullanılmamıştır (Santos-Fita ve Costa-Neto 2007). İlk kapsamlı etnozooloji çalışması şaşırtıcı derecede modern bir yapıda olan Handerson (zoolog) ve Harrington (dil bilimci) tarafından 1914 yılında yayımlanan, “Tewa of New Mexico” başlıklı bir çalışmadır. Bu çalışmadan sonra, etnozooloji “çeşitli kültürlerin ve bu kültürlere sahip insanların çevrelerindeki hayvanlarla bağlantılarını inceleyen bir disiplin” olarak kabul edilmiştir (Henderson ve Harrington 1914). Etnobiyolojik uygulamalara yenilik getirerek farklı bir boyuta taşıyan çalışma Wayman ve Bailey’in “Navajo Indian Ethnoentomology” başlıklı ve 1964 yılında yayımlanan eseridir (Ford 2011). Etnozoolojinin tanımı, zaman içinde daha netleşmiştir. Hayvanların, insanlar tarafından kullanılmasına ilişkin çalışmalar olarak tanımlanmıştır (Overal 1990). Günümüzde, çeşitli amaçlar için hayvanların ve organlarının kullanımı yerel faunanın çeşitliliğini doğrudan veya dolaylı olarak olumsuz yönde etkilemektedir (Alves ve Albuquerque 2012). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 27 Etnobiyolojik çalışmaların, biyoloji ile ilgili alanları hayvan ve bitki türlerini korumada çok önemlidir. Özellikle, tehlike altındaki canlıların habitatlarının korunması gerekmektedir. Bu konu, koruma çalışmalarında göz önüne alınmalıdır. Doğal kaynakları ve genetik biyolojik çeşitliliği korumak insanlığın geleceği açısından göz önünde tutulması gereken en önemli konudur. Günümüzdeki savaşların asıl nedeni, çok göz önünde olmasa da doğal kaynakların paylaşımındaki sorunlar ve eşitliksizliktir. Kaya ve mağara resimleri başta olmak üzere arkeolojik yazıtlar etnozoolojik kayıtlar olarak kabul edilir. Yazılı tarihi belgeler, eski insanların yaşadıkları bölgenin yerel faunası üzerine etkilerini ve fauna elemanlarını nasıl kullandıkları konusunda çok net bilgiler vermektedir. Kayıtlardan elde edilen bilgilere göre Eski Mısır’da, Milattan Önce 3300 yıllarında ve III. Amenophis döneminde kraliyet avcıları, yabani öküzleri yerel faunada tüketene kadar gelişigüzel avlamışlardır (Dodd Jr. 1993). Eski uygarlıklarda, bazı hayvanların, insanlara özgü karakter özelliklerini taşıdıkları kabul edilirdi. Ör. at, öküz, yılan güç ve üremenin sembolü olarak görülmüştür (Dodd Jr. 1993). Hiyerogliflerde, papirüslerde ve diğer arkeolojik belgelerde hayvanların kozmolojide, dinde (tanrı olarak kabul edilmeleri) çok önemli oldukları kayıtlıdır. Bir çok bilimsel disiplinde olduğu gibi ilk ciddi etnozoolojik belgeler, doğa bilimciler ve 16. yüzyılın başlarında dünyanın çeşitli bölgelerini gezen kaşifler tarafından oluşturulmuştur. Bu belgelerde doğa bilimcileri, bölgenin fauna ve florasını listelemişlerdir. Listelerin yanı sıra, yerel halkaların fauna ve floranın taksonları hakkındaki bilgileri ile bu taksonlardan nasıl yararlandıkları (ilaç, büyü, yiyecek vd.) da belgelerde yer almaktadır. Yerel ilkel halkaların fauna ve flora ile ilişkilerine ait ilk belgeler, Kolomb’un Amerika’ya ilk seyahatindeki bilgileri içermektedir. Daha sonra, 19. ve 20. yüz yılda Darwin’in ve Wallace’ın keşif gezilerinde yerel halklara ilişkin olarak elde ettikleri bilgilerin belgeleri gelmektedir. Sınıflandırmanın babası olarak kabul edilen Linne’nin çalışmaları da elde edilen bilgileri düzenleme konusunda önemlidir (Alves ve Souto 2015). 28 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Bahsedilen çalışmalar, etnozoolojinin (aynı zamanda etnobiyolojinin) ilk çalışmaları olmuştur. Elde edilen bilgiler sayesinde o bölgelerin faunasını, florasını bilimsel olarak ilk sınıflayan kişiler bilim dünyasında önemli bir yer edinmişlerdir. Aynı zamanda, bu araştırmacılar ülkelerinin de keşfedilen doğal kaynaklar üzerinde söz sahibi olmalarını sağlamışlardır. Yerel halkların farkında olmadıkları birçok canlı türü de bu bilim insanlarının sayesinde kaydedilmiştir. Doğa bilimcilerinin, 19. yüz yıl başında dünyanın çeşitli bölgelerine yaptıkları yoğun keşif gezileri, yerel halklarla yapılan işbirliği sonucunda başarılı olmuştur. Elde edilen çok sayıda hayvan ve bitki materyalinin çalışılması birçok yeni türü ortaya çıkarmıştır. Elde edilen yeni hayvan ve bitki türleri doğa tarihi müzelerinde korunmuş ve sergilenmiştir (Alves ve Souto 2015). Alfred R. Wallace (1823-1913), Henry W. Bates (1825-1892) ve Louis Agassiz (1807-1873) tarafından 19. yüz yılda Brezilya’ya yapılan seyahatlerde yerel halkların doğaya ilişkin bilgilerinin yoğunluğu belirtilmiştir. Bu araştırmacılar seyahatlerinin sonunda, topladıkları örneklerle zooloji bilimine birçok yeni türü katmışlardır. Örneğin, Bates Amazon bölgesinde 11 yıl boyunca, çoğu böcek olmak üzere 14712 farklı tür toplamıştır. Bunların 8000 tanesi bilim dünyası için yenidir. Gezilerin başarılı olmasının en önemli nedeni, yerel halktan 135 farklı insanın bu gezilerde, Bates’e eşlik ederek güzergahı doğru belirlemeleri ve örnek toplamalarıdır. Gezilere katılanların içinde iş adamları, askerler, çiftçiler, avcılar gibi değişik mesleklerden kişiler vardı (Alves ve Souto 2015). Bu gün de farklı bölgelere yapılan örnek toplama çalışmalarında yerel halkla veya o bölgedeki bilim insanları ile bağlantı kurmak, bilimsel gezinin başarılı olması için tercih edilen yöntemdir. Wallace da, Bates ile aynı yöntemi izlemiş ve örnek toplamanın yanı sıra Negro Nehri’nin haritasını çıkarmıştır. Wallace bilimsel eserlerinde sıklıkla, yerel halkların flora ve faunaya ilişkin yoğun bilgilerinden bahsetmiştir. Louis Agassiz de eserlerinde, yerel halkın gezisine katkısından bahsederek onlar sayesinde, Amazon balık faunasının tespiti ve balıkların davranışı üzerine çalışmalarını tamamlayabildiğini belirtmiştir (Alves ve Souto 2015). Zoolojinin gelişimi ile etnozoolojinin gelişimi paralellik göstermektedir. Ancak, yerel halkların bilim alanlarının gelişimine katkısı kitaplarda, raporlarda ve makalelerde yeteri kadar vurgulanmamıştır. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 29 Sosyal bilimler alanında da Haddon ve Boas gibi etnograflar yerel insan toplulukları ile onların çevreleri ile ilişkileri üzerine çalışmalar yapmışlardır (Sillitoe 2006). Etnozoolojinin tanımı zaman içinde daha netleşmiştir. Daha sonra, etnozooloji “çeşitli kültürlerin ve bu kültürlere sahip insanların çevrelerindeki hayvanlarla bağlantılarını inceleyen bir disiplin” olarak kabul edilmiştir (Henderson ve Harrington 1914). Hayvanların, insanlar tarafından kullanılmasına ilişkin çalışmalar olarak da tanımlanmıştır (Overal 1990). KAYNAKLAR Allaby M. (2010) Animals: from mythology to zoology. Facts On File, Inc., New York. Alves R.R.N., Albuquerque U.P. (2012) Ethnobiology and conservation: Why do we need a new journal? Ethnobiology and Conservation 1:1-3. Alves, R. R.N., Souto, W. M. S. 2015. Ethnozoology: A Brief Introduction. Ethnobiology and Conservation, 4: 1-13. Dodd Jr., C.K. (1993) Strategies for snake conservation. Ecology and Behavior. McGraw-Hill, Inc., New York, pp. 363-393. Ford, 2011. History of Ethnobiology. . E. N. Anderson vd. (Ed.) Ethnobiology. John Wiley and Sons. New Jersey. Henderson J., Harrington J.P., (1914) Ethnozoology of the Tewa Indians. Bulletin 56, Smithsonian Institution, Bureau of American Ethnology. Holley D. (2009) The History of Modern Zoology. [http://suite101.com/article/the-history-of-modern-zoology-a135787] Kazancı, N. 2017. Kültürel Entomoloji. Ürün Yayınları, Ankara. 30 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Mason O.T. (1899) Aboriginal American Zoötechny. Aboriginal American Zoötechny 1:45-81. Overal W.L. (1990) Introduction to ethnozoology: what it is or could be. In: Posey D.A., Overal W.L. (eds) Ethnobiology: implications and applications. MPEG, Belém, Brasil, pp. 127-129. Ribeiro D. (1998) O processo civilizatório: etapas da evolução sociocultural. Editora Companhia das Letras, Santos-Fita D., Costa-Neto E.M. (2007) As interações entre os seres humanos e os animais: a contribuição da etnozoologia. Biotemas 20:99-110. Sillitoe P. 2006. Ethnobiology and applied anthropology: rapprochement of the academic with the practical. Journal of the Royal Anthropological Institute 12:S119-S142. Zeder M.A. 2012. The domestication of animals. J. Anthropol. Res. 68:161– 90. ETNOBOTANİK Uygarlığın başlangıcından beri insanlar bitkileri yiyecek, ilaç, barınma yerleri yapımı, el sanatlarında, alet yapmada, yakıt, boya ve zehir elde etme gibi amaçlarla kullanımılardır. Bitkiler çeşitli amaçlarla yapılan törenlerde de sanrılar görülmesine neden oldukları için, ayrıca nazar ve büyü yapma, bozma gibi inançla ilişkili alanlarda da kullanılırlar. Edebiyatta, sanatta, mitolojide, kullanımları da yaygındır. Bitkilerin geçmişten günümüze uzanan süreçte kullanım alanlarını, kullanım yöntemlerini araştırıp, dönemler ve kültürler arasında bağlantılar kurularak karşılaştırmalar da yapılaması önemsenmiştir. Yerel toplumların ve modern toplumların bitkileri, yoğun olarak kullanımlarının yanı sıra, günümüzde insanların bitkileri daha çok kimyasal ve genetik özellikleri için önemsendikleri ve araştırdıkları görülmektedir. Etnobotanik, 1896’da John Harshberger tarafından önerilen bir terimdir. “Yerli halklar (aborjinler) tarafından bitkilerin kullanımı” şeklinde sınırlı bir alan olarak tanımlanmıştır (Cotton 1996). Daha sonra etnobotanik terimi, toplumların sahip olduğu geleneksel insan-bitki ilişkilerine ait bilgi birikimi için kullanılmıştır. Etnobotanik çalışmalar, başlangıçta niteliksel bilgiler elde etmeye yönelik akademik araştırmalar olarak devam etmiştir. Yerel halkın bitkileri kullanımına ilişkin ve florayı korumaya yönelik çalışmalar yürütülmemiştir (Hamilton vd. 2003). Daha sonraki dönemlerde araştırmacılar, insanlar ve doğal çevreleri arasındaki etkileşimi ele alarak ve ekoloji boyutunu da katarak çalışmalar yapmışlardır. Richard Evans Schultes, Amerika yerlilerinin yaşamı üzerine yaptığı çalışmalarla ‘etnobotaniğin babası’ olarak anılmaktadır. Doktorasını, Oklaho- 32 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji ma’da yaşayan yerli kabilelerin kullandığı ve sanrılar görülmesine neden olan bitkiler üzerine yapmıştır. Amazonlarda da etnobotanik araştırmalarını yürütmüştür. Bu çalışmalar sonucunda çok sayıda bitki örneği toplamış ve 300 yeni türü de bilim dünyasına hediye etmiştir. O dönemde, özellikle ekonomik botanik olarak tanınan ve büyük oranda ekonomik kalkınmada işe yarayacak, maddi katkı sağlayacak bitkilerle ilgilenen etno botanik, giderek kültürel mirasın bir parçası olarak daha geniş kapsamlı araştırmaları içerdi. Arkeobotanik araştırmalarıyla da arkeolojik kazılardan elde edilen bitki kalıntılarının incelenmesiyle geçmişteki insan toplumlarının bitki kullanım alanlarının ve yöntemlerinin belirlenmesine çalışılmıştır. Kuzey Irak’ta Şanidar Mağarası’nda 1951 ve 1960 yıllarında yapılan kazılarda Homo sapiens neanderthalensis insan türüne ait 10 bireyin kemikleri bulunmuştur. Bu buluntulara, 2018 yılında iki bireyin buluntuları da eklendi. Yaklaşık 35000 - 65000 yıllık mağarada, kemik kalıntılarının bir mezara gömülü olduğu ve mezarda çeşitli bitkilerin kalıntılarının da bulunduğu belirlenmiştir. Bitkilerin insanlar tarafından çeşitli amaçlar için kullanımına ilişkin en eski kanıt olarak kabul edilmektedir. Mezarda, civanperçemi, kanarya otu, mor sümbül, gül hatmi, peygamber çiçeği, ebegümeci ve efedra gibi bitki türlerinin kalıntıları bulunmuştur. Homo sapiens neanderthalensis’in ölülerini gömdüğü ve ölen kişinin tekrar yaşama döneceğine inandıkları bu kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bitkilerin, ölen kişinin yaşama dönünce kullanması için mezara konulduğu şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Bu bitkilerin, besin olarak kullanılanlar ve tedavi amacıyla kullanılanlar olarak ayrıldığı da görülmektedir. Bu bitki türlerinden bazıları günümüzde de hastalıklara karşı kullanılmaktadır. Yenebilen otların kalıntıları gene Neanderthal mağarası olan İsrail’deki Amud Mağarası’nda (Madella vd. 2002), fındık kalıntıları Cebelitarıkta Gorham Mağarası’nda (Barton 2000) ve baklagillerin kalıntıları İsrail’deki Kebara Mağarası’nda bulunmuştur (Lev vd. 2005). Şanidar Mağarası’ndaki ve Belçika’daki Neanderthal kalıntılarında bulunan dişlerde nişasta izleri saptanmıştır (Henry vd. 2011). Ayrıca, Neanderthal kalıntılarının bulunduğu birçok bölgede sivrileştirilmiş kemik ve odundan aletler bulunmuştur. Bu aletlerin, ağaçlar ve diğer sert bitkilerin, yenebilir kabuklarını soymak için kullanıldığı düşünülmektedir (Sandgathe ve Hayden 2003). Neanderthal kalıntılarının olduğu yerlerde Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 33 bitkisel ve hayvansal besinleri birlikte tükettikleri görülmektedir. Tükettikleri bitkiler daha çok, soğuk dönemlerde bulabildikleri bitki kökleri ve yumrulardır (Pérez-Pérez vd. 2003). Sümer, Asur, Mısır, Hitit dönemlerinden elde edilen bilgiler tıbbi amaçlı kullanılan ve tarımı yapılan bitkilere ilişkindir. Günümüzden yaklaşık 5000 yıl öncesine ait Mısır Erken Hanedanlık döneminden başlayarak, 3000 yıla yakın bir süre kesintisiz devam eden Mısır uygarlığı bize, bitkilerin insan yaşamındaki yeri konusunda benzersiz veriler bırakmıştır. Kaya resimleri, yazıtlar ve tarihi belgeler hayvanların ve bitkilerin tıbbi amaçlı kullanımını göstermektedir. İlk yazılı kaynaklar Eski Mısır, Mezopotamya ve Yunanistan’a aittir ve tedavi yöntemlerini anlatmaktadır. Mısır tıbbı hakkında, ayrıntılı bilgiler veren kaynakların en önemlilerinden biri Ebers Papirüsleridir. Ebers Papirüsleri, Teb şehrinde bir mumyanın kucağında bulunmuştur ve bugün Leipzig Müzesi’ndedir. Dolaşım sistemine ilişkin, ayrıntılı bilgiler bu papirüste yer almaktadır. Teb Şehri o dönemde, Mısır’ın en önemli tıp merkezlerindendi. Tıbbın simgesi olan yılan Teb’in de simgesiydi. Bu metinler, Milattan Önce 1550 yıllarında yazılmış olup 800 adet bitki, hayvan ve mineralle yapılan ilaç tariflerini içeren reçeteleri kapsamaktadır. Karın, göz ve deri ile ilgili hastalıkları içerirler. Öksürük tedavisi, bitkisel tedavi, mineral ve hayvansal ilaçlar listelemiştir. Ebers papirüslerinde rezene, sinameki, kekik, kına, ardıç, aloe, keten tohumu ve hint yağının tedavi amaçlı uygulamaları için bilgiler vardır. Sarımsak ve soğan bu papirüslerde önemli yer tutmaktadır. Vücut direncini arttırmak için her ikisi de yoğun olarak tüketilmekteydi. Sarımsak Tutankamon’un mezarında ve diğer Mısır mezarlarında da bulunmuştur. Ebers Papirüsleri kan damarlarının tüm vücudu sardığı, kalbin kanı dağıtan bir merkez olduğu gibi bilgileri de içermektedir. Kahun Papirüsü (Milattan Önce 1820) daha çok jinekolojik sorunların tedavilerini içerir. Hearst Papirüsü (Milattan Önce 1450)’de Ebers Papirüslerindeki bilgileri içermektedir (Nunn 1996). Tıp alanında birçok böcek türü canlı olarak, pişirilerek, aşılama için, merhem, plaster olarak iyileştirici ve koruyucu tıpta olduğu kadar büyü ve dini yöntemlerle hastalıkları iyileştirme çalışmalarında kullanılmaktadır. Teophrastus (Milattan Önce 370-285), o dönemde bilinen bütün bitki türlerini (480 tür) “De Historia Plantarum” adlı eserinde sınıflandırmıştır. Theo- 34 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji phrastus, bitkilere ilişkin eserinde tohumları yenen bitkilere, yararlı sıvı elde edilebilen bitkilere yer vermiştir. Fizikçi, botanikçi, farmakolog olan Pedanius Dioscorides (Milattan Sonra 40-90), Adana çevresinde yaşamıştır. Atina ve İskenderiye’de tıp eğitimi almıştır. Ordudaki görevi nedeniyle geniş bir alanda bitki ve mineralleri inceleyebilmiştir. “De Materia Medica” (İlaç Bilgisi) adlı beş ciltlik eserinde, 600 bitkiyi ilaç olarak kullanımlarını temel alarak sınıflandırmıştır. Ayrıca, hayvanların da ilaç yapma amaçlı kullanımlarına ilişkin bilgiler vermiştir. Bu bilgilerin, günümüzdeki bilgilerle de uyumlu olduğu görülmektedir. Eser, birçok dile çevrilmiştir. Buzullar arasında bulunan yaklaşık 5200 yıllık geçmişi olan Ötzi’nin yediklerine, kullandığı çeşitli silahlara, giysilerine, yanında ilaç amaçlı taşıdığı bitkilere bakıldığında bitkiler ve hayvanların o dönemlerde insanların yaşamları için ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Ötzi’nin ölmeden önce dağ keçisi, kızıl geyik eti, mısır ve diğer bitkisel gıdaları yediği tespit edildi. Ötzi’nin birçok malzemesi değişik bitkilerden yararlanılarak yapılmıştı. Dişbudak ağacı olan bir hançer (Fraxinus excelsior), porsuk ağacından yay (Taxus baccata), Viburnum latana’dan yapılmış oklar bitkisel kökenli malzemelere örnek olarak verilebilir. Ayrıca, iki mantar türü de çantasında bulunuyordu. İlaç olarak kullanılan bu mantar türleri Fomes fomentariaus ve Piptoporus betulinus türleriydi. Giysileri de hayvan ve bitki kökenli malzemelerden yapılmıştı. Üzerinde, ayı derisi tabanlı ve üstü keçi derisinden yapılmış ayakkabılar, bitkisel iplerle dikilmiş hayvan kökenli giysiler bulunuyordu. Ötzi’nin sindirim sisteminde ve vücudunda 80 türden fazla briyofitin poleni saptanmıştır (Nolan ve Turner 2011). Daha sonra, 1999’da İngiliz Kolombia’sında, Alaska’nın Yakutat bölgesindeki bir buzulun eteklerinde ve deniz kıyısına 85 km uzaklıkta, 550 yıl öncesine tarihlenen bir erkek kalıntısı bulundu. Bu kalıntı üzerinde de bulunanlar, hem kıyısal hem de karasal ekosistemlere ait canlılardan elde edilmişti. Soğuktan korunmak için kullanılan pelerinin içi Arktik yer sincabının (Spermophilus parryi) kürkünden yapılmıştı. Picea sitchensis’ten yapılmış Tingit tarzı bir şapka da giysileri tamamlıyordu. Midesinde yoğun olarak Chenopodiaceae, Salicornia depressa, Osmorhiza berteroi, Picea sitchensis, Tsuga mertensiana, Tsuga heterophylla polenleri bulunmuştur. Ayrıca midesinde somon ve bir deniz kabuklusu (Crustcea) kalıntısı da bulunmuştur (Nolan ve Turner 2011). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 35 Avrupa’da genellikle bataklık alanlarda bulunan ve korunmuş eski tarihli insan kalıntılarında bitki ve hayvan izleri, yaşamlarında bu canlıların ne kadar önemli yer tuttuğunu göstermektedir. Radyokarbon metodu ile saptanan yaşlar ve diğer kayıtlara bakılacak olursa: 1. Danimarka, Jutlan’da 1879 yılında bulunan ve Milattan Önce 160-Milattan Sonra 340 yılları arasına tarihlenen kalıntı bir kadına ait olup “Huldremose Kadını” olarak isimlendirilmiştir. Midedeki kalıntılar son olarak çavdar ekmeği yediğini göstermiştir. 2. Danimarka, Silkeborg’da, BjeldskovdalBataklığı’nda 1938 yılında bulunan ve Milattan Önce 350-150 yılları arasına tarihlenen kalıntı bir kadına ait olup “Elling Kadını” olarak isimlendirilmiştir. Deriden bir iple boğularak veya asılarak öldürülmüştür. Giysileri, koyun derisinden pelerin, bacaklarına sarılmış deriden bir örtü ve dokuma bir kemerdir. 3. Danimarka, Himmerland’da 1946 yılında bulunan ve Milattan Önce 700 yılına tarihlenen kalıntı bir erkeğe ait olup “Borremose Adamı” olarak isimlendirilmiştir. Boyun çevresinde kenevirden yapılmış bir ip başının ve arkasında da darbe izi bulunmaktadır. Giysileri, koyun derisinden ceket ve yün pelerindir. Midesinde ise çeşitli sebzelerin kalıntısı bulunmuştur. 4. Danimarka, Himmerland’da 1947 yılında bulunan ve Milattan Önce 475 yılına tarihlenen kalıntı bir erkeğe ait olup “Borremose Kadını” olarak isimlendirilmiştir. Hayvan derisinden yapılmış pelerin, yanında bir çocuk iskeleti, kehribar boncuklar bulunmuştur. Üzeri ise huş ağacından üç adet direkle örtülmüştür. 5. Danimarka, Silkeborg’da, BjeldskovdalBataklığı’nda 1950 yılında bulunan ve Milattan Önce 375-210 yılları arasına tarihlenen kalıntı, 30-40 yaşlarında bir erkeğe ait olup “Tollund Adamı” olarak isimlendirilmiştir.Asılarak öldürülmüştür. Giysisi, koyun derisinden dikişle şekillendirilmiş pelerindir. İç organları bozulmamıştır. Midedeki kalıntılardan yediği son yemek arpa çorbası olarak saptanmıştır. Ayrıca, midesinde yabani ve kültür bitkilerine ait olan çeşitli tohumlar da bulunmuştur. Kış sonu veya ilkbaharda öldüğü belirlenmiştir.Silkeborg Müzesi’ndedir. 6. Danimarka, Jutland’da, 1952 yılında bulunan ve Milattan Önce 290 yılları arasına tarihlenen kalıntı, 30 yaşlarında bir erkeğe ait olup “Graubelle Adamı” olarak isimlendirilmiştir. Boğazı kesilerek öldürülmüştür. Midedeki kalıntılardan yediği son yemek mısır lapası, çeşitli otlar ve tohumlardır. Çavdarlarda hastalık yapanve zehirli bir mantar olan Clavicepspurpurea kalıntısı da midesinde saptanmıştır. Kış döneminde veya ilkbahar başında öldüğü belirlenmiştir. Tüm bu kalıntılar, hayvan ve bitkilerin çok eski dönemlerden beri insanlar için önemini göstermektedir (Nolan ve Turner 2011). KAYNAKLAR Cotton, C.M. 1996. Ethnobotany: Principles and Applications. Chichester: John Wiley and Sons. Hamilton, A.C., Shengji, P., Kessy, J., Khan, A.A., Lagos-Witte, S., Shinwari, Z.K. 2003. The purposes and teaching of Applied Ethnobotany. People and Plants Working Paper 11. WWF, Godalming, UK Henry A.G., Brooks A.S., Piperno D.R. (2011) Microfossils in calculus demonstrate consumption of plants and cooked foods in Neanderthal diets (Shanidar III, Iraq; Spy I and II, Belgium). Proc Natl Acad Sci USA 108:486–491. Jones, V. 1941. The nature and scope of ethnobotany. Chronica Botanica 6, 219-221. Lev E., Kislev M., Bar Yosef O. (2005) Mousterian vegetal food in Kebara Cave, Mt. Carmel. J Arch Sci 32:475–484. Madella M., vd. (2002) The exploitation of plant resources by Neanderthals in Amud Cave (Israel): the evidence from Phytolith studies. J Arch Sci 29:703–719. Nolan, J. M., Turner, N. C. 2011. Ethnobotany: The Study of People–Plant Relationships. E. N. Anderson vd. (Ed.) Ethnobiology. Wiley. New Jersey. Nunn J.F. (1996). Ancient Egyptian Medicine (University of Oklahoma Press: Norman) Pérez-Pérez A., vd. (2003) Non-occlusal dental microwear variability in a sample of Middle and Late Pleistocene human populations from Europe and the Near East. J Hum Evol 44:497–513. Sandgathe D.M., Hayden B. (2003) Did Neanderthals eat inner bark? Antiquity 77:709–718. İNSANIN DOĞAYI EVCİLLEŞTİRMESİ Bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi, insanın yaklaşık 200. 000 yıllık geçmişindeki kültürel dönüşümünü ve evrim sürecini etkileyen en önemli olaylardandır. Avcılık ve toplayıcılık, Homo sapiens’in 200. 000yıllık geçmişinin %95’lik bölümündeki yaşama yöntemiydi (McDougall 2005). İnsanların, kısmen rahat olan bu yaşama yöntemini bırakıp daha zor olan tarım ve hayvancılığa başlamasının en önemli nedeni, Holosende tarıma ve hayvancılığa izin verecek şekilde iyileşen iklim koşulları olarak belirtilmektedir (Bowles, Choi 2013). Pleistosen sonunda sıcaklık hızla artmaya başlamış ve karbon dioksit konsantrasyonu da hızla yükselmiştir. Pleistosen sonunda başlayan sıcaklık artışı, Holosende de devam etmiştir. Gordon Childe’ye göre, iklim değişikliği kuraklığa neden olmuş, insanlar ve hayvanlar sulak bölgelerde özellikle de akarsu vadilerinde ya da Yakın Doğu gibi yaşamaya uygun alanların bulunduğu bölgelerde birlikte yaşamaya zorlanmışlardır. Böylece insanlar, hayvanları daha iyi gözlemleme olanağı bularak, evcilleştirilebilir hayvanları belirleyebilmişlerdir. Childe (1951), bunun sonucunda da evcilleştirmenin ortaya çıktığını öne sürmüştür. Fakat, Cohen (1977)’e göre iklim değişikliği tarım ve hayvancılığın başlaması için en önemli neden olamaz. Çünkü, tarım ve hayvancılık dünyada farklı bölgelerde başlamıştır. İklim değişikliğinin etkileri bu farklı bölgelerde, aynı 38 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji sonuçları ortaya çıkarmamasına rağmen tarım ve hayvancılık birbirinden bağımsız olarak başlamıştır. Arkeologların bulgularına göre insan nüfusunun artması, rekabetçi beslenme şekli iklim değişikliğinin yanı sıra tarımın ve hayvancılığın ortaya çıkmasında etkili olmuştur (McDougall vd. 2005). Evcilleştirmenin bilimsel yönü Bitki ve hayvanların 11. 500 yıl önce evcilleştirilmesi biyosferi değiştirmiş, insan populasyon yoğunluğunu arttırmış ve insan evrimine yön vermiştir. Bütün bunlar olurken uygarlık seviyesinde de sıçrama sağlanmıştır. Tarımın ve hayvancılığın ortaya çıkmasından sonra da avcılık ve toplayıcılık devam etmiştir. İnsan populasyonunun büyümesi ve farklı ortamlara yayılabilmesi tarım ve hayvancılığın ortaya çıkması ile sağlanmıştır. Evcilleştirmenin temeli ve ilk aşaması, insanın evcilleştireceği hayvanı kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirmek üzere davranışına ve vücut şekline bakarak seçmesidir. Evcilleştirme süreci oldukça ağır işler. Bu nedenle, arkeologlar bazı durumlarda, arkeolojik kazılarda bulunan hayvan kemiklerinin evcilleştirilmiş hayvanlara mı yoksa avlanmış hayvanlara mı ait olduğunu belirleme konusunda sıkıntı çekerler. Charles Darwin’in Beagle ile yolculuğu, doğal seçilim ve biyolojik evrim hakkındaki teorilerinin kaynağı olarak kabul edilmiştir. Darwin’in Türlerin Kökeni (Darwin 1859) başlıklı kitabı, “evcilleştirme ile ortaya çıkan insan kaynaklı varyasyon” konulu bir bölüm içermektedir. Daha sonra, evcilleştirilmiş bitki ve hayvanlara ilişkin kapsamlı ve iki ciltlik eserini yayınlamıştır (Darwin 1868). Darwin, evrim teorisini geliştirirken Gregor Mendel de günümüzde, Çek Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan bir Augustinian manastırında bezelyelerle çaprazlama deneyleri yapıyordu. Mendel’in deneyleri, Darwin’in teorisini destekleyen sonuçlar verdi. Özelliklerin kalıtımına dair önemli bilgiler elde edilen bu çalışmalarla Darwin’in evrim teorisinin genetik temelleri atılmış oldu (Mendel 1865). Ne yazık ki Darwin, Mendel’in araştırmalarında haberdar olamadı. Evcilleştirme sürecinde, yapay seçilim ve doğal seçilim birlikte yürümüştür. Mutasyonlar ve rekombinasyonlar (yeniden birleşimler) çeşitliliğin artmasını sağlamıştır. Evcilleştirilen hayvan ve bitkilerin nesillerini devam ettirebilmesi Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 39 ancak, insan müdahalesi ile olanaklı hale gelmiştir. Evcilleştirmeden sonra da evcilleştirilen canlıların evrimi devam etmektedir. Evcilleştirme, evcilleştirilen canlının beslenmesinin ve üremesinin tamamen insan tarafından kontrol edilebilmesi ile tamamlanmış olur. Evcilleştirmenin birkaç yüz yıllık sürede tamamlanabileceği öngörülmektedir. Evcilleştirmede kurucu etkisi Evcilleştirmenin genetik boyutu, evrimde “genetik sürüklenme” ile açıklanabilir. Genetik sürüklenmede, bir doğal afet sırasında hayatta kalanlardan oluşan veya ana kıtadan bir adaya göç eden ve az sayıda birey içeren küçük bir populasyon artık, özgün populasyonun gen havuzundaki genetik bileşimini tam olarak içermez. Bu örnek, genetik sürüklenmeyi açıklamak için kullanılan yaygın örnektir. Az sayıda birey içeren bu popülasyon, “kurucu popülasyon” olup genetik bileşimi (alel frekansı) asıl popülasyondan farklıdır. Bu da genetik sürüklenme olup hayatta kalan veya belli bir şekilde seçilen az sayıda birey türün devamını sağlar. Buna da “kurucu etkisi” denir (Freeman, Herron 2002). Kurucu popülasyonun alel frekansları, ana popülasyondan farklı olup kurucu popülasyonun genetik havuzunda belli karakter özellikleri öne çıkar. Evcilleştirmede de evcilleştirilmesi düşünülen hayvan veya bitkilerin, doğal popülasyonlarından belli özelliklere sahip bireylerlerin seçilmesi genetik sürüklenmedir. Seçilerek evcilleştirme için farklı ortamlara götürülen bireyler de kurucu popülasyonu oluşturur. Bu durum, diğer bir terimin kullanılmasını gerektiren bir evrimsel olayı ortaya çıkarır. Bu olaya, “popülasyon dar boğazı” denir ve birey sayısı azalmış popülasyonu ifade eder. Dar boğazı geçip varlığını devam ettirebilen bir popülasyon, ana popülasyondaki genetik çeşitliliği sağlayan varyasyonların, büyük bir bölümünü kaybeder ve bu şekilde ortaya çıkan genetik sürüklenmeye, “dar boğaz etkisi” denir (Freeman ve Herron 2002). Evcilleştirmede de istenen özelliklere sahip olan bireyler seçilip üretilir. Bu durum da “evcilleştirmenin kurucu etkisi” olarak değerlendirilebilir. Evcilleştirme geniş bir alanda yapılırsa veya ana popülasyondaki bireylerle kurucu popülasyonu oluşturan seçilmiş bireyler arasında üreme olursa kurucu etkisi düşük düzeyde olur. Bu durumda evcilleştirme, oldukça ağır devam eder. 40 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Evcilleştirmede ayrı yurtlu türleşme Yeni türlerin ortaya çıkmasında, en etkin mekanizma olan bir popülasyonun coğrafi engelle alt popülasyonlara bölünmesi, evcilleştirmede de etkin olmuştur. Coğrafi engellerin ayırdığı yaşama ortamlarında, aynı populasyondan yeni türlerin ortaya çıkması kolaydır (allopatrik=ayrı yurtlu türleşme). Bu durum, evcilleştirme süreci için de geçerlidir. Coğrafi engeller sayesinde doğal populasyonlarla, evcilleştirilecek populasyonlar arasındaki gen akışı önlenebilir ve evcilleştirme süreci daha hızlı ilerleyebilir. Bir engelle, alt popülasyonlara bölünmemiş ve bireyleri aynı ortamda yaşayan bir populasyondan yeni türlerin ortaya çıkabilmesi (simpatrik türleşme=aynı yurtlu türleşme) için daha farklı mekanizmaların işlemesi gerekir. Evcilleştirilmek üzere doğal populasyondan ayrılan bireyler, doğal populasyonla aynı yaşama alanında oldukları sürece gen akışı, iki populasyon arasında devam edecektir. Bu da evcilleştirme işlemini zorlaştıracaktır. Evcilleştirme sürecinde, doğal populasyonla evcilleştirilecek populasyonun yaşama ortamlarını ayırmak için evcilleştirileceklerin, insanların yaşadığı ortama taşınması uygun olmuştur. Evcilleştirmenin, hayvanların yapısal özellikleri üzerinde görünür etkileriolmuştur. Evcilleştirilmiş hayvanların boyu vahşi olanlardan daha küçüktür. Bu durum köpek, kedi, sığır, koyun, keçi ve domuzda görülür; deve aynı boyutlardadır; evcilleştirilmiş tavşan ve kuşlar ise daha büyüktür. Hayvanlarda ayrıca renk, kafatası, deri, iskelet ve organ değişiklikleri meydana gelmiştir. Arkeolojik kalıntılarda evcilleştirmenin izleri Evcilleştirme, yüz yıldan fazla süredir hem biyoloji ve hem de arkeolojinin konusudur. Hayvanların evcilleştirilmesini, arkeolojik kayıtlarla takip etmek bitkilerinkinden daha karmaşık ve zordur. Bitkilerin ilk evcilleştirme aşamasının tanımlanmasındaki veriler bunu elverişli kılar. Evcilleştirme ile ortaya çıkan morfolojik değişimler, tohum çimlenmesi, yayılma mekanizmaları ve insan tarafından yürütülen yapay seçilimle verimlilikteki değişim (örneğin daha büyük ve daha çok sayıda meyve verme) gibi unsurların bıraktığı izler, bitkilerin evcilleştirilme yolunun daha kolay izlenmesini sağlayan en önemli verilerdir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 41 Evcilleştirilecek hayvanların seçilmesinde, morfolojik özelliklerle doğrudan ilişkili olmayan davranış özellikleri örneğin otoriteye uyum, sürü oluşturmaya uygunluk, hiyerarşik yapı, kalabalık ortamda yaşayabilme, saldırgan tavırların olmaması, insana yaklaşabilme, cezaya dayanıklılık, esaret altında üreyebilme, yavru bakımı, bitki ve hayvan ile beslenebilme, çevresel faktörlere geniş tolerans aralığı gibi özellikler evcilleştirilme yönünde kolaylık sağladığı için ön plana çıkmaktadır (Clutton-Brock 1999, Diamond 2002, Zeder 2012). Ancak, bu özellikler arkeolojik olarak kullanılacak izler bırakmayan özelliklerdir. Evcilleştirmeye ilişkin arkeolojik araştırmalar, Raphael Pumpelly tarafından 18. yüz yılın sonlarında, Türkmenistan’daki Anau’da yapılan kazılarla başlamıştır. Raphael Pumpelly bu araştırmada, iklim değişikliğinin tarımın ortaya çıkmasındaki asıl etken olduğu yönündeki teorisini test etmeyi amaçlıyordu (Pumpelly 1905). Pumpelly’nin bu çalışması, Gordon Childe’nin tarımın ortaya çıkmasının insanlık tarihindeki en büyük sıçrama olduğu teorisini ortaya atmasını sağlamıştır (Childe 1951). Braidwood vd. (1983)’nin, “Bereketli Hilal” bölgesinde ve orta Meksika’da MacNeish (1967)’in 1950’lerde ve 1960’larda yürüttüğü disiplinler arası araştırmalara, yukarıda bahsedilen çalışmalar öncülük etmiştir. Gene bu çalışmaların tümü botanik, zooloji, jeoloji ve arkeolojinin farklı disiplinlerinden araştırmacıları insanların avcılık, toplayıcılıktan çiftçilik ve hayvancılığa ne zaman, nerede, nasıl, neden geçiş yaptıklarını araştırmak üzere bir araya getirmiştir. Böylece, bitki ve hayvanların evcilleştirilmesine ilişkin arkeolojik araştırmalar önem kazanmıştır. Moleküler ve arkeobiyolojik araştırma yöntemlerinde görülen, son yıllardaki gelişmeler bitki ve hayvanların evcilleştirilmesinin kökenini açıklayıcı çalışmalarda önemli artışa neden olmuştur. Evcilleştirilmiş bitki ve hayvanların atalarının genetik yapıları, ata türlerden günümüz türlerine geçiş aşamaları ile ata türlerin geçmişte yayılma alanları konusunda önemli bilgi birikimi sağlanmıştır. Arkeolojik alanlarda bulunan büyük ve küçük boyutlu taşılların, gelişmiş elektron mikroskopları ile incelenmesi, ata türlerle günümüzdeki evcilleştirilmiş türleri karşılaştırma olanağı sağlamıştır. Bir arkeolojik alandaki hayvan kemiklerinin evcil hayvanlara ait olup olmadığını belirlemek için kullanılan belirteçler vardır. 42 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Bir arkeolojik kalıntı ile doğada bulunan hayvanlar arasında vücut büyüklüğü ve morfolojisi arasında farklar vardır. Örneğin, yaban domuzları (Sus scrofa) evcil domuzdan daha büyük (beyni evcil domuzunkinden % 33. 6 oranında daha büyük) beyne sahiptir. Aynı zamanda evcil domuzdan daha büyük vücutlu, bacaklar daha kısa, kürk kılları daha ince ve vücut daha sert yapılıdır. Köpeklerin beyni, ataları olan gri kurtlarınkinden %30 kadar daha küçüktür. Evcilleştirilenlerde, beynin bazı bölgelerinin vahşi atalarının beyninden daha iyi geliştiği görülebilir (Zeder 2012). Evcil hayvan popülasyonlarında dişi ve erkek bireylerin sayılarının ihtiyaca göre belirlendiği görülür. Hayvan yetiştiricileri, popülasyonda dişi ineklerin üretime katkılarının yüksek olması nedeniyle sayılarının, erkeklerden fazla olmasına dikkat ederler. Arkeolojik çalışmalarda bulunan kalıntılarda, dişi bireylerin sayısının fazla olması, evcilleştirilen hayvan populasyonunun işaretidir. Bulunan hayvan kalıntıları insan kalıntıları ile aynı alana gömülmüş olabilir. Bazı toplumlar da hayvanların, sahiplerinin mezarlarına gömülmesi etnobiyolojik bir özelliktir. Orta Asya kurganlarında, Viking toplumlarında atların sahipleri ile gömülmesi geleneği vardır. Köpeklerin evcilleştirilmesine ilişkin en eski arkeolojik kalıntılardan biri, Orta Doğu’da 14000-15000 yıl (geç Pleistosen) öncesine tarihlenmektedir. Bu kalıntılar, genç bir kadının mezarında bulunan yavru bir köpeğe aittir. Bu durum, köpeklerle insanlar asındaki sosyal yakınlığı ifade etmektedir (Davis ve Valla 1978). Çin’de toplumda saygın bir konuma sahip olan kişinin mezarındaki domuz kemikleri. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 43 Evcil hayvan ile doğadaki hayvanın beslenmesi de farklıdır. Arkeolojik kalıntılarda bulunan yiyecekler, izotop analizi kullanılarak tanımlanabilir. Çin’in Sichuan Eyaleti, Chengdu’daki kümes hayvanları toptan pazarında beslenen tavuklar. Evcilleştirilen böcekler Böceklerin evcilleştirilmesinde arı ve ipek böceği en iyi örneklerdir. Bal arısının tam olarak evcilleştirilmesine ilişkin ilk kanıtlar, günümüzden 3000 yıl öncesine tarihlenen ve Ürdün’de bulunan yapay kovanlardır (Bloch vd. 2010). Ancak, arıların evcilleştirilerek kullanılması Asya’nın doğusu ve batısında çok daha eskilere uzanmaktadır. İpek böceği (Bombyx mori) tam olarak evcilleştirilmiş tek hayvan olarak kabul edilebilir. Çünkü, gelişiminin her aşaması insan denetimindedir ve doğada bu aşamaları devam ettirmesi olanaklı değildir. Bombyx mori, Bombyx mandarina türünün evcilleştirilmesi ile ortaya çıkmıştır. Günümüzde iki tür ipek böceği vardır. Bu türler, Çin Bombyx mandarina’sı ve Japon Bombyx mandarina’sı olarak geçmektedir. Biri, Çin ve Rusya’nın doğusunda (kromozom sayısı 2n=56 olup B. mori ile aynıdır) diğeri ise Japonya ve Güney Kore’de (kromozom sayısı 2n=54) bulunmaktadır. Arkeolojik ve sitogenetik araştırmaların sonucuna göre Bombyx mori, Bombyx mandarina türünün Çin’de evcilleştirilmesi ile elde edilmiştir. Bu sonuç, moleküler genetik çalışmalarla da desteklenmiştir. 44 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji İpek böceği üretme veya evcilleştirme Çin’den sonra, Kore ve Japonya’da (Milattan Önce 200 yıllarında) başlamıştır. Daha sonra da İpek Yolu ile Orta Asya ve Avrupa’ya yayılmıştır. Bu süreçte ipek ürünlerinin ticareti, ipek böceği yetiştirme ve ipek elde etme teknolojilerindeki bilgi alışverişi farklı ülkeler arasında kültürlerin etkilişimini sağlamıştır. İpek böceğinin farklı bölgeler arasında doğudan batıya doğru yayılması, antik Avrupa ve Asya’nın çok farklı kültürleri arasındaki etkileşimin de tarihini yansıtmaktadır. Bombyx mandarina. Bombyx mori. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Bombyx mandarina larvası. Bombyx mori larvası. 45 46 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Solda Bombyx mori ve sağda Bombyx mandarina, ipeğin elde edildiği kokonlar. Evcilleştirmenin aşamaları Evcilleştirmenin nedenlerine yönelik önermeler vardır. İnsanın besin ve giysi elde etmek için hayvanları evcilleştirmesi en önemli neden olarak öne sürülmüştür. Ancak evcilleştirme, hayvanları avlayarak gereksinimleri karşılamaktan daha zordur. Kutsal sayıldıkları için öldürülmeleri yasak olan hayvanların evcilleştirildiği görüşü de vardır. Ancak, evcilleştirilen hayvanların bazıları bu özelliğe sahiptir. Sürü halinde yaşayan ve doğada insanların çevresinde bulunan, değişik nedenlerle insana yaklaşabilen hayvanlar daha kolay evcilleştirilmiştir. Örnek olarak, kurt atalarının evcil hali olan köpekler verilebilir. İnsanlar avlanırken kurtlar, onların yakın çevrelerinde olup av kalıntılarından yararlanmışlar ve hem insanlar hem de kurtlar aynı avların peşinde koşarken mecburen birbirlerine yakınlaşmışlardır. Bu üç görüş de evcilleştirmede etkin olmuştur. Hayvanların evcilleştirilmesi aşama aşama olmuştur. Bir türün evcilleştirilmeye yatkınlığını ve türün insanlarla bağlantı kurabilecek davranışlara sahip olduğunu belirlemek ilk aşamadır. Örnek, kurtların av sırasında insanların çevresinde olmaları, onlara yaklaşabilmeleri evcilleştirilmek için seçilmelerini sağlamış ve evcilleştirilmeleri de köpekleri ortaya çıkarmıştır. Evcilleştirilmek için seçilen hayvanların başta insanların yaşama alanlarına alınarak doğal popülasyonla ilişkileri tam olarak kesilememiş ve üreme izolasyonu sağlanamamıştır. İkinci aşamada, evcilleştirilmeye çalışılan türlerin seçilen bireyleri, insanların yaşama alanlarında tutulmuş, insanlarla birlikte olmaya ve onların bakımına bağımlı hale gelmiştir. Bu aşamada, üreme izolasyonu da gerçekleş- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 47 miştir. Böylece, doğal popülasyonun bireylerinden farklı genetik özelliklere sahip hayvanlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Evcilleştirilenlerin farklı morfolojik (doğal popülasyondakilerden daha büyük veya daha küçük vücut, farklı renk vd. ) ve davranış (insanlara daha yakın olma, sosyal yaşama katılma vd. ) özellikleri ortaya çıkmıştır. Üçüncü aşamada yapay seçilim işlemiştir. Evcilleştirilenler içinden de istenen yararlı özelliklere (iri vücut, uyumlu davranış vd. ) sahip olanlar seçilmiş, bunların sayısal olarak artmaları ve böylece seçilen özelliklerin devamlılığı sağlanmıştır. Bitkilerin evcilleştirilmesinde de hayvanlarınkine benzer aşamalar görülmektedir. Neolitik Çağda, doğal olarak yetişen tahıllardan seçilenlerin üretilmeye başlamasıyla tarım ortaya çıkmış ve insanlar evcilleştirilen sınırlı sayıdaki bitkiyle yaşamak zorunda kalmıştır. Evcilleştirilen ilk bitkiler, yakındoğuda “Bereketli Hilal” bölgesinde dağlık alanlarda doğal olarak bulunan gernik (Triticum turgidum dicoccoides), kırık gernik (Triticum monococcum beoticum), arpa (Hordeum vulgares pontaneum), mercimek (Lens culinaris orientalis), bezelye (Pisum humile) ve nohuttur (Cicer reticulatum). Bu bitkiler, Mezopotamya’da koşullar uygun olmadığı için Zagros dağları eteklerinde evcilleştirilmiştir (Braidwood vd. 1983). Arkeolojik veriler, bu bitkilerin bazılarının günümüzden 11. 500-10. 300 yıl önce Çanak-Çömleksiz Neolitikte, ön evcilleştirme dönemi geçirdiğini göstermiştir. Fakat, gene veriler göstermektedir ki bu bitkilerin bazıları bölge insanlarının alanı terk etmesi nedeniyle tam olarak evcilleştirilememiştir. Üretilen bitkilerin depolanabilmesi, tarım faaliyetlerinin yürütülebilmesi, ürünün işlenebilmesi için yerleşik düzene geçmek gerekmiştir. Bu yaşam biçimi de hayvanların evcilleştirilmesinin başlamasını sağlamıştır. Koyun, keçi, büyükbaş hayvanlar ve domuz tarımın yanında evcilleştirilerek insanlara ekonomik kaynaklar sağlamıştır. Bitkilerin evcilleştirilmesi üç döneme ayrılmaktadır. Evcilleştirmek için seçilen yıllık bitkilerin doğal ortamlarından toplanması, toplanan bitkilerin her yıl seçilen alanlara ekilmesi ve son olarak istenen özelliklere sahip olduğu için seçilen mutant bitkilerin ayıklanarak yetiştirilmesi. Evcilleştirmek için seçilen yıllık bitkilerin her yıl seçilen alana ekilmesi, evcilleştirmenin en önemli aşamasıdır. Bu da yapay seçilimdir. 48 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Tarımın zor, yıpratıcı ve çok zaman ayırmak gereken bir uğraş olduğu yönünde de görüşler vardır. Bu görüşü savunanlar, tarımın avantajlı bir buluş olmadığı ve son çare olarak ortaya çıktığını belirtirler. Ayrıca, avcı-toplayıcı toplumların besin temin etme amacıyla günde birkaç saatlerini harcadıklarını, kalan zamanda ise sosyal faaliyetlerde (oyun oynama, gezme, ziyaret gibi) bulunabildiklerini de belirtirler. Günümüzde, Afrika’daki avcı-toplayıcı insan toplumlarının, besin temin etme yönünden sıkıntı yaşamadıklarını vurgularlar. Triticum turgidum dicoccoides. Triticum turgidum dicoccoides. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Triticum monococcum beoticum. Triticum monococcum beoticum. 49 50 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Laktoz toleransının evcilleştirme ile ilişkisi Evcilleştirme, insanlarla evcilleştirmek için seçtikleri hedef bitki ve hayvan türleri arasındaki özel tipte bir mutualistik ilişkidir. Seçilen türlerin daha uzun yaşaması, populasyondaki birey sayılarının artması, doğadaki akrabalarından daha farklı habitatlara ve daha geniş alanlara yayılmaları evcilleştirme ile sağlanan en önemli özelliklerdir. Evcilleştirmenin uygulandığı ilk dönemlerde, yani avcı toplayıcı insan toplumlarında evcilleştirilen hayvanlar, ekonomik olarak çok önemli bir role sahip değillerdi. Fakat, çevre koşullarının yaşam için uygun olmadığı dönemlerde evcilleştirilen bitki ve hayvanlar zor koşulları atlatabilmek için kurtarıcı olarak görev yapıyorlardı. Bunun yanı sıra evcilleştirme, insanların daha farklı ve yaşanması zor ortamlara uyum sağlamalarını da kolaylaştırmıştır. Bitki ve hayvanların kısa sürede evcilleştirilmesi olanaklı değildir. Evcilleştirme, insanlar ve evcilleştirmek için seçtikleri canlılar arasında devam eden bir uyum sürecidir. Bu süreçte, farklı insan toplumları tarafından evcilleştirilen farklı türlerin davranış, genetik, morfolojik özellikleri ile toplumların kültürüne de uyum sağlaması gerekir. Örneğin, kuzey ve orta Avrupa’daki bireyler işlenmemiş sütü, ergin dönemlerinde sindirebilirler (laktoz toeransı). Bu, hayvanları evcilleştirme ve hayvancılığın gelişimi sırasında insanlar ve sığırlar arasındaki birlikte evrim sonucunda, laktoz toleransını sağlayan genetik yapının bölge insanında ortaya çıkmış olması ile açıklanabilir. Laktoz toleransı, seçim temelli evrimsel sürece iyi bir örnektir. Kuzey ve orta Avrupa toplumları Neolitikten beri sığırları evcilleştiren, en eski hayvan yetiştiricilerinden oldukları için (Milattan Önce 5400-4900) bu uzun süreçte birlikte evrim olanaklı hale gelmiştir. Süt içme kültürü ile evcil sığırların genetik havuzundaki seçilim birlikte yürümüştür ve Neolitik dönemden beri, gen-kültür ortaklaşması olmuştur. Bu da, genlerin kültürle birlikte evrimini göstermektedir (Beja-Pereira vd. 2003). İnsanlara sağladıkları çok sayıdaki faydalı ürün nedeniyle büyükbaş hayvanlar ilk evcileştirilenler arasındadır. Yararları sıralanırsa: süt, kan, yağ ve et gibi gıda ürünleri elde etmek; post, boynuz, toynak ve kemiklerden imal edilen giysiler ve aletler gibi ikincil ürünler sağlamak; yakıt için gübre elde etmek; yük taşımada kullanılmalarının yanı sıra pullukları çekerek tarımda da kullanım. Ayrıca, kültürel yönden sığırlar, zenginlik ve ticaretteki önemlerinin Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 51 yanı sıra şölenlerde ve kurbanlık olarak ritüellerde kullanılan hayvanlardı. Arkeolojik ve genetik kanıtlara göre, yabani sığır (Bos primigenius) en az iki kez ve belki de üç kez bağımsız olarak evcilleştirilmiş olabilir. Yabani sığır, Avrupa’da Üst Paleolitik dönemdeki avcılar için Lascaux’dakiler gibi mağara resimlerinde yer alacak kadar önemliydi. Yabani sığır, Avrupa’nın en büyük otçullarındandı ve en büyük boğaların vücut yüksekliği 160180 cm ve büyük ön boynuzları 80 cm kadardı. Yetişkin erkekler 600-1200 kilogram ve dişiler ortalama 300 kg ağırlığındaydı. Lascaux Mağarası’nda yabani sığır ve at resimleri. Lascaux Mağarası’nda yabani sığır ve geyik resimleri. 52 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Sığırların evcilleştirilmesine ilişkin bilgiler, yetişkinlerde süt şekeri laktozu sindirebilme (tersi laktoz intoleransı=laktozu sindirememe)üzerine yapılan çalışmalardan elde edilmiştir. İnsanlar da dahil olmak üzere çoğu memeli sütü, bebeklik dönemlerinde sindirebilirler. Sütten kesildikten sonra bu yeteneği kaybederler. Dünyadaki insanların sadece % 35’i süt şekerini sindirebilir. Bu kişilerde, laktoz toleransı vardır. Laktoz toleransı, genetik bir özelliktir. Taze, işlenmemiş sütün kullanılması ile insan topluluklarında ortaya çıkan doğal seçilimle kazanılmıştır. Koyunları, keçileri ve sığırları evcilleştiren erken Neolitik insan toplulukları, bu genetik özelliğe henüz sahip değillerdi. Muhtemelen sütü tüketmeden önce peyniri, yoğurdu ve tereyağını üreterek laktozu sindirememeyi tolere edebildiler. Laktoz toleransı, çiftçilikle hayvancılığı orta ve kuzey Avrupa’da, Milattan Önce 5400-4900 yılları arasında, ilk geliştiren insan topluluklarının (Linear band keramik populasyonları) sığır, koyun ve keçilerle ilişkili sütçülük uygulamalarını yaygınlaştırmasıyla bağlantılıdır(Beja-Pereira vd. 2003). Evcilleştirmenin uygarlığa etkisi Yakındoğu’da, evcilleştirme ile tarımın ve hayvancılığın başlaması, uygarlığın doğmasını sağlamıştır. İnsanlar, yerleşik düzene geçmiş, yerleşim alanları oluşturarak ilk kentleri kurmuşlar, tarım ürünlerini ekip biçip depolamışlar, hayvancılık yapmışlardır. Avcılık ve toplayıcılık yapamadıkları zaman, depoladıkları ürünlerle beslenebilmişlerdir. Tüm bu değişimler, ekonomik ve kültürel yapıyı, 6-7 bin yıllık bir dönemde olağanüstü bir hızla geliştirmiştir. Bu gelişim“Neolitik Devrim” olarak nitelenmektedir. Neolitik dönemdeki gelişimler dünyanın faklı bölgelerinde, farklı şekillerde ve farklı zamanlarda ortaya çıkmıştır. İlk gelişmeler yani “Neolitik Devrim”, ilk olarak Anadolu’da belirmiştir (McNeill 2013). Bilinen en eski ve gelişkin yerleşim yerleri, değerli doğal kaynakların bulunduğu bölgelerde ortaya çıkmıştır. İlk gelişmiş kent olarak bilinen ve günümüzden 9000 yıl önce kurulmuş olan Çatalhöyük (Konya, Çumra) yerleşim alanı obsidiyen yataklarının bulunduğu alandadır. Volkan camı olarak da isimlendirilen obsidiyen kırılınca çok keskin parçalar elde edildiği için çok değerliydi. Ayrıca, en değerli doğal kaynak olan suya ulaşım kolaylığı sağlamak için Çatalhöyük Çarşamba Çayı kıyısında kurulmuştu (McNeill 2013). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 53 Çatalhöyük’te bulunan ve çakmaktaşından yapılmış kamanın kemik sapınada, çok ince işlenmiş çöreklenmiş bir yılan figürü vardır. (N. Kazancı, Çatalhöyük, Konya) Çatalhöyük’te bulunan obsidiyen mızrak uçları. (N. Kazancı, Çatalhöyük, Konya) 54 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Çatalhöyük, ev düzeni ve mezar. (N. Kazancı, Ankara, Anadolu Medeniyetleri Müzesi) Çatalhöyük evin iç alanı (kazıdan görüntü). Yakındoğu’da ilk yerleşimlerden olan Yeriha’da Lut Gölü’nün tuz yataklarına ulaşılacak alandaydı. Tahılın, besin olarak kullanılmaya başlamasıyla vücuttaki sıvı dengesini sağlayabilmek için tuza gereksinim duydular. Bu gereksinim, tuz kaynağına yakın bir yerleşim yerini ortaya çıkarmıştır. Çatalhöyük Neolitik Kenti, tarım toplumuna geçişle birlikte insanlar için kültürel yönden de önemli bir basamak olmuştur. Evlerin içinde, duvarlarda bulunan hayvan, insan resimleri ve geometrik motifler kültürel zenginliği göstermektedir.Çatalhöyük’ten götürülen duvar resimleri Anadolu Medeniyetle- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 55 ri Müzesi’nde sergilenmektedir.Resimlerde, boğanın çevresinde dans eden ve ellerinde yay, değnek, balta bulunan birçok insan figürü vardır. İnsan topluluğunda erkekler ve hamile bir kadın bulunmaktadır. İnsanlar arasında eşek ve köpekleri temsil eden figürler de bulunmaktadır. Duvar resimlerinde yer alan geometrik desenlerde, dikiş izi şekilleri de bulunmaktadır. Çatalhöyük’ten getirilen duvar parçalarında yer alan geometrik desenler. (N. Kazancı, Ankara, Anadolu Medeniyetleri Müzesi) Bir evin içindeki duvar resimlerinde hayvan ve insan figürleri, canlandırma. (N. Kazancı, Çatalhöyük, Konya) 56 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Bir evin içindeki duvar resimlerinde boğa ve insan figürleri, Çatalhöyük’ten müzeye götürülen parça. (N. Kazancı, Ankara, Anadolu Medeniyetleri Müzesi) Duvarda leopar kabartması, canlandırma. (N. Kazancı, Çatalhöyük, Konya) Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 57 Çatalhöyük’ten müzeye götürülen parça. (N. Kazancı, Ankara, Anadolu Medeniyetleri Müzesi) Çatalhöyük’te ölülerin, evlerin içine gömüldüğü bilinmektedir. Bazı evlerde 60 adet gömü bulunmuştur. Bazılarında iki üç gömü bazılarında ise gömü bulunmamıştır. Bu da ölüleri gömmek için evlerin, belli özelliklere göre seçildiğini göstermektedir. Tapınak 10 olarak adlandırılan evde, baykuş dışkısıyla kaplanmış bir yetişkin insan ve birçok bebek kalıntısı bulunmuştur. Mezarların olduğu odaların duvarında akbaba ve başsız insan resimleri bulunmaktadır. Bu resimler, ölülerin etlerinin hayvanlar tarafından temizlenmesi için önce açıklık alana bırakıldığını ifade ediyor olabilir. Daha sonra evlere, kemiklerin gömüldüğünü ifade ediyor olabilir. Böylece, evlerde kokunun azaltılması sağlanmış olabilir. Ancak, bu uygulama için yeteri kadar kanıt bulunmamıştır. Bazı ölülere bu uygulamanın yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Bu resimler akbabalar ve ölüm arasındaki ilişkinin bilinen en eski kanıtlarıdır. 58 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Çatalhöyük neolitik kenti kazı alanındaki çalışmalar. (N. Kazancı, Çatalhöyük, Konya) Çatalhöyük neolitik kenti kazı alanında ortaya çıkarılmış evler ve evlerin tabanında insanların gömüldüğü çukurlar. (N. Kazancı, Çatalhöyük, Konya) Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 59 Bina 20’nin içindeki duvar resimlerinde mezarın olduğu odada akbaba ve başsız insan figürleri, canlandırma (N. Kazancı, Çatalhöyük, Konya) Çatalhöyük’te yaşayanların çevrelerini resmetmeye de gayret ettikleri duvar resimlerinde görülmektedir. Bir duvar resminde, kentin arkasındaki Hasan Dağı ve önünde kentin evleri yer almaktadır. Bu duvar resminin, dünyanın ilk şehir planı olması mümkündür. Çatalhöyük Kenti’nin evleri ve onların arkasında Hasan Dağı’nı gösteren bir duvar resmi, canlandırma (N. Kazancı, Çatalhöyük, Konya) 60 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Çatalhöyük Kenti’nin evleri ve onların arkasında Hasan Dağı’nı gösteren bir duvar resmi, Çatalhöyük’ten müzeye götürülen parça (N. Kazancı, Ankara, Anadolu Medeniyetleri Müzesi) Çatalhöyük’te, 3500-8000 arası insan yaşamıştır. Çatalhöyük için önemli bir özellik olan bitişik evlerin damalarındagünlük yaşamdevam etmiştir. Evlerin damlarının oluşturduğu geniş alanda hareket, ahşap merdivenlerle sağlanmaktaydı. Evlerin bitişik düzeni, saldırılardan korunmak için değil, evlere gömülü atalarına yakın olabilme amaçlıdır. Çünkü, kentte bir savaş izine rastlanmamıştır. Örgütlenme ileri düzeyde olmasına karşın merkezi bir yönetim yoktur. Kentin çevresindekisulak alanın biyolojik çeşitliliği insanların yaşamı için önemli bir kaynak oluşturmuştur. Yakacak, yapı malzemesi vd. amaçlar için sazlıklar kullanılmıştır. Balık, su kuşları ve yumurtalarından besin olarak yararlanmışlardır. Nehir ardıç ağacı tomruklarının taşınmasında kullanılmıştır. Çatalhöyük’te insanların ticaret yaptıklarını gösteren izler de vardır. Akdeniz ve Kızıldeniz faunasına ait olan yumuşakça kabukları bulunmuştur. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 61 Çatalhöyük, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne 2012 yılında dahil edilmiştir. 62 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Çatalhöyük’ün, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil olduğunu gösteren belge. (N. Kazancı, Çatalhöyük, Konya) Boncuklu Höyük Boncuklu Höyük (Konya, Karatay İlçesi, Hayıroğlu Köyü) 2001 yılında “Konya Ovası Yüzey Araştırması” sırasında bulunmuştur. Çatalhöyük ile arasında 9 km. uzaklık bulunan ve en erken yerleşimlerden birini işaret eden Boncuklu Höyük’ten elde edilen bilgiler, burada yaşayan insanların Çatalhöyük’teki insanların ataları olduğunu göstermektedir. Günümüzden 10500 yıl önce Boncuklu Höyük’te 100-150 insan yaşamıştır. İnsanlar, zeminde açılan çukurlar üzerine oval kerpiç duvarları olan evler yapmışlardır. Bu evlerin tabanlarına da ölüler gömülmüştür. Evlerin birinde duvara gömülü iki adet öküz başı kalıntısı bulunmuştur. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 63 Boncuklu Höyük evleri, canlandırma. (N. Kazancı, Boncuklu Höyük, Konya) Geyik, keçi, koyun, ağaç kalıntıları ve Akdeniz faunasına dahil yumuşakça kabukları bulunmuştur.Hasırdan yapılmış sepetler, kemik aletler, çeşitli amaçlar için kullanılan basit ve karmaşık desenlerle bezeli taşlar da bulunmuştur. Bu sepetlerin birinde insan kalıntısı da saptanmıştır. Boncuklu Höyük’te bulunan basit ve karmaşık çeşitli desenlere sahip taşlar. (N. Kazancı, Boncuklu Höyük, Konya) 64 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Boncuklu Höyük’te insanların halen avcılık ve toplayıcılıkla geçindiklerini gösteren kalıntılar vardır. Hayvanların evcilleştirilmesini gösteren kanıtlara rastlanmamıştır. Bulunan buğday taneleri tarıma başlamış olabileceklerini göstermektedir. Ancak, hayvan evcilleştirme ile ilgili izlere rastlanmamıştır. Bereketli Hilal dışında, tarım yapılan ilk alanlardan biridir.Boncuklu Höyük hakkında bilgiler oldukça eksiktir. KAYNAKLAR Beja-Pereira, A. vd. (2003). Gene-culture coevolution between cattle milk protein genes and human lactase genes. Nat. Genet. 35, 311–313 Bloch, G. vd. (2010). Industrial apiculture in the Jordan Valley during Biblical times with Anatolian bees. PNAS 107(25): 11240-11244. Bowles S, Choi J-K. (2013) Coevolution of farming and private property during the early Holocene. Proc.Nat.Acad.Sci USA 110(22): 8830–8835. Braidwood L., vd. (1983). Prehistoric archaeology among the Zagrosflanks. Oriental Institute Publications, No. 105. Chicago: The Oriental Institute. Childe, V. G. (1951). Man makeshimself. New York: The New American Library of World Literature. Clutton-Brock, J. (1999). Domesticated animals, 2nd edition. London: British Museum of Natural History. Cohen M. N. (1977) The Food Crisis in Prehistory (Yale Univ. Press, New Haven, CT). Cohen, M. N. (2009). Introduction: Rethinking the origins of agriculture. Curr. Anthropol. 50(5):591–595. Darwin, C. R. (1859). On the origin of species by means of natural selection, or the preservation of favoured races in the struggle for life. London: John Murray. Darwin, C.R. (1868). The variation of animals and plants under domestication. 2 vols. London: John Murray. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 65 Davis, S. J. M. & Valla, F. R. (1978). Evidence for domestication of the dog 12,000 years ago in the Natufian of Israel. Nature, 1978, 276, 608-610. Diamond, J. (2002). Evolution, consequences, and future of plant and animal domestication. Nature 418: 34–41. Freeman, S., Herron J. C. (2002). Evrimsel Analiz. Palme Yayıncılık. MacNeish, R. (1967). A summary of subsistence. In The prehistory of Tehuacan Valley, Volume 1, D. Byers (ed.), pp. 3–13. Austin: University of Texas Press. McDougall I, Brown FH, Fleagle JG (2005). Stratigraphic placement and age of modern humans from Kibish, Ethiopia. Nature 433(7027):733–736 McNeill, W. H. (2013). Dünya tarihi. İmge Kitabevi. Ankara. Mendel, G. (1865). Versuche über Pflanzen-Hybriden. Vorgelegt in den Sitzungen. 8. Pumpelly, R. (1905). Explorations in Turkestan with an account of the Basin of Eastern Persia and Sistan; Expedition of 1903 under Raphael Pumpelly. Washington, D.C.: Carnegie Institute of Washington. Zeder M.A. (2012). The domestication of animals. J. Anthropol. Res. 68:161– 190. KÖPEKLERİN EVCİLLEŞTİRİLMESİ Köpeklerin de dahil olduğu Canidae familyası, diğer etçil familyalardan 50 milyon yıl önce ayrılmaya başlamıştır (Wayne ve Vilà 1999). Günümüzde bu familyanın 38 türü Antarktika ve bazı okyanus adaları haricinde tüm dünyada yayılmıştır (Clutton-Brock 1995). Ancak Antartika’nın keşfinde husky köpekleri başrolde olmuştur. Evcil ev hayvanları içinde köpekler ilk evcilleştirilenlerdir. Arkeolojik veriler, köpeklerin evcilleştirilme başlangıcını, insanların avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği buzul dönemleri olarak göstermektedir (Clutton-Brock 1995). Köpek türünün ırklarından bazıları 68 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Köpeğin evcilleştirilmesi, insanların birçok ihtiyacına cevap vermelerine dayanır. Avlanmada, sürüleri idare edebilmede, tehlikeyi haber vermede, besin kaynağı sağlamada insanlara yardımcı olmuşlardır. Daha sonra ise özellikle günümüzde, sevgi bağı oluşturarak, güvenliğimizi sağlayarak, hasta insanlara yardımcı olarak vd. yaşamımızda en çok yeğlenen evcil hayvanlardan biri durumundadır. Askerlere yardımcı olan bir köpek (https://commons.wikimedia.org/) Köpek ve çocuk (Siberian husky) Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 69 Canidae familyası tilki, çakal, kurt ve köpekleri içermektedir. Köpeğin evcilleştirilme tarihine ilişkin bilgi birikimine, mitokondrial DNA çalışmaları ile oldukça önemli katkılar yapılmıştır. Köpek (Canis familiaris) ve kurdun (Canis lupus) ayrı türler haline gelmesi yaklaşık 100.000 yıl öncesine tarihlenmektedir. Bazı analizler köpeklerin, ilk evcilleştirildiği bölgenin Doğu Asya, bazıları ise Orta Doğu olduğunu göstermiştir. Daha sonra da Avrupa’da evcilleştirme gerçekleşmiştir. Bu kil tablet, evcilleştirilmiş büyük bir köpekle yürüyen insanı gösteriyor. Tasma evcilleştirme belirtisi olarak kabul edilebilir. Mezopotamya’da Sippar’dan (günümüzde Tell Abu Hubba, Irak) bulunmuştur. Tablet, Orta Tunç Çağına tarihlenmektedir (Milattan Önce 2000-1600) Yüzlerce köpek kullanılarak yapılan genetik analizler, köpeklerin kurtlardan iki kez ve ayrı ayrı bölgelerde evcilleştirildiğini göstermiştir. Bu bölgeler Asya ve Avrupa veya Orta Doğu’dur (Grimm 2016). Köpeklerin çakallardan evcilleştirildiği görüşü, genetik çalışmalarla çürütülmüş ve köpeğin atasının kurt olduğu netleşmiştir (Clutton-Brock 1995, Savolainen 2007). 70 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji İnsanlık tarihi boyunca köpekler, Sol üst köşe: Renegade Kanyonu (Kaliforniya)’undan kaya resmi, yaklaşık Milattan Önce 4000, Sağ üst köşe: Fo Köpeği heykeli (Çin) yaklaşık 960-1000 (Burchard galerisi), Sol alt köşe: Artemis tanrıçası, Yunan vazo (Atina), Milattan Önce 450 civarında, Louvres Müzesi, Sağ alt köşe: “Berry Dükünün köpeği”, Limbourg kardeşler, 1416 (Galibert vd. 2011). Marsyas ve Apollo figürleri ile bezeli mermer lahit (N. Kazancı, Danimarka Ulusal Sanat Müzesi). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 71 Marsyas ve Apollo figürleri ile bezeli mermer lahit, üst bölümünde köpek kabartması ve bu bölümden detay Sidon-Lübnan Milattan Sonra 200-210 (N. Kazancı, Danimarka Ulusal Sanat Müzesi). Güney Fransa’daki, dünyanın en eski resimlerinin bulunduğu Chauvet Mağarası’nda, kurt ayak izlerinin yanında, küçük bir çocuğun ayak izleri saptanmıştır. Ayak ve pençe izlerinin 26.000 ila 30.000 yıl öncesine tarihlendiği ve bunun insan-kurt-köpek ilişkisinin en eski kanıtı olduğu biliniyor. (GArcia 2005) Bilim adamları ayak izlerinin sekiz ila on yaşları arasındaki, yaklaşık 1,4 m. boyunda ve yalınayak bir çocuğa ait olduğunu öne sürüyorlar. Ayak izleri ve buldukları bir kömür lekesine dayanarak, çocuğun meşale taşırken bir kurtla birlikte yürüdüğünü düşünüyorlar. Çocuğun meşaleyi temizlemek için durduğu sırada da kömür lekesinin oluştuğunu kabul ediyorlar. 72 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Chauvet Mağarası, çocuk ve kurt ayak izi. (Garcia 205) İsrail’de bulunan ve günümüzden 10.000-12.000 yıl öncesine tarihlenen insan fosilinin yanında gömülü olarak Canidae yavrusunun kemikleri bulunmuştur. Bu yavru, evcilleştirilmiş bir kurt veya köpek olabilir (Kemiklerden, eğitilmiş kurtlar ile evcilleştirmenin erken dönemlerine ait köpekleri ayırt etmek olanaklı değildir. Ancak, tamamen evcilleştirilmiş köpekler ayırt edilebilmektedir). İnsan fosili ise Epipaleolitik döneme tarihlenen ve Mısır kültürüne dahil olan Natufianlara aittir (Davis ve Valla 1978). Natufian kültürüne dahil insan ve köpek. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 73 Natufian kültüründe avcılık ve toplayıcılıktan çiftçiliğe geçiş yapılmıştır. İnsana ait fosilin bir elinin, köpek yavrusunun göğsünün üstünde durduğu saptanmıştır. Bu da insan ve köpek arasındaki duygusal bağı göstermektedir. Daha sonra, gene İsrail’de bulunan ve Natufian kültürüne dahil insana ait olan fosilin de iki köpekle birlikte gömüldüğü saptanmıştır (Valla 1990). Gene, kuzeydoğu Irakta, Zagros dağlarının güneybatısında bulunan Pelegawra mağarasında 1955 yılında yapılan kazıda, Milattan Önce. 10.000 yıllarına tarihlenen bir Canis alt çene kemiği bulunmuştur. İncelemeler bu çene kemiğinin, kurda değil bir köpeğe ait olduğunu göstermiştir. Fakat, daha sonraki bazı çalışmalarla bu alt çene kemiğinin, Milattan Önce 7000 yıllarına tarihlendiği belirlenmiştir. Köpek mezarlığı Kuzey Amerika’da Missouri’de, Milattan Önce 5500 yıllarına tarihlenen bir köpek fosili bulunmuştur. Erken tarihlere uzanan diğer bir fosil de İngiltere Yorkshire’da, Mezolitik döneme (Milattan Önce 8800-5300) ait kalıntıların bulunduğu alanda saptanmıştır. Avustralya’ya geçen köpekler, daha sonra Avustralya yabani köpeği olarak geçen “dingo” ya evrimleşmiştir. Avustralya’da insan yaşamı, 50.000 yıllık bir geçmişe sahiptir (Flood 1999). Fakat Avustralya vahşi köpekleri olan dingoların (Canis lupus dingo) Güneydoğu Asya’dan, Avustralya’ya varışlarına ilişkin en erken arkeolojik kanıt, 3500 yıl öncesine tarihlenmektedir. Dingolar, Avustralya’da hiçbir zaman evcilleştirilmemiştir. Dingonun ataları olabilecek türler, Hindistan kurdu (Canis lupus 74 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji pallipes) ve Arap kurdu (Canis lupus arabs) olarak belirlenmiştir. Bu iki kurt türünün, ayrı türler olarak ortaya çıkması 6000-10000 yıl öncesine rastlamaktadır (Corbett 1985, 1995). Bu dönemde, Güney Asya’da insanların tarıma başlayarak yerleşik düzene geçtikleri belirlenmiştir. Yaşam tarzı değişikliği ile köpekler de insan yaşamına dahil olmuştur (Clutton-Brock 1977, Corbett 1995). Dingo (Canis lupus dingo) (https://phys.org/). Dingoların insanlarla Avustralya’ya ulaştıkları ve “ilk Aborjin erkek ve eşi ile ilk erkek köpek ve dişi köpek kıtaya birlikte geldiler” şeklinde kaydedilmiştir. Ancak, Aborjinlerin 8000 yıl önce kıtaya vardıkları bilindiğine göre dingolar, fosillerin gösterdiği 3500 yıldan önce Avustralya’ya varmış olmalılar (Jones 1921). Evcil köpekler, ilk Avrupalı insanların Avustralya’ya 1788 yılları civarında varmaları ile faunaya dahil omuştur. Dingolar, evcil köpeklerle hibrit yavrular verebilmektedir. Bu gün, Güneydoğu Avustralya’daki dingoların yüzde otuzu hibrittir. Köpeklerin (Canis familiaris) güney Asya’dan, Pasifik Adaları’na yayılışı, kıtaların birbirinden ayrılması ile olmamış insanların, bu adalara köpeklerle birlikte geçişi ile olmuştur. Moleküler genetik çalışmaların sonuçlarına göre, köpeklerin Avustralya’da yayılımı, kuzeybatı bölgelerinden güneydoğu böl- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 75 gelerine doğru olmuştur (Greig vd. 2018). Bu veriler, köpekler ve insanlar arasındaki bağın, binlerce yıl öncesine dayandığını göstermektedir. Köpeklerin atası kurtlarsa, böyle vahşi bir hayvan nasıl evcilleştirilebildi? Evcilleştirme, evrimle aynı temellere dayanır. Evcilleştirme sürecinde, seçilen bireylerin genetik yapıları kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu süreç, çevresel değişkenler de evcilleştirme basamaklarını etkiler. Evrim süreci canlıların fizyolojik, morfolojik ve davranış özelliklerinde değişime neden olur (Price 1984, Roots 2007). Evcilleştirme sürecinde insanlar, biyolojik ve kültürel olarak çok güçlü bir etkiye sahiptir. Kültürel etki evcilleştirilen hayvanın, insan toplumuna uyumunu sağlamaya yöneliktir. Evcilleştirilen hayvanın insanlara uyumu, onun belli amaçlar için kullanımını sağlar. Evcilleştirmenin biyolojik sürecinde ise gene, insan toplumu ile uyumlu ve insanların kullanımı için verimli olmalarını sağlayan özelliklere sahip, doğal popülasyondan seçilen bireylerin, yapay evrim sürecinde ilerlemesini sağlamaya yöneliktir (Clutton-Brock 1992). Gri alanlar gri kurdun yayıldığı alanlar, daireler evcilleştirilmiş köpeğin en az bir arkeolojik alanda bulunduğu yerler, her daire sekiz bölünme ayrılmış olup her bölüm 1500 yılı ifade etmektedir. İçi dolu daireler 10500 yıldan eski arkeolojik kalıntıları göstermektedir (Larson vd. 2012). 76 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Kurtların yoğun olarak evcilleştirilmesi, insanların halen göçebe avcılar oldukları Mezolitik dönemde başlamıştır (Clutton-Brock 1992). Kurt ve insan arasında ilk ilişkinin başlamasında kurtların, insanların kamp yerlerine yaklaşmaları ve avlanma sırasında insanların, kurtların kendilerinden fazla korkmadıklarını fark etmeleri önemli rol oynamıştır. Daha sonra kurtlar, ilk olarak insanları takip etmeye, avı yakalamada insanlara yardım etmeye ve onlardan kalan av artıkları ile beslenmeye başlamışlardır (Driscoll vd. 2009). Venkataraman vd. (2015) tarafından Doğu Afrika’da Guassa platosunda, dağlık bölgelerdeki otlak alanlarda yaşayan Etiyopya kurtlarının (Canis simensis)’nın, gelada maymunlarının (Theropithecus gelada) sürüsü içinde daha kolay kemirgen avlamasına ilişkin olarak bir çalışma yapılmıştır. Çalışmada kurtların, primatlarla yakın olmaktan rahatsız olmadıkları ve iki türün de birbirlerinin varlığına karşı hoşgörülü oldukları saptanmıştır. Geçmişte, insan toplulukları ile de aynı ilişki şeklini göstermiş oldukları varsayılabilir. Bu araştırmanın sonucu, kurtların evcilleştirilmesindeki görüşleri desteklemiştir. Fotoğraflarda da Etiyopya kurdunun ve gelada maymunlarının rahatlığı dikkat çekicidir. Geladalar (Theropithecus gelada) arasında bir kemirgen; B ve C) Geladalar arasında kemirgenleri arayan Etiyopya kurdu (Canis simensis); D) Geladalar arasında kemirgen yakalamış bir Etiyopya kurdu (Venkataraman vd. 2015). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 77 Başlangıçta kurtlar, derilerinden giysi yapmak için avlandılar. Geride kalan yavrular ise öldürülmeyerek insanlar tarafından yetiştirildiler. Böylece, daha az saldırgan ve insanlara daha uyumlu hale geldiler (Clutton-Brock 1995). Diğer bir görüşe göre de, kurtlar insanlara avlanma sırasında yardımcı olurken yeni doğan yavrular mağaralarda yalnız kaldı. İnsanlar, bunların bakımını üstlenip kendilerine uyumlarını sağlamış oldular. Kurtlar, aşama aşama insanlarla daha yakın ilişki içine girdiler ve saldırgan davranışlarını terk ettiler (Roots 2007). Daha sonra kurtlar, insanların yanında tehlikelerden uzak ve rahat yiyecek sağlanan güvenli yaşam biçimine uyum sağlamaya başlamışlardır (Udell vd. 2010). Zamanla, insanların tarımı ve hayvancılığı geliştirerek yerleşik düzene geçmeleri ile daha da hızlanan yapay seçilimin neden olduğu genetik yapılarındaki değişiklikler, ataları olan kurtlardan yapısal ve davranış özellikleri yönünden farklılaşmalarını hızlandırmıştır (Driscoll vd., 2009, Udell vd. 2010). Hayvanların ve bitkilerin evcilleştirilmesi ile insanların beslenmesi iyileşmiş ve yiyecek depolamaları sağlanmıştır. Bunun sonucunda, Neolitik devrim gerçekleşmiş tarımsal ekonomi ve şehir yaşamı ortaya çıkmıştır (Driscoll vd. 2009). Neolitik çiftçiler, ilk genetikçiler olarak nitelenebilir. Çünkü, evcilleştirmek için seçtikleri hayvan ve bitkilerin kendi istedikleri özelliklerini, gelecek kuşaklarda ortaya çıkaracak şekilde yapay seçilimi gerçekleştirmişlerdir. Bu süreçte, yapay seçilimin yanında doğal seçilim de devam etmiş ancak, ikinci planda kalmıştır (Driscoll vd. 2009). Yapay seçilim, doğrudan insan yönetiminde ekonomik ihtiyaçları, estetik değerleri ve kültürel ihtiyaçları karşılamak üzere insanlar tarafından yürütülmüştür (Clutton-Brock 1992). Yapay seçilimde, zigot öncesi dönemde (üreyecek bireyler insanlar tarafından seçilir) veya zigot sonrası dönemde (amaca en uygun olan yavrular seçilir) insanın müdahalesi görülür. Yapay seçilim sürecinde doğal koşullar, çekinik alellerin populasyondan ayıklanmasına neden olabilir. Hem evcilleştirme hem de doğal koşulların neden olduğu ayıklanma popülasyondaki genetik çeşitliliği düşürecek (genetik erozyon) bu da birçok olumsuz çevre koşulu altında, hayatta kalmayı zorlaştıracaktır. Örneğin, hastalıklara karşı hassasiyet ortaya çıkacaktır. Yapay seçilim, zayıf bireylerin de ortaya çıkmasına neden olur. Zayıf bireylerin ortaya çıkmasına neden olan yapay seçilimin sonuçları, zigot sonrası dö- 78 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji nemde görülürken güçlü yapay seçilimin sonuçları, hem zigot öncesi hem de zigot sonrası dönemde görülür. Örneğin, iyi süt inekleri (zigot sonrası), iyi süt verdikleri için seçilmiş dişilerin (zigot öncesi seçilim) yavrularıdır. Köpeklere uygulanan yapay seçilim köpeklerin, birçok morfolojik karakterini değiştirmiştir. Evcilleştirme sürecinde, baş ve vücut köpeklerde ve evcilleştirilen diğer memelilerde küçülmüştür. Evcilleştirilen köpeklerin post rengi, boyu, göz rengi ve davranış şekli çok fazla çeşitlilik göstermektedir (Clutton-Brock 1995). Bu gün, 400 köpek türü bilinmektedir. Bu türler, Weimaraner gibi çok iri köpeklerden Pinscher gibi çok küçük köpeklere kadar çeşitlilik göstermektedir. Weimaraner (Wikimedia Commons) Pinscher (Wikimedia Commons) Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 79 Itzcuintli dog with me (1938, Frida Kahlo) İnsanlar ve köpekler arasındaki bağı destekleyen bilimsel kanıtlar vardır. İnsanlar birbirlerinin gözlerine baktıklarında (özellikle anne çocuk ilişkisinde), duygusal olarak bağlanma, oksitosin hormonunun salgılanması ile sağlanır. Nagasawa vd. (2015) liderliğindeki bir araştırma ekibi, köpekler ve insanların birbirlerinin gözlerine baktıklarında da aynı hormonun, hem insanlarda hem de köpeklerde üretildiğini saptadı. 80 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Köpeğin sahibine bakışı (N. Kazancı, Danimarka Ulusal Sanat Müzesi). Köpeğin sahibine bakışı, Adam ve köpeği adlı tablo (1529, Bartolomeo Passarotti) . Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 81 Bu hormon, insan ve köpek duygusal ilişkisini geliştiren ana nedendir. Bu hormonun sağladığı iletişim, sosyal bağlanma köpek ve insanın birlikte evrimindeki en önemli nedenlerden biri sayılabilir. KÖPEKLERİN KÜLTÜRÜMÜZE ETKİLERİNE ÖRNEKLER Köpekler insanlara binlerce yıldır avlanma, besin oluşturma, giysi sağlama, bekçilik ve hayvan sürülerine çobanlık yapma gibi alanlarda katkı sağlamışlardır. Çin’de Milattan Önce 800 yıllarında köpekler avcı, bekçi ve yenebilir köpekler olmak üzere üç sınıfa ayrılmaktaydı. Günümüzde, insanlar için en önemli hayvanların önde gelenlerinden ve en rahat duygusal bağlantı kurulan ev hayvanı olan köpek, suçluları saptama gibi konularda emniyet güçlerine görme engelli ve psikolojik sorunları olan insanlara yardımcı olma gibi katkılar da sağlamaktadır. Alman çoban köpeği (kurt köpeği), Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında tercih edilen köpeklerdi. Günümüzde bu köpekler, engelli insanlar için de eğitilen köpeklerdir. Afrika’da bir mağarada bulunan resim. 82 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Mezopotamya’dan Orta Tunç Çağına tarihlenen (MÖ. 2000-1800) oturmuş bir köpeğin topraktan yapılmış heykeli. Boynunda tasma bulunuyor. Bu köpek şifa tanrıçası Gula’nın sembolüdür. Heykel muhtemelen tanrıçaya ait bir yapının yanında duruyordu (N. Kazancı). Köpeklere verilen değeri anlamak, tazılar hakkındaki bilgiler gözden geçirildiğinde daha iyi anlaşılabilir. Avrupa saraylarında tazılar (grayhound), asalet göstergesi olarak kabul edilirdi. Tazı (grayhound). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji King’s College (Cambridge, İngiltere) kapısındaki kraliyet armasında tazı (Wikimedia Commons). UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Roskilde Kilisesi’ndeki altarda bulunan kabartmalarda köpek . 83 84 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji En kolay tanınan köpeklerden olan tazılar, çok eski dönemlerden beri Ortadoğu’da da asil ve sadık olarak değerlendirilmeleri nedeniyle en çok tercih edilen ve kıymetli köpekti. Arapça, saluki veya salugi (erkek av köpeği veya tazı) olarak çağırılan bu köpek, soylu kişi anlamına gelen “el hor” olarak da adlandırılır. Kuzey Mezopotamya’da Ninova’da (bu günkü Irak’ta) bulunan bu duvar kabartması köpeklerle ava çıkmış bir avcıyı canlandırıyor (MÖ 645-635). Bu köpekler Ortadoğu’da saluki veya salugi (erkek av köpeği veya tazı) olarak adlandırılan köpeklere benzemektedir (N. Kazancı). İngiltere’de, 1016’da çıkarılan bir yasa (Orman Yasası olarak adlandırılmıştır) ile alt tabakadan kabul edilen kişilerin tazı beslemesi 600 yıl boyunca yasaklanmıştır. Danimarka’da da aynı uygulama görülmüştür. Bir Fransız şövalyesinin köpeği olan tazıya, 13. yüzyılda Roma kilisesi tarafından şehitlik payesi verilmiş ve kutsal olarak kabul edilmiştir. Eski Yunan döneminde, köpek heykelleri sadakatleri nedeniyle bekçi olarak kabul edilip mezarların yanına yerleştirilirlerdi. Mezarlarda kullanılanlar, mezarın iki tarafına yerleştirilirdi. Kaslı olan bu heykeller, gücü sembolize ederler ve asillerin mezarlarının iki yanına yerleştirilirlerdi. Lahitlerde ise yüzeylerdeki kabartmalarda yer alırlardı. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 85 Yunanistan’da Milattan Sonra 309 yılından mezar bekçisi olarak kullanılan köpek heykeli (N. Kazancı, Danimarka Ulusal Sanat Müzesi). Bir lahitteki kabartmada köpek (N. Kazancı, Side Arkeoloji Müzesi, Milattan Sonra 200, Pamfilya). 86 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Aslan ve boğa avında köpeklerin insanlara yardımını gösteren kabartmalarla bezeli, Milattan Sonra 140 yılına ait bir lahit ve detaylar (N. Kazancı, Danimarka Milli Sanat Müzesi). Köpek heykeli (N. Kazancı, Gordion Müzesi, Ankara) İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde, Parthenope isimli bir köpeğe ait mezar taşı bulunmaktadır. Söz konusu mezar taşı, Milattan Sonra 300 (Roma dönemine) yıllarına tarihlenmiştir. Midilli Ada’sındaki Mytilene’de bulunmuştur. Me- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 87 zar taşında, Parthenope’nin oyun oynarken yapılmış bir kabartması vardır. Parthenope’nin mezar taşında yazılanlar ise şöyledir: “Birlikte oynadığı köpeği Parthenope’yi sahibi (Anaxeos) gömdü. Burada karşılıklı sevginin ödülü vardır ”Parthenope’nin cevabı olarak “Sahibimin dostu olup bu mezarı hak ettim. Bana bakarak hem hayatta olduğun sürece seni sevmeye hazır hem de öldüğünde naaşına özen gösterecek bir dost bul” yazar. Parthenope’nin mezar taşı, oyun oynarken yapılmış bir kabartması (N. Kazancı, İstanbul Arkeoloji Müzesi). Köpeklerin dostluğunu belirten bazı ilginç örnekler verilebilir. Bu konudaki ilk örneklerden biri Homeros’un Odisseia eserinde yer alan Argos adlı köpektir. Kral Odisseus (Latince Ulysses) Truva savaşından, Ithaca Adası’na dönerken birçok engel nedeniyle yolculuğu yirmi yıl sürer. Ülkesinden uzak kaldığı dönemde neler olduğunu öğrenebilmek için kılık değiştirerek adaya gelir. Eşi Penolope ve diğer kişiler onu tanıyamaz. Ancak, yaşlı ve bakımsız olan Argos, Odisseus’u tanır ve onu gördükten sonra ölür. 88 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Argos ve Odisseus. Büyük İskender’in valilerinden, Makedonyalı bir yönetici olan Lysimakhos (Milattan Önce 360-281)’un köpeği Hirkanos, sahibi ölünce yatağının yanından ayrılmamış. Lysimakhos’un bedeni, yakılmak üzere götürülürken koşarak ateşin içine atlayarak yanıp ölmüş. Tarihte geçen, diğer bir örnek ise Epirus kralı Pyrrhus (319-272)’un (Hannibal tarafından gelmiş geçmiş en iyi komutan olarak nitelenmiştir) köpeğidir. Bu köpek, sahibinin ölümünden sonra yatağının yanından hiç ayrılmamış. Pyrrhus’un cesedi, yakılmak üzere götürülürken birlikte gitmiş ve sahibi yanarken o da ateşe atlayarak yanmıştır. Bu köpek, Pyrrhus’tan önceki sahibi savaşta ölünce başında bekleyerek başının kesilmesine izin vermemiştir. Yunan mitolojisinde de Cerberus adlı köpek, tanrı Hades’in yönettiği yeraltı dünyasının ve burada yer alan ölüler ülkesinin kapısını bekler. Bu köpeğin üç başı ve yılandan kuyruğu vardır. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 89 Cerberus ve Herkül. Saint Jerome çalışma odasında çalışırken köpeği ve aslanla Albrecht Dürer. 90 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Albrecht Dürer’in, “Ermiş Hieronimus Çalışma Odasında” isimli 1514 tarihli gravüründe, Hieronimus’un çalışma odasında, köpek ve aslanla birlikte görülmektedir. Hieronimus, ayağına diken batan aslanı dikenden kurtarmış ve aslan da uysallaşıp köpek gibi ona itaat eder hale gelmiştir. Aslan ve köpek, sadakati temsil etmek üzere rahat bir şekilde Hieronimus’un çalışma masasının önünde yatmaktadır. Gordion Müzesi’nde Frig dönemine tarihlenen insan ve köpek dostluğunu gösteren kabartma (N. Kazancı) İskoçya’da 19. yüzyılda yaşamış olan Greyfriars Bobby adlı köpek, sahibinin ölümünden sonra onun mezarını on dört yıl süresince her gün ziyaret etmiştir. Köpeğin ölümünden sonra, anısına heykel dikilmiş ve köpeğin mezar taşına da bu bilgiler yazılmıştır. Gene, Tokyo’da bir istasyonda sahibini her gün karşılayan Hachiko adlı köpek, sahibinin ölümünden sonra da her gün aynı saatte istasyona gitmiştir. Köpeğin ölümünden sonra istasyona heykeli dikilmiştir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 91 Greyfriars Bobby, İskoçya Hachiko heykeli, Tokyo Eski Çin’de Foo köpeği, Budist tapınaklarını korumak için yaklaşık 2000 yıl önce yetiştiriliyordu. Aslan görünümünde olan bu köpeğin kutsal olduğu ve şans getirdiğine inanılıyordu. Buda’nın adı da “Fo” olarak geçmektedir ve “Foo” kelimesine benzerliği nedeniyle de bu köpek, Budizm’de kutsal sayılmıştır. 92 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Çin Foo köpeği Bir mitolojik kahraman köpeği ile beraber (Meleager’in köpeği). Yunan mitolojik kahramanlarından olan Meleager ve ona Calydonian yaban domuzunu avlarken yardım eden köpek. Bu heykel ünlü bir Yunan heykeli olup Milattan Önce 340’ta yapılmıştır. Mite göre bu kahraman Calydonian yaban domuzunu öldürmüştür Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 93 Meleager’in ölümü, yanındaki köpeği ve öldürdüğü Calydonian yaban domuzunun başı (N. Kazancı, Monte Cassino’da, Danimarka Milli Sanat Müzesi). Köpek mezarları, insan birlikte gömülme ve kurban olarak köpek Köpeklerin insanlar gibi özenle gömülmesi çok eski dönemlerden beri kaydedilmiştir. Mısır medeniyetinde köpeğin önemli bir yeri vardır. Mısır’da Giza yakınlarında, 2009 yılında yapılan kazı çalışmalarında, Milattan Önce 747 ve 525 arasına tarihlenen beş adet çok özenle gömülmüş köpek iskeleti bulunmuştur. Daha önce de Mısır’da hayvan içeren çok sayıda mezar bulunmuştur. Bunların içinde köpek içeren mezarlar da vardır. Ancak, bu köpek mezarının “Piramitlerin Kayıp Şehri” olarak geçen bölgedeki mezarlıklarda bulunması önemlidir. Bir Mısır Tanrısı olan Anubis’e kurban edilerek gömüldükleri düşünülmektedir. Anubis (Anpu), Antik Mısır mitolojisine göre ölüm, cenaze ve mumyalama tanrısıdır. Mezarlar etrafında dolşan kurt veya köpeklerden esinlenerek bu tanım yapılmıştır. 94 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Mısır’da, mezarda ölülerin yanına, öldükten sonra da kullanabilmeleri için konan yiyecek ve içeceklerin resimleri ile mezarlar süslenirdi. Bu mezar stelinde de yiyecek ve içeceklerin listesi ile ölen kişinin koltuğu altında köpek kabartması görülmektedir (N. Kazancı, Glyptothec Müzesi, Kopenhag) Mısır, Giza’da bulunan gömülü köpek. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 95 Anubis İskandinav ülkelerinde, köpeklerin mezarlara gömülmesine ilişkin arkeolojik buluntular çoğunlukla Milattan Sonra 500 yıllarına tarihlenmektedir. En bilinen mezarlardan biri, İsveç’te 1974 yılında bulunmuş olup Milattan Sonra 900 yılına tarihlenmektedir. Bu mezar bir kadına aittir. Mezarda çok şık giysili bir kadın, çok sayıda takı, tavuk ve köpek iskeletleri bulunmuştur. Bu buluntular, köpeğin gömme töreni için kullanıldığını ve yeniden doğuşun sembolü olarak kabul edildiğini göstermektedir. Mezarlardaki köpekler genellikle gömülen için bir hediye ve çok sevilen bir arkadaş görevi üstlenmiş olup gömülenin toplumun üst tabakalarından olduğunun göstergesidir. Danimarka ve İsveç’in güney bölgelerinde, Milattan Önce 5000 yıllarına tarihlenen ve sadece köpeklere ait mezarlar vardır. Köpekler, bu mezarlara insanları gömerken gösterilen dikkatle gömülmüşlerdir. Köpekler, kurban olarak da önemli hayvanlardandır. Vikinglerde, atların gemilerde gömülmesi sırasında köpekler kurban edilmiştir. 96 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Danimarka’da, Limfjorden (Ertebolle)’de 1890 yılında bulunan Milattan Önce 4000 yılına tarihlenen köpek gömüsü (N. Kazancı, Kopenhag Doğa Tarihi Müzesi). Günümüzde de köpekler için mezarlıklar ayrılmıştır (Amerika, Alabama). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 97 Lazarus etkisi “Lazarus refleksi” olarak kullanılan tıp terimindeki Lazarus’un da konu olduğu eserlerde yanında köpekler bulunmaktadır. Lazarus, İsa’nın yakın çevresinde olan kişilerdendir. Lazarus’un hastalığa yakalanarak ölümünün yaklaşması üzerine, iki kız kardeşi İsa’yı haberdar ederek ölmemesi için yardımcı olmasını isterler. Ancak, İsa yanlarına ulaştığında Lazarus ölmüş ve üç gündür gömülüdür. İsa, mezarı açtırıp Lazarus’a kefeninden çıkmasını emreder. Bunun üzerine Lazarus hayata döner. Lazarus ve köpekleri (Adrien De Vries, 1615) (N. Kazancı, Danimarka Ulusal Sanat Müzesi) Tıpta kullanılan, “Lazarus refleksi” bu olaydan kaynaklanan bir terimdir. Beyin ölümü gerçekleştikten sonra, ölünün vücudunda refleks ortaya çıkmasıdır. Lazarus refleksi oluşması için beyin aktivitesi gerekmiyor ve beyin ölümünden 72 saat sonra bile bu refleksler gözlenebilmektedir. Lazarus refleksi sırasında, beyin ölümü yeni gerçekleşmiş kişinin iki eli yavaşça havaya kalkıyor, kollar genelde göğüs üzerine Mısır mumyalarını anımsatır şekilde çaprazlanıyor, daha sonra kollar gene yavaş yavaş vücudun iki yanına, eski yerlerine dönüyor. Bazı durumlarda bu harekete, ciğerlerden hızlı hava boşalması da eklenebiliyor (Arıcan 2017). 98 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Eski Mısır’da Lazarus refleksinin bilindiği ve ölümden sonra yaşama dönüş inancını ortaya çıkardığı sanılıyor. Mumyaların ellerinin Lazarus refleksindeki gibi, göğüste kavuşturulmuş olması bu inanışın göstergesi olarak kabul ediliyor. Lazarus refleksindeki pozisyonda Mısır mumyası Fransa, Toulose’da bir manastırdaki kabartmalarda köpekler Lazarus’un yaralarını yalayarak iyileştirmeye çalışıyor. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 99 On iki hayvanlı Türk Takvimi Türklerin on iki hayvanlı takviminde de köpek yer almaktadır. Bu takvimde, her yılı farklı bir hayvan sembolize etmekte ve hayvanın özellikleri de o yılla bağlantılıdır. On birinci yılın sembolü de köpektir. On iki hayvanlı Türk takvimi (http://www.wikiwand.com/tr/) Yedi Uyurlar (Ashab-ı Kehf) Ashab-ı Kehf kıssasında (Yedi Uyurlar), bir mağarada yıllarca uyuduktan sonra tekrar uyandıkları, Kuran-ı Kerim’de haber verilen arkadaş grubu anlatılır. Ölümden sonra dirilişin bir örneği olarak da yorumlanmaktadır. Diğer dinlerde de buna benzer efsaneler bulunmaktadır. Hint kutsal kitaplarında, yedi kişinin peşlerindeki bir köpekle beraber kanaatkar yaşama uyum sağlayıp krallığa ve dünyaya yüz çevirdikleri anlatılmaktadır. Yahudilerin Talmud’unda da, yetmiş yıl ve altmış yıl uyuyup uyanan kişilerden bahsedilmektedir (Ersöz 2018). 100 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Yedi Uyurlar (14. yy.) Hıristiyanlık’ta da, Yedi Uyurlar söylencesi bulunmaktadır. Hıristiyan söylencesinde “Efes’in yedi uyurları” olarak geçmektedir. Efes’te geçen olayı anlatan bu söylenceye göre, İmparator II. Theodosius’un döneminde Efes’e yakın bir mağarada bozulmamış bazı cesetler bulunmuştur. Gene Theodose (Kuzey Afrikalı bir din adamı), 530 yıllarında Efes’in Yedi Uyurlarının mezarını ziyaret etmiştir. Söylence şöyledir: Üçüncü yüzyılda Roma imparatorlarından Decius (Dakyanus, 249-51 yılları arasında hüküm sürmüştür), Efes’e gelerek putlara tapınılması ve onlara kurban kesilmesi konusunda halka baskı yapmaktaydı. Gizlice Hıristiyan oldukları düşünülen ve sarayda yaşayan yedi genç baskılara dayanamayıp, inançlarını korumak için Anchilus dağı yakınlarındaki mağaraya sığınırlar. Bazı kaynaklarda ise altı gencin kaçtığı ve onlara kendileri gibi inançlı bir çobanın katıldığı şeklindedir. Bu söylencede çobanın köpeği de yer almaktadır ve onları sadık bir şekilde izlediği belirtilmektedir (Ersöz 2018). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Yedi Uyurlar ve Kıtmir isimli köpek Yedi Uyurlar minyatürü, (İran, 1570) 101 102 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Çevreyi de resimleyen Yedi Uyurlar minyatürü, (İran). Şehirden uzaklaşan yedi genç, çobanın gösterdiği mağaraya sığınırlar (Ersöz 2018). Orada üç yüz yıllık uykuya dalarlar. “Kıtmir” isimli köpeğin mağaranın girişinde yattığı söylencede yer alır. Üç yüz yıllık uykudan sonra uyanırlar. Bu da gene ölümden sonra dirilişin sembolü olarak nitelenmektedir. Tasavvufta Kıtmir, bağlılığın simgesi olarak geçmektedir. İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye, Afganistan ve Doğu Türkistan’da Yedi Uyurlar’ın mağarası olarak geçen yerler vardır. Anadolu’da ise mağaranın Efes, Tarsus ve Afşin’de bulunduğu söylenmektedir. Ürdün’de bulunan mağarada Yedi Uyurlara ait kemiklerin de bulunduğu belirtilmektedir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Yedi Uyurlar Mağarası, Efes Yedi Uyurlar Mağarası, Ürdün 103 104 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Yedi Uyurlar Mağarası ve içinde bulunan kemikler, Ürdün Atatürk ve Foks Atatürk’ün de köpek sevgisi bilinmektedir. Çocukluğunda, iki köpeği olmuştur. Sofya’da askeri ateşe görevindeyken, Alp isimli av köpeği uzun yıllar yanındaydı ve savaş alanında bombardımanda kayboldu. Daha sonra Atatürk, savaş alanında sahipsiz kalan Alber isimli bir av köpeğini sahiplenmiştir. Fakat, ismi en çok geçen köpek Foks’tur. Bütün gün Atatürk’ün yanından ayrılmaz, ancak o yattıktan sonra uyurdu. Foks’un törenlerde de yeri vardı. Oldukça hareketli bir köpek olan Foks, yaramazlıklarıyla bile Atatürk’ü rahatsız etmezdi. Atatürk’ün çok düşkün olduğu Fox, 1933 yılında öldü ve Atatürk’ün doldurularak saklanmasını istememesine rağmen bu yapıldı. Kendisine bu konuda bilgi verilmedi ve daha sonra bu korunmuş haliyle Anıtkabire yerleştirildi. Foks, Weimaraner köpeğiydi. Büyük bir köpek olan Weimaraner, 19. yy başlarında av için üretilmiştir. Avrupa’da, aristokratlara avlarında eşlik etmiştir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Atatürk ve Alp isimli köpeği. Atatürk ve Foks davetlilerle. 105 106 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Atatürk çalışırken Foks yanında. Atatürk sahada çalışırken Foks yanında. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Atatürk cephede ve Foks yanında. Atatürk sahada çalışırken Foks yanında. 107 108 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Atatürk ve Foks. Foks, Anıtkabirde. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 109 Köpeklerin resim sanatındaki yerine örnekler Köpeklerin batıda yaşamın içinde saraylarda, evlerde, kiliselerde yer alacak şekilde resmedilmesi yaygındır. Ayrıca, savaş ve av sahnelerinde de yaygın olarak köpekler yer alır. Ermiş Hieronimus’u çalışırken izleyen köpeğinin bakışı (1502, Vittore Carpaccio) . Velasquez Las-Meninas (1656, Nedimeler) tablosunda sarayda asillerin yanında. 110 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Rubens’in tablosunda avda köpekler (Wild boar hunt). Peter Bruegel’in tablosunda avda tazılar 1565 (The hunters in the snow). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Toulouse Lautrec ( 1879, Horse and Rider with a Little Dog). Belisario Gioja (I1829-1906 Seated Lady). 111 112 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Manet (1861, A boy with a dog). Titian (1525, Portrait of Federico II Gonzaga, Duke of Mantua). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 113 Peder Severin Krøyer (Summer-Evening-at-Skagen-Beach). Georges Seurat 1884 (Sunday afternoon on the Island of La Grande Jatte). 114 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Renoir (1878, Madame Georges-Charpentier ve çocukları). Manet, Demiryolu. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Francisco Goya (1819–1823, The Dog). Paul Gauguin (1888 Still Life With Three Puppies). 115 116 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Türk sanatında da köpekleri, günlük yaşamda gösteren resimlere Osmanlı dönemine ve günümüze ilişkin örnekler verilebilir. Osman Hamdi Bey (Arzuhalci). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 117 Fausto Zonaro (Sandala binen cariyeler). Mehmet Said Efendi Maiyeti ve köpeği ile, Mehmet Said Efendi, XII. Karl’ın Osmanlı Devletine olan borçlarını tahsil etme göreviyle, İsveç’e gönderilen elçidir (N. Kazancı, George Engelhardt Schröder, Pera Müzesi, İstanbul, 1733). 118 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Fikret Mualla (Mavi fonlu sokak). Fikret Mualla (Siyah küçük köpek ve insanlar). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 119 KAYNAKLAR Arıcan, I. (2017, 20 Şubat). Kalk Lazarus, 1 Aralık 2018 tarihinde https://medium.com/trepanasyon/kalk-lazarus adresinden erişildi. Clutton-Brock, J. (1977). Man-made dogs. Science 197: 1340–1342. Clutton-Brock, J. (1992). The process of domestication. Mammal Review. N° 22, 1992, 79-85, 1365-2907. Clutton-Brock, J. (1995). Origins of the dog: domestication and early history. In: Serpell J. (Eds) The domestic dog: its evolution, behaviour and interactions with people. (1st Ed, pp. 7-19) Cambridge, UK: Cambridge University Press. Corbett, L. K. (1985). Morphological comparisons of Australian and Thai dingoes: a reappraisal of dingo status, distribution and ancestry. The Proceedings of the Ecological Society of Australia 13: 277–291. Corbett, L. K. (1995). The Dingo in Australia and Asia. Sydney, Australia: University of New South Wales Press. Davis, S. J. M. ve Valla, F. R. (1978). Evidence for domestication of the dog 12,000 years ago in the Natufian of Israel. Nature, 1978, 276, 608-610. Ersöz, İ. (2018). Ashab-ı Kehf. 29 Eylül 2018 tarihinde https://islamansiklopedisi.org.tr/ adresinden erişildi. Flood, J. (1999). Archaeology of the Dreamtime: The Story of Prehistoric Australia and its People. Revised edn. Sydney, Australia: Angus and Robertson. Garcia, M.A. (2005) Ichnologyie générale de la gerotte chauvet. Bull. Soc. prehis. Fran, 102,1:103-108. Greig, K. vd. (2018). Complex history of dog (Canis familiaris) origins and translocations in the Pacific revealed by ancient mitogenomes. Scientific Reports, 8:9130: 1-9. Grimm, D., (2016) Dogs may have been domesticated more than once. But all living dogs have Asian roots. Scıence, Vol 352 Issue 6290. Jones, F. Wood (1921b). The status of the dingo. Transactions and Proceedings of the Royal Society of South Australia 45: 254 -263 Larson, G. vd. (2012). Rethinking dog domestication by integrating genetics, archeology, and biogeography PNAS, 23: 8878-8883. 120 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Nagasawa, M. vd., (2015). Oxytocin-gaze positive loop and the coevolution of human-dog bonds. SCIENCE, VOL 348 ISSUE 6232: 333-336. Price, O. E. (1984). Behavioral aspects of animal domestication. The Quarterly Review of Biology. N° 59, 1984, 1-32, 0033-5770. Roots, C. (2007). Domestication. Westport, USA: Greenwood Press. Savolainen, P. (2007). Domestication of dogs. In: Jensen P. (Eds), The behavioural biology of dogs. (1st Ed, 21-37) Wallinford, UK: CABI Publishing. Udell. M. A. R., Dorey, N. R. ve Wynne C. D. L. (2010). What did domestication do to dogs? A new account of dog‘s sensitivity to human actions. Biological Reviews. N°85, 2010, 327-345, 1469-185X. Valla, F. R. (1990). Le Natufien: uneautrefacon de comprendre le monde? Mitekufat Haeven, Journal of the Israel Prehistoric Society. N° 23, 1990, 171175. Venkataraman, V. V. vd., (2015). Solitary Ethiopian wolves increase predation success on rodents when among grazing gelada monkey herd. Journal of Mammalogy, 96: 129–137 Wayne, R. K. ve Vilà, C. (2001). Phylogeny and origin of the dog. In: Ruvinsky A., Sampson J. (Eds), The genetics of the dog. (1st Ed, pp. 1 -14) New York, USA: CABI Publishing. ATLAR İnsanlar binlerce yıldır, atları anlamaya ve kullanabilmeye yönelik uğraş vermişlerdir. Atların genetik özellikleri üzerine yapılan çalışmalar atların evcilleştirilebildiğini, diğer hayvanlara tolerans gösterebildiklerini, genetik olarak şekillendirilebildiklerini ve sürü içgüdülerinin güçlü olduğunu göstermiştir. Tarih öncesi dönemlere bakıldığında, atların bulunduğu bölgelerde veya başka bölgelerden kolayca atları getirebilme olanaklarına sahip olan insan topluluklarının nüfuslarında ve zenginliklerinde artış görülmüştür. Dostluk at, köpek ve çocuk. 122 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji İnsanlar atları ilk olarak et, deri, gübre elde etmek için ve taşıma aracı olarak kullanmak amacı ile evcilleştirmiştir. Fakat 14000 yıl veya daha öncesinden başlayarak taşımacılıkta veya çeşitli nesneleri çekmek için atı kullanmışlardır. Böylece, atları kullanabilenler uzak bölgelerle ticaret ilişkilerini, tarımı (pullukları çekerek tarla sürme, gübre sağlama) geliştirebilmiş, ekonomik ve askeri üstünlük sağlayabilmişlerdir. Göçebe toplumların ürettikleri bilgiler, atla ulaşım sayesinde farklı bölgelerde yayılabilmiştir. On dokuzuncu yüz yıl, atların insanlar tarafından şehirlerde en yoğun kullanıldığı dönemdir. Atlar olmadan insanlar, müreffeh metropolleri oluşturamazlardı. Ancak, atlar da şehir yaşamından yararlandılar. Kırsal kesimdekinden daha çok çalışmalarına rağmen daha iyi beslenip bakıldılar. Bunun sonucu olarak da daha iri vücuda ve daha uzun yaşam süresine sahip oldular. Böylece insanlar ve atlar arasında simbiyotik bir ilişki ortaya çıktı. İnsanlar atları kullanarak yaşam koşullarını geliştirirken atlar da insanların sağladığı bakım sayesinde türlerini devam ettirebilmişlerdir. Kuzey Amerika’da yaşayan vahşi atlar, nesillerini devam ettirememiş ve ortadan kalkmıştır. Avrupa ve Asya’dakiler ise insanlarla birlikte bir ekolojik niş geliştirilebildiği için hayatta kalabildiler. Atlar ve insanlar birlikte evrimleşmişlerdir. At, Kuzey Amerika’da 35-55 milyon yıl aralığında ortaya çıkmış bir türdür. İlk at fosili kaydı, 55 milyon yıl öncesine tarihlenmektedir. Bu fosil ata tür olan at, köpek büyüklüğünde ve ormanda yaşayan Hyracotheriuma aittir. Geçirdiği evrimsel süreçte atın vücut büyüklüğü artmış, ayak ve diş yapısı da çevre koşullarına uyum nedeniyle değişmiştir. Bu günkü yaşam şekillerini, 24-5 milyon yıl aralığında kazandılar ve otlayarak beslenmeye uyum sağladılar. Yaklaşık dört milyon yıl önce, tüm modern atların dahil olduğu cins ortaya çıktı. Equus olarak bilinen modern at, yaklaşık 5 milyon yıl önce ortaya çıkan ve iki milyon yıl önce soyu tükenmiş olan Pliohippus cinsinden evrimleşmiştir. Pleistosen çağının sonunda (yaklaşık olarak 12.000-2.5 milyon yıl öncesine uzanan jeolojik dönem), küresel bir soğuma ortaya çıktı. Atlar da birçok büyük memeli hayvanla birlikte bu dönemde yok oldu. Kanıtlar, Kuzey Amerika’nın bu yok oluştan en çok etkilenen bölge olduğunu gösteriyor. Alaska ve Sibirya’yı birbirine bağlayan Bering kara köprüsü, hayvanların Asya’ya geçmesini ve batıya yayılmasını sağladığı için atlar hayatta kaldılar. Daha sonra da Asya’dan tekrar Amerika’ya götürüldüler. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 123 Odense yakınlarında bulunan MÖ. 9100 yıllarına tarihlenen Equus ferus ferus fosili (N. Kazancı, Kopenhag Doğa Tarihi Müzesi) İlk evcilleştirilen hayvan köpektir. Köpek ve kurdun ortak atadan ayrılmaları 36900-41500 yıl önceye tarihlenmektedir. Köpekler, soyu tükenmiş bir kurt türünden evrimleşmiştir. Evcilleştirilme tarihi olarak kaynaklarda farklı tarihler kaydedilse de ilk olarak 17500-23900 yıl önce evcilleştirildiği bilgisi verilmektedir (Boutigue vd. 2017). Bu tarihlere bakıldığında köpekler ilk evcilleştirilen canlıdır. Keçi ve koyun 9000 yıl önce evcilleştirildi. Daha sonra domuz, kümes hayvanları evcilleştirildi. Atın evcilleştirilmesi bunlardan sonra gelir. Evcil at, “tarpan” olarak da adlandırılan Avrasya vahşi atı Equus ferus ferus’tan evcilleştirilmiştir. Avrupa ve batı Asya’da yaşayan bu vahşi tür, 19’uncu yüz yılın sonlarında ortadan kalkmıştır. Son birey, Rusya’da 1909’da ölmüştür. Equus ferus ferus’tan evcilleştirilen atın, bilimsel ismi Equus ferus caballus’tur. Atların bulunduğu mağara resimleri yaklaşık 30000 yıl öncesine tarihlenmektedir. Paleolitik dönemin insanları, atları avlayarak besin olarak tüketiyorlardı. Asya, Avrupa, Orta Doğu ve Amerika’daki dişi atların, mitokondriyal 124 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji DNA’ları ile yapılan çalışmaların sonucunda, çok sayıda farklı soy hattı bulunmuştur. Bu sonuç, Neolitik süresince yani son 10000 yıl boyunca, Batı Avrupa da dahil olmak üzere Avrasya‘nın farklı bölgelerinde atlar, ayrı ayrı evcilleştirilmiştir. Günümüzdeki evcil at, nesli tükenmiş Avrupa vahşi atı Equus ferus ferus’un evcilleştirilmesi ile ortaya çıkmıştır. Equus ferus prezewalskii, Asya bozkırlarında yaşamakta olan asıl yabani at türü olarak nitelenmekteydi. Fakat yapılan son araştırmalar, nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan Equus ferus prezewalskii’nin, yabani at türünden köken almış bir tür olduğunu göstermiştir. Bu bilgi, günümüzdeki vahşi atların atasal vahşi atlar olmayıp ilk evcilleştirilen atlardan köken aldıklarını göstermiştir. Bu atlar, evcilleştirildikten sonra insan baskısından uzaklaşıp son birkaç bin yıl süresince vahşi yaşama uyum sağlamış atlardır. Equus ferus prezewalskii Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 125 Atlar insanların, doğayı alt etmelerine ve doğayı kullanarak gelişimlerine sağladıkları katkı nedeniyle her dönemde, sembolik bir önem taşımışlardır. At, yüksek sosyal statü ve toplumsal düzenin sembolü olmuştur. Güney Altay’da Türkler tarafından yapılmış kaya resimlerinde av ve savaş sahnelerinde atlar (Gavrilova 1965) Birçok dönemde ve çeşitli ülkelerde, insanların atlarıyla birlikte gömülmesi veya atların ayrı mezarlara gömülmesi geleneği vardır. Karadeniz’in kuzeyindeki bölgelerde, İskit İmparatorluğu’nun aristokratik kesiminde kurganlara, atları ile birlikte gömülme vardır. Bir aristokrat ölünün, 400 adet atla birlikte gömüldüğü kaydedilmiştir. Herodot, İskit krallarının atlarıyla birlikte gömüldüklerini kaydetmiştir. Bir kral mezarında atlarla birlikte altın kupalar, kullandığı eşyalardan birer örnek, çiftlik hayvanları, kralın habercisi, aşçı, hizmetçileri ve eşlerinin de gömülü ol- 126 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji duğu belirlenmiştir. Tüm bunlar, kralın tekrar yaşama döndüğünde, eski yaşamını rahatça sürdürebilmesi için yapılmıştır. Türklerin erken dönemine ait bir mezarda at ve insan iskeleti ile birlikte bulunan atlara ait altın demir, bronzdan yapılmış süsleme ve koşum takımı ile ilgili objeler (Gavrilova 1965). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 127 Kurgan denen mezarların, tahribata veya soyulmaya karşı korunaklı olması için de üzerindeki toprağın miktarının fazla olması gerekirdi. Gömme töreni bitince halkın, tümseğin mümkün olduğu kadar yüksek olması için yarış halinde, kurgana toprak attığı bilinmektedir. İskitler mezarlarını koruma konusunda, onlar için savaşabilecek kadar hassaslardı. Kurganlar, Orta Asya ve Sibirya’da da bulunmuştur. İnsanlarla birlikte, 187 atın gömülü olduğu kurganlar da bulunmuştur. Mezarlarda atlardan başka, çeşitli hayvan figürlerinin sembol olarak yer aldığı eşyalar da önemlidir. Avrupa Hun’larının mezarlarında, hayvan motifli altın eşyalar, giysiler, silahlar bulunmuştur. Hayvan motifi olarak cırcır böceği ve yılan da kullanılmıştır. Yeni tarihli Caspari vd. (2018)’nin 2017’de Tuva’da yaptıkları araştırmanın sonucuna göre, Tunnug 1 (Arzhan 0) kurganı, bir prensin mezarı olup en eski İskit kurganına benzer yapıdadır. Tunnug 1, Arzhan 1’den çok daha büyük bir kurgandır. Mezar 3000 yıl öncesine, Tunç ve Demir Çağı arasındaki bir döneme tarihlenmektedir. Ayrıca, kurganda silahlar, at koşum takımları, ahşap oymalar, keçe eşyalar, giysiler, hayvan şekilleri ile süslenmiş malzemeler bulunmuştur. Bu kurgan, bir İskit kurganı olup bataklık arazide yer aldığı için yağmalanmaktan kurtulmuştur. Güney Sibirya’daki en büyük ve en eski İskit kurganıdır. Sibirya’nın soğuk iklimi, kurgandaki malzemelerin korunmasını sağlamıştır. Kurganın etrafındaki toprak donmuş olarak korunmuş fakat, üstündeki toprağın buzları eriyerek bataklık alan oluşturmuştur. Donmuş tabaka kurgandaki cesetler ve malzemeler için korumayı sağlarken bataklık alan, insanların buraya ulaşarak yağmalamasını engellemiştir. Ancak, günümüzde küresel iklim değişikliği nedeniyle donmuş tabakalar çözülebilir. Bahsedilen kurganın benzeri özelliklere sahip, henüz bulunmamış diğer kurganlar görünür hale gelebilir ve insanlar tarafından tahrip edilebilir. Arzhan’daki korunmuş diğer bir kurganın esas odasında, iki iskeletle birlikte birçok altın malzeme (İskit prenslerinden birine ait 2kg ağırlığında altın kolye gibi), çok zengin süslemelere sahip silahlar ve koşum takımları bulunmuştur. 128 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Çin’de kurban edilmiş çok sayıda ata ait kemiklerin bulunduğu Qi dönemine ve Milattan Önce 547-490 yılları arasına tarihlenen mezar ((https://en.wikipedia. org/wiki/Horse_burial#/media/File:Sacrificial_horsepit_linzi_2010_06_06.jpg) Orta Avrupa’da Avusturya, Slovakya, Macaristan, Slovenya ve Hırvatistan’da belli bölgelerde Erken Demir Çağı’nda (Milattan Önce 800), atların insanlarla birlikte mezarlara gömülmesi geleneği vardır. Atlar, asaletin sembolü olarak kabul edilmiş ve at iskeletleri asillerin mezarlarında bulunmuştur. Orta Asya’da etnik yapıların ortaya çıkmasından önce, Paleolitik dönemden beri insanların gömüldükleri yerlerde yapılan kazılarda insan kalıntılarıyla birlikte hayvan kalıntıları da bulunmuştur. Bu hayvanlar, bulundukları bölgedeki insanların beslenmesinde, dini inanışlarında önemli yeri olan ve bölge faunasının elemanlarıdır. Orta Asya’da en erken döneme ait at kalıntısının bulunduğu yer, bir Neanderthal çocuğun kalıntısının bulunduğu 1500 m yükseklikteki Teşik-Taş Mağarası’dır. Bu mağara, Güney Özbekistan’da Hisar Dağı’ndadır. Toplam 907 kemikten 761’i, dağ keçilerine ait diğerleri ise at, geyik, leopar, ayı, kuşlara ait kemiklerdir. Dağ keçilerinin boynuzları, büyü törenlerinde kullanıldığı için çok sayıda bulunmuştur. At kemiklerinin az olması, besin amaçlı kullanıldığını göstermektedir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 129 Neolitik döneme (Milattan Önce 5000-3000 bin sonu) ait olan ve Kelteminar Kültürü’nün görüldüğü yerlerde de avlanmış vahşi atlara ait kemikler bulunmuştur. İlk evcilleştirilmiş at kemiklerine Anav Kültürü’ne ait ve tunç dönemindeki kalıntılarda rastlanmıştır. Ata, önem verilerek mezarlara gömülmesi, Ön-Türk’lerde Milattan Öne 6. yüzyıla tarihlenmektedir. Atın mezarlara gömülmesi bu dönemde, ölen kişinin öldükten sonra yaşantısını sürdürebilmek için bir arkadaş olarak, bu ata gereksinim duyduğu anlamına gelmektedir. Ön-Türk savaşçılarının mezarlarına kullandıkları eşyalar ve silahlarla birlikte çok sayıda at gömülmekteydi. Kadın savaşçılar ise sadece, bir at ile gömülmekteydi (Çoruhlu 2016). Atlar, kurganlarda belli bir düzende ve koşum takımları ile birlikte gömülmüşlerdir. Bu düzen topluma ait olan inançlara, simgelere, mitlere, kozmolojiye uygundur. Koşum takımlarının özellikleri, koşum takımlarının yapılmasında kullanılan yöntemlerin, yüksek düzeyde olduğunu göstermektedir. Atların kuyruklarının bağlanmış, örülmüş veya kesilmiş olduğu da görülmektedir. Kuyruğun bağlı oluşu kahramanlığa işaret etmektedir (Çoruhlu 2016). Diğer birçok kültürde de atların kuyruğunu bağlama görülür. Kurganda belli bir düzende gömülü atlar (Kostromskaya Kurganı). 130 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Issık Kurgan’ından bronzdan yapılmış bir tepside oturan adam ve kuyruğu bağlı bir at, MÖ.5.-3.yüzyıl, Almatı / Kazakistan. Perslere ait bir mühürde köpek ve kuyruğu bağlı atlar. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 131 Pazırık halısında atların kuyrukları bağlı Milattan Önce 45.yüz yıl. Atların kuyrukları bağlı Oseberg (Norveç)’ten bir duvar resmi (N. Kazancı) 132 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Çin’de, İran (Milattan Önce 2000)’da, Mısır (Milattan Önce 1650-1550)’da Avrupa’da da atların sahipleriyle gömülmesi ve kurban edilmesi özellikle Almanya, İngiltere ve İskandinav ülkelerinde kaydedilmiştir. İngiltere’de kurban edilmiş 31 at içeren mezar saptanmıştır. Norveç’te, Danimarka’da ve İrlanda’da Viking döneminde de atların kurban edildiği bilinmektedir. Norveç, Danimarka, İsveç ve Almanya’da büyük mezarlarda çok sayıda at, Hıristiyanlık öncesi dönemde kurban edilerek gömülmüştür (Kmetova 2013). Atlar, sahipleriyle ayrı mezarlara veya mezarın ayrı bölümüne öldürülerek veya canlı olarak gömülmüştür. Viking’lerde, atlar gemilerin içine de gömülmüştür. Gene Viking’lerde “Güneş Atı” kutsal atla özdeşleşmiştir. Bu kutsal at güneşin doğmasına yardım eder ve birçok eşyada süsleme için kullanılmıştır. Viking Güneş Atı ile süslenmiş altın kap (N. Kazancı, Danimarka Ulusal Müzesi). MAĞARA RESİMLERİNDE ATLAR En eski resim içeren mağara, Fransa’daki Cheuvet Mağarası’dır. En az 25.000 yıl önceki (bazı kaynaklarda 32000-35000 yıl önceki) dönemlere tarihlenmektedir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 133 Cheuvet Mağarası, çok başarılı at çizimlerinde perspektif gözetilmiş. Lascaux Mağarası, Milattan Önce 18,000 atlar ve nesli tükenmiş Bos primigenius (aurocs, yaban öküzü veya Avrupa bizonu olarak da adlandırılıyor). 134 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Lascaux Mağarası, at çizimi. Arkeologlar çoğu zaman, Mağara resimleri gibi Paleolitik sanat eserlerinin, özellikle de mağara resimlerinin, doğal ortamın gerçekçi bir yansıması mı yoksa yoruma veya esinlenmeye dayalı olarak yaratıcı sanatsal ifadeler mi olduğuna karar verememişlerdir. Ayrıca, resimlerdeki canlıların çevrelerindeki fauna elemanlarının fenotipik varyasyonlarını, ifade edip etmediği de merak edilen bir konudur. Fransa, Pech-Merle’deki bir mağara duvarında benekli (leopar desenli) atları betimleyen “Pech-Merle Dappled Horses” adlı ünlü resim, 25.000 yıl öncesine tarihlenmektedir. Bu atların, nadir fenotipler olup olmadığı merak konusu olmuştur. Sibirya, İber Yarımadası, Doğu ve Batı Avrupa’daki fosillerle yapılan moleküler genetik çalışmalarla atların renk karakterleri belirlenmiştir. Batı ve Doğu Avrupa’dan dört adet Pleistosen ve iki adet Bakır Çağına tarihlenen at bireylerinin kalıntılarında leopar desenli fenotipi ortaya çıkaracak genotipi saptadılar. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 135 Gargas Mağarası, Mülattan Önce 25.000 leopar desenli atlar. Günümüzden bir leopar desenli at. Bu nedenle, mağara resimlerinde ayırt edilebilir ve görünen tüm at rengi fenotiplerinin, tarih öncesi at popülasyonlarında bulunduğu sonucuna varılmıştır. Mağara resimlerinde yer alan leopar desenli benekli atların, 25000 yıl önce Avrupa faunasında bulunduğu artık biliniyor. Bu çalışmanın diğer bir sonucu ise mağara resimlerindeki hayvanların çizimlerinin gerçekçi olduğudur. “Bu atlar neden günümüzde yok?” sorusunun cevabını, evrim sürecindeki doğal seçilimle açıklayabiliriz. Leopar desenli atların dikkat çekerek, insanların da dahil olduğu predatörleri tarafından ortaya çıkarılan, avlanma baskısı sonucunda yok olduğu yorumunu getirebiliriz. Ancak bu tür desenlere sahip (leopar desenli) atlar, günümüzde popüler ırklar olup üretilmektedirler. Evcilleştirilmeden 5000 yıl önce, bu atların doğal faunada varlığı da çalışmayla saptanmış oldu. KAYNAKLAR Boutigue, L. R. vd. (2017) Ancient European dog genomes reveal continuity since the Early Neolithic. Nature Communications. 8:16082, 1-11. Gavrilova, A.A. (1965) . Kudyrge cemetery as a source on the history of Altai tribe. Nauka, Moscow Cheremisin, D.V. (2004) The results of the newest research petroglyphs of ancient Türkic epoch in the south-east of the Russian Altai. Archaeology, Ethnology and Anthropology of Eurasia 1 (17): 39-50 Caspari, G. vd. (2018) Tunnug 1 (Arzhan 0) – an early Scythian kurgan in Tuva Republic, Russia. Archaeological Research in Asia.15: 82-87. Kmetova, P. (2013). The Spectacle of the Horse. On Early Iron Age Burial Customs in the Eastern-Alpine Hallstatt Region. Archaeological Review from Cambridge, 28: 67-81. TIPTA HERPETOFAUNANIN KULLANIMI Kültür, çevre ve bireysel deneyimlerle bölgesel insan topluluklarının ilişkileri çeşitli fauna elemanları ile farklı şekillerdedir. “Herpetofauna” terimi amfibiler ve reptilleri içerir. İnsanlar herpetofauna elemanlarıyla, avcı toplayıcı insan topluluklarından başlayarak günümüze kadar yakın ilişki içindedir. Günümüzde de farklı kültürlerde, farklı şekillerde bu ilişki devam etmektedir. Amfibiler ve reptillerin insan toplumları ile ilişkilerini ve biyolojik çeşitliliklerinin korunabilmesini inceleyen etnoherpetoloji, etnobiyolojinin ve etnozoolojinin bir alt dalı olup insan topluluklarının kültürel birikimleri içinde amfibiler ve reptillerin yerini inceler (Bertrand 1997, Goodman ve Hobbs 1994). Kurbağa Kurbağaların ve semenderlerin tıp alanında kullanımı da oldukça eskidir. Kurbağalardan 545 adet türün deri salgısı, biyoetken madde olarak belirlenmiştir (Roseghini vd. 1989). Ateşi düşürmede kurbağa başları (Ör. Fiji için endemik kurbağa olan Platymantis vitianus) ve öksürüğe karşı 9 adet kurbağadan yapılan çorba kullanılmaktadır. Kurbağa derisi kalp sorunları için kullanılır. Fakat, bazı kurbağa türlerinin ilaç olarak kullanılmaması gerektiği ortaçağdan kalma kaynaklarda verilmiştir. Ör. ağaç kurbağası (Hyla arborea). Ontario’da, bir kurbağaya dokunmanın guatr hastalığından kurtulmayı sağladığı (hastalığın kurbağaya geçtiği) ancak, gene de kurbağanın kafasını toprağa gömerek çürümesini beklemenin daha etkili olacağına inanılmıştır (Alves ve Rosa 2013). 138 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Kurbağaların, evrim basamaklarında yarı karasal yaşama uyumları ile derilerinin sıcaklığa, nem kaybına karşı korunabilmesini sağlayan özellikleri ortaya çıkmıştır. Kimyasal korunmayı sağlayan deri salgısında antimikrobiyal ve nöroaktif peptidler bulunmaktadır. Antimikrobiyal maddeler 11 kurbağa familyasından elde edilmektedir (Wang vd. 2009). Caerulein maddesi, ilk olarak Litoria caerulea (Avustralya ağaç kurbağası) türünden elde edilmiştir (Anastasi vd. 1967). Bu madde Pankreatit, kusma, ishali önleyici peptitlerin kaynağıdır. Ayrıca tokluk hissi verme, kan basıncını düşürme ve sakinleştirici etkisi vardır. Morfin etkisi de yarattığı için ameliyatlarda ağrı kesici olarak kullanılır (Bowie ve Tyler 2006). Platymantis vitianus (https://en. wikipedia. org/). Hyla arborea (https://en. wikipedia. org/). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 139 Kurbağalar, iklim değişikliğinden en fazla etkilenen canlılardandır. Bunun en önemli nedeni habitatlarının bozulmasıdır. Yağışın bazı bölgelerde azalırken bazı bölgelerde artması ve ormanların yok olması habitatların en önemli bozulma nedenidir (IPCC 2007). Ayrıca, hastalıklar ve gelişigüzel toplanmaları da yok olmalarında önemli nedenlerdir. Kurbağaların derilerinin kullanılması, besin olarak tüketilmeleri, ev hayvanı olarak toplanmaları, geleneksel ilaçlarda kullanılmaları ve hediyelik eşya yapımında kullanılmaları, türleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya getirmektedir (Alves ve Rosa 2013). Semender Semenderler, yakılarak külleri tıbbi formüllerde ve karışımlarda çok eski dönemlerden beri kullanılmaktadır. Bazı semender türlerinin ilaç olarak kullanılmaması gerektiği de belirtilmektedir (Alves ve Rosa 2013). Timsah Timsahların, yaşama ortamlarında karşılaştıkları zorluklar nedeniyle vücutlarında önemli düzeyde yaralar oluşur. Ancak, yaralar enfeksiyona uğramadan çok çabuk iyileşir (Merchant ve Britton 2006). Timsahlarda, 16 adet farklı yağ asidi saptanmıştır (Gunstone ve Russell 1954, Hoffman vd. 2000). Timsahtan elde edilen yağ, antimikrobiyal ve antienflamatuar özelliklere sahiptir (Kabara vd. 1972). Güney Afrika’da yerel halk timsah yağını sağlık sorunlarında yaygın olarak kullanmaktadır (De Villiers ve Ledwaba 2003, Griffiths ve Cheetham 1982). Zulu halkı da timsah yağını Cryptocarya latifolia kabuğu ile karıştırıp göğüs hastalıklarında kullanır (Lall ve Meyer 1999). Timsahların sadece yağı değil vücut bölümleri de çeşitli hastalıkları iyileştirmede kullanılır. Çin’de timsahın kanı, yağı, safrası, safra kesesi birçok hastalığa karşı kullanılır. Bronşit, öksürük, alerji, deri sorunları, kanser ve kan basıncını düşürmek başta gelen kullanım alanlarıdır (Shim-Prydon ve Camacho-Barreto, 2007). Alligator mississippiensis kanından elde edilen serum antimikrobiyal özelliklere sahiptir. Ayrıca serum, HIV-1, Batı Nil virüsü, Herpes simplex Tip 1 virüsüne karşı da kullanılmaktadır (Merchant vd. 2005). Diğer bir timsah türü 140 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji olan Crocodylus siamensis’in serumu, birçok bakteriye karşı kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları Staphylococcus aureus, Klebsiella pneumoniae ve Vibrio cholerae’dir (Preecharram vd. 2008). Reptillerin vücut parçaları ile hazırlanan muskalar, nazara karşı veya hastalıklara karşı kullanılmaktadır. Muska ve nazarlık olarak kullanılan timsah dişleri, Yılan derisi ve kemikleri ile hazırlanmış nazarlık, muska. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 141 Kertenkele Kertenkelelerin, etleri birçok hastalığa karşı tüketilmektedir. Ayrıca, derileri de birçok eşyanın yapımında kullanılmaktadır. Bu iki nedenle türleri tehlike altındadır. Güney Hindistan’da Uromastyx hardwickii deri hastalıklalarında kullanılmaktadır. Doğu Paraguay’da, Güney Amerika’da Tupinambis teguixin türünden elde edilen yağ zor iyileşen yaraları, göz hastalıklarını, böcek ısırmalarını, romatizmayı, kulak sorunlarını ve yangıyı tedavi etmek için kullanılmaktadır (Subramanean ve Vikram Reddy 2012). Kertenkelelerden 71, tür tıbbi amaçla kullanılmaktadır. Tupinambis merianae’den 8 ve Tupinambis teguixin’den 18 hastalık için elde edilen ürünler Brezilya’da kullanılmaktadır (Alves vd. 2007). Hindistan’da Varanus bengalensis’ten elde edilen ürünler hemeroid, romatizma, ağrılar, yanıklar ve örümcek, yılan ısırmalarında kullanılmaktadır (Kakati vd. 2006). Varanus griseus, Agama caucasica Azerbeycan’da birçok hastalığa karşı kullanılmaktadır. Gekko gecko Hindistan, Bangladeş, Filipinler, Endonezya’da bulunur. Bu hayvanın etinin özellikle de dilinin, birçok hastalık için kullanılabileceği açıklanınca nesli tehlike altına girmiştir. Heloderma suspectum ve Heloderma horridum zehirli kertenkele türleridir. Zehirleri, tip 2 diyabeti tedavi etmek için kullanılmaktadır (Sangaard vd. 2015). Tupinambis merianae (https://www. kaieteurnewsonline. com/2013/04/07/thetupinambis/). 142 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Varanus bengalensis (https://commons. wikimedia. org/. Agama caucasica (https://no. m. wikipedia. org/). İguana Chameleo chameleo Azerbeycan’da birçok hastalığa karşı kullanılmaktadır. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 143 Kaplumbağa Etleri ve kabukları besin ve ilaç yapımı için özellikle Çin’de çok yoğun olarak kullanılmaktadır. Chelonia mydas ve Chelonoides denticulata protein kaynağı olarak da kullanılmaktadır. Çok kolay toplanmaları nedeniyle karasal ve sucul kaplumbağalar güneydoğu ve doğu Asya’da ortadan kalkma tehlikesi ile karşı karşıyadır (Zhou ve Jiang 2004). Kuzeydoğu Brezilya’da Chelonoidis carbonaria ev hayvanı olarak beslenmekte ve ev halkını astımdan koruyacağına inanılmaktadır (Alves ve Rosa 2013). Chelonoidis carbonaria. Yılan Tıbbi amaçla kullanılan yılan türü sayısı 120 kadardır. Yılanlardan elde edilen zehir, insanlarda birçok hastalığı sağaltmak için kullanılabilme potansiyeline sahiptir Zehirli bir yılan türü olan ve Amerika’nın güney doğu bölgesinde yaşayan, Viperidae’den Agkistrodon contortrix’ten trombin benzeri bir enzim elde edilmektedir (Bell ve Markland 1997, Warkentin 1998). Vipera lebetina, Azerbeycan’da halen birçok hastalığa karşı kullanılmaktadır. 144 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Agkistrodon contortrix. Vipera lebetina (https://en. wikipedia. org/). Çin’de romatizma ve felci önlemek için yılan karaciğeri ve safra kesesi kullanılmaktadır. Brezilya’da, Viperidae ve Elapidae familyalarından olan yılanların zehirleri morfinden daha etkili uyuşturucu özelliği taşıdığı için son dönem kanser hastalarında kullanılmaktadır. Eryx johnii (kırmızı kum boğa yılanı), Güney Hindistan’da deri hastalıklarına karşı kullanılmaktadır (Subramanean ve Vikram Reddy 2012). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 145 Ophiophagus hannah (kral kobra) yılanından elde edile α-neurotoxin ağrı kesici olarak kullanılmaktadır (Pu vd. 1995). Çin’de yılanların kan ve safraları uzun yıllardır geleneksel tıpta kullanılmaktadır. Kaslardaki yenilenmenin başlamasını sağlayan proteinler, yılan zehrinden elde edilmektedir. Crotalinae alt familya üyelerinden elde edilen zehir (myotoksin) iskelet kasında etkilidir. Cardiotoksin (polipeptit) kobra zehrinden izole edilir ve düz kaslar üzerine etkilidir (Ownby vd. 1975, Harris vd. 1975, Gutiérrez 1984). Yılanlar ve diğer hayvanlar veya onlardan elde edilen malzemeler kullanılmadan önce çok araştırılmalıdır. Aksi takdirde, bir hastalığı tedavi etmeye çalışırken başka bir hastalıklarla karşılaşmak olanaklıdır. Çin’de SARS (severe acute respiratory syndrome)’ın yeniden ortaya çıkması, yılanların tüketilmesinden kaynaklanmıştır (Zhou ve Jiang 2005). Yılanların alkolde bekletilmesi ile hazırlanan tıbbi amaçlı, yılan şarabı tehlikeli görülmemektedir. Crotalus durissus (Crotalinae) (https://upload. wikimedia. org/wikipedia/). 146 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Yılan şarabı. Meksika’da, çıngıraklı yılan hapları birçok hastalık için kullanılmaktadır. Kanserde, yaraları, varisleri ve romatizmayı iyileştirmede; stresi gidermede, diyabeti ve kalp krizini önlemede kullanılmaktadır (Rubio 1998). Çıngıraklı yılanlar derisi, eti ve vücut parçalarının çeşitli eşya yapımı, besin ve ilaç amaçlı avlanmaları nedeniyle de yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yılanlar, tıpta yoğun olarak kullanılmalarından dolayı dünyadaki belli alanlarda hemen hemen ortadan kalkmıştır (Alves ve Rosa 2005, Fitzgerald vd. 2004). Diğer kullanımlar Kara kaplumbağası, canlı olarak sırta bağlanıp romatizmanın kaplumbağaya geçmesi sağlanmaktadır. Kuzeydoğu Brezilya’da Chelonoidis carbonaria ev Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 147 hayvanı olarak beslenmekte ve ev halkını astımdan koruyacağına inanılmaktadır (Alves ve Rosa 2013). Ev hayvanı olarak Herpetofauna üyeleri Herpetofauna üyeleri, ev hayvanı olarak çok eski dönemlerden beri beslenmektedir. Eski Mısır’da halk, evcilleştirilen timsahlara bakar, besler, kulaklarına küpeler, ayaklarına bilezikler takar ve öldüklerinde bazıları mumyalanıp özel tabutlara konularak kutsal yerlere gömülürlerdi. İguana, Avrupa ve Asya’da evcil hayvan pazarlarında satılmaktadır (Gibbons vd. 2000). Gekko gecko, ev hayvanı olarak tercih edilen Hindistan, Bangladeş, Filipinler, Endonezya faunasına dahil olan bir türdür. Bu hayvanın etinin özellikle de dilinin, birçok hastalık için kullanılabileceği açıklanınca nesli tehlike altına girmiştir (Subramanean ve Vikram Reddy 2012). Mısır’dan timsah mumyası. 148 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Evcil hayvan olarak timsah . Herpetofuna ve amfibi faunası elemanlarının insanlar tarafından besin kaynağı, tıbbi amaçlı ve çeşitli eşyaların yapımında kullanılmak üzere gelişigüzel toplanmaları, belli türlerin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalma nedenlerindendir. Bu toplamalar sırasında, habitatların tahrip edilmesi de türlerin yok olma nedenlerinin en önemlilerinden biridir. Hediyelik eşya olarak canlı halde plastiklere konmuş reptiller. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Çeşitli hayvanlardan elde dilen vücut bölümlerinin yasa dışı satışı. Yasadışı olarak satılan kaplumbağalar (Kamboçya). 149 150 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji KORUNMALARI İklim değişikliği, hastalıklar, istilacı türler, kimyasallar bütün canlılar gibi herpetofuna ve amfibi faunası için büyük tehlike oluşturmaktadır. Çalışmalar, herpetofauna ve amfibi elemanlarının 331 türünün geleneksel tıpta kullanıldığını göstermektedir ve bunlar doğrudan doğadan toplanmakta yetiştirilmemektedir. Bu 331 türden 224’ü (% 67. 6) tehlike altındaki tür sınıfındadır. CITES kapsamındaki türler ise 93 adet (% 28) olarak belirlenmiştir (Alves ve Rosa 2013). Yerel ve modern insanların herpetofauna ve amfibi fauna üyelerine sayılan amaçlar için yüksek taleplerini önlemek olanaklı görünmemektedir. Bu tehlikeli ilgiye karşı en geçerli önlem, bahsedilen canlıların doğrudan habitatlarından toplanması yerine üretilerek kullanılmaları ve doğaya bırakılmalarıdır. Bu amaçla, özellikle yerel insanların eğitilmeleri için etnoherpetoloji çalışmalarının fauna koruma yönünde geliştirilmesi gerekir (Alves ve Rosa 2013). KAYNAKLAR Alves, R. R. N., Rosa, I. L. (2013) Animals in Traditional Folk Medicine, Implications for Conservation. London. Alves R.R.N., Rosa I.L., Santana G.G. (2007a) The Role of animal-derived remedies as complementary medicine in Brazil. Bioscience 57(11):949–955 Anastasi A., Erspamer V., Endean R. (1967) Isolation and structure of caerulein, an active decapeptide from the skin Hyla caerulea. Cell Mol Life Sci 23:699–700. Bell W.R., Markland F.S. (1997) Defibrinogenating enzymes. Discussion. Drugs 54:18–31 Bowie J.H., Tyler M.J. (2006) Host defense peptides from Australian amphibians: caerulein and other neuropeptides. In: Kastin JA, editor. Handbook of biologically active peptides. Amsterdam: Academic Press; 2006. p. 283–9. De Villiers, F. P. R., Ledwaba, M. J. P., 2003. Traditional healers and paediatric care. South African Medical Journal 93, 664–665. Ellis, C., (1996) Ukufa KwaBantu. South African Family Practice 17, 125–151. Fitzgerald L.A., Painter C.W., Reuter A., Hoover C., America T.N. (2004) Collection, trade, and regulation of reptiles and amphibians of the Chihuahuan Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 151 desert ecoregion. TRAFFIC North America, Washington Gibbons J.W., vd. (2000) The global decline of reptiles, Déjà Vu amphibians. BioScience 50(8):653–666. Griffiths, J. A., Cheetham, R. W. S., (1982). Priest before healers—an appraisal of the iSangoma or iSanusi in Nguni society. South African Medical Journal 62, 959–960. Gunstone, F. D., Russell, W. C., (1954). The component acids of crocodile fat. The Biochemical Journal 57, 462–465. Harris, J. B., Johnson, M. A., Karlsson, E. (1975) Pathological responses of rat skeletal muscle to a single subcutaneous injection of a toxin isolated from the venom of Australian tiger snake, Notechis scutatus scutatus. Clin. Exp. Pharmacol. Physiol 2, 383–404. Hoffman, L. C., Fischer, P. P., Sales, J., (2000) Carcass and meat characteristics of the Nile crocodile (Crocodylus niloticus). Journal of the Science of Food and Agriculture 80, 390–396. IPCC (2007) Summary for policymakers. In: Solomon SD, Qin M, Manning Z et al (eds) Climate change 2007: The physical science basis. Contribution of working group I to the fourth assessment report of the intergovernmental panel on climate change. Cambridge University Press, Cambridge, New York Kabara, J. J., vd. (1972) Fatty acids and derivatives as antimicrobial agents. Antimicrobial Agents and Chemotherapy 2, 23–28. Kakati, L.N., Ao B., Doulo V. (2006) Indigenous knowledge of Zootherapeutic use of vertebrate origin by the Ao Tribe of Nagaland. Human Ecol 19(3):163–167. Lall, N., Meyer, J. J. M., (1999) In vitro inhibition of drug-resistant and drug-sensitive strains of Mycobacterium tuberculosis by ethnobotanically selected South African plants. Journal of Ethnopharmacology 66, 347–354. Merchant, M. E., vd. (2005) Antiviral activity of serum from the American alligator (Alligator mississippiensis). Antiviral Research 66, 35–38. Merchant, M. E., Britton., A., (2006) Characterization of serum complement activity of saltwater (Crocodylus porosus) and freshwater (Crocodylus johnstoni) crocodiles. Comparative Biochemistry and Physiology Part A 143, 488–493. 152 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Ownby, C. L., Cameron, D., Ju, A. T. (1976) Isolation of mytotoxic component from rattlesnake (Crotalus viridis viridis) venom. electron microscopic analysis of muscle damage. Am. J. Pathol. 85, 149–166. Preecharram, S., vd. (2008) Antibacterial activity from Siamese crocodile (Crocodylus siamensis) serum. African Journal of Biotechnology 7, 3121– 3128. Pu, X. C., Wong, P.T., Gopalakrishnakone, P. (1995) A novel analgesic toxin (hannalgesin) from the venom of king cobra (Ophiophagus hannah). Toxicon 33, 1425–1431. Roseghini M., vd. (1989) Biogenic amines and active peptides in extracts of the skin of thirty-two European amphibian species. Comp Biochem Physiol C 1989;94:455–60. Sangaard, K.W., vd. (2015) Characterization of the gila monster (Heloderma suspectum suspectum) venom proteome. J Proteomics. 18;117:1-11. Shim-Prydon, G., Camacho-Barreto, H., (2007) New animal products. New uses and markets for by-products and the co-products of crocodile, emu, goat, kangaroo and rabbit. A report for the Rural Industries Research and Development Corporation. RIRDC publication no. 06/117, RIRDC project no. DAQ 320A, pp. 65. Subramanean, J., Vikram Reddy, M. (2012) Monitor lizards and geckos used in traditional medicine face extinction and need protection. Current Science, 102: 9: 1247-1249. Warkentin I.G., vd. (2009) Eating frogs to extinction. Conserv Biol 23(4):1056– 1059. Wang G, Li X, Wang Z. (2009) The updated antimicrobial peptide database and its application in peptide design. Nucleic Acids Res; 37. D933-D7 Zhou Z., Jiang Z. (2005) Identifying snake species threatened by economic exploitation and international trade in China. Biodivers Conserv 14 (14):3525–3536. TIPTA PRİMATLARIN KULLANIMI Primatlar genellikle etleri, kürkleri, verdikleri zararları önlemek için ve tıbbi amaçlı olarak avlanmaktadırlar. Ayrıca süs eşyası, giyecek ve hediyelik eşya yapımı için de avlanırlar. Amazon bölgesinde maymun derisinden, maymun dişlerinden, kafatasından, kemiklerinden, ellerinden, ayaklarından, kuyruklarından çeşitli malzemeler yapılmaktadır (Ha 2006). Birçok primat türü, ev hayvanı olarak da beslenmektedir (Li vd. 2007). Çin’de ve Japonya’da maymunlar kutsal olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, mitolojik olarak da çok önemlidirler. Neotropiklerde büyük memeliler ve primatlar daha çok avlanır. Avlanma nedenleri, tıbbi olduğu kadar büyü yapma amaçlıdır. Yaklaşık 41 cins ve 11 familyaya ait 110 tür primat tıbbi amaçlarla ve büyü yapmak için toplanmaktadır. Cercopithecidae (54 tür), Cebidae (18 tür) ve Hylobatidae (8 tür) en çok avlananlardır. Tıbbi olarak 50 tür, 39 tür geleneksel ve büyü amaçlı, 21 tür de her iki amaç yani tıbbi ve geleneksel amaçlar için avlanır. Primatların tıbbi kullanımı başta Latin Amerika, Afrika ve Asya olmak üzere 52 ülkede görülmektedir. Tıbbi amaçlı primatların %68. 2’si Eski Dünya primatlarından oluşurken %9. 1’i Yeni Dünya primatlarından oluşmaktadır. Bazen tüm vücut kullanılabildiği gibi kürk, bacak, yağ, göz, safra, kan, kemik, beyin, kafatası gibi vücut bölümleri de tıbbi amaçlı olarak kullanılmaktadır. Callithrix jacchus (marmoset), Parkinson hastalığı ile ilgili çalışmalarda ilaçların denenmesi için kullanılmaktadır. Makaklar, Alzheimer hastalığı için 154 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji yapılan çalışmalarda kullanılmaktadır. Renk körlüğü araştırmalarında Saimiri (kadife maymunları) türleri, gen tedavi yöntemlerinde denek olarak yer almaktadır. Simia hamadryas (babun), Schistosomiasis (bilharzia) için aşı geliştirme çalışmalarında kullanılmaktadır. Schistosomiasis türleri olan S. mansoni ve S. haematobium insanlarda, parazit olarak yaşarlar. S. japonicum ise hem çiftlik hayvanlarında hem de insanlarda parazit olarak yaşar (Moshe 2013). Callithrix jacchus (https://upload. wikimedia. org/wikipedia/commons). Makak. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 155 Simia hamadryas (babun). Ateles chamek, Cebus apella, Cercopithecus mona, Macaca mulatta, Trachypithecus pileatus altı adetten fazla tıbbi malzeme için kullanılmaktadır. Vücut parçalarından sert olanlar (kemik, kürk vd. ) güneşte kurutulup öğütülüp toz haline getirilerek çay halinde veya yemeklerle tüketilir. Etleri, beyin, yağları ve kan yenerek içilerek veya merhem olarak kullanılır (Rijksen ve Meijaard 1999). Macaca mulatta, Hindistan’da malarya, tifo, kolera, frengi gibi hastalıkları tedavi etmek için yenerek kullanılır (Geissmann 2007). Cercopithecus mona. 156 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Trachypithecus pileatus. Macaca assamensis ve Macaca mulatta’nın beyni, Hindistan’da yenerek romatizmanın tedavi edileceği ve kanlarının içilmesi ile de astımın tedavi edileceği düşünülmektedir. Romatizma tedavisi için masaya başı ve vücudu bağlanan bir maymunun başından aşağı dökülen kaynar su ile baş ve yüz derisinin soyulması sağlanır ve bunlar kullanılır. Ayrıca, bir doktorun hayvanın kafatasında delik açıp içine merhem eklemesi ve sonra da hastanın bu merhemle birlikte beyni yemesi ile iyileştirileceği düşünülür. Astım için maymunun kanı içilir (Ham 1998). Vietnam’da primatların vücut parçaları alkole konarak maymun şarabı olarak satılmaktadır (Fruth vd. 2008). Aynı zamanda enerji içeceği olarak da kullanılır (Tang ve Li 1957). Sri Lanka’da ise maymunların organları insanlara nakledilmektedir (Ham 1998). Maymunlar, geleneksel festivallerde ve dini törenlerde insanlara sağlık getirmeleri amacı ile kullanılırlar (Léo Neto vd. 2009). Primatlar, genellikle mitlerle de çok yakından ilişkilidir. Büyü ve geleneksel amaçlı törenlerde kullanılırlar. Afrika’dan Tibet’e kadar olan bölgelerde insan yerleşim yerlerinin koruyucusu olarak ve şans getirici olarak kabul edilirler. Dini yönden de önemlidirler. Atalarının yeniden doğuşunu sağlayacaklarına inanılır. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Singapur’da, Sri Krishnan Hindu Tapınağı’nda Maymun Tanrı heykeli (Hanuman). Maymun Tanrı (Hanuman). 157 158 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Sierra Leone’de kurutulmuş Şempanze kemikleri bebeklerin vücuduna bağlanır ve büyüyünce kuvvetli olacaklarına inanılır (Hanson-Alp vd. 2003). Türklerde maymun dişinin muska olarak kullanımının aşırı uykuyu engellediği düşünülür (Doğan 2011). Hindistan’da langur (Semnopithecus entellus)’un gözü ile muska yapılır gücü ve cesareti arttıracağı düşünülür. Alouatta seniculus kemikleri guatr hastalığını iyileştirmek için Colombia’da kullanılır (Garbutt 1999). Gene aynı türün dil kemiğinden (hyoid) yapılan içeceğin ağrıları geçireceğine, astımı tedavi edeceğine ve Surinam’da ise kekemeliğe iyi geleceğine inanılmaktadır (Albignac 1987). Alouatta palliata, Costa Rica’da şeytanla eş değer tutulur ve kötü olaylara yol açacağına inanılır. Bir yerleşim yakınında görülünce öldürülür (Manh Ha vd. 2008). Primatlar, bazı bölgelerde ise sosyal tabu olarak kabul edilir. Ör. Pan troglodytes populasyonu, insanlara benzerliği nedeni ile avlanmaz. Semnopithecus entellus (https://upload. wikimedia. org/). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 159 Alouatta seniculus (https://upload. wikimedia. org/wikipedia/commons). Alouatta palliata (https://upload. wikimedia. org/wikipedia/commons). 160 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Pan troglodytes. Gine’deki Manon Bölgesi’nde şempanzelerin, atalarının yeniden dünyaya gelmiş hali olduğunu kabul ederler ve kutsal sayarlar. Tüm bunların yanı sıra insanlar, maymunlarda bulunan virüsler tarafından enfekte edilme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. SIV/HIV ve Ebola belli bölgelerde hem insan hem de maymunlardaki patojenlerdir. Bunlarda, insan için en tehlikelisi maymun kökenli HIV virüsüdür (Moshe 2013). Maymun etlerinin yenmesi veya vücut parçalarının kullanılması tehlikeli olabilir. KORUMA IUCN Kırmızı Listesine göre bahsedilen 110 primat türünün, 22‘si yok olma tehlikesine karşı hassas, 23 tanesi tehlike altında, 14 tanesi kritik olarak tehli- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 161 ke altında, 43 tanesi şimdilik tehlike altında değil ve 1 tanesi için de bilgi eksiktir. Tüm bu türler aynı zamanda CITES listesinde yer almaktadır. Avrupa Topluluğu ülkelerinde şempanze, orangutan ve gorillerin insanlara benzerlikleri nedeniyle deneylerde kullanılması yasaklanmıştır. Ancak, ebola virüsüne ilişkin çalışmalarda olduğu gibi, hayvanlar için yararlı ise deneylerde kullanılabileceği belirtilmiştir. Çeşitli amaçlarla yasadışı olarak, primatların vücut parçaları yerel pazarlarda satılmaktadır. Birçok yerel kültürde primatların önemli yer tuttuğu görülmektedir. O nedenle de çeşitli amaçlar için kullanımları planlanarak populasyonları korunmalıdır. Habitatlarının korunması da türlerin korunması yönünden çok önemlidir (Alves ve Rosa 2013). Yasadışı olarak satılan orangutan kafatasları (Avustralya) 162 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Yasadışı olarak ölü babunların yerel pazarlarda satışı (Vietnam) Yasadışı olarak yerel pazarda satılan Alouatta seniculus başı (Lima, Peru) Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 163 KAYNAKLAR Albignac R., (1987) Status of the aye-aye in Madagascar. Primate Conservation 8:44–45. Alves, R. R. N., I. L. Rosa (2013) Animals in Traditional Folk Medicine, Implications for Conservation. London. Doğan, Ş., (2011) XIV. -XV. yüzyıl türkçe tıp metinlerinde halk hekimliği izleri. Millî Folklor, 89: 120-132. Fruth B., vd. (2008) Pan pa.niscus. IUCN Red List of Threatened Garbutt N., (1999) Mammals of Madagascar, 1st edn. Pica Press, London Geissmann T., (2007) Status reassessment of the gibbons: results of the Asian primate red list workshop 2006. Gibbon J 3:5–15. Ha N.M., (2006) Some observations on the Hatinh Langur, Trachypithecus laotum hatinhensis (Dao, 1970), in north central Vietnam. Primate Conserv 21:149–154. Ham R., (1998) Nationwide chimpanzee survey and large mammal survey. Report for the European Communion and Republic of Guinea. Hanson-Alp R., vd., (2003) Sierra Leone. In: Kormos R, Boesch C, Bakarr M, Butynski T (eds) West African Chimpanzees: status survey and conservation action plan. IUCN/SSC Primate Specialist Group, Gland, pp 77–87. Léo Neto N.A., Brooks S.E., Alves R.R.N., (2009) From Eshu to Obatala: animals used in sacrificial rituals at Candomble ‘‘terreiros’’ in Brazil. J Ethnobiol Ethnomed 5(1):1–23. Li Y., Huang vd. (2007) Dramatic decline of François’ langur Semnopithecus francoisi in Guangxi Province, China. Oryx 41:38–43 Manh Ha N., vd. (2008) Nomascus siki (In: IUCN Red List of Threatened 2011). IUCN. Moshe, B. M., (2013) Primates in medical research, 1-70. Rijksen H.D., Meijaard E., (1999) Our vanishing relative: the status of wild orangutans at the close of the twentieth century. Springer, Dordrech. Tang Z.Y., Li Z.F., (1957) Brief report on a survey of Hainan’s vertebrates. Acta Zool Sinica 1: 246–249. BUZ ADAM ÖTZİ Erica ve Helmut Simon, 1991 yılının on dokuz eylül günü Avusturya ve İtalya sınırında Alp Dağları’nda (Tirol Alpleri), Hauslabjoch yakınında, Simulian Sığınağı alanında yürüyüş yapıyorlardı. Yürüyüşte, 3210 metre yükseklikteki bölgeye ulaştıklarında normal güzergahın dışına çıkarak yola devam ettiler. Bir süre sonra buzlar arasında, ilk bakışta oyuncak bebek zannettikleri bir cisim gördüler. Ancak, daha dikkatle bakınca bunun bir insan bedeni olduğunu anladılar. Sığınağa dönerek, polise bilgi verdiler. Ötzi’nin ilk bulunduğu durumu. 166 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Alp Dağları’nda bulunan cesetler genellikle, yakın tarihlere ait dağcıların cesetleri olduğu için, bulunan cesedin de bunlardan biri olduğu düşünüldü. Tırmanışlarda, kaza sonucu ölen dağcıların cesetleri, önce karla sonra da buzla kaplanır ve buzun içinde görünmeyebilirler. Daha sonra buzların hareketi ile cesetler, farklı alanlara taşınabilir. Bulunan ceset için de bu yorum yapıldı. Ötzi’nin bulunduğu yerdeki anıt. Başlangıçta, cesedin polisiye bir olayın kanıtı olduğu düşünüldü. Hukuki ve adli işlemler Avusturya ve İtalya tarafından ortaklaşa olarak bu görüşle başlatıldı. Öncelikle, ölüm nedeninin saptanması gerekiyordu. Ceset lokalitesinin en yakın olduğu yer, yasal olarak adli işlemlerin yürütülmesine uygun olduğu için cesedi buzdan çıkarmak ve taşımak için Innsbruck (Avusturya) polisi görevlendirildi (Sjøvold 1992). Helikopterle bölgeye giderek cesedi buzdan çıkarmaya çalıştılar. Cesedin yarısını çıkarmayı başardılar. Ancak, yüksek rakımda oksijen yetersizliği nedeniyle yaşanan zorluk, çalışmanın kısa bir süre ertelenmesine neden oldu. Cesedin fotoğrafları çekildi ve yanında bulunan balta delil olarak alındı. Bütün bunlar olurken ceset, hala yakın tarihli bir olayın sonucu Alp Dağları’nda oldukça sık görülen bir dağcının cesedi olarak kabul ediliyordu. Olay, Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 167 merak uyandırdığı için birçok kişi, Simulian Sığınağı’na cesedi görmek için geliyordu. Eylülün yirmi üçünde, 22 kişilik bir grup cesedi buzdan çıkarmak için çalıştı. Bu gruptan altı dağcı, eylülün yirmi birinde, cumartesi günü cesedin resmini çekti. Bu resim, Life dergisinin kasım sayısında yayımlandı ve ayrıca posta kartı olarak basıldı. Cesedin üzerindeki giysilerin deri ve kürk olması yakındöneme ait olmadığının göstergesi olarak ilk göze çarpan kanıtlardı. Bu bilgiler gazetelerde ve televizyonda yayınlandı (Sjøvold 1992). Adli tabip olan Innsbruck Üniversitesi’nden profesör Rainer Henn cesedin mumyalaşmış olduğunu gördü. Daha sonraki araştırmalar için Innsbruck’ta arkeoloji profesörü olan Konrad Spindler’e ulaştı. Konrad Spindler, basında çıkan haberlerden cesedin en az 500 yıllık olduğu kanısındaydı. Cesedi, cesedin üzerindeki giysileri ve kullandığı aletleri inceleyen Konrad Spindler’in dikkatini çeken ilk kanıtlar, 12, 5 cm’lik çakmak taşından yapılmış bıçak, deriden yapılmış ve otlarla yalıtılmış botlardı. Bu kanıtlar cesedin, yaklaşık olarak Milattan Önce 4.000 yıllarına tarihlendiğini gösteriyordu. Bilgiler basına açıklandı ve bütün dünya bu bilgiye ulaştı. Böylece, bu güne kadar bulunan bütün giysileri ve donanımı ile en iyi korunmuş tarih öncesine ait insan kalıntısından bütün dünya haberdar oldu. Buz adama, Ötzal Alpleri’nde (Otztal Alps) bulunduğu için “Ötzi” adı verildi. Bazıları, yeni bir insan türü olarak niteleyip “Homo tirolensis” adını verdi. Ancak Ötzi, günümüz insanları gibi “Homo sapiens sapiens” türüne aitti. Karbon on dört testi kullanılarak yapılan belirlemelere göre Ötzi’nin yaşı, Milattan Önce 3.300 yıllarına tarihlenmekteydi ve 5000 yıldan daha uzun bir süredir buz içinde korunduğunu göstermekteydi. Ötzi, okla sırtından vurularak öldürülmüştür. Ötzi öldüğü zaman Alp Dağları’nın iklimi, bu günkü ile aynı olmalıydı. Bu da yaz döneminde Alp Dağları’nda kar ve buz bulunmayan alanların var olduğu anlamına gelmektedir. Ötzi’nin de böyle bir bölgede öldüğü düşünülmektedir. Gözlerinde, böcek yumurtalarının bulunmaması ve giysilerinde çakal eriği kalıntılarının bulunması, sonbaharda ilk kar yağışından hemen önce öldüğünü göstermektedir. Vücudunda yabani hayvanların saldırısını gösteren bir iz bulunmamaktadır. Öldükten sonra, vücudu gündüz sıcaklığından dolayı su 168 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji kaybetmiş ve daha sonra ince bir kar örtüsü ile ve daha sonraki günlerde de buzla kaplanmıştır. Bu nedenle hayvanlar Ötzi’yi görmemişlerdi. Bulunduğu çukurda ve buz içinde 1991 yılı yazında, buzların erimesine kadar korunmuştu. Bulunduğu yer, çukur bir bölge olduğu için sürüklenmekten de kurtulmuştu. Yani birçok tesadüf sonucunda, Ötzi korunup günümüze kadar ulaşmıştı (Sjøvold 1992). Ötzi’nin yaşadığı döneme ait bilgilerin önemli bir bölümü, kullandığı bitki ve hayvan kökenli malzemelerden elde edilmiştir. Bu malzemeler Kuzey İtalya’da, Bolzano’daki Güney Tirol Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır. Ötzi giysileri ve kullandığı malzemeler. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 169 Diğer bir görüntü Ötzi giysileri ve kullandığı malzemeler. Yanında bulunan malzemelerden olan bıçağın, bronzdan değil (Bronz Çağı, Orta Avrupa’da Milattan Önce 2300 yıllarına tarihlenir) bakırdan yapılmış olması, Orta ve Güney Avrupa’da geç dönem Taş Devrini işaret etmektedir. Baltanın sapı, Taxus baccata (porsuk ağacı)’dan yapılmıştır. Baltanın kısımlarını sabitlemek için de hayvan derisi kullanılmıştır. Ötzi’nin giysilerinde ve midesinde de siyez buğdayı kalıntısının bulunması, yaşadığı bölgede tarım yapıldığını göstermektedir. Deri ve kürkten yapılmış ok kılıfında, 15 adet ok bulunuyordu. Oklardan bazıları, yönlendirilebilmeleri için tüy taşıyordu. Okların uçları ise çakmak taşından yapılmıştı. Ayrıca, geyik boynuzu ve kemiği, ot gibi malzemeler de ok kılıfı içinde bulunmuştur. 170 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Ötzi’nin oku ve kuş tüyleri. Ötzi’nin Taş Devri’nde, Alp’lerin güneyinde yaşayan insan populasyonuna ait bir birey olduğu da belirlenmiştir. Vücudunda bulunan dövmeler, Milattan Önce 585’e tarihlenen ve Sibirya’da yaşamış İskitlerin mezarlarında bulunan cesetlerdeki dövmelere benzemektedir. Dövmeler, kemik veya ağaçtan iğnelerle deri altına kül verilerek yapılmıştır. Bu dövmeler sırt ağrısı, eklem ğrısı ve mide rahatsızlıklarını gidermede önemli olan geleneksel akupunktur noktalarına yakındır. Bir tedavi yöntemi olarak uygulanmış olabilir. Araştırmacılar Ötzi’ninvücudunda bulunan 61 adet dövmenin şekillerini ve vücutta yer aldığı bölgeleri belirlemişlerdir (Engelking 2015). Ötzi’nin ayakkabıları uzmanlar tarafından incelenmiş ve aynı malzemelerle yeniden yapılmıştır. Bu ayakkabıların tabanı, ayı derisinden yapılmış olup otlar da tabanda izolasyon için kullanılmıştır. Bu ayakkabılarla Ötzi’nin bulunduğu yerde, yürüyüş yapılmış ve günümüzdeki yürüyüş ayakkabılarından daha rahat olduğu belirtilmiştir. Otlar arasındaki hava iyi bir ısı yalıtımı ve rahatlık sağlamıştır. Ayrıca, suya girip çıkınca ayakkabı çok çabuk kurumuştur. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Ötzi’nin vücudundaki dövmeler (Engelking 2015). Ötzi’nin ayakkabıları. 171 172 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Ayakkabıların içindeki malzeme (Güney Tirol Müzesi). Ötzi’nin üstündeki giysilerin hepsi beklendiği gibi hayvan ve bitkilerin farklı kısımları kullanılarak yapılmıştı. Giysileri üç kattı. Yağmurluk görevi yapan bir giysi, tozluklar ve keçi derisinden yapılmış iç çamaşırları vardı. Giysiler saman dolu ayakkabılar, kahverengi ayı kürkünden şapka, deriden ve keçi kürkünden yapılmış ceketten oluşuyordu. Neolitik dönemdeki giysilere ilişkin bilinen hemen bütün bilgiler Ötzi’den elde edilmiştir. “X”ışınları ile yapılan incelemede doku ve DNA örneklerinin kimyasal analizleri yapılmıştır. Elde edilen veriler vücudundaki yağın çok az olduğunu, dört tane kırık kaburga kemiğini, kalça, diz, ayak bileği eklemlerinde, omurgalarında kireçlenmeyi göstermiştir. Ayrıca, damar sertliği ve olası inme belirtileri de saptanmıştır. Kaburga kırıklarının, üstünü örten buzulların ağırlığı nedeniyle olabileceği yorumu da getirilmiştir. Ayrıca, keneler tarafından bulaştırılanLyme hastalığının saptandığı ilk kişidir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 173 Tayt, keçi deri parçaları hayvan derisinden yapılmış iple dikilmiştir. Geyik derisinden yapılmış, tozluk, kemer ve pantolonun üstünde, altında olan bağcıklar pantolonun sabit durmasını sağlıyordu. Ayı kürkünden yapılmış bere. Ötzi’nin malzemeleri arasında, ağaç mantarları da bulunmuştur. Önce bunların, ateş yakmak için kullanıldığı düşünülmüştür. Fakat, daha sonra bu bu iki tür mantarda birinin, Piptoporus betulinus türü olduğu saptanmıştır. Bu mantar, huş ağacı üzerinde gelişen ve antibiyotik özellikleri taşıyan bir asit içermektedir. Parazitlere karşı kullanılan eğrelti otunun kalıntıları midesinde ve bağırsaklarında bulunmuştur. Ötzi’nin vücudundaki çizgi ve noktalardan 174 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji oluşan 61 adet dövme, dejeneratif hastalıkların belirtilerinin olduğu dizler ve ayak bileklerinin üzerinde bulunmaktaydı. Dövmeler, geleneksel akupuntur noktalarının bulunduğu yerlerdeydi (Galef 2012). Ötzi’nin malzemeleri arasında bulunan mantarlar. Ötzi’nin vücudundaki dövmeler ve yanındaki tıbbi amaçla kullanılabilen bitkiler o dönemde, sağlık sorunlarının çözümünde yöntemlerin birlikte kullanıldığını göstermektedir. Ötzi’nin sağladığı bu bilgiler, 5000 yıl önceki günlük yaşam ve kullanılan doğal malzemelere ilişkin önemli bilgilerdir. Ötzi’nin bitki ve hayvanlardan elde edilmiş malzemeleri değişik amaçlar için kullandığının belirlenmesi doğa ile sıkı ilişkisini göstermektedir. Midesindeki kalıntıların, ölmeden 12 saat önce yediği son yemeğin kızıl geyik eti, dağ keçisi eti (Wade 2018), siyez buğdayından (Triticum monococcum) yapılmış ekmek ve erik olması, giysilerinde arpa gibi birçok diğer bitkinin kalıntılarının bulunması, bağırsak parazitleri için ve antibiyotik amaçlı kullanılan bitkilerin çantasında bulunması, giysilerinin, silahlarının, diğer kullandığı malzemelerin bitki ve hayvanlarla bağlantılı olması etnobiyolojik yönden önemli bilgilerdir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 175 KAYNAKLAR Engelking, C., (2015) Scientists Have Mapped All of Ötzi the Iceman’s 61 Tattoos. 1. Eylül 2018 tarihinde http://blogs. discovermagazine. com adresinden erişildi. Galef, J., (2012) Iceman was a medical mess. 1 Haziran 2018 tarihinde http:// www. sciencemag. org adresinden erişildi. Kaynakhttp://factsanddetails. com/world/cat56/sub362/item1496. html#chapter-4 Sjøvold, T., (1992) The Stone Age Iceman From the Alps: The Findand the Current Status of Investigation. Evolutionary Anthropology. 1: 4:117-124. Wade, L., (2018) The ‘Iceman’s’ last meal was a high-fatfeast. 18 Ağustos 2018 tarihinde http://www. sciencemag. org adresinden erişildi. BAL BULAN KUŞLAR Afrika’da, Sahra Altı bölgesinde “bal rehberi” olarak anılan ve bilimsel ismi Indicator indicator (Türkçe olarak gösterge diye çevirebileceğimiz) olan bir kuş, avcı-toplayıcı besin bulma yöntemini halen kullanan insanlarla karşılıklı yararlanma üzerine kurulu bir ilişki geliştirmiştir. Kuşun davranışı 1500 yılında saptanmıştır. Bu kuş, genellikle çok büyük ağaçlarda bulunan ve saptanması zor olan kovanların yerini, rehberlik ederek insanların bulmasını sağlar. Bal bulan kuş (Indicator indicator), 1838 yılından çizim (Nicholas Huet le Jeune, Jean-Gabriel Prêtre, WikiCommons). 178 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Bal bulan kuş (Indicator indicator). Isack ve Reyer (1989), Kenya’daki Boran toplumu ile bu kuşun ilişkisini inceleyen bir çalışma yapmıştır. Çalışmadaki bulgular özetle şöyledir: Kuş bir kovanın yerini saptadığı zaman, insanlara yakın uçarak ve “tirr-tirr-tirr” şeklinde ses çıkararak telaşlı denebilecek şekilde insanların dikkatini çekmeye çalışır. İnsanların dikkatini çekene kadar bu davranış devam eder. Daha sonra, işaret edeceği ağacın tepesine doğru uçar ve dönüp bir çalıya konar. Tekrar ötmeye başlar. İnsanlar da kuşla konuşarak ve ıslık çalarak onu takip eder. Kuşlar, davranışlarıyla kovanın olduğu ağacın uzaklığına ilişkin bilgiler de verir. Kuşların çalılara kondukları mesafeler kısaldıkça, kovanın bulunduğu ağaca yaklaşıldığı anlaşılır. Bu karşılıklı davranış, kovanı bulana kadar devam eder. Kovanın olduğu ağaca ulaşınca ötme şekli değişir. Daha önceki ötüşlerden farklı olan bu ötüş, daha yumuşak tonda ve ötüşler arasındaki aralık daha uzundur. Davranışlar, kovanı bularak başarıya ulaştığı için daha sakindir. Kuşlar sadece bir kovanı değil, aynı bölgede birkaç kovanın yerini saptamıştır. Eğer insanlar kuşun, ilk gösterdiği kovanı bulamazlarsa kuş, diğer kovanlarınyerini aynı şekilde göstermeye çalışır. Kovanı bulup balı aldıktan sonra insanlar, kuşa da yemesi için bir miktar bal verir (Isack ve Reyer 1989). Bal, bu bölgedeki insanların besininin % 15 kadarını oluşturmaktadır. Bal rehberi kuşlar, insanların çıkardığı özel sesleri de tanırlar. İnsanların, “br- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 179 rr-hm” şeklindeki çağrılarına cevap olarak kovanları aramaya başlarlar. Kovanı bulup insanların kovana ulaşmasını sağladıktan sonra kendilerine de ödül olarak bal verileceğini bilirler. İnsan ve kuşun karşılıklı yararlanma yöntemi birlikte geçirilen evrim sürecinin sonucudur (Pennisi 2016). İnsanlarla bal rehberi kuşun birlikte evrimi Afrika’da, Homo erectus insan türüne kadar uzanarak 1, 9 milyon yıllık bir geçmişe sahiptir. Böylece kuşlar ve insanlar, doğal bir kaynağı paylaşarak karşılıklı yararlanma sağlamış olurlar. Tanzanya’da Hadza kabilesinden insanların bal toplaması (http:// frontierbushcraft. com/). KAYNAKLAR Isack, H. A., Reyer H. U. (1989). Honey guides and Honey Gatherers: Interspecific Communication in a Symbiotic Relationship. Science, New Series, 243:4896: 1343-1346. Pennisi, E. (2016). Wild bird comes when honey hunters call for help Honeyguides understand specific human signal. Science. 353: 6297: 335. ÇAYIR TAVUĞU FESTİVALİ Kuzey Amerika’da yaşayan büyük çayır tavuğu (Tympanuchus cupido)’nun, bahar dönemindeki ilginç üreme davranışları birçok festivalin ve ekoturizm aktivitesinin konusu olmaktadır. Nisan ayının ortalarında yapılan Büyük Çayır Tavuğu Festivallerinde, bu renkli üreme ritüeli sırasındaki davranışları, bir ekoturizm aktivitesi olarak halka sunulmaktadır. Davranışları izlemek için turlar yapılmaktadır. Festivallerde, gözlemlerin yanısıra bilgilendirici sunumlar da yapılmaktadır. Erkek büyük çayır tavuğu. 182 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Ağaçta dişi büyük çayır tavuğu grubu. Dişi büyük çayır tavuğu. Kuzey Amerika’nın orta bölgesindeki çayırlarda yaşayan, büyük çayır tavuklarının sayıları 1800’lü yılların sonu ile 1900’lerin başında milyonları buluyordu. Fakat, bölge insanlarının bunları lezzetli oldukları için avlamaları ve Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 183 habitatlarının bozulması, sayılarının düşmesine neden olmuştur. Mark Twain, 1878’deki Avrupa gezisinin sonuna doğru, en sevdiği Amerikan yemeklerinden oluşan fantezi bir menü yazdı. Bu listede büyük çayır tavuğu da yer almaktaydı. Nebraska’dan 1900’lerde satmak için avlanmış büyük çayır tavukları ve avcı. Futbol topundan biraz büyük olan bu hayvanın göze çarpan bir renklenmesi vardır. Üreme döneminde, dans eden erkeklerin baştaki siyah tüylerinin kulaklar gibi görüntü vermesi, boyunlarındaki şişkin turuncu kese ve kuyruk tüylerinin yelpaze şeklide açılması, dişiyi cezbetmek için ortaya çıkan özelliklerdir. Çiftleşme dansı sırasında, baştaki tüyler hızla fırlatılır gibi açılır, ayaklar yere vurulur, boyundaki turuncu kese şişirilirken 1, 5 mil mesafeden duyulabilen sesler çıkarırlar. Dişiler bu seslerin özelliğine göre çiftleşecekleri erkekleri seçerler. 184 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Büyük çayır tavuklarının Kuzey Amerika’daki dağılım alanları. Haritadaki açık ve koyu renkli bölgelerde, 1800-1900’lü yıllarda büyük çayır tavuklarınınpopülasyonlarındakibirey sayısı yüksekti ve bütün yıl boyunca bu alanlarda bulunuyorlardı. Ancak, bu gün açık renkli alanlarda yılın belli dönemlerinde ve nadir olarak görülüyorlar. Koyu renkli alanlarda ise bütün yıl boyunca bulunuyorlar. Bu alanlar, günümüzdeki parçalı dağılımlarını gösteren alanlardır. Yayılma alanlarının daraldığı, bu haritadan anlaşılmaktadır. Yayılma alanının önemli bir bölümünde, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan bir türdür. Büyük çayır tavukları için çeşitli bölgelerde ekoturizm faaliyetlerini de içeren festivaller yapılır. Festivallerde, büyük çayır tavuklarının üreme dansları taklit edilerek dans edilir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 185 Büyük çayır tavuğu festival afişi. Kuzey Amerika Kızılderililerinin klanlarından “Blackfoot” klanı, büyük çayır tavuklarının danslarını taklit ederek dans ederler. Bu danslar, 1900’lerden beri şenliklerde yer almaktadır. Dansçıların kıyafetleri, büyük çayır tavuklarının renklerine ve tüylerine uyacak malzemelerle donatılmıştır. Dans figürleri de tavuğun, üreme ritüelindeki hareketlerinin taklit edilmesinı yansıtır. Günümüzde ise bu danslar, modern figürlerle dans yarışmalarında yer almaktadır. Aşağıdaki fotoğraflar, İkinci Dünya Büyük Çayır Tavukları Dansı Dünya Şampiyonası’na katılan dansçıları göstermektedir. Bu şampiyona, “Blackfoot” klanı üyelerinin katılımı ile Alberta (Kanada)’da, Haziran 2009’da düzenlenmiştir. 186 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Dans eden “Blackfoot” klanı üyesi. Dans eden “Blackfoot” klanı üyesi ve büyük çayır tavuğu renklerini temsilen çok renkli giysileri. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 187 KAYNAKLAR Beahrs, A., (2008). The “PrairieHens” Of Illinois. 16. Haziran 2018 tarihinde https://www. allaboutbirds. org. adresinden erişildi. Powell, L. A., Management of sandhillsrangelandsforgreaterprairie-chickens 16. Haziran 2018 tarihinde https://wildlife. unl. edu/pdfs/greater-prairie-chickens. pdf, adresinden erişildi. The Nebraska-PrairieChicken Festival (2018). 16 Haziran 2018 tarihinde https://www. nebraskaprairiechickens. com/festival adresinden erişildi. HAYVAN MUMYALARI Hayvanların da insanlar gibi mumyalanması, Mısır medeniyetinin önemli ve en dikkat çekici yönlerindendir. Hayvanların da ruhları olduğu ve mumyalanmış vücutları içinde ruhlarının korunarak, insanlar gibi ölümden sonra da başka bir dünyada yaşamalarının sağlandığı düşünülmüştür. Koyun, keçi, maymun, aslan, kedi, köpek, çakal, arı, ceylan, balık yarasa, baykuş, timsah, gübre böceği, kel aynak, kartal, yılan, kertenkele ve birçok kuş türü Mısırlılar tarafından mumyalanmıştır. Ayrıca, timsah yumurtaları ve gübre böceğinin oluşturduğu gübre topları da mumyaların içinde yer almıştır. Bazı mumyaların içinde, hayvan bulunmayabilir ya da bazı vücut parçaları bulunabilir. Maymun mumyası, Kahire (Wikimedia Commons). 190 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Boğa mumyası (Wikimedia Commons). Kuş mumyasının üstünde Mısır Tanrılarını betimleyen hiyelogrifler bulunuyor (Wikimedia Commons). Hayvan mumyalarının yoğun olarak yapıldığı dönem, Milattan Önce 630 ile Milattan Sonra 395 yılları arasına rastlayan Yunan-Roma Dönemi idi. Bu dönem Mısır’ın Yunanlılar, Romalılar, Asurlular tarafından işgal edildiği dönemlerdi. Bu dönemlerde hayvan mumyalarında bir artış görüldü. Hayvan mumyaları ile kimliği güçlendirme, bireycilik, milliyetçilik ve gurur gibi duygularını desteklemeye çalıştılar. Ayrıca politik, sosyal ve ekonomik yönden sıkıntılı olan bu dönemde çeşitli hayvan tanrılardan, onlara değer verildiğini göstererek yardım almak için de mumyalamak, bir yöntem olarak görülmüş olabilir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 191 Mısır’da hayvanlar, birçok farklı amaçlarla mumyalanmıştır. Evcil hayvan olarak mumyalananlar, sahipleri ile beraber aynı yerde saklanmışlardır. İnsanlar gibi hayvan mumyalarının da yanına yiyecek konmuştur. Gıda olarak düşünülenler, ölüler için mumyalanmışlar ve çoğu pişirilmeye hazır olarak ölülerle aynı mezarlara konmuşlardır. Kutsal ve canlıyken tapılan hayvanlar, ölünce mumyalanarak gömülmüşlerdir. Diğer bir grup mumya da tanrılarla özdeşleşmiş olan hayvanların mumyalarıdır. Bu mumyalardan milyonlarca bulunmuştur. Çoğu katakomblara (lahit) konmuşlardır. Bazı mumyaları ise tabutlara koyup, tabutların kapaklarının üzerlerine de içindeki mumyanın heykelini yerleştirmişlerdir. Kobra yılanı mumyasının konduğu tabutun üstündeki insan başlı bronz kobra yılanı tanrı Atum’u temsil etmektedir. Atum, dünyayı yaratmadan önce ilkel sularda yüzdüğü sanılan tanrıdır (Wikimedia Commons). 192 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Tanrı Bastet’i temsil eden kedi mumyası içeren heykel (Wikimedia Commons). Maymun şeklinde heykel taşıyan bir maymun mumyası tabutu. Thoth’a sunulan mumyalanmış hayvanı içeriyordu. Bilgeliği için saygı duyulan Thoth’un konuşma ve hesaplamanın mucidi olduğuna inanılıyordu ve yazıların koruyucusuydu. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 193 Tuna el-Gebel’de binlerce kutsal babunun mumyalarının bulunduğu mezarlar. Bazı hayvan mumyaları ise gruplandırılmamıştır. Bunların yapılma amaçları ve mumyalanma yöntemleri halen araştırılmaktadır. Hayvan mumyaları, Milattan Önce 1000’lerde Mısır ekonomisinin çok önemli bir bölümünü oluşturuyordu. Bu mumyalar ihraç ediliyordu. Özellikle, tapınakların önemli gelir kaynağıydı. Mısır’da, çok sayıda hayvan mumyası bulunmasına rağmen bunlar ancak, yirminci yüzyıl sonunda incelenmeye başlanmıştır. Halbuki mumyaların çalışılması ile o dönemlerdeki türler, ölüm nedenleri, hastalıklar, mumyalama yöntemleri, din, ticaret, hayvanları evcilleştirme, ekosistemlerin özellikleri, evrim süreci ve kültür hakkında yoğun bilgi edinmek mümkün olabilir. Hayvan mumyaları, insanların hayvanlara verdikleri önemi gösterdiği için etnobiyolojik yönden önemlidirler. KAYNAKLAR Cardin, M. (Ed. ) /2014). Mummies around the World: An Encyclopedia of Mummies in History, Religion, and Popular Culture. ABC-CLIO, LLC. David, A. R. (Ed. ) (2008). Egyptian Mummies and Modern Science. Cambridge Universtiy Press. Etnobiyolojik bir tören: AİNU AYI FESTİVALİ Arkaik Ainu toplulukları Hokkaido’da, Sakhalin’de ve Kuril Adaları’nda halen yaşamaktadırlar. Bu toplulukların alışılmadık gelenekleri ilk olarak, 17. yüz yılda Katolik misyonerler Girolamo de Angelis ve Luis Frois tarafından hazırlanan raporlarda yer almıştır. Hemen hemen aynı tarihlerde Hollandalı kaptan de Vries de bu konuda bir rapor hazırlamıştır. Daha sonra Rus, İngiliz ve Fransız gezginler, kaşifler ve askerler Ainu topluluklarının ilginç törenleri hakkında çeşitli bilgiler vermişlerdir (Kitagawa 1961). Rus misyonerler, Kuril Adaları’ndaki Ainu toplulukları ile bağlantı kurmuşlardır. Son iki yüz yıldır birçok batılı ve Japon araştırmacı bu Ainu hakkında bilgi birikimine katkıda bulunmuştur. Farklı disiplinlerden özellikle de etnologlar ve tarihçiler ayıların yer aldığı törenlerle (Iyomante olarak adlandırılıyor) ilgili birçok çalışma yapmışlardır (Kitagawa 1961). Ainu toplulukları, hayvan ve bitkileri tanrının temsilcisi olarak kabul ederler ve törenler yaparlar. Ainu dilinde, “kamui” kelimesi “ayı” demektir ve tanrı anlamında da kullanılmaktadır. Sadece ayı değil böcek, kurt, geyik, tilki, baykuş, ağaçkakan, balina, yunus, köpek balığı, kurbağa, kuş, balık gibi tüm hayvanlar tanrının temsilcisi olarak kabul edilir. Fakat, ayı tüm hayvanlar içinde en önemli tanrı temsilcisidir. 196 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Hokkaido’dan Ainu Topluluğu (1902). Ainu ayı töreni. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Diğer bir Ainu ayı töreni. Tören öncesi ayının Ainu kadını tarafından beslenmesi. 197 198 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Ainu’lar ve evcilleştirilmiş ayı. Rusya’da yaşayan Ainu’lar (1870). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 199 Bu tanrı temsilcileri, bazen insanları ziyaret eder. Ayı iri vücudu, siyah kürkü, keskin pençeleri ile kurt (Horokeu-Kamui adlı tanrı), beyaz kürkü ile tilki (Chiron Nubu-Kamui adlı bir tanrı) sarımsı kahverengi kürkü ile dünyayı ziyaret eder. Aynı şekilde kuşlar, böcekler, balıklar gibi diğer tüm canlılar dış görüntüleri ile kendilerini gizleyen tanrılar olarak dünyayı ziyaret ederler (Kindaichi ve Yoshida 1949). Avlanma tanrısı her zaman güzel bir genç tanrıça olup dünyayı küçük bir kuş kılığında ziyaret eder ve bu tanrıçaya bir dal çiçek sunulur. Bu kuş, Japon ala kargasıdır (Japan jay=Garrulus glandarius japonicus). Japon ala kargası (Garrulus glandarius japonicus). Arazi ve tarım tanrısı Nusaburo-Kamui, yılan şeklinde görünür. Su tanrısı, dağ akarsularında yaşayan ve toprak solucanı benzeri bir solucandır. Suyla ilgili diğer güzel bir tanrıça, insanlara kızgın olan ve balık şeklindeki tanrıyı sakinleştirmek için dans eder. Hayvan tanrıların yanı sıra bitkiler de tanrı olarak kabul edilir. Mısır ve zambak tanrı olarak kabul edilenlerdendir. “Haru-kamui” olarak adlandırılan “yiyecek tanrıları” olarak da tanınırlar. Zambak çiçeklerinin yenebildiğini bilmeyen halka, bir kişi çiçeği yiyerek ve lezzetli olduğunu söyleyerek onları yemeleri için yol gösterir. Bundan sonra zambak tanrı, tanrılar krallığına döner. Bu inanış, yeniden doğuşu da ifade etmektedir. 200 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Ayı, kuş veya alabalığın eti ve derisi bir çeşit maskedir. Ainular, bu maskeleri şükranlarını sunarak yiyebilirler. Böylece tanrılar, dünyaya inip sonra tanrılar krallığına dönebilirler (Kindaichi ve Yoshida 1949). Ainu halkı, ayı yavrularını kaçırarak evcilleştirir. Kadınlar, ayı yavrularını emzirip beslerler ve aile içinde çocuklarla birlikte üç yaşına kadar büyütürler. Üç yaşına gelen ayı, kış döneminde bazen sonbaharda dini törene hazırlık olarak bütün köyde dolaştırılır. Tören için ayı yavrusunu büyüten ağız kenarı dövmeli Ainu kadını. Daha sonra okla vurulur ve ayı yaralar nedeniyle sağa sola doğru çırpınmaya başlayınca, iki tahta plaka arasında sıkıştırılarak öldürülür. Ayı bu şekilde öldürüldükten sonra, Ainu topluluğu oyunlar oynar ve kadınlar yavru ayı için ağlarlar. Daha sonra, bütün Ainu topluluğu bir törenle ayının etini ve bağırsaklarını yerler. Törenin bu aşamasından sonra, Ainu inanışına göre ayının ruhu yeniden tanrılar krallığına döner. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 201 Farklı bölgelerde yaşayan Ainu topluluklarında bu törenlerde bazı farklılıklar vardır. Fakat bütün Ainu topluluklarında törenin amacı aynıdır. Ayı, öldürülerek tanrı olarak dönmesi sağlanmıştır ve ayı bu nedenlerle Ainu topluluğuna teşekkür borçludur (Kindaichi ve Yoshida 1949). KAYNAKLAR Kindaichi, K., Yoshida, M. (1949). The concepts behind the Ainu Bear Festival. Western Journal of Anthropology, 5: 345-350. Kitagawa, J. M. (1961). Ainu bear Festival (Iyomante). History of Religions. The University of Chicago Press, 1: 95-151 GILGAMIŞ DESTANI’NDA SEDİR ORMANININ BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ VE ÇEVRE KORUMA BİLİNCİ Gılgamış Destanı, edebiyatın bilinen en eski eserleri arasında olması nedeniyle önemlidir. Dünya Edebiyatının ilk başyapıtlarından biri olarak kabul edilir ve Sümer (Uruk) kralı Gılgamış ile arkadaşı Enkidu’nun hikayesini anlatır. Gılgamış Destanı tarihte kaydedilen ilk hikayelerden biridir. Gılgamış, Milattan Önce 2700 yıllarında yaşadığı tahmin edilen, Güney Mezopotamya’da Uruk şehir beyliğinin kralıdır. Uruk, Tufan’dan sonra varlığını koruyan şehirlerden biridir. Gılgamış’ın yaşadığı dönemde yazılmış bir belge olmadığı için yaşayıp yaşamadığı konusunda şüpheler vardır (Çığ 2018). Gılgamış, Louvre Müzesi. 204 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Gılgamış destanına ait 12 tabletin bulunduğu, 1872 yılında Londra Kraliyet Akademisi’nde bir konferansta açıklanmıştır. Bu açıklamada Mezopotamya’da bulunan çivi yazılı tabletlerin, tufan hakkında bilgiler de içerdiği belirtilmiştir. O güne kadar sadece, Tevrat’ta yer alan tufan olayının Tanrı tarafından yazdırıldığı kabul ediliyordu. Gılgamış ve hayvanlar Haberciler Duvarı- Kargamış Gaziantep M.Ö.900-700, Anadolu Medeniyetleri Müzesi (N. Kazancı). Gılgamış Destanı, hikaye anlatıcıları tarafından aktarılmış ve sonra tabletlere kaydedilmiştir. Farklı hikaye anlatıcıların her biri, olayları kendi yöntemlerine göre anlatmışlardır. Epik hikaye anlatıcılarının, anlattıklarının zamanla değişmesi nedeniyle de destan özgün halinde değildir. Destan, 1000 yıl süresince üç kez yazılmıştır. Destan, Akad dilinde yazılmış olmasına rağmen şahıs ve Tanrı adları başka bir dildedir. Asurbanipal kütüphanesinde bulunan tabletlerdeki destan, Uruk’tan bir rahip tarafından düzenlenerek yazılandır. Daha sonra, 8-12 adet kopyası, değişik kütüphanelere gönderilmiştir. En eski kütüphanelerden biri olan ve Asurbanipal (Asur Devleti’nin son kralı) döne- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 205 minde tabletlerin toplandığı yer olan Ninova (bu gün Koyuncuk olarak biliniyor) Kütüphanesi’nde bulunmuştur. Bu tabletlerin üst bölümünde, ait olduğu yeri bildiren not bulunmaktadır. Destanın yer aldığı tabletler Hitit arşivlerinde, Suriye’de, Filistin’de de bulunmuştur. Güney Mezopotamya’da 1889-1890 yıllarında bulunan tabletler Sümer dilinde yazılmıştır (Çığ 2018). Tabletlerde genellikle bitkilere, insanlara ve hayvanlara ilişkin bilgilerin yanı sıra güneş, ay, yıldız ve gezegenlere, belli olaylara ait bilgiler bulunmaktadır. Akadça, Sümerce ve farklı dillerde sözlükler de tabletlerde yer almaktadır. Gılgamış gibi destanlar, Asurbanipal’in kurduğu kütüphane sayesinde günümüze kadar ulaşmıştır. Musul’un yanında, Dicle Nehri kıyısında kurulmuş olan Ninova’nın yeniden çizimi. 206 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Gılgamış destanının kayıp bölümlerine ait V. tablet. Beşinci tablet, Uruk kralı Gılgamış ve Enkidu’nun sedir ormanının muhafızı Humbaba ile karşılaşmalarını, esir alıp öldürmelerini, ağaçları kesmelerini anlatıyordu. Tablette iki metin bulunmaktaydı. Bu metinlerin biri, Ninova’dan (yeni Asur döneminden) diğeri ise Uruk’tandı (geç Babil dönemi). Yeni bulunan 2.600-3000 yıllık kil tablet, beşinci tabletin bir bölümüdür. Bu eklenen yeni bölümle beşinci teblete 20 satır daha eklenmiştir. Bu tablet Irakta, Süleymaniye Müzesi’ndedir. Bu eksik parçanın çevrilmesiyle, Gılgamış Destanı tarihte, orman ekosisteminin biyolojik çeşitliliğini veya bir ekosistemin biyolojik çeşitliliğini tanımlayan ilk yazılı kaynak olarak ortaya çıkarılmış oldu. Uruk kralı Gılgamış ile yardımcısı Enkidu’nun hikayesini anlatır. Gılgamış, yeni bir şehir inşa etmek için sedir ormanındaki ağaçları kullanmayı planlar. Lübnan sedirinin gövdesi düz ve çok sert olup ahşap tapınaklar ve gemiler inşa etmek için çok uygundur. Ancak, orman yarı tanrı Humbaba tarafından korunmaktaydı. Humbaba’yı Tanrı Enlil, ormanı insanlardan koruması için görevlendirmişti. Enkidu ve Gılgamış birlikte Sedir Ormanı’na giderler ve koruyucusu Humbaba’yı yenerler. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 207 Destanın bilinen bölümleri Enkidu’nun Sedir Ormanı’nın koruyucusu Humbaba’yla karşılaşmasını, Gılgamış ve Enkidu’nun Humbaba’nın ormanına girişlerini, onu esir almalarını, sedir ağaçlarını (Cedrus libani) kesmelerini ve Humbaba’nın başını keserek eve dönüşlerini anlatmaktadır. Enkidu ve Gılgamış’ın Humbaba’yı öldürmesi Bulunan yeni tablette yer alan bilgiler, bilinen hikayeye yeni bir boyut eklemiştir. Ormanın faunası çok açık olarak tanımlanmıştır. Bu bilgiler, biyolojik çeşitliliğin dünyadaki ilk yazılı kaydı olarak çok önemlidir. Maymunların çığlıkları, ağustos böceklerinin oluşturduğu koronun sesi, kuşların ötüşlerinden oluşan seslerle oldukça gürültülü bir orman tanımı yapılmıştır. Bu seslerin oluşturduğu doğal senfoninin, Humbaba için bir eğlence ortamı oluşturduğu da ifade edilmiştir. Daha çok bir canavar şeklinde tanımlanan Humbaba’nın ormanın biyolojik çeşitliliğinin farkında olan, bu biyolojik çeşitliliği korumaya çalışan, ormanın sesinden ortaya çıkan müziği anlayabilen bir yapıya sahip olduğu tabletlerdeki bilgilerden anlaşılmaktadır (Al-Rawi ve George 2014). Yeni tablette bulunan, diğer önemli bir bölüm oldukça şaşırtıcı ve günümüz için de uyarıcı bir içeriktedir. Bu bölüm, Humbaba’nın öldürülmesinin, sedir 208 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji ağaçlarının kesilmesinin ahlaki olarak yanlış olduğu konusunda, Enkidu’nun Gılgamış’a uyarılarını içeren satırlar yer almaktadır (Al-Rawi ve George 2014). BULUNAN YENİ TABLETTEKİ ŞİİR Ormanın ve faunanın biyolojik çeşitliliğini içeren bölümler (Al-Rawi ve George 2014): (1) Ormana gözlerini dikip baktılar (2) Sedirlerin yüksekliğine şaştılar (3) Ormana girilen yola şaştılar (4) Humbaba’nın geldiği ve gittiği yerde bir ayak izi vardı (5) Yollar iyi bir durumdaydı ve yol güzel yapılmıştı (6) Onlar Sedir Dağını görüyor (7) Tanrıların oturduğu yeri, tanrıçaların (8) Bu dağın önünde bir sedir ağacı vardı (9) Bu, pek gürdü; gölgesi çok hoştu, sevinçle doluydu (10) Çalılar birbirine girmişti, orman kalın bir kubbeydi (11) Sedir ağaçları ve ballukku ağaçları o kadar (birbirine girmişti), girmeye yol yoktu (12) Bir küme sedir ağacının her yanında filizler (13) Selviler kümenin üçte ikisi (14) Sedir ağacı 60 kübit yüksekliğinde reçine ile kabuk bağlamıştı (15) Reçine dışarı sızıp, yağmur gibi çiseliyordu (16) Vadilerde (serbestçe akarak?) uzaklaşır (17) Bütün ormanın içinden bir kuş şarkı söylemeye başlar (18) Bir başkası cevap verirdi, sabit bir gürültüydü çıkan ses (19) (yalnız?) bir cırcır böceği şarkı söyleyip (20) Gürültü yapan koroyu başlatırdı Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 209 (21) Bir tahtalı (iri bir güvercin türü) inliyor, üveyik cevap veriyordu (22) Leyleklerin çağrısına, orman seviniyordu (23) Kekliklerin çığlığına, orman bollukla seviniyordu (24) (Anne maymunlar) gürültülü şarkı söyler, daha genç maymun çığlık atıyordu (25) Bir müzisyenler ve davulcular (?) (grubu gibi?) (26) Humbaba’nın varlığında her gün bir ritim vuruyorlardı (27) Sedir ormanı gölgesini düşürdükçe (28) (Korku) Gılgamış’ın üzerine düştü Ormanın tahrip edilmesini içeren bölümler (Al-Rawi, George 2014): (300) (…) Gılgamış (…) orman (?) (301) Enlil’in (… için) katrandan güzel kokuları alıyorlardı (302) (Enkidu) ağzını konuşmak için açtı ve Gılgamış’a dedi: (303) (Dostum), ormanı çorak bir toprağa çevirdik (304) Nippur’daki Enlil’e nasıl cevap vereceğiz? (305) Elinizdeki güçle muhafızı katlettiniz, (306) ormanı ayaklar altında ezecek bu öfkeniz neydi? (307) Yedi oğlunu katlettikten sonra (308) Cırcır böceği, çığlık atanı, kasırgayı, bağıranı, kurnazı,…, fırtına-şeytanı(309a) İki maharetlinin el baltalarının her biri kendi eksenindeydi (309b) (…) kestikleri (310) Vuruşlarının yarattığı talaşlar üç buçuk kübit uzunluktaydı (311) Gılgamış ağacı kesiyordu (312) Enkidu en iyi keresteyi arıyordu (313) Enkidu ağzını konuşmak için açtı 210 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Ve Gılgamış’a dedi: (314) Dostum, yüce bir sedir ağacını kestik, (315) Tepesi göklerle bitişikti (316) bir kapı yap-boyu altı değnek, eni iki değnek, kalınlığı bir kübit (317) dikmesi, üst ekseni, alt ekseni tek parça (318) Fırat onu Nippur’daki (Enlil’e) taşısın (319) Nippur’un tapınağı (buna sevinsin!) ORTADOĞU’DA GILGAMIŞ’TAN ÖNCEKİ ORMAN TAHRİBATI Kuzey Batı Suriye’deki Ghab Vadisi’nde yapılan çalışmada, sedimentten derinlemesine alınan örneklerde polen analizleri yapılmış ve bu bölgedeki yaprak döken meşe ormanının insanlar tarafından, Milattan Önce 9000 yıllarında tahrip edildiği bulunmuştur. Tahrip edilen bu meşe ormanı Geç buzul döneminde, iklimdeki yumuşama nedeniyle Milattan Önce 14000 yıllarından itibaren, Ansaire Dağı eteklerine kadar yayılmıştı. Meşe ormanının tahribatı, Milattan Önce 9000’lerde ve Çanak-Çömleksiz Neolitik Dönem insanları tarafından yapılmış olup tarihte bilinen en eski orman tahribatıdır. Daha sonra bu alanı çam ormanı ve zeytin ağaçları ile tahıl tarlaları kaplamıştır. Van Zeist ve Bottema (1991)’nın çalışması, Milattan Önce 3500-4500 yılları arasında, Ghab Vadisi’nde önemli miktarda ağaç kesildiğini göstermiştir. Mesopotamya’daki Lübnan sedir (Cedrus libani) ormanının, Uruk kralı Gılgamış tarafından tahrip edilmesine ilişkin bilgiler 4600 yıl önce çivi yazısı ile yazılmış ilk yazılı kaynak olan “Gılgamış Destanı”nda yer almaktadır. Destan, çevre sorunları konusundaki ilk yazılı kaynaktır. Gılgamış, kendisi için yeni bir şehir yapma düşüncesi ile Sedir ormanından, gerekli keresteyi elde etme isteği çevre tahribatına neden olmuştur. Gılgamış ormandan istediği kadar ağaç kesmiş ve Fırat Nehri’ne bırakılan ağaçlar nehir boyunca istenilen yere taşınabilmiştir. Lübnan sedir ormanları günümüzde, Akdenizin doğusunda, 1000 m yükseklikte ve Lübnan Dağları, Ensaire Dağı, Amanos Dağları ve Toroslarda bu- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 211 lunmaktadır. Sedir ağaçları, bu dağların yamaçlarında kayaların üzerinde, çok az toprak örtüsü olan alanlarda bulunur. Ancak, Humbaba’nın koruduğu ve destanda bahsedilen sık orman örtüsü ile bu günkü ormanları karşılaştırmak olanaklı değildir. Lübnan sedirinin gövdesi düz ve serttir. Bu nedenle tapınakların, evlerin, gemilerin vd. yapımı için çok uygundur. Ağacın kokusu güzel olduğu için sedirden yapılmış evler yaşamak için tercih edilirdi. Tüm bunlar, Mezopotamya’daki eski krallıkların, sedir ağacını yoğun olarak kullanmalarının nedenleridir. Son buzul döneminde ve sıcaklığın en düşük olduğu Milattan Önce 20.000’lerde, Orta Doğu steplerle kaplıydı (Van Zeist ve Bottema 1991). Sıcaklığın ve nem miktarının yükselmeye başlaması ile kışın yapraklarını döken meşe ağaçları bölgeyi kaplamaya başlamıştır. Meşe ağaçlarının bölgede yayılması, Milattan Önce 12.000’de hızlanmıştır. Güney Doğu Akdeniz bölgesinin iklimi, buzul döneminin sonlarında Lübnan sediri, gürgen, üzüm ve zeytinin geniş alanları kaplaması için uygundu (Yasuda vd. 2000). Yasuda vd. (2000)’nin yaptığı polen analizi çalışmaları ile Orta Doğu’da orman tahribatının, Gılgamış destanında anlatılan sedir ormanında yapılan tahribattan çok daha önceki (5000 yıl önce) dönemlere tarihlendiği gösterilmiştir. Lübnan sedir ormanlarının ilk tahribatı da Ansaire dağlarından elde edilen verilere göre 7700 yıl öncesine uzanmaktadır. Bu da Humbaba’nın öldürülerek, sedir ağaçlarının kesilmesinden 3000 yıl önceye rastlamaktadır. Orta Doğu’daki sedir ormanlarının insanlar tarafından tahribatı Çanak-Çömleksiz Neolitik Dönem (Milattan Önce 7700)’de yani Gılgamış’tan önce başlamıştır. Bunun en önemli nedenin de tarım için alan açmak olduğu düşünülmektedir. Gılgamış destanını yazanların orman tahribatını, destanda özellikle vurgulamaları oldukça önemlidir. Bu konunun önemle ele alınması, o dönemde de insanların ormanların ve diğer doğal kaynakların, uygarlığın gelişimi için ne kadar gerekli olduğunun farkında olduklarını göstermektedir. 212 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji KAYNAKLAR Al-Rawi, F. N. H., George, A. R. (2014) Back to the cedar forest: the beginning and end of tablet V of the standard Babylonıan epic of Gılgameš. Journal of Cuneiform Studies, 66: 69-90. Çığ, M. İ. (2018) Gılgameş. Tarihte ik kral kahraman. Kaynak Yayınları. 91 s. Ankara. Van Zeist, W., Bottema, S., (1991) Late Quaternary Vegetation of the Near East. Dr. Ludwig Reichert, Wiesbaden, Germany. Yasuda, Y., vd. (2000) The earliest record of major anthropogenic deforestation in the Ghab Valley, northwest Syria: a palynological study. Quaternary International 73/74: 127-136. PASKALYA ADASININ HEYKELLERİ YOK OLAN YAŞAMI İZLEDİ Bitki örtüsünün tahribatı, bir toplumun tarihinin ve kültürünün ortadan kalkmasının asıl nedeni olabilir mi? Paskalya Adası’nda yaşananlar bu sorunun cevabıdır. Paskalya Adası (Easter Adası, Rapa Nui), Güney Amerika’nın batısında, ana kıtadan 3200 km uzakta, Pasifik Okyanusu’nda bulunan 166 kilometre karelik volkanik bir adadır. Bu ada, dünyadaki yerleşilebilir en yalıtılmış yer olarak kabul edilmektedir. Ada, çok büyük boyutlu insan başı şeklindeki heykelleri ile tanınır. Paskalya Adası heykelleri. 214 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Paskalya Adası’nın bilinen ilk tablosu (William Hodges tarafından yapılmış yağlı boya tablo, 1795). Paskalya Adası’nda bir yerleşim yeri. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 215 Subtropikal iklimi ve verimli volkanik toprakları adaya, birkaç yüz yıl boyunca, küçük bir cennet olma olanağı sağlamıştır. Palmiye ağırlıklı ormanlar, son buzul döneminden sonra Holosen’de adada, yoğun bir bitki örtüsü oluşturmuştu (Flenley ve King 1984, Flenley vd. 1991). İnsanların yerleşiminden sonra, Prehistorik dönemde ormanlar, insan kökenli tahribat ve iklim koşullarının etkisiyle yok olmuştur. Palinolojik çalışmalar, insanların adaya ulaşmasından sonra (Milattan Sonra 800 veya 1200) ormanların yok olduğunu göstermektedir (Hunt ve Lipo 2006). Ormanların, insanlar tarafından yok edilmesinin nelere neden olabileceği ve habitat tahribatının devam etmesi durumunda gelecekte, insanların karşılaşacağı sorunlar konusunda bilgi veren model bir ekosistemdir. Hollandalı kaşif Jacob Roggeveen 1722 yılında, adaya ayak bastığında cennetle değil terk edilmiş ve ıssız bir ada ile karşılaşmıştır. Adadaki bitki örtüsünü oluşturan ağaçlar ve çalıların boyu 3 m’yi geçmiyordu. Böceklerden başka hayvan da yoktu. Oysaki diğer Polinezya adalarının faunası birçok kuş, omurgasız, kertenkele, yarasa türü içermekteydi. Adadaki insan sayısı ise 2000 civarındaydı. Paskalya Adası’nın bitki örtüsünün tahribatından önceki görüntüsü bu şekilde olabilir. 216 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Paskalya Adası’nın bitki örtüsünün bu günkü durumu. Adadaki bataklıklar ve küçük göllerden alınan dip çamuru örneklerinde bulunan polenler, adadaki yerleşimin, Milattan Sonra 300 yıllarında başladığını göstermiştir. Heykeller ise Millattan Sonra 1100 ve 1600 yıllarında yapılmıştır. O dönemde, adada yaşayanların sayısı 20. 000’e ulaşıyordu. Adanın bitki örtüsü o dönemde subtropikal ormanları, çalıları, eğrelti otlarını, çeşitli otsu bitkileri içermekteydi. Adadaki baskın ağaçlar hauhau, toromiro ve palmiyelerdi. Bu ağaçlar, büyük kanoların ve heykellerin yapımında yoğun olarak yıllarca kullanıldı. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 217 Hau hau ağacı (Paskalya Adası’nda yok olmuş türün botanik bahçesindeki örneği). Toromiro ağacı (Paskalya Adası’nda yok olmuş tür). Ada halkının beslenme şekli ile ilgili veriler ise denizin sığ bölgelerindeki balıklarla değil, derin bölgelerindeki balıklarla beslendiklerini göstermekte- 218 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji dir. Büyük ağaçlar, derin bölgelerdeki deniz memelilerine ulaşma aracı olarak kullanılmıştır. Daha küçük ağaçlar ise avları pişirmede veya ısınmada kullanılmıştır. Bütün bu gelişi güzel kullanım sonucunda, adanın bitki örtüsü tamamen tahrip edilmiştir. Adanın bitki örtüsü tahrip olduktan sonra tüm ekosistem bu durumdan etkilenmiş ve yiyecek kaynaklarına ulaşmak da olanaksız hale gelmiştir. Kazılarda, besin olarak kullanılan balık ve kuşların kemik kalıntılarının yanı sıra insan kemikleri de bulunmuştur. Adadaki doğal kaynakların tükenmesi sonucunda kanibalizmin, yaşamı devam ettirmek için ortaya çıktığı bu kalıntılardan anlaşılmaktadır. On yedinci yüz yılda, Paskalya Ada’sı florasının büyük bir bölümünün ortadan kalktığı belirlenmiştir. Ayrıca, gene aynı dönemde ada faunasına özgü kuş türleri de ortadan kalkmıştı.r Ana kıtaya çok uzak konumda bir ada olması nedeniyle ana kıtanın flora ve faunasına ait türler adaya ulaşamamıştır. Ulaşanlar da adanın bozulan ekosisteminde barınamamışlardır. Bu durumda adanın doğal kaynaklarının yenilenmesi mümkün olmamıştır. Adadaki ekosistemin sağlıklı olduğu dönemde, ada halkı rahat bir yaşam sürmüş, zenginleşmiş ve nüfus artmıştır. Bu refah döneminde, büyük taş heykeller zenginliğin ve gücün göstergesi olarak yapılmıştır. Heykellerden yaklaşık 1000 tanesinin yok olduğu bilinmektedir. Ada nüfusunun artması, bitki örtüsünün özellikle de ağaçların hızla yok olması sonucunu doğurmuştur. Bitki örtüsünün tahribatı, denizden besin sağlamak için yararlandıkları kanoların yapımını sonlandırmıştır. Habitatların bozulması, kuşlar başta olmak üzere diğer fauna elemanlarının yok olmasına neden olmuştur. Flora elemanları, bu adada biyolojik çeşitliliğin ve ada ekosisteminin devamlılığını sağlayan kilit taşı türleri içermekteydi. Kilit taşı türler ortadan kalktığında, biyolojik çeşitliliğin de hızla düşmesi kaçınılmazdır. Paskalya Adası’nda da bu durum yaşanmıştır. Bitki örtüsünün ortadan kalkması, bir kültürün de ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bitki örtüsünün ortadan kalkması, sosyal yapıyı etkilemiş ve merkezi idare adada etkisini kaybetmiştir. Varlıklı ve rahat yaşamın yerini karmaşa almıştır. Refahın göstergesi ve adanın sembolü olan heykeller de tahrip olmuştur. Adanın tarihi ve halkı ortadan kalkmıştır. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 219 Roggeveen 1720 yılı başlarında, adaya vardığında adanın, ders alınması gereken geçmişi hakkında bilgi verecek kimseyi bulamadı. Heykellerden başka! Paskalya Adası’nın bitki örtüsünün bugünkü durumu ve heykeller. KAYNAKLAR Flenley, J. R., vd. (1991). The Late Quaternary vegetational and climatic history of Easter Island. Journal of Quaternary Science 6, 85–115. Flenley, J. R., King, S., (1984). Late Quaternary pollen records from Easter Island. Nature, 307, 47–50. Flenley, J., Bahn, P. (2002). The enigmas of Easter Island. Oxford University Press, 1-273. Hunt, T. L., Lipo, C. P., (2006). Late colonization of Easter Island. Science 311, 1603–1606. AĞACIN KUTSALLIĞI Birçok yerel kültürde, animistik görüşe uygun olarak, ağaçların da insanlar gibi ruhları olduğu kabul edilir. Bu nedenle, onlara da insanlara verilen önem verilir ve o şekilde davranılır. Farklı kültürlerde ve çağlarda din tarihinde, halk inanışlarında, halk sanatlarında, mistisizmde, ikonografide kutsal ağaç ve bitkilerle ilişkili ayinler, simgeler görülmektedir. Bitkilere yüklenen anlamlar için bir sınıflama da yapabiliriz: En eski dinsel mekanlarda etkili bir mikrokozmos oluşturan taş-ağaç-sunak tapınmaları, Kozmosun imgesi olarak ağaç, Kozmik olarak kutsallaştırılan ağaç, Ölümsüzlük kaynağı olarak görülen “Hayat Ağacı”, bereket ve gerçekliğin kaynağı olarak ağaç, Dünyanın merkezi ve evrenin dayanağı olarak ağaç, Ağaçlar ve insanlar arasındaki mistik bağlar (insan doğuran ağaçlar, insanların atalarının toplanma yeri olan ağaçlar, ağaçların evliliği vd.), Bitkilerin yenilenmesini, ilkbahar ve yeni yılın gelişini haber veren olarak ağaç (mayıs ağacı). Bu sınıflamaya bakıldığında, ağacın ağaç olarak değil de ancak, simgelediği kavram veya nesneye göre kutsal olarak kabul edildiği görülebilir. Ağaca, kutsallık atfedilmesinin nedeni olarak, yapraklarını döküp yeniden canlanarak 222 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji çiçek, yaprak, meyve vermesi ve bazı ağaçların mevsimlere göre değişmemesi daima yeşil kalması öne sürülebilir. Bu biyolojik özellikler, insanların sürekli olarak ulaşmak istedikleri, ölümsüzlük özellikleri olarak nitelenebilir. Avrupa, Asya, Afrika, Amerika’da yerel topluluklarda ağaçlara verilen önemi gösteren çok benzer törensel davranışlar görülebilir. Dünyanın değişik bölgelerinden bazı örneklerle ağaçlara verilen önem vurgulanabilir. Almanya’da, en eski tapınma yerleri ağaçtan yapılmıştır. Ağaca tapınma vardır ve Frazer’ın (2009) bildirdiğine göre 19. yüz yılda da bu gelenek devam etmekteydi. Avrupa’daki bütün büyük ailelerde ağaca tapınma vardır. Keltlerin, meşeye tapındıkları bilinmektedir. Avrupa’da bazı korular da kutsal sayılmıştır. Almanya’da kutsal sayılan korular vardır. İsveç’in eski dini başkenti olan Upsala’da her ağacının kutsal kabul edildiği koru vardı. Eski Prusya halkı için meşe ağacı kutsaldı. En büyük meşe ağacının bulunduğu kutsal koruda, meşe odunuyla yakılan ateşin devamlı yanması için görevli rahipler vardı. Litvanya‘da Hıristiyanlığı kabul etmeden önce 14. yüzyıl sonuna kadar ağaçlara tapınma yaygındı. Rusya’daki Wotjak topluluğunun kutsal saydıkları korular vardır. Korudaki ağaçlardan kesmek isteyenlerin, hastalanarak öldüğüne inanılırdı. Roma’da, korudan ağaç kesmek isteyenler korunun tanrısı veya tanrıçasına domuz kurban etmek zorundaydı (Frazer 2009). Eski Yunanistan ve İtalya’da da ağaca tapınma yaygındı. Roma’da, kutsal bir incir ağacına tapınılırdı. Bu ağacın kuruması şehirde korku yaratırdı. Gene Roma’da, Palatine Tepe’sinin yamaçlarında, kutsal sayılan bir kızılcık ağacı yetişirdi. Ağaç solmaya, kurumaya yüz tutmuş görünse, bunu fark edenler ve sokaklardaki diğer insanlar çığlık atmaya başlardı. Ağaca su vermek için birçok insan ellerinde kova kova suyla koşarak ağaca su verirdi. Plutarkhos “sanki bir yangını söndürmeye koşarlardı” şeklinde bir tanımlama yapmıştır (Frazer 2009). Avrupa’da yukarıda anlatıldığı gibi kutsal sayılan ve tapınılan ağaçların kutsallıkları diğer yerel topluluklarda daha farklı şekilde değerlendirilir. Ağaçların da insanlar gibi ruhları olduğuna inanılır ve ona göre davranış sergilenirdi. Bu yaklaşım, Avrupalı toplumların yaklaşımı gibi ağaçlara kutsallık atfetse de in- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 223 sana çok daha yakın ve doğa ile iç içe bir yaklaşımdır. Formosa’da, Filipinler’de, Kore’de, Ainular’da Japonya’da bambu ağacı ata olarak kabul edilir. Avustralya’da, Melburn’daki kabileler ilk insanın “mimozadan doğduğuna inanmaktadır”. Madagaskar’da, bir kabile “ağaç halkı” olarak adlandırılır. Diğer bir kabile ise “muz ağacı çocukları” olarak adlandırılır. Muz ağacını, ataları olarak kabul ederler (Frazer 2009). Doğu Afrika’da Wanika toplumunda, her ağacın ruhu olduğuna inanılır. Özellikle, Hindistan cevizi ağaçları anne olarak kabul edilir. Kongo’da, ağaçların dibine kabaklar içinde konan hurma şarabını ağaçların susadıklarında içebileceklerine inanılır. Almanya’da yılbaşı gecesi meyve ağaçları hasır iplerle birbirlerine bağlanarak evlendikleri düşünülür ve bol meyve verecekleri kabul edilirdi. Kuzey Amerika yerlilerinden Ojebway’lerde kurumamış ağacı çok gerekmedikçe kesmezler. Çünkü, ağaçların acı çekeceğine ve ağaçların kesilirken ağladıklarına inanırlar. Tayland’da bir insanın kolunu kırmakla ağacın dalını kesmenin, aynı şekilde acı verici olduğuna inanırlar. Avusturya’nın bazı bölgelerinde, ağaçların ruhları olduğuna inanılması nedeniyle insanlardaki kesikler gibi ağaçlardaki kesiklerin de onlar için acı verici olduğunu kabul etmişlerdir. Gene Avusturya’da, Tyrol’lerde Nauders Kasabası’nda bulunan kutsal kabul edilen kuzey çamı kesilirse kanayacağına inanılırdı. Ağacı kesen kişinin vücudunda da aynı derinlikte yara olacağına ve yaraların ağacın kesikleri ile birlikte iyileşeceğine inanılırdı. Bazan, ağaçlarda ölülerin ruhlarının yaşadığına inanılırdı. Güney Avustralya’da, bazı ağaçlarda babalarının ruhlarının yaşadığına inanıp onları kutsal olarak kabul ederler. Bu ağaçları kesmezler. Filipinliler de atalarının ruhlarının belli ağaçlarda yaşadığına inanarak ağaçları korurlar. Ağaçları keserlerse bunu, din adamlarının isteği üzerine yaptıklarını söyleyerek suçtan kurtulmak isterler (Frazer 2009). Bütün örneklerde ağaçtaki ruh, ağaca can vermiş ve ağaca verilen zararla da acı çekmiş veya ağacı terk etmiştir. Pasifik Okyanusu’ndaki Palau Adala’rında, bir ağacı kesmeden önce ruhun orayı terk etmesi için dua ederler. Sumatra’da, bir ağaç kesilir kesilmez hemen yerine yeni bir ağaç dikilir. Bu ağacın üzerine bir meyve ve para bırakılarak verilen rahatsızlık giderilmeye çalışılır ve yeni ağacın da gelişmesi için kolaylık sağlanmış olur. Almanya’da, ağaç kesilirken gövdenin üzerine bir haç işareti yaparlardı. Böylece, kesilen 224 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji ağacın ruhunun, kök üzerinde yaşamaya devam edeceğine inanılırdı (Frazer 2009). Avustralya’da Warramunga kabilesinde, çocukların ruhlarının ağaçlarda yaşadığına ve zaman zaman ağaçlardan inerek annelerinin karnına girdiklerine inanılır. Bazı toplumlarda atalarının ruhlarının ağaçlarda bulunduğuna ve ağaçtan ayrılıp annelerinin karnına embriyo şeklinde girdiklerine inanırlar. Çin’de her kadının bir ağacı temsil ettiği ve ağaç ne kadar çok meyve verirse kadının da o kadar çok çocuğu olacağı kabul edilir (Hartland 1909). Mecklenburg’da, yeni doğan bebeğin plasentası, küçük bir meyve ağacının dibine gömülür. Ağacın büyümesiyle çocuğun büyümesinin paralellik gösterdiğine inanılır. Avrupa’da, veliaht prensin doğumundan sonra ıhlamur ağacı dikilir (Van der Leeuw 1938). Avrupa’da, insanların ağaçtan doğduğuna ilişkin inançlar yaygındır. Hesse’de Nierstein’da, büyük bir ıhlamur ağacının bütün çocukların doğumunu sağladığına inanılmaktadır (Hartland 1909). İskandinav ülkelerinde, “ağaç kovuğuna hasta bir çocuğun yerleştirilmesi, iyileşmesini sağlar” şeklinde bir inanç vardır (Mannhardt 1904). Daha sonra, ağacın ruhu olduğuna inanma değişmiş ve ağaç ruhun yerleştiği, sığındığı bir yer olarak kabul edilmiştir. Ruhun istediği zaman ağaçtan ayrılabileceğine inanılmıştır. Bu değişiklik dinde animizimden, çok tanrılı inanışa geçiş olarak değerlendirilmiştir. Bu aşamada, insanların gözünde ağaç, bilinçli bir varlık olarak değil de doğaüstü varlıkları barındıran bir kütle olarak kabul edilmiştir. Artık ağaç, orman tanrısı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. İlkel bir düşünce olarak, soyut varlıklara insan biçimi verme eğilimi nedeniyle ağaçlar da insan biçiminde düşünülmüştür. O nedenle de orman tanrıları insan şeklinde çizilmiştir. Orman tanrısı olarak değerlendirilen ağaçlar insanlara yağmur yağdırma, güneş ışıklarını iletme, sürü hayvanlarının çoğalmasını sağlama, kadınların kolay doğum yapmasını sağlama gibi hizmetler sunmuştur. Bu konulara ilişkin örnekler verilebilir. Ağaçların, ruhların oturduğu yerler olarak kabul edilmelerine de örnekler verilebilir. Prusyalılar, Tanrıların meşe ve diğer uzun gövdeli ağaçların tepelerindeki evlerinde oturduklarına inanırlardı. Bu ağaçlar kesilmezdi. Tanrıların, karşılaşılan sorunlara oturdukları yerden çözüm önerileri getirdiklerine inanılırdı. Sumatra’da Batta toplumu, ağaçların güçlü ruhların barınma yeri olduğuna ve kesildiklerinde öç alacaklarına inanırdı. Samogitian topluluğu, bazı koruları kutsal olarak kabul edip ağaçlara, koruda yaşayan kuşlara ve diğer Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 225 hayvanlara zarar verenlerin cezalandırılacağına inanırlardı. Kamboçya’da her köyde ruhun konakladığı kutsal bir ağaç vardır ve yağmur yağması için bu ağaca kurban verilirdi (Frazer 2009). Verilen bu örneklerde canlılık kaynağı olarak, ortaya çıkma ve sürekli yenilenme nedeni olarak ölümsüzlüğü temsil eden ağaçlar kabul edilmektedir. MAYIS AĞACI İlkbaharda, bitkilerin ağaçlar da dahil olmak üzere yeniden doğuşu ile ölümsüzlüklerini devam ettirmeleri, dünyanın hemen her bölgesinde törenlerle kutlanır. Mayıs ağacı ise törenlerin vazgeçilmez simgesidir. Avrupa’da, ilkbaharın gelişini kutlamak için eski dönemlerde bir gelenek olarak bir ağaç süslenip gezdirilirdi. Günümüzde de devam eden geleneğe göre ormandan kesilen ağaç, yerleşim yerinin meydanına getirilir ve dikilir. Bu ağaç, “mayıs ağacı” veya “mayıs direği” olarak adlandırılır. Bazı bölgelerde ise ormandan getirilen ağaç dalları, evlerin önüne dikilir (Mannhardt 1904). İsveç’te mısır tarlalarında sabanların açtığı izlere yapraklı bir dal bırakılırsa ürünün bol olacağına inanılırdı. Almanya ve Fransa’da da “hasat dalı” geleneği vardır. Hasat dalı geleneği eski Yunanistan’da da vardı. Bir zeytin veya defne dalı, kordelalarla sarılır ve üzerine çeşitli meyveler asılarak hasat dalı olarak hazırlanırdı. Bu dal, hasat şenliğinde törenle taşınarak evin kapısına tutturulur ve bir yıl süresince orada kalırdı. Böylece, ürünün yıl boyunca büyümesini sağlamış olurdu. Güney doğu Hindistan’da, Lhoosai hasat şenliğinde kabile başkanıyla birlikte ormandan büyük bir ağaç kesilerek köye taşınır ve meydana dikilirdi. Bu ağaca kurbanlar sunulur üzerine pirinç serpilirdi. Daha sonra bekar kız ve erkeklerin danslarıyla tören biterdi. Bechuana topluluğunda ise ağaç değil de diken çok kutsaldır. Mısırlar olgunlaştığında, ormana gidilerek dikenli bir dal kesilip getirilirdi. Bunlarla köydeki ağıl onarılırdı (Frazer 2009). 226 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji KAYNAKLAR Frazer, J. G. (2009) The golden bough. The Floating Press. Hartland (1909) Primitive paternity. The myth of supernatural birthin relationto the history of the family. Londra. Mannhardt (1904) Wald und feldkulte. Berlin. Van der Leeuw (1938) Religion in esence and manifestation.Londra. BAHARIN GELİŞİNİ KUTLAMA, HIDRELLEZ, MAYIS AĞACI VE NAHIL, HIDRELLEZ Kış mevsiminden sonra, doğanın canlandığı bahar mevsiminin gelişini kutlamak için çok eski dönemlerden beri insanlar çeşitli şekillerde kutlamalar yapmışlardır. Değişik ülkelerde yapılan bu törenler ortak yönler içermektedir. Baharın gelişi ve doğanın canlanışı için yapılan kutlamalardaki ortak davranışlar için örnekler verilebilir. Türklerde de şenlikler eski dönemlerden beri yapılmaktadır. Halk eski dönemlerde, 6 Mayıstan 8 Kasıma kadar yaz dönemi ve 8 Kasımdan 6 Mayısa kadar kış dönemi olarak yılı ikiye bölmüştü. Baharın gelişi, Hıdrellez olarak 6 Mayısta kutlanmaktadır. Bu kutlamalarda “ağaç” önemlidir. Hıdrellez günü, bütün canlıların yeni bir hayata başladıkları kabul edilir. Hıdrellez kutlamaları genellikle geniş ve ağaçlık alanda yapılır. Bir kaba, her evden toplanan simge niteliğindeki nesneler konur ve aynı kaba dereden su konup 40 yeşil yaprak ilave edilir. Daha sonra bu kabı, bir gül ağacının dibine koymak gerekir. Kutlama alanında, topluca yemek yenip eğlenceler düzenlenir. Mezarlardaki ağaçlara bezler bağlanır. Evlerin kapısına yeşil dallar asılır. İrlanda da 1 Mayıs günü evlerin kapılarına üretkenliğin artması için ağaç dalları asılır. İngiltere’de gençler, 1 Mayıs günü şarkılar söyleyerek ormana gider, ağaçlardan dallar kesip çiçeklerle süsleyip demet yaparak evlerinin kapılarına asarlardı. Gene İngiltere’de halk, eski dönemlerde 1 Mayıs sabahı toplanıp neşeli bir şekilde şarkılar söyleyerek dolaşırdı. 228 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Hıdrellezde, meyve vermeyen ağaçlar baltayla korkutulur. Çimenler üzerinde yuvarlanıp takla atılır. Çocuğu olmayan kadınlar, gül ağacına veya herhangi bir ağaç dalına salıncak kurup içine oyuncak bebek koyarlar. Gül dallarına ise ne isteniyorsa, ona göre nesne bağlanır (ev maketi, para vd.). Hazar çevresinde yaşayan, Dokuz Oğuz Türkleri ile Kırgızlar, baharın gelişini kutladıkları gün su bulunan ağaçlık alanlarda, fal bakarak yeni yıl hakkında bilgi alırlardı. Hıdrellez kutlamalarında, ağaçların özellikle de gül ağacının yeri çok önemlidir. Ağacın bu özel günde önemi “kozmik ağaç” veya “hayat ağacı” kavramından kaynaklanmaktadır. Kozmik ağacın köklerinin yer altında, gövdesinin dünyada ve dallarının da göğe uzanarak cennette olduğu kabul edilmektedir. Bu ağaç, insanların isteklerini tanrıya iletmelerini ve tanrıyla bağlantı kurmalarını sağlayan bir aracı olarak görülmektedir. Türk mitolojisinde, ağaçtan türeme kavramı nedeniyle de ağaç önemlidir. Avrupa’da da “Aziz George” günü olarak anılan gün, mayıs ayına rastlar ve mayıs kutlamaları ile ilişkilidir. Bu kutlamalarda, kırsal kesimde yaşayanlar ormandan kestikleri ağaçları çiçekler ve kurdelelerle süslerler. Aziz George günü, Hıdrellezin karşılığı olarak kutlanmaktadır. Avrupa’da ve Amerika’da 1 Mayıs günü “Mayıs Ağacı” bazen “Mayıs Direği” genellikle, ağaçlı bir alana dikilir ve renkli kurdelelerle süslenir. Avrupa’da Mayıs ağacının (veya Mayıs direği) üretkenliği arttırdığı kabul edilir ve 1 Mayıs günü ahırların veya evlerin kapılarına mayıs ağaçları dikilerek ineklerin süt üretiminin artmasının sağlanacağına inanılır. Baharda, doğanın canlanmasını kutlamak için yapılan bu törenlerin ve Hıdrellezin aynı amaca hizmet ettiği düşünülebilir. NAHIL Nahıl, ağaç biçiminde konik, üzerinde süsleme amaçlı çeşitli nesneler olan, belli törenler için hazırlanan ve taşınan bir bereket sembolüdür. En bilinen kullanım alanları düğünler ve sünnet törenleridir. Nahıl, Osmanlı’da yaygın olarak ve cumhuriyet döneminde ancak belli bölgelerde halk tarafından törenlerde kullanılmıştır. Nahıl geleneğinin devam ettiği yerlerin başında Ürgüp gelmektedir (İşçen 2011). Ürgüp çevresinde, nahıl damat tarafından, özellik- Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 229 le geline benzeyen süslemelerle hazırlanarak gelin evine gönderilir ve gece nahıl övülmesi yapılarak nahılı getirene, övene bahşişler verilirdi. Gövdesi ve dalları tahtadan iki metre yüksekliğinde nahılda süsleme olarak renkli kağıtlar, mumlar da yer alırdı. Nahıl geleneği, başka bölgelerde de görülmektedir. Denizli’nin Çal ilçesinde, “gelbere” olarak adlandırılan üzeri bayrak ve ayrıca portakal, üzüm, iğde gibi meyvelerin asılı olduğu çam dalları ile süslenen nahıl vardır. Kars’ta, Terkeme köyü düğünlerinde “şah bezeme” geleneğinde 65-70 cm boyunda ağaç, hem kız hem de erkek ailesi tarafından hazırlanır. Yaşlı bir kadın dualarla ağaca şeker, nar ve diğer meyvelerden üçer tane asarak düğün için hazırlar ve ağaç şah alayı ile taşınır (And 1989). Nahılları yapan sanatçılara “nahılbent” adı verilir. Evliya Çelebi, nahılbentlerin o dönemde 55 kişi olduklarından bahseder. Nahılbentlerin iş yerleri İstanbul’da Atmeydanı’nın yakınındadır. Böylece, Atmeydanı’nda yapılan törenler için hazırlanan nahılların buraya taşınması kolaylaşmıştır. Bunu, Atmeydanı çevresindeki sokakların adlarının (Nakılbent Sokağı gibi) nahılın farklı söylenişi olan nakıl kelimesini içermesine bağlamak mümkündür (And 1994). Nahılın bereket sembolü olarak kullanılması Nahıl, Arapça hurma dalı anlamına gelen bir kelimedir. Ayrıca, gene Arapça kadınların süslerinden birine de bu isim verilmektedir (And 1989). Kelimenin Arapça olması, geleneğin de Osmanlı’ya Araplardan geçtiğini gösterebilir. Nahıl, mayıs direğinin karşılığı olarak günümüzde Ürgüp’te gelenek olarak devam etmektedir. Fakat, İstanbul’da yeniden bu geleneğin canlandırıldığını görüyoruz. Avrupa’da ve dünyada birçok ülkede mayıs direği, baharın başlangıcını kutlama şenliklerinde yer alır. 230 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Osmanlı’da Nahıl. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Wisconsin’de kutlamalarda mayıs direkleri, 1917. Güncel bir bahar bayramı kutlaması ve mayıs direği. 231 232 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Günümüzde İstanbul’da Nahıl. Nahıl, güncel bir diğer görüntü. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 233 Günümüzden nahıl. KAYNAKLAR And, M. (1989) Düğünlerle ilgili eski bir Türk sanatı, Nahıl. Kültür ve Sanat,1/3. And, M. (1994) Nahıl. Dünden bugüne İstanbul Ansiklopedisi. 6: 27-28. İşçen, Y. (2011) Ürgüp, Düşler Ülkesinde bir kültür yolculuğu. ÜRTAV Kültür Yayınları-01, Ankara. ANITI DİKİLEREK ONURLANDIRILAN TARIM ZARARLISI BÖCEK “Boll weevil”, Amerika tarihindeki en zararlı böcek olarak kayda geçmiştir. Politik düzeni etkileyerek, Amerikan folklorunda kendisine çok önemli bir yer edinmiştir (Giesen 2009). Türkçe ismi “pamuk kurdu” olan “Boll Weevil” in bilimsel ismi ise Anthonomus grandis’tir ve Coleoptera Takımının, Curculionidae familyasına dahildir. Anthonomus grandis ergini. 236 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Bir pamuk zararlısı olan bu böcek özellikle, Güney Amerika’da gelir seviyesi düşük olan ve pamuk tarlalarında çalışan insanların yaşamını olumsuz yönde etkilemiştir. Böcek yaşam döngüsünün her döneminde pamuğa bağımlıdır. Beslenmesi ve yaşam döngüsünün dört aşaması, pamuk bitkisinin üzerinde devam eder. Yumurtalarını pamuğun üzerine bırakır. Yumurtadan çıkan larvalar gene bitki üzerinde beslenir. Kış uykusuna da tarlaların kenarlarında yatar. Böceğin yumurta, larva, pupa ve ergin dönemleri tamamen pamuk üzerinde devam eder. ABD’deki Afrikalı Amerikalı işçi yoğunluğunun en fazla olduğu bölge olarak pamuk üretilen alanlar geçmektedir. Pamuk yetiştirilen bölgelerde 1913 yılında, kırsal alanda yaşayanların yüzde 88’i ve kiracı çiftçilerin ise yüzde 95’i Afrikalı Amerikalıydı. Yani, siyahi çiftçilerin yüzde 95’i toprak sahibi değil kiracıydı (Giesen 2009). Yayılım alanı, Orta Meksika olan bu böcek, 19. yüz yılın sonlarında Amerika Birleşik Devletleri’ne istilacı bir tür olarak yayılmıştır. Pamuk tarlalarına, 1920 yıllarında çok önemli düzeyde zarar vermiş ve pamuğun tümü yok olmuştur. Daha sonra başka bitkilerin tarımı yapılmaya başlamıştır. Ör. Alabama’da yer fıstığı üretimi başlamıştır. Daha sonra Alabama’da tekrar pamuk yetiştirilmeye başlanmıştır. Fakat, bu arada çiftçiler ürün çeşitliliğine yönelmeyi öğrenmişlerdir. Yerel bir işadamı olan Bon Fleming, bu böcek için bir heykel yapma teklifini getirdi ve masraflarını da karşıladı. Zararlı bir böceğin, insanların yaşam tarzı değişimi için nasıl bir katalizör olabileceğinin bir anısı olarak heykel, 11 Aralık 1919’da şehrin ticaret bölgesine yerleştirildi. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Anthonomus grandis heykeli, Alabama. 237 238 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Anthonomus grandis heykeli, Alabama. Anthonomus grandis anısına yazılan açıklama. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 239 Anthonomus grandis anısına yazılan açıklamanın yer aldığı anıt. Anthonomus grandis’ten sonra Alabama’da yer fıstığı üretimine geçişi gösteren duvar resmi (http://www.adirondackdailyenterprise.com/). 240 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Anthonomus grandis, Pamuk üretiminin yoğun olduğu bölgelerde politik yapıyı ve folkloru da önemli seviyede etkilemiştir. Pamuk tarımının durması ile işlerini kaybeden Afrikalı Amerikalı’lar, şehirlere toplu şekilde göç ederek yeni bir yaşam biçimine uyum sağlamışlardır. Bu toplu göç, “Exodus of Negros” şeklinde adlandırılmış ve İsrail halkının Mısır’dan çıkışına benzetilmiştir (Giesen 2009). “Boll Weevil”, “Boweavil” veya “Boll Weevil Blues” gibi başlıklarla anılan geleneksel bir blues 1920’lerde çok dinlenen bir şarkıdır. Blues müzisyenleri tarafından 1920’lerde, 1930’larda ve 1940’larda birçok şarkı üretilmiştir (Giesen 2011). Fakat, Lead Belly’nin 1934’te Alan Lomax tarafından kaydedilen parçası en çok tanınandır. Brook Benton’un, 1961’deki uyarlaması ise en çok dinlenen 100 parça içinde iki numaraya çıkan bir pop eseri olmuştur. Belki de dünyada, insanlara verdiği önemli zarar için onurlandırılan tek böcektir Anthonomus grandis! Lead Belly’den, Boll Weevil plağı Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 241 Brook Benton’dan, Boll Weevil plağı KAYNAKLAR Giesen, J. C. (2009) “‘The Truth about the Boll Weevil’: The Nature of Planter Power in the Mississippi Delta,” Environmental History, 14: 683704. Giesen, J. C. (2011) Boll Weevil Blues: Cotton, Myth, and Power in the American South. University of Chicago Press, Chicago. İNSANLA BİRLİKTE EVRİM BASAMAKLARINI ÇIKAN BÖCEK, BİT Bitler milyonlarca yıldır insanlar üzerinde parazit olarak yaşamışlar ve ilk insanların Afrika’dan çıkışları ile dünyaya yayılmışlardır. Bu nedenle de insanın evrimini ortaya çıkarmayı amaçlayan çalışmalarda bitler, çok önemli veriler sağlamaktadır. Bitler küçük ve kanatsız böceklerdir. Sınıflandırmada, Pthiraptera takımının içindedirler ve bu takım alt takımlarında Anoplura ve Mallophaga gruplarına ayrılır. Anoplura, plasentalı memelilerden kan emerek, Mallophaga ise kuş, keseli memeliler ve plasentalı memelilerin deri ve kürklerini yiyerek beslenirler. Her alt takımın da parazit olmayan bir atadan köken aldığı bilinmektedir. Parazit olmayan bu atanın, 100-150 milyon yıl önce Jura sonları ve Kretase başlarında ortaya çıktığı belirlenmiştir. İnsanlarda iki cins (Anoplura’ya dahil olan) bit, parazit olarak yaşar. Pediculus cinsi, baş ve vücutta bulunurken Phthirus cinsi kasık bölgesinde bulunur. Bu iki cins, monofiletik olup (aynı atadan köken alan) yani, aynı atadan ayrılan kardeş taksonlardır. Pediculus, cinsi iki tür içermektedir. Bunlar, Pediculus humanus capitus (başta yaşayan ve kepekle beslenen) ve Pediculus humanus corporus (vücutta yaşayan ve kanla beslenen)’tur. Bazı çalışmalarda ise tür yerine, iki alt tür oldukları belirtilmiştir. 244 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Pediculus humanus capitus (baş biti). Pediculus humanus capitus (baş biti) saç teli üzerinde (elektron mikroskobu ile çekilmiş fotoğraf). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Phthirus pubis (kasık biti) (elektron mikroskobu ile çekilmiş fotoğraf). Pediculus humanus capitus (baş biti) ve yumurtaları. 245 246 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Saç telinde Pediculus humanus capitus (baş biti) yumurtası. Phthirus cinsinin, Phthirus gorillae ve Phthirus pubis türleri 3-4 milyon yıl önce ortak bir atadan ayrılan kardeş türlerdir. Goril ve insanın yaklaşık 7 milyon yıl önce ata türden ayrılmalarından daha sonra Phthirus gorillae ve Phthirus pubis türleri ortaya çıkmıştır (3-4 milyon yıl önce) (Reed vd., 2004-2007). Yani, gorillerdeki bit türü ile insandaki kasık biti aynı ata türden 3-4 milyon yıl önce ayrılan iki kardeş türdür. Bitler, yaşamlarını dış parazit olarak yürütmek zorundadırlar ve her tür belli bir konak üzerinde yaşar. Belli bir konak üzerinde yaşama zorunluluğunun sonucu olarak konağı ile birlikte evrimleşir. Kan emen bitlerin (Anoplura) yaşı, konakları olan plasentalı memelilerin evrim sürecinde ortaya çıkış zamanları olan 77 milyon yıl öncesine uzanmaktadır. İnsanlarda, üç tür bit bulunmaktadır. Türler Pediculus humanus capitus (baş biti), Phthirus pubis (kasık biti) ve Pediculus humanus corporus’tur. Bir insanın üzerinde binlerce bit bulunabilir ve her biri günde beş kere kan emer. Kan emerken pıhtılaşmamasını ve delinen bölgenin hissizleşmesini sağlayan proteinleri, tükürük sıvıları ile deldikleri bölgeye verirler. Bu maddeler, 3-4 hafta sonra alerjik durumu ortaya çıkarırlar. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 247 Bitlerin insandan insana geçmesi kalabalık yerlerdeki sağlıksız koşullarda çok yaygındır. Evsizlerin yaşadığı alanlarda (evsizlerde özellikle vagabond hastalığına neden olurlar), sığınmacı kamplarında, hapishanelerde çok kolay yayılabilirler. Bitler tarafından, çeşitli bakterilerin taşınması ile yayılan önemli hastalıklar tarihte birçok savaşta sonucun değişmesine, hastalıkların olduğu bölgelerde nüfusun düşmesine, birçok yerleşim alanının değişmesine neden olmuştur. Bu hastalıkların en önemlilerinden olan veba ve tifüsün yanı sıra, Afrika’nın belli alanlarında olduğu gibi dünyanın bazı bölgelerinde, endemik hastalıklar bitlerle yayılmaktadır. En eski insan baş biti yumurtaları, Milattan Önce 9000 yılına tarihlenir veİsrail’deki Nahal Hemar mağarasında yaşamış insanlara ait olan bir saç kalıntısında bulunmuştur. Diğer bir buluntu, Milattan Önce 8000 yılına ait olup Brezilya’da arkeolojik bir alandan elde edilmiştir. Amerika’nın güneybatısında bulunan Aleutin Adası’nda, Peru’da, Grönland’da, Meksika’daki arkeolojik alanlarda ve Inca mumyalarında bitler bulunmuştur. Şili’de (And Dağları’nda), Arika’da yaklaşık 1000 yıllık Maitas Chiribaya mumyalarında ve Kuzey Şili’de de yoğun olarak bit yumurtaları bulunmuştur. And Dağları’nda bulunan 2000 yıllık, Chinchorro mumyalarında çok sayıda bit yumurtası bulunmuştur. Ayrıca, gene Kuzey Şili’de arkeolojik kazıların yapıldığı alanlarda, bit yumurtalarını saçlardan temizlemek için kullanılan çok sayıda ince dişli tarak bulunmuştur (Arriaza vd. 2012, Arriaza vd. 2013). Maitas Chiribaya mumyalarındaki yoğun bit yumurtaları, bu insan topluluğunun küçük bir vadide tarımla, hayvancılıkla uğraştıkları ve bireylerin birbirlerine çok yakın olarak yaşadıkları yorumunu getirmiştir (Arriaza vd. 2012). Saurodectes vrsanskyi, Sibirya’dan bulunan 140 milyon yıllık bir bit fosilidir. Bu bit türü, günümüzdeki türlerle karşılaştırıldığında 10 kat büyüktür ve 17 mm boyundadır. Konağının da çok büyük bir hayvan olduğu düşünülmektedir (Grimaldi ve Engel 2006). Pterosaur biti olabileceği düşünülmektedir. 248 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Pterosaur (https://www.smithsonianmag.com/). Saurodectes vrsanskyi, Sibirya’dan bulunan 140 milyon yıllık (Mezozoik) bit fosili, solda (17 mm) ve canlandırma resmi sağda (Grimaldi ve Engel 2005). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 249 Diğer bir tür olan Megamenopon rasnitsyni çok iyi korunmuş 44.3 milyon yıllık bir fosildir. Günümüzdeki kürk biti türleri ile filogenetik olarak çok yakındır. Boyu, 6.74 mm olup günümüzdeki türlerin iki katı büyüklüktedir (Wappler vd. 2004). Megamenopon rasnitsyni (solda), 44.3 milyon yıllık bir kürk biti fosili ve Holomenopon brevithoracicum (sağda) günümüzden ve kuşlarda parazit olan bir tür (Wappler vd. 2004). İnsanlarda bulunan bitlerin bir cinsi şempanzelerde (Pan spp.), diğeri ise gorillerde (Gorilla gorilla) de bulunmaktadır. Türlerin bu şekilde ortak olmasının muhtemel evrim süreci şu şekilde açıklanmaktadır: Bitlerin Phthirus ve Pediculus cinsleri şempanze, insan ve gorillerin ortak atalarından 13 milyon yıl önce ayrılmaları ile onlarla birlikte yani konakları ile birlikte ayrıldılar. Pediculus cinsine dahil olan Pediculus schaeffi şempanzedeki tür ve Pediculus humanus ise insandaki tür olarak bu konaklarla birlikte yaklaşık, 6 milyon yıl önce insan ve şempanze soy hatlarının ayrılması ile evrimleşerek ortaya çıktı (Reed vd. 2007). Şempanze ve insan DNA’sı ile yapılan çalışmalar gösterdi ki insan ve şempanze bitleri 5.6 milyon yıl önce ayrı türler olarak ortaya çıktılar. Aynı zaman- 250 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji da 5.6 milyon yıl önce insan, diğer primatlarla ortak atasından ayrılmıştır (Reed vd. 2004). Yani insan baş biti ve şempanze biti insan ve şempanzenin ortak atadan ayrılması ile ayrılmış ayrı türleri ortaya çıkarmıştır. İnsanın vücut tüylerini kaybetmesi ve şempanzede tüylerin karakter olarak devam etmesi ata tür için iki farklı yaşama ortamı sağlamıştır. Yaşama ortamlarının ayrılması ve bu ortamlara uyum nedeniyle bu iki türi ata türden ayrılarak ortaya çıkmıştır. Bu sonuç, insan ve şempanze DNA’sı ile yapılan karşılaştırma çalışmaları ile belirlenmiştir. Baş bitlerinin populasyonlarının DNA’ları ile yapılan çalışmalar, çeşitliliğin vücut bitlerininkinden yüksek olduğunu göstermiştir. Bu da baş bitlerinin türleşme için asıl kaynak populasyon olduğunu göstermektedir. Vücut bitleri, vücutta beslenip giysilerde saklanırlar. Giysilerde saklanma davranışının, insanın giysileri, sürekli olarak kullanmaya başlaması ile ortaya çıktığı düşünülmektedir. Afrika’dan toplanan bitler ve Afrika dışından toplanan bitlerle mtDNA (mitokondri DNA’sı) ile yapılan çalışmalar, Afrika bitlerinde çeşitliliğin daha yüksek olduğunu göstermiştir. Bu da insanlardaki bitlerin, Afrika kökenli olduğunu kanıtlamaktadır. Bu çalışmadaki moleküler saat analizleri ise vücut bitinin ortaya çıkışının, 72,000+/-42,000 yıl önce olması gerektiğini göstermiştir. Böylece vücut bitlerinin, insanla birlikte 100000 yıl önce Afrika’dan çıkarak dünyaya yayıldığı söylenebilir. Afrika’dan, 100000 yıl önce ikici kere çıkan insan (modern Homo sapiens) özellikle, soğuk bölgelere ulaşınca sürekli giysi kullanma gereği duymuş ve vücut bitleri de giysilerde yaşamaya başlamıştır. Böylece giysi kullanımı, oldukça yakın bir döneme tarihlenmiş olmaktadır (Kittler vd. 2003). Bitlerin insan toplumlarında yayılmaları ekonomik duruma, tarihi dönemlere, sağlık koşullarına ve kültürel alışkanlıklara bağlıdır. Ancak, soylularda da bit sorun olmuştur. Pediculus humanus capitus ve Pthirus pubis türlerinin her ikisi de Napoli kralı Ferdinand II’nin mumyasında saptanmıştır. Mumyanın saç örneklerinde, civa kalıntısı da saptanmıştır. Bu da bitle mücadelede civa kullanılmasının sonucudur. Asillerden birinde bit saptanması ilk defa Ferdinand II’de gerçekleşmiştir. Rönesans döneminde bu kayıtla, asillerde de bit olabileveği ilk defa kabul edilmiştir (Fornaciari vd. 2009). Mısır mumyalarında da bit, yoğun olarak saptanmıştır. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 251 Saçlardan bit yumurtalarını temizlemek için kullanılan 5000 yıllık tarak. Saçlardan bit yumurtalarını temizlemek için kullanılan Eski Roma’ya ait tarak. 252 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Saçlardan bit yumurtalarını temizlemek için kullanılan Milattan Önce 400’e tarihlenen ve İskitlere ait tarak. Bitlerin kültüre etkisini en çarpıcı şekilde edebiyatta görmek olanaklıdır. İskoçyalı şair Robert Burns, topluma eleştirel bakış getiren şiirlerinden birinde, aristokrat bir kadının şapkasında gezen bir biti anlatmıştır. Komik ve ironik bir şiir olarak sınıflanan bu eser, “To a louse” başlığını taşımaktadır. Şaire göre, bakımlı olması beklenen bir toplum kesiminden gelen bu kadında bit görülmesi beklenmez. Bit ancak, toplumun alt sınıflarından birine dahil olan kişide görülebilir. Şair, insanları bu şekilde sınıflandırmanın doğal olmadığını vurgulamıştır. Çünkü, bir bit alt sosyal sınıfa dahil olan bir insanda bulunabileceği gibi aristokrat bir insanda da bulunabilir. Ayrıca, şapkasında bit bulunan kadın bu durumun farkında olmadığı için kendini diğer insanlardan ayrıcalıklı bir konumda sanmaktadır. Bitin kültürel yönden önemine bizim toplumumuzdan da bir örnek verilebilir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 253 Osmanlı’nın sadrazamlarından olan Rüstem Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın eşi olarak seçilmiştir. Ancak, bu evliliği engellemek isteyenler, Rüstem Paşa’nın cüzzamlı olduğu söylentisini yayarlar. Bu konu, Kanuni Sultan Süleyman’a iletilir. O da olayın araştırılması için hekimbaşını görevlendirir. Hekimbaşı, cüzzam hakkında Kanuni Sultan Süleyman’a bilgi verirken üzerinden bit çıkan insanın cüzzamlı olamayacağını söyler. Hekimbaşı, Diyarbakır’a gider ve Rüstem Paşa’nın cüzamlı olup olmadığını araştırır. Rüstem Paşa’nın çamaşırları gizlice kontrol edilir ve bite rastlanır. Böylece Rüstem Paşa’nın cüzzamlı olmadığı ortaya çıkar. Rüstem Paşa, Mihrimah Sultan ile evlenir ve Kanuni Sultan Süleyman’a iki dönem sadrazamlık yapar. Bu olayın halk arasında kulaktan kulağa yayılması sonrasında, dönemin bir şairi olayı iki dizeyle şöyle anlatır: “Olacak bir kimsenin bahtı kavi, talihi yâr, Kehlesi (biti) dahi mahallinde onun işe yarar”. (Şanslı kişinin üstünden bit çıkması işe yarar). KAYNAKLAR Arriaza, B., vd. (2012) Severe head lice infestation in an Andean mummy of Arica, Chile. J. Parasitol. 98, 433–436. Arriaza, B., vd. (2013) Study of archaeological nits/eggs of Pediculus humanus capitis by scanning electron microscopy. Micron. 45, 145–149. Fornaciari G., vd. (2009) “Royal” pediculosis in Renaissance Italy: lice in the mummy of the king of Naples Ferdinand II of Aragon (1467-1496). Mem Inst Oswaldo Cruz., 104:671-2. Grimaldi, D., Engel, M.S., (2006). Fossil Liposcelididae and the lice ages (Insecta: Psocodea). Proc. Biol. Sci. 273, 625–633. Reed, D.L., (2004) Genetic analysis of lice supports direct contact between modern and archaic humans. PLoS Biol. 2, e340. 254 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Reed, D.L., vd., (2007) Pair of lice lost orparasites regained: the evolutionary history of anthropoid primate lice. BMC Biol. 5, 7. Kittler, R., vd. 1 Manfred Kayser, and Mark Stoneking 2003. Molecular Evolution of Pediculus humanus and the Origin of Clothing. Current Biology, Vol. 13, 1414–1417. Wappler, T., vd. (2004) Scratching an ancient itch: an Eocene bird louse fossil. Proc. Biol. Sci. 271 (Suppl 5), S255–S258. BÖCEKLER VE EĞLENCE Böceklerin, eğlence dünyasında yer almasına verilecek en iyi örnekler Japon kültüründe yer almaktadır. Japonların, böceklere karşı ilgisi çok eski dönemlere uzanır. Bu gün böceklere karşı hoşgörülü olmaları bu geçmişe dayanır (Hogue 1987). Örneğin, Edo döneminde (1603-1867), çekirge türleri çıkardıkları ses nedeniyle eğlendirmek amacı ile satılmıştır. Günümüzde Japonlar, çok yüksek ücretler ödeyerek gergedan ve geyik böceklerini evcil hayvan olarak satın almaktadır (Gullan ve Cranston 2010). Fakat, özellikle çocuklar böcekleri satın almak yerine daha eğlenceli olduğu için kendileri yakalarlar ve evcil hayvan olarak beslerler. Yakaladıkları böcekleri, korumak için de genellikle, içine toprak konmuş plastik kafesleri kullanırlar. 256 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Böceklerden Gergedan ve geyik böceklerinin (Coleoptera türleri) evcil hayvan olarak bakımı için satılan çeşitli malzemeler . Gergedan (kuwagata-mushi) ve geyik böceklerinin (kabuto-mushi) güreştirilmesi de yaygın bir eğlencedir. Japonya’da çocuklar evcil hayvan olarak gergedan böceklerini edinirler (doğadan yakalayarak, satın alarak veya üreterek). Birçok evcil hayvan mağazasında bu böcekler 500-1000 Japon Yeni fiyatla satılmaktadır. Japonya’da Akihabara kültüründe, böcekler çok önemli bir yere sahiptir. Akihabara, Japon çizgi romanlarını, animasyonu, video oyunlarını, bebekleri, plastik oyuncak modellerini içeren genel bir terimdir. Japonya’da Akihabara kültürü yılda, 400 milyar Japon Yeni gelir sağlamaktadır. Akihabara kültüründe özellikle, gergedan böcekleri tercih edilir. Aşağıdaki resimde yer alan geyik, gergedan böceklerinin ve çekirgenin model olarak kullanıldığı oyuncakların her biri 1970’lerde 17 USD fiyatla satılmıştır. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 257 Akihabara kültüründe geyik, gergedan böceklerinin ve çekirgenin model olarak kullanıldığı oyuncaklar. Japon Gergedan böceği (Trypoxylus dichotomus) . 258 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Japon gergedan böceği döğüşü. Geyik böceği (Lucanus cervus) (commons.wikimedia.org), 22. 10. 2017. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 259 Geyik böceği (Lucanus cervus) döğüşü (commons.wikimedia.org). Japon video oyunlarında da gergedan böcekleri model olarak sıklıkla kullanılmaktadır. Mushihimesama (Mushi=Böcek, hime=prenses ve sama=asil kişi), gergedan böceği tarafından temsil edilen bir karakterdir. Düşmanları ise diğer Coleoptera (kınkanatlı) türleri ile temsil edilir. Mushihimesama karakterleri (http://www.wallpaperup.com). 260 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Japonlar gergedan böceklerine, büyük sağlam görünümlü olmaları nedeni ile geleneklerinde önemli bir yer verirler. Bu nedenle de evcil hayvan olarak kabul edilmeleri kuşaktan kuşağa geçer. Bu gün de Japon kültüründe, önemli bir yeri olan böcek olarak kabul edilir (Hosaka vd. 2016). JAPON ATEŞ BÖCEĞİ Böcekler, ışık saçan simbiyotik bakterileri veya mantarları kullanarak ya da doğrudan kendi metabolizmalarının ürünü olarak ışık çıkarırlar. En dikkat çekici ışık çıkaran böcekler, ateş böcekleri olarak anılan Lampyridae familyasına ait olan türlerdir. Işık üretme organları ile beyaz, sarı, kırmızı veya yeşil ışık üretirler. Böceklerde ışık çıkarma şu yolla olur: lusiferaz enzimi, adenozin trifosfatı enerji kaynağı olarak kullanıp lusiferini okside ederek oksilusiferin, karbondioksit ve ışık ortaya çıkarılır. Işık çıkarma, üreme döneminde aynı türün erkek ve dişisinin birbirini bulmasını sağlar. Uçarak ışık saçan erkek bireyler, durarak ışık veren dişiyi bulur. Işığın kalitesi ve yanıp-sönme aralığındaki farklılık, tür izolasyonunu sağlayarak aynı türün erkek ve dişilerinin birbirini bulup üremesini sağlar. Avların cezbedilerek yakalanmalarını kolaylaştırmak için de ışık kullanılır. Photurus cinsine dahil bazı türlerin dişileri, diğer ateş böceği türlerinin dişilerinin çıkardıkları ışıkları taklit edebilirler. Taklit edilen türlerin erkek bireyleri, bu şekilde kendi türünün dişisi tarafından çıkarılan ışığı taklit eden, Photurus dişisinin yakınına konarlar. Taklitçi dişi farklı türün erkeklerini avlayarak yer. Photurus dişileri kendi türünün erkeklerini de yer (Gullan ve Cranston 2010). Avustralya ve Yeni Zelanda’da, Arachnocampa luminosa türüne dahil olan mantar sineklerinin dişileri avlarını çekmek için ışık çıkarırlar. Otuz milyon yıllık mağaralarda, böceğin ürettiği ışık çok ilgi çekici görüntüler oluşturur. Bu doğal ışık gösterisini izlemek için çok sayıda ziyaretçi mağaralara gelir (Gullan ve Cranston 2010). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 261 Luciola cruciata (Japon ateş böceği). Arachnocampa luminosa’nın ışığı ile aydınlanmış Yeni Zelanda›daki 30 milyon yaşındaki mağara. 262 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 263 Japon sanatında ateş böceği (https://ukiyo-e.org/image/artelino/11801g1) Japonya’da, yaklaşık 50 ateşböceği türü (Coleoptera: Lampyridae) olmasına rağmen, Luciola cruciata büyük olması (10-16 mm), çok parlak ışık üretmesi ve sürü oluşturması nedeniyle festivallerde tercih edilen türdür. Bu tür, Genji ateş böceği olarak adlandırılır ve sucul bir böcektir. Gelişimini (larva ve pupa dönemlerini), temiz akarsularda tamamlar. Erginleşince de gene, bu temiz akarsuların çevresinde uçar. Temiz akarsuların çevresinde yaşadıkları için Japon fauna elemanları arasında gösterge tür olarak da kabul edilirler. Bu sayılan özellikleri nedeniyle, çevre koruma eğitimi için de kullanılan önemli bir türdür (Hosaka vd. 2016). 264 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Diğer bir tür ise Luciola lateralis’tir. Ateş böcekleri, haziran ortası ile temmuz ayı başına kadar görülürler. Akşam saat sekiz ve dokuz arasında en yüksek sayıya ulaşırlar. Japonya’da Shimane’de akarsu çevresinde uçuşan ateş böcekleri. Japonya’da ormanda uçuşan ateş böcekleri. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 265 Ateş böceği için düzenlenen aktiviteler toplam 542 tanedir. Bunların 210 tanesi konserleri, şiir yarışmalarını, havai fişek gösterilerini ve dans festivallerini içermektedir. Bunların yanı sıra, ateş böceklerini izleme ve haklarında bilgi edinme de festivaller kapsamındaki etkinliklerdendir. Katılımcı sayısının, 147.000 kişi ile en yüksek olduğu aktivite, ateş böceklerinin izlendiği festivallerdir. 266 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Ateş böceği (hotaru) festivali afişleri. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 267 Ateş böceği festivali eğlenceleri (http://www.jalan.net/event/evt_172131/). Festivalde eğitici bir yön de vardır. Ateş böceği treni olarak adlandırılan bir tren, ateş böceklerinin görüldüğü bölgelerde durarak hem izleme olanağı sağlamakta hem de biyolojilerine ilişkin bilgilendirme yapmaktadır. Şehirlerdeki bazı oteller, her yıl ateş böceklerinin yoğun olduğu dönemlerde, onları izleyerek yemek yeme olanağı sunmaktadır. Diğer böceklerle karşılaştırıldığında, ateş böceklerine olan ilgi büyük şehirlerde gittikçe artmaktadır (Hosaka vd. 2016). Fakat, bölgeler arasında bu böceklerin taşınması populasyonlarının genetik yapısını bozmaktadır. Bu konuda, Iguchi (2009) tarafından yapılan bir araştırma, bölgeler arasında aktarılan böceklerin popülasyonlarındaki genetik sapmaları göstermiştir. Bu çalışma, Japonya’da Tatsuno Kasabası’nda ve Biwa Gölü çevresindeki Luciola cruciata populasyonları ile yapılmıştır. Japonya’da Tatsuno Kasaba- 268 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji sı’nda Luciola cruciata, 1920 yılından beri her yaz yoğun olarak ortaya çıkar. Biwa Gölü çevresindeki Luciola cruciata populasyonundan alınan böcekler bu kasabaya getirilmiştir. Her iki bölgedeki böceklerin ışık çıkarma aralıkları, moleküler düzeydeki çalışmalarla incelenmiştir. Tatsuno Kasabası’ndaki Luciola cruciata populasyonunun ışık çıkarma yönünden, Biwa Gölü çevresindeki populasyondan etkilendiği görülmüştür. Bu sonuç, populasyonların genetik yapılarını koruyabilmek için bölgeler arasında gelişigüzel taşımaların yapılmaması gerektiğini göstermiştir. Ayrıca, bu türün habitat bozulmalarına karşı hassas olması da populasyondaki birey sayılarının gittikçe düşmesine neden olmaktadır (Yuma 2007). Özellikle, seller ve kuraklıklar akarsularda yaşayan türler için tehlike oluşturur (Ward 1992). Ani seller ve kurak dönemler, günümüzde iklim değişikliğinin sonuçları olarak ortaya çıkmakta ve türün devamı için tehlike oluşturmaktadır. Coleoptera’dan (kın kanatlı) gergedan böceği (Allomyrina dichotoma) Japon çocuklar için ilgi çekici bir böcektir (Kawahara 2007). Böceklerle ilgili158 adet etkinliğin % 42’si doğada ve % 49’u kapalı alanlarda canlı gergedan böceği ve diğer Coleoptera türleri ile yapılır. Doğadaki etkinlik, ormanlarda böcek toplama şeklindedir. Turistik aktivite olarak bazı oteller, Coleoptera toplama gezileri düzenlemektedir. Böcek toplama için bütün gereçler otel tarafından sağlanır. Böcek bulamayanlara da otel görevlileri, ormandan topladıkları böcekleri hediye ederler. Kapalı alanlardaki etkinlikler ise canlı böcekleri içeren büyük bir kafeste, ziyaretçilerin böcekleri yakalamaları şeklindedir (Hosaka vd. 2016). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 269 Tokyo’da bir alışveriş merkezindeki kafeste, gergedan böceklerini yakalayan ziyaretçiler (Hosaka vd. 2016). Gergedan böceklerinin nasıl yakalanacağı konusunda bilgilendirme toplantısı (Hosaka vd. 2016). 270 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Bu etkinlikler, yaz (Temmuz ve Ağustos) dönemindedir. Çoğu zaman kapalı alan etkinlikleri büyük şehirlerdeki alışveriş merkezleri, kaplıcalar gibi yerlerin yakınlarındadır. Ziyaretçiler, yakaladıkları gergedan böceğinin erkek bireyleri için 2-6 dolar ve dişileri için 1-4 dolar öderler. Satın alınan böcekler, daha sonra gene kapalı alan etkinliği olarak aynı yerde döğüştürülürler. Özellikle çocuklar, bu etkinliğe yoğun ilgi gösterirler. Yaz tatili döneminde, çocukların eğitimi için müzelerdeki koleksiyonlar, iç ve dış ortamlarda düzenlenen çeşitli etkinlikler fazlasıyla ilgi görür (Hosaka vd. 2016). Japonya’da çıkardıkları sesler için tercih edilen böcekler: Böcekler eşeylerini bulmak, düşmanlarını kaçırmak, popülasyonlarındaki diğer bireyleri tehlikelere karşı uyarmak için ses çıkarırlar. Ses çıkarma davranışının bazı özellikleri: Böceklerin çıkardıkları sesler, tür içi haberleşmeyi sağlar. Çekirgelerin çoğunda erkekler ses çıkarır. Türe özgü olan sesler, aynı türden olan dişilerin üremek için erkekleri bulmasını sağlar. Böceklerde ses, en yaygın olarak, özelleşmiş bir vücut bölgesinin diğer bir vücut bölgesine sürtülmesiyle çıkarılır. Buna stridülasyon denir ve cırlama şeklinde ses çıkarılır. Çekirgelerde, arka bacağın femur bölümünün iç kısmında bulunan kabartıların, sertleşmiş ön kanadın (tegmina) kenarına, vücudun belli bölümüne sürtülmesiyle ses çıkarılır. Ağustos böceklerinin erkeklerinde, karın segmentlerinin birincisinin iki yanında yer alan, büyük bir zarın titreştirilmesiyle ses çıkarılır. Yüksek sesler çıkaran ağustos böceklerinde ses şiddeti, 4-7 kHz olup ormanlık alanlarda bile, ses 1 km uzaklıklıktan duyulabilir. Plecopterada (taş sinekleri) ve diğer bazı böceklerde ise çeşitli substratlara vücudun belli bölümleri vurularak ses çıkarılır. Taş sineklerinde, akarsu kenarlarındaki bitkilerin yapraklarına, karın bölgesinin sonu vurularak ses çıkarılır. Aynı türün erkek ve dişileri bu şekilde, karşılıklı ses üreterek birbirlerini üreme için veya diğer amaçlar için bulurlar. Çıkarılan seslerin frekansları türe özgüdür. Ses çıkarma, üreme amaçlı olduğu gibi tehlikeyi haber verme amaçlı da olabilir (Gullan ve Cranston 2010). Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 271 Kriketler (Gryllidae familyasına dahil olan türler) gibi ses çıkaran çekirge takımına (Orhoptera) dahil böcekler, Japon geleneksel kültüründe önemli bir yere sahiptir. Çekirgelere ilişkin ekinlikler, sonbahar döneminde (ağustos sonundan ekime kadar olan dönemde) görülür. Kriket (Gryllidae familyasına dahil türler). Kriketler, birçok kültürde olduğu gibi Japonya’da da ses çıkaran böcekler içinde en çok tercih edilenlerdir. Kriketlerin sesi cıvıltı şeklinde çıktığı için hoşa gitmektedir. Ses çıkarma, üst kanatların diplerinde yer alan kitinleşerek sertleşmiş yapıların, birbirine sürülmesiyle gerçekleşir. Bir kanadın dibinde yer alan ve 50-250 dişten oluşan yapının, diğer kanadın dibinde yer alan sertleşmiş kısma sürülmesiyle müzikal cıvıltılar şeklinde ses çıkarılır. Ortam sıcaklığının artışıyla kriket cıvıltılarının da frekansı artar. 272 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Kriket kanatlarının dibindeki ses çıkaran bölümün yapısı. Dişler ve dişlerin karşısında sertleşmiş eğe gibi dişlere sürünerek ses çıkarılmasını sağlayan yapı. Çekirgelerle ilgili etkinliklerin % 60’ı doğada gerçekleştirilir. Bu etkinliklerde en çok izlenen böcekler kriketlerdir. Etkinliğe katılanlar, kriketlerin ötüşlerini dinleyip ötüşler arasındaki farkı ve farklılığın nedenlerini öğrenmeye çalışırlar. Hem turistik yönden hem de eğitim yönünden gene çocukların oldukça fazla ilgilendikleri etkinliklerdir. Geleneksel Japon kültüründe böceklere ilişkin farklı etkinlikler de doğada, böceklerle ilgili olarak gerçekleştirilen etkinliklerin yanında önemli bir yer tutar. Bahçelerde, müzelerde gerçekleştirilen çay törenleri, geleneksel müzik aletlerinin kullanıldığı konserler ve Japon şiirlerinin sunumunun yapıldığı etkinlikler de doğada gerçekleştirilen böceklerle ilgili etkinliklerle beraber yürütülür (Hosaka vd. 2016). Ancak, büyük şehirlerde yaşayanların Orthoptera üyelerinin çıkardıkları seslere ilgileri azalmıştır. Kelebeklerle ilişkili etkinliklerin 20 tanesi doğada ve 19 tanesi kapalı alanlarda canlı kelebeklerle gerçekleştirilir. Etkinliklerin 19 tanesinde ise müze örnekleri yer alır (Hosaka vd. 2016). Doğadaki etkinliklerde, bilimsel kuruluşların rehberliğinde kelebekler yakalanır ve işaretlenerek doğaya bırakılır. Parantica sita türü, işaretlenerek Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 273 doğaya bırakılanlardan biridir. Hayvanat bahçelerindeki kelebek parkları da canlı kelebekleri izlemek için tercih edilirler. Kelebek parklarında, Japonya faunasına ait türler sergilendiği gibi Idea leuconoe gibi tropikal türler de sergilenir. Kiitamori şehrindeki kelebek parkı, Japonların milli kelebeği olarak da nitelenen, Sasakia charonda için özelleşmiş olup bütün yıl boyunca, kelebekler canlı olarak izleyicileri sunulur (Hosaka vd. 2016). Parantica sita. Idea leuconoe ergini. 274 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Idea leuconoe pupası. Sasakia charonda . Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 275 Idea leuconoe pupası ve ergini ile süslenmiş yılbaşı ağacı. Ağustos böceklerine ilişkin 36 etkinlik doğada gerçekleştirilir. Ağustos böcekleri, şehirlerdeki parklarda yaygın oldukları için erginleşmeleri, özellikle çocuklar tarafından izlenebilmektedir. Nimflerin ağaca tırmanması, nimfin kılıfından çıkarak ergin hale gelmesi ve genç ergin bireyin yeşil renkten sonra türe göre kahverengiye veya siyaha dönüşmesi ilgiyle izlenir. 276 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Topraktan çıkarak erginleşmek üzere ağaçlara tırmanmaya hazır son dönem ağustos böceği nimfleri. Erginleşmek üzere ağaca tırmanan ağustos böceği nimfleri. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 277 Ağustos böceği nimfinin ağaca tırmanıp erginleşip içinden çıktığı kılıfı. Ağustos böceği ergini. Böylece, çocuklar ve yetişkinler böceklerin erginleşirken geçirdikleri metamoefozu (değişimi) doğada izlemiş olurlar. Gene, ağustos böceklerinin parklardaki ağaçlardan kurumuş nimf kılıflarının toplanması ve sayılması da önemlidir. Çünkü, nimf kılıflarının sayısı, ağustos böceklerinin popülasyon büyüklüğüne ilişkin bilgileri sağlayarak çevredeki değişikliklerin, olumlu veya olumsuz yönde ilerlemesi konusunda bilgi verir. Müzeler, belediyeler ve çev- 278 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji re kuruluşları tarafından, çevre kalitesi izleme ve eğitim amaçlı olarak bu etkinlik yürütülür. Osaka Doğa Tarihi Müzesi 22 yıldır, Utsubo parkında bu şekilde izleme etkinliğini sürdürmüş ve katılımcılar 100000 civarında nimf kılıfı toplamıştır (Hosaka vd. 2016). Euterpnosia chibensis. Euterpnosia chibensis, turizm yönünden özellikle ilgi çeken nadir bulunan bir ağustos böceği türüdür. Alaca karanlıkta (güneş doğmadan önce veya gün batımından sonraki ışık durumunda), ormanlarda koro halinde ötüşleri ile dikkat çekerler. Amerika ve Fransa’nın Provence bölgesinde de ağustos böceklerinin metamorfozunu izlemek oldukça yaygındır. Japonya’da, Helikopter böcekleri (Odonata) kullanılarak düzenlenen etkinliklerin 33 tanesi, doğada örnek toplama ve gözlemlemeye ilişkindir. Beş tanesi ise sergilemeye yöneliktir. Nakamura Doğal Park’ı, helikopter böcekleri için oluşturulan dünyadaki ilk koruma alanıdır. Parkta, Japonya faunasına ait olan 200 türün yanı sıra 1000 tür helikopter böceğinin sergilendiği bir müze vardır. Müze, dünyadaki müzeler arasında en çok tür içeren müzedir. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 279 Japonya Nakamura Doğal Parkı ve Odonata nimflerinin yaşadığı alanlar. 280 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Nakamura Doğal Parkı’ndan Odonata. Yokohoma’daki Hommoku Doğal Parkı’nda, helikopter böceklerini araştırma ve gözlemleme amaçlı etkinlikler düzenlenmektedir. Her etkinliğe, 500 çocuk katılmış ve helikopter böceklerinin larvalarının yaşadığı havuzları düzenlemişlerdir. Oldukça önemli bir doğa eğitimi etkinliğidir (Hosaka vd. 2016). İpek böceklerine ilişkin etkinliklerden 19 tanesi, kokonların ve erginlerin sergilerini kapsar. On tanesi ise canlı örneklere ilişkindir. İpek müzesi ve araştırma enstitüleri etkinliklerin büyük bir bölümünü düzenler. İpek üretim merkezlerinde turistlere, ipek böceği üretimini ve larvaların kokon örme dönemini izleme olanağı sağlanmaktadır. Bal arıları ile doğrudan ilişkili olan etkinlik sayısı dokuzdur. Fakat dolaylı olarak, bal arıları ile ilişkili olan çok sayıda etkinlik vardır. Çoğu etkinlik, arıların üretimi ve bal üretimi ile bağlantılıdır. Ayrıca, balmumu ile çeşitli malzemeler üretmek de dolaylı etkinlikler içindedir. Yirmi şehri içeren bir proje, şehirlerde yaşayanların doğa ile ilişkilerini geliştirmek için planlanmıştır (Hosaka vd. 2016). Bahsedilen tüm etkinlikler aynı zamanda, böcekleri ve habitatlarını koruma yönünden bilgilendirici ve dikkat çekicidir. Çeşitli bölgelerde yer alan 650 bölge, “ateş böceği köyleri“ olarak adlandırılmıştır. Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji 281 Tüm Japonya’da 500-1000 adet gölcük, helikopter böceklerinin (Odonata) korunmasını ve üremelerini sağlamak üzere düzenlenmiştir. Birçok okulun öğrencisi, kendilerine ayrılan havuzlarda helikopter böceklerinin larvalarını saymak ve korumak üzere organize olmuştur (Hosaka vd. 2016). Böceklere karşı ilginin artmasının neden olduğu sorunlar da vardır. Farklı bölgelerden getirilen türler, yerli türler için tehlike oluşturmaktadır. Örneğin, Japonya’nın doğusu ve batısındaki ateş böcekleri farklı türler olup yerel popülasyonları farklı genetik bileşime sahiptir (Iguchi 2009). Fakat, batıdaki türler doğuya götürülmektedir. Bu durum, doğudaki türlerin gen havuzunun bileşimini bozmaktadır. Aynı şekilde, farklı yerlerden satın alınıp getirilen gergedan böcekleri de doğal populasyonların gen havuzunu olumsuz yönde etkilemektedir (Goka vd. 2004). Biyolojik çeşitliliğin korunabilmesi için böceklerin ticari veya turizm amaçlı olarak farklı ülkeler arasında taşınması türlerin, genetik yapısının korunması yönünden önemli bir sorundur. Dünyanın birçok yerinde, büyük güvelerin pupaları, dans ederken hem el hem de ayak bileğine bağlanarak ses çıkarmaları sağlanır. Çocukların oyunlarında en çok kullandıkları böceklerden biri goliath böceğidir. Bir çekirge takımı olan Phasmida’ya dahil olan türler (çubuk çekirgeleri) yakalanır ve bağlanıp etrafta dolaşmasına izin verilir (Van Huis 1996). KAYNAKLAR Goka, K., Kojima H., Okabe, K. (2004) Biological invasion caused by commercialization of stag beetles in Japan. Global Environmental Research 8: 6774. Gullan, P. J., Cranston, P. S. (2010) The Insect, Autline of Entomology. Wiley-Blackwell. Hogue, C.L. (1987)Cultural entomology. Annual Review of Entomology 32: 181-199. 282 Nilgün Kazancı / Etnobiyoloji Hosaka T., Kurımoto M., Numata S. (2016) An Overview of Insect-Related Events in Modern Japan: Their Extent and Characteristics. American Entomologist, 62, 4: 228-234. Iguchi, Y., (2018) The ecological impact of an introduced population on a native population in the firefly Luciola cruciata (Coleoptera: Lampyridae). Biodiversity and Conservation, 18:2119–2126. Kawahara, A.Y. (2007) Thirty-foot telescopic nets, bug-collecting videogames, and beetle pets: entomology in modern Japan. American Entomologist 53: 160-172. Van Huis A. (1996) The traditional use of arthropods in sub-Saharan Africa. Proc. Exp. Applic. Entomol., 7, 3–20. Ward J. V. (1992) Aquatic Insect Ecology. John Wiley & Sons, New York. Yuma, M. (2007) Effect of rainfall on the long-term population dynamics of the aquatic firefly Luciola cruciata. Entomological Science, 10: 237–244.