KÜRESELLEŞMENİN KARA-ÜTOPYASI: GÖZÜN İKTİDARI
BİRGÜN 16 Kasım 2008 (Söyleşi: Önder İşleyen)
Küresel ve yerel iktidarlar yeni teknolojileri kullanarak muhalifleri bastırmayı, sindirmeyi, yok
etmeyi amaçlasa da kitlelerle bağ kurabilen muhalifler yeni direniş biçimleri yaratarak
iktidarların engellemelerini aşacaktır...
Biri Bizi Gözetliyor: Küresel çağ bu sözü hayatın her alanında bir gerçekliğe dönüştürüyor.
İletişim teknolojilerindeki gelişmeler gözün iktidarını pekiştirirken, gündelik hayatın her alanına
yaygın bir totaliterizm ile özgürlük alanı kapatılıyor. İktidarın bu tür kontrol sistemleri ile ilgili
çalışmalarda "panoptikon" kavramı önemli bir yer tutuyor.
Jeremy Bentham"ın Panoptikon hapishane mimarisinden yola çıkarak yapılan
kavramsallaştırma, bugün de iktidarın denetim biçimleri açısından önemli bir yer tutar. Bununla
ilgili olarak "Panoptikon:Gözün İktidarı" kitabını yayına hazırlayanlardan Barış Çoban ile
konuştuk.
»Jeremy Bentham"ın Panoptikon hapishanelerinin mimari özelliklerini anlattığı mektuplar
yer alıyor, Panoptikonun anlattığı nedir?
Panoptikon, Foucault’un “Hapisanenin Doğuşu” adlı çalışması ile bilinir hale gelen, kapitalist
iktidar sorununun ipuçlarının yer aldığı bir metindir, bu anlamda modern iktidar biçimlerinin
anlaşılması bakımından Bentham’ın “Panoptikon”u önemli bir kaynak niteliğindedir. Tarihsel
olarak, tanrısal göndermelere sahip “kutsal” iktidarların toplum üzerindeki denetiminin göstergesi
olan “göz”, panoptikon ile birlikte dindışı iktidarın yeni iktidar biçimiyle birlikte yeryüzüne
inmiştir. Bentham’ın metni, kapitalizm ile birlikte toplumsal iktidarın geçirdiği yapısal
dönüşümün anlaşılması açısından önem taşımaktadır. Kapitalist iktidar biçimlerinin oluşum
sürecinde işçiler üzerinde ve sonrasında tüm toplumsal yapı üzerinde kurulacak olan iktidarın
yapısının ilksel kurgularından bir tanesidir. Panoptikon mimari bir yapı kurgusunun ötesinde,
toplumsal yapının kapitalistik üretim biçimine uygun olarak yeniden-düzenlenmesi üzerinde
durur. Kapitalist iktidar toplumsal denetimin sağlanması sürecinde “göz”ü aşırı bir biçimde
vurgulamıştır, görünmeden gören iktidar ile toplumun bilinçyapısını “göz”ün baskısıyla
tahakküm altına alınır. Gözetim, iktidarın temel denetim biçimlerinden birisi haline gelirken,
“göz” de önemli bir iktidar organına dönüşmüştür.
»Küresel bir iktidar biçimi olarak Panoptikonun küreselleşmesinden söz ediyorsunuz,
çağımızdaki gözetim ve denetim mekanizmaları ve bunların temel nitelikleri hakkında ne
söylenebilir?
Panoptik sistem ulus-devletlerin toplumlarını denetim ve baskı altında tutmak için kullandıkları
bir sistem ve teknolojideki gelişmelerle beraber toplum üzerindeki denetim biçimleri değişim
geçirmekte. Gündelik yaşamın olağan bir parçasına dönüştürülmüş olan baskıcı iktidar
mekanizmaları ve denetim biçimleri özgürlüklerimizi gün geçtikçe daha fazla gasp eder hale
geliyor. İktidar karşıtı toplumsal hareketler üzerinde yeni denetim ve gözetim teknolojileri
kullanılarak daha fazla baskı kuruluyor. Küreselleşme süreci ile birlikte ulus-devletin geçirdiği
dönüşüm ve küresel iktidarın belirlediği yeni iktidar ilişkileri bağlamında panoptik sistemde
“yeni emperyal” yapı ile birlikte küreselleşiyor. Yeni teknolojiler toplumsal özgürleşmeyi
yaratacak olanakları barındırmalarına rağmen tam da aksi yönde toplumsal yaşamın hücre tipi bir
hapishaneye dönüştürülmesi için kullanılmakta. Küresel iktidar ve denetimindeki yerel iktidarlar
yerel ve küresel iktidarlar ideolojik aygıtları, özellikle de yeni iletişim teknolojilerinin gelişimiyle
birlikte medyayı etkin bir şekilde kullanıyor, ancak şiddet aygıtları da yeniden etkin bir biçimde
kullanıma sokuluyor ve medya da bir savaş silahına dönüştürülmüş durumda. Örneğin internet
demokratik iletişim alanı olmaktan çok küresel ticaretin ve denetimin etkin bir aracına
dönüşmektedir, muhalifler üzerindeki baskı gerçekte yaşamda olduğu gibi sanal alanda da
şiddetli bir biçimde devam etmektedir.
»90"lı yıllardan itibaren, yeni dünya düzeninin "demokrasi, şeffaflık ve özgürlük" olduğu
yönünde oldukça yoğun bir propagandaya maruz kaldık siz bunu "kara-ütopya" olarak
tanımlıyorsunuz. Kara-ütopyanın anlattıkları nelerdir?
Yeni dünya düzeni reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte toplumlar için tek seçenek olduğu
iddiasını ortaya attı, tarihin sonu, ideolojilerin sonu, proletaryaya elveda diyen bu ideoloji
dünyayı cennete çevireceği vaadiyle ortaya çıktı ve sonuçta olanlar ortada. Küresel iktidarın yeni
dünyası küresel ve yerel şiddet biçimlerinin daha da acımasızlaşarak yaygınlaşmasını beraberinde
getirdi. Küresel iktidar sermaye için sınırları kaldırırken toplumlar için geçilmez sınırlar ve
duvarlar inşa etti. Küresel kapitalizm medyayı, özelliklede Hollywood sinemasını ve televizyon
programlarını kullanarak ütopya olarak sunduğu “tek boyutlu” tüketim toplumunu etkin bir
biçimde pazarladı. Bu “cesur yeni dünya” eğlencenin, uyuşturucu ve seksin pazarlandığı
toplumların gözetlenmekten ve gözetlemekten zevk aldığı sado-mazoşist bir dünyadır. İnsanlar
geleceklerini karartan bu kara-ütopyada panoptik hücrelerinde sistemin kendisini yenidenüretmesine hizmet eden bedenlerden başka bir şey değildir. “Başka bir dünya mümkün” diyenler
bu kara ütopyaya karşı gerçek bir ütopyanın savunusu yapıyor ve kitleleri iktidarın seçeneksiz
olarak gösterdiği kapitalist barbarlığa karşı eşitlikçi bir ütopyaya çağırıyorlar. Yani, toplumları
“göz”lerini gözetlenmek ya da gözetlemek için değil insanca bir dünyayı görebilmek için
kullanmaya çağırıyorlar. Bu bakımdan kara-ütopyayı yaşamaktan kurtulmak için sınıf
mücadelesini yükseltmesi ve ütopyalarının barbarlığa karşı tek seçenek olduğunu ortaya
koymaları da önemli bir zorunluluk haline gelmiştir.
»Günümüz toplumunda, zengin ve yoksul arasındaki uçurumda giderek toplumsal ve
mekansal bir parçalanmaya, ayrışmaya neden oluyor. Çalışmanızda, Kentsel dönüşüm
projesini de yoksulların denetim ve dışlanmanın bir parçası olarak ele alıyorsunuz. İletişim
teknolojilerindeki gelişmelerin sağladığı yeni kontrol yöntemlerinin yanı sıra giderek daha
dışlayıcı/ayrıştırıcı, 18. yüzyılın kontrol yöntemlerine de giderek daha çok başvurulacağını
söylemek mümkün mü?
Kentlerin mimari yapıları egemen iktidarların ideolojisi tarafından belirlenir, bu bakımdan tüm
kentsel dönüşüm projeleri de sınıfsal açıdan ele alınmalıdır. Egemen sınıfın tehdit olarak gördüğü
ezilen sınıfları, denetim altında tutabilmek için, onları, sınırları belli ve devletin gözetleyebileceği
alanlar içersinde tutmak ister. Bu anlamda, kentlerin geçirdikleri evrim içersinde değer kazanan
bölgelerde yerleşmiş olan yoksulların bu bölgelerden kaldırılarak buralara alışveriş merkezleri ya
da korunaklı lüks sitelerin yapılması sözkonusu olmaktadır. Yoksullar kentin huzurunu ve görsel
estetiğini bozan anomaliler olarak görülmektedir. Yoksulluğun giderek artması ile birlikte kent,
suçun gündelik bir gerçeklik kazanmasını da beraberinde getirmektedir, bu anlamda polisiye
önlemlerde yetersiz kalmaktadır, duvarlarla çevrili, güvenlik kameraları ve güvenlik
görevlileriyle korunan işyerleri, alışveriş merkezleri ve konutların ortaya çıkışı da doğrudan
sınıfsal eşitsizliğin giderek artmasıyla açıklanabilir. Yoksulların denetim altına alınması için, kent
dışında polisiye denetimin daha rahatlıkla kurulabileceği “toplu konutlar” projeleri kullanıma
sokulmaktadır. Sistem yoksulları kentin belli bölgelerinde sabitleyerek ve şiddet aygıtını da
kullanarak denetim altına alarak kentin merkezini işgal eden sınıflar için güvenlikli bir kent
yaratmaya çalışmaktadır.
»İktidarın insanlar üzerindeki egemenliğini hangi yöntemle sağlıyor, toplum tarafından
içselleştirilmesi nasıl sağlanıyor?
İktidarın en etkin ideolojik aygıtı medya ve medyanın etkin kullanımı ile denetim sağlanmakta,
ancak bu gerçeklik iktidarın şiddet aygıtının geçersizleştiğini göstermemekte. Şiddet hala
iktidarlar için vazgeçilmezlik taşıyor. Toplumsal bilincin belirlenmesinde yeni iletişim
teknolojileri etkin bir biçimde kullanılıyor, televizyon, internet ve diğer iletişim olanaklarının
yarattığı “tüketim toplumu” tüketerek kendisini ifade ediyor, yoksullar ise tüketenleri izleyerek
mastürbatif bir tükeniş yaşıyor. Sosyalizmin çözülüşü ve sınıf hareketinin gerilemesi yoksul
sınıfların davranışlarının sistem tarafından daha kolay belirlenmesini beraberinde getirdi.
Toplumsal anlamda körleşmenin yaşandığı bu süreçte, yoksullar için çıkış yolu sınıf mücadelesi
vererek yeni bir dünya kurmak için mücadele etmekte değil, bireysel olan kurtuluş yollarının
aranmasını beraberinde getirdi; yaşadışı, daha doğrusu mafyatik yollarla zenginleşme, köşe
dönmecilik vs. Yoksullar için bilinçlenme olanakları giderek artmasına rağmen, muhalifler
giderek marjinalleşti, çünkü egemen ideolojinin etkisindeki toplumsal düşünüş kendi gerçekliğini
görmeyi reddetmekte ve yaşanan toplumsal sorunları ve bunların çözüm yöntemlerini kendisine
göstermeye çalışan, eşitlikçi, özgürlükçü bir dünya düşünün mümkün olduğunu söyleyen
muhalifleri duymazdan geliyor, hatta gerçeklikten rahatsızlık duyuyor, toplum uyuşmayı yani
futbolu, magazini, televizyon dizilerini, tüketimlik filmleri tercih ediyor. Toplum kendisinin
olmayan bir yaşamı, yanlış bir yaşamı yaşıyor ancak bu sonsuza kadar süremeyecek kadar acıtıcı
bir yaşamdır, insani olanın tamamen yok edilemeyeceği gerçeği ile bunun tersine
çevrilebileceğini düşünüyorum.
»İletişim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte artık kimliğin göz retinasına
yerleştirilmesi, herkesin değişmeyen beden özellikleri üzerinden numaralandırılması gibi
denetleme mekanizmaları geliştiriliyor, adeta bilim-kurgu filmleri gerçekliğe dönüşüyor.
Bu nereye doğru bir gidiştir.
Küresel kapitalizmin yeni teknolojiler kullanarak kurduğu küresel denetim olumsuz bir dünya
kurgusunun göstergeleridir. Kurgusal olan geleceğe dair gerçekleşmesi olası olanı anlatır, bu
bakımdan geleceğe dair oldukça karanlık bir tabloya sahibiz. Yoksullar, azınlıklar, ezilmişler ve
aşağılanmışlar için dünya bir kabusa dönüştürülmek isteniyor ve iktidar şiddeti de yoğun bir
biçimde kullanarak kendi kurgusunu bizler için gerçeklik haline getiriyor. Bu dönüşüm sürecine
karşı çıkmak muhalifler için en önemli zorunluluklardan biridir. İktidarın kurgusuna karşı
muhaliflerin özgürlükçü ve eşitlikçi kurgusunu ortaya koymak ve dünyayı bu anlamda yeniden
kurmak için mücadele etmek gereklidir. Bu bakımdan, “ya sosyalizm ya barbarlık” sözü
günümüz gerçekliğinin anlaşılmasını sağlamaktadır
»Kara-ütopyanın parçalanması, gözün iktidar alanının dışına çıkılması mümkün mü?
Şimdiye dek yerel ve küresel anlamda olumsal olmayan bir tablo çizilmişse de dünyada muhalif
hareketlerin yokolmadığı ortadadır ve umut vericidir. Küreselleşme karşıtı hareket tüm dünyada
anti-kapitalist bir ütopyanın olanaklı olduğunu ortaya koymakta ve toplumların huzursuzluğunu
açıkça ortaya koymaktadır. Bunun yanında, Latin Amerika’da solun kazandığı başarılar
sosyalizmin hala kapitalizmin karşısında tek seçenek olduğunu göstermektedir. Küresel ve yerel
iktidarlar yeni teknolojileri kullanarak muhalifleri bastırmayı, sindirmeyi, yok etmeyi amaçlasa
da kitlelerle bağ kurabilen muhalifler yeni direniş biçimleri yaratarak iktidarların engellemelerini
aşacaktır. Geleceğe dair yeni emperyalizmin kara-ütopyasına karşı, yereller bazında örgütlenmiş
be enternasyonalist dayanışma ile birbirleriyle iletişim içersinde olan muhalifler ütopyayı
savunmaya devam etmektedir. Tanrısallaşan küresel iktidarının gözünün gördüğü karanlığa karşı
ezilen insanların gözleri aydınlık bir geleceği aramaktadır ve tarihsel açıdan da bakıldığında
geleceğini yaratmak için mücadele eden insanları hiçbir güç durduramamıştır, bu anlamda ben
hâlâ umutluyum ve yeni bir dünyanın mümkün olduğuna hatta zorunlu olduğuna inanıyorum.