Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları Cilt:2 Lev Nikolayeviç Gumilev (Çeviren: Ahsen Batur) Selenge Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2022, 490 Sayfa ISBN: 978-625-7459-59-4 Zafer SARAÇ * www.kitapyurdu.com sitesi Genel Yayın Yönetmeni * “Tarafımdan oluşturulmuş bu yorumun tüm hakları kitapyurdu.com'a aittir." Günümüzde Asya’nın siyasi haritasına bakıldığında, deyim yerindeyse sınırları dünyaya sığmayan bir ülke, Rusya, kıtanın büyük kısmını kaplar. Aktüel siyasette de etkili olan bu kadim ülkenin tarihinin ise Türk okuru için fazlasıyla aşikar olduğu söylenemez. Osmanlı döneminden itibaren artık klişeleşmiş sıcak denizlere ulaşma hayaliyle Devlet-i Aliye sınırlarında arz-ı endam eden Çarlık, artık kadim düşman sıfatını kazanır. Buna rağmen kadim düşmanı tanımak için cephenin gerisine uzanıldığı görülmez. Oysaki Türklerin kök vatanı Asya bozkırlarının batı sınırında Ruslar vardır. Hatta öyle ki Türkler çoğu zaman batıya doğru uzandıklarında Slav kökenlilerle karşılaşırlar. Tam bu noktada Bozkır’ın Rusya ile nasıl bir ilişkisi olduğu merak edilir. Aslında Bozkır’ın Türklüğü simgelediği üzerinden Türkler ile Rusların ilişkisi Osmanlı öncesi döneme uzanır. Büyük Rus Tarihçi Lev Nikolayeviç Gumilev “Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları” isimli iki ciltlik eseri ile Bozkır-Rus temaslarında ortaya çıkan denklemleri çözmeye çalışır. Bilindiği üzere Gumilev denilince akla ilk olarak meşhur teorisi etnogenez gelir. Tarihi, halkların şekillenişi, üzerinden anlatan Rus tarihçinin, diğer eserlerinde olduğu gibi, bu eserinde de etnogenez çözümsüz sorulara mantıklı cevaplar verecek şekilde gündeme getirilir. Diğer eserlerinde Bozkır’ın Ruslarla ilişkisine dair önemli değiniler vermesine karşın bu eserinde Bozkır-Rus ilişkilerini merkeze alarak, ezber bozan bir teorileri ortaya atmayı amaç edinir. Bu teoriye göre Bozkır-Rus münasebetleri tarihçilerin genelinin savunduğu gibi değildir. Öncelikle Rus tarihçiliğinin hakim fikirlerini veren Gumilev, Rusya’nın Bozkır’la Avrupa arasında bir bariyer olduğu fikrine şiddetle karşı çıkar. Hakim görüşlere göre bu set, güçlü bir sel şeklinde akan Bozkır kavimlerinin önünü keser ve Avrupa’nın sular altında kalmasına mani olur. Bu indirgemeci yaklaşımı tümden değiştirmeye niyetlenen Gumilev, neredeyse her satırda Ruslar ile Asyalı diğer kavimlerin ilişkilerinin girift noktalarını ortaya koyar. Üstelik sadece kaynaklara da bağlı kalmaz. Kaynakların açıkta kalan noktalarında kendi teorisi etnogenezi çimento niyetine kullanarak rekonstrüktif adımlar atarak Rus tarihinin ilk dönemlerini adeta yeniden inşa eder. Gumilev, sadece Rus tarihçilerinin genel kabullerini çürütmeyi hedeflemez. Batılı tarihçilerin Bozkır etnik sistemini tamamen Barbar diye etiketlemelerine de karşı çıkar. Etnogenezle Batılı jargonun Doğu’ya karşı iptidailik yakıştırmasını temelden yıkar. Bazı Rus tarihçilerin kendilerini Batı sistemine dahil etmek adına geliştirdikleri teorileri umursamadan Ruslar ile Bozkırlıların nasıl kaynaştığını aşama aşama anlatır. Rusların milletleşme sürecinin ilk anından itibaren bozkır kavimlerinin idari, sosyal ve kültürel etkilerini dile getirir. Gumilev eserinin yazıldığı dönemin baskısından dolayı Türk etkisini tam olarak belirtemese de üstü kapalı şekilde demek istediklerini pekala yerine getirir. Ele alacağımız eserinin 2. cildinde ise genel olarak Moğol intişarı ele alınır. Moğolların Cengiz Han yönetiminde Asya’dan Avrupa’ya doğru uzanan hikayesi başından sonuna kadar anlatılır. Aslında vurgulanmak istenen Moğol istilasının Avrupa ayağının arka planına yerleşen Rus knezlikleridir. Rusların yeni düşmanla olan ilişkileri “devletlerin dostları yoktur çıkarları vardır” sözüne nazire yapacak derecededir. Bu tarz menfaat ilişkilerinin bulunduğu bir sistemde Moğollara isnat edilen tamamen imha için yola çıkan bir barbar sürüsü yakıştırması doğal olarak ortadan kalkmaktadır. Gumilev yazdıklarıyla Moğolları bir nebze aklarken, Asya’daki Rus faktörünün de ehemmiyet derecesini arttırır. Eserde Ruslara biçilen önemin yazarın aidiyetine bağlı olmakla birlikte yazılanlardan zor da olsa eser sahibinin başka yönleri de fark edilir. Aslında muhtevayı ideolojik düşüncelerden temizlemek pek olası değildir. Zira Gumilev aktarım ve nakilden ziyade yorumla tarihi yeniden inşa ettiği için fikri kimliğini de yer yer aşikar eder. Bir kere bütün metin dikkatle incelendiğinde Gumilev’in hasım düşüncelere ilk aşamada “Burjuva” yakıştırmasını yaptığı görülür. Sosyalist jargonda çokça geçen bu kelimenin müellif tarafından tahkir, önemsememe, küçümseme anlamlarında kullanıldığı fark edilir. Tabii buna nazaran sosyalist yazımın merkezinde yerleşen ekonomik ilişkilerin de metinde çok fazla baskın olduğu söylenemez. Zira etnogenez tezi o kadar güçlü bir şekilde yer alır ki başka fikirlerin terminolojisi silikleşir. Etnogenez tezinin anlatımdaki yoğunluğu yazarın tarzına alışkın olanlar için pek bir anlam ifade etmez. Ama bazı satırların müellifin diğer eserlerinden izler taşıdığı akla gelebilir. Hatta bu makalenin yazarı Gumilev’in eserini okurken bir yerde tekrar olduğunu fark eder ve derkenara “diğer eserlerinde benzer konu tekrar edilmiş” diye not düşer. İzleyen sayfada Gumilev okurunun dikkatine not düşmek ve kendini temize çıkarmak kabilinden: “Binaenaleyh mezkur kitap (Muhayyel Hükümdarlığın İzinde) ile elinizdeki eserin bu bölümü, kronoloji prensibine göre konulmuştur ve tekrar değil, aksine birbirinin mütemmimidir (s.25)” diyerek adeta okuruyla eserinde konuşur. Okurla bu kadar hemhal olmanın haricinde Gumilev yazılan metni adeta gergef gibi işler. Tarihin kaynaklarla yazıldığı malumdur. Ama Gumilev için kaynaklar ilk aşamada eleştirilmesi gereken metinlerdir. Onun tenkit usulü, inanılmaz derecede ayrıntı içerir. Misal elde kaynak olmamasına istinaden Moğolların tarihine ilişkin birincil bir kaynak olan “Moğolların Gizli Tarihi” Gumilev tarafından en ince ayrıntısına kadar tahlil edilir. Merhum çevirmen Ahsen Batur’un da vurguladığı gibi bazı tarihçiler tarafından sadece nakledilen bir cümle Rus tarihçi tarafından iki üç sayfa boyunca detaylı analiz edilir. Üstelik ortaya çıkan sonuçlar çarpıcıdır. Bazen cümle tahlili kelime seviyesine iner. Aslında müellif nerede detaya inip, nerede genel anlatım yolunu izleyeceğini çok iyi bilir. Bazen diğer eserlerinde konuyu detaylı anlattığı için kısaca geçer. Bazen de kelimenin etimolojisine dair derin tespitler yapar. Bu tespitlerde çok sıra dışı yorumların olduğunu da belirtmekte fayda var. Örneğin; Kızılderili kabilelerin kullandığı Dakota dilindeki “Wakan” ile “Hakan” kelimesi arasındaki benzerliği anlamlı bulan Gumilev, Bering Boğazı’ndan geçiş teorisine destek verir. Bu şekilde çarpıcı fikirlerle beraber bazen katılmanın güç olduğu yorumlarını da öner sürer. Aslında Rus milletiyle diğer milletleri karakterize eden anlatımı dikkate alınırsa yazarın aidiyeti tekrar gündeme gelir. Misal Rusların Kıpçaklarla olan ilişkisine genel intibanın dışında barışçıl bir perspektiften yaklaşır. Amerika’yı istila eden yabancı kavimlerin soykırımı önceleyen yanlarına karşın Rusların Kıpçakları benimsediklerini, onlarla evlilik bağı kurduklarını ve dostluk ettiklerini savunur. Rus kanıyla Türk kanının karıştığı bu olağan tablonun hissettirdiği iyi niyete ve barışçıl arka plana karşın, Osmanlı’nın Balkanlardaki ilerleyişini savaşan unsurların (Devşirme Yeniçeriler, Korsanlar, Bizanslı Akritler, Anadolu Gaziler-i/Gaziyan-ı Rum) etkisine dayandırır. Hatta ön yargılı olarak nitelendirilebilecek bu durum ilerleyen satırlarda Merhum Çevirmen Ahsen Batur’un da dikkatini çekmiş olacak ki Türklerin-Müslümanların din siyasetinde kullanılan “Kılıç Zoru” deyimine Batur dipnotla karşı çıkar. Bu arada eserin çevirmeni Merhum Ahsen Batur hakkında da birkaç söz söylemek uygun olur. Gumilev’in bu tarz eserlerini literatüre kazandırması yetmezmiş gibi merhumun çeviriye sadece basit bir aktarım gibi davranmadığı da aşikardır. Böylesine zor, anlaşılması güç, etnogeneze ve Rus tarih anlatımına ait onlarca terminoloji içeren bir eseri tercüme ederek anlaşılır kılmak başlı başına bir başarıdır. Üstelik bazen Gumilev’in kullanım hataları ve kaynaklarına dair yanlışları bile gösterilir. Sonuçta, kim ne derse desin, Gumilev, büyük bir tarihçidir. Onun tarihin yöntemine dair savundukları ders verilecek kadar mühimdir. Fikirlerinin bütününe katılmak mümkün olmasa da savunduğu düşünceyi yüceltmede ve okurunu kendi fikri yörüngesine oturtmakta ustadır. Tarihin bilinmezlerine getirdiği yorumlar genç tarihçiler için bir yaklaşım modeli oluşturabilir. Ayrıca yazarın bazen savunduklarıyla okurun fikri yapısını Gumilev öncesi ve sonrası diye ayıracak derecede güçlü tezler öne sürdüğü de malumdur. Üstelik Rus tarihçi sadece düşünceye yeni boyutlar kazandırmakla da kalmayıp, tarihe yardımcı ilimleri- özellikle fiziki coğrafyayı- en efektif şekillerde kullanır. Her tarihçi bu etkiyi yaratamaz.