T. C.
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ
TEFSİR ANABİLİM DALI
KUR’AN’DA İNSANOĞLUNUN ANASI:
KADIN
LİSANS TEZİ
ESKİŞEHİR-2021
T. C.
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ
TEFSİR ANABİLİM DALI
KUR’AN’DA İNSANLIĞIN ANASI:
KADIN
LİSANS TEZİ
Danışman: Hazırlayan:
……………………………………………………………………
ESKİŞEHİR-2021
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………V
GİRİŞ……………………………………………………………………………1
1. Araştırmanın Konusu ve Kapsamı………………………………………....1
2. Araştırmanın Önemi ve Amacı……………………………………………..2
3. Araştırmanın Metodu ve Kaynakları……………………………………….2
BİRİNCİ BÖLÜM
KUR’AN’DA İNSANLIĞIN ANASI: KADIN
1. KUR’AN’DA KADIN İÇİN KULLANILAN KAVRAMLAR……………..5
1.1. İmrae…………………………………………………………………....6
1.2. Nisa……………………………………………………………………..7
1.3. Ebkar……………………………………………………………………7
2. KUR’AN’DA BAHSİ GEÇEN KADINLAR……………………………….8
2.1. İnanan Kadınlar………………………………………...………………8
2.1.1. Hz. Adem’in Eşi/ Hz. Havva……………………………………….8
2.1.2. Sebe Melikesi/ Belkıs………………………………………………10
2.1.3. Firavunun Karısı/ Asiye…………………………………………....11
2.1.4. Zeyd’in Hanımı/ Hz. Zeynep……………………………………….12
2.1.5. Hz. Meryem………………………………………………………...12
2.2. İnanmayan Kadınlar……………………………………………………13
2.2.1. Hz. Nuh’un Hanımı ve Hz. Lut’un Hanımı………………………...14
2.2.2. Ebu Leheb’in Karısı………………………………………………...14
3. KADININ YARATILIŞI……………………………………………………15
İKİNCİ BÖLÜM
KUR’AN’A GÖRE KADININ KONUMU
1. KADININ SOSYAL HAYATTAKİ KONUMU…………………………….20
1.1. Cahiliye Toplumunda Kadın……………………………………………..20
1.2. İslam’da Kadın…………………………………………………………...24
2. KADININ DİNDEKİ KONUMU…………………………………………….28
2.1. İbadetleri ve Yükümlülükleri…………………………………………….28
2.2. Örtünme/ Tesettür………………………………………………………..31
3. KADININ EĞİTİM VE ÖĞRETİM HAYATINDAKİ KONUMU…………34
4. KADININ AİLE HAYATINDAKİ KONUMU……………………………..37
4.1. Evlilikteki Hakları ve Yükümlülükleri…………………………………..38
4.2. Boşanmadaki Hakları ve Yükümlülükleri……………………………….41
4.3. Mirastaki Hakları ve Yükümlülükleri……………………………………44
SONUÇ……………………………………………………………………………46
KAYNAKÇA……………………………………………………………………...48
ÖZET………………………………………………………………………………50
ÖNSÖZ
Bu çalışmanın amacı toplumun önemli fertlerinden olan, insanlığın anası olan kadınla ilgili İslam’ın kadına bakışı çerçevesinde kafalarda oluşan soru işaretlerini ayet ve hadislerden de örnekler vererek gidermeye çalışmaktır. Çalışma boyunca çeşitli dergilerden, makalelerden, kitaplardan, ansiklopedi maddelerinden yararlanılmıştır.
GİRİŞ
Araştırmanın Konusu ve Kapsamı
Uzun yıllardır kadın özellikle yükümlülükleri bağlamında tartışma konusu olagelmiştir. Özellikle son zamanlarda dünyada farklı ideolojik düşüncelerin yaygınlaşmasıyla kadın hakları ve yükümlülükleri tekrar gündeme gelmiştir. Bilhassa İslam bağlamında kadının değeri, yeri, hakları ve yükümlülükleri tartışılır hale gelmiş, insanların akıllarında konuya dair büyük soru işaretleri oluşmuştur. Bu soru işaretleri konunun ele alınmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu zorunluluğun bir sonucu olarak bu çalışmada kadınla ilgili Kur’an ışığında elde ettiğimiz bilgiler ele alınacaktır.
Konunun daha iyi anlaşılması adına öncelikle Kur’an’da insanla ilişkilendirilen, ardından kadınla ilişkilendirilen kavramlar ele alınarak konunun genel çerçevesi çizilecektir. Genel çerçevenin çizilmesinin ardından Kur’an’da ismi veya hikayesi geçen kadınlar ‘inananlar’ ve ‘inanmayanlar’ olarak kategorize edilerek ele alınacaktır. Ardından dillere pelesenk olmuş bir konuya açıklık getirmek adına kadının yaratılışı ve fıtratının erkekten ayrılan yönlerinin olup olmadığı ele alınacaktır. Asıl konumuz olan ‘Kur’an’a Göre Kadının Konumu’ çalışmanın ikinci bölümünde, ilgili alt başlıklar altında detaylıca ele alınacaktır. İkinci bölümde müfessirlerin tefsirlerinden yapılan alıntılar konunun daha iyi anlaşılması amacına yöneliktir. Burada ayet ve açıklamalar ele alınırken konunun kapsamını fazla genişletmenin veya daraltmanın önüne geçmek amacıyla ayetlerin ve açıklamaların konumuzla ilgili kısımları ele alınacaktır.
Araştırmanın Önemi ve Amacı
Kadın ve kadının toplumdaki yeri, sorumlulukları, hakları konusu sürekli tartışılagelen bir meseledir. Özellikle günümüzde bazı kesimler tarafından İslamiyet’in çizmiş olduğu kadın portresinin ikinci sınıf boyalarla, özensiz yapılmış bir portreye benzetilmesi durumun ele alınması gerekliliğini ve araştırmanın bu açıdan önemini gözler önüne sermektedir. Kadınla ilgili meselelerin dayandırıldığı asıl noktalardan olan kadının yaratılışı meselesi ile ilgili İslami kaynaklardaki bilgilerden hareketle yanlışlıkların tespiti açısından bu çalışma alanında önemli bir yere sahip olacaktır. Aynı zamanda sadece kadının yaratılışı meselesi değil, kadına dair daha birçok meseleyi ilk olarak Kur’an-ı Kerim temelinde, sonralıkla hadislere de başvurarak ele alması çalışmanın önemini bir kat daha artırmaktadır.
Çalışma konusu seçilirken özellikle Müslüman kadınların kendilerini açıklamada zorlandıkları ve farklı çevrelerde farklı görüşlere sebep olan bu konunun sonuca ulaştırılmak istenmesi önemli bir etken olmuştur. Bu çalışmayla insanların zihinlerinde konuya dair soru işaretlerini Kur’an ayetlerinden elde edilen bilgiler ışığında gidermek amaçlanmıştır.
Araştırmanın Metodu ve Kaynakları
Bu çalışmada metot olarak tümevarım metodu tercih edilmiştir. İlk olarak kavram ve yorumların toplanılması, ikinci olarak bunların incelenmesi, üçüncü olarak da tümevarım metodu ile bu bilgilerin sentezlenerek özellikle sonuç kısmında bir araya getirilmesi sağlanmıştır. Bu metodun tercih dilmesinin sebebi ise konunun aslında kapsam olarak çok geniş olması ve bu yüzden tümdengelim metoduyla bir sonuca ulaşmanın hem çalışan hem de okuyan açısından hayli yorucu olmasıdır.
Konuya dair önceden yazılmış tezlere, makalelere ve çalışmalara bakıldığında konunun çok kapsamlı olmasından dolayı kadınla ilgili alt başlıkların derinlemesine ele alındığını görüyoruz. Örneğin Ali Akpınar’ın ‘Kuran’a Muhatap Olma Açısından Kadın’, Yasemin Gezer Tuğrul’un ‘Dindar Kadınların Annelik Algısı’, Hayrunnisa Keklik ve Orhan Şener Koloğlu’nun birlikte çalıştığı ‘Kelam’da Kadının Peygamberliği ve Hz. Meryem’ adlı çalışmalarına bakıldığında bu sınırlılık göze çarpmaktadır. Biz ise bu çalışmada kadının dini ve sosyal hayattaki tüm haklarını genel bir çerçeve içerisinde ele alacağız. Bu bakımdan çalışmanın İslam’da kadına dair genel bir bakış açısı kazandırmasını temenni ediyoruz.
Bununla birlikte bu kapsama, amaca ve metoda sahip olan çalışma için diğer İslami bilimlerin verilerinden de yararlanmak gerekmektedir. Bu bakımdan ilk kaynağımız olan Kur’an-ı Kerim’e ek olarak Hayrettin Karaman ve Mustafa Çağrıcı’nın kaleme aldığı Türkiye Diyanet Vakfı’nın 5 ciltlik ‘Kur’an Yolu’ adlı tefsirinden, Zeki Duman’ın nüzul sırasını esas aldığı ‘Beyanü’l-Hak’ adlı tefsirinden, Elmalılı Hamdi Yazır’ın ‘Hak Dini Kur’an Dili’ adlı tefsirinden, konuyla bağlantısı göz önünde bulundurularak ilgili yerlerde Yavuz Köktaş’ın ‘Kadınla İlgili Hadisler’ adlı kitabından, Halil İbrahim Acar’ın ‘İslam Aile Hukuku’ adlı eserinden, konuya dair yazılan ve yukarıda isimleri verilen çalışmalardan yararlanılacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
KUR’AN’DA İNSANLIĞIN ANASI: KADIN
KUR’AN’DA KADIN İÇİN KULLANILAN KAVRAMLAR
Kur’an’da kadın için kullanılan kavramlara geçmeden evvel bir konuya açıklık getirmek gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim ve İslam dini belli bir cinsiyete, belli bir yaşa hitap etmez. Kur’an’da genel olarak insanın hırsına düşkün olduğundan
Mearic 70/19-21, yeryüzünün halifesi olduğundan
Bakara 2/30, ibadet etmek için yaratıldığından
Zariyat 51/56, zayıf yaratılmış olduğundan
Nisa 4/28, insanın en güzel biçimde yaratıldığından
Tin 95/1-5 ve farklılığın ancak takva ile olduğundan
Hucurat 49/13 bahsedilmiştir. Bu açıdan Kur’an’a bakıldığında ayetlerde kadınlar için ayrı erkekler için ayrı ifade tarzlarının Kur’an’ın tamamına nispetle az olduğu görülür. Genellikle kadın ve erkek bir arada zikredilerek Allah kullarına seslenmektedir. Bu bağlamda ‘Ey iman edenler!’, ‘Ey İnsanlar!’ hitaplarını sıklıkla duymak ve görmek mümkündür. Öyle ki ‘Ey iman edenler!’ hitabıyla başlayan 89 ayet vardır. Bu hitaba sahip ayetlerden bazıları şunlardır:
Bakara suresi 153. ayette şöyle buyrulmaktadır: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ ‘Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır.’ Tevbe suresi 119. ayette şöyle buyrulmaktadır: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ ‘Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.’ Muhammed suresi 33. ayette ise şöyle buyrulmaktadır: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُٓوا اَعْمَالَكُمْ ‘Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, resule itaat edin ve yaptıklarınızı boşa çıkarmayın.’ Bu ayetlere bakıldığında Allah’ın hitabında cinsiyet ayrımı yapmadığı görülmektedir.
Bununla birlikte Kur’an’ın kadın için kullandığı bazı kavramlara rastlamak mümkündür, ele alınan konunun ve verilmek istenen mesajın daha doğru anlaşılabilmesi için bazen kadınlara özel kavramlar kullanılmıştır. Ayetlerin içerisinde bu kavramlara rastlanabileceği gibi sure adlarında da rastlamak mümkündür. Kur’ân sûrelerine verilen isimlerden bir kısmı, kadınları ifade eden lafızlardan veya onları tavsif eden kelimelerden oluşmuştur: Meselâ Kur’ân-ı Kerim’in yüz on dört sûresinden birisi olan, miras, mehir, nikâh ve talak gibi aile müessesine dair önemli mevzuları ele alan Nisâ Sûresi, “kadınlar” anlamına gelir. Benzer şekilde Kur’ân’daki sûrelerden birisine isim olan ve iffetli kadının şahsiyetine hasredilerek kadınları övücü ifadeler içeren Meryem Sûresi, aynı zamanda bir kadın adıdır. Yine Havle bint Sa’lebe adındaki sahâbî kadının sorununu gündemine alan ve “mücadele eden kadın” anlamını ifade eden Mücâdile sûresi de bu çerçevede zikredilebilir.
Aktaş, Mehmet Nurullah, ‘‘Kur’an’da Kadının Kavramsal İfadesi’’, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, VII-13, Şırnak, 2016, 9.
Bununla birlikte ayet içerisinde de kadınları ifade eden kavramlar kullanılmıştır. Bunlardan bazıları imrae/امرأة, nisa/النِّسَٓاءِ, ebkar/اَبْكَار’dır. Bunların yanında hem erkekler hem kadınlar için kullanılan zevc/زوج kelimesi de bulunmaktadır.
İmrae /امرأة
İmrae kelimesinin cem’i, nisvet, nusvet, nisâ, nisvân, nusvân şeklinde başka bir lafız ile gelir,إمرآت şeklinde ile gelmez. Müennes bir lafız olan imrae, mer’et şeklinde gelir. Müzekker hâli, mer’ lafzıdır. İmrae lafzı, Kur’ân’ı Kerim’de yirmi beş defa zikredilmiştir.
Aktaş, ‘‘Kur’an’da Kadının Kavramsal İfadesi’’, 10
Miras konusunun açıklandığı ayette şöyle geçmiştir: وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ ‘‘Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer.”
Nisa 4/12
Nüşuz meselesinin ele alındığı yerde وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزاً اَوْ اِعْرَاضاً فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحاًۜ “Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur.”
Nisa 4/128
Şahitlik konusunun ele alındığı ayette ise tesniye olarak kullanılmıştır: فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىۜ “Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun).”
Bu ayetlerin haricinde İmran’ın hanımından bahsederken, Hz. Zekeriya’nın eşinden bahsederken, Hz. Şuayb’ın kızlarından bahsederken de imrae kavramı kullanılmıştır.
Nisa /النِّسَٓاءِ
Nisâ lafzı, buluğ çağına ermiş kadınlar için kullanılır. Nisâ kelimesinin müfredi, “nisve” olup kendi lafzından müfredi gelmez.46 “Nisâ”, “nisvân” ve “nisvet”, “mer’et” lafzının cemidir. Nitekim mer’ lafzının cem’i de, kavm şeklinde gelir. Bunlar kendi lafzından cem’ sigası gelmeyen kelime grubu olarak görülür.
Aktaş, ‘‘Kur’an’da Kadının Kavramsal İfadesi’’, 13
Nisa lafzı bir sureye isim olmasının yanında ayetlerde de geçmiştir. Nisa kelimesi tüm kadınları kapsar mahiyette Nisa suresi 3. ayette kullanılmıştır: وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ “Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin.”
Hayızlı kadınların durumunun
Bakara 2/222, iddet bekleyen kadınların durumunun
Bakara 2/235 anlatıldığı ve örtünmenin ele alındığı yerlerde de ‘nisa’ lafzı kullanılmıştır. Kur’an’da ‘nisa’ lafzının geçtiği yerler incelendiğinde kadınlara özel meselelerin ele alındığı yerlerde genellikle ‘nisa’ lafzının kullanıldığı görülmektedir.
Ebkar /اَبْكَار
Ebkâr lafzı, “bikr” kelimesinin cem’i olup kadınlar için kullanıldığında “erkeğin yaklaşmadığı kadın” manasına gelir.
Aktaş, ‘‘Kur’an’da Kadının Kavramsal İfadesi’’, 16 Bu lafız Kur’an’da iki yerde kullanılmıştır. Bu ayetlerden ilki فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ şeklinde gelmiştir. Ayetin bağlamından koparmadan meali yapıldığında ‘‘Biz ceylan gözlüleri, defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır.’’ Bu bağlamda cennetteki hurilerden bahsedilmektedir.
Bu lafızların yanında Kur’an-ı Kerim’deki sahibe, ehl, ünsa, ümm (anne), valide (anne, nine), bint (kız çocuk), halat (teyzeler), ammat (halalar), akır (doğurgan olmayan kadın), acuz (yaşlı kadın) gibi ifadeler de kadınları ifade etmek için kullanılan lafızlar arasındadır.
KUR’AN’DA BAHSİ GEÇEN KADINLAR
Kur’an-ı Kerim’de birçok kadından bahsedilmiştir. Bu kadınlarla ilgili bilgiler bazen kıssa denebilecek mahiyette detaylı ve öğüt verici iken bazı kadınlarla ilgili bilgiler çok kısıtlıdır. Bazı kadınların ise isimleri bile zikredilmemiş, sadece kim olduklarından ve akıbetlerinden bahsedilmiştir. Kur’an sadece inanan kadınlara yer vermez, bununla birlikte inanmayan kadınlara da farklı sebeplerle yer verir. Konunun daha iyi anlaşılması açısından bu kadınlar ‘inananlar’ ve ‘inanmayanlar’ şeklinde kategorize edilerek ele alınacaktır.
İnanan Kadınlar
Hz. Adem’in Eşi/ Hz. Havva
Kur’an-ı Kerimde üç yerde iblisin Hz. Adem’i aldatması konusu geçer. Bu üç yerde de ‘Hz. Adem’in eşinden’ bahsedilir. Fakat bu ayetlerde Hz. Adem’in eşinin ismi verilmez. Buna karşın bazı hadislerde ‘Hz. Havva’ ismi geçmektedir.
Harman, Ömer Faruk. ‘‘Havva’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 16:542. İstanbul:TDV Yayınları, 1997 İslam literatüründe konuya dair ait çalışmalarda da Havva ismi geçmektedir. Hz. Adem’in zevcesi, aynı zamanda insanlığın annesi kabul edilen bu kadının isimlendirilmesinde israiliyyat kaynaklı bilgiler büyük ölçüde etkili olmuştur. Tevrat’ta iblisin Hz. Adem ve zevcesini anlatması meselesinde zevcenin isminin ‘Havvâh’ olduğu görülür. Tevrat’ın Yunanca tercümesine Eva, Latince’ye Heva, buradan da Batı dillerine Eve şeklinde geçmiştir. Tevrat’a göre insan neslinin annesine Havvâ ismi, bütün yaşayanların annesi olduğu için “canlı, yaşayan” anlamında Hz. Âdem tarafından verilmiştir.
Harman, ‘‘Havva’’, 16:542 İslam literatüründe Hz. Adem’in zevcesinin ismi Hz. Havva olarak kullanıldığı için çalışmanın devamında bu isim kullanılacaktır.
İnsanlığın annesi olan Hz. Havva’dan bahseden ayetler şunlardır:
وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ ‘‘(Buyuruldu ki:) “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediklerinizden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.”
Araf 7/19
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى
‘‘Bunun üzerine “Ey Âdem!” dedik, “Bil ki bu senin de eşinin de düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa mutluluğunu yitirirsin!’’
Taha 20/117
وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik.’’
Bu ayetler bağlamlarıyla birlikte ele alındığında Hz. Adem ve Hz. Havva’nın hataları sebebiyle mahiyeti konusunda müfessirlerin ihtilaf ettikleri bir cennetten çıkarılma söz konusudur. Bu olayın ardından Hz. Adem ve eşinin tevbe ettikleri ve Allah’ın onları bağışladığı ayetlerde değinilen noktadır. Bu ayetlerden hareketle Hz. Havva’nın inanan kadınlardan olduğu sonucuna varılır.
Ayrıca Tevrat’ın tekvin bölümünde anlatılanın aksine Hz. Havva’nın Hz. Adem’i saptırma durumunu İslami düşünceyle bağdaştırmak pek mantıklı görünmemektedir. Kur’an’da şeytanın ikisinin de ayağını kaydırdığı
Bakara 2/36 söylenmektedir. Yani herhangi bir öncelik sonralık ilişkisine değinilmemiştir. Bu yüzden kadının erkeği yoldan çıkardığı ve bunun insanlık tarihiyle başladığı gibi düşünceler İslami açıdan ve insani açıdan kabul edilemez bir düşüncedir.
Sebe Melikesi/ Belkıs
Kur’an-ı Kerim’de geçen ve asıl ismi zikredilmeyen Sebe Melikesi’nden Eski Ahid’de de bahsedilir. Sebe Melikesi’nin adıyla ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. Bir kısım onun adının Makeda, bir kısmı Yelkame, bir kısmı da Belkıs olduğunu iddia eder. İslami kaynaklarda Belkıs ismi daha çok kullanıldığı için çalışmanın devamında bu isim kullanılacaktır.
Belkıs Hz. Süleyman döneminde yaşamış Sebe halkının yöneticisi konumundaki kadındır. Dünya tarihine dair bir eser incelenecek olursa başarılı kadın hükümdardan pek bahsedilmediği görülür, işte Belkıs bu durumun istisnasıdır. Kur’an’da Neml suresi 22. ve 44. ayet arasından halkının ve kendisinin iman etmesinden uzunca bahsedilir. Bu ayetlerde anlatılanlara göre Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkıs’a Allah’a iman etmeye davet etmek amacıyla besmele ile başlayan bir mektup gönderir. Belkıs ise halkın ileri gelen bilginlerinin de bu konuda görüşüne almak ister ve onlara danışır. Onlar ise savaşmaya elverişli güçlü bir toplum olduklarını hatırlatarak son kararı Belkıs’a bırakırlar. Belkıs da kral bir şehre girdiğinde orayı telef eder düşüncesiyle Hz. Süleyman’ın ve elçisinin ne yapacağını görmek için elçiyle Hz. Süleyman’a hediyeler gönderir. Hz. Süleyman ise Belkıs’ın gönderdiği hediylerin Allah’ın ona bahşettiklerinin yanında hiçbir değeri olmadığını söyler ve meşhur Belkıs’ın tahtına getirme hadisesi ve Hz. Süleyman’ın köşküne Belkıs’ın ziyareti hadisesi yaşanır.
Bkz.: Neml 27/38-44 Neml suresi 44. ayetin sonunda ise Belkıs ‘Rabbim, ben gerçekten kendime zulmetmişim! Artık Süleyman’la beraber âlemlerin rabbi olan Allah’a teslim oldum’ der ve iman eder. İslami kaynaklarda halkının da kendisiyle beraber iman ettiği ifade edilir. Ayrıca böyle başarılı bir kadının iman etmesi örneğinin verilmesi kadının yöneticilik yapabileceğini de göstermektedir.
Firavunun Karısı/Asiye
Hz. Musa’nın doğumu sırasında doğan tüm erkek çocuklarını öldürtme kararı alan Firavunun karısından Kur’an-ı Kerim’de iki yerde adı geçmeksizin bahsedilmektedir. Hz. Peygamber ise “Firavun’un eşi Âsiye” diyerek adını açıkça belirtmiştir.
Harman, Ömer Faruk. ‘‘Asiye’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 3:487. İstanbul:TDV Yayınları, 1991 Hz. Asiye’den ilk olarak Kasas suresi 9. ayette ‘Firavunun karısı’ olarak bahsedilmiştir. Burada Hz. Musa’nın annesine Allah’ın vahyetmesiyle bir sepetin içine konulup ırmağa bırakılmasının ardından bulan ve evlat edinmek isteyen biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Firavun da eşinin bu isteğine karşı koymamış ve Hz. Musa’yı evine almış, onu kendi sarayında kendi annesinin sütanneliğinde büyütmüştür.
Kur’an- Kerim’de birçok kadından bahsedilen Tahrim suresinde de Hz. Asiye’den isim verilmeksizin bahsedilmektedir. Tahrim suresi 11. ayette ‘Allah iman edenlere de Firavun’un karısını misal vermektedir: O, “Rabbim!” demişti, “Yüce katında, cennette benim için bir ev yap; beni Firavun’dan ve yaptıklarından kurtar ve beni bu zalimler topluluğundan da selâmete çıkar!” şeklindeki duasına yer verilmiştir.
İslâmî kaynaklarda Âsiye’nin iman edişiyle ilgili iki farklı rivayet vardır. Bir rivayete göre, Firavun’un kızının saçlarını tarayan kadın Allah’a iman ettiği ortaya çıkınca fırına atılarak yakılmıştır. Bu kadının ruhunun melekler tarafından semaya çıkarıldığını gören Âsiye de Allah’a iman edip Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini tasdik etmiştir. Diğer rivayete göre ise Mûsâ ile sihirbazlar arasındaki mücadelede Mûsâ’nın galip geldiğini duyunca, “Mûsâ’nın ve Hârûn’un rabbine iman ettim” diyerek hak dini kabul etmiştir. Âsiye, Allah’a iman ettiği için ellerinden ve ayaklarından kazıklara bağlanmış, güneş altında bırakılarak ona işkence edilmiştir. Üzerine büyük bir kaya parçası atılacağı sırada, “Rabbim! Benim için yanında cennette bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun kötülüklerinden kurtar, beni şu zalimler topluluğundan kurtar!” diye dua etmiş, bunun üzerine kaya parçası altında ezilmeden önce Allah ruhunu kabzetmiştir.
Harman, ‘‘Asiye’’, 3:487
Zeyd’in Hanımı/Hz. Zeynep
Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen bir diğer inanan kadın da Hz. Zeynep’tir ve Kur’an-ı Kerim’de ismen geçmemektedir. Ahzab suresi 37. ayette Hz. Peygamber’in evlatlığı olan Zeyd bin Harise’nin eşiyle boşanması sonucunda Allah tarafından Hz. Zeynep’in Hz. Peygamber’le evlendirildiği haber verilmiştir. Bu ayetin nüzul sebebine ilişkin görüşlerden biri de fıkhi bir meseleye açıklık getirmektir. O dönem Arap toplumunda evlatlık kişi evlat gibi addedilirdi ve evlatlığın eski eşiyle evlenilmeyeceği düşünülürdü. Bu ayeti kerimede ‘Zeyd onunla evlenip ayrıldıktan sonra müminlere, evlâtlıklarının -kendileriyle beraber olup ayrıldıkları- eşleriyle evlenmeleri hususunda bir sıkıntı gelmesin diye seni o kadınla evlendirdik’ açıklamasıyla birlikte bu düşüncenin yanlış olduğu açıklanmıştır.
Hz. Meryem
Kur’an’da ‘İmran kızı’ olarak geçen ve ismen geçen yegane kadın olan Hz. Meryem’e dair pek çok ayet-i kerime vardır. Hz. Meryem İslam literatüründe çok önemlidir, öyle ki adını taşıyan bir sure bulunmaktadır. Kur’an’da birçok farklı yerde Hz. Meryem’den bahsedilmektedir.
Hz. Meryem’den bahseden ayetler: Al-i İmran 3/35-37; Nisa 4/156, 157, 171;, 42-45; Maide 5/17, 110, 116; Tevbe 9/31; Enbiya 21/91; Meryem 19/16-36.
Adını Hz. Meryem’in babası olan İmran’dan alan Al-i İmran suresi 35-37. ayetler arasında mealen şöyle buyrulmaktadır: ‘Bir zamanlar İmrân’ın karısı şöyle demişti: “Rabbim! Karnımdakini kayıtsız şartsız sana adadım, benden kabul buyur; kuşkusuz sensin her şeyi işiten, her şeyi bilen.” Onu doğurunca dedi ki: “Rabbim! Onu kız doğurdum. -Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir- erkek de kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum, işte ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı senin korumana bırakıyorum.” Bunun üzerine rabbi ona hüsnükabul gösterdi ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriyyâ’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyyâ onun bulunduğu yere, mâbeddeki odaya her girdiğinde yanında (yeni) bir rızık bulur ve “Ey Meryem! Bu sana nereden?” diye sorar, o da “Allah tarafından” cevabını verirdi. Kuşkusuz Allah dilediğine sayısız rızık verir.’ Bu ayetlerde Hz. Meryem’in doğumundan, mabede adanmasından ve orada onun bakımını üstlenen Hz. Zekeriyya’dan bahsedilmektedir. Al-i İmran 42.-45. ayetler arasında da yine Hz. Zekeriyya’nın himayesinden ve mabed hayatından bahsedilir.
Meryem suresi 16-34. ayetler arasında ise yine Hz. Meryem’in doğumundan bahsetmekle birlikte Hz. İsa’dan ve Hz. Meryem’e atılan iffetsizlik iddiasından bahsedilir. İffetsizlik iddiası da Nisa suresi 156 ve 157. ayetlerde iftira atanların sözleriyle anlatılmaktadır. Kur’an’da ise durumun inkarcıların düşündüğü gibi olmadığı, Hz. Meryem’in iffetli oluşu üzerinde durulmuştur.
Bkz.: Meryem 19/27-28.
Bunların yanında Maide suresi 110 ve 116. ayetlerde, Tevbe suresi 31. ayette Hz. İsa’dan ‘Meryem oğlu Mesih/İsa’ olarak bahsedilir. Bununla beraber birçok inanan ve inanmayan kadına yer veren Tahrim suresinin 12. ayetinde Hz. Meryem’le ilgili ‘İmrân kızı Meryem’i de (misal vermiştir): O iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik; o, rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi.’ ayetinin de nazil olması Hz. Meryem’in iffeti bakımından, itaati ve imanı bakımından her kadının örnek alması gereken bir kadın olduğunu gözler önüne sermektedir. Tüm bu ayetlerden yola çıkarak hayatı mabede adanmakla başlayan ve bir peygamber himayesinde devam eden, bir peygambere de annelik eden, birçok zorluğa göğüs geren, iffet abidesi Hz. Meryem’in Müslüman kadınlara ve erkeklere güzel bir örnek olduğu söylenebilir.
Tüm bu inanan kadınların yanı sıra Hz. Yusuf ve Züleyha kıssası vardır. Züleyha Kur’an ismen geçmez ve inanıp inanmadığına dair bilgiye de yer verilmez.
İnanmayan Kadınlar
Hz. Nuh’un Hanımı ve Hz. Lut’un Hanımı
Kur’an’da sabırları, azimleri, kararlılıkları övülen ulu’l-azm peygamberlerden olan Hz. Nuh’un hanımı Kur’an’da ismen geçmez. Hz. Lut’un hanımı da Kur’an’da ismen geçmez. Fakat kendilerinden Tahrim suresi 10. ayette ‘hain’ olarak bahsedilir. İlgili ayet şu şekildedir:
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ
‘Allah, inkâr edenlere Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal vermektedir: Onlar kullarımızdan iki erdemli kişinin nikâhı altındaydılar ama onlara ihanet ettiler. Dolayısıyla kocaları da Allah’tan gelen cezaya karşı onları koruyamadı ve kendilerine, “Haydi, diğer girenlerle birlikte girin bakalım ateşe!” dendi.’
Ayette Hz. Lut’un ve Hz. Nuh’un hanımlarının çok güzel bir konumdayken peygamberlere yani eşlerine iman etmemeleri ihanet etme olarak isimlendirilmiş. Ayetin devamında da cehennemle müjdelenmişler. Nasıl ki aşere-i mübeşşere dediğimiz cennetle müjdelenen sahabiler var, bu ayetle de cehennemle müjdelenen insanların olduğu görülüyor. Aynı zamanda ayette peygamber olan kocalarının bile cehenneme girişlerine, cezalandırılmalarına engel olamadığı söylenmekle başkasına güvenip inanmayan kişileri de herhangi birinin koruyamayacağı söylenmiş oluyor. Bu bakımdan iki inanmayan kadından bahseden bu ayet tüm Müslümanlara bir öğüt niteliği taşımaktadır.
Ebu Leheb’in Karısı
Bu iki inanmayan peygamber eşinin haricinde Kur’an-ı Kerim’de Tebbet suresinde Hz. Peygamber’in amcasıyla beraber karısının da inanmadığı ve cezalandırılacağı söyleniyor. Buradaki amca ‘Ebû Leheb’in elleri kurusun! Kurudu zaten.’
Tebbet 111/1. şeklindeki bir bedduayla ismen belirtilmiştir. Surenin devamında karısının durumuyla ilgili de şunlar geçmektedir: ‘Dedikodu yapıp söz taşıyan karısı da. Boynunda da ipten bükülmüş bir halat bulunacak.’
Tebbet 111/4-5. Burada Ebu Leheb’in ve karısının Hz. Peygamber’e yakınlığı düşünüldüğünde ve Arap toplumunda asabe düşüncesinin yaygın olduğu göz önünde bulundurulduğunda müjdelenen cezanın hiç de ağır olmadığı fark edilecektir.
KADININ YARATILIŞI
İlk kadının yaratılışı meselesi üzerine tüm kadın haklarını ve sorumluluklarını, hatta yaratılış gayesini temellendirmeye çalışan bir kesimin varlığı malumdur. Öyle ki kadının yaratılışının tek gayesini tek bir ayet bağlamında düşünüp diğer ayetleri incelemeden kadının sadece ‘erkeğin huzur bulması için’
Araf 7/189. yaratıldığını savunanlar olmuştur. Bunun kabul edilebilir bir düşünce olmadığını anlamak için yine Kur’an’a bakmak yeterlidir. Zariyat suresi 56. ayette Allah Teala insanların yaratılış amacını açıkça belirtmiştir: ‘‘Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.’’ Bu ayetin ve bu minvaldeki birçok ayetin göz ardı edilmesi sonucu tarihin bazı dönemlerinde bazı insanlar ve toplumlar kadına akla uygun olmayan sorumluluklar addetmiştir ve kadını sadece erkeğin arzularını tatmin etmek için yaratılmış bir meta konumuna indirgemiştir. Bu düşünce ancak tahrif edilmiş Hristiyanlık ve Yahudilikteki yaratılış bahsinin bir sonucu olabilir. Eski Ahitte anlatılan yaratılış hikayesi, Hz. Adem’i Hz. Havva’nın kandırması gibi anlatımların bir sonucu olarak kadın meta konumuna indirgenmiştir ve bu hakları indirgenmiş kadın imgesinin İslam’la hiçbir bağı bulunmamaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de ilk kadının yaratılışına ayrıca detaylı yer verilmemesinden dolayı konuyla ilişkili olabilecek hadisler bağlamında bazı dönemlerde bazı yanlış anlaşılmalar olagelmiştir. Fakat Kur’an’ın tamamı okunduğunda Kur’an’da ilk kadınının yaratılışına dair detaylı bilgi bulunmamasının yanı sıra alemin yaratılışına dair de detaylı bilgi bulunmamaktadır. Kur’an insanlara vermek istediği mesaj çerçevesinde meseleleri ele aldığı için birçok konuda detaylı bilginin bulunmaması gayet normaldir.
İnsanın yaratılışını konu alan ayetler ele alındığında insanın sadece maddi bir şeyden ya da sadece bir şeyden yaratıldığı söylenemez. Özellikle maddesi itibariyle insan bedeninin nelerden yaratıldığına hangi aşamalardan geçerek bu hale geldiğine dair Kur’an ayetlerinde detaylı anlatımlar mevcuttur. Kur’an-ı Kerim insanın topraktan, çamurdan, yapışkan çamurdan veya hakir bir sudan yaratılmış olmasına değinir.
Mehmet, Sarı, Kur’an Işığında İnsanın Yaratılış Gayesi, (Erzurum: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2011), 18
Kadının yaratılışı bağlamında tartışmaların odağı olan ‘nefs-i vahide’ tabirinin geçtiği Nisa suresinin ilk ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَث۪يراً وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً
‘Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlıktan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.’
Ayetteki ‘nefs-i vahde’ minvalinde ilk kadının yaratılışı hususunda benimsenen bir görüşe göre Havvâ Âdem’den ve daha da ayrıntısıyla onun kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Aralarında Taberî, Kurtubî, Ebü’l-Berekât en-Nesefî, İbn Kesîr, Şevkânî gibi isimlerin bulunduğu müfessirlerin ve klasik ulemanın çoğunluğu bu görüştedir. Bu âlimlere göre en-Nisâ Sûresi’nin ilk âyetinde yer alan “nefs-ivâhide” ile Âdem, “zevcehâ” ile de Havvâ kastedilmektedir ve Havvâ Âdem’in kaburgasından yaratılmıştır. Bu görüşe sahip olanların, Havvâ’nın Âdem’in kaburgasından yaratıldığına dair delilleri ise “kaburga hadisi” olarak bilinen rivayettir.
Birinci, Züleyha, ‘‘Nefs-i Vahide İfadesinden Hareketle Kadının Yaratılışı Hakkında Bir Değerlendirme’’, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, ‘‘Cilt Numarasız’’-14, İstanbul, 2014, 152. Buhari ve Müslim’deki rivayetlere göre, Resulullah (a.s.) şöyle buyurdu: ‘Kadın kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Eğer ondan faydalanmak istersen bu haliyle de faydalanabilirsin.’ Müslim’deki bir başka rivayete göre ise Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu: ‘Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hep seni hoşnut edecek şekilde davranamaz. Eğer ondan faydalanmak istersen bu haliyle de faydalanabilirsin. Şayet doğrultayım dersen kırarsın. Kadının kırılması da boşanmasıdır.
Köktaş, Yavuz, ‘‘Kadınla İlgili Hadisler’’, (İstanbul: İnsan Yayınları, 2016), 318.
Bu hadislerin senediyle ilgili yapılan çalışmalara sonucunda ravilerden bazılarının tadil edildiği, bazılarının ise ağır bir şekilde cerh edildiği görülmektedir. Bu durumda hadislere gönül rahatlığıyla sahih gözüyle bakmak zor görünmektedir. Bunun yanında çoğu İslami kaynaklarda bu hadisler açıklanırken ‘kadının kaburga kemiğinden yaratılması’ ifadesinin bir mecaz olduğunu savunmaktadır. Kur’an Yolu Tefsirinde bu ayetin tefsirinde şu cümlelere rastlanmaktadır: ‘Âyette önce “sizi bir tek nefisten yaratan” denilmiş, sonra “ondan da eşini yaratan” buyurulmuştur; insanlardan her birinin babası ve anası bulunduğuna, her birey üreme kanunları çerçevesinde meydana geldiğine göre burada “nefisten, ondan yaratan” sözünü “onun bir parçasından” (meselâ kaburgasından) şeklinde değil, “onun özünden, ona benzer (misli) olan asıldan ve kökten (buradaki ifadeye göre nefisten) yaratan” şeklinde anlamak gerekir. Nitekim “Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden (nefislerinizden) eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır” meâlindeki âyette de bu kelime aynı mânada kullanılmıştır (Rûm 30 /21). Nahl (16 /72) ve Şûrâ (42/11) sûrelerinde de benzer ifadeler vardır. Bütün bu âyetlerde “nefsinden yaratmak”, “vücudunun bir parçasından yaratmak” mânasında değildir. Buna göre meâli ve numaraları verilen âyetler, Havvâ’nın aslının, Âdem’in kaburgası olduğu şeklindeki yaygın inancın delili olamaz. Havvâ’nın veya kadınların eğri kaburgadan yaratıldığını ifade eden hadisler, kadınla erkeğin tabii (fıtrî) olan ve değişmemesi gereken farklılıklarını ve özelliklerini anlatmak üzere yapılmış bir benzetmedir, mecazî bir anlatımdır. Nitekim bazı rivayetlerde açıkça “Kadın kaburga gibidir” buyurulmuştur (Buhârî, “Nikâh”, 79, 80; Müsned, V, 151). Hadislere göre kadınları erkeklere benzetmeye, tabii özelliklerini yok etmeye kalkışmak, eğimli yaratılmış kaburga kemiğini düz hale getirmeye uğraşmak gibidir. Kaburga ancak kavisli olduğunda uygun, sağlam ve kâmildir, fonksiyonunu yerine getirir; düz olsaydı akciğerin şekline uymaz ve onu koruyamazdı. Şu halde onu düzeltmeye çalışmak bozmaya ve kırmaya çalışmak demektir.’
Ayrıca kadının bu şekilde anlatılması, Hz. Adem olmazsa var olamayacağı algısını beraberinde getirmektedir, bu da kadının ikinci sınıf insan muamelesine layık görülmesi gibi büyük bir probleme kapı aralamaktadır. Bu açıklamalardan hareketle kadının kaburga kemiğinden yaratılması iddiasının İslam’ın insan ve kadın anlayışıyla pek de uyuşmadığı görülmektedir.
Bu noktada Hz. Peygamber’e aidiyetleri ciddî şüpheler taşıyan kaburga rivayetleri, itikadî açıdan bir delil teşkil etmeyeceğinden dolayı ilk kadının yaratılışının kaburga rivayetleriyle açıklanması da mümkün görünmemektedir. “ve halaka minhâ zevcehâ” ve “sümme ceale minhâ zevcehâ” gibi ifadelerden, “zevc”in “nefs-i vâhide”den yaratıldığı anlaşılmakta, bu noktada onun kaburgasından veya başka bir organından ya da şu anda mahiyetini bilemeyeceğimiz bir şeyden yaratılması arasında bir fark bulunmamaktadır. Fakat burada, kadının yaratıldığı hammaddeyi açıkça ortaya koyabileceğimiz sahih bir delilimizin olmadığı hususu önem kazanmaktadır. Bu konuda söylenebilecek şey ilk kadının yaratılışının mahiyetinin bilinemeyeceğidir ki aynı şey ilk erkeğin yaratılışında da söz konusudur.
Birinci, ‘‘Nefs-i Vahide İfadesinden Hareketle Kadının Yaratılışı Hakkında Bir Değerlendirme’’, 162. Bu noktada kadının yaratılışında bir nefsin etkin olduğu bilinmektedir, fakat bu nefse Hz. Adem dense dahi ondan kadının yaratılışının keyfiyeti bilinememektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
KUR’AN’A GÖRE KADININ KONUMU
KADININ SOSYAL HAYATTAKİ KONUMU
Kadının sosyal hayattaki konumu tarih boyunca değişiklik göstermiştir. Bazı toplumlarda anaerkil bir düşünce hakim olmuş ve bu düşünceyle kadının toplum içindeki önemi artmış, her şey kadının isteğine bağlanmıştır. Bazı toplumlarda ise ataerkil bir düzen hakim olmuştur ve bu düzene göre erkeğin egemenliğinde bir yaşamın olması gerektiği öngörülmüştür. Çalışmanın bu kısmında çok eskiye dayanan bu tartışmayla ilgili İslam öncesi Arap toplumunda kadına bakışı ve kadının sosyal hayattaki yeri ele alınacak, ardından İslam’la birlikte kadının sosyal hayattaki yeri ele alınarak İslam’ın getirdiği yeniliklerden bahsedilecektir.
Cahiliye Toplumunda Kadın
‘Cahiliye Dönemi’ İslamiyet öncesi Arap yarımadasının durumunu anlatmak için kullanılan bir tamlamadır. Burada cahiliyetten kasıt bilgisizlik değildir. Araplar’ın İslâm’dan önceki tarihlerinin câhiliye kelimesiyle ifade edilmesinin sebepleri araştırılırken onların hayat tarzına bedevîliğin hâkim olması, çevrelerinde yaşayan insanlara göre medeniyet bakımından geri kalmaları, bilgisizlik ve gaflet içerisinde göçebe ve yarı göçebe hayatı yaşayan kabile topluluklarından oluşan, kayda değer önemli bir tarihleri olmayan, puta tapan, kötülük yapmalarını önleyen bir dine, bir peygambere ve semavî bir kitaba sahip bulunmayan insanlar olmaları gibi hususlar üzerinde durulmuştur.
Fayda, Mustafa. ‘‘Cahiliye’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 7:17, İstanbul:TDV Yayınları, 1993. ‘Cahiliye’ tabiri Kur’an-ı Kerim’de de açıkça geçmektedir:
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟
‘‘Yoksa Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?’’ Bu ayetten hareketle İslam öncesi döneme cahiliye ismini Allah Teala’nın verdiği söylenebilir.
İslamiyet öncesi Arap yarımadasında kadına karşı tutumun iki farklı şekilde olduğu söylenebilir. Her toplumda olduğu gibi bu toplumda da kadını metalaştıran, ona söz hakkı tanımayan, kendisine önemli konularda danışılmaması gerektiğini düşünen bir kesim olduğu gibi kadına danışan, fikirlerini önemseyen, kadının devlet işlerinde söz hakkı olduğunu düşünen toplumlar ve kişiler de bulunmaktadır. Öyle ki kadınlara bir iş danışılması ama onların fikirlerinin aksine hareket edilmesi gerektiği söylenirdi. Çünkü kadınlar toplumun geneli tarafından kadının sadece duygularıyla hareket ettiği kabul edilirdi Fakat maalesef Kur’an’ın aktardığı bilgiler ve İslami bilgiler ışığında bu iyi muamelenin çok küçük bir kesim tarafından benimsendiği görülmektedir. Bu iyi muamelenin de genellikle hür ve varlıklı kadınlara karşı olduğu görülmektedir.
Cahiliye toplumunda kadın hür ve köle/cariye olarak ikiye ayrılırdır. Hür kadınlara da toplumun davranış biçimi zengin olup olmamasına göre değişmekteydi. Zengin olan kadınlar yöneticilik yapabilirlerdi, ticaretle uğraşırlardı ve isimleri öylece söylenmezdi yani bir saygı ifadesi eklenerek isimleri söylenirdi. Bunun yanında fakir hür kadınlar cariyelerden bir üst kademedelerdi fakat zengin hür kadınlar kadar da saygı görmezlerdi. Cariyelerin durumu ise daha içler acısıydı. Onlar dişi deveyle bir tutulurdu, efendisi ona her istediğini yapabilme hürriyetine sahipti. Öyle ki cariyelerini fuhşa zorlayan kişiler, onları öldüresiye döven, hatta öldüren kişilerin olduğu çoğu İslami kaynakta geçmektedir. Hadari toplumlarda bu şekilde muamelelere marzu kalan kadının durumu bedeviler arasında biraz daha farklıydı. Bedevi geleneğinde komşuluk, asabe kavramları daha güçlü ve baskın olduğundan dolayı kadınlarla erkekler aynı meclislerde otururlardı, söz sahibi olma hakları daha fazlaydı. Genel olarak kadının erkeklerle aynı mecliste oturması hoş karşılanmamıştır, bu kadın hür ve zengin olsa dahi. Bunun yanında kadın günlük hayatta ev işlerini yapardı, çocuklara bakardı, geçiminin peşinde koşar çarşı-pazar alışverişi yapardır. Yani aslında bir toplumun idame edebilmesini sağlayan neredeyse tüm faaliyetleri kadın üstlenmiş durumdaydı. Bunların yanında cahiliye toplumunda kadın kocasının veya babasının mirasına da ortak edilmezdi. Miras konusunda hiçbir hakkı bulunmamaktaydı. Gündelik hayatta kadının durumu genel olarak bu şekildeydi.
Cahiliyede kadının genel olarak gruplandırılmasının ardından cahiliyedeki çok kötü uygulamalardan birinden bahsetmek o dönemde kadının toplum içerisindeki değerini ve konumunu anlamada yarar sağlayacaktır. Cahiliye döneminde kadınların genel itibariyle doğurdukları çocuğun cinsiyetine göre bir muameleye tabi tutuldukları bilinen bir gerçektir. Kız çocuğun doğması bazı ailelerde utanç unsuru sayılırdı, bazı ailelerde erkekler için kesilen akika kurbanı kız çocuklar için kesilmezdi, toplumun çok az bir kesimini oluşturan soylu ailelerin bazılarında ise kız çocuğunun doğması ile ailede herhangi bir utanç olmazdı. Kız çocuklarının öldürülmesi uygulaması Kur’an-ı Kerim’de de yer almıştır. Nahl suresi 58.-59. ayette şöyle buyrulmaktadır:
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
‘‘Onlardan birine bir kız müjdelendiğinde, öfkelenerek yüzü mosmor kesilir. (Aklınca) verilen müjdenin kötülüğünden dolayı halktan gizlenir. Böyle bir alçaltıcı duruma rağmen onu yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Görün işte, ne kötü yargıda bulunuyorlar!’’ Ayette yapılan bu uygulamanın ne kötü bir yargı olduğu belirtiliyor. İslami kaynaklarda da bu durum kınanmakta ve bu durumun yanlışlığı ağır sözlerle eleştirilmektedir. Hadislerde belirtildiğine göre Hz. Ömer de kız çocuğunu diri diri toprağa gömmüştür ve bundan duyduğu pişmanlık ömür boyu kendisini takip etmiştir.
Sosyal hayat içerisinde iş ve ticaret hayatındaki kadının konumuna bakılacak olursa Cahiliye dönemi Arap toplumunda ekonomik hayatta erkeklerin hâkimiyeti söz konusu olmakla beraber aynı zamanda kadınların da ekonomik hayatta etkin oldukları görülmektedir. Mekke’de kendi geçimini kendisi sağlayan kadınlar bulunmakta olup bu kadınlar farklı meslek gruplarında yer almaktaydılar. Örneğin bu kadınlar arasında yer alan Hatice bt. Huveylid şeref sahibi tüccar bir kadın idi. Hz. Hatice adamlar tutarak sermaye ortaklığı kurarak satılması için mal vermekteydi. Hatice’nin Mekke ticaretinde çok önemli bir etkisi olduğu ve Mekke dışına ticaret kervanları gönderdiği bilinmektedir. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Hatice, Kureyş’ten birini Peygamber’le birlikte Tihâme’deki panayıra göndermiştir.
Yıldırım, Nur, Cahiliye Toplumunda Kureyş Kadını, (Kahramanmaraş: Samer Yayınları, 2019), 121. Bedevi olarak yaşayan ailelere mensup kadınların hayvanlara bakma, süt annelik yapma gibi mesleklere sahiptiler. Hadari olan, yerleşmiş hayata geçmiş ailelere mensup kadınların ise yaptığı işler farklılık göstermektedir. Mekke’deki kadınlar ticaretle uğraşır, kabe tamiratında erkeklerin yanında çalışır, koku satar, ebelik yapardı. Hür kadınların az bir kesimini oluşturduğu, bununla birlikte maddi durumu iyi olan kadınların toplumun daha da az bir kesimini oluşturan bu toplumda iş hayatında bulunan kadınların sayısı bittabi daha azdı.
Sosyal hayat içerisinde kadının bulunduğu diğer bir yer de savaş meydanlarıydı. Cahiliye döneminde Araplar kendilerine destek olmaları için yanlarında götürürlerdi. Kadınların savaştaki varlığı erkekleri cesaretlendirdiği gibi aynı zamanda da onları endişelendirmekteydi. Çünkü cahiliye erkeği için savaşta kadının esir düşmesi namuslarına halel gelmesi demekti. Kadınlarına düşkün olan cahiliye Arapları için ırz, can, mal ve çocuktan daha üstün idi. Savaşta kadınlarını ordunun gerisinde tutma âdetleri bu durumu izah eden olaylardandır. Bunu savaşçılara yenildikleri zaman kadınlarının düşmanın eline geçeceği korkusunu yaşatmak için yapmaktaydılar. Bu şekilde savaşçılar ölüm pahasına da olsa savaşırlardı.
Yıldırım, Cahiliye Toplumunda Kureyş Kadını, 132. Bunun yanında savaş meydanında kadınlar yaralananlara yardımcı olurlardı.
Cahiliye devrinde yapılan evliliklere bakılacak olursa kadının eş olarak toplumdaki yeriyle ilgili de bilgi sahibi olunabilir. Cahiliyede birçok nikah çeşidi vardı, fakat İslam’ın gelmesinden sonra kadını aşağılayıcı nitelikte olan evlilikler kaldırılmıştır. Bu evliliklerden bazılarında kadın fuhşa zorlanır, bazıların kadından para karşılığında belli bir süre yararlanma söz konusudur, bazılarında ise kadın miras gibi görülürdü. O evlilik çeşitlerinden bazıları şunlardır:
Nikah-ı Makt: Babası öldükten sonra en büyük oğlun dul kalan üvey annesiyle evlenmesidir. Bu nikahın altında yatan düşünce baba öldükten sonra eşinin de mirastan sayılmasıydı. Bu nikah çeşidine bakarak kadının mal olarak görüldüğü sonucuna varılabilir ki bu durum kadının ne kadar değersiz görüldüğünü, mal mesabesinde görüldüğünü gösterir. Kur’an’da bu nikah çeşidiyle ilgili ‘Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir edepsizliktir, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.’
Nisa 4/22.
Nikah-ı Şigar: İki kadının mehir verilmeksizin birbirleriyle takas edildiği nikah çeşididir. Burada da kadının güvencesi durumundaki mehrin verilmemesi kadını ekonomik olarak etkilemekteydi, ya da bir boşanma durumu olduğunda mağdur olmasına sebebiyet vermekteydi. Bu nikah çeşidi de bu gibi olumsuzluklar sebebiyle Hz. Peygamber tarafından kaldırılmıştır.
Nikah-ı İstibda: Erkeğin erkek çocuk için eşini başka bir adama sunduğu nikah çeşididir. Burada da kocanın hanımını fuhşa zorladığı görülmektedir. Bu durumun da kadın için ne kadar onur kırıcı, utanç verici bir durum olduğu aşikardır. Kadına zarar veren bu nikah çeşidi de İslam’la birlikte kaldırılmıştır.
Nikah-ı Mut’a: Süreli nikah anlamına gelen bu evlilikte koca kadından belli bir para karşılığında belli bir süre yararlanırdı, sürenin dolmasıyla nikah akdi biterdi. Cahiliye döneminde en yaygın evlilik çeşitlerinden biri olan bu nikah çeşidi zinaya çok benzemesi hasebiyle İslamiyet’le kaldırılmıştır.
Cahiliye toplumunda sosyal hayatta kadının durumu genel hatlar itibariyle bu şekildeydi. Genel bir çerçeve çizilecek olursa kadının sosyal hayattaki konumunun pek de iyi olduğu söylenemez.
İslam’da Kadın
Günümüzde İslamiyet’in hakim olduğu coğrafyalara, toplumlara bakıldığında kadının konumu ve hakları bağlamında farklılıklar olduğu görülecektir. Bu başlık altında günümüzdeki İslam coğrafyalarında yaşayan kadınların durumu ele alınmayacaktır. Bu başlık altında İslam dininin Arap toplumu başta olmak üzere cahiliyeye kıyasla kadına ne gibi haklar verilmiş olduğu, ne gibi sorumluluklar yüklenmiş olduğu ve cahiliyeye kıyasla kadına karşı tutumun değişip değişmediği ele alınacaktır.
İslamiyet öncesi kadına verilen değer, ona toplum içerisinde biçilen tutum yukarıda anlatılmıştı. İnsanları iyiye ve güzele sevk eden ve iyiliği, eşitliği, insan sevgisini aşılayan İslam dininin gelmesiyle birlikte kadının hayatında da bir hayli değişiklik olmuştur. Bu değişiklikler genellikle haklarını artırıcı, toplum içerisindeki saygınlığını artırıcı nitelikteki değişiklerdir. Hz. Ömer’in, “Doğrusu biz câhiliye devrinde kadınlara değer vermezdik, nihayet Allah Teâlâ kadınlar hakkında âyetler indirdi ve onlara birçok haklar tanıdı” sözü, bunun delillerinden biridir.
Aydın, Mehmet Akif. ‘‘Kadın’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 24:91, İstanbul:TDV Yayınları, 2001. İlk olarak cahiliye döneminde ikinci sınıf insan muamelesi gören kadının artık erkekle eşit tutulduğu görülmektedir. Ayetlerin hitabından da bu durum anlaşılabilmektedir. Ayetlerde ‘mümin erkekler ve mümin kadınlar’ ibaresinin sıklıkla geçtiği görülmektedir. Cahiliye döneminde birçok konuda muhatap kabul edilmeyen kadının Kur’an’da muhatap kabul edilmesi, onunla konuşulması kadına verilen değerin arttığını göstermektedir.
Cahiliye döneminde olduğu gibi İslam’ın gelmesiyle de kadınlar savaşlara katılabilmiştir. Savaş esnasında malzeme getirip götürme, ordunun su ve yemek ihtiyaçlarıyla ilgilenme, yaralıları tedavi etme, eşlerini cesaretlendirme gibi vazifeleri yerine getirmişlerdir.
Cahiliye döneminde kadının yaptığı haram olmayan işleri İslamiyet’le birlikte kadınlar da yapmaya devam etmiştir. Bunun yanında kadınlar devlet başkanlığı hariç bütün kamu görevlerinde çalışabilir konumdalardır. Kadının İslam coğrafyalarında devlet başkanlığı yapmamasını alimler genellikle devlet başkanının Cuma namazı kıldırması, imamlık yapması ve hutbe irad etmesi gibi sebeplere dayandırmaktadır. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in zaman zaman sahâbîlerden dinî-siyasî taahhüt mahiyetinde aldığı biatlara kadınlar da iştirak etmiştir. İkinci Akabe Biatı’na ve Bey‘atürrıdvân’a kadınların da katıldığı bilinmektedir. Ancak bu uygulama Resûl-i Ekrem’in dönemiyle sınırlı kalmıştır ve sonraki devirlerde İslâm toplumundan alınan biatlara kadınların katıldığına dair bilgi yoktur.
Aydın, ‘‘Kadın’’, 24:90
Bununla birlikte İslam öncesi Arap toplumunda sosyal hayat içerisinde pek söz hakkı tanınmadığı, kadına önemli konularda danışılmadığı söylenmişti. İslamiyet sonrası Hz. Peygamber’in uygulamalarına bakıldığında kadınlarla istişare edildiği, hatta bazen Hz. Peygamber’in hanımlarının görüşleriyle amel ettiği görülmektedir. Resûl-i Ekrem isabetli görüşleri sebebiyle Ümmü Seleme’nin fikrini alırdı. Meselâ Hudeybiye Antlaşması’nda Mekkeliler’e büyük tâvizler verildiğini düşünen müslümanlar üzüntü içinde iken Resûlullah onlara kurbanlarını Hudeybiye’de kesmelerini ve tıraş olmalarını emrettiği ve bunu üç defa tekrarladığı halde hiç tepki vermediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ümmü Seleme’nin yanına giderek üzüntüsünü dile getirdi. Ümmü Seleme ona dışarı çıkıp kurbanını kesmesini ve kendisini tıraş ettirmesini, ardından ashabının da mutlaka bu davranışlarını izleyeceğini söyledi. Hz. Peygamber onun tavsiyesini uyguladı ve gerçekten Ümmü Seleme’nin dediği gibi oldu.
Kandemir, Mehmet Yaşar. ‘‘Ümmü Seleme’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 42:329, İstanbul: TDV Yayınları, 2012. Siyer okunduğunda bunun gibi daha birçok örneğe rastlanabilir. Hz. Peygamber’in böyle davranmasının sonucu olarak sahabede de kadına bakışla ilgili farklılık olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Kadının da fikirlerini alma, onunla istişare etme, ona söz hakkı vermenin yanında İslam’la gelen farklılıklardan biri de miras konusundadır. Cahiliye döneminde kadına mirastan pay verilmiyordu hatta kadın miras gibi görülüyordu ve bunun sonucunda nikah-ı makt denen nikah çeşidi ortaya çıkmıştı. İslam’la birlikte kadının miras kalan bir meta olarak değerlendirildiği nikah çeşidi ortadan kaldırılmış ve kadına mirasçılık hakkı verilmiştir. Bu durum Kur’an’da şöyle ifade edilmiştir:
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يباً مَفْرُوضاً
‘’Anne babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere pay vardır; yine anne babanın ve akrabanın bıraktıklarından kadınlara da pay vardır; azından çoğundan, belli pay.’’
Nisa 4/7 Kadının mirasçıya yakınlık derecesine göre mirastan aldığı pay da değişmektedir. İlerleyen sayfalar da bu konu detaylıca ele alınacağı için burada bununla yetinilecektir.
Kadının sosyal hayattaki konumunu anlatan diğer bir husus da kadını küçük düşüren, haklarını sınırlayan nikah çeşitlerinin İslam’la kaldırılması ve kasına mehir hakkı başta olmak üzere haklar verilmesi ve yükümlülüklerinin hafifletilmesidir. İslamiyet’in getirdiği eşitlik, yardımlaşma ahlakıyla eşler birbirlerine birçok konuda yardım eder hale gelmiştir. Bu açıdan ev işleri, çocuk bakımı gibi konularda erkeklerin de etkin olduğu söylenebilir. Tabii ki öncelikle Hz. Peygamber eşlerine yardım etmiş, ev işlerine yardım etmiştir ki müşlümanlar da onu örnek alıp eşlerine yardım etsinler. Hz. Peygamber’in kendi söküğünü dikmesi, yeri geldiğinde elbisesini yıkaması, torunlarıyla ilgilenmesi ve onlarla oynaması bu duruma örnek teşkil eder. Bunların yanında kadının kadınlık haklarına, insanlık haklarına zarar veren nikah-ı makt, nikah-ı muta, nikah-ı şigar, nikah-ı istibda gibi nikah çeşitleri yasaklanmıştır. Bununla birlikte kadına kadının bir nevi maddi güvencesi olan mehir verilmesi gerektiği bildirilmiştir. İlgili ayet-i kerime şu şekildedir:
وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ اَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَاناً وَاِثْماً مُب۪يناً
‘‘Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz onu, iftira ederek ve apaçık günah işleyerek mi geri alacaksınız?’’ Bununla birlikte kadına boşanma hakkı da verilmiştir. Bu boşanma kadının verdiği bir bedel, mal veya para karşılığında eşin boşanmayı kabul etmesi şeklinde gerçekleşebilir veya kadına da boşanma yetkisinin verilmesi ile gerçekleşebilir veya kadının mahkemeye başvurması sonucunda mahkeme tarafından boşanma gerçekleşebilir. Konunun detayları ileriki sayfalarda verileceği için burada bu kadar bilgiyle yetinilecektir.
İslamiyet’le birlikte eğitime verilen önemin arttığı bilinmektedir. Okuma-yazma oranının çok düşük olduğu Kur’an’ın nazil olduğu ortamda genellikle sözlü eğitim yaygındı. Bu yüzden şairlik çok yaygındı ve insanlar dertlerini, güzellikleri, övgüleri şiirle yaparlardı. İslamiyet’le birlikte okuma-yazma oranının artırılması için çeşitli faaliyetler yapılmıştır. Örneğin Hz. Peygamber Bedir savaşında esir düşenleri 10 müslümana okuma-yazma öğretme karşılığında serbest bırakılma imkanı tanımıştır. Bununla birlikte nübüvvetin Medine döneminde inşa edilen Mescid-i Nebevi’nin suffa adı verilen bir bölümünde eğitim-öğretim faaliyetleri yapılmıştır. Kadınların eğitimi konusunda da önemli gelişmeler olmuştur. Ataerkil bir toplum olan Arap toplumunda zaten düşük olan okuma-yazma oranı erkeklere oranla kadınlarda daha düşüktür. Bu sayıyı artırmak için Hz. Peygamber kadınların sorularını cevaplamak için onlara ayrı zaman ayırmıştır. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in hanımları da özellikle kadınların eğitiminde önemli bir yere sahiplerdir. Haremlik-selamlık esası gözetilerek kadınlar da okuma-yazma öğrenmişler ve İslam dinini öğrenmişlerdir.
Asr-ı saâdet’te kadınlar sonraki devirlerde rastlanmayacak şekilde sosyal hayata iştirak etmişlerdir. Mescid-i Nebevî’deki ibadet hayatına katılmaları, bayram, düğün vb. eğlencelere iştirakleri bunun göstergesidir. Hz. Âişe, Medine’de bir bayram günü Sudanlılar tarafından yapılan gösteriyi Resûl-i Ekrem’in yanında izlediğini nakletmektedir. Bu dönemde kadınlar İslâmiyet’i öğrenme hususunda da istekli görünmektedir. Hz. Peygamber’in kadınların sorularına cevap vermek ve onlara dini öğretmek için özel bir gün ayırdığı bilinmektedir. Bu sayede sahâbîler arasında dini iyi bilen kadınlar yetişmiştir (Hamîdullah, II, 836). Hz. Âişe bunların en önde gelenlerindendir ve birçok dinî hükmün sonraki nesillere intikalinde önemli hizmetler ifa etmiştir.
Aydın, ‘‘Kadın’’, 24:91.
Genel olarak cahiliye döneminde sosyal hayattaki kadına ve İslami döneminde sosyal hayattaki kadın portrelerine bakıldığında İslam’ın gelişiyle kadının toplum içerisindeki varlığının arttığı söylenebilir. Bu bakımdan kadına bazı haklar verilmiştir, erkeklerin kadınlara yardımcı olması gerektiği bildirilmiştir. Kısaca kadın ikinci sınıf insan muamelesinden kurtulmuştur, çoğu durumda erkekle eşit seviyeye gelmiştir. Özellikle toplumda var olma ve sosyal hayata katılma açısından erkeklere eşit duruma getirilmiştir. Son olarak kadın-erkek eşitliğinin sağlandığına dair bir ayetten söz etmek yerinde olacaktır. Ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يراً
‘‘Erkek olsun, kadın olsun her kim iman etmiş olarak dünya ve âhiret için yararlı iyi işler yaparsa işte onlar da cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.’’
KADININ DİNDEKİ KONUMU
İBADETLERİ VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
İslâmî literatürde ibadetin biri genel, diğeri özel olmak üzere iki anlamı vardır. Genel anlamda ibadet, mükellefin Allah’a karşı duyduğu saygı ve sevginin sonucu olarak O’nun rızâsına uygun davranma çabasını ve bu şekilde yapılan iradî davranışları ifade eder. Böylece tamamen dinî olan görevlerden başka kişilerin Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaptığı her fiil de ibadet olarak nitelendirilir ve ödüllendirilir. Bu amaçla fert ve toplum yararına gerçekleştirilen her olumlu davranış dinî ve mânevî bir anlam kazanır. Özel anlamda ibadet ise mükellefin yaratanına karşı saygı ve boyun eğmesini simgeleyen, Allah ve resulü tarafından yapılması istenen belirli davranış biçimlerdir.
Koca, Ferhat. ‘‘İslam’da İbadet’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 19:240, İstanbul: TDV Yayınları, 1999.
İslam’da kadın ile erkek arasında ibadet bakımından yükümlülüklerde bir farklılık yoktur. İslamın şartları olarak alimlerin üzerinde ittifak ettiği ibadetlere dair ayetlere bakıldığında mesele daha iyi anlaşılacaktır. Namazın farziyetine delil olan ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَاباً مَوْقُوتاً
‘‘Namazı bitirince de ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anın. Güvenlik içinde olduğunuzda namazı gerektiği gibi kılın. Şüphe yok ki namaz, müminler üzerine vakitleri belli olarak yazılmış bir ödevdir, farzdır.’’
Nisa 4/103. Ayet-i kerimede hitap tüm müminleredir, yani yükümlülük bakımından kadın müminler ya da erkek müminler diye bir ayrım yoktur.
Bir diğer ibadet olan oruçla ilgili ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
‘‘Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı, farz kılındı.’’ Bu ayetteki hitaba da bakılacak olursa tüm inananları kapsayan bir ifade kullanıldığı görülecektir. Oruç ibadetinde kadınlar ile erkekler arasında tutuluş bakımından namazdaki gibi farklılık da bulunmamaktadır.’’
Bakara 2/183.
Bakara suresi 110. ayette ise hem namazın kılınması hem de zekatın verilmesi istenmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
‘‘Namazı tam kılın, zekâtı verin. Kendiniz için önceden yaptığınız her iyiliğin karşılığını Allah'ın katında bulursunuz. Yaptığınız her şeyi gören Allah'tır.’’ Alimler bu ayetin de tüm Müslümanlara hitap ettiğini söylemişlerdir.
Haccı konu alan ayetlere bakıldığında zekatta olduğu gibi farziyet bakımından kullar arasındaki tek ayrımın zenginlik noktasında olduğu görülecektir.
Detaylı bilgi için; Hac 22/26-37, Bakara 2/196-200. Bunun yanında namazın sünnetle belirli olan nasıl kılınacağına dair kadın ile erkek arasında farklılıklar mevcuttur. Örneğin namaz öncesinde tekbir alırken kadınlar ellerini göğüs hizasına kaldırır, erkekler ise kulak hizasına kaldırır; rükûda ise kadınlar az eğilirken erkekler belleri düz olacak şekilde eğilirler. Haccın yapılışına bakıldığında da bu tür farklılıklar görmek mümkündür. Bunun gibi farklılıklar bulunmakla bu ibadetler minvalinde yükümlülük açısından kadın ile erkek arasında fark yoktur. Bununla birlikte kadınların hayız, nifas gibi özel durumlarına binaen Kur’an’dan ve sünnetten deliller bakıldığında yükümlülük alanında bazı esnetmelerin var olduğu görülecektir.
İbadet bağlamındaki yükümlülüklerin yanında toplumun, örfün ve sünnetin kişilere yüklediği bazı yükümlülükler de vardır. Bunlardan bazıları kadının çocuğa bakması, yemek yapması, ev işlerini üstlenmesidir. İslam hukukuna göre örf bazı durumlarda kanun gibi geçerli sayılmıştır fakat bu saydığımız yükümlülükler kapsamında örfün böyle bir konumu yoktur. Bu bakımdan kadına yüklenen sorumluluklar sadece kadına ait sorumluluklar değillerdir. Bu sorumluluklar karı-kocanın birlikte üstlenmek zorunda oldukları sorumluluklardır. Herhangi bir ayetten delillendirilemeyen bu tür katı şekilde kadına yüklenen sorumlulukları kabul etmek pek mümkün görünmemektedir. İslam erkeğe evi geçindirme ve kadını koruma yükümlülüğü vermiştir.
Nisa 4/34 Bu yüzden erkek çalışma hayatıyla meşgul olduğu için kadının çocuklarına bakması ve ev işlerini yapması tabiidir. Fakat çocuklara bakma ve ev işleriyle ilgilenme sadece kadına özgü bir durum değildir. Yeri geldiğinde Hz. Peygamber’in çocuklarla oynadığı, elbisesindeki sökükleri diktiği ve böylece eşlerine yardımcı olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte evin hanımının evi temizlemesi, eşine ve çocuklarına yemek yapması, çocuklarıyla ilgilenerek kocasının yükünü hafifletmesi hep kendisi için bir sadakadır,
Köktaş, ‘‘Kadınla İlgili Hadisler’’, 333. farz derecesinde bir yükümlülük değildir. Hz. Peygamber’in hayatına da bakarak bu tür sorumlulukları sadece kadına yüklemek doğru görünmemektedir.
ÖRTÜNME/TESETTÜR
Sözlükte “örtünmek, kuşanmak; başkaları ile kendisi arasına perde koymak, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek” anlamlarındaki tesettür, terim olarak ilgilileri ve ölçüleri dinen belirlenmiş örtünme yükümlülüğünü ifade eder.
Apaydın, Yunus. ‘‘Tesettür’’. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 40:538, İstanbul: TDV Yayınları, 2011. Kur’an-ı Kerim’de kadına yüklenen sorumluluklardan biri de tesettürdür. Tesettürün farz oluşu ayetlerle sabittir. Tesettür emrinin geçtiği iki ayet-i kerimede üzerinden konu ele alınacaktır.
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ اَوْ اٰبَٓائِهِنَّ اَوْ اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓائِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَٓائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعاً اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
‘‘Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Dışarıda kalanlardan başka ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, başka kadınlar, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz!’’
Nur 24/31.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
‘‘Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini (cilbablarını) üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah ziyadesiyle bağışlamakta ve çok esirgemektedir.’’
Ahzab 33/59.
Surelerin nüzul sırasına bakıldığında ilk Ahzab suresindeki ‘cilbab ayeti’ de denen ayetin nazil olmuştur. Bu ayetten bazı sonuçlara ulaşılabilir. Bunlardan ilki ayetin muhataplarına bakıldığında Allah Teala örtünme emrine ilk olarak Resulullah (sav)’ın zevceleri ve kızları ile başladığı görülür. Bu onların diğer kadınların önderleri olduğunu göstermektedir.
Köktaş, ‘‘Kadınla İlgili Hadisler’’, 192. Bu ayette belki de en çok dikkat çeken husus ise kadınların tesettürü bağlamında ele alınan ‘cilbab’ meselesidir. Ayetteki örtünmeden neyin kastedildiğini anlamak için öncelikle cilbab tabirini anlamak gerekmektedir. Ayetin son kısmına bakıldığında cilbab giyilmesinin emredilmesindeki hikmetin kadınların rahatsız edilmesinin önlenmesi olduğu görülür. İslamiyet’ten önce Araplarda örtünme adeti yoktu. Daha önce de belirtildiği gibi kadına saygı gösterilmez ve erkekelr kadınlardan sakınmazlardı. Henüz günümüzde anladığımız manada tuvaletin bulunmadığı o dönemde boşaltım ihtiyacını gidermek için insanlar boş alanlara veya evlerinin arkalarına giderlerdi. Bunu fırsat bilen ve zina etme amacında olan bazı kişiler kadınların peşine takılır ve onları rahatsız ederlerdi. Bu durumun Hz. Peygamber’e şikayet edilmesi üzerine cilbab giyinmenin emredildiği kaynaklarda belirtilir. Cilbabın farz oluş hikmetini ele aldıktan sonra cilbabın ne olduğu ve alimler tarafından nasıl anlaşıldığı konusuna geçilebilir.
Cilbâb kelimesi “bütün bedeni saran bir giysi, kadının örtündüğü her şey, kadının elbiselerini baştan ayağa örttüğü -milhafe / çarşaf gibi- şey, milhafeden biraz küçük geniş bir kadın giysisi” şeklinde tanımlanır ve yaygın biçimde mutlak kamîs (en genel anlamıyla gömlek), milhafe, izâr ve mülâe kelimeleriyle açıklanır.
Apaydın, ‘’Tesettür’’, 40:541. Bu ifadelerden yola çıkarak cilbabın elbise üzerine giyilen bir dış kıyafet olduğu sonucuna varılabilir. Klasik literatürde cilbâbın, dolayısıyla giyim şeklinin ne olduğu konusunda farklı yaklaşımlar yer alsa da başörtüsü gibi zorunlu bir giysi olduğu yeterince tasrih edilmez. Cilbâbın kadın için bir dış kıyafet şeklinde zorunlu sayılıp sayılmadığı tartışması daha çok ve özellikle modern dönemlerde gündeme gelmiştir. Müslüman kadın için önerilmiş somut ve sabit bir dış kıyafet biçimi bulunmadığından dış kıyafet/cilbâb İslâm toplumlarında zamana ve mekâna bağlı olarak değişiklikler göstermiş, çok defa farklı isimlerle anılmıştır. Aslolan kadının vücut hatlarını belli etmeyecek, tesettürün temel amacını gözetecek biçimde giyinmesi olunca dış kıyafetin şekli ve rengi pek fazla gündeme gelmemiştir. Farklı görüşler ileri sürülmekle birlikte çağdaş İslâm âlimlerinin genel yaklaşımı, normal giysinin örtünmenin temel amaçlarını karşılayacak tarzda olması durumunda ayrıca bir dış kıyafetin (çarşaf, ferace, pardösü vb.) zorunlu görülmediği yönündedir.
Apaydın, ‘’Tesettür’’, 40:541.
Başörtü emrinin geldiği Nur suresindeki ilgili ayetle ilgili tefsirlerdeki açıklamalar genellikle ziynetin ne olduğu çerçevesindedir. Burada nelerin dışarıda kalanlar olduğu hususuyla ilgili olduğu ve ziynetin ne olduğuna dair farklı görüşler mevcuttur. Çünkü Allah Teala ayette nerelerin ziynet sayılıp sayılmadığını açıklamamıştır, bu da konuya dair farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hanefi mezhebi uleması dışarıda kalanlardan kastın el, yüz ve ayak olduğunu, Şafii mezhebi el ve yüz olduğunu kabul etmiştir. İlgili mezhepler tarafından işte bunlar dışındaki yerler ziynet olarak değerlendirilmiş ve örtülmesi gerektiği ifade edilmiştir. İslami literatürdeki eserlere ve alimlere bakıldığında iş yaparken açılabilecek boyun, kol gibi yerlerin de dışta kalanlar olduğu ve örtülmesi gerekmediğine dair görüşlere de rastlanmaktadır. Ayrıca ziynet konusu bağlamında tesettürlü kadınların yüzük gibi dışarıdan görülen takıları takabilme durumu da tartışılan konulardandır. Farklı görüşlerin olduğu bir konuyla da ilgili verilebilecek en doğru karar Türkiye Diyanet Vakfının yapmış olduğu açıklamaya bağlı kalmaktır. Diyanet tarafından hazırlanan tefsire göre ziynetten takıların kastedilmiş olması mümkün değildir; çünkü kadının vücudunda olmayan takısına bakmak ittifakla caizdir.
Köktaş, ‘‘Kadınla İlgili Hadisler’’, 195. Bu açıklamaların sonucunda kadın vücudunun ‘dışarıda kalan yerler’ haricinde ziynet olduğu sonucuna ulaşılabilir.
Nur suresindeki ayetteki tesettür ile ilgili ele alınması gereken diğer bir ifade ‘Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar’dır. Ayetin bu kısmı ele alınırken yakaların üzerinden bağlama, göğüsten aşağı salındırma mevzusu daha çok ele alınmıştır. Başörtüsünden kasıt yüz hariç başı örten örtüdür. Tartışılan konu olan başörtülerin yakalardan salındırma meselesine dair kadının tek gözünü açık bırakacak şekilde, sadece gözlerini açık bırakacak şekilde, omuzlarını da örtecek şekilde olması gerektiğine dair farklı yorumlar mevcuttur. İslam’ın tesettür emrindeki kadını koruma hikmeti ve ziyneti örtme ilkesinden yola çıkarak başörtüsünün giyilen kıyafetin içine konularak da kullanılabileceğini söylemek doğru olacaktır. Tabii bunu yaparken ziynetlerin örtünmesi ve vücut hatlarının belli olmaması gibi durumlar göz önünde bulundurulmalıdır.
Nur suresindeki ayetle ilgili dikkat çeken diğer bir husus da ayette kimlere ziynetlerini, süslerini gösterebilecekleri de açıkça söylenmiştir. Ayete göre kadın akrabalarından; kocasına, babasına, kayınbabasına, oğullarına, üvey erkek çocuklarına, erkek kardeşlerine, yeğenlerine ziynetlerini gösterebilirler. Bunların yanında cinsel arzusu bulunmayan erkeklere, büluğ çağına erişmemiş erkek çocuklara da ziynetlerini gösterebilirler. Ayetteki bu açıklamayla tesettürün kimlerin yanında farz olduğunun da sınırları çizilmiş olmaktadır.
Tesettüre dair ayetlerden ve yapılan yorumlardan yola çıkarak denilebilir ki tesettür kadını koruma hikmetini barındıran, kadının vücut hatlarını örtme ve ziynetleri gizleme temelli olan kadınlara hitap eden bir farzdır.
KADININ EĞİTİM VE ÖĞRETİM HAYATINDAKİ KONUMU
İslam dini eğitim ve öğretim faaliyetlerine büyük önem atfetmektedir. Kur’an-ı Kerim’de eğitime dair bir nesne olan kalem üzerine yemin edilmesi, Allah Teala’nın sürekli bilenlerle bilmeyenleri kıyaslaması, bilgi sahibi olanları övmesi ve kendi isimlerinden olan ‘Alim’ isminin Kur’an’da çokça geçmesi bu düşünceye temel oluşturmuştur denebilir. Kur’an’da eğitimin önemli oluşuna dair ele alınabilecek bazı ayetler şunlardır:
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟
‘‘De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!” Doğrusu ancak akıl iz‘an sahipleri bunu anlar.’’
Zümer 39/9.
نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ
‘‘Nûn. Kaleme ve (yazanların) onunla yazdıklarına andolsun ki sen -rabbinin lutfu sayesinde- asla deli değilsin.’’
Hz. Peygamber döneminden beri eğitim faaliyetleri toplumsal hayat içerisinde büyük öneme sahip olmuştur. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde ilk olarak Mescid-i Nebevi’nin inşasıyla ilgilenmiştir, buy mescidde eğitim öğretim faaliyetleri yürütülmüştür. Ayrıca bu dönemde ‘suffa’ adında mescide bitişik eğitim öğretim faaliyetlerinin yürütüldüğü özel bir yer de inşa edilmişti. Çeşitli yerlerde gerçekleşen Hz. Peygamber dönemindeki eğitim ve öğretim faaliyetleri erkeklere mahsus olarak kalmamıştır. Hz. Peygamber namazlardan sonra kadınların yanına gidip onların sorularını yanıtlardı. Ayrıca Hz. Peygamber’in eşlerinden Hz. Aişe, Ümmü Seleme gibi bazı sahabeler de kadınların eğitim faaliyetleriyle bizatihi ilgilenirlerdi. Bu dönemde kadınlara yönelik eğitim ve soru halkaları oluşturulurdu ve kadınların eğitimi faaliyeti böylece yürütülürdü. Hz. Aişe öğrenme konusunda çekinmeyen ensar kadınlarını övmüştür. Bu noktadan hareketle, kadınların öğrenmeye büyük ilgi gösterdiği sonucunu çıkarmak mümkündür.
Sarıçam, İbrahim, İslam Medeniyeti Tarihi, (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2018), 179. Yine bu dönemde kadınlara verilen eğitimin sadece dini boyutta kalmadığı da görülmektedir. Savaşlara katılan ve hemşirelik yapan kadınların bu dönemde var olduğu bilinmektedir. Bu da kadınlara fenni ilimler dair de bir eğitim verildiği ve kadınların bu eğitimlere göre meslek sahibi olduğu veya topluma yararlı olduğu sonucuna ulaşmamızı sağlar.
Eğitim faaliyeti küçük yaşta başlayan bir olgudur. Sahabiler de kendi erkek ve kız çocuklarının eğitimiyle ilgilenmişlerdir. Söz gelimi Sa’d bin Ebi Vakkas kızına yazı öğretmiştir. Hz. Peygamber’in eğitim konusunda hür köle ayrımı gözetmediği de bilinmektedir. İslam tarihinde kıraat, tefsir, fıkıh, hadis, vaaz, irşat, edebiyat, tasavvuf ve hüsn-i hat alanlarında şöhret bulmuş kadınlar kaynaklarda kayıtlıdır.
Sarıçam, ‘‘İslam Medeniyeti Tarihi’’, 179.
Hz. Peygamber dönemindeki eğitim faaliyetlerine bakıldığında kadın ile erkek arasında bir ayrım olmadığı görülmektedir. Nitekim bu durum sahabe döneminde de devam edegelmiştir. Hz. Ömer döneminde yaşanan bir hadise kadınların ve erkeklerin eğitim ve öğretim faaliyetine birlikte katıldıklarına delildir. Hadiseye göre Hz. Ömer eğitim faaliyeti de yapılan bir mecliste kadınların çok fazla mehir istemesinden rahatsız olan erkeklerin şikayetleri sebebiyle kadınların mehirlerine sınır koymak istemiştir. Fakat Hz. Ömer meclisteki bir kadının mehrin yüklerce verilebileceğini ifade eden ayeti
Nisa 4/20. hatırlatması üzerine bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Bu hadisenin yaşandığı ortam göz önüne alındığında kadınları ve erkeklerin birlikte eğitim faaliyetlerine katıldığı görülür. Sadece Hz. Ömer zamanında değil diğer dört halife döneminde de kadınlar eğitim faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
İslam tarihi içerisinde kadın eğitimcilerin ve öğrencilerin sayısının az olduğu bilinmektedir. Bunun sebeplerinden biri, belki de en önemlisi İslam eğitim geleneğindeki rıhle faaliyetlerine kadınların katılmada yaşadıkları zorluklardır. Eskiden ilim tahsili için insanlar rıhle denilen yolculuklara çıkarak bilgiyi ilk kaynağından ve farklı kaynaklardan almaya çalışırlardı. Fakat uzun süren bu yolculuklar sert hayat koşullarını, güvenlik tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Bu yüzden kadınların bu tür rıhlelere katılım oranları düşüktür. Bu da kadınların İslami ilimler minvalinde pek etkin olamamasına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte farklı branşlarda öğrenim faaliyetleri gören kadınlar bulunmaktadır.
İslam tarihinde bakıldığında kadınlar arasından ünlü tabiplerin de yetiştiği görülmektedir. Benu Evd kabilesinin tabibesi Zeynep, göz hastalıklarında ve yaraların tedavisinde ünlü idi. Ümmü’l-Hasan bint Ebu Cafer de ünlü tabiplerdendir.
Sarıçam, ‘‘İslam Medeniyeti Tarihi’’, 180.
Osmanlı’da da kadının eğitimin eğitim alanında ayrı bir yeri olduğu bilinmektedir. Harem kadınlar için birçok alanda eğitimler veren bir öğrenim merkezidir. Bunun yanında yine bu dönemde kız çocuklarına ilköğretim zorunlu hale gelmiştir, orta öğretim ve yüksek öğretimde kadınlar için kontenjan açılmıştır. Bunların yanında ebelik, hemşirelik gibi mesleklerde kadınlar daha ön plana çıkmışlardır. Ayrıca ‘Darü’l-muallimat’ adıyla kadınlara öğretmen olmaları için eğitim veren kurumlar da bu dönemde açılmıştır. Böylelikle informal olarak devam eden kadının eğitmenlik rolü formal eğitime dönüşmüştür.
Günümüzde de kadının eğitimine, kız çocuğunun eğitimine büyük önem verilmektedir. Toplumsal hayatta maddi ve manevi olarak kadının önemi büyüktür. Kadın aldığı eğitimle çocuklarını eğitmesi yönüyle de oldukça önemli bir pozisyona sahiptir. Kadının her konuda bilgili olması şart değildir fakat günümüz dünyasında her konuda az ya da çok fakat doğru bilgi sahibi olmak kadını eşinin, toplumun, çocuklarının gözünde daha iyi bir konuma getirmesi bakımından önemlidir. Toplumsal hayatın her alanında etkin olarak bulunan kadının eğitim ve öğretim alanında da kendine yer edinmesi tabii ve olması gereken bir durumdur.
KADININ AİLE HAYATINDAKİ KONUMU
İnsanlar doğdukları andan itibaren bir aile hayatının üyesi olurlar. Doğumla başlayan bu süreçte kişinin bazı sorumluluk ve hakları bulunmaktadır. Örneğin erkek evindeki bireylere maddi açıdan bakmakla yükümlüdür, bunun yanında örfe göre kadın evin işleriyle ilgilenir. Çocuklar ise anne ve babalarına hayırlı evlatlar olabilmek ve topluma faydalı olmak amacıyla üzerlerine düşen görevleri yerine getirirler, okula giderler, anne babalarına yardımcı olurlar. Bu süreçten başlayarak hayatlarının devamında da çocuklara yüklenen sorumluluklardan biri çocukların ebeveynlerine öf bile dememesi
İsra 17/23. ve onları incitmemesidir. Çocuklar belli bir olgunluğa erişince sünnet olduğu üzere evlenirler ve artık kendi ailelerini kurarlar.
Kadının sorumluluk ve hakları ile ilgili ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
‘‘Kadınların, mâkul ve meşrû ölçülerde ödevlerine denk hakları vardır; erkeklerin ise onların üzerinde bir dereceleri mevcuttur. Allah izzet ve hikmet sahibidir.’’
Bakara 2/228. Bu ayet erkeğin hak ve yükümlülüklerinin kadından bir derece fazla olmasını ifade etmesi sebebiyle sürekli ele alınan ve üzerine konuşulan bir ayettir. Diyanet Vakfına ait tefsirde ve diğer birçok tefsirde burada erkeğin bir derece üstün olmasından kasıt erkeğin kadının hak ve yükümlülüklerine ek olarak evin nafakasını temin etme sorumluluğunun olmasıdır. Ayrıca nisa suresinde erkeğe kadını koruma yükümlülüğü de verilmiştir, bu da derece farkı olmasına sebep olarak gösterilebilir.
Çalışmanın bu kısmında daha çok kadınların kendilerinin eş konumunda olduğu aile hayatlarındaki konumuna dair bilgilere yer verilecektir.
EVLİLİKTEKİ HAKLARI VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Evlilikten önce birçok toplumda görülen nişanlanma sonucunda oluşan haklara ve yükümlülüklere kısaca değinmek yerinde olacaktır. Nişanlanma evlenmeleri dinen mümkün olan iki kişinin birbirlerine evleneceklerini vaat etmeleri temelinde cereyan eden ve örfe göre farklılık arz eden bir durumdur. İslam hukuku bağlamında nişanlanma evlilik akdi gibi bazı şeyleri helal kılmaz. İstisna olarak Hanbeli mezhebi nişanlanmak için görüşen bir erkeğin kadının ev halinde açılabilecek boyun, kol gibi yerlerine bakabileceği yönünde bir kabul mevcuttur. Diğer üç mezhebe göre ise bu evrede de kadının sadece eline ve yüzüne bakılabilir. Nişanlanma evresinde verilen hediyelerin de kimin hakkı olduğu ve nişanın bozulması halinde iade yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı tartışma konusu olmuştur. Bununla ilgili genel kanaat hediyelerin hibe olarak kabul edilmesidir.
İslam, evlilikle birlikte kadına ve erkeğe bazı sorumluluklar yüklemiş ve bazı haklar vermiştir. Bunlardan kadın ile ilgili olanlar özellikle günümüzde feminist manifestonun yaygınlaşmasıyla sıkça tartışılır hale gelmiştir. Bu yüzden günümüzde kadının evlilik akdi
Detaylı bilgi için bkz.: Acar, Halil İbrahim, İslam Aile Hukuku, (İstanbul: Ensar Yayınları, 2018), 36-116. gerçekleştikten sonraki hak ve yükümlülükleri konusu birçok müstakil kitapta ve makalelerde yoğun olarak ele alınan bir konu haline gelmiştir. Konu hakkında tartışılan meselelerden ve çalışmanın bu kısmında ele alınacak bazıları kadının çocuğunu emzirme zorunluluğu, ev işlerini yapma zorunluluğu olup olmadığı, aile hayatındaki söz hakkı, mehir, boşanma hakkı olup olmadığıdır.
Kadına evlilik akdiyle birlikte İslam’ın yüklediği sorumluluklardan biri çocuğunu emzirmesidir. Emzirmeyle ilgili ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُـتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ…
‘‘Emzirmeyi tamamlamak isteyen için analar çocuklarını tam iki yıl emzirirler.’’
Bakara 2/233. Hanefi ve Şafiilere göre bu mealdeki ayetten hareketle anne diyaneten çocuğunu emzirmek mecburiyetindedir. Hukuken çocuğunu emzirmeye zorlanamaz.
Acar, ‘‘İslam Aile Hukuku’’, 66. Yani bu iki mezhebe göre Allah Teala anneye çocuğunu emzirmesini emretmiştir, fakat kadın çocuğunu emzirmediği için mahkemeye verilemez ve mahkeme anneyi çocuğunu emzirmeye zorlayamaz. Bunun yanında eğer çocuğu emzirecek başka kadın bulunamazsa anne çocuğunu emzirmeye mahkemeyle de zorlanabilir. Maliki ve Hanbeli mezhebinde ise genel itibariyle ‘kadın çocuğunu emzirmeye zorlanabilir’ görüşü hakimdir.
Boşanma ile ilgili meselelerin detaylı bir şekilde ele alındığı Talak suresindeki ayet-i kerimede boşanan kadının çocuğunu emzirme meselesiyle ilgili söyle buyrulmaktadır:
فَاِنْ اَرْضَعْنَ لَكُمْ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۚ
‘‘Sizin hesabınıza (çocuğunuzu) emzirirlerse onlara karşılığını ödeyin.’’
Talak 65/6. Bu ayet-i kerimenin öncesinde boşanan kadının iddetinden bahsediliyor. Burada da bain talak ile boşanmış ve iddetini doldurmuş kadının çocuğunu emzirip emzirmeme konusunda muhayyer olduğu ve emzirmesi karşılığında ücret talep edebileceği anlatılmaktadır. Çünkü bain talakla birlikte kadın ve erkeğin aile hayatı tamamen bitmiş olur ve çocuğun nesebi babaya nispet edilir. Bu yüzden çocuğa bakmakla yükümlü kişi kadın değil erkektir. Tabii ki annenin çocuğunun vicdanen emzirmesi gerekmektedir fakat bu durumda diyaneten bir zorlama yoktur.
Kadının evlilikteki hak ve yükümlülükleri kapsamında gündeme gelen bir diğer konu ise kadının ev işlerini yapmakla yükümlü olup olmadığı meselesidir. Kur’an’da kadının böyle bir yükümlülüğü olduğuna veya olmadığına dair bir nas bulunmamaktadır. İslam’da her zaman kadından bir şeyin yapılması istenmişse erkekten de aynı görevin yapılması istenmiştir. Karı-koca arasındaki teamül ve aralarındaki hayatın düzeni için İslam’ın koyduğu esas tabiidir, fıtridir. Erkek evin dışında çalışıp kazanmak ve gayret göstermekte daha güçlüdür. Kadın da ev işlerini düzenlemeye, çocukları terbiye etmeye, evde rahat yaşayabilmenin sebeplerini kolaylaştırmaya, evde huzuru sağlamaya daha güçlüdür.
Köktaş, ‘’Kadınla İlgili Hadisler’’, 151. Bunun için erkek kendisine münasip olan şeyi yapmalı, kadın da tabiatında mevcut olan güçlü yanlarını kullanmalıdır. Tabii ki erkek ve kadın ev işlerinde yardımlaşmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber’in de ev işlerine yardımcı olduğu, söküğünü kendisi diktiği, torunlarıyla ilgilendiği bilinmektedir. Müslümanlar da bu huşuları aklında tutarak bir aile hayatı düzeni oluşturmalıdır.
Kadının aile hayatında söz hakkı olup olmadığı da bazı çevrelerce tartışılan, aslında pek de tartışmaya ihtiyaç duyulmayan bir konudur. Konu ile ilgili ele alınan hadis-i şeriflerin çoğu hadis literatüründe zayıf veya uydurma hadis olarak mütalaa edilmiştir. Hz. Peygamber her işinde istişare etmiş ve kararını bu istişare sonucuna göre almıştır. İstişarenin hayatında bu kadar önemli bir yere sahip olduğu Hz. Peygamber’in hanımlarıyla, çocuklarıyla ailevi meseleleri istişare etmemesi düşünülemez. İslam’ın birinci dereceden kaynağı olan Hz. Peygamber’in hanımlarına aile hayatında söz hakkı vermesi Müslümanların da böyle davranması gerektiğini göstermektedir. Ayrıca Kur’an’a bakıldığında da kadının söz hakkının olmadığına dair bir ayet-i kerimeye rastlanmamaktadır.
Kadının evlilikle birlikte elde ettiği haklardan biri mehirdir. Mehir kadının evlilik akdi ile kocasından amaya hak kazandığı bir maldır. Veya başka bir ifade ile erkeğin kadına vermeye mecbur olduğu ve kadının mülkiyetine giren bir hediyedir.
Acar, ‘‘İslam Aile Hukuku’’, 151. Mehrin kadına verilmesinin hikmetinin kadına maddi güç kazandırmak, ayrıldığında kendi nafakasını bir süre temin etmesini sağlamak olduğu söylenebilir. Mehir iki çeşittir. Bunlardan ilki nikah akdi esnasında verilmesi kararlaştırılan mehr-i muacceldir. Diğeri nikahtan sonra da ödenebilecek olan ve boşanma gerçekleştikten sonra hala ödenmediyse ödenmesi gereken mehr-i müecceldir. Kadın zifaf, halvet-i sahiha ve boşanmayla birlikte bahsedilen iki çeşit mehrin tamamını almaya hak kazanır. Mehirle ilgili pek çok ayet-i kerime mevcuttur. Bu ayetlerden bazıları kadının mehrin yarısını almaya hak kazandığını durumları,
Bakara 2/237. bir kısmı verilen mehrin geri alınamayacağını,
Bakara 2/229. bir kısmı ise mehrin miktarını
Nisa 4/20. belirler. Mehrin miktarına dair Nisa suresi 20. ayette şöyle buyrulmaktadır:
وَاِنْ اَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍۙ وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَاراً فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْـٔاًۜ
‘‘Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın.’’ Bu ayetten hareketle ulema mehrin üst bir sınırının olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte mehrin alt sınırı hakkında ihtilaf mevcuttur. Ancak gençlerin evlilikten kaçmamaları için mehrin kolaylaştırılması ve miktarının yüksek tutulmaması hususunda Hz. Peygamber şöyle söylemektedir: ‘Nikahın en bereketlisi, külfet olarak en kolay olanıdır.’ Diğer bir hadisinde de ‘Nikahın en hayırlısı kolay olanıdır’ buyurmuştur.
Acar, ‘‘İslam Aile Hukuku’’, 161.
Genel olarak kadının evlilikteki hak ve sorumlulukları bunlardır. Bunların yanında örfe bağlı olarak bazı sorumluluk ve haklar da yüklenebilir. Eğer bunlar İslam’ın ilkelerine ters düşmüyorsa kabul edilebilir.
BOŞANMADAKİ HAKLARI VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Kadının boşanmadaki hakları ve yükümlülükleri kapsamında kadının boşama hakkının olup olmadığı, iddet, iddet bekleyen kadının nafakasının kime ait olduğu, mehr-i müeccelin verilmesi bahisleri ele alınacaktır. Kadının boşanma hakkının olup olmadığı konu bağlamında belki de en çok tartışılan konudur. İslam’da boşama hakkı erkeğe verilmiştir. Fakat kadın da bazı durumlar gerçekleştiğinde boşama hakkına sahip olabilmektedir. Bu minvalde ele alınacak terimlerden ilki olan muhalea kadının belli bir bedel vermesi karşılığında kocanın ayrılamaya razı olması üzerine evlilik bağından kurtulmasıdır.
Acar, ‘‘İslam Aile Hukuku’’, 258. Konuyla ilgili ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۙ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ف۪يمَا افْتَدَتْ بِه۪ۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ
‘‘Eğer Allah’ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için bir meblâğ vermesinde taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu kurallardır, öyleyse onları çiğnemeyin.’’
Bakara 2/229. Ayet-i kerimeden anlaşıldığı üzere kadının erkeğe bir bedel, mal vermesi veya mehir hakkından vazgeçmesiyle erkek kadını boşayabilir. Muhaleanın hükmüyle ilgili mezheplerin görüşleri incelendiğinde caiz kabul edildiği görülmektedir.
Detaylı bilgi için bkz.: Acar, ‘‘İslam Aile Hukuku’’, 260-261.
Konuyla ilgili bir diğer terim ise kocanın boşama yetkisini karısına ya da bir başkasına devretmesi anlamına gelen ‘tevfiz-i talak’tır. Tevfiz-i Talak’ın meşru oluşuna dair Kur’an ve sünnetten deliller getirmek mümkündür. Konuyla ilgili ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ اُمَتِّعْكُنَّ وَاُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحاً جَم۪يلاً
‘‘Ey peygamber! Eşlerine şöyle de: “Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım.’’
Ahzab 33/28. Ayetteki dünya hayatını tercihten kastın boşanma talebi olduğu konusunda müctehidler arasında görüş birliği mevcuttur. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun konuya ilişkin fetvası da şöyledir: ‘‘Boşama yetkisini elinde bulunduran kocanın, bu yetkisini, nikâh akdi sırasında veya evlilik süresi içinde karısına veya bir başkasına devretmesi mümkündür. Buna “tefvîz-i talak” denir. Tefvîz, nikâh akdi esnasında olabileceği gibi, evliliğin devam ettiği bir zamanda da yapılabilir. Nikâh akdi esnasında tefvîz olacaksa bu, kadının o sırada bu hakka kendisinin de sahip olmasını şart koşmasıyla olur. Kadın bu hakka nikâh kıyılırken mesela “boşama yetkisi elimde bulunup, dilediğim zaman kendimi boşama şartıyla evleniyorum” demesi ve erkeğin de bunu kabul etmesiyle sahip olur. Yani talakın devri teklifinin önce kadın tarafından yapılıp erkeğin daha sonra kabul etmesi gerekir. Bu şekliyle boşama yetkisini alan kadın dilediği zaman boşanabilir.
Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), “Din İşleri Yüksel Kurulu Başkanlığı” (Erişim 5 Mayıs 2021)’’
Boşanmanın gerçekleşmesiyle kadına Kur’an vasıtasıyla yüklenen yükümlülüklerden biri iddettir. İddet kadının boşandıktan sonra yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken süredir. Kur’an’ı Kerim’de konu detaylıca ele alınmıştır. Kadının bekleyeceği iddet süresi içinde bulunduğu duruma göre değişmektedir. İlgili ayetler şu şekildedir:
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ
‘‘Boşanan kadınlar kendi başlarına (evlenmeksizin) üç âdet süresince beklerler.’’
Bakara 2/228. Burada kastedilen durum zifafın vaki olduğu sahih bir şekilde boşanan kadının durumudur. Ayetteki kur’ ifadesi farklı anlaşılmıştır. Ebu Hanife kur’dan maksadın hayız müddeti olduğunu, İmam Şafii ise temizlik müddeti olduğunu söylemiştir.
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاً يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْراًۚ
‘‘İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri kendi başlarına (evlenmeksizin) dört ay on gün beklerler.’’
Bakara 2/234.
وَالّٰٓئ۪ يَـئِسْنَ مِنَ الْمَح۪يضِ مِنْ نِسَٓائِكُمْ اِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلٰثَةُ اَشْهُرٍۙ وَالّٰٓئ۪ لَمْ يَحِضْنَۜ وَاُو۬لَاتُ الْاَحْمَالِ اَجَلُهُنَّ اَنْ يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۜ
‘‘Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar ile âdet görmeyenler hakkında tereddüt ederseniz onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süreleri ise doğum yapmalarıyla sona erer.’’
Talak 65/4.
Boşanmadan sonra kadının durumu hakkında ele alınan konulardan biri de iddet bekleyen kadının nafakasının kime ait olduğudur. Fakihlerin çoğunluğu eşlerin yeniden mehir ve nikah akdine gerek kalmadan tekrar karı-koca hayatı yaşayabildikleri ric’i boşanma ve kadının hamile olması halinde tekrar birlikteliğe izin vermeyen bain boşanma iddetinde kadının nafakasının kocaya ait olduğu görüşündedir. Nafakanın kocaya ait olmasının illeti birlikteliktir. Ric’i talakta beklenen iddet içerisinde henüz birliktelik imkanı olduğu için nafaka kocaya aittir. Hamile kadının nafakası ile ilgili ayet-i kerimede ise şöyle buyrulmaktadır:
وَاِنْ كُنَّ اُو۬لَاتِ حَمْلٍ فَاَنْفِقُوا عَلَيْهِنَّ حَتّٰى يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۚ
‘‘Eğer gebe iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını karşılayın.’’
Talak 65/6.
Boşanma ile kadının elde ettiği haklardan biri de mehr-i müecceldir. Boşanma ile verilmesi vacip hale gelen mehr-i müeccelin hemen ödenmesi gerekir. Başka bir deyişle talakla birlikte mehr-i müeccel mehr-i muaccele dönüşür.
MİRASTAKİ HAKLARI VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Kocanın vefatı anında evliliğin hakikaten veya hükmen devam etmesi halinde kadının mirasçı olma hakkı doğar. Hakikaten evliliğin bulunması bizzat aile hayatının devam etmesiyle, hükmen evliliğin bulunması ric’i talakla boşanan kadının iddet beklerken kocasının ölmesiyle mümkündür. Evlilik hakikaten veya hükmen devam etmiyorsa mirasçı olma söz konusu değildir.
Acar, ‘‘İslam Aile Hukuku’’, 328.
Kadının mirastan payını almadan diğer mirasçılarla yerine getirmek zorunda olduğu sorumlulukları vardır. Öncelikle mirasçılar ölen kişinin terikesinden (mirasından) ölen kişinin teçhiz ve tekfin işlemlerini yerine getirmeli, varsa borçlarını ödemeleri, vasiyetlerini yerine getirmeleri gerekir. Hanefi mezhebinde tercih edilen görüşe göre terike üzerinde sırasıyla şu haklar bulunur: Öncelikle ölünün teçhiz ve tekfini yapılır. İkinci sırada varsa borçları ödenir. Üçüncü olarak varsa vasiyetleri yerine getirilir. Dördüncü olarak da kalan malları mirasçıları arasında taksim olunur.
Koçak Muhsin vd., İslam Hukuku, (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2017), 335.
Miras bırakanın terike bağlamında bazı hakları olduğu gibi mirasçının da bazı hakları vardır. Miras bırakan kişi şer’an mirasçı olmayan bir kimseyi mirasçı olarak nasbedemeyeceği gibi hiçbir mirasçısını da mirastan mahrum edemez. Çünkü mirasçılığın sebebinin varlığı, miras hükmünü kendiliğinden doğurur.
Acar, ‘‘İslam Aile Hukuku’’, 341.
Kadının ölen kocasının diğer bazı yakınları da mirasçı konumundadırlar. Bunlar ashab-ı feraiz, asabe, zevi’l-erham, mevle’l-muvalat (anlaşmalı mirasçı) olarak sınıflandırılabilir. Kadın ise evlilik hayatı bağlamında ashab-ı feraizde zevce olarak pay alır. İslam miras hukukunda ashab-ı feraizin pay almalarına ilişkin 40 durum ele alınır. Bunlardan ikisi zevce ile ilgilidir. İlk hale ilişkin ayet-i kerime şu şekildedir:
فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ
‘‘Çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır.’’
Nisa 4/12. Bu ayete binaen verilen fıkhi hüküm ‘Ölenin (kocasının) oğlu veya kızı, oğlunun oğlunun… oğlu veya kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir alır.
Koçak vd., ‘‘İslam Hukuku’’, 347.’
İkinci hale ilişkin ayet-i kerime ise şu şekildedir:
وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ
‘‘Çocuğunuz yoksa sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır.’’
Nisa 4/12.Bu ayete binaen verilen fıkhi hüküm ‘Ölenin (kocasının) oğlu veya kızı, oğlunun oğlunun… oğlu veya kızı bulunmazsa dörtte bir alır.
Nisa 4/12.’
Böylece kadının mirastaki hakkı ve yükümlülüklerine dair ayetler bağlamında konu ele alınmış oldu. Kadının aile hayatındaki konumu hem çocuklar hem de eş açısından oldukça önemlidir. Bu akılda tutularak ve Hz. Peygamber’in sünneti dikkate alınarak aile hayatını düzenlemek gerekmektedir.
SONUÇ
Toplumsal hayatın üyelerinden olan kadınla ilgili meseleler tarih boyunca sürekli gündeme gelmiştir. İslam dinine yöneltilen en büyük eleştiriler çoğu zaman kadın üzerinden olmuştur. Kadının tesettürü, eğitim-öğretim hayatı, evlilikteki hak ve yükümlülükleri; daha geniş manada kadının hak ve yükümlülükleri özellikle feminist ve maskülist çevreler tarafından günümüz dünyasının en çok tartışılan meseleleri haline gelmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in toplumun bir ferdi ile ilgili konuşmaması düşünülemez. Nitekim Kur’an’da tabiattan dahi bahsedilmektedir. Kadınlarla ilgili de pek çok ayet-i kerime mevcuttur. Bazı ayetlerde inanan ve inanmayan kadınları, bazı ayetlerde kadının özelliklerini, bazı ayetlerde ise kadınla ilgili fıkhi hükümlere yer verilmiştir. Bu da kadının sanıldığının ve iddia edildiğinin aksine İslam dini açısından önemli olduğunu göstermektedir.
Araştırmanın amacı kadınlar çerçevesinde konuşulan bahisleri Kur’an’da kadına dair ayetlerle ışıklandırarak açıklamaya çalışmaktı. Ayrıca günümüzde bazı konulara dair zihinlerde oluşan soru işaretlerine gidermeye çalışmaktı. Öncelikle İslam dininin gelmesi ile birlikte Arap coğrafyasında kadına bakışta önemli değişimler olmuştur. Kadın artık sosyal hayatın önemli bir üyesi hâkline gelmiş, kendisine birçok konuda söz hakkı verilmiştir. İslam’da sanıldığının aksine kadının eğitim ve öğretimine karşı çıkan bir bakış açısı yoktur. Hz. Peygamber zamanında beri kadının önem arz etmiştir. Bu bağlamda kadına özel eğitim veren okullar kurulmuş, kadının eğitimiyle özel olarak ilgilenilmiştir.
Kadının aile hayatındaki durumu, hak ve yükümlülükleri yine bahsedilen çevreler tarafından en çok tartışılan meselelerdendir. Araştırmanın amacına binaen akıllardaki soru işaretlerini gidermek amacıyla yer yer Kur’an-ı Kerim’den, yer yer hadislerden ve sahabe hayatından örnekler verilerek meseleler ele alınmıştır.
Sonuç olarak söylemek gerekir ki kadının toplumsal hayattaki önemli yeri göz ardı edilemez. İslam dini de kadına önem vermekte, ona özel hükümler ve haklar tanımaktadır. Haklar ve yükümlülükler bağlamında erkek ve kadın arasında pek bir fark yoktur. Var olan farklara bakıldığında da kadın ve erkeğin fıtratına binaen bu farklılıkların var olduğu göze çarpar. Bu yüzden kadınları aşağılamak pek vicdani görünmemektedir. Müslümanların da Kur’an ve sünneti dikkate alarak kadınlara, topluma, doğaya karşı saygılı davranması gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Acar, H. İ. (2018). İslam Aile Hukuku. İstanbul: Ensar Yayınları.
Aktaş, M. N. (2016). Kur'an'da Kadının Kavramsal İfadesi. Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1-20.
Apaydın, Y. (2011). Tesettür. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları.
Aydın, M. A. (2001). Kadın. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları.
Başkanlığı, D. İ. (2021, Mayıs 5). Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı. DİB: https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/837/bosama-yetkisinin-ese-veya-baskasina-devredilmesi-mumkun-mudur- adresinden alındı
Binici, Z. (2014). Nefs-i Vahide İfadesinden Hareketle Kadının Yaratılışı Hakkında Bir Değerlendirme. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 152.
Fayda, M. (1993). Cahiliyye. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları.
Harman, Ö. F. (1991). Asiye. Türkiye Dşyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları.
Harman, Ö. F. (1997). Havva. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları.
Kandemir, M. Y. (2012). Ümmü Seleme . Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları.
Koca, F. (1999). İslam'da İbadet. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları.
Köktaş, Y. (2016). Kadınla İlgili Hadisler. İstanbul: İnsan Yayınları.
Köroğlu, B. (2018). İbn Bacce ve İbn Tufeyl: Felsefe Endülüs' te. C. Kaya içinde, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler (s. 329-364). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.
Muhsin Koçak, N. D. (2017). İslam Hukuku. İstanbul: Ensar Neşriyat.
Sarı, M. (2011). Kur'an Işığında İnsanın Yaratılış Gayesi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Sarıçam, İ. (2018). İslam Medeniyet Tarihi. Ankara: TDV Yayınları.
Yıldırım, N. (2019). Cahiliyye Toplumunda Kureyş Kadını . Kahramanmaraş: Samer Yayınları.
ÖZET
Kadın toplumsal hayatta önemli bir yere sahiptir. Toplumda önemli bir konumda olan kadına dair meseleler de tarih boyunca tartışılmıştır. Bu tartışma bazen bir ideoloji, bazen bir kişi, bazen de din çerçevesinde olmuştur. İslam dini bağlamında da farklı ideolojilerin hüküm sürdüğü dünyamızda kadına dair meseleler fazlaca ele alınmıştır. Kadın İslam açısından önemli bir yere sahiptir. Kur’an-ı Kerim’de insanlığın anası olan kadından bahseden pek çok ayet bulunmaktadır. İsimsel olarak bazı kadınlardan bahsedilebilir. Kur’an’da geçen inanan kadınlardan bazıları Hz. Havva gibi isimleri verilmeden bahsedilmiş, Hz. Meryem gibi bazılarından ise isim verilerek bahsedilmiştir. Bunun gibi inanmayan kadınlardan da isim vererek veya vermeyerek bahsedilmiştir. Kur’an’da insanın yaratılışından da bahsedilmiştir. Bu bağlamda erkeğin ve kadının yaratılışına dair ekstra açıklamalara rastlamak pek mümkün değildir. Genel olarak maddi olarak insanın çamurdan, topraktan, balçıktan yaratıldığından, manevi olarak ise zayıf, hırslı yaratıldığından bahsedilmektedir.
Kur’an’ın nazil olduğu toplum olan cahiliye toplumundaki kadın algısına bakıldığında değersizleştirme, yok sayılma durumlarının var olduğu görülmektedir. İslam’ın neşet etmesiyle birlikte kadına verilen önem, saygı, değer artmıştır. Kadın sosyal hayatta, idari hayatta söz sahibi olmaya başlamıştır. Hz. Peygamber’in hayatında ve sahabenin hayatında da bu durumun izlerine rastlamak mümkündür. Ayrıca Kur’an’da kadın ile erkeğin ibadet yükümlülükleri bağlamında bir farklılık olduğu söylenemez. Sadece uygulama anlamında bazı farklılıklar bulunmaktadır ki bunlar fıtrata, yaratılışa uygun farklılıklardır. Kadının eğitimi meselesi de gündemdeki yerine koruyan meselelerdendir. Kadının İslam dinine göre eğitim alıp almaması durumu özellikle inkarcı çevreler tarafından sürekli ele alınmakta ve ısıtılıp ısıtılıp Müslümanların önüne sunulmaktadır. İslam’da kadınların eğitimine özel önem verildiğine dair Hz. Peygamber’den döneminden şu döneme kadar örnek getirmek mümkündür. Öyle ki kadının eğitimi için özel kurumlar açılmış, kampanyalar yapılmıştır ve yapılmaktadır. Kadının başörtüsü; evlilikteki, boşanmadaki, mirastaki hak ve yükümlülükleri de Kur’an’da ve sünnette detaylı bir şekilde açıklanan meselelerdir.
Kadının İslam dini ve mensupları tarafından hor ve küçük görüldüğü anlayışı pek de gerçeği yansıtmamaktadır. Özellikle Müslümanlar bu gerçekliği akıllarında tutarak br hayat yaşamaya önem göstermek zorundadırlar.
?