Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

GOVERMENT

GÖÇ, KİMLİK VE EDEBİYAT

Almanya’ya Göçün 50. Y›l›nda GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT Yay›na Haz›rlayan Metin Turan 978-605-4598-01-4 Birinci Bas›m: Ocak 2012 Düzenleyen Kurulufllar KIBATEK Vakf› (Gazima¤usa-KKTC) TGH KIBATEK Derne¤i (Ankara-Türkiye) GÖÇ, KİMLİK VE EDEBİYAT Yay›na Haz›rlayan: Metin Turan Kapak Düzeni: Muharrem Yalç›nkaya KIBATEK [K›br›s Balkanlar Avrasya Türk Edebiyatlar› Kurumu) Konur Sokak 36/13, K›z›lay-Ankara-Türkiye Tel: 312. 425 39 20 Faks: 312. 417 57 23 eposta: kibatek@gmail.com www.kibatek.com.tr Teknik Haz›rl›k: Uluslararas› E¤itim Ö¤retim Ltd. fiti. Bask› ve Cilt: Baflkent Klifle ve Matbaac›l›k, Ankara Almanya’ya Göçün 50. Y›l›nda GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT Yay›na Haz›rlayan Metin Turan Ankara, 2012 5 ‹Ç‹NDEK‹LER Göç, Kimlik ve Edebiyat / Metin Turan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 Edebiyatta “Göç” / Gürsel Aytaç . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .17 Göç Olgusu ve Edebiyat / Birsen Karaca . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .23 Göç ve Göçmen Edebiyat›nda Yer Alan Dramatik ‹nsan Manzaralar›ndan Bir Kesit / Muhsine Helimo¤lu Yavuz . . . . . . . . . . . .31 “Öteki” Olmak Kaderi / Valentina Tabunscic . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37 Kumru’nun Göçü / Sevil Demiral . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .45 Cengiz Da¤c›’n›n Romanlar›nda Vatan Kavram› ve Göç / Tarana Abdulla . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .51 Üç Roman Üç Göç / Ömer Kemiksiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .63 Türkçenin Büyük Ozan› Naz›m Hikmet’in Rusya’ya Göçü / Liudmila Beloskova . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .73 Esat Serezli’nin Hat›ralar›’nda Serez Göçleri ve Göçmenleri / ‹brahim fiirin-Faruk Yavuz . . . . . . . . . . . . . . . . .85 Her fieye Yabanc› Olmak: “Gurbet Hikayeleri”nde Yabanc›l›k Duygusu / Aynur Koçak- Fulya Aliç . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 97 Osmanl›da Bir Polanyal› Askerî Hekim Wladyslaw Wablonowski ve An›lar› / Grazyna Zajac . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 109 Türkiye’den K›br›s’a Göçen Ailelerin Çocuklar›n›n Dil Kullan›m›na ‹liflkin Ö¤retmen Görüflleri / Ahmet Pehlivan . . . . . . . . . . . . .119 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 6 Türk Halk fiiirine Göç ve Göç Olgusu / Hayrettin Rayman . . . . . . . . . . . . . . . .129 Halk Anlat›lar›nda “Aflama” Olarak Göç/Gurbete Ç›kma: Maaday Kara Destan› Örne¤i / Aynur Koçak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .137 Göçler Yoluyla Avrupa’ya Tafl›nan Destan Kültürü / Ali Yak›c› . . . . . . . . . . . .145 Göçerek Konarak, Kuru Ekmek Yiyerek / Tülay Çulha . . . . . . . . . . . . . . . . . . .153 Göktürk ve Uygur Göç Destanlar›na Arketipsel Bir Yaklafl›m / Aynur Koçak- Çi¤dem Mollaibrahimo¤lu . . . . . . . .169 Hollanda’ya Göç, Gettolar ve Göçmenlerin Sanatla ‹liflkileri / Murat Tuncel .183 Birsen Karaca- Metin Turan . .189 Tart›flma: Edebiyat›n Ulusal Kimli¤i Üzerine /B 7 Göç, Kimlik ve Edebiyat Metin Turan* öçebeli¤i, bu ça¤a özgü; endüstrileflmenin do¤al sonucu olarak beliren bir hayat biçimi olmak yan›nda, kültürel al›flkanl›klar›n bileflkesi anlam›nda da yaflayan bir toplumuz. G Ne var ki, 1961’de imzalanan Türk-Alman ‹flgücü Anlaflmas›’n›n ard›ndan baflta Almanya, ard›ndan Hollanda, Fransa, Danimarka, Avusturya gibi baflka ülkelere de yönelen ve bafllang›çta emek gücünün tafl›nmas› olarak tasarlanan yer de¤ifltirmiflli¤imiz, yaklafl›k elli y›ll›k bir süreci kaplayarak, farkl› bir kültürel zemine oturmufltur. Türkiye’den yurtd›fl›na göçün bir boyutu hiç kuflkusuz iflgücünün tafl›nmas›d›r. Ancak, tafl›nan bu iflgücü hem geldi¤i co¤rafyalarda, hem de ç›kt›¤›, yani Türkiye co¤rafyas›nda yeni bir kültürel kurumlaflmay› da beraberinde getirmifltir. Hangi ülkeden dönmüflse dönsün, 1960’l›, 70’li y›llardaki göçmen iflçilerimiz bir “Alamanc›” kimli¤i ile yeni bir adland›rman›n içerisinde, kültürel prototip oluflturmufllard›r. Onlar kanal›yla ülkeye tafl›nan yeni ça¤›n teknolojik aletleri, örne¤in elde tafl›nabilen radyo, pikap ve teypler bir yandan sözlü kültürü a¤›r basan Türk edebiyat› gelene¤inde, yeni bireflimlere yol açm›fl; âfl›k tipi sanatç›n›n ifllevini farkl›laflt›rm›fl, bir yandan da ça¤dafl edebiyata yeni konu ve temalarla aç›l›m kazand›rm›flt›r. Hiç kuflkusuz, bu etki, sadece edebiyat alan›nda olmam›fl, müzik, sinema, foto¤raf gibi plastik ve görsel sanatlara da yans›m›flt›r. Ortalama yaflam süresinin 65-70 oldu¤u günümüzde, elli y›l, insan hayat› için çok önemli bir dilimdir. Ancak, edebiyat birikimi aç›s›ndan özellikle de * KIBATEK Türkiye Baflkan› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 8 kurumlaflma bak›m›ndan bu zaman dilimlerinin o denli büyük bir aral›k olmad›¤›n› belirtmek gerekiyor. Buna karfl›n, göçün bafllay›p, ard›ndan yeni bir; müzi¤i, sinemas›, soka¤›, park›, mutfa¤› ile farkl› olan bir co¤rafyada edebiyat/sanat etkinliklerinde bulunuyor olman›n küçümsenmeyecek bir kazan›m oldu¤unun da üzerinde durmak gerekiyor. Sürecin iflleyifline sosyal baflka unsurlarla da bak›labilir. Bak›lmaktad›r da. Geçen bu elli y›ll›k süreç içerisinde eksik, fazla çok say›da toplumbilimcinin konuyla ilgilendi¤i ortada. Göçün, ciddi bir kültürlenme süreci yaflatt›¤› çok aç›k. Henüz, 1960’l› y›llar›n daha bafl›ndayken, Almanya’daki iflçilerimizin buralara kendi ülkelerinden sanatç›lar getirmeleri, onlar› önce konaklad›klar› Afl›k Ali ‹zzet Özkan, Mahzuni fierif, iflçi bar›naklar›nda konuk edip (A Muharrem Yaz›c›o¤lu), yurt özlemleri yan› s›ra sanat gereksinmelerini de gidermeye çal›flmalar› ‘kültürel kaynaflma’ baflka bir demeyle geldikleri kültür co¤rafyas› içerisinde silikleflmelerini engellemifl, k›sa süre içerisinde de içlerinden ç›kard›klar› hem geleneksel sanatç› tipleriyle, hem de modern edebiyatç›larla kendi dillerinin sesi olmufllard›r. Bunu, çok k›sa bir süre içerisinde yetkinli¤i tart›fl›lsa da, edebiyat ürünü vermeye yönelmeyi, müzik yapmaya yönelmeyi, sineme yapmaya yönelmeyi çok önemsiyor ve ayr›ca tart›flmak gerekti¤ine inan›yorum. Örne¤in, daha sonraki y›llarda, estetik/sanatsal aç›dan yetkinli¤ini kendisinin de be¤enmeyerek, baflka bas›mlar›n› yapmad›¤›, Almanya’da iflçi olarak çal›flt›¤› dönemde 1966 y›l›nda, Bekir Y›ld›z’›n Türkler Almanya’da adl› çal›flmas› böyle bir ‘savunma/tutunma’ mekanizmas›n›n ürünüdür. Örnekleri ço¤altmam mümkün... Buradan flu noktaya gelmek istiyorum; Türkiye’den Almanya’ya iflçi göçünün, daha ilk y›llar›nda buraya yerleflme fikrinin de beraberinde tafl›nd›¤›n›n ve daha da önemlisi göçmen iflçilerin burada bir Türk gibi yaflamaya çal›flacaklar›n›n, ta bafl›ndan belirgin ipuçlar›d›r bunlar. Edebiyat, hiç tart›flmas›z en baflta bir dil olay›d›r. Bu bak›mdan göç ve göçmen kavramlar›n›n yan›na edebiyat edinimini ekledi¤imizde, dille; bizim için Türkçe ile yarat›lan ürünlerin niteli¤i belirleyici olmaktad›r. Yeni bir dil iklimine do¤an insan›n, elli y›ll›k bir zaman dilimi içerisinde edebiyat birikimi ortaya koymas›, asla küçümsenmemesi gereken bir durumdur. Türk kökenli olup, Almanya, Hollanda, Danimarka, Fransa veya baflka ülkelerde yaflayan insanlar›m›z›n edebiyat u¤rafl› içerisinde olmalar›n› bu anlamda önemseyip, alk›fllamam›z gerekiyor. Özellikle, baflka bir dilin içerisine do¤mufl olanlar›n, o dille edebiyat ürünü ortaya koymalar›, ayr›ca üzerinde durulmas› gereken bir konudur ki, kimi Türk kökenli yazarlar›n Almanya’da, do¤duklar› ülkenin dilinde yazarak elde etmifl olduklar› baflar› onlar›n tarihi/kültürel birikimlerinin nas›l verimli bir biçimde evrildi¤inin de aç›k kan›t›d›r. 9 * Farkl› bir dil ve kültür iklimi içerisinde olman›n bir dolu açmazlar›n›n bilincinde olarak, edebiyat›n insan soyunun hayata tutunmak, ac›lar› silkelemek anlam›nda en soylu u¤rafllar›ndan biri oldu¤unu unutmamak gerekiyor. Çünkü, edebiyat en bireyci yazar›n yarat›c›l›¤›nda bile, belli bir toplumsal paydan›n ürünüdür ki, insan soyunun birey kimli¤ini kazanm›fll›¤›n›n, kazanabilirli¤inin güçlü damarlar›n› edebiyat bize kazand›r›r. Bu bak›mdan, uzun tarihi içerisinde göçebe bir ruha sahip olan Türk toplumunun, endüstrileflmenin en genifl çapta yafland›¤› Avrupa ülkelerinde hayata tutunmalar›nda, öyle ya da böyle edebiyat yap›tlar›n›n, edebiyat u¤rafllar›n›n çok büyük bir pay› oldu¤una inan›yorum. Yaln›zlaflma ve yabanc›laflman›n derinleflti¤i bu ça¤da, edebiyat›n bizi büyük insanl›k ailesinin donan›ml› ve dirençli bireyleri k›lmada ciddi bir iflleve sahip oldu¤unu düflünüyorum. Göç ve Göçmenlik Ekseninde Türk Edebiyat› ‘Göç’ ve ‘göçmenlik’ Türk kültürünün en önemli belirleyenlerinden birini oluflturur. Kültürümüzdeki kavramlara bakt›¤›m›zda, göçebeli¤e iliflkin bir dolu yaflanm›fll›k ve kazan›m›n göç eksenine dayand›¤›n› görürüz. Hatta ölümü bile biz ‘Hakk’a yürüdü’, ‘göç etti’ olarak nitelendiriz. Kültür hayat›nda, göçün bu denli belirleyici oldu¤u bir halk›n, yaratm›fl oldu¤u edebiyat eserlerinde de bunun izlerini görmek kaç›n›lmazd›r. Türk edebiyat›nda ‘göç’ ve ‘göçmenlik’ kavramlar› destan döneminden bafllayarak tarihsel bir olgu olarak da vard›r. Destanlar döneminden, günümüze uzanan çizgide, göçün kültür ve edebiyat dünyam›zda genifl bir yer kaplad›¤› aç›kt›r. Ça¤dafl edebiyat›m›zda ise, ‘göç’ kavram›, çok belirgin olarak yurtd›fl›na iflçi göçünün bafllamas› ile birlikte belirmeye bafllam›flt›r. Dolay›s›yla da, günümüz kültür ve edebiyat›nda ‘göç’ ve ‘göçmenlik’ kavramlar›ndan söz edildi¤inde, 1961 y›l›nda Almanya ile bafllayan yurtd›fl›na iflçi göçünün edebiyat yap›talar›na yans›mas› sürecinin irdelendi¤i anlafl›lmal›d›r. Türkiye’den yurtd›fl›na iflçi göçünün bafllad›¤› 1960’l› y›llar›n, edebiyat düzleminde ilk yans›mas›, ilginçtir, k›rsal kesimden Almanya’ya ilk giden iflçilerimizin, yine ayn› kültürel çevreden yetiflen halk flairlerini, gittikleri bu mekanlara tafl›malar›yla bafllar. ‹flçi göçünün henüz üzerinden iki y›l geçmifl GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 10 olmas›na karfl›n, Almanya’ya ‘hemflerilik’ iliflkisiyle davet edilen Ali ‹zzet Özkan ve Muharrem Yaz›c›o¤lu 1962 y›l›nda Diusburg ve Ruhr havzas›ndaki maden ocaklar›nda çal›flan göçmen iflçi bar›naklar›nda onlara çal›p söylerlerken, bir yandan da onlar›n sorunlar›na tan›kl›k edip, dile getirmeye bafllarlar. Bunu, Afl›k Mahzuni fierif, Yaflar Reyhani, Murat Çobano¤lu, fieref Tafll›ova, gibi bu gelene¤i sürdürmekte olan baflka halk flairleri izler. Bir örne¤i kiflisel arflivimde bulunan Afl›k Ali ‹zzet Özkan ile Muharrem Yaz›co¤lu’nun birlikte gerçeklefltirdikleri Almanya gezisi günlüklerinde öne ç›kan en temel sorun, iflçilerimizin sosyal yal›t›lm›fll›k içerisinde olduklar›d›r. Dil bilmezlikleri yan› s›ra, bar›nd›r›ld›klar› iflçi lojman ya da barakalar›n›n yak›n çevresinde sinema, tiyatro, konser izleme olanaklar› yoktur. Onlar›n, bu türden gereksinmelerini memleketlerinden davet ettikleri, onlar›n duygular›na tercüman olacak halk flairleri arac›l›¤›yla giderme istekleri, esas›nda bu nitelikteki etkinliklere duyduklar› özlemi de iflaretlemektedir. Bu, çaba ayn› zamanda kendi kültür kurumlar›n› oluflturma arzusunun da bir bafllang›c›d›r ki, melezleflme ad›mlar›n›n bunlarla birlikte at›ld›¤›n›, aradan geçen yar›m as›rl›k süre içerisinde ba¤lama kurslar›, yetiflen halk flairleri, bu nitelikteki konserlerin yo¤unlu¤u bu bafllang›c›n önemli bir ad›m oldu¤unu yans›t›yor. Bu esas›nda, Orhan Murat Ar›burnu’nun: “Almanya’n›n ortas›nda Ahmet Almanya’n›n ortas›nda Mehmet Ayfleler Fatmalar Darmada¤›n, k›yamet!” olarak dizelefltirdi¤i, Almanya’n›n ortas›ndaki Anadolu’nun flekillenmeye bafllad›¤›n›n tipik bir ilkad›m›d›r. * Göç ve göçmenlik, yaz›n dünyas›nda, 1990’l› y›llara de¤in Almanya özelinde odaklafl›r. Bunu yad›rgamamak gerek. Çünkü, ilk iflçi göçünün buraya olmas› yan›nda, nicelik olarak da yo¤unlu¤un bu co¤rafyada olmas›yla yönelim de Almanya’ya kaym›flt›r. ‹ster Hollanda, ister Belçika, Danimarka olsun her yurtd›fl›na gidip gelen iflçinin ‘Alamanc›’ olarak tariflenmesinin kayna¤›nda da böyle bir sebep sakl›d›r. Yaz›n düzleminde, göçmenlik sorununun ele al›nd›¤› ilk yap›t, Almanya’ya iflçi olarak çal›flmaya giden ve ilk yazarl›k ürününde bu sorunu ele alan Bekir Y›ld›z’la bafllar. Almanya’da dört y›l gibi bir süre kalan ve deyim yerindeyse GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 11 oran›n kültürel iklimine, havas›na dayanamayarak dönen Y›ld›z, “Türkler Almanya’da” (1966) adl› çal›flmas›nda bu süreci, yo¤un bir sorunlar kümesi içerisinde anlat›r. Dil ve anlat›m bak›m›ndan kendisinin de yetkin bulmad›¤› ve bu bak›mdan da yeni bas›mlar›n› yapt›rmad›¤› bu çal›flmas›nda Türklerin Almanya’da karfl›laflt›klar› güçlükleri, a¤›r çal›flma koflullar› yan› s›ra yaln›zl›k, itilmifllik, kültürel çat›flman›n tafl›nd›¤› en uç noktalarda ele al›r. Bu çal›flmada belirgin olan, Türklerin Almanya’da mutsuzluklar›, her an geri dönme isteklerinin a¤›r basmas›d›r. Bu kuflkusuz, biraz da yazar›n bizzat kendi hissettikleridir ki, Bekir Y›ld›z anlatt›¤› bu koflullar›n olumsuzlu¤una dayanamayarak, kaderdafllar›ndan farkl› bir yol izleyerek, k›sa sürede geri dönmüfltür. Bekir Y›ld›z, bu çal›flmas›ndan sonra da yo¤un biçimde Almanya’daki iflçilerimizin sorunlar›n› irdeleyen öykü ve röportajlar yay›mlam›flt›r. Demir Bebek ve Sahipsizler adl› öykü kitaplar› ile Harran-Berlin röportajlar› buna örnektir. Bu çal›flmalar›nda da, ana tema endüstrileflmenin getirmifl oldu¤u toplumsal düzen içerisinde ifl ve iflçi iliflkisiyle birlikte farkl› bir hayat tarz›n›n, al›fl›k olunmayan zorluklar›d›r. Yeni tan›fl›lan teknolojik aletlerle sorunlar, dil bilmezlik, farkl› de¤er yarg›lar›, kad›n erkek iliflkilerindeki farkl›l›klar... Bütün bunlar, henüz hibritleflmemifl (melezleflmemifl) bir süreçte, Y›ld›z’›n Almanya özelinde kültürel muhafazakarl›¤›n üslubuna da yans›yarak keskinleflmesiyle, göçmen olman›n, bir kenara itilmifllikle doruk noktas›na ç›kan yabanc›laflma duygusuna bürünür. ‹çerideki ilk yans›malar, yine ilginçtir halk flairleri taraf›ndan dile getirilir. Bunda, kan›mca, yurtd›fl›na gönderilenlerin önemli bir bölümünün k›rsal kesimden olmas›n›n da pay› büyüktür. Dolay›s›yla da yaflananlar›n ilk yans›mas› da bu kesime yak›n olan, onlarla iliflkileri daha yo¤un bulunan halk flairleri taraf›ndan hissedilip dile getirilmifltir. Erzurumlu Afl›k Reyhani’nin hemen 1960’lar›n bafl›nda dile getirdikleri ise, eflini Almanya’ya göndermifl bir gelinin feryad›d›r: “Elleri koynunda p›nar bafl›nda Almanya’ya do¤ru bakar o gelin Yedi çocu¤u var dördü peflinde Fele¤e diflini s›kar o gelin.” * GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 12 Göçmenlik sorunu, Bekir Y›ld›z gibi Almanya deneyimi olmufl bir yazar›n kaleminden genifl yank›lar bulurken, Türkiye’deki yazarlar taraf›ndan da sorun baflka boyutlar›yla irdelenmeye bafllan›r. Bu kez içeriden bak›l›r soruna. Bunu ilk irdeleyenlerden biri, Nevzat Üstün olur. Onun “Almanya” (1970) adl› öyküsü Türkiye’de evli olan R›za’n›n Almanya’ya gidifli orada Edda ad›nda bir Alman kad›nla birlikte oluflunu, sonra Edda ile birlikte köyü geliflini anlat›r. Bekir Y›ld›z’›n gözlemleyerek yazd›klar›n›n yans›mas›n›; geleneklere, toplumsal de¤er yarg›lar›na ald›rmadan Almanya’ya giden köylü k›z› Gülamber’in de¤iflen dünyas›n› anlatan Ümit Kaftanc›o¤lu’nun, Çarpana (1975) adl› hikaye kitab›nda yer alan “Gülamber Almanya’da” adl› öyküsünde buluruz. Yine bu kitapta yer alan “Almanya Dönüflü” adl› hikayede de Almanya’dan izne gelenlerin giyim kuflamlar›ndaki de¤iflim, parayla olan iliflkileri, davran›fllar›ndaki farkl›l›klar irdelenir. Var›lan kan›, Almanya’n›n gidenleri de¤ifltirdi¤idir. Burada art›k, gelenlerin tipik birer misafir olduklar›, yeniden dönecekleri çünkü hal ve hareketlerinde art›k gittikleri yerin belirleyici olmaya bafllad›¤› da betimlenmeye çal›fl›l›r. Burada dikkat etmemiz gereken bir önemli husus da henüz iflçi göçünün on-onbefl y›ll›k bir döneminde orada yerleflikli¤e dönük belirtilerin betimlenmesi, esas›nda, iflçi transferi politikas›n› belirleyenlerin öngörmedi¤i önemli bir gerçekli¤i de edebiyatç› sezgisinin fark etmifl olmas›d›r. Giden de de¤iflmektedir, gelen de. Kültürel olarak farkl›l›¤›n belirginleflti¤ini hissettiren bu ürünler, sa¤l›kl› bir okumayla, olas› sosyal sorunlar›n kavranmas›nda da yolgösterici olabilecek niteliktedirler. Çünkü, her iki cephede de kendini gösteren kültürel muhafazakarl›k, sorunun içerisindekinin sürece nas›l eklemlenece¤ini, edebiyatç›n›n gözleminden sosyal politikalara dönüfltürebilirdi. Bu durum esas›nda, Türk edebiyat›n›n toplumsal hayat› aktar›m› ve dolay›s›yla da edebiyatç›s›n›n bu hayat› okuma konusundaki güçlü sezgisini de yans›tmaktad›r. Nevzat Üstün, göçle birlikte de¤er yarg›lar›n›n afl›n›p de¤iflmesini baflka öykülerinde de anlat›r. Bunlardan biri de “Bir Kad›n” (1975) öyküsüdür. De¤iflen namus anlay›fllar›, kad›n erkek iliflkilerindeki farkl›l›klar, bunlar›n Türkiye’ye uzant›lar›, Türkiye’den Almanya’ya tafl›nan töre anlay›fllar›... Bunlar Tar›k Dursun K.’n›n “Ba¤r›yan›k Ömer ile Güzel Zeynep” (1972), “Ona Sevdi¤imi Söyle” (1983) hikayelerinde de ayr›nt›lar›yla irdelenir. Birkaç›n›n ad›n› yukar›da and›¤›m›z, ancak örneklerini ço¤altabilece¤imiz çok say›da öykü, fliir ve romanda Almanya’ya gidiflin, dolay›s›yla da göçmenli¤in duyumsan›fl›, belirgin bir biçimde kültürel konularda yans›maktad›r. Dil GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 13 ve din farkl›l›¤›n›n, yeni yerleflilen bu ülkelerde kaynaflmay› güçlefltirdi¤i aç›kt›r. Dolay›s›yla daha sonra, özelilkle 1980’den sonra Türkiye’den Almanya’ya gitmek zorunda kalan Dursun Akçam’›n Da¤lar›n Sultan› (1994), Ö¤retmeni Kim Öptü (1996); Oya Baydar’›n Elveda Alyofla (1991), S›cak Külleri Kald› (2000) adl› eserlerine yans›yan da göçmenli¤in kültürel olarak hissedilmesidir. Yerleflim alanlar› belli merkezlerde odaklanan, bir biçimde kendi al›flkanl›klar›n› oraya da tafl›yan; al›fl-veriflini hemflerisinin marketinden yapmaya de¤in uzanan ve bir bölümü politik kümeleflmelerle, bir k›sm› kültürel karfl› tepkiyle bütünleflen cemaatleflmelerin de di¤er bir dolu etkenle birleflerek kaynaflma yerine göçmenli¤i dolay›s›yla da bir göçmen kültürünü ve göçmen edebiyat›n› var etti¤ini kabul etmek gerekir. Göç ve göçmenlik, Türk edebiyatç›s›n›n gözlemledi¤i kadar yaflad›¤›d›r da. Ümit Kaftanc›o¤lu, Tomris Uyar, Nevzat Üstün, Hasan Hüseyin, Baflaran gibi flair ve yazarlar›n Türkiye’den gözlemledikleri ve gidip gördüklerini yazd›klar› yan› s›ra, bizzat olgunun içerisine do¤mufl yazarlar›m›z›n varl›¤› da Türk edebiyat›n›n bu alandaki genifl düzlemini yans›t›r. Halen yaflam›n› yurtd›fl›nda sürdüren ve edebi üretimlerinin önemli bir bölümünü Almanya’da devam ettiren Yüksel Pazarkaya (d.1940), Aras Ören (d. 1939), Güney Dal (d.1944) Habib Bektafl, Levent Aktoprak, Tamer Ça¤layan, Aysel Özak›n, Gültekin Emre, Yücel Feyzio¤lu, yan› s›ra çeflitli nedenlerden dolay› Almanya’da bulunmak durumunda kalan ve uzun süre üretimlerini orada sürdüren Fethi Savaflç›, Fakir Baykurt, Yusuf Ziya Bahad›nl›, Dursun Akçam, gibi edebiyat insanlar›m›z›n bu ba¤lamda vermifl olduklar› ürünler ciddi bir toplama ulaflm›fl durumdad›r. mine Sevgi Bunlara, ikinci kuflaktan olup, Almanya’da do¤up, büyümüfl Em Özdamar, Akif Pirinçci, Renan Demirkan, Saliha Schienhardt, Zafer fienocak, Zehra Ç›rak, Metin Fako¤lu, fiinasi Dikmen, Feridun Zaimo¤lu, Selim Özdo¤an,Nebahat Ercan, Serdar Somuncu gibi Almanca yazan ve gerek Türkiyeli okurlar gerekse Alman okurlar taraf›ndan be¤eniyle kabul edilmifllikleri, sayg›n ödülleri kazanm›fll›klar› akla getirilir ve benim an›msayamad›¤›m adlar› da ekleyerek düflünürsek ne denli boyutlu bir birikime ulaflt›¤› rahatl›kla söylenebilir. * Edebiyat çal›flmalar›na Türkiye’de bafllayan, 1989 y›l›nda ise Hollanda’ya ö¤retmen olarak gidip, t›pk› genifl iflçi kesimi gibi oraya yerleflen Murat Tuncel’in Gölge K›z (2003) adl› öykü kitab›nda Anadolu’dan Hollanda’ya GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 14 uzanan yolculukta göç ve göçmenli¤in izini sürer. Gidifl hikayeleri, foto¤raflar› de¤ifltirilerek haz›rlanan kimlikler, büyük bir umutla davet edilen yak›nlar, sonra yüzüstü b›rakmalar... Bunlar ‘gurbet’in gerçekleridir... Bir de kuflkusuz göçmenlik... Gidilmifltir bir kez, dönüflü olmaz. Tuncel’in,“Kebap kokusuna gittim, vard›m eflek da¤l›yorlar” deyimini kitab›n›n girifline alm›fl olmas› da sanki bunlar› özetlemek içindir. Gölge K›z, Murat Tuncel anlat›s›n›n belirgin özelli¤i olan, birinci tekil kifli a¤z›ndan aktar›m› yan›nda yazar›n ustal›kl› kurgusu ve sa¤lam beçeminin de etkisiyle çarp›c› ve kuflat›c› bir özelli¤e sahiptir. Göçün ilk bafllad›¤› y›llara iliflkin anlat›lanlar da de¤iflmifltir, yaflananlar da. Murat Tuncel, Gölge K›z adl› yap›t›n›n ‘Son Öykü’sünde, gümrükçülerin bavullar›n› oraya buraya savurup, didik didik aramalar›na bozulunca, annesinin özetledi¤i flu cümlerlele bunu anlat›r: “- Ald›rma o¤lum, adamlar bizi k›ç› k›nal› mumla ça¤›rmad›lar ki, biz geldik.” Yeni süreç budur art›k. Türkiye’deki yak›nlar taraf›ndan betimlenen Avrupa, Almanya ya da Hollanda gidenin keyfine göre yaflad›¤›, dostlar›yla e¤lendi¤i, istedi¤ini yiyip, istedi¤ini içti¤i bir yerdir. Oysa oray› mesken edinmifl baba için, yak›nlar›n› yan›na almak iste¤i göçmenli¤in nas›l da yaman bir travma oldu¤unun aç›k göstergesidir: “ Ben de sizlerle birlik olmak, uyand›¤›m zaman çevremde sizleri görmek, hasta oldu¤um zaman bir bardak su verecek, üzerim aç›ld›¤›nda yorgan›m› örtecek ya da bombofl evde yan›mda nefesini duyaca¤›m birisinin bulunmas›n› istiyorum...” Yak›nlar›n› yan›nda ald›¤›nda tak›nd›¤› tav›r, özellikle ilk kuflak iflçilerden gelenlerin yans›tt›klar› ile yaflad›klar› çeliflkiyi yans›t›rken, yabanc›laflma duygusu içerisinde, yaln›z olan, rol yapan insan›n da trajedisini anlat›r: “‹yi bak›n bana, bundan sonra beni hiç böyle göremeyeceksiniz çünkü. Ben ne o izne geldi¤imde eflin dostun yan›nda nefleli olmaya çal›flan, ne de dün havaalan›ndan sizi al›p eve getirene kadar konuflmayan insan›m. Ben flu giysiler içinde gördü¤ünüz insan›m. Bir yan›m konuk iflçi, bir yan›m gurbetçi iflte. ‹flçinin konu¤u mu olurmufl bilmiyorum ama bize öyle diyorlar. Neyse onlar ne derse desinler, ben benim. Daha çocukluktan yeni kurtulmufltum ki evlendim. Evlili¤imden mutsuz de¤ilim, ama benden ald›¤› gençli¤imi bana borçlu oldu¤unu düflünüyorum. Köyde yaflasayd›m bunlar› düflünmezdim, ama art›k burada yafl›yorum, yeni ö¤rendiklerim daha çok düflünmemi sa¤l›yor. Bundan sonra yapamad›klar›m› yapmaya kalk›flmayaca¤›m, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 15 hiçbirinizin yaflam›na da kar›flmak istemiyorum. Herkes kendi yolunu bulsun. Ben nas›l hem sizden, hem de kendimden sorumluysam, siz de kendinizden ve bizden sorumlu olun. ... Ayr›ca orada düflündü¤ünüz Hollanda’y› belki hiçbir zaman bulamayacaks›n›z. Çünkü oradan bak›nca buras›n›n gri bulunlar› görünmüyor. (...) Bir de bir-iki y›l izne gitmeyi unutup bural› olmaya çal›fl›n.” * Bu al›nt›, esas›nda, bir gün döneceklerine inan›larak ça¤r›lan iflçilerin, gittikleri yerleri mesken tutmalar›n› özetler gibidir. Eflinin, giderek belirginleflmeye bafllayan yabanc› düflmanl›¤›n›n alt›n› çizerek, “siz buraya gelirken bandoyla karfl›lam›fllar, flimdi gelenleri ‘flu adam da nereden’ geldi dercesine karfl›l›yor” demesine verdi¤i yan›tla baflka bir gerçekli¤in daha alt›n› çizer, öyküdeki baba: - Bizi kimse bandoyla mandoyla karfl›lamad›. (...) Delinin biri uydurdu bunu, siz de inand›n›z. Hepsi yalan, hepsi bir flapflal›n uydurmas›. Kim, ekme¤ini bölecek insanlar› bandoyla karfl›lar? Bugün nas›l karfl›lan›yorsak, otuz y›l önce de ayn›yd›.” diye yan›tlar. Hiç kuflkusuz, göç ve göçmenlik sadece Almanya odakl› de¤ildir. ‹ngiltere, Avusturalya, ‹sveç, Belçika, Danimarka, Hollanda gibi Türk iflçi göçünün yo¤unlaflt›¤› hemen her co¤rafyada bu sorunun var oldu¤unu ve bir biçimde de edebiyat düzlemine tafl›nd›¤›n› görüyoruz. Burada, yeri gelmiflken alt› çizilmesi gereken bir noktay› belirtmek istiyorum: Anadolu’dan Avrupa’ya, yak›n zamanda da Asya’ya bafllayan ifl ve iflçilikle ilgili göçler, çok büyük bir bölümüyle yerleflime dönüflmektedir. Memleket özlemi, hasret, bütün bunlar anlat›lamaz ölçüde a¤›r bas›yor. Ne var ki, t›pk› o halk türküsündeki gibi “var git o¤lan var git vatan›n ara/ekme¤in nerdeyse vatan›n ora”, Anadolu insan›, ekme¤ini buldu¤u yeri, bir biçimde vatan› olarak kabul ediyor; ac› çekiyor, dünyan›n en ac›mas›z duygular›ndan biri olan göçmenli¤i iliklerine de¤in duyumsuyor, onun yaratt›¤› travmay› hayat›na ortak ediyor, ama yine de oraya yerlefliyor. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 16 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 17 Edebiyatta “Göç” Gürsel Aytaç * oplumsal-siyasal boyutu oldu¤u gibi bireysel boyutu da bir o kadar önemli olan göç olgusunun edebiyatta dillendirilmemifl olmas› düflünülemez. Yak›n tarihimizde Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun toprak kaybetmesiyle Anadolu’ya göçler, bafll› bafl›na bir konudur. Öte yandan Almanya’ya iflçi olarak, ö¤renim amac›yla ya da baflka nedenlerle göç edenlerin yaflad›klar›, problemleri, özlemleri, Alman edebiyat dünyas›nda bir göçmen edebiyat›n› hayata geçirmifltir. Burada önemsedi¤im bir noktay› belirtmeden edemeyece¤im. Türk göçmenlerin Almanya’da yaflad›klar›n›, uyum ve uyumsuzluk problemlerini merak eden bir Alman okur kitlesi ve bunu de¤erlendirmek isteyen Alman yay›nevlerinin varl›¤›, küçümsenmeyecek bir itici güçtür. T Konuflmamda göç konusunu önce Türk edebiyat›ndan örnekler eflli¤inde ele al›p sonra Alman dilinde yaz›ld›klar› için Alman edebiyat›ndan say›lan Almanca yazan Türklere geçmek istiyorum. Göçü, göçmenli¤i bizzat yaflamam›fl, ama özel ilgileriyle bu konuyu kurmaca eserlerine ya da edebiyat yaz›lar›na katm›fl yazarlar›m›z, iyi ki yaflay›p da yazmayanlar gibi yok de¤il. Bunlara daha yak›ndan bakmak, söz konusu eserlerini ele almak istiyorum. Yak›n tarihimizde 93 Harbi diye bilinen (1877-1878) ve II. Abdülhamid devrine rastlayan Balkanlar’dan göç olgusunu roman›n›n merkezine yerlefltiren Selma F›nd›kl›’n›n (do¤. 1965 ) “Gözüm Yafl› Tuna Selidir fiimdi” (1997) bafll›kl› roman›, edebiyat›m›zda göç konusu ba¤lam›nda önemli bir eser. Bosna’n›n yönetiminin “Nemçe Çesar›”na devredilifliyle telâfla düflen, karanl›k gelece¤in ön sezisiyle büyük bir karar›n, ‹stanbul’a ailece göç karar›n›n sahibi Firuz A¤a’d›r roman›n bafl kiflisi. Elli üç yafl›nda, Bosna eflraf›ndand›r, çevresinde sevilen, gayri Müslim Bosnal›larca da say›lan, biri erkek ikisi k›z üç çocuk babas›d›r. Romanda onun bütün bu özellikleri, ilerleyen bölümlerde göçmenlik yaflant›s› ba¤lam›nda de¤erlendirilmektedir. fiöyle ki: ‹stanbul’da ve Bursa’da yerli halk taraf›ndan “bitli mu* Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Emekli Ö¤retim Üyesi. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 18 hacir” sözleriyle afla¤›lanmas›, tek o¤lu Ramiz’den çok damad›ndan hep destek görmesi, öbür damad›n›n göçe hevesli olmay›fl› yüzünden bir k›z›n›n boflanm›fl olarak yan›nda kalmas›, daha sonra bu k›z›n›n Bursa’da bir talibinin ç›kmas› ama onu kar›s›na kuma olarak getirmek isteyifli, göçe raz› olmayan damad›n›n yan›nda kalan torununu hep özlem içinde hat›rlay›fl› bu ba¤lamda dile gelmektedir. “Gözüm Yafl› Tuna Selidir fiimdi” roman›, göç ve göçmenlik konusunu öncesi ve sonras›yla, hat›rlamalar, ça¤r›fl›mlar, iç monologlar ve bilinç ak›m›yla zaman katmanlar›n›n zikzakl› bir dokusu içinde ifller. Göç öncesi Bosna’da hayat, komfluluk ve arkadafll›k ba¤lar›n› her fleye ra¤men ayakta tutan Türk ve S›rp kökenlilerin insanî birlikteliklerini meselâ Firuz A¤a’n›n kan kardefli oldu¤u çocukluk arkadafl› Stanko’yu unutamay›fl›nda dile gelir. Evini satmak için ilk düflündü¤ü Stanko, onun göç etme niyetini duyunca duygulan›r. Bu dostlu¤un boyutlar›n›; Firuz A¤a’n›n flu iç monolo¤unda sezinleriz: “Gözlerini benden kaç›r›yor. Konuflmuyor da. Söylenecek bir fley kalmad›¤›n› biliyor. Hey Stanko… Hey kardeflim… y›llarca ayakdafl de¤il, kan kardefli de de¤il, gerçek kardefl gibi yaflad›k biz seninle. S›r al›p verdik. Anam›zdan babam›zdan gizli sevdalar çektik de ele vermedik birbirimizi. Çocuklu¤umuzdan beri ne seninkilerin bitmek bilmeyen ba¤›ms›zl›k isyanlar›nda taraf olduk biz, ne de bizimkiler ibret olsun diye Drin köprüsüne kesik bafllar dizdi¤inde… senin hakl› sevincin, benim hakl› öfkem içimizde kald› hep, flimdi, kökümüzden sökülürken yine sana kofltum iflte. Üstümüze gelecek asker senin –›rkdafl›n de¤ilse de- dindafl›n. Ama benim düflman›m… (s.28) Göç olay›n› hep köklerinden kopar›lmak olarak yaflayan roman kahraman› Firuz A¤a için göç, Bosna’daki dostlar›ndan ayr›lmak gibi o bölgenin tafl›ndan topra¤›ndan, manzaras›ndan kopmakt›r ve onu fena halde duyguland›r›r. Göç öncesi o topraklara veda duygusu içinde hissetleri yine kendi sözleriyle aktar›l›yor: “Do¤du¤um, büyüdü¤üm memleketi ilk kez görüyor gibiyim. ‹nsan o¤lu ne anlafl›lmaz bir yarat›k? Yeflillere gömülmüfl evler, bembeyaz badanal› camilere göz gezdiriyorum tek tek. Sonra köprü alt›nda ince bir ça¤›lt›yla ak›p giden Miloçka’ya indiriyorum bak›fllar›m›. Coflup taflt›¤›nda çevresini sürükleyen, köprülerini y›kan o de¤il sanki. Tehlikenin belirtisi sessizlik olmal›. fiu derenin üstüne kurulmufl büyüklü küçüklü köprüler gibi sel suyuna kap›l›p gidece¤imiz o kara günü bekliyoruz biz de sesimizi ç›karmadan.” (s.7) Köklerinden kopar›lma, göç eden için yaln›zca do¤du¤u büyüdü¤ü yerden de¤il, ayn› zamanda birlikte göçe karar vermemifl yak›nlar›ndan da kopma demektir. Geride kalanlar› Selma F›nd›kç›, Firuz A¤an›n torunu Mustafa’yla temsil ettirir. Bosna’da kalmakta kararl› damat, o¤lunu yan›nda tutmufltur. Firuz A¤a, dul kalan GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 19 k›z›n›n evlat ac›s›n› onun kadar derinden yaflar ve Mustafa’n›n bir yolunu bulup yanlar›na gelece¤i ömrü boyunca ümidini besler. Köklerinden kopar›lmay›, do¤du¤u topraklar› terk etmek zorunda kal›fl›n o sorumlulu¤unu “Osmanl›” diye and›¤› padiflah II. Abdülhamid’e ‹stanbul’daki saraya yükler Firuz A¤a. Duydu¤u öfke göç öncesinde oldu¤u gibi göç boyunca ve göçmenlik yaflant›lar›nda türlü vesilelerle dile gelir. Çekti¤i çile onu yaln›z padiflaha de¤il, Tanr›’ya, dine karfl› da güvensizli¤e sürükler. ‹lk defa oruç tutmaz olur, “flimdiye kadar tuttuk da ne oldu” gibi serzenifllerde bulunur. Göç maceras›n› ona ve ailesine reva gören Tanr›’ya âdetâ isyan eder. Türlü heyecanlar, türlü bulafl›c› hastal›k tehlikeleri, yoksulluk çekerek de olsa sonunda sa¤ salim ‹stanbul’a ulaflt›klar›nda Tanr›’ya flükretmesini bilir: “Gönlümün fa¤fur fliflesini tafla çal›p bin parçaya bölmüfl olsan da bu gece sana flükretmek geliyor içimden Ulu Tanr›… Can›na zarar gelmeden buralara ulaflt›rd›¤›n ailem için. Verdi¤in nimet için… Gölgesine s›¤›nd›¤›m›z sancak için.” (s.13) Tanr›’ya zaman zaman isyan, zaman zaman flükretme aras›nda gidip gelen ac›lar ve ana vatana kavuflma sevinci gibi ruh halleri, Bosna’y› gözden ç›kard›¤› için padiflah II. Abdülhamid’e karfl› hiç de¤iflmeyen kinde tekilleflir. Onun flahs›nda “Osmanl›”d›r kinin hedefi. Göçe ç›karken gerçi kendi kaderinin Osmanl›n›n kaderinden ayr› tutulamayaca¤›n› kabul eder: “Sancak devrilsin de alt›nda kal Osmanl›… O zaman biz de toz toprak oluruz, biliyoruz. Ne yapaca¤›m›z› flafl›rm›fl›z art›k…Bir yandan ete¤ini yakalamaya çabal›yoruz, bir yandan da lanetliyoruz.” (s.37) der, ama roman boyunca o lanetleme sürer gider. Abdülhamid’i yaln›z Bosna’dan göçlerin de¤il, Kafkasya’dan, M›s›r’dan, Trablus’dan göçlerin de sebebi sorumlusu olarak görür. “Sultanl›k buysa e¤er, olmaz olsun… Hiç mi can›n yanmaz? Sen ölmüflsün de a¤layan›n yok asl›nda… Ölü beden elbet ac› duymaz.” (s.89) Bat›l inançlar›na flaflt›¤› Anadolu insan›n›n âdetlerine de al›flamad›¤›n› söylerken 68 yafl›ndad›r Firuz A¤a. “On befl y›l bitiyor ama yabanc›y›z daha bu memlekete. Biz onlara uzak duruyoruz onlar bize.” (s.117) Roman›n sonlar›nda 80’ini aflm›fl bir Firuz A¤a vard›r karfl›m›zda. Ölüm döfle¤inde bile hâlâ do¤du¤u yerleri say›klar. Selma F›nd›kç›, “Gözüm Yafl› Tuna Selidir fiimdi” ile tam bir göç roman› yaratmakla göç olay›n› kurmaca kat›nda ifllemifltir. Göçü kurmacada de¤il, ama büyük annelerinin anlatt›klar›ndan y›la ç›karak yaz›lar›nda an› düzeyinde anlatan Nedim Gürsel’in “Balkanlara Dönüfl”ünden de söz etmek gerekir. Saraybosna’daki katli- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 20 amdan çok sonra Balkanlar’da bir yolculu¤a ç›kan yazar, “Üsküp’te” bafll›kl› yaz›s›nda babaannesinden dinledi¤i göç ve göçmenlik maceralar›ndan söz eder. En çok üzerinde durdu¤u nokta ise göçmenin do¤up büyüdü¤ü yerleri güzel an›lar›yla abartarak da olsa torunlar›na aktarmaktan zevk ald›¤›d›r, üstelik oralara geri dönmek isteyiflleridir: “Üsküp, bollu¤u, hoflgörüsü, cumbal› ahflap evleri, ortas›ndan akan Vardar’› ve camileriyle hep pefllerinden gelmifl, oraya dönme arzular›n› deprefltirmifltir.” (Gürsel, 1995, 53) Nedim Gürsel, yazarl›kla edebiyat bilimcili¤ini bir arada gösterir “Balkanlara Dönüfl”te. “Göç” sözü üzerinde duruflu gibi, göçmene eserlerinde yer veren yarat›c› yazarlardan, onlar›n eserlerinden de söz edifli ve bu eserlerdeki flivenin vurgulan›fl›n› göstermesi onun edebiyat bilimcili¤inin esintilerini tafl›r: “Bu ‘göçtük’ eyleminde bir imparatorlu¤un çöküflü gizliydi. Balkan savafllar›ndan sonra yüzy›llard›r o topraklarda yaflayan insanlar›n evlerini barklar›n› terk etmeye zorlan›fllar›n›, y›llar boyunca yoksulluk ve sefaleti, tifüs salg›n›yla ölümü, ille de ölümü anlat›yordu bu sözcük.” (s.53) Babaanne’nin söyledi¤i Üsküp türküsü, Nedim Gürsel’in an›lar›nda canl›l›¤›n› korur. Bu söyleyiflteki özellikleri yine bir edebiyat bilimci edas›yla tespit ederken ayn› zamanda o an› tablosunu okurun gözünde de canland›rmay› baflar›r: “Vardar Ovas› Vardar Ovas›!/Kazanamad›m bafll›k paras›! Babaannem Rumeli flivesiyle söylerdi; eskinin ola¤anüstü günlerini, Balkan Savafl› ç›k›p Türkiye’ye göç etmeden önce yaflad›klar› bollu¤u özleyerek. ‘Ben bu yerlerde duramam’ nakarat›n› üzerine basa basa tekrarlar, sonra bir sigara yak›p geçmifl günlere dalard›. Her göçmen gibi abart›rd› belki; onca bolluk, onca refah içinde de¤illerdi, ama göçten sonra yaflad›klar› zor günler belle¤inde bir yitik cennete dönüfltürmüfltü Vardar Ovas›n›.” (s.54) Kahramanlar› Rumeli göçmeni olan öykü ve kitaplar› s›ralarken Orhan Kemal’in (1914-1970) “Murtaza”s›n›, Füruzan’›n “Edirne’nin Köprüleri” bafll›kl› öyküsünü, kendisinin ilk öykülerinden “Cicipapa”y›, Necati Cumal›’n›n “Makedonya 1900” bafll›kl› öykü kitab›n›, Ömer Seyfettin’in “Beyaz Lale”sini anar. Bu ürünlerin ortak yan›, yazarlar›n›n göçü yaflamam›fl, ama anlat›lanlardan hareketle göçmen tipini ifllemeleridir ve bu kahramanlar› fliveleriyle canland›rmalar›d›r. Selma F›nd›kl›’n›n roman›nda figürlerin konuflmalar›nda, iç monologlar›nda Rumeli flivesi hakimken anlat›c›n›n, bir Boflnak oluflu nedeniyle o fliveye özgü kelimeler de zaman zaman yer almaktad›r: Fermene, köpek soyu, ayakdafl, gözünde tütmek, lapç›n, örükler v.b. gibi. Ayr›ca cümle yap›s› da Türkiye Türkçesindeki özne+nesne+yüklem kal›b›n›n d›fl›nda, ço¤u zaman yüklemle bafllayan ve Bat› dille- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 21 rindeki yan cümle kurgusunu and›ran bir tarzdad›r: “Ne zaman küffar dayanm›fl kale Budin’e…” “U¤ramad›k korktu¤umuza…” “Edemezler bir halt…” gibi. Göçü, yar› yar›ya “sürgünlük” olarak yaflayan Demir Özlü’nün “Sürgünde On Y›l”›nda Türkiye’deki kar›fl›kl›k nedeniyle ‹sveç’e kar›s›n›n ülkesine göçen, ama daha alt› ay bile geçmeden ‹stanbul özlemiyle geri dönen bir yazar›n an›lar›n› okuruz. Sonra yine politik ortama dayanamay›p Stokholm’a gider. Bu kitaptan “göç” ba¤lam›nda söz ediflimin nedeni, göçü yaflayan Türk insan›n›n do¤du¤u topraklara özlemini nas›l yo¤un bir flekilde dile getirdi¤ini vurgulamakt›r. Vatan hasreti, tam sürgün, Naz›m Hikmet’in de baz› fliirlerinde ölümsüzleflir. Almanca yazan Türklerin yaratt›klar› eserleri “Emigrantenliberatur” (Göçmen edebiyat›) bafll›¤› alt›nda toplayan Alman edebiyat dünyas›, bu bafll›kta ancak son zamanlarda karar k›lm›fl gibidir. 1960’larda “Gastarbeiterliteratur” terimi “misafir iflçi edebiyat›” anlam›n› tafl›yordu ve Türklerin Almanya izlenimlerini, uyum problemlerini dile getirmeleri aç›s›ndan Almanlar için ilginçti. Bunlar›n yay›nlanma imkân›na ulaflmas›, herhalde her fleyden önce Alman edebiyat dünyas›n›n bir katk›s›d›r. 1960’lardan bugüne kadar Almanca yazan Türklerin edebiyat piyasas›nda kalmas›, kendi içinde bir de¤iflim ve geliflim göstermifl, edebî düzeyi tutturanlar yeni ürünler vermifl, ilk kuflak olarak bilinenlerden birço¤u elenmifltir. Edebiyatta göç konusunu araflt›rd›¤›m›z bu etkinlikte bizi ilgilendiren, daha çok bu ilk ürünler olacakt›r, çünkü esas göç, göçmenlik ve uyum güçlü¤ü konular› onlarda belirginlefliyor. Daha sonrakiler edebiyat düzeyinde iddialar ve bu nedenle Alman meslektafllar›n›n konular›nda, yani Türklüklerini vurgulamaktan çekinen bir kulvarda eser verme çabas›ndalar. ‹lk kufla¤›n ürünleri, konular›n› ço¤unlukta yazarlar›n ana vatan›ndan almaktayd›. Bunlar, Türkiye’deki çocukluk, ilk gençlik an›lar›yd› ve Almanya’da karfl›laflt›klar› güçlükler, orada aray›p bulamad›klar› al›flk›n olduklar› insanî de¤erler, özlem duyduklar› memleketi, akrabalar›n›, sevdiklerini hat›rlat›yordu. Irmgard Ackermann’›n dtv yay›nlar›nda 1884’de ç›kan “Türken deutscher sprache” bafll›kl› kitapta toplad›¤› seçkinin ilk bölümü “Die ferne, nahe Heimat” (uzak, yak›n vatan) bafll›¤›n› tafl›r ve burada yer alan anlat› ve fliirler, göçmen Türklerin ya memleket manzaralar›n› ya da Almanya’da yoklu¤unu fark ettikleri de¤erleri dile getirir. Kemal Kurt’un “Bilder einer Kindheit” (Bir Çocuklu¤un Tablolar›), ‹hsan Atacan’›n “Begegnungen” (Karfl›laflmalar) bafll›kl› öyküleri Türkiye’deki yaflant›lar›n otobiyografik yans›mas›yken, meselâ ikinci bölümde yer alan ‹hsan Atacan’›n “Wo kamen wir hin ohne Nachbarn” (Komflular›m›z Olmasa Ne Yapard›k) bafll›kl› öyküsü, hicivci bir tonda Almanya’daki komfluluk, daha do¤rusu komflusuzluk konusunu ifllerken herhalde Türkiye’den akl›nda yer eden komfluluk de¤erini dolayl› yoldan ortaya koymaktad›r. Almanya’da Türk kökenli göçmen yazar olarak s›n›fland›r›lmak istemeyip salt yazarl›k kalitesiyle an›lmak isteyen ve bunu her vesileyle dile getiren yazarlar›m›zdan biri Yüksel Pazarkaya (do¤.1940 ‹zmir). Yorumlanma imkânlar› bak›m›ndan zengin, yabanc›l›k, baflkalar›ndan farkl› olma tarz›nda da yorumlanabilecek öyküsü “Welt auf Gleis”da, özel arabas›n› kullanmak, toplu tafl›m araçlar›na al›flk›n ol- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 22 mamak özelliklerinden söz eden bir ben-anlat›c› vard›r karfl›m›zda. Metro’da geçirdi¤i k›sa bir yolculu¤u saniye üslûbuyla an be an aktar›r. Al›flmad›¤›, onu s›kan bir dünyan›n metaforudur art›k bu metro yolculu¤u. D›flar›n›n dikkat gerektiren tehlikeli araba kullanma tedirginli¤inden kurtulmufltur, ama bu ruh halinden de memnun de¤ildir: edilmeyecek flekilde kayk›l›p rahat oturmay› deniyorum, ama bu yabanc› yerde toz olup havaya kar›flmadan fark edilmez olamam, keflke olabilsem! Kalbim bir türlü rahatlamak bilmiyor, oysa tren az sonra tünele giriyor. Tünel birkaç kilometreli¤ine bile olsa obur bir karanl›k ve bana da kurtulufl getirecektir diye düflünüyorum.” (Eine nicht nur deutshe Literatur. (1985 s.142) Can att›¤› rahatlamaya ancak trenden inerken ulaflaca¤› ümidi de bofla ç›kar. Trene zar zor yetiflen bu sonradan gelme yolcuyu di¤er yolcular sanki yeniden fark etmifltir. Kalabal›¤›n içine kar›flmak, yabanc› gibi dikkat çekmemek, “normallik”tir özledi¤i: “Aya¤a kalk›p kap›ya yanaflmaya bafllayanlar, beni anl›k bak›fllar›yla cezaland›rmadan edemiyorlar; sanki sonradan binmifl bu yabanc›y› hat›rlam›fllar gibi. Bu toplulu¤un normalli¤i içindeki durumum çok k›sa sürüyor. Bu normallik, bana bakmamalar›yla ifade edilir. ‹flte o aidiyet konusunda kendimi kand›rmam uçup gitti.”(a.y. s.144) Ele ald›¤›m Türkçe ve Almanca eserlerde göç konusunun nas›l ifllendi¤ini karfl›laflt›r›rsak flöyle bir sonuca ulaflabiliriz: Türkçe edebiyatta göç, en az›ndan üzerinde durdu¤umuz örneklerde flimdiki zamanda yaflan›lan ve onu birebir yaflayan yazar a¤z›ndan de¤il, geçmifli, “Gözüm Yafl› Tuna Selidir fiimdi”de oldu¤u gibi bir dönem roman› niteli¤iyle ifllenmifltir. Ya da Nedim Gürsel’in “Balkanlara Dönüfl”ünde büyükannelerden dinlenmifl an›lar›n hat›rlanmas› biçiminde yine dolayl› yoldan yans›t›lm›flt›r. Oysa Almanca yazan Türklerin ürünlerinde birebir yaflayan kiflilerin göç yaflant›lar› söz konusu. Yüksel Pazarkaya’n›n edebî eser kat›na yükselmifl k›sa öyküsünde bile yaflad›¤› toplumda aidiyet duygusuna ulaflamamak metaforik bir üslûpla olsa bile bizzat yaflanm›fll›k izlenimini veriyor. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 23 Göç Olgusu ve Edebiyat Birsen Karaca * B u çal›flman›n amac› göç olgusuna, olanaklar ölçüsünde farkl› aç›lardan bakmak ve elde edilen verileri göç-edebiyat iliflkisi ba¤lam›nda de¤erlendirmektir. Yaflanan göçlerin üç farkl› boyutu vard›r. Dolay›s›yla göçmenler, göçmenleri u¤urlayanlar ve göçmenleri kabul edenler göçü bu boyutlardan birisiyle alg›larlar. Üstelik gruplar halinde yap›lm›fl olsa bile göçe kat›lan her bireyin kendisine ait yaflanm›fll›klar› ve gerçeklikleri vard›r. Bir sonraki aflamada, yaflanan göçlerle ilgili an›lar, ard›ndan da bu an›lar›n aktar›m› devreye girer. Kal›c› ve etkili aktar›mlar ise, her zaman sanat, özellikle de edebiyat araçlar›yla yap›lanlar olmufltur. Böylece göç, göçü yaflamam›fl ve göçe tan›kl›k etmemifl olanlar›n belleklerinde de yaflamaya bafllar. Ama art›k farkl› alg›lama mekanizmalar› ve gerçeklikler hüküm sürmektedir. Di¤er yandan, sanat›n do¤as› gere¤i ister yaflanan bir göç olgusunun sonucu olsun, ister tamamen yazar›n yarat›c›l›k dünyas›na ait bir kurmaca olsun, edebi eserlerde yorumlanan göç motifleri ve yarat›lan göçmen imgeleri özgün olmal›d›r. Bu ba¤lamda, öncelikle gerçek yaflamda ve edebiyat dünyas›nda yaflanan göçleri farkl› aç›lardan görmemize yard›m edecek genel tabloya göz atal›m. Yap›lan tan›mlara göre göç bireylerin veya toplumlar›n bir yerleflim yerinden bir baflka yerleflim yerine tafl›nmalar›d›r.1 Göçmenlerin deneyimlerinden yeni yerleflim yerlerindeki kal›fl sürelerinin daimi veya süreli olabildi¤ini ve göç gerekçelerini ö¤renebiliyoruz. Örne¤in: Do¤a koflullar› ve savafllar yüzünden anayurtlar› Orta Asya’y› terk eden Türk boylar›n›n, zengin olmak için Amerika K›tas›’na ak›n eden Bat›l›lar›n, Amerikal› Bat›l›lar›n kölesi olarak Afrika’dan göç ettirilen zencilerin, Beyaz Ordunun yenilgisiyle bafllayan süreçte Rusya’y› zorunlu olarak terk eden aristokrat s›n›fa mensup Ruslar›n ve 20. yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan *Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, DTCF Ö¤retim Üyesi. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 24 sonra çal›flmak için Almanya’ya yerleflen Türklerin öyküleri göçlerin gerekçeleri ve süreleriyle ilgili genel bir fikir vermektedir. Yukar›daki örneklerle birlikte göç olgusuna baflka bir aç›dan bakmam›za yard›m edecek bir di¤er göçmen grubunu Kuzey Buz Denizi k›y›lar›nda yaflayan Nenetler oluflturuyor. Nenetler farkl›, çünkü göçü hâlâ en eski haliyle, yani yaflam biçimi olarak sürdürüyorlar. 20.yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan itibaren bat› uygarl›¤›n›n önderli¤inde, özellikle de turizm sezonlar›nda suni araçlarla teflvik edilerek k›sa süreli göçe özendirilen ve yerli halk taraf›ndan özlemle beklenen yeni tip göçmenler/turistler ise göç olgusunu dinlenme gereksiniminin vazgeçilmez ö¤esi olarak alg›l›yorlar. Konuyla ilgili son örneklerimiz sözlü ve yaz›l› edebiyat ürünlerindeki kurmaca göçler. Sözlü edebiyat için Türk halk edebiyat›ndan “Ezo Gelin” burada an›lmaya de¤er özellikler tafl›yor. Bu öyküde göç, “de¤iflik” gelene¤iyle evlendirilerek Suriye’ye gönderilen Ezo Gelin’in yak›nlar›na ve ülkesine duydu¤u özlem motifini ifllenmek için elveriflli koflullar›n oluflturulmas›na yard›m ediyor. Ezo Gelin’in göçü bir bak›ma onun yazg›s›d›r.2 Yaz›l› edebiyata gelince. Bu alanda da renkli örnekler var: Ütopya konulu eserlerdeki ütopyal›lar›n baz›lar› ise özellikle dikkatimizi çekiyor. Örne¤in: Daniel Defoe Robinson Crusoe’yu (“Robinson Crusoe”, 1719), Buket Uzuner tarihte iz b›rakm›fl yazarlar›, flairleri, ressamlar›, liderleri (“Bal›k ‹zlerinin Sesi”, 1992), ‹bn Tufeyl Hay bin Yakzan’› (“Hay bin Yakzan”, 1671), Lyudmila Petruflevskaya teknolojiden kaçan üç kiflilik çekirdek aileyi (“Yeni Robinsonlar”, 1989) yaflad›klar› mekânlardan kopartarak kendi ütopyas›na yerlefltiriyor. Ancak bu eserlerde yazarlar›n dikkati göçün bireyler üzerindeki etkisine de¤il, kurgulad›klar› sosyal sistemin tan›t›m›na odaklanm›flt›r. Dolay›s›yla ne eser kiflileri ne de okur yap›lan mekân de¤iflikli¤ini göç olarak alg›lam›yor. Oysa her fley bir yana, tek bafl›na do¤a ve yaflam koflullar›ndaki de¤ifliklik ciddi bir adaptasyon sürecini gerektirecek kadar büyüktür. Konunun bir de güncel yaflamla ilgili boyutu var. Bu alandaki veriler ve bak›fl aç›lar› ise flöyle: Günümüzde ülkeler, göç olgusuna profesyonelce yaklaflma gayreti içerisindeler. Örne¤in: Devlet ‹statistik Enstitüsü3 ve Türkiye ‹statistik Kurumu4 Türkiye’de yaflanan iç ve d›fl göçlerin nedenleri ve göçmenlerin say›lar›yla ilgili periyodik aral›klarla araflt›rmalar yap›yor ve elde ettikleri sonuçlar› kamuoyu ile paylafl›yorlar. Bu ba¤lamda yap›lan sempozyum ve konferanslar, kurulan araflt›rma ve uygulama merkezleri Türkiye’nin iç ve d›fl göçler konusundaki deneyim ve bilgi birikiminin de¤erlendirilmeye al›nd›¤› iflaretini veriyor.5 Benzer çal›flmalar baflka ülkelerde de yap›l›yor. Örne¤in: Almanya’n›n d›flar›ya verdi¤i beyin göçüyle ilgili 1 Temmuz 2007 tarihinde The Independent kaynakl› flöyle bir haber vard›: “Alman Federal ‹statistik Ofisi verilerine göre geçen y›l göç eden Alman vatandafl› say›s› 155,290’a yükselmifltir.”6 Haberin devam›nda bu niceli¤in II. Dünya Savafl›ndaki kaos ortam›n›n ard›ndan elde edilen rakamlara efl de¤er oldu¤u bilgisi veriliyordu. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 25 Fransa ise sorunu göç alan ülke konumunda de¤erlendiriyor ve göçmenler için “kotal›” yasalar ç›kart›yor.7 Bu konuda Hollanda’n›n yaklafl›m› da benzer bir karaktere sahip. Bu ülkede de göçmen adaylar›n› Hollanda dili ve kültürü alan›nda s›nava almay› öngören bir yasa var yürürlükte.8 Bu genel tablo çerçevesinde önce edebiyat›n gelifliminde göçün oynad›¤› role dikkat çekelim. Göç olgusunun edebiyat dünyas›na etkisiyle ilgili flöyle bir gerçek vard›r: Yaflam biçimi olarak benimsenen göç, toplumlar›n yaz›l› edebiyata geçiflini geciktirmifltir. Bunu tüm Türk boylar›n›n ve Amerikal› K›z›lderililerin deneyimleri do¤rular. Bu tespit için gösterilebilecek canl› örnek ise hâlâ göçmen olarak yaflayan Nenetlerdir. Nenetler yaflamlar›n› genel olarak geyik besicili¤i ile sürdürüyorlar. Bu yaflam biçimi Nenetlerin kuzey Sibirya topraklar›nda hareket halinde olmalar›n› gerektiriyor. Nenetler göçle öylesine bütünleflmifller ki, Sovyet yönetimi cezaland›rmak istedi¤i Nenet bireylerini belirli bir adreste oturmaya zorlam›fl. Rusça kaynaklara göre, sürekli göç halinde olmak Nenetlerin yaln›zca yaz›l› edebiyata geçifllerini de¤il, yaz›y› günlük yaflamda kullanmalar›n› da 1917 y›l›na kadar engellemifl.9 Göçün yaflam biçimi olarak benimsendi¤i toplumlarda araflt›rma alan›m›za sözlü edebiyat ürünleri giriyor. Bu eserlerden toplumlar›n göçlerle ilgili alg›lama biçimlerini tespit etmemize yard›m eden veriler topluyoruz. Örne¤in: Türk boylar›ndan olan K›rg›zlar›n göç öyküsünde yerleflik hayata geçen göçmenlerin alg›lama mekanizmas›ndaki ac› motifi dikkat çekiyor. Bir efsaneye göre, geçmiflte göçmen olan K›rg›zlar uzunca bir süre Kaz›l›k Da¤›’nda yaflam›fllar. XV. yüzy›lda bafllayan Kalmuk ak›nlar› sonucunda ise yurtlar›n› terk etmek ve yerleflik hayata geçmek zorunda kalm›fllar. K›rg›zlar› Kazl›k Da¤›’ndaki yaflamlar›ndan koparan bu büyük göçün öyküsü sözlü edebiyata a¤›t olarak kaydedilmifltir: “Sen, ey sevgili! Ey, sevgili da¤! Beni doyuran da¤! “Babam›n, güveyisi da¤! Anam›n, gelini da¤! “Senden ayr›l›p gideyim diye hiç düflünmedim! <…> “Biz art›k gidiyoruz! “Gidince felaketle karfl›laflaca¤›z! “Biz, ekin ekme¤i bilmeyiz! Ac›m›zdan ölece¤iz!”10 Tarih, yerleflik hayata geçifl konusunda yukar›daki a¤›tta duyulan endiflenin GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 26 yersiz oldu¤unu kan›tlad›. fiöyle ki, yayg›n kan›ya göre, K›rg›zlar›n yaz›l› edebiyata geçifli ve Bat› edebiyat›yla tan›flmas› 1917 y›l›ndan sonra oldu: 20. yüzy›l›n ikinci yar›s›nda ise Cengiz Aytmatov (1928–2008) gibi bir klasik yetifltirdiler. Göç olgusuyla ilgili yukar›da çizdi¤imiz resmi netlefltirmek için, Cengiz Aytmatov bir süre daha ilgi alan›m›zda kalacak. K›rg›z edebiyat tarihi incelenirse Cengiz Aytmatov’un edebiyat›n ilginç temsilcilerinden birisi oldu¤u fark edilecektir. Çünkü o K›rg›z edebiyat›n› dünya edebiyatlar› aras›na sokmay› baflarm›fl bir yazard›r. Aytmatov özellikle 1990 y›l›nda Znamya dergisinde yay›mlad›¤› “Cengiz Han’›n Beyaz Bulut’u” adl› eserinde yorumlad›¤› göç motifi ve yaratt›¤› göçmen imgesiyle dikkatimizi çekiyor. K›rg›z yazar bu öyküde dünya siyasetinin en güçlü göçebesi olarak bilinen Cengiz Han’la ilgili bir efsaneyi anlatmaktad›r. Efsanenin konusu k›saca flöyledir: Cengiz Han sefere ç›karken kad›nlar›n do¤um yapmas›n› yasaklam›flt›r. Ama efsanelerde hep oldu¤u gibi, iki sevgili bu yasa¤a istemsizce karfl› ç›kar ve bir bebek dünyaya gelir. Sonuçta ‹mparator ve insan Cengiz Han, komutan Cengiz Han’›n otoritesinin devaml›l›¤› için karar verir. Cengiz Aytmatov, tarihi belgelerdeki kay›tlarla sabitlenmifl olan göçmen liderin imgesini edebiyat araçlar›n› kullanarak yeniden üretiyor. Böylece bir zamanlar yaflam biçimi olan göç ça¤dafl edebiyat›n defalarca ifllenmeye aç›k konusu haline dönüflüyor. Aytmatov eserin Önsözünde Cengiz Han’›n öyküsünü yazarken tarihi belgelerden çok, sözlü edebiyat ürünlerinden, efsanelerden yararland›¤›n› söylüyor.11 Burada alt› çizilmesi gereken bilgi yazar›n kulland›¤› yöntemle ilgili. Zira bu yöntem göç olgusu ve edebiyat aras›ndaki iletiflim ve etkileflim sürecini de takip etmemize olanak veriyor. Göçü baflka bir aç›dan alg›lamam›za yard›m eden veriler kâfliflerle ilgili olanlar. Tarihi veriler kâfliflerin ve yapt›klar› kefliflerin göçleri tetikledi¤i yönünde bilgiler aktar›yor. Cenoval› Kristof Kolomb’un 1492 y›l›nda Amerika’y› keflfi bunun için gösterilebilecek en ilginç örneklerden birisidir. Kolomb’un “Alt›n, Tanr› ve Hitay/Çin”12 slogan›yla ç›kt›¤› deniz seferi fark›na varmadan Amerika K›tas›’na ayak basmas›yla sonuçlanm›flt›r. Kolomb’un keflif öyküsü bir yönüyle bir kayboluflun öyküsüdür. Çünkü kâflifin amac› Uzak Do¤u’ya gitmekti. Di¤er yönüyle, gerçekte bu bir keflif de¤ildir, çünkü ‹skandinav Vikinglerinin yüzlerce y›l önce Amerika’ya ulaflt›¤›n› kan›tlayan belgeler var.13 Bir baflka aç›dansa bu, günümüz Amerika medeniyetinin do¤uflunu haz›rlayan bir dönüm noktas› olmufltur. Dördüncü aç›dan bu, Amerika’n›n yerli kültürünün temsilcileriyle birlikte yok oluflunun bafllang›ç tarihidir. Genel olarak bakt›¤›m›zda ise bu “keflfin” yaflanm›fl en büyük ve en ac›mas›z toplu göçlere yol açt›¤›n› söyleyebiliriz. Kolomb’un Amerika’ya var›fl›ndan yüz y›l› aflk›n bir süre sonra (1619 y›l›nda) Kuzey Amerika’ya yerleflen ‹ngiliz kolonileri yeni bir göç dalgas› bafllatt›lar. Bu kez göçün ç›k›fl noktas› Afrika idi. 1849 y›l›nda ise “Alt›na Hücum” olarak an›lan göç GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 27 hareketinin ilk dalgas› bafll›yor: Dünyan›n dört bir yan›ndan insanlar alt›n bulmak hayaliyle California’ya ak›n ediyorlar.14 Tüm bunlara paralel olarak, Amerika’n›n gerçek sahipleri olan K›z›lderililerle yap›lan savafllar yaflan›yor: Bu savafllar göçmenlerin Yeni Dünya’da neden olduklar› olaylar konusunda önemli ipuçlar› verir. 20. yüzy›lda, özellikle ‹kinci Dünya Savafl› ve sonras›nda Amerika’ya daha çok beyin göçü niteli¤inde bir ak›fl vard›r. Dünya okurlar› Amerika K›tas›’ndaki yaflanm›fll›klardan edebiyat arac›l›¤›yla (genel olarak 20. yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan sonra) haberdar oldu. Örne¤in: John Steinbeck “Gazap Üzümleri”nde (1939) 1929 y›l›ndaki ekonomik krizle bafllayan ve yönü California olan göç hareketini Avrupa kökenli bir ailenin yaflad›klar›ndan hareketle anlatt›. Harriet Beecher Stowe “Tom Amca’n›n Kulübesi”nde (1952) Afrika’dan köle olarak getirilen insanlar›n trajedisini kaleme ald›. Forrest Carter ise yaflanan göçlerin K›z›lderililerle ilgili boyutunu “Küçük A¤aç’›n E¤itimi” (1976) adl› eserinde dile getirdi.15 Zincirin son halkas›nda ise göçmen yazarlar›n alg›lad›¤› Amerika var. Bunlardan Bulgar as›ll› Frans›z yazar Tzvetan Todorov ilginç bir örnektir. Todorov “Amerika’n›n Keflfi” adl› kitab›nda Amerikal›lara ve Avrupal› kimli¤e karfl› elefltirel bir tutum sergilemifltir. Yazar tafl›d›¤› Avrupal› kimli¤ini “...sahip oldu¤umuz [Bat›l›] kimli¤imiz Amerika’n›n keflfinden sonra belirmifl ve oluflmufltur,”16 diyerek net bir tespitte bulunuyor, ard›ndan Kolomb’un keflfini K›z›lderililer aç›s›ndan de¤erlendirirken, “‹nsanl›k tarihinde, soyk›r›m›n tam olarak ne oldu¤unu gösteren bir örnek varsa o da Amerika yerlilerinin katlediliflidir,”17 diyor. Bugün Amerika baflta olmak üzere Fransa, ‹ngiltere, Almanya ve Avrupa’n›n pek çok ülkesi yaln›zca ifl göçünün de¤il, beyin göçünün de merkezi konumundad›r. Almanya’da yaflayan Türk yazarlar buna s›ra d›fl› örnek olarak gösterilebilir. Zira bu yazarlar›n ço¤u Almanya’ya çal›flmak için giden iflçilerin orada do¤an birinci, ikinci, hatta üçüncü kuflak çocuklar›d›r. Görünen o ki, zaman içerisinde ifl göçü beyin göçüne dönüflmüfl. Bu yazarlar›n say›lar› onlarla ifade edilecek kadar çok. Yazarlar üzerine yapt›¤›m›z çal›flma sonucunda ortak baz› özellikler yakalad›k. Örne¤in: Hemen hepsi Almanca yaz›yor, ama iki dilde yazanlar da var. Büyük bir bölümü Türkçeden Almancaya edebi çeviriler yap›yor, ama Almancadan Türkçeye çeviri yapanlar› da buluyoruz. Bir bölümü Almanya’daki Türk iflçilerinin ve bu iflçilerin çocuklar›n›n sorunlar›yla çok yak›ndan ilgileniyor. Bir bölümü Türkiye’deki mekânlarla ve sosyal sorunlarla da yak›ndan ilgili. Bu veriler, Almanya’da yaflayan ve Almanca yazan bu yazarlar›n Türk ve Alman kültürleri aras›ndaki iletiflim ve etkileflim zincirinde ne kadar önemli bir yere sahip olduklar›na iflaret ediyor. Daha önceki göç deneyimlerinde oldu¤u gibi, Almanya’ya ve Avrupa’n›n di¤er GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 28 ülkelerine çal›flmak amac›yla giden Türk iflçilerle ilgili gerçekleri fark edebilmemiz için yine edebiyat›n devreye girmesi gerekti. Türk ve Alman Kamuoyu Almanya’da çal›flan Türk iflçilerinin yaflam koflullar›n› Günter Wallraff’›n “En Alttakiler” (1986) adl› eseriyle tan›d›. Kitapta anlat›lanlar iflçilerin mektuplar›nda ve Türkiye’ye tatil için geldiklerinde yak›nlar›na aktard›klar›ndan çok farkl›yd›. Alman gazeteci ve yazar kitab›nda okurlar›na Türk iflçilerle ilgili Türkiye’nin göremedi¤i gerçekleri anlat›yordu. Günter Wallraff’›n kitab› Almanya’da ve di¤er Avrupa ülkelerinde çal›flan Türk iflçilerinin yaflad›klar› zorluklar›n fark edilmesini sa¤layan ilk eser olmas› aç›s›ndan önemlidir. Bir baflka Avrupal› yazar, Barbara Frischmut da ilgi alan›m›za giriyor. Çünkü Frischmut’un “Pembe ve Avrupal›lar”18(1979) adl› roman› Avrupa’daki Türk kad›n›n›n ve çocuklar›n›n sorunlar›n› Avrupal› bir kad›n yazar›n bak›fl aç›s›ndan izlememize olanak veriyor. Türkiye’ye tatile gelen Türk iflçisinin ruh halini ise “Fikrimin ‹nce Gülü” (1976) adl› romanda Adalet A¤ao¤lu anlat›yor. Zülfü Livaneli “Arafat’ta Bir Çocuk” adl› öyküsünde ailesiyle birlikte Almanya’ya göç eden bir çocu¤un iletiflim sorunundan kaynaklanan dram›na dikkat çekiyor. Ramazan Kara’n›n mektup formunda kaleme ald›¤› “Bu Parmak Dedemin Büyük Parma¤›d›r”19 bafll›kl› öyküsü ise geride kalanlar›n Almanya’ya gidenlere bak›fl aç›s›n› dile getiriyor. Bu bak›fl aç›s›nda “Almanc›” kendisine yaz›lacak mektup için gerekli olan kalemi de göndermesi gereken o¤uldur, amcad›r. Göç olgusunun bu boyutunda Türkiye’ye özgü göç ve göçmen sorununu yakal›yoruz. Ortaya ç›kan tabloyu ise göçmen Türk iflçilerine ait yaflanm›fll›klar›n Türk araflt›rmac›lar›n, dolay›s›yla da Türk kamuoyunun ilgisinden uzak oldu¤u fleklinde de¤erlendiriyoruz. 20.yüzy›lda insanl›k kitlesel beyin göçlerine de tan›kl›k etti. ‹lgimizi çeken olay Rusya’da yafland› ve periyodik olarak nitelendirilebilecek bir süreklilik gösterdi. Bu göçün öyküsü 1917 y›l›ndaki devrimle bafllar. Devrimin ard›ndan aralar›nda çok say›da yazar›n da bulundu¤u Rus aristokrasisine mensup ayd›nlar yeni siyasi sistemle uyuflamad›klar› için ülkelerini terk etmek zorunda kald›lar. Göçmen Rus yazarlar üzerine yapt›¤›m›z araflt›rma sonucunda, aralar›nda Bunin (1870–1953), Kuprin (1870–1938), Bahtin (1894–1950), Erenburg (1891–1967) ve Nabokov’un (1899–1977) bulundu¤u 261 yazar ve flairin ad›na ulaflt›k. Bu yazarlar›n yurtd›fl›na ç›k›fllar› farkl› dönemlerde üç büyük grup halinde gerçekleflmifltir ve Rus edebiyat›nda bu göçleri tan›mlamak için Birinci Dalga (1920), ‹kinci Dalga (1943–44–45) ve Üçüncü Dalga (1953’ten sonra, Stalin’in ölümünün ard›ndan ilan edilen Ottepel döneminde) terimleri kullan›l›r. So¤uk Savafl y›llar›nda kurulan Demir Perde, Sovyet s›n›rlar› içindeki ve d›fl›ndaki Rus yazarlar aras›nda yetmifl y›ldan fazla bir süre izolasyon ifllevi gördü. Bu dönemde Rusya’n›n s›n›rlar› d›fl›nda yaflamak zorunda kalan yazarlar için “emigrant”, Rusya’n›n s›n›rlar› d›fl›nda geliflen Rus edebiyat› içinse “sürgündeki Rus edebiyat›”, “yurtd›fl›ndaki Rus edebiyat›”, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 29 “hicretteki Rus edebiyat›” tan›mlamalar› yap›ld›. Bu deneyim, do¤al olarak Rus edebiyat›nda göç üzerine yaz›lan edebi metinlerin ve yap›lan bilimsel çal›flmalar›n yaln›zca niteli¤ine de¤il, çeflitlili¤ine ve niceli¤ine de yans›m›flt›r. Türkiye için ilginç olan ise, özellikle Birinci Dalgada ülkesini terk eden Rus yazarlar›n göç güzergâh›nda ‹stanbul’un bulunmas›d›r. Yeri gelmiflken konunun münferit çal›flmalar› kald›rabilecek nitelikte oldu¤unu kaydedelim. Bu çal›flmalardan birisi Orhan Uravelli’nin “‹stanbul’dan Geçen Ruslar” bafll›kl› derlemesidir.20 Uravelli bu kitapta aralar›nda Bunin’in de bulundu¤u befl Rus yazar›n ‹stanbul konulu eserlerini derleyerek Türkçeye kazand›rm›flt›r. Konuyu toparlarsak. 1) Elimizdeki veriler “yeryüzünde hiç göçmen olmam›fl toplum ve bireyler var m›d›r?” sorusunu gündeme getirebilecek karakterdedir. 2) Hangi nedenle ve hangi amaçla yap›l›rsa yap›ls›n göçün toplumlar ve bireyler için yeni bir iletiflim ve etkileflim ortam› sundu¤u ve bu süreçte edebiyat›n oynad›¤› rol unutulmamal›d›r. D‹PNOTLAR 1 Ali Püsküllüo¤lu, Türkçe Sözlük, Do¤an Kitap, ‹stanbul, 2004, http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=g%F6%E7&ayn=tam (15.02.2009), Pars Tu¤lac›, Okyanus, Cilt 2, ABC Kitapevi, ‹stanbul, 1995, B.M.Volin, D.N.Uflakov, Tolkov›y slovar, Tom: III, “TERRA”-“TERRA”, Moskva, 1996, Cambridge International Dictionary of English, Cabridge Universty Press, 1995. 2 Bu alanda Ermeni halk edebiyat›na ait “Papaz Silik” adl› öykü de ilginçtir. Bu eserde Papaz Silik’in ald›¤› göç karar› hayal k›r›kl›¤›yla biten maceran›n zeminini haz›rlamaktad›r. Öykünün girifl bölümünde Papaz Silik, ailesiyle birlikte Cennet’e girmek için yola düfler. Ama büyük bir heyecanla bafllayan göç eylemi, Cennetin kap›lar›n›n yaflayanlara kapal› olmas› nedeniyle yar›m kal›r. Papaz Silk’e Cennet’in kap›s›n› kapatansa Hz.‹sa’d›r. 3 http://www.devletana.com/git.asp-id=826.htm 4 http://www.tuik.gov.tr/Start.do 5 Gazi Üniversitesi Göç araflt›rma ve Uygulama Merkezi http://www.goc.gazi.edu.tr/amac.html Bilgi Üniversitesi Göç Çal›flmalar› Uygulama ve Araflt›rma Merkezi http://goc.bilgi.edu.tr/ 6 Prof.Dr. Muammer Kaya, Alman Beyin Göçü 1940’lardan Bu Yana En Üst Düzeyde, http://turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=18563 7 Dr.Deniz Alt›nbafl, Fransa’da Tart›fl›lan Kotal› Yeni Göç Yasas›, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=391&kat1=2&kat2= 8 Hollanda’ya göç s›navla, http://www.radyokassel.de/modules.php?name=News&file=article&sid=3717 9 M.GVoskoboynikov, http://www.diclib.com/cgi-bin/d1.cgi?l=ru&base=bse&page=showid&id=47233 Not: Bugün literatürlerde yaln›zca, Anlat›c›-Sanatç› ‹.K.V›lka (1883–1960), Nenet dilbilim uzman› ve halkbilimci A.P. P›rerko (1905–1941), yazar A.F.Kanyukov (1932–1972), Nenet edebiyat›n›n aktif temsilcileri olan A.‹.Piçkov (d.1934) ve V.N.Ledkov’un (d.1933) ad› kay›tl›d›r. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 30 10 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi II, Türk Tarih Kurumu, 2002, s.34. 11 http://lib.ru/PROZA/AJTMATOW/oblako.txt (28.02.2009) 12 Felicity Everett, Struan Reid, Kâflifler, çev.: Miyase Göktepeli, TÜB‹TAK, Ankara, 1991, s.22–23. 13 A.g.e, s.20–21 14 http://www.focusdergisi.com.tr/kultur/00363/ (28.02.2009) 15 Amerika’ya yap›lan ve Amerika’da yaflanan göçleri etkili bir biçimde anlatan bir baflka sanat dal› ise sinema oldu. 1925 y›l›nda ABD yap›m› bir sessiz komedi filmi olan “Alt›na Hücum”un senaristi, yap›mc›s›, yönetmeni ve baflrol oyuncusu Charlie Chaplin’dir. Filmde birçok macerac› gibi Alaska’ya alt›n aramak için giden “Küçük Serseri”nin (fiarlo’nun) göç ve göçmenlerle ilgili deneyimleri anlat›lmaktad›r. 16 Ronald William Howard’›n yönetti¤i 1992 yap›m› “Uzak Ufuklarda” ‹rlandal› iki gencin Amerika’ya göçünü aflk, macera ve dram ö¤eleriyle süsleyerek anlatm›flt›r. 17 Steven Spielberg’in “Amistad” (1997) adl› filminin konusu Afrika’dan Amerika’ya köle olarak götürülen insanlard›r. Kevin Costner’›n yönetti¤i “Kurtlarla Dans” (1990) adl› filmde Amerikal› bir askerin K›z›lderililerle kurdu¤u iletiflim anlat›lmaktad›r. Not: Bu çal›flmay› haz›rlarken “Uzak Ufuklarda” ve “Amistad” adl› filmlere dikkatimi çeken Dr.Mustafa Güleç’e teflekkür ederim. 18 Al›nt› için bkz. Gülser Çetin, Göçmen Frans›z Yazarlar›n Kimlik Aray›fllar›/ Tzvetan Todorov ve Amin Maalouf, KÜL sanat, Ankara, 2008, s.20. 19 Al›nt› için bkz. a.g.e., s.34. 20 http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=59095 21 Ramazan Kara, “Bu Parmak Dedemin Büyük Parma¤›d›r”, Ça¤dafl Türk Dili, say› 159, May›s 2001 ve say› 160, Haziran 2001, s.176–187. 22 Orhan Uravelli, ‹stanbul’dan Geçen Ruslar, Ümit Yay›nc›l›k, Ankara, 2005. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 31 Göç ve Göçmen Edebiyat›nda Yer Alan Dramatik ‹nsan Manzaralar›ndan Bir Kesit Muhsine Helimo¤lu Yavuz H * em dünyada hem de ülkemizde “göç ve göçmenlik” sorunlar›n›n tarihi, neredeyse insanl›¤›n tarihine koflut olacak kadar eskidir. Çünkü ne zaman ki, insano¤lunun do¤du¤u ve belli bir zaman dilimi içinde yaflad›¤› topraklar, onu doyuramaz olur, iflte o zaman göç, kaç›n›lmaz bir zorunluluk olarak ortaya ç›kar ve buna ba¤l› olarak da göçmenin çilesi bafllar. Göç olgusunu zorunlu k›lan nedenleri, önem s›ras›na göre a-Ekonomik b-Sosyolojik c-Psikolojik d-Fiziki Çevre Koflullar› ve Denetlenemeyen De¤iflkenler olarak saptamaya çal›fl›rsak, elbette ki birinci s›ray›, “ekonomik” nedenler al›r. Her biri üstünde tek tek duruldu¤unda, ayr› birer bildiri veya makale konusu olabilecek bu nedenlerden, birincisi üstünde durmak istiyorum. Ekonomik nedenlerle zorunlu hale gelen göç olgusu, bizim halk›m›z taraf›ndan da öylesine eski, öylesine bilindik bir sorundur ki, bir çok halk masal›m›za da konu olmufl ve masallar d›flavurum arac› olarak kullan›l›p, bu can yak›c› temel soruna, çözüm önerileri gelifltirilmifltir.Bu sorunu içeren tüm masallarda da ekonomik güçlükler nedeniyle, önce parçalanan aile bütünlü¤ü sonunda mutlaka yeniden kurulur ve mutlu sona ulafl›l›r. Sosyo-ekonomik yaflam›nda “gurbetçilik” gelene¤i bulunan bir toplumun yarat›s› olan bu masallarda, aile bütünlü¤ünün korunmas› özlemi elbette çok anlaml›d›r. Yak›n geçmiflimize bakt›¤›m›zda ise toplumumuzda, Anadolu insan›m›zda önceleri “‹stanbul” diye bilinen en uzak gurbetçili¤in adresi, “Almanya” olarak de¤iflince, parçalanan aileleri ve çocuklar› düflündü¤ümüzde gözledi¤imiz ac› gerçek, *Dr.,Emekli Ö¤retim Üyesi. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 32 sevgisiz kalan o çocuklar›n yüreklerindeki bofllu¤u,gurbetten getirilen hiçbir pahal› oyunca¤›n, dolduramad›¤› olacakt›r. Hele hele bir de geride b›rak›lan çocu¤a kardefli tercih edilmiflse, biri götürülüp biri b›rak›lm›flsa, yani bir bak›ma bir “kurban” seçilmiflse, geride kalan bu kurban›n ruhunda, kiflili¤inde onulmaz yaralar aç›lmaktad›r. Olaya bir de götürülenler aç›s›ndan bakarsak, bu götürülenler nereye ve hangi koflullar içinde yaflamaya götürülmektedirler. Bunlar aç›s›ndan iflte, tam da temel sorunun bafllad›¤› nokta buras›d›r. Bu realiteden hareket eden ve birebir yaflanm›fl gerçekleri konu alan yazarlar›m›z›n öykü ve romanlar›nda, ço¤u zaman bir trajediye dönüflen bu ac›t›c› gerçeklik, bütün ç›plakl›¤›yla ortada öylece durup durmaktad›r. Çünkü onlar ço¤u zaman, masallar›n olmazsa olmaz› olan o mutlu sonlarla bitmezler. Göç ve göçmen edebiyat›nda yer alan, bu trajik insan gerçekli¤ini, Bekir Y›ld›z’›n “Demir Bebek” (‹st.2006, ‹skele Yay.) adl› öykü kitab›ndan ve yine ayn› adl› öyküsünden hareketle, bir ölçüde de olsa yans›tmaya çal›flaca¤›m. Önce yazar›n kendisine bakal›m. 1933 Urfa do¤umlu (1998’de ‹stanbul’da öldü) olan Bekir Y›ld›z, 1962’de Almanya’ya iflçi olarak gitmifl ve dört y›l, çeflitli fabrikalarda çal›flt›ktan sonra geri dönmüfltür. Öyleyse kendisi de bir gurbetçi, belli bir süreli¤ine de olsa bir göçmen olan bu yazar›n, göç ve göçmenlik sorunlar›n› birebir yaflad›¤› ve yazar gözlemcili¤iyle birebir tan›k oldu¤u bir gerçektir. Bu nedenle de yazar, Almanya’ya iflçi olarak çal›flmaya giden özellikle de k›rsal kesim insan›m›z›n, geliflmifl bat›l› toplumlar içinde yaflad›¤› yabanc›laflmay› ve buna ba¤l› olarak da ortaya ç›kan sorunlar› ve ac›lar›, öykülerinde bütün ç›plakl›¤›yla ortaya koAlman Ekmeyar. Bu gözlemlerinde öylesine ayr›nt›c› ve gerçekçidir ki, örne¤in “A ¤i” (‹st.2006, ‹skele Yay.) adl› kitab›nda yer alan “Ailenin Böylesi” adl› öyküsünde, Almanya sokaklar›nda yürüyen Türkleri nas›l tan›d›¤›n› flöyle anlat›r: “Waldorf’u geçiyoruz. .................. Arada bir Türk iflçileri de görünüyor. ................ tan›mak mümkün onlar›. Tan›nabiliyorlar iflte. Kimini boyundan, kimini renginden. Ama hepsinin ortak bir yan› var, bu topraklarda do¤mam›fl olmak. Yere bas›fllar›, çevrelerine bak›fllar›, bundan ötürü Türkiyeli.” (a.g.e., s.16) Bu gurbetçilerin hem gittikleri topluma, hem de içinden ç›kt›klar› topluma yabanc›laflmalar›n› ve bu eksiklik duygular›n›, beslenmelerinden keserek yerli yersiz, gerekli gereksiz tüketim objeleri alarak doyurmaya çal›flt›klar›n› ise yine ayn› kitapta yer alan “Yiyenler ve Alanlar” öyküsünde flöyle belirtir: “Al Ahmet, al Ayfle, al Osman, al Jale... Sizler de al›n. Yemeyin siz, içmeyin siz al›n... Durmadan al›n. Birer televizyon daha al›n. Teyp al›n, araba al›n. Ald›klar›n›zla gelin memleketimize ama, bire befl, bire on sat›lacak pazar›n›z burada çünkü. Gümrük kap›lar›nda bafllay›n küfretmeye. Gelip gelece¤inize. Siz de dudak bükün, azm›fl dudak bükenlerimiz gibi. A¤›rlamaya getirdi¤iniz Almanlarla birlikte dudak bükün. “ (a.g.e., s.62) Demir Bebek” öyküsüne gelince... Bu öykü, yukar›da sözünü etti¤im, Yazar›n “D GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 33 ailenin parçalanmamas› ad›na, o bilinmeyen gurbete götürülen çocuklar›n orada hangi koflullarda yaflayacaklar›, daha do¤rusu yaflat›lacaklar sorusuna ve sorununa, insan›n kan›n› donduracak kadar fliddetli bir “tokat-yan›t” oluflturmaktad›r. Bu öyküdeki kahramanlar›n kiflili¤inde, öteki göçmenlerin karfl›laflt›¤› uyumsuzluk ve yabanc›l›k sorunlar›n›, flu bafll›klar alt›nda toplayabiliriz. a-Ekonomik ve Teknolojik Sorunlar b-Sosyolojik ve Psikolojik Sorunlar fiimdi öyküden hareketle bunlar› ayr› ayr› ele alal›m. a-Ekonomik ve Teknolojik Sorunlar Anadolu’nun yoksul bir bölgesinde ve k›rsal kesimde yaflayan insanlar›n içine düfltükleri, üretim-tüketim iliflkilerindeki açmaz sonucu, yaflad›klar› topraklarda doyamamalar› nedeniyle, uzaktaki / çok uzaklardaki gurbete / gurbetlere çal›flmaya ve doymaya gitmeleri ve bu gidenlerin, büyük kente ve teknolojiye had safhadaki yabanc›l›klar› sorunun temelini oluflturmaktad›r. Bu yabanc›l›k ve yabanc›laflma, öykünün kad›n kahraman› olan “Narinin Anas›”ndan hareketle flöyle verilmektedir: “Köylerinin az ötesinden gelip geçen araçlar› görmüfltü önceleri. ‹flte flu otobüs, flu kamyon, flu da özel araba ya da taksi demifllerdi. Ama, treni hiç görmemiflti. Ne buharl›, ne elektrikle çal›flanlar›n›. Nas›l da flafl›r›p kalm›flt›, ‹stanbul’a geldiklerinde: -Uyy herif, kara y›lan dedikleri... -He ya, trendir bu... -Uyy herif, mahfler dedikleri... -He ya, büyük kent dedikleri... ........................ Dur k›z, bak daha neler göreceksin. ‹stanbul’dur buras›. -Vatan içi midir yani? -Vatan›m›zd›r ya... Karga gördün mü sen hiç?... -Karga da görmüflüm, atmaca da... -Diyelim atmaca... Kaça kadar sayabilirsin hele?... -Vay Seyyit, bilmez misin, yirmibefltir sayabildi¤im. -Atmacan›n karn›nda uçacaks›n desem, inan›r m›s›n?... -Atmacan›n karn› m›?...” (a.g.e., s.9) Sonra, iki çocukla birlikte gidilen Almanya ve ad›na fabrika dedikleri hiç mi hiç bilmedi¤i bir ifl yeri ve yine hiç mi hiç bilmedi¤i bir ifl... Bu bilinmedik koflullar›n getirdi¤i açmaz› da yine öyküden izleyelim: “Narinin Anas› ........... yandaki istiften, parlak yass› bir demir parças› ald›, önünden ak›p giden suyun içine dald›r›p ç›kard›. Narinin Anas›, türlü alafl›mlarla oluflturulmufl bu madene, nas›l demir diyorsa, önünden akan, gene pek çok kimye- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 34 vi maddeden oluflmufl s›v›ya da su diyordu. Ne bilsin Narinin Anas›... Bugün fabrikada çal›flmas›n›n ikinci günü... Mufl’un, Hakkari’nin, Denizli’nin yoksa Zile’nin bir köyünden mi gelmiflti buralara? Nereden gelirse gelsin, flu otuzyedi y›ll›k ömründe, fabrika ilk kez görüyor ve ilk kez gördü¤ü yerde çal›flt›r›l›yordu.” (a.g.e., s.8) b-Psikolojik ve Sosyolojik Sorunlar Öyküdeki kad›n kahraman›n üstünden oluflturulan özellikle teknoloji karfl›s›ndaki psikolojik yabanc›laflt›rma ise bilinçle yarat›lan bir “eldiven metaforu” arac›l›¤›yla flöyle veriliyor: “Ellerine bakt› bir ara. Eldivenliydi elleri. Y›llarca toprakla kardeflleflmifl derisinin üzerine geçirdi¤i, bu plastikten eldivendi en çok yad›rgad›¤›. Sanki canl›-cans›z her fleyle iliflkisinin kopar›ld›¤›n›, yaflananla aras›nda bir duvar, duvardan da yüce bir kalenin örüldü¤ünü san›yordu. Ellerinin bozulmas›na, hatta asitli suda parçalan›p yanmas›na raz›yd›. Yeter ki, flu plasti¤i ellerinin üstünden söküp atabilsindi.” (a.g.e., s.8) Görüldü¤ü gibi, buradaki “eldiven” onun yal›n, al›fl›ld›k, güvenilir gerçek yaflam›yla aras›na giren bu teknolojinin ve yabanc›laflman›n hakim oldu¤u ortam›n, bir simgesidir. Oysa o, eskiden oldu¤u gibi, hayata yine ç›plak elleriyle, dolays›z olarak dokunmak istemektedir. Çünkü flu anda, hem sosyolojik hem psikolojik aç›dan, hiç de al›fl›k olmad›¤› ve çok ürktü¤ü, yabanc› bir çevrededir. Geride b›rakt›¤› gerçek yaflamda oldu¤u gibi, içine düfltü¤ü bu yapay yaflama da her ne kadar can› yanacak olsa bile, ç›plak elleriyle dokunmak ve bu bilinmezden, bu yabanc›laflmadan kurtulmak istemektedir. Tüm bu çekilenlerin karfl›l›¤›nda beklenenler ise, yaln›z bir evde, bebek kardefli Davut’a bak›c›l›k daha do¤rusu annelik yapmaya çal›flan, alt› yafl›ndaki çocuk Narin’in a¤z›ndan flöyle dillendirilir: “A¤lama Davut...Aha dur flöyle... V›››n... Atta... Atta ya... Araba onlar... Almanlar var içinde. Babam›z bize de alacakm›fl. Hele anam›z da çal›fl›nca, topra¤›m›z olacakm›fl... Babam›n anama demesi öyle... Obam›z› b›rak›p niye geldik buralara... ... Karn›n doydu mu... Narin yan odadan yirmi-otuz çikolatayla döndüydü.... Al hepsi senin. Almanya’da çokmufl çikolata. Ne dediydi babam›z. Aç durmay›n ha çocuklar, karn›n›z ac›kt›kça çikolata. Sizi bofluna m› getirdim buralara. Üzüm gibi, kopar›p kopar›p yiyin.” (a.g.e., s.11) Görüldü¤ü gibi, buradaki çikolata da özlenen iyi hayat›n, iyi beslenmenin, bir bak›ma da lüks tüketimin sembolü olarak, çekilen güçlüklerin sonunda ulafl›lacak ödülü temsil etmektedir. Ana ve babas› fabrikada çal›flan alt› yafl›ndaki Narin, bütün gün evde bir bafl›na, bebek kardefline bakarken, ona karfl› ayn› zamanda bir anne rolü de üstlenmektedir. Buna, annesinden gördü¤ü gibi, onu emzirme ifli de dahildir. fiöyle ki: “Aban GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 35 kurban sana. Al benim memelerimi. Anan fabrikaya gitti... Al sana meme... Nas›l da açm›flt› gö¤sünü Narin. Kuru kara gö¤sünde, toplu i¤ne bafl› kadar, sivilceye benzer bir eti, getirip Davut’un a¤z›na dayam›flt›....” (a.g.e., s.11) Alt› yafl›ndaki bu “küçük anne” kendisini, yaln›zca kardefli bebek Davut’u doyurmakla de¤il, ayn› zamanda y›kay›p temizlemekle de sorumlu hissedince, iflte o zaman olan olur ve öykünün as›l trajik sonu, tam da bu noktada gerçekleflir. Çünkü, Narin bebek kardeflini, daha bir gün önce, annesinin kirli çamafl›rlar› y›kad›¤› çamafl›r makinesinde y›kay›p temizlemeye kalkm›fl ve onu makinenin içine koyarak, çal›flt›rma dü¤mesine basm›flt›r. fiöyle ki: Narin “Gel kardeflim, üstün bafl›n kirlenmifl demiflti. Ah flu çikolata yok mu... Nas›l da bulaflt›rm›fls›n zubununa ... Önlük tutsayd›m keflke. Ama, kolay›n› buldum Davut... Gel, gel kuca¤›ma . Bak yan odada bir makine var. Ev sahibi vermifl babama. Anam içine att›yd› öte-berimizi. Nas›l y›kay›p ak-pak ettiydi bir solukta. Babam›z da amma ak›ll› ha Davut... Ev sahibi ona anlatm›fl, o da anama anlatt›yd›. Eeee senin bac›n Narin’in de akl› flah hani... Bir dinledim fl›p diye kapt›m... Bac›n sana hayran... K›sma bacaklar›n› öyle. Korkma kurban›m, gir içine... Ohhh... Nas›l su... fi›››p, fl›››p... Otur... Aferin benim Davut’uma. Görsün Almanlar, pis mi olurmufl köylü çocuklar›... Oturdun mu... Yum gözlerini... fiu dü¤meye bass›n aban... fiu al renkli dü¤meye... Sonras› ak-pak bir o¤lan ç›ks›n içinden...” (a.g.e., s.14) Ve Narin basar dü¤meye, çal›flt›r›r çamafl›r makinesini... Bir zaman sonra ortal›¤› içinde et parçalar› yüzen, kanl› bir su kaplar ve korkudan, dehfletten gözleri kocaman aç›larak, duvara yaslan›p floka girmifl, yerinden bile k›p›rdayamayan bir çocuk Narin vard›r öykünün bu son karesinde... Evet... Sonuç olarak, alt› yafl›ndaki küçük Narin’in deyifliyle “Ah flu çikolata yok mu...” ‹flte her fley bu çikolatan›n temsil etti¤i “metafor” içindir ve Davut ve Davutlar ve Narin ve Narinler ve onlar›n analar›-babalar›, bu bir bak›ma ütopik metafor u¤runa, bir flekilde yok olup giderler... Söyleyeceklerimi sonlarken, Ruhi Sunun sesini duyuyorum beynimin içinde: “S›¤mazken atalar›m güne yar›na, Düflmüflüm aaah düflmüflüm el kap›lar›na...” Bekir Y›ld›z, Alman Ekme¤i, ‹skele Yay›nc›l›k, ‹stanbul 2006. Bekir Y›ld›z, Demir Bebek, ‹skele Yay›nc›l›k, ‹stanbul 2006. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 36 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 37 ’’Öteki’’ Olmak Kaderi Valentina Tabunscic * “Aç toylar uçar Geride yavrular› Yar›m ‹stanbul Hacer Yar›m Almanya Ali. Donar kal›r kum çak›l betonlarda Gelirim, biraz para, önümden çekil! Yar›m Almanya Esma Yar›m ‹stanbul ‹smail.” Behçet Necatigil “Ço¤u hasret kald› yuva yurduna Çekilip gittiler ekmek derdine.” Hüseyin Parlakdemir ‹ lk ça¤lardan bafllayarak insanlar›n çeflitli nedenlerle sürekli yer de¤ifltirdikleri bilinmektedir. ‹nsano¤lu günümüze kadar üç farkl› kültürel evreden geçmifl ve iki önemli devrim gerçeklefltirmifltir. Bunlar paleolitik, neolitik, endüstri evreleridir. (Güvenç, 1984: 161). Göç, neredeyse tüm toplumlar› etkileyen, insanl›¤›n tarihiyle özdefl bir olgudur. Bir insan›n do¤up büyüdügü ve al›fl›k oldu¤u bir çevreyi b›rakarak, yabanc›s› oldu¤u baflka bir yerleflim birimine göçmesi, pek kolay olmayan bir eylem olarak düsünülmelidir. Bu nedenle, göçü do¤uran faktörler büyük önem kazan›r. Do¤al afetler, ekonomik darbo¤azlar, yap›sal de¤iflimler ve can güvenli¤i gibi nedenler daha çok iflin toplumsal boyutuna vurgu yaparken; daha iyi bir yaflam beklentisi ve macera severlik gibi nedenler bireysel boyutu vurgulamaktad›r. Göç, ekonomik, siyasi, ekolojik veya bireysel nedenlerle, bir yerden baflka bir yere yap›lan ve k›sa, orta veya uzun vadeli geriye dönüfl veya sürekli yerleflim hedefi güden co¤rafik, toplumsal ve kültürel bir yer de¤ifltirme hareketidir. *Sosyolog, Moskova. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 38 ‹nsanlar›n ilkel dönemlerde do¤al afetler ve kaynak yetersizli¤i gibi nedenlerle göç etmeleri, onlar›n di¤er canl›larla bu yönden benzeflti¤ini ortaya koymaktad›r. Ancak, insano¤lunun evrimsel süreçte katetti¤i yol, çok geçmeden onu dünyan›n efendisi yapm›fl; bu da, her fleyi radikal bir flekilde de¤ifltirmifltir. ‹nsanlar giderek baflka kav›mlerin ürettiklerini kaba kuvvet kullanarak ellerinden almanin üretme eylemi gibi zahmetli bir fleyden daha kolay oldu¤unu keflfetmifller ve bu ise , dünyan›n ve insanlar›n›n sömürülmesinin yolunu açm›flt›r. Göç, üzerinde en çokca arast›rma yap›lm›s ve yap›lmakta olan önemli konulardan biridir. Bu cal›flman›n birincil amac› Türkler’in göç sürecini incelemektir. Yapaca¤›m›z incelemenin daha sagl›kl› sonuçlar do¤urmas› için Türkler’in Almanya ve Bulgaristan’daki yaflamlar› dikkate al›narak, bu halk›n vatandafll›k durumlar›, yabanc› düflmanl›¤›, anayurda göç özlemi öteki ve sosyal d›fllanma kavramlar çerçevesinde ele al›nacakt›r. Ve son olarak geçmifl ile günümüz aras›nda bir köprü kurularak göç olgusunun günümüzdeki boyutlar› ve anlay›fl› tart›fl›lacakt›r. Türkler hiçbir zaman göç olgusuna yabanc› bir millet olmam›flt›r. Neredeyse, göç ve Türklük birbirleriyle paralel giden unsurlar haline gelmifl ve Türkler Orta Asya’dan Akdeniz’e oradan da Avrupa’ya istilalar sonucunda yay›lm›fl bir millet olarak tarih sahnesinde boy gostermifltir. Türkiye, özellikle 1960’l› y›llar›n›n sonuna do¤ru gönderdi¤i iflçilerle, varl›¤›n› Bat› Avrupa ülkelerinde artan oranda hissettirmeye bafllam›flt›r.Tarihin belirli dönemlerinde Türkiye ile Almanya aras›ndaki s›cak iliflkilere ra¤men, hiçbir zaman Avrupa halklar›yla Türklerin yabanc› ülkelerde yo¤un bulundu¤u bir dönem olmam›flt›r. Türkiye hiçbir zaman bir sömürge ülkesi olmad›g›ndan di¤er baz› sömürge ülkelerin yaflad›g› zorla göcü de yaflamam›flt›r. 2. Dünya Savas› sonras› Bat› Avrupa ülkelerinin Marshall yard›m›yla geniflleyen ekonomilerinin do¤urdu¤u iflgücü taleplerini 1960’lara kadar Türkiye’den kars›lamad›klar› düflünülecek olursa, Türkiye’nin uluslararas› göç baglam›nda sahneye en gec ç›kan ülkeler aras›nda yer ald›g›n› belirtmek faydal› olacakt›r. Bütün bu gec kalm›fll›g›na ra¤men, yine de Türkiye, 40 y›l gibi k›sa bir süreç içerisinde yurtd›fl›nda yaflayan üç milyondan fazla vatandafl›yla, gerek politik ve gerekse bilimsel arenada önemli ölcüde dikkatleri üzerine toplayan bir ülke olmufltur. Türkler’in Almanya’ya bafllayan göç sürecini Bekir Y›ld›z Türkler Almanya’da adl› kitab›nda çok güzel anlatm›flt›. "Su ve topra¤›n tükendi¤i yerden insanlar göç eder. Bu bütün ülke için de böyle olabilir.Tarihte örnekleri vard›r. Kendi örne¤imiz. Büyük Orta Asya göcü... Bunlar› kimse ay›playamaz. Hatta, yurt an›lar›n›n tutkular›na ra¤men, tabiat›n ihanetine teslim olmaks›z›n, yeni hayat sahalar› aramak, bulmak; oralara yerli direnifli yenerek, yeniden yerleflmek, hele üstün medeniyetler götürebilmek, kahramanl›kt›r da.. Fakat Sirkeci’den ak›p giden göç, bunlara benzemiyor.. Herseyi ile var olan vatandan, yurttan kaç›flt›r bu... Ama zorunlu, zorlay›c› kaç›s.. Bu defa sebep: Tabiat›n de¤il, insanlar›n tukenifli.. Göç bu tükenifle son direnifl.. Belki de kaçmakta olan giz- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 39 li bir kahramanl›kt›r... ‹flte o gün, bu hava içinde bizleri götürecek trene, f›r›nlara sald›ran aç insanlar gibi hücüm ettik. Bir zamanlar atalar›m›z k›l›çlar›yla Avrupa’ya sahip olmufllar, flimdi bizlerse, pasaportlar›m›zla s›¤›n›yoruz..." Bekir Y›ld›z’›n Yaman Göç adl› yap›t›ndan da bir örnek vermek istiyorum. "Afrika’ya geldiler. A¤aç söker gibi, siyah insan› topraklar›ndan söküp gemilere bindirdiler. Gemilerin yönü Amerika’ya do¤ruydu. Beyaz adamd› y›llar önce bunu yapan. Amaçlar›, siyah insanlar› pazarlarda hayvan gibi satmakt›. Sat›lanlar›n›n aras›nda birisi vard›. Ismi Kunta Kinte idi. O günden sonra, ülkesinden sökülen insanlar›n ortak ismi Kunta Kinte oldu. Ben de 1962 y›l›nda Almanya’ya çal›flmaya gittim. Benim de ismim Kunta Kinte idi. Afrika’dan giden siyah adamla bir tek ayr›m›m›z vard›: Onlar› zorla götürdüler.Bizler kendi iste¤imizle, sevinçten uçarak, tipifl tipifl gidiyorduk..Aslanlar, ormanlarda avlanm›yordu çag›m›zda. Aslanlar›n su içmek için gelecekleri su bafllar›na kurulmufltu tuzak. Aslan›n arad›¤›, su de¤ildi arad›¤›m›z. Ekmekti.. Ekmek Almanya’dayd›. Ekme¤e do¤ru göç böyle baslad› iflte." Almanya iflçi göcünün ilk dönem için temel belirleyici özelli¤i, ço¤unlukla iflçilerin ailelerini geride b›rakarak tek baslar›na gitmesidir. Bunun alt›nda yatan önemli bir neden, bu gidiflin geçici bir süre için oldu¤u ve yeterli para biriktirildikten sonra geri dönülece¤i beklentisidir. Almanya’ya var›ld›¤›nda tüm iflçilere uygun ifller veriliyordu. Ve Bekir Y›ld›z’›n söyledi¤i gibi" Almanya’da ifl be¤enmemek, ibadet etmek için cami be¤enmemeye benzer" ( Türkler Almanya’da, 1966: 28). Almanya’daki hayat buraya yeni gelen Türkler için çok farkl›yd›. Ülkelerinde görmedikleri birçok yenilik ve kural ile karfl›lafl›yorlard›. Uygulanan bant sistemiyle, Almanya’da iflçinin kazanc›, kendisinden bir öncekinin çal›flkanl›¤›na ba¤lanm›flt›r. Neticede, para kazanmaya mecbur olan her insan, yekdi¤erinin tembelli¤ini affetmiyor ( Türkler Almanya’da, 1966: 39). Böyle bir sistemde çal›flmak hiç de kolay olmam›flt›r. Fakat memleketinde kalan cocuklar›na, ailesine özlem, anayurda göç hasreti insanlara kurallar› çi¤nememeyi ö¤retmifltir. Baz› iflçiler daha h›zl› para kazan›p da memeleketine dönmek amac›nda oldu¤u için ailesi ile birlikte gurbete gelmiflti. Böylelikle hem kendisi, hem de efli çal›fl›yordu. Çocuklar›n› evde tek bafl›na b›rak›p kar›-koca onlara daha iyi bir hayat verebilmek için sabahtan akflama kadar fabrikada çal›fl›yorlard›. Bu durumun ac›s› Bekir Y›ld›z’›n Demir Bebek adl› yap›t›n›n tümünü kapsam›flt›r ve okuyucuya hissettirilmifltir. Bu hikayede bir aile çocuklar›na daha iyi bir yaflam verebilmek için Almanya’ya geliyor. Kar›-koca ikisi de fabrikada çal›flmaya bafll›yor. Befl yafl›ndaki k›z› Narin ise evde küçük kardefli Davud’a bak›yor. "Narin’in annesi iki saatten beri, karfl›s›ndaki ›fl›¤a, hiç k›rm›z› yakt›rmadan çal›fl›yordu. Yüzündeki sevinç, belki bundan, belki de, çocuklar›na kavuflma süresinin azalmakta oluflundand›. Memelerinde, gelip geçen bir a¤r› duydukça, Davud’u an›ms›yor, az kald› yavrum diyordu kendi kendine. Memelerim gene doldu bugün. Sanc›lan›p ö¤le paydosunda, muslu¤a ak›tmasayd›m k›smetini, senin gibi iki çocu¤a bile yeter de artard› sütüm.." Narin’in annesi GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 40 hep evde kalan iki çocu¤unu düflünüyordu. Davud tüm gün a¤l›yordu:" Aba, aba, beni de kuca¤›na alsana.Anam nerde aba? Sütlü memelerim nerde aba? " Narin dayanam›yor: " Al benim memelerimi. Anan fabrikaya gitti... Al, çikolata ye! Ne dediydi babam›z: aç durmay›n ha çocuklar. Karn›n›z ac›kt›kça, çikolata.." Davud yine a¤l›yor, annesini istiyor. Narin "Gel, kardeflim, üstün bafl›n kirlenmifl demiflti.Ah, flu çikolata yok mu? Gel seni y›kayay›m.. Yan odada bir makine var..Anam öteberimizi akpak ettiydi..Gir içine.. Oooooh..Otur.Aferin benim Davuduma. Görsun Almanlar, pis mi olurmufl köylü çocuklar›..Yum gözlerini..fiu dü¤meye bass›n aban..Sonras› akpak bir o¤lan ç›ks›n içinden..." Bekir Y›ld›z " Türkler Almanya’da" adl› roman›nda Almanya’da yaflanan dört sene içerisinde baz› gerçeklere var›yor. Bunlar: "Alman endüstrisi, ferdi yard›mlaflmalar› reddediflin felsefesi içinde, insanlar› birbirine karfl› egoist yaparken, her insana tek bafl›na mücadele etmek niteli¤ini, yani çal›flkan olmak mecburiyetini kabul ettiriyor. Yabanc›lar komplekslerini tatmin etmek icin arabalar›n büyüklerini tercih ediyorlard›. Böylece küçük arabaya s›¤mayan aptall›klar›n› ancak büyük arabalarla tafl›yabiliyorlard›. Unutulmamal›d›r ki, Turkiye’de en zor fley zaman›n nas›l de¤erlendirilece¤i de¤il, nas›l öldürülece¤idir, Almanya’da tam tersi" Bu yüzden de atasözü haline gelmifl bir iflçinin sözleri çok yayg›nd›r: " Söze geldi mi Almanya, çal›flmaya geldi mi Türkiye". Bekir Y›ld›z’›n baflka bir hikayesi" Kör" o¤lunun Almanya’ya çal›flmak için gitti¤ini ve ifl buldu¤unda kör babas›n› Almanya’ya tedaviye getirdi¤i anlat›l›yor. Babas›n› Türkiye’ye almaya gitti¤inden dolay› iflten ç›kart›l›yor ancak arkadafl›n›n sayesinde yeni bir ifl buluyor. " Hele de, ne fabrikas›ym›s bu. Babam da duysun. Onun da yüre¤i rahat etsin. Dedim ya konuflan oyuncak fabrikas›nda çal›saca¤›z. Bu oyuncaklar içinde ölüm varm›fl ama. Uçaklardan at›l›yormufl savaflta..Çocuklar oynay›nca patl›yormufl.." ‹flçinin babas› Ömer amca o çocuklar› düflündü, onlar›n ölece¤ini, kör kalabilece¤ini.."Pasaportunu ac› bir gülümsemeyle ç›kar›p o¤luna uzatt›. Istanbul’a bir bilet al o¤lum. Pencere yan› olsun ama..." Bu romanda Ömer amca gözlerinin tedavi edilmesini ne kadar çok istese de, o çocukalar›n gelece¤ini düflünerek, o¤lunun para biriktirmek için konuflan bebekler fabrikas›nda çal›flaca¤›n› hiç istememiflti, çünkü bu iflte bir ölüm vard›.” Genel olarak o dönemi anlatan öykü ve romanlara bakt›¤›m›zda her birinde ac›, anayurduna göç hasreti, annenin çocu¤una özlemi söz konusudur. Bunu Bekir Y›ld›z’›n "Çiçeksiz Mezarlar" hikayesinde seven annenin o¤lunun bedenini s›rt›nda tafl›yarak memleketine gömmek için götürme çabas›nda görebiliriz. Anne- çocuk iliflkisi " Sabah›n Kurtlar›" hikayesinde de ele al›nm›flt›r. Yurtd›fl›na göcün bafllang›ç y›llar›nda kimsenin öngörmedi¤i sorunlardan birisi, uzun y›llar d›flar›da yaflam›fl bir Türk’ün yaflad›¤› ülkenin vatandafll›¤›na geçmesiyle ilgili ortaya ç›kan sorunlard›r.Almanya vatandafll›k hakk› vermede kan ba¤›na büyük önem vermekteydi. Almanya’ya 1960’ l› y›llarda giden birinci kuflak Türkler, büyük bir ço¤unluk- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 41 la kendilerini feda etmifl insanlard›r. Almanya’da misafir iflçi denilen bir konumda bulunduklar›ndan bunlar›n Alman toplumuna uyumlar›, dil o¤renmeleri, bar›nma ve sosyal güvenlik sorunlar› ilk on y›l önem verilen konular olmam›flt›r. Almanya’daki Türkler, 1973 sonras› ailelerini yanlar›na alarak aile birleflmesi fikrini hayata geçirdiklerinde, sorunlar›n ciddiyeti görünmeye baslam›flt›r. Bafllang›çta bir gün yurda kesin dönüfl yapma fikri sonralar› birço¤u için sembolik bir anlamdan ileri gidememifl ve yurtd›fl›ndaki Türk ailelerinin pek ço¤u bulunduklar› ülkelerde hayatlar›n› devam ettirme yönünde tercihlerini ortaya koymufltur. ‹kinci ve üçüncü kuflaklara gelince, onlar her iki kültürden de etkilenerek melez kimlikler tafl›y›c›s› olarak tan›mlanabilirler. Yurtd›fl›nda yaflayan Türklerin tamam›n› kapsamasa da, ikinci ve sonraki kuflaklar›n ›rkç›l›k ad› verilen yabanc› duflmanl›¤›ndan çok daha fazla etkilendikleri ve bu tür olaylarda daha fazla hedef olduklar› , yine önemle üzerinde durulmas› gereken bir konudur. Yaflad›klar› toplumun kültürünü ne kadar fazla edinmifl olsalar bile, sonuçta Türk olduklar› fikri, yaflad›klar› toplumda karfl›laflt›klar› ayr›mc›l›k ve sald›r›larda hiçbir fleyi, de¤ifltirmemektedir. Bunun baz› nedenleri vard›r. Ilk kuflak yabanc›lar, bu ülkedeki ekonomik patlaman›n ihtiyaç duydu¤u ifllerde çal›flm›fllar ve bu nedenle bulunduklar› ülkelerin insanlar›yla rekabetleri minimum seviyede kalm›flt›r. Yerli halk›n istemedi¤i ifllerde çal›flan ilk kuflak yabanc›lar, yerli iflçiler için baslang›flta bir tehdit unsuru de¤ildir. Fakat her zaman bu iflçiler toplumda az ya da çok ölçüde bir öteki, toplumun d›fllanm›fl bir ö¤esi olarak görülmüfltür. Bir sahipsiz olarak alg›lanm›flt›r. Bekir Y›ld›z Sahipsizler adl› hikayesinde bunun üzerinde durmufltur. Almanya’ya para kazanmak için giden bir iflçi çal›flma s›ras›nda gaz ile zehirlenip ölmüfltür. Arkadaslar› bedeni anayurda göndermekle u¤raflt›klar› s›rada fabrika flefi mezarl›kta yer kalmad›¤›ndan dolay› tabutun yak›laca¤›n› onlara bildirmifltir. Her ne kadar karfl› ç›ksalar da tabut yak›lm›fl ve külleri vazoya dokülmüfltür. Tabutun yak›lmas›ndan önce tabutun süslenip süslenmeyece¤i sorulmufltu. Papaz taraf›ndan gelen cevap: "Hay›r, o tabut sahipsiz" olmufltur. Böylece göç olgusunu Almanya’da oturan Türkler’i anlatan romanlar do¤rultusunda incelemifl olduk. Bir de Bulgaristan’daki Türkler’i anlatan bir öyku üzerinde durmak istiyorum. Özgen Keskin’in öykusu"Göçmen Gözler". Bu Bulgaristan’daki Türkler’in anayurda göç özlemini anlatan gerçek hayattan al›nm›fl ödüllü bir romand›r. "Göçmen Gözler" 1980’lerde Jivkov rejiminin zülümüne direnen ve kurtuluflu Türkiye’de bulan, flampiyon bir güreflçinin çileli hayat öyküsüdür. " Köy, geceleri otobüs otobüs gelen polislerce bas›l›p, akla gelmedik iflkencelerle inim inim inletilmektedir. Her gün bir ikisi al›n›p götürülür komflulardan. Bu gece s›ran›n bizde olmad›¤› ne malum? Böyleyken, çocu¤unu bile doyas›ya sevemiyor insan..." " Bir gün hiç unutmuyorum sabah antreman›ndan ç›km›flt›k, ilk yar›y›l›n son günlerine do¤ru bir hafta sonuydu. S›radan bahanelerle her hafta cezaland›r›lm›fl ve hafta sonu izinle- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 42 miz verilmemiflti. Asl›nda hem derslerimizin iyi oluflu, hem de bütün emirleri yerine getirmifl olmam›z yetmiyor; basit fleylerle tuvalet temizli¤i, kondisyon tamamlama, boya badana iflleri gibi cezalarla hafta sonu izinlemiz engelleniyordu. Hayr› de ben de bütün Bulgar ögrenciler izne ç›karken, bizim ç›kar›lmay›fl›m›z›n giderek ailelerimizden kopar›lma amac›na yönelik oldu¤unu görebiliyorduk". Böylece flimdiye kadar Türkiye’den d›fla göcü örneklendirerek incelemifl olduk. Peki günümüzde göç olgusunun boyutlar› ve anlay›fl› nelerdir? Dünyada göçün tarihsel sürecine bakt›¤›m›zda 17. yuzy›ldan günümüze kadar, kolonileflme ile olan göçler, genifl imparatorluklar›n da¤›lmas›yla ortaya ç›kan göçler, köle tafl›mac›l›¤›, yani zorunlu göçler, geliflmifl ülkelerin kolonilerden çekilmesiyle beliren göçler ve ayr›ca endüstrileflmenin sonucunda oluflan ve etkilerini hem iç hem de uluslararas› arenada gösteren göçler biçiminde yafland›¤›n› görmekteyiz. Geliflmekte olan dünyan›n gittikçe artan iç ba¤l›l›k ve dinamikleri, buna paralel olarak gittikçe geliflen teknoloji, artan globalleflme ve kolaylaflan ulafl›m olanaklar›, yirminci yüzy›l boyunca artan bir flekilde insan hareketleri de göç dalgas›n›n yaflanmas›na sebep olmufltur (Williams ve di¤erleri, 2000). Ayr›ca, insanlar›n yaflam sürelerinin uzamas› ve sa¤l›kl› bir flekilde uzun y›llar emekli olduktan sonra yaflayabilmelerin yeni bir tür göç olan uluslararas› emekli göçü olgusunun oluflmas›na yol açm›flt›r. Emekli göçleri içinde son 20 y›lda en fazla rastlanan› Kuzey Amerika’da Kanada ve Amerika Birleflik Devletlerinden, güneye Meksika’ya ve Florida eyaletine olan emekli göçleri ile, Kuzey Avrupa’n›n geliflmifl ekonomilerine sahip ‹ngiltere, Almanya ve Norveç gibi ülkelerden daha az geliflmifl ve dolay›s›yla yaflam giderleri daha düflük olan ve s›cak iklim koflullar› nedeniyle daha uygun bir yaflam koflullar› sunan Güney Avrupa ülkelerine olan emekli göçleridir. Göç eden Avrupal›lar›n, özellikle Avrupa Ekonomik Entegrasyonu sonucu serbest dolafl›m engelinin kald›rmas›yla, tatillerini geçirmek veya emeklilik hayatlar›n› geçirmek için s›cak Akdeniz k›y›lar›na yerleflmeleri 1980’lerden beri devam eden önemli bir ak›md›r. Bu insanlar genellikle, önce turizm amaçl› olarak s›cak Akdeniz ülkelerine gelmifller, daha sonra emekli olduklar›nda hayatlar›n›n geri kalan k›s›mlar›n› sosyal, ekonomik ve iklim olarak daha uygun olan bu bölgelerde geçirme karar› alm›fllard›r. Son 30 y›lda insan ömrünün özellikle geliflmifl ülkelerde önemli derecede artmas› ve bunun sonucu emeklilik sonras› artan ömür, 1950’lerden itibaren bat›l› ülkelerde yo¤un olarak görülen çocuk say›s›nda patlama (baby boom) ve artan emekli nüfus, günümüzde artan uluslararas› emekli göçünün temel nedenidir. Görüldü¤ü gibi günümüzdeki göç olgusu art›k farkl› bir anlam kazanm›flt›r. ‹nsan toplumunun tarihi bir yönüyle göçler tarihidir. ‹lkel toplumlardan bafllayarak göç olgusu de¤ifliklikler geçirmifl ve geçirmektedir. Ve bu göcün durdurulamayaca¤›n› söylemek mümkündür. Çesitli yollar kullan›larak, en s›k›nt›l› dönemlerde bile göçlerin devam etti¤i ve bunun yak›n bir gelecekte sona ermeyece¤i söylenebilir. Göcün yo¤unlu¤unun azalt›lmas›n›n tek ç›kar yolu, ülke GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 43 içinde çal›flanlara insanca yaflam koflullar› sa¤lamak ve iflsizli¤i önleyici politikalar üretmekten geçmektedir. Çal›flmam›n sonunda Almanya’da bulunan bir iflçi taraf›ndan yaz›lan bir fliiri size sunmak istiyorum. Buraya geldi¤inde gençlik f›flk›r›yordun, Seni de tuz misali serdi bu Almanya… Belki memleketinde ac›s›z yafl›yordun, Ac›lar›n tümünü verdi bu Almanya… Bak, döküldü saçlar›n, gözlerinde hiç fer yok! Dank etsin flu kafana rahat olan bir yer yok! Çekeceksin bu kahri mutluluktan eser yok! Senin de defterini durdu bu Almanya… Ma¤lup isen gurbete üc befl kurufl u¤runa, Eyvallah diyeceksin ne çikarsa yoluna… Sak›n üzülmeyesin a¤lanacak haline, Nice senin gibiler gördü bu Almanya… Esas›nda göç, kültürlerin hareket halinde olmas›, birbirleriyle etkileflim içine girmeleri ve evrensel uygarl›¤› birbirimizden ö¤renerek ileriye götürebilmemiz aç›s›ndan çok önemli potansiyele sahip. Bu haliyle, medeniyetimizi farkl›l›klara karfl› nas›l bir tepki verece¤i konusunda s›nayan bir olgudur. Göç olgusunu ele al›fl biçimimiz de çok fley ortaya koyuyor. Konuyu hem küresel düzeyde hem de insani düzeyde ele almak laz›m. Küresel düzeyde bakt›¤›m›zda göçmenlerle ilgili istatistikler çok vahim. Bireysel düzeyde bakt›¤›m›zdaysa o istatistikleri oluflturan kaza, ölüm, hastal›k gibi olaylar›n ve bunlar›n yaflayan göçmenlerin her birinin ayr› bir öyküsü oldu¤unu görüyoruz. KAYNAKCA 1. A¤ao¤lu Adalet (2008). Göç Temizli¤i,Turkiye Is bankasi Kultur Yayinlari.Istanbul 2. Baubock Rainer. The international Migration Review; Spring 1996; 30,1; Academic Research Library pg.203 3. Keskin Özgen (2009). Göçmen Gözler.Babiali Kultur Yayinciligi. Istanbul 4. Karakaya Etem( 2005). Turkiye’ye Yabanci Emekli Göçü. Didim Örnegi, Kentsel Ekonomik Arastirmalar Sempozyumu 5. Sapancali Faruk (2005). Sosyal D›fllanma, Dokuz Eylul Yayinlari. Izmir 6. Sevimli Ibrahim (1993). Uzun Bir Göç Öyküsü, Belge Yay›nlar›. ‹stanbul 7. Tekeli Ilhan(2008). Göç ve Ötesi.Tarih vakfi yurt yayinlari. Istanbul 8. Yalcin Cemal (2004). Göç Sosyolojisi, An› Yayincilik.Ankara 9. Y›ld›z Bekir( 1979). Demir Bebek, Cem yayinevi. ‹stanbul 10.Y›ld›z Bekir( 1997). " Roportajlar-1" DD yayinlari.Istanbul 11.Y›ld›z Bekir (1997). Sahipsizler, DD yayinlari.Istanbul 12.Y›ld›z Bekir( 1966). Turkler Almanya’da , Istanbul 13.Y›ld›z Bekir( 1983). Yaman Göç . Yazko Yay›nlar›, Istanbul 14. http://tr.wikipedia.org/wiki/AlmanyaTurkleri 15. http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=cts&haberno=7053 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 44 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 45 Kumru’nun Göçü Sevil Demiral* T oplumsal de¤iflmeler yaz›n›n en üretken kaynaklar›ndan biridir. Yazar toplumda gözlemledi¤i de¤iflim ve dönüflümler hakk›nda sorular sorar, düflündürür, kendi dünya görüflünden yola ç›karak yaratt›¤› kifliler arac›l›¤›yla toplumu sorgular. Okur, bu do¤rultuda, kendince yan›tlar bulur, al›mlama biçimine uygun tav›r koyar: yaz›n yap›t›ndaki kifliyle özdeflleflti¤i de olur, yads›d›¤› da. Zaman zaman sorular üretir, yan›tlar arar, k›sacas› toplum içindeki konumuna göre yaz›n yap›t›ndaki konumunu belirler. Bunu yaparken yan›tlar›n ne olabilece¤ini sezdiren yazar›n ifllevi göz ard› edilemez. Bunun yan›s›ra, yazar bilimsel verilerin yaz›n yap›t›nda gösterilmesi ve bunlar›n okura sezgi yoluyla aktar›lmas› ifllevini de üstlenerek okuru yönlendirir. Toplumsal olaylar bu ba¤lamda her dönem yazarlar›na kaynakl›k eder. Anadolu’dan yola ç›karak büyük kentin düzenine uyum sa¤layamayan bireylerin sorunsala dönüflen yaflam öyküleri pek çok yazar›n tercih etti¤i bir konudur. Cumhuriyet Dönemi roman›ndan postmodern romana dek pek çok yazar, her biri kendi donan›m›ndan, kendi bak›fl aç›s›ndan bu konuyu ele al›r. Kimileri bireysellikle kimileri yabanc›laflmayla, kimileri içsel çalkant›larla yada toplumsal de¤iflimlerle karfl›m›za ç›karlar Tahsin Yücel’in Kumru ile Kumru roman› Anadolu’dan kente göç eden, yaratt›klar› ve yaflad›klar› sorunlar›n bilincinde olmayan ama durumlar› konusunda okuru okudukça fazla düflündüren bir ailenin yaflam›n› öyküler. Yazar Kumru’nun arac›l›¤› ile Anadolu’dan metropole göçü çarp›c› yönleriyle irdeler. Özellikle tüketim al›flkanl›klar›, patronaj iliflkileri, hemflehrilik iliflkileri, alt kültür, kentlileflme gibi kavramlar› gündeme getirir. Ak›c› anlat›m›yla ve zengin bir imgelemle karmafl›k kavramlar› yal›n bir kurgu içinde irdeler, göç olgusunun yaratt›¤› sorunlar› çarp›c› bir biçimde okurun dikkatine sunar. Roman kiflileri k›rsal kesimden kente göç etmifl di¤er bireylerin ortak özellikleri* Yrd. Doç.Dr., Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 46 ni yans›tt›klar› için, büyük beklentiler peflinde olmad›klar› halde “tipik” özellikler tafl›rlar. Herkese benzeyen yanlar›ndan baflka “öteki” olma özellikleriyle de öne ç›karlar. Örne¤in Kumru sosyal bir evrim yaflamadan kentlinin yaln›zca tüketim al›flkanl›klar›n› benimsemekle kal›r: s›çramal› göçün yaratt›¤› sorunlar› yaflayan somut bir örnek oluflturur. Roman kiflileri durumlar›n›n bilincinde olmad›klar› için düflünsel ve duygusal aç›dan kent yaflam›n›n içinde kaybolup giderler. Onlar›n bu duruma gelmesini haz›rlayan etken toplumsal bir de¤iflim yaflamalar›ndan kaynaklan›r. Toplumsal olaylar›n dönemin insanlar›n›n davran›fl biçimlerine yans›mas› görüflünden esinlenerek yarat›lan kurgusal kiflilerin hepsi de¤iflimi yans›t›rlar. De¤iflim Pehlivan’›n ‹stanbul’a göç etmesiyle birlikte kendini kent toplumunun üyesi olma sürecinde kendisiyle benzer yaflam biçimi, de¤erler sistemi ve davran›fl kal›plar›n› paylaflt›¤› hemflehrileri aras›nda bulmas›yla bafllar. Romanda Pehlivan-Recep Efendi-Bilal Efendi- Kandillili Yakup iliflkilerini hemflehri iliflkileri ba¤lam›nda, ayn› sosyal s›n›f içerisinde daha güçlü iliflkiler olarak, Pehlivan-‹smail Bey iliflkisini ise farkl› sosyal s›n›f ba¤lam›nda de¤erlendirebiliriz. Olaylar daha önce ‹stanbul’a yerleflmifl muhtemelen yasal olmayan ifllerle belli bir mal varl›¤›na kavuflmufl olan ‹smail Bey-Pehlivan iliflkisi ekseninde geliflir. K›rdan kente göç eden her göçmen gibi kentte tutunma çabas› içerisinde öncelikle kayna¤› ne olursa olsun bir gelir elde etmek amac›yla ‹smail Bey-Pehlivan iliflkisi patronaj iliflkisi hami (patron) ve adam› aras›nda, devaml›l›¤› mal ve hizmetlerin dengesiz mübadelesine dayal› yüz yüze iliflkilerin ikili do¤as›n›n belirledi¤i iliflkiler olarak flekillenir. Bu iliflkilerde “patron” genellikle ç›kar ve adam›na koruma sa¤larken , “adam”› da kiflisel hizmet, sadakat, yard›m ve genel destek sunar (Kudat, 1975: 69). Bu iliflki roman da “apartman sahibinin hemflehrisi, hatta uzaktan akrabas› olmas›, buna karfl›l›k bu çok zengin adam›n kulu kölesi olmas› da baya¤› artt›r›yordu sayg›nl›¤›n›: hemflehrisinin yan›nda, bir süre çok paral› bir iflte çal›flt›ktan sonra, vur k›rdan hofllanmamas› nedeniyle, bu ifli adam›n tüm bast›rmalar›na karfl›n b›rakt›¤›n›, böyle bir yerde bir daha çal›flmamaya büyük yemin etti¤ini anlata anlata bitiremiyorlard›” (Yücel, 2005: 8) cümlesi ile betimlenir. Buradan hareketle ‹smail Bey-Pehlivan iliflkisi, Pehlivan’›n kentte tutunma çabas› içinde, öncelikle yasal olmayan bir iflte hamisinin kanatlar› alt›nda çal›flt›¤›n›, ancak sonralar› iri gövdesiyle uyuflmayan sevecen yüre¤inin a¤›r basmas›yla bu iflten ayr›l›p herhangi bir e¤itim ve beceri gerektirmeyen fiziksel gücü ile orant›l› marjinal bir ifl olan kap›c›l›k iflini benimsedi¤ini okuyoruz. Ancak Kumru’nun eflya tutkusu ve bu iste¤ini Pehlivan›n karfl›lama yetisi roman›n ak›fl› içerisinde yeniden ‹smail Bey-Pehlivan ifl iliflkisini gündeme getirir. Pehlivan-Recep Efendi-Bilal Efendi-Kandillili Yahya iliflkisi ise hemflehrilik iliflkisi ba¤lam›nda ele al›n›r. “Hemflehrilik iliflkileri kalk›fl noktas›nda olmayan daha çok kentlerde geliflen bir iliflkidir. Dayan›flmac› aidiyet duygusunu üreten “hemflehri” sonradan elde edilen, atfedilen bir statüdür. Göç edenler geldikleri yerde birbirlerine hemflehri olarak bakmazlar. Ancak yeni geldikleri kentlerde “biz ve öteki” ay›r›m›nda hem- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 47 flehrili¤i biz duygusunu güçlendirmek için de¤erlendirirler” (Bal, 2008: 106). Roman kiflilerinin kentle iliflkileri daha çok etken aç›klan›r. Bu nedenle yazar kente özgü tüketim mallar›n›n betimlemelerini ön plana ç›kar›r. Nesneler kiflilerin geçmiflleriyle karfl›tl›k sergiler ama yaflad›klar› dönem ve ortamla uyum içindedirler. Kumru’nun kentli statüsünü belirleyen nesne eflyad›r. Kumru’nun de¤iflim süreci buzdolab› ile bafllar, araba sevdas› ile son bulur. “ Dolap dedim, televizyon dedim, araba dedim, mala tapt›m” (Yücel, 2005: 290) diyerek geçmiflini unuttu¤unu itiraf eder. Eflya tutkusu ayn› zamanda onun ve ailesinin sonunu da belirleyen ö¤edir. Sahip olunan bu eflyalar kiflinin ihtiyac›n› karfl›lamaktan çok sosyal bir statü unsuru olarak ortaya ç›karlar. Mutfak ihtiyaçlar›n›n Pehlivan taraf›ndan herhangi bir bakkaldan al›nmas›na Kumru’nun fliddetle karfl› ç›kmas› kentli Tuna Han›m’›n seçimini, dolay›s›yla statüsünü paylaflma çabas›ndan kaynaklan›r. Köyden kente göç edenlerin kentle bütünleflme çabalar› öncelikle kente özgü tüketim al›flkanl›klar›n›n benimsenmesi, ailenin geliri ile sahip olunan tüketim mallar› aras›nda ciddi bir farkl›l›¤› da ortaya koyar. Kumru’nun herhangi bir marka yerine Tuna Han›m›n dolab›n›n, televizyonun ve arabas›n›n ayn›s›na sahip olma iste¤i bu gerçe¤i vurgular. Okuma yazma oran›n›n düflük oldu¤u bu kesimin kültürünün oluflumunda görsel iletiflim arac› olan televizyonun etkisi oldukça önemlidir. Kente göç eden ama kentli yaflam›n fark›ndal›¤›nda olmayan göçmenler televizyon arac›l›¤›yla kentsel yaflama özgü yaflam ve davran›fl biçimini ö¤renirler. Bilal Day›’n›n “güzel k›z›m en güzel buzdolab›n› ald›n ama evinde televizyonun yok: televizyonda reklamlar› izlemezsen neyin ne oldu¤unu bilemezsin” (Yücel, 2005: 104) diyerek kentsel yaflamdan haberdar olman›n yolunu gösterir. Ama televizyon konusunda kentli Tuna Han›m ayn› görüflte de¤ildir: “Kumru, güzelim….. her fley de¤iflirken senin adamlar›n hep ayn› fleyleri yinelemeleri yalan söylediklerini gösterir”(Yücel, 2005: 197). Peki, televizyonun anlam› Kumru için neydi? “…tüm kap›c›lar›n kendilerini d›fllamas›ndan sonra, televizyon bir komflu yada, bir arkadafl olmasa bile bir yoldaflt›” (Yücel, 2005: 197). Ancak “… televizyonda izledi¤i kiflilerle sorgulamadan dolay›s›yla anlamadan kaynafl›nca onlar› gerçekten anlad›¤›n› san›yordu” (Yücel, 2005: 197). Kentlerimizde göçmenlerin karfl›laflt›klar› di¤er bir sorun kent yaflam›na uyum sa¤lama, kente bütünleflme, kentlileflme sorunudur. Kente göç edenlerin kent ile bütünleflmeleri kentin ekonomik ve sosyal yaflam›na kat›l›m›yla orant›l›d›r. Kentlileflme sürecinde yeni kentlinin kentin sosyal yaflam›na hangi oranda kat›ld›¤› tart›fl›l›r. Bu konuda yap›lan araflt›rmalar bu sürecin yafl, cinsiyet, e¤itim, meslek, kentte bulunma süresi gibi de¤iflkenlere ba¤l› olarak de¤iflti¤ini ortaya koymufltur. Yeni kentlinin kentin sosyal yaflam›na kat›l›m›n›n 1. kuflak göçmenlerde son derece s›n›rl› oran ve alanlarda gerçekleflti¤i bilinmektedir. Bu oran cinsiyet farkl›l›¤›na dayal› olarak bariz bir flekilde ortaya ç›kar. “Heterojen kent kültürünü en az kad›nlar yaflar, onlar kent hayat›na daha az entegre olduklar› için ve zaten günlük yaflamlar›n›n çok önemli bir k›sm›n› mahallede, kendileriyle türdefl komflular›yla geçirdikleri için, farkl› gruplarla çok az karfl›lafl›rlar“ (Günefl-Ayata, 1991: 98). Bu göçmeler ancak kendilerine ben- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 48 zer gruplar içerisinde akraba, hemflehriler ve komflularla iliflki kuralar. Bu iliflkinin daha güçlü oldu¤u alan ekonomik yaflama kat›l›md›r. Geldikleri noktada ne kentli, ne de köylü olabilen insanlar›n hiçleflme durumlar› ise tüketim ba¤›ml›l›¤› ile anlat›l›r. Kumru’nun kent yaflam›na kat›l›m› Tuna Han›m’›n sahip oldu¤u tüketim mallar›na öykünmesi ile bafllar. Romanda bu kat›l›m buzdolab›, kredi kart›, televizyon, araba gibi tüketim mallar›yla okurun dikkatine sunulur. Kent ve k›r yaflam› aras›ndaki en belirgin ayr›m kent yaflam›nda konuta eklenen tüketim mallar›nda izlenir (fienyap›l›, 1982: 111) ve bunlar› konu edinen romanlara da ayn› gerçekçi göz ile aktar›l›r. Kente göç edenler daha çok tüketim, di¤er göçmenlerden farkl›laflma iste¤i, kentlilerle rekabet gibi duygularla farkl›laflm›fl bir toplumun üyesi olmak isterler. Kente özgü tüketim al›flkanl›klar›n›n belirlenmesi ihtiyaçtan de¤il, bireyin kentlileflme sürecinde en sorunsuz yol olan ekonomik kat›l›mla gerçekleflir. Romanda bu durum “Kumru’nun kendisi de, aradan koca bir hafta geçtikten sonra bile, tam olarak ak›l erdirebilmifl de¤ildi bu de¤iflime. 63 ekran televizyon Hakan’›n bilgisayar›yla birlikte gelmiflti. Televizyona gereksinim duydu¤u yoktu ayr›ca…..” (Yücel, 2005: 175-176) cümleleriyle desteklenir. Roman›n baflkiflisi Kumru k›rsal kesime özgü de¤er yarg›lar›n› ne denli kolayl›kla terk ettiyse kent yaflam›na özgü gereklilikleri de o denli kolay benimser. Bu ba¤lamda vazgeçtiklerinin aras›nda nar a¤ac›, ebesi ve ailesi yaflad›¤› çözülmenin somut göstergeleridir. Kumru memleket özlemini çoban y›ld›z›, nar a¤ac› ve gökyüzü simgeler. K›rdan kente göç eden kifli kendi durumunu göç etti¤i yerin koflullar›yla de¤erlendirmektedir. Kente yeni göç edenler kent koflular›na uyabilmek için bir yandan kente özgü davran›fl kal›plar›n› içsellefltirmeye di¤er yandan da edinilmifl kültürel de¤erleri korumaya çal›fl›rken yeni davran›fl kal›plar› olufltururlar. Bu nedenle öteden beri kentte do¤up büyüyen göçmenler ile kente yeni göç edenler aras›nda baz› tutum farkl›l›klar›n›n olmas› elbette do¤ald›r. Bu durum yeni kentlinin yeniden sosyalleflme sürecini de beraberinde getirir. Bu gibi kavramsal veriler yaz›n yap›t›na söz sanatlar›, mecaz anlamlar, simgeler arac›l›¤›yla yans›t›l›r. Kumru’nun kendisine ölen ablas›ndan miras kalan ad› da simgesel anlam tafl›r. Kumru uçabilen a¤›r da olsa uzaklara gidebilen özelli¤i ile devirgen bir yap›y› ça¤r›flt›r›r. Do¤umunda ona bu ad› koyan babas› bir anlamda yazg›s›n› da beliler. K›z›n› büyük kentte yaflayan bir hemflehrisine veren baba fark›nda olmadan ona yazg›s›n› gerçeklefltirme olana¤› sunar. Yazar genç k›z›n evlenerek yuvadan uçma imgesini “al›c› bir kufl” gibi Kumru’yu al›p götüren kocas› Pehlivan Yarma Haydar betimlemesinde gerçeklefltirir. Roman boyunca bu devingen yap›y› içerisinde bar›nd›ran gökyüzü imgesi s›kl›kla kullan›l›r. Öyle ki roman›n sonunda y›ld›za kesen gökyüzüne bak›nca Kumru “yoksa memlekete mi geldik?” (Yücel, 2005: 291) diye düflünür. Gökyüzü esenlikle ve dura¤an uzam olarak memleketi ça¤r›flt›r›r. Memlekette bafllayan serüven esenlikli bir ortamda son bulur. Kumru ve Sultan’›n yaflam› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 49 yine memleket özlemini dile getiren bir türkünün dizelerinde son bulur. “Buradan gedek, Ürgüp’e göçek, nenni de Feride’m neni!” (Yücel, 2005: 291). KAYNAKÇA Ayata-Günefl, Ayfle, “Gecekondular da Kimlik Sorunu, Dayan›flma Örüntüleri ve Hemflehrilik”, Toplum ve Bilim, Güz, say›:51-52, 1990. Bal, Hüseyin, Kent Sosyolojisi, Fakülte Kitapevi, Isparta, 2006. Kudat, Ayfle, “Patron-Client Relations: The State of Art and Research in Eatren Turkey”, Political Participation in Turkey içinde, Der. Akarl› ve Ben-Dar, ‹stanbul: Bo¤aziçi Üniversitesi Yay›n›, 1975. fienyap›l›, Tans›, “Kentsel Bütünleflme, Ankara Gecekondular›n›n Ekonomik Profili”, Türkiye Geliflme Araflt›rmalar› Vakf›, Yay., No:4, Ankara, 1982. Yücel, Tahsin, Kumru ile Kumru, Can Yay›nlar›, 5. Bas›m, 2005. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 50 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 51 Cengiz Da¤c›’n›n Romanlar›nda Vatan Kavram› ve Göç Tarana Abdulla * S ovyetler Birli¤i, kuruldu¤u y›llardan beri etnik federalizm siyasetini izlemekle birlikte etnik bölgelerdeki nüfus yap›s›n› de¤ifltirme politikas›na yönelmiflti. Bu politika çerçevesinde Sovyetler Birli¤i özellikle ilk 20-25 y›l içinde siyasal ve ekonomik gerekçelere dayanarak, rejim taraf›ndan güvenilen, sad›k kabul edilen veya kay›r›lan etnik gruplar›n federal bölgelerin genel nüfus dengesi içindeki etkinliklerini artt›rma e¤ilimindeydi. Bu nedenle Hükümetin yeterince güvenmedi¤i veya s›n›r ötesi komflularla iflbirli¤i yapma ihtimallinin yüksek oldu¤unu düflündü¤ü gruplar, baflta Kazakistan olmak üzere Orta Asya’ya kayd›r›lmaktayd›. Bölgeleraras› göçlerde yerli topluluklar›n kendi bölgelerinin d›fl›na ç›kart›lmas› ve Rusça konuflanlar›n buralara yerlefltirilmesi söz konusuydu. Bunu arkas›nda, “Afla¤›lama”, “suçluluk” veya “vatan haini” damgas›n›n vurulmas› gibi bilinçli bir siyaset vard›. Bu siyasetin sonucunda ulusal bölgelerdeki etnik nüfusta önemli de¤ifliklikler meydana gelmiflti. Nüfus yap›lar›nda keyfi de¤ifltirme, etnik gruplar›n statülerindeki eflitsizli¤in de körüklenmesine neden olmufltu. 1920’lerin sonunda bafllayan göç siyaseti, II. Dünya Savafl› y›llar›nda Almanlara yatakl›k ve yard›m ettikleri iddialar›yla 1943-1944 y›llar›nda kendine daha “kuvvetli bir neden” bulmufltu. Aralar›nda K›r›m Türklerinin de birçok halk topraklar›ndan sürüldü. Bu gruplardan baz›lar› Stalin’in 1953 y›l›ndaki ölümünden sonra vatanlar›na dönme hakk›n› elde ettiler. Fakat içlerinden K›r›m Tatarlar›, Misket Türkleri (Ah›ska) ve Volga Almanlar›n›n topraklar› baflkalar›na da¤›t›lm›fl, kendilerine eve dönüfl izni verilmemiflti.1 fiüphesiz, K›r›m’›n nüfus dengesini de¤ifltiren en önemli olay, son y›llarda her sene K›r›m’da an›lan 18 May›s 1944 tarihindeki sürgündür. Bu sürgün, nüfus yap›s›n› etkilemekle kalmam›fl, önemli kültürel de¤iflmelere, her fleyden önce bir halk›n tümüyle vatanlar›ndan sürülmelerine neden olmufltu. Fakat bu K›r›m Tatarlar›n›n ya* Yrd. Doç.Dr., Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat› Bölümü. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 52 flad›¤› ilk göç de¤ildi. Hakan K›r›ml›, Rus iflgali sonras›nda 1783-1922 y›llar› aras›nda en az 1.800.000 K›r›m Tatar›n›n Osmanl› topraklar›na göç etti¤ini belirtmektedir.2 K›r›m’›n Ruslar taraf›ndan iflgali, resmi olarak 3 Nisan 1783 y›l›nda II. Katerina taraf›ndan beyan edildi. K›r›m hanl›¤› ilga edilerek Tavriçeskaya Guberniya (Tavrida Vilayeti) ad›yla bir Rus eyaleti haline getirildi. 1793 y›l›nda yap›lan Yafl Antlaflmas› ile Osmanl› Devleti K›r›m’›n resmen Rusya’ya kat›lmas›n› tan›mak zorunda kald› ve böylece K›r›m meselesi kapanm›fl oldu.3 Rus yönetimin uygulad›¤› bask› neticesinde K›r›m Tatarlar› dalgalar halinde Osmanl› topraklar›na göç ettiler. Bu göç dalgalar›ndan en büyükleri, 1792, 1860-63, 187475, 1891-1902 y›llar›nda oldu. Neticede 1897 nüfus say›m›na göre 188.000 olan K›r›m Tatarlar›n›n say›s› toplam nüfusun ancak % 35’ni oluflturuyordu.4 20. yy’›n bafl›nda Rusya’daki yeni rejimin sa¤lad›¤› liberal ortamdan faydalanan K›r›ml› milliyetçiler, 1917 y›l›nda K›r›m’›n ilk siyasi partisi olan “Milli F›rka”y› kurdular. K›r›ml› ayd›nlar›n çabas›yla bir anayasa haz›rland› ve 21 Mart 1918’de Rusya, ilan edilen K›r›m Cumhuriyeti’nin varl›¤›n› kabul etmek zorunda kald›. 18 Kas›m 1921’de Bolfleviklerin zaferi üzerine K›r›m Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Savafl sonras› tüm ülkede uygulanan bask›c› ekonomi politikalar›, 1921-22 y›llar› aras›nda korkunç bir açl›k do¤urdu. Bu olumsuzluklar neticesinde K›r›m’da 100.000 kifli öldü ve 50.000 kifli göç etmek zorunda kald›.5 Sovyet Devrimi öncesi ve sonras›nda, 1920 y›l› itibariyle K›r›m Tatarlar› K›r›m nüfusunun %26’s›n› (186.000) oluflturuyordu. Sovyet rejiminin ilk y›llar›nda K›r›m’daki K›r›m Tatar nüfusu, her ne kadar, Rus iflgali öncesine k›yasla büyük ölçüde azalm›flsa da (1783’te % 83, 1920’de % 26) yine de nüfusun dörtte birini oluflturuyordu.6 Tatarca, ikinci resmi dil olarak kabul ediliyor, e¤itim ve kültür faaliyetleri bu dilde yürütülebiliyordu. K›r›m Özerk Cumhuriyetin ömrü k›sa oldu: 1928 y›l›nda Stalin bütün kadrolar› tasfiye etti.7 1930’lu y›llar›n sonu ise, birçok bölgede oldu¤u gibi, K›r›m’da da ayd›nlara yönelik katliamlar, Sovyet tarihine bir kara leke olarak geçecekti. K›r›m topraklar› 1941 y›l›nda Alman ordular›n›n iflgaline u¤rad›. 2,5 y›ll›k bu dönemde baz› K›r›ml›lar Alman ordular›na kat›ld›. Nisan 1944’te K›r›m’›n yeniden Ruslar›n eline geçmesiyle bütün Tatarlar, Ruslar taraf›ndan “Hain” olarak itham edildi. Almanlarla iflbirli¤i yapt›klar› gerekçesiyle K›r›m Türkleri, trenlere yüklenerek sürgün edildiler. Nüfusu 1,5 milyonu geçen K›r›m Tatarlar› Sovyetler Birli¤i’nin de¤iflik yerlerine gönderildi. Sürgünün ard›ndan 30 Kas›m 1945’te K›r›m resmen ortadan kald›r›larak topraklar› Ukrayna’ya ba¤land›. 1989 y›l›nda yay›nlanan Ukrayna Yüksek Heyet Beyannamesi sonucunda K›r›m Tatarlar› yasal olarak vatana dönüfl hakk›n› elde ettiler. K›r›m’daki Tatar nüfusu 1989 y›l›nda 38.000 iken, 1991 y›l›nda 142.200’e, 1994’te ise 260.000’e yükseldi. Ukrayna’ya ba¤l› özerk bir cumhuriyet olan K›r›m, günümüzde 1995 say›m›na göre 2.600.000 ci- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 53 var›nda olan nüfus oldukça farkl› etnik unsurlara sahiptir. Nüfus; %67 Rus, %22 Ukraynal›, %10 Tatar ve %1 di¤er etnik gruplardan oluflmaktad›r. Ancak halen K›r›m’a göç eden birçok K›r›m Tatar›n›n ikamet ve çal›flma izni olmad›¤›ndan K›r›m Tatar nüfusuna iliflkin kesin bir rakam vermek mümkün de¤ildir.8 Yukar›da ad› geçen K›r›m Tatarlar›n›n tarihlerine bak›ld›¤›nda, onlar›n, neredeyse bir soyk›r›ma tabii tutulduklar›n› söyleyebiliriz. K›r›m co¤rafyas›ndan, çeflitli sebeplerle sürülen K›r›m Türkleri, rejimin kas›tl› politikalar› gere¤i soyk›r›ma tabii tutuldular. Bu soyk›r›ma bizzat flahit olanlardan biri de Tatar as›ll› Türk yazar› Cengiz Da¤c›’d›r. Bu çal›flman›n amac›, K›r›m Tatarlar›n›n hazin göç öyküsünü tüm bunlara tan›k olan entelektüel bir gözün betimledi¤i ve edebi çal›flmalar›na aktard›¤› kurgusal anlat›mlardan yola ç›karak genel bir fikir vermektir. Son y›llarda Cengiz Da¤c›’n›n sanat› ve yaflam›yla ilgili pek çok de¤erlendirme yap›lm›flt›r. Bunlar›n içinde, özellikle büyük titizlikle ortaya konulmufl ‹sa Kocakaplan’›n “Cengiz Da¤c›’n›n Dört Roman›” adl› çal›flmas›n›9 ve ‹brahim fiahin’in “Cengiz Da¤c›’n›n Hayat› ve Eserleri” adl› doktora tezini sayabiliriz.10 Tatar okurlar› C. Da¤c›’n›n eserlerini ana dillerinde ancak son on befl y›lda, Y. Kand›m’›n çevirileri sayesinde okuyabildiler ve Da¤c›’n›n sanat›n›, Adile Emirova’n›n 1994 y›l›ndan itibaren Türkçeden Rusça’ya yapt›¤› çevirilerinden tan›d›lar.11 2003 y›l›nda ise yazar›n otobiyografik “Cengiz Da¤c› Hat›ralarda (Yazar›n kendi kaleminden)” adl› roman› Rusça yay›mland›.12 C. Da¤c›’n›n eserlerini Rusçaya çeviren Prof.Dr. Adile Emirova kendi de sürgünü tatm›flt›r: sürgünden önce K›r›m’›n Güneyindeki Dereköy’de (flimdiki Uflelnoe) do¤up yaflam›flt›r. Cengiz Da¤c›’n›n sanat›, K›r›m Tatarlar› taraf›ndan milli kültürlerinin bir parças› olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de ise o, Türk veya ümum Türk edebiyat›n›n temsilcisi say›lmaktad›r. Da¤c›, çocuklu¤unu, sürgünlere, sorgusuz sualsiz idamlara flahit oldu¤u bir ortamda geçirmifltir. Sovyet rejiminin tüm zorlamalar›na ra¤men, ne gençlik dönemi eserlerinde, ne de sonraki dönem eserlerinde sosyalizmin propagandas› mahiyetinde mesajlara rastlanmaktad›r. Kolhoz, ailesinin sürgünü ve daha sonra Yejov terörü y›llar›nda yaflan›lan korku, bütün eserlerinde gün ›fl›¤›na ç›kmaktad›r. Da¤c›’n›n romanlar›, yak›n tarihin ac›lar›n› aksettirmesi dolay›s›yla yaz›lmam›fl bir tarihi anlatan ve belgesel de¤eri tafl›yan edebi metinlerdir. Yazar, bugün çökmüfl olan bir ideolojinin K›r›m Türklerine nelere mal oldu¤unu tüm ç›plakl›¤›yla ortaya koymufltur. C. Da¤c›, toplumun nabz›n› tutan, ona ilgisiz kalamayan, ça¤›n›n tan›¤› bir romanc›d›r. Yurtlar›n› savunmaktan baflka bir suçlar› olmayan K›r›m Türklerinin II. Dünya Savafl› sonunda yurtlar›ndan sürülmeleri sonras›nda 1990’l› y›llarda yurtlar›na dönme mücadelesi veren insanlar›n davalar›n›n hakl› gerekçeleri, C. Da¤c›’n›n romanlar›nda gizlidir. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 54 C. Da¤c›’n›n çocukluk ve gençlik y›llar›n›n geçti¤i K›r›m’›n hasretiyle ilgili düflünceleri romanlar›nda hep ön plandad›r. Da¤c›’n›n do¤du¤u yer olan Gurzuf’un ve daha küçük bir çocukken ailesi tafl›nd›¤› için de yetiflti¤i yer olan K›z›ltafl’›n yazar›n hayat›nda çok önemli bir yer tuttu¤unu görüyoruz: “Evet, ben bir yurtseverim. Benim yurtseverli¤im Gurzuf’la bafllar, Gurzuf’la biter… Çok çok K›z›ltafl’a, Ay› da¤›’na, So¤uksu soka¤›na, Adalara dek uzar”. Sözleriyle asl›nda bu durumu dile getirmekteydi.13 Bu duygusal halini, otobiyografik eseri olan “Yans›lar” adl› yap›tta görmek mümkündür. 1988’de yay›mlanm›fl hat›ralar›n› kapsayan bu eserde Da¤c›, Londra’da efliyle birlikte yaflad›¤› gündelik hayat›ndan ve geçmiflte b›rakt›¤› ve asla unutamad›¤› K›r›m’dan bahseder. Bir hemflerisinin Londra’ya gönderdi¤i Gurzuf’un foto¤raf›yla yazar geçmifle döner. Bu do¤du¤u kasabadan daha sonra ailesiyle birlikte Akmescit’e (bugünkü Sinferopol) tafl›n›rlar. Bu ev Da¤c›’n›n bütün dünyas›d›r: “Çocukluk y›llar›m› yaflad›¤›m yerin etkisi öylesine güçlüydü ki, o topraklardan koptu¤um takdirde hayat›m›n benim için anlam› kalmayaca¤›n› genç yafl›mda anlad›manlad›m ve o topraklardan kopmamaya çal›flt›m. …Tatl› ve ferah denecek bir yan› yok çocuklu¤umun. NEP y›llar›n› kapsayan k›sa bir zamandan sonra K›r›m’da kolhoz sistemi kurulunca binlerce insan (babam da dahil) tutuklan›p K›r›m’›n d›fl›na sürüldü.”14 Babas›n›n daha sonra serbest b›rak›lmas›na ra¤men birçok K›r›m Tatar›- onlar›n içinde akrabas› olan Dr. Zemine Da¤c› da -evine dönemedi. 20’li yafllar›n bafllar›ndan itibaren hayat›n› K›r›m’dan uzaklarda geçiren Da¤c›, K›r›m’daki bütün olaylar› takip etmifltir. Tatar halk› üzerinde oynanan oyunlar ve afla¤›lamalar bütün keskinli¤iyle eserlerine yans›m›flt›r. Onun sözcükleri, yaln›z kendi ad›na de¤il, kendisi gibi vatan›ndan uzakta yaflamak zorunda kalan binlerce yurttafl›n›n ad›na da dile getirilmekteydi. Cengiz Da¤c› ac› ve dehflet içinde geçen y›llardan sonra 1946’da Londra’ya yerleflmek imkan›n› bulmufl, ancak vatan hasreti bir türlü sönmemifltir. Bu nedenle de yazar, hemen hemen bütün romanlar›nda kaybetti¤i yurdunu ve uzak düfltü¤ü soydafllar›n› anlat›r. Bu konu, eserlerinin en önemli temalar›n› teflkil eder. Tatarlar›n bir k›sm›, Sibirya’ya, baz›lar›, Orta Asya’ya, baz›lar› ise, K›r›m’daki di¤er yerleflim birimlerine (“Onlar da ‹nsand›” roman›n›n kahramanlar›ndan olan Berber Hasan’›n Yalta’n›n K›z›ltafl köyünden Çukurca’ya sürüldü¤ü gibi) sürülür. C. Da¤c›’n›n hemen hemen bütün eserlerinde üzerinde durdu¤u nokta, Tatarlar›n zorunlu göçü ve bu olguyla ba¤lant›l› olarak kaybettikleri topra¤a -K›r›m’a- olan sevgileridir. Bu nedenle eserlerinde toprak, mukaddes bir anlam kazanmaktad›r. Bu ba¤lamda romanlar›ndaki fikirleri ana hatlar›yla flu flekilde s›ralayabiliriz: sürgün fikri, toprak sevgisi, milli fluur ve vatan birli¤i fikri. Da¤c›’n›n, eserleriyle varmak istedi¤i nokta, dünya kamuoyunun K›r›m Tatarlar›n›n sorunlar›ndan haberdar olmas›d›r. Yazar›n eserlerinde kahramanlar, mensup olduklar› millet veya etnik gruba göre de¤erlendirilmifltir. Ruslar›n her zaman zalim, Tatarlar›n tümünün ise topra¤›n› seven, iyi niyetli karaktere sahip olmalar›, eserlerin GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 55 konular› bak›m›ndan edebi anlamda fazla girift olaylara yer verilmemiflse de Da¤c›’n›n bu e¤ilimi asl›nda yukar›da bahsetti¤imiz amaçlar›na hizmet etmesinden kaynaklanmaktad›r. Bütün romanlar›na Tatar halk›n›n dram› yans›d›¤›ndan sonu kötü ve hüzünlü bitti¤inden, eserlerde güvensizlik, karamsarl›k, yan›lg›, elle tutulabilecek kadar yo¤un ve somutlaflan ac› duygular› ön plana ç›kmaktad›r. Yazar›n romanlar›na karamsar bir bak›fl aç›s› hakimdir. Eserlere, halk›n›n sürüldü¤ünü gören, vatan hasretini çeken, dönüflü olmayan yola ç›kan kahramanlar›n düzensiz ruh halleri de yans›m›flt›r. Yazar›n her romanda ölümlerle karfl›laflmaktay›z. K›r›m’da yaflayan Tatarlar, sadece vatanlar›n› de¤il, milli kimlikleri olan Türklükleri de kaybettirilerek, Ruslaflt›r›lmak istenmifllerdi. Tatar halk›n›, y›ld›ran yaln›z göç, tutuklanmalar de¤ildi, yanl›fl ekonomi siyasetleri de y›ld›rma etkenlerinden biriydi. Harbi komünizmin zorluklar›na katlanamayan Sovyet köylülerinin 1920-21 y›llar›ndaki ayaklanmalar› sonucunda, 1921 y›l›n›n mart ay›nda Rusya Komünist Parti’sinin X. Kurul toplant›s›nda NEP’e (Yeni Ekonomi Politikas›na) geçifl ilan edildi. Bunun sonucunda 1921 y›l›n›n erzak vergisi yar› yar›ya indirildi.15 Bu dönemde konan prensipler, az çok özel teflebbüse izin veren uygulamalard›. Fakat daha sonra bu uygulama kald›r›l›r ve bütün özel teflebbüse dayal› faaliyet gösteren kurulufllar kapat›larak, sahipleri tutuklan›p sürülmüfllerdir. Fakat bunun ard›ndan 1928-1932 y›llar›nda 15 milyon çiftçinin topra¤› ve mal› 210.000 kolhozda birlefltirildi.16 ‹kinci befl y›ll›kta ise (1933-1937) ülkedeki bütün toprak sahiplerinin mallar› kolhoza devredildi yani kamulaflt›r›ld›.17 Kolhoz sisteminin kurulmas›yla birlikte sosyalist sistemin bütün bask›lar›n›, SSCB’nin baflka bölgelerinde yaflayan az›nl›klar gibi, K›r›m Tatarlar› da hissetmeye bafllad›lar: Da¤c› “Yans›lar” adl› eserinde durumu flu sözleriyle anlatmaktayd›; “…memleketi çetin bir ekonomik y›k›nt›dan kurtarm›fl olan Lenin’in Yeni Ekonomik Politikas› sona erince; köylü için her zaman hayati ve ruhi kaynak olan toprak, köylünün elinden al›n›nca, köylü, bu kez zengin s›n›f›n de¤il de devletin ve sistemin resmi kölesi oldu....”18 Bu dönemde birçok K›r›m Türkü, Cengiz Da¤c›’n›n babas› dahil, tutuklan›r. K›z›ltafl ve Gurzuf, bu sürgünlerle neredeyse yar› yar›ya boflalt›lm›flt›r. Tatarlar› topraklar›ndan süren veya göç etmek, kaçmak zorunda b›rakan rejime ve Da¤c›’n›n gözünde bu rejimin temsilcileri olan Ruslar, bütün eserlerinde zalim kahramanlar olarak karfl›m›za ç›kar. Ruslar hakk›nda görüfllerini “…Bat› kültürüne pahas› biçilmez de¤erler kazand›rm›fl, teknolojik bak›mdan dünyam›z›n ilerlemesine katk›da bulunmufl Rusya bu küçük toplumu barbarca, kitle halinde ve sistematik bir flekilde nas›l imha edebilirdi böyle? Diye düflündüm. Hala da düflünüyorum.” fleklindeki cümlelerinden anlayabiliriz.19 Son romanlar›ndan olan “Anneme Mektuplar”da da yurdunu, ailesini 45 y›ld›r görmeyen Londra’da yaflayan bir Tatar›n hat›ralar›yla yüz yüzeyiz. Çocuklu¤unun geçti¤i K›z›ltafl’› nostaljiyle hat›rlayan kahraman, hüzünlü mektubuna devam eder: GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 56 “Biliyor musun, Anneci¤im, ben burada bir kafes içerisinde yafl›yorum. …‹yi hat›rl›yorsundur, askere al›nd›¤›m gün bafllam›flt› ayr›l›¤›m›z. Derken savafl ç›kt›. Savaflt›m. Tutsak oldum. Sonra özgürlü¤e kavufltum. Ama sensiz, sakat ve eksik bir özgürlüktü bu. Sana dönece¤im günü bekledim y›llarca. Dönmedim. Dönemedim.”20 “Korkunç Y›llar” ve onun devam› niteli¤indeki “Yurdunu Kaybeden Adam” romanlar›nda K›r›ml›lar ve di¤er Türklerin üzerinde ‹kinci Dünya savafl›n›n yapt›¤› tesirler, milliyetçili¤in coflkusuyla ba¤›ms›zl›k umudu gibi durumlar anlat›lmaktad›r. Bu eserlerde, Ruslar›n emrinde savaflma, esir kamplar›, çekilen eziyetler ve Almanlar taraf›ndan Türkistan ordusunun oluflturulmas›yla vatanlar›na bir an önce kavuflmak ve onu esaretten kurtarmak arzular›, neticede ise emellerine ulaflamayarak, vatan topraklar›ndan ebediyen ayr› düflenler ifllenmektedir. Esaretin anlat›ld›¤› bir di¤er eseri olan “Korkunç Y›llar” da ise K›r›m’l› bir Türkün, 1946 y›l›nda Roma’da yazmaya bafllad›¤› hat›ralar›yla geçmifle dönen ve hayat›n› genç yafllarda Arjantin’de kaybeden Sad›k Turan adl› bir gencin hayat› anlat›lmaktad›r. Anlat› 1930’lu y›llarda yaflananlarla bafllar: yarg›s›z tutuklanmalar›n ve kay›plar›n yafland›¤› ortamda Sad›k Turan’›n babas› da askerler taraf›ndan götürülüyor. Sad›k’›n babas› aylar sonra serbest b›rak›lmas›na ra¤men köyüne dönemedi¤inden ailesini Akmescit’e getirtmek zorunda kal›r. Arkadafl› Süleyman’la Odessa’daki orta komutan okuluna giden Sad›k savafl›n bafllamas›yla Sovyet ordusundaki yerini al›r. Romanda ba¤›ms›zl›k düflüncesi öylesine güçlüdür ki, ideolojilerini asla paylaflmad›klar›, öldürülen Yahudileri hüzünle izleyen Türk soylu gençler, memleketlerini Ruslardan kurtarmak, Türkistan’› kurmak ve ba¤›ms›zl›k umuduyla Almanlar›n kurduklar› Türkistan lejyonuna kat›l›rlar. Romanda esas konu, K›r›m topraklar›d›r. Savafl bitti¤inde, onu sadece uçsuz Sibirya çöllerinin bekledi¤ini bilen Sad›k, ‹talya’ya kaçar. Roma’n›n güzelliklerinin onun gözünde hiç mi hiç de¤eri yoktur, çünkü o, sürekli asla göremeyece¤i ailesini, topra¤›n› düflünmekte ve halk›n›n sürülme sahnelerini gözlerinde canland›rmaktad›r. Savafl sonras›nda kendi yaflant›s›n› de¤erlendirirken asl›nda o kendi halk›n›n çaresizli¤ini ve ikilemlerini de irdelemektedir: “Tatar›m. Ana yurdum K›r›m. Orada do¤dum, orada büyüdüm. Asker oldum. Almanya’ya karfl› savaflt›m. …Bir y›l esir kald›m. …Hayat bize iflkence oldu… Sonra harp etti¤imiz Almanlar taraf›ndan serbest b›rak›ld›k. Müttefik olduk onlarla. Alman üniformas› giydik. Her fleyden önce almanlar hesab›na Ruslara karfl› savaflmaya yemin ettik… Do¤ru, yanl›fl: kalbimin bana emretti¤ini yapt›m… Yalanla dolanla memleketimi istila ettiniz. Himayenize girmekle topraklar›m›z, mal›m›z, mülkümüz, dinimiz korunacak diye, sizden öncekiler söz verdiler… Memleketimize girdi¤iniz günden beri o toprak kan içince. Minarelerimizi devirdiniz. Su kemerlerimizi, çeflmelerimizi, heykellerimizi, mermer saraylar›m›z› y›kt›n›z. Mekteplerimizi kapad›n›z, medreselerimizi süvari ah›r yapt›n›z. Meyzinlerimiz, ezan okumak için minarelere ç›kt›klar› vakit, sarhofl askerleriniz, e¤lenmek için, kalplerine niflan alma talimi yapt›lar… Ömürlerinin son günlerini, duay- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 57 la, namazla geçirmek isteyen ihtiyarlar›m›z›, seksenlik ninelerimizi, hayvan vagonlar›na doldurup haftalarca pislik, sidik içinde Sibirya’ya tafl›yanlar sizler de¤il miydiniz?...”21 C. Da¤c› için milli fluuru ayakta tutan en önemli unsurlardan biri de dildir. Kardefli Bekir’in Sad›k’a yazd›¤› mektupta di¤er bilgiler ve düflüncelerle birlikte K›r›m’da Kiril harflerinin kullan›ma girdi¤i haberini de verir: “…Paketin içinde sana iki gazete gönderiyorum. Biri “komsomolets” (Komsomolcu Genç), öbürü “K›z›l K›r›m”. Sen memleketteyken bu gazetelerin adlar› “Yafl Kuvvet” ve “Yeni Dünya”yd›… Gazete adlar›yla beraber harfler de de¤iflti. Bütün Tatar mekteplerinde ve gazetelerde Latin harfleri yerine Kiril harfleri kullan›l›yor art›k. Tatar diline Rus harfleri Latin harflerinden daha iyi uyarm›fl…”22 Sad›k’›n, bu konuda merkezin ne yapt›¤›n› bildi¤ini savunan arkadafl› Süleyman’a k›zmas›, gerçekte, Cengiz Da¤c›’n›n bu konudaki hassasiyetini göstermektedir: “fiu gazetelere bak. Senin dilin, benim dilim. Atalar›m›z›n, dedelerimizin dili. Bir milletin varl›¤›, dili ve yurdu ile belli olur, öyle mi? Yüz elli y›ld›r, eski çarl›k idaresi, bizi cennet yurdumuzdan sürdü, ast› kesti. Bugünkü Rus idaresi de flurac›kta bir avuç Tatar›n canl› dilini kesiyor.”23 “Yurdunu Kaybeden Adam”da Asya’da kurulacak büyük Türk devleti Türkistan için savaflan Sad›k Turan yine karfl›m›za ç›kar. Sad›k bir gün K›r›m’›n ba¤›ms›zl›¤›na kavuflaca¤›na inand›¤› için umutludur: “Allaha flükür, biz hür yaflad›k! K›r›m’da bir avuç vatandafl›m, meflakkatten kurtulup günün birinde istiklaline kavuflursa, o istiklal bizim için yeni bir fley olmayacak. Biz hür yaflad›k! O topra¤›n tafl›n›, dikenini, biz, kendi ellerimizle temizledik. Ba¤lar›, bahçeleri, kemerleri, alt›n saraylar›yla o topra¤› güneflli cennet haline biz getirdik… Tatar o¤lu, silah kullanmada oldu¤u kadar, saban ve çapa tutmakta da Ukraynal›lara örnek olabilir… Bunu çok iyi bildikleri halde, memleket yand›¤›, halk kan a¤lad›¤› s›rada Ukrayna haritas›n› çizerken istiklal sanki yaln›z çizmekle elde edilirmifl gibi, K›r›m topraklar›n› da Ukrayna’ya kat›yorlard›…”24 ‹çin için K›r›m’da yap›lan haks›zl›klara k›z›yor: “Tatar›n teri, Tart›n kan› ile Rus asilzade çocuklar› okutulacakm›fl!.. Naçalnikler, gözlerini kan bürümüfl sarhofl, vahfli k›z›l komiserler, y›llard›r bir avuç topra¤›n› ifllemekten iki büklüm olmufl köylünün yüzüne tükürerek, beline dipçik, kamç› vurarak, topra¤›ndan, oca¤›ndan koval›yor… Tatara mal ne gerek? Tatara toprak laz›msa Sibirya’ya gitsin! K›r›m mal›, Tatar›n mal›, hükümetin mal›d›r…Minareler devriliyor, ocaklar sönüyor, camiler kilise, ambar, Marksizma Leninizma kulübü oluyor. Yüz yetmifl y›l! ‹flte, k›rlar bofl; k›rlar kara bulutlar›n alt›nda, vahfli rüzgarlarla beraber, milletim, senin “Ayt›r da a¤lar›m” diyen sesini dinliyor. Yüz yetmifl y›l…”25 Büyük umutlarla bafllayan roman, bir çöküflü anlat›r: Sad›k sevdi¤i her fleyini kaybeder ve çaresiz kal›nca Romada’ki K›z›lhaç bürosuna giderek mülteci olarak GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 58 Uruguay’a yerleflmek istedi¤ini söyler. Bu sadece Sad›k’›n de¤il, binlerce gencin (Süleyman’›n, Ahmet Ak›n’›n, Mustafa’n›n, Aksakal Huflnud’un, Astraganl› Muhan’›n, K›l›çbay’›n vb) trajedisinin hikayesidir: hür bir ülkede yaflamak isteyen gencin kendi imkanlar›yla savaflamayaca¤›na inanarak düflman üniformas› giymesi ve vatan›n› sonuna dek kaybetmesini anlat›r. Roma’daki son günlerini yaflayan kahraman, ana yurttan elinde kalan Kurmanl› Abbas a¤an›n ona verdi¤i kesesinden son tütününü boflalt›p üç ince sigara sarar.26 Roman hüsranla bitiyor: “Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin bile bir manas› kalmad›¤›n› anl›yorum. ‹çinde do¤du¤um, gülüp oynad›¤›m yerlerde benim dilim konuflulmuyor art›k. Bir zamanlar, o topraklarda dilimi konuflan insanlar›n ne olduklar›n› da bilmiyorum. Son f›rt›na a¤ac› devirdi. Bizler, uçurdu¤u birkaç yaprak, bozlukta yolunu flafl›rm›fl, ümitsiz ve flaflk›n, meçhul bir gelece¤e do¤ru, yalpa vurup duruyoruz.”27 “Onlar da ‹nsand›” ve onun devam› niteli¤indeki “O Topraklar Bizimdi” adl› romanlar, K›r›m’›n iki köyündeki hayat› anlat›r. Cengiz Da¤c›’n›n romanlar›ndan “Onlar da ‹nsand›” 1958 y›l›nda yay›mland›. Romanda K›r›m’da 1928-1932 y›llar›nda yaflanan komünizm uygulamalar› anlat›lmaktad›r. K›r›m Tatarlar›n›n 1932 y›l›nda yaflad›klar› sürgün olay› ve toprak sevgisi, kat› bir rejimin insan onurunu ayaklar alt›na alan yüzü, “Onlar da ‹nsand›” roman› ile daha da a盤a ç›kmaktad›r. ‹lk roman›nda, Ruslar›n dereceli olarak K›r›m’›n K›z›ltafl köyünü istilalar› anlat›l›r. Poltava, Don ve Sibirya’dan gelen Ruslar, Yalta’ya tafl›nmaktad›r. Eserde, K›z›ltafl köyünün dram›yla karfl› karfl›yay›z. Burada da K›r›ml›lar ma¤dur durumdad›r. Bu romanda ayn› topraklarda yaflayan insanlar›n birbirlerine olan vatandafll›k ba¤lar› ve yard›mlaflmalar› da ifllenmektedir. “Onlar da ‹nsand›” roman›n›n kahraman› Bekir’e göre K›r›m’da Ruslardan baflka herkes bir arada yaflayabilirdi: “Bu da¤lar› Tanr› bizim için yaratt›. Bu da¤lar›n aras›nda Türk de yaflar, Ç›f›t da, Rum da…. Ama Rus, ama Rus?”28 Tatarlar zorla köyden götürülmekteler. Roman kahramanlar›ndan Bekir, Ruslar›n Kuflkaya’y› dinamitleyip uçuraca¤›n› bilmesine ra¤men, al›n teriyle sulad›¤› topra¤›ndan ç›kmaz: “Ç›kmam bu topraktan, ç›kmam… Bütün Rus ordusu gelse, üzerimden geçse, kemiklerimi k›rsa, etimi beynimi paramparça etse, ç›kmam bu topraktan, ç›kmam”29, diyerek adeta topra¤a ba¤l›l›¤›n› ilan etmekteydi. Nitekim Bekir, tarlas›na da¤›lan Kuflkaya’n›n parçalar› alt›nda can verir. Komflu köy, Dermenköy’ün yar› yar›ya boflalt›lmas›, köylüyü korkutmufltur: insanlar göçe haz›rlanmaktad›r. Askerler köyü basar, köylüyü yola toplay›p sürürler. Art›k K›z›ltafl’a da Ruslar yerleflecektir; dergide bu durumu de¤erlendiren “Tan Yerinin A¤armas›” (Rassvet) adl› bir yaz› da yay›mlan›r. Bekir’in dünürü, Çoban Seyd-Ali, “…Sürülece¤iz, diyorlar. Bizim Bekir bahtiyarm›fl do¤rusu… Kuflkaya, Kuflkaya dedi ve zavall› rahat›n› Kuflkaya’n›n dibinde buldu. Bu topraktan sürülece¤ime, Hak Teala bana da öyle bir ölüm verse bari.”30 sözleriyle sürülmektense ölmeyi tercih etti¤ini dile getirmifl, ancak di¤er köylülerle o da Sibirya’ya sürgün edilmekten kurtulamam›flt›r. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 59 Yazar, Ruslar›n Türkler hakk›ndaki fikirlerini: “… Onlar hala vaktiyle kahraman bir millet, yüksek, büyük, bir devlet olduklar›n› hat›rl›yorlar. Rusya hudutlar› içinde yaflamalar›na ra¤men, K›r›m topraklar›n› kendi öz topraklar›, Tatar topraklar› san›yorlar. Onlar›n bu düflüncelerinin, bizim için ne kadar tehlikeli oldu¤unu anlatmaya hacet yok… Çocuklar›n›n kafalar›n›n, kalplerini Türkçe türkülerle, Türk edip ve kahramanlar›n›n adlar›yla kirletiyorlar.”31 fleklinde sözlerle a盤a vurmaktad›r. “Onlar da ‹nsand›” roman›n›n devam›n› “O Topraklar Bizimdi” adl› eserde görüyoruz. Olaylar›n geçti¤i mekan Çukurca köyüdür. “Onlar da ‹nsand›” adl› romanda gördü¤ümüz Selim, Rus okullar›nda okuduktan sonra Çukurca köyüne kolhoz reisi olarak döner. Da¤c›’n›n eserlerinde, soyadlar›n sonundaki “ov” eki ayn› zamanda Rus esaretinin simgesidir ve asl›nda bu durum kiflilerin benlik alg›lamalar›ndaki tereddütlere de iflaret etmektedir: “[Selim] kendisi bile bir bütün de¤ildi. ‹ki parçadan ibaret bir insand›. Biri Selim, öteki Çilingirov. Hangisi kendisiydi? Hangisi insand›? Hangisi gerçek insand›, hangisi fleytanca bir ruhu temsil ediyordu?”32 “O Topraklar Bizimdi” eserinde, halk›n mutlu ve refah içinde yaflamas›n› vaat eden komünizm rejiminin bunu baflaramayaca¤›na inanmaktad›r. Romandaki köylüler, aileler, gecenin sessizli¤inde kamyonlara doldurularak Rus askerleri taraf›ndan bilinmeyen istikametlere götürülüyorlar. Savafl sürecinde K›r›m’›n Almanlar›n eline geçmesiyle görüfllerini de¤ifltiren Selim, kah Ruslar›n, kah Almanlar›n lehinde mücadele eder. Almanlar›n gelifliyle kolhozlar feshedilir ve köylüler kendi mallar›na ve topraklar›na kavuflurlar. Fakat bu mutluluk uzun sürmez. Almanlar›n kaybettiklerini ö¤renen köylü periflan, ama yine de kolhozda bile olsa, kendi topraklar›n› ekebileceklerini düflünerek kendilerini teselli etmekteler. K›r›m’› terk eden Almanya’n›n peflinden Küçükyanköy’e gelen Rusya, sorgusuz sualsiz çiftçileri kah direklere asarak, kah kurfluna dizerek öldürme olaylar›na giriflir. Ayn› eylemler Çukurca’da da devam etmifl ve on befl kifli bu flekilde öldürülmüfltür. Yine sürgünler, göçler bafllar, ancak bafl kahraman Selim’in sonu romanda net olarak ortaya konulmamaktad›r. Selim, ona emanet edilen çocuk olan Alim’le, el ele Çukurca’ya do¤ru yol al›r. Fakat tarihi gerçekler, Sovyet rejiminin Selim gibi kiflileri affetmedi¤ini gösterdi¤inden Selim’i iyi bir son beklemedi¤ini söyleyebiliriz. Söz konusu eserde Rus düflmanl›¤› Türkler kadar Kazak kahramanlardan birinin a¤z›yla da dile getirilmektedir. Bir Kazak (Volga Kazaklar›ndan) olan Ziko Batakov da Ruslara düflmand›r. O: “…Bir gün Don Küban hür olacakt›r; bizim alt›n tarlalar›m›za Moskof mujikleri pis ayaklar›yla basamayacaklard›r. ‹flte benim deminden beri söylemek istedi¤im budur. Kazak Kazakt›r, Tatar Tatard›r, Ukrayna Ukrayna’d›r, Kafkasya Kafkasya’d›r, Rus Rustur. Niçin bunlar hep Rus olsunlar? Biz kendi kendimizi idare edemez miyiz?”33 sorusu asl›nda Cengiz Da¤c›’n›n dillendirdi¤i düflüncelerinden biridir. “Badem Dal›na As›l› Bebekler” adl› romanda yine 1928-1932 aras›nda yer alan göç olgusuyla ve insanlar›n çaresizli¤iyle karfl› karfl›yay›z. Eser, anlat›c›n›n, çocuklu- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 60 ¤una dönerek üç dört y›ll›k zaman diliminde tan›k oldu¤u olaylar› bir çocu¤un bak›fl aç›s›ndan gözlemlemeye çal›fl›r. Köyün gündelik yaflant›s›nda ola¤anüstü fleylerin gerçekleflece¤i bellidir. “Evimizin bu bofllu¤una ve sessizli¤ine ra¤men flosede canl› bir hareket göze çarp›yordu. Yeni insanlar, ço¤u flehirli k›l›¤›nda kifliler geliyorlard› köye; hatta Yatla yönüne birçok özel otomobil geçiyordu… Köyün yak›n bir gelecekte önemli de¤iflikliklere flahit olaca¤›n› haber verenler de oluyordu. Ba¤ ve bahçelerini ucuz fiyata sat›p gidenler de eksik de¤ildi. Akflamlar› komflu komflunun evine gidip yavafl, f›s›lt›l› seslerle konufluyor, Cuma günleri dualar okunuyor, aralar›nda toplanan para ile gene o y›l›n k›fl› mezarl›k duvar›n›n a盤›nda demir parmakl›kl› bir kap› yapt›r›l›yordu, ama, bütün bunlara ra¤men kendilerini güçsüz duyan insanlar›n yüzlerinde çaresizlikleri belli oluyordu.”34 Kahraman›n, çocukluk hat›ralar›ndan en belirgin fley, köy insanlar›n›n doldurulup götürüldü¤ü kamyonlard›r. Köyün gergin havas›nda, do¤al güzelliklerinin bile art›k bir anlam› kalmad›¤› “Ç›t yok. Kufl uçmuyor üzüm ba¤›nda. Yel esmiyor. Üzüm ba¤› donuk. Tavflanlar çok y›llar öncesi tükendi. Salk›mlar çi¤ ve soluk. Asmalar güneflte b›kk›n. A¤açlar gölgesiz… Gökyüzü duru; ayd›nl›k. Gök kufla¤› kime gerek?”35 sözleriyle ifade edilmektedir. Roman kahraman› Haluk hat›rlamaya devam eder: “Ömrümün kaç›nc› bahar›yd› bu?... On üçüncü bahar›; müsadere edilmifl evimizin sekizinci…”36 NEP’in sona ermesiyle kaybolan babas›n›n söyledi¤i sözler akl›na gelir Haluk’un: “Bu ev bizim. Ata miras› topra¤›m›z üzerine kuruldu. Bu toprak bizim… Bizim olarak kalmas› flart… Bu topra¤› kimseye veremeyiz. Topraks›z biz, biz olmaktan ç›kar›z. ‹nsanl›¤›m›z befl paral›k olur. Bu topra¤›n her kar›fl yerinde bizim izlerimiz var. Bizim ellerimiz alt›nda yeflerdi bu toprak… Bu toprak, topraktan öte bir fley, can›m›z bizim…”37 ifadeleriyle yine vatan vurgusunu yapmaktad›r. Sar› Çömez adl› bir karakter, ölenlere ve sürülenlere ra¤men topra¤›n neden önemli oldu¤unu flu flekilde belirtmektedir. “…K›r›p kestiler elbet. Ama k›r›p kesilenler bu topraklarda kald›lar. Biz bu topraklarda yaflad›kça insan›z, o¤lum. Sa¤dan soldan haber geliyor gene: topra¤› elimizden alacaklarm›fl. Alacaklarsa canlar›m›z› alacaklar, topra¤› de¤il. Sen az daha büyü hele; bu topra¤›n s›rt›n› eflele, tarlaya gübre tafl›, verimli y›llarda yüre¤in sevinsin, verimsiz y›llarda yüre¤in yans›n; topra¤a al›n terini dök, sonra biri gelip sen bu topraklar üzerinde yaflamayacaks›n; seni, eline aya¤›na kelepçeler tak›p uzak ve belirsiz yerlere sürece¤iz desin, bakay›m o zaman nas›l laf edersin.”38 K›r›m Tatarlar›n›n sorunlar›, vatanlar›na dönüfl haklar›n› almalar›yla bitmedi. C. Da¤c›’n›n da eserlerinde önem verdi¤i K›r›m Tatarcas›- ana dili- Tatarlar›n en güncel sorunlar›ndan birini teflkil etmektedir. K›r›m Tatarlar›na uygulanan yar›m as›rl›k ayr›mc›l›k siyaseti K›r›m Tatarcas›n› da olumsuz yönde etkilemifltir. Sürgünde dil, aile içi iletiflim arac› olarak tek bir fonksiyonu yerine getirebilmifltir. Dilin, ailede konuflulmad›¤› zaman öldü¤ü herkesçe bilinmektedir; ancak bu görevi üstlenen bir dilin geliflemedi¤i de flüphe götürmez. Dil geliflmemekle kalmaz, fakirleflir ve bozulur: Günlük konuflmalarda ihtiyaç duyulmayan ve edebi dile mahsus birçok terim, kal›p- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 61 lar, çeflitli alanlara ait sözcük ve sözcük öbekleri unutulup gider. Sürgünde yaflayan Tatarlar, yaln›z 1965 y›l›nda 3-10. s›n›f ö¤rencileri için haftada 2 saat ana dilini ö¤renme imkan›n› elde ettiler. 1986-1987 e¤itim-ö¤retim y›l›nda Özbekistan’da (sürülmüfl Tatarlar›n %70’i Özbekistan’da ikamet etmekteydi) 40 okulda ancak 5.000 K›r›m Tatar ö¤rencisi ana dilini ö¤renebilmekteydi.39 17-20 Haziran 1992 y›l›nda Simferopol’da K›r›m Tatar Milli Meclisi’nin ve Ukrayna Bilimler Akademisi Do¤u Bilimleri Enstitüsü’nün teklifiyle K›r›m Tatar Yaz›s›n›n Latin alfabesine geçirilmesiyle ilgili bir uluslar aras› sempozyum düzenlendi. K›r›m, Polonya, Macaristan, Türkiye vb. ülkelerden kat›lan bilim adamlar› taraf›ndan K›r›m Tatarcas›na uygun yeni alfabe düzenlendi ve kabul edildi.40 2000 y›l› itibar›yla K›r›m’da 17 milli okul varl›¤›n› sürdürmektedir. Bunlar›n 6’s›nda e¤itim dili Tatarcad›r; 5 okulda ise öncelikle Tatarca ö¤retimi verilmekte, 6 okulda ise iki dilde e¤itim verilmektedir. K›r›m’da toplam 40.000 K›r›m Tatar çocu¤undan ana dilini ö¤renenler 4.000 kiflidir. 1996 y›l›ndan, Ukrayna’n›n yeni Anayasas›’n›n kabulünden sonra dille ilgili uygulamalar, bu Anayasa’n›n [3. bölümün] 10. maddesi taraf›ndan dikte edilmektedir. Bu Anayasa’ya göre, K›r›m Tatarcas›, K›r›m’da az›nl›k dili statüsündedir.41 Bir di¤er sorun ise, 1944 y›l›nda, Tatarlar›n sürülmesinden hemen sonra bafllat›lan K›r›m’daki yer adlar›n›n de¤ifltirilmesi olay›d›r. Yüzy›llarca kullan›lagelen yerli isimlerin yerine hiçbir anlam› olmayan adlar zorunlu olarak haf›zalara kaz›t›lmaya çal›fl›ld›. Cengiz Da¤c›’n›n romanlar›n› inceleyen ‹sa Kocakaplan, ‹kinci Dünya Savafl› ile ilgili pek çok film seyretti¤imizi söylüyor. Hakl› olarak da, Amerika ve bat›n›n, toplumu büyük ac›lara sürükleyen savafllar›, film haline getirerek yeni nesillerin haf›zalar›na nakflettiklerinden, kendi kahramanl›klar›n› ve halklar›n›n yaflad›klar› hüsranlar› sinema perdelerine aktard›klar›n›, ancak savafl›n geçti¤i topraklarda yaflayan yerli halklar›n ac›lar›n›n unutuldu¤unu söyler. Bizim gençlerin ise Cengiz Da¤c› gibi yazarlar›n tarihi gerçekleri yans›tt›¤› eserleri okumalar›, bu ac›lardan haberdar olmalar›, tarih tecrübesine onlar› da eklemeleri gerekti¤ini vurgulamaktad›r.42 Baz› kimseler, Cengiz Da¤c›’y›, SSCB’nin çöktü¤ünden sonra ziyaret edebilece¤i K›r›m’a, bütün imkanlara sahip olmas›na ra¤men gitmedi¤i için suçlayabilir. Fakat, unutmamak gerekir ki, yazar›n 60 seneyi aflk›n bir süre önce b›rakt›¤› ve kalbinde gençlik duygular›yla yaflatt›¤› K›r›m’la, bugünkü K›r›m ayn› de¤ildir. Kat› ve ac› gerçeklerle yüzleflmek yerine hayalindeki K›r›m’› yaflatmak ad›na bu karar›n› pek de yarg›lamamak gerekir diye düflünüyorum. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 62 KAYNAKÇA 1. Ayd›ngün, Ayflegül- Ayd›ngün, ‹smail, K›r›m Tatarlar›n›n Vatana Dönüflü: Kimlik ve Kültürel Canlanma, Ankara, AYK Atatürk Kültür Merkezi Baflkanl›¤›, 2004. 2. Bala, M., “Hanl›¤›n Sükutundan Sonra K›r›m”, ‹slam Ansiklopedisi, C. 6, 5. bask›, ‹stanbul, 1988. 3. Da¤c›, C., Anneme Mektuplar, ‹stanbul, Ötüken Yay›nevi, 1988. 4. Da¤c›, C., Badem Dal›na As›l› Bebekler, ‹stanbul, Varl›k Yay›nevi, 1970. 5. Da¤c›, C., Korkunç Y›llar, ‹stanbul, Varl›k Yay›nevi, 1956. 6. Da¤c›, C., Onlar da ‹nsand›, ‹stanbul, Varl›k Yay›nevi, 1974. 7. Da¤c›, C., O Topraklar Bizimdi, ‹stanbul, Varl›k Yay›nevi, 1972. 8. Da¤c›, C., Yans›lar, ‹stanbul, Ötüken Yay›nlar›, 1988. 9. Da¤c›, C., Yurdunu Kaybeden Adam, ‹stanbul, Varl›k Yay›nevi, 1957. 10. De¤iflen Dünyada Rusya ve Ukrayna, Der. E. Büyükak›nc›, Ankara, Phoenix, 2004. 11. Gömeç, Saadettin, Türk Cumhuriyetleri ve Topluluklar› Tarihi, Ankara, Akça¤ Yay›nlar›, 1999. 12. Karal E.Z., Osmanl› Tarihi, C. 5, 4. bask›, Ankara, 1983. 13. K›r›ml›, Hakan, K›r›m Tatarlar›nda Milli Kimlik ve Milli Hareketler (1905-1916), Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yay›nlar›, 1996. 14. Kocakaplan, ‹sa, Cengiz Da¤c›’n›n Dört Roman›, ‹stanbul, Milli E¤itim Bakanl›¤› Yay›nlar›, 1999. 15. Özcan, Kemal, Vatana Dönüfl: K›r›m Türklerinin Sürgünü ve Milli Mücadele Hareketi (1944-1991), ‹stanbul, Tarih ve Tabiat Vakf›, 2002. 16. fiahin, ‹brahim, Cengiz Da¤c›’n›n Hayat› ve Eserleri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Edebiyat› BD doktora tezi, Ankara, 1992. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 63 Üç Roman Üç Göç Ömer Kemiksiz * G öç, tüm toplumlar› etkileyen, insanl›¤›n tarihiyle özdefl bir olgudur. Bir insan›n do¤up büyüdü¤ü bir ortamdan baflka bir ortama göçmesi, çeflitli zorluklar› beraberinde getirir. ‹nsanlar do¤al afetler, ekonomik darbo¤azlar, yap›sal de¤iflimler, can güvenli¤i, daha iyi bir hayat beklentisi, macera severlik gibi çeflitli sebeplerden dolay› göçmek zorunda kal›rlar. (Yalç›n 2004:V) Genel olarak göçler, iç ve d›fl göçler fleklinde kategorize edilerek iki flekilde incelenmektedir. Göç, sosyolojik bir alan olman›n yan›nda edebiyat eserleri için de önemli bir malzeme olmufltur. Türk edebiyat›nda eserlerinde göç kavram›na yer veren, göçün sonuçlar›n› irdeleyen yazarlardan biri de Sevinç Çokum’dur. Yazar›n özellikle Gül Yüzlüm, Ç›rp›nt›lar ve Bizim Diyar romanlar›nda göç temas› ön plandad›r. Gül Yüzlüm’de köyden kente göç (iç göç) ifllenir. Roman, bir çocuk karakter ve annesinde yo¤unlafl›r. Ç›rp›nt›lar’da karfl›m›za d›fl göç ç›kar. Eser, Avustralyal› bir Türk Ailesinin önce Avustralya’da sonra Türkiye’deki uyumsuzluklar›n›, ayakta durma çabalar›n›, kimlik kavgalar›n› anlatan gurbetçi ailelerle ilgili bir göç roman›d›r. Bizim Diyar’da Osmanl› imparatorlu¤unun çöküfl y›llar›, Balkan Savafl› ve Rumeli göçleri ele al›n›r. Yazar, yurtlar›ndan kopar›lanlar›n trajedisini yak›n çevresinden seçti¤i canl› karakterlerle romanlaflt›r›r. Kaybedilen Rumeli’ye ait kültür miras›n›n ‹stanbul’a uzanan çizgilerini zarif bir üslupla yans›t›r. Yukar›da bahsi geçen eserlerde ifllenen göç temalar› birbirlerinden bir noktada ayr›l›r. Gül Yüzlüm iç göç, Ç›rp›nt›lar d›fl göç roman› iken, Bizim Diyar flekil olarak d›fl göç gibi görünse de bu göçte bir zorunluluk vard›r. Burada savafl kavram›yla paralel ifllenen bir göç söz konusudur. Bu çal›flmada Sevinç Çokum’un bu üç roman›ndaki göç olgusu karfl›laflt›rmal› * Yerkesik ‹lkö¤retim Okulu Türkçe Ö¤retmeni-Mu¤la-Türkiye GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 64 bir flekilde ifllenecek, göçün bireylerin ve toplumlar›n hayat›ndaki etkileri irdelenecektir. Gül Yüzlüm Roman›nda “Göç” Eserde, kocas› Kadir’in yakaland›¤› hastal›ktan kurtulamayarak ölmesinden sonra, tedavi sürecinde ailenin alm›fl oldu¤u borçlar›n ödenmesi amac›yla o¤ullar›n›, gelinini, torununu, sevdiklerini ve sevenlerini geride b›rakarak, ‹stanbul’a gitmeye karar veren Zeynep’in, k›z› Ayflenaz ile oralarda yaflad›¤› s›k›nt›lar konu edilir. Kadir’in vasiyeti üzerine ailenin küçük o¤lu As›m’›n okuluna devam etmesi için yap›lacak harcamalarda bu göçte etkili olmufltur. ‹lkokulu bitirdikten sonra bütün bu s›k›nt›lar›n üst üste gelmesinden dolay› k›zlar› Ayflenaz okuluna devam edemeyecek ve o da annesiyle birlikte “içinde hayaller sakl› yolculuk çantas›yla” (Çokum 2003: 26) köyünden ‹stanbul’a do¤ru yola ç›kacakt›r: “‹stanbul’a gidiyorlard› iflte; önlerinde hiç bilmedikleri bir dünyan›n k›rk kilitli kap›s›…”(Çokum 2003: 14) Zeynep, ‹stanbul’da kardefli ‹smail’in yan›nda kal›r. ‹lk günlerde Ayflenaz da onlarla birlikte kalsa da daha sonra yaflanan s›k›nt›lar üzerine onu, yafll› bir kad›n›n yan›na yard›mc› olarak verirler. Bu s›k›nt›lar, daha sonra Zeynep’in de kardeflinin yan›ndan ayr›lmas›na sebep olacakt›r. Zira ‹smail, belli bir ifl üzerinde yo¤unlaflamay›p sürekli ifl de¤ifltirmekte, baz› geceler evin içinde içki içmekte, kendini kaybettikten sonra da efli Gülseren’e fliddet uygulamaktad›r. Kendine geldi¤inde yapt›klar›n› hat›rlamad›¤› söyleyip her defas›nda özür dilemesi de bir yerden sonra Zeynep’e inand›r›c› gelmemeye bafllam›flt›r. Zeynep, Doktor Fehmi Bey’in yan›nda çal›fl›rken, yat›l› bir ifle bafllamak amac›yla oradan ayr›lm›flt›r. Bu arada Zeynep ile k›z› Ayflenaz’›n birbirlerinden ayr› olmalar› onlara adeta “göç içinde göç”ü yaflatmaktad›r. “Hani bir kufl, kanad›n›n alt›ndan kaç›p, bilinmeyen bir çat›ya konan yavrusunu nas›l ararsa o da öyleydi. Ordan oraya uçmaktan sersemlemifl o yorgun kufla benziyordu. K›z› bu eve göndermiflti ama, hâlâ kanad›n›n alt›nda san›yordu.”(Çokum 2003: 78) Ayflenaz ise, gitti¤i evde gül yüzlüsünün –annesinin- hasretiyle günlerini geçirmekte, evin önünden geçen trenlere annesini kendisine getirecekleri ümidiyle bakmaktad›r. Binnur Ana’ya da her geçen al›flmakta olan Ayflenaz, onun k›z› Nurcan ve damad› Reflit’in bir türlü gözüne girememektedir. Zeynep ise, yeni iflinde Yeniköy’de bir villada Nuriye ad›ndaki baflka bir hizmetçiyle beraber Tomris Han›m’›n yan›ndad›r. Tomris Han›m’›n evinde misafirler hiç eksik olmaz. Zeynep bu iflteyken, kocas›n›n hastal›¤› s›ras›nda tan›flt›¤› Ruhsar’›n tan›d›klar›ndan Orhan Usta’dan evlilik teklifi al›r. O da kar›s›n› yak›n zamanda kaybetmifl ve yaln›z yaflamaktad›r. Ancak Zeynep, Kadir’i unutmak istemedi¤ini ve ondan sonra baflka biriyle evlenmeyi düflünmedi¤ini söyleyerek bütün ›srarlara ra¤men bu teklifi geri çevirir. Zeynep’in içinde köyünün, çocuklar›n›n, sevdiklerinin özlemi günden güne büyür. Oralara tekrar dönece¤i günün ümidiyle yaflar: “Ah oralara dönebilse, (…) Ye- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 65 ter ki köyünde olsun! Hepsi bir arada…Baharda nas›l da canlan›r oralar…Ah, bir gidebilse…Kadir’in yadigâr› a¤açlar›n gölgesine, kirlenmemifl, rengi hâlâ dupduru gö¤üne kavuflsa…Burada s›k›flm›fl, daralm›fl ci¤erleri güzelim da¤ ve yayla havas›yla aç›l›p ferahlasa…”(Çokum 2003: 120) Hasret dolu günler devam ederken Ayflenaz’dan güzel bir haber gelir. Binnur Ana, ilkokuldan sonra e¤itimine devam edemeyen Ayflenaz’› tekrar okula gönderece¤ini ve bütün masraflar› karfl›layaca¤›n› söyleyerek annesinden de izin al›r. Bu mutlu haberin güzelli¤ine ise, temizlik yaparken ›slak olan zeminde kayan Zeynep’in aya¤›n›n k›r›lmas› gölge düflürür. De¤neklerle yürümeye bafllayan Zeynep için art›k tek çare uzun süredir özlemini çekti¤i, sevdiklerinin ve sevenlerinin oldu¤u köyüne dönmektir. “Köyüne oca¤›na dönmeliydi. Orada etraf›ndaki sevgi dolu yüreklerle yeniden güçlenecekti. Galiba sevgi olmadan hiçbir ac›, hiçbir zorluk gö¤üslenemiyordu.” (Çokum 2003: 171) Fakat Zeynep, köyüne döndükten sonra da ümit etti¤i gücü bulamayacakt›r. Bir yanda bitmemifl olan borçlar, di¤er yanda gurbet elde b›rakt›¤› k›z› Ayflenaz… “Vuruyordu da¤lara kendin…,Geceleri donuk bir ampul alt›nda oturuyor, bitmeyen borcu düflünüyor, daha gö¤üsleyece¤i pek çok mihnet, pek çok yaflan›las› zorluk oldu¤unu düflünüyordu.” (Çokum 2003: 174) Günün birinde Doktor Fehmi Bey’e bir mektup yazarak içinde bulundu¤u s›k›nt›lar› anlatan Zeynep, ondan tekrar onun yan›nda ifle bafllayabilece¤ini belirten mektubu gecikmeli de olsa al›r. Art›k Zeynep için flehirle olan mücadele tekrar bafllayacakt›r. “Geliyorum flehir! Yine savafl›m var seninle…geliyorum iflte.” (Çokum 2003: 176) Zeynep, bu savafl için tekrar göç yollar›na düfler. Gül Yüzlüm roman›nda köyden flehre göç olgusu ifllenirken, bir anne ile k›z›n›n kendileri için gurbet olan ‹stanbul’da yaflad›klar› s›k›nt›lar ve bu s›k›nt›lara gö¤üs germek için verdikleri mücadele ele al›nmaktad›r. Zeynep, o¤lunun okumas› ve borçlar›n ödenmesi için bir anne olarak fedakârl›k yaparak ‹stanbul’a göç eder. Ayflenaz’› gurbette yan›ndan ay›rmak istemese de kardeflinin evindeki huzursuzluklar ona ayr›l›k karar›n› ald›r›r. Köyde kalanlar ve flehre göç edenler fleklinde ilk bak›flta ikiye bölünen aile, Ayflenaz’›n Binnur Ana’n›n yan›na verilmesiyle bir bölünmeye daha maruz kal›r. Zeynep’e göre bu ayr›l›klar›n tek sorumlusu koca flehir ‹stanbul’dur. “Bizi ‹stanbul ay›rd›. O¤ullar›m köyde, k›z›m benim gibi burada ama flehrin bir yakas›nda o, bir yakas›nda ben. Bir ailenin yan›na verdim iflte. Ailemi bir araya toplayamadan ölüp gidece¤im diye korkar›m. fiu koca flehirde k›z›m ve ben eriyip gidece¤iz. Hayat zormufl…”(Çokum 2003: 127) Anne ile k›z›n›n gurbet elde ayr› olmalar›na ra¤men aralar›ndaki bitip tükenmez sevgi, kenetlenmelerine ve s›k›nt›lara katlanmalar›na en önemli sebeptir. Zeynep içinse gurbet, bir türlü gülen yüzünü göstermemifltir. Doktorun yan›nda ifl bulan Zeynep, kardefli ‹smail’in ev içinde huzursuzluk oluflturan davran›fllar›ndan dolay› yat›l› bir ifl bulmak için bu iflten ayr›lmak zorunda kal›r. Buldu¤u ikinci iflinde ise Zeynep, mutlu de¤ildir. Eve sürekli misafirlerin gelmesi, gelenlerin geç saatlere kadar kalmalar› onun al›fl›k olmad›¤› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 66 fleylerdir. Bu evde, Zeynep’in yaflam›fl oldu¤u kaza sonucu aya¤›ndan sakatlanmas› ilk bak›flta olumsuz gibi gözükse de belki sonuçlar› bak›m›ndan olumlu taraflar› da olmufltur. Böylelikle o, özlemini çekti¤i köyüne ve çocuklar›na kavuflma flans›n› yakalam›flt›r. En önemlisi ise hayatta güçlü olmas› gerekti¤ini ö¤renmifl ve mücadele etmesinin gereklili¤ine inanm›flt›r. Köyünden tekrar ‹stanbul’a gidece¤i zaman Zeynep, art›k daha güçlü ve daha azimli biri olmufltur. Romanda göçün olumsuz sonuçlar›ndan etkilenenlerin bafl›nda hiç flüphesiz Ayflenaz gelmektedir. Çünkü o, ‹stanbul’da annesinden ayr› hiç tan›mad›¤› insanlarla bir arada yaflamaya mecbur kalm›flt›r. Yan›nda kald›¤› Binnur Ana’n›n k›z› ve damad›n›n ona karfl› olan küçümseyici tav›r ve davran›fllar› da Ayflenaz’›n ruhunda yaralar açm›fl, pencere önlerinde annesinin kendisini görmeye gelece¤i anlar› bekler olmufltur. Bütün bu s›k›nt›lara katlanmas›n›n ve sabretmesinin sebebi de zaten, annesine tekrar kavuflaca¤› ve bir arada yaflayacaklar› günlerin hayalidir. ‹lk kez köyden flehre giden bir k›z›n, e¤itim seviyesi yüksek insanlar›n yan›nda bocalamas› ihtimal dâhilindedir. Yaflam tarz›ndaki ani de¤iflimler flüphesiz ki uyum problemlerinin de beraberinde getirecektir. Ayflenaz da bu problemleri yaflam›fl fakat evlerinde misafir oldu¤u kiflilere karfl› sayg›da kusur etmemeye gayret göstermifltir. H›rs›zl›kla itham edilmesinden sonra evden kaçt›ysa da yine oraya dönmüfl, Binnur Ana’n›n sevecen yaklafl›mlar› sayesindedir ki s›k›nt›lar›n› içine atarak orada kalmaya devam etmifltir. Zeynep’in sakatlan›p köyüne dönmesinden sonra Ayflenaz, koca flehirde bir süreli¤ine de olsa art›k yaln›z yaflayacakt›r. Eserde karfl›m›za ç›kan ailenin en önemli özelli¤i yar›m kalm›fll›k ve “parçalanm›fll›k”t›r. Kadir’in ölümüyle ayr›ld›¤› aile, Zeynep ve Ayflenaz’›n ‹stanbul’a göçleriyle bir parçalanm›fll›k daha yaflar. ‹stanbul’da Ayflenaz’›n annesinden ayr›, baflka bir evde yaflamaya bafllamas› baflka bir parçalanm›fll›k örne¤idir. Zeynep, çocuklar›n› ayr› ayr› yerlerde b›rakmak zorunda kald›¤›ndan “yar›m”d›r. Köyüne döndükten sonra kendi öz evinde dahi bir yabanc› gibi görülmesi aile bütünlü¤ünün iyice zedelendi¤ini göstermektedir. Ç›rp›nt›lar Roman›nda “Göç” Türk edebiyat›nda d›fl göç roman› örne¤i olarak karfl›m›za ç›kan Ç›rp›nt›lar “parçalanm›fl aileler meselesini ve göç dram›n› anlatan bir romand›r. Çokum, bu romanda Avustralya’ya göç etmifl üç kiflilik bir ailenin ayakta kalma savafl›n›, bu savafl›n nelere mal olabilece¤ini, kendi ülkelerine döndüklerinde yaflad›klar› uyumsuzluklar› anlatmaktad›r.” (Ayata 2008: 102) Efli Esra ve çocu¤u Korhan ile Avustralya’ya göç eden Tekin, flirketin birinde buldu¤u iflte çal›flmaya devam ederken, efliyle birlikte flehirler aras›nda sat›fl için yapm›fl olduklar› yolculuklarda Türk aileleriyle tan›fl›rlar. Bu tan›flmalar, onlar›n ye- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 67 ni projeler gelifltirmelerine de imkân sa¤lar. Projelerin en önemlisi bir Türk evinin kurulmas›d›r. Bu ev sayesindedir ki, Türk kültürü orada yaflat›lacak ve ailelerin birbirlerini tan›mas› ve kaynaflmalar› daha kolay olacakt›r. Di¤er önemli projeler ise Avustralya’da Türk okullar› açmak, kad›n derne¤i kurmak, Türk radyosu kurulmas›n› sa¤lamakt›r. Tekin ve Esra böyle faydal› faaliyetler için çal›flmalar›na devam ederlerken o¤ullar› Korhan’›n gitti¤i okuldaki uyum sorunlar› aileyi olumsuz yönde etkilemeye bafllam›flt›r. Esra’n›n okula ça¤r›lmas› ve Korhan’›n durumunun kendisine bildirilmesinden sonra Caroline ismindeki ö¤retmenin Korhan ile ilgilenmesine karar verilir. Yaz tatilinde Perkins ailesine misafir ö¤renci olarak Wollangong’a gönderilen Korhan’›n, dönüflte tekrar oraya gitmek istemedi¤ini, evin çocu¤unun kendisiyle sürekli alay etti¤ini ifade etmesinden sonra onu bu konuda Caroline ö¤retmen ikna eder. Bütün bu s›k›nt›lar devam ederken Tekin, kardefli Aysun’u trafik kazas›nda kaybetmenin flokunu yaflar ve onun mezar›n› ziyaret için k›sa süreli¤ine Türkiye’ye döner. Olumsuzluklar üst üste gelirken, Korhan ile babas›n›n aras› da her geçen gün aç›lmaktad›r. Olumsuzluklar› önlemek amac›yla Tekin çare olarak gördü¤ü fikrini hayata geçirmeye bafllar ve ailece Türkiye’ye dönmeye karar verilir. Fakat bu dönüflün de çare olmad›¤› daha sonralar› anlafl›lacakt›r. Avustralya’da yaflanan uyum sorunlar› flimdi ülkeye dönüldü¤ünde tekrar bafllam›flt›r. Bu sorundan en çok etkilenen ise yeni bir okulla tan›flan Korhan’d›r. Derslerdeki baflar›s›zl›klar, karnedeki notlar›n kötü oluflu zaten aç›k olan baba ile o¤ul aras›nda uçurumlar oluflturur ve olaylar Korhan’›n evi terk etmesine kadar var›r. Önceleri Üsküdar’da ayr› bir evde yaflamaya bafllayan Korhan daha sonra Avustralya’ya döner. Yaflanan olumsuz geliflmeler kar› koca aras›ndaki ba¤› da olumsuz etkiler ve Tekin ile Esra ayr›lmaya karar verirler. Hamile olan Esra o¤lunun yan›na Avustralya’ya gider ve orada bir k›z çocuk dünyaya getirir. Onlardan ayr› olmaya dayanamayan Tekin, bir mektupla kendisini de yanlar›n› almalar›n› ister ve gelen olumlu cevap üzerine yeni hayalleriyle birlikte Avustralya’ya döner. “Roman, Avustralya’ya göç eden bir Türk ailesini merkeze alarak yurt d›fl›na giden ve yerleflen Türk toplumunun kültürel kodlar›n› koruma ve gelecek nesillere aktarma mücadelesini anlatmaktad›r. Tekin Bey ailesi vas›tas›yla meselelerin ortaya konuldu¤u romanda mekân, Avustralya ve ‹stanbul’dur. Anglo-Sakson kültürünü temsil eden Avustralya, temsil etti¤i kültürel dünyayla Türkiye’de yetiflen Türklere cevap verememektedir. Romanda bir mekân olarak Avustralya, Türk kültürüne yabanc› unsurlar› temsilen kullan›lmaktad›r. Ayn› flekilde ‹stanbul da Türk kültürünü temsil etmek gibi bir sembolik de¤erle yer almaktad›r.” (Coflkun 2003:44) Ç›rp›nt›lar roman› için eserin yazar› Sevinç Çokum “modern bir göç roman›” tabirini kullan›r ve eseri hakk›nda flunlar› söyler: “‹nsanlar›n sadece savafllarda göç etmedi¤ini, ekmek paras› u¤runa 1960’l› y›l- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 68 lardan sonra yurt d›fl›na giden insanlar›n da bir anlamda göç etti¤ini düflünerek o insanlar› bütün yönleriyle anlatmaya çal›flt›m. Avustralya’ya giden bir Türk ailesinin anlat›ld›¤› bir romand›r bu.” (Çokum 2004:16) “Ç›rp›nt›lar, modern göç roman›…Burada günümüzde dünyan›n inan›lmaz köflelerinde yaflayan Türk ailelerinden birini, Avustralya’daki bir aileyi ele ald›m. Roman›n bir k›sm› Avustralya’da bir k›sm› ‘Kavuflma Günü’ ad›yla Türkiye’de geçer. Avustralya’da asimile olma tehlikesiyle karfl›laflan bu insanlar asl›nda kendi ülkeleri olan Türkiye’de yok olma tehlikesiyle karfl›lafl›yorlar. Kültür de¤iflmelerinin farkl› toplumlar›n ve insan›n iç dünyas›ndaki çat›flmalar›n getirdi¤i bir parçalanm›fl aile tablosu.” (Kabakl› 1994:611) Ç›rp›nt›lar roman› için Argunflah (1995:37), “d›fl göç ana temas› üzerine yerlefltirilmifl; ancak ça¤dafl insan›n yaln›zl›¤›n› da iflleyen bir eser” de¤erlendirmesini yaparken, Aytaç (1995: 193), “göç olay›n› ele al›fl tarz›nda benzerlerinden ayr›l›yor. Burada Avustralya’ya göç etmifl, y›llar sonra kesin dönüfle karar verip ‹stanbul’a geri gelmifl üç kiflilik bir ailenin, o¤lun uyumsuzlu¤u nedeniyle parçalan›p onun peflinden yeniden Avustralya’ya göçüflü anlat›rken konunun toplumsal-ruhsal yönleri vurgulanmaktad›r.” der. Yabanc› bir ülkeye göç eden kiflilerin en büyük s›k›nt›lar› hiç flüphesiz uyum konusunda olmaktad›r. Yeni bir ülkeye, yeni bir hayata uyum sa¤lamaya çal›fl›rken ayn› zamanda kendi kültürel ve toplumsal de¤erlerini, millî kimliklerini de korumak ve onlar› yaflatmaya çal›flmak birtak›m s›k›nt›lar› beraberinde getirecektir. Eserde, Türk ailelerinin dayan›flmas› ve kaynaflmas› için önemli fikirler ortaya at›p bunlar› uygulamaya dökmede baflar›l› olan Tekin ve Esra ayn› baflar›y› kendi aile hayatlar›nda gösterememifllerdir. “Parçalanm›fl aile” kavram› bu romanda da karfl›m›za ç›kar. Çocu¤un okudu¤u okuldakilerle yaflad›¤› uyum problemi aileyi de olumsuz etkiler. Zira, “yabanc› bir ülkede yaflaman›n en önemli problemlerinden biri çocuklar›n e¤itimidir. Anglo-Sakson kültürün, birçok milletin çocuklar›n› ayn› teknede yo¤urmas› ise en büyük tehlikedir.” (Argunflah 1195: 38) Aile içindeki s›k›nt›lar Tekin’in a¤z›ndan flu cümlelerle aktar›l›r: “Evimizde ya¤mam›fl ya¤murlar›n s›k›nt›s› dolafl›yordu. ‹nflallah geçer diyorum…Avustralya bizi fark›na varmadan birbirimizden uzaklaflt›r›yor galiba. Konuflmalar›m›z sonunda tart›flmaya dönüyor nedense…Birbirimizden kaç›yoruz aç›kças›. Oysa konuflup her fleyi gün ›fl›¤›na ç›karabiliriz. Kimi zaman eve gitmek içimden gelmiyor. Limanda, parklarda dolafl›yorum serseri serseri…” (Çokum 1999a: 85). Esra, çocu¤unun e¤itimi konusunda kendisinde eksiklikler oldu¤unu düflünerek, kendini bu konuda gelifltirmek amac›yla kitaplar temin ederek onlar› okumaya bafllar. Buna ra¤men baba ve o¤ul aras›nda bafllayan tats›zl›klar, Türkiye’ye dönüldü¤ünde de devam eder ve o¤lun evi terk etmesiyle neticelenir. Bu terk edifl, kar› kocan›n aras›n›n aç›lmas›na ve yuvan›n y›k›lmas›na kadar gider. Ailenin y›k›lmas› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 69 aile bireylerinde bir “yar›ml›k “ duygusu oluflturmufl olacak ki Tekin’in tekrar birleflme iste¤ine efli ve o¤lu olumlu cevap vererek onu tekrar Avustralya’ya ça¤›r›rlar. Bizim Diyar Roman›nda “Göç” Sevinç Çokum, ikinci roman› Bizim Diyar’da bizleri, yak›n tarihimizde bir yolculu¤a ç›kar›r. Osmanl›’n›n çöküfl y›llar›, Balkan Savafllar›, savafllar›n ac›lar›, s›k›nt›lar›, savafl sebebiyle yer ve yurtlar›n› b›rakmak zorunda kalan insanlar… Selanik’te, Üsküp’te, Usturumca’da k›sacas› Rumeli topraklar›nda as›rlar boyu kardeflçe yaflayan Türk’ün, Bulgar’›n, Rum’un aralar›na ekilen ayr›l›k tohumlar› sonras›nda bafllayan ayr›l›klar›n, göç yollar›na dökülen insanlar›n hikâyesi… Eserde, savafl›n ac› yüzüyle karfl›laflmaktay›z. Herkesin yüre¤inde korku ve ümidin iç içe oldu¤u savafl y›llar›nda, Rumeli’nin Türklerin elinden ç›kmas› an meselesidir. Her fleyleriyle o topra¤›n olmufl insanlar›n yüre¤i iflte bu korkuyla atmaktad›r. “Doyas›ya bakmal›y›m güzel olan her bir fleye. Böyle düflünüyorum. Korkuyorum…Rumeli elimizden ç›kacak san›yorum.” (Çokum 1999b: 58) Güzel günler görmüfl, güzellikler yaflam›fl insanlar, kendilerinden sonraki nesillerin ac› çekece¤i endiflesiyle yaflamakta, esaret alt›nda yaflamaktansa hiç yaflamaman›n daha iyi olaca¤›n› düflünmektedirler. “Korkulu günler geçirmekteyiz. Biz yine gün gördük, ba¤larda hür dolan›p gezdik. Benim çocu¤um gün görecek midir? Her birimiz korkuyla sindik evlerimize. Bu iflin sonu ne olacakt›r? Muharebe ç›km›fl olsa, çocu¤umuzu nas›l koruyaca¤›z. O, ac›l› günler görecekse hiç do¤mas›n daha iyi.” (Çokum 1999b: 76-77) Yüreklerinde korkuyla yaflayan insanlar, yine de umutlar›n› kaybetmemeye çal›fl›rlar. Bu konuda birbirlerini de teselli ederler. Güzel günlerin devam edece¤i, savafl›n k›sa sürede bitece¤i umuduyla günlerini geçirirler. Onlar, do¤up büyüdükleri bu topraklar› korumaya, terk etmemeye kararl›d›rlar. “O¤ul, dedi Faik Bey, böyle ümitsiz durma. Bu karanl›k çekilir gider, gün girer evlerimize ümit girer, tasal› durma.” (Çokum 1999b: 80) “Rumeli verilmez. A¤lad›¤›m›z, güldü¤ümüz, sevindi¤imiz, yas tuttu¤umuz yerdir. fiimdi yaral›d›r toprak. Birlikte sarmal›y›z o yaray›.” (Çokum 1999b: 97) “Bu topra¤› b›rakmay›z diye gürledi Ali Bey. Teslim olan›n boynu k›r›ls›n. B›rakamay›z memleketi. Ölmeye raz›y›z. Yeter ki sürülüp gitmeyelim do¤du¤umuz yerlerden.” (Çokum 1999b: 195) Ancak savafl, her geçen gün fliddetini artt›rmaktad›r. Çetelerin yapt›¤› bask›nlarla köyler boflalt›lmakta, insanlar öldürülmekte, evler, camiler y›k›l›p yak›lmaktad›r. “Bu köyde daha önce ezan sesi vard›, türküler vard›. Hepsi silinip gitmifl, flu y›k›k cami ayak alt› bir yer olmufl, bir tek Türk kalmam›fl.” (Çokum 1999b: 92) ‹nsan›m›z›n kendisini yaflatt›¤›n› düflündü¤ü millî ve manevî de¤erlerin yaflad›¤› topraklardan yavafl yavafl çekilmesi, oralar›n art›k bizim için yabanc› oldu¤u anlam›na gelmektedir. ‹nsan›n, yaflad›¤› yerden göç etmesi de zaten ondan sonra bafllamaktad›r. Art›k “bizim diyar”lar, elimizden ç›km›fl- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 70 t›r. “Çan sesleri, mekteplerde söylenen marfllar bizim ince türkümüzü, iflittirmez oldu. Boynumuz büküktür. Art›k kendi diyar›m›zda yabanc› gibiyiz. Bazen gö¤ün üstümüze çökmesi, da¤lar›n y›k›lmas› yak›nd›r diye düflünüyorum.” (Çokum 1999b: 170) Bizim olan yerler art›k elimizden ç›km›fl, o güzel günler sona ermifl, karanl›k günler gelmifl, göç kervanlar› yola düflmeye bafllam›fllard›r. “Ah, benim eski günlerim, dedi Pembe. ‹nce ifller iflledi¤im, ac›y›, belay›, hat›r›ma getirmedi¤im, asmalar alt›nda dinlendi¤im günler. Böyle boynumuzun bükülece¤ini hiç düflünmedik. Bileydim iyice bakard›m sana Üsküb’üm. Topra¤›na, rengine, gö¤üne, yefliline. Rüya olup ellerimden uçacaks›n flimdi.” (Çokum 1999b: 185) Yaflad›¤› topraklar› geride b›rakarak gözyafllar› içinde göç edenler, kendilerine ihanet edenlere içli bir ah ederler. “Açmas›n bir daha bu toprakta güller, açmas›n! Sönsün yeflillik! Gök çöksün ah! Döne döne birbirini yesin halk. Aras›n eski günleri.” (Çokum 1999b: 190) Rumeli’den göç edip Anadolu’ya yerleflenler aileler için de “parçalanm›fll›k” söz konusudur. Ço¤u aile, aile fertlerini, yak›nlar›n› düflman sald›r›lar› neticesinde orada kaybetmifl veya orada b›rakt›¤› yak›nlar›ndan bir haber alamam›flt›r. “B›rakt›k oralar›. Da¤›ld›k, bozguna u¤rad›k. Çolu¤um çocu¤um vard›. Bilmiyorum ne oldular... Güçtü iflimiz. Çok güçtü. Y›k›ld›k, periflan olduk oralarda. (Çokum 1999b: 252) Bizim Diyar roman›nda Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun da¤›lma döneminde üst üste yaflam›fl oldu¤u toprak kay›plar› ve çeflitli halklar›n ba¤›ms›zl›k için giriflti¤i mücadele sonucu Rumeli’den Anadolu’ya göç etmek zorunda kalm›fl/b›rak›lm›fl insan›m›z›n dram› anlat›l›r. As›rlar boyu dostça, kardeflçe yaflam›fl, birbirlerine komfluluk etmifl insanlar›n aralar›n›n nas›l bozuldu¤una da eserde flahit oluruz. Savafl›n ac›mas›z yüzü, ailelerin parçalanmas›, gencecik yaflta topra¤a düflenler, sevdiklerinin ölümüne flahit olanlar, do¤up büyüdükleri, kendi elleriyle yeflerttikleri topraklardan göç etmek zorunda kalanlar, geride b›rakt›klar›ndan/ayr›ld›klar›ndan bir daha haber alamayanlar, günün birinde tekrar kavuflma ümidiyle yaflamaya devam edenler, göç ettikleri topraklara uyum sa¤lamaya çal›flanlar roman›n konusunu ve figürlerini teflkil ederler. Zor flartlarda, so¤uk havalarda, yafll›s›yla genciyle, gece gündüz demeden savafltan kaçan insan›m›z›n göç yolundaki s›k›nt›lar›na flahit oldu¤umuz eserde, savaflan askerlerimizin de durumunu görürüz. Roman›n kahramanlar›ndan R›fat’›n annesine yazd›¤› mektupta dile getirdikleri, durumun özeti niteli¤indedir. “Yoruldum, y›prand›m ana. Görseniz tan›man›z zordur. Gelip de kona¤›n yumuflak bir minderine k›vr›l›p uyusam…Yollar uzun…Yollarday›z. Yollar bitmiyor. So¤u¤a al›flt›k. fiimdiye kadar iki kere yaraland›m. Son ald›¤›m yaradan epeyce yatt›m. Üzülmeyesiniz diye haber etmedim. Bir de tipiye tutulmufltuk, o gün ölüp gelip çatt› dedim. Donmam›z yak›nd›. Bazen bir ah›rda, bazen bir samanl›kta,bazen bir kaya kovu¤unda yatar›m. Çizmelerim su al›yor. Ceplerim sökülmüfl, elbisem çamur içinde.” (Çokum 1999b: 103) Bu ifadelerden de anlafl›laca¤› üzere, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 71 savafl hem cephede savaflanlar hem de onlar› bekleyenler için çetin geçmektedir. Herkes zafer için, içinde umut tafl›sa da hiçbir fley beklenildi¤i gibi gitmez, Rumeli elden ç›kar. Yurtlar›ndan göç edenler, savaflmak için cepheden cepheye koflanlar, kaybettikleri, nerede olduklar›n› dahi bilmedikleri yak›nlar›n›n hayaliyle hayata tutunmaya çal›fl›rlar ve yüreklerinde hep bir ümitle yaflarlar. “‹stanbul’a pek çok muhacir geldi¤ini biliriz. Acep bizimkiler sa¤ ise nerelerdedir? Kimileri de ‹zmir’e ve di¤er flehirlerimize gitmifllerdir. Ümitsiz yaflanmaz de¤il mi Mehmet? Ümit. Belki bulurum onlar›. Kim bilir? Anam›, babam›…Bulurum onlar›, e¤er sa¤ iseler…( …) Bazen ac› bir tat duyar›m a¤z›mda. Ya onlar da k›r›l›p gittilerse diye…( Çokum 1999b: 253) Sonuç Göç, bireylerin ve toplumlar›n hayat›nda önemli etkileri olan bir olgudur. ‹nsanlar, tarihin çeflitli dönemlerinde çeflitli sebeplerle bulunduklar› yerleri terk etmek zorunda kalm›fllard›r. Birtak›m sorunlar sebebiyle göç eden insanlar, göç ettikleri yerlerde de sorunlarla karfl›laflm›fllard›r. Bu çal›flmada Sevinç Çokum’un Gül Yüzlüm, Ç›rp›nt›lar ve Bizim Diyar romanlar›ndaki göç olgusu incelenmifltir. Bu romanlarda çal›flmak için veya savafl sebebiyle göç eden kifliler, gittikleri yerlere uyum sa¤lamada s›k›nt› yaflarlarken, aile hayatlar›nda da parçalanmaya u¤ram›fllard›r. Yine bu kifliler, hem geride b›rakt›klar›n›n hem de ayr›ld›klar› topraklar›n hasretiyle yaflamaya çal›flm›fllard›r. KAYNAKÇA Argunflah, Hülya, “Ç›rp›nt›lar Roman›nda D›fl Göç ve ‹nsan›n Yaln›zl›¤›”, Türk Edebiyat›, S.265, s. 37-39. Ayata, Yunus, Türk Edebiyat›nda D›fl Göç-Bir D›fl Göç Roman› Örne¤i Olarak Ç›rp›nt›lar” Turkish Studies, S.8, s.97-122. Aytaç, Gürsel, “Sevinç Çokum’dan Bir Göçmen Roman›: ‘Ç›rp›nt›lar’, Edebiyat Yaz›lar›-III, Gündo¤an Yay›nlar›, Ankara, 1995. Coflkun, Sezai, “Sevinç Çokum’un Romanlar›nda Mekân›n Kullan›m›”, Türk Edebiyat›, S.356, s. 32-34. Çokum, Sevinç, Bizim Diyar, Ötüken Yay›nlar›, ‹stanbul, 1999b. Çokum, Sevinç, Ç›rp›nt›lar, Ötüken Yay›nlar›, ‹stanbul, 1999a. Çokum, Sevinç, Gül Yüzlüm, Ötüken Yay›nlar›, ‹stanbul, 2003. Kabakl›, Ahmet, Türk Edebiyat›, C.5, ‹stanbul, 1994. Yalç›n, Cemal, Göç Sosyolojisi, An› Yay›nc›l›k, Ankara, 2004. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 72 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 73 Türkçenin Büyük OzanI Naz›m Hikmet’in Rusya’ya Göçü Liudmila Beloskova* Bak›yorum Moskova` n›n pencerelerinden birinden seni düflünüyorum memleketim memleketim, Türkiyem, seni düflünüyorum.. Naz›m Hikmet Ran M oskova` ya geldikten iki ay sonra, 9 Ekim 1951`de Türkiyeli flair Naz›m Hikmet`in yazd›¤› m›sralar›d›r bunlar... Uzun ve yorucu bir hapishane hayat›n›n ard›ndan d›flar›ya ç›kan yazar, yeniden askere al›nmak istenir. Hakk›nda komplolar kuruldu¤una ve Sabahhatin Ali gibi öldürülece¤ine inan›r. Geride çok sevdi¤i memleketini, kar›s› Münevver`i, o¤lu Memet`i ve dostlar›n› b›rakarak 1951 y›l›nda Türkiye`den ayr›lmak zorunda kalarak Rusya` ya göç eder ve bir daha kendi vatan›n›, aflk›n›, Türkiye’yi göremeden yaflam›n›n sonuna de¤in bu hasreti çeker. Göçün tarihçesi, insanl›k tarihi kadar eskidir. Göç, belki de, uzun süre insanl›k için tek hayat tarz› olmufltur. Göç, co¤rafya koflullar›, ekonomik nedenler, toplumsal-siyasal geliflmeler ve savafllar gibi etkenler dolay›s›yla yüzy›llard›r gerçekleflegelmektedir. ‹ster s›¤›nma, ister sürgün olsun, gönüllü ya da zorunlu her göç, her zaman bireyi oldu¤u kadar toplumu da etkilemifl; gelinen ülkeyi oldu¤u kadar geride *Dokuz Eylül Üniversitesi, Soyyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Ö¤rencisi GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 74 b›rak›lan ülkeyi de de¤ifltirmifltir. Geçici ya da temelli göç, bir yandan yaflama hakk›, özgürlük, güvenlik, sa¤l›k, e¤itim ve istihdam beklentisinde olan insanlar›n ümit kap›s› haline gelirken, öte yandan, kimileri için dram ve trajedi yaratm›flt›r. Ne yaz›k ki, ünlü Türk ozan› için ülkesinden ayr›l›fl› asl›nda zorunlu bir göçtü. Bafllang›çta, flairin ülkesine dönüfl umitler ile geçici bir göç say›labilirdi, fakat olaylar›n geliflim seyri Türk flair Naz›m Hikmet’i temelli göçmen durumunda b›rakt›. Her ne kadar "Anadolu da bir köy mezarl›¤›nda" gömülmek istedi¤ini vasiyet olarak dile getirmifl olsa da, sonsuz mekan› Moskova’da ünlü Novodevichye Mezarl›¤› olufltur. Mücadele içerisinde geçmifl hayat›n›n de¤iflik dönemleri akla getirilir, yurdu için duydu¤u özlem hat›rlan›rsa, göçün Naz›m Hikmet’in hayat›nda büyük ve ac›mas›z bir trajediye dönüfltü¤ünü görürüz. fiunu söylemek gerekir ki, bu zorunlu göç ve Naz›m Hikmet’in zaman zaman dile getirdi¤i üzere Moskova onun al›fl›k oldu¤u bir co¤rafya olmas›na ra¤men ülkesi, ülkesinin insanlar›, onlar için duydu¤u kayg› ve özlem bir an bile b›rakmad› Naz›m’›... 46 y›l sonra yay›mlanm›fl olan, Gökflin Sahipo¤lu`nun ölümünden birkaç ay önce Pariste yapt›¤›, söyleflide, büyük ozan Türkiye’den ayr›l›fl öyküsünü, kendisi, aç›k aç›k flöyle anlatmaktad›r: "Kaç›fl›m hakk›nda türlü dedikodular ç›kartt›lar. Yok, Rusya`dan denizalt› gelmifl falan filan! ‹sterseniz "siz de tank yollam›fllard›r" diye yaz›n! Azizim çok basit bir yolla kaçt›m.Tarabya`dan bir sürat motoruyla Karadeniz`e aç›ld›m. Motorun benzini bitinceye kadar ifller yoluna gitti. Tam o s›rada Allahtan bir Rumen flilebine rastlad›m. Beni bitkin bir halde gemiye ald›lar. fians›m varm›fl da kurtuldum! Romanya`dan sonra Rusya`ya gittim. ‹ki fley için iftihar ederim. Biri "Dünya Bar›fl Harekat› Üyesi" olmam, di¤eri de "Moskova da Sovyet Yazarlar Birli¤i`ne" üye kabul edilmem...Moskova`da "Milli Kurtulufl Destan›n›" yazd›m. Parça parça, Rusçaya, Bulgarcaya, ‹talyancaya çevrildi...Rusya`da iken akl›m hep Türkiye`de idi..."(Sipahio¤lu, 2009 : 7) Naz›m Hikmet 1951-1963 dönemini - dünyan›n çeflitli yerlerine yapt›¤› yolculuklar d›fl›nda– Moskova`da geçirecek, fliir çal›flmalar›n› ve daha mutlu bir insanl›k u¤rundaki çabalar›n› ölümüne kadar (3 Haziran 1963) bu kentte sürdürecektir. Afla¤› yukar› on iki y›l› kapsayan bu dönemde Moskova gazetelerinde Türkiye`yle ilgili yaz›lar yazm›fl, Bar›fl ödülünü alm›fl (1953), Helsinki` de toplanan Bar›fl Kongresi`ne (1955), Taflkent`te toplanan Asya Yazarlar Birli¤i kongresine kat›lm›flt›r (1958). Oldukça durgun ve uzun bir hapislik döneminden sonra gelen bu etkinlik döneminde Naz›m Hikmet, dünyaya bütün gücüyle, bütün sevme, anlama, inanma gücüyle aç›lan bir flairin d›fl gözlemlerini ortaya koyarken; eserlerini ülkesinden ayr› düflmüfl yurtsever bir flairin ince duyarl›¤›yla örmüfltür. Memleketlerini çesitli sebeplerden dolay› b›rak›p yabanc› ülkelere gitmek zorunda kalan millyonarca insanlar var, ancak memleketlerine ait kültürel unsurlar› göç ettikleri ülkede yaflatarak benliklerini, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 75 milli kimliklerini korumaya cal›s›rlar. Türkçenin Büyük fiair ve Yurttafl› Naz›m Hikmet de onlar içindeydi: sonsuza dek, son nefesine kadar Türkiye milli kimli¤ine küçük bir leke bile b›rakmadan, Türkiye’nin ve Türkçenin flairi olmak ünvan›n› namusla ve gururla korudu.Ve böylece, Türkiye `yi temsil etme hakk›n› kazand›, çünkü flair bu noktadayd› her zaman: "Kendi halk›n›n dilinde yazan bir yazar ülkesinin edebiyat›n› temsil etmek hakk›na sahiptir." (Atabafl, 2003: 354) Do¤al olarak, Rusya`da ki göç dönemi fliirlerinde özlem; özellikle de yo¤un bir flekilde yurt özlemi hissedilir. Kavuflma umudunu bar›nd›rmayan bir özlem insan› gerilere, yaflanm›fl günlere, de¤eri bilinmifl de bilinmemifl de olsa art›k bir daha yaflanmayacak olan günlere geri götürür. " Geçip gitmifl günler gelin rak› için sarhofl olun ›sl›kla bir fleyler çal›n geberiyorum kederden. " ("Günler ",1958) Naz›m s›las›n› en çok o¤lu Memet `e ve onun annesi Münevver `e yazd›¤› fliirlerle belirtiyordu. Duvardaki Memet foto¤raflar› da s›las›nda Memet` in ön planda geldi¤ini gösteriyordu. fiair bundan böyle yaflant›lar›n› gözünde canland›racak, sürekli olarak o¤luna ve kar›s›na dokunmak ihtiyac› duyacakt›r: " ‹çimde ac›s› var yemifli kopar›lm›fl bir dal›n, Gitmez gözümden hayali Haliç`e inen yolun, ‹ki gözlü bir b›çakt›r yüre¤ime saplanm›fl evlat hasretiyle hasreti ‹stanbul`un " ("Benim o¤lan foto¤raflar`da büyüyor " , 1954) 1955`te Moskova'dan yazd›¤› son mektupta "Dünyada kirac› gibi de¤il, / yazl›¤›na gelmifl gibi de¤il", "baban›n" eviymifl gibi yafla diye ö¤üt veriyor Memet'e: "memleketler içinde bir flirin memlekettir/Türkiye/bizim memleket." demeyi de unutmuyor. fiairin göç etti¤i Rusya yaflam›`n›n asl›nda güvenli ve rahat bir dönemdir. Rusçay› anl›yordu ve de bu dilde konuflabiliyordu, ama hiçbir zaman Rusça yazmam›flt›r. Yazd›¤› fliirleri topluluk karfl›s›nda hep Türkçe okumufltur. Naz›m Hikmet, yazm›fl oldu¤u fliirlerini insanl›k için yaz›yordu. Bu nedenle de insanlar›n fliirlerini anlamada zorluk çekmeyeceklerini, çünkü kendisi henüz Rusça bilmedi¤i zamanlar Mayakovski`yi hep anlad›¤›n› belirtiyordu. Ancak, akl› ve gönlü ülkesindeydi. Bir gün kendisine ziyarete gelen Zekeriya Sertel ile duygular›n› paylafl›verdi: "Burada GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 76 rahat›m. Çal›fl›yorum falan ama içimi iki üzüntü yer hep...Günden güne memleketimden, halk›mdan uzaklaflt›¤›m› duymaya bafll›yorum. Kökünden su alamayan a¤aç yavafl yavafl solmaya ve kurumaya bafllar. ‹flte ben bu tehlikeyle karfl› karfl›yay›m.Y›llard›r memleketime dönemedim, bu gidiflle dönemeyece¤im de..." (Sertel, 2008:113) Sürekli konuflamad›¤› ana dilinin ve gidemedi¤i Türkiye` nin özlemiyle yan›p tutuflmufltur Naz›m: " ( ...) yaz›lar›m otuz k›rk dilde bast›lar Türkiye` mde Türkçemle yasak.(...) " ( "Otobiyografi", Eylül 1961, Berlin) 1954 - 1956 y›llar›yd›. Naz›m Hikmet, o s›ralar, Moskova yak›nlar›nda k›r evinde yaflamaktayd›. Bu köflk, Moskova`n›n yaklafl›k 100 km. d›fl›nda, mefle ormanl›klar›n içinde kurulmufl bir çok Sovyet yazarlar›n›n oturdu¤u "Peredelkino" denen bir k›rsal mahalledeydi. Bu villalara "Daça" deniliyordu. Naz›m Hikmet ise kentin gürültüsünden uzak sakin bir yerde, Doktor Galina`n›n özel bak›m›n alt›ndayd›. "Karl› Kay›n Orman›nda" adl› fliirin yaz›l›fl› da bu sanc›lar›n aras›nda gerçekleflir.1956 `da yazm›fl oldu¤u bu ünlü fliirinini bir dörtlü¤ünün ilk iki dizesi, flairinin gurbetli¤inin boyutlar›n› ele veriyor : "Memleket mi, y›ld›zlar m›, /gençli¤im mi daha uzak? " Bir baflka dizede "Yedi tepeli" kentinde "gonca gülü"nü b›rak›fl›ndan da söz eder. Yine Naz›m Hikmet`in yak›n dostu olan Y›ld›z Sertel "Naz›m Hikmet ile Serteller" isimli kitab›nda flairin Rusya gurbetindeki yaflam›n› flöyle anlat›yor: "Mahallede Sovyet Birli¤i` nin en ilginç insanlar› oturuyordu. Naz›m, Ehrenburg`la, Fadayev`le, Simonov`le görüfltü¤ünü, ancak bu görüsmelerin resmi oldu¤unu söylüyordu. Türkiye`de oldu¤u gibi teklifsiz, kap›y› aç›p, "Merhaba!" diyemiyorlard› birbirlerine. Bu aç›dan, en yak›n dostu Babayef `ti. Azeri gelenekleriyle, Türk gelenekleri birbirine uyuyor, bir Azeri` yle yak›n dostluk çabuk kurulabiliyordu..." (Sertel, 2008: 130) Do¤rusunu söylemek gerekirse, Naz›m Hikmet asl›nda eski bir Moskoval›yd›, eski ‹stanbullu oldu¤u kadar. E¤itimini orada görmüfl, Rus halk›yla birlikte devrimin ilk günlerini yaflam›fl; bu halkla, bu ülkeyle kaynaflm›flt›. Krasnaya Presnya`daki fabrikada fliirler okumufltu. A¤›r elleri dizlerinde; gözlerinde sab›rlar›, Türkçe bilirlermifl gibi dinlemifllerdi onu. Alk›fllam›fllard›. Moskova`ya ilkin on sekiz yafl›mdayken geldim. Çiçe¤i burnunda bir delikanl›yd›m o zaman. ‹lk aflk›m› burada yaflad›m, dünyan›n kaç bucak oldu¤unu burada ö¤- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 77 rendim. Bir insan›n kendi halk›n› nas›l sevmesi gerekti¤ini de burada ö¤rendim.(....) ‹nsan›n yurdu en büyük ac›lar›, ayn› zamanda en büyük mutluluklar› duyup yaflad›¤› yerdir. O bak›mdan Moskova` y› kendi kentim, Sovyet Birli¤i` ni de kendi ülkem say›yorum..." (Sverçevskaya, 2002 : 166) Oysa, y›llar önce gördü¤ü Sovyet Rusya` n›n bunca de¤iflmifl ve ilerlemifl olmas› Naz›m› tabii ki heyecanland›rm›flt›. ‹lk görüflünden tam otuz y›l sonra, Azerbeycan`a ikinci kez gidiflinde Bakü Üniversitesindeki törende yapt›¤› konuflmay› Ekber Babayev`in evinde flöyle demiflti flair: "Ben buraya otuz y›l önce de geldim, Baku’ya.. Ço¤unuz daha dünyada yoktu galiba, birço¤unuz. Hatta, galiba birço¤unuzun annesiyle babas› tan›flmam›flt›." "Bu yoldan otuz y›l önce de geçtim. Dört gün, dört gece tirenle fiimdi, altm›fl saatten az, uçakla sekiz Yak›nda "Tu"lar iflleyecek Moskova - Bakü ‹ki saat, on dakika. Bu yoldan otuz y›l önce de gectim, vagonda flark›lar vard› yine. Sevgiliye sallanan mendil misali, bayrak gibi önümüze giden flark›lar. Vagonda flark›lar var yine, ayn› flark›lar, gençli¤imin flark›lar› ." (12-13 Ekim 1957, Moskova - Bakû yolunda) Arkadafllar›yla birlikte yiyip içmeye bay›l›rd› Naz›m Hikmet, kendi becerikli elleriyle piflirdi¤i Türk mutfa¤› ürünlerini onlara zevkle sunard›.Yazar olarak ise kendini övdü¤ünü hiç duymam›fl dostlar›. En baflar›l› dizeleri için bile "galiba fena olmad›" dermifl Naz›m Hikmet. Oysa daha sonra, Sovyet Yazarlar Birli¤i merkezinde kutlanan yetmiflinci do¤um y›ldönümünde, birçok yazarlar taraf›ndan yap›lm›fl olan konuflmalar aras›nda Radiy Fiflin söyledikleri tam da onu anlat›yordu : "D›flar›da Türkiye` yi ondan daha iyi kimse temsil edemezdi. Türkiye ile birlikte insanl›¤›n yüceli¤ini de temsil etti. Ama her gerçek sanatç› gibi, kendi de¤erinin fark›ndayd›". (Ataöv, 2002: 56) Anayurdundan ayr›lmak zorunda kalan Türkiyeli ozan bütün dünya uluslar›na Türk kültürünü, Türk sanat›n› tan›tt›. Çin`den Küba`ya, Finlandiya`dan Tanga- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 78 nika` ya dek...Naz›m Hikmet Avrupa`y›, Asya’y› ve Afrika`y› dolaflm›flt›r. Bir Amerikal›lar vize verememifl, bir de Sovyet Birli¤i`nde yaln›z Ermenistan`a ayak basmam›flt›r... Büyük özlem duydu¤u Türkiye’ye ise dönememifltir. "Kesme cam bir barda¤a ifllenmifl, elmastraflla, dokunsam ses verecek alt›n çizgili, berrak, beyaz" dedi¤i Prag`a kaç kez uzanm›flt›. PRAG `DA VAKITLER ... III Ö⁄LE Hanufl Ustan›n Saati Kar, önce tepede dindi, Pra¤ fiatosu`nun orda. Sonra, birdenbire, berrak, nazl›, serin bir mavilik kestaneliklere indi. Yumuflac›k parl›yor da. fiair, memleketten uzak, hasretlerle delik deflik, Eski Kent te duruyordu, meydanl›kta, yapayaln›z. Gotik bir duvar üstünde Hanufl Ustan›n saati on ikiyi vuruyordu." Yaflam›fl oldu¤u, can› gibi sevdi¤i, bir parças› oldu¤u yerleri görüp geri dönmeye bir saatli¤ine bile raz›d›r Naz›m Hikmet: "Hasretlik cana yetti pes! Beni ‹stanbuluma götürün bir saatlik..." ("Prag`ta vakitler",1956) Daha hangi kentlere yolu düflmedi ki?! Her seferinde Paris` e yeniden afl›k oldu, Floransa` y› severek gezdi, Varflova`ya gitmekten b›kmad›…Ancak kaderinde büyük rol oynayan ‹stanbul ile Moskva`ya ba¤l›l›¤›n› hiç yitirmedi. Moskova`dayken sürekli ‹stanbul` u özledi, sürekli Moskova` y› sevdi. Tanganika`daki Afrika Ülkeleri Bar›fl Kurultay›`ndan "Moskova` daki evinin kap›s›"na fliirle selam gönderdi, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 79 çünkü Moskova onun "anayurt"u olmufltu. Dahas›, insanlar›n onun fliirini anlay›p de¤erini bilmeleri, fliirlerini ezbere okumalar› Naz›m Hikmet`i çok sevindirirdi. Viktor Komissarjevskiy`nin an›lardan: " "Paris`ten döndü¤ü s›rada kendisiyle görüfltü¤ümüzde orada rastlad›¤› bir Türk ö¤rencisinin fliirlerini ondan daha ezbere bildi¤ini, hatta Naz›m okurken ona yard›m etti¤ini anlat›rken yüzündeki mutlulu¤u görmeliydiniz. "Demek oluyor ki, Türkiye beni unutmam›fl."demiflti." (Sverçevskaya, 2002:48) Mart 1954`te Macaristan `dayd› Naz›m Hikmet. Macar ovas›nda, Anadolu ovalar›ndaki gibi, t›pk› havayi mavi, toz pembe, aç›k mor akflam oluyordu. "fiairi cennete koymufllar, Ah, memleketim, demifl." 29 Aral›k 1956 `da Çekoslovakya` da "Hanufl Ustan›n Saati" ni anlat›rken, iki m›sra: "...fiair,memleketten uzak Hasretlerle delik, deflik..." 31 May›s 1958`de ‹sviçre da¤lar› için bile " bizim da¤lara benziyor" der. Bir gün sonra Viyana çevresinde dolafl›rken flöyle dertlenir: "Gökte bulut yok Sö¤ütler ya¤murlu Tuna`ya rastlad›m ak›yor çamurlu çamurlu her Hikmet` in o¤lu, Hikmet in o¤lu Tuna` n›n suyu olayd›n Karaorman` dan geleydin Karadeniz` e döküleydin mavilefleydin, mavilefleydin, mavilefleydin geçeydin Bo¤aziçi` nden bafl›nda ‹stanbul havas› çarpayd›n Kad›köy iskelesine çarpayd›n, ç›rp›nayd›n vapura binerken Memet`le anas›." Leipzig de hüzünlendirir "bir Üsküdar balkonunda guruba karfl› demlenir gibi" . Ve flöyle yazar: .... GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 80 "Hava açt› içimdeki ‹stanbul üzerinde. Bir selvi, bir çeflme, Üsküdar. Kofltumsa da yetiflemedim ‹skeleden kalkt› vapur." Bulgaristan’a da s›k s›k gidiyordu Naz›m. Bunun temel nedeni, Varna`n›n çok güzel bir tatil kenti olmas› yan› s›ra Turkiye`ye yak›nl›¤›yd›. Ayr›ca nüfusun ço¤unlu¤u Türk`tü, yemekler nerdeyse ayn›yd› ve sokaklarda yürürken pencerelerden s›zan Ankara Radyosu`nun sesini duyabiliyordu. Karadeniz k›y›s›nda memleketin karfl›s›ndayd› göçmen Naz›m. Ve yurt hasreti gibi bir hastal›¤› ancak çekenler, ancak Naz›m Hikmet bilirdi. VAPUR .... "Bir vapur geçer Varna önünden, uy Karadeniz`in gümüfl telleri, bir vapur geçer Bo¤az`a do¤ru. Naz›m usulcac›k okflar vapuru, Yanar elleri..." (1957) Ayn› y›lda yazd›¤› "Varna fliirlerinden" (5 Haziran 1957), sofradaki yemeklere kadar herfleyin nas›l Türkiye`yi hat›rlatt›¤›n› yanarak anlatm›flt›r. SOFRA "fiu Varna deli etti beni, divane etti. Sofrada domates, yeflil biber, kalkan tavas›, Radyoda "Ha uflaklar!" Karadeniz havas›, Uy anason kokusu! Ahbapça, kardeflce konuflulan dilim... A be islah be, islah be halim... fiu Varna deli etti beni Divane etti..." (6 Haziran 1957, Varna) Görüldü¤ü gibi, Naz›m Hikmet`in Varna ve Balçik fliirleri, Bulgaristan`›n Karadeniz`e kar›flan k›y›lar›n›n do¤as›, günlük yaflam› ve memleket özleminin duygula- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 81 r›yla doludur. Karadeniz k›y›lar›nda, karfl› k›y›ya; memleketine elini uzatsa dokunacak kadar yaklaflan Naz›m `›n, kalp rahats›zl›¤›, ciddi boyutlara ulaflm›flt›. Fiziksel ve ruhsal olan ac›s›n› azaltmak için flairin dinlenmesi gerekiyordu. Kar›fl›k duygular içinde bulundu¤u o dönemde yazd›¤› pek çok fliire yans›d›. Bu duygular 1 Temmuz 1957`de bir güne s›¤d›r›lan üç fliirle; "Mavi Liman", "Ceviz A¤ac›" ve "David Oystrah` a Mektubumdur" adl› fliirlerle ka¤›da döküldü. "Mavi Liman" da bir kaptana seslenen Naz›m,yorgunlu¤unu hayk›r›r. Özlemini duydu¤u limana gitmeyi, vatan›nda "güneflli günleri" görebilece¤inden duydu¤u kuflkuyu dile getirir. "Ceviz A¤ac›"nda içi d›fl› deniz,`yapraklar› suda bal›k gibi " k›v›l k›v›l" olan ve bunlarla ‹stanbul` a dokunan "yüz bin gözle ‹stanbul` u seyreden" bir ozan vard›r. Bu özlemle, Naz›m Hikmet olmad›k fleyleri yeniden yaflamay›, zor çekilmifl ac›lar› bile yeniden yaflamay› arzuluyor: "Ama ‹stanbul `dan uzak Her fleyi ar›yorum Üsküdar cezaevinin görüflme yerini bile..." ("Sofya` dan",1957) Memleketi art›k yaln›z saç›n›n ak›nda, enfarktüsünde yüre¤inin, al›n›n çizgisindedir. Bir kez Kahire`ye giderken, Türkiye`nin üzerinden uçmufltur yine flair Hikmet: "Sekiz bin metre yukarda Anadolu `nun üstündeyim. Sekiz bin metre derinde, bulutlar›n alt›nda, topra¤›nda kara k›fl." M›s›rdayken ise ‹stanbulun çizgilerini ve kendi halk›n›n özelliklerini görmek onu çok mutlu ediyordu. Efli Vera Tulyakova ile bu ülkedeki sokaklar› gezerken sürekli flu sözler dökülüyordu a¤z›ndan: "Bak, bu tam bizdeki gibi. Bizde de böyledir. Kad›nlar böyle giyinirler. Yiyecekler, yüzler, minareler, hatta Hilton Oteli bile t›pk› Türkiye `deki gibi ". Ve orada, Kahir de, her yerde oldu¤undan daha çok Türkiye `yi an›msatan özellikler bulmufltu Naz›m... Naz›m Hikmet bütün fliirlerinde yaln›z ve yaln›z hissettiklerini, inand›klar›n›, sevdi¤i fleyleri yazm›flt›r.Tüm büyük ozanlar gibi. "Bir avlu vard› Arbat Meydan›na yak›n, tu¤la duvarlar›na k›fl›n, geceleri, kat kat, s›cak s›cak, yanard› turuncu, mavi, alt›n pencereler. ‹stanbullu bir delikanl› avluda titrer, titrerdi saatlerce...Avluda titrer, Tamara`n›n gölgesi gelir giderdi mavi pencerede, en yukar›da...(Ataöv,2002:60) ‹nsan olarak da, ülkesinin do¤as›na, insan›na ve yak›nlar›na olan özlemini ›srar- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 82 la vurgular.Yazd›¤› fliirlerde bu özlemin kezlerce yinelendi¤i görülür: "Sade seni düflündüm kestanenin alt›nda, sade seni,yani Memed`i, sade seninle Memed’i, yani memleketi..." Y›llar sonra, art›k Naz›m`s›z Moskova`da düzenlenen törende yazar›n Türkkaya Ataöv` ün kar›s›, ozan›n Moskoval› dostlar›na "sizi en çok etkileyen yan› nedir?" sorusuna, hepsi sözleflmifl gibi ayn› cevab› verdiler: " Naz›m` ›n en yüce niteli¤i Türkiye halk›na ba¤l›l›¤›, Türkiye` ye sevgisidir. Hayat›n›n çeflitli anlar›nda türlü etkiler içinde kalm›flt›r, ama onun `tepeden t›rna¤› sevda` dedi¤i fley asl›nda memleketine olan büyük hasretidir..." (Ataöv, 2002:39) “Memleketimi seviyorum: Ç›narlar›nda kolan vurdum, hapishanelerinde yatt›m. Hiçbir fley gidermez s›k›nt›m› Memleketimin flark›lar› ve tütünü gibi..." Elbette herkesin gurbeti kendine göredir. Her insan gurbeti farkl› duygularla ele alabilir. Nâz›m ise, hapislerinde yatt›¤›, bask› gördü¤ü ülkesini çok sevdi¤inin alt›n› çizmekten çekinmez fliirlerinde. Ayr›l›klar›n, özlemlerin her türlüsünü bildi¤ini de yazar aç›kça. O, bir baflka ulusun içinde "Türkçe Yokken" yaflarken de, fliirleri kendi dilinde bas›lamazken de ana dilde unutulmaz fliirler yazm›fl büyük bir flairdir. Çünkü gerçek bir Türktü; ana dili Türkçe`ye afl›kt›. Halk›n›, ülkesini sever, bununla birlikte baflka uluslar hakk›nda kötü söz söylenmesine izin vermezdi. Irkç›l›ktan da nefret ederdi. Yalan söyleme, aldatma, cimrilik gibi insan kusurlar›n›n büyük düflman›yd›. Hakiki komünist oldu¤undan dolay› gençli¤inden itibaren sosyalizmin kuruldu¤u ülkelere hep gitmek isterdi ve daha evvel söylendi¤i gibi Rusya`yi ikinci vatan› olarak say›yordu Naz›m Hikmet. Bütün bunlara karfl›n, bir yan›yla hep Türkiye'dedir, ‹stanbul'da, halk›n›n, sevdiklerinin yan›nda; öte yan›yla da gurbette, ac›lar içinde, kederlerle yo¤rulu olarak... Bu paradoks içerisinde, sevdiklerinin kendisini "Beyaz›t'ta Ç›narl› Kahve'de mi Gorki Park›'nda m›?" bekledi¤ini sorar dostlar›na. Ancak, her büyük flair ve gerçek yurtafl gibi o Beyaz›t’taki Ç›n›rl› Kahve’de bulunmak ister, orayla an›lmay› düflünür. Rusya gibi ilk aflk›n› yaflad›¤›, burada birçok fley yaflay›p; gurbette olsa da bu ülkeyi inan›lmaz ölçüde sevip benimemesine; en güzel fliirlerini "Saman Sar›s›"na Vera Tulyakova`ya karfl› gerçek sevgi duygusunu hissetmesine ra¤men Türk Ozan Naz›m Hikmet Ran asla yurdunu tek bir saniye için bile unutmazd›.Ve ‹stanbul, çok özledi¤i bu kent, sürekli onun içindeydi, dünyas›ndayd›. Çünkü orada hava- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 83 lar hep güneflli ve ayd›nl›kt›r... Çünkü oras› onun do¤mufl oldu¤u yeridir,Türkiye memleketidir.. fiair, k›y›da yaflam›n tad›n› ç›kar›rken, kalkan bir vapura yetiflmek için koflarsa da yetiflemez, iskelede kala kal›r göçmenlik duygular içinde... Rusya`da ve baflka yerlerde, içinde kalabal›k ayd›n gruplar›n›n bulundu¤u milyonarca insan, birkaç yüz y›ldan beri, umuda, düfle ve güneflli bir gelece¤e içtenlikle bel ba¤lam›fllard›. Hasretini çektiklerini, genel bir deyimle, sosyalizm dedikleri fleyde görüyorlard›. Birço¤unun çocukluklar› ve olgunluk yaflamlar› Dickens, London, O. Henry, Gorki ve Shaw`un yazd›klar› gibi geçmiflti. Ayr›ca, kendini yoksulun ve talihsizin yan›nda görmeyen yarat›c› yazar ve sanatç› yok gibidir. Yüre¤inde yüzy›l›n en büyük “göçmenlik” duygusunu yaflayan Naz›m Hikmet bunlar›n en yal›n›yd›... KAYNAKLAR Sverçevskaya, A.,Uturgari, S. ( 2002).Kardeflim Naz›m.Cem Yay›nevi, ‹stanbul. Tulyakova-Hikmet,V. (2008).Bahtiyar Ol Naz›m.Yap› Kredi Yay›nlar›, ‹stanbul. Atabafl, Hüseyin. ( 2003).Türkçenin Yurttafl› Naz›m Hikmet, A. Ü. Tömer yay›nlar›, Ankara. Sipahio¤lu,G. (2009).Cumhuriyet Hafta Sonu Eki, Y›l: 3 Say›:140 Sülker, Kemal. (1976). fiair Naz›m Hikmet.May Yay›nlar›, ‹stanbul. Kemal, Orhan. (2000). Naz›m Hikmet`le 3.5 y›l.Tekin Yay›nevi, ‹stanbul. Kurdakul,fi.,Sezer,S. (2002).Naz›m, Dünya ve Biz, Evrensel Bas›m Yay›n, ‹stanbul. Fevralski,A.(1979). Naz›mdan An›lar. Cem Yay›nevi, ‹stanbul. Timuçin, Afflar.(2002) Naz›m Hikmet`in fiiiri. Bulut Yay›nlar›, ‹stanbul. Sertel,Y›ld›z.(2008) Naz›m Hikmet ile Serteller. Everest Yay›nlar›, ‹stanbul. Ataöv, Türkkaya. (2002) Naz›m Hikmet`in Hasreti. Literatür Yay›nlar, ‹stanbul Sevimli,‹brahim. (1993) Uzun Bir Göç Öyküsü.Belge Yay›nlar›, ‹stanbul. http://siirlersairler.blogcu.com/Inceleme/page2 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 84 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 85 Esat Serezli’nin Hat›ralar›’nda Serez Göçleri ve Göçmenleri ‹brahim fiirin* - Faruk Yavuz** Kimdir Esad Serezli? E sat Efendi, 12 fiubat 1294 (1877/1878) tarihinde Yunanl›lar›n “Serrai”, Osmanl›lar›n ise “Siroz” diye adland›rd›¤› Serez’de do¤mufltur. Babas› gibi ilmiye mesle¤ine yönelerek 1903 y›l›nda e¤itimini tamamlam›flt›r. Bir taraftan müderrislik vazifesini yaparken di¤er taraftan da ‹ttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bölgede teflkilatlanmas› faaliyetlerinde kat›larak cemiyette aktif rol oynam›flt›r. K›sa bir süre sonra cemiyetin ileri gelenlerinden biri olmufl ve cemiyetin reisli¤ine kadar yükselmifltir. Fakat daha ziyade o, ‹ttihat ve Terakki Cemiyeti’nin e¤itim alan›ndaki faaliyetlerine önem vererek Serez’de pek çok okulun yap›lmas›na önayak olmufltur. ‹kinci Meflrutiyet’in Serez’de ilan edilmesinde aktif rol oynayan. Esad Serezli, Balkan Savafl› öncesinde ‹ttihat ve Terakki’nin Serez reisidir. Bulgar çetelerinin Serez ve havalisinde faaliyetlerini art›rmas› üzerine, bu faaliyetlere karfl› koymak amac›yla Mustahf›z Teflkilat›’n›n kurulmas›n› sa¤layan grup içinde bulunmufltur. Hatta yüzbafl› rütbesiyle emrindeki yetmifl befl kiflilik bölükle flehrin savunmas›nda bizzat görev alm›flt›r. Ancak bütün bu faaliyetler flehrin düflman eline geçmesini engelleyememifltir. Serez 3 Kas›m 1912’de Bulgarlar taraf›ndan kuflat›lm›fl ve 6 Kas›m 1912’de Bulgar ordular› flehri iflgal etmifllerdir. ‹ki gün sonra Bulgarlar, Türklere katliam yapmaya bafllam›fllard›r. Esad Efendi, bu katliamdan bir Rum’un ma¤azas›na s›¤›nmak suretiyle kurtulabilmifltir. K›sa bir müddet ma¤azada sakland›ktan sonra gayr-i müslim dostlar› vas›tas›yla, hat›ralar›nda yak›n arkadafl olduklar› anlafl›lan, Rum Metropoliti’ne s›¤›nm›fl ve olay›n so¤umas›na kadar Metropolithane’de saklanm›flt›r. * Yrd.Doç.Dr., Kocaeli Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü. ** Arfl.Gör.,Kocaeli Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyat› Bölümü. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 86 Yunan-Bulgar savafl›n›n patlak vermesi, Serez flehrini tekrar hareketlendirmifltir. Bu sefer flehir, Yunanl›lar›n eline geçmek üzeredir. Yunan birliklerinin flehre girmelerine yak›n, Bulgarlar, top atefli alt›nda flehri yak›p y›karken, Esad Efendi ailesini Serez’de b›rak›p Selanik’e gider. Hat›ralar›nda her ne kadar bu harekete bir anlam veremedi¤ini ifade etse de, yine hat›ralar›ndan anlafl›ld›¤› kadar›yla, bir Serez âfl›¤› olan Esad Efendi’nin flehrin tahrip edilmesi karfl›s›nda flok geçirdi¤i ve bu saikle flehri terk etti¤i anlafl›lmaktad›r. Selanik’te bir hafta kadar kald›ktan sonra tekrar Serez’e dönmeye karar veren Esad Efendi, dönüfl yolunda Serez’i terk eden ailesiyle karfl›laflm›fl ve bir müddet Selanik’te kald›ktan sonra ailesiyle birlikte ‹stanbul’a göç etmifltir. Esad Efendi, Serez’in önde gelen simalar›ndan biri olan babas› Feyzullah Efendi ile dönemin fieyhulislâm’› Cemaleddin Efendi’nin dost olmas› münasebetiyle Edirne Medresesine tayin olmufltur.1 Medresede görev yapt›¤› s›rada Mehmet Akif, Aksekili Hamdi, ‹zmirli ‹brahim Hakk›, Ahmet Naim, Bursal› Tahir, Halim Sabit gibi yazarlar›n yer ald›¤› ve Eflref Edib’in sahibi oldu¤u Sebilürreflad dergisinde2 yaz›lar kaleme alm›flt›r. ‹stanbul’da çeflitli memuriyetlerde bulunan Esad Efendi, ‹stanbul’un iflgalinden sonra da Millî Mücadele’yi desteklemifl ve Anadolu’ya adam ve silah kaç›r›lmas›na yard›mc› olmufltur. Bu durumu hat›ralar›nda flöyle ifade etmektedir: “‹stiklal Harbi’nde gizli Millî Müdafaa grubunda çok tehlikeli hizmetlerde bulundum. ‹stanbul’da bin bir tehlike karfl›s›nda teflkilat yapmak, ‹stanbul-Anadolu aras›nda münasebet tesis ve idame etmek, mütareke ve iflgal günlerinde bir taraftan ‹ngilizlerin, Frans›zlar›n, ‹talyanlar›n ve Yunanl›lar›n di¤er taraftan da Hürriyet ve ‹tilafç›lar›n geceli gündüzlü mütemadi takip ve tazyiklerine ehemmiyet vermeyerek gizli yerlerde sabahlara kadar içtimalar yapmak, Anadolu’dan gelenlerle temas etmek, adam saklama ve kaç›rmak, silah ve cephane temin ve sevk etmek gibi çok tehlikeli ve fakat o nispette zevkli çal›flmalar›n k›ymetli hat›ralar› hiçbir zaman unutmam ve unutamam.”3 Cumhuriyet döneminde de özellikle evkaf müdürlüklerinde görev alm›flt›r. Edirne ve Eskiflehir’de vak›f müdürlü¤ü yapan Esad Efendi 1943 y›l›nda emekliye ayr›lm›flt›r. Emekliye ayr›ld›ktan sonra ‹stanbul’a yerleflmifltir. Emeklilik yaflam›n› bir köfleye çekilip geçirmek yerine Memleket Hat›ralar› bafll›¤›yla birikimlerini kaleme alm›flt›r. Daha ülkenin farkl› bölgelerinde görev yapt›¤› y›llardan bafllayarak Serez göçmenlerini Türkiye’ye yerlefltikleri yerleri araflt›rm›fl, onlarla görüflmüfl, hatta ölenlerin mezarlar›n› dahi aray›p bulmufltur. Ama Esad Serezli’nin memleketi hakk›nda yazmaya bafllamas› daha eskilere, ‹stanbul’a göç etti¤i y›llar›n az sonras›na rastlamaktad›r. Daruflflafaka’n›n her y›l düzenledi¤i bir vapur gezisi s›ras›nda fiirketi Hayriye’nin 63 numaral› vapurunda Osman Nuri, eski ‹stanbul’un belediye teflkilat›n› anlat›rken, Esad Efendi de ona Serez esnaf teflkilat›n› anlat›r. Anlatt›klar›, Osman Nu- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 87 ri’yi epey heyecanland›rm›fl olmal› ki ertesi gün Esad Efendi’nin bulur ve. Serez’deki esnaf teflkilat› hakk›nda vapurda verdi¤i bilgileri kendisine yazmas›n› ister. Esad Efendi memnuniyetle kabul eder. Osman Nuri’nin haz›rlad›¤› Mecelle-i Umur-› Belediyenin birinci cildinde 692-716 sayfalar› aras›nda, Esad Efendi’nin Serez esnaf teflkilat›yla ilgili yazd›klar› aynen yay›nlan›r. Esad Efendi bu yazd›klar›yla yetinmez. Esnaf Teflkilat› ile bilgilerini art›r›rken Serez’e ait ne var ne yok yazmaya karar verir. Esad Efendi, ‹stanbul’a göç etmeden önce de güzel memleketinin tarihiyle yak›ndan ilgilidir. Bu ilgiyi Serez esnaf teflkilat›na iliflkin yazd›¤› hat›ran›n önsözünde dile getirmifltir.”4 Esad Efendi, Osman Nuri’nin teflvikleriyle Serez’in tarihini yazmaya koyulur. ‹stanbul kütüphanelerinin ve arflivlerin birço¤unu bafltanbafla gözden geçirir. Arfliv vesikalar›nda hem kendi aile tarihini, özellikle Yusuf Muhlis Pafla’n›n hayat› ve ahfad›n›, hem de meflhur Serezliler’e dair malzemeleri toplar. Bunlarla yetinmeyerek Karacaahmet, Edirnekap›, Topkap› mezarl›klar›yla flehir dâhilindeki birçok kabristanda metfun olduklar›n› hal tercümelerinde, fluara tezkirelerinde ve baz› tarih kitaplar›nda gördü¤ü Serezliler’in mezarlar›n› arar ve birçoklar›n› da bulur. Serez ve Serezliler’in dinî, ilmî,sosyal, iktisadî ve tarihî bütün varl›¤›n› kaydeder ve Siroz’un yetifltirdi¤i ulema ve fluara ile mülkî ve askerî rical ve memleket erkân›n›n hal tercümelerine ulaflmaya çal›fl›r. Y›llarca toplad›¤› bu notlar› ve edindi¤i bilgileri düzenleyerek flu eserler vücuda getirir: 1. Memleket Hat›ralar›, Siroz’da Cemiyetler ve Eski Âdetler (Eski Dü¤ün ve Dernekler ) 2. Memleket Hat›ralar›, Siroz’da Esnaf ve Mahalle Teflkilat› ve Cemaat Hayat› 3. Memleket Hat›ralar›, Siroz’da Yetiflenler 4. Memleket Hat›ralar›, Rumeli Ayn’ül-Ayân› Sirozî ‹smail Bey ve Yusuf Muhlis Pafla ile Hâcce Fatma Han›m ve Evlâd u Ahfâd› 5. Memleket Hat›ralar›, Behlülo¤ullar›ndan Sirozî Fethullah A¤a ile Sirozî Alemdar ‹smail A¤a ve Evlâd u Ahfâd› 6. Memleket Hat›ralar›, Siroz Tarihi ( Al›nd›¤› Günden Verildi¤i Güne Kadar) Esad Efendi’nin Memleket Hat›ralar› ad›n› verdi¤i bu eserler, bir 19 yüzy›l Balkan kenti olan Serez’in tarihinin yaz›lmas› noktas›nda son derece önemli bilgiler içermektedir. Yazd›¤› eserlerde Serez’in âdet ve gelenekleri, esnaf teflkilat›, mimarî dokusu ile flehrin öne ç›kan isimleri hakk›nda önemli bilgiler mevcuttur. Ayn› zamanda atas› olan Serez ayan› Yusuf Muhlis Pafla’n›n hayat› ile ilgili hiçbir yerde bulunmayan ve yay›nlanmayan çal›flmas› da hakeza önemlidir. Balkan savafllar› s›ras›nda Bulgar çetelerine karfl› kurulan Mustahf›z Teflkilat› ile ilgili hat›ralar› bu dönem tarihine ›fl›k tutacak niteliktedir. Serez’den göçler ve Serez göçmenlerinin Türkiye’deki durumlar›, Esad Efendi’nin hat›ralar›nda üzerinde durdu¤u belli bafll› konular aras›ndad›r. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 88 Hat›rat Türünün Tarih ve Folklor Araflt›rmalar›ndaki Yeri Yak›n ça¤ tarihi ve bilhassa II. Meflrutiyet sonras›na dair tarih araflt›rmalar›n›n en mühim kaynaklar›ndan biri de, hiç flüphesiz hat›rat türünden eserlerdir. Ancak bu gibi kaynaklar›n gere¤i gibi de¤erlendirilmedikleri veya sadece en çok bilinen kaynaklara at›fta bulunuldu¤u da ayr› bir meseledir.5 Hat›rat, bir mefhum ve terim olarak yeni olmas›na ra¤men, edebi bir tür olarak çok eskidir. Ancak bir tür olarak ortaya ç›k›fl› XX. yüzy›l›n bafllar›ma rastlar. Hat›ra ve hat›rat, günümüz manas›yla ilk defa Muallim Naci’nin Lugat-i Naci adl› eserinin 1902 bas›m›nda “Hat›ra gelen hususi bir fikir, hat›rda kalm›fl olan husus, keyfiyet, hat›ra-› ahd-i flebab, Cem’i: Hat›rat, bunlara dair yaz›lm›fl eserlere de hat›rat deniliyor.” fleklinde geçmektedir. Kelime bu son manas›yla Salâhi’nin Kâmus-i Osmanî, ve fiemseddin Sami’nin Kâmus-› Türkî, lügatlerine girmemifltir. fiemseddin Sami’nin 1902 tarihli Frans›zca’dan Türkçe’ye Kamusunda “memories” henüz hat›rat olarak de¤il, vekayi-name, sergüzeflt-i levayih, defter-i amel gibi Osmanl› kelime hazinesinde mevcut örneklerden hareketle tespit edilen kelimelerle karfl›lanm›flt›r.6 Hat›rat bir bak›ma hayat tecrübelerinin ve intihalar›n›n, bakiyelerinin sonradan tespitidir ve bu bak›mdan günlükten (rûznâme) ayr›lmaktad›r. Günlük, günün tespiti veya foto¤raf› ise, hat›rat bütün bir hayat›n veya bir safhas›n›n, bir taraf›n›n haf›zadaki bakiyesinin sonradan çekilmifl foto¤raf›d›r. Bir baflka ifadeyle kifli hat›rat yazan olarak kendi kendisinin vak’anüvisidir. Bu bak›mdan ortaya ç›kan metin flahs›n kendi zaviyesinden, kendisi taraf›ndan kaleme al›nm›fl tarihidir. Bunun için de ortaya ç›kan metin son derece flahsî ve indî bir muhtevaya sahiptir. Burada kiflinin kendi hayat anlay›fl› ve zihniyet yap›s›ndan geçerek ka¤›da yans›m›fl bir tasvir, bak›fl mevzuudur. Bunun içindir ki insan ruhunun karmakar›fl›k ve bilmecelerle dolu ruh yap›s›n›n ürünü olan hat›rat ayn› zamanda tarihin en hassas ve tehlikeli malzemesini teflkil etmektedir.7 Bu türden metinler, son bir as›rl›k tarihe dair yap›lacak araflt›rmalarda; arfliv, süreli yay›nlar ve kitaplar›n yan› s›ra dördüncü kaynak grubunu teflkil etmektedir. Esasen bir tarih araflt›rmas›nda bu dört grubun hepsi de asgari bir ölçüde de¤erlendirilmek zorundad›r. Çünkü hat›rat türünden metinler ilk üç grup kayna¤›n vazgeçilmez tamamlay›c›s›d›r. Her fleyden önce bu gibi metinlerde bizatihi beflerî gerçeklerle ve di¤erlerinde olmayan bilgilerle karfl›lafl›l›r. Hele siyasî tarih veya zihniyet tarihi çal›flmalar› bahis mevzuu oldu¤unda bunlar, büsbütün vazgeçilmez ve birinci s›rada kaynaklar olarak karfl›m›za ç›karlar. Resmi vesikalardaki kuruluk ve yeknesakl›k bu türden kaynaklarla telafi edilir. Hat›ralar, geçmiflte yaflananlar›n tespitinde çok k›ymetli kaynakt›rlar. Hat›rlar, halk bilimi araflt›rmalar› için de son derece önemli kaynaklard›r. Çocuk oyunlar›, Ramazan e¤lenceleri, dü¤ünler, H›d›rellez, k›z isteme, söz kesme, dü¤ün vb. âdet ve geleneklerin tespit edilmesinde hat›rat türü eserler önemli yads›namaz.8 Efl zamanda ülkenin farkl› co¤rafyalar›nda Balkanlar, Güneydo¤u, ‹ç Anadolu’da GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 89 yaz›lm›fl bu türden metinlerin karfl›laflt›r›lmas› yoluyla benzer âdet ve gelenekler tespit edilip karfl›laflt›r›labilir. Esad Serezli’nin Memleket Hat›ralar›, Serez ve çevresinin gerek tarihî gerekse ve folkloru ile ilgili zengin malzemeler içermektedir. Bu ba¤lamda tarihçiler kadar halkbilimcilerin de dikkatle üzerinde durmas› gereken metinlerdir. Esad Serezli’nin Hat›ralar›nda Serez’in ‹flgali ve Serez’den göç ve göçmenler Esad Serezli’nin hat›ralar› kaleme almas›ndaki as›l niyet, çok sevdi¤i ve hiç unutamad›¤› güzel memleketi Serez’i bir nebze de olsa anmak, etraf›ndaki insanlara memleketinin güzelliklerini aktarmak, bir zamanlar bu topraklar›n Osmanl› topra¤› oldu¤unu kendinden sonra gelenlere bildirmektir. Bu tutumu Fuad Köprülü’nün “Yeni Bir ‹lim: Halkiyat Folklore” adl› makalede beyan etti¤i flu fikirlerle uyuflmaktad›r: “Eskiden güzel ve dilruba Türk flehirleriyle dolu olan Tuna yal›lar›n›n hat›rat›n›, oralar›n flark›lar›n›, destanlar›n› saklasayd›k bugün eski hakimiyetimizi yaln›z cans›zkitap sayfalar›nda görmezdik. Rumelinin son felaketinde düflman eline geçen yerler ahalisi tabii yavafl yavafl yok edilecektir ve biz ileride oralar›n eski Türk memleketi oldu¤unu isbat için ‘Halkiyat’›n canl› vesikalar›na muhtaç olaca¤›z. E¤er bugün o vesikalar› zabt ve kay›t edebilirsek hiç olmazsa felaketlerimizin hat›ras›n› saklayabilece¤iz. Bir millet için bu büyük bir taziyane-i intibahd›r.”9 Esad Serezli, bu sat›rlar› okumufl mudur bilinmez ama Köprülü’nün iflaret etti¤i flekilde hat›ralar›n› kaydederek Serez’in Türk kimli¤ini korumaya çal›flm›flt›r. Esad Serezli, hat›ralar›nda Bulgar çetelerinin oluflumuna dikkat çekmektedir. Yaklaflan tehlike karfl›s›nda Mustahf›z Teflkilat›’n›n kuruldu¤una, ancak bu durumun flehri iflgalden kurtaramad›¤›na de¤inilmiflti. fiehir iflgal edildikten birkaç gün sonra ise Bulgarlar katliam yapmaya bafllam›fllard›r. Tam da bu noktada Esad Serezli’nin Hat›ralar› ile Ömer Seyfettin’in Bulgarlar iflgali alt›ndaki Serez’de yap›lan katliam› konu ald›¤› Beyaz Lale isimli hikayesi ile kesiflmektedir. Ancak burada Ömer Seyfettin’in üzerinde durmad›¤› fakat söylenmesi gereken önemli bir durum vard›r: Katliam nas›l bafllam›flt›r? Esad Serezli, hat›ralar›nda katliam›n bafllamas›na sebep olarak, savafl sebebiyle di¤er Balkan flehirlerinden Serez’e gelen ve Kurrahane Medresesi’nde kalan Türk muhacirlerinin birkaç Bulgar askerini öldürmelerini göstermektedir10. Bu ifade hemen Balkan Harbi akabinde telif olunan o dönem eserlerinden bir k›sm› taraf›ndan da desteklenmektedir. Rumî1329 y›l›nda ‹stanbul’da neflredilen ve Rumeli Mezâlimi ve Bulgar Vahfletleri ad›n› tafl›yan kitap da bu bilgiyi do¤rulamaktad›r. Kitaba göre, Bulgar katliam›, flehir sokaklar›ndan birinde bir Bulgar neferinin meçhul bir flah›s taraf›ndan öldürülmesiyle bafllam›flt›r11. Son dönemde Ömer Seyfettin ile ilgili çal›flmalarda Serez’in Bulgarlarca iflgalini konu ald›¤› Beyaz Lale isimli hikaye kitab›n›n öne ç›kt›¤› gözlenmektedir. Erol Kö- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 90 ro¤lu12, Seher Öztürk13 ve Halil Berktay,14 Ömer Seyfettin’in milli infla sürecinde hikaye ve roman› politik bir araç olarak kulland›¤›n› ve söz konusu kitab›n bu ba¤lamda Serez’de yaflanan gerçeklerden çok Ömer Seyfettin’in kurgusu oldu¤unu üzerinde durmaktad›rlar. Seher Öztürk bir bildirisinde flunlar› söylemektedir: “Her metin masum olmad›¤› düflüncesiyle Ömer Seyfettin’in Milli Edebiyat’›n önde gelen yazarlar›ndan biri oldu¤u dikkate al›nd›¤›nda “Beyaz Lale”nin halk›n ac›lar›n› yans›tan tarafs›z bir öykü oldu¤unu söylemek pek mümkün de¤ildir. Söz konusu öykü, negatif “öteki” söylemi ve onun Türk Kad›n›”n›n bedenine yönelik fliddet yüklü eylemi üzerinden milli kimlik infla etme arac› olarak kurgulanm›flt›r.” 15 Özkök, Köro¤lu’nun Beyaz Lale’ye yönelik düflüncelerini aktarmaktan öteye gitmemifltir. Benzer bir tavr› Halil Berktay, Taraf Gazetesi’nde Ömer Seyfettin üzerine yazd›¤› yaz›larda sürdürmüfltür. Kendi ifadesiyle söylenecek olursa: “Ömer Seyfeddin “vatanî hikâye” üst bafll›¤›n› koydu¤u Beyaz Lâle’de, bu süreçte sadece Balkan Müslümanlar›n›n bafl›na gelenleri anlat›r. Abart›r da. 1912’de Bulgar ordusu Serez’e girer. Binbafl› Radko’nun talimat›yla Türkler tam bir vahflete maruz b›rak›l›r. ‹lginç olan flu ki, bu tasvir sadece 1912’nin gerçek Serez katliam›n› de¤il, ayn› zamanda edebiyatta var olan ünlü bir modeli izler. Dostoyevsky’nin Karamazov Kardefller’i 1880’da yay›nland›. Dördüncü bölümde ‹van, Alyofla’n›n H›ristiyan inanc›n› sarsmak (veya tersine, onun taraf›ndan sa¤alt›lmak) istercesine, insan ruhunun kötülü¤ünü örneklemeye koyulur. Moskova’da karfl›laflt›¤› bir Bulgardan “Türk ve Çerkeslerin” Bulgaristan’da yapt›klar›n› dinlemifltir : “Köyleri yak›yor; kad›n ve çocuklar› katlediyor, ›rzlar›na geçiyor[lar]... Bu Türkler çocuklara iflkence yapmaktan da zevk al›yor; do¤mam›fl çocuklar› analar›n›n rahminden kesip ç›kart›yor, bebekleri annelerinin gözü önünde havaya f›rlat›p düflerken süngüleriyle fliflliyorlar.” ‹van’›n aktard›¤› bir baflka sahnede, “istilâc› Türkler” kuca¤›nda yavrusuyla korkudan titreyen bir annenin etraf›nda daire olur. Önce türlü flaklabanl›klarla bebe¤i güldürmeyi baflar›rlar. Derken biri pifltovunu çeker, bebe¤e do¤ru uzat›r; çocuk minik elleriyle bu oyunca¤› yakalamaya çabalarken, teti¤i çeker ve yavruca¤›n beynini patlat›r. Beyaz Lâle’nin ortalar›ndaki, neredeyse okunamayacak derecede tiksindirici üç-dört sayfal›k f›r›n sahnesi, sanki Ömer Seyfeddin’in Dostoyevsky’ye cevab›d›r. Roller tamamen tersyüz edilmifltir : Zalim Radko bir Bulgar, ‹van Karamazov’dan dinledi¤imiz iflkencelere u¤rayan ise Serez’in Türk-Müslüman halk›d›r. Radko’nun komitac› reislerine verdi¤i talimat bir karikatürü and›r›r: “fiehrin en büyük f›r›n› haz›rlanacak, âli mahkeme için lüzumu olan sandalyeler, büyük masa, k›rm›z› örtü, ‹ncil, ip, zeytinya¤›, kerpeten, ustura, flifl vesaire gibi fleyler oraya götürülecek, vakit geçirmeden ifle giriflilecekti.” Üstelik bunlar bir de¤il birkaç kere söylenir. Zira ününün doru¤undaki Ömer Seyfeddin, belirginleflen bir afl›r›-üretim zorlamas›yla, tefrikalaflman›n savruklu¤uyla malûldür.”16 Gerek Özkök ve gerek Berktay’›n ifadelerinden Ömer Seyfettin’in Serez anlat›m›n›n gerçekle alakas›n›n olmad›¤›, bunun yazar›n muhayyilesinin bir ürünü oldu¤u anlafl›lmaktad›r. Oysaki her ne flekilde bafllam›fl olursa olsun, ortada bir katliam GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 91 söz konusudur. Ayr›ca Serez’de yaflanan bu katliam, orada gözlemci s›fat›yla bulunan Bat›l›larca da desteklenmektedir. Frans›z gözlemci Jean Leuna, Esad Serezli’nin hat›ralar›na paralel bilgiler vermektedir: “Serez flehrinin önde gelenlerinden 200 kifli, din adamlar›, avukatlar, banka müdürleri, vb tutukland›lar ve sonsuz iflkencelerden sonra öldürüldüler.”17 Bir baflka Frans›z Lette Leune, Bulgarlar›n Serez’i ancak yak›p y›kt›ktan sonra terk ettiklerini belirtmektedir. Bu bilgi, Esad Serezli’nin hat›ralar›nda canl› bir flekilde anlatt›¤› Serez’in yak›p y›k›lmas›n› desteklemektedir.18 Halil Berktay’›n bir türlü anlamad›¤› f›r›nda insanlar›n yak›lma meselesine gelince, Esad Serezli, daha önce de söz edildi¤i üzere, Bulgarlar›n nas›l bir zülüm ve iflkence yapt›klar›n›n ayr›nt›s›n› vermez. Ancak hat›ralar›n›n bir yerinde Mustahf›z Teflkilat›’n›n önde gelen isimlerinden, üstü kapal› olarak bahsetti¤i üzere Bulgar köylülerine pek de iyi davranmayan ancak vatanseverli¤inden ve cesaretinden flüphe duymad›¤›, Dervifl Bey ve o¤lunun ak›betine de¤inmektedir. Yunan hükümetince tutuklanan Dervifl Bey ve o¤lu bindirildikleri vapurun kazan›na at›lmak suretiyle öldürülür19. Yani Esad Bey’in hat›ralar›, Ömer Seyfettin’in f›r›na at›larak insanlar›n öldürülmesi ile ilgili baflkaca bir bilgi vermez. Ancak flu husus üzerinde durmakta fayda vard›r. Zira Rumeli Mezâlimi ve Bulgar Vahfletleri adl› kitapta, Bulgarlar›n Türkleri kahvehanelere veya camilere doldurup canl› canl› yakt›klar› ifade edilmektedir. Bunlara ek olarak di¤er Balkan flehir, kasaba ve köylerinde insanlar›n hangi iflkencelerden geçirilerek ne flekilde öldürüldükleri anlat›lmaktad›r20. Ayr›ca unutulmamas› gereken bir husus da fludur: Ömer Seyfettin, Balkan Harbi s›ras›nda Serez ve havalisine yak›n bir köy olan Yakorit’te subayl›k yapm›flt›r21. Vazifesi gere¤i da¤larda eflk›ya takip etmifl ve bu vesile ile o havalideki pek çok kasaba ve köylere gitmifl, orada yaflananlar› ya bizzat görmüfl veya iflitmifltir. Bütün bu yaflad›klar› elbette onun edebî ürünlerine yans›m›flt›r. Burada dikkat edilmesi gereken nokta sadece f›r›na at›larak insanlar›n yak›lmas›n›n veya Serez’de yaflanan katliam›n Ömer Seyfettin’in kurgusu olup olmad›¤› de¤ildir. Gerek Esad Efendi’nin gerekse Frans›z gözlemcilerin anlat›m›ndan Serez’de Bulgarlar›n Müslüman ve ahaliye yönelik bir katliam içinde olduklar› anlafl›lmaktad›r. Burada Ömer Seyfettin’in bunu tek tarafl›, sadece Müslümanlar›n katledilmes› olarak, göstermesi yazarlar›n ileri sürdü¤ü gibi milli bir infla sürecinde edebiyat›n bir araç olarak kullan›ld›¤›n› göstermektedir. Zira Bulgarlar Serez’i terk ederken Rumlar› da katliama tâbi tutmufllard›r. Ama burada göz ard› etmememiz gereken husus, teorik yaklafl›m›m›z› ispatlamak ad›na tarihsel gerçekleri görmezden gelme tavr›d›r. Yazarlar, Benedic Andersan’›n “Hayali Cemaatler” adl› kitab›n›n etkisiyle Ömer Seyfettin’in Beyaz Lale’sinin kurgu oldu¤u sav› üzerinde birleflmektedirler. Bazen pis bir gerçek bütün teoriyi mahvedebilir. Bütün teorinin mahvolmamas› amac›yla da birtak›m gerçekler göz ard› edilmektedir. Esad Efendi’nin hat›ralar›, Rumeli Mezâlimi ve Bulgar Vahfletleri ile Frans›z gözlemcilerin verdi¤i bilgiler, bize GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 92 bu konuda Ömer Seyfettin üzerine yazanlar›n bir gerçe¤i görmezden geldiklerini göstermektedir. Özetlenecek olursa, Ömer Seyfettin’in bir ideal u¤runa veya yeni bir toplum oluflturma yolunda kalem oynatt›¤› do¤ru kabul edilecek bir durumdur. Ayr›ca bir yazar›n ürününü olufltururken hayal gücüne baflvurmas› da do¤ald›r. Evet, belki Ömer Seyfettin hikayelerini kurgularken baz› noktalarda mübala¤a da etmifltir. Fakat bu durum, hikayenin esas›n› teflkil eden olaylar›n gerçek olmad›¤›, yaflanmad›¤› anlam›na gelmez. Yukar›da ad› geçen kaynaklar ve Ömer Seyfettin’in bölgede vazifeli bir subay olarak türlü görevler ifa etmesi, Beyaz Lale gibi hikayelerinin tamamen kurgu oldu¤u görüflünü y›kmaktad›r. Olsa olsa yazarl›¤›n›n gere¤i olarak, olaylara birtak›m müdahalelerde bulunmufltur. Ancak bu, yukar›da ifade edildi¤i gibi olaylar›n gerçekli¤ine gölge düflürecek bir nitelik arz etmez. Bulgarlar Serez’i terk ederken yak›p y›kt›klar›nda on bine yak›n insan evsiz kalm›flt›. Serez harabeye dönmüfltü. Serez, Bulgar toplar›yla dövülürken sevdi¤i flehrin gözleri önünde harabeye dönmesine dayanamayan Esad Efendi büyük bir travma geçirir. fiuursuz bir flekilde kalabal›¤a uyar. Kendini Selanik’te bulur. Burada bir süre kald›ktan sonra akl› bafl›na gelir ve tekrar ailesinin yan›na Serez’e do¤ru giderken ailesiyle karfl›lafl›r. Bütün aile önce Selanik’e ard›ndan vapurla ‹stanbul’a gelirler. Balkanlardan geriye çekilifl, Osmanl› insan› ve ayd›n›n da da travmatik bir etki yarat›r. Anadolu, t›pk› di¤er göçmenler gibi Balkanlardan gelenlere de kucak açar. Serez göçmenleri bilhassa baflta ‹stanbul, Tekirda¤, Edirne gibi flehirlerin yan›nda ‹zmir, Bal›kesir ve Bursa’ya yerleflirler. Esad Efendi ‹stanbul’da yeniden bir hayat kurmaya çabalarken sürekli güzel flehri Serez’in hasretini çeker. Birlikte okudu¤u Serezli Eflref Edip’in de içinde oldu¤u dost sohbetlerinde vatan hasretini dindirmeye çal›fl›r. Böyle sohbetlerin birinde Esad Efendi’nin okudu¤u m›sralarda vatan hasretini nas›l derinli¤ine yaflad›¤›n› görmek mümkündür. Yaran› vatandan bizi özler bulunursa , Düfltük seferi gurbete muhtac› duay›z 22 Serez göçmenleri 1919 da örgütlenip bir araya geldiler. 1919 seçimlerinden sonra Meclis-i Mebusan’›n topland›¤› ve ‹stanbul’da hürriyetçi bir havan›n esti¤i s›rada Esad Serezli’nin de do¤al üyesi oldu¤u Makedonyal›lar Cemiyeti kuruldu. Cemiyet, Balkan ve Birinci Dünya Savafllar› sonunda, zorunlu göçe tâbi tutulan Makedonyal›lar›n memleketlerine geri dönmeleri mal ve mülklerini savunmalar› amac›yla kuruldu. Makedonya do¤umlu ve bu bölgede oturanlar cemiyetin do¤al üyesi say›ld›. Ancak dernek pek varl›k gösteremedi.23 Milli Mücadele y›llar›nda ‹stanbul’da kalan Esad Efendi, Milli Mücadeleye deste¤ini ‹stanbul’da sürdürdü. Esad Efendi gibi Serezliler, Milli Mücadeleye aktif olarak kat›ld›lar.. Esad Serezli Serezliler’i anlatt›¤› hat›ra kitab›nda ‹brahim Ethem GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 93 Ak›nc›’ya da de¤inir. Serez’den göçtükten sonra ‹stanbul’a gelen Ak›nc› daha sonra Trakya’ya giderek çeteler kurmufl ve Trakya’n›n müdafaas›nda yer alm›flt›r. Milli Mücadele bafllad›¤›nda Bal›kesir’de avukatl›k yapan Ak›nc›, Bal›kesir’in Yunanl›larca iflgalinden sonra Ankara’ya gitti. Demirci’ye kaymakam tayin olundu. Çerkez Ethem hadisesinde hüsnü hizmeti görüldü. Gördes’te ak›nc› müfrezeleriyle Bigadiç ve Kula taraflar›na çok defa bask›nlar yapt›. Bal›kesir havalisinde yapt›¤› mücadele ile ‹stiklal madalyas›yla taltif edildi. Esad Efendi Milli Mücadele’de kahramanlaflan ‹brahim Ethem Ak›nc›’ya Hat›ralar›nda önemli bir yer ay›r›r.24 Serezli göçmenler, Milli Mücadele s›ras›nda büyük yararl›l›klar gösterdiler. Milli Mücadele’nin baflar›yla sonuçlanmas› Serez göçmenleri için yeni geliflmeleri de beraberinde getirdi. Mütareke döneminde terkedilmifl bir durumda olan Makedonyal›lar Cemiyeti’nin baz› kurucular›, Lozan Antlaflmas›n›n imzalanmas› üzerine harekete geçtiler. Selanikli Müftüzâde ‹hsan, Hüsnü, Celal Dervifl, Kavalal› Hüseyin, Dramal› Salih, Yusuf Ziya, Serezli Esad, Servet, Hulusi, Yanyal› Mahmut, Yeniflehirli Necip gibi isimler 1923 A¤ustosu’nda “fiarki Makedonya Mübadele Cemiyeti”ni kurdular. Kurucular Serez ve Drama Sancaklar›’n›n ‹stanbul’da bulunan muhacirini temsil etmektedir. Amaçlar›, mübadele meselesini izlemektir. Cemiyet bas›nda kendisinden s›k s›k söz ettirir. Bir süre sonra cemiyet, Mübadele Cemiyeti adl› kuruluflla birleflme karar› al›r.Yeni nizamname yap›larak ilk kongrede yeni yönetim kurulu oluflturulur.25 Esad Serezli, daha önce de de¤indi¤imiz gibi emekli olduktan sonra hayat›n› Türkiye’de yaflayan Serezlileri bulmaya adar. fiehir flehir, gezer. Mezarlar› araflt›r›r. 120 yak›n Serez Ulemas› ve Serez’den yetiflen 160 yak›n alim, flair, muharrir, idareci, bankac›, asker, sivil, bir çok zevat›n Serez eflraf›ndan bir çoklar›n›n hal tercümeleri bafll›¤›yla iki yazma da toplar. Bu iki eserde Serez’den göçen insanlar›n kimler oldu¤u ve Türkiye’de neler yapt›¤›n› bulmak mümkündür. Esad Serezli pek çok Serezli’nin mezarlar›n› bulur. ‹flgal’den ‹stanbul’a hat›ralar›nda Serez göçmenlerinin trajik durumlar›n› hat›rlat›r. “Bu güzel anavatan parças›n›n elden ç›kt›¤› dakikadan itibaren memlekette periflanl›k ve sefalet bafllad›. Bir an içinde hakimiyetten mahkumiyete düflmek, mukaddesattan olmak, elinde, avucundakini tamamen kaybetmek, hicrete mecbur kalmak, as›rlardan beri yaflad›klar› iklimden, koklad›klar› havadan mahrum olmak kelimenin bütün ve aç›k manas›yla izzetten zillete, saadetten sefalete, refahtan ›st›raba, servetten zarurete düflmek, vücutlar› da, ruhlar› da ve dima¤lar› da sarsm›fl ve yerinden oynatm›fl, hicretten sonra anavatan›n her köflesinde güler yüz gördükleri, tatl› söz iflittikleri, aç›k ve s›cak sineler bulduklar› ve her yerde ba¤›rlar›na bas›ld›klar› halde, vatan yaralar› onar›lamam›fl, vatan hastal›¤› müzmin ve fliddetli bir salg›n halinde kendilerini ezmifl ve y›pratm›fl, hiç rahat yüzü görmeden k›sm-› azam› az zaman içinde ve türlü türlü zahmetler ve meflakkatler içinde gözlerini hayata kapam›fllard›r.Genifl ve say›s›z çiftlikleriyle, servet ve sâmân› ile meflhur olan Siroz’un eflraf ve a¤niyas›n›n hicret felaketinden sonra maruz kald›klar› ak›betleri bir levha-y› intibah halinde onlar için bir vesile-yi rahmet ve okuyucular için de mucib-i GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 94 ibret gördüm”26 diyerek baflta Selamizade Ali Pafla, Siroz Mebusu Hulusi Bey, Naflit Bey, eflraf-› memleketten Hac› Abdi Beyzade Hac› Nihat Bey, Hac› Nihat Beyin büyük o¤lu Muhtar Bey gibi pek çok Serezli’nin trajik ölümlerini tek tek anlat›r. Trajedinin boyutlar› hakk›nda fikir vermesi amac› il ad› geçen isimlerden baz›lar›n›n ne flekilde öldüklerini buraya Esad Efendi’nin yazd›¤› flekliyle almakta fayda vard›r: Memleketin birinci s›n›f zenginlerinden olan Selamizade Ali Paflan›n istila gününden itibaren bütün çiftlikleri ya¤ma edildi. Kendisi geceleyin kona¤›nda tecavüze u¤rad›. Hayat›n› güç kurtard›. Selanik’e kaçabildi. Hemfliresi Zehra Han›mla oturdu¤u eve güpegündüz bask›n yap›ld›. Ölüm ile tehdit edildi. Her ikisinin nesi var nesi yok tamamen elinden al›nd›. Biraz sonra ‹stanbul’a hicret etti. Çok geçmeden kardefli Hulusi Beyi ve onun arkas›ndan k›z kardefli Zehra Han›m› kaybetti. Damad› Sami Bey tecennün etti. Bir taraftan birbirini takip eden bu ac›lar, di¤er taraftan her gün artan yoksulluk kendisini bitap düflürdü. Yata¤a serildi. ‹htiyaç ve sefalet içinde can verdi.27 Homondos Çiftli¤i sahiplerinden, memleketin eflraf›ndan, eski defter-i hakani müdürü day›m Abdurrahman Nuri Bey, hicreti müteakip bir müddet Çanakkale’de ve bir müddet Eskiflehir’de o¤ullar›n›n yan›nda kalm›fl ve bir sene kadar Fatih civar›nda ikamet ettikten sonra tekrar Eskiflehir’e gitmiflti. Eskiflehir’de hastaland›. Derhal ‹stanbul’a getirildi. Alman Hastanesi’nde dilinden kanser ameliyat› yap›ld›. Geçer gibi oldu. Birkaç ay sonra yine hastaland› ve kurtulamayarak nihayet Eyüp’te Haliç’in rakit sular›na bakan Gümüflsuyu Kabristan›’nda dinlendi..28 Esad Serezli hat›ralar›nda göçmen olarak yaflad›¤› trajik duruma de¤inmeden edemez. “Ben hicretten sonra ‹stanbul’da mal ve mülk sahibi oldum. Saye-yi fleriatta hiç kimseye muhtaç olmad›m ve zahmet çekmedim. Yüksek memuriyetlere girdim. Rical-i devlet s›ras›na girdim. En yüksek mehafil ve mecalise dald›m. Mükerreren padiflahlar›n huzurlar›na ç›kt›m. Halife-yi ‹slam ile camileri gezdim. Onlar›n hizmetinde bulundum. Niflanlar, atiyeler ald›m. Her yerde hürmet gördüm. Böyle olmakla beraber memleketin ac›s›yla yüre¤im daima yaral›, vatan hasretiyle her an sars›l›, kendimi her yerde, her vakit sonradan gelme yurt sözü halinde gördüm ve hala da görüyorum. Allah kimseyi do¤du¤u ve büyüdü¤ü vatandan dur ve mehcur etmesin.”29 diyerek göçmenlerin yaflad›¤› derin ›zd›rab› dile getirir. Sonuç Esad Serezli’nin, taraf›m›zca yay›na haz›rlanan hat›ralar›, Balkan flehri Serez’in gündelik yaflam›ndan dini yaflam›na, âdet, gelenek ve görene¤inden mimarî dokusuna kadar pek çok noktan›n gün yüzüne ç›kmas›n› sa¤lad›¤› gibi Serez’in iflgali ve Serez’den göçleri ve göçmenlerin nerelere nas›l yerlefltikleri, ne iflle meflgul olduklar› ve nas›l öldüklerine de ›fl›k tutar. Türkiye’ye göç eden insanlar›n trajik hallerinin anlafl›lmas› ve bir göç arkeolojisinin ç›kar›lmas›nda hat›ralar son derece önemli bir veri niteli¤indedir. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 95 Dipnotlar 1 Esad Serezli, Serez Ulemas›, Milli Kütüphane 06 HK 4786, varak, 159 2 Zafer Toprak, “Fikir Dergicili¤inin Yüzy›l›”, Türkiye’de Dergiler Ansiklopediler, ‹stanbul 1984,s.21. 3 Esad Serezli, Serez Câmileri, Mektebleri, Medreseleri, Türbeleri Ve Tekkeleri, Ankara Milli Kütüphane Serez’in ‹flgalinden ‹stanbul’a Hicrete Kadar adl› hat›rat› ile Serez CâmileNo: 06 Hk 4787, varak 85. (S ri, Mektebleri, Medreseleri, Türbeleri Ve Tekkeleri adl› hat›rat› birlikte ciltlendi¤i için Millî Kütüphane’de Serez Câmileri, Mektebleri, Medreseleri, Türbeleri Ve Tekkeleri bafll›¤› alt›nda yer almaktad›r.) 4 Esad Serezli, Serez’de Esnaf Ve Mahalle Teflkilat› Ve Cemaat Hayat›, Ankara Milli Kütüphane No: 06 HK 4798, varak 2-3 5 Ali Birinci, “Hat›rat Türünden Kaynaklar›n Tarih Araflt›rmalar›ndaki Yeri ve De¤eri,” Tarih Yolunda, ‹stanbul 2001,s.18 6 M. Orhan Okay, “Hat›rat”, ‹:A. (DVY) C.16, ‹stanbul 1997,s.445. 7 Birinci, age,s.19 8 Ali Birinci, “Hat›rat Türünden Eserlerin Türk Folkloru Araflt›rmalar›ndaki Yeri”, Tarih Yolunda, ‹stanbul 2001, s.16 9 Köprülüzade Mehmed Fuad, “Yeni Bir ‹lim: Halkiyat ‘Folk-lore’, ‹kdam Gazetesi , 6 fiubat 1914, S. 6091; Türk Halk Edebiyat› El Kitab›, Haz. M. Öcal O¤uz vd., Ankara, 2004, s. 367’den naklen. 10 Esad Serezli, Serez Câmileri, Mektebleri, Medreseleri, Türbeleri Ve Tekkeleri, varak 33. 11 Rumeli Mezâlimi ve Bulgar Vahfletleri, Mahmut Bey Matbaas›, ‹stanbul, 1329, s. 17. 12 Erol Köro¤lu, “Ulusu Sokaktan Tahayyül Etmek: Ömer Seyfettin’in Öykülerinde Milliyetçilik, Gündelik Hayat ve Duygular, Ömer Seyfettin’i yeniden Okumak,” Ölümünün 85. y›l›nda Ömer Seyfettin’i Anma Toplant›s› Bildirileri, Yay. Haz. Hülya Argunflah ve Ayfle Demir, Kayseri, 2006. 13 Seher Özkök, “Beyaz Lale: Negatif “Öteki”nin Söylemi Üzerinden ‹nfla Edilen Milli Bilinç,” I. Dünden Bu Güne Ömer Seyfettin Sempozyumu, ‹stanbul 2007,s125-131. 14 Halil Berktay, “Dostoyeski ve Ömer Seyfettin”, Taraf Gazetesi,(09.10.2008);Berktay, Milliyetçilik ve Sado-Mazohizm, Taraf Gazetesi ( 11.10.2008); Berktay, “fiehvetin fiiddeti, fiiddetin fiehveti ( 16.10.2008); Berktay “Irkç›l›¤›n Yan›k Et” Varyant›”, Taraf Gazetesi (18.10.2008). 15 Özkök,agm, s.125 16 Halil Berktay, Dostoyevski ve Ömer Seyfettin 17 Jean Leune, “Comment les Bulgares ont traitee Gres et Turcs en Macodenie”,L’illustration, 9 A¤ustos 1913, No: 3676,s.116; ‹lker Alp, Belge ve Foto¤raflarla Bulgar Mezalimi, Ankara, 1990, s.31’den naklen 18 Lette Leune,Les Crimes Bulgares de Demir Hisar Et Seres, L’illustration, 2 Agustos 1913,no 3675, s.91; ‹lker Alp, Belge ve Foto¤raflarla Bulgar Mezalimi, Ankara, 1990, s.36’dan naklen 19 Esad Serezli, Serez Câmileri, Mektebleri, Medreseleri, Türbeleri Ve Tekkeleri, varak 55. 20 Rumeli Mezâlimi ve Bulgar Vahfletleri, s. 17. Kitab›n muhtelif sayfalar›nda bu konuda daha ayr›nt›l› bilgi verilmektedir. Yine bu dönemde Rumî 1328’de Muhacirîn-i ‹slâmiye Cemiyeti’nin neflretti¤i Bulgar Vahfletleri adl› kitaba da baflvurulabilir. 21 Tahir Alangu,, Ömer Seyfettin-Ülkücü Bir Yazar›n Roman›, ‹stanbul, 1968, s. 109-110. 22 Esad Serezli; “Gece Sohbetleri”, Halkevi, y›l: 8, say›: 3 – 4, I. Teflrin – II. Teflrin 1942, s.22 – 27, Eskiflehir 23 Tar›k Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, ‹stanbul 1986,c.II,s. 543. 24 Esad Serezli, Serezliler, 37-39. Serezliler Hat›ra kitab›n› Esad Serezlinin o¤lu Sadettin Serezli taraf›m›za vermifltir. Bundan dolay› kendisine müteflekkiriz. Bu hat›ra’n›n Osmanl›ca asl› Ankara Milli kütüphanede olmay›p kay›pt›r. Esad Serezli’nin Yi¤eni Faruk R›za Gülo¤lu taraf›ndan taktilo ile yaz›lm›flt›r. Asl› Sadettin Serezli’de bulunmaktad›r. 25 Tunaya,a.g.e, c.II, s. 544. 26 Esad Serezli, Serez Câmileri, Mektebleri, Medreseleri, Türbeleri Ve Tekkeleri, varak 84. 27 Esad Serezli, agy, varak: 80. 28 Esad Serezli, agy, varak: 82. 29 Esad Serezli, agy, varak 81. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 96 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 97 HER fiEYE YABANCI OLMAK: “Gurbet Hikâyeleri”nde Yabanc›l›k Duygusu Aynur Koçak* - Fulya Aliç ** G‹R‹fi efik Halid Karay’›n Gurbet Hikâyeleri1 adl› hikâye kitab› ilk olarak 1940 y›l›nda yay›mlanm›flt›r. Yazar›n Suriye’deki sürgün an›lar›n› hikâyelefltirdi¤i kitap, vatan›ndan ayr› kalman›n, herkese her fleye yabanc› olman›n hüznünü, yaln›zl›¤›n› anlatan on yedi k›sa hikâyeden oluflur. Hikâyeler farkl› konular› ifllemekle birlikte anlat›c› yoluyla birbirlerine ba¤lanm›fllard›r. Bu çal›flmada “Eskici” adl› hikâye analiz edilmifl, bu hikâye ile belirlenen k›staslar, hikâyelerin bütününde aranm›flt›r. Bu yöntem, yazar›n çocuk kahraman› Hasan’›n dünyas›nda anlatt›¤› gurbeti, kendi kurdu¤u hikâye evreninde gözlemlemeyi amaçlar. ‹lk bölümde hikâyelerin içeriklerinde yer alan yabanc›laflma olay›, ikinci bölümde ise bu yabanc›laflman›n anlat›c›n›n üslubuna yans›mas› ifllenmifltir. R 1. “GURBET”‹ ANLAMAK Göç, neresinden bak›l›rsa bak›l›rs›n “yitirmek”tir. ‹nsan evini, soka¤›n›, an›lar›n›, yak›n çevresini, tan›d›¤› do¤ay›, bildi¤i mevsimleri, tatlar›, kokular›, hatta ad›n›n al›flt›¤› söyleniflini bile yitirir. Hangi zorunluluk ya da hangi kazan›mlar u¤runa olursa olsun, etkisi ne kadar uzun ya da k›sa sürerse sürsün, yitirilen bir hayatt›r ve geriye kalan her fley gurbettir. Gurbette bir hayat kurmaksa her fleyin yabanc›l›¤› içinde ve belki de ilk olarak bunun kabulüyle bafllayacakt›r. Bu kabul ne kadar geç olursa, tarihte hatta günümüzde birçok örne¤i görülebilece¤i gibi, kiflisel ve toplumsal birçok büyük sorunu da beraberinde getirecektir. * Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyat› Bölümü Ö¤retim Üyesi, **Yeditepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 98 Gurbet Hikâyeleri, Refik Halid’in güçlü bir gözlem ve muhakeme yetene¤i, ince, zarif ve mizahl› üslubu ile hikâyelefltirdi¤i sürgün an›lar›ndan oluflur. Kitaba ad›n› veren “gurbet” sözcü¤ü; “yabanc›l›k” anlam›na gelir ve sözcük üzerinden gidersek, gurbette olmak, her fleye yabanc› olmak demektir. Gurbet duygusu kitab›n ad›ndan da anlafl›laca¤› gibi hikâyelerin temelini oluflturur. Fakat Gurbet Hikâyeleri içinde “Eskici” adl› hikâyenin özel bir yeri vard›r. Bir çocu¤un dünyas›nda gurbetin bütün yans›malar›n›n en aç›k, en temiz flekliyle görüldü¤ü bu hikâye, edebiyat›m›zda gurbet temas›n›n da en etkileyici örneklerinden biri say›labilir. Henüz befl yafl›nda olan Hasan, anne ve babas›n› kaybedince Filistin’deki halas›n›n yan›na gönderilir. Hasan gurbet duygusuyla bu ilk yolculu¤u s›ras›nda tan›fl›r; vapurdaki Türk yolcular u¤rad›klar› iskelelerde birer birer inip de geriye dilini bilmedi¤i insanlar kald›¤›nda… Bundan sonra art›k Hasan’›n ad› bile de¤iflecek; “Hasan gel”, “Hasan git”lerin yerini, “Taal hun ya Hassen”, “Ruh ya Hassen”ler alacakt›r… Böylece gurbet Hasan’dan ilk olarak kimli¤ini alm›fl olur. Baflka bir deyiflle Hasan her fleyden önce kendine yabanc›lafl›r; durgunlafl›r, bir köfleye büzülür, susar. Hayfa’da onu bir trene bindirirler. Gözü raylar›n geçti¤i güzel portakal bahçelerine tak›l›r. Fakat bir süre sonra portakal bahçeleri de tükenir, yerini kuru, yalç›n, çatlak da¤lar al›r; ard›ndan da çöl. Gurbet Hasan’dan tan›d›¤›, al›flt›¤› do¤ay› da alm›flt›r. Hasan’› bir istasyonda indirirler; burada onu kaybetti¤i annesine hiç benzemeyen halas›, yan›nda kendisine hiç benzemeyen baflka çocuklarla beklemektedir. Hasan bu ilk karfl›laflmada kendi baflkal›¤›n› anlar. “Durgun, t›kan›k”t›r; yaln›zca susar. Aylarca hiç konuflmaz. Hasan’›n susmas›, çocukça bir inat de¤il, bilinçli bir isyand›r. Arapçay› anlamaya bafllad›¤› halde konuflmay› fliddetle reddetmektedir. Anlat›c› flöyle der; “Daha büyük bir tehlikeden korkarak deniz alt›nda nefes almamaya çal›flan bir adam gibi t›kand›¤›n› duyuyordu, gene susuyordu.” (Eskici, s.12) Bu durum yaln›zl›k yabanc›l›k duygusunun hikâyelerdeki en buruk örne¤idir. Ayn› zamanda dilin kimlik ve milliyet duygusu içindeki öncelikli yerini de belirler. Hasan art›k buradaki Arap çocuklar gibi giyinmektedir. Sert tand›r ekme¤ine al›flm›fl, elleriyle yemek yeme¤i ö¤renmifltir; fakat konuflmaz. Konuflmamak, belki de kendi kalabilmenin tek yolu ve gücünün yetti¤i tek fleydir. Günün birinde eve bir eskici gelir. Hasan çocukça bir merak ve ilgiyle eskicinin eski ayakkab›lar› tamir ediflini izlerken “nerede, kimlerle oldu¤unu” bir an için unutur, anadiliyle ona bir soru sorar. Eskicinin de Türk oldu¤unu anlay›nca Hasan, “durmadan, dinlenmeden, nefes almadan” konuflur; eskici ise “art›k eriflemeyece¤i yurdunun bir deresini, bir rüzgâr›n›, bir türküsünü dinliyormufl gibi hem zevkli hem yasl›” dinler Hasan’›. Ayr›l›rken ikisi de a¤larlar. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 99 1.1. Kendine Yabanc›laflma - Kimli¤e Tutunma Hasan’›n vapur yolculu¤u s›ras›nda ad›n›n farkl› flekilde söylenmesinden duydu¤u huzursuzluk, gurbette bireyin her fleyin yabanc›l›¤› içinde kendi kimli¤ine tutunma ihtiyac›n› gösterir. Bu ihtiyaç hikâyelerde kimi zaman anlat›c›n›n askeri ya da siyasi kimli¤ine yapt›¤› vurguda, kimi zamansa kültürel kimli¤ine sar›larak, kendini di¤erlerinden fliddetle ayr› tutuflunda belirir. Oysa befl yafl›ndaki Hasan’›n ne askeri ya da siyasi, ne de kültürel kimli¤i onu burada kimliksizleflmekten koruyacak durumdad›r. Edebiyat›m›zda gurbetteki birey ço¤u zaman, öteki olmas›yla öne ç›km›flt›r. (Yaban, Kavak Yelleri…) Hasan’›n huzursuzlu¤u ve hakl› isyan› ise bireyin di¤erlerini ötelemesi, yabanc›lamas› olarak tan›mlanabilir. Anlat›c›, kitab›n ilk hikâyesi olan “Yara”da flöyle der; “Pafla dedi¤i benim. Daha o zaman te¤mendim. Fakat Bedevi’nin gözünde bir Türk subay› her zaman paflad›r.” (Yara, s. 9) Anlat›c› öteledi¤i, d›fllaflt›rd›¤› “bedevi”nin karfl›s›na kendi öz kimli¤ini de¤il, “bir Türk subay›” olma özelli¤ini koymufltur. Böylece gerçekte yabanc› oldu¤u büyük ve tehlikeli dünyan›n bir ö¤esi olan “bedevi”nin önünde, kendi tekli¤inden, tekilli¤inden kurtulman›n yolunu, daha güçlü bir kimli¤e s›¤›nmakta bulmufltur. Bu güç ona bazen abart›l› say›labilecek bir kendine güven duygusu vermifltir ve anlat›c› aç›kça bu güvene tutunur. “Ben onun dedesini Çavufl fiebinkarahisarl› Kara Ömer’in kat›r› önünde, yayan on befl saat yürütür; mutasarr›f›n huzuruna gönderirdim.” (Fener, s. 28) Sürgün ve göç aras›ndaki en temel fark fludur; sürgünde geride b›rak›lan yer, göçte var›lan yer etken konumdad›r. Baflka bir deyiflle, sürgün bir yerden ayr›lma durumunu, göç ise bir yere varma durumunu esas al›r. Bunun sonucu olarak göç eden birey herhangi bir sebeple daha üstün bir yere varmay› amaçlarken, sürgün edilen bireyin üstün bir yerden yoksun b›rak›lmas› esast›r. Hikâyelerde anlat›c›n›n askeri kimli¤i kadar kültürel kimli¤ine de s›¤›nd›¤› görülmektedir. Henüz bir askeri bulundu¤u Osmanl› Devletine duydu¤u güven ve as›rlar›n al›flkanl›¤›yla onun ekonomik ve sosyokültürel alanlardaki üstünlü¤üne duydu¤u inanç, ona kendini di¤erlerinden ayr› tutabilme gücünü ve cesaretini vermifltir. Anlat›c›, baflkal›¤›n› saklamaya çal›flmak yerine, bunu korumay› ye¤lemektedir. Bu e¤ilimi en belirgin flekilde gösteren bölümlerden biri “Testi” adl› hikâyede geçer. “Asl›nda ne olsa floförün yan› iyidir; arka tarafta üç kifli, hafl›r neflir olsunlar. Siz önde kaptan mevkiinde gibisinizdir; onlara eliniz, ete¤iniz sürünmez, dilerseniz bafl›n›z› bile çevirmeyebilirsiniz.” (Testi, s. 21) Hikâyelerde anlat›c›n›n kendine güveninin sars›ld›¤› yerler de vard›r. “Keklik” GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 100 adl› hikâyede anlat›c› tan›d›¤› bir Arap fleyhinin teklifine uyarak onunla keklik av›na gider. Av s›ras›nda öldürülen hayvanlara ac›maktad›r ancak; “Hac› A¤a ve uflaklar›na karfl› yufka yürekli, sevecen, muhallebici bir ‹stanbul çocu¤u görünmekten” utand›¤›, çekindi¤i için atefl etmeye devam eder. Bu basit görünen durum asl›nda anlat›c›y› duygusal olarak kimliksizleflmenin, kimli¤ini reddetmenin efli¤ine getirmifltir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta fludur; Hac› A¤a, di¤er hikâyelerde görülen zavall›, s›¤›nan, yard›m uman, Türk subay›n› Pafla gören bedevi de¤il, anlat›c›y› bir ahbab› olarak ava davet edendir. Bu durumda anlat›c›n›n s›¤›naca¤› askeri ya da kültürel kimlik hükmünü kaybetmifl, koruyuculu¤unu yitirmifl olur. Bu belki de anlat›c›n›n Hasan’dan bahsederken söyledi¤i “büyük tehlike”dir. Anlat›c› deniz alt›nda nefes almaya çal›flt›¤›nda, yani kendini di¤erlerinden ayr› tutmay› b›rak›p bu yabanc› oldu¤u insanlardan biriyle ahbapl›k kurdu¤unda kimliksizleflme tehlikesi ile karfl› karfl›ya kalacakt›r. 1.2. Çevreye/Do¤aya Yabanc›laflma Bireyi çevreleyen do¤a, sadece bildik görsel ö¤elerin toplam› demek de¤ildir. Do¤a yaflayan ve içinde yaflanan hayatla birlikte flekillenen, geliflim ve de¤iflim gösteren bir organizma gibi ifller. Birey bu organik birli¤in karfl›s›nda de¤il onun içinedir. Göç, bireyin bir ö¤esi oldu¤u bu organizmadan kopmas› ve yeni bir organizma ile bütünleflmesi zorunlulu¤unu getirir. Hasan trenin penceresinden d›flar› bakt›¤›nda hayretle görür ki; etrafta ne a¤aç vard›r, ne dere, ne ev; yaln›z göz alabildi¤ine uzanan bir düzlük… Keçiler baflkad›r burada, “kapkara, beneksiz kara”d›r; “tüyleri yeni otomobil boyas› gibi aynams› bir cila ile k›zg›n günefl alt›nda p›r›l p›r›l” yanmaktad›r. “A¤›zlar›nda beyaz›ms› bir köpük çi¤neyen … çok uzun bacakl›, çok uzun boylu, s›rtlar› kabar›k, kambur”, kocaman hayvanlar, develer vard›r yol kenarlar›nda. Hasan telafl içindedir. Ona yeni hayat›n›n baflkal›¤›n› ilk haber veren do¤a olmufltur. “‹stanbul” adl› hikâyede geçen flu sözler çevreyi, do¤ay› yabanc›laman›n en aç›k ifadesidir; “Düpedüz, kupkuru yerler, ne bir tepecik var, ne bir a¤açl›k… Bahar belli de¤il, güz belli de¤il… Sonra bu s›cak, bu yaban›l halk, bu hiç batmad›¤›n› sand›¤›m gölge salmayan günefl!” (‹stanbul, s. 81) Anlat›c› da t›pk› Hasan gibi bu yabanc› çevreyi, iklimi, do¤ay› hemen her hikâyesinde ayr›nt›lar›yla anlatmaktad›r. “Bir akflamüzeri tarç›nl› akide flekeri renginde ve sertli¤indeki günefl, batmadan önce, önümüzde, gene kendi renginde bir hurma orman› tablosu ayd›nlatt›. Sonra has›r daml›, kam›fl duvarl›, y›¤›n y›¤›n evler, tüten dumanlar, bafllar›nda testilerle sudan dönen k›zlar gördük.” (Günefl, s. 69) GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 101 Çevre ve do¤a insana aitlik ve buna ba¤l› olarak güven duygusu verir. ‹nsan tan›d›¤›, bildi¤i, güvendi¤i bir çevrede, ayr›nt›lara karfl› ne kadar özensizse, yabanc› oldu¤u bir çevreye karfl› o kadar dikkatli olacakt›r. Bu dikkat bireyi her türlü etkiye aç›k hale getirir. Anlat›c›n›n da gökyüzüyle, güneflin veya y›ld›zlar›n konumuyla yak›ndan ilgilendi¤i ve bunlardan aç›kça etkilendi¤i görülür. Hikâyeler ço¤u zaman sabah, akflam, gece gibi günün belirli zaman dilimlerinde geçer. “Günefl çoktan batm›flt›”, “iflte gene gece” gibi girifllere s›kl›kla rastlanmaktad›r. “S›cak iklimlerin akflamlar›nda, asl›nda bizim sabahlar› duydu¤umuz bir gönül aç›kl›¤› daha do¤rusu, bir yaflama, rahata girifl mutlulu¤u vard›r. Gözlerinizin çi¤ ›fl›ktan ve gö¤sünüzün nefes darl›¤›ndan kurtulaca¤›n› düflünerek bir fleyler yapmak, bir zevke haz›rlanmak istersiniz.” (Yara, s. 5) “Yara” adl› hikâyede geçen bu sözler çevre ve do¤an›n gurbetteki bireyi hem fiziksel hem de ruhsal olarak ne kadar etkiledi¤ini göstermesi aç›s›ndan önemlidir. S›cak iklim, çi¤ ›fl›k ve bo¤ucu hava, anlat›c›y› gündüzden kaç›nmaya ve geceyi mutlulukla karfl›lamaya yöneltmifltir. Bu sözler söylemi bak›m›ndan da baz› önemli ipuçlar› vermektedir. ‹lk cümlede “s›cak iklimlerin akflamlar›”, “bizim” sabahlar›m›zla karfl›laflt›r›lm›flt›r. Burada “biz” sözcü¤ünün kullan›lmas›, anlat›c›n›n kendisi gibi okurunu da bu çevreye yabanc› sayd›¤›n› gösterir. Ayn› flekilde baz› yerlerde anlat›c› içinde bulundu¤u çevreyi “oralar” diye tan›mlamaktad›r. “Oralarda (…) ay olmasa da y›ld›zlar yak›ndan p›r›ldafl›r; y›ld›zlar bile örtülse, gene gökte ›fl›k yerine geçen cila parlar.” (Yara, s. 6) Hikâyelerde anlat›c›n›n çevre karfl›s›ndaki tutumunu, gurbet duygusuyla bilinçli olarak özdefllefltirdi¤i sözlere rastlamak da mümkündür. “Can s›k›nt›s›n›n bir sesi vard›r; bunu ancak böyle bir zamanda, o gurbet odas›nda duyars›n›z: Eski mobilyalar›n tahtalar›n› diflleyen gizli kurtlar›n sürekli ç›kard›¤› kemirici, iflleyici ses…” (Zincir, s. 30) Hikâyelerde çevreye / do¤aya gösterilen bu dikkatin ayn› flekilde insanlara da yöneldi¤i görülür. Antikac› adl› hikâyede halk›n aras›nda Arap k›l›¤›nda bulunan ve kendini fleyh olarak tan›tan bir ‹ngiliz subay›, hiçbir Arap’›n dikkatini çekmezken, anlat›c› onu görür görmez Arap olmad›¤›n› anlar; “Çok düzgün, hatlar› nazik, teni beyaz ve mat bir yüz; gözleri sanki mavi, saçlar› sar›fl›n, ensesinde gür ve pembe bir kan tabakas›n›n kuzey insanlar›n› ve Anglo Saksonlar› hat›rlatan bereketini görmekteyim. Bu renge Güneyde ve Asya’da rastlanmaz. Akl›mdan Afganistan’a ait bütün bilgilerimi geçirmekteyim.” (Antikac›, s. 17) Anlat›c› bu s›rr› fark etti¤inde etraf›ndakileri de uyarmaya çal›flm›fl fakat kimse ona kulak asmam›flt›r. Afganistan’da bir Afganl›n›n neye benzedi¤i konusu sadece GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 102 Afganl› olmayan birinin, bir yabanc›n›n zihnini meflgul etmektedir. Ancak günefli ilk kez bir çölde bu kadar yak›ndan gören, onun “tarç›nl› akide flekeri renginde ve sertli¤inde” oldu¤unu hissedecektir. Il›man bir iklimden gelmifl biri, s›cak iklimlerin akflamlar›nda böylesi bir mutluluk bulabilecektir. Ve insan ancak bir gurbet odas›nda can s›k›nt›s›n›n sesini duyabilir. Bütün bunlar gurbetteki bireyin yabanc› oldu¤u çevre do¤a karfl›s›ndaki tutumunu gösteren örneklerdir. 1.3. Kültüre Yabanc›laflma Kültür toplumun oldu¤u her yerde do¤al olarak vard›r ve birlefltirici oldu¤u kadar ay›r›c›d›r. Gurbette hiç kimsenin somut bir etkisi olmasa bile kültür kendi kendini dayatacakt›r bireye. Temel ihtiyaçlar›n› karfl›larken, bir yerden bir yere giderken, zorunlu olarak bir derdini söylerken önüne hep kültür engeli ya da en az›ndan fark› ç›kacakt›r. Üstelik insan ait oldu¤u kültürü ister istemez beraberinde götürecek, üzerinde bazen bir yük, bazen bir süs gibi hep tafl›yacakt›r. Bu durumda en zor afl›lan yabanc›l›k belki de kültür karfl›s›nda olacakt›r. Hasan halas›n›n yan›na yerlefltikten k›sa bir süre sonra, oradaki yaflama ister istemez uyum sa¤lam›flt›r. Üzerindeki giysi, aya¤›ndaki ayakkab›, saç›n›n t›rafl› hep di¤er çocuklara benzemifltir. Belki de bir çocuk oldu¤u için baflkalar›n›n iradesinde bu de¤iflim çok h›zl› olmufltur. Hasan befl yafl›ndad›r ve içinde do¤du¤u kültür ruhunda kökleflme imkân› bulamam›flt›r. Ancak bir yetiflkin olan anlat›c› için durum bu kadar kolay de¤ildir. “Yara” adl› hikâyede anlat›c›n›n di¤er Araplar gibi dam üstünde oturdu¤u, burada nargile ve kahve içti¤i görülür. “Testi”de “Lübnan’›n yabanc›s› olan san›r ki” diye söze bafllar. Bu söyleyifl, anlat›c›n›n kendini buraya ait de¤ilse bile yak›n sayd›¤›n› gösterir. “Ç›ban” adl› hikâyede ise yüzünde ç›kan tehlikeli bir ç›bandan kurtulmak için bir “kocakar›”n›n ak›l almaz tedavisini kabul eder. Bununla birlikte birçok hikâyede anlat›c›n›n davran›fllar›ndaki tedirginlik, içindeki kayg› ve kuflkular onun her fleye ra¤men gurbette oldu¤unu hat›rlat›r niteliktedir. “Yara” adl› hikâyede etleri kopar›larak yaras›ndan kurflunu ç›kar›lan gencin bu ilkel ameliyat s›ras›nda hiç sesini ç›karmamas› karfl›s›nda dehflete kap›lan anlat›c›, “Akrep” adl› hikâyede gö¤sünde akrepler gezdiren bir bedevi karfl›s›nda kendini tutamayarak isyan eder. Afliretlerin verdi¤i flölenler s›ras›nda ziyafet için hayvan kesmeleri adettendir. Anlat›c› bu manzaray› anlat›rken flöyle der; “Yere s›ralanm›fl kocaman lengerlerdeki kösele renkli, yar› çi¤, k›zg›n, kokulu ve ekfli deve etlerine kirli entarili, donsuz bedeviler bir akbaba sürüsü gibi sald›r›yorlar, öyle, didikleyerek, bizi tiksindirerek yiyorlard›.” (Akrep, s. 44) Kültüre, günlük al›flkanl›klara yabanc›l›k, bazen bu örnekte oldu¤u gibi tiksin- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 103 me, bazen utanma, çekinme fleklinde ortaya ç›kar. “Antikac›” adl› hikâyede anlat›c› fieyh Efgani’nin evine girdi¤inde ne tarafa bakaca¤›n›, nereye oturaca¤›n› flafl›rm›flt›r. Bu durumun sonucu ise ço¤u zaman yaln›zl›¤a yönelmektir. “Yabanc› memleketlerde bir kasabaya sokulup uzun süre yaflamaktaki ezginli¤in ne oldu¤unu bilir misiniz? Befl on gün çarfl› sokak gezdikten sonra, tan›d›k yüz, al›flabilece¤iniz bir yer bulamamaktan bezer, odan›za girer, yaln›zl›¤›n içine sinersiniz.” (Zincir, s. 30) Yaln›zl›k, belki de hiçbir kültürün ulaflamayaca¤› tek yerdir. Anlat›c› birçok hikâyede bu kendine s›¤›nma, yaln›zl›¤a saklanma durumunu ifllemifltir. 1.4. Hem-flehri olma “Hemfleri” ve daha çok Anadolu’da kullan›lan “toprak” sözcükleri ayn› memleketten olan anlam›na gelir. Bilindi¤i gibi göçün yaratt›¤› yabanc›l›k durumuyla bafl etmenin en yayg›n yollar›ndan biri, ayn› memleketli baflka insanlarla bir araya gelmektir. Böylece birey bu yabanc› çevre içinde kendini güvende hissedecek, yitirdi¤i aitlik hissini s›n›rl› da olsa yeniden duyacak, geride b›rakt›klar›n› ana diliyle yâd edebilecektir. Eskici ve Hasan’›n birbirleriyle konuflmaktan duyduklar› keyif ve ayr›l›rken ikisinin de a¤lamas›, gurbette bir hemfleriye yak›nlaflma ihtiyac›n› gösterir. “Köpek” adl› hikâyede Osman, iflledi¤i bir suç sebebiyle sürgün edilmifl bir gençtir. Sokaklarda yaflamakta, k⤛ttan çiçek ve yaz›l› tabak satmakta, meyve ve yemifl art›klar›yla beslenmektedir. Günün birinde bir sokak köpe¤iyle karfl›lafl›r. K›sa sürede dost olurlar. Öyle ki, Osman kendisi ölürse köpe¤inin ne yapaca¤›n› düflünüp kederlenecek kadar ba¤lanm›flt›r ona. Bir gün jandarma Osman’› bu ülkeden de s›n›r d›fl› eder; fakat köpe¤in gümrükten geçmesi yasakt›r. Osman jandarmaya o kadar yalvar›r, öyle ›srar eder ki, sonunda birkaç dipçik darbesiyle öldürülür; bunu izleyen köpek de s›n›r›n di¤er taraf›nda ölür. Bu hikâyede Osman ve köpe¤inin birbirlerini, u¤runda ölecek kadar sevmelerine sebep olan duygu fludur; “(Osman) olmayacak bir fleye inanm›flt›: Bu köpek de Osman’›n memleketinden nas›lsa buralara düflmüfltü; o da kendisi gibiydi, yurt özlemi, ac›s› çekiyor, buralar›n havas›na, suyuna, güzelli¤ine ›s›nam›yordu. Her fleyi garipsemiflti, onun için böyle y›lg›n, kamburu ç›k›k, kuyru¤u bacaklar›n›n aras›nda, yafll› gözlüydü.” (Köpek, s. 49) Hikâyenin bafl›nda Osman’›n yaflam›n›n köpe¤inkinden pek farkl› olmad›¤› belirtilmifl, ikisinin de nas›l bir yokluk içinde olduklar›, insanlar taraf›ndan itilip, kovulduklar› anlat›lm›flt›r. Bu dert ortakl›¤›n›n ikisini birbirine yak›nlaflt›rmas› gayet tabi bir durumdur. Ancak burada tabi olmayan Osman’›n köpekle ayn› memleketten oldu¤una inanmas›, belki de inanmak istemesidir. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 104 Anlat›c› “Akrep” adl› hikâyede eski bir okul arkadafl›yla karfl›laflt›¤›ndan bahseder. Badiye’de mutasarr›f olan arkadafl› kimseyle sohbet edememekten o kadar bunalm›fl, kendisini buldu¤una o kadar sevinmifltir ki; her günü beraber geçirmek ister. “Olanak bulunsa hükümet kona¤›ndaki odas›na da benim için bir masa koyduracakt›; çal›flma saatlerinde de karfl›l›kl› oturup ‹stanbul’dan konuflacakt›k.” (Akrep, s. 43) Bir araya gelinip yap›lacak fley ‹stanbul’dan konuflmakt›r. “Uzakta kalanlar için ‹stanbul’un kald›r›mlar› bozuk de¤ildir, sokaklarda çamur ve süprüntü yoktur; tramvaylarda ve vapurlarda azap çekilmez. Musluklardan terkos yerine Kevser akar, sersemletici lodosu ›l›k bir öpücük, diflleyici poyraz› bir serin nefestir. (…)” (Akrep, s. 43) Memleketten konuflmak gurbetteki bireyin en temel ihtiyaçlar›ndan biridir. Örne¤in “Antikac›” adl› hikâyede fieyh Efganî antika eflyalar› farkl› ülkelerden toplad›¤›n› söyleyince anlat›c› “Türkiye’ye de gider misiniz?” diye sorar. Asl›nda yersiz say›labilecek bu soruda memleketten konuflman›n heyecan› duyulmaktad›r. “‹stanbul” adl› hikâye bir genç erke¤in, çölde tan›flt›¤› “Türkçe bilen” bir fahifleyle konuflmas›n› anlat›r. Bu konuflma da bafltan sona ‹stanbul’la ilgilidir. Fahiflenin Türkçe bilmesi ve genç adam›n Türkçe konufluyor olmas› özellikle vurgulanm›flt›r. 2. “GURBET”‹ SÖYLEMEK “Eskici” adl› hikâyede, Hasan ve eskici aras›ndaki konuflma, Hasan’›n dalg›nl›kla Türkçe olarak sordu¤u soru ile bafllar. “-Çiviler a¤z›na batmaz m› senin? -Türk çocu¤u musun be?” (Eskici, s. 13) Hasan’›n sordu¤u soru eskicinin hiç dikkatini çekmemifltir. Hasan da eskicinin Türkçe olarak verdi¤i cevab› duyunca sorusunu tekrarlamaz. Art›k önemli olan tek fley Türkçe konufluyor olmak, Türk olmakt›r. Konuflma boyunca ikisi de birbirlerine adlar›n› sormaz. Eskicinin Hasan’a söyledi¤i “Türk çocu¤u” sözü, gurbetteki bireyin birincil kimli¤ini belirler. Görüldü¤ü gibi bu belirlenim, sadece di¤erleri için de¤il, ayn› memleketten olan eskici için de temel olma niteli¤i tafl›r. Konuflman›n devam› bu kimli¤in ayr›nt›land›r›lmas›ndan baflka bir fley de¤ildir; “-‹stanbul’dan geldim! -Ben de o taraflardan… ‹zmit’ten!” (Eskici, s. 13) Eskicinin verdi¤i cevap dikkat çekicidir. Sadece ‹zmit’ten geldi¤ini söylememifl, iki flehrin co¤rafî yak›nl›¤›n› öncelikli olarak vurgulamak istemifltir. Bu durum gurbetteki bireyin ayn› memleketten olan baflka bir bireyle sadece yak›nl›k de¤il nere- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 105 deyse bir özdefllik kurmak istedi¤ini hissettirir. Bundan sonra s›ra burada, bu gurbette olma durumunun sebebine gelir; “-Ne diye düfltün bu cehennemin buca¤›na sen?” (Eskici, s. 13) Görüldü¤ü gibi, eskici Hasan’a buraya neden geldi¤ini de¤il, neden “düfltü¤ünü” sormaktad›r. Düflmek sözcü¤ünün bu kullan›m›, TDK sözlü¤ünde de yer almakta, özellikle “gurbet ele düflmek” fleklinde yayg›n biçimde kullan›lmaktad›r. Bu cümlede gurbeti karfl›layan sözler ise “cehennemin buca¤›”d›r. Cehennem, hem çöl ikliminin s›cakl›¤›n› betimler, hem kötücüllü¤üyle burada bulunman›n verdi¤i s›k›nt›y› anlat›r ve hem de cezaland›r›lma, zorunlu olarak tutulma durumunu hat›rlat›r. “‹stanbul” adl› hikâyede fahiflenin flu sözleri de t›pk› eskicininkine benzemektedir; “-Haydi, ben bu Allah’›n cehennemine düfltüm, günah›m› çekiyorum, siz ne ar›yorsunuz?” (‹stanbul, s. 80) Hasan ailesini kaybetti¤ini anlatt›ktan sonra, o da eskiciye neden burada oldu¤unu sorar. Eskici bir suç iflledi¤ini ve kaçt›¤›n› söyler. Sonras›nda hep Hasan konuflur, eskici dinler. Gurbet Hikâyelerinde “Türk çocu¤u”na benzer kullan›mlara s›kl›kla rastlanmaktad›r. Arap, Türk, Frans›z, Alman, Afganl›, Lübnanl›, Anadolulu, Rumelili gibi do¤rudan milliyet belirten kimlikler ve fleyh, a¤a, bedevi gibi kültürel kimliklere yer verilmifltir. “Yara” adl› hikâye “dört silahl› bedevi” ve “fleyh”in hikâyesidir. Antikac› adl› hikâyede Lübnan belediye dan›flman›ndan yaln›zca “Frans›z” olarak bahsedilmifl, Zincir adl› hikâyede köpe¤e bakan askere sadece “Senegalli” denmifltir. Bu birinci derecede önemli karakterlerin gerçek isimlerine ise hikâyelerde yer verilmemifltir. Eskicinin “cehennemin buca¤›” ad›n› verdi¤i gurbet, hikâyelerde bunun gibi baflka hayallere, flekillere, imgelere de bürünmüfltür. “Bu koyu nefti, körpecik, cilal›, tombul f›st›klar, da¤lar›n ç›plak, s›cak karn› alt›nda –siyah, özgür, kabar›k- nü tablolardaki bir tutam gölge kadar göz al›r, göze batar, kuytuluk etkisi yapard›.” (Testi, s. 21) Bu cümle, aç›kça cinsel imgelerle örülmüfl, do¤a ç›plak bir kad›n vücudunun mahremiyetiyle tasvir edilmifltir. Bir baflka örnekte ise buradaki gölge imgesinin yerini, duman al›r. “Halep’te günefl tafl duvarl› ak sokaklar›n cenderesine t›kand›¤› için bir tür ›fl›k duman›d›r; duman gibi fazla koyu, bo¤ucu, sanki isli, göz yumdurucu ve flafl›rt›c›d›r.” (Keklik, s. 40) F›st›klar›n “nü tablolardaki bir tutam gölge”, güneflin bir “›fl›k duman›” olarak tasvir edilmesi, “koyu”, “kuytu” gibi sözcüklerin kullan›m›ndaki a¤›rl›k, gurbette- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 106 ki bireyin muhayyilesinde do¤an›n örtük, uzak, mahrem yerini belirler. ‹kinci örnekte yer alan “flafl›rt›c›” sözü ise baflka birçok tasvirde daha yer almakta, anlat›c›n›n içinde bulundu¤u yabanc›l›k durumunu belirtmektedir. Bu yabanc›l›¤› kiflilerin tasvirinde de görmek mümkündür. “Antikac›” adl› hikâyede fieyh Efgani flöyle anlat›lm›flt›r; “Bafl›nda türbe çuhas› renginde, koyu yeflil bir kumafl sar›lm›fl acayip bir külah ve s›rt›nda koyun pöstekisinden kolsuz bir h›rka vard›.” (Antikac›, s. 16) “Zincir” adl› hikâyede ise Senegalli “kardif kömüründen yarat›lm›fl, et ve kaslar› ziftle yo¤rulmufl bu ilginç kifli…” olarak tan›mlan›r. Bu iki örnekte de “acayip” ve “ilginç” gibi sözler anlat›c›n›n yabanc›l›¤›n› dile getirmektedir. Do¤a tasvirlerinde dikkati çeken bir di¤er unsur ise masallaflt›rma e¤ilimdir. “… Hep beyaz yelkenlerin kay›p gitti¤i flurup renkli denizler, avize gibi flak›rdayan p›narlar, ç›nar ve çitlenbik gölgeleri, çiçek tarlalar›, fulya bahçeleri, tüy gibi ince kad›nlar ve a¤›zlar›ndan flekerleme kadar tatl› sözler dökülen k›zlar görürsünüz.” (Akrep, s. 43) Burada tasvirin gerçekçilikten son derece uzak oldu¤u, adeta bir masal âlemi yarat›ld›¤› görülür. Bu durumun bir baflka örne¤i “Günefl” adl› hikâyedeki do¤a tasvirinde de görülür; “Akide k›z›ll›¤›nda cam gibi parlak, cilal›, içi d›fl› ayd›nl›k, iç aç›c›, hofl renkte idi; peri masallar› kadar süslü, sevindirici, flafl›rt›c›, sanki yaland›.” (Günefl, s. 69) Bu örneklerden ilki s›lay› yani geride b›rak›lan yeri, ikincisi ise gurbeti tasvir etmektedir. Bu durum anlat›c›n›n gerçeklikten uzaklaflma e¤iliminin ne kadar güçlü oldu¤unu gösterir. Baflka bir deyiflle geride kalan da hayaldir, içinde olunan da… Gurbet, kötü ya da iyi, cehennem ya da masal ülkesi olsun, gerçekten uzak, anlat›c›n›n da söyledi¤i gibi hep “sanki yalan”d›r. “Hülle” adl› hikâyede yer alan flu sözler, bu durumu aç›klamak için söylenmifl gibidir; “‹nsan kendi memleketinden uzaklafl›p da böyle baflka ›rklar›n yerleflti¤i ayr› isimli yerlere gitti mi bilmedi¤i, görmedi¤i, flafl›lacak olaylarla karfl›laflmak ister. Ço¤u kez bunlar› yapamad›¤› içindir ki seyahatinden abart›c›, hatta yalanc› olarak döner. Bire bin katmak, habbeyi kubbe yapmak, fili y›lana yutturmak…” (Hülle, s. 72) Hikâyelerin içerikleri düflünüldü¤ünde, yazara karfl› ac›mas›z olmamak kofluluyla, bu sözler ironik say›labilir. As›l önemli olansa bireyin içinde bulundu¤u bu yabanc› çevre karfl›s›nda yaflad›¤› psikozun hikâyelerin içeri¤i gibi, kullan›lan üsluba da yans›m›fl olmas›d›r. Ömründe ilk defa kasabaya gelen bir bedevinin buradaki bir çarfl›da gördü¤ü pilli fener karfl›s›nda yaflad›¤› flaflk›nl›¤› anlatan “Fener” adl› hikâyede bedevi flöyle der; “-Bin bir gece masallar›ndaki Alâeddin’in feneri flimdi bende!...” (Fener, s. 27) GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 107 Ayn› hikâyede anlat›c› bedevi için flöyle söyler; “K›z›verirsem kendisini de¤il, fleyhini bile k›rk kat›r›n kuyru¤una ba¤lat›r, masallardaki gibi k›rk parça ederdim!” (Fener, s. 29) “Ç›ban” adl› hikâyede ise anlat›c›n›n “habis” ç›ban›n› tedavi eden kocakar› flöyle tan›mlanm›flt›r; “De¤il do¤rudan karabasan görürken bile karfl›laflman›z› ö¤üt veremeyece¤im bir cad›… Alt›nda küpü elinde süpürgesi eksikti..” (Ç›ban, s. 58) “Günefl” adl› hikâyede bir ziyafet sofras› flöyle anlat›l›r; “Devetüyünden hal›lara uzanm›flt›k, kufltüyü yast›klara dayan›yorduk, yan› bafl›m›zda yelpazeler sallayan halay›klar vard›.” (Günefl, s. 69) 3. SONUÇ Bu çal›flmada Gurbet Hikâyeleri, içerik ve üslûp aç›s›ndan ele al›nm›fl, gurbet duygusunun nas›l anlafl›ld›¤› ve nas›l anlat›ld›¤› incelenmifltir. Çal›flma, hikâyeleri birbirine ba¤layan anlat›c› üzerine temellendirilmifl, anlat›c›n›n yazar ile kar›flmamas›na dikkat edilmifltir. Bununla birlikte hikâyelerin ilgi çekici bir yan› da, yazar ve anlat›c›n›n gösterdi¤i benzerliktir. Her hikâyenin sonunda yaz›ld›¤› tarih ve yer belirtilmifltir. Baz› hikâyeler, anlat›lan yerlerde yani yazar›n henüz gurbette oldu¤u bir zamanda yaz›lm›flt›r. Yazar›n Halep’te yazd›¤› “‹stanbul” adl› hikâyede, anlat›c› tan›flt›¤› fahifleye neden uyuflturucu kulland›¤›n› sordu¤unda, fahifle flu cevab› verir; “Gidemedi¤im ‹stanbul’a kavuflmak için… Bu benim pasaportumdur.” Belki de bu hikâyeleri neden yazd›¤› sorulsa Refik Halid de tam olarak böyle söyleyecektir. T›pk› Hasan’›n susmas› gibi, yazar da gurbette, her fleye yabanc› oldu¤u bu yerde, “daha büyük bir tehlikeden korkarak deniz alt›nda nefes almamaya çal›flan bir adam gibi” yazm›flt›r. Belki de hikâyelerdeki samimi üslup, dinleyiciye sen diye hitap eden, biz diyerek, bizim oralar diyerek kendisini onunla özdefllefltiren ses hakikaten Refik Halid’e aittir. Ve belki Hasan, yazar›n güzel muhayyilesinde hakikaten a¤lamakta, a¤lamaktad›r. Hikâyelere bir de bu aç›dan bakman›n, onlara ayr› bir de¤er kataca¤› kanaatindeyiz. 1 Refik Halid Karay (2006) Gurbet Hikâyeleri. ‹stanbul: ‹nk›lap Yay›nevi. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 108 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 109 Osmanl›da Bir Polonyal› Askerî Hekim Wladyslaw Jablonowski (1841-1894) ve An›lar› Grazyna Zajac * Girifl “Savafllar, özellikle de Bat› Avrupa ve Amerika’n›n d›fl›nda yap›lan savafllar, ço¤unlukla, sanki tahta maketlerle oynanan savafl oyunlar›ym›fl gibi anlat›l›yor. Savaflan kuvvetler ve askerler maket üzerindeki tarihî mekânda bir yerden bir yere hareket ettirildikçe ya savafl› kazan›yorlar veya kaybediyorlar, topraklar sahiplerini de¤ifltiriyorlar. Oyun bitti¤i veya fazla uzad›¤› zaman taraflardan biri kaybetti¤ini kabul ediyor ve savafl maketi ortadan kald›r›l›yor, ta ki bir sonraki oyun yeniden bafllayana kadar. Oyunda ölenler her zaman askerlerdir. Çünkü onlar, bu büyük oyunun piyonlar›d›r ve savafl meydanlar›nda ölmek de zaten onlar›n kaderidir. Savafllarda sivillerin kurban gitmeleri gibi dramatik arka plân olaylar› ise, genellikle hiç an›lmamaktad›r”1. De¤erli konuklar; Amerikal› ünlü tarihçinin bu sözlerini bildirimin önsözüne al›rken, savafllar›n ve ekonomik krizlerin en a¤›r ve en ac› bedellerini ço¤unlukla masum sivil halklar›n ödemifl oldu¤u gerçe¤ine dikkatinizi çekmek istiyorum... Göç, Türkçe Sözlük’ten okudu¤umuz tan›m›na göre “ekonomik, toplumsal veya siyasî sebeplerle bireylerin veya topluluklar›n bir ülkeden baflka bir ülkeye, bir yerleflim yerinden baflka bir yerleflim yerine gitme ifli, tafl›nma, hicret, muhaceret”tir 2. 20’nci yüzy›l dünyada “göç yüzy›l›” olarak nitelenmiflse de, ne 21’inci yüzy›l›n bu gerçekten kurtuldu¤unu söyleyebiliriz, ne de dünya 20’nci yüzy›la girerken göç olgusu yoktu diyebiliriz. Çünkü, 20’nci yüzy›l›n öncesi de yo¤un ve yo¤un oldu¤u kadar, zaman zaman çok trajik göçlere de flahit olmufl bir yüzy›ld›... 19’uncu yüzy›lda Avrupa ülkeleri aras›nda yaflanan göçlerden baflka, Avrupa ve Asya ülkelerinden Kuzey Amerika ve Avustralya’ya da birçok göç dalgas› görüldü. Bu dramatik göçler sonucunda da her yafltan milyonlarca insan ekonomik veya siyasî * Doç. Dr., Uniwersytet Jagiellonski, Krakov-Polonya GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 110 nedenlerle vatanlar›n› terk ederek gurbette yaflama savafl›n› sürdürmeye mahkûm edildiler. Ben, Polonyal› bir Türkolog olarak, özellikle 19’uncu yüzy›lda yaflanan üç büyük göç dalgas›n›n ülkelerimiz tarihinde çok önemli oldu¤unu vurgulamak isterim. Birincisi, 1853-56 K›r›m Savafl› ve 1877-78 Rus Savafl› neticesinde K›r›m’dan, 1826-29 ile 1877-78 savafllar› sonucunda Kafkasya’dan ve 1820’li y›llardan yüzy›l›n sonuna kadar Balkan milletlerinin özgürlük savafllar› nedeniyle Balkanlar’dan Osmanl› Devleti himayesine s›¤›nan binlerce de¤il, onbinlerce de¤il, yüzbinlerce müslüman›n göç dalgalar›d›r 3. ‹kincisi, üç komflu devlet taraf›ndan parçalanm›fl, haritadan silinmifl ve fakirli¤e u¤ram›fl Polonya topraklar›ndan Bat› Avrupa’ya ve Amerika’ya ekonomik göç olay›d›r. Üçüncüsü ise, haritadan silindi¤ini hiç bir zaman içlerine sindiremeyen Polonyal› vatanseverlerin siyasî nedenlerden hareketle Bat› Avrupa, Amerika ve Türkiye’ye göçleridir. Polonyal› s›¤›nmac›lara “Halklar›n Bahar›” dedi¤imiz 1848 ayaklanmas› sonucunda Macaristan’dan Türkiye’ye göç eden mültecileri de eklersek e¤er, çok genifl bir etnik manzara ile karfl›lafl›r›z. Görüldü¤ü gibi, 19’uncu yüzy›l içerisinde birçok farkl› yerlerden ve uluslardan, rüzgâra tutulmufl bir avuç kum gibi savrula savrula gelerek Türkiye’de s›¤›nak arayan göçmenler, Osmanl› Devleti’nin koruyucu ve kollay›c› kanatlar› alt›na al›nd›lar. Ancak Osmanl› Devleti’ne s›¤›nan bu etnik gruplar aras›nda çok önemli ve tarihsel bir farkl›l›k vard›: Balkan, K›r›m ve Kafkas mültecilerinin Osmanl› Devleti’ne göç etmelerinin hedefi sakin ve güvenilir bir s›¤›na¤a sahip olma umuduydu… Polonyal› siyasî mültecilere gelince, onlar›n hedefinde bundan sonraki yaflamlar›nda kavgas›z gürültüsüz rahat bir hayat sürmek de¤il, tam tersine, silahlar›n› yeniden ellerine alarak, Polonya’n›n ba¤›ms›zl›¤› için bu kez Osmanl› bayra¤› alt›nda savaflmak ülküsüydü. Osmanl›da mülteci doktor, Wladyslaw Jablonowski “Edebiyatta göç” konusu genellikle roman, öykü ve fliir çerçevesinde ele al›nmaktad›r. ‹zninizle ben bildirimde, çok zengin bir bilgi kayna¤› olduklar›na inand›¤›m hat›ra türüne yönelece¤im. Sizlere tan›tmak ve paylaflmak istedi¤im hat›ra kitab›n›n yazar› Wladyslaw Jablonowski (okunuflu: Vlad›slav Yablonovski) 1841 y›l›nda dünyaya gelmifl, 53 y›ll›k yaflam›n›n 28 y›l›n› - yani yaflam›n›n yar›dan fazlas›n› - Osmanl› Devleti’nde geçirmifl, askerî doktor olarak devlet hizmetlerinde bulunmufl ve görevinin bafl›nda oldu¤u 1894 y›l›nda da bu dünyadan ayr›lm›fl bir yazar. Soylu bir toprak sahibinin o¤lu olan Wladyslaw Jablonowski, Rus iflgali alt›nda kalan bir bölgede do¤du, lise ö¤renimini birinci olarak bitirdi ancak ba¤›ms›zl›k hareketlerine kar›flt›¤› için gizli polisin takibi alt›na al›nd›¤›ndan dolay› da Kiev Üniversitesinde ancak birkaç ay okuyabildikten sonra ö¤renimini b›rakmak zorunda kald›. 20 yafl›ndayken, yasa d›fl› yollardan ‹talya’ya kaçm›fl ve orada kurulmak- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 111 ta olan Polonya askerî okuluna yaz›larak, yak›nda patlayaca¤› bilinen ve beklenen ba¤›ms›zl›k savafl›na haz›rlanmaya bafllam›flt›. Misafirperver bir flehir olan ‹stanbul’u ilk kez o y›l gördü... Çünkü Kiev’den ‹talya’ya kaçma yollar›n› ararken, Moldova üzerinden önce ‹stanbul’a ve oradan ‹talya’ya geçebilece¤ini ö¤renmiflti. Bat›’ya giden en k›sa yollar› seçseydi e¤er, mutlaka polis taraf›ndan tutuklan›rd›. ‹ki y›l süreyle Bat› Avrupa’da kald›. ‹talya ve Fransa’da harp sanat›n› okudu, ünlü generallerle komutanlar›n etkinlik gösterdi¤i Polonyal› mülteci ortamlar›nda siyasî ve askerî tecrübelerini gelifltirdi. 1963 y›l› oca¤›nda, “Ocak Ayaklanmas›” ad›yla tarihe geçen o ünlü isyan patlad›¤› zaman, Wladyslaw Jablonowski art›k Polonya topraklar›nda yüzbafl› rütbesiyle görev yapan bir subayd›. Üstelik, 22 yafl›n›n gençli¤ine ra¤men kendisine bin askerden oluflan bir bölü¤ün komutanl›¤› da teslim edilmifl güvenilir ve yetenekli bir subay... Genç komutan Rus iflgalcilerine karfl› alt› ay boyunca savaflm›fl, yaralanm›fl ve gerillac›lar ayaklanmay› kaybetmeye bafllad›klar› zaman bölü¤ünü da¤›tma emrini alm›flt›. Bu koflullar nedeniyle kendi vatan›nda, yani Rusya’n›n egemenli¤i alt›nda kalan topraklarda daha fazla duramam›fl ve vatan›n› bir kez daha terk etmek zorunda kalm›flt›. Avusturya’n›n elinde kalan Polonya’n›n güney bölgesine kaçar ve Krakov flehrindeki Jagiellon Üniversitesi’nde t›b okumaya bafllar. Jablonowski’nin üniversitedeki t›b e¤itimi de, yaln›zca iki y›l sürer. Bu süreç içerisinde derslerine kat›lmas›n›n yan›s›ra, cerrahî klini¤inde de saatler boyu stajyerlik yapar. Bunun nedeni, yaln›zca cerrahîye ilgi duymas› ve merak etmesi de¤il, ayn› zamanda, e¤itim harcamalar›n› karfl›lamak için para kazanmak zorunda olmas›yd› da. Ancak Jablonowski, 1865 y›l›nda Krakov’dan da gizlice uzaklaflmaya mecbur kal›r. Mecburiyetinin nedeni, Krakov’da görev yapan polis teflkilât› Avusturya yönetimine ba¤l› olmas›na ra¤men, Rus yönetiminden ald›¤› gizli emirdi. Bu emre göre polis, ayaklanma hareketine kar›flan gençleri belirleyip tutuklayacak ve Rusya’ya götürecekti... Üniversite profesörleri bu çal›flkan ve herkesçe sevilen genç vatanseverin muhacerete gitmesi gerekti¤ini ö¤rendikleri an, Jablonowski’ye son derece önemli bir yard›mda bulunurlar ve ona, gurbetteki meslekî hayat›n› kolaylaflt›rmak için t›b e¤itimi bitirme belgesini haz›rlar ve gizlice verirler. Böylece, t›b e¤itimi yar›da kalan genç doktor aday› vatan›n› yeniden terk ederek kendisi gibi mülksüz ve vatans›z, fakat vatan aflk› ve hizmeti için gurbette bile son derece zor ve a¤›r koflullarda çal›flmaya haz›r olan mültecilere kollar›n› açan Osmanl› Devleti’ne 1866 y›l› flubat›nda s›¤›n›r. Kas›m ay›nda da özel bir askerî t›b heyetinin karfl›s›na ç›karak pratik t›b s›nav›n› verir, baflar›l› olur ve o günden sonra da Osmanl› Devleti ad›na askerî doktorluk mesle¤ini yapma hakk›n› kazan›r. Dr. Jablonowski 1866 y›l›ndan ölümüne de¤in (1894) Osmanl› Devleti’nde askerî doktor olarak yaflam›fl, Mezopotamya, Balkanlar, Kafkasya ve ‹stanbul’da görev alarak devlet hizmetlerinde bulunmufltur. Ald›¤› görevlerinin ço¤unlu¤u, veba ve kolera salg›nlar› ile savaflmak ve bu salg›nlar›n kontrol alt›na al›nmas› için karanti- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 112 na merkezleri oluflturmakla ilgiliydi. Jablonowski, bir yandan bu çok a¤›r ve tehlikeli görevlerini hiç tereddütsüz yerine getirmeye çal›fl›rken, öte yandan, botanik bilimine olan büyük ilgisiyle de Osmanl› Devleti ad›na görev yapt›¤› her yerden ve köfleden çok farkl› türlerin zenginli¤inde özenle toplad›¤› bitki örneklerinden oluflan muhteflem bir bitki koleksiyonu oluflturdu. Vasiyeti üzerine, kurutulmufl bitkilerden oluflan bu koleksiyon Viyana’ya getirilerek, bir müzeye teslim edildi. Dr. Jablonowski’nin bir di¤er tarihsel özelli¤i de, yaflam›n›n son haftalar›na de¤in hiç ihmal etmeden büyük bir dikkat ve titizlikle ele ald›¤› günlükleridir. Jablonowski’nin an›lar›nda göç Bilindi¤i gibi günlük, an› ya da otobiyografi gibi edebî türler, toplumlarda olup bitenleri ve bireylerin sevinçleriyle üzüntülerini, en net flekilde, yaz›ld›klar› günden sonraki zamanlara tafl›yan yaz›nsal ürünler olarak de¤er görürler. Öykü ve roman gibi türler, her ne kadar yazar›n gerçek deneyim ve izlenimlerini tafl›salar da, özünde belli bir disiplinle kurgulanm›fl üstün hayal dünyas›n›n ürünleridir. Oysaki an› türü eserler özenle kurgulanm›fl düflsel anlat›lar de¤il, insana ve hayata dair yaflanm›fl, göz tan›kl›¤›nda bulunulmufl gerçek anlat›lard›r. Bu yönüyle an› kitaplar›, biraz da, en yal›n belge olan foto¤raflar›n, yaz› halidir diye düflünüyorum... Bu noktada flunu da vurgulamak isterim: Elbette kimi an› yazarlar›, anlat›lar› karfl›s›nda her zaman objektif olmayabilirler. Ancak an› kitab› okurlar›, objektif ya da subjektif anlat›m› kendi bilgi ve birikimiyle fark edebilecek düzeydedirler. Wladyslaw Jablonowski’nin an›lar›nda, göç gerçe¤ine dair hangi bilgilere ulaflabiliriz? 19’uncu yüzy›l Türkiye’sinde göçmen olmak nas›l bir duyguydu; zorluklar› ve ac›lar› nelerdi? Yazar, kendi duygular›n› ve izlenimlerini anlat›rken, di¤er Polonyal› göçmenlerin kaderlerine de ilgi duydu mu? Bu sorulara k›saca yan›t vermek istersek, flöyle diyebiliriz: Jablonowski’nin an›lar›ndan, Osmanl› Devleti’ndeki Avrupal› göçmenin hayat›n›, meslekî kariyer olanaklar›n›, karfl›laflt›¤› kolayl›klarla zorluklar›n› ö¤renebiliriz. Bu yönüyle ele ald›¤›m›z an›lar son derece zengin ve güvenilir bir bilgi kayna¤› olma özelli¤indedir. Yazar yaln›zca kendi mülteci hayat›n› de¤il, Osmanl›’da geçirdi¤i uzun y›llar boyunca karfl›laflt›¤›, tan›flt›¤› di¤er mülteci ve göçmenlere dair birçok bilgileri de ayn› duyarl›l›k içerisinde günümüze tafl›maktad›r. Bu insan portrelerinden ve trajedilerinden gelen zenginli¤i görmek için, kitab›n indeksine bakmak yeterlidir. Yaln›zca kifli ve co¤rafik adlar› kapsayan indeks üç bini aflk›n maddeden oluflurken, bizlerin belleklerine dönemin Osmanl› doktorlar›n›, komutanlar›n›, Avrupa kökenli sakinleri ve Polonya as›ll› kiflileri tek tek not etmektedir4. Yazar, detaylarla yak›ndan ilgilenir. Örne¤in mültecilerin kiralad›klar› evleri (daha do¤rusu fakir, küçücük odalar›) tarif ederken, her biri ayr› bir belgesel nitelik tafl›yan bilgileri aras›na bu mültecilerimizin ye¤ledikleri mahalleleriyle sokaklar›n›n adlar›n› da yazmaya özen gösterir. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 113 Jablonowski’nin an›lar›nda yer verdi¤i mültecilerle göçmenlere dair bilgilerden yararlanarak, mültecilerden iki farkl› grup oluflturabiliriz. Bu gruplar›n birinde, ço¤unlukla aristokrat soylardan gelen ve Osmanl›da meslekî kariyer yapanlar; di¤er grupta ise kariyer yapmakta baflar›l› olamayanlar, her fleyden çok sevdikleri Polonya’ya geri dönemedikleri için umutsuzlu¤a kap›larak ac›l› yaflamlar›n› sürdüren talihsiz insanlar toplulu¤u… Jablonowski, kendi ad›na oldukça flansl›yd›. Çünkü o dönemin Osmanl› Devleti’nde t›b hizmeti hâlâ pek geliflmedi¤i gibi, ard› arkas› kesilmeyen savafllar›n ve salg›nlar›n yafland›¤› Türkiye genelinde de büyük bir doktor eksikli¤i yaflanmaktayd›. ‹flte bu ihtiyaçlar ve çaresizlikler içerisindeki Osmanl› Devleti’ne s›¤›nan Jablonowski, t›b alan›nda yeterli bilgi ve birikimi olmamas›na karfl›n, sahip oldu¤u s›n›rl› bilgisi bile kendisine yarar sa¤lad›¤›ndan ordu içerisinde ifl bulabildi. Ancak flunu hat›rlamak gerekiyor ki, Polonyal› mültecilerin büyük ço¤unlu¤u Jablonowski kadar flansl› de¤ildi... Beklediklerini bulamayanlar sanc›l› ve yo¤un bir vatan hasreti girdab›nda yenilerek; bir yandan verem hastal›¤›n›n çaresizli¤inde, öte yandan sefaletin, alkolün bata¤›nda kaybolup gittiler… Jablonowski’nin an›lar›n› okurken, Türkiye’de yaflad›¤› 28 y›l boyunca moral dalgalar›n›n nas›l de¤iflti¤ini, sevinç ve heyecandan ümitsizli¤e, ümitsizlikten yeni bir coflkuya nas›l geçti¤ini aç›kl›kla izleyebiliriz. Türkiye’ye s›¤›nan genç göçmenin ruhsal durumu, mültecili¤inin ilk aylar›nda hiç de sa¤l›kl› de¤ildi. Paras›zl›k, iflsizlik, al›fl›lagelenden çok farkl› bir ortamda bulunma koflullar›, Jablonowski’nin kalbinde ciddi karamsarl›klar yaratt›. Türkçe bilmedi¤i gibi, Türkler aras›nda Frans›zca veya ‹talyanca bilenleri bulmas›n›n da zorlu¤undan, uzun bir süre Türk çevrelerine yaklaflamad›. ‹çine girdi¤i ortam ise (Galata ve Pera’n›n Rum, Yahudi, ‹talyan, Frans›z, Alman ve Polonyal› topluluklar›) ona huzur ve güven veremiyordu. Polonyal›lar birkaç ayr› liderin çevresinde toplan›p birlik, beraberlik ve kardefllik ba¤lar›n› oluflturamad›klar› bir yana; üç y›l önce kanl› bir flekilde bast›r›lm›fl ayaklanman›n baflar›s›zl›¤›n›n suçlusunu aramaya bafllad›lar, kavgaya, düflmanl›¤a sar›ld›lar. Jablonowski, ilk aylarda kendisi gibi ‹stanbul’a yeni gelen Polonyal›lar› dikkatle izler ve onlar›n çok farkl› amaçlarla Türkiye’ye s›¤›nd›klar›n› not eder. Bu amaçlar› üç grupta de¤erlendirebiliriz. Baz› göçmenler Türkiye’de uzun zaman kalmamay›, düfllerinde dolan›p duran yeni bir ayaklanman›n rüyas›n› hayata geçirmeyi, k›sa zaman sonras›nda vatanlar›na dönerek yeniden ba¤›ms›z Polonya için savaflmay› plânlad›lar. Bunlar, Osmanl› Devleti’nde sabit bir iflin sahibi olmad›klar› gibi, göçmen çevreleriyle yak›nl›k kurma yönüne de hiç gitmediler. Di¤er göçmenler yak›n tarihte yeni bir ayaklanman›n mümkün olmad›¤›n› bilerek, ba¤›ms›zl›k için burada, Osmanl› Ordusunda, Rus ‹mparatorlu¤u’na karfl› savaflmaya karar verdiler ve bu savafl›m› kutsal kabul ederek, yaralanmaya, ölmeye bile raz› oldular. Yeter ki ellerine silah verilsin, yeter ki Rus cephesine gönderilsinler! Ne var ki bu korkmaz ve her türlü kahramanl›¤a haz›r askerler Ruslarla her za- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 114 man savaflamad›. Osmanl› Ordusunun K›r›m veya Kafkasya’da Rus Ordusuyla çat›flmalar› oldu¤u zaman, orada savafl›p, Polonya topraklar›n›n ço¤unu iflgal eden devlete karfl› savaflabildiler ama, Rusya’yla savafl olmad›¤› y›llarda, genellikle Balkanlar’a gönderilerek orada Osmanl› egemenli¤inden kurtulup kendi etnik topraklar›nda ülkelerini kurmak isteyen Slav uluslar›na karfl› savaflma zorunda b›rak›ld›lar. Bu da, Polonyal› askerler için trajik bir durumdu... Hem dil akrabal›¤› bulunan, hem dindafl olan uluslara karfl› savaflmak ve onlar›n isyanlar›n› silahla bast›rmak, askerlerin psikolojisi için oldukça y›prat›c›, ezici idi... Bu askerlerin bir k›sm›, içerisinde bulunduklar› çeliflkili hayat›n› sürdürebilmek için alkolizmin pençesine düfltüler ve birkaç y›l içinde de bu sapasa¤lam, heves ve heyecan dolu vatansever birer insan harabesine dönüfltükçe ya ordudan at›ld›lar, ya da muharebede kolayca (!) can verdiler. Üçüncü grup göçmen, doktor Jablonowski’nin de aralar›nda oldu¤u gruptu ve onlar yeni bir düflünceyi tafl›maya bafllam›fllard›. Bu düflünce fluydu: Bugünkü koflullarda ülkemiz için silahlanarak savaflamad›¤›m›za göre, Osmanl› Devleti’nde kendimize sa¤lam, güvenilir bir ifl bulal›m, çal›flal›m ve vatan›m›za dönece¤imiz o mutlu ana kadar bu topraklarda emek verelim. Üçüncü grup, Türkiye’deki yaflamlar›n› iflte bu düflüncenin aktifli¤iyle geçirdiler. De¤erli konuklar; daha önce de de¤indi¤im gibi, Jablonowski ilk iflini, Türkiye’ye geldikten dokuz ay sonra alabildi. T›b s›nav›n› kazand›ktan sonra Osmanl› ordusuna askerî doktor olarak al›nd› ve di¤er göçmen doktorlarda oldu¤u gibi kendisinin de Mezopotamya’ya gönderilece¤ini ö¤rendi. Mezopotamya’dan sonra s›rada Suriye, Do¤u Anadolu veya Balkanlar vard›. ‹stanbul’da resmî görevli olmak, mülteci bir doktor için çok zordu. Jablonowski’nin an›lar›nda ‹stanbul’da doktor olarak çal›flan ve iyi bir yaflam süren göçmenlere rastlanmakla birlikte, bunlar, orduda çal›flma imkân›n› reddeden ve kendilerine özel çal›flt›klar› nedeniyle de hastalar›n›n ço¤unlu¤unu H›ristiyan mahallelerinde yaflayan zenginler oluflturmaktayd›. Jablonowski Mezopotamya’daki ifl önerisinden öylesine moral buldu ve içindeki karamsarl›ktan h›zla kurtuldu ki, kazand›¤› coflkuyu flöyle aktar›r: “Demek, ben - kovulmufl ve takip edilmifl garip serseri - bir alayda doktor olaca¤›m! Benim önümde, yani yurtsuz paras›z bir yarat›¤›n önünde, Kitab-› Mukaddes ülkeleriyle halifelerin ünlü baflkentini gezmek f›rsat› aç›l›yor! Kader benimledir, bana gülümsüyor, uzakta meçhul ve ilginç olan› bana gösteriyor. Onun için büyük bir sevinçle ve kalbimde hükümete karfl› besledi¤im minnettarl›k duygusuyla, ifl önerini kabul etti¤imi söyledim. [...] Ve böylece, birkaç stresli saat içinde bir “hiç” olmaktan ç›k›p, gelece¤i belirlenmifl, unvanl› bir kifliye döndüm”5. Bir mültecinin s›¤›nd›¤› ülke ona ne kadar dost olursa olsun, kariyeri ne kadar sorunsuz geliflirse geliflsin, mülteci kifliyi oturdu¤u ülkeden ruhen uzaklaflt›ran ve kalbini kemirip duran iki unsur vard›r hep. Birincisi, vatan›n kendisi ve buna ba¤- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 115 l› olarak anadili, gelenekleri, görenekleri ve millî kültür hasreti. ‹kincisi, düzenli bir aile hayat› kurmakta yaflan›lan a¤›r zorluklar... Wladyslaw Jablonowski hiç evlenmemifl ve bunun nedenlerine de an›lar›nda en küçük bir cümleyle bile de¤inmiyor. Kimbilir belki de, askerî hizmette bulundu¤u o uzun y›llar boyunca süreli olarak bir yerden baflka bir yere: Ba¤dat’tan Arnavutlu¤a, Arnavutluk’tan ‹stanbul’a veya Halep’e ve sonra yeniden Ba¤dat’a görevlendirilmesi, aile kurma çabalar›na engel olmufltur. An›lar›n›n birkaç yerinde Polonyal› göçmenlerin evlenmelerine dair bilgi vermesine karfl›n, kendinden söz etmemesi dikkat çeker. An›lar›ndan ö¤reniyoruz ki, kimi göçmenler Türkiye’de yaflayan Rum veya Ermeni ailelerinden k›z istemifl, kimileri Balkanlar’da oturan Slav kökenli kad›nlarla evlenmifl, kimileri de özellikle soylu ve zengin olanlar - Polonyal› veya Bat› Avrupal› kad›nlar aras›nda efl bulup Türkiye’ye getirtmifller. Jablonowski’nin bu üç yoldan herhangi birini neden denemedi¤ini bilmiyoruz. Ancak an›lar›ndan ö¤rendi¤imiz çok önemli bir bilgi var ki, o da, askerî hizmetlerinden iki kez vazgeçme girifliminde bulunmas›d›r. Dr. Jablonowski, ordu hizmetinde bulundu¤u y›llarda Üst Komutanl›¤a iki kez dilekçe sunar ve bu dilekçelerinin ikisinde de sivil hizmete geçmek istedi¤ini vurgular. Komutanl›k, her iki dilekçesini de kabul eder. 1875 tarihli ilk dilekçesinin kabul edilmesi üzerine ordudan ayr›lan Jablonowski, Bursa’daki flifal› sulardan tedavi amaçl› yararlan›lmas› düflüncesiyle, Polonyal› yak›n dostlar›yla birlikte bir sanatoryumun kurulmas› çal›flmalar›na bafllar. Ancak 1877 y›l›nda bu kez de Rus savafl› bafllar. Jablonowski, komutanl›ktan gelen acil ça¤r› üzerine yeniden orduya döner... Bu ça¤r› üzerine dört y›l süresince ordu görevine devam eden Jablonowski, ikinci dilekçesini de 1881 y›l›nda verir ve yeniden ordudan ayr›l›r. Elyazmas› an›larda varolan bir cümle dikkat çekici oldu¤u kadar, duygusal yönden de son derece anlaml›d›r. Dr. Jablonowski ordu hizmetini sevmekte ve bu görevini de büyük bir aflkla yürütmektedir. Ancak, bütün hayat›n› ordu içerisinde tüketmek de, düzenli bir aile yaflam› kurma iste¤inde ona ciddi engeldir. Belli ki doktorumuz, zaman zaman evlilik düflüncesini içtenlikle tafl›makta, s›cak bir aile yap›s›na özlem duymaktad›r. ‹flte bu düflüncelerle ikinci kez istifa dilekçesini sunar ve 1881 y›l› içerisinde yeniden sivil yaflama döner. Bu kez Polonyal› bir dostunun Marmara denizi bölgesinde (Sultan Çair) yürütmüfl oldu¤u mermer ve boraks ocaklar›nda çal›flan iflçilerin doktorluk hizmetlerini üstlenir… Ancak bu görevinde uzun süreli kalmaz. Çünkü, Osmanl› hükümeti onu, içerisinde yeniden devlet hizmetine davet eder ve ‹stanbul’da yeni oluflturulan bir t›b heyeti içerisinde, görevlendirir… Devlet hizmetinden ayr›larak kendisine düzenli ve s›cak bir yuva kurma çabalar›yla iki kez ordudan ayr›lmas›na karfl›n, ne yaz›k ki araya giren koflullar nedeniyle çok k›sa süreler sonras›nda orduya geri ça¤r›lan Jablonowski art›k üçüncü kez istifa dilekçesini komutanl›¤a sunmaz ve ordu hizmetine devam ederek, kendi yal- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 116 n›zl›¤› içerisinde oluflturdu¤u mütevaz› yaflam yolculu¤unu son noktaya de¤in tek bafl›na yürür... Sonsöz 19’uncu yüzy›l›n trajik olaylar›, Balkanlar, K›r›m, Kafkasya ve Orta Asya’da oturan Müslüman halklar›n› evlerinden ve yurtlar›ndan darmada¤›n bir flekilde göçlere zorlad›¤› gibi, Polonya’da baflar›s›zl›kla sonuçlanan ba¤›ms›zl›k savafllar› da binlerce vatanseverlerini muhacir olmaya mecbur k›ld›. Polonya’n›n en büyük besteci ve yorumcular›ndan efsanevi müzik dehas› Frederic Chopin (1810-1849) bile 39 y›ll›k k›sac›k yaflam›n›n son 20 y›l›n› gurbette geçirdikten sonra, Paris’te vatan hasretinden ve amans›z hastal›ktan yanarak öldü. Yine, Polonya’n›n en büyük flairi Adam Mickiewicz (1798-1855) 25 yafl›ndayken sürgün cezas›na çarpt›r›ld› ve bir daha vatan›na dönmedi. Sürgün cezas› bitince gurbette yaflamak ve oradaki etkinliklerle Polonya’y› kurtarmak amac›yla Fransa’ya s›¤›nd›. 1855’te, vatan› için kurtulufl yollar›n› Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nda aramak misyonuyla ‹stanbul’a geldi ve kendi gibi yoksul mültecilerle birlikte, ancak birkaç hafta süreyle kalabildi¤i yoksul bir evde so¤uk Kas›m gecelerinden birine flair yüre¤i yenik düflerek, bu dünyadan ayr›ld›... Mickiewicz’in ölümünden 11 y›l sonra ‹stanbul’a gelen 25 yafl›ndaki gencecik doktor Jablonowski, “Ocak Ayaklanmas›” sonucu yaflanan o büyük göç dalgas›n›n ö¤elerinden biriydi. Jablonowski, Osmanl› Devleti’nden elde etti¤i flans›n› bofla harcamad› ve inan›yorum ki 28 y›l boyunca Osmanl› topraklar›nda ortaya koydu¤u zorlu hizmetleri ve baflar›l› çal›flmalar›yla mezunu ve ö¤retim üyesi olmaktan her zaman gurur duydu¤um üniversitemi utand›rmam›fl, üniversiteme onur katm›flt›r. Dr. Jablonowski’nin an›lar›n› dikkatle okudu¤umuz zaman, özellikle son sayfalarda, yazar›n y›llar boyunca büyük bir disiplin ve titizlik içerisinde yazd›¤› eserinin gelece¤ini dert edindi¤ini görebiliriz. Çeflitli yollar› araflt›rd›ktan ve inceledikten sonra, an›lar›n›n gelece¤i için en uygun ve en güvenilir yerin Polonya Bilim Akademisi’nin Krakov fiubesi Kütüphanesi olaca¤› fikrine ulafl›r. Ve flöyle yazar: “[...orada reddedilirse e¤er] belki kadim Krakov Üniversitesi’nin kütüphanesine teslim edebilece¤im. E¤er orada da yaz›lar›m› b›rakamazsam, Krakov veya Lvov dostlar›mdan birine teslim etmekten baflka çarem kalmayacak. Ve o zaman rica edece¤im, ölümüme kadar elyazmalar›m› saklas›nlar, sonra da ye¤enlerimden birine teslim etsinler ki koleksiyonum aç›ld›ktan sonra içinde faydal› olan ne varsa kullan›ls›n veya da hepsi atefle at›ls›n. Gerçi, ye¤enlerime zahmet vermemek için, bunu kendim de yapabilirim, ama bunca y›l›n emek ürünü olan eserime k›yamam. Eserim toplumumuz için herhangi bir de¤er tafl›m›yor ama yak›nlar›m için bari faydal› olur belki.”6 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 117 Jablonowski’nin otobiyografisini yeterince bilmeyenler, onun, ölümünden birkaç hafta önce yazd›¤› bu hüzün yüklü ve düflündürücü sözlerini okudu¤unda flafl›rabilir... Ayn› flekilde, içeri¤i bu denli güçlü ve zengin bir esere bu kadar mütevaz› bir yürekle e¤ilmesi de bize düflündürücü ve hatta tuhaf gelebilir. Ancak onun otobiyografisini bilenler, bu tutum ve davran›fl›n› kolayl›kla anlayabilirler. Çünkü Jablonowski, zaten yaflam› boyunca mütevaz› bir hayat sürdü, kendi üstlerine oldu¤u kadar, astlar›na karfl› da hep ayn› sevgiyle yaklaflt›. Hiçbir koflulda ve hiçbir makamdan kendisi için herhangi bir fleref veya parlak bir kariyer istemedi. Oysaki bize b›rakt›¤› An›lar, de¤eri oldukça yüksek ve seçkin bir eserdir. Günümüz akademisyenleri ve araflt›rmac›lar› için ne büyük bir flanst›r ki, doktorun kendi elleriyle ciltledi¤i bu dört ciltlik elyazmas› ve yine yazardan kalan foto¤raflarla di¤er hat›ralar› Polonya Bilim Akademisi’nin Krakov flubesi kütüphanesinde bugüne de¤in korundu. Toplam› 6000 sayfadan oluflan bu An›lar’dan bir bölümü - yaklafl›k beflte biri civar›nda - 1967 y›l›nda ve Pami_tniki z lat 1851-1893 (1851-1893 Y›llar›ndan Hat›ralar) bafll›¤› alt›nda kitap olarak yay›nland›. Ne yaz›k ki geriye kalan bölümlerse hâlâ yay›nlanmay› beklemektedir. Bir di¤er üzücü nokta ise, elimizde olan kitab›n da kendi bütünselli¤i içerisinde ciddi boflluklar tafl›mas›d›r. Bunun nedeni, kitab›n an›lar›n yaln›zca beflte birini ele almas› de¤il, kitab› yay›na haz›rlayan redaktörün (Jozef Fijalek) Türkolog olmamas›d›r. Bu kitab› elyazmas› ile karfl›laflt›rd›ktan sonra üzüntüyle söylemem gerekiyor ki, redaktörün neden baz› ilginç bölümlerini kitaba almad›¤›n› ve kifli ile yer adlar›n› yay›na haz›rlarken Türk ve Osmanl› kaynaklar›n› da neden araflt›rmad›¤›n› anlayam›yorum. Bu bildiriyi haz›rlarken bir kez daha anlad›m ki Dr. Jablonowski’nin bir döneme tan›kl›k eden bu çok de¤erli elyazmas› an›lar›n›n tek bir sayfas›n› bile ihmal etmeden, 6000 sayfan›n tümünü de birkaç ciltlik kitaplar bütünlü¤ünde yeniden günümüze kazand›rmak baflta akademisyenler ve t›b tarihi araflt›rmac›lar› olmak üzere konuya ilgi duyanlar yönünden son derece yararl› olacakt›r; çünkü Jablonowski’nin an›lar› bir yandan Osmanl› Devleti padiflahlar›ndan Abdülaziz ve II. Abdülhamid dönemlerine dair ekonomik, askerî ve t›bbî yap›s›n› günümüze tafl›rken, di¤er yandan da Polonyal› göçmenlerle mültecilerinin ac›l› yaflamlar›na iliflkin çok de¤erli bilgilere kaynakl›k etmektedir. Bu ba¤lamda, önümüzde, birbirinden önemli iki büyük görev vard›r. Birincisi, elyazmas› fleklinde muhafaza edilen an›lar› hiç noksans›z yeniden ele alarak yay›nlamak; ikincisi de, Türk okurlar›n›n, tarihçilerinin ve araflt›rmac›lar›n›n en kapsaml› flekliyle yararlanabilmeleri için, özellikle Osmanl› Devleti’yle ilgili bölümlerinin mutlaka Türkçeye çevirilerinin gerçeklefltirilmesi... D‹PNOTLAR 1 Justin McCarthy, The Ottoman Turks. The Introductory History to 1923, Longman, London 1977, s. 329. 2 Güncel Türkçe Sözlük GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 118 <http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=veritbn&kelimesec=137615>. 3 19’uncu yüzy›lda Osmanl› Devleti’nde s›¤›nak bulan mültecilere dair genifl bilgiler flu çal›flmalarda bulunabilir: Justin McCarthy, Death and Exile. The Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims 1821-1912. Darwin Press, Princeton 1995; ayn› yazar, The Ottoman Turks…, s. 329-339. 4 Jablonowski’nin an›lar›nda ad› geçen ünlü Polonyal› mültecilerden en ünlülerini flöyle s›ralayabiliriz: Jozef Bem (Murat Pafla, 1794-1850) - Polonya ve Macaristan ayaklanmalar›n›n kahraman›, Halep’te öldü; Michal Czaykowski (Mehmet Sad›k Pafla, 18041886) - Polonyal› mültecilerin lideri, K›r›m Savafl› kahraman›, yazar; Antoni Ilinski (‹skender Pafla, 1814-1861) - Bosna’daki isyanlar›n›n bast›r›lmalar›na ve K›r›m Savafl›na kat›ld›, çok defa yaraland›; Seweryn Bielinski (Nihat Pafla, 1815-1895) - kurmay baflkan›, tahkimat teorisyeni; Wladyslaw Koscielski (Sefer Pafla, 1818-1895) Polonyal› mültecilerin lideri, K›r›m Savafl›na kat›ld›, 1861’de Sultan Abdülaziz taraf›ndan yaver seçildi ve hünkâr›n hususî süvari birliklerini yeniden örgütlemekle görevlendirildi, mareflalli¤e yükseldi; Konstanty Borzecki (Mustafa Celalettin Pafla, 1826-1876) - 20 y›l boyunca Osmanl› Ordusunun bütün savafllar›na kat›lan, birçok defa yaralanan general, “Basiret” ve “Courier d’Orient” gazetelerine yazd›, türkçülük ülküsünün temelini att›, Karada¤’da flehit düfltü (‹slamiyeti kabul eden ve Türkiye’de aile kuran Konstanty Borzecki’nin neslinden gelen ünlülerse flunlard›r: o¤lu Enver Celalettin Pafla, Enver’in k›z› ressam Celile U¤urald›m, Celile’nin o¤lu Naz›m Hikmet Ran, Enver’in ikinci k›z› Münevver Han›m›n o¤lu Oktay Rifat’t›r); Teofil Lapinski (Tevfik Bey, 1827-1886) - Ruslara karfl› isyan eden Çerkesleri desteklemek amac›yla birlik kuran ve Kafkasya’da üç y›l savaflan albay. 5 Wladyslaw Jablonowski, Pami_tniki z lat 1851-1893, Zaklad Narodowy im. Ossolinskich, Wroclaw 1967, s. 221 6 Wladyslaw Jablonowski, a.g.e., s. 540. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 119 Türkiye’den K›br›s’a Göçen Ailelerin Çocuklar›n›n Dil Kullan›m›na ‹liflkin Ö¤retmen Görüflleri Ahmet Pehlivan * Girifl K ›br›s y›llar boyunca göç alm›fl, hatta almaya devam eden bir adad›r. Bu göçlerden biri de Türkiye’dendir. Günümüzde daha çok kazanç, daha iyi bir yaflam gibi nedenlerden dolay› birçok aile Kuzey K›br›s Türk Cumhuriyeti’ne çal›flmak için gelmektedir. Bu kifliler çal›flmak için adaya gelirken çocuklar›n› da beraberlerinde getirmektedirler. Çeflitli alanlarda çal›flan kiflilerin çocuklar› e¤itimlerine KKTC okullar›nda Türkiye’de b›rakt›klar› yerden devam edebilmektedir. Benzer kültürel ve dilsel yap›ya sahip olsalar da Türkiye’den K›br›s’a göçen ailelerin çocuklar›n›n uyum sorunu çekebilece¤i bir gerçektir. Bu çocuklar bir yandan K›br›sl› Türk yafl›tlar› ve ö¤retmenleri ile etkileflimde bulunurken, öte yandan kendi gelenek ve göreneklerini korumaktad›rlar. Farkl› çevrede okula devam etmek zorunda kalan bu çocuklar okula ve okuldakilere yönelik de¤iflik tutumlar sergileyebilirler. Bununla birlikte okul personeli de farkl› kültürel ve dilsel alt yap›ya sahip bu ö¤rencilere yönelik de¤iflik tutum sergileyebilir. Türkiye’den K›br›s’a göç eden ailelerin ço¤unun düflük sosyo-ekonomik yap›s› okulda görev yapan ö¤retmenlerin bu aileleri ve çocuklar›n› farkl› alg›lamalar›na neden olabilir. Labov (1983), Harlem’de yapt›¤› çal›flmas›nda okul ile yaflanan yerin kültürü aras›ndaki uyuflmazl›¤›n ö¤rencilerin okula arkalar›n› dönmelerine neden oldu¤unu belirtmektedir. Dolay›s›yla e¤itim sistemi ve ö¤retmen, çocuklar›n evdeki dilini okulla * Prof.Dr., Uluslararas› K›br›s Üniversitesi, E¤itim Fakültesi. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 120 birlefltirici rol oynamal›d›r. Çünkü ev ile okul kültürü ve dili aras›ndaki farkl›l›klar anadili e¤itiminde sorunlara yol açabilir. Bu çocuklar, içinde yaflad›klar› Anadolu a¤z›n› yans›tmakta, günlük iletiflimlerinde –belki de s›n›f gibi resmî ortamlarda- ait olduklar› yörenin a¤z›n› kullanmaktad›rlar. Literatürde Türkiye’de yaflayanlar›n Anadolu a¤›zlar›n› ve bunlar› kullanan kiflileri eflit ve benzer flekilde alg›lamad›¤›na dair veriler bulunmaktad›r. Yani birçok kifli farkl› Anadolu a¤›zlar›na yönelik de¤iflik tutumlar sergileyebilmektedir. Kifliler özellikle Bat› grubu a¤›zlar›n› daha hofl, daha do¤ru bulabilmekte, bu aç›lardan Do¤u grubu a¤›zlar›n› hofl olmayan daha az do¤ru ve daha de¤iflik alg›lanabilmektedir. Bu aç›dan kat›l›mc›lar›n Do¤u bölgesi a¤›zlar› konuflucular›na yönelik olumsuz tutum gelifltirdi¤i söylenebilir (Demirci ve Kleiner 1990). K›br›sl› Türklerin Anadolu a¤›zlar›na yönelik tutumlar› ile ilgili bir çal›flma yoktur. Ancak baz› kiflilerin Türkiye’dekiler gibi Do¤u bölgesi a¤›zlar›na ve bunlar› kullananlara yönelik olumsuz tutum sergileyebilece¤i söylenebilir. Anadolu’dan Kuzey K›br›s’a ifl gücü olarak gelen ailelerin ço¤unlu¤u Do¤u bölgelerinden gelmektedir. Yani bunlar›n çocuklar› Do¤u bölgesi a¤›zlar›n› konuflmaktad›r. Kald› ki bu durum K›br›s gerçe¤inde daha etkili sonuçlar verebilmektedir. K›br›s a¤z› ve onun kullan›m›, konuflucular› için di¤er Anadolu a¤›zlar›n› kullananlardan daha farkl› alg›lanmaktad›r (Demir 2002). K›br›sl› Türkler K›br›s Türk a¤z›na yönelik baflka a¤›zlarda görülmedi¤i kadar çok olumlu tutumlar sergilemektedir. Üniversite ö¤rencileri üzerine yap›lan bir çal›flmada K›br›sl› Türk kat›l›mc›lar K›br›s Türk a¤z›n› kullanan bireyleri samimi, güvenilir, sevecen, arkadaflça olarak de¤erlendirmifllerdir. Bununla birlikte kat›l›mc›lar ölçünlü Türkçeyi e¤itim dili olarak alg›lamaktad›r (Osam 2002). Günümüz dilbiliminde tüm dillerin eflit derecede de¤erli oldu¤u, bir dilin/dil türünün di¤erinden farkl› de¤erde veya daha üstün olamayaca¤› dilbilimciler taraf›ndan kabul gören bir gerçektir. Buna ra¤men kifliler baz› dilleri/dil türlerini daha düflük, çirkin veya bozuk görebilmektedir (Ryan 1979). ‹nsanlar›n dillerine yönelik tutumlar›n› etkileyen kurumlardan biri de e¤itimdir. E¤itim bir dilin daha iyi oldu¤u ön yarg›s›n›n yay›ld›¤› en önemli araçt›r (Hudson, 1990: 207). E¤itim ifli ile u¤raflan akademisyen, yönetici ve ö¤retmenler bu ön yarg›y› destekleyici veya reddecici konumdad›r. Ö¤retmenler bazen okulda a¤›z kullan›m›yla afl›r› mücadele etmekte, bu tip afl›r› u¤rafl› sonucunda ö¤renciler baflar›s›zl›¤a düflebilmektedir (Romaine, 1994: 194). Asl›nda iki tip ö¤retmen vard›r: Birincisi ö¤rencilerini ölçünlü dil kullan›m›na göre de¤erlendiren, di¤eri ise bu konuda ö¤renciler hakk›nda de¤erlendirme yapmaktan kaç›nan. E¤itimcilerin ço¤u ö¤rencilerin a¤›zlar›n› düzeltmeyi amaç edinir ve onlar›n dilini kusurlu sayar. Böyle afl›r› bir tutum çocu¤un dile yönelik olumsuz tutum gelifltirmesine neden olabilir (Hudson 1990: 209). Öte yandan ö¤retmenlerin çocu¤un dilini bazen de¤ifltirmeyi baflard›¤› da söylenebilir. Bir çal›flmada ö¤retmenlerin iflçi s›n›f›ndan çocuklar›n konuflmalar›n› baflar›l› bir flekil- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 121 de orta s›n›f konuflmas›na dönüfltürdükleri belirtilmektedir (Chambers ve Trudgill 1998: 331). Günümüz toplum dilbilim çal›flmalar›ndan elde edilen sonuç, tek dilli toplumlarda bile co¤rafi ve sosyal a¤›zlar›n oldu¤udur. Bu çal›flmalardan ortaya ç›kan bir di¤er sonuç ise, bu a¤›zlar›n e¤itim sistemleri içerisinde göz önünde bulundurulmas› gereklili¤idir. Çünkü ölçünlü dil farkl› a¤›z kullanan kiflilerin dillerinden hareketle daha iyi kazand›r›labilir. Bu veriler günümüz modern e¤itim sistemlerine de yans›m›fl, dil farkl›l›klar› birçok ülkede anadili e¤itim programlar›n›n bir parças› haline gelmifltir (Canagarajah 2003, Cheshire 1989, Corson 2001, Denham 2005). Geliflmifl ülkelerdeki araflt›rmalar her nerede anadili e¤itimi programlar›nda dil de¤iflkeleri dikkate al›n›rsa, okulla ev aras›ndaki uçurumun kapand›¤› yönündedir (Adger ve ötk. 2007). A¤›z farkl›l›klar›n› dikkate al›p ölçünlü dili gelifltirilen programlar sonucunda ö¤renciler okula daha yak›n durmakta, kendilerini okulun bir parças› olarak görmektedirler. Bu programlar›n temelinde bir de¤iflkenin di¤erine göre daha güzel, üstün olamayaca¤›, sadece dil de¤iflkelerinin ifllevlerinin farkl› olabilece¤i felsefesi yatmaktad›r. K›br›s’ta farkl› a¤›z kullanan çok say›da ö¤renci vard›r. Bu çocuklar›n okula getirdikleri dil dikkate al›n›rsa, anadili e¤itimi daha verimli ve baflar›l› olacakt›r. Dolay›s›yla Türkiye’den gelerek K›br›s’ta yaflayan kiflilerin çocuklar›n›n dilinin nas›l alg›land›¤› ve bunun e¤itime etkisi araflt›r›lmas› gereken bir konudur. Amaç Bu çal›flmada amaç, Kuzey K›br›s Türk Cumhuriyeti ortaokullar›nda Türkiye’den gelen çocuklar›n a¤›zlar›n›n Türkçe e¤itime yans›mas› ve bu yans›man›n s›n›f ortam›na etkisi ile ilgili ö¤retmen görüfllerini betimlemeye çal›flmakt›r. Çal›flma Grubu Çal›flma, Lefkofla bölgesinde Türkiye’den gelen ö¤rencilerin ço¤unluk oluflturdu¤u ortaokullarda yürütülmüfltür. Bu durumda olan iki ortaokul bulunmaktad›r. Bu okullar›n Türkçe ö¤retmeni say›s› 14’tür. Çal›flma grubunu, bu 2 ortaokulda Türkiye’den K›br›s’a gelen ailelerin çocuklar›n›n bulundu¤u s›n›flarda Türkçe dersini yürüten 10 Türkçe ö¤retmeni oluflturmaktad›r. Ö¤retmenlerin hepsi K›br›sl› Türk’tür. Bunlar›n biri erkek, dokuzu bayand›r. Yafllar› 30-33 aras›nda de¤iflmektedir. Veri Toplama Araçlar› Araflt›rmada görüflme yöntemi kullan›lm›flt›r. Görüflme a¤›zlara yönelik çal›flmalarda yayg›n olarak kullan›lan yöntemlerden biridir. Kuzey K›br›s Türk Cumhu- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 122 riyeti ortaokullar›nda Türkiye’den gelen çocuklar›n a¤›zlar›n›n e¤itime yans›mas› ve bu yans›man›n s›n›f ortam›na etkisi ile ilgili ö¤retmen görüfllerini betimlemeye çal›flan bu araflt›rmada öncelikle görüflme formu oluflturulmufl, bu görüflme formunda flu sorulara yer verilmifltir: 1) Türkiye’den adam›za gelen ailelerin çocuklar›n›n ço¤unluk olarak bulundu¤u s›n›flarda Türkçe e¤itiminin kalitesi nas›l? 2) Türkiye’den gelen ö¤renciler, a¤›zlar›n› Türkçe derslerinde kullan›p bunu derse aktar›yorlar m›? 3) Aktar›yorlarsa sizce bu do¤al m›, yoksa bu bir e¤itim sorunu mu? 4) S›n›fta Anadolu a¤›zlar›n› kullanan çocuklar›n dillerini düzeltme yoluna gider misiniz? Ne yapars›n›z? 5) Ö¤rencilerin kulland›klar› a¤›z anadili becerilerinin e¤itimine olumsuz etki ediyor mu?, Ediyorsa hangi becerilerin e¤itiminde etkili? 6) Ö¤rencilerin kulland›klar› a¤›z onlar›n dilbilgisi e¤itimine olumsuz etki ediyor mu? Görüflmeler yaklafl›k 15 dakika sürmüfltür. Görüflme okul ortam›nda araflt›rmac› taraf›ndan yürütülmüfltür. Araflt›rmac› görüflmecilere yak›n bir kiflidir. Onlarla daha önce birçok ortamda bulunmufltur. Dolay›s›yla görüflmenin güvenilir ve sa¤l›kl› oldu¤u söylenebilir. Bulgular ve Yorumlar Kuzey K›br›s Türk Cumhuriyeti ortaokullar›nda Türkiye’den gelen çocuklar›n a¤›zlar›n›n e¤itime yans›mas› ve bu yans›man›n s›n›f ortam›na etkisi ile ilgili ö¤retmen görüfllerini betimlemeye çal›flan bu araflt›rmada, Türkçe ö¤retmenleri Anadolu’dan gelen ö¤rencilerin ço¤unluk oldu¤u s›n›flarda e¤itim kalitesinin düflük oldu¤u düflüncesinde hemfikirdir. Bunun tam tersi olarak, ö¤retmenler ölçünlü Türkçenin kullan›ld›¤› ortamlardan K›br›s’a gelen çocuklar›n Türkçe e¤itiminin kalitesini önemli derecede art›rd›klar› görüflündedirler. Bu sonuç ö¤retmenlerin flu sözlerinden anlafl›labilir: -E¤itim seviyeleri baya¤› düflük. Nedeni temelde Türkçeleri bozuk oldu¤u için. (1. görüflmeci) - Kötü, geldikleri bölgelerdeki gibi konuflmaya çal›fl›yorlar. (2. görüflmeci) - Kültürel ve konuflma flekillerinden kayanaklanan kalite sorunlar› var. (9. görüflmeci) - Düflüktür. Çünkü tam adapte olam›yorlar, bununla birlikte ‹stanbul Türkçesini kullanmak istemiyorlar. (3. görüflmeci) GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 123 - Türkiye’den gelen çocuklar› iki flekilde s›n›flayabiliriz. ‹flçi çocuklar› ve subay çocuklar›. Subay çocuklar› müthifl derecede iyidir derste, çok iyi Türkçeleri var. ‹flçi çocuklar› ise fakirlik, aile sorunlar›ndan dolay› dersi dinleyemez ve baflar›s›z olur. Böylece e¤itimlerinin kalitesi düflük. (4. görüflmeci) -Kötü, çünkü maddi imkans›zl›klar var. Çocuklar›n bo¤ufltu¤u baflka sorunlar var. O yüzden okula konsantre olam›yorlar (5. görüflmeci) -Normal s›n›flara göre daha kötüdür. Ekonomik nedenler ve aile yap›s› dile de yans›yor ve s›n›f kalitesini düflürüyor. Yoksa çocukla ilgili de¤il (6. görüflmeci) -Düflük, düflüklük dillerinden ve yaflad›klar› kültürden (7. görüflmeci) -Subay çocuklar›n›n seviyesi çok iyi. S›n›f kalitesini yükseltiyor. (10. görüflmeci) Yukar›daki görüfller özetlenirse, Türkiye’den K›br›s’a çeflitli nedenlerle gelen ailelerin çocuklar›n›n Türkçe e¤itimindeki baflar›s› ailenin statüsü ile iliflkilidir. Sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan ailelerin çocuklar› ölçünlü Türkçe kullan›m›nda daha baflar›l› oldu¤u için Türkçe e¤itiminin kalitesini art›r›yor. ‹flçi çocuklar› hem kültürel hem ekonomik hem de dilsel yönden dezavantajl› oldu¤u için e¤itimin kalitesini düflürüyor. Yani ö¤etmenlere göre Türkçe e¤itiminde baflar› sosyo-ekonomik seviye ile ölçünlü Türkçe kullan›m› ile iliflkilidir. Bu bulgular Labov (1983) ve di¤er araflt›rmac›lar›n bulgular›n›n dikkate al›nmas› gerekti¤ini göstermektedir (Canagarajah 2003, Cheshire 1989, Corson 2001, Donna 1987, Driessen ve Withagen 1999, Gfeller ve Robinson 1998). E¤er K›br›s’taki ö¤retmenler iflçi çocuklar›na ve onlar›n dillerine yönelik olumsuz tutum sergilerlerse, bu ö¤renciler okula küsebilecek, belki de okula arkalar›n› dönecektir. Yap›lan çal›flmalar da göstermiflir ki, farkl› a¤›z kullanan ö¤renciler e¤itimde iki yönden s›k›nt› çekebilir: Bunlar›n birincisi, ö¤rencinin bilgi ve çeflitli becerileri edinirken dil farkl›l›¤›ndan dolay› baflar›s›z olmas›d›r. ‹kincisi ise ö¤retmenlerin, okul personelinin ve öteki ö¤rencilerin a¤›z kullan›m›na yönelik olumsuz kestirimleridir (Donna 1987). Bu olumsuz görüfl yüzünden de a¤›z kullanan ö¤renci baflar›s›zl›¤a itilebilmektedir. Dolay›s›yla e¤itim sistemi ve ö¤retmen, çocuklar›n evdeki dilini okulla birlefltirici rol oynamal›d›r. Çünkü ev ile okul kültürü ve dili aras›ndaki farkl›l›klar anadili e¤itiminde sorunlara yol açabilir. Çal›flmada Türkçe ö¤retmenlerine Türkiye’den çeflitli nedenlerle K›br›s’a gelen ailelerin çocuklar›n›n yaflad›¤› yörenin a¤z›n› Türkçe derslerine yans›t›p yans›tmad›klar› da sorulmufltur. Ö¤retmenlerin bu konudaki yan›tlar› flöyledir: - Tabii ki kullan›yorlar ve bunu derse aktar›yorlar. (1. görüflmeci) - Evet, aktar›yorlar. (2. görüflmeci) - ‹ki grubun da yans›yor. Subay çocuklar›nda inan›lmaz kaliteli bir Türkçe, ‹s- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 124 tanbul a¤z› var ama di¤erleri Do¤u bölgesi a¤›zlar›n› yans›t›yor. (4. görüflmeci) - Yans›t›rlar. Mesela sorulara cevap verirken geldikleri bölgenin a¤z›n›, bazen de argo kelimeleri kullan›yorlar. (6. görüflmeci) - Kullan›rlar ama ilk üç ayda aktar›rlar. Biz ö¤retmenlerin uyarmas›yla onlar da de¤ifltirir. Çünkü küçük çocukturlar. (8. görüflmeci) Görüflme sonuçlar›ndan da anlafl›laca¤› gibi ö¤retmenlere göre Türkiye’den K›br›s’a gelen ailelerin çocuklar› yaflad›klar› yörenin dilini Türkçe dersine aktarmaktad›r. Bunlardan ölçünlü Türkçe kullananlar›n aktar›m› olumlu olarak alg›lanmakta, yöre a¤z› kullananlar›n aktar›m› ise olumsuz görülmektedir. Çal›flma grubundaki Türkçe ö¤retmenlerine bu aktar›m›n do¤al m›, yoksa bir e¤itim bir sorunu mu oldu¤u soruldu¤unda, tümü yöre a¤›zlar›n› kullanmay› Türkçe e¤itiminde bir sorun olarak alg›lamakta, bunu do¤al görmemektedir. Ayr›ca ö¤retmenlerin verdikleri yan›tlardan a¤›z kullan›m›na yönelik olumsuz tutum sergiledikleri söylenebilir. Biri d›fl›nda onlar›n tümüne göre hem derste hem hayatta yöresel a¤›z kullan›lmamal›d›r: - Benim görüflüm e¤itsel bir sorundur. Çünkü Türkçemizi do¤ru, düzgün bir flekilde kullanmalar› laz›m. Benim için annemgiller, teyzemgiller olamaz. Güncel hayatta da kullanmamal› bu kelimeler yer almamal›. (1. görüflmeci) - E¤itsel bir sorun. Bunu düzeltmek lâz›m. (2. görüflmeci) - Mesela gidicim derler. Bu bir sorun (6. görüflmeci) K›br›s’ta ilkokul ö¤retmenleri üzerine yap›lan çal›flmalarda da benzer sonuçlara ulafl›lm›fl, s›n›f ö¤retmenleri ö¤rencilerin K›br›s Türk a¤z›n› Türkçe e¤itimine yans›tt›klar›n› söylemifltir. Bu araflt›rmada oldu¤u gibi bu aktar›m ö¤retmenlerce sorun olarak görülmüfltür. S›n›f ö¤retmenleri ço¤unlukla s›n›fta a¤›z kullanan ö¤rencileri düzelttiklerini belirtmifllerdir (Pehlivan 2008, Pehlivan ve Adal›er 2008). Bu çal›flmada da benzer sonuçlara ulafl›lm›fl, yöre a¤›zlar›n› kullanmay› Türkçe e¤itiminde sorun olarak alg›layan ö¤retmenler bunu derslerde düzeltme yoluna gittikletiklerini söylemifltir: - Haftada bir kez, iki kez kompozisyon yazd›r›yorum. Çünkü bunu yaz›ya da aktarmaya çal›fl›yorlar. Orada düzeltirim. S›n›fta sözlü soru cevap yap›ld›¤›nda düzeltirim. O an düzeliyor, bir sonraki derste yine kendi a¤z›n› kullan›yor. (1. görüflmeci) - Biz okulda bunun için çeflitli çal›flmalar yap›yoruz. Kompozisyon yap›yoruz, sözlü kompozisyon yap›yoruz. Kompozisyonlarda yanl›fl›n alt›n› çizeriz. Do¤rusunu kelimenin biz o kompozisyonun alt›na yazar›z. Ancak bu da belli bir yere kadar, düzeltmiyorlar (2. görüflmeci) - Neden düzeltilmesi gerekti¤ini söylerim. Bol bol okumalar›n› tavsiye ederim. Ne kadar da düzeltseniz a¤›zlar›n› koruyorlar. (9. görüflmeci) GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 125 - Sürekli soru cevapla düzeltmeye çal›fl›yoruz (10. görüflmeci) - Örne¤in konuflurken düzeltiriz biz çocuklar›, ama çocuk niye hocam der, biz öyle konufluruz der. Tepki gösterir. Yazd›¤› ka¤›tta düzeltiriz. Ama yine ayn› flekilde yap›yor, yerleflti çocuklara. (3. görüflmeci) - Bu yüzden müfredat› bile yetifltirmeye zorlan›yoruz. Çeflitli örnekler veririz. Mesela bizim s›navlar›m›zda K›br›s a¤z› kullan›nca düflük not ald›¤›m›z› söyleriz. (4. görüflmeci) - Mesela gidicim derler. Bir toplum içinde veya yaz›da ‹stanbul Türkçesi kullanman›z gerekir derim. Kendi üniversite derslerimden örnek veririm. (6. görüflmeci) - Mesela gidicim, gelicim derler gidiyorum, geliyorum yerine. Uyararak düzeltirim. ‹lk üç ayda de¤iflir, düzelir. (8. görüflmeci) Yukar›daki örnek cümlelerden Türkçe ö¤retmenlerinin ö¤rencilerin a¤›zlar›n› çeflitli yollarla düzeltmeye çal›flt›klar› anlafl›lmaktad›r. Ö¤retmenlerin ö¤rencilerin a¤›zlar›n› düzeltme yollar›; kompozisyon yazd›rma, sorulara verilen yan›tlar› düzeltme, neden a¤›z kullanmamalar› gerekti¤ini söyleme, kitap okumalar›n› tavsiye etme, konuflurken an›nda düzeltme, örnek olay anlatma ve uyarma fleklindedir. Ö¤retmenlerin ö¤rencileri düzeltme yollar› söylenirken araflt›rmada dikkat çeken bir nokta, bunlar›n ço¤unun çocuklar›n dillerini düzeltece¤i inanc›n›n olmamas›d›r. Hatta baz›lar›na göre ö¤renciler bu düzeltme ifllemine yönelik olumsuz tutum sergilemektedir. Çal›flmada Türkçe ö¤retmenlerinden Anadolu a¤›zlar›n›n anadili becerilerini ö¤renmede olumsuz etkisi olup olmad›¤›yla ilgili görüflleri de istenmifltir. Türkçe ö¤retmenlerine göre çocuklar›n kulland›klar› yöre a¤›zlar› özellikle yazma ve konuflma e¤itimine olumsuz etki etmektedir. Bunlara göre çocuk aile ortam›nda edindi¤i dili konuflma e¤itimine yans›tmakta, konuflma e¤itiminde ölçünlü Türkçe kullanmas› beklenen ö¤renciler, bunu baflaramamaktad›r. Yazma e¤itiminde ise flöyle bir sorun ortaya ç›kmaktad›r: Ö¤renciler konufltu¤u gibi yazma e¤iliminden dolay› yöresel özelliklerini yaz›ya aktarmaktad›r. Bu da ö¤retmenlerce olumsuz olarak alg›lanmaktad›r. Bu bulgular literatürdeki çal›flmalarla paralellik göstermektedir. Gerek Türkiye’de gerekse K›br›s’ta ilkokul 5. s›n›f ö¤rencilerinin kompozisyonlar› üzerine yap›lan çal›flmalarda ö¤rencilerin konufluldu¤u gibi yazma e¤iliminde oldu¤u ortaya konmufltur. ‹mer (1990), farkl› sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerden gelen çocuklar›n yaz›l› anlat›mlar› üzerine yapt›¤› çal›flmas›nda, düflük sosyo-ekonomik düzeyi olan çocuklar›n yüksek olanlara göre daha çok konufluldu¤u gibi yazma e¤iliminde oldu¤unu bulmufltur. Nitekim bu araflt›rmadaki kat›l›mc›lar da benzer yan›tlar vermifl, ‹stanbul a¤z›n› kullanan ö¤rencilerin anadili becerileri ile ilgili e¤itimde daha baflar›l› olduklar› vurgulanm›flt›r. Ö¤retmenlerin bu konudaki yan›tlar› flöyledir: - Okurken e¤er evden tekrarlayarak ve okuyarak gelmiflse sorun yoktur. Ak›c› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 126 okurlar. Konuflmada daha çok problem yarat›r. Konuflurken, yazarken kendi a¤›zlar›n› kullanmay› tercih ederler. Bu da sorun yarat›r. (1. görüflmeci) - Konuflma, yazma ve okumalar›nda da problem var a¤›zlar›ndan dolay›. (2. görüflmeci) - Olumsuz etki konuflma ve yazmada var. Dinleme ve okumada yok. Çocuk konufltu¤u yörenin a¤z›n› konuflur ve yazar. (4. görüflmeci) - Konuflmada mesela sözlü yap›nca bazen ne dedi¤ini anlamam. Mesela kompozisyon yazd›klar›nda Karadeniz’den, Do¤u’dan geldi¤i gibi yazar. (6. görüflmeci) Anadili ö¤retiminin kapsam›nda konuflma, yazma, dinleme ve okuma becerilerinin gelifltirilmesi yan›nda, bu becerilerin ö¤renilmesine katk›da bulunaca¤›na inan›lan dilbilgisi de önemli bir yer tutar. Bu çal›flmada ölçünlü dilin kurallar›n› gösteren ve bu yolla ö¤rencinin dilini ölçünlüye çekmesinde temel olan dilbilgisi e¤itiminde, ö¤rencinin aileden getirdi¤i a¤z›n etkisi var m›d›r? sorusuna yan›t aranmaya, ö¤retmenlerin bu konudaki görüflleri al›nmaya çal›fl›lm›flt›r: - Dilbilgisinde fiilleri incelerken çok sorunlar ç›k›yor. Fiilin zaman ve flahs›n› incelerken a¤›zlar›n› kullan›yorlar. S›fatlarda, zamirlerde sorun yok. Geliyo, gelicim, gelicüm, geleyor diyor. (1.görüflmeci) - Dilbilgisi ö¤retiminde sorunlar yafl›yoruz. Özellikle fiiller konusunda. Mesela flimdi seni dövücüm, der. Bu bizim için kötü. Bunu düzeltmek zor. (2. görüflmeci) - Dilbilgisi ö¤retiminde ek kök ayr›flt›rmada çok farkl› bildi¤i, ö¤rendi¤i için. Mesela gidiy, der. Çal›flan›n yan›na oturah da biz da çal›flgan olah der. (3. görüflmeci) - Dilbilgisi derslerinde bir problemle karfl›laflmad›m. (6. görüflmeci) - Dilbilgisi ö¤retirken sorun yaflam›yorum. (8. görüflmeci) Yukar›dan da anlafl›laca¤› gibi ö¤rencilerin yazma ve konuflmas›nda kulland›klar› yöre a¤z› dilbilgisi derslerinde baz› ö¤retmenlere göre zorluk yarat›rken, baz›lar›na göre sorun teflkil etmez. Sonuç Türkiye’den K›br›s’a çeflitli nedenlerle gelen ailelerin çocuklar›n›n dil kullan›mlar›n›n Türkçe e¤itimine etkisi ile ilgili Türkçe ö¤retmenlerinin görüfllerini betimlemeye çal›flan bu araflt›rmada, Türkçe e¤itimindeki baflar› ailenin statüsü ile iliflkilidir. Sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan ailelerin çocuklar› ölçünlü Türkçe kullan›m›nda daha baflar›l› oldu¤u için bu, e¤itimin kalitesini art›rmaktad›r. ‹flçi çocuklar› hem kültürel hem ekonomik hem de dilsel yönden dezavantajl› oldu¤u için e¤itimin kalitesini düflürmektedir. Ö¤retmenlere göre Türkiye’den gelen çocuklar edin- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 127 dikleri dili Türkçe e¤itimine yans›tmaktad›r. Bu aktar›m ö¤rencinin dil kullan›m›na göre de¤iflmektedir. Ailede ve çevrede ölçünlü dili edinenler baflar›l›, di¤erleri ise baflar›s›z olarak alg›lanmaktad›r. Ö¤retmenlerin hepsi bu olumsuz aktar›m› düzeltme yoluna gitmektedir. Ö¤rencilerin yöresel a¤›z kullanmalar› nedeniyle konuflma ve yazma ö¤retiminde sorunlar yaflan›rken, ö¤retmenlerin baz›lar›na göre dilbilgisi ö¤retiminde de birtak›m engellerle karfl›lafl›lmaktad›r. Geliflmifl baz› ülkelerde dil ö¤retimi programlar›nda farkl› dil türleri bir veri olarak görülmektedir. Çocuklar›n anadili e¤itimlerinde yöresel ve sosyal a¤›zlar dikkate al›nmakta, anadili e¤itiminde bu bir veri olarak görülmekte, ölçünlü dil ö¤retimi bu veriler üzerine kurulmaya çal›fl›lmaktad›r (Canagarajah 2003, Cheshire ve ötk. 1989, Corson 2001, Denham ve ötk. 2005, James 2005, Yiakoumetti 2006). Ülkemizde de bu tür bir yaklafl›m izlenebilir. Burada ikinci önemli nokta, ö¤retmenlerin yöresel a¤›z kullanan ö¤rencilere yönelik tutumlar›d›r. Afl›r› düzeltme, afla¤›lay›c› haraket gibi olumsuz davran›fllar zaten çok iyi bir aile ortam›ndan gelmeyen bu çocuklar›n okula küsmesine neden olabilir. Onun için hizmet-içi e¤itimlerle ö¤retmenler dünyadaki benzer sorunlar ve çeflitli uygulamalardan haberdar edilirse, anadili e¤itimi daha verimli olacakt›r. Kaynakça Adger, T. C, Wolfram W. ve Chiristian D. (2007). Dialects in schools and communities. London: LEA. Canagarajah, S. (2003). Language diversity in classroom: from the intention to practise. Carbondale: Southern Illinois University Press. Cheshire, J, Edwards V., Munstermann H. ve Weltens B. (1989). Dialect and education: some European perspectives. Clevedon: Multilingual Matters. Corson, D. (2001). Language diversity and education. London: LEA. Demir, N. (2002). K›br›s a¤z› üzerine notlar. Nurettin Demir, Fikret Turan (Ed.), Scholary depth and accuracy. A festschrift to Lars Johanson arma¤an› (pp. 100-110). Ankara: Grafiker Yay›nlar›. Demirci, M ve Kleiner, B. (1999). The Perception of Turkish dialects. R. D. Preston (Ed.), Handbook of perceptual dialectology (s. 263-373). Philadelphia: John Benjamins Publishing Company Denham, K. ve Lobeck, A. (2005). Language in the schools: integrating linguistic knowledge into K-12 teaching. New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates. Donna, C. (1987) Vernacular dialects in USA schools. ERIC Digest, http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true?=&db=eric&an=ED289364 (06/03/2006). Driessen, G. ve Withagen V. (1999). Language varieties and educational achievement of indigenous primary school pupils. Language,Culture and Curriculum, 12 (1), 1 –21. Gfeller E. ve Robinson, C. (1998). Which language for teaching? The cultural messages transmitted by the languages used in education. Language and Education, 12, 18 –32. Hudson, A., R. (1990). Sociolinguistics. New York: Cambrigde University Press. James, C (1996). Mother tongue use in bilingual/bidialectal education: imlications for Bruneian Dwibahasa. Journal of Multilingual and Multicultural Development, 17, 248-257. ‹mer, K. (1990). Dil ve toplum. Ankara: Gündo¤an Yay›nlar›. Labov, W (1983) Recognizing Black English in the classroom. Chambers, J. ve Arbor, A. (Ed.) Black Eng- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 128 lish: educational equity and the law. Osam, N. (2002). K›br›s a¤z›nda dilsel tutum saptamas› olgu çal›flmas›. Gürkan Do¤an ve Kamile ‹mer (Ed.), Current research in Turkish linguistics (s. 207-219). Ma¤usa: Do¤u Akdeniz Üniversitesi Yay›nlar›. Pehlivan, A. (2008). KKTC’de e¤itim dili ve a¤›z kullan›m›. I. uluslararas› dünya dili Türkçe sempozyumu. Ankara. Baflkent Üniversitesi, 20-21 Kas›m 2008. Pehlivan, A ve Adal›er A. (2008). Beyond the prescriptive approach towards the language of education regarding the writings of TC children. 10. international conferences on education, Atina: Atina University, 26-29 May›s 2008. Romaine, S. (1994). Language in society: an introduction to sociolinguistics. New York: Cambrigde University Press. Ryan, E. B. (1979). Why do low-prestige languages variaties persist?. H. Giles ve R. N. St Clair (Ed.), Language and social psychology (s. 145-157). Baltimore: University Park Press. Wolfram, W. ve Christian, D. (1989). Dialects and education: issues and answers. Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall. Yiakoumetti, A. (2006). A bidialectal programme for the learning of standard modern Greek in Cyprus. Applied Linguistics, (27) 2, 295-317. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 129 Türk Halk fiiirinde Göç ve Göç Olgusu Hayrettin Rayman * G‹R‹fi nsanl›k hayat›nda yer tutan önemli olaylardan biri , göç olgusudur. Göç , ekonomik, toplumsal veya siyasî nedenlerle birey ya da topluluklar›n bir yerleflim biriminden baflka bir yerleflim birimine, bir ülkeden baflka bir ülkeye gitme iflidir(Türkçe Sözlük:1998). ‹ Göç etmek, oturdu¤u yerden bir baflka yere gidip yerleflmek(Türkçe Sözlük:1998). Bu göç tan›m›n›n teknik baz› özellikleri üzerinde durmak gerekir. Göç tan›m› içinde, yaflam yerini de¤ifltirmek kavram› yer al›r. Sanayi toplumlar›nda genellikle insanlar›n ifl yerleri ve konutlar› farkl›laflm›flt›r. Göç eden kiflinin belli büyüklükteki bir yerleflme ve emek pazar› d›fl›na göç eden kifli olmas› belli bir toplulu¤u terk ederek yeni bir topluluk içine girmesi, yeni toplumsal iliflkiler kurmas›n› gerektirmekte çok say›da uyum sorunu yaratmaktad›r(Tekeli:2008). Oysa ayn› emek pazar› içinde yer de¤ifltiren kifli böyle sorunlarla karfl› karfl›ya kalmayacakt›r. Öyleyse göçün hesaplanmas›nda seçilecek mekânsal büyüklük ile d›fllanmak istenen toplumsal uyum sorunlar› türleri aras›nda bir tutarl›l›¤›n öngörülmesi gerekmektedir. Örne¤in mekânsal birim olarak ulus devlet al›n›rsa yurt d›fl› göç kategorisi ortaya ç›kacak, göç edenler aç›s›ndan ülke içindeki göçlere göre daha zor uyum sorunlar› yaratacakt›r. Kifli e¤er kendi iste¤i ve iradesiyle hiçbir bask› olmaks›z›n daha iyi yaflam ko- *Prof. Dr., Bozok Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyat› Bölüm Baflkan› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 130 flullar› elde etmek için göç etmeye karar vermiflse, buna serbest göç denir. Zorunlu göç ise, insanlar›n yaflad›¤› bölgede gerekli temel hayat flartlar›n›n ortadan kalkmas› sonucu ortaya ç›kar((Timur:2008). Göç olgusu yüz y›llard›r toplumlar›n önemli sorunlar›ndan biridir. Böyle önemli bir sorunun tarihe, sosyolojiye, edebiyata yans›malar› vard›r. Biz bu bildirimizde göçün edebiyata dolay›s›yla da halk fliirine nas›l yans›d›¤›n› göstermeye çal›flaca¤›z. ‹nsanlar›n gönüllü olmayan yer de¤ifltirmelerinin üç farkl› kayna¤› olabilir. Bunlar 1.Devletin belli amaçlar›n› gerçeklefltirme iste¤i 2. Savafllar sonucunda yeniden uyum 3. Do¤al âfetlerin sonuçlar›ndan kaç›nmak ‹lk iki neden devletle ilgili, üçüncüsünün kayna¤› devlet olmasa da çözümü devletten beklenir. Böyle olunca da her zaman zorunlu yer de¤ifltirmelerin bir yan›nda devlet, öbür yan›nda birey bulunmaktad›r. Bu nedenle de¤iflik zorunlu yer de¤ifltirme biçimlerinin hangi toplumda ve hangi zamanda neden ve nas›l ortaya ç›kt›¤›n› daha derinden kavrayabilmemiz için iki temel ö¤e üzerinde durmam›z gerekmektedir. Bunlardan birincisi devletin kararlar›n› nas›l meflrulaflt›rd›¤›d›r. Kuflkusuz devlet anlay›fl› zaman içinde toplumdan topluma de¤iflme gösterdi¤i için zorunlu yer de¤ifltirmenin meflrulaflt›rma dayanaklar› farl›laflacakt›r. ‹kincisi ise bireyin o toplumda haklar›n›n ne oldu¤udur. Kiflileri bulunduklar› yere ba¤layan çok de¤iflik nedenler vard›r. Bunlar aras›nda toprak ve tafl›nmaz mallar üzerindeki mülkiyet haklar›, do¤a ile çevresindeki toplumla kurdu¤u özel ve nesnel ba¤lar, kiflilerin yaflam›nda yer de¤ifltirme an›na kadar elde etti¤i kültür ve hüner birikiminin o yere özgü nitelikleri say›labilir(Tekeli:2008-142). Bu ba¤lar› dolay›s›yla kendili¤inden yer de¤ifltirmeyen bir kiflinin zorunlu bir yer de¤ifltirmeye tabi tutulmas› onun bir kayb›n›n olmas› demektir. Bu kayb›n ne kadar görmezlikten gelinece¤i ne kadar›n nas›l karfl›lanaca¤› büyük ölçüde, o ülkede insan haklar›n›n ne kadar kurumsalm›fl oldu¤una ve yer de¤ifltirenlerin siyasî gücüne ba¤l›d›r. Sosyolojide göç herkesin kabul etti¤i olgular›n bafl›nda gelir. Göç olgusu; son elli y›la damgas›n› vurmufltur. Anadolu insan›n›n yaflama biçimini, davran›fllar›n›, al›flkanl›klar›n›, dünya görüflünü böylesine etkileyen toplumsal bir gerçektir. ‹nsan, içinde yaflad›¤› toplumda, isteklerini en üst seviyede gerçeklefltirip yeni olanaklar arar.Kiflinin göç edebilme kapasitesini, yafl›, cinsiyeti, etnik kökeni, evlilik durumu, kariyer yapma, mesle¤inde yükselme, e¤itim ve iflsiz bulundu¤u sürenin uzunlu¤u belirler. Göçün önemli nedenleri aras›nda: GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 131 1.K›rsal kesimdeki iflsizlik 2.Tar›m alanlar›n›n miras yoluyla bölünmesi ve geçim problemi 3. K›rsal kesimde nüfusun fazla artmas› 4. Kentlerin çekicili¤i 5. Kan davas›, terör ve öteki nedenler GEL‹fiME Göç olgusu yüz y›llard›r toplumlar›n en önemli sorunlar›ndan biridir. Böyle önemli bir sorun tarihte, sosyoloji ve edebiyatta yans›malar bulmufltur. Biz bu incelememizde göçün halk fliirine nas›l yans›d›¤›n›, halk flairlerimizin bu konuda neler düflündü¤ünü göstermeye çal›flaca¤›z. Halk fiiirinde Göç A. Destanlar›m›zda Göç Halk edebiyat›nda göç deyince hemen akl›m›za “Göç” destan› gelir. Bu destan› flöyle özetlemek olas›d›r. “Uygur ilinde Hulin ad›nda bir da¤ vard›r. BU da¤dan Tu¤la ve Selenga adl› iki ›rmak do¤ar. Bir gece bu iki ›rmak aras›ndaki a¤aca mavi bir ›fl›k iner. Halk bu ›fl›¤› dikkatle izler. Kutsal ›fl›k a¤ac›n gövdesinde günlerce kal›r. A¤ac›n gövdesi gittikçe kabarmaya bafllar. Oradan güzel müzik sesleri duyulmaya bafllar. Bir gün a¤ac›n gövdesi yar›larak içinden befl çocuk ç›kar. Bu befl çocuk befl ayr› odac›kta yatmaktad›r. A¤›zlar› üstüne as›l› birer emzikten süt emmektedir. Öneticiler ve halk çocuklara büyük sayg› gösterir. Çocuklar›n en büyü¤ünün ad› Sungur Tigin’dir. ‹kincinin ad› Kutur Tigin, üçüncüsü Tükel Tigin, dördüncüsü Ur Tigin, beflincisi Bu¤u Tigin’dir. Uygur halk› bunlar›n Tanr› taraf›ndan gönderildi¤ine inanmaktad›r. Uygurlar, bu çocuklardan birini hakan yapmay› düflünür. Bugu Tigin, zekâ ve yetenek bak›m›ndan ötekilerden farkl› oldu¤u için Uygur halk› ittifakla onu hakan seçer. Büyük bir flölenle tahta oturur. Aradan uzun y›llar geçer. Bir gün Uygur taht›na yeni bir hükümdar oturur. Bu hakan Çinlilerle yap›lan savafla bir son vermek ister. O¤lu Gali Tigin’e K›y› Liyen adl› bir Çin Prensesi almay› düflünür. Bu Prens saray›n› Hatun Da¤›’na kurar. Bu çevrede tanr› da¤ adl› bir baflka da¤, bu da¤da da Kutlu Da¤ denilen büyük bir kaya vard›r. Çin elçileri bir gün bak›c›larla birlikte ziyarete gelir. Kendi aralar›ndaki konuflmalarda Hatun Da¤›’n›n mutlulu¤un bu kaya ba¤l› oldu¤unu söyler, Uygur devletini zay›flatmak için bu kayan›n yok edilmesine inan›rlar. Çinliler, prenseslerine karfl›n kayan›n kendilerine verilmesini ister. Yeni hakan hiçbir rahats›zl›k duymadan bu kayay› Çinlilere verir. Halbuki bu kaya kutsald›r. Uygur ülkesinin mutlulu¤u bu kayaya ba¤l›d›r. Bu kaya Türk bütünlü¤ünün ve yurtseverli¤inin sembolüdür. O, giderse mutluluk da gidebilir. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 132 Bu kaya kolay götürülecek gibi de¤ildir. Çok büyüktür. Çinliler kayan›n çevresinde odun y›¤›p atefl yakar. Tafl› iyice k›zd›r›p üzerine sirke dökerler. Kayay› parçalar. Parçalar› arabaya yükleyip birer birer Çin’e tafl›rlar. Bu büyük bir olay olur. Yurtta bütün kufllar, hayvanlar, kendi dilleriyle bu kayan›n gidifline a¤lar. Yedi gün sonra hükümdar ölür. Memleket felâketten kurtulamaz. Halk rahat yüzü göremez. Irmaklar kurur, göllerin suyu çekilir. Topraklar çatlar. Bugu Han’›n çocuklar›ndan bir hakan seçilir. Onun zaman›nda memleketteki bütün ehil ve vahfli hayvanlar, kufllar, çocuk ve cans›zlar “ Göç” “Göç” diye derin üzüntüyle ba¤›r›r. Uygurlar da bu sese uyup yurtlar›ndan göçer(Banarl›:1986-32). B.Halk fiairlerimizde Göç Karacao¤lan göçebe bir halk ozan› oldu¤u için “Göç” olgusu onun fliirlerinde önemli bir yer tutar. Sevgililerini aramak için yollara düflen flair,, il, il, diyar diyar sevgili aram›flt›r. Akça k›zlar göç eyledi yurdundan Koçyi¤itler deli oldu derdinden Gün ö¤le sonu da belin ard›ndan Sayd›m alt› güzel indi p›nara( Öztelli :58). Gider oldum, kömür gözlüm elveda Nazl›m bize bu illerden göç oldu( Öztelli: 230). Göç kifliye her zaman rahat, huzur ve mutluluk getirmeyebilir. Kifliler bazen göç öncesi yaflamlar›n› arayabilir. Karacao¤lan da yabanc› bir diyara gitmifl, ama oraya uyum sa¤layamam›flt›r. Çünkü gitti¤i yerin hiçbir fleyi kendi yurduna benzememektedir. ‹ndim seyran ettim Firenkistan’› ‹lleri var bizim ile benzemez. Levin tutmufl goncalar› aç›lm›fl Gülleri var bizim güle benzemez. Göçün oluflturdu¤u burukluk, ac›, ve hoflnutsuzluk Ozan Rehberî’de çok aç›k dile getirilir. Bunca eme¤imin sonu hiç oldu Da¤›tt›n yuvam› zalim Almanya Körpe kuzular›m arada kald› Da¤›tt›n yuvam› zalim Almanya Bir dilim ekme¤e geldim s›ladan Garip bafl›m kurtulmuyor belâdan Ayr› düfltüm o gözleri aladan Da¤›tt›n yuvam› zalim Almanya GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 133 Zeynebim Mustafam kald› orada Genç yafl›mda eremedim murada Tam ekme¤e yetece¤im s›rada Da¤›tt›n yuvam› zalim Almanya( Ozan Rehberi:15). Bayburtlu Zihni’de göç de¤iflik biçimde karfl›m›za ç›kar. Göç sonras› kalan k›rk dökükler görüntü kirlili¤i, tertip ve düzensizlik flairi üzer. Vard›m ki yurdundan aya¤ göçürmüfl Yavru gitmifl ›ss›z kalm›fl ota¤› Camlar flikest olmufl meyler dökülmüfl Sâkiler meclisten çekmifl aya¤› Zihnî dehr elinden her zaman a¤lar Vard›m ki ba¤ a¤lar ba¤ban a¤lar Sümbüller periflan küller kan a¤lar fieydâ bülbüli terk edeli bu ba¤›(Sakao¤lu: 81). Dadalo¤lu, Avflar boyuna zorunlu ikamet verilmesini çok olumlu karfl›lamaz. Ama olaya çok fazla üzülmez de. ‹flin psikolojik boyutu üzerinde çok durmaz. Çünkü kendisi lider konumundad›r. Belki içten psikolojik bir eziklik yaflam›flt›r ancak bunu çevresine belli etmemektedir. Kalkt› göç eyledi Avflar elleri A¤›r a¤›r giden eller bizimdir Arap atlar yak›n eyler ›ra¤› Yüce da¤dan aflan eller bizimdir( Sakao¤lu:111 ). Göçmek, halk flairinin yazg›s›d›r. O, s›ras›nda sevgilisini arar, s›ras›nda Tanr›’y›,s›ras›nda yar›flacak, boy ölçüflecek birini, s›ras›nda da ekmek paras›n› arar. Onun için gurbet kaç›n›lmazd›r. Göçümü kald›rd›m yurttan Gelen a¤lar geçen a¤lar Elbet bir devâs›z dertten Dolan göz bir zaman a¤lar (Do¤an: 114). C.Halk Türkülerinde Göç Türk halk›, sevincini, ac›s›n›, dü¤ününü, ölümünü, türkülere dökmüfltür.Bu temalar›n yan›nda göç de türkülerde yer bulur. Pir Sultan fiu karfl› yaylada göç katar katar Bir güzel sevdas› serimde tüter Bu ayr›l›k bana ölümden beter Geçti dost kervan› e¤leme beni GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 134 Pir Sultan Abdal’›m da¤lar aflal›m Aflal›m da dost iline düflelim Çok nimetin yedim helalaflal›m Öztelli: 1972-51). Geçti dost kervan› e¤leme beni(Ö Muhlis Akarsu Yokluk beni mecbur etti Gurbeti ben mi yaratt›m Gençli¤imi ald› gitti Gurbeti ben mi yaratt›m Ne mektup ne haber ald›m Yurdumdan yuvamdan oldum Her fleyime hasret kald›m Gurbeti ben mi yaratt›m. Akflam olur gölge basar Umuduma yeller eser Yokluk imkân›m› keser Gurbeti ben mi yaratt›m? Akarsu s›lay› anma Bu ayr›l›k geçti sanma Çaresizdim geldi amma Gurbeti ben mi yaratt›m? Hüseyin K›rm›z›gül Gine k›smet çekti gurbet ellere Acep nerden aflar yolumuz bizim Yiyecek içecek sular çekiyor Toplay›p devflirmek kâr›m›z bizim. Da¤lar dumanland› hava bozuldu Aln›m›za kara yaz› yaz›ld› Mezar›m›z gurbet ele kaz›ld› Acep nerde kal›r ölümüz bizim. Pir Sultan Abdal Gurbet ilde bir hal geldi bafl›ma A¤lama gözlerim Mevlâ kerimdir Derman ararken derde düfl oldum A¤lama gözlerim Mevlâ kerimdir Pir Sultan Abdal’›m böyle buyurdu Ayr›l›k gömle¤im biçti geyirdi Ben ayr›lmaz idim felek ay›rd› A¤lama Gözlerim Mevlâ kerimdir. Ahmet Gazi Ayhan Yârim ‹stanbul’u mesken mi tuttun Gördün güzelleri beni unuttun S›laya dönmeye yemin mi ettin Gayr› dayanacak özüm kalmad› Mektuba yazacak sözüm kalmad› Yârim sen gideli yedi y›l oldu Dikti¤in fidanlar meyveyle doldu Seninle gidenler s›laya döndü Gayr› dayanacak özüm kalmad› Mektuba yazacak sözüm kalmad›. Bir Sivas Türkülerinde göç flöyle ifllenir: Marafl abal› çoban Nereye kondu oban Nere gonarsa konsun Vermiyor zalim baban(Bekki: 2004). Önemli âfl›klar›m›zdan Kerem’de göç olgusu flu biçimde dile getirilir: Dost ba¤›na girdim benevfl alma¤a Asl›m göçmüfl melil kalm›fl gülyeri GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 135 Mail idim busesin alma¤a Ahmalanm›fl yana¤›nda dil yeri( Duymaz: 2001-256). Asl›m göçtü vatan›ndan ilinden Var rakip hat›rc›¤›n hofl olsun Bu ayr›l›k bize Mevlâ’dan geldi A¤layu elâ gözler yafl olsun( Duymaz: 2001-259). Asl›m göçtü yaylalara dayand› Benim burada kal›fl›ma ne dersin ‹ki dinli hercâyinin elinden Sarar›p da solufluma ne dersin( Duymaz: 2001-270). Sonuç Göçle bir yerdeki nüfusun aktif kesimi gitmekte, daha az giriflimci, daha az dinamik, kesimi kalmaktad›r. Böylece göç veren yörelerin geliflme h›z› düflmektedir. Geliflme düfltükçe de göç ve geri kalm›fll›k artmaktad›r. Gidenler, kalanlar›n yüre¤inde burukluk ve ac› duygular›n uyanmas›na neden olmaktad›r. Bu da halk fliiri arac›l›¤›yla topluma yans›t›l›r. KAYNAKLAR 1.BANARLI, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyat› Tarihi, ‹stanbul 1986. C.I. 2.BEKK‹, Selahattin, Sivas Türküleri, ‹stanbul 2004. 3.DO⁄AN, Ahmet, Bayburtlu Celâlî, Ankara 1999 4.DUYMAZ, Ali, Keremle Asl› Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Araflt›rma, Ankara 2001. 5.OZAN Rehberî, Ankara 1990 6.ÖZTELL‹, Cahit, Karacao¤lan (Bütün fiiirleri), ‹stanbul 1970. 7.——————, Evlerinin Önü, ‹stanbul 1972. 8.SAKAO⁄LU, Saim, Dadalo¤lu, Ankara 1986. 9.…………….., Bayburtlu Zihni, Ankara 1987. 10.TEKEL‹, ‹lhan, Göç ve Ötesi, ‹stanbul 2008, Tarih Vakf› Yurt Yay›nlar›. 11.T‹MUR, Kemal, Meçhule Yolculuk, Türk Roman›nda Sürgün, Kayseri 2008. 12. Türkçe Sözlük, Ankara 1998. TDK Yay›n›. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 136 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 137 Halk Anlat›lar›nda ‘Aflama’ Olarak Göç/Gurbete Ç›kma: Maaday Kara Destan› Örne¤i Aynur Koçak * “…Bu serüveni tek bafl›m›za göze almak zorunda de¤iliz, çünkü tüm zamanlar›n kahramanlar› bu yolculu¤a bizden önce ç›km›fllard›r. Geçilecek labirent bafltan sona bilinir. Bizim sadece kahraman›n yolunu takip etmeniz gerekir ve menfur bir fley bulmay› bekledi¤imiz yerde, bir tanr› bulaca¤›z. (…) D›flar›-do¤ru gitmeyi düflündü¤ümüz yerde, kendi varoluflumuzun merkezine gidece¤iz. Ve yaln›z olmay› bekledi¤imiz yerde, tüm dünyayla birlikte olaca¤›z.” Joseph Campbell, The Power of Myth. Girifl nsanlar içinde bulunulan zor durumlardan kurtulmak, daha iyi, daha huzurlu bir yaflam kalitesi elde etmek gayesiyle yer de¤ifltirir. Sosyal, ekonomik, siyasal veya dinî nedenlerle yer de¤ifltirme olarak aç›klanan göç, yaflanan bozulmalar›n ard›ndan gerçekleflir. Göçle amaçlanan, bozulan mekanizmay› yeniden düzene sokmakt›r. Göç, bir yandan kazanmaksa bir yandan da yitirmektir. Göçle da¤lar, tafllar, topraklar, ac› tatl› an›lar, kokular, tatlar geride kalacak; yeni topraklarda, yeni kefliflerle, yeni tatlarla bir yaflam kurulacak, adeta “yeniden do¤um” yaflanacakt›r. Bu yeni yaflam beraberinde zorluklar› getirse de temiz bir sayfa aç›lacakt›r. Do¤umdan ölüme göç halinde olan insan, göç dönemlerinin ac›, tatl› yanlar›n› haf›zas›ndan silemeyecek, onu anlat›lar›n›n baflköflesine yerlefltirecektir. Mitosta, edebiyatta kahramanlar yolculu¤a ç›kar, ejderhalarla (sorunlarla) karfl›lafl›r ve hazineyi keflfederler. Bu bildiride halk anlat›lar› “göç/gurbete ç›kma motifi”1 “aflama” (monomitos/kahraman›n yolculu¤u) ba¤lam›nda incelenecektir. ‹ * Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili Ve Edebiyat› Bölümü. 1 “Gurbete gidifl ve dönüfl” ü motif olarak de¤erlendiren Stith Thompson,, bu motifi “L. Kaderin ters dönmesi” bafll›¤› alt›nda “L.111.1 Gurbete gidifl ve dönüfl” fleklinde maddelefltirmifltir. Bkz. Stith Thompson, (1955-1958) Motif Index of Folk Literature. Bloomington&London: Indiana University Press. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 138 1. “Aflama” (Monomitos/Kahraman›n Yolculu¤u) Halk anlat›s› incelemesine uygulanan çeflitli yöntemler vard›r. Bunlardan psikolojik yöntemin içerdi¤i “arketipsel yaklafl›m”, anlat›lardaki simgesel ifadenin çözümlenmesinde yararlan›labilecek yöntemlerden biridir. Edebiyat ürünlerinin yorumlanmas›na katk›da bulunan bu yöntem, temel ilkelerini Jung’çu psikolojiden ve Neumann”›n modern derinlik psikolojisinden al›r. Modern psikolojinin kurucular›ndan Jung, ortak bilinçalt›n›n yap›s›n› oluflturan ö¤eleri “arketipler” (ilk örnek/ana model) olarak nitelendirir (1968). Arketipler insan ruhunun karanl›k ve bilinmeyen bir parças› olan; ortak bilinçalt›nda yatan ve bize çok derinlerden seslenen ruhsal davran›fl biçimleridir. Bir yer ve durumun imgesi olan arketipler, kendilerini bu imge ve resimler arac›l›¤›yla bilince yans›t›rlar2. Bu bilinç, ortak bilinçalt›d›r, bu anlamda arketipler evrenseldir. Ortak bilinçalt›n›n ö¤eleri olan arketipler evrensel olduklar› için farkl› toplumlarda ortak olarak görülebilir. Bu nedenle arketipler, kiflisel deneyimlerden farkl›, ilk ça¤lardan bu yana insanlar› etkileyen kolektif bilinçalt› unsurlard›r. Ça¤dafl psikanaliz, arketipsel dönüflüm ilkesinin insan bilincinde hâlâ canl› durdu¤unu ve ça¤dafl yaflam›n her an›nda özünde mitsel olan dönüflümlerden geçildi¤ini belirtir (Jung 1968, 1970, 2001; Neumann 1973, 1995; Eliade 1994). ‹nsano¤lu kolektif bilinçalt›n›n yans›malar›n›, rüyalar›nda görür, yap›tlar›na yans›t›r, oyun ve ritüellerinde dramatize eder. Düfller, masallar, mitoslar, inançlar ve birçok edebi eser evrensel olarak flekillenen arketiplerin yans›ma alanlar›d›r. Arketiplerin say›lar› Bunlar anlat›larda, bir dizi olay›n gerçekleflmesiyle “kahraman”, “yafll› adam”, “gölge” ve “aflama” gibi arketipler olarak karfl›m›za ç›kar (Jung 1970). Campbell, arketip kavram›n› mitoslar›n yap›lar›na uyarlar ve Kahraman›n Sonsuz Yolculu¤u” (2000) adl› eserinde “Yolculuk, mitolojik kahraman›n aray›fl›, her zaman ayn› arketipsel modeli izler.” fleklinde aç›klamada bulunur. Bu yaklafl›m, olay ve yer bak›m›ndan farkl›l›k gösterse de, tüm mitoslar›n ayn› kal›p çerçevesinde olufltu¤unun bir ifadesidir (Tecimer 2005:95). Mitoslar, söylenceler, masallar, öyküler ve bireysel mistik deneyimlerin alt›nda standart bir yolculuk modeli bulunur. Bu modele göre kahraman bir aray›fla ç›kar ve bir dizi belirgin aflamadan geçer. Olay ve yer bak›m›ndan sonsuz çeflitlilik göstermesine karfl›n, dünya üzerindeki tüm mitoslar hep ayn› kal›p üzerine kurulur. Campbell bu kal›ba, James Joyce’un “Finnegans Wake” adl› yap›t›ndan ödünç ald›2 “Jung’un kuramsal temelini sundu¤u, arketipoloji ve bilinçd›fl› dinamiklere yo¤unlaflan “Analitik Psikoloji” okulu, arketiplerin do¤as› gere¤i imgeler, resimlerle çal›fl›r. ‹mgelerin çok-anlaml›l›k ve mu¤lakl›klar›, çok daha belirli ve keskin ifadeyi tafl›yan sözcüklerin apaç›kl›¤›ndan farkl›d›r. ‹mgeler çocuklu¤u ve çocuksulu¤u ça¤r›flt›r›r. ‹mgelerin gerçeklik ç›pas›, sözden çok daha derinlere, gerilere gider (...) Arketiplerin ifllevi, kristalizasyon odaklar› gibi “mevcut” türe özgü biyolojik-evrimsel alg›lama-duyumsama-yorumlama-tepkile(fl)me flemalar›n› oluflturmak de¤ildir. Arketipler, o flemalar›n mihenk noktalar›nda beliren, kendini gösteren ve kendini zorlayan görüngülerdir. Arketiplerin gücü kendilerinden menkul de¤ildir; bir yer ve durum imgesidirler ve o yer ve durumun kendisinden kaynaklanan bir zorlay›c›l›klar› vard›r. Bu olgu –paradoksal gözükse de-, daha bir vazgeçilmez k›lar”(Saydam 2005:11-12). GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 139 ¤› “monomitos” ad›n› vermifltir. Campbell’in “The Hero with a Thousand Faces” (1993) adl› kitab›nda özetlenen “Monomitos” kal›b›, “çok k›sa bir halk masal›”n› and›r›r (Tecimer 2005:95-96). Kahraman›n kimli¤i ba¤lam›nda Campbell’in as›l ilgilendi¤i konu, “Kahraman›n Yolculu¤u”nun bir arketip olarak incelenmesidir. Monomitos, kahraman›n ç›kt›¤› yolda yenilendi¤i, güç elde etti¤i bir süreçtir. Bu, yenilenme, yaflanan s›k›nt›y› ortadan kald›racak güçlerin elde edildi¤i bir yolculuktur. Yolculuk, ilk ad›m olan ayr›l›fl “göç”le yaflan›r. Kahramanl›k yolculu¤unun ilk k›sm› “ayr›l›fl” t›r. Kahraman, anlat›n›n kahraman› olabilmek için gurbete gitmek zorundad›r. Bu durumu ilk olarak dile getiren Propp’tur. Masallar› yap›sal olarak analiz eden Propp, masallar› “ifllev” ad›n› verdi¤i 31 temel aflamaya ay›r›r Bunlardan birincisi “ayr›l›fl”t›r (Propp 1985). Göç etmeyen kahraman olamaz. Bu “momomitos”un birinci safhas›d›r.. “Monomitos”un (ayr›l›fl- aflama- dönüfl üçlemesi) ilk ad›m› olan “ayr›l›fl”, kahraman›n içten ya da d›fltan bir sebeple zorlanmas›, ç›kmaza girmesi durumunda gerçekleflen kendi içine ya da farkl› bir ülkeye yapt›¤› yolculuktur. Yolculuk çaba gerektirebilir ve yol tehlikeli olabilir. Ancak kahraman›n zorluk yaflamas› ve ondan ö¤renmesi gereklidir. Bu yolculu¤u yapma gereksinimi yarat›l›fl itibar›yla merakl› olan insan›n do¤as›nda vard›r. Kahraman kendi iste¤iyle, bir durum veya otoritenin zorlamas›yla ya da tesadüf eseri bu yolculu¤a ç›kabilir. Oluflum flekli ne olursa olsun burada önemli olan kahraman›n günlük yaflam›na devam edemeyecek bir durumda olmas›d›r. Bu aflamaya gelen kahraman, art›k serüvenin efli¤indedir ve eflikte bir “bekçi”, bir “gölge” ya da “karanl›k”la karfl›laflmas› muhtemeldir. Kahraman›n bu durumda ya bekçiyle dost olmas› ya da mücadeleye girerek onu yenmesi gerekir. Bu flekilde kahraman farkl› bir dünyaya gidebilir, yaflam›n zorluklar›n› aflabilmek için gerekli olan ödüllere kavuflabilir. Jung, kendi deyifliyle “yaflam›n aflamalar›” aras›ndaki farkl›l›klar›n ortaya konulmas›n›n çok önemli oldu¤unu düflünür. O, yaflam›n ilk yar›s›n›, güneflin ufuktan do¤up yavafl yavafl en yüksek noktaya do¤ru t›rmand›¤› ö¤le öncesine, ikinci yar›s›n› da güneflin çizdi¤i e¤riyi tamamlay›p batt›¤› ve sonunda gözden kayboldu¤u ö¤leden sonraya benzetir. Yaflam›n ikinci yar›s›n›n sorunu, yaflama yeni bir anlam ve amaç bulmakt›r (Fordham 2008: 98). Yolculu¤un ikinci k›sm› “aflama”d›r. Kahraman kendi yaflam ortam›ndan farkl›, hiç bilmedi¤i bir dünyaya yolculu¤a ç›km›flt›r. Burada çeflitli s›navlardan geçecek, çeflitli güçlerle mücadele edecektir. Bu s›navlardan baflar›yla geçerse kendini gerçeklefltirerek bir aflama kaydetmifl olacakt›r. Bu s›navlar s›ras›nda genelde bir rehber kahramana yol gösterir. Onun da yard›m›yla aflama (initation) ad› verilen k›sm› baflar›yla geçifli, kahraman› üst noktaya tafl›yacakt›r. Bu yolculukta, yolculu¤a ç›kan kiflinin, önce kendi ‘gölge’siyle tan›flmas›, bu ürkütücü veya güçlü yönüyle birlikte yaflamay› ö¤renmesi gereklidir. Karfl›tl›klar›n uyumu olmazsa bütünlefl- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 140 me sa¤lanmaz. Yolcu, kolektif bilinçd›fl›n›n arketipleri ile de karfl›laflacak, bunlar›n ilginç çekimine kap›lma tehlikesine gö¤üs gerecektir (Fordham 2008: 99). Kahraman yolculu¤un sonunda hedefine ulaflacak ve “hazine”yi elde edecektir. Monomitos’un içinde, s›navlar, dostlar, düflmanlar k›sm›nda yaflananlar kahraman›n aflama kaydedebilmesi için önüne ç›kan flanslard›r. Mücadeleden zaferle ç›kan kahraman, hayat›n zorluklar›n›, içinde bulundu¤u zor durumu ortadan kald›racak ödüller elde edecek ve son basamak olan “dönüfl” yoluna girecektir. Kahraman›n bu dünyadan elde etti¤i ödül ve ihsanlar sayesinde dünya yani günlük yaflam, eski hâline dönecektir. 2. Halk Anlat›lar›nda “Aflama” Olarak Göç/Gurbete Ç›kma Halk anlat›lar›nda ve özellikle destan veya halk hikâyelerinde potansiyel kahraman, Tanr›sal kudretle mucizevî bir flekilde dünyaya gelir ve onun kahramanl›¤›na iliflkin iflaretler do¤umuyla bafllar ve daha sonra da devam eder. O¤uz Ka¤an, Köro¤lu, Manas, Bo¤aç Han, Bams› Beyrek’in dünyaya geliflleri onlar›n anlat›n›n kahraman› olaca¤›yla ilgili iflaretler vermektedir. Do¤umunda karfl›lafl›lan ola¤anüstü durumlar ileriye haz›rl›kt›r. Destanlarda bu kahramanlar, bir devletin kurulmas›na önderlik edecek seçilmifl kiflilerdir. Halk hikâyelerinde ise aflk maceras›n› yaflayacak, bu yolda göç edecek, aflama kaydedecek kiflilerdir. Anlat›lardaki kahraman, çeflitli nedenlerle günlük yaflam›ndan ayr›l›r. Bu ayr›l›fl kendi iste¤iyle olabilir. “Alpam›fl Destan›”nda Alpam›fl’›n yola koyulmas› göç etmesi/ gurbete gitmesi tamamen kendi iste¤iyledir. Bams› Beyrek de kendi iste¤iyle göç eder. Görünürde bu kahramanlar mutlu mesut bir yaflama sahipken bir aray›fl içine girerler. Çünkü onlar, kahraman olabilmenin flart›n› yerine getirmek zorundad›rlar. Bu da göçten/gurbete ç›kmaktan geçer. Alpam›fl efline, ailesine veda ederek yola koyulur. Bams› Beyrek, e¤lenmek için ç›kt›¤› yolculukta esir düfler. Anas›yla yaflayan “bir garip” Kelo¤lan, padiflah›n k›z›yla evlenmek ister. O, bu iste¤inde ›srarl›d›r ve kendisinden istenilenleri cesurca yerine getirmek üzere o da yola koyulur. Maddi, manevi kazan›mlarla geri döner. Padiflah›n k›z›yla evlenmek ve padiflahl›k konumuna yükselmek onun yolculuk dönüflündeki ödülleridir. Âfl›k Garip gibi halk hikâyesi kahramanlar› ise sevgililerine ulaflabilmek için göç etmek zorunda kal›r. Kerem, Asl›’s› için; Mecnun, Leylâ’s› için yollara düfler. Âfl›k Garip’e rüyas›nda güzelin resmini gösteren bir dervifltir. Bu aflk, s›radan bir aflk de¤ildir. Rüyada bir dervifl vas›tas›yla âfl›k olmak ve çal›p söylemeye bafllamak ‹lahi bir güçle gerçekleflmifltir. Bu güç ona yola ç›kmas›n› buyurmufltur. Kahraman arad›¤›n› bulmak için göç etmek zorundad›r. Âfl›k Garip âfl›k oldu¤u k›z› bulunca onunla evlenebilmek için yeni bir aflama kaydetmek; gurbete ç›kmak zorundad›r. Âfl›k Garip, fiah Senem’e istenen bafll›k paras›n› kazanmak için baflka bir memle3 Bu destan için bak›n›z: Salahaddin Beki, Maaday-Kara Destan›. Elaz›¤: Manas Yay›nc›l›k, 2007. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 141 kete giderek kendisine tan›nan süre içinde bu paray› kazan›r ve geri dönerek sevdi¤i k›zla evlenir. Göçle/gurbetle aflama kaydeden kahraman ödülü de elde etmifl olur. 3. Maaday-Kara Destan›3 Edebiyat ve mitoloji insan ruhunun gerçe¤ine uyarland›¤› ölçüde, bize çok farkl› mesaj verir. Çok az kahraman ideal flartlar içinde do¤ar ve böyle oldu¤u durumda bile onlar o koflullar› terk ederler. Oidipus, do¤ar do¤maz babas› taraf›ndan da¤›n eteklerine ölüme terk edilir. Ayn› flekilde Altay destanlar›ndan Maaday Kara destan›nda da kahraman do¤ar do¤maz bir da¤›n eteklerine terk edilir. Destan kahraman› Kögüdey-Mergen’in kaderi, daha do¤arken çizilmifltir, yazg›lar› onu serüvenlere tafl›yacakt›r. Kahraman, Kara-Kula taraf›ndan esir edilen annesi Alt›n-Targa ve babas› Maaday-Kara’dan ayr› büyür. Kendisine Altay’›n ruhu yafll› kad›n sahip ç›kar. Kögüdey-Mergen’in “gündelik dünyas›” Kara-Kula taraf›ndan göçe zorlanan ailesi ve halk›ndan uzakta, babas› Maaday-Kara’n›n haz›rlad›¤› bir mekânda geçer. Bu mekân, kahraman›n bafllang›ç noktas›, ç›kaca¤› yolculuk ve karfl›laflaca¤› güçlüklerin karfl›t› bir referans çevresidir. Ola¤an›n d›fl›nda niteliklere sahip olarak do¤an çocuk bu mekânda Altay’›n ruhu yafll› kad›n kendisini bulana kadar bekleyecektir. Bu sürecin bir da¤da geçmesi dikkat çekicidir. Eliade’ye göre, yerin ve gö¤ün bulufltu¤u da¤lar, dünyan›n merkezidir ve merkeze ulaflmak, kutsallaflmayla, erginlemeyle, kal›c› ve etkin bir yeniden do¤uflla bir tutulur (Eliade 1994: 31). 3.1. Ayr›l›fl Uzun ve zorlu bir süreç olan kahraman›n yolculu¤u, yaflam›n› sürdürme güdüsünü bir yana b›rak›p varl›¤›n› bir amaç u¤runa feda etmeyi gerektirir (Tecimer 2005: 111). Kahraman› yolculu¤a k›flk›rtan olay, Altay’›n ruhu yafll› kad›n›n kahramana anne ve babas›n›n bafl›na gelenlerden bahsetmesidir. Kahraman burada “ak›l hocas›”ndan, onu serüvenlere sürükleyecek bilgiyi edinir. Kögüdey-Mergen, anne ve babas›n›n bafl›na gelenleri ö¤renince öç almak ve onlar› kurtarmak için dört kulakl›, pamuk yeleli koyu k›r at› da yan›na alarak yola ç›kar. Kahraman› yola ç›kmaya iten durum bu bilinçlenmedir. Ancak Altay’›n ruhu yafll› kad›n, karfl› karfl›ya kalaca¤› riskleri dile getirerek kahraman›n yola ç›kmas›n› engellemeye çal›fl›r; kahraman›n edindi¤i bilgiyle gerçekleflen ça¤r›y› reddeder. Ancak bu durum kahraman› yolundan al›koymaz. 3.2. Aflama Kahraman, yola ç›kmas›n› sa¤layan “ça¤r›”y› ald›ktan ve yola ç›kt›ktan sonra pek çok serüven efli¤iyle karfl› karfl›ya kal›r. Kahraman›n aflmak zorunda oldu¤u engeller anlam›na gelen bu eflikler, ak›l hocas›n›n arma¤an etti¤i kaburgadan yap›lm›fl yay› ve kam›fltan yap›lm›fl oklar›, do¤arken avucunda tuttu¤u sihirli tafllar ya GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 142 da flekil de¤ifltirme vas›talar›ndan biri ya da birkaç›yla afl›l›r. Afl›lan engeller asl›nda de¤iflim-dönüflüm sürecinin h›zlanmas›n› sa¤layan birer s›navd›r ve kahraman›n duyular›n›n önemsizleflti¤i, enerjisinin aflk›n olgulara yöneldi¤i birer “ar›nma” aflamas›d›r (Tecimer 2005: 160). Yolculuk süresince yan›ndan ayr›lmayan at› onun “can dostu”dur; bu zorlu s›navlarda Ködügey-Mergen’e yard›m eder. Yolda karfl›laflt›klar› ilk engel, “yedi yolun kavfla¤›nda bulunan, Erlik Bey’in elçileri iki kara bahad›r”d›r. Kögüdey-Mergen, atlar› ve erleri öldürmeye al›flm›fl olan, organlar› olmayan bu yeralt› kahramanlar›n› öldürür. Yolda karfl›laflt›klar› ikinci engel,” Erlik Bey’in güzel, kara k›z›n›n yaratt›¤› zehirli sar› deniz”dir. Yeralt› dünyas›nda “Toybod›m ›rma¤› ile birleflen, üst ucu mavi kayalara ulaflan bu kaynayan denizi” geçmeye çal›flanlar içine düfler, yan›p kül olur. Kögüdey-Mergen’in at› bir y›ll›k mesafeye geri döner, koflup denizi atlar. Bu aflamadan sonra Kögüdey Mergen ve at› güçlerine güç eklemifllerdir: Kara-Kula ka¤an›n ‹ki engelini aflt›lar. Bundan sonra Kögüdey-Mergen Daha da h›zl› sürmeye bafllad›. At› capcanl› flahland›. (Bekki 2007: 437) Yolda karfl›laflt›klar› üçüncü engel, “gece gündüz boynuzlaflan iki bo¤a gibi aç›l›p kapanan iki kara da¤”d›r. Kögüdey-Mergen, geçmeye çal›flanlar› parçalayan bu iki da¤› aflmadan önce at›n› yedi gün dolaflmas› için serbest b›rak›r, kendisi uykuya yatar. Kahraman en zor engeli aflmadan önce uyku yoluyla kendini dinlemektedir. At› gelir. Kögüdey-Mergen, Altay’›n ruhu yafll› kad›n›n Alt›n-Targa’n›n ilk sütünden yapt›¤› kurutu (küflenmifl peynir) tam ortadan bölüp at›yla paylafl›r. Güçlerine güç eklenir. Yola koyulur ve aç›l›p kapanan kayalar› bir s›çray›flta geçerler. Kara-Kula’n›n ülkesine ulafl›rlar. Kögüdey-Mergen’in, Tastarakay (kul, köle) flekline girip at› da Torboka dönüflerek ülkeye girerler. Burada “yeniden do¤ufl” flekil/don de¤ifltirmeyle temsil edilmektedir. Erlik Bey’in bilinmeyecek fleyleri bilen, duyulmayacak fleyleri duyan sevimli kara k›z› Abram-Moos Kara-Tac›, üstlerine önce yetmifl yaman kara köpek, ard›ndan doksan iri kara bo¤a salar. Kögüdey-Mergen hepsini kamç›lar. Bunun üzerine köpekler ve bo¤alar kaçar. Tastarakay (Kögüdey-Mergen) atas›n›n efli¤ine gelir, Yedi lamalardan Kara-Kula’n›n ve at›n›n ruhlar›n›n yerini ö¤renmeye gitmeden önce Kara-Kula ka¤an›n kar›s› Kara-Taac›’n›n binip gezdi¤i bo¤as›n›, ard›ndan Kara-Taac›’n›n binek hediyesi “dört az› diflli, dört yafl›ndaki erkek deve”yi öldürür. Kesip do¤ray›p kaynamaya b›rak›r. Öküz ve deve eti piflerken uykuya dalar. Yine uyku vas›tas›yla kahraman yeni bir duruma geçifl sürecini yaflamaktad›r. Tastarakay uyurken annesi Alt›n-Targa, iki küre¤i ortas›ndaki baflparmak büyüklü¤ündeki benden onu tan›r. Tastara- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 143 kay uyand›¤›nda tan›d›klar›n› belli etmezler. Durumu anlayan Tastarakay ve at› eski flekline döner. Kögüdey-Mergen anne ve babas›na dönüfl yolcu¤unu düflünmelerini söyler. Piflen yemeklerden yedikten sonra vedalafl›p Tastarakay’a dönüflüp lamalardan Kara-Kula’n›n ruhunun yerini ö¤renmeye gider. Tastarakay toplad›¤› çiçeklerden “aracan” ve “korocon” içkileri yapar. Lamalara götürür onlara iki gün sakilik yapar. Lamalar› bu içkilerle sarhofl ederek KaraKula’n›n ve at›n›n ruhlar›n›n yerini ö¤renir. Kahraman›n lamalar›n yan›nda geçirdi¤i iki gün, Jung’un ifadesiyle “dönüflüm sürecine kat›l›m”d›r (Jung 2005: 48). Kimin ne zaman ölece¤ini, kimin ne kadar yaflayaca¤›n› bilen yedi lamaya hizmet ederek onlar›n bu bilgeliklerinden pay›n› al›r. Destanda kahraman›n yeniden do¤uflu her aflamada flekil-don de¤ifltirme ya da uyuma olarak tekrarlanmaktad›r. Kara-Kula’n›n ve at›n›n ruhlar›n›n bulundu¤u yere gitmek için yola ç›kar. Kögüdey-Mergen dört kanatl› kara kartala dönüflüp uçar, pamuk yeleli koyu k›r at ise kurda dönüflüp koflar. Yetmifl y›ll›k mesafedeki Altay’a yedi günde ulafl›rlar. Kendi Altay’›na geldi¤inde “pamuk yeleli koyu k›r at doksan çatal boynuzu olan rahvan bir kara s›¤›n” olup, Ködügey-Mergen ise “yetmifl çatal boynuzu olan uzun k›ll› kara bir s›¤›n” olup flekil de¤ifltirir. Kara-Kula’n›n ve at›n›n ruhunun içinde bulundu¤u alt›n kutuyu tafl›yan üç maral›n yerini ö¤renmek için “Andalba”yla (küçük s›¤›n) boynuzlafl›rlar. Yedi günün sonunda Andalba Ködügey-Mergen’e yard›m eder. Andalba karaca yavrusuna dönüflüp meleyerek gökyüzünün üç maral›n›n yere inmelerini sa¤lar. Ködügey-Mergen, doksan iki kanatl› kanl› okuyla üç maraldan ortadakinin karn›n› yarar ve alt›n kutuyu ç›kar›r. Alt›n kutunun içinden ç›kan b›ld›rc›n yavrular›n›n ak mendile sararak cebine koyar. Kara-Kula’n›n yurduna dödü¤ünde silkinip eski halini alan Ködügey-Mergen at›yla Kara-Kula’n›n karfl›s›na ç›kar. Cebinden ç›kard›¤› b›ld›rc›n yavrular›n› tam ortalar›ndan parçalayarak ay›r›r. Kara-Kula ve az› diflli koyu boz at› ölür. 3.3. Kat›l›m Yenilmez ka¤an yenilmifl diyerek bütün ulus sevinir. Kögüdey-Mergen halk›n› ve mallar›n› kurtar›r. Babas›na halk›n› ve mal›n› al›p yurduna geri dönmesini söyler. Kendisi de at›n› sürüp kendi Altay’›na do¤ru yola koyulur. Kahraman› bu yolda da bir engel beklemektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen Erlik Bey’in k›z› Abraam-Moos Kara-Taac›’y› reddetti¤inden pamuk yeleli koyu k›r at›na büyü yap›lm›flt›r. Yorulan at›n› yolda karfl›laflt›¤› h›zl› koflan atlardan biriyle at›n› de¤ifltirir. At üstünde giderken Kögüdey-Mergen kendinden geçer. Uyand›¤›nda kendini Erlik Bey’in efli¤inde bir bö¤ründen yaralanm›fl olarak bulur. Kögüdey-Mergen’in at› dört kanatl› boz kartal fleklinde gelir ve onu kurtar›r. SONUÇ Anlat›larda yer alan insan›n evrensel duygu, düflünce ve davran›fl kal›plar›n› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 144 oluflturan arketiplerin incelenmesi, metnin ve onun içerisinde flifrelenmifl olan insanl›¤a ait kolektif bilinçd›fl›n›n unsurlar›n› çözümlemek bak›m›ndan önemlidir. Modern psikolojinin önemli temsilcilerinden Jung’un arketiplerle ilgili kuram›, masal, destan ve halk hikâyesi gibi halk anlat›lar›n›n çözümlenmesine ve baz› ipuçlar›n›n elde edilmesine katk›da bulunmaktad›r. Bu incelemede halk anlat›lar›nda karfl›m›za ç›kan göç/ gurbete ç›kma olgusu “aflama” ba¤lam›nda ele al›nd›. Anlat›n›n potansiyel kahraman›n›n yolculu¤a ç›k›fl›yla birlikte kahraman olma aflamas› için u¤rafl verdi¤i bunun da anlat›n›n olmazsa olmaz yönünü oluflturdu¤u dikkati çekmektedir. Göç, zor ve meflakkatli bir süreçtir. Ancak kazan›mlar›n› da göz ard› etmemek gerekir. Merakl› insan yaflam serüveninde hep yolculuk yapm›fl ve yapmaya devam edecektir. Yaflam yolculu¤u devam etti¤i sürece insan göçe devam edecek ta ki son yolculu¤a ç›kana dek…. KAYNAKÇA BEK‹, Salahaddin (2007) Maaday-Kara Destan›. Elaz›¤: Manas Yay›nc›l›k. CAMPBELL, Joseph (1991) The Power of Myth. New York: Anvhor Books. ————————————- (1993) The Hero With a Thousand Faces. London: Fontana Press. ————————————-(2000) Kahraman›n Sonsuz Yolculu¤u. Çev. Sabri Gürses. ‹stanbul: Kabalc› Yay›nevi. ELIADE, Mircea (1994) Ebedi Dönüfl Mitosu. Çev. Ümit Altu¤. Ankara: ‹mge Kitabevi. FORDHAM, Frieda (2008) Jung Psikolojisinin Ana Hatlar›. Çev. Aslan Yalç›ner. ‹stanbul: Say Yay›nlar›. JACOBI, Jolande. (1959) Complex, Archetype, Symbol in the Psychology of C. G. Jung, New York: Princeton University Press, ——————————— (2002) C. G. Jubg Psikolojisi. Çev. Mehmet Arap. ‹stanbul: ‹lhan Yay›nevi. JUNG, Carl Gustav (1991) Psychology of the Unconscious. New Jersey: Princeton University Press, ————————————(1968) The Archetypes and the Collective Unconscious. Trans. R. F. C. Hull. Princeton, New Jersey: Prince University Press. ———————————-(1970) Four Archetypes; Mother, Rebirth, Spirit, Trickster. Princeton, New Jersey: Princeton University Press. ———————————— (2001) Do¤u Metinlerine Prsikolojik Yaklafl›m. Çev. Ahmet Demirhan. ‹stanbul: ‹nsan Yay›nlar›. ——————————— (2005) Dört Arketip. Çev. Zehra Aksu Y›lmazer. ‹stanbul: Metis Yay›nevi. NEUMANN, Eric (1973) Depth Psychology and a New Ethic. New York: Harper and Row. ——————————-(1995) The Origins and History of Conscuousness. New York: Princeton University Press. PEARSON, Carol S. (2003) ‹çimizdeki Kahraman-Yaflad›¤›m›z Alt› Arketip-. Çev. Semra Ayanbafl›. ‹stanbul:Akafla. Yay›nlar›. PROPP Vladimir (1985) Masal›n Biçimbilimi. Çev. Mehmet F›rat ve Sema F›rat. ‹stanbul: BFS Yay›nlar›. SAYDAM, M. Bilgin (2005) “Carl Gustav Jung: Nesnel Ruh’un fiaman›”. Dört Arketip. C. Gustav Jung. ‹stanbul: Metis yay›nlar›. s.7-15 TEC‹MER, Ömer (2005) Sinema: Modern Mitoloji. ‹stanbul: Plan B Yay›nevi. THOMPSON, Stith (1955-1958) Motif ‹ndex of Folk Literatur: A Classification of Narrative Elements in Folktales, Ballads, Myths, Fables, Mediaveal Romances, Exempla, Fanliaux,Jest-Books and Local Legends, Bloomington: ‹ndiana University Press TÜRKMEN, Fikret (1974) “Âfl›k Garip Hikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araflt›rma”. ‹stanbul. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 145 Göçler Yoluyla Avrupa’ya Tafl›nan Destan Kültürü Ali Yak›c› * urakl›k, iç savafl vb. nedenlerle gerçeklefltirilen kitlesel göçler, kitlelerin göç ettikleri co¤rafyalarda oluflturduklar› kültürel ürün ve olgular› yeni co¤rafyalara tafl›malar›nda bafll›ca etken olmufltur. K Bulunduklar› co¤rafyadan baflka co¤rafyalara göç eden topluluklar›n beraberinde tafl›d›klar› hazinelerin bafl›nda sözlü kültür ürünleri gelmektedir. Çünkü, bu ürünler kiflilerin dillerinin oluflturdu¤u haf›zalarda tafl›nd›¤› için göç s›ras›nda ayr› bir zahmet ve külfete yol açmamaktad›r. Göçler yoluyla yeni co¤rafyalara tafl›nan bu sözlü kültür ürünlerinin bafl›nda masal, efsane, hikâye ve destan gelmektedir. Bir co¤rafyadan baflka bir co¤rafyaya giden ve o yeni co¤rafyay› kendisine yurt edinen sözlü kültür ürünleri, yeni tafl›nd›klar› bu co¤rafyadaki kültür/kültürler üzerinde az ya da çok etkili olmufllard›r. Kimi bilim insan› ve araflt›r›c›lar, co¤rafi yay›lma alanlar› daha kolay tespit edilen ve co¤rafi s›n›fland›r›lmas›n›n daha kolay yap›labildi¤i sözlü kültür ürünlerinin bafl›nda fliir türü/fliire dayal› türlerin geldi¤ini belirtmektedir.(Krohn 1996: 33-34) Bu görüflü teyit eder nitelikte bir görüfl ileri süren Lord, sözlü-yaz›l› destan incelemelerinde en yararl› buldu¤u etkenleri “sat›r incelemesini içeren formül, bir dizenin di¤erine nas›l ba¤land›¤› çal›flmas›n› içeren ulant› ve fliirin yap›s›n› bir bütün olarak incelemeyi içeren tema” biçiminde belirlemektedir. (Dorson 2006: 60) Bu yöntemin Milman Parry ve Albert B.Lord taraf›ndan da baflar›yla uyguland›¤› vurgulanmaktad›r. (Ekici 2004: 121-122) Shelling ve Hegel’in felsefesine göre, dünya tarihinin anlam› çeflitli ulusal kültürlerin s›ral› de¤ifliminde sakl›d›r. Bir ulusun ulusal ruhu, uzun geliflim sürecinde * Doç. Dr., Gazi E¤itim Fakültesi/Ankara/Türkiye GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 146 en üst seviyeye ulaflt›¤›nda, kendi ulusal zenginli¤iyle bütün insanl›¤›n “hazinesini” zenginlefltirir ve sonra yerini, kültürel evrenin fikirlerine sahip olacak bir baflka “ulusal ruhun” oluflumuna b›rak›r. (Sokolov 2009: 48-49) Bu “ulusal ruhun” oluflumunda halk ozanlar›n›n destan türü fliirlerinin önemli bir yeri ve katk›s› görülmektedir. Bu düflünceden hareketle Johann Gottfried von Herder, 1778-1779 y›llar›nda çeflitli halklar›n fliirlerinin topland›¤› Stimmen des Völker im Leidern “Halk›n fiark›lar›ndaki Sesler” adl› kitab› yay›mlam›flt›r. Bu tür derleme ve yay›m faaliyetleri Almanya’da Wilhelm(1787-1859) ve Jacob(1785-1863) Grimm kardefllerle en üst düzeye ç›km›flt›r. Grimm kardefller, masal, efsane, hikâye vb. önemli çal›flmalara imza atm›fl, özellikle de Alman destani halk fliiri, sözlü kültür ve edebiyat›n›n önemli verilerinden olan Nibelungen Destan›’n› yay›mlayarak bu tür çal›flmalara ivme kazand›rm›fllard›r. (Sokolov 2009: 50-51) Nibelunglar Destan›, hem Almanlar›n ulusal tarih, kültür, edebiyat ve kimli¤i için önemli, hem de birçok k›ymetli hazinesinin yan› s›ra ozanl›k gelene¤i ve dolay›s›yla sözlü destan kültürünü göç yoluyla Avrupa’ya tafl›yarak oradaki halklar›n kültürleriyle kaynaflt›ran, özellikle Alman kültürüyle homojen bir birliktelik ve sentez oluflumunu sa¤layan Türklerin tarih, kültür ve edebiyat› için önemlidir. Nibelunglar Destan›n›n t›pk› Türk ozanl›k gelene¤inde görüldü¤ü gibi “Bey konaklar›nda a¤›rlanan saz flairleri ya da benzeri ad› bilinmeyen bir ozan” taraf›ndan 1200’lü y›llarda oluflturuldu¤u san›lmaktad›r. Ad› bilinmeyen bu kiflinin bugünkü Avusturya s›n›rlar› içinde yer alan saraylar›n, konaklar›n, flatolar›n birinden ötekine gidip gelen, buralarda sanat›n› icra eden bir ozan oldu¤u tahmin edilmektedir. (Nibelunglar Destan› 2001: 11-12) ‹ki bölümden oluflan Nibelunglar Destan›’n›n birinci bölümünün konusu, Siegfried’in öldürülmesi üzerine kurulmufltur: Ola¤anüstü güç ve yak›fl›kl›l›¤a sahip olan Han o¤lu Siegfried, Ren k›y›s›ndaki Worms kentini baflkent yapm›fl, Burgund Hanlar›n›n ola¤anüstü güzellikteki k›z kardefli Kriemhild’le tan›flarak evlenmifltir. Fakat, evliliklerinin üzerinden çok geçmeden Kriemhild, erkek kardefllerinin en büyü¤ü ve en çok sözü geçeni Gundahar(Gunther)›n Siegfried’le birlikte çeflitli hilelerle Buzyurdu(‹zlanda)ndan getirdi¤i, o ülkenin sultan›, kendi yengesi Brünhild’le kad›nca bir çekiflmeye girer. Herkesin önünde yap›lan bir a¤›z dalafl›nda onu küçük düflürür. Bunun üzerine, kendi kar›s› Brünhild’in öcünü almak ve Siegfried’in Burgund Hanlar›na üstünlü¤üne son vermek isteyen Burgund Beylerinden Hagen’le birlik olan Gundahar, birlikte Siegfried’i öldürme plan› yapar ve Siegfried bir kaynaktan su içerken Hagen onu s›rt›ndan hançerleyerek öldürür. Destan›n ikinci bölümünde ise Kriemhild’in kocas›n›n öcünü almak için giriflti¤i savafl hikâye edilir: GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 147 Siegfried’in dul efli Kriemhild, ortaça¤ Almanlar›n›n Etzel olarak tan›d›¤› Hun Hakan› Attilâ’yla evlenir. Attilâ’ya bir o¤lan do¤urur. Kriemhild, el üstünde tutulmas›na, Hunlar ve Almanlar aras›nda ve çevrede önemli bir mevki kazanmas›na ra¤men içindeki Hagen’den öç alma iste¤ini bir türlü atamaz. Fakat bunu kocas› ulu hakan Attilâ’ya sezdirmez. Hagen’in ölümüyle son bulacak bir plân haz›rlar. Akrabalar›n› çok özledi¤ini söyleyerek Attilâ’n›n Burgund Hanlar›n› bir flölen vesilesiyle ça¤›rmas›n› sa¤lar. Hagen de öldürülece¤ini tahmin etti¤i halde onlarla birlikte gelir. Kriemhild’in emriyle Attilâ’n›n baflkentinde, hatta saray›nda büyük çat›flmalar olur. Kriemhild, yaln›z Hagen’i öldürmek istemesine ra¤men, Burgund Hanlar› ve Beyleri, sa¤ kalmayacaklar›n› bildikleri halde mertlik ve dayan›flma gösterirler. Burgundlar›n hepsi öldürürlür ama kendilerinden kat kat daha fazla say›da Hun bahad›r›n› öldürürler. Bu arada Kriemhild de öldürülür. Umar’a göre Birinci bölümün tarihsel bir dayana¤› bulunmamaktad›r. ‹kinci bölümünse Attilâ dönemine odakland›¤›, Attilâ ve Türk kültüründen etkilendi¤i, “Bey konaklar›nda saz eflli¤inde anlat›ld›¤› zaman zevkle dinlenecek uzun bir manzum öykü olarak” ortaya ç›kt›¤› görülmektedir. (Nibelunglar Destan› 2001: 9-10) Tarihsel gerçek, Han yönetimindeki ‹skandinav kökenli Germenlerden olan Burgundlar›n, 406 y›l›nda Ren ›rma¤› k›y›s›na geldikleri, Roma egemenli¤ine boyun e¤erek Worms civar›na yerlefltikleri, bir süre sonra Romal›larla aralar›n›n aç›ld›¤›, 436 y›l›nda Gandahar (Gunther) komutas›ndaki Burgund ordusunun Hun ak›nc›lar›na yenildi¤i ve Burgund Beylerinin tamam›n›n k›l›çtan geçirildi¤idir. (Nibelunglar Destan› 2001: 9) Alman kahramanl›k edebiyat›nda önemli bir yeri olan Attila, yi¤itlerin babas›, kavimlerin koruyucusu Etzel’dir. 12. yüzy›la ait Nibelunglar Destan›nda, Jordanes’in tarifiyle örtüflen bir biçimde “Çok güçlü soylar›n efendisi Muncuk’un o¤lu, ‹skit ve Cermen krall›klar›na tek bafl›na egemen olan Hun Baflbu¤u” olarak kabul gören Attila, 10. yüzy›la ait Waltharius Destan›yla 13. yüzy›la ait Hildebrand Destan›nda da ayn› babacan ve görkemli tavr›yla bir destan kahraman tipi olarak yerini alm›flt›r. (Helmut de Boor 1981: 13-15) Gittikçe artan bir ölçüde Etzel etraf›nda toplanan 13. yüzy›l›n kahramanl›k destan›nda Attila’n›n belirli bir tip halinde gelifltirildi¤i görülmektedir. Bu Attila, yaln›zca etraf›nda kahramanl›k olaylar› cereyan eden edebi bak›mdan bir merkez de¤il, bizzat kendisi de sükûna kavuflmufl bir hükümdar tipidir. (Helmut de Boor, 1981: 17) Attila, Dietriche Destan›nda daha temiz, daha ideal bir tip olarak karfl›m›za ç›kar. Burada Attila, olumlu ve örnek olacak bir tarzda büyük ve kahraman hükümdarlara has vas›flara sahip babacan ve vefal› bir tiptir. Çünkü Attila burada destan GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 148 flairi taraf›ndan yap›lan bir yi¤itlik s›nav›ndan baflar›yla ç›km›flt›r. Konusu bak›m›ndan en eski Dietrich Destan›n›n özünü yans›tan Rabenschlacht Destan›, Dietrich’in istilaya u¤rayan memleketini Hunlar›n yard›m›yla geri ald›¤›n› anlat›r. Etzel, genç o¤ullar›n› Dietrich’e emanet eder. Dietrich bunlar›n hayat›n› korur. Fakat aksi bir tesadüf, emin bir yerde b›rak›lm›fl olan gençleri savafl meydan›na sürükler ve gençler bu savaflta hayatlar›n› kaybederler. Büyük bir zaferle sonuçlanan savafl bitti¤inde Dietrich felaketi ö¤renir. Bütün baflar›lar›n› bir tarafa b›rak›p ölen gençlerin babas›n›n huzuruna ç›kmak üzere Hun ülkesine gider. Attila büyük ac›ya sab›rla katlan›r. Dietrich’i affeder. ‹flte Attila burada yüksek seviyeli, erdemli bir hükümdar görünümündedir. (Helmut de Boor, 1981: 20-21) Avrupal› halklar›n, özellikle Almanlar›n destan kültürünü etkilemifl olan Attila kimdir? Onca kral ve devlet yöneticisi yetifltirmifl olan Avrupa’da neden onlar de¤il de Attila, destanlar›n vazgeçilmez kahraman› olmufltur? Attila’n›n Avrupal› halklar›n kültürlerinin önemli bir destan kahraman› olufluyla ilgili buna benzer daha bir çok soru sorulabilir. Bütün bu sorulara cevap aran›rken karfl›m›za ç›kan önemli husus, Attila’n›n tarihi kahraman kiflili¤inin yan› s›ra beraberinde getirdi¤i ozanlar ve destan kültürüyle Avrupa’da destan gelene¤ini ve Avrupal› halk/destan flairlerini etkilemifl olmas›d›r.(Yak›c› 2005: 154) Milat öncesi yüzy›llardan Milat bafllang›c› y›llara gelinirken tarih içinde yer alan devletlerin bafl›nda Hun-O¤uzlar gelmektedir. Sosyal, siyasal ve kültürel tarihe damgas›n› vuran, kendi içinde uluslaflma ve devletleflme sürecini bafllatan, il yönetimini binlerce y›l önce uygulamaya koyan, döneminde gösterdi¤i ola¤anüstülüklerle tan›nan bu destan devlet, Milat sonras› y›llarda çeflitli nedenlerle da¤›lma sürecine girmifltir. Bu sürecin devam›nda göçler bafllam›flt›r. Bu göçlerin büyük bir ço¤unlu¤u Bat›ya yönelik olarak gerçeklefltirilmifltir. Bu göçler, Hun-O¤uzlar›n bir bölümünü bulunduklar› co¤rafyadan Avrupa’ya tafl›m›flt›r. Attila, iflte bu göç dalgalar›n›n Avrupa içlerine kadar girmesini ve orada yurt tutmas›n› sa¤layan efsanevi bir lider, bir destan kahraman› olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. MS IV. yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan itibaren Attila taraf›ndan sevk ve idare edilen görkemli bir kitle, Aral gölüyle Hazar denizinin kuzeyindeki göç yolunu kullanarak Avrupa içlerine kadar gelmifltir. Burada kurdu¤u Macaristan merkezli Avrupa Hun Devleti, Roma’y› egemenli¤i alt›na alarak s›n›rlar›n› Adriyatik k›y›lar›na kadar geniflletmifltir. (Köprülü 1980: 8-10) Baflka bir söyleyiflle Attila’n›n, O¤uz Ka¤an destan›n›n Bat›ya taflan ve Avrupa içlerini yalayan bir dalgas› oldu¤u söylenebilir. (Ögel 1979: 50) Ünlü co¤rafyac› Batlamyus, Hun Türklerinin MS II. yüzy›lda Karadeniz’in ku- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 149 zeyinde Azak deniziyle Ten ve Özi ›rmaklar› aras›nda yaflad›¤›n› belirtmektedir. Bu durum bize, göçebe Türklerin bu tarihe kadar Urallar› aflarak Tuna boylar›na do¤ru ak›nlar düzenleyip geri çekildiklerini ve belki de bu ak›nlarla sonraki göçler için bir nevi keflif faaliyetinde bulunduklar›n› göstermektedir. (Y›ld›r›m 1998: 183) “MS IV. yüzy›ldan itibaren Türklerin Hun ad›yla Avrupa’ya Urallar› afl›p akmalar›n›, bugünkü Macaristan ovalar›na gelip çevreye hâkim olmalar›n›, yukarda sözü edilen keflif hareketiyle iliflkilendirmek gerekmektedir. Orta Avrupa’dan Dalmaçya sahillerine ve Balkan yar›madas›na kadar uzanan büyük bir co¤rafyaya hükmeden bu Türklerin, Asya bozk›rlar›nda sahip olduklar› kültürün bütün özelliklerini göçlerle bu co¤rafyaya tafl›d›klar› flüphesizdir. Nemeth, Attila ve Hunlar›n› (1962) anlatt›¤› eserinde, bunlar›n en muhteflem döneminin, Avrupa uluslar›n›n “Tanr›n›n k›rbac›” olarak adland›rd›klar› Attila/Atila(Atac›k)/Atli/Etzel ça¤› oldu¤unu belirtmektedir. Nemeth’e göre, özellikle Orta Avrupa uluslar›n›n destan ve efsanelerinde yer alan Attila ça¤›, bugünkü Avrupa milletlerinin flekillenmesinde de önemli rol oynam›flt›r. Buna ba¤l› olarak, Türklerin göç yoluyla beraberinde getirdikleri Bozk›r ve özellikle de Alplik ekseninde geliflen destan kültürü, Avrupal› uluslar›n kültürlerini de derinden etkilemifltir. (Y›ld›r›m 1998: 183) Türklerde destan gelene¤inin oluflma ve geliflmesinde “alp” tipinin önemli bir rolünün oldu¤u bilinmektedir. Türk sözlü fliir gelene¤inin, M.Ö. 1. binli y›llarda varl›¤›n› devam ettirdi¤i kabul edilmektedir. (Y›ld›r›m 1998: 182) Bu tezden hareketle, “Türk toplumunun tarihi, sosyal, iktisadi ve co¤rafi flartlara ba¤l› olarak geçirmifl oldu¤u evreler ve bu evrelerin sözlü gelenek üzerindeki etkileriyle do¤rudan ba¤lant›l› olarak ortaya ç›kt›¤›”(Aça 2002: 150) belirtilen Alpli¤in, çok eski tarihi dönemlere uzanan bir geçmiflinin oldu¤u görülmektedir. Y›ld›r›m, “Orta Asya Bozk›rlar›ndan Urumuneli’ne” uzanan co¤rafyada “Türk Sözlü fiiir Sanat›n›n Yay›lmas›”n› ele ald›¤› yaz›s›nda, flu görüfle yer vermektedir: “Ozanlar›n yarat›c›l›¤›nda, tek veya iki telli kopuzun eflli¤inde vücut bulan, yay›lan, geliflen, zenginleflen Türk sözlü gelenek fliir sanat›, yüzy›llar boyu temalar›n›, formlar›n›, türlerini tekrarlayarak, yeni unsurlar› bünyesine katarak, yeni teknikler, melodik yap›lar oluflturarak, kendi içinde mektepler kurarak, temsilciler yetifltirerek, varyantlar ve versiyonlar yaratarak günümüze kadar ulaflm›fl ve hâlâ da bu hayatiyetini sürdürmektedir. Miladi y›llar öncesi teflekkül edip ta bize kadar ulaflan bu gelene¤in, göç etti¤i yerlerde tesirlerinin olaca¤›, bu köklü gelene¤in tesir sahas›n› Orta Asya’dan Urallar› aflarak Avrupa’ya tafl›m›fl olaca¤› da muhakkakt›r.” (Y›ld›r›m 1998: 182) Türklerde, sözlü fliir sanat›na dayanan destan gelene¤inin kökleri geçmifle uzanan sa¤lam bir yap›s› olmasayd›, Attila’n›n yaflad›¤›, flöhretine göre k›sa dönemde, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 150 ne ozanlardan ne de ozanl›k gelene¤ine ba¤l› sözlü fliir sanat›ndan söz edilebilirdi. Oysa ki, Attila’n›n ordusunda ozanlar›n bulundu¤u, bu flairlerin onun ziyafetlerinde Attila’n›n kahramanl›klar›na, zaferlerine dair inflad ettikleri fliirleri okuduklar› Bat›l› kaynaklarda yer almaktad›r. Hatta Priscus, böyle bir ziyafet sahnesini flöyle tasvir etmektedir: “Akflama do¤ru meflaleler yan›nca, ziyafetin verildi¤i ipekten yap›lm›fl muhteflem çad›ra iki flairin girdi¤i görüldü. Bunlar Attila’n›n önünde, Hun lisan›yla kendi tanzim ettikleri fliirleri okudular. Bu fliirler, Attila’n›n kahramanl›klar›na, zaferlerine aitti. Orada haz›r bulunanlar bu fliirlerin tesiriyle vecd ü heyecana geldiler. Gözler parl›yor, çehreler korkunç bir hal al›yordu. Birçoklar› a¤l›yorlard›. Gençler arzu ve ihtiras, ihtiyarlar da elem ve teessür gözyafllar› döküyorlard›.” (Köprülü 1986: 157-158) Y›ld›r›m, Orta Asya bozk›rlar›ndan Tuna boylar›na, Macaristan ovalar›na, Dalmaçya k›y›lar›na ve Balkan yar›madas›na tafl›nan saz-söz meclislerinin, Türklerin kültürel yap›lanmalar›nda Milattan önceki y›llardan beri yer ald›¤›n› ifade etmektedir. Buna ilave olarak, bu meclisleri efsanevi dünyalara tafl›yan ozanlar›n, onlar›n fliir tanzim etme tekniklerinin, iflledikleri tür ve temalar›n, kulland›klar› melodilerin, bulunduklar› çevrelere ve bu çevrelerdeki mevcut gelenekler üzerinde tesir icra etti¤ini belirtmektedir. Bu bilim insan› ayr›ca, bu meclislerin ve bu meclislerde kopuz eflli¤inde ozanlar›n tanzim edip anlatt›¤› hamasi destanlar›n, terennüm etti¤i hamasi türkülerin, Türk sözlü gelenek fliir sanat›n›n Alplik ça¤›nda ortaya ç›kt›¤›n› ve ozanlar›n repertuvar›nda baflköfleye yerleflti¤ini vurgulamaktad›r. (Y›ld›r›m 1998: 184) Nemeth, kitab›nda (1962) konuyu belirginlefltirmekte, Hun Türklerinin Orta Asya bozk›rlar›ndan Urallar›n bat›s›na, Avrupa ortalar›na tafl›d›klar› Alplik teflkilat›na paralel olarak, bu yap›ya ba¤l› fliir ve destan anlat›m›n›, terennüm gelene¤ini ve bu gelene¤in temsilcilerini de tafl›d›klar›n› dile getirmektedir. Bütün bu yaflanan ve bilinen gerçeklere, bilgi ve belgelere ra¤men, Hatto gibi kimi araflt›rmac›lar›n, görüfllerini her hangi bir bilgi ve belgeye dayand›rmaks›z›n hamasi bir yaklafl›mla bu görüfle karfl› ç›kt›klar›n› söyleyen Y›ld›r›m, Gotlar›n, Türklerden önce ne Alplik gelene¤ine, ne de Alpli¤e ba¤l› ozanl›k gelene¤ine dair somut bilgilerin olmad›¤›n› vurgulamakta ve sözlerini flu cümlelerle pekifltirmektedir: Alplik teflkilat›n› Avrupa’ya yayan Hun Türklerinin ayn› zamanda bu teflkilat› takip eden ve Alplerin maceralar›n› terennüm eden Alp ozanlar gelene¤ini ve temsilcilerini de Avrupa’ya tafl›d›¤› apaç›kt›r. Dolay›s›yla, Avrupa milletlerinin de, Hunlar›n tesiri alt›nda benzeri ozanlar ortaya ç›karmalar› ve onlar›n diliyle, teknikleriyle fliirler tanzim etmeleri ve bunlar› dinleyici önünde icra etmeleri normaldir. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 151 Türk sözlü gelenek fliir sanat›n›n bu neviden tesirlerine s›k s›k rastlanmaktad›r. Özellikle Türklerle uzun zaman bir arada yaflayan milletlerin flairleri aras›nda. Üstelik Avrupa Hunlar›n›n Asya Hunlar› gibi Türk diliyle konufltuklar› da, konuyla u¤raflanlar›n malumu. Biz buradaHatto’nun tam aksini, yani Avrupa üzerinde Türk destanlar›n›n tesirini ortaya koyan ama, aradan yüzy›la yak›n bir zaman geçmesine ra¤men her nedense bir daha yay›nlanmayan ve tercüme edilmeyen bir çal›flmadan söz etmek istiyoruz. Bu çal›flmada G.N.Potanin, orta ça¤ Avrupa destanlar›n›n, Türk, Mo¤ol ve do¤u milletlerinin destanlar›ndan geçen motiflerle kuruldu¤u üzerinde durmaktad›r. En az›ndan M.S. II. yüzy›ldan itibaren sürekli Urallar›n bat›s›nda olan, Balt›k’tan Dalmaçya sahillerine kadar uzanan sahay› sürekli kontrolü alt›nda tutan bir gelene¤in, bu tür tesirleri asla yad›rganamaz. Bu tür araflt›rmalarda artistik ifadelerden ziyade, deliller hükümleri desteklemeli, gerçe¤i ortaya ç›karmal›d›r. (Y›ld›r›m 1998: 186-187) Ki bu gerçek, Hunlarla birlikte göç dalgalar›yla gelen Türk sözlü fliir sanat› ve destan gelene¤inin, özellikle Almanlar›n merkezi oluflturdu¤u Orta Avrupal› uluslar›n destan kültürünü etkiledi¤idir. Bu görüflü, baflta Nemeth (1962) olmak üzere Helmut de Boor(1981), Amédée Thierry (1856), Emmanuel Berl (1999), Marcel Brion (1928) vd. bilim insan› ve araflt›rmac›, Attila ve Avrupa Hunlar› üzerine yapt›¤› art›rma-inceleme sonucunda ortaya koyduklar› somut bilgi ve belgelerle desteklemektedir. KAYNAKLAR Ali Yak›c›, 2005, “Destan Kahraman› Attila’n›n Ça¤dafl Edebiyat Türü Olan Romana Yans›mas›”, X. Uluslar aras› K›batek Türk Edebiyat fiöleni Bildirileri, Kiev-Ukrayna, 1116 May›s 2005, Kiev, K›batek Yay›nlar›. Amédée Thierry, 1856, Historie d’Attila et de ses Successeur, Paris. Bahaeddin Ögel, 1979, Türk Kültürünün Geliflme Ça¤lar›, 2. Bask›, Ankara, Kömen Yay›nlar›. Dursun Y›ld›r›m, 1998, Türk Biti¤i, Ankara, Akça¤ Yay›nlar›. Emmanuel Berl, 1999, Attila’dan Timur’a Avrupa ve Asya, Çev.Gülseren Devrim, ‹stanbul, Do¤an Kitapç›l›k. Fuad Köprülü, 1986, Edebiyat› Araflt›rmalar›, 2. Bask›, Ankara, Türk Tarih KurumuYay›nlar›. G. Nemeth, 1962, Attila ve Hunlar›, ‹stanbul. Helmut de Boor, 1981, Tarihte Efsanede ve Kahramanl›k Destanlar›nda Attilâ, Çev. Yaflar Önen, Ankara, Kültür Bakanl›¤› Yay›nlar›. Julius Krohn-Kaarle Krohn, 1996, Halk Bilimi Yöntemi, Çev. Günsel ‹çöz, Yay. Haz. Fikret Türkmen, Ankara, Türk Dil Kurumu Yay›nlar›. Marcel Brion, 1928, La Vie d’Attila, Paris. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 152 Mehmet Aça, 2002, “Türk Destanc›l›k Gelene¤ine Bütüncül Yaklaflabilme ve Alp Kavram› Üzerine Baz› Yeni Yaklafl›m Denemeleri”, ‹slâmiyet Öncesi Türk Destanlar›, Haz. Saim Sakao¤lu-Ali Duymaz, ‹stanbul, Ötüken Neflriyat. Metin Ekici, 2004, Halk Bilgisi(Folklor) Derleme ve ‹nceleme Yöntemleri, Ankara, Geleneksel Yay›nc›l›k. M. Fuat Köprülü, 1980, Türk Edebiyat› Tarihi, 2. Bas›m, ‹stanbul, Ötüken Yay›nlar›. Nibelunglar Destan›, 2001, Çev. Bilge Umar, Ankara, Yap› Kredi Yay›nlar›. Richard M. Dorson, 2006, Günümüz Folklor Kuramlar›, Çev. Selcan Gürçay›r-Yeliz Özay, Ankara, Geleneksel Yay›nc›l›k. Yuri M. Sokolov, 2009, Folklor: Tarih ve Kuram, Çev. Yerke Özer, Ankara, Geleneksel Yay›nc›l›k. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 153 Göçerek Konarak, Kuru Ekmek Yiyerek Tülay Çulha 1. Göç 1.1. Tan›m› ve çeflitleri Yüzy›llar boyu karfl›m›za ç›kan ve evrensel bir olgu olan göç, Türkçe sözlükte “ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya topluluklar›n bir ülkeden baflka bir ülkeye, bir yerleflim yerinden baflka bir yerleflim yerine gitme ifli, tafl›nma, hicret, muhaceret” olarak tan›mlanmaktad›r. Göç etmek “1. oturdu¤u yerden baflka bir yere gidip yerleflmek, göçmek; 2. Ölmek”; göçmenlik ise “Kendi ülkesinden ayr›larak yerleflmek için baflka ülkeye giden (kimse, aile veya topluluk), muhacir” olarak verilmektedir. Y›llard›r göçle ilgili olarak yukar›da verilen anlamlara paralel birçok tan›m yap›la gelmifltir. Sosyolojik anlamda göç, “ekonomik, siyasî, ekolojik veya bireysel nedenlerle, bir yerden baflka bir yere yap›lan ve k›sa, orta veya uzun vadeli geriye dönüfl veya sürekli yerleflim hedefi güden, co¤rafik, toplumsal ve kültürel bir yer de¤ifltirme hareketidir.” (Yalç›n 2004: 13). Göçün dört de¤iflik flekli oldu¤u savunulmaktad›r: 1. ‹lkel göç 2. Zorlama ile yap›lan göçler 3. Serbest göç 4. Kitlesel göçler (Yalç›n 2004: 16) 1.2. Türklerin göçü Geçmiflten günümüze yeryüzünde çeflitli nedenlerle birçok bölgede göç yaflanm›flt›r. M.Ö. 3000-4000 y›llar›nda Orta Asya’da yaflayan kavimlerin fliddetli ve uzun süren kurakl›k sebebiyle do¤uya, kuzeye, bat›ya ve güneye gitmelerine; Kavimler Göçü denmektedir. Bu göçün siyasi, sosyal ve kültürel etkileri üzerinde y›llard›r yorum yap›lmaktad›r. Tarihsel süreçte önceleri atl› göçebe kültürün etkisiyle hayat›na yön veren Türk toplumu ilerleyen zaman içerisinde yerleflik hayata geçmifl ve yaflam›ndaki hareketlili¤i bu yönde sürdürmüfltür. M.S. 6. yüzy›ldan itibaren bafllayan ve Orta Asya’dan bat› istikametine yap›lan ve ilkel göç kategorisinde de¤erlendirilen Türk göçleri, 17. yüzy›la kadar devam etmifl; ‹ran, Anadolu ve Balkanlardan geçerek Avrupa ortalar›na ulaflm›flt›r (Dikici 1998)1. Türkler, geçtikleri yerlerde birbirinin de- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 154 vam› olan devletler kurmufl, böylece Orta Asya içlerinden Avrupa ortalar›na kadar uzanan bir Türk dünyas› meydana getirerek yerleflik kültür ve medeniyet miraslar›n› flekillendirmifllerdir. Bu göçler s›ras›nda Türklerin bir k›sm› K›r›m’› yurt edinip burada yaflam›n› sürdürürken, bir k›sm› Karadeniz’in kuzeyinden geçerek göçe devam etmifl, Avrupa ortalar›na kadar ilerlemifltir. 1.3. K›r›m göçleri Yüzy›llar boyu birçok toplulu¤un, kültürün u¤rak yeri olan K›r›m, kimi zaman savafllar›n, hayatta kalma mücadelesinin getirdi¤i göçlere, kimi zaman K›r›m’›n jeopolitik önemi sebebiyle sürgünlere sahne olmufltur. Özellikle Ruslar›n güttü¤ü yay›lmac› politikalar neticesinde ülkelerine yeni topraklar katmak için K›r›m Tatarlar›na da sürgünler yaflat›lm›flt›r (McCarthy 1998: 14). Zorlama ile yap›lan göçler kategorisinde de¤erlendirilebilecek, K›r›m’dan Osmanl›ya yap›lan, Tatar göçleri, 1772 y›l›nda bafllam›flt›r (K›r›ml› 2005). 1878- 1908 y›llar› aras›nda yap›lan göçler “kitlesel boyutta olmaktan uzakt›r. Bunlar daha çok, önceki göçlerin devam› niteli¤inde olup, tarihleri de farkl› y›llara da¤›l›m göstermektedir. Göçler, bir ya da birkaç y›lda meydana gelmeyip, sürekli bir devaml›l›k arz etmektedir. Ancak, bunlara bireysel göçler demek de mümkün de¤ildir. Genel olarak, 1878 sonras› K›r›m göçleri, bazen birkaç bin, bazen birkaç yüz, bazen de birkaç kifliden oluflmaktad›r. Fakat bunlar›n otuz y›ll›k dönemdeki toplam› önemli bir yekün teflkil etmektedir.” (Erkan 1996: 55). 19. Yüzy›lda da kalan Tatar ve Nogaylar göçe zorlanm›fllard›r. Yap›lan sürgünlere ra¤men o dönemde bu bölgelerde kalan küçük topluluklar›n olmas› da üretici nüfusun tamam›n› kaybetme korkusuna ba¤lanabilir (McCarthy 1998: 15, K›r›ml› 2005: 150). ‹kinci Dünya Savafl› sonras›nda 1944’te K›r›m Tatarlar› top-yekûn K›r›m’dan Orta Asya ve Urallara sürülmüfllerdir. Böylece bu bölgede art›k tek bir K›r›m Tatar› bile kalmam›flt›r. Tekrar K›r›m’a dönmeleri ise Sovyetler Birli¤i’nin y›k›lmas›ndan sonra mümkün olmufltur (K›r›ml› 2005: 151). 2. Edebiyat ve göç Göç, hangi amaçla yap›l›rsa yap›ls›n, hasreti ve özlemi de beraberinde getirmifltir. Yaflanan ayr›l›klar sonucunda, vatana, ana-babaya ve yâre duyulan özlem, hikâyelere, masallara, destanlara, türkülere, atasözlerine… yans›m›flt›r. Göç kimi zaman sefere, kimi zaman ava, kimi zamanda ahrete yap›lm›flt›r. “Göçerek konarak, kuru ekmek yiyerek” yap›lan göç, edebiyata ve dile de önemli ölçüde yans›m›flt›r. Halk edebiyat› ürünleri halk›n içinde sözlü gelenekte olufltu¤u için ço¤unlukla halk›n yaflad›klar›n› ve duygular›n› ifllemifltir. Bu duygular›n yans›mas› edebiyat›n içinde kendini göstermifltir. K›r›m’da yaflayan topluluklar›n yaflad›klar› göç ve sürgünler de büyük ölçüde edebiyata yans›m›flt›r (Erkan 1996: 82). Yaflanan ac›lar, s›k›nt›lar, özlemler kimi zaman naz›m, kimi zaman nesir fleklinde gün yüzüne ç›km›flt›r. Türkolog Wilhelm Radloff’un “Proben der Volkslitteratur der nördlischen türkischen Stämme” ad›yla yay›mlad›¤› serinin 1888’de (2. Bask› 1896) yay›mlanan 7. Cildi K›r›m’da yaflayan Türk topluluklar›na ait halk edebiyat› ürünlerini içer- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 155 mektedir. Karay edebiyat› içinde, sözlü edebiyat ürünlerinden derlenerek oluflturulmufl “Mecumalar” önemli bir yere sahiptir. Masallar, destanlar, türküler, maniler, bulmacalar ve farkl› dillerden çevirilerin yer ald›¤› ‹brani harfli eserler, ailenin ad›yla an›l›p Karaylar›n flahsi kütüphanelerinde yer almakta ve bir kültür tafl›y›c›s› olarak nesilden nesile aktar›lmaktad›r. Metin merkezli olarak gelifltirilen bu incelemede Radloff’un K›r›m’da derledi¤i metinlerden yola ç›k›lacakt›r. ‹ncelemenin bafl›nda K›r›m’da yaflayan Türk topluluklar›n›n halk edebiyat› ürünlerine yans›yan “göç” sözcü¤ü ve kullan›m› irdelenecek beraberinde an›lan “vatan, yurt, özlem, gurbet, gurbet el” gibi terimler de de¤erlendirilecektir: 2.1. Göç terimleri i. göç < köç ED 693a, göç eyle- < köç- ED 694a Göç ve göç eyle- sözcükleri yüzy›llardan beri kullan›lagelen eskicil sözcüklerden biridir. Geçmiflten günümüze yo¤un olarak “gezmek, dolaflmak, hareket etmek” anlamlar›nda kullan›l›rken bu süreç içerisinde anlam genifllemesine u¤rayarak; “oturdu¤u yerden baflka bir yere gidip yerleflmek” anlam› baflta olmak üzere, “sefere ç›kmak, ava ç›kmak ve ölmek” gibi anlamlarda da kullan›lm›flt›r. 1. oturdu¤u yerden baflka bir yere gidip yerleflmek, göçmek: Ve oradan göçip do¤r› gendi saray›na daxil ol›r. (15. Sultan Hasekini_ Fas›l› ‹2 144) Anide padiflaha haber yeriflir ki, q›z›_ saraylar› yerinden göçmifl. (16. Aq›beti Xay›r Çobann›_ Masal› ‹ 163) Sabah ol›nca qar›s›ylan beraber ye_i rubalarda dutdu¤› eve göçdiler. (17. Ba¤datl› Cerah Hasan’n›_ Masal› ‹ 175) Yana bafltan düfltüm yanan otlara Atefle dutuflt›m yanar a¤lerim Benim Mah›m göç eylemifl yurdundan Yurdun› gördükçe yanar a¤lar›m (153. Mahi Mehri ‹ 322) gene göç eyledi gülü_ hayran›, getirme gö_lü_e qay¤uy› ¤am› gidem ¤urbet ele sürem devran›, gidem ¤urbet ele qalam bir zaman (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 15) Kahya beg bir ‘ay qadar durm›fl Paflan›_ yan›nda so_ra ‹stambul’a göç edip gitmifl, icab›ndan. (4. ‹brahim Paflan›_ Masal› ‹ 59) 2. sefere ç›kmak: Güvey padiflah bu haberi almas›ylan der-halt sefere tedarik eyleyip, cem‘i askerin ve etbas›n beraberine al›raq sefere göç eyledi. (15. Sultan Hasekini_ Fas›l› ‹ 137) GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 156 3. Ava ç›kmak. Padiflah›m bizler flehzade efendimiz ile ava göçe gittigimiz vaqit, qara da¤›_ dibinden bir yol dutup ve hiç birimizi de beraber almayaraq savufltu. (14. fiah ‹smayil ile Gülüzar›_ Masal› ‹ 102) 4. ölmek. Bütün dünya göçe gider, zekat veren sefa eder. (2. Zarp› Mesele b ‹ 219) Aqubet Haq taraf›ndan ömir ziyade vefa vermeyip bu meflhur veziri ahrete göç eyledi... (15. Sultan Hasekini_ Fas›l› ‹ 126) 5. gezmek, dolaflmak. Taman’dan hep bezir¤an gelir geçer, onlarda hergez gendi kefince göçer, misqal ilen yer direm ilen s›çar, Arap yüzlü gögeylerin sehir eyledim (4. Destan ‹ 238) Haçan ç›_ sabah olunca Cemi‘ göçe had›r yola (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 449) Gene ord› qalqar birden fiamatalan göçe gözler Devflirir çad›r›n yerden (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 452) ⁄urbet olm›fl gezer azat Al›flm›fl ol göçe çoqtan (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 458) ⁄urbetler göçmifller yola Qalqm›fl onlarlan gizlice (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 464) ii. yurt < yurt ED 958a 1. Bir halk›n üzerinde yaflad›¤›, kültürünü oluflturdu¤u toprak parças›, vatan; 2. Memleket; 3. Bak›ma ve bar›nmaya muhtaç bir grup insan›n oturdu¤u, yetifltirildi¤i veya bak›ld›¤› kurum; 4. Göçebe Türklerin oturdu¤u çad›r; 5. Ö¤rencilerin kald›¤›, bar›nd›¤› yer; 6. Diyar; 7. Bir fleyin ilk veya çok yetifltirildi¤i yer, vatan; 8. Yörüklerin k›fl›n veya yaz›n oturduklar› yer; 9. Sahip olunan arazi, emlak. vatan < Ar. ___ va_an 1.yurt s›la < Ar. ___ _›l_ GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 157 1. Bir süre ayr› kald›¤› bir yere veya yak›nlar›na kavuflma; 2. Gurbetteki bir kimse için do¤up büyüdü¤ü ve özledi¤i yer; Yurt sözcü¤ünün Türkçe sözlükte dokuz anlam› bulunmaktad›r. Sadece bu anlamlara bakarak bile bu sözcü¤ün insan yaflam›nda ne kadar önemli bir yere sahip oldu¤unu söylemek mümkündür. Yine bu anlamlarda, atl› göçebe kültürden yerleflik hayata de¤in izler bulmak da mümkündür. Bir yerde “göçebe çad›r›” anlam›nda kullan›l›rken ça¤dafl Türk toplumunda ihtiyaçlardan kaynaklanan “bak›mevi ve ö¤renci yurdu” anlamlar›nda kullan›l›yor olmas›, yukar›da belirtildi¤i gibi, geçmiflten günümüze u¤rad›¤› anlam genifllemesine örnektir. Atl› göçebe hayat›n izleri dil ve edebiyatta yo¤un olarak görülmektedir. Öyle ki göç ve göçmek “sefere ç›kmak, ava ç›kmak, ölmek, gezmek, dolaflmak”, yurt “çad›r” sözcükleri kullan›l›rken vatan, gurbet el, s›la, hasret gibi terimlerin kullan›lm›yor olmas› da bu sözcüklerin dil ve edebiyata yerleflik hayata geçtikte sonra kullan›l›yor oldu¤unun göstergesidir: Emir eyle bizi yurd›m›za götüreler (16. Aq›beti Xay›r Çobann›_ Masal› ‹ 167) Çoq flükirler buzda gördik bu yurdu Beni bu gün ¤aflet bast› uyurd›m Önce Arap erqardafl›na buyurd› Al m›zra¤› qoltu¤›na göred gidi hey (33. Köro¤l› ‹ 269) Bizim yerden qufllar uçar Vard› sizi_ yurda düflti Ara_›za ¤arip düflti ‹mdat eyle vezir q›z› (53. Da¤›stanl› ‹ 279) Mal›m milkim yerim yurdum emanet olsun Yeni yar sevmiflsin ‘a a nazl›m mibarek olsun Sa¤ ol ‘a a sevdigim sa¤ ol mevlam kerimdir ⁄am çekip qasavet edme son› benimsin (64. Qoflma ‹ 284) Qarfl›da görünür bir büyük ordu, mevlam bana verdi bu aflq› derdi Gitti Gülüzar’›m bofl qald› yurdu aman Allah aman sen imdat eyle (14. fiah ‹smayil ile Gülüzar›_ Masal› ‹ 110) ‘Arife tarif mi gerek? Hiç flübhem yoq sen a¤lad›_ Düfldi_ sen ‘âlemden y›raq Terk etdi_ vetan›_ yurd›_ (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 455) Ba¤dat emifl qoç yigiti_ vetan›, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 158 aramazlar ¤urbet ele gideni Aq güli_ yerine qara dikeni, derem de eglenem belki gelmenem (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 12) Qarib bilbil ne gezersin çöllerde, nice bir yaslanam qurbet ellerde tezelden sevlenirim dillerde, ›flq edelim gönül s›laya do¤ru Qalq gidelim gönil vetana do¤ru Qarib bilbil ne gezersin havada, yavrular›_ harzu çeker yuvada Gendim qurbet elde gözler s›lada, ›flq edelim gö_ül s›laya do¤ru Qalq gidelim gö_il vetana do¤ru Bilbil ne yatars›n bahar yeriflti, q›rm›z› gül ‘al yana¤a qar›flt› S›lada sevdigim hat›r›ma düfltü, ›flq edelim gö_ül s›laya do¤ru Qalq gidelim gö_ül vetana do¤ru Bilbil ne yatars›n çuqur ovada, yavrular›_ öksüz qald› yuvada Gece gündüz harzuman›m s›lada, ›flq edelim gö_ül s›laya do¤ru Qalq gidelim gö_ül vetana do¤ru Yere urdum nam›s›m›, ar›m›, harc ederim elimdeki var›m› Kim a¤letir benim Sine’m yarimi, ›flq edelim gö_ül s›laya do¤ru Qalq gidelim gö_ül vetana do¤ru Bizim yerni_ melevflesi top biter, iner dallar›na bilbiller öter S›lan›_ topra¤› gözüme düter, ›flq edelim gö_ül s›laya do¤ru Qalq gidelim gö_ül vetana do¤ru (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 29) Onlar edi dört göfleyi yürüden, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 159 cigerçigim ›flq otuna eriden Bilmez isen bari haber al geriden, pek uzaq qald›rma vetandan medet (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 30) Ben nerede qald›m vetan nerede, can›m ç›qt› ta buraya gelende Qo desinler Qarib öldü orada, iflimiz Allah’a qald› neyleyim (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 30) fiükür ¤afletten oyand›m, hoflça gördüm vetan seni Gül qoqar sa¤› sollar›, hoflça gördüm vetan seni Örüldü saçlar örüldü, gerdan üstüne buruldu fiah Sine köflki göründi, hoflça gördüm vetan seni Güzelleri_ can盤›d›r, bad› eser zilfi_ da¤›t›r fiah Sine’mi_ topra¤›d›r, hoflça gördüm vetan seni Qaribim geldi_ eli_e, mayilim flirin diline Sar›lam ince beline, hoflça gördüm vetan seni (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 31) Qaracao¤lan gelir bunlar›n vetan›na. Bu perü q›zlar› ç›qar qarfl›s›na selam verirler götürürler gendi vetanlar›na girer içeri baqar üç q›z var qoca s›rça saraylar yalan dünya cenneti, o¤urlar nereye dedikte q›zlar, Qaracao¤lan tamam›n sevlemez, bu q›zlar derler ki biz bilemiz seni_ nereye vard›¤›n, o hesab digil. (2. Qaracao¤lan ilen ‹smixan Sultan ‹ 39) Felek yad etti elimden, ay›rd› nazl› yarimden Ayr› düfltüm vetan›mdan, misafirim beli_ da¤lar (2. Qaracao¤lan ilen ‹smixan Sultan ‹ 52) Ben taz›m› bunda sald›m cerene, kül old› vicud›m döndü püryana GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 160 Terk eylemifl vetan›n gitmifl bir yana, yayla benim Gülüzar’›m gördün mi (14. fiah ‹smayil ile Gülüzar›_ Masal› ‹ 107) Orada qaviller biraz güç olma sebeb ifli tekmil eda etmeyi_ qabili olmay›p, flimdi vetan› geri dönmek niyetindeyim. (15. Sultan Hasekini_ Fas›l› ‹ 139) Aq›bet sabah ol›nca arslan yerinden qalq›p gene flikara gözledigin gördigiylen o¤lan Allaha bi_ flükür ederek, direki_ tüpesünden enip sa¤›na sol›na baqaraq, ve q›zdan hem ve hem sevdas›ndan vaz geçip, daban quvet vetan nerdesin dedi. (16. Aq›beti Xay›r Çobann›_ Masal› ‹ 148) ‹sterim ki bu daqiqada bizler ve saraylar her bir eflyalar ile birlikde buradan qalq›p Bursa’da iptidaki vetan›m›za ve evvelki yerde qurula bevle deyince, hemen devler bafl üzere sultan›m deyerek, onlar›_ gendisin, hem saraylar›n topun birden durdu¤› gibi yerinden qald›r›p Bursa’da eski yerine qurd›lar. (16. Aq›beti Xay›r Çobann›_ Masal› ‹ 167) Ah vah eyleyip gün günefl fiaflt› cem‘i cümle insan Çeker hasret vetan›m›z Ya rebi sen Kefe’den qutar (2. Kefe Semahisi ‹ 249) Qarfl› da¤lar geçilmez mi Uzaq vetan seçilmez mi Bunda cerrah bulunmaz m› Melhem urm›fl vezir q›z› Qarfl›ki da¤dan geçilmez Uzaqt›r vetan seçilmez Bunda hekim cerrah olmaz A¤leyelim vezir q›z› (53. Da¤›stanl› ‹ 279) Muhabbet cam›n› nufl edip qand›m Vücud›m dutuflt› kül olup yand›m Iflq›na düflenli mecnuna döndüm O¤r›na vetan›m çöller efendim (92. Gevheri ‹ 296) Girdim girdim yolum dükenmez Dönerim baqar›m vetan görünmez Doldurd›m badeyi zeher içilmez Hasret q›yamete qald› ya ben neyleyim (102. Afl›q Ömer ‹ 301) ⁄aripçe ¤aripçe öter bilbiller Ötme bilbil ötme gönil flen digil GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 161 ‘Ezelden sevmez edim bevle vetan› Qalq gidelim qonuflacaq yer digil (116. Gevheri ‹ 306) Diyar› ¤urbete düfltim Ba‘id old›m vetan›mdan Enisem hem demim yoqt›r Osand›m datl› can›mdan (303. Afl›q Ömer ‹ 391) ……… Diyar› ¤urbete düfltim Ba‘id oldum vetan›mdan Enisim hem demim yoqt›r Osand›m datl› can›mdan (303. Afl›q Ömer ‹ 392) Topra¤› vetan› dutup Nece y›l yatsaq gerek Nazik ten topraq içinde Yatma¤a flübhe_ mi var (308. Vilayeze ‹ 394) …….. Saray›_ bir çat semtinde Buyur›lm›fl q›za vetan Sahih ol gendi vetanda Edi bir melek digil tan …………… (Bahçe Saray Çeflmesi (Puflkin) ‹ 433) ‘Arife tarif mi gerek? Hiç flübhem yoq sen a¤lad›_ Düfldi_ sen ‘âlemden y›raq Terk etdi_ vetan›_ yurd›_ (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 455) …… Hatta ki gendi_ soy-zade Naml›d›r vetan›_ asl›_ Lakin bilesin ey o¤›l Olma azat halqdan ayr› …… (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 456) ……. Arzlarken vetan› yurd› Merhum olunca ol ‘aziz Vasiyet eylemifl ‘ele Olmaya yat elde semtsiz Kemiklerim sakin ola! Yeter sa¤ iken ben bunda Sürgin düfltim qald›m serhad GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 162 Bari arz›man vetanda Kemiklerim yata rahat …… (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 457) Hac› Abrek: Dah›n sual: Ayr› düflenli çoqdan Hiç gelmez mi baz› hatr›_a vetan (Tesellah (Puflkin) ‹ 483) “Rahat ederiz tez- vetan› mayil “Doq›t›r›m sana- s›rma dizgini “Daqar›m boyn›_a alt›n hamay›l “Çay›r- çimen, savuflt›r›r ezgini (Tesellah (Puflkin) ‹ 488) Yat semtlere serhat, vetandan ayr›! Görmemifl, bilmemifl ev halq› qayr›!.... (Hac› Abrek (Lermentof) ‹ 496) Bulmaz bu faqirler rahat mezar› Arz›man vetanda kilse havl›s› Pederler qoflt›! O_lar üzeri Gelmez ana, bac›, dost, aqrabas› (Hac› Abrek (Lermentof) ‹ 500) Radloff derlemelerinde dikkati çeken bir di¤er kullan›m da baba yurt kullan›m›d›r. Yayg›n olarak kullan›lan anayurt, anavatan kullan›mlar›ndan farkl› olarak yurt, baba olarak nitelenmifltir: Hacetim ne baba yurda vetana? Haq ihsan› dünya bir ucdan uca Qudreti_ her yerde tuaf hikmeti Gündüz parlar günefl, ‘ay ›fl›¤› gece Burda da flenletir nece her semti Baba yurd› vetan yoqt›r gö_ile Ol uçan qufl misli, uça flen ola (Tesellah (Puflkin) ‹ 484) …… ‹flte orda vetan, ne mutl› bize Nerdeki müflterik emniyet sevda iii. hasret < Ar. ____ _asret, hasretlik < Ar. _asret T. +lik, gurbet < Ar. ____ _urbet, gurbet el < Ar. _urbet T. el do¤up yaflan›lm›fl olan yerden uzak yer, gurbetlik. K›r›m yar›madas›nda yaflayan halklar genellikle zorunluluktan kaynaklanan göçler yaflam›fllard›r. Yurtlar›n› terk etmek zorunda kalm›fllar, ¤urbet ellerde duyduklar› sevgili, anne-baba, s›la hasretiyle yan›p tutuflmufllard›r. Genç yi¤it kimi zaman sevgilisini aramak kimi zaman da sevgilisine kavuflmak için bafll›k paras› kazanmak amac›yla gurbete ç›km›fl ve bir süre gurbet elde kalm›flt›r. Bu amaçlarla yap›lan göçleri serbest göç kategorisinde de¤erlendirmek yerinde olacakt›r. ‹flte bu göç neticesinde çekilen hasret, hasretlik zaman zaman o denli dayan›lamayacak ha- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 163 le gelmifl ki âfl›k saz› eline al›p duydu¤u özlemi, yüre¤inde yanan atefli dile getirmifltir. Gurbet ancak s›laya ve sevdiklerine duydu¤u özlemle gerçeklik kazand›¤›ndan daima olumsuz yönleriyle ele al›nm›flt›r. Oysaki yabanc› bir memlekete vararak oran›n insanlar› ve topra¤›yla zenginleflmenin say›s›z avantajlar› da vard›r. Âfl›k gurbeti bir yak›nma, sürekli bir iç dökme olarak yaflad›¤›ndan bu avantajlar› dile getirmemifltir. Öyle ki afl›¤›n al›n yaz›s› olan gurbetlik, halk gelene¤inde yarat›c›l›¤›n temel kofluludur (Gürsel 1996). fiinden so_ra hasretliktir her iflim, asla sönmez yüregimden ateflim Geldigim gözetsin yarim yoldafl›m, izin ver gideyim ¤urbet ellere (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 14) Aqça Q›z dedi ki ne olacaq bafl›m›z s›qlete qalm›fl, gözümüz qararm›fl, hasretimiz ahrete q›yamete qalm›fl, yâri_ geçinmifl. (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 23) Elimiz yapuflt› ocaq dafl›na, degirmenler döner gözüm yafl›na Hasret oldu sevdigimi_ efline, ara bul Qarib’im yolla tez gelsin (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 24) Çekilen hasretlik hele ki sevgiliye olursa âfl›¤a yaflataca¤› ac› o denli büyük olur ki en güzel alk›fl- hay›r dua Allah hasretine kavufltursun olur. Burada bahsedilen ne ana-babaya ne de vatana duyulan hasrettir! Allah hasreti_e qavuflt›rup m›rad›_› has›l eylesin deyerek qalqt› yoluna gitti. (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 28) Murat Pafla Allah Te‘ala onlar gibi cümlemizi hasretimize qavuflt›r›p eyi gönül muratlar›m›z› has›l eyleye. (2. Qaracao¤lan ilen ‹smixan Sultan ‹ 56) Zira ben Pafla’ya q›rq y›ll›q qul oldum dedigin ve nasl› ol›p Pafla’dan qulluqtan qutulup, o günü Pafla’n› hasretine qavuflturup ve ecelden qutulup Pafla’n›_ ökesin yat›r›p geri döndükte evine, o Arap üy yesini q›zn›_ yor¤an›n›_ üstüne görüp farq›na varmay q›zn›_ göz aflnas› var iken deyüp q›z› qar¤ad›m. (2. Qaracao¤lan ilen ‹smixan Sultan ‹ 56) So_ra kervanc› bafl› dedi ki flun›_ mektub›n al›p kim ki Dahir’ge götürip verirse eki hasreti bir biri ilen görüfltürse bi_ alt›n vereyim dedi. (6. Dahir ilen Zöhrenin Masal› ‹ 65) Dahir de dedi ki Türdü’ge buraq beni gideyim, ben bir afl›q›m andi gideyim hasretime. (6. Dahir ilen Zöhrenin Masal› ‹ 65) GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 164 ‹flte geldim Mardin’den, dolaflt›m köflkü_ ard›ndan Yedi y›l hasretlik çektim, Zöhre’m seni_ derdi_den (6. Dahir ilen Zöhrenin Masal› ‹ 66) ‹flte geldim Mardin’den, dolaflt›m köflkü_ ard›ndan Yedi y›l hasretlik çektim, gene geldim derdi_den (6. Dahir ilen Zöhrenin Masal› ‹ 66) Hasrete kavuflmak hay›r dua olurken sevgililerin hasretlerine sebep olan kifliler de u¤ursuz say›lm›fl karg›fla- bedduaya u¤ram›flt›r: Cad› qar›n›_ boq can›na olsun, imans›z, o¤urs›z hasretlerine sebeb old›. (6. Dahir ilen Zöhrenin Masal› ‹ 74) Selvi boylu huru melek, beni hasret qoma felek fiah ‹smayil eder dilek, ben Gülüzar’dan ‘ayr›ld›m (14. fiah ‹smayil ile Gülüzar›_ Masal› ‹ 102) Ne babam derdimi a_lar, bu hasret cigerim da¤lar Ben giderim annem a¤lar, imdat eyle Haq yarabbi (14. fiah ‹smayil ile Gülüzar›_ Masal› ‹ 106) ben senin derdini bilsem gerektir, hasretimi senden alsam gerektir qolum oynar q›l›ç çalsam gerektir, sevle peri nedir derdi_ bileyim (14. fiah ‹smayil ile Gülüzar›_ Masal› ‹ 109) Ben onu bulmad›qtan so_ra benden kimseye meded olmaz ve hem onu_ hasreti içerimi yaq›yur. (14. fiah ‹smayil ile Gülüzar›_ Masal› ‹ 111) Efendim çoq zamand›r bir birinize hasretlik çekmiflsiz, geli_ flurada bir miqtar Gülüzar Han›m ile sar›l›p yat›_ ben sizi baqar›m dedikçe hemen fiah ‹smayil q›z ile qucaq quca¤a gelip ve elleri dahi biri birine sar›l›p yatt›lar. (14. fiah ‹smayil ile Gülüzar›_ Masal› ‹ 116) Siz ise cariyeyi al›qod›_›z evle ki flehzadeyi_ kefsizligini_ bafl sebebi cariyeyi_ hasretligidir. (15. Sultan Hasekini_ Fas›l› ‹ 144) Ve o günden q›rq gün ve q›rq gece ‘azim ‘izzet ve saltanat ile dügin derya edip çoban q›z› aldu ve hasretine qavuflt› ve datl› ömir ile zevq sefa ve muhabbetlikde qarq GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 165 oluraq sarayda devran sürmede ol›rlar. (16. Aq›beti Xay›r Çobann›_ Masal› ‹ 153) Tek benim bu murad›m› has›l eyleyip beni hasretime qavuflturas›n. (16. Aq›beti Xay›r Çobann›_ Masal› ‹ 157) fiah Sine’den ayr›lma hasreti on› yaqar, yand›r›r. (16. Aq›beti Xay›r Çobann›_ Masal› ‹ 163) Çekilen hasret kimi zamandan ayr› kal›nan vatana, s›laya olmufltur. Ah vah eyleyip gün günefl fiaflt› cem‘i cümle insan Çeker hasret vetan›m›z Ya rebi sen Kefe’den qutar (2. Kefe Semahisi ‹ 249) Bir giderim bafl ard›ma baqar›m qozum aman baqar›m Gözlerimden qanl› yafllar dökerim efendim dökerim Hem hasretlik hem ¤urbetlik çekerim qozum aman çekerim Var sevdigim aç›q olsun yollar›_ efendim yollar›_ Ben vaz geçtim saran sürsün demleri_ efendim demleri_ (67. Türkü ‹ 285) Elveda der deli gönil elveda hey Bafl yast›qda ‘ela gözler yuquda hey hey Gelse yârim görse beni bu halde hey Qald›m ¤urbet elde viran çölle[r]de hey hey Aç›l da¤lar ben s›lama varay›m hey hey S›ladaki hasretimi göreyim hey hey (163 Türkü ‹ 328) Nam vermez mi hasret do¤d›¤›_ yurddan? Ol meflhur semt- ‘ayd›n kökli Da¤›stan (Tesellah (Puflkin) ‹ 484) Qarib bilbil ne gezersin havada, yavrular›_ harzu çeker yuvada Gendim qurbet elde gözler s›lada, ›flq ede edelim gö_ül s›laya do¤ru Qalq gidelim gö_il vetana do¤ru (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 29) iner dallar›na bilbiller öter S›lan›_ topra¤› gözüme düter, ›flq edelim gö_ül s›laya do¤ru Qalq gidelim gö_ül vetana do¤ru (1. Afl›q Qarib ilen fiah Sine’ni_ Türküsi ve Masal› ‹ 29) GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 166 Hem flehzadeden üç evlad› olup s›laya arzu eyleyince, flehzade Sultan Han›m’› ve çoc›qlar›ylan birlikde kör vezire havale ederek yola revan eylemesin, burda dervifli_ biri apans›z halsiz ol›raq. (18. fiamfla Han›m›_ Masal› ‹ 196) Evlerin gördüm tuladan Mevlam saqlas›n beladan Gezerim mecnun misali ‘Ayr› düflenli s›ladan Qurbet ellere düflenli fior bazar› dört göfleli Çamurdan asla geçilmez Mahlesi tahta döfleli (4. Laqflivan Türküsi ‹ 251) Demircio¤l› der ki yaradan can› Gel azat eyleyi_ bu dertten beni S›laya gidersem anar›m seni Çarfl›s› bazar› güzel ‹stanbul (17. Köro¤l› ‹ 262) Hey a¤alar hey begler amilim az¤›n S›n›qt›r qalbimi_ ‘aynas› boz¤un Ya bafla devlet ya lefle quz¤un Bana s›lam da bir ¤urbet el de bir (33. Köro¤l› ‹ 269) S›laya yollad›m yâri Haberi gelmedi bari Qoynundaki cifte nar› Uzun boylu saran gelsin Orta boylu seven gelsin (88. Türkü ‹ 295) Bafl yast›qda ‘ela gözler yuquda hey hey Gelse yârim görse beni bu halde hey Qald›m ¤urbet elde viran çölle[r]de hey hey Aç›l da¤lar ben s›lama varay›m hey hey S›ladaki hasretimi göreyim hey hey (163. Türkü ‹ 328) Zaman zaman gurbetlik çeken kifli s›laya dönme sevdas›ndan vazgeçmifl, göçtü¤ü yeri kendine yurt edinmifl, bir k›zla evlenerek orada kalm›flt›r: Helbet q›smet sana buradad›r, gel sana burada bir q›z al›p verelim s›laya dönme sevdas›n bafl›ndan def eyle uzatmas›ylan bu deliqanl› dostlar›_ sohbetinden ç›qmam›fl ve onlar minasib bulduqlar› bir kimseyi_ q›z›n begenmesiylen, evlendi ve orda qald›. (17. Ba¤datl› Cerah Hasan’n›_ Masal› ‹ 168) GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 167 Bütün bu terimlerden farkl› olarak gurbetler “Çingeneler” anlam›nda kullan›lm›fl, hatta Puflkin’in eserinden bu adla bir tercüme yap›lm›flt›r (s. 449-470). Sürekli göç halinde olup bir yere ba¤l› kalmaks›z›n yaflayan Çingenelerin de yaflam tarzlar›na uygun olarak gurbetler olarak adland›r›lmas› oldukça dikkat çekicidir. ⁄urbet olm›fl gezer azat Al›flm›fl ol göçe çoqtan (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 458) ⁄urbetler göçmifller yola Qalqm›fl onlarlan gizlice (⁄urbetler (Puflkin) ‹ 464) 2.2. Göç yollar› ve karfl›lafl›lan zorluklar: Göçler kara ve deniz yoluyla yap›lmaktad›r. Kara yolu ile yap›lan göçlerde yolculuk, aylarca sürmektedir (Erkan 1996: 78). ‹ncelenen metinlerde göçün, yap›ld›¤› dönemde hangi koflullarda gerçekleflti¤ine dair ipuçlar› da bulunmaktad›r. Öyle ki yap›lan göçler at s›rt›nda günlerce sürmektedir. Göç eden kiflilerin yanlar›na ald›klar› az›klar›, ekmekleri bile kurumaktad›r. Günlerce sürdü¤ü için hem atlar›n hem kiflilerin dinlenmesi gerekmekte, konarak göçerek yap›lmaktad›r. 1878 y›l›ndan itibaren göçlerin devam etti¤i dönemde birkaç defa kolera salg›n› bafllam›fl ve göçmenler bundan zarar görmüfllerdir (Erkan 1996: 86). Karfl›lafl›lan güçlükler neticesinde kimi zaman sa¤ selamet var›lacak yere ulafl›lmakta, kimi zaman ise bu yolculuk yar›da kalmaktad›r. Hac› Mustafa o¤l› ile beraber ekisi eki ata binmifl, üçünci at›_ üzerine bir qavas defterleri hem kumanya at›_ s›rt›nda ba¤l› iken göçerek qonaraq, aq›bet sa¤ selamet gelip fiam’a daxil old›lar. (18. fiamfla Han›m›_ Masal› ‹ 180) Derelerden sel gibi tüpelerden yel gibi göçerek qonaraq quru ekmek yiyerek ne hal ise on befl gün deyince aq›bet yats› mahali Haleb’e gelip daxil ol›r. (18. fiamfla Han›m›_ Masal› ‹ 195) 3. Sonuç: K›r›m’da yaflayan Türk topluluklar›ndan Tatarlar baflta olmak üzere Karay Türkleri, Nogaylar ve K›r›mçaklar farkl› nedenlerle birçok göç yaflam›fllard›r. Yukar›da da belirtildi¤i gibi bu yaflanm›fll›¤›n izleri, halk edebiyat› ürünlerine büyük oranda yans›m›flt›r. Yaflayan dil ve edebiyat, kültürel ve toplumsal zorunluluklarla birlikte geliflim ve de¤iflim göstermifltir. Yaflam koflullar›na paralel olarak sözcüklere verilen anlamlar da de¤ifliklik göstermifl, kimi zaman sözcüklerde anlam daralm›fl kimi zaman genifllemifltir. Kaynakça Aktayeva, Gulaikhan, Q›lc›’s Mejuma, Adam Mickiewicz Üniveristesi, Doktora Tezi, Poznan-Poland 2007. Aslanapa, Oktay, Sanat›, Tarihi, Edebiyat› ve Musikisiyle K›r›m, Yeni Türkiye Yay›nlar›, Ankara 2003. Baskakov, N. A., Zayançkowski, A., Karaimsko-Russko-Polskiy Slovar, Moskva 1974. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 168 Çulha, Tülay, K›r›m Karaycas›yla Yaz›lm›fl Bir Mecuma, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 2008. —, Karaycan›n Söz Varl›¤› ve Karayca Türkçe Sözlük, Dil ve Edebiyat Dizisi, Kebikeç Yay›nlar›, ‹stanbul 2006. Erkan, Süleyman, K›r›m ve Kafkasya Göçleri (1878-1908), KTÜ, Kafkasya ve Orta Asya Ülkeleri Uygulama ve Araflt›rma Merkezi, Trabzon 1996. Gözayd›n, Ethem Feyzi, K›r›m, K›r›m Türklerinin Yerleflme ve Göçmeleri, Vak›f Matbaas›, ‹stanbul 1948. Gürsel, Nedim, “Sürgün ve Yaz›n”, Sürgün Edebiyat› ve Edebiyat Sürgünleri, Haz: Feridun Andaç, ‹stanbul 1996, s. 29-30. Kurat, Akdes Nimet, “Alt›n Ordu Devleti”, Türk Dünyas› El Kitab›, Ankara: TKAE Yay›nlar›, 1976, s. 932. —, IV. ve XVIII. Yüzy›llarda Türk Kavimleri ve Türk Devletleri, Ankara: TTK Bas›mevi, 1972, ss. 35-36. McCarthy, Justin, Ölüm ve Sürgün, Çev: Bilge Umar, ‹nk›lâp Yay›nlar›, Ankara 1998. Özenbafll›, Ahmet, Çarl›k Hâkimiyetinde K›r›m Facias›, Çev: ‹smail Otar, Eskiflehir 2004. Radloff, Wilhelm, Proben der Volkslitteratur der Nördlichen Türkischen Stämme, Cilt VII, 2. bask›, St. Petersburg: Akademi Yay›nlar›, 1896. Saydam, Abdullah, K›r›m ve Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK Bas›mevi, Ankara 1998. Türkçe Sözlük, Ankara: TDK Yay›nlar›, 2005. Türk Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu, ‹stanbul 1962. Yalç›n, Cemal, Göç Sosyolojisi, An› Yay›nlar›, Ankara 2004. Dipnotlar 1 Dikici Türklerin tarih boyu yapm›fl olduklar› göçlerin yurt aray›fl›ndan kaynakland›¤› için Türkleri göçebe, göçmen olarak nitelendirmenin yanl›fl oldu¤unu ileri sürmektedir. 2 ‹. K›saltmas›, örne¤in Proben’in ‹brani harfli bölümünde yer ald›¤›n› göstermektedir. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 169 Göktürk ve Uygur Göç Destanlar›na Arketipsel Bir Yaklafl›m Aynur Koçak - Çi¤dem Mollaibrahimo¤lu Girifl irçok safhadan geçerek flekillenen bir edebi tür olan destanlar, ait olduklar› millete has özellikler tafl›r ve eski ile yeni aras›nda ba¤ kurar. Destan›n oluflmas› toplumu derinden etkileyecek bir olay›n yaflanmas›yla gerçekleflir. Bu, o toplumu hem fiziksel hem de psikolojik olarak derinden etkileyecek nitelikte bir olay olmal›d›r. ‹flte, bir toplumu böyle derinden etkileyen önemli olaylardan biri de göçtür. Milletlerin sosyal, ekonomik ya da siyasal nedenlerle yer de¤ifltirmesi olarak aç›klanan göç olgusu özellikle, yaflanan bozulmalar›n ard›ndan gerçekleflir. Göç ile amaçlanan bozulmufl sosyal, siyasal ya da ekonomik mekanizmay› yeniden düzene sokmakt›r. Türk tarihi incelendi¤inde Türklerin çeflitli nedenlerle göç etmek zorunda kald›klar› görülür. Göç etmek zorunda kalan bir millet yaflad›¤› bu önemli olay› do¤ald›r ki anlat›lar›na yans›tacakt›r. Ait olduklar› millete has özellikler tafl›yan, halk›n dilinde anlat›larak günümüze ulaflan, eski ile yeni zamandakiler aras›nda ba¤ kuran göç destanlar› da bir yandan gurbeti anlat›rken bir yandan da yeniden do¤umu müjdelerler. Bu çal›flmada Türklerin zengin destan koleksiyonu içinde yer alan “göç destanlar›” farkl› bir yaklafl›mla de¤erlendirilecektir. Simgesel anlam›n çözülmesinde yararlanabilinecek uygun ve ça¤dafl yöntemlerden biri olan arketipsel yaklafl›m, temel ilkelerini Jung’çu psikolojiden (1968, 1969a) ve Neumann’›n, bilincin geliflmesinde arketipsel evreleri saptamakta uygulad›¤›, modern derinlik psikolojisinden (1969) al›r. Psikanalitik okulun yaklafl›m›nda esas, bir iflaretin arkas›na, derinine girmektir (Freud 1989, 1996; Jung 1966, 1968, 1969; Neumann 1955, 1973; Fromm 1950, 1990). Modern psikolojinin önemli temsilcilerinden Jung’un arketiplerle ilgili kuram›, destan ve masal gibi edebi metinlerin çözümlenmesine ve metinlerin ait oldu¤u milletin ve insanl›¤›n geçmifline ait ipuçlar›n›n ortaya ç›kar›lmas›na katk›da bulunmaktad›r. Destan›n oluflum sürecinin eski olmas›, evrensel konu ve sembolleri içermesi, B GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 170 arketipsel yaklafl›mla kesiflmektedir. Kesiflim noktalar› bizi, en evrensel konulardan biri olan göçü anlatan Uygurlar›n “Göç Destan›” ile Göktürklerin “Ergenekon Destan›”nda karanl›kta kalanlar› ayd›nlatmaya, yüzeyde de¤erlendirilenleri derinlemesine aç›klamaya yönlendirmifltir. Bu ba¤lamda çal›flmada destanlar psikolojik yöntemin içerdi¤i “arketipsel yaklafl›m”la (archetypal approach) incelenecektir. 1. Türeyifl ve Göç Destanlar› Göç her ne kadar bulunulan zamana en yak›n, en bask›n faktörlerin etkisiyle gerçeklefliyor gözükse de, göçün farkl› olaylardan meydana gelen bir geliflim süreci vard›r. Sembol çözümlemelerinde birçok fleyin birbiriyle ba¤lant›l› ve anlaml› bir dizgi oluflturdu¤u en temel ilkelerden biridir (Saydam 1997:109). Bu nedensel ba¤lant›dan dolay› Uygur ve Göktürklerin “Göç Destanlar›”n› Türeyifl Destanlar›yla birlikte ele almak gerekmektedir. Türeyiflten göçe giden yol esas›nda varl›kla yokluk aras›nda uzan›r ve her yarad›l›fl de¤iflime ve yok olufla at›lan ilk ad›m› oluflturur. 1.1. Göktürk Göç Destan›: “Ergenekon Destan›” * Göktürkler ‹lhan döneminde oldukça güçlü bir durumdayd›. Daima girdikleri mücadelelerden baflar›yla ç›k›yorlard›. Bunu çekemeyen düflmanlar› Göktürkleri hileyle yenmeye karar verdiler. Savafltan sonra eflyalar›n› orada b›rak›p geri çekilmifl gibi yapt›lar ve Göktürkler kendi s›n›rlar›ndan öteye gittiklerinde aniden sald›rd›lar, Türkleri k›l›çtan geçirdiler. Bu savaflta yaln›zca ‹lhan’›n küçük o¤lu K›yan ve kardeflinin o¤lu Nüküz ile eflleri hayatta kalm›flt›. Bunlar savafltan sonra sürüleriyle birlikte da¤lara do¤ru yürüdüler, yüksek bir da¤›n bo¤az›na vard›lar. Buras› kimsenin kolay kolay gelemeyece¤i bir yerdi. Bu nedenle buraya yerlefltiler. Da¤lar›n aras›ndaki bu yerin içinde türlü türlü a¤açlar ve ›rmaklar vard›. Y›llarca burada geçimlerini sa¤lay›p yaflad›lar. Ancak y›llar geçtikten sonra K›yan ve Nüküz’ün nüfusu artmaya bafllad›. Dört yüz y›l sonra buraya s›¤maz bir hâle geldiler. Art›k buradan ç›k›p kendi yurtlar›n› geri alma zaman› gelmiflti. Ç›k›fl yolu için düflünmeye bafllad›lar. Bu dik da¤lar›n aras›ndan nas›l ç›kacaklard›? Bir demirci: “Ben bir yer gördüm. Orada demir madeni var, zannederim bir katt›r. E¤er onu eritirsek yol buluruz.” dedi. Oray› gidip gördüler ve bu fikri uygulamaya karar verdiler. Da¤›n etraf›na odun ve kömür y›¤d›lar. Tanr›’n›n da yard›m›yla demir eridi bir yüklü deve geçecek kadar yol aç›ld›. Oradan ç›kt›lar ve bu günü bir bayram ilan ettiler. Daha sonra düflmanlar›ndan yurtlar›n› geri ald›lar. 1.2. Uygur Türeyifl Destan› Cüveynî taraf›ndan tespit edilen Uygurlar›n “Türeyifl Destan›”na göre onlar›n türedikleri ilk yer Arkun (Orhun) nehri kenar›yd›. To¤la ve Selenge Kara-Korum çaylar›ndand›. Bu çaylar›n aras›nda iki tane a¤aç vard›. Bu a¤açlar›n k›fl›n dahi yapraklar› dökülmezdi. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 171 Bir gün bu iki a¤ac›n aras›na gökten bir ›fl›k indi. Ifl›¤›n inmesinin ard›ndan iki yandaki da¤lar yavafl yavafl fliflmeye bafllad›. Her gece buraya bir ›fl›k inmeye ve ›fl›¤›n etraf›nda da otuz flimflek çakmaya devam etti. Sonraki gün ayn› yerde kurulmufl befl çad›r görüldü. Bu çad›rlar›n her birinde bir çocuk oturuyordu. Her çocu¤un karfl›s›nda da onlar› doyurmaya yetecek kadar süt dolu emzikler as›l›yordu. Çad›r›n taban› da gümüflle döflenmiflti. Halk bu manzaray› görmüfl ve onlara karfl› diz çöküp sayg› göstermiflti. Bundan sonra çocuklar sütanne ve dad›lar yard›m›yla büyütüldü. Ancak çocuklar büyüyünce gerçek anne ve babalar›n› sormaya bafllad›lar. Bunun üzerine Uygur halk›, çocuklar› o a¤açlar›n yan›na götürdü. Çocuklar a¤açlara babalar›ym›fl gibi sayg› gösterdiler. Çocuklara büyükten küçü¤e Sonkur Tegin, Kotur Tegin, Tüker Tegin, Or Tegin ve Bökü Tegin adlar› verildi. ‹çlerinde en güzeli, sab›rl› ve ileri görüfllü olan›, tüm milletlerin dillerini ve yaz›lar›n› bileni Bökü Tegin han olarak seçildi. Uygurlar›n Çin kaynaklar›nda yer alan “Türeyifl Efsanesi” baz› noktalarda Cüveynî’nin tespit etmifl oldu¤u metinden ayr›l›r. Bu metinde kutsal bir ›fl›k Tolga ve Selenge ad›ndaki nehirlerin aras›na de¤il, bu nehirler aras›ndaki bir a¤aç üzerine iner. Ifl›k indikten sonra a¤açta bir fliflkinlik oluflur ve âdeta gebe bir kad›n›n karn›n› and›r›r. Bu ›fl›k a¤ac›n üzerine her gece inmeye devam eder. Dokuz ay, on gün sonra ise a¤açtaki fliflkinlik çatlar ve içinden befl çocuk ç›kar. Cüveynî taraf›ndan tespit edilen “Göç Destan›”n›n bafl›nda ise Uygurlar›n bafl›na geçecek olan kiflinin kurmaca olarak dünyaya gelifli benzer sembollerle flöyle anlat›l›r: Bir gün bir adam kendi yurdundaki iki a¤ac›n aras›na bir çad›r kurar. Bu çad›r›n içine de kendi çocuklar›na aralar›na birer mum koyarak oturtur.** Baz› kiflileri de toplayarak onlara bu acayip fleyi gösterir. Ayn› anda diz çökerek bu çocuklara sayg› gösterisinde bulunur, etraf›ndakilere de ayn› fleyi yapmalar›n› söyler. Cahil olan halk bu adama inan›r ve sayg› gösterisi olarak tap›n›r gibi yerlere kapan›r. Bundan sonra çocuklar büyük bir hürmet ve alaka içinde büyütülür. Belli bir zaman sonra da içlerinden biri han olarak seçilir. 1.3. Uygur Göç Destan› Uygurlar›n Çin kaynaklar›nda yer alan Göç Destan›’nda türeyiflten sonra Bögü Han’›n bafla getirilmesinden bahsedilir. Bögü Han yüksek bir kiflili¤e sahipti ve yurdunu çok iyi idare ediyordu. Kendisinden sonra otuz soyundan fazlas› Uygurlar›n bafl›nda kalm›flt›. Yü-lun Tigin, tahta ç›kt›ktan sonra Çin’deki T’ang sülalesi ile birçok savafllar yapt›. Kendi halk›n› bar›fla ve rahata kavuflturmak istiyordu. Bunun için de Çin saray›ndan bir k›z alarak aralar›nda akarabal›k kurdu. Bu yolla bar›fl› sa¤lad›ktan sonra ordusunu savafllardan çekti. Yü-lun Tigin’in o¤lu Ko-li ile Çinli prenses Chin- lien’le evlendirildi. Bu prenses Kara- Korum’da bulunan Pieh-li Po-li Ta adl› bir yer- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 172 de oturuyordu. Bu da¤›n güneyinde kayal›k bir da¤ daha vard›. Buran›n güney k›sm›nda da Kutluk Da¤ vard›r. Kutluk “‹yi talih ve saadet getiren da¤” demektir. Çinliler Kara-Korum’un kudret ve zenginli¤inin bu da¤ sayesinde oldu¤unu düflünüyorlar ve onu ele geçirmek istiyorlard›. Bunun için Tigin’den prensesleri karfl›l›¤›nda bu da¤› istediler. Tafllar› al›p gittiler. Bu tafllar›n götürülmesinden k›sa bir zaman sonra kufllarla hayvanlar tuhaf bir flekilde ba¤›rmaya bafllad›. Yü-lun Tigin on befl gün içinde öldü. Memleketin bafl›na çeflitli felaketler geldi. Halk rahat bir gün görmedi. Yü-lun Tigin’in ölümünden sonra onun yerine geçen ka¤anlar da arka arkaya öldüler. Bunun üzerine Uygurlar Turfan’a göç etmek zorunda kald›. Uygurlar bu yerlerde dokuz yüz yetmifl y›ldan fazla oturdular. 2. Türeyifl ve Göç Destanlar›nda “Anne Arketipi” ve “Monomitos” 2.1. Arketip Jung, insan ruhunun bilinç ve bilinçalt› olarak iki bölümden meydana geldi¤ini söyler. Bu bilinç ve bilinçalt› hem kiflisel hem de insanl›¤›n ortak yaflam alan›d›r. Arketipler, kolektif bilinçd›fl› olarak adland›r›lan alanda hâkim olan ilk imgelerdir. Bunlar atalar›m›zdan bize aktar›lan, kal›t›mla ilgisi olmayanlard›r. Bu terim tabii ki kal›tsal bir düflünceyi göstermeye çal›flmaz, daha ziyade psiflik iflleyiflin kal›tsal tarz›na iflaret eder ve tavu¤un yumurtadan ç›kmas›nda; bir kuflun kendi yuvas›n› kurmas›nda; bir eflek ar›s›n›n t›rt›l› sinir dügümünden sokmas›nda; deniz y›lanlar›n›n Bermuda’ya gidecekleri yolu kendi bafllar›na bulmas›nda oldu¤u gibi “do¤ufltan var olan biçim”e denk gelir. Bir di¤er deyiflle “bir davran›fl modeli” dir (Jung). (Jacobi 2002 :64). Jung’un deyimiyle, bir arketip ‘kal›t›msal bir düflünce’ de¤il, fakat esas itibariyle kal›t›msal bir iflleyifl tarz›d›r. ( Stevans 1999:52) Kolektif bilinç d›fl›n›n kiflisel bilinç d›fl›ndan farkl› olarak “de¤iflmeyen”, kiflisel hiçbir ilerleme ya da gerilemeden etkilenmeyen bir yap›s› vard›r. Esas›nda Jung’un üzerinde durdu¤u arketiplerin temeli Platon’un “idea” kavram›na kadar uzan›r (Jung 2005:17). Platon için ‘fikirler’ henüz yeryüzünde hayat bafllamadan evvel tanr›lar›n zihninde var olagelen safi zihinsel formatlard›r ve bunun sonucu olarak mutat dünyevi fenomenlerin ötesinde ve üstündedirler. Eflyan›n genel karakteristi¤ini tafl›malar›ndan dolay› kolektiftirler, fakat özgül görünümleri aç›s›ndan z›mnidirler. Arketipler tüm insanl›¤a mal olmalar› sebebiyle evrensel olan› kifliselle, geneli özelle kaynaflt›r›p, kifliye has bir görünümde ortaya ç›karlar. Jung’un arketiplerinin hedefe yönelik, dinamik özellikler tafl›yor olmas› onlar› Platon’un fikirlerinden farkl› k›lar. Hayat›n ak›fl› çevre ba¤lam›nda devinimini sürdürürken, arketipler de etkin biçimde kiflinin ve davran›fllar›nda belirme e¤ilimindedirler (Stevans 1999: 50). Ancak Pla- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 173 ton’un “idea”s› ayd›nlatma anlam›nda en üst noktadaki mükemmelli¤i ifade eder. Buna karfl›n Jung’un bahsetti¤i arketip kavram›n›n ayd›nl›k kadar karanl›k taraf› da vard›r (Jacobi 2002:66). Bilinçalt›nda örtülü bir vaziyette duran bu arketipler bize kendilerini somut olarak göstermezler. Kendi bafl›na maddi bir varolufl içerisinde olmamas›na ra¤men, sanki ana s›v› içerisinde yap›s› önceden biçimlenen kristalin eksen sistemi ile karfl›laflt›r›labilir. Bu ilk olarak iyonlar›n ve moleküllerin topland›¤› belirgin bir flekle göre ortaya ç›kar... Eksen sistemi ile kristalin somut biçimi de¤il, yaln›zca stereometrik yap›s›n› belirler. Benzer flekilde arketip de¤iflmez anlam çekirde¤ine sahiptir ancak hiçbir zaman somut bir kendili¤ini ifade etme biçimine göre de¤il, yaln›zca prensip olarak (Jung). (Jacobi 2002 :66) Bilinçalt›nda örtülü bir flekilde duran arketipler oldukça derinlerdedir. Kendilerini bize hissettirmeleri fark›na varamad›¤›m›z bir flekilde gerçekleflir. Arketipler tam olarak sular›n çekildi¤i nehir yataklar› gibidir; ama kurumufl bir nehir yata¤› belirsiz bir sürenin sonunda yeniden su tutabilir. Bir arketip, uzun zaman, içinden yaflam›n ›rmaklar› akm›fl eski bir vadiye benzer. Sular ne kadar uzun süre akm›flsa, nehir yata¤› o kadar derin oyulmufltur; flimdi nehrin kurulu¤una bakmay›n, er ya da geç bir gün sular geri dönecektir. (Jung) (Tecimer 2005:86). Jung’a göre, arketipler en gerilerde yer alan ilkel davran›fl kal›plar›, bir baflka ifadeyle de ezelî ve ebedî bir var olufltur (Jacobi, 2002:69). Kolektif bilinç d›fl› kiflisel deneyimlerden uzak, atalar›m›zdan bize aktar›lanlardan oluflur. Bu imgeler kal›t›msald›r; evrensel bir kal›t›m vard›r. Mesela Levi-Strauss, bütün toplumsal kurumlar›n varl›¤›n› ortak bir kal›t›ma, bir kitlesel bilinç d›fl›na ba¤lar. Dilde de ayn› tart›flma vard›r. Chomsky, gramerler farkl› olsa da evrensel temel formlar›n oldu¤unu söyler. Bu nedenle, imgeler kal›t›msald›r. Kendilerini benzer olarak tüm dünya insanlar›nda gösterirler. Arketipler, evrenseldir. Bu arketiplerin yans›ma flekilleri, yereldir. Örne¤in, “anne arketipi”, Altay yarat›l›fl mitinde “Ak-Ana” olarak yans›r. Anne, arketip; Ak-Ana ise onun yans›mas›d›r. Düfller, masallar, mitoslar, inançlar ve birçok edebi eser evrensel olarak flekillenen arketiplerin yans›ma alanlar›d›r. Destanlarla Jung’un “ilk imgeler” olarak nitelendirdi¤i arketipler bu noktada birleflirler. Burada bir tebli¤in s›n›rlar› içinde “Türeyifl” ve “Göç” destanlar›, anne arketipi ve monomitos bafll›kla- * “Kozmik yumurtan›n görüntüsü baz› mitolojilerde bilinir; o, Yunan, M›s›r, Fin, Budizm ve Japonya’da görülür. Biz Hintlilerin kutsal eserlerinde “Bafllang›çta bu dünya cans›zd›” y› okuruz; O vard›, geliflti, bir yumurtaya dönüfltü. O, bir y›lda yumurta oldu, parça parça k›r›ld›. Yumurta kabuklar›n›n parçalar›ndan biri gümüfl, biri alt›n oldu. Gümüfl olan toprakt›r. Alt›n olan gökyüzüdür. D›fl zar da¤lar, iç zar bulut ve sistir. Nehirler damarlard›r. Ak›flkan olanlar okyanuslard›r. fiimdi, buradan ne do¤muflsa oradaki günefltendir.” Joseph CAMPBELL. (1993) The Hero With a Thousand Faces. London: Fontana Press. s.277. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 174 r› alt›nda arketipsel yaklafl›mla incelenecektir. 2.2. Anne Arketipi Anne arketipi, ilk olarak geliflen ve bireyin bütünleflme (kendilik) sürecinin en önemli parças› olan k›s›md›r. Anne arketipinin önemi özellikle, her fleyin ve de yarad›l›fl›n bafl›nda bulunmas›ndan ileri gelir. Bu arketip annenin getirmifl oldu¤u özelliklerden kaynakl› olarak do¤uran, bak›p büyüten, koruyup kollayand›r. Anne, verimlilik, bereket sembolüdür. Karanl›k, nemli, ›slak, gizemli... olanlar hep anneye aittir. Bu ba¤›nt›l› özellikler de¤iflik sembollerde ortaya ç›kar. Kiflisel anne ve büyükanne; üvey anne ve kay›nvalide, iliflki için de olunan herhangi bir kad›n, örne¤in sütanne ya da dad›, ata ve bilge kad›n, daha üst anlamda tanr›ça, özellikle de Tanr›’n›n anas›, Bakire Meryem (gençleflmifl anne olarak örne¤in Demeter ve Kore), Sophia (anne- sevgili olarak, ayr›ca Kybele-Attis tiplemesi, ya da k›z- [ gençleflmifl anne-] sevgili ); kurtulufl arzusunun hedefi (cennet, Tanr› krall›¤›, göksel Kudüs), genifl anlamda kilise, üniversite, ülke, gök, toprak, orman , deniz ve akarsu; madde, yeralt› dünyas› ve ay, dar anlamda do¤um ve döllenme yeri olarak tarla, bahçe, kaya, ma¤ara, a¤aç, kaynak, derin kuyu, vaftiz kab›, kap biçiminde çiçek (gül ve lotus); büyülü daire olarak (Padma olarak Mandala) ya da Cornucopiatypus (Bereket Boynuzu); daha dar anlamda rahim, her tür oyuk biçim (örne¤in vida yuvas›); yani f›r›n, tencere; inek, tavflan, her tür yararl› hayvan (Jung 2005; 21,22) anne arketipine ait sembol ve nesneler olarak gösterilebilir. Genel olarak olumlu etkilere sahip olan anne arketipinin olumsuz sembolleri cad›, ejderha (bal›k ve y›lan gibi yutan ve bo¤an her hayvan), mezar, tabut, derin su, ölüm, kabus ve umac›d›r. Görüldü¤ü gibi “anne arketipi” hem olumlu hem olumsuz anlam tafl›yan sembollerdir. Su buna bir örnektir. Su, yarad›l›fl›, verimlili¤i sa¤larken bir yandan da yutan, bo¤and›r (Bachelard 2006). Uygurlar›n Türeyifl ve Göç destanlar›nda anne arketipinin sembolleri nehir, da¤, toprak, çad›r, tafl, sütanne, dad› ve yol gösteren kad›nd›r. Anne çocu¤u dünyaya getirir. Çocu¤un dünyaya gelifli yaln›zca fiziksel de¤ildir, onun psiflik olarak da bir varl›¤› vard›r. Çünkü insan ruh ve bedenden oluflur. Çocuk annesiyle bilinç d›fl› bir birliktelik içindedir. Bu nedenle de anne arketipi ilk olarak kiflisel anneyle vard›r. Zaman ilerledikçe ben duygusu oluflur ve bilinçle bilinç d›fl› z›tlaflmaya, kiflisel annenin özellikleri netleflmeye bafllar. Kiflisel annenin kendi özellikleri netleflmeye bafllarken mistik özellikler daha gerideki anneye, yani büyük anneye tafl›n›r. Uygurlar›n Cüveynî taraf›ndan tespit edilmifl olan Türeyifl Destan›’nda annenin ve arkada yer alan büyük annenin görünümü resimsel bir flekilde yer al›r. Uygurlar›n türedikleri ilk yer Orhun nehri k›y›lar› olarak ifade edilir ki, bu nehir kayna¤›n› Kara- Korum denilen da¤dan al›r. Bu da¤ birçok dere ve çay›n da ç›k›fl noktas›d›r. Da¤, renk olarak koyudur, siyaha yak›nd›r. Yap›s›nda kaya, toprak ve GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 175 birçok mineral tafl›r. Yüksekli¤iyle göklere, kökleriyle topra¤a ulafl›r. Böylece tanr›sall›¤a ve anneli¤e yak›nd›r. Semele’nin bir zamanlar toprak tanr›ças› olmas› gibi toprak, anad›r. Hayat kayna¤› olan birçok ürün toprakta yetiflir. Da¤dan bir ›rma¤›n ç›kmas› yap›s›ndaki nemlili¤i gösterir. Topraklar yeryüzünden s›zan sular› emer ve bünyelerinde tutarlar. Da¤›n zemininin kaya kadar topra¤a da uzanmas› fizisel olarak, Kara- Korum’dan ç›kan nehrin kayna¤›n› aç›klar bize. Bunlara ek olarak da¤›n d›fl görünüflünün anne karn›n› an›msatmas› da da¤›n diflil yönünü ortaya koyar. Resimsel olarak tasvir edilen manzarada arkada yer alan Kara-Korum da¤›n›n önünde iki da¤ daha vard›r. Bu da¤lar Kara-Korum’dan ç›kan ›rma¤a ba¤l› olan iki çay›n yanlar›nda yer al›rlar. ‹ki çay›n ortas›nda da iki a¤aç vard›r. Bu düzenlemede KaraKorum da¤› do¤um zincirinin bafl›, büyük annedir. Büyük anne olarak Kara-Korum da¤›na atfedilen diflilik özelli¤i manzaran›n perspektif yap›s›na uygun olarak önde yer alan iki da¤da da izlenir. Ifl›k topra¤a indi¤inde iki yan›nda yer alan da¤larda fliflkinlik oluflmaya bafllar. Do¤umdan önceki evrenin göstergesi olan bu fliflkinlik yine anneye özgüdür, diflillikle ilgilidir. Öndeki bu iki da¤ da kiflisel annenin görüngüsüdür. Da¤, toprak, ›rmak, a¤aç diflil sembollerdir. Büyük anne olan Kara- Korum da¤› kendinden ç›kan ›rmakla topra¤a, a¤aca ve de mucizevî olarak dünyaya gelen çocuklara can verir. Kad›n›n yarat›c› enerjisi do¤um mucizesinde canland›¤›ndan kad›n, “Büyük Anne” ve “Toprak Tanr›ças›” olur (Neumann 1973:135). Ergenekon destan› için de kiflisel annenin da¤ formunda gözüktü¤ü söylenebilir. Türkler düflmanlar›ndan kaçt›klar›nda bir da¤a s›¤›n›rlar. Buras› meyve a¤açlar›yla dolu, ›rmaklar›n oldu¤u âdeta cennet gibi bir yerdir. Onlar burada tekrar hayat bulur, düflmanlar›ndan korunurlar. Daha sonra da ço¤al›rlar. Ergenekon ad›n› verdikleri bu da¤ anne karn› gibi onlar› d›flar›dan korur, besler ve zaman› gelince d›flar›ya ç›kar›r. Çocuk nas›l anne karn›nda beslenirse onlar da burada beslenir ve de güçlenirler. Do¤um, onlar›n demir da¤› eriterek buradan ç›kmas›d›r. Uygurlar›n Türeyifl destan›nda do¤um olay› âdeta tüm evreleriyle sembolize edilir. Do¤umun gerçekleflmesi için olay›n bafl›nda bir de eril ö¤eye ihtiyaç duyulur ki, bu da olay›n bafl›nda kendinden söz edilen ›fl›kt›r. Ifl›¤›n inmesiyle da¤larda fliflkinlik meydana gelir. Sembolik olarak yatay düzlemde yer alanlar diflil ö¤eyi, dikey düzlemde yer alanlar eril ö¤eyi temsil eder. Ifl›¤›n gökten dikey olarak iniflinin tasviri de bu kurgudaki eril ö¤eyi aç›kça iflaret eder. Ifl›¤›n gökten indi¤i zaman dilimi de kurgunun gerçekli¤ini ifade etmede önemlidir. Ifl›k gece vakti düfler. Gece karanl›kt›r. S›rlarla doludur. Sabaha hangi mucizeler do¤uraca¤› bilinmez. Anne karn› da karanl›kt›r. Bu karanl›ktan insan adl› mucize ç›kar. Anne arketipi olarak tasavvur edilen deniz ve akarsu burada nehir, daha küçükleri çay ve dere olarak yer al›r. ‹ki dura¤an kat› nesne aras›nda ba¤la sa¤lamak için arada hareketli ve ak›flkan bir nesne gerekir. Burada iki dura¤an nesne olan da¤lar› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 176 birbirine Orhun Nehri ile To¤la ve Selenge çaylar› ba¤lar. Büyük anne Kara-Korum da¤›ndan bu dere ve çaylarla tafl›nan kal›tsal özellikler döllenmenin meydana geldi¤i a¤aç ve da¤lara ulafl›r. Su, hayat›n sembolüdür, durgun, yavafl ama süreklidir. Hayat sembolü oluflunu verimi, yeni oluflacak hayatlar› iflaret eden a¤açlarla gösterir. A¤açlardan birinin meyve veriyor olmas› da bu verimlili¤in iflaretidir. Ifl›k bu iki a¤ac›n aras›na, ihtimalle toprak zemine düfler. Topra¤›n geçirgen yap›s› bu eril ö¤eyi kiflisel anne olan da¤lara ulaflt›r›r. A¤aç dallar›yla göklere, kökleriyle de yeralt›na uzan›r. ‹lahî âlemle yeralt› alemi aras›nda ba¤ kurar. A¤aç arketip sembolizminde annedir. Ancak bu destanda a¤ac›n babayla ba¤daflt›r›lan iflaretleri yer al›r. Destan›n sonunda çocuklar anne ve babalar›n› sorarlar. Burada, anne ve baba arketiplerini tan›man›n önemi, bilind›fl›ndan gelen bir güçle vurgulanmaktad›r. Anneyi tan›mak, dolays›z ve ruhsal bir ihtiyac›n tatminini; babay› tan›mak ise, yasan›n ve erkin varl›¤›na ulaflmay› ve bu yasayla bütünleflmeyi sa¤layacakt›r. Uygurlar çocuklar› al›p a¤açlar›n yan›na götürürler. Destanda yer ald›¤› flekliyle çocuklar a¤açlar› görünce, onlar› t›pk› evlad›n babas›na gösterdi¤i sayg›y› gösterdiler. Bunun üzerine a¤açlar da dile gelip flöyle dediler: - Güzel huy ve iyi özellikle bezenmifl çocuklar, böyle olurlar ve anne ile babalar›na böyle sayg› gösterirler. Ömrünüz uzun, ad›n›z ünlü ve flöhretiniz devaml› olsun! Burada a¤açlara gösterilen sayg›yla ilgili olarak kullan›lan baba ifadesi gerçekte, yukar›da bahsi geçen ruhsal bütünlü¤ün bulunmas› aç›s›ndan hayati önem tafl›maktad›r. Bir kural koyucu, bir iktidar figürü, yenilmesi ve yeniden içlefltirilmesi; böylelikle de “anlafl›lmas›” gereken baba arketipi, Türk toplumunda da di¤er aile bireylerinin çok üstünde bir sayg›yla karfl›lanan baba figürü olarak yaflamaktad›r. Konuflman›n devam›nda söylenen “Güzel huy ve iyi özellikle bezenmifl çocuklar, böyle olurlar ve anne ile babalar›na böyle sayg› gösterirler.” ifadesinde yer alan anne ve baba kelimeleri de bir tereddüt ortam› yarat›r ve a¤ac›n sadece kad›n olarak sembol edilmedi¤ini de gösterir. Bu ikililik anima va animus kavramlar›n› da akla getirir. Anima erke¤in içindeki difli ö¤eyi, animus kad›n›n içindeki eril ö¤eyi temsil eder. Bu ögeler, aslen bütünleflik ögelerdir. Uzakdo¤u mistisizminde görülen YinYang sembolü, her iki ögeyi bütünleflen ve birbirini tamamlayan unsurlar olarak sembolize etmektedir. Bu bütünleflme düflüncesi, Jung’un da sahip oldu¤u düflüncedir. Eril ve diflil stereotipler, bütünleflerek bu arketipi oluflturmaktad›rlar. Anima ve animus, birlefltiklerinde mükemmellik ortaya ç›kmaktad›r. Diflil bir ö¤e olan a¤ac›n eril olan baba kelimesiyle yan yana, anlam olarak içiçe kullan›lmas› a¤açtaki animusu yani eril ö¤eyi ifade edebilir. A¤ac›n anne görünümü Çin kaynaklar›nda yer alan Göç destan›n›n bafl›nda belirgin bir flekilde ifade edilir. Burada ›fl›k a¤ac›n üzerine iner ve fliflkinlik a¤açta meydana gelir. Hamilelikle do¤um aras›nda dokuz ay, on günlük bir süre geçer. Hamilelik evresi bitti¤inde a¤ac›n gövdesinde bir çatlak aç›l›r ve çocuklar buradan ç›kar. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 177 Anneye ait görüntüler bu destanlarda ard› ard›na s›ralan›r. Cüveynî taraf›ndan tespit edilmifl olan Göç destan›n›n bafl k›sm›nda anlat›lan çad›r diflil ö¤elerden biridir ve yüklendi¤i fonksiyon itibariyle annedir. Çocuklar›n› bir de¤iflime u¤rad›¤›n› ya da mucizevî bir flekilde dünyaya geldi¤ini vurgulamak isteyen adam bunu, çad›r›n içine çocuklar›n› aralar›na birer mum koyup s›ralayarak gerçeklefltirir. Çad›r, flekil olarak anne karn›n› an›msat›r. T›pk› anne karn› gibi insan› d›flar›dan ay›r›r, muhafaza eder. Taban› da yerle, bir diflil ö¤e olan toprakla temastad›r, çad›r de¤iflimi gerçeklefltirecek gücü topraktan al›r. Çad›r Türeyifl destan›nda da yerini bulur. Dünyaya gelen çocuklar çad›r›n içinde bulunurlar. Buradaki çad›rlar›n taban›ysa gümüflle kapl›d›r.* De¤iflim ya da yeniden dünyaya gelifl için diflilin yan›nda bulunmas› gereken eril ö¤e de burada unutulmaz. Çocuklar›n aras›na yerlefltirilen mumlar da eril ö¤eyi temsil eder. Mum ayd›nlat›r, ›fl›k ve atefl saçar. Atefl durmadan de¤iflir, büyür küçülür, fakat yine de belirli bir süreklili¤e sahiptir. O, hiçbir zaman ayn› kalmad›¤› halde hep ayn› oland›r. Güç, enerji, büyüklük ve hareketlilik ateflin en önemli özellikleridir. Sanki sonsuz bir güç kayna¤›n› kullanarak dans eder gibidir (Fromm 1957:16). Türeyifl destan›ndaki gökten inen ›fl›¤›n yerini tutar. Gökten inmese de alevi yukar›lara, göklere ulafl›r. Böylece hem de¤iflim hem de hanl›k için gerekli olan kutsall›k sa¤lanm›fl olur. Anne arketipi Uygurlar› uzun süre baflar›yla yöneterek genifl ve güçlü bir devlet oluflturan Bögü Han’›n do¤umundan, han seçilifline kadarki devrede gözükür. Daha sonraki dönemlerde, düzenledi¤i ak›nlarda da kad›n baflroldedir. Bögü Han bir gece uykudayken pencerenin önünde bir k›z hayali belirip Han’› uyand›r›r. Bögü Han bu hayaletten korkar ve uyumufl gibi yapar. ‹kinci gece hayalet tekrar gelir. Han yine uyuyor numaras› yapar. Sabah olunca durumu vezirine anlatarak ona dan›fl›r. Üçüncü gece vezirinin ö¤üdüne uyarak k›z› alarak Ak- Da¤’a gider. Burada sabaha kadar konuflurlar. Yedi sene, alt› ay, yirmi iki gün boyunca her gece bu buluflma ve konuflmalar devam eder. Ayr›lacaklar› gün k›z Han’a flu ö¤ütlerde bulunur: “- Do¤udan bat›ya kadar bütün dünya senin buyru¤un alt›nda kalacakt›r. ‹fllerini s›k› tut ve iyi çal›fl. Ayr›ca insanlar›n da de¤erini bil!” K›z›n verdi¤i ö¤üdün ifadelerinden de anlafl›laca¤› üzere kendisi burada yol gösterici, ak›l verici gençlefltirilmifl bilge kad›n rolündedir. Bilge kad›n kahraman›n s›k›flt›¤›, zor durumda kald›¤› anlarda ortaya ç›kar ve çözüm yolunu gösteren ö¤ütler verir. Bilge kad›n›n verdi¤i ö¤ütler buradaki hayalet k›z›n verdi¤i ö¤ütlerde oldu¤u gibi k›sa, soru sormaya f›rsat vermeyecek kadar nettir. Bu durum, e¤iten, tart›flmas›z biçimde do¤ru olan, yard›mlarda bulunan ve koruyan evrensel bir tasvirin; biçim de¤ifltirerek temel rollerde pek çok defa karfl›m›za ç›kan anne arketipinin bir yans›mas›d›r. Han bu ebedî kad›n tasvirinin ö¤ütlerini tabii ki dinler ve bunlara uyduktan sonra birçok baflar›lar elde eder. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 178 2.3. “Momomitos” Tanr›sal kudretle mucizevî bir flekilde dünyaya gelen Bögü Han’›n hanl›¤›na dair iflaretler do¤umuyla bafllar ve daha sonra da devam eder. Do¤umunda karfl›lafl›lan ola¤anüstü durumlar ileriye haz›rl›kt›r. O, büyük bir devletin kurulmas›na önderlik edecek seçilmifl bir kiflidir. Büyük ak›nlar yaparak devleti geniflletmifl olmas› da esas›nda, daha sonradan gerçekleflecek olan göçü yaratan ana sebeptir. Devlet büyüyüp güçlendi¤i için Çinliler Türkleri k›skanmaya bafllam›fl ve devleti y›kacak sald›r›larda bulunmufltur. Evlilik yoluyla bar›fl sa¤land›ktan sonra da so¤uk savafla girerek entrikalar çevirmeye bafllam›fllard›r. Göç, bu entrikalar›n baflar›ya ulaflmas›ndan sonra gerçekleflir. Benzer bir durum Göktürklerde de görülür. Onlar yenilmez olduklar› için Tatarlar onlar› kand›rmaya çal›flm›fl ve göç bu planlar›n ard›ndan gelmifltir. Devleti kuran, bu yolda birçok baflar›lar elde etmifl olan Bögü Han’› baflar›ya götüren yaln›zca do¤umunda yaflad›¤› mucizevî durumlar de¤ildir. Onun aflama (initation) ad› verilen k›sm› baflar›yla geçmifl olmas› da onu üst noktaya tafl›r. “Monomitos” ayr›l›fl- aflama- dönüfl üçlemesinden meydana gelir. Üçlemenin ilk ad›m› kahraman›n içten ya da d›fltan bir sebeple zorlanmas›, ç›kmaza girmesi durumunda gerçekleflen kendi içine ya da farkl› bir ülkeye yapt›¤› yolculuktur. Yolculuk s›ras›nda kahraman çeflitli zorluklara, s›navlara tabi tutulur. Bu s›navlardan baflar›yla geçerse kendini gerçeklefltirir, bireyleflme sürecini tamamlar, ruhsal bir aflama kaydetmifl olur. Bu s›navlar s›ras›nda genelde bir rehber de ona yol gösterir. Kahraman›n bu s›navlarda rehberin verdi¤i ö¤ütlere ihtiyac› vard›r. Daha sonra kahraman dönüfl yoluna girer. Elinde art›k eski dünyas›ndaki s›k›nt›y› ortadan kald›racak ödüllere, çeflitli s›rlara sahiptir. Bögü Han’› bütünlefltirecek bu arketip belirgin olarak iki kez yaflan›r. ‹lkinde, Han uykudayken bir k›z›n hayalini görür. Gözünü açt›¤›nda bu hayal gözünden gitmez ve Han onunla konuflana kadar her gece gelmeye devam eder. Han vezirine dan›fl›p k›zla konuflur ve k›z ona alt›n de¤erindeki ödülü, baflar›ya ulaflmas› için izlemesi gereken yolu gösterir. Burada Bögü Han rüyayla bilincine, kendi içine yolculuk yapm›flt›r. ‹kinci bir örnekte Bögü Han bir gece yine uykudayken beyazlar giymifl bir ihtiyar görür. ‹htiyar ona yaklafl›r ve çam kozala¤› büyüklü¤ünde bir yeflim tafl› verir. Bu örnekte de Bögü Han kendi içine yolculuk yapm›flt›r. Ana hikâye yani Bögü Han’›n hikâyesi olan monomitos’un içinde, s›navlar, dostlar, düflmanlar k›sm›nda yaflanm›fl olan bu bölüm, kahraman›n aflama kaydedebilmesi için önüne ç›kan flanslard›r. Kendi içlerinde tek bir monomit olarak incelenirlerse, rüya gündelik hayat›n bozulmas›d›r. Yolu bulmak, efli¤i aflmakt›r ve ödül yani iksir de peflinden gelir. Di¤er olay örgüsü de ayr› bir monomit olarak incelenirse, ihtiyar gündelik hayat› bozar, yeflim tafl› [iksir] elde edilir. Rüyadaki k›z, anne arketipinin yan› s›ra ak›l hocas› ve müjdeci arketiplerini de üzerinde bulunduran ço¤ul bir güçken; yafll› adam, yaln›zca ak›l hocas›d›r. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 179 Monomitos kahraman›n ç›kt›¤› yolda yenilendi¤i, güç elde etti¤i bir süreçtir. Yenilenmenin, yaflanan s›k›nt›y› ortadan kald›racak güçlerin elde edildi¤i bu yolculuk içsel oldu¤u kadar d›flsal, fiziki bir yolculukla da yaflanabilir. Bu fiziki yolculuk s›ras›nda da manevi bir olgunluk kazan›labilir. Hunlar› içinde bulunduklar› durumun fark›na var›p olgunlu¤a ulaflt›racak ilk ad›m olan ayr›l›fl göçle yaflan›r. Fertlerin sosyal, siyasal ya da ekonomik nedenlerle yer de¤ifltirmesi olarak tan›mlanan göç, içinde bulunulan durumlar›n zorlamas›yla gerçekleflir. Amaç, içinde bulunulan zor durumlardan kurtulmak, daha iyi, daha huzurlu bir yaflam kalitesi elde etmektir. Göçün ortaya ç›kmas› için yaflan›lan yerde herhangi bir zor durumun yaflanmas›, gidilecek yerde ise bu konuda daha avantajl› flartlar›n olmas› gerekir. Everett Lee bu durumu itme- çekme (push- pull) teorisiyle aç›klar. O, göç olay›n› yaflan›lan ve gidilmesi düflünülen yerle ilgili faktörler, ifle kar›flan engeller ve bireysel faktörler etraf›nda aç›klamaya çal›fl›r. Lee’ye göre hem yaflan›lan hem de gidilecek olan yerde itici ve çekici faktörler vard›r. Göç olay›n›n gerçekleflmesi için yaflan›lan yerde bir s›k›nt›n›n olmas› ve gidilecek olan yerde bu s›k›nt›yla ilgili olarak çekici faktörlerin daha fazla olmas› gerekir. Bu, göçün temel kofluludur (Yalç›n 2004:30-31). Monomitos, gündelik hayat›n bozulmas›, maceran›n bafllayabilmesi için ilk koflul, yani yaflanan s›k›nt›d›r. Uygurlar göçe neden olacak s›k›nt›lar içindedirler. Bunlardan ilki Türklerin Çinlilere hayranl›k duymalar›, kendi kültürlerini b›rakmalar›, aç›k bir ifadeyle Çinlileflmeleridir. Bu Çin hayranl›¤› Türk Kaanlar›n›n Çinli prenseslerle evlenmelerine kadar varm›flt›r. Yü-lun Tigin Çin saray›ndan bir k›zla evlenmifltir. O¤lu Ko-li’yi de yine Çinli bir prenses olan Chin- lien ile evlendirmifltir. Bu evlenmelerin ard›ndan Çinliler devleti ele geçirecek entrikalar› çevirme imkân› bulmufltur. Art›k Türkler aflamay› gerçeklefltirecek as›l karfl›laflman›n efli¤indedirler ve “gölge”yle karfl› karfl›yad›rlar. E¤er “gölge”yle uyum içersinde olunmazsa ruhsal ve fiziksel bütünlük gerçekleflemeyecek, monomit amac›na ulaflamayacak, aflama yar›m kalacakt›r. Bu eflikteki gölge Çinli elçilerdir. Elçiler Türklere kendi k›zlar›yla evlendiklerini ama kendilerinin bunun karfl›s›nda hiçbir fley almad›klar›n› söylerler. Bu evlenmelerin karfl›s›nda Kutluk Da¤›’n› isterler. Asl›nda amaçlar› onlara u¤ur getiren bu da¤› kendi ülkelerine götürerek onlar› y›kmakt›r. Çinlilerin ele geçirmek istedikleri kutlu da¤, Türk kültür gelene¤inin ve kitlesel bilinç d›fl›n›n simgesidir. D›fl dünyaya, bir arzu nesnesi olarak yans›yan bu simgesel da¤, kendi içinde tabii ki düalizm içermektedir. Türkler ve bu da¤ aras›nda, bilinçsiz bir bütünleflme (participation mystique) bulunmaktad›r. Da¤, onlar için gizli bir denge unsurudur. “Yin-Yang” sembolizminde oldu¤u gibi, art› ve eksi kutuplar› bir arada içinde tafl›maktad›r. Bu da¤› elde etmeye çal›flan Çinliler, arketipsel olarak “gölge” figürüne denk düflerler. Çünkü gölge, toplumsal hayat›n reddetti¤i, bu nedenle de bast›r›lan bir kiflilik özelli¤idir. Genellikle de karfl› cinsten, baflka topluluktan, baflka sosyal s›n›ftan biri olarak görülür. U¤ursuz ve tehditkâr bir figür- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 180 dür. Türkler Çinli elçilerle anlafl›r. Bu anlaflmayla da¤ parçalanarak Çin’e götürülür. Burada gölgenin oynad›¤› rol kötü olarak gözükür, çünkü kutlu da¤ gitmifl, ülke felakete sürüklenmeye bafllam›flt›r. Hayvanlar tuhaf tuhaf ba¤›rmaya bafllam›flt›r. K›sa bir süre içinde Yü-lun Tigin ve ard›ndan gelen Ka¤anlar ölmüfltür. Halk bir gün olsun rahat yüzü görmemifltir. Ancak göçle birlikte Türkler ne olduklar›n›n, düflmanlar›n›n kim oldu¤unun fark›na varm›fllard›r. “Gölge”, Türklerin tekrar kendi olma, kendi kimli¤ini bulma yönünde katk›da bulunmufltur. Göktürkler de yaflad›klar› s›k›nt›n›n ard›ndan aflama kaydedecekleri yola girmifller kendi yurtlar›ndan baflka bir yere göç etmifllerdir. Bu onlar için ciddi bir s›navd›r. Bir yandan düflmandan korunmalar› gerekirken bir yandan da hayatta kalmalar› gerekmektedir. Bunun için çal›fl›r ve mücadele verirler. Bu mücadele y›llarca sürer. Olgunlaflt›klar›nda geri dönme yoluna girerler. Yolun bafl›nda duran gölge Tatarl› düflmanlard›r. Uygurlarda görülen millet olma bilinci burada da gölgenin fark›nda olmadan kazand›rd›¤›d›r. Göktürk ve Uygurlar göçle ç›kt›klar› yolda neyi elde etmifl, hangi hazineyi kazanm›fllard›r? Göçün fiziki oldu¤u kadar bir de psikolojik yönü vard›r. Göç eden kifli gitti¤i yerde içinde bulundu¤u s›k›nt›dan kurtulabilir. Bu durumda mutlulu¤a ve huzura kavuflur, rahatlama yaflar. Bu, psikolojik aç›dan göç eden kiflinin kazan›m›d›r. Uygurlar Turfan’a göç ederler. Göçle birlikte ac› sesler ve felaketler durur. Halk bu tuhaf durumlar›n bask›s›ndan kurtularak psikolojik bir rahatlama yaflar. Bu psikolojik rahatlama arketipsel olarak ç›k›lan yolda elde edilen güç, de¤iflimdir. Göktürklerse döndüklerinde hem kalabal›k bir nüfusa sahiptirler hem de ödül olarak eski yurtlar› art›k onlardad›r. Kazan›mlar› hem ciddi bir savafl tecrübesi, millet olma bilinci hem de yurtlar›d›r. Yalç›n’a göre göç, örgütlenme ve kimlik bilincinin geliflmesini de sa¤lar (2004:66) Göçmen grup gitti¤i yerde örgütlenmeye bafllar. Asimilasyon korkusuna kap›lan bu gruplar kendi dinlerini, dillerini, kültürel miraslar›n› korumaya çal›fl›rlar. Bu aflamada kimlik bilinci ortaya ç›kar. Bu da göçle elde edilen bir di¤er kazan›md›r. Türklerin göçle Çinlilerden uzaklaflmas›, Çin hayranl›¤›n›n da azalmas›na neden olur. Böylece onlar Çinlilerin entrikalar çeviren, özenilmemesi gereken bir toplum oldu¤unu; Çinlilerin düflmanlar› oldu¤unu; kendi kültürlerine sahip ç›karak ayakta kalabileceklerini ö¤renmifllerdir. Bu Türklerin gördü¤ü her ilgiye, her tatl› söze kanmayacak bir olgunlu¤a ulaflmas›n› da sa¤lar. Bu olgunluk da göçle, arketipsel olarak da s›navla elde edilen bir kazan›md›r. Bu sayede de Türkler as›l önemli olan s›rra ulaflarak o memlekette dokuz yüz yetmifl y›l daha hüküm sürmüfltür. Sonuç ‹nsan› tan›ma amac›yla çaba sarfeden bilim dallar› bu do¤rultuda disiplinler aras› çal›flmalara a¤›rl›k vermekte ve sözle yarat›lan edebiyat ürünleri de çeflitli yön- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 181 temlerle incelenmektedir. Milletlerin en büyük hazinesi say›lan destanlarda keflfedilecek çok fley vard›r. ‹ncelememizde bugüne kadar çeflitli türlere uygulanan bir yöntemi Göktürk ve Uygur Göç Destanlar›na uygulad›k. Bu çal›flmada Jung’un psikanalitik kuram›ndan yola ç›k›larak arketipsel imajlardan sadece iki arketip destanlara uyguland›. Destanlarda “anne” ve “monomitos” incelendi. Bundan sonra çal›flmalarda bu flaheserlerin yeni inceleme yöntemleriyle ele al›nmas›yla insan›n ve toplumun serüvenini anlamak, anlamland›rmak daha kolay olacakt›r. KAYNAKLAR BACHELARD, Gaston (2006) Su ve Düfller-Maddenin ‹mgelemi Üzerine Deneme. Çev. Olcay Kunal. ‹stanbul:YKY. CAMPBELL, Joseph (1993). The Hero With a Thousand Faces. London: Fontana Press. CAMPBELL, Joseph (2000) Kahraman›n Sonsuz Yolculu¤›u. Çev. Sabri Gürses. ‹stanbul : Kabalc› Yay›nlar›. FROMM, Erich. (1957) The Forgetten Language (an introduction to the under standing of dreams, fairy tale and myths). New York: Grove Press. JACOBI, Jolande (2002). C.G. Jung Psikolojisi, Çev. Mehmet Arap. ‹stanbul: ‹lhay Yay›nevi. JUNG, Carl Gustav M. L. Von Franz, Joseph, L. Henderson, Jolande Jacobi (1969b) Man and His Symbols. Ed. Aniela Jaffe. Garden City, New York: Doubleday and Company Inc.. JUNG, Carl Gustav (2005) Dört Arketip. Çev. Zehra Aksu Y›lmazer. ‹stanbul. Metis Yay›nevi. NEUMANN, Eric (1955) The Great Mother: An Analysis of the Archtype. Princeton, New Jersey: Princeton University Press. NEUMANN, Eric (1973) The Origins and History of Conscuousness. New York: Princeton University Press. ÖGEL., Bahattin (1971) Türk Mitolojisi. C.I. Ankara: TTK. SAKAO⁄LU, Saim; DUYMAZ Ali (2002) ‹slâmiyet Öncesi Türk Destanlar›. ‹stanbul: Ötüken Yay›nevi. SAYDAM, Bilgin (1997). Deli Dumrul’un Bilinci. ‹stanbul: Metis Yay›nevi. STEVENS, Anthony (1999) Jung. Çev. Ayda Çak›r.‹stanbul: Kaknüs Yay›nlar› . TEC‹MER, Ömer (2005). Sinema, Modern Mitoloji. ‹stanbul: Plan B Yay›nevi. YALÇIN, Cemal. (2004). Göç Sosyolojisi. Ankara: An› Yay›nevi. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 182 GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 183 Hollanda’ya Göç, Gettolar ve Göçmenlerin Sanatla ‹liflkileri Murat Tuncel * “Bafltan göstermediler ölümlülere tanr›lar her fleyi, ama onlar zamanla arayarak buluyorlar daha iyiyi. Xenephones M.Ö. 6.yy.” G öç kavram›, insan düflünmeye bafllad›¤› günden beri insano¤lunun yaflam›na girmifl bir kavramd›r. ‹lk zamanlarda bu bir yürüyüfl ve yer de¤ifltirme eylemi olarak gerçekleflmifl olsa da, kavramsal ad› göç olmasa da, zamanla sürekli bir eylem haline gelmesi ve bir kavram olarak alg›lanmas›yla birlikte anlam› genifllemifl, aray›fl içindeki insan›n yaflam›n› yönlendirici en önemli eylemlerden biri olmufltur. ‹nsan›n yer de¤ifltirmesi ve do¤du¤u yerden ayr›lmas› bafllang›çta belki de böyle adland›r›lmam›flt›, ya da bu eylemin kavramsal bir ad› yoktu ama art›k günümüzün sosyal bilimcilerince konmufl bir ad› vard›r. Bu da göçtür. Bugün geliflmifl insan bilimi ve jeoloji araflt›rmalar›yla ö¤rendi¤imize göre ilk insan›n yeryüzünde dolafl›ma ç›kmas› milyonlarca y›l öncesinden bafllam›flt›r. O nedenle ilk göç eyleminin gerçekleflmifl oldu¤u tarihi kesin saptama olana¤›m›z olmad›¤› gibi, bu kavram› ilk kimlerin ve hangi mekanda kulland›¤›n› da bilmemizin olana¤› yoktur. Yani bu eylemi göç sözcü¤üyle anlamlaflt›ran ilk insanlar› bilemiyoruz ama o insanlar› göçe zorlayan nedenleri hepimiz biliyor, yaz›l› ya da yaz›l› olmayan kaynaklardan en büyük göç zamanlar›n›n tarihini ve toplumsal yaflamlara etkilerini saptayabiliyoruz. Edindi¤imiz bilgiler ›fl›¤›nda da göç olgusunu bilimsel alg›lama olana¤›m›z do¤uyor. Günümüzde göç olay› çeflitli enstitülerde ve üniversitelerde tüm yönleriyle incelenmekte ve nedenleriyle niçinleriyle olay ayd›nlat›lmaya çal›fl›lmaktad›r. Bana gö* Yazar. KIBATEK Hollanda Temsilcisi. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 184 re göç olay› bir aray›fl eylemidir ve iki flekilde gerçekleflir: Birincisi gidifl dönüfllerle, ikincisi ise sadece dönüflü olmayan bir gidiflle. Ama flekli ne olursa olsun yap›lan göç toplumlar›n yaflam›n› etkiliyorsa bir sosyal olay niteli¤ini tafl›r ve çeflitli ilim dallar›n› ilgilendirir. Zaten bu ilgi nedeniyledir ki, çeflitli alanlarda göç konusu sürekli irdelenmektedir. Var›lan sonuçlar›n ço¤u ise ça¤›m›z insan›n›n bir de¤iflimden yana oldu¤unu ispatlamaktad›r. ‹flte bu de¤iflim iste¤idir ki, insan› iki türlü göçe zorlar. 1-‹ste¤e ba¤l› göç. 2-Zorunlu göç. -‹‹stenilerek yap›lan göç; daha iyi yaflam› umut ederek ç›k›lan bir aray›flt›r. Umut edilen iyi yaflam›n bulunup bulunmayaca¤› bilinmez ama bir umut büyütme oldu¤u için bu tür göç eden insan sonuç ne olursa olsun, bu eylemden kârl› ç›kar. Ya da kendini zenginlefltirdi¤ini düflünerek mutlulu¤unu ço¤altabilir. Zorunlu göç ise ad› üstünde bir zorunluluktan kaynaklanan göçtür. Bu zorun-Z luluk do¤al afetler olur, savafl olur, bask› rejimleri olur, ya da hastal›k olabilir. Ama hangi nedenle olursa olsun bu göçün sonucu insanda büyük y›k›m ve de¤iflimlere neden olabilece¤i unutulmamal›d›r. Çünkü göç eden insan›n yaflam› kökten bir de¤iflime u¤rayabilir. Yani zorunlu göç insan› yaflama yeniden ve s›f›r noktas›ndan bafllamak zorundad›r. O nedenle zorunlu göç herkesin bafllayaca¤› ve baflaraca¤› bir fley de¤ildir. Çünkü ço¤u zaman bedeli çok a¤›r ödenmektedir. Genel olarak Avrupa’ya göç, özelde Hollanda’ya göç: Hollanda Santral ‹statistik Bürosu(CBS) ve Yabanc›lar Tavsiye Komisyonu (ACVZ) raporlar›na göre, Hollanda’ya göç resmi olarak altm›fll› y›llar›n sonu ve yetmiflli y›llar›n bafl›nda bafllam›flt›r. Öteki Avrupa ülkelerine göre geç bafllayan bu göç di¤er Avrupa ülkelerine göçten ayr› bir karakter tafl›r ve ayr› yöntemlerle yap›ld›¤› için kendine özgü bir yap›ya sahiptir, fakat birçok nedenden dolay› bu ülkeye göç her zaman Almanya göçüyle iç içe an›lmaktad›r. Bu nedenledir ki, Hollanda’dan izne giden göçmenlerimize de genellikle Türkiye’de “Almanc›” yak›flt›rmas› yap›l›r. Tabi Türkiye’deki insan›n böyle adland›rmas›n›n baz› nedenleri vard›r. Bu nedenleri s›ralayacak olursak: -Hollanda’ya ilk göç edenlerin tamam› iflçi olarak önce Almanya’ya gelmifl, oradaki iflyerlerinde çal›flma olana¤› bulamay›nca da Hollanda’ya geçmifl, orada ifl bulup kalm›fllard›. Ama Türkiye’deki yak›nlar›n›n onu Almanc› bilmelerini istedi¤i için de “Almanc›” adland›r›lmas›na hiç ald›rmam›flt›r. -Hollanda’ya giden ikinci dalga iflçi ak›m› da ifl bulma amac›yla Almanya’ya gelen turist iflçilerdi. Onlar da Almanya’n›n göçmen iflçi yasalar›ndaki standartlara uymad›klar› için Almanya’da ifl bulamad›lar ve tan›d›klar›n›n tavsiyeleriyle ya da arac›l›¤›yla Hollanda’ya gittiler. Orada Hollanda hükümetinin tan›d›¤› olanaklarla hemen ifl bulunca turist kimliklerini yok ederek Hollanda’da kald›lar. Bunlar GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 185 da birinciler gibi Türkiye’deki yak›nlar›n›n “Alamanc›” nitelemelerine pek tepki göstermediler. -Böyle adland›rmadaki bir baflka durum ise Türkiye insan›n›n kolayc› bir anlay›flla Avrupa’ya gelen herkesi fark gözetmeksizin ayn› potada eritmesidir. Hollanda’ya göçün bu özelli¤i bu ülkeye resmi iflçi göçünün bafllamas›ndan önceki bir belirlemeydi. Hollanda’n›n “gast arbeiders” konuk iflçi al›m›na karar vermesinden sonra ise durum biraz de¤iflti. Almanya ve Belçika’ya olan iflçi göçünden farkl› bir boyutta geliflti. - O y›llarda Almanya’ya göç edenlerin ço¤unlu¤unu kent kökenli ya da kentlerde iflçi olarak çal›flm›fl insanlar›m›z oluflturuyordu. Fakat Hollanda’ya göç edenlerin hemen hemen tamam› köy kökenli ve hiç iflçilik deneyimi olmayan insanlard›. Bunun nedeni ise Hollanda hükümetinin bilinçli ve bafltan pazarl›kl› göç politikas›ndan kaynaklan›yordu. Bu durumu biraz açacak olursak, Hollanda hükümeti ülkeye gelecek olan “gast arbeiders”lar›n uzun dönemde ülkede kal›c› olmas›n› istemedi¤inden al›nan iflçilerin özellikle köy kökenli, vas›fs›z ve okur yazar olmayanlar aras›ndan seçilmesini istiyordu. ‹fl bulma kurumlar›ndaki al›m komisyonlar›nda da bu duruma özellikle özen gösteriliyordu. Çünkü bu niteliklere sahip iflçiler kolay kolay uyum sa¤layamayacak, üç-befl kurufl kazan›nca tezelden ülkelerine geri dönecekler ve böylece ileride Hollanda için de bir sorun yaratmayacaklard›. - Almanya’ya göç sistemli ve belirli periyotlarla sürüyordu, Ama Hollanda’ya göçün düzeni de zaman› da pek belli de¤ildi çünkü oraya ço¤unlukla mevsimlik iflçiler gerekliydi. Böyle olunca da perakende ve düzensiz iflçi al›m› en geçerli yoldu. Böyle getirilen iflçiler iflverenlere de, hükümete de ekonomik aç›dan fazla yük getirmiyordu. O nedenle Bat› Avrupa’ya göç tarihimizde Hollanda’ya göçün özel bir yeri vard›r diyorum. Bu özelli¤i nedeniyledir ki, Hollanda bir göçmenler ülkesi olmas›na karfl›n, hâlâ Türkiye göçmenleri bu ülkede baz› politikac›lar taraf›ndan sürekli “ülkeden gitmesi gerekenler” olarak gösterilmektedirler. Hollanda’da Türkiye’nin AB’ye girmesine karfl› ç›k›fl›n kayna¤› da bu içten pazarl›kl› politikalar›n ürünüdür. Bugün politikada da, yaflam›n tüm alanlar›nda da Hollanda’ya göç ele al›n›p incelenecekse öncelikle bu ilk göçteki politik anlay›fl ele al›n›p incelenmelidir bana göre. Çünkü Hollanda’ya göç konusunu ele alan Hollanda kaynaklar› da, Alman kurulufllar› taraf›ndan haz›rlanan raporlar da, Hollanda göçmenler merkezinin verileri de, yap›lan çeflitli tez çal›flmalar› da bu konunun önemine dikkat çekmektedirler. Tabi bu ülkeye göç incelenirken 12 Eylül darbesinin zorunlu göçünün de çok iyi araflt›r›lmas› gerekir, çünkü bu ülkeye o dönemde göç eden insan›m›z›n dram› da ayr› bir karaktere sahiptir. Hollanda’da Gettolar›n oluflumu GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 186 Hollanda’ya göç ilk zamanlarda yukarda belirtti¤im gibi geliflirken, 1970’li y›llar›n sonuna do¤ru bu durum de¤iflti. De¤iflimin en büyük nedeni, insanlar›m›z›n doymaya geldikleri bu ülkenin art›k do¤duklar› ülkeden daha çok yaflamlar›na girdi¤inin fark›na varmalar›yla bafllad›. Önceleri büyük ço¤unluk bunu kabullenemedi, kabullenmek istemediyse de tek tük efllerin getirilmesi bafllay›nca her fley de¤iflti. ‹flte bu duruma her iki taraf da haz›rl›ks›z yakalanm›flt›. Hollandal› yetkililer “bi ze sorun yaratmas›nlar, problemlerini kendi aralar›nda çözsünler” anlay›fl›yla hareket ederken, göçmenler de yak›n olal›m birbirimizin yan›nda olal›m, kendi prob lemlerimizi kendimiz çözelim diyerek ayn› mahallelerde kendilerine verilen evlere yerleflince gettolar›n temeli at›lm›fl oldu. Zamanla göçmenler böylesi mahallelerde ço¤al›nca, mahallenin eski sahipleri kültürlerini tan›mad›klar› bu insanlarla yaflamak istemeyip bir bir mahalelerini terkedince de bugün bat› Avrupa’n›n hemen hemen tüm büyük kentlerinde oldu¤u gibi Hollanda’n›n da dört büyük kentinde neredeyse kentin yar›s›n› kaplayan kocaman göçmen gettolar› olufltu. Olay›n geliflmesinin en basit anlat›m› bu olsa da bu durumu yaratan da yine yukar›da belirtti¤im ilk politikan›n bir baflka flekilde yans›mas›d›r. Yani gettolar›n oluflumuna da çanak tutan o ilk politik anlay›fl ve onun uygulay›c›lar› olmufltur. O nedenle de bugün göç alm›fl ülkelerin politikac›lar›n›n “uyum sorunumuz var” demelerini anlamak olanaks›zd›r. Çünkü göçmenleri sadece konuk olarak görür, onlar› kültürleriyle kabullenemezseniz tek tarafl› bir uyumda ›srarc› olursunuz probleminiz de hiçbir zaman bitmez. Ayr›ca yanl›fl çözüm aray›fllar›na girersiniz. Hollanda’da da yap›lan budur. Belki d›flar›dan bak›fllarda bu durum pek fazla görülmüyor ama içeriden bak›flla bu durumu kolayl›kla görme olana¤›m›z vard›r. Ç›kan olaylar›n ve sürtüflmelerin nedeni de bu tek tarafl› uyum isteklerinin diretilmesinden kaynaklanmaktad›r. Ama umudumuz odur ki, getto anlay›fllar›ndan ve ›srarc› tek tarafl› uyum politikalar›ndan vazgeçilir de, sorunlara birlikte çözümler bulunmaya çal›fl›l›r. Berlin Sosyal Araflt›rmalar Bilim Merkezi’nin –WZB’nin ”Uyum süreçleri, toplumsal hayat›n gündelik olaylar› aras›nda yeral›yor – bu süreçler kimi zaman desteklense de ço¤u kez devletin göç politikas› kapsam›ndaki hedef ve programlar dan ba¤›ms›z olarak gelifliyor. Göçmenler, özellikle kendi çabalar› sayesinde bu toplumun ayr›lmaz bir parças› haline geliyorlar” saptamas› da bu umudumuzu güçlendirmektedir. Hollanda’daki göçmenlerin sanata yaklafl›m› ve sanatla iliflkisi: Yukar›da k›saca profilini vermeye çal›flt›¤›m Hollanda’daki göçmenlerin ilk gelen kufla¤›n›n sanatla ilgilenmesi olanaks›zd›. Çünkü gelenlerin ço¤u Türkiye’de de sanat›n nimetlerinden hemen hemen hiç nasibini almam›fl insanlar›m›zd›. Bunlar›n d›fl›nda kalan az›nl›k bir grupsa sinema ve e¤lenceye yönelik sahne sanatlar›ndan baflka sanat›n di¤er türleriyle pek ilgilenmiyorlard›. 70’li y›llar›n sonu 80’li y›llar›n bafl›nda ise yeni bir genç kufla¤›n göçü bafllad› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 187 Hollanda’ya. Bu son gelenlerin ço¤unlu¤u ilk kufla¤›n orta seviyede e¤itimli çocuklar›ndan olufluyordu. Hatta bir k›sm› da üniversite e¤itimlerini yar›da b›rakarak göç etmifllerdi. Bunlara 12 Eylül darbesiyle zorunlu göç eden e¤itimli göçmenler de kat›l›nca durum biraz da olsa de¤iflti. Bu de¤iflim her iki taraf için de olumlu bir de¤iflimdi. Yaln›z yerlilerle göçmenler aras›nda ba¤lant›y› sa¤layan bu grup kendi kültürünü göç etti¤i topluma anlatacak kadar iyi tan›yamad›¤› ve anlat›m metodunu bilmedi¤i için aradaki sanatsal ba¤lant›y› sa¤l›kl› bir flekilde kurma olana¤›na sahip de¤illerdi. Bilgisiz ve deneyimsizlikleri nedeniyle ald›klar› kararlarda ço¤unlukla tarafl› davrand›lar. Böyle olunca da tercih etti¤i taraf›n sanatsal yaflam›yla ba¤lar›n› kuvvetlendirirken, di¤er tarafla iliflkilerini zay›flatt›. O nedenledir ki günümüze kadar sanatsal iliflkilerde yeteri kadar baflar›l› olunamam›flt›r.. Hollanda’da göçmenlerin sanatla iliflkileri: -Tiyatro: Daha önce Türkiye’den Avrupa’da turneye gelen tiyatrolar› seyretme ile bafllayan ilgi, daha sonra tiyatro gruplar›n›n ça¤r›lmas›na dönüfltü. Üçüncü aflama ise göçmenler aras›nda amatör gruplar›n kurulmas›yd›. Son aflama ise tiyatro e¤itimi almak ve e¤itim alanlar›n yerli tiyatro gruplar›yla çal›flmaya bafllamas› oldu. Baz› oyuncular ise kendi gruplar›n› kurarak tiyatro yaflam›n› sürdürmek istediler, fakat oynanan oyunlar›n hemen hemen hepsi oryantalist bir yaklafl›mla göçmen yaflamlar›n› iflledi¤i için belli bir süre ilgi görmesine karfl›n, daha sonra her iki taraftan da ilgi görmemeye bafllad›. Tiyatro çal›flmalar›n› sürdürmek isteyenler de Hollandal› gruplara kat›larak sanatsal faaliyetlerini devam ettirdiler. Bu durum günümüzde de böyle oldu¤u için tiyatro alan›nda henüz bir baflar› elde edilmifl de¤ildir. Tiyatro seyri ise Türkiye’den davet edilen oyunlarla s›n›rl› kalm›flt›r. -Müzik alan›nda da durum hemen hemen tiyatrodaki gibi oldu ve Hollanda’daki göçmenler kendilerine özgü bir müzik anlay›fl› gelifltiremediler. Hep Türkiye’de ünlenen müzisyenlerin dinleyicisi olarak kald›lar. Müzik e¤itimi gören gençler de Hollandal› kurumlarla çal›flmay› tercih ettikleri için bu alanda da istenen bir baflar› elde edilemedi. 80’li, 90’l› y›llarda tercih edilen sinema filmleri de tiyatro oyunlar› kadar ilgi gö-8 rüyordu. Ama 2000’li y›llardan sonra bu tercih de¤iflti. E¤lence amaçl› filmlerin yerini daha sanatsal filmler ald›. Çünkü seyirci profili Avrupa sinema pazar›ndan daha kaliteli film istemeye bafllad›. Seyirci potansiyelini gören sinema pazar› da Türk sinemas›na sat›nalabilece¤i daha kaliteli film yapmay› dayatt›. Böylece daha kaliteli filmler Avrupa pazar›na gelince do¤al olarak göçmenlerin ilgisi de artt›. Bugün Hollanda sinema pazar›nda Türk filmlerinin gösterilmesinin bafll›ca nedeni de bu de¤iflen seyirci profilidir. Fakat bu alanda da henüz yat›r›m yap›lma düzeyine gelinmemifltir. -Resim, heykel ve el sanatlar›nda ise bireysel çal›flmalar ve ç›k›fllar hayl› baflar›l› oldu. Baz› sanatç›lar Hollandal›larla birlikte karma sergiler açt›lar. Bu son geliflme GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 188 giderek daha da güçlenmektedir ama göçmenlerin bu tür sanatlara ilgisi yok denecek kadar azd›r. -Türk Edebiyat ise daha de¤iflik bir seyirle erkenden Hollanda’daki göçmenlerin yaflam›na girmeyi baflard›. Çünkü okumak hangi boyutta olursa olsun bir yaln›zl›k paylafl›m› olmufltu ilk günden itibaren Hollanda’ya göç edenler için. Böylesi bir ilginin varl›¤› ilk zamanlar Hollandal›lar taraf›ndan fark edilmemifl olsa da, zamanla göçmenlerin bu ilgisini keflfeden Hollanda kütüphaneleri Türkçe kitap almak zorunlulu¤uyla karfl› karfl›ya kald›lar. Dil ö¤retimine katk›da bulunmas› amac›yla bafllat›lan proje çal›flmalar› da bu duruma olumlu katk›da bulununca 1980’li y›llar›n ikinci yar›s›nda Türk edebiyat› Hollanda’da adeta alt›n ça¤›n› yaflad›, binlerce kitap Hollanda kütüphanelerindeki raflarda yerini ald›. Zaten 1937’de Halide Edip Ad›var’›n Sinekli Bakkal adl› roman›n›n, 1938’de Yakup Kadri Karaosmano¤lu’nun Ankara adl› roman›n›n, 1960’l› y›llarda Yaflar Kemal’in ‹nce Mehmet ve di¤er romanlar›n›n, 1967 y›l›nda Naz›m Hikmet’in Memleketimden ‹nsan Manzaralar› adl› eserinin çevrisiyle tan›fl›kl›¤› olan Hollandal› okuyucu da bu dönemde edebiyat›m›za daha çok ilgi duymaya bafllad›. Bu dönemde çeviri kitaplar›n say›s› yüzü bulurken, 1990’l› y›llarda Hollanda’da yaflayan göçmenler aras›ndan da yazan insanlar ç›kt›. Fakat yazar arkadafllar da tiyatrocular›n yapt›¤› hatay› yap›p, konular›n› oryantalist bir yaklafl›mla iflleyip belli bir edebi düzey de tutturamay›nca edebiyat›m›za olan ilgi azalmaya bafllad›. 1990’l› y›llarda azalan ilgi nedeniyle birçok kütüphane Türkçe kitap bölümlerini kapad›. 2000’li y›llarda bu durum yine dengelenmeye bafllam›fl olsa da bafllang›çtaki ilgi düzeyine ulaflmak çok zor görünüyor. Çünkü göçmenlerin okuyucu profili de de¤iflti ve üçüncü, dördüncü kuflak okuyucular›n ço¤u atr›k e¤itim dili olan Hollandaca kitaplar› ye¤lemektedirler. Kaynaklar: -Uluslararas› Göç Üzerine Doktora ve Yüksek Lisans Tezleri: (TR) -Berlin Sosyal Araflt›rmalar Bilim Merkezi’nin (WZB) . -Een Verboden Leven: Gecekondu (Gecekondular), -Amsterdam Vrije Üniversitesi, 1993. Dan›flman: Prof. Dr. Jan Van Der Linden. -Yrd. Doç. Dr. Kadir Canatan araflt›rma tezleri -Rotterdam Büyük fiehir Belediyesi Araflt›rma ve ‹statistik Kurumu (COS), 2000-2003, -Hollanda Yafll› Göçmenler Sendikas›, Amsterdam/Rotterdam, 1996-1997. -Veyis Güngör : Bizimkilerin pedegojisi; Göç , kültür, kimlik ve Hollandal› Türkler -Een haard van verzet-Direnifl oda¤›(Prof.Johan Soenen) Bilgi al›nabilecek linkler:http://www.wzb.eu/zkd/aki/members.de.htm, http://www.goethe.de/ges/pok/prj/mig/kls/trindex.htm, http://goc.bilgi.edu.tr/ GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 189 Tart›flma Edebiyat›n Ulusal Kimli¤i Üzerine Prof. Dr. Birsen Karaca Metin Turan Birsen Karaca.: Metin Bey bugün sizinle May›s ay›nda Almanya’da Hamburg Üniversitesinde bafllad›¤›m›z, ama zaman darl›¤› nedeniyle tamamlayamad›¤›m›z tart›flmam›z› tamamlayal›m istiyorum. Önce dilerseniz, tart›flma konumuzun bafllang›ç noktas›nda neler oldu¤unu an›msayal›m. O gün siz edebiyat›n kimli¤iyle ilgili fikirlerinizi söylediniz ve edebiyat›n kimli¤ini belirlemede dilin öncelikli oldu¤unu vurgulad›n›z, ben de size itiraz ettim ve tart›flmam›z bafllad›. ‹sterseniz siz gene o gün söyledikleriniz söyleyin, ben de yine itiraz edeyim. Metin Turan: Benim oradaki saptamam flöyle bir noktaya odaklan›yordu: Edebi kimlikler belirleyici ö¤elerinden bir tanesinin, daha do¤rusu en belirleyici olan›n›n dil oldu¤u idi. ‹kili örneklerden yola ç›km›flt›m. Gösterdi¤im örneklerden bir tanesi de Türk yazarlard›, özellikle orada Almanca yazanlar vard› ki bunlar›n ne kadar Türk edebiyat› kimli¤ini tafl›d›klar›na iliflkin tart›flmayd›. Baflka yazarlar da vard›. ‹flte Rus yazarlardan Nabokov. Sizin onunla ilgili bir itiraz›n›z olmufltu, yan›lm›yorsam. “Kimlik” üzerine kafa yoran, özellikle de kendi kültürel kimli¤inden hareketle bu durumu irdeleyenlerden biri de Amin Maalouf. Baflkalar› da var mutlaka, ama Türk edebiyat› üzerinden gitti¤imizde iflte bir anda akl›ma gelenler oluyor. Mesela, Almanya’da yaflayan, Almanca yazan yazarlar var. Emine Sevgi Özdamar, Renan Demirkan, Zafer fienocak, Feridun Zaimo¤lu, Saliha Scheinhardt var orda, Almanya’da yazan, yazd›klar› best seller olan, önemli ödüller alanlar var hatta. Örne¤in Almanya’n›n en önemli edebiyat ödüllerinden olan Ingeborg Bachmann Ödülünü ‘Hayat Bir Kervansaray’ roman›yla kazanan Emine GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 190 Sevgi Özdamar var. fiimdi onlar Türk edebiyat›n› ne kadar temsil ediyorlar, o noktada bir soru iflareti kafam›zda do¤uyor. Türkiye’dekiler bu yazarlar› çok fazla bilmiyor, Almancadan çevirerek okuyorlar. Yani bu Brecht’i, Herman Hesse’yi, Gunter Grass’› Almanca’dan çevirmek gibi bir fley. Yani orada Türk kimli¤i nas›l yans›r? Mutlaka vard›r: Yani Türk kökenli birisinin, annesi Türk, babas› Türk, hiç olmazsa kulland›¤› sözcüklerin atasözü ve deyimlerin, argo sözcük ve küfürlerin ya da aile içi iliflkilerin baz›lar›n›n bir Türk ve Türkiyeli davran›fl› olarak edebiyata yans›d›¤› söylenilebilir. Ama onun edebiyat olarak ortaya koydu¤u eserlerin bütününün Türk edebiyat›n› temsil etti¤i noktas›nda benim itirazlar›m var. Yani dili ayn› olmazsa, yani dili Türkçe olmazsa Türk edebiyat›n› temsil edemez mi? Sadece o de¤il. Orada yafl›yor, ama düflündü¤ü, yazd›¤› dil, düflünce dünyas›n› oluflturan dil, dolay›s›yla duygusunu da flekillendiren baflka bir dünya sözkonusu. Yani o dille düflündü¤ü zaman, çok fazla da böyle Türkçeyi, Türk dilini temsil etti¤i söylenemez. Zaten Türkçe yazm›yor, ayn› zamanda Türk edebiyat›n› da temsil edebilir mi? Burada baflka bir itiraz noktas› da olabilir. Diyelim ki Almancaya çevrilen baflka yazarlar ya da Frans›zcaya çevrilen... Türkçeden çevrildi¤i zaman temsil ediyor da, niye do¤rudan Almanca yazd›¤› zaman temsil edemiyor? Bu, hemen akl›ma geldi mesela, Elif fiafak için söylenebilir. Biliyorsunuz, kimi kitaplar›n›, örne¤in ‘Araf’, ‘Aflk’ gibi, ‹ngilizce yaz›yor, oturuyor bir baflkas›yla da çeviriyor Türkçeye. Ama Elif fiafak’›n yapt›klar›nda dikkat edin, tema da çok önemli, yani Türkiye merkezli ya da Türk kültürü merkezli temalar seçiyor. Belki bunlar› yapmasayd›, itirazlar›m›z daha derinleflecekti. Yine de tart›fl›lmas› gereken bir durum olarak görüyorum bu noktay›… Yani burada isteyerek bir melezlefltirme de söz konusu. Çünkü, Türkçeyi biliyorsunuz hem de çok iyi biliyorsunuz ama, Türkçe yazm›yorsunuz. Bunlar› Elif fiafak için söylüyorum… Üstelik yazd›klar›n›n edebi de¤eri konusunda da itiraz›m yok, dilini be¤eniyorum. Ama, trajik olan bildi¤i baflka bir dilde yaz›p, onu bir de oturup bir baflkas›yla çevirmeye çal›flmas›… Belki de benim alg›layamad›¤›m baflka bir durum var, flimdi akl›ma geldi, Pelin Batu… Sinema oyuncusu, bir yan›yla tarihçi ama fliir de yaz›yor. ‹ngilizce yaz›yor, Türkçeye çevirmeye çal›fl›yor… Bunu düflündüklerini, duyumsad›klar›n› Türkçe söylemekte s›k›nt› çekti¤i için yapt›¤›n› söylemiflti... Böyle olunca, siz zorlanmad›¤›n›z bir dilde, yani kendinizi daha iyi anlatabildi¤iniz bir dilde yazarken, biraz de¤il, epeyce de o dilin insan› olmuyor musunuz? Ama, ilginçtir bütün bunlara karfl›n kafam›zda flöyle bir soru iflareti yok mesela, Elif fiafak veya fliirlerini ‹ngilizce yaz›p, Türkçeye aktaran Pelin Batu Türk yazar› m›d›r ya da Türk edebiyat›n› temsil ediyor mu? fleklinde. Burada sanki ürettikleri, gündelik hayatlar›n› GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 191 sürdürdükleri co¤rafya da önemli olmaya bafll›yor gibi… Yani Amerika’da ‹ngilizce yaz›p, Türkçeye çevrilseler, o zaman biz baflka bir yarg›laman›n içerisinde olacakt›k. Ama Türkiye’de yaflay›p, biraz da burada göz önünde olduklar› için, bural› sayman›n alg›s›n› tafl›yoruz. Ama ayn› fleyi Renan Demirkan, Emine Sevgi Özdamar gibi, Almanya’dan bir ç›rp›da akl›ma gelenleri an›yorum, Zafer fienocak gibi adlarla karfl›lafl›nca söyleyemiyoruz… Dural›yoruz en az›ndan. Almanca yaz›yorlar, Almanya’da çok da sayg›n bir yerdeler. Edebiyat olarak yap›tlar›n›n niteli¤i ve edebiyatç› olarak da baflar›lar› küçümsenecek noktada de¤il. Ama bunlar Türk edebiyat›n› temsil noktas›nda, kimlik olarak, hangi ölçüde belirleyicidirler, bunun sorgulanmas› gerekiyor. ‹tiraz›m ya da baflka bir demeyle tart›fl›lmas› gereken nokta olarak düflündü¤üm husus buras›: Düflünce evrenini yaratan, onun içerisini dolduran ve edebiyat yap›t›n› var eden dilin kullan›m›… Kuflkusuz bu de¤erlendirmeyi yaparken bir karmafla da yaflam›yor de¤ilim… Pekiyi kendileri ne düflünüyorlar bu konuda? Kendilerinin bu konuda görüfllerini çok fazla bilmiyorum. Bildi¤im, gerek Renan Demirkan’la, gerek Zafer fienocak’la yap›lan söyleflilerde Türk kökenli olduklar›n›; hatta fienocak’›n asimilasyon konusunda kayg›lar›n› dile getirdi¤ini, Türklerin ve Türk hükümetlerinin bu konuda kay›ts›z kald›¤› gibi ciddi endifleleri oldu¤unu okudum. Türk kültürü, örne¤in bir Türk kültür evinin yoksunlu¤u konusunda hassasiyetinin oldu¤unu da yine bu söylefliden biliyorum. Ama bütün bu kayg›lar, edebiyat yap›tlar›n› yarat›rken ye¤ledikleri dil konusunda endiflemi gidermiyor… Onlar›n tercihinin bir zorunluluk oldu¤unu da kabul ediyorum. Ne var ki Türkçe edebiyat› temsilen bir vurgu yapmak konusunda temkinli davranmak gerekti¤ini düflünüyorum. Almanya’da Almanca yazan Türkler içerisinden bir temsilci. Tabii bir melezleflme söz konusu. Bütün dünyada melezleflme var ve en belirgin yans›mas›n› da dil üzerinden göstermekte, ama edebiyat sanki kimliklerin ay›rdedicili¤i, alg›lanmas› söz konusu oldu¤unda çok daha belirleyici, çok daha derinlikli bir alan. Bunu biraz da edebiyatç›n›n yetene¤ine ba¤l› olarak onun yap›tlar› üzerinden okuyabiliriz. Ben do¤rusu, sözünü etti¤im, yani Almanya’da Almanca yazan yazarlar üzerinden böyle bir okumay› (çünkü Türkçeye çevrildikleri zaman ancak okuyabiliyoruz) çok yo¤un olarak da yapam›yorum. O zaman okur sizin için önemli. Yani edebiyat›n kimli¤inin belirlenmesinde okur önemlidir, diyorsunuz. Kuflkusuz. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 192 fiimdi ben, sizin konuyu baflka bir aç›dan da de¤erlendirece¤iniz flekilde baz› veriler sunaca¤›m. Örne¤in: Yaflar Kemal. Yaflar Kemal y›llarca yurtd›fl›nda yaflam›flt›r. Ama Yaflar Kemal’in, yurtd›fl›nda yazd›¤› eserler de dâhil olmak üzere, eserleri buram buram Çukurova kokar. Hangi dilde yazarsa yazs›n Yaflar Kemal’in eserlerinde gene ayn› kokuyu hissedermifliz gibi geliyor bana. Ha, bir de Yaflar Kemal kendisini baflka bir edebiyata ait hissetti mi, hiç? Bence hiç hissetmedi. Hissetmedi. Yok. Yani ben Türk edebiyat›n›n d›fl›nda baflka bir edebiyata aittim demedi. Demek ki, mekân›n de¤iflik olmas›, yani yazar›n bulundu¤u mekân›n kendi anlatt›¤› mekândan uzak olmas› çok o kadar önemli bir etken de¤il, belirleyici bir durum de¤il. Baflka bir örne¤im daha var, Cengiz Aytmatov. Cengiz Aytmatov, y›llarca Rusça yazm›flt›r. Ama Sovyetler Birli¤i’nin da¤›lmas›ndan sonra kendi kimli¤ini net olarak koymufltur ortaya: Ben bir K›rg›z yazar›m, K›rg›z edebiyat›n› temsil ediyorum demifltir. Daha da iddial› bir söylem vard›r: Cengiz Aytmatov için K›rg›z edebiyat›n› dünya edebiyat› standartlar›na tek bafl›na tafl›m›fl yazard›r, derler. Çok do¤ru. Oysa Cengiz Aytmatov, Rus edebiyat›n›n içinde büyümüfltür. Babas› K›rg›z, annesi Tatard›r. Yan›lm›yorsam anne taraf›ndan bir miktar Rusluk da kar›flm›flt›r. Rus kültürüyle büyümüfltür, t›rnak içinde Rus e¤itim sistemi içerisinde büyümüfltür, resmi ad›yla Sovyet e¤itim sistemi içerisinde büyümüfltür. Ama kendi kimli¤ini belirleme sorunuyla karfl› karfl›ya geldi¤inde, Bana ‹ngilizce ö¤retilseydi K›rg›z edebiyat›n› ‹ngilizceyle de temsil ederdim, demifltir. fiimdi, elimizde bir de böyle bir örnek var. Bu verilerle tart›flma konumuzu nas›l de¤erlendireceksiniz? Tabii yazarlar›n biraz da kimli¤i önemli. Yaflar Kemal örne¤inde oldu¤u gibi. Baflka bir örnek de verilebilir buna. Mesela, Nedim Gürsel, uzun y›llard›r, hatta çeyrek yüzy›ld›r Fransa’da yafl›yor, akademik hayat›n› orada yürütüyor, ama hiç kimsenin akl›na gelmiyor ki, Nedim Gürsel Fransa’dan yaz›yor. Tam tersine Türkiye’yi anlat›yor, Türk insan›n› anlat›yor, bize ait temalar› anlat›yor. Sanki burada temel belirleyici olan yazar, yani yazarlar›n tutumu. Demek ki edebiyat› asl›nda yazar üzerinden konuflmak daha do¤ru, yani kim yarat›yorsa onun üzerinden. Çünkü orada bir yarat›c›l›k söz konusudur. Aytmatov örne¤i de öyle. Belki Aytmatov K›rg›zca yazsayd› K›rg›z edebiyat›n› bu kadar zenginlefltiremezdi, çünkü onun sözcük da¤arc›¤›yla, yani K›rg›zcan›n sözcük da¤arc›¤›yla Rusçan›nki çok farkl›. Biri göçebe bir kültürün sözlü olan›n, konuflarak anlatman›n egemen GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 193 oldu¤u bir dil, öteki yerleflik bir kültürün, yazma eyleminin belirledi¤i edebiyat›n dili… Çok yak›n bir zamanda Türkmenistan’dan birkaç kifliyle konufltum, kendisi heykelt›rafl, efli de sanat tarihçisi olan birisiyle... Türkmencenin dilediklerini anlatmaya elvermedi¤inden yak›nd›lar… Yazd›klar›na da bak›yorsunuz, çok öyle zengin bir edebiyat yok. Oysa orda da bir geleneksel olan zihniyet, kökü derinlere ulaflan bir edebiyat var: Köro¤lu boylar›, O¤uz gelenekleri. Bu sözlü halk edebiyat› gelene¤inin bizdekinden daha da canl› yaflad›¤› söylenebilir. Fakat bunlar tek bafl›na estetik, sanatsal yetkinli¤i yüksek bir edebiyat ç›kar›lmas›na yetmiyor. Demek ki dilin zenginli¤i de burada belirleyici ö¤elerden bir tanesi, yani K›rg›zca yazmamas› Cengiz Aytmatov’un çok zekice bir buluflu. Rusça yaz›yor. K›rg›zca yazsa zaten bir dünya yazar› olamazd›, yani K›rg›zcadan ‹ngilizceye, Fras›zcaya çeviri daha zor… Bu noktada bir müdahalede bulunabilir miyim? Cengiz Aytmatov yazar olarak edebiyat dünyas›na girerken bir etnik kimlik kayg›s› yoktu. Yoktu. Yani Sovyetler Birli¤i vatandafll›¤› ona yetiyordu o zaman. Ayr›ca, biliyorsunuz, kimlik kavram›, sosyal bilimler alan›nda yak›n dönemin bir analiz arac› olarak popüler… . 1950’li, 60’l› y›llara kadar hakim yaklafl›m, daha çok s›n›f kavram› üzerindendi… Dolay›s›yla, kimlik üzerinden tart›flma ve irdelemelerin özellikle 80’lerden sonra yo¤unlaflt›¤›; evvelinde yap›lan bu türden ele almalara da olumsuz anlamda narsist e¤ilim olarak bak›ld›¤›n› görürüz. Bir kere kimlik vurgusu son dönemlerde gündeme geldi, yani edebiyatta kimlik tart›flmalar›, afla¤› yukar› bir yirmi, otuz y›ll›k bir geçmifle sahip, dolay›s›yla da Cengiz Aytmatov’un yazarl›¤a bafllad›¤› dönemle kimli¤e ait vurgular›n›n ortaya ç›kt›¤› dönem aras›nda hiçbir ba¤lant› yok, ama seksenli y›llardan sonra bir kimlik aray›fl› var diye de bir kimlik saptamas› ya da edebiyatta bir kimlik aray›fl›na girmeyecek diye bir durum söz konusu de¤il. Ayn› fley, mesela, Yaflar Kemal’i konufltuk ya, belki onun için de geçerli. Yaflar Kemal’in 1950’li, 60’l›, 70’li y›llardaki metinlerine bir bak›n, çok afl›r› derecede Türk vurgusunu görürsünüz. Yani farkl› bir gözle okudu¤unuz zaman çok tipik bir milliyetçi kimlik bile ç›karabilirsiniz, yani Türk milliyetçili¤i… Bu kadar m› olur? Her sözün bafl›nda bir Türk, her sözün bafl›nda bir Türk vurgusu olabilir mi? Oysa 1980’li y›llardan sonraki tart›flmalarda Yaflar Kemal’in Kürt kimli¤ine iliflkin vurgular da ortaya ç›kt›, ama Yaflar Kemal, bence, büyüklü¤ünü de burada gösterdi, bunun üzerine hiç gitmedi. Etnik kimlik üzerinde hiç durmaks›z›n, tam tersine bunu reddederek bir anlamda (Kürt sorununa bak›fl›yla ya da Türkiye’deki probleme bak›fl›yla zaman zaman sesli olarak söyledikleri farkl› bir fley) edebiyat üzerinden konuflmalar›nda kendisini hiç oraya dâhil etmeksizin, belki de Nobel Edebiyat Ödülüne en yak›n oldu¤u dönemde böyle bir vurgu yap- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 194 madan ondan uzak bile durdu gibi. Bu da Yaflar Kemal’in edebiyatç› kimli¤inin büyüklü¤ünden kaynaklan›yor. As›l söylemek istedi¤im, kimli¤e iliflkin vurgular›n 90’l› y›llarda flekillenmeye bafllad›¤›. Altm›fll› y›llarda, yetmiflli y›llarda böyle bir aray›fl yok. Ayn› fleyi Naz›m Hikmet’te de görürüsünüz. O, tabii gurbette olman›n, bir de yurt özleminin getirdi¤i büyük hasretle sürekli Türklük üzerine vurgu yap›yor. Hatta öyle afl›r› gidiyor ki, kendisi de fark›na var›yor. Mesela, onun Macaristan radyosu için kaydedilmifl bir konuflmas›n› dinledim, yineleyerek “Bizim Türk iflçileri, bizim Türk iflçileri” diyor, ama fark›na var›yor, sonra da “Kusura bakmay›n,” diyor, “böyle diyorum, ama dünyan›n bütün iflçileri güzeldir, ama ne yapay›m,” diyor, “Türk iflçileri daha baflka.” Yani, kendi memleketine, memleketlisine duydu¤u özlemi, bütün politik söylemlerin üzerine ç›kar›p, duygusal bir ba¤l›l›kla ifade etmeyi ye¤liyor. Farkl› görmek istiyor, öyle tan›mlamak istiyor. Edebiyat da sanki iflte bu duygunun yans›mas› gibi bir fley, yani edebiyatç› kimli¤i de bu, kendi kültürünüze iliflkin olanlar› daha farkl› görmeye çal›fl›yorsunuz. Yoksa temsil etme yetene¤iniz de ortadan kalkar. Baflka türlü bir edebiyatç›n›n kendi kültürünü temsilini nerede arayaca¤›z? ‹flte Aytmatov üzerinden konufltu¤umuzda belirginleflen bu de¤il midir? Aytmatov Rusça da okusak K›rg›z’d›r, ‹ngilizce de okusak, Türkçe de okusak K›rg›z’d›r. Benim asl›nda, belirleyici ö¤elerden bir tanesi dil derken söylemek istedi¤im, düfl dünyas›n›n dili, yani rüyas›n› gördü¤ü dili… Ya da Aytmatov için söylerseniz, rüyas›n› gördü¤ü dilin yazar›d›r o. Cengiz Aytmatov, öyle zannediyorum ki hep K›rg›zca gördü. E¤er rüyalar›n› Rusça görseydi, bence Rus yazar› olurdu. Rüyadan kastetti¤iniz, gece uyudu¤u zaman gördü¤ü fley mi? Yoksa düflünce baz›nda m›? Kesinlikle düflünce baz›nda, kastetti¤im o, yani kafan›zda olaylar› kurgularken K›rg›zca kuruyorsunuz ya da Türkçe kuruyorsunuz, ‹ngilizce yazabilirsiniz, o baflka bir fley, Rusça yazabilirsiniz, ama olaylar›n örgüsü, size onlar› yaflatan durumlar falan, biraz sizinle ilgili yani. Ama buna bildi¤imiz rüyay› da eklemek gerek… En sahici olan da budur. Can›n›z yand›¤›nda ç›kard›¤›n›z ilk ses hangi dildeyse, sizin yak›n durdu¤unuz kimlik oras›d›r diye düflünüyorum. Biraz önce bir fley söylediniz. O söylediklerinizde dikkat çekilmesi gereken iki nokta var. Bunlardan birisi, hem Yaflar Kemal’in hem de Cengiz Aytmatov’un etnik kimliklerinin melez olmas›. Bu durumu genel için de¤erlendirdi¤imizde, yazarlar bu kimliklerden birisini tercih ediyorlard›r ya da etmiyorlard›r. Örne¤in Yaflar Kemal’in ilerleyen dönemde, ömrü uzun olsun, kendisiyle ilgili bu tür tart›flmalara izin verip vermeyece¤ini bilemiyoruz, ancak flu ana kadar gelinen zaman diliminde GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 195 Türk edebiyat›n› kesin olarak temsil etti¤ini biliyoruz. Kendisi de öyle görüyor zaten. fiu da var, biz flu güne kadar Türk-Kürt ayr›m› yapmad›k hiç. Hele böyle büyük yazarlar üzerinden Türkiye’de edebiyatta, böyle yak›flt›rmalar olmad›. ‹kincisi, Aytmatov’un olay›nda durum farkl›. Cengiz Aytmatov seçmek zorunda kald›, tarihi koflullar ona seç dedi, o da seçimini yapt›. Ben —kendi halk›m diye nitelendirdi¤i K›rg›zlar› kastederek— halk›m›n yan›nday›m dedi. Böyle bir seçim yapt›. fiimdi bir üçüncü örne¤im daha var. Onu da söyleyece¤im ve görüflünüzü alaca¤›m. Bu örne¤im Faz›l ‹skender olacak. Faz›l ‹skender Rus de¤il, biliyorsunuz. Kafkas kökenli, Abhazyal›d›r. Faz›l ‹skender, farkl› bir kültürün, yani Rus kültürünün d›fl›nda bir kültürün temsilcisi olmas›na ra¤men, “Ben Rus edebiyat›na dâhilim” diyor, kesinlikle. Ayn› durum, asl›nda bizim Almanya’daki kimi yazarlar›m›z için de geçerli. Çünkü büyük olan ya da içinde yaflad›klar› co¤rafyan›n egemenli¤inden kaynaklanan oraya ait olma iste¤i. Ama siz böyle istiyorsunuz da yapt›klar›n›z oraya dâhil mi? O baflka bir fley. Bunu Da¤›stanl› Resul Hamzatov için de söyleyebilirsiniz. Resul Hamzatov da kendisini Rus edebiyat›n›n içerisinde görmek ister. Çok iyi an›ms›yorum ayn› fleyleri o da söylemiflti, “Ben Rus edebiyat›n›n bir parças›y›m,” demiflti. Oysa Resul Hamzatov’un yazd›klar›na bakt›¤›n›z zaman, onda mutlaka bir Da¤›stan kültürü görürüsünüz, yani Kafkas kültürünü görürsünüz. O, oran›n insan›d›r, oraya aittir. Dil farkl›d›r, siz kendinizi oraya ait görebilirsiniz, içerisinde yer ald›¤›n›z yazarlar birli¤i örgütü sizi o flemsiye alt›nda toplam›fl olabilir, ama bütün bunlar sizi kültürel olarak temsil etti¤iniz ya da ait oldu¤unuz kimlikten soyutlayamaz. Bana öyle geliyor. Konjonktürün de etkisi büyük bu tür de¤erlendirmelerde. Resul Hamzatov’a Sovyetler Birli¤i edebiyat›n›n temsilcisi oldu¤unu söylettiren tarihsel siyasal koflullar vard›. Çünkü o hakim olan enternasyonal söylemin bir parças›yd› o y›llarda... Ama Sovyetler Birli¤i da¤›ld›ktan sonra da Resul Hamzatov, “ben Rus edebiyat›n›n temsilcisiyim” demeye devam etti. Devam etti, ama, dedi¤im gibi, Sovyetler Birli¤i da¤›lm›fl olsa da, Hamzatov gibi bir edebiyatç›n›n kendini tariflemesinde söylem olarak ba¤l› kald›¤› nokta henüz de¤iflmemiflti. Ayr›ca edebi kimlik, bir yazar›n kendisini de¤iflen ülke ya da dünya koflullar›na göre tan›mlamas›yla olacak bir fley de de¤il. GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 196 Ama Faz›l ‹skender flunu söylüyor, “Ben Abhaza kültürünü içerisinde büyüdüm, Kafkas kültüründen etkileniyorum, o kültürün ö¤elerini sanat›mda kullan›yorum, ama kendimi Rus edebiyat›n›n içinde görmek istiyorum” diyor. fiimdi flu da var. Ve de Rus edebiyat›n›n içinde gerçekten. Gayet tabii içinde. Çünkü yararland›¤› metaforlar falan oraya ait. Edebiyatta yarat›c›l›¤›n, bence en büyük belirleyenlerinden bir tanesi de size ait bir metafor var m›? Faz›l ‹skender için bu söylenebilir. Çünkü o gerçekten Rus kültürüne ait metaforlarla yazan biri. Ama ayn› fleyi Resul Hamzatov için söyleyemezsiniz. Resul Hamzatov hiçbir zaman Rus metaforlar›n› kullanm›yor. O, tipik Da¤›stanl›d›r. Cengiz Aytmatov’u farkl› k›lan da o. Cengiz Aytmatov’un eserlerindeki metaforlar, K›rg›z kültürüne ait metaforlard›r. Yaflar Kemal’de de öyle, Anadolu kültürüne ait. Yaflar Kemal, dikkat edin, hep çok kültürlülük üzerinden konuflur. Kendisini ait etti¤i kültürü hep G›lgam›fl’tan bafllat›r, Afl›k Veysel’e getirir, yani bugüne tafl›r. Bir flekilde kendisine bir gelenek kurmufltur. Bu topraklar›n kültürüdür o, yani Anadolu co¤rafyas›n›n. Onun için de dünyan›n neresine giderse gitsin, onda kendi Çukurova’s›n› yan›nda tafl›mas› ve onu yazmas› esprisi de oradan kaynaklan›r. Çünkü metafor buradan üretilmifl, bu kültürün içerisinden üretilmifltir. Bizim Almanya’da yaflay›p Almanca yazan yazarlar içerisinde ola ki Türk edebiyat›n›n, Türkçenin metaforlar› olsa (benim anlatmak istedi¤im o), o zaman hiçbir itiraz›n›z yok. Yani Elif fiafak örne¤i var, diyorum ya ‹ngilizce yaz›yor, ama bütün metaforlar› Türkçe, Türk kültürüne ait metaforlarla yaz›yor, yani yarat›c›l›¤›n› belirleyen bütün ayr›nt›lar Türkçede gizli. ‹ngilizce yazm›fl olmas› onun bir baflka kültürün, bir baflka dilin edebiyatç›s› oldu¤unu belirlemiyor… O çok özel bir gayretle sanki kendini yabanc›laflt›r›yor. Keflke Türkçe yazabilse, ama inan›yorum ki Türkçe düflünüyor, yoksa nas›l yaratacak onlar›, flimdi siz düflünün ki… ‹zin verirseniz, konuyu toparlamak için, flu ana kadar edebiyatta kimli¤in belirlenmesine yard›m eden ö¤eler olarak nas›l bir s›ralama yapt›¤›n›z› an›msayal›m m›? “Bunlar›n aras›nda dil var, okur var, yazar var, kültür var dediniz.” Bunlar›n hiçbirisi de itiraz edilecek faktörler de¤il, ancak bunlar›n hiç birisi tek bafl›na belirleyici olmuyor. Giderek olmamaya bafll›yor. Belki daha komplike düflünmek laz›m. Bunlarla birlikte, asl›nda baflka etkenler de var. Konufltukça ortaya ç›k›yor. Gerek Elif GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 197 fiafak’›n, gerek Orhan Pamuk’un d›flardan yazmaya çal›flmas›n›n arkas›nda, sanki dünya kültür endüstrisinin bir pay› var. Yani Türkiye’de bir yere kadar geliyor. Bu, di¤er yazarlar için de geçerli, kendilerine kitap say›s› aç›s›ndan da bak›n, flöhret aç›s›ndan da bak›n, baflka dillere ait olmak aç›s›ndan da bak›n dünya yazar› olmak istiyorlar. Dünya yazar› olman›n, dünya edebiyat›n›n bir parças› olmak için, edebiyatç› da giderek tipik pop y›ld›zlar› gibi, bu sektörün unsuru haline geliyor. Yani müzik endüstrisi nas›l kendi standard›n› yarat›yorsa, edebiyat endüstrisi de kendi standard›n› yaratarak bu dünyada tutunmaya çal›fl›yor. Onun parças› olmak durumunda yani. Gittikleri, gördükleri kurslara bakt›¤›n›z zaman da zaten sanki bunun yarat›lmaya çal›fl›ld›¤›n› görüyorsunuz. Elif fiafak için de ayn› fley geçerli, Orhan Pamuk için de. Hep ayn› merkezlerin, ayn› kulüplerin içerisine girmek durumunda kal›yorlar. Tipik loca sistemi gibi, ait olmak istedikleri bir merkez var. Oradan pazarlanacak. Yani Hollywood’dan üretilmeyen bir sinema filmi, nas›l dünya piyasalar›na aç›lam›yorsa ya da Warner Bross’un ya da ayn› flekilde dünya tröstleri haline gelmifl pazarlamac›lar›n üretti¤i sinema ürünü, bizim sinemalar›m›zda oynayabiliyorsa, ayn› flekilde edebiyatç›lar için de böyle bir sektörün var oldu¤u ortaya ç›k›yor. Var da zaten, buna itiraz edemiyoruz. Ama Yaflar Kemal farkl›yd› bunlardan, Cengiz Aytmatov farkl›. Çünkü onlar için, iki kutuplu dünyan›n, özellikle de edebiyat üzerinden büyük bir dalga yaratm›fl Sovyetler Birli¤i’nin var oldu¤u dönemde baflka bir yazarl›k kimli¤i de söz konusu, bana öyle geliyor. fiimdi düflünün ki bir yerde çok büyük bir yazar örgütü var, Sovyet Yazarlar Birli¤i… Sovyetler Birli¤inin ideolojik propaganday› oturttu¤u bir de edebiyat gelene¤i var. Dolay›s›yla temel ihraç malzemelerinden bir tanesi yazar, edebiyat üzerinden ihraç yap›yor, ideoloji ihraç ediyor. Sadece ideoloji de¤il asl›nda, kültür de ihraç ediyor, yani onu hiçbir zaman yabana atmamak laz›m. Ama öteki tarafta da ideolojiyle birlikte buna pazar bulduran, bir Amerikan dolar› var. ‹ki kutuplu dünyan›n bir tanesi edebiyat üzerinden propaganda yap›yor, di¤eri karfl›l›¤› olmayan Dolar ihraç ediyor... Üretilmesi kolay, dolafl›ma sokulmas› kolay olan bir nesneyi yani… Öteki, karfl›l›¤› olan bir fley ihraç ediyor, edebiyat ihraç ediyor. Peki, Kazanan kim oldu? Bu süreçte flu ortaya ç›kt›: Her fleyin bir fiyat›n›n oldu¤u, edebiyatç›n›n ne kadar çok kitab›n›n sat›ld›¤›, ne kadar çok tiraj yapt›¤›n›n belirleyici oldu¤u bir sürece girildi. 2000’li y›llarda bafll›yor böyle bir süreç. Sizin ad›n›z, kaset say›n›z ve kitap bask› adedinizle konuflulmaya bafll›yor, “üç milyon satt›”, “ befl milyon satt›”, “flu kadar bast›” gibi rakamlar, oysa bin dokuz yüz ellili, altm›fll› y›llarda bunlar› telaffuz etmek bir yazar için ay›pt› da. Benim kitab›m flu kadar satt› demek, çirkin bir fley. Ha flu kadar okundu demek çok önemli bir fleydir bir yazar için. Etki GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 198 alan›n›n varl›¤›yla kitaplar›n tiraj› aras›nda çok tezat olufltu. Sanki bunlar da kimlikleri etkiliyor. Yani yazar›n üretiminin oturdu¤u zemin… Yaln›zca eseri de¤il, yazar› da tüketim malzemesi oldu. Tabii ki, yani dönem çok önemli. fiimdi.. Sözünüzü kesiyorum, ama bir vurgu yapmak istiyorum, edebiyat›n kimli¤ini belirleyen etkenlerden bir di¤eri de dönem diyorsunuz? Kesinlikle... Biz zaten tart›flmay› iki binli y›llarda yapmaya bafllad›k. Türkiye’de olsun, dünyada olsun, edebiyat ya da kimlikler üzerinden konuflmak, kültürel kimlik aray›fllar›, edebiyatta kimlik aray›fllar› falan bu y›llara denk geliyor. Öncesinde böyle bir kayg› yok. Zaten edebiyatç›n›n kendisi bir kimli¤in ifadesidir. Yani, nas›l söyleyeyim, Aytmatov hiç aidiyet duygusu tafl›madan bunlar› yapt›. Ama herkes bildi ki, Türkçeden biz okurken, ilk okudu¤umuz y›llarda da, ben iyi an›ms›yorum, 1970’li y›llarda, Türkçeye kazand›r›lan yap›tlar›n hepsi de Sovyet hikâyeleri antolojisi diye geçerdi. O y›llardaki antolojilerin içerisinde hayat hikayesi hanesinde Cengiz Aytmatov için, K›rg›z kökenli diye biz yazard›k. Ama bir Avrupa, onun K›rg›z kökenli olufluyla falan ilgilenmezdi, Frans›z ilgilenmezdi, Sovyetler Birli¤i yazarlar›ndan bir tanesi olarak okurlard›. Ama biz onu okurken de, “Cemile”yi okurken de, “Cengiz Han’a Küsen Bulut”u okurken de, “Selvi Boylum Alyazmal›m”› okurken de hepsinin K›rg›z co¤rafyas›yla, K›rg›z kültürüyle bir ba¤›n›n oldu¤unu hissediyorduk, bilmeden hissediyorduk. Yani onlar› hissettirecek bir isim. Ben flimdi farkl› bir yazar ad› verece¤im. Çünkü etraf›nda farkl› bir tart›flma ortam› yarat›lm›fl olmas› ve bizim konumuza da farkl› bir bak›fl aç›s› kazand›rmas› gerekiyor. Bu isim Nabokov. Nabokov, bilinguist olarak büyümüfl bir insan. Nabokov bir Rus, ama ‹ngilizceyi Rusçadan önce ö¤renmifltir. ‹ngilizceyi Rusça kadar mükemmel konufluyor ve bugün Nabokov için, konufltu¤u Rusça için, Rusçay› en iyi kullanan yazar tan›mlamas› yap›l›yor. Eserlerine de bakt›¤›n›z zaman hem ‹ngiliz ve Amerikan kültürlerinin, hem de Rus kültürünün eflit a¤›rl›kta baflar›yla temsil edildi¤ini görürsünüz. Örne¤in: onu eserlerine bir konuk olarak gelmez ‹ngiliz kültürü de Rus kültürü de. fiu an Moskova Devlet Üniversitesinde ö¤renim yapt›¤›m y›llarla ilgili bir anekdot an›ms›yorum. Edebiyat hocalar›m›zdan birisi Amerika’ya gidip gelmiflti, derste bize orada geçen bir an›s›n› “f”nin üzerine vurgu yaparak flöyle aktard›: “Nabokof geldi, Nabokof geldi, diyorlar. Ben bekliy- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 199 orum birisi gelecek, me¤er gelen bizim Nabokov’mufl.” Bildi¤im kadar›yla Amerikan kültürü de Nabokov’u kendi yazar› olarak kabul ediyor, ama Rus edebiyat›n› kesinlikle biliyorum, Rus okur Nabokov’u kendi yazar› olarak kabul ediyor. Nabokov’un kendisine gelince, “Rusya’da do¤mufl Amerikal› bir yazar›m,” diyor. Di¤er yandan, Nabokov’un çal›flmalar›na da bakarsan›z e¤er, yurt d›fl›nda kald›¤› süreç içerisinde Rus edebiyat›ndan hiçbir zaman kopmam›flt›r. Örne¤in: Rusçadan Puflkin’i ve di¤erlerini çevirmifltir. Özellikle “Yevgeni Onegin”’in çevirisi üzerine tart›flmalar oldu, baflar›s›z bulundu, o baflka bir konu. Rus edebiyat› üzerine incelemeler yapm›flt›r. Rus edebiyat›n› yurt d›fl›nda temsil etmifltir. Vatandafll›¤› yokken bu böyledir. fiimdi bu örnek için nas›l bir yorum yapaca¤›z? Nas›l bir de¤erlendirme yapaca¤›z? Nabokov dendi¤inde sizin kafan›zda oluflan imge Rus mudur? Amerikan m›d›r? Biraz önce dedik ya, çok belirleyici olan ö¤elerden bir tanesi dönemlerdir. Belki önümüzdeki on y›l içerisinde, yirmi y›l içerisinde ayn› fleyleri kullanabiliriz, ama Ben Nabokov dendi¤inde hep bir Rus yazar› düflünürüm. Yani romanlar›na seçti¤i adlar, eserlerindeki metaforlar falan, kuflkusuz orada bir Amerikan hayat tarz› var, ‹ngiliz hayat tarz› var, ama bütün bunlar› bir betimleme ögesi, bir tema olarak kuruyor, yani bir Türk de bir Amerikan hayat tarz›n› anlatabilir. Bizim romanc›lar›m›z›n hangisinin yazd›klar›nda sadece Türk’e ait hayat tarz› var? Kuflkusuz baflka hayat tarzlar› da var. Nabokov için de ayn› fley geçerli. Onlar› yan yana kullanmay› bilen birisi. O, tabii bir baflka yetenek, onu ayr›ca tart›flmak gerekir, onun sanatsal yarat›c›l›¤›n›n, yani bir edebiyatç› olarak yarat›c›l›¤›n›n gücünü falan… Ama sanki burada bir kimlik aray›fl›na girdi¤imiz zaman, “Rus mudur? ‹ngiliz midir? Amerikan m›d›r?” tart›flmas›na girdi¤imiz zaman bir Rus’un sanki Amerikan hayat tarz›n› da romanlar›na tafl›m›fll›¤› gibi gelir bana. Hiç onu baflka bir ulustan gibi okumak, alg›lamak düflüncesi gelmez. Ama flu da var: Nas›l ki diller melezlefliyor, baflka kültürler melezlefliyorsa, edebiyatta böyledir, yazar›n kendisi de melezleflmeye bafll›yor. Bunu yad›rgamamak gerekiyor diye de düflünüyorum. Çünkü gündelik hayatlar›m›za yeni yeni ö¤eler giriyor. Bir de dedi¤im gibi, kimlik aray›fllar›, çok çarp›c› bir flekil ald›. Bir anekdot anlatay›m. ‹stanbul’da Ayasofya Camiinin ziyaretçileri aras›nda kuyruk oluflmufl. Kuyruktaki modern giysili bir bayan, önünde duran örtülü bayan› Arap zannediyor ve “Size yard›mc› olabilirim,” diyor. Örtülü olan da onu, modern giyiminden dolay› turist zannediyor. Öbürü “Ben de Türküm, siz de mi Türksünüz?” diyor. Hep kimlik üstünden konuflulmaya bafll›yor ya. Bu bak›mdan, soludu¤umuz atmosfere göre olaylar› alg›lama biçimi de çok önemli. Edebiyatç›lar üzerinden de sanki böyle. Bizim okur olarak onlara bak›fl›m›z böyle bir sonucu do¤uyor. Asl›nda yazar, Nabokov gibi, Yaflar Kemal gibi, Cengiz Aytmayov gibi, anlatt›klar›na bir tarihsel GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 200 derinlik kazand›r›yor, ama eninde sonunda gelip ifl bizim bugünden onlara nas›l bakt›¤›m›zda dü¤ümleniyor. Biz bugün okudu¤umuz zaman bunlar› söylüyoruz. Elli y›l önce okudu¤umuzda böyle bir bak›fl aç›s› yoktu. Konu tam da zaman›n alg›lamalar üzerindeki etkisine gelmiflken ilginç bir örnekten bahsedece¤im. Bunun için biraz tarihin derinliklerine gidece¤im. Asl›nda bu yazar yazd›¤› eserlerin ulusal kimli¤iyle ilgili tart›fl›ld›¤›n›n fark›nda bile de¤il, çünkü 1852 y›l›nda öldü. Bu yazar Gogol. Gogol, Ukraynal› bir yazar. Asl›nda köken olarak bakt›¤›n›zda Ruslar ve Ukraynal›lar etnik aç›dan akrabad›rlar. Rus kendisine Rus dendi¤inde kastedilen Beyaz Rusya’n›n, Rusya Federasyonu’nun ve Ukrayna’n›n ayn› çat› alt›nda yaflad›klar› ve Kiev’in baflkent oldu¤u dönemdir. Sonra ayr›lmalar oluyor. Ama ayr›lmalar olsa da doksanl› y›llara kadar geçen süreçte birlikte yaflan›lan dönem oldukça uzundur ve iç içe geçmifltir. Örne¤in: Ukraynaca, Gogol’ün anadilidir, ama Rusça da onun dilidir. Gogol, eserlerini Rusça yazmay› tercih etmifltir. Çünkü Rusça, edebi dil olarak çok geliflmifltir. Bu Ukraynacan›n fakir bir dil oldu¤u anlam›na gelmiyor. Ukraynacan›n da halk kültürüyle ilgili çok zengin bir birikimi vard›r. Üstelik Gogol’ün eserlerinde Ukrayna kültürü çok önemli bir yer tutar. Bak›n flimdi, bu noktada tart›flmam›za farkl› bir aç›dan daha bakmam›z gerekecek, ne dersiniz? Gogol, bir Rus yazar› m›d›r? Kimsenin akl›na gelmez ki, Gogol Ukraynal›d›r, Ukrayna do¤umludur. O bir fiçevçenko gibi de¤ildir. fiçevçenko ayr›. fiçevçenko’yu bize tan›tan Ukraynal›lar. Ben bunca y›ld›r Rus edebiyat›yla ilgilenen birisiyim ve fiçevçenko’nun ad›n›n bir kez olsun zikredildi¤inden haberim olmad›. Ne zaman haberim oldu. Ukrayna, Rusya’yla yollar›n› ay›rd›ktan sonra ünlü bir yazar ç›kartmak, ünlü bir bilim adam› ç›kartmak aray›fl›na girdi… Bir kimlik aray›fl›na girmiflti. Bizim Günefl-Dil teorimiz de böyle bir fleydir. Tam da burada dü¤ümleniyor ya konu, kahramanlar üretmek, yeni mitler yaratmak yani. O zaman ne oldu. Aranan en uygun kifli fiçevçenko oldu. Böylece ortaya baflka bir etken daha ç›kt›: Toplumsal talep. Aynen öyle. Neden Gogol’ün ad›n› öne ç›kartmad›lar? Çünkü onun Rus olmad›¤›n› kan›tlamak, fievçenko’nun Ukrayna edebiyat›n›n yarat›c›s› oldu¤unu GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 201 kan›tlamaktan daha zordu ve bütün dünyaya mal olmufltu. ‹ki fley var. Bir tanesi, o Rus edebiyat›n›n temsilcisi. Ayr›ca, alg›lan›fl biçimi de çok önemli. Okur, okur derken, Gogol dünyada nas›l alg›lan›yor? Siz, ortalama bir okura Gogol’ün Ukraynal› oldu¤unu anlatamazs›n›z ki! Onun kafas›nda Gogol, Rus’tur. Yani Tolstoy ne kadar Rus’sa, Dostoyevski ne kadar Rus’sa, Çehov ne kadar Rus’sa, Gogol de o kadar Rus’tur. Ay›ramazs›n›z. Ha, Cengiz Aytmatov için öyle de¤il. Aytmatov sanki yaflad›¤› dönemden de kaynaklanan bir durumla K›rg›z kimli¤ini de öne ç›kartm›flt›r. En az›ndan K›rg›z kimli¤ini yans›tan yazarlardan bir tanesidir. Di¤er yanda ise kültürler de iç içe, yani Ukrayna kültürüyle Rus kültürünü birbirinden nas›l ay›rabilirsiniz ki? Bence bu tart›flman›n ortaya ç›kmas›nda siyasi talep belirleyici oldu. Yani Gogol’ün eserlerinin ulusal kimli¤iyle ilgili tart›flmalar›n bafllamas›nda siyasi talep belirleyici oldu. fiimdi bunlar›n hepsini bir tarafa b›rakaca¤›m. fiu ana kadar konufltuklar›m›z›n hepsini bir tarafa b›rakaca¤›m ve bambaflka bir noktadan girifl yapaca¤›m. fiimdi klasik müzik olsun konumuz. Beethoven’›n etnik kimli¤i bizi ilgilendiriyor mu? Chopin’in etnik kimli¤iyle ilgileniyor muyuz? ‹lginçtir, notalarla, bugün yayg›n olarak kulland›¤›m›z nota sistemiyle, dünyan›n neresinde olursa olsun yukar›da ad›n› sayd›¤›m klasik müzi¤e ait sanatç›lar›n ya da baflkalar›n›n eserleri icra edilir. Bu alanda insanl›k ortak bir dil bulmufltur. Hiç kimse de “bu müzi¤in etnik kökeni nedir?” diye sormaz, sorsa bile ona do¤rudan ulaflaca¤› bir dil mevcuttur. Sorgulamaz en az›ndan. Böyle bir sorgulama yoktur, böyle bir ihtiyaç da duyulmaz. Asl›nda araflt›r›labilir, incelenebilir, o ayr› bir fley. Di¤er yandan, resme bak›yorum, heykele bak›yorum, bu alanlarda da ayn› fley söz konusu. Belirli dönemlerde, belirli uluslar›n öncülük etmesi söz konusu olabiliyor. Ancak bir resim, bir heykel dünyan›n neresinde yap›lm›fl olursa olsun, sizin göz esteti¤inize hitap ediyorsa ve siz onu alg›layabiliyorsan›z, o metin okunmufl demektir. Ayr›ca etnik kimlikle ilgili bir sorgulama da söz konusu olmuyor. “Hangi ulusa aittir” gibi bir soru yoktur. Picasso’nun nereli oldu¤u sizin için önemli mi? Bugün bu ressam›n kendi ulusunun tarihini konu alan tablolar›na bakarken bile, dikkatlerimiz öncelikle GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 202 resmin sanatsal de¤eri üzerinde toplan›yor. ‹spanyol da olabilir, Norman da olabilir. O zaman edebiyattaki bu tutumu nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Edebiyat›n ay›rt edici yan› bu. Güzel sanatlar içerisinde edebiyat›n, bunlar›n d›fl›nda olmas›n›n nedeni, bence kimlikle ilgili bölümüdür. Yani edebiyatç› üzerinden kimlik aray›fl›na giriyoruz. Belki elli y›l sonra, yüz y›l sonra, befl yüz y›l sonra edebiyatç› için de bunlar söylenilebilir. Çünkü h›zl› bir melezleflme söz konusu, bunu inkâr edemiyoruz, ama edebiyat biraz daha baflka yerden geliyor. Bir kere siz hiçbir müzik eserinde ya da hiçbir resim de… Halk müziklerinden bahsetmiyoruz, ulusal kimlikler tafl›yan di¤er müzik türlerinden bahsetmiyoruz de¤il mi? Klasik müzikten bahsediyoruz. Hay›r. Zaten onlar ayr›. Klasik müzik söz konusu olan. Yani, belki de edebiyat›n, bunlardan farkl› yan› da henüz etnik özelliklerini yitirmifl olmamas›ndan kaynaklan›yor. Yani hâlâ daha… Bir üst kimlik, yani dünyaya ait bir kimlikten mi yoksun? Hay›r. Bu dille ilgili bir fleydir. Onlar›n dilleri farkl›, yani resmi ,siz izledi¤iniz için görüyorsunuz, belki bu sinema için de geçerli. Görüyorsunuz, filmlerde kuflkusuz hayat tarzlar›, yans›t›lan olaylar farkl›, ama giderek Türkiye’de yaflanan bir olay› bir Amerikan filminde de izleyebilirsiniz. Ya da Amerika’daki bir olay› Türkiye’de özdefllefltirebiliyorsunuz. Ama edebiyatta öyle de¤il. Oradaki gündelik iliflkiler, insanlar›n birbirleriyle olan duygu al›flverifli baflka bir fley, size ait birçok ö¤eyi tafl›yor. fiu da var, toplum bu kadar tek düzeleflse, ayn›laflsa baflka uluslarla, t›pk› klasik müzikte oldu¤u gibi, ça¤dafl resimde oldu¤u gibi, edebiyatta da böyle ay›rt edecili¤e gitmemeye; kim yazm›fl, kim yazmam›flla ilgilenmemeye bafllayaca¤›z. Ama siz edebiyatta isimlerden bafllayarak bir ulusa aitli¤i konufluyorsunuz. Yani Ali, Ahmet, Ayfle, ne bileyim, Maria, ötekisi Alain, tüm bunlar bir kimli¤e vurgu yap›yor. Yani siz daha ad› duyar duymaz, mesela, Maria ismini duydu¤unuzda bir Rus biyografisi akl›n›za geliyor. Onun Türkiye ile ilgisini zaten kuram›yorsunuz. Ama belki elli y›l sonra kuracaks›n›z, çünkü uluslar da iç içe geçmeye bafll›yor. Konuya iliflkin aray›fllar da sanki bunlardan kaynaklan›yor. Bu kadar melezleflmenin içerisinde, bu kadar iç içe geçmenin içerisinde insanlar “Ben neredeyim, nereye dahilim ya da beni di¤erlerinden farkl› k›lan yanlar›m nedir?” GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 203 gibi sorular›n yan›t›n› edebiyat üzerinden aramaya, ö¤renmeye çal›fl›yor. fiöyle bir fark var ama bak›n. Di¤er sanat dallar› aras›nda edebiyat›n fark› flu: Edebiyat çeviriye ihtiyaç duyar. Di¤erlerinde çeviriye gerek yoktur, çünkü ortak bir dil kullan›l›yor. Yani resimde bir kad›n figürü görüyorsan›z, bu kad›nd›r demenize gerek yok. Ayn› fley müzik için de, heykel için de geçerlidir. K›saca, çeviri ifllemi araya girmeden bu metinler, adrese, kitleye ulaflabiliyor, dünyan›n her taraf›nda alg›lanabiliyor. Ama edebiyatta durum böyle de¤il. Edebiyatta eser dünyan›n en yayg›n dilinde de yaz›lm›fl olsa çeviriye gereksinim duyulacakt›r. Bir baflka dile çevirme gereksinimi do¤acakt›r. Mutlaka bir baflka dile çevrilecektir. Dil orada belirleyici oluyor. Evet, dil belirleyici oluyor, ama bir fley var. Bence vurgulanmas› gereken bir fley daha var: Evet resim resimdir. Bakars›n›z, alg›lars›n›z, ama o resmi detaylar›yla ve do¤ru alg›lamak için yaz›l› bir metne de gereksiniminiz vard›r. Bunu da unutmamak gerek. En az›ndan onu okuyacak, bir resim bilgisine ihtiyaç vard›r. Edebiyat yap›t› için de ayn› fley geçerli de¤il mi? Yani Yaflar Kemal’i benim alg›lamamla Frans›zlar›n alg›lamas› aras›nda dünya kadar fark vard›r. Bunun somut örne¤ini de verebiliriz. Frans›zlar Yaflar Kemal’in ‹nce Memed’ini sinemaya aktarm›fllard›. Orada ‹nce Memed’e iliflkin hiçbir vurgu yok. Tipik bir Frans›z köylüsünün isyan›n› anlat›yor, mekân olarak da Fransa’da olay geçiyor. Demek ki bir baflka dile aktar›rken alg›layan kiflinin nas›l alg›lad›¤› da çok önemli, yani o kültürü bilecek. Sanki burada, temel belirleyici olan dil tabii, yani bir düflünceyi temsil ediyor, hangi düflünceye sahipseniz, hangi kültüre aitseniz siz o dil üzerinden bir edebiyat yap›t› ortaya koyuyorsunuz, bu bir. ‹kincisi de sizin o kültüre iliflkin kodlar›n›z›n bir flekilde edebiyat yap›t›na tafl›n›yor olmas›d›r. Yani öyle edebiyatç›lar var ki, mesela, onu okudu¤unuz zaman Türkçe de yazm›fl olabilir, ‹ngilizce de yazm›fl olabilir, ama mekân› falan öyle çok da önemli de¤il, hatta son y›llarda yaz›lan edebiyat kitaplar›nda benim çokça gördü¤üm, itiraz etti¤im konulardan bir tanesi bu. Mesela, geçen y›l afla¤› yukar› otuzun üzerinde hikâye kitab› okudum, bir o kadar da roman okudum, Türkçe yaz›lm›fl romanlardan. Bunlar›n flöyle kapaklar›n› ç›kard›¤›m›z zaman, yani yazar›n›n ismini görmeden, ‹ngilizce okusayd›m ne olurdu diye düflündüm. ‹flin do¤rusu, hiç de yad›rgamazd›m, çünkü ço¤unlukla anlat›lan ikili iliflkileri. Yani iki kifliye yaz›lm›fl romanlar, iki kifliye yaz›lm›fl hikâyeler. Ço¤unda bir kad›n bir erkek ya da iki kad›n iki erkek gibi, ama mekânlar çok s›n›rl›, yani bu mekânlar hep kapal› mekânlar, dünyan›n her yerinde görebilece¤imiz mekânlar: GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 204 Diskotek, dünyan›n her yan›nda diskotektir. Hatta yazar oradaki ayr›nt›lar› fark edebilse oradan da bir fley ç›kartabilirsiniz. Mesela, bizim diskoteklerimizde hiçbir bayan omzunda çantas›yla gidip aynan›n karfl›s›nda tek bafl›na dans etmez. Böyle bir ayr›nt› olsa ben anlar›m ki, bu Türkiye’deki bir diskotek de¤ildir. Ama gidersiniz Ukrayna’da ya da Moskova’da, ne bileyim Moldova’da tek bafl›na, iflten ç›km›fl kad›n gündelik çantas›yla aynan›n karfl›s›na geçmifl dans ediyor. Deli dersiniz buna, ama öyle. Bunlar› fark edecek kadar gözlemci olabilse edebiyatç› siz oradan da bir ay›rdedecilik yakalayabilirsiniz. Dersiniz ki bu mekân ‹stanbul’da de¤ildir. ‹stanbul’daki kad›n niye geçsin aynan›n karfl›s›na tek bafl›na. ‹stanbul’daki kad›n›n bir erkek arkadafl› vard›r ya da iki üç tane k›zsa da iki üç tane k›z birbiriyle dans ediyordur. Bunlar› gözlemleyen, bunlar›n ayr›m›nda olmayan yazar›n hayat bilgisinden kuflku duymak gerekir. Öyledir de… Bugünün edebiyatç›s›nda hakim bir hayat bilgisi eksikli¤i gözlemlemekteyim. Benim vard›¤›m sonuçlardan bir tanesi bu, hayat bilgisi deneyimi zay›f. Hayat bilgisi deneyimi zay›f oldu¤u zaman da siz ne üretebilirsiniz? Bu fliir de olabilir, hikâye de olabilir, roman da olabilir. Özellikle mekân duygusunun, belirleyici oldu¤u roman gibi, öykü gibi yap›tlarda bu yoksunluk ve yoksulluk daha bir öne ç›k›yor. Bunlar› bulamad›¤›n›z zaman da, galiba bir kimliksizleflme söz konusu, yani edebiyat›n kimliksizli¤i söz konusu, dolay›s›yla edebiyatç›n›n kimliksizli¤i söz konusudur. fiimdi Yaflar Kemal’i, hep oraya geliyoruz, hangi dilden okursan›z okuyun Türkiyeli oldu¤unu bilirsiniz. Onun Çukurovas›n› yan›nda tafl›mas›n›n tipik yans›mas›d›r bu. ‹stanbul’u anlat›rken de asl›nda yine Çukurova’y› anlatt›¤›n› görürsünüz. Bunu kendisi de ifade eder, “Yine Çukurova’y› anlatt›m, çünkü en iyi bildi¤im fley o.” En iyi bildi¤i fleyi anlatmak baflka bir fley, illa da bir fley yazay›m, illa da bir fley anlatay›m dürtüsü farkl› bir fley. Son y›llar›n edebi eserlerinde benim gördü¤üm bu, yani bir fley anlatay›m, ama bu anlatt›¤›m fley edebiyat olabilir mi? Bunlar›n tarihsel bir de¤eri var m›? Edebiyat de¤eri var m›? Var olan edebiyat birikimi içerisinde bir baflka zenginli¤e yol açabilir mi? Bu türden aray›fllar› yok. Dolay›s›yla, onun kimli¤e iliflkin de her hangi bir kayg›s› bulunmuyor. Zaten oradan bir kültürel kimlik, bir kültürel alg›lama yapam›yorsunuz. Sanki yetenekli yazarlar›n, büyük yazarlar›n ait olduklar› bir kültürel kimlik var ve siz oradan, hangi dilden yazarsa yazs›n (kuflkusuz ana dili daha belirleyici, yazd›¤›, anlatt›¤› kültürün dili çok daha önemli), oradan onu zaten okuyorsunuz. Aytmatov örne¤i de, Resul Hamzatov örne¤i de, Faz›l ‹skender örne¤i de öyle. Yani onlar›n kendilerini tan›mlama biçimleri nas›l olursa olsun ait olduklar› yeri fark ediyorsunuz. Ki onlar›n bir k›sm›n›n böyle bir kayg›s› yok, biz sorgulad›¤›m›z için, bu sorularla bir yere varmaya çal›fl›yoruz. Yoksa Yaflar Kemal’e “Türk yazar› m›s›n›z?” diye sorabilir misiniz? Bu kadar komik bir fley olamaz. Naz›m Hikmet için de ayn› fley geçerli. O baflka bir dilde zaten hiç yazmam›fl, ama baflka bir yerde yaflarken de yazd›klar› bu kültüre, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 205 bu kimli¤e ait fleyler. ‹zin verirseniz flimdi size baflka bir fley soray›m. Evet, bugün sizi baflka bir kimli¤iniz için ziyaret ettim, sizin baflka kimli¤inizle tart›flmak için geldim, ama siz edebiyatç› kimli¤inizle de öndesiniz. Sözü “Sular› Islatan Mecnun”a getirmek istiyorum. Böyle bir metafor nas›l do¤du? Biraz aç›klar m›s›n›z? O bizim kültürümüze ait bir metafordur. Böyle bir metaforu bir Alman kurabilir mi?! Dikkat edin, zaten çevirmen Almancaya çevirirken Romeo ve Jüliet’le ba¤lant› kurabildi. Antik suyu ›slatan bir do¤ulu, Anadolulu, Mecnunumuz var bizim, suya savrulacaks›n›z, bir de suyu ›slatacaks›n›z. De¤ilse nas›l kurabileceksiniz ki? Kuflkusuz durduk yerde do¤mad›. Onun arkas›nda halk fliirlerimiz var, halk hikâyelerimiz var, anlat›lar›m›z var bütün bunlardan yola ç›kt›m. Ben oturup günlerce bir matematik problemi çözer gibi ya da ben nas›l bir imge bulay›m ki, insanlar› hayran b›rakay›m olmad›. O birdenbire gelen bir fleydir. Matematiksel ç›kt›lar koyarsan›z o zaman ortaya sanat yap›t› da ç›kmaz. Onu herkes yap›yor. Hatta çok çetrefil, Kakafonik anlat›mlara baflkalar› da ilgi gösterebiliyor. Ben öyle zannediyorum ki, bizim kitap ç›kt›ktan sonra Türkiye’de olmayan bir ilgi de gördü. fiimdi dokuzuncu bask›s› falan yap›l›yor. Çok de¤il tabii, Türkiye’de bir kitaptan bin tane bas›yor, o bir bask› oluyor, bir iki tanesi befl yüz tane basm›flt› hatta. O belirleyici de¤il yani. Ama de¤iflik okur tepkileri al›yorsunuz, hiç beklemedi¤iniz yerlerden. ‹flte baflka dillere çevrilmesinin arkas›nda o yat›yor. Oysa ben o fliiri çok yerel bir duyguda yazd›¤›m› düflünüyordum. O metaforlar bu co¤rafyaya ait, bu kültüre ait. Ama sanki nitelikli edebiyat yap›t›n› yazan insan›n böyle bir kayg›s› varsa, baflkalar› taraf›ndan da daha iyi anlafl›l›yor, onu görüyorsunuz. Mesela, Almancaya çeviren arkadaflla biz hiç tan›flmad›k. Hatta çevirisini kitap halinde göremedi. Ben izini yitirdim. ‹nternet üzerinden bana bir mesaj att› bir gün. “Ben bu fliiri çevirdim, yay›nlamak da istiyorum,” diyordu. Bilmiyorum, belki benim d›fl›mda da yay›mlanm›flt›r. Buna dört befl y›l oldu. O, iletisinde, “Ben bir parkta kahve içmek için oturdum, bafllad›m ve bitti,” diyordu. Kuflkusuz üzerine çal›flm›flt›r, ama böyle bir ›s›nma varsa, sarmalayan bir fliir oldu¤unu da söyleyebiliriz. Ukraynacaya çevrilirken de flöyle oldu: Grabar, mesela (biliyorsunuz, fliirin çevirmenidir o), Türkçe bilmiyor. Tudora anlatm›fl. O da benim bir tane fliirimi okumufl, Rusçadan. Gittik, biz befl gün sabah akflam onunla dolaflt›k. Benim dört kelime ‹ngilizcemle, onun befl kelime ‹ngilizcesiyle biz gel-git, merhaba, nas›ls›n? fleklinde iletiflim kurmaya çal›flt›k. Ama Grabar bu süreç içerisinde benim sesimi duymaya çal›fl›yormufl, sesimin t›n›s›n› yakalamaya çal›fl›yormufl. Me¤er onun derdi oymufl. (Tudora Arnaut’la birlikte fliirleri Ukraynacaya çevirmifller ama, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 206 arad›¤› sesi bulamam›fl. Sonuçta o da flair bir adam.) Dördüncü geceydi, bir yerde yemek yiyorduk, bu birden f›rlad›. Alkol hiç kullanmayan bir adam. Tudora Arnaut’a ne oldu¤unu sordum. “Tamam, ben o sesi yakalad›m,” demifl. Bir ay sonra da gittik, kitap ç›km›flt›. Yani fliir baflka bir fley. Siz olayla bir ba¤ kuruyorsunuz, nas›l bir ba¤sa, tabii, çeviri yapmad›¤›m için bilemiyorum. Benim de benimsedi¤im fliirler bana ayn› etkiyi yapar bazen. Belki flair öyle bir fley anlatm›yordur. Son günlerde bir de¤erlendirme yaz›s› okudum, gene benim fliirlerimle ilgili, dedim ki, “Keflke ben bunlar› düflünebilseydim.” Asl›nda bana çok yak›n olan duygular: halk flairlerinin kimilerinin dizelerini bulmufl, benim yazmaya çal›flt›¤›m gibi. Okur bulmufl bunu, bir araflt›rmac›, iyi bir okur, iyi bir gözlemci bulmufl. Keflke diyorum, “Ben bunlar› söyleyebilsem.” Bu bak›mdan okur çok önemlidir. Okurun belirleyicili¤i, bu birikiminden kaynaklan›yor. Kültürel bir birikim. Ama ayn› belirleyicilik, bir Alman için söz konusu edilebilir mi? Bu tart›fl›l›r. Türkçeyi çok iyi bilecek… Bilmesi yetmez. Türk edebiyat›na hayran olacak, Türk edebiyat›n› iyi bilecek… Arkas›nda bir Karacao¤lan’›n sesi, bir Yunus Emre’nin sesi olacak, bir Emrah’›n sesi ama ayn› zamanda Sait Faik, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Cahit Külebi’nin sesi olacak… Bütün bunlar olmal› ki alg›lamas› tam olsun. fiimdi akl›ma Sabahattin Eyübo¤lu’nun çeviri yaparken izledi¤i yöntem geliyor. Mesela, çok merak ederdim, “Bu kadar mükemmel anlat›labilir mi?” diye. Sonra ö¤rendim, bir yerde okumufltum, “Ben çeviriler yaparken, zorland›¤›m zaman dönüp Karacao¤lan okuyorum, Yunus Emre’yi okuyorum” diyor. Önce Türkçenin zenginli¤ini alg›layacak ki, onun zenginli¤inin fark›na varacak ki, ondan sonra Türkçeye aktars›n. Sonuçta Türkçeye çeviriyor. Türkçedeki zenginli¤i bilmedikten sonra nas›l aktaracaks›n›z ki. Tabii fliirde bu çok daha zor. Çünkü siz Türkçeden bir fliiri baflka bir dile çeviriyorsunuz. Yazan adam Türkçenin içindeki bu unsurlarla do¤mufl. Yani benim “Sular› Islatan Mecnun” ancak Alman için “Romeo ve Juliet” olabilmifl. Belki bir baflkas› bulabilir ona denk gelen bir baflka imgeyi, ama…. Mecnun’u çok iyi bilmifl olmas› gerekiyor. Asl›nda “Romeo ve Juliet”in prototipi ile “Leyla ve Mecnun”unki ayn›. Tabii. Ortak ç›k›yor, ama Alman kültüründeki geldi¤i yer önemli. Bir de çok fazla tema olmufl, o kadar sahnelenmifl oyunlar ki, kafan›zda tipik bir prototip oluflturuyor. Siz art›k onun d›fl›nda bir Romeo, onun d›fl›nda bir Jüliet düflünemiy- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 207 orsunuz. Bizim belki naif yan›m›z da bu. Daha farkl› ça¤r›fl›mlara ulaflmam›z›n arkas›nda bu yat›yor. Bir fley çok fazla tekrar edildi¤i zaman, sanki tek tipleflmeye bafll›yor. Oradaki asl›nda zenginlik de yok olmaya bafll›yor. Sözlü kültür içerisindeki edebiyat ürünlerinin böyle çok ça¤r›fl›ml›, çok anlaml›l›¤› da sanki bu naiflikle ba¤lant›l›. Her söyleyen kendine göre söylüyor: Söyledi¤i ba¤lam, söyledi¤i yer, kifli bunlar farkl›l›klar arz ediyor. Benim annemin babama k›zd›¤›nda söyledi¤i bir karg›flla bana k›zd›¤› zaman söyledi¤i aras›nda o kadar büyük vurgu fark› var ki! Ona baflka türlü söylüyor, bana baflka. Ama ayn› sözcükleri söylüyor. Afl›k Veysel’in bir hikayesi vard›r. Senatörlerden bir tanesi, 60’l› y›llarda tekrar seçilmifl, bunun da hemflerisi. Afl›k Veysel’i de alm›fl, Çubuk Baraj›’n›n kenar›nda kutlamaya gitmifl, yan›ndaki erkân›yla. Adam o coflkuyla Afl›k Veysel’i unutmufl. Afl›k Veysel söze girmifl, “Saz da ac›ndan ölüyor,” demifl. “Kusura bakma Afl›k, unuttuk seni! Biraz da saz› dinleyelim,” falan. Çal›p söylüyor Afl›k Veysel. Adam Veysel’in de gönlünü alacak ya, “Veysel baba, ne kadar güzel söylüyorsunuz, bizim de akl›m›zdan bunlar geçiyor, ama bir türlü bunlar› yan yana getirip söyleyemiyoruz,” diyor. Bence, sanatç›yla düz yaz›c›y› ay›ran bu. Bir tanesi hayata müdahale ediyor. Dedik ya, 19. yüzy›ldaki edebiyatç›lar bizim hayat›m›za müdahale ediyordu, diye. Nitelik anlam›nda. Sonra, edebiyata, t›pk› bir ideoloji gibi tafl›yamayaca¤› yükler yüklenmeye baflland›. Ondan t›pk› bir sendika gibi, siyasi bir parti gibi ödevler beklendi. Y›prand›, yoksullaflt› do¤al olarak. Edebiyat edebiyat olmaktan ç›karak baflka bir tür olmaya bafllad›, nas›l söylesem, bildiri olmaya bafllad›. Örne¤in, ajitatif metinlerin a¤›rl›¤› alt›nda ezildi, örselendi… Dostoyevski’nin hiç öyle bir kayg›s› yok, Tolstoy’un ne kayg›s› olabilir? Nas›l bir siyasi kayg›s› olabilir? Turgenyev’in öyle bir derdi yok. Ama adamlar›n yazd›klar›, yaratt›klar› hayat›n›z› de¤ifltiren, hayat›n›za baflka bir yön veren fleyler. Onlar›n yarat›c›l›klar› ordan geliyor. Hayata müdahale ediyorlar. Siz ordan kendinize uygun olanlar› seçiyorsunuz. Çünkü adam›n içten içe tercih etti¤i, öne ç›kard›¤› kahramanlar var: Bilgili, flahsiyetli, kiflilikli; hiçbir zaman zay›f, hiçbir zaman kötü, hiçbir zaman bilgisiz, hiçbir zaman cahil karakterler öne ç›km›yor ki. Var, onlar da var, onlar da kötü anlat›lm›yor, ama onlar›n içerisinde siz isteseniz de istemeseniz de benimsedi¤iniz model tipler var. Onun için sizinle birlikte belli bir kuflak o modelleri tercih ediyor. Ortak bir edebiyat kültürü de böyle olufluyor sanki. Türkiye üzerinden konuflal›m. Bin dokuz yüz ellili y›llarda köy yazarlar›n›n popüler oldu¤u dönem. Bunlar›n anlat›mlar›yla bir model olufltu, Irazca diye bir kad›n modeli. Benim bir komflum var, tipik bir Irazca. Kad›n seksen iki yafl›nda, ayaklar›n›n üstünde, kendi iflini kendi yapan, altm›fl yafl›nda gitmifl Kur’an kursuna, Kur’an ö¤renmifl, abce’yi de ö¤renmifl. Yaflar Kemal’in hikâyelerini anlat›yor, çünkü onun hemflerisi. “Bunlar› nas›l okudunuz?” diye soruyorum. “Okumad›m, dinledim, dinledim,” diyor. Bunlar› söylerken o kadar canl› ki, hem de sat›r sat›r söylüyor. Bunu söylerken, GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 208 asl›nda o, bir edebiyat›n güzel olan›n›n ve güzellefltirme oldu¤unun fark›nda. Seksen iki yafl›nda, hiçbir sanatsal e¤itimi yok, ama hayat› estetize olmufl bir kad›n, hayat›n içinden geliyor. Bir sözcü¤ün, bir betimlemenin ne kadar güzel oldu¤unun da ayr›m›nda. Bir dize söylüyorsunuz, o arkas›n› getiriyor. O kadar da birikimli. Buradan söyle bir sonuç ç›kart›yorum. Birincisi, hayat bize bir fley ö¤retiyor. ‹kincisi biz hayat›n içine bir fleyler kat›yoruz. Üçüncüsü de bize müdahalemiz için destek olan yazarlar var. Biz flimdi hayattan bir fleyler ö¤renmeyi, kaz›klar d›fl›nda, yitirmeye bafllad›k. Hayat bize flimdi, hele yeni kufla¤a ne ö¤retiyor? Düflünüyorum bazen, diyorum ki, bu çocuklar hayattan neler ö¤reniyorlar. Üniversite de gördü¤üm genç insanlara bak›yorum. Bunlar›n çok s›radan birkaç olay üzerinden kurgulanm›fl bir hayatlar› var. ‹stanbul’da yafl›yor, üniversitenin son s›n›f›nda okuyor, tiyatroya gitmemifl, Beyo¤lu’na ç›kmam›fl, hiçbir kitap fuar›na kat›lmam›fl, hiçbir sinema festivaline gitmemifl, hiçbir müzik festivaline gitmemifl. Bu adam kendi hayat›na bir fley katm›yor. Düflünün bunlar›n aras›nda bir de edebiyatç› olanlar var. Bunlar yazmaya çal›fl›yorlar, benim ö¤rencilerim, Türk Dili ve Edebiyat› okuyorlar. Burunlar›n›n do¤rultusunu ekvator çizgisi zannediyorlar. Asl›nda baflka fleyler olmak istemifller, ama bir süre sonra bunlar›n yazar oldu¤unu da görüyorsunuz. Kötü olan o, yaz›yorlar da, ellerinden bir metin ortaya ç›k›yor. Bu kadar hayat bilgisi zay›f insanlar, size hayat› ö¤retecek metinler ortaya koyuyorlar, düflünün. Ama bunlar giderek yayg›nlafl›yor, egemen hale geliyor. ‹nternet üzerinden bilgilenme söz konusu oluyor. T›rnaklad›klar› birkaç tane sözcükle, birkaç tane kavramla ya da anlatacaklar› birkaç tane anekdotla bütün hayatlar›n› flekillendirmifller ve bunu büyük bir zenginlik say›yorlar. Ama giderek edebiyatç› o durumda, biliyor musunuz? Edebiyatç› art›k hayat ö¤retmeni de¤il. O günler geride kald›, bu kesin bir fley. Befl y›ll›k e¤itim alm›fl, ödüller alm›fl edebiyatç›lar biliyorum, Çehov’dan bir öykü bile okumam›fl. Do¤rudur. fiimdi size bir fley soray›m ve konumuza tekrar dönelim. Sizin eserlerinize bir ulusal kimlik verilmeye kalksalar buna tepkiniz ne olur? Benim ait oldu¤um kültürün d›fl›nda bir rol biçemezler. Çünkü benim sesi olmaya çal›flt›¤›m ya da anlatmaya çal›flt›¤›m Türk kültürüdür, Türk edebiyat›n›n bir parças› olmak istiyorum. Zaten baflka bir fley olamaz. Bir de, tabii o eserler, insanlar onlar› nas›l alg›larlarsa öyledir. Ona itiraz edemezsiniz. Ne diyeceksiniz? Ama bana ne diyebilirler ki? Rus edebiyat›n›n içinde diyemezler, Kiev’i yazd›m diye Ukrayna edebiyat›n›n içinde diyemezler, Kiflinev’i yazd›m diye Moldova ede- GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 209 biyat›n›n içinde diyemezler. Benim için öyle bir tart›flmaya da gireceklerini zannetmiyorum. Ama siz kendiniz söylüyorsunuz. Ben Türk halk›n›n sesi olmak istiyorum diyorsunuz. Hiç kuflkusuz... Demek ki, böyle bir durumda yani edebiyat›n kimli¤iyle ilgili konuflurken yazar›n kendi tercihi ilk s›rada yer al›yor. Kesinlikle. Bir fley daha var. Böyle sizinle rahat paylafl›yorum. Benim befl alt› tane dosyam vard›r, fliir dosyam. Ben ilk hikâyeler yazd›m. Ama onlar› yay›nlamad›m, birkaç nedenden dolay›. Üstünde çal›flsam, belki onlar daha önce yay›nlanabilirdi —Bir baflkas› okursa, yani nas›l bir fliir serüveninin içerisinden geldi¤imi merak eden kifliler okursa diye, seksenli y›llardan bafll›yor, düzenli yazd›¤›m kitaplar›n dosyalar›ndan olufluyor— tam tersine, mesela ben “Sular› Islatan Mecnun”un arkas›ndan “Sokaklar, Kentler, Ülkeler”i yay›nlad›m. “Sular› Islatan Mecnun”da temel kayg›m fluydu: Seksenli y›llarda bir tuhafl›k olmaya bafllad›, yetmiflli y›llar›n sonu Türkiye’de çok politik bir üslup kullan›ld›, kaba bir dil, politik dil de estetize edilse, ona da sayg›m›z vard›r. Yani her yarat›c›l›k arkas›nda bir politik birikimi saklar zaten. Ama Türkiye’deki çok kaba bir dildi, çok çirkin bir dildi. O politize edilmifl edebiyat ürünlerine çok anlam yüklendi. Daha do¤rusu, özellikle de fliire çok fazla görev yüklendi. fiair de bunun alt›nda kald›. Adam zannetti ki fliirlerle hayat› kurtaracak, devrim yapacak, siyasal iktidar› de¤ifltirecek. Böyle bir hayale kap›lmaya bafllad›. Sonra seksenlerde utanmaya bafllad›. Benim bir yaz›m vard› “Dolmufl Aynas›, Kamyon Çamurlu¤u ve fiiir” diye. Bir zamanlar dolmufllarda arabesk ifadeler vard›: “Ben de özledim …” gibi, bir de kamyon çamurluklar›na yaz›yorlard›. Türkiye’de flair o duruma düflmüfltü. Seksenlerde kimse ben flairim falan demek istemedi. Vaziyet bu kadar kötü. Ben o zaman flöyle bir fley düflündüm: Doksanl› y›llarda bu durumun tam tersi vard›r. Nas›l, demin romanlar, hikâyeler ikili iliflkilerle s›n›rl› dedik, fliir de ayn›, “benimle senin fliirin”,”benimle onun fliiri” gibi. Asl›nda bireyi anlatabilseniz güzel, ama bu bencilce, bireyselce bir anlat›m olmamal›. Benim kafamda flöyle bir düflünce vard›. Zaten fliir yaz›yorum, ama bunlar› öyle bir yay›nlay›m ki okuyan sevda fliirlerinin de politik arka planlar›n›n varl›¤›n› kavrayabilsin. Yani aflk fliiri ayn› zamanda politiktir. Mesela, benim o kitapta bu ülkedeki bankerlerin, bankalar›n, tröstlerin falan nas›l hayat›m›za girdi¤i de vard›r, sonra dershaneler. “Ç›¤l›k” fliiri öyledir, mesela. Bizim flairlerimizin fliirlerine hiç bunlar girmedi. Tuhaf bir flekilde, sanki GÖÇ, K‹ML‹K VE EDEB‹YAT 210 yaflam›yorlar. Bu ülkede on üç milyon insan dershane kap›s›nda. Devletin bu kadar okulu var ve bu kadar dershane var. Bir de ahlak sat›yoruz biz: Bir ö¤retmen, devlet okulunda ders veriyor. Ö¤renci baflaram›yor, ayn› ö¤retmen gidiyor o ö¤renciye baflka bir mekânda ders veriyor, çocuk baflar›yor. Bunlar› yazmak istememin d›fl›nda bir de insans›n, duygular›n var, onlar› da yazmak istedim. Belki kitap için ald›¤›m olumlu reaksiyonlar›n bir parças› da oydu. Türkiye’deki fliirde bu yok ya da çok c›l›z bir biçimde var. Sonra baflka bir fley, memleket bizim fliirimizden ç›kmaya bafllad›. Bu ülkenin sokaklar›n› anlatmak, da¤lar›n›, k›rlar›n› anlatmak, tuhaf bir flekilde fliirlerimizden kayboldu. Son yedi y›l›n fliir kitaplar›n› bir taray›n, içerisinde kendi memleketini yazan kaç tane flair var. Yok. Cidden yok. Ben fliir yaz›yor olmaktan çok fliir okuru olmakla k›vanç duyar›m. Yazd›¤›n›n bin mislini, on bin mislini okumaya çal›flan bir insan›m. Dergilerden, keserek biriktirdi¤im afla¤› yukar› üç bin zarf fliir vard›r. Yerel gazetelerden ç›kan fliirleri bile kesip saklam›fl›md›r. Yok. Adam kendi ilçesini anlatm›yor, soka¤›n› anlatm›yor, da¤›n› anlatm›yor. Demek ki sevmiyor, bakm›yor. Sevdi¤iniz bir fleyi anlat›rs›n›z, öfkelenseniz bile birisine, sevdi¤iniz için öfkelenirsiniz. Yoksa yedi yabanc›ya ne öfkelenirsiniz, ne de bir fley yapars›n›z. Sanki hayattan kopuk, ama edebiyatta bu kadar hayattan kopuk olunamaz, çünkü edebiyat hayat›n içinden do¤ar. Baflka bir yerden do¤amaz. Baflka bir yerden do¤arsa da edebiyat olmaz. Geldi¤imiz noktada sanat geçmiflteki anlam›n› kaybetti. Yeni bir tan›mlamaya gereksinim duyuyor. Ama o tan›mlad›¤›m›z fley sanat m› olacakt›r, yoksa baflka bir fley mi olacakt›r, o da ayr›ca tart›fl›l›r. Bu afl›labilir. Dünyan›n her ülkesinde bu kayg›lar› tafl›yan insanlar vard›r. Yeni bir fley mutlaka yarat›l›r, kurulur, ama zannetmiyorum ki bizim hayat›m›za girecek olan fleyler böyle ucuz fleyler olsun. Onlar günlük, mevsimlik salata gibi, turfanda gibi ç›k›yorlar ve gidiyorlar. Bak›n hiç birisi yok. Metin Bey, epeyce konufltuk, sizinle yaln›zca edebiyat›n ulusal kimli¤ini tart›flmad›k, Türk fliiri üzerinden Türk edebiyat›yla ilgili kayg›lar›n›z› da dile getirdiniz. Burada bitirelim mi? Ben çok teflekkür ediyorum. Ben de teflekkür ederim.