Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
1822-1830 YILLARI ARASINDA AFYON’DA LM YE SINIFINA MENSUP YÖNET C LER Mehmet GÜNE * ÖZET 1822-1830’da Afyon’da kadı, naib, müftü ve nakibü’l-e raf kaim-i makamları, Afyon’un idari yapısı içerisinde önemli rol oynayan ilmiye mensubu görevlilerdi. Bu dönemde bir çok müessesede oldu u gibi bu müesseselerde de bozulmalar ba lamı , suistimal ve yolsuzluklar ortaya çıkmı tır. Buna kar ı devlet, pek çok tedbir almı sa da tam anlamıyla ba arılı olamamı tır. Anahtar Kelimeler: Karahisar-ı Sahib, kadı, naib, müftü, nakibü’le raf kaim-i makamı ABSTRACT Between 1822-1830 in Afyon those status like kadı, naib, müftü and nakibü’l-e raf kaim-i makamı were officals of the group ilmiye and played important roles in the administrative structure of Afyon. In this era, like many other institutions, this status faced to the process of consuption, abuse, bribery. Although many measurements were taken against this distortions by the central goverment, they were not succesful. Key Words: Karahisar-ı Sahib, kadı, naib, müftü, nakibü’l-e raf kaim-i makamı. *** a) KADI VE NA BLER Osmanlı Devleti’nde Müslümanlara ait hukuki bütün meseleler, slam hukuku kuralları çerçevesinde er’i mahkemelerde görü ülüp karara ba lanmaktaydı. Tanzimat’ın ilan edilmesinden birkaç yıl sonrasına kadar bu müessese haricinde “hakla tırma” i leminin yapıldı ı yetkili ba ka bir müessese yoktu1. Bu er’i mahkemelerin ba ında da medreselerde yeti en kadılar bulunmaktaydı. Genelde Hanefi mezhebi üzere hüküm veren kadılar nikah, evlilik, miras da ıtımı, vasi tayin ve azledilmesi, vasiyetlerin ve vakıfların hükümlerine riayet edilmesinin nezareti, suç ve cinayet gibi er’i ve hukuki *Ar . Grv., Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü 1 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, T.T.K., Ankara, 1991, s.79. Mehmet GÜNE 92 bütün muamelatı yerine getirmekteydiler. Ayrıca reaya ile ümera arasındaki ihtilaf da, hükümetin emri ile yine kadılar tarafından görülüyordu2. Padi ahın beratı ile görevlendirilen kadılar, merkezde bulunan kadıaskerlik makamına ba lı olup, Anadolu yakasında bulunan kadıların i leri Anadolu Kadıaskeri, Rumeli yakasında bulunanların i leri de Rumeli Kadıaskeri tarafından yürütülmekteydi. Bir de Mısır kadılıkları vardı ki, bunlar da yine Anadolu Kadıaskerine tabi idiler3. er’i ve hukuki vazifelerinden ba ka – ileride bahsedece imiz üzereönemli pek çok idari vazifeleri de yüklenen kadılık müessesesinin XVIII. yüzyılın ortalarına do ru bozulmaya ba ladı ını görüyoruz. Önemli büyük ehirlerin kadılıklarının bazı ünlü ki ilere “arpalık” olarak verilmeye ba lanması ve bu ki ilerin de kendileri bizzat görev yerine gitmeyerek “naib” lerini göndermeleri, bu naiblerin bilgisiz ve beceriksiz olmaları, kadılık müessesesinin bozulmasında en büyük amil olmu tur. nceledi imiz dönemde de Karahisar-ı Sahib sanca ının genellikle eski bir kadıaskere veya yüksek derecede bir ilmiye mensubuna “ber-vech-i arpalık” olarak tevcih edildi ini ve bu ki ilerin de bizzat sanca a gelmeyerek vekaleten naibler gönderdiklerini mü ahede ediyoruz. Eski Rumeli Kadıaskeri Mehmed Sa’dullah Efendi’ye Karahisar-ı Sahib kazasının kadılı ı tevcih edilmi , fakat Mehmed Sa’dullah Efendi bilfiil görevine gitmeyerek yerine, 25 Eylül 1828’ten itibaren müderrislerden Ahmet Ragıb Efendi’yi, er’i hükümlerin icrası ve yürürlükte olan emirlerin infazında ihtimam göstermek, askeriye mensubu ki ilerin ölümü vukuunda miraslarını mirasçılar arasında taksim etmek artıyle naib tayin etmi tir4. Kadı olarak tayin edilecek ki i eyhulislamın “i areti” (resmi yazı) ile padi aha arzedilir, padi ahın onayı alınarak berat verilir ve böylece atama i lemi tamamlanmı olurdu. Ataması onaylanan naib görev yeri olan kazaya gelerek göreve ba lardı. Kazayı arpalık olarak elinde bulunduran ilmiye mensubu, istedi i kimseyi naib olarak atama yetkisine sahip oldu u gibi, naibin görevde “ibka” sına da yetkili idi. Mesela, 12 Mayıs 1823 tarihinde eski Anadolu Kadıaskeri Mehmed Hamid Efendi, Seyyid Mehmed Nafi Efendi’nin Karahisar-ı Sahib ahalisi arasında bir süredir “ eriat-ı Ahmediyyenin icrası” ve “evamir-i sultaniyyenin infazına”ihtimam göstermesi, “suleha, sadat ve ehl-i ırz ile iyi geçinmesi” hasebiyle naiblik vazifesine eskisi gibi devam etmesini 22 smail Hakkı Uzunçar ılı, Osmanlı Devletinin lmiye Te kilatı, T. T. K. 3. baskı , Ankara, 1988, s.108-109. 3 Uzunçar ılı, a.g.e., s.91 4 Afyon er’iyye Sicili (A. .S.), Defter no (D.n.): 67, Varak (Vr.): 119a/ Belge (B.): 361. Sosyal Bilimler Dergisi 93 istemi tir5. Ba ka bir belgede de, yine eski Anadolu Kadıaskeri Mehmed Hamid Efendi tarafından, ulema ve suleha ile iyi geçinmesi, fakirleri ve zayıfları koruyup gözetmesi, er’i hükümlerin icrasına ve evamir-i sultaniyyenin infazına dikkat etmesi ve halkın da kendisinden memnun olması dolayısıyle 5 Kasım 1823’ten itibaren Seyyid Mehmed Nafi Efendi’nin ikinci defa naib olarak tayin edildi ini görüyoruz6. Kadıların yargı görevinden ba ka görevleri de vardı: Miras da ıtımı, ölen ki ilerin terekelerini yazmak, vasi tayin etmek, ihtisab meselelerine nezaret ederek narh i lerini yürütmek, alım-satım senetlerinin kayda geçirilerek onaylanması, vergilerin da ıtılması, devlet hazinesine teslim edilmek üzere toplanan ve ilgililere verilen vergi gelirleri ile di er paralar için tutanak tutulması gibi noterlik i leri, tevzi defterlerinin düzenli olarak tutularak altı ayda bir hükümet merkezine gönderilmesi gibi pek çok vazifenin kadılar tarafından yapıldı ını görüyoruz. Ayrıca ayan, esnaf eyhi ve muhtar gibi görevlilerin seçilmesinde etkin rol oynamaktalar ve vakıf müessesesinin bütün i leri de bunların bilgisi dahilinde yapılmaktaydı7. Yargılama yanında yönetim, ekonomi ve sosyal hayatın tamamı ile ilgili böylesine geni yetkilere sahip olması kadıyı, bütün devlet i lerinin ba kontrolörü yapmakta ve dolayısıyla aksayan devlet i lerinde de birinci derecede ona mesuliyet yüklemektedir. Kadının bu statüsü yanında beylerbeyi bile bir icra amiri olmaktan öteye gidememektedir8. nceledi imiz dönemde naiblerin bazan kaza ileri gelenleri ile anla arak, istedikleri gibi davranmayan ayanları, mütesellimlere danı madan, görevden alıp yerlerine istediklerini seçmeleri, bazan da görmü oldukları davalardan ve tuttukları kayıtlaradan fazla para talep etmeleri gibi birtakım menfi davranı ları, ho nutsuzluklara ve düzenin bozulmasına yol açmı tır. Asker, zahire temin etmek ve devletin önemli i lerini yürütmek görevini üstlenen kadı ve naiblerin, ayanların tesiri ile “asker, zahire affolundu” ve “tenzil edildi” gibi ilamlar vererek önemli devlet i lerinin gecikmesine sebep olduklarını görüyoruz9. Kadıların, “tevzi defterleri” olarak isimlendirilen, devletin topladı ı vergilerin, pa aların ihtiyaçları ile ilgili olarak yapılan masrafların yazıldı ı, devletin asker, deve, beygir, zahire ve fermanla talep etti i di er ihtiyaçları, önemli sefer gereçlerinin temini ve düzenlemesi için gerekli hususların 5 A. .S., D.n. 67, Vr. 2b/ B. 4 A. .S., D.n. 67, Vr. 8a/ B. 42 7 Çadırcı, a.g.e., s.87 8 inasi Altunda , “ Osmanlılarda Kadıların Selahiyet ve Vazifeleri Hakkında”, VI. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1967, s.353. 9 Yücel Özkaya, XVIII. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı Toplum Ya antısı, Ankara, 1985, s.215. 6 Mehmet GÜNE 94 i lendi i defterlere harç iste i ile fazla para koyup kaza halkını peri an ettiklerini ve bu tevzi defterlerini geciktirip önemli devlet i lerinin geri kalmasına sebebiyet verdiklerini belgelerden anlamaktayız. Bu ekilde tevzi defterlerinden ve di er önemli senedlerden “harç ve resm” isteyerek sık sık halkı zor durumda bırakan kadılar hakkında tevzi emirleri10 ve adalet fermanları düzenlenmi tir. Mesela, 1824 Nisan sonları ve 1830 Haziran ba larında dönemin padi ahı II. Mahmud tarafından yayınlanan adalet fermanları ile kadı ve di er mahkeme görevlilerinin yapmı oldukları bu yolsuzlukların önüne geçilmeye çalı ılmı tır11. “Fukara” ve “aceze” nin korunması esas olan bu fermanlarda, her kaza kadısının "harc-ı defter ve imza” olarak aldı ı paranın herbir kuru una mukabil bir paradan fazla almaması, mühim devlet i leri ve vilayet i leri için gereken arz ve ilamlardan ba ka harç almaması ve tevzi defterlerine fazla akça yazmaması emrediliyordu12. Kadıların “celb-i mal” sevdasıyla, aslı olmayan davalara bakıp, haklıyı haksız, haksızı haklı göstererek, haklı çıkardıkları kimselerden “mahsul-i def” adıyla fetva-yı erife aykırı para almamaları ve er’an hükmolunan davalardan da “resm-i adi” den ba ka bir ey talep etmemeleri tenbih ediliyordu13. Asker veya sivil kimselerden ölenlerin -çocuklarının olmaması veya varisinin bulunmaması durumunda- malları yazılırken kadılar tarafından “resm-i kısmet” adıyla para alınmaktaydı. Varisleri küçük olup veyahut bilinmeyip de yazılması gerekli olanların terekeleri yazılarak cenaze masrafları, borçları, varsa vasiyetleri ödendikten ve geriye kalanı da varisler arasında da ıtıldıktan sonra kalan terekeden “ücret-i kassamiyye”, “katibiyye” ve “hüddamiyye”den toplam ücret bin kuru ta yirmi be kuru tan fazla para alınmayacaktı14. Ayrıca, 1824 nisan tarihli bir vesikaya göre de, nafaka ve vesayet hüccetlerinden harc alınması, terekelerden meta ve e ya, intikal eden hane ve akardan da “defter-i kassam-ı bedel” adıyla para alınması yasaklanarak müslim ve gayr-ı müslim ölülerinin terekelerine itina gösterilip yetim mallarının telef olmaktan korunması da istenmekteydi15. Bu nizama muhalif hareket eden kadı ve naiblerin ba ka bir yere sürgün olarak gönderildi ini görüyoruz. Elimizde “nefy u icla” edilen kadı 10 Bkz. , A. .S., D.n. 67, Vr. 135b/ B. 411 A. . ., D.n. 67, Vr. 147b/ B. 441, Vr. 15b-15a/ B. 73. 12 A.g.b. 13 A.g.b. 14 A.g.b. 15 A. .S., D.n. 67, Vr. 15b-15a/ B. 73. 11 Sosyal Bilimler Dergisi 95 ve naiblerle ilgili pek çok vesika bulunmaktadır. imdi bunlardan birkaçını misal olarak verelim: 1828 A ustos ba larında Karahisar-ı Sahib kadısına ve çel sanca ı mütesellimi Halil Hamdi Efendi’ye hitaben gönderilen bir fermanda, çel sanca ında bulunan Ermenek kazası naibi Hasan Efendi’nin hukuki hükümleri icra etmekle me gul olmayıp, kanuna aykırı ve halkı fesada sevkedici harekete cesaret etmesi ve halkı haksız yere suçlamak gibi davranı larda bulunması üzerine, vaziyet eyhülislam Yasincizade Seyyid Abdülvahhab Efendi tarafından padi aha bildirilmi ve bunun üzerine bir müba ir tayin edilerek Ermenek kadısı Hasan Efendi’nin Karahisar-ı Sahib’e sürülmesi emredilmi tir16. Bilecik ve Karahisar-ı Sahib naiblerine hitaben yazılmı 1823 ekim tarihli bir ba ka fermanda da, önceden Darende kazasında naib iken daha sonra Bilecik’te ikamet eden Mustafa Efendi’nin, bazı menfi hareketlerinden dolayı “liecli’t-te’dib” Karahisar-ı Sahib’e eyhulislam Mekkizade Mustafa Asım Efendi’nin resmi yazısı ile sürgün edildi ini görüyoruz17. 1823 Kasım sonlarında eski Silivri naibi Osman Efendi, “hilaf-ı er’i erife hüccet i’tasıyla ibadullahın hakkını ibtal ol vechile mugayir-i rıza harekete ihtiyar eyledi i tahkik olunma la kendüyü te’dib ve akranını terhib içün” Karahisar-ı Sahib’e sürgün olarak gönderilmi tir18. Bu kayıtlardan da anla ılaca ı üzere kadının veya naibin tayin edilmesinde oldu u gibi, sürgün olarak bir ba ka yere gönderilmesinde de eyhulislamın talebi gerekmekte idi. nceledi imiz dönemde görev yapmı olan Karahisar-ı Sahib naiblerinin adlarını, görev tarihlerini ve kimler tarafından tayin edildiklerini öyle sıralayabiliriz19: 16 A. .S., D.n. 67, Vr. 114a-115b/ B. 349. A. .S., D.n. 67, Vr. 8b/ B. 38. 18 A. .S., D.n. 67, Vr. 9b/ B. 45. 19 Bu bilgiler u vesikalara istinaden verilmi tir: A. . . ,D.n. 67, Vr. 2b/ B. 4 Vr. 8a/ B. 42 Vr. 11b/ B. 57 Vr. 18a/ B. 81 Vr. 30b/ B. 115 Vr. 32b/ B. 123 Vr. 32b/ B. 125 Vr. 46b/ B. 173 Vr. 84b/ B. 269 Vr. 107b/ B. 330 Vr. 119a/ B. 361 Vr. 129a/ B. 387 17 Mehmet GÜNE 96 12 Mayıs 1823 – 5 Kasım 1823’ te müderrisin-i kiramdan Seyyid Mehmed Nafi Efendi, eski Anadolu Kadıaskeri Mehmed Hamid Efendi tarafından, 5 Kasım 1823 – 2 Mart 1824’ te ikinci defa Seyyid Mehmed Nafi Efendi, eski Anadolu Kadıaskeri Mehmed Hamid Efendi tarafından, 2 Mart 1824 – 26 A ustos 1824’ te Ahmed Fahrüddin Efendi, eski Anadolu Kadıaskeri Mehmed Hamid Efendi tarafından, 26 A ustos 1824 – 19 ubat 1825’ te ikinci defa Ahmed Fahrüddin Efendi, eski Anadolu Kadıaskeri Mehmed Hamid Efendi tarafından, 19 ubat 1825 – 19 Nisan 1825’ te üçüncü defa Ahmed Fahrüddin Efendi, eski Anadolu Kadıaskeri Mehmed Hamid Efendi tarafından, 19 Nisan 1825 – 17 Haziran 1825’ te dördüncü defa Ahmed Fahrüddin Efendi, eski stanbul Kadısı Seyyid Ali Rıza Efendi tarafından, 17 Haziran 1825 – 12 Aralık 1825’ te kuzat-ı kiramdan Seyyid Ali Deruni Efendi, eski stanbul Kadısı Seyyid Ali Rıza Efendi tarafından, 12 Aralık 1825 – 27 Mayıs 1827’ de ikinci defa Seyyid Ali Deruni Efendi, eski stanbul Kadısı Seyyid Ali Rıza Efendi tarafından, 27 Mayıs 1827 – 30 Nisan 1828’ te kuzat-ı kiramdan Seyyid Ahmed Necib Efendi, eski stanbul Kadısı Seyyid Ali Rıza Efendi tarafından, 30 Nisan 1828 – 25 Eylül 1828’ de ikinci defa Seyyid Ahmed Necib Efendi, eski Rumeli Kadıaskeri Mehmed Sadullah Efendi tarafından, 25 Eylül 1828 – 21 Mart 1829’ da müderrisin-i kiramdan Ahmed Ragıb Efendi, eski Rumeli Kadıaskeri Mehmed Sadullah Efendi tarafından, 21 Mart 1829 – 14 Eylül 1829’ da ikinci defa Ahmed Ragıb Efendi, eski Rumeli Kadıaskeri Mehmed Sadullah Efendi tarafından, 14 Eylül 1829 - ?’ da üçüncü defa Ahmed Ragıb Efendi, eski Rumeli Kadıaskeri Mehmed Sadullah Efendi tarafından atanarak Karahisar-ı Sahib’de naib olarak görev yapmı lardır. b) MÜFTÜLER Osmanlı Devleti’nde dört ehl-i sünnet mezhebinden Hanefi fıkhı üzerine kendisine sorulan umumi ve hususi meselelere ait dini hükümlere göre karar veren ki iye “müftü” denilmekteydi20. 20 Vr. 134a/ B. 408 Uzunçar ılı, a.g.e., s.173. Sosyal Bilimler Dergisi 97 Ulemanın ba kanı olan ve stanbul’da bulunan eyhulislamın, devlet ve hükümet merkezinde gördü ü i leri eyalet ve sancak merkezlerinde müftüler görmekteydi. Bu bakımdan müftüler, eyhulislamın kazalardaki temsilcileriydiler. dari bakımdan di er kaza yöneticileri kadar etkili olmamakla beraber, sosyal hayattaki yerleri önem arzetmekteydi. Sancak yöneticileri, ortaya çıkan sosyal huzursuzluklarda bazan müftüye müracaat ederlerdi21. Müftüler ve eyhulislamlar, devletin resmi i leri ile alakadar de illerdi. Divana dahil bulunmamaları bunu göstermektedir. Fakat müftülerin divanda bulunmamaları onların memleket i leriyle alakadar olmadıklarını göstermez. Sava ilanı gibi önemli kararların alınmasında di er ulema gibi müftü ve eyhulislamlar da divana davet edilir ve görü leri alınırdı22. Asıl görevleri fetva vermek olan müftülerin, bu ba lamda yöneticilik vasfını haiz olup olmadıkları söz konusu edilebilir. Ancak, yukarıda da bahsetti imiz gibi sancak yönetiminde bazı sosyal meselelerin halledilmesinde ve önemli kararların alınmasında bir müraccat mercii olması onların yönetici zümreye dahil edilebilece i kanaatini kuvvetlendirmektedir. Belgelerde umumiyetle “me’zun-ı bi’l-ifta” ibaresi ile tavsif edilen müftülerin atanması eyhulislamın teklifi ile olmaktaydı. Elimizde bulunan kayıtlarda bunu açık bir ekilde görmekteyiz. Mesela: 1823 Eylül sonlarında Esseyyid Abdullah Efendi, eyhulislam Mekkizade Mustafa Asım Efendi tarafından23, 18 Aralık 1827 tarihinde de El-Hacc Abdülvahid Efendi, eyhulislam Kadızade Mehmed Tahir Efendi tarafından Karahisar-ı Sahib müftüsü olarak tayin edilmi tir24. Müftüler, ehir ileri gelenleri ve kadının eyhulislama müracaatı ile de i tirilebildi i gibi yine bu ki ilerin tavsiye ettikleri birisi de müftü olarak tayin edilebilmekteydi25. nceledi imiz belgelerde müftülerin görev süreleri hakkında kesin bir bilgi elde edemiyoruz. Ancak kendisinden memnun kalınan müftülerin fetva verme yetkisinin kendilerine “ibka” olundu unu görüyoruz. Nitekim, 26 Temmuz 1823’te Karahisar-ı Sahib müftüsü olarak atanan Esseyyid Abdullah Efendi’nin “ahali beyninde hüsn-i süluku”nun bildirilmesi ve “kemakan hidmet-i celile-i fetva hakkında istida olunması” üzerine 1823 21 Rifat Özdemir, XIX. Yüzyılın lk Yarısında Ankara, Ankara, 1986, s.205. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlü ü, C. II, stanbul, 1993, s. 599. 23 A. . ., D.n. 67, Vr. 8b/ B. 39 24 A. .S., D.n. 67, Vr. 100b/ B 307. 25 Çadırcı, a.g. e., s.92. 22 Mehmet GÜNE 98 Eylül sonlarında26 ve 1825 Ocak sonlarında27 gönderilen mektuplarda görevine eskisi gibi devam etmesi istenmi tir. Müftüler, bu görevin haricinde müderrislik, vaizlik, vakıf mütvellili i, tarikat eyhli i gibi vazifelerde de bulunmaktaydılar. Mesela, Karahisar-ı Sahib müftülerinden Ali Efendi’nin Karahisar-ı Sahib’de bulunan Alaca Medrese vakfından almak üzere yarım hisse müderrisli e mutasarrıf oldu unu görüyoruz28. Ayrıca imam, hatib, müezzin gibi din görevlilerinin imtihana tabi tutulmaları için kurulan imtihan komisyonunda müftüler de üye olarak yer almaktaydı29. Osmanlı Devleti’nde müftüler, her ne kadar ba ka mezhebe göre de fetva verebilmekle beraber30 daha ziyade Hanefi imamların en sahih kavillerine göre fetva vermeleri emredilmekte ve kendilerinden fetva istenilen konularda Hanefi fıkhına dair yazılmı muteber kitaplarla31 bunların açıklama ve eklerine atıflar yaparak fetva vermeleri, ayrıca görev yaptıkları kazanın müftüsü olduklarını sarih bir ekilde belirtmeleri istenmekteydi32. Di er müesseselerde oldu u gibi, müftülük müessesesinde de zamanla çe itli suistimaller yapıldı ını görüyoruz. Belgelerde genellikle vazifesinden hariç i lere müdahele ile memleketin ihlal ve fesadına, devletin mühim i lerinin gecikmesine sebeb olan harekette bulunmak, “harc-ı fetva” adı altında almakta oldu u ücretten daha fazlasını talep etmek, er’i hükümler hilafına fetva vermek gibi davranı larından dolayı müftülerin vazifelerine son verilerek ba ka bir yere sürgün olarak gönderildi ini ve yerlerine ba kalarının tayin edildi ini görmekteyiz. imdi bunlara birkaç misal verelim: 1826 Haziran ba larında Tırhala kazasında müftü olan Esseyyid Mehmed Naim’in tamah, irtikab ve vazifesi haricinde i lere müdahele ile memleketin fesadına ve devletin mühim i lerinin aksamasına sebeb olması ve verdi i fetvalardan “harc-ı fetva” adı ile be kuru tan altı kuru a kadar 26 A. .S., D.n. 67, Vr. 8b/ B 39. A. .S., D.n. 67, Vr. 27b/ B 110. 28 A. .S., D.n. 67, Vr. 85b/ B 272. 29 Özdemir, a. g. e., s.206. 30 Ebu’l-ula Mardin, “Fetva”, slam Ansiklopedisi, C. IV, s.583. 31 Belgelerde “kütüb-i mutebere” olarak tesmiye edilen kitaplar unlardı: a- El-Muhtar fi Fürui’l-hanefiyye b- Kenzü’d-dekayık c- Vikayetü’r-rivaye fi Mesaili’l-hidaye d- Mecmau’l-bahreyn ve Mülteka’n-nehreyn e- Muhtasaru’l-Kuduri f- Mülteka’l-ebhar 32 A. .S., D.n. 67, Vr. 5a/ B. 25 Vr. 45b/ B. 166 Vr. 83a/ B. 266 27 Sosyal Bilimler Dergisi 99 akça almakta oldu u emredilmi tir33. gerekçesiyle Karahisar-ı Sahib’e sürülmesi Bor kazası ve Karahisar-ı Sahib naiblerine hitaben yazılan Haziran 1829 tarihli bir emirde, Bor Müftüsü Arif Efendi’nin vazifesinden hariç i lere giri mek suretiyle memleketin nizamının bozulmasına sebep olması ve “mehamm-ı saltanat-ı seniyyenin tatiline sebeb olan hilaf-ı rıza hareketlere cür’et” etmesi üzerine “liecli’t-te’dib” Karahisar-ı Sahib’e sürülmesi emredilmi tir34. 1825 Nisan ba larında Anadolu valisi Vezir Dervi Mehmet Pa a ve Karahisar-ı Sahib kazası naibine hitaben gönderilen bir ba ka emirde de U ak kazasında müftü olan Seyyid Osman Efendi’nin kendi halinde fetva i leriyle me gul olmayıp, Allah’ın emaneti olan halka daima zulmetti i ve verdi i fetvalardan fazla para talep etti i ileri sürülmü ve fetva verme yetkisi elinden alınarak Karahisar-ı Sahib’e sürülmesi emredilmi tir35. Sadece görevini suistimal eden müftüler de il, fetva verme i inde yeterli olmayan müftüler de fetva hizmetinden alıkoyularak yerlerine ba ka birileri atanmaktaydı. 24 Nisan 1828’de Karahisar-ı Sahib Müftüsü Abdülvahid Efendi, “hilaf-ı ahkam-ı er’iyye verdi i fetvaları rü’yet olunub fıkh-ı erifde mümareseti olmadı ı tebeyyün etmekle hidmet-i fetvadan hacr olunub” yerine müftü olarak Hüseyin Efendizade Esseyyid Abdullah Efendi tayin edilmi tir36. nceledi imiz dönem itibariyle belgelerde adı geçen Karahisar-ı Sahib müftüleri hakkında kısaca u bilgileri verebiliriz: Hüseyinzade Seyyid Abdullah Efendi lk olarak 1816-1817’de Ali Efendi’nin yerine müftü olarak tayin edilmi tir. Vazifesindeki ba arısından dolayı dönemin eyhulislamı tarafından 1819-1820 tarihlerinde müftülük görevine devam etmesi istenmi tir. 1820-1821’de azledilerek yerine Karahisar-ı Sahib müftüsü olarak Süleyman Efendi atanmı tır37. 26 Temmuz 1823’te Ali Efendi’nin yerine tayin olmu , 1825 Ekim sonlarına kadar görevde kalmı tır38. 24 Nisan 1828’de Abdülvahid Efendi’nin görevden alınması üzerine Kadızade Mehmed Tahir tarafından yeniden göreve getirilmi tir39. 1839-1840 33 A. .S., D.n. 67, Vr. 63b/ B. 219. A. .S., D.n. 67, Vr. 130a/ B. 394. 35 A. .S., D.n. 67, Vr. 31a/ B. 120. 36 A. .S., D.n. 67, Vr. 107a/ B. 332. 37 Yusuf lgar, Karahisar-ı Sahib Sanca ı Müftilik Kurumu ve Afyonkarahisar Müftileri, stanbul, 1992, s.57. 38 A. .S., D.n. 67, Vr. 5a/ B. 25 39 A. .S., D.n. 67, Vr. 107a/ B. 332. 34 Mehmet GÜNE 100 senesinden itibaren altı yıl daha müftülük yapan Abdullah Efendi, 1845’te yerini Hacı Abdülvahid Efendi’ye bırakmı tır. Ali Efendi 1822-1823’te Süleyman Efendi’nin yerine müftü olmu tur. Yakla ık bir yıl sonra azledilmi tir. 1825 Ekim sonlarında görevden alınan Seyyid Abdullah Efendi’nin yerine yeniden müftü olarak tayin edilmi tir40. Umur Bey Alaca Medresesi’nde müderrislik vazifesinde de bulunmu olan müftü Ali Efendi 1826-1827’de çocuksuz olarak vefat etmi tir41. el-Hacc Abdülvahid Efendi Müftü Ali Efendi’nin vefatı üzerine 31 Mart 1827 tarihinde yerine eyhülislam Kadızade Mehmed Tahir tarafından Abdülvahid Efendi tayin edilmi tir42. Fasılalı olarak üç kez müftülü e getirilen Abdülvahid Efendi’nin 10 Mayıs 1827 tarihinde çocuksuz olarak vefat eden Ali Efendi’den bo alan Umur Bey Alaca Medresesi vakfından olmak üzere yarım hisse müderrisli e mutasarrıf olarak görevlendirildi ini de 43 görüyoruz . 5 Temmuz 1845 tarihinde Hüseyin Efendizade Seyyid Abdullah Efendi’den sonra yeniden göreve getirilen Abdülvahid Efendi, 1852-1853’e kadar müftülü e devam etmi , ihtiyarlı ından dolayı azledilerek yerine Yusuf Agah Efendi tayin edilmi tir44. c) NAK BÜ’L-E RAF VE NAK BÜ’L-E RAF KA M- MAKAMI Osmanlı Devleti’nde, Hz. Peygamber soyundan gelen, “seyyid” ve “ erif” olarak isimlendirilen bir zümre bulunmaktaydı45. Hz. Peygamber’e duyulan hürmet ve sevgiden dolayı onun neslinden gelen bu ki ilere hürmet ve saygı gösterilmekte; devlet, bunları “tevcihiyye”, “arusiyye” gibi vergilerden, askere gitme ve benzeri bütün kamu yükümlülüklerinden muaf tutarak ellerine “siyadet beratı” denilen belgeler vermekteydi. Ayrıca vakıf mütevellili i ve zaviye tevliyeti gibi hizmetlerin verilmesinde bunlara öncelik tanınmaktaydı46. Bu kimseler, seyyidlik i areti olarak “alamet” denilen ye il renkli sarıklar giyerlerdi47. Hz. Peygamber soyundan geldiklerine dair ellerinde belgeleri bulunan bu ki ilere tanınmı imtiyazları korumakla görevli, merkez 40 A. . ., D.n. 67, Vr. 45b/ B. 166. A. .S., D.n. 67, Vr. 85b/ B. 272. 42 A. .S., D.n. 67, Vr. 83a/ B. 266. 43 A. .S., D.n. 67, Vr. 85b/ B. 272. 44 lgar, a.g.e., s.63. 45 Hz. Hüseyin kolundan gelenlere “seyyid”, Hz. Hasan kolundan gelenlere de “ erif” adı verilmektedir. 46 Çadırcı, a.g.e., s.94. 47 Uzunçar ılı, a.g.e., s.163. 41 Sosyal Bilimler Dergisi 101 te kilatında saygın bir yere sahip olan ve “nakibü’l-e raf” adı verilen kimseler bulunmaktaydı. Bu ki ilerin eyalet ve sancak merkezlerindeki temsilcilerine de “nakibü’l-e raf kaim-i makamı” denilmekteydi. Nakibü’l-e raflık, XVII. yüzyıl sonlarına kadar yüksek ulemaya mahsus bir makam de ildi. Ancak, bu tarihten itibaren stanbul kadısı ve görevden alınan kadıaskerler arasında bu makama geçecek Peygamber soyundan gelen pek çok kimsenin bulunması dolayısıyle nakibü’l-e raf tayin edilenler bunlar arasından seçilmeye ba lanmı tır48. Padi ah nezdinde çok büyük itibara sahip olan nakibü’l-e raf, padi ahla beraber sefere gider ve “sanca -ı erif” dibinde yürürdü. Padi ah cüluslarında padi aha ilk önce o biat edip dua ederdi. Bayram tebriklerinde de nakibü’l-e raf, di er devlet erkanından öncelikliydi. Gerek cülusta ve gerekse bayram tebri inde padi ah, nakibü’l-e raf için aya a kalkardı49. Nakibü’l-e raflar eyalet, sancak ve kazalarda yine seyyid ve erif olan kaymakamları vasıtasıyla “ ecere-i tayyibe” denilen bir defter tutarlardı. Osmanlı Devleti’ndeki bütün seyyid ve eriflerin isimleri ve hüviyetlerinin bulundu u bu defterlerde, Peygamber soyundan geldiklerini belgeleyenlerin soy kütükleri ile birlikte ikamet ettikleri ehir, görev ve durumları da kayıtlı idi50. Nakibü’l-e raf kaim-i makamları, stanbul’dan tarafından gönderilen bir mektup ile tayin olunmaktaydı. nakibü’l-e raf nceledi imiz dönemde Karahisar-ı Sahib Sanca ına ba lı Barçınlı, Nevahi Barçınlı ve Sincanlı kazalarında bulunan seyyidler için bir kaim-i makam ataması tespit edilmi tir: 3 Ocak 1824 tarihinde Nakibü’l-e raf Mehmed Sıddık Efendi, Hamza Efendi’ye bir mektup yazarak, Karahisar-ı Sahib, Barçınlı, Nevahi Barçınlı ve Sincanlı kazalarında bulunan seyyidler üzerine nakibü’l-e raf kaim-i makamı olarak tayin edildi ini kendisine bildirir. Mektupta “sadad-ı kiram”a hürmet edilmesini, seyyidli in “kuzat ve kaim-i makam senedleri”yle belgelendirilmesi gerekti ini, sahte seyyidlik iddiasında bulunanların men edilmesi, kimseye seyyidlik alameti verilmemesi ve seyyidlik iddiasında bulunanların stanbul’a bildirilmesi, ayrıca “sadad-ı kiram”dan “tevcihiyye”, “arusiyye” ve di er isimlerle para alınmaması ve aldırılmaması tenbih edilmektedir51. Nakibü’l-e raf, sancak merkezinde kadılardan veya müderrislerden birini kendisine kaim-i makam olarak tayin edebildi i gibi, eski nakibü’le raf kaim-i makamlarından da münasib gördü ü birisini tayin edebilmekte 48 Uzunçar ılı, a.g.e., s.166. Uzunçar ılı, a.g.e., s.169. 50 Çadırcı, a.g.e., s.93. 51 A. .S., D.n. 67, Vr. 2a/ B. 9. 49 Mehmet GÜNE 102 idi. Nitekim, 3 Ocak 1824’ te nakibü’l-e raf kaim-i makamlı ından men edilen smail Efendi52, 28 Haziran 1824’te yeniden Karahisar-ı Sahib, Barçınlı, Nevahi Barçınlı ve Sincanlı kazalarına nakibü’l-e raf kaim-i makamı olarak atanmı tır53. Bölgelerinde bulunan seyyidlerin sahip oldukları imtiyazları korumak nakibü’l-e raf kaim-i makamlarının esas görevlerini te kil ediyordu. Seyyid ve eriflerin kayıtlarının tutulması, bu kayıtların bir suretinin stanbul’da bulunan nakibü’l-e rafa gönderilmesi ve Peygamber soyundan gelmedikleri halde sahte belge düzenleyerek “sadattan” olduklarını ileri sürenlere engel olmak da yine nakibü’l-e raf kaim-i makamının görevi idi. Böyle sahte belge düzenleyenlerin haklarında takibat yapılarak bu ki ilerin bertaraf edilmesi ve nakibü'l-e raf tarafına bildirilmesi gönderilen mektuplarda sıkı sıkı tenbih edilmekteydi. Ayrıca bu gibi kimselere seyyidlik beratı vermekten kaçınılması da isteniyordu54. ehrin ileri gelen ki ilerinden olan nakibü’l-e raf kaim-i makamı, halkı ilgilendiren bütün i lerde etkili olup, mühim meselelerin görü üldü ü toplantılara i tirak etmekteydi. Ayrıca ayan, ehir kethüdası gibi görevlilerin seçiminde kadı ve müftü ile birlikte önemli rol oynamaktaydı. Mahkemelerde de “ uhudü’l-hal” olan kimseler arasında yer aldı ı görülmekteydi55. Seyyidlerin yargılanması da merkezde nakibü’l-e raf, ta rada ise nakibü’l-e raf kaim-i makamları tarafından yapılırdı. Yönetici ve kadılar bu hususta bunlara müdahale edemezlerdi56. Nakibü’l-e raf kaim-i makamları sadece bir kazanın de il, birden fazla kazanın temsilcisi olarak da görevlendirilebilirdi. Nitekim, Karahisar-ı Sahib’e Nakibü’l-e raf kaim-i makam olarak tayin edilen kimselere hitaben yazılan mektuplarda, “Karahisar-ı Sahib ve Barçınlı ve Nevahi Barçınlı ve Sincanlı kazalarında kaim-i makam olan ............Efendi” ibaresi konuyla ilgili bütün belgelerde tekerrür etmektedir57. 52 A.g.b. A. .S., D.n. 67, Vr. 13b/ B. 66. 54 A. .S., D.n. 67, Vr. 2a/ B. 9. Vr. 4a/ B. 21. Vr. 6a/ B. 33. Vr. 13b/ B. 66. Vr. 44a/ B. 165. Vr. 58b/ B. 210. Vr. 96a/ B. 298. Vr. 108a/ B. 336. 55 Çadırcı, a.g.e., s. 94. 56 Çadırcı, a.g.e., s. 93. 57 Bkz. dibnot 54’te geçen belgelerin tamamı. 53 Sosyal Bilimler Dergisi 103 Nakibü’l-e raf kaim-i makamlarına, bu görevlerinin yanında ba ka resmi görevler verildi ini de tespit ediyoruz. Mesela, Karahisar-ı Sahib, Barçınlı, Nevahi Barçınlı ve Sincanlı nakibü’l-e raf kaim-i makamı olan smail Efendi, 1 Ekim 1828’de –vasıfları haiz olması hasebiyle- Karahisar-ı Sahib mütesellimli ine vekaleten atanmı tır58. Nakibü’l-e raf kaim-i makamlı ının görev süresi hakkında kesin bir bilgi elde edememekteyiz. Ancak, bunların kadılar gibi belirli bir süre için görevlendirilmeyip, uzun yıllar i ba ında kaldıklarını söyleyebiliriz. Nitekim yukarıda adından sıkça bahsetti imiz smail Efendi, iki defa görevden alınmak suretiyle en az altı yıl nikabette kalmı tır59. nceledi imiz dönemde nakibü’l-e raf kaim-i makamlarının da kendi i leriyle u ra mayıp, memleket i lerine müdahale ettiklerini ve bundan dolayı da vazifelerinden alıkoyulduklarını kaynaklardan tesbit edebilmekteyiz. Belgelerde, görevden alınma sebebi –ya da sebepleri- açıkça belirtilmemekte, bazan “ ehrin düzeninin bozulmasına sebeb olan hareketlerde bulunmak”, bazan da “hilaf-ı rıza harekette bulunmak” gibi fiiller, görevden alınma gerekçesi olarak ileri sürülmektedir. 1827 Haziran sonlarında Adana valisi ve Karahisar-ı Sahib naibine hitaben gönderilen bir emirde, Adana’da nakibü’l-e raf kaim-i makamı olan Hüseyin Efendi’nin “ihtilal-i beldeyi mucib harekat-ı na-merzıyyeye cesaretinden” dolayı görevden uzakla tırılarak Karahisar-ı Sahib’e sürüldü ünü görüyoruz60. Yine ba ka bir belgede de, Karahisar-ı Sahib’te nakibü’l-e raf kaim-i makamı olan smail Efendi’nin, 13 Kasım 1825 tarihinde “hilaf-ı rıza harekatından” dolayı görevden alındı ını tespit ediyoruz61. Her ne kadar belgelerde açıkça belirtilmemekte ise de, nakibü’l-e raf kaim-i makamlarının “hilaf-ı rıza” hareketlerinin ba ında herhalde sahte siyadet beratı düzenlemeleri gelmekteydi. Zaten seyyid oldu unu iddia eden bir kimsenin iddiasını, seyyidlerden olan ahidlerle ispatlayarak nakibü’le raf defterine kaydettirebilmesi yeterli idi. Bunun için de kaim-i makamlara çe itli adlar altında rü vet verilmekteydi. Nakibü’l-e raf kaim-i makamı, bu sahte hüccetleri kendisine tabi olanların sayısını ço altmak için yapmakta, bu kayıt ve kabulü kitabına uydurmak için de bir “ ecere-i neseb” tertib ve tanzim etmekteydi62. 58 A. .S., D.n. 67, Vr. 120a/ B. 364. A. .S., D.n. 67, Vr. 4a/ B. 21. Vr. 108a/ B. 336. 60 A. .S., D.n. 67, Vr. 90a-91b/ B. 279. 61 A. .S., D.n. 67, Vr. 44a/ B. 165. 62 Uzunçar ılı, a.g.e., s. 112. 59 Mehmet GÜNE 104 imdi de Karahisar-ı Sahib’de görev yapmı olan nakibü’l-e raf kaim-i makamlarının adlarını, görev tarihlerini ve kimler tarafından atandıklarını görelim: Esseyyid smail Efendi, 7 Eylül 1823’te Nakibü’l-e raf Mehmed Sıddık Efendi tarafından iki defa göreve getirilmi tir63. 3 Ocak 1824’te smail Efendi görevden alınarak yerine Hamza Efendi tayin olunmu tur64. 28 Haziran 1824 tarihinde Hamza Efendi’nin azledilmesi üzerine, smail Efendi yeniden nikabete getirilmi 65, 13 Kasım 1825’te smail Efendi tekrar görevden alınarak yerine Abdürrezzak Efendi nakibü’l-e raf kaim-i makamı olmu tur66. 22 Ekim 1827 tarihinde smail Efendi, Nakibü’l-e raf Ahmed Seyyid Efendi tarafından dördüncü defa nikabete getirilmi 67 ve 14 Temmuz 1828’de gönderilen bir mektup ile göreve devam etmesi istenmi tir68. SONUÇ Esas itibariyle Osmanlı Devleti ta ra te kilatı, idari bakımdan merkez te kilatı ile paralellik arzetmektedir. Bu cümleden olarak 1822 – 1830 yılları arasında Afyon’un idari yapısında da bu benzerlikleri görmemiz mümkündür. Çalı mamızın konusunu te kil eden ilmiye mensubu yöneticiler bu ba lamda de erlendirildi inde kadı ve naibler, merkez te kilatındaki kadıaskerlerin, müftüler eyhulislamların, nakibü’l-e raf kaim-i makamları da nakibü’l-e rafların ta radaki temsilcileri olarak kar ımıza çıkmaktadırlar. Bahsedilen bu görevlilerden kadı ve naib istisna olmak üzere müftü ve nakibü’l-e raf kaim-i makamlarının, ehir yönetiminde umera (ehl-i seyf)’ ya göre ikinci planda kaldıkları muhakkaktır. Ancak, bu ki ilerin ehir yönetimindeki etkinliklerinin dolaylı yollardan olması da onları yönetici zümreden soyutlamak için geçerli bir sebep olamaz. nceledi imiz dönemde Osmanlı Devleti genelinde bir çok müessesede oldu u gibi bu müesseselerde de suistimal, yolsuzluk vs. pek çok olumsuzluklar görülmektedir. Devlet bu duruma duyarsız kalmamı ancak, almı oldu u tedbirlerle de yeterli olamamı tır. 63 A. .S., D.n. 67, Vr. 4a/ B. 21. Vr. 6a/ B. 33. 64 A. .S., D.n. 67, Vr. 2a/ B. 9. 65 A. .S., D.n. 67, Vr. 13b/ B. 66. 66 A. .S., D.n. 67, Vr. 44a/ B. 165. 67 A. .S., D. n. 67, Vr. 96a/ B. 298. 68 A. .S., D. n. 67, Vr. 108a/ B. 336.