Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY İLE Söyleşi
BİLGE SÖYLEŞİ
TEMMUZ 2013
1
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
BİLGE SÖYLEŞİ
BİLGESAM YAYINLARI
Bilge Adamlar Stratejik Araşırmalar Merkezi
Wise Men Center For Strategic Studies
Mecidiyeköy Yolu Caddesi No:10
Celil Ağa İş Merkezi Kat:9 Daire:36
Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye
Tel: +90 212 217 65 91
Faks: +90 212 217 65 93
www.bilgesam.org
bilgesam@bilgesam.org
Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6
A. Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye
Tel : +90 312 425 32 90
Faks: +90 312 425 32 90
Copyright © BİLGESAM TEMMUZ 2013
Bu yayının tüm hakları saklıdır.
Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araşırmalar Merkezi’nin
izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğalılamaz.
2
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
SUNUŞ
BİLGESAM’ın amaçlarından birisi de uluslararası ilişkiler, iç ve dış güvenlik gibi konularda
ülkemizin önde gelen akil insanları ile söyleşiler yapmak ve bunları devletin üst kademe yöneticileri ile kamuoyunun dikkatine sunmaktır.
“Bilge Söyleşi” adı altında gerçekleştirilen söyleşilerin bu sayısında “Nükleer Enerji ve Nükleer
Silahlanma” başlıklı söyleşi, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu
Güney ile yapılmıştır. Prof. Dr. Güney, nükleer enerji ve nükleer silahlanma konusunda kamuoyunca merak edilen birçok soruya yanıt vermiştir. Mevcut uluslararası nükleer rejimi tartışmakla
beraber, Prof. Dr. Güney İran’ın nükleer programı, Türkiye’ye ve bölgeye etkisi hakkında sorulara cevap vermiştir. Söyleşi BİLGESAM Araştırma Koordinatörü Hasan Öztürk ve Araştırma
Asistanı Ömer Faruk Türk tarafından gerçekleştirilmiştir.
Başta Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney olmak üzere bu söyleşinin hazırlanmasında emeği geçen
BİLGESAM personeline teşekkür ederiz.
Doç. Dr. Atilla Sandıklı
BİLGESAM Başkanı
3
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
4
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
1-Nükleer enerji teknolojisi, gerek İran’ın gerekse Kuzey Kore’nin nükleer programından dolayı dünya kamuoyunun gündeminde sürekli silahlanma boyutu ile yer alıyor.
Dolayısıyla Batı basınında konu sürekli silahlanma konusu ile birlikte ele alınıyor. Ancak nükleer enerji bilimsel, ticari, siyasi ve stratejik boyutları ile birlikte çok boyutlu biçimde incelenmesi gereken bir teknoloji. Nükleer enerji teknolojisini nasıl anlamalıyız?
Günümüzde nükleer enerjinin nükleer silahlanma konusuyla birlikte anılmasının nedeni, bu konudaki uluslararası rejimin temelini oluşturan 1968 tarihli Nükleer Silahların
Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT- Non-ProliferationTreaty) 4. maddesindeki bir boşluktan (loophole) kaynaklanmaktadır. Buna göre, Antlaşma’ya taraf iki tip
ülke söz konusudur. Birinci grup, nükleer 5 (N5) dediğimiz BM Güvenlik Konseyi daimi
üyeleri ki bunların nükleer olma hakları bulunmaktadır. N5’in dışında kalan ülkeler ise
nükleer olmayan ikinci ülke grubunu oluşturuyor. Bilindiği gibi NPT çerçevesinde nükleer
olmayan ülkelere de kendi topraklarının üzerinde sivil amaçlı nükleer enerji geliştirme
hakkı tanınmaktadır. Ancak bu Antlaşma imzalandığından bu yana hatta Amerika Birleşik
Devletleri’nin (ABD) Başkanı Eisenhower’ın “Atom for Peace” yani atom gücünün barış
amaçlı kullanılması konulu konuşmasını yapmasından bu yana nükleer teknolojinin kullanılmasıyla ilgili geldiğimiz süreçte çok büyük değişiklikler oldu. Günümüzde N5’lerin
dışında Antlaşma’ya taraf olmayan ve resmi olarak nükleer güç olarak tanınmayan ama
nükleer kapasiteye sahip devletlerin varlığı söz konusudur. Hindistan, Pakistan, İsrail gibi.
Dolayısıyla NPT’nin bağlayıcı olamadığı ve nükleer silahlanmayı durduramadığı durumlar
söz konusu. 4. maddedeki boşluk nedeniyle nükleer enerji geliştirme iddiasıyla yola çıkıp
önce Antlaşma’ya taraf olan, sonra Antlaşma’yı terk eden ve daha sonra nükleer güç olan
Kuzey Kore gibi ülkeler de mevcuttur. Pyongyang, 2003’te Antlaşma’yı terk edip 2006’da
ilk nükleer denemesini yapınca küresel anlamda nükleer silahların yayılması konusunda
ciddi bir endişe kaynağı oldu. Bu durum N5’ler içinde en çok ABD ile onun Asya-Pasiik’teki yakın mütteikleri Japonya ve Güney Kore’yi kaygılandırdı. Kısaca bugün geldiğimiz noktada nükleer silahların yatay yayılması olasılığıyla ilgili ciddi bir küresel endişe var
ve bu endişe dünya kamuoyunun nükleer teknolojiye bakışını da etkiliyor.
Küresel olarak N5’lerin (ABD, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa ve
Birleşik Krallık) nükleer silahlanma konusundaki kaygıları Batı ile ortak. Bu kaygı
Antlaşma’nın 4. maddesindeki yukarıda söz ettiğim boşluktan kaynaklanıyor. Sivil amaçla
başlatılan bir nükleer enerji girişiminin istenildiğinde silahlanmayla sonuçlanması mümkün. Kuzey Kore örneği bunu kanıtladı ve böyle bir art niyeti durduracak hiçbir uluslararası cezalandırıcı mekanizma yok. Nitekim eğer bir ülke uranyumunu % 90 oranında
zenginleştirmeyi başarırsa silahlanma olasılığının önü o zaman açılmakta. Bugün Kuzey
5
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Kore dışında bu olasılık nedeniyle endişe kaynağı olan diğer bir program, bilindiği gibi
sürdürülmekte olan İran nükleer programı. Kuzey Kore’yi engelleyememiş ve İran nükleer
krizini çözememiş olan N5’leri meşgul eden en temel soru, bu krizi çözmenin ötesinde, son
yıllarda Orta Doğu ve Asya’da ortaya çıkan yeni nükleer enerji taleplerinin ileride olası bir
nükleer silahlanmaya neden olup olmayacağı.
Gerçekten de N5’lerin İran nükleer krizini hâlihazırda diplomatik görüşmeler yoluyla çözememiş olması, İran’ın uranyumunu %25 oranında zenginleştirmiş olması ve NPT’den
kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmiyor olması karşısında mevcut sorunun her
gün biraz daha ciddileştiğini söylemek yanlış olmaz.
Bu nükleer meselenin dünya kamuoyunu meşgul eden kısmı. Bir de bahsetmiş olduğum sivil
enerji boyutu var ki, nükleer enerji ve bu enerjinin denetlenme çabalarıyla ilgili süregiden
pazarlıkların en önemli ayağını bu boyut oluşturmaktadır. Enerji tedariki konusunda enerjinin ucuz, güvenilir, kaliteli bir şekilde temin edilebilir olması, enerji güvenliğinin olmazsa
olmaz şartlarındandır. Bahis konusu enerji tedariki olunca, enerji karışımı (energy mix)
içerisinde nükleer enerjinin önemi vazgeçilmezdir. Bunun pek çok nedeni var. Bir defa
nükleer reaktör güvenliği teminat altına alınınca nükleer enerjinin çevreyle uyumlu olması
da garantilenmiş oluyor. Bir ülkenin enerji tedarik sürecinde nükleer enerjiyi tercih etmesi
halinde hidrokarbon enerji tüketiminde ortaya çıkan sera gazı gibi çevresel sorunların azami derecede giderilmesi mümkün olabiliyor. Daha da önemlisi nükleer enerji imkânı ile söz
konusu ülke 7/24 kesintisiz elektrik enerjisi tedarik etme potansiyeline kavuşuyor.
1970’li yıllarda OPEC krizi ve gerçekleşen ambargo sonrası gelişmiş ülkeler nezdinde nükleer enerjiye kuvvetli bir yönelim oldu. Daha sonra 1980’lerin ortasında nükleer enerjiye
olan bu yönelimde bir duraksama yaşandı. Bunun bir sebebi iktisadi durgunluk iken bir
diğeri de çeşitli ülkelerde yaşanan Three Mile Islands ve Çernobil gibi nükleer reaktör
kazalarıydı. Bunlara ilaveten bir de doğalgaz iyatlarının artmış olması gelişmiş ülkelerde
nükleer enerjiye yönelik tereddütlerin artmasına neden oldu.
Ancak, uluslararası topluluk gelecekte hidrokarbon arzında bir tükenme yaşanacağı bilgisinden hareket ederek, günümüz mevcut enerji karışımını çeşitlendirmek üzere stratejik bir
hedef belirledi. Bu çok makul bir karar. Türkiye’nin ulusal politikası da bu yönde ilerliyor.
Bunun sebebi, Türkiye’nin çok kısıtlı miktarda yerel enerji arzına sahip olması ve kendi
enerji tüketiminin ancak % 30’unu karşılayabiliyor olması. Bu nedenle Türkiye enerji bağımlısı bir ülke olarak kaynak ülke ve geçiş güzergâhları bağlamında enerji kaynaklarını
6
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
çeşitlendirmek konusunda ciddi bir gayret içerisine girmiştir. Bu bağlamda nükleer enerji
tedariki Ankara’nın söz konusu enerji karışımı içerisinde önemli bir yer tutuyor. Unutmamak gerek, çağımızda, bir ülkenin ulusal güvenliğini devamlı kılacak en önemli hususlardan birisi o ülkenin enerji güvenliğinin sürdürülebilir olmasıdır.
Sorunuzda bir de jeostratejik boyuttan bahsettiniz ki bu bize enerji geçiş hatlarıyla ilgili
uzun yıllardır süren tartışmaları hatırlatıyor. Bilindiği gibi, petrol ve doğalgaz geçiş hatlarının belirlenmesinde sadece ekonomik faktörler değil aynı zamanda jeostratejik hesaplamalar da etkili oluyor. Yani herhangi bir petrol veya doğalgaz hattının bir yerden diğer yere
geçmesi için onun sadece ekonomik açıdan elverişli olması yeterli olmuyor. Önceden de
belirttiğim gibi, herhangi bir hidrokarbon geçiş güzergâhının belirlenmesinde etkili olan bir
diğer önemli faktörde siyasi ve güvenlik önceliklerdir.
Toparlamak gerekirse, nükleer enerji mevzu çok boyutlu bir konu: Silahlanma olasılığı
nedeniyle uluslararası toplum için bir endişe kaynağı iken sivil nükleer enerjinin sunduğu
imkanlar ulusal ve uluslararası enerji güvenliği ve işbirliği açısından büyük önem taşıyor.
2-Teknolojik açıdan ileri ülkelerin hepsinde nükleer enerji alanındaki çalışmaların uzun
süre önce başladığını görüyoruz. Atom enerjisi teknolojisinin uzay teknolojileri, nanoteknoloji ve hidrojen teknolojileri alanlarında mesafe kat etmek için oldukça önemli olduğu ifade ediliyor. Bu açıdan nükleer enerji sizce teknolojik anlamda bir eşik sayılabilir
mi? Nükleer teknoloji sadece enerji üretiminde mi kullanılıyor?
Nükleer enerji bir ülkenin ulusal sivil ve savunma sanayisinde önemli bir teknolojik eşiktir.
Sanayide öncü konumda olan pek çok ülkenin gelişmekte olan ülkelere nazaran nükleer
enerjiyi çok önceden geliştirmiş olmalarının bir sebebi bundandır. Nitekim hem Sovyetler
Birliği (SSCB) hem de ABD bu teknolojiyi 1950’lerden itibaren geliştirmeye başlamıştır.
Her iki ülke de bu konuyla ilgili gerekli know-how’ı yani gerekli temel bilgiyi de bu süreç
zarfında edinmişlerdi.
Bilindiği gibi Türkiye uzun bir süredir Hazar Havzası kaynaklı doğalgaz ve petrol hatlarının kendi toprakları üzerinden geçişini sağlamak için ciddi girişimler içerisinde. Mesela
2018 yılında işlerlik kazanacak olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP)
bunlardan biri. Yine Türkiye’nin uzun bir süredir enerji kaynak ve geçiş yollarını çeşitlendirmek konusunda oldukça kararlı olduğu biliniyor. Bu çerçevede, Ankara’nın yakın
geçmişte hem Rusya Federasyonu hem de Japonya ile nükleer reaktör anlaşması imzalamış
7
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
olması Türkiye’nin nükleer enerji alanında da kararlı olduğunu göstermektedir. Buradaki
en önemli husus, Türkiye’nin nükleer enerji transferiyle ilgili olarak gerçekleştirdiği bu
anlaşmalarda, NPT’nin 4. maddesinden doğan hakkından, nükleer enerjiyi kendi topraklarında geliştirme hakkından vazgeçmemiş olmasıdır. Gerçi, Rusya Federasyonu ile imzalanan anlaşmada Ankara’nın nükleer reaktör için ihtiyaç duyacağı nükleer yakıt Moskova
tarafından sağlanacaktır. Ancak bu durum Ankara’nın meşru hakkı olan nükleer enerjiyi
kendi topraklarında geliştirme hakkından vazgeçmesi anlamına gelmemektedir.
Enerji kaynaklarını çeşitlendirme stratejisi çerçevesinde; Rusya Federasyonu’yla imzalanan nükleer reaktör anlaşmasının operasyonel hale gelmesiyle birlikte Türkiye enerjisinin
%5-10’luk kısmını buradan karşılayacak. Diğer %30’nun da, 2020’li yıllara doğru yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması beklenmekte. İleride, Akkuyu dışındaki diğer
nükleer reaktörlerin de işlerlik kazanması sonucu Türkiye’nin enerji ihtiyacının %60’lara
yakınını kendi imkânlarıyla sağlaması mümkün olacak. Böylece Ankara’nın hidrokarbon
enerji tedariki konusundaki Rusya başta olmak üzere dış kaynaklara olan bağımlılığının
%30’lara kadar düşürülmesi planlanmaktadır.
Bir başka önemli husus da, ileride nükleer teknolojiye erişim sağlandıktan sonra Ankara’nın
Güney Kore örneğinde olduğu gibi kendi nükleer reaktörünü üretebilir hale gelme olasılığıdır. Bu Türkiye için göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir husustur. Herhalde bu ve
benzeri stratejik nedenlerle olsa ki 2006-2007 senesinde sadece Asya ve Orta Doğu’da 14
tane ülke nükleer reaktör talebiyle ortaya çıktı. Tabii ki, Türkiye’nin nükleer reaktör tedarikiyle ilgili girişimi sadece enerji tedariki mevzusuyla sınırlı bir mesele değildir. Ankara’nın
bu girişimi nükleer teknolojiyle ilintili diğer ilgili alanlarda da Türkiye için çeşitli fırsat ve
imkânlar sunmakta.
Nükleer enerji tedarikiyle ilgili bir önemli zorluk uluslararası camiada nükleer enerjiye
sahip, nükleer yakıtı ve nükleer reaktörleri piyasaya sunan gelişmiş ülkelerin nükleer yakıt
temininde cimri davranıyor olmaları. Hâlihazırda N5’ler sivil amaçlı nükleer teknoloji tedariki konusunda sürekli yeni tedbirler getirmek suretiyle bu süreci kendi denetimleri altında tutmaya gayret etmekteler. N5 içindeki bazı ülkeler nükleer yakıt tedarikinde bu tekel
konumlarını güçlendirmek üzere aralarında sıkı bir işbirliği yapmaktadır. Bu duruma itirazı
olan ülkeler arasında tek ülke Türkiye değil, başta Mısır olmak üzere NPT’deki “bağlantısız” grup içindeki pek çok ülke N5’lerin bu tavrına karşı çıkmaktadır. Buna karşılık, nükleer yakıtı kendi toprakları üzerinde üretmekten gönüllü olarak vazgeçmiş olan Birleşik Arap
Emirlikleri’nin (BAE) istisnai durumu da bir başka gerçek. Türkiye ise, bilindiği gibi İran
nükleer krizi süresince, NPT’nin nükleer olmayan üyelerinin 4.madde gereği sivil amaçlı
8
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
nükleer enerji üretme hakkına sahip olduğunu sıkça ifade etti. Tabii Ankara bu süreçte
-yani sivil amaçlı enerji üretiminde- bahis konusu olan ülkelerin NPT’den kaynaklanan
mükelleiyetlerini yerine getirmelerinin de şart olduğunu belirtmekten asla geri durmadı.
Bu konuda ciddi bir problem kaynağı olmaya devam eden İran’ın aksine Türkiye’nin sicili
çok temizdir.
3.Kuzey Kore ve İran özelinde nükleer silahların yayılmasını engelleme konusu son
dönemde uluslararası ilişkilerde en önemli gündem maddelerinden birisi haline geldi.
Dünyada nükleer silahsızlanma ne durumda? Gerçekten bu silahları azaltma yönünde
yapılan çalışmalar beklenen neticeyi verdi mi?
Nükleer silahsızlanma meselesi hâlihazırda büyük güçler arasında ciddiyetle tartışılmakta olan ve nükleer silahların yayılması meselesiyle de ilintili bir konudur. Orta Doğu ve
Asya’da kitle imha silahı elde etmek isteyen bazı ülkelerden bahsediliyor. Bugün bunlar
arasında İran’ın adı geçerken gelecekte hangi ülkenin adının geçeceği belli değil. Bu tür
ülkeleri kitle imha silahlarını arzu eden ülkeler (Nuclear Hopefuls veya Weapons of Mass
Destruction (WMD) Hopefuls) olarak tanımlayabiliriz. N5’ler mevcut NPT’ye nükleer
silahların yayılmasını engelleyebilecek ek tedbirler ilave etme ve Antlaşma’nın nükleer
silaha sahip olmayan üyelerine bu şartları kabul ettirme çabası içerisindeler. Amaç, devam
eden İran nükleer krizinin Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi yeni bir nükleer devletin
ortaya çıkmasıyla sonuçlanmasını engellemek.
Silahsızlanma meselesi, aslında NPT’nin ikinci ayağını oluşturuyor. Bilindiği gibi, Antlaşma yapılırken N5’ler NPT’nin 6.maddesi gereğince nükleer silahsızlanma sözü vermişlerdir. Ancak, 2005 yılından, yani NPT’nin süresinin uzatılmasından bugüne geçen zaman
zarfında NPT’nin nükleer silaha sahip olmayan üyeleri N5’leri defalarca silahsızlanma
konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmemiş olmakla suçlamışlardır. İşte bu nedenle,
ABD Başkanı Obama 2009 tarihli Prag konuşmasında nükleer silahsız bir dünya arzu ettiğini ilan ettikten hemen sonra nükleer silahsızlanma konusunda Rusya Federasyonu ile
birlikte hareket etmek istemiştir. Bu işbirliği ve iyi niyet açıklamalarının sebeplerinden biri
elbette nükleer silahların yayılması konusunda nükleer silaha sahip olmayan ülkeleri yeni
tedbirler alma konusunda ikna edebilmekti. Yeni START (Strategic Arms Reduction Treaty) olarak bilinen Washington ile Moskova yönetimleri arasında imzalanan silahsızlanma
Antlaşması’nda bu stratejinin rolü büyüktür. Ayrıca, ABD’nin beklentileri arasında Washington ve Moskova’nın silahsızlanma konusundaki bu yeni girişiminin Çin gibi diğer N5
üyelerini de pozitif yönde etkileyeceği ümidi vardır. Ne yazık ki, N5’lerin mevcut askeri
stratejilerinde nükleer silahların hâlihazırda önemli bir caydırıcılık unsuru olarak rol oy-
9
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
nadığı herkesçe bilinen bir gerçek. Üstelik hem ABD’nin hem de Rusya Federasyonu’nun
mevcut askeri güvenlik belgelerinde, nükleer silahların bir ilk vuruş gücü (irst use of nuclear weapons) olarak ne zaman ve hangi şartlarda kullanılacağı da açıkça belirtilmiş. Tabii,
Çin Halk Cumhuriyeti’ni bu gruptan ayırmak lazım, çünkü Pekin hükümeti her ne kadar
nükleer silahlanmasını örtülü bir şekilde devam ettiriyorsa da henüz bu yönde bir irade
belirtmemiştir.
Rusya Federasyonu ve ABD her ne kadar Yeni START ile nükleer başlık sayısında indirime
gitmişseler de, her iki ülkenin indirim sonrası elinde kalan nükleer silah kapasiteleriyle
dünya’yı birçok kez imha etmeleri mümkün. Yeni START’da indirimde bulunulması zorunlu konuşlandırılmış nükleer silah tavan rakamı her iki taraf içinde 1500’tür. Bunların
dışında, Washington ve Moskova’nın sahip olduğu konuşlandırılmamış nükleer başlıklar
Antlaşma kapsamı dışında bırakılmıştır. Gene, Yeni START indirimi dışında bırakılmış bir
diğer silah kategorisi de taktik nükleer silahlardır. Mesela, Rusya Federasyonu bugün 2000
kadar taktik nükleer silah gücüne sahipken NATO’nun da farklı ülkelerde toplam 200’e yakın taktik nükleer bombaya sahip olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla uluslararası toplumun
nükleer silahsızlanma konusunda önünde kaydetmesi gereken daha oldukça uzun bir yol
mevcut. Nitekim NATO’nun 2010 tarihli Lizbon Zirvesi’nde yayınlanan bildiride İttifak’ın
silahsızlanma konusunda küresel boyuttaki tüm girişimleri desteklediği ifade edilmişse
de aynı bildirinin bir başka yerinde “dünya’da nükleer silahlar var olduğu sürece NATO
caydırıcılığı çerçevesinde İttifak’ın konvansiyonel ve nükleer güçlerini muhafaza edeceği’’
ilan edilmiştir. NATO’yla ilgili bir diğer gerçek de, İttifak’ın nükleer güce sahip bazı
üyelerinin hâlihazırda güvenlik belgelerinde nükleer silahları ilk vuruş gücü olarak kabul
etmeleridir. Dolayısıyla, bugünün koşullarında nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya
için henüz çok erken demek pek de abartı olmayacaktır. Bugün ABD ve Rusya Federasyonu
arasında Yeni START ile gerçekleştirilen nükleer indirimler, nükleer silahsızlanma adına
olumlu bir adım oluşturuyorsa da N5’ler arasındaki nükleer silahsızlanma konusundaki
temel anlaşmazlıklar düşünüldüğünde bu indirimler uluslararası toplumun silahsızlanma
yönündeki beklentilerini karşılamaktan epey uzak kalmaktadır.
Önceden de belirtildiği üzere, ABD ve Rusya Federasyonu Yeni START’ı imzalamak
suretiyle nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin bilinen itirazları çerçevesinde NPT’nin 6.
maddesinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirdikleri yönünde olumlu bir imaj yaratmak istemişlerdir. Böylece, başta ABD olmak üzere nükleer enerji konusunda uluslararası piyasalarda egemen olan bazı devletler, nükleer enerji konusuyla nükleer silahların yayılması konusunu irtibatlandırmak suretiyle nükleer silaha sahip olmayan ülkelere nükleer
enerji konusunda yeni uygulamak istedikleri ek tedbirleri dayatmak istemişlerdir. Bunu ya-
10
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
parken iki hedei aynı anda gerçekleştirmek amacında oldukları söylenebilir. Bu devletlerin
beklentilerine göre, eğer nükleer olmayan devletler söz konusu yeni tedbirler konusunda
ikna edilirlerse o zaman N5’lerin-en azından bir kısmının- hem nükleer enerji alanındaki
tekel konumları muhafaza edilmiş olacak hem de olası yeni ve bölgesel nitelikteki yatay
nükleer silahların yayılması ihtimali engellenmiş olacaktır.
4. Ünlü uluslararası ilişkiler teorisyeni Kenneth Waltz bir çalışmasında “nükleer silahların yayılması korkusu yersizdir, her zaman olduğu gibi bugün de nükleer silahların
daha fazlası daha iyidir” gibi bir görüş ifade etti. Oldukça farklı bir bakış açısı. Nasıl
değerlendiriyorsunuz?
ABD’de, nükleer silahların yayılması ikriyle ilgili tek bir görüş hâkim değil. Bu konuda
birbirinden farklı iki görüş bulunmakta. İran krizi özelinde düşünecek olursak, Waltz’un
görüşü birinci ve ikinci görüşün arasında bir yerde yer almaktadır. Hâkim bu yaklaşımlar
içerisinde, ikinci görüş en makul olanıdır ki, bu görüşü savunanlara göre İran’ın uranyumu
%20 zenginleştirdiği günümüz koşullarında bile mevcut anlaşmazlığın taralar arasında
diplomatik görüşmeler yoluyla çözülebilmesi için hala fırsat vardır. Bu husus Pierre
Goldschmidt ve Alon Ben-Meir gibi uluslararası ilişkiler uzmanlarının yanı sıra, ABD
Başkanı Barack Obama tarafından da birkaç kez dile getirilmiştir. İran nükleer krizinde karşıt taralar arasında ‘‘kazan-kazan’’ mahiyetinde bir sonuca varılabilmesi için diplomasiye
öncelik vermeyi savunan ikinci yolu izlemek gerekmektedir. Bu yaklaşımda, hedelenen nihai amaç İran’ın NPT içerisinde kalmasını garantilemek ve böylece Tahran’ın Antlaşmadan
doğan mükelleiyetlerini yerine getirmesi suretiyle sivil amaçlı nükleer enerji edinim sürecini devam ettirmesine imkân tanımaktır. Tabii, bu süreç sonucunda garanti altına alınması
gereken en önemli husus İran’ın bir kez daha NPT koşullarını hiçe saymamasının teminat
altına alınmasıdır. Diplomatik görüşmelerin bir sonucu olarak zaman içerisinde NPT koşullarına sadık bir Tahran yönetimi ortaya çıkarılabilirse o zaman NPT’ye yönelik mevcut
şüphelerinin de biraz olsun önü alınmış olur. Bu da nükleer silahların yayılmasını önleyen
NPT dâhil tüm geleneksel silahsızlanma rejimleri için bir güven tazelemek anlamına gelir.
Washington’da hâkim olan diğer görüş Tahran’ın nükleer silah edinmesinin güç kullanımı
ile engellenmesi gerektiğini savunanların ifade ettiği bir yaklaşımdır. Başka görüşler de
var; örneğin bir yaklaşıma göre İran’ın nükleerleşme olasılığına itiraz etmek gereksizdir.
Nükleerleşmeye itirazı olmayanlara göre, İran’ın nükleer bir güç olması Amerikan nükleer
caydırıcılığı ile bertaraf edilebilecek bir konudur. Belirtmek gerekir ki bu iki görüşün de
ciddi açmazları bulunmaktadır.
11
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Waltz’a göre ise, İran’ın ileride bir nükleer güç olması halinde İsrail’in Orta Doğu’daki
nükleer gücü doğrudan dengeleneceğinden bölgede arzu edilen istikrara bu yolla kavuşmak
mümkün. Waltz’a göre nükleer bir İran ABD için asla bir tehdit olmaz. Zira Soğuk Savaş
yıllarında SSCB ve Çin gibi büyük çaptaki nükleer güçleri caydırabilmiş bir ABD’nin,
gelecekte sınırlı miktarda bir nükleer güce sahip olacak İran’ı caydırması Washington için
bir sorun teşkil etmez. Bu nedenle, Amerikan yönetimleri İran’ın nükleer silaha sahip olma
niyetine itiraz etmemelidir. Nükleer caydırıcılık konusunun önde gelen uzmanlarından biri
olan Lawrence Freedman’a göre ise, nükleer caydırıcılığın önkoşullarından biri bu nitelikte
askeri kapasiteye sahip ülkelerin rasyonel olmasıdır. Nitekim Soğuk savaş döneminde, SSCB
ve ABD nükleer caydırıcılık prensipleri üzerinde ortak bir uzlaşı sağlamayı başarmışlardı.
Örneğin, iki taraf arasında teknik bir arıza veya bir başka nedenle yaşanabilecek bir yanlış
anlama yüzünden çıkacak herhangi bir sıcak savaş olasılığını engellemek için Kırmızı Hat
Telefon Anlaşması imzalanmıştı. Bu ve benzeri önlemler Washington ve Moskova’nın
nükleer bir güç olarak rasyonel davranmayı prensip edinmiş olduklarını gösteriyordu.
Oysa Orta Doğu gibi çözülemeyen anlaşmazlıkların ve tarihi düşmanlıkların olduğu, rejim
güvenliğinin ulusal güvenlik yerine kullanıldığı bölgelerde kitle imha silahı edinmek isteyen aktörler tam tersine irrasyonel davranabilirler. Bu nedenle, Orta Doğu bölgesindeki
kitle imha silahları hâlihazırda küresel anlamda önemli bir güvenlik sorunu olmaya devam
etmekte. Unutmayalım ki, dün de bugün de birçok bölge ülkesi lideri kitle imha silahlarını
kendi halklarına karşı kullanmaktan çekinmediler. Nitekim bugün Suriye krizi devam
ederken, uluslararası kamuoyunu en çok endişelendiren konulardan birisi Beşar Esed yönetimi sonrası ülkede var olan kimyasal silah sorununun nasıl halledileceği ve kontrol altında
tutulacağı sorusudur. Orta Doğu’da Beşar Esed benzeri yönetimler kitle imha silahlarını
ABD’nin ve Israil’in muazzam nükleer ve konvansiyonel güç kapasitesi karşısında asimetrik bir denge aracı olarak edinmekteler. Bölgede kitle imha silahı edinme arzusundaki
ülkeler ABD ve Israil’in üstün askeri gücünü başka bir şekilde bertaraf edemeyeceklerini
bildikleri için söz konusu kitle imha silahlarını varoluşsal bir caydırıcılık unsuru olarak
görmekteler. Bugün Orta Doğu’daki bazı ülkelerin ‘‘fakirin bombası’’ olarak da anılan kitle
imha silahlarını edinmeye devam etmesi bölge ve ötesi için ciddi bir güvenlik sorunu oluşturmakta.. Üstelik Orta Doğu’da kitle imha silahlarına sahip ülkeler küresel veya bölgesel
silahsızlanma rejimlerinin hiçbirine tabi değiller ya da tabi olsalar da bu rejimleri sıkça
ihmal etme eğilimindeler.
Waltz’un savuna geldiği uluslararası toplumun İran’ın nükleer bombasıyla yaşama seçeneği ABD’nin sahip olduğu muazzam caydırıcı nükleer güç nedeniyle Washington için ciddi
bir sorun teşkil etmemektedir. Ancak bahis konusu Orta Doğu’daki kuvvet dengesi olunca
12
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
İran’ın nükleer bomba edinmesi Türkiye dâhil birçok bölge ülkesi için ciddi bir güvenlik
sorunu oluşturmaya adaydır. Çünkü olası bir nükleer veya nükleere yakın (nükleer eşikte)
bir İran’ın Orta Doğu’daki varlığı bölgedeki tüm askeri kuvvet dengelerini değiştirebilecek
kapasitededir. Bölgede böyle bir durumun vuku bulması bazı ülkeleri nükleer silah edinimi
konusunda kendi imkânlarını zorlamaya teşvik edeceği gibi bazı ülkelerin de ABD/NATO
güvenlik garantisini sorgulamasına neden olacak ve bu ülkelerin Avrupa-Atlantik camiasından yeni güvenceler talep etmelerine sebep olabilecektir.
ABD’de İran’ın nükleer güç geliştirmesinin önlenmesi için bu ülkenin bombalanması
gerektiğini savunanların göz ardı ettiği şey ise, İran’ın vereceği karşı tepki sonucu tüm
bölgeyi kapsayacak tehlikeli bir savaş olasılığıdır. Söz konusu bu savaş, şüphesiz İran’ın
bölgedeki Hizbullah gibi uzantılarını kullanması sonucu tüm bölgeyi mezhepsel bir mücadele alanına dönüştürme ihtimaline de sahiptir. Zaten Suriye konusunda, mezhepsel
ve etnik fay hatlarının tetiklenmesi nedeniyle Orta Doğu bölgesi yeterince gerilmiştir.
Günümüz koşullarında bölgenin bir de İran’ın bombalanması sonucu yeni ve tehlikeli
bir sıcak çatışma dalgasını daha kaldırması beklenemez. Ayrıca, İran’a yönelik olası bir
güç kullanımının Tahran rejiminin nükleer silah geliştirme kapasitesini tamamen ortadan
kaldırmayacağı da herkesçe bilinen bir husus. Konunun uzmanlarına göre, Tahran rejimine
yönelik olası bir güç kullanımı, İran’ın nükleer faaliyetlerini iyimser bir tahminle sadece
birkaç yıl durdurabilir. Çünkü Tahran yönetiminin arzu etmesi halinde İran’ın nükleer çalışmalarını yeniden başlatması beklenen bir olasılık. İran’ı bu konuda teknik olarak durdurabilecek pek fazla engel olmadığı bilinen bir gerçek. Zira Tahran yönetimi Şah döneminden bugüne kadar geçen zaman zarfında nükleer alanda belirli bir olgunluğa erişti.
Mevcut koşullar altında bugün eğer diplomasi aracılığıyla İran nükleer krizi NPT ile uyumlu bir yola sokulabilirse o zaman diğer alternatif seçeneklerin neden olabileceği kötü senaryoların da önü alınmış olur. Böylece, hem silahsızlanma konusunda hem de bölgesel bazı
sorunlarda önemli fırsatlar ve açılımlar yakalanabilir.
Peki, İran nükleer olur mu? Yani nükleer silah elde eder mi? Bu sorunun cevabını bugünden yanıtlamak mümkün değil, çünkü Tahran rejimi de henüz nükleer silahlanma konusunda bir karar vermiş değil. Şu anda Tahran’ın yapmaya çalıştığı şey İran nükleer kapasitesi için gerekli alt yapı tesisini gerçekleştirmek. İran’ın nükleer silah edinme kararını
vermeden önce ülkenin önünde ulusal çıkarları doğrultusunda değerlendirebileceği birçok
seçenek var. Tahran rejimi nükleer silah üretmeden bir önceki aşama olarak bilinen nükleer
eşik konumunda eğer kalmaya karar verirse, o noktada bile yapacağı tercihle ilgili olarak, uluslararası toplumun, komşuların ve İran’ın bazı farklı duruşları, seçenekleri olabilir.
13
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Örneğin, İran, Japonya gibi o kapasiteye eriştikten sonra nükleer silah üretmeme kararı
verebilir. Tabii Tahran için bundan başka olasılıklar da mevcut. İran yönetimi en kötü olasılıkta nükleer eşikte bir müddet kaldıktan sonra NPT’yi terk edebilir. Ya da eşik konusunu
İsrail’in nükleer gücünü ilan etmediği (opaque) şekliyle yaşar. Bir başka olasılıkta da İran
nükleer eşikte olduğunu açıkça tüm uluslararası toplumla paylaşır. Eğer İran’ın nükleer
eşikte kalma tercihi önlenemiyorsa o halde Tahran’ın bu durumu istismar etmemesi için
uluslararası topluma ciddi güvenceler vermesi garanti altına alınmalıdır. Zira bilindiği gibi
bir ülke nükleer eşik kapasitesine eriştikten sonra sadece birkaç yıl içerisinde nükleer bomba üretebilir hale gelmektedir.
5- “Nükleer silahların ne yapacağı kestirilemeyen veya dengesiz ülkelerde bulunması zararlıdır” söylemini sık sık duyuyoruz. Bunu ellerinde çok sayıda nükleer silah bulunduran ülkeler kadar bulundurmayanlar da dillendiriyor. Bu söylemin gündemde tutulmasına bir nükleer enerji lobisinin halkla ilişkiler (PR) çalışması nazarıyla bakılabilir mi?
Nükleer güce sahip olmak rasyonel bir devlet olma koşulunu da beraberinde getirmekte.
Bununla beraber sorumsuz ve irrasyonel devletlerin nükleer güç edinme teşebbüsleri küresel barış ve istikrar için ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Bu durumun en iyi örneği Kuzey
Kore’de yaşanmaktadır. Pyongyang rejiminin uluslararası hukuk kurallarına rağmen gerçekleştirdiği füze ve nükleer denemeleri, bugün hem bölge hem de dünya güvenliği için
ciddi bir risk haline gelmiştir. Uluslararası alanda barışçıl amaçlı nükleer enerji edinimiyle
başlayıp silahlanmaya meyil etmiş bir Kuzey Kore örneğindeki gibi durumlar nükleer enerji talebiyle ortaya çıkan NPT’nin nükleer güç olmayan ülkelerinin meşru hakları önüne çeşitli engeller konmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi
NPT’ye taraf ama Antlaşma gereklerini ihlal etmiş ülkelerin ileride yeni bir nükleer güç
olma olasılıkları şimdiden önlenmelidir. Günümüzde NPT rejimi küresel olarak nükleer
silahların yayılmasını engelleyen bir kurum olarak ne kadar itibar görürse, nükleer enerjiyi sivil amaçlı kullanmak isteyen ve buna meşru hakkı olan Antlaşma’nın nükleer olmayan statüsündeki devletlerinin eli o kadar güçlenmiş olur. N5’lerin barışçıl amaçlı nükleer
enerji konusunda sürekli yeni tedbirler getirmek suretiyle bu işi NPT’nin nükleer olmayan
ülkeleri için zorlaştırma hesapları ve gerekçeleri de böylece ortadan kalkar..
Günümüz dünyasında, N5’lerin dışında nükleer silah edinme arzusunda olan ülkelerin
silahlanma sebepleri doğal olarak bölgesel anlamda farklılık arz ediyor. Orta Doğu için
birinci sebep varoluşsal caydırıcılık. Bölgede var olan ülkeler hem olası bir asimetrik savaşı sürdürmek hem de saygınlık kazanmak gibi dürtülerle Kitle İmha Silahlarını edinmek
istiyorlar. Uluslararası toplumun nükleer enerji ile nükleer silahlanma arasındaki farkı dik-
14
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
katli okuyup bu hassas durumun NPT kurallarına saygı gösteren nükleer enerji talebindeki
ülkeler aleyhine kullanılmamasına dikkat etmesi gerekir.
6- Sizce, İran’ın nükleer silah sahibi olması ne kadar gerçekçi? İddialar gerçekleri yansıtıyor mu? Nükleer silah sahibi bir İran’ın Türkiye üzerinde ve bölge dengelerindeki
etkisi ne olabilir?
Daha önce de belirttiğim gibi Tahran yönetimi nükleer enerji konusundaki çalışmalarını
sürdürürken henüz nükleer silah geliştirip geliştirmeme konusunda nihai bir karar vermedi.
Zira İran rejimi böyle bir kararın kendisi için oldukça maliyetli olacağının farkında. Bilindiği gibi, İran’ın nükleer programı sadece Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA)
tarafından değil, ABD’deki birçok özel kuruluş tarafından da adım adım izlenmekte. Dolayısıyla, uluslararası camianın Tahran rejimini gerek nükleer eşiğe eriştiği gerekse de aştığı
durumlarda tespit etmesi gayet kolay. İran nükleer kriziyle ilgili olarak N5’ler ve Almanya tarafından sürdürülen diplomatik görüşmelerde (P5+1) yaşanan tıkanıklık karşısında,
Amerikan yönetimi güç kullanımı da dâhil olmak üzere tüm seçeneklerin masada olduğunu
bir kez daha ifade etmiştir. Bu koşullar altında, İran’ın nükleer silah üretme seçeneğini
göze alacağını beklemek pek gerçekçi olmaz. Tahran rejimi hâlihazırda nükleer silah geliştirdiği iddiası altında zaten ve bu kuşkular nedeniyle Batı kaynaklı ağır yaptırımlar altında
yaşamakta ve bu nedenle de ciddi bir izolasyon ve iktisadi sıkıntı içerisinde. Bu durumun
yarattığı sıkıntıları göğüslemekte bir hayli zorlanan İran’ın, olası bir Batı kaynaklı askeri
müdahale sonrası maruz kalacağı ilave ağır zorlukları nasıl bertaraf edeceği düşünülmesi
gereken ciddi bir konudur. Ancak, İran nükleer serüvenini sonlandırmak amacıyla Batı tarafından başlatılacak olası bir askeri bir müdahalenin Batı başkentlerince düşünülmesi gereken bir başka olumsuz sonucu daha var. Bu da İran halkının rejim etrafında daha kuvvetli
kenetlenmesi ve nükleer silah geliştirme ikri konusunda daha kararlı adımlar atmasıdır ki
bu aslında Batılıların hiç de arzu etmediği bir durumdur.
Özetleyecek olursak; bugünün koşullarını ciddi olarak değerlendiren İran yönetimi tabii ki
uranyum zenginleştirme de dâhil olmak üzere nükleer silah teknolojisiyle ilgili gerekli alt
yapıya sahip olmayı istiyor fakat yine de bunun bir adım sonrasında yer alan nükleer silah
geliştirme ikrine henüz yeşil ışık yakmış değil. İran hâlihazırda NPT’yi ihlal etmiş olmakla birlikte Antlaşma’yı hiç de terk etmek niyetinde görünmüyor, üstelik bu rejim içerisinde
olmanın bazı avantajları P5+1 görüşmeleri sürecinde önemli bir pazarlık unsuru olarak kullanıyor. Hem İran hem de Batı için askeri seçeneğin yaratacağı olumsuzluklar ortadayken,
Orta Doğu bölgesi Arap Baharı nedeniyle ortaya çıkan yeni güvenlik sorunları yüzünden
bir hayli gerilmiş durumdayken, kısaca bölgenin nükleer bir İran gerçeğini kaldırmaya
15
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
tahammülü olmadığı bu günlerde diplomatik görüşmeler fırsat olarak kabul edilmeli, ve bu
gerilimin daha fazla tırmanması engellenmelidir.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer konu ise, İran’ın yakın gelecekte nükleer silah
geliştirmesinin bölgede nükleer silahların yayılmasını tetikleyeceği iddiasıdır. Ben bu görüşe katılmıyorum. İran’ın nükleer silah edinmesi halinde, nükleer silah edinmek isteyeceği iddia edilen ülkeler arasında adı geçen Türkiye’nin tavrı nükleer olmayacağı yönünde
oldukça net. İran’ın nükleer tercihi karşısında, nükleer olmayı tercih edeceği iddia edilen
bir diğer ülke olarak adı geçen Mısır ise Arap Baharı yorgunu olup şu sıra en çok da kendi iç sorunlarıyla uğraşmaktadır. Bu nedenle Kahire’deki- geçici- yönetimin şu an için
nükleer bir seçenek üzerinde tasarrufta bulunacağını iddia etmek hayalperestlik olacaktır.
Keza Suudi Arabistan’ın da nükleer bir İran karşısında nükleer silah satın alma yoluna
meyil edeceği yönündeki iddialar da gerçekçi değil. Herkes nükleer silah teknolojisinin
alınıp satılamayacak kadar komplike bir konu olduğunu bilir. Tüm bu gerçeklere rağmen
yine de İran’ın nükleer silaha sahip olmasına izin verilmemelidir, aksi takdirde Orta Doğu
bölgesindeki tüm askeri dengelerin değişmesiyle yaşanacak kaos ortamı daha da ciddi bir
istikrarsızlığın habercisi olacaktır.
İran’ın gelecekte nükleer silahlanma yönünde tercih yapması durumunda, Tahran rejiminin
bu gücü Orta Doğu coğrafyasında kullanmasını beklemek de bence gerçekçi bir düşünce
değil. Bunun en önemli sebebi, ABD ve Israil’in bölgede sahip olduğu üstün nükleer caydırıcılık gücüdür. Tabii ki, nükleer bir İran’ın varlığı bölgedeki birçok ülkeye rahatsızlık
verecektir. Nitekim Tahran rejiminin nükleer bir güç olmasıyla birlikte bölge ve bölge dışı
ülkelerin Tahran yönetimine karşı katlanılması oldukça zor baskılar-bu baskıların askeri nitelikte olması şart değil ekonomik ve siyasi nitelikte de olabilirler - uygulaması söz konusu
olacaktır. Kısaca eğer Tahran rejimi kendisine yönelik mevcut ve olası baskıları azaltmak
isterse tercihini var olan seçenekler arasından ya nükleer eşikte kalma ya da Israil’deki gibi
ilan edilmemiş (opaque) nükleer güç olma yönünde kullanabilir.
7. Batılı ülkeler bölgede İsrail nükleer silah sahibi olduğu halde sadece İran’ın nükleer programını gündeme getiriyor. Başbakan Erdoğan ise bu çelişkiyi çeşitli vesilelerle
gündeme getirdi. Türkiye sizce Batılı devletlerin bu çelişkili tutumuna karşı nasıl bir
argüman geliştirebilir?
Evet, Batılılar İsrail’in nükleer gücünü Orta Doğu bölgesinin kitle imha silahlarından
arındırılması girişimleri ışığında istisnai bir durum olarak ele almayı tercih ediyor. İran’ın
16
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
nükleer enerji konusunda sürdürdüğü girişimler hakkında ise Batılıların kanaati Tahran’ın
silahlanma yönünde olduğu. Batılılar bu konudaki iddialarını Uluslararası Atom Enerjisi
Kurumu’nun kanıtlarıyla desteklemekteler. Bugüne kadar İran’ın NPT’den kaynaklanan
yükümlülüklerini yerine getirmediği bir gerçek ama Tahran rejimi henüz nükleer bir güç de
değil, oysa buna karşılık İsrail ilan edilmemiş bir nükleer güç. Evet, bu anlamda Batılılar
nükleer silahların yayılması konusunda çifte standart uygulaması içerisinde. Ama İsrail
ve İran kıyaslaması, bu konuda çifte standarta dayalı yaklaşımın tespiti açısından yegane
örnek değil. Örneğin 2006 senesinde ABD Hindistan ile imzalamış olduğu Nükleer Enerji
Transferi Anlaşması’nda bilinçli olarak Yeni Delhi hükümetini kayıran istisnai bir uygulama yaptı.
Türkiye, aslında Orta Doğu’nun nükleer kitle imha silahlarından arındırılması ikrini uzun
bir süredir destekliyor. Bu yönde Türkiye, Brezilya ile ortak geliştirdikleri önemli bir güven
artırıcı mekanizma olan ‘‘Takas Anlaşması’’ da dâhil olmak üzere silahların yayılmasını
önleyecek her türlü güven arttırıcı tedbire destek verdi. Ankara bu yönde sarf ettiği gayretlerine devam edeceğinin sinyalini Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun P5+1’in Türkiye’nin ve
Suudi Arabistan’ın katılımıyla P5+3’e dönüştürülmesi önerisiyle de somutlaştırmış oldu.
Arap Baharı’ndan önce bölgenin nükleer silahlardan arındırılması adına MEC 2012 isimli önemli bir girişim mevcuttu. Bu bölge ülkelerinin katılımına açık bir konferansın toplanmasıyla başlayacak süreçti ancak ABD’nin müdahalesi sonucu bu girişim 2012 senesi
Aralık ayında askıya alındı. Orta Doğu bölgesinin kitle imha silahlarından arındırılması
Türkiye’nin lehine bir durum bu nedenle Ankara hükümetleri bu yöndeki tüm girişimleri
desteklemektedir. Bugün Arap Baharı’nın yaratmış olduğu ilave güvenlik sorunları bağlamında bu tür girişimlerin işlerlik kazanması şimdilik imkânsız görünüyor. Bu nedenle,
Batılı uzmanlar da bazı spesiik silahlar üzerinde yoğunlaşıp kitle imha silahlarını tümden
ortadan kaldıracak kapsamlı bir konferans yapılıncaya kadar süreci yeniden canlandırmak
üzere bazı pratik ve rahatlatıcı çözüm arayışları içerisine girdiler.
8. Japonya’daki deprem ve tsunaminin neden olduğu Fukuşima hadisesinden sonra
dünya kamuoyunda nükleer enerji karşıtı bir hava oluştu. Genel olarak, bütün gelişmiş
ülkelerin nükleer santrallerden vazgeçmeye başladığı ve bu santralleri kapatmaya yöneldiği dile getiriliyor. Sizce gerçekten nükleer enerjiyi kullanan ülkeler böyle bir yola mı
girdi? Bu ülkelerde yeni santral inşa projeleri yok mu?
Evet, bu konuda en tipik örnek Almanya ama bu konuyla ilgili bir başka gerçek de Bonn
hükümetinin komşularının nerdeyse hepsinin ya nükleer reaktöre sahip olduğu ya da olmak üzere olduğudur. Dolayısıyla, bugünün mevcut koşullarında Almanya gerek duyduğu
17
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
anda enerji gereksinimi kolay ve ucuz olarak sınırlarının hemen yanı başındaki komşu
ülkelerden tedarik edebilecek durumdadır. İşte tam da bu nedenle Japonya’daki Fukuşima
nükleer reaktör hadisesinden sonra Bonn hükümeti hiç de zorlanmadan nükleer reaktörlerini kapatma kararı alabilmiştir. Günümüzde nükleer reaktör talebi en çok gelişmekte
olan ülkelerden gelmektedir, bu bilinen bir gerçek. Bunun bir sebebi gelişmiş ülkelerin pek
çoğunun uzun bir zaman önce yeterli sayıda nükleer reaktör edinmiş olmasıdır. Dünya haritasına baktığımızda örneğin Avrupa kıtasında neredeyse her yerin nükleer reaktörlerle dolu
olduğu görürüz. Benzer bir şekilde dünya’nın diğer gelişmiş bölgelerine de baktığımızda
durumun farklı olmadığını görürüz. Gelişmiş ülkeler nükleer reaktör konusunda çoktandır
önemli bir doyum noktasına ulaşmış olduklarından günümüzde bu ülkeler artık yalnızca
mevcut reaktörlerin yenilenmesi ya da değiştirilmesiyle ilgilenmektedirler. Bir yandan da
bu ülkeler nükleer reaktör güvenliğinin mükemmelleştirilmesi gibi soistike konularla uğraşmaktadırlar. Bugün, bazı çevreler ısrarla gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelere kıyasla
daha az reaktör talebinde bulunduklarını iddia etmek suretiyle yeni nükleer enerji talebiyle
ortaya çıkan ülkelerin meşru taleplerini göz ardı etmeye çalışmakta ve mümkünse bu ülkeleri bu yoldan geri döndürmeye uğraşmaktadırlar. Bu kabul edilebilecek bir husus değildir.
Günümüzde, gelişmiş ülkeler nükleer reaktör konusundaki faaliyetlerini sadece enerji gereksinimi ile sınırlı tutmamaktalar. Bu ülkeler aynı zamanda nükleer teknoloji transferi
sağlamak yoluyla nükleer enerji piyasasında öncelikli bir yer tutmak gayreti içerisindeler.
Bu yüzden enerji zengini Rusya Federasyonu bile yeni nükleer reaktör edinmek için bugün
girişimde bulunmakta. Fransa ise yıllık elektrik üretiminin %75’ini nükleer reaktörlerden
sağlamakta. Bu örnekler karşısında aslında fazla bir şey söylemeye gerek kalmıyor. Bugünün koşullarında, çarpıtılmış bilgilerle yola çıkıp Batılı ülkelerde nükleer reaktöre talep
azaldı diye Türkiye’nin enerji tedarikinde önemli bir kolaylaştırıcı faktör olacak nükleer
enerji mevzusunu göz ardı etmek hiç de akılcı bir yaklaşım değil.
9. Nükleer santrallerin en çok gelişmiş ülkelerde bulunduğunu görüyoruz. Türkiye gibi
ülkelerde nükleer enerjiye geçiş konusunda en fazla tepki gösterenler de yine bu ülkeler.
Bu bir paradoks değil mi?
Türkiye’nin enerji bağımlılığını aşmasının tek yolu enerji sepetini zenginleştirmekten geçmektedir. Bu sepet içerisinde Türkiye %10’luk bir kısmı nükleer enerjiye ayırmış durumda.
Nükleer reaktör ve enerji transferinde tekel konumunda olan ülkeler bugün yeni reaktör
talebiyle ortaya çıkan ülkelere nükleer transfer konusunda, daha önce de söyledik, cimri
davranıyorlar. Bunun bir nedeni, N5’lerin olası bir nükleer silahlanma ihtimalinin önünü
kesmek istemeleri iken bir diğeri ise nükleer enerji konusunda süregelen tekel konumlarını
18
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
sarsmamaktır. Nitekim ABD Güney Kore ile ilgili nükleer enerji anlaşmasının yenilenmesi
sırasında Seul’un kendi topraklarında uranyum zenginleştirme ve plütonyum geliştirme
yönündeki isteğini reddetmiştir. Türkiye ise gerek Rusya gerekse de ABD ile imzalamış
olduğu nükleer teknoloji transferi anlaşmalarında NPT’nin 4. maddesinden kaynaklanan
nükleer enerjiyi kendi toprakları üzerinde üretme hakkından vaz geçmemiştir.
Türkiye son on yıllarda kaydettiği iktisadi büyüme sonucu hızla artan enerji gereksinimini
karşılayabilmek için hidro-karbon kaynak ve geçiş güzergâhlarını çeşitlendirmek için çeşitli plan ve stratejiler yaptı. Ankara bu bağlamda önceliğini bir yandan doğalgaz ve petrol
boru hatlarının kaynak ve geçiş yollarını çeşitlendirmeye verirken bir yandan da alternatif
kaynak olarak tercihini hem yenilenebilir hem de nükleer enerji tedarikinden yana yapmıştır.
10- Petrol üretimi alanında OPEC var. Rusya da bir kaç yıl önce doğalgaz konusunda
merkezi S. Petersburg olması düşünülen OPEC benzeri bir yapılanma oluşturmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Bütün bunlarda asıl amaç enerji alanında tekel veya kontrol
merkezi olmak gibi görünüyor. Sizce nükleer enerji konusunda da böyle bir yapılanma
meydana getirmek isteyen devletler var mı? Varsa bunu hangi sebeplerle istiyorlar? Bu
devletlerin talepleri Türkiye gibi nükleer enerjiye henüz geçememiş ülkeleri nasıl etkileyebilir?
Uluslararası alanda yeni nükleer reaktörlere kesintisiz yakıt sağlanabilmesi için çok uluslu
nükleer yakıt bankalarının kurulması konusunda Rusya ve ABD hâlihazırda sıkı bir işbirliği içerisinde. Nitekim bu çerçeve içerisinde Rusya Federasyonu’nun Angarsk’ta böyle
bir banka kurduğunu biliyoruz. Benzer bir mantıkla, Uluslararası Atom Enerji Kurumu
denetiminde de çok uluslu bir nükleer yakıt bankasının kurulması ikrinin kabul edildiğini
biliyoruz. Nükleer reaktör talebi ile ortaya çıkan ve kendi nükleer yakıtını geliştiremeyecek
konumda olan ya da bu haktan vazgeçmiş ülkelere nükleer yakıt temini için bu bankalara
ihtiyaç olduğu bir gerçek. Ancak, nükleer yakıt üretmekten yoksun ülke sayısı artıkça bu
durum doğrudan N5’ler lehine işlemekte. Tıpkı hidro-karbon konusunda olduğu gibi nasıl
bugün bir OPEC gerçeği varsa N5’ler nükleer reaktör talebiyle ortaya çıkan ülkelerin enerji
üretim imkânlarını kısıtlamak suretiyle bu sefer de bir nükleer OPEC yaratmak istemekteler.
19
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
11. Suudi Arabistan gibi petrol veya Rusya gibi doğalgaz zenginliğinde önde gelen ülkelerin enerji piyasasının kurallarını belirlediklerini görmekteyiz. Nükleer santrallerde
zenginleştirilmiş yakıt çubukları kullanılmaktadır. Dünyada nükleer santrallerin yakıt
çubukları konusunda da bir kartel var mı? Eğer varsa, Türkiye nükleer santral sahibi
olsa bile bu piyasayı kontrol eden ülkelere bağımlı olma durumunda mı kalacak? Türkiye petrol ve doğalgazda dışa bağımlıyken nükleer enerji alanında da mı dışa bağımlı hale
gelecek? Böyle bir durum ne kadar gerçekçi? Doğruysa alınacak tedbirler neler olabilir?
Türkiye üç nükleer reaktör ile başlatmış olduğu bu yeni enerji tedariki sürecinde, Akkuyu’daki ilk reaktörün operasyonel hale gelmesi aşamasında gerekli yakıtı Rusya
Federasyonu’ndan alacak. Bu konuda pek çok eleştiri duyuyoruz. Eleştirilerin kaynağında,
‘‘doğalgaz ve petrol tedariki konusunda nasıl Rusya Federasyonu’na bağımlıysak, acaba
nükleer reaktör yakıt temininde de gene Moskova’ya bağımlı mı olacağız?” sorusu hâkim.
Oysa Türkiye’nin nükleer enerji konusunda gerçekleştirmiş olduğu bu yeni girişimi uzun
soluklu değerlendirmek lazım. Şuanda, önceden de belirttiğimiz gibi Türkiye NPT’nin 4.
maddesinden kaynaklanan nükleer yakıtı kendi topraklarında üretme hakkından vazgeçmiş
değil. Ankara hükümeti bugünün koşullarında nükleer enerji konusunda reaktör tedarikinde, ekonomik ve teknolojik olarak en uygun (feasible) olan seçeneklere odaklanmıştır. Zaten nükleer enerji meselesi ciddi bir “know how” teknolojisi de gerektiren bir süreç.
Bence burada en önemli konu, Türkiye’nin bu süreci başlatmak suretiyle nükleer teknolojide
uzun zamandır ihtiyaç duyduğu uzman ve teknik konulardaki eksiklerini telai etmek üzere
yola çıkmış olması. Burada belki yaklaşık 10-15 senelik bir süreçten bahsediyoruz ama
geri dönüşüm sürecindeki artılar göz önünde bulundurulduğunda reddedilmesi mümkün
olmayan bir nükleer yolculuktan söz etmekteyiz. Gelecekte, Türkiye’nin nükleer serüven
sonucunda sağlayacağı kazanımlar oldukça yüksek olabilir, örneğin Türkiye ileride kendi
nükleer reaktörünü bile üretebilir. Keza Güney Kore nükleer güç santrali geliştirilmesinde
işe %2’lik bir yerli katkı ile başlamıştır bugün ise bu katkı %98’e ulaşmıştır. Bütün bunlar
teknoloji tedarik serüveninde yaşanacak bazı zorlanmalar sonucunda varılabilecek olası
kazanımlar. Bir ülkenin nükleer yakıt konusundaki bağımlılığını kırabilmesi için yaklaşık 8
ünite bir nükleer santral kapasiteye sahip olması gerekiyor. Ondan sonra kendiniz nükleer
yakıtınızı kendi topraklarınızda üretebilir hale gelebiliyorsunuz. Nükleer enerji sürecinde
istenilen hedefe varmak için belirli bir zaman ve emek harcamak gerekiyor ama ümitlenmek
için de yeterince sebep var.
Türkiye gelişen ekonomisi ve sanayisi nedeniyle enerji talebi hızla artan ve bunu karşılamakta zaman zaman belirli zorluklar yaşayan bir ülke. Bu bağlamda, nükleer enerji ko-
20
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
nusunda oldukça geç kalınmış. Eğer bir ülke enerji talebinin yalnızca %26’sını karşılayıp
geri kalanını ithal etmek durumunda kalıyorsa o zaman nükleer de dâhil olmak üzere diğer
alternatif enerji kaynakları konusunda ciddi tedbirler almak zorundadır.
12.Türkiye’nin nükleer enerji teknolojisi alanındaki çalışmalarının geçmişinden ve günümüze kadar yaşanan süreçten kısaca bahsedebilir misiniz?
Türkiye’nin nükleer enerji konusundaki girişimleri 1970’lerde başlıyor fakat ortaya çıkan
bazı iktisadi ve siyasi problemler yüzünden başarılı olunamıyor. Bunun dışında 1980’lerde
ve 1990’larda da bu yönde bazı teşebbüsler var ama sonuç başarısız olmuş. Bu konudaki en
son girişimlere 2008 ve 2010 senelerinde rastlanıyor. Tabi nükleer enerji mevzusu belirli bir
zaman ve emek istiyor şöyle ki; örneğin Türkiye’de kurulması planlanan Akkuyu nükleer
reaktörünün inşa süreci, işletilmesi vs. hepsiyle beraber ancak 2019 senesinde sonuçlanması
bekleniyor. Gelecekte, diğer iki reaktörün servise girmesiyle birlikte Türkiye enerji tedarik
sepetinin %10’nunu nükleer enerjiden karşılamayı planlamakta. Türkiye nükleer enerji
ile birlikte diğer alternatif enerji kaynaklarını çeşitlendirmek yoluyla 2023’lerde enerji
arz güvenliğini istikrara kavuşturmak için şimdiden ön hazırlık yapmakta. Bu bağlamda,
nükleer enerji seçeneğini de diğer alternatif enerji kaynaklarıyla birlikte ele almakta ve bu
yöndeki gerekli girişimleri hayata geçirmekte.
Aslında, Türkiye’de nükleer enerji konusunda biraz geç kalındı. Hâlbuki Türkiye’de nükleer teknolojiye erişim sağlandıktan sonra ülkenin sadece elektrik üretim ihtiyacı karşılanmış
olmayacak, aynı zamanda nükleer santrallerin inşası sürecinde- bu santrallerin işletilmesi, operasyonel hale gelmesi vb. gibi aşamalarda- ilgili diğer sektörlerle de irtibat kurulacağından ülke sathında yelpazesi geniş bir alanda yeni istihdam imkânları yaratılacaktır.
En önemlisi de bu süreç zarfında Türkiye’nin nükleer teknoloji alanında son kertede
kaydedeceği ivme olacaktır. Akkuyu nükleer reaktörü’yle başlayan bu yeni süreçte pek
çok mühendisimiz Rusya Federasyonu’na eğitime gönderildi. Bu öğrencilerin yaklaşık 8-9
sene Rusya’da nükleer enerji konusunda eğitim alması söz konusu. Kısaca, Türkiye bu
teknoloji için gerekli, yetişmiş insan gücü de dahil olmak üzere, pek çok konuda şimdiden
inisiyatif almak suretiyle gerekli adımları atmış oluyor.
13. Türkiye’de de nükleer enerji teknolojisinin gelişmesini engellemeye çalışan lobiler
olduğunu söyleyebilir miyiz?
Türkiye NPT’ye taraf olduğu zaman nükleer silah geliştirmeyeceğinin de teminatını vermiş
21
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
oldu. Hatırlarsak, Türkiye 1952 yılında NATO’ya İttifak’ın nükleer olmayan bir üyesi olarak dâhil oldu. Elbette Ankara, o tarihte İttifak’ın nükleer caydırıcılık teminatı altına girmek
suretiyle günün koşullarından kaynaklanan güvenlik endişelerini de bertaraf etmişti.
Geçmişte, Ankara’nın nükleer enerji talebi bahis konusu olunca Türkiye’nin Pakistan ile
olan yakın ilişkisinden dolayı Batı dünyasında “acaba mı?” diye kuşkular oluşuyordu. Hatta bir süre Türkiye’nin nükleer silah geliştirmek isteyip istemeyeceği üzerinde bile tartışıldı. Bugün hala bazı Anglo-Saxon menşeli makalelerde İran’ın nükleer bir devlet olması halinde Suudi Arabistan ve Mısır gibi Türkiye’nin de nükleer silah edinmek isteyeceği
iddia edilmekte. Ben böyle bir olasılığın neden mümkün olmadığının sebeplerini Aralık
2012 tarihli Contemporary Security Policy dergisindeki ‘‘Turkish Security after Iranian
Nuclearization’’ makalemde açıkladım. Türkiye’nin nükleer enerji tedariki ile ilgili yeni
girişimlerini yanlış okuyanlar veya yorumlayanlar maalesef bugün hala mevcut. Bu kesimler Ankara’nın nükleer enerji konusundaki girişiminin yersiz olduğunu savunuyorlar. Bu
yorumu neden yaptıklarını anlamak mümkün değil.
Fukişima’dan sonra öne çıkmış olan nükleer reaktörlerin güvenliği ile ilgili tartışmalar
aslında önceden de vardı. Teknoloji ilerledikçe nükleer reaktör konusunda pek çok yeni
güvenlik önlemi devreye giriyor. Uluslararası toplum bu konuda çok hassas ve bu konuda
ciddi çalışmalar var. Dolayısıyla, nükleer reaktör talebiyle ortaya çıkan ülkeler bu yeni
normlara uyum göstermek mecburiyetinde kalıyorlar. Fukuşima sonrası uluslararası toplumun nükleer reaktör konusunda belirli güvenlik artırıcı normları devreye sokmak suretiyle
amaçladığı şey nükleer enerji konusunun günümüzde risksiz bir hale gelmesi.
Bugün Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında varılan anlaşma gereği Mersin-Akkuyu’da
yapılacak nükleer reaktör konusunda olumlu haberlerin yanı sıra oldukça olumsuz haberlere de rastlıyoruz. Üstelik Türkiye açısından oldukça kazançlı bir anlaşma gerçekleştirilmiş
olmasına rağmen… Türkiye’ye bu kadar avantaj sağlayan bu anlaşma tabii ki Rusya’daki
siyasi iradenin konuya ağırlığını koyması sonucu gerçekleşti. Bu durum maalesef Türk
kamuoyuna anlatılamadı. Bu bağlamda, Rusya’dan temin edilecek reaktörün daha ziyade
olumsuz yanları tartışıldı. Hâlbuki Ankara bu girişimi neticelendirmeden önce bütün ihale
seçeneklerini tek tek inceledi. Üstelik olaya sadece Türkiye açısından da bakmamak lazım,
Rusya nükleer teknolojisini sadece Türkiye’ye değil pek çok ülkeye satıyor. Bunlar arasında Avrupa ülkeleri gibi, Ukrayna ve Çin gibi ülkeler de mevcut. Bunun belgeleri her yerde
var ve ulaşılabilir durumda.
22
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) vasıtasıyla ithal edeceği nükleer santralleri
AB’nin uyguladığı stres testine gönüllü olarak tabii tutacağını ilan etti. Dolayısıyla bana
göre endişelenilecek bir durum yok. Bu tür abartmalara itibar etmemeliyiz.
Bugün, nükleer enerji güvenliğinin nasıl iyileştirilebileceği konusunda, yeni uluslararası
normların oluşmakta olduğunu söyledik, dolayısıyla konuyu sadece Türkiye’nin Rusya’dan
edineceği VVR-1200 nükleer santrali ve bu santralin kendine mahsus özellikleriyle sınırlı bir alanda tartışmak mantıklı ve doğru değil. Ne yazık ki Türkiye’de bazı kesimler
Ankara’nın yalnızca nükleer reaktör tedarikiyle ilintili meselesini tartışmak ve eleştirmek
suretiyle, Türkiye’nin nükleer enerji teknolojisi geliştirme çabalarına karşı önleyici bir lobi
faaliyeti yapıyorlar. Bu hiç de tasvip edilecek bir tutum değil.
14. Akkuyu nükleer santralının inşaatının 2014’de başlaması öngörülüyor. İkinci nükleer santral için de Japonya ile anlaşma Mayıs 2013’te imzalandı ve Başbakan Erdoğan
üçüncü nükleer santral hedeinden bahsederek onun inşasının yerli olabileceğini vurguladı. Türkiye böylece 2023’e kadar enerji arzında nükleer enerjinin payını %10’a
ulaştırmayı hedeliyor. Bu hedef ulaşılabilir bir hedef midir?
Bence ulaşılabilir, neden olmasın, nitekim ilk nükleer santral için Rusya Federasyonu ile
iyi bir başlangıç yapıldı. İkinci santral için de Japonya ile yeni bir anlaşma imzalandı. Aynı
Güney Kore örneğinde olduğu gibi bir müddet sonra Türkiye’de nükleer reaktör ithal eden
ülke konumundan ihraç eden ülke konumuna gelebilir. Nükleer reaktör konusunda belirli
alanlarda belirli ülkelerin avantaj ve dezavantajları var. Ülkeler arasında imzalanan nükleer
işbirliği anlaşmaları sonucu taralar transfer ettikleri nükleer teknolojiyle bu konudaki açıklarını kapatmaya ve mevcut konumlarını mükemmelleştirmeye çalışıyorlar.
Örneğin nükleer güç reaktörlerinde belirli alanlarda, Rusya’nın ileri olduğu noktalar
var. Diğer bazı nükleer enerji konularında da ABD’nin avantajları var. İki ülke 2011
senesinde nükleer enerji transferinin önünü açan önemli bir anlaşma imzaladı. Böylece,
ABD Rusya’nın nükleer reaktörler konusundaki bir takım avantajlarından faydalanmaya
karar verdi. Bu durum Rusya’nın ürettiği nükleer reaktörlerdeki konumunu uluslararası
piyasalarda meşrulaştırmış oldu. Yani olay sadece bir nükleer reaktörün Çin’den mi, yoksa
Güney Kore’den mi yoksa bir başka ülkeden mi tedarik edildiği meselesinin ötesinde.
Burada önemli olan teknoloji transferinin gerçekleştirilmiş olması. Menşeinin neresi
olduğu o kadar önemli değil.
23
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
15. Türkiye’de nükleer enerjiden bahsedilince hemen tehlikelerinden söz açılıp alternatif
ve yenilenebilir enerji kaynaklarından faydalanılması gerektiği ileri sürülüyor. Türkiye
açısından düşünürsek, yenilenebilir enerji kaynakları Türkiye’nin giderek artan enerji
ihtiyacını karşılamakta ne kadar yeterli olabilir?
Türkiye enerji tedarik stratejisinde kendisini sadece nükleer enerjiyle kısıtlı tutmuyor, yenilenebilir enerjiye de gereken azami önemi veriyor. Nitekim 2020’lerde elektrik üretiminin
önemli bir kısmının yenilenebilirlerden sağlanması bekleniyor. Ama bu tür enerji kaynaklarıyla ilgili en temel sorun sürdürülebilirlik. Bu tipte enerji kaynakları bildiğimiz gibi dış
etkenlere karşı açık ve oldukça da değişken bir yapıya sahipler. Hâlbuki nükleer reaktör
aracılığıyla sağlanacak enerjinin sürdürülebilirliği garanti.
16. Barışçıl amaçlı nükleer teknolojiye ulaşmış bir Türkiye bundan ekonomik avantajlar
dışında ne gibi siyasi getiriler elde edebilir?
Bence Türkiye bu gidişatın gerisinde kalmamalı. Bölgede herkes nükleer enerji geliştiriyorsa Türkiye’nin de bu eğilimin dışında kalmaması gerekir. Bir ülke nükleer enerji edinmekle sadece enerji ihtiyaçlarının önemli bir kısmını garantilemekle kalmıyor, aynı zamanda
yüksek bir teknolojiyi de yakalamış oluyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir konuşmasında enerji bağımlılığının Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunu söylemişti. Gerçekten
de Türkiye enerji bağımlılığını sonlandırdığı an enerji tedarik ettiği bölge ülkeleriyle olan
ilişkilerinde hem iktisadi hem de siyasi yükten de kurtulmuş olacak. Bu sayede, dış politika
alanında daha rahat hareket edebilen Türkiye’nin sınaî ve endüstri alanındaki büyümesinin
önü daha da açılacaktır.
-Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
-Ben teşekkür ederim.
24
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
BİLGESAM YAYINLARI
Kitaplar
Çin Yeni Süper Güç Olabilecek mi? Güç, Enerji ve Güvenlik Boyutları
(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
Değişen Dünyada Türkiye’nin Stratejisi
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
Türkiye’nin Bugünü ve Yarını
E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN
Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası
E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN
Türkiye’nin Vizyonu: Temel Sorunlar ve Çözüm Önerileri
(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Bildiri Kitabı
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK
IV. Ulusal Hidrojen Enerjisi Kongresi ve Sergisi Bildiri Kitabı
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK
25
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Selected Articles of Hydrogen Phenomena
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK
Özgür, Demokratik ve Güvenli Seçim
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL
Terörle Mücadele Stratejisi (Bilge Adamlar Kurulu Raporu )
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
Türkiye’de Kürtler ve Toplumsal Algılar
Dr. Mehmet Sadi BİLGİÇ
Dr. Salih AKYÜREK
Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri
(Ed.) Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
Raporlar
Rapor 1: Küresel Gelişmeler ve Uluslararası Sistemin Özellikleri
Prof. Dr. Ali KARAOSMANOĞLU
Rapor 2: Değişen Güvenlik Anlayışları ve Türkiye’nin Güvenlik Stratejisi
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
Rapor 3: Avrupa Birliği ve Türkiye
E. Büyükelçi Özdem SANBERK
Rapor 4: Yakın Dönem Türk-Amerikan İlişkileri
Prof. Dr. Ersin ONULDURAN
26
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
Rapor 5: Türk-Rus İlişkileri Sorunlar-Fırsatlar
Prof. Dr. İlter TURAN
Rapor 6: Irak’ın Kuzeyindeki Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri
E. Büyükelçi Sönmez KÖKSAL
Rapor 7: Küreselleşen Dünyada Türkiye ve Demokratikleşme
Prof. Dr. Fuat KEYMAN
Rapor 8: Türkiye’de Bağımsızlık ve Milliyetçilik Anlayışı
Doç. Dr. Ayşegül AYDINGÜN
Rapor 9: Laiklik, Türkiye’deki Uygulamaları Avrupa ile Kıyaslamalar Politika Önerileri
Prof. Dr. Hakan YILMAZ
Rapor 10: Yargının İyileştirilmesi/Düzeltilmesi
Prof. Dr. Sami SELÇUK
Rapor 11: Yeni Anayasa Türkiye’nin Bitmeyen Senfonisi
Prof. Dr. Zühtü ARSLAN
Rapor 12: Türkiye’nin 2013 Yılı Teknik Vizyonu
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK
Rapor 13: Türkiye-Ortadoğu İlişkileri
E. Büyükelçi Güner ÖZTEK
27
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Rapor 14: Balkanlarda Siyasi İstikrar ve Geleceği
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK, Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER
Rapor 15: Uluslararası Politikalar Ekseninde Kafkasya
Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY
Rapor 16: Afrika Vizyon Belgesi
Hasan ÖZTÜRK
Rapor 17: Terör ve Terörle Mücadele
M. Sadi BİLGİÇ
Rapor 18: Küresel Isınma ve Türkiye’ye Etkileri
Doç. Dr. İrfan Kaya ÜLGER
Rapor 19: Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi
M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK
Doç. Dr. Mazhar BAĞLI, Müstecep DİLBER
Onur OKYAR
Rapor 20: Kürt Sorununun Çözümü İçin Demokratikleşme, Siyasi ve Sosyal Dayanışma
Açılımı
E. Büyükelçi Özdem SANBERK
Rapor 21: Türk Dış Politikasının Bölgeselleşmesi
E. Büyükelçi Özdem SANBERK
28
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
Rapor 22: Alevi Açılımı, Türkiye’de Demokrasinin Derinleşmesi
Doç. Dr. Bekir GÜNAY, Gökhan TÜRK
Rapor 23: Cumhuriyet, Çağcıl Demokrasi ve Türkiye’nin Dönüşümü
Prof. Dr. Sami SELÇUK
Rapor 24: Zorunlu Askerlik ve Profesyonel Ordu
Dr. Salih AKYÜREK
Rapor 25: Türkiye-Ermenistan İlişkileri
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu)
Yrd. Doç. Dr. Fatih ÖZBAY
Rapor 26: Kürtler ve Zazalar Ne Düşünüyor? Ortak Değer ve Sembollere Bakış
Dr. Salih AKYÜREK
Rapor 27: Jeopolitik ve Türkiye: Riskler ve Fırsatlar
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
Rapor 28: Mısır’da Türkiye ve Türk Algısı
M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK
Rapor 29: ABD’nin Irak’tan Çekilmesi ve Türkiye’ye Etkileri
Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Fadime Gözde ÇOLAK
29
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Rapor 30: Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu)
Dr. Salih AKYÜREK
Rapor 31: Ortadoğu’da Devrimler ve Türkiye
Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK, Mustafa YETİM, Fadime Gözde ÇOLAK
Rapor 32: Güvenli Seçim: Sorunlar ve Çözüm Önerileri
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL
Rapor 33: Silahlı Kuvvetler ve Demokrasi
Prof. Dr. Ali L. KARAOSMANOĞLU
Rapor 34: Terör Önleme Birimleri
Kasım ESEN, Özdemir AKBAL
Rapor 35: İran, Şii Hilali ve Arap Baharı
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Emin SALİHİ
Rapor 36: Yeni Anayasadan Toplumsal Beklentiler
BİLGESAM
Rapor 37: Etnik Çatışma Teorileri Işığında Dağlık Karabağ Sorunu
Yrd. Doç. Dr. Reha YILMAZ, Elnur İSMAYILOV
Rapor 38: Çağcıl Hukuk Sistemlerinde ve Türkiye’de Tutuklama
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu)
30
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
Rapor 39: Afrika’da Türkiye ve Türk Algısı
BİLGESAM
Rapor 40: Kaos Senaryolarının Merkezinde İran
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER
Rapor 41: Ermenistan’da Türkiye ve Türk Algısı
Dr. Salih AKYÜREK
Rapor 42: Yasa dışı Göç ve Türkiye
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu)
Emine AKÇADAĞ
Rapor 43: Kırgızistan’da Türkiye ve Türk Algısı
Dr. Salih AKYÜREK
Rapor 44: Kazakistan’da Türkiye ve Türk Algısı
Dr. Salih AKYÜREK
Rapor 45: Çatışma Çözümü ve Türkiye’de Kürt Meselesi
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Erdem KAYA
Rapor 46: Afganistan’ da Sivil Ölümleri
Dr. Salih AKYÜREK, Nursema KIBRIS, Dilara ÜNAL
Rapor 47: İran Nükleer Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri
(Bilge Adamlar Kurulu Raporu)
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Bilgehan EMEKLİER
31
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Rapor 48: Çağcıl Hukuk Sistemleri ve Türkiye’de İşkence
Erkam MALBELEĞİ
Rapor 49: Balkanlarda Türkiye ve Türk Algısı
Dr. M. Sadi BİLGİÇ, Dr. Salih AKYÜREK
Rapor 50: Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış
Dr. Salih AKYÜREK, Prof. Dr. Cengiz YILMAZ
Rapor 51: Terörle Mücadelede Toplumsal Algılar
Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ
Rapor 52: Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Bilge Adamlar Kurulu Raporu
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN
Rapor 53: İnsansız Hava Araçları: Muharebe Alanında ve Terörle Mücadelede
Devrimsel Dönüşüm
Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ & Mustafa TAŞKIRAN
Rapor 54: Türkiye’nin Dış Yardım Stratejisi: Sorunlar ve Öneriler
Hasan ÖZTÜRK, Sevinç ÖZTÜRK
Rapor 55: 2. Körfez Savaşı’nın 10. Yılında Irak
Bilge Adamlar Kurulu Raporu
32
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
Rapor 56: Türk Silahlı Kuvvetlerine Toplumsal Bakış
Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ
Rapor 57: Çözüm Sürecine Toplumsal Bakış
Dr. Salih AKYÜREK, Mehmet Ali YILMAZ, Esra ATALAY & Fatma Serap KOYDEMİR
Rapor 58: Türk-Rus İlişkileri
Bilge Adamlar Kurulu Raporu
Demokratikleşme ve Sosyal Dayanışma Açılımı
Bilge Adamlar Kurulu Raporu
İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2010) Sonuç Raporu
BİLGESAM
İleri Teknolojiler Çalıştayı ve Sergisi (İTÇ 2011) Sonuç Raporu
BİLGESAM
33
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Dergiler
Bilge Strateji Dergisi Cilt 1, Sayı 1, Güz 2009
Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 2, Bahar 2010
Bilge Strateji Dergisi Cilt 2, Sayı 3, Güz 2010
Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 4, Bahar 2011
Bilge Strateji Dergisi Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011
Bilge Strateji Dergisi Cilt 4, Sayı 6, Bahar 2012
Bilge Strateji Dergisi Cilt 4, Sayı 7, Güz 2012
Bilge Strateji Dergisi Cilt 5, Sayı 8, Bahar 2013
Söyleşiler
Bilge Söyleşi-1: Türkiye-Azerbaycan İlişkileri
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi
Elif KUTSAL
Bilge Söyleşi-2: Nabucco Projesi
Arzu Yorkan ile Söyleşi
Elif KUTSAL-Eren OKUR
Bilge Söyleşi-3: Nükleer İran
E. Bakan-Büyükelçi İlter TÜRKMEN ile Söyleşi
Elif KUTSAL
Bilge Söyleşi-4: Avrupa Birliği
Dr. Can BAYDAROL ile Söyleşi
Eren OKUR
34
Prof. Dr. Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY ile Söyleşi
Bilge Söyleşi-5: Anayasa Değişikliği
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi
Merve Nur SÜRMELİ
Bilge Söyleşi-6: Son Dönem Türkiye-İsrail İlişkileri
E. Büyükelçi Özdem SANBERK ile Söyleşi
Merve Nur SÜRMELİ
Bilge Söyleşi-7: BM Yaptırımları ve İran
Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI ile Söyleşi
Sina KISACIK
Bilge Söyleşi-8: Füze Savunma Sistemleri ve Türkiye
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi
Eren OKUR
Bilge Söyleşi-9: Gelişen ve Değişen Türk Deniz Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını
E. Oramiral Salim DERVİŞOĞLU ile Söyleşi
Emine AKÇADAĞ
Bilge Söyleşi-10: Soru ve Cevaplarla Yeni Anayasa
Kasım ESEN ile Söyleşi
Özdemir AKBAL
Bilge Söyleşi-11: Türk Hava Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını
E. Hv. Korgeneral Şadi ERGÜVENÇ ile Söyleşi
Emine AKÇADAĞ
35
Nükleer Enerji ve Nükleer Silahlanma
Bilge Söyleşi-12: Arap Baharı Süreci, Mısır Seçimleri, Türkiye-Suriye Krizi
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi
Ali SEMİN
Bilge Söyleşi-13: Esed Sonrası Suriye
Halit Hoca ile Söyleşi
Ali SEMİN & Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK
Bilge Söyleşi-14: Türk Kara Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını
Orgeneral (E) Oktar ATAMAN ile Söyleşi
Emine AKÇADAĞ
36