ISSN: 2687-1882
Cilt / Volume: 1
Sayı / Issue: 2
Aralık /December 2019
Şiizm: Bir Protesto Dini, yazar Hamid Dabashi (İstanbul: Yarın Yayınları, 2015)
Shi'ism: A Religion of Protest, by Hamid Dabashi (Harvard University Press, 2011)
Değerlendiren /Reviewed by
Mehmet Akif Koç
Doktora Adayı, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ), Ortadoğu Çalışmaları
PhD Candidate, Ankara Social Sciences University, Middle East Studies
Ankara, Turkey
akifkoc@hotmail.com
https://orcid.org/0000-0001-5179-6027
Makale Bilgisi/Article Information
Makale Türü/Article Type: Kitap Kritiği / Book Review
Geliş Tarihi / Received: 31.08.2019
Kabul Tarihi / Accepted: 12.09.2019
Yayın Tarihi /Published: 31.12.2019
Cilt / Volume: 1 Sayı / Issue: 2 Sayfa / Pages: 362-371
Atıf/Cite as: Koç, Mehmet Akif. “Şiizm: Bir Protesto Dini, yazar Hamid Dabashi
(İstanbul: Yarın Yayınları, 2015)”. Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019):
362-371.
İntihal: Bu makale, iThenticate yazılımınca taranmıştır. İntihal tespit edilmemiştir.
Plagiarism: This article has been scanned by iThenticate. No plagiarism detected.
Web: http://dergipark.org.tr/pub/tr/siader | mailto: turkishshiitestudies@gmail.com
Mehmet Akif Koç
363
Öz
Prof. Hamid Dabashi’nin bu eseri, Şiiliğin, tarihsel düzlemdeki değişim ve dönüşüm
dinamiklerini inceleyerek, İslam tarihi içerisinde oldukça önemli bir yere sahip olan
bu mezhebin ihtilaf, başkaldırı ve uyuşma dönemlerine odaklanan bir perspektif
sunmaktadır. Bu çerçevede, Freudcu psikanaliz teorisi yardımıyla Kerbela/matem
olgusunun doğuşu ve Peygamber’in ehlinden bir sembol ismin öldürüldükten sonra
kahramanlaştırılması hadisesinden hareketle, İslam tarihi boyunca Şiiliğin
rejim/otorite karşıtı konumlanışı ve protest tavrı analiz edilmektedir. Dabashi bunu
yaparken, sadece tarihsel figürlerden değil modern dönem fikir ve sanat
adamlarının mücadeleci duruşlarından da faydalanmakta, nihayetinde 1979
Devrimi sonrası süreci değerlendirdikten sonra şu tespitiyle tarihsel süreci
özetlemektedir: “Şiilik nihayetinde bir paradokstur, savaşçı olduğunda ve zahmetli
bir savaş verdiğinde serpilip büyür ve muzaffer olur. Başardığı ve iktidara geldiği
anda, manevi gücünü ve aykırı sesini kaybeder. Paradoksal olarak sadece, iktidarda
olmadığı zaman iktidardadır. İktidara geldiği zaman, meşruiyetini, otoritesini ve
cesaretini kaybeder.”
Anahtar Kelimeler: Şiilik, İran, Orta Doğu, Hüseyin, Kerbela
Abstract
Prof. Hamid Dabashi’s book, focusing on the dynamics of change and transition
within the Shi’ite historical context, presents a panoramic perspective discussing
conflict, uprising and conciliation periods of this significant sect within the history
of Islam. Using Freudian psychoanalysis theory, Dabashi evaluates Shi’ite
positioning against the regime and authority along with its protest discourse as a
result of martyrdom at Karbala of Hossein, a grandson of the Prophet Muhammad.
While discussing this process, the author not only analyzes the significance and fight
of the historical figures but also modern ideologues and artists. At the end of his
analysis on the 1979 Revolution, Dabashi summarizes entire historical process as; “It
thrives and is triumphant when it is combative and wages an uphill battle; it loses
its moral authority and defiant voice the instant it succeeds and is in power. It is,
paradoxically, only in power when it is not in power—when it in power, it lacks
legitimacy, authority, audacity.”
Keywords: Shi’ism, Iran, Middle East, Hossein, Karbala
Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019)
Şiizm: Bir Protesto Dini, yazar Hamid Dabashi
364
Siyasi ve dini kökenleri
İslam’ın doğuşuna kadar geri giden,
tarihin kanlı sayfalarında büyük
ihtilafların hemen her dönemde tarafı
olan Şiilik, 1979 İran Devrimi’nin
ardından hem Ortadoğu’da hem de
uluslararası
ölçekte
dikkatleri
yeniden üzerine çekti. 2002’de Irak’ın
ABD tarafından işgal edilmesi ve
devamında 2011’de başlayan kanlı
Arap
İsyanları
sürecinde
ise
tartışmasız şekilde gündemin en üst
sırasına
oturmayı
başardı.
Günümüzde
Şiilik,
sevgi-nefret
kalıplarının
ötesinde,
gerçekten
anlaşılması ve tarihi, sosyolojik ve
siyasi boyutlarıyla derinlemesine
tahlil edilmesi gereken bir realite
olarak karşımızda duruyor. Ancak
maalesef,
Türkiye’deki
Şiilik
çalışmaları bu analitik çerçevenin
tamamen dışında, Ortadoğu’daki
gelişmeler
ve
İran’ın
siyasal
pozisyonu
bağlamında
konjonktürel
yakınlaşma/uzaklaşma
trendlerinin fazlasıyla etkisinde kalmış ve bu yönüyle anlamlandırma
çabasından ziyade, aşk-nefret ikilemine hapsedilmiş vaziyette.
Yarın Yayınları’nın 2015’te yayınladığı, dünyaca ünlü İranlı
siyaset bilimci ve sosyolog Prof. Dr. Hamid Dabashi’nin 2011’de ABD’de
Yılın Kitabı ödülüne (Marginal Revolution Book of the Year) layık görülen
önemli çalışması Şiizm: Bir Protesto Dini, bu alanda eksikliği hissedilen
sosyolojik temelli kültürel-siyasal çerçeve tesisine yardımcı olabilecek
bir kitap. Prof. Dabashi’nin kitaplarından, Şiizm: Bir Protesto Dini
(2015) haricinde Türkçeye tercüme edilerek yayınlanan çalışmaları: Arap
Baharı & Postkolonyalizmin Sonu (Sümer, 2015); İran Sineması (Agora,
2013); Muhsin Mahmelbaf (Agora, 2013); Filistin Sineması & Bir Ulusun
Hayalleri (Agora,2009); İran: Kenetlenmiş Halk (Metis, 2008); İslam’da
Otorite (İnsan, 1995). 1979 İran Devrimi’nden önce akademik
çalışmaları için ABD’ye giden Dabashi, kuşağının çok sayıdaki talihsiz
entelektüeli gibi, Devrim sonrasında ülkesine dön(e)memiş olup,
eserlerini İngilizce yayınlamaktadır. Eserleri Türkçe, İbranca, Arapça,
Rusça, Urduca da dâhil, 16 yabancı dile çevrildi. Prof. Dabashi aynı
zamanda, savaş karşıtı görüşleriyle de tanınan bir insan hakları
aktivistidir.
1951 yılında İran’ın Körfez kıyısındaki petrol endüstrisi şehri
Ahvaz’da, Buşehr’den göç eden bir işçi ailesinin çocuğu olarak doğan
Prof. Dabashi, Tahran’daki lisans eğitiminin ardından ABD’ye gitti.
1984’te Pennsylvania Üniversitesi’nde Kültür Sosyolojisi ve İslam
Çalışmaları alanlarında çifte doktorasını tamamladı, post-doktora
çalışmalarına Harvard Üniversitesi’nde devam etti. Dabashi doktora
tezini, Freud’un en tanınmış eleştirmen ve takipçilerinden Prof. Philip
Rieff’in danışmanlığı altında, Max Weber’in karizmatik kişilik teorisi
üzerine hazırladı. Hâlihazırda Columbia Üniversitesi’nde (New York) İran
Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019)
365
Mehmet Akif Koç
Çalışmaları kürsüsünde ders veren Prof. Dabashi, aynı okulun
Mukayeseli Diller-Toplumlar Enstitüsü ve Filistin Çalışmaları
Enstitüsü’nün de kurucu öğretim üyesidir. Toplam 25 kitap ve 100’ün
üzerinde akademik makale ve kitap bölümünün yazarı olan Dabashi’nin
çalışmaları, İran Çalışmalarının yanısıra erken dönem ve modern İslam
tarihi, sömürgecilik ve post-kolonyalizm, mukayeseli diller, dünya
sineması ve sanat felsefesi, estetik gibi geniş bir alana yayılmış
durumdadır. Sinema alanında teorik ve pratik çok sayıda çalışması da
olan yazar, “Bir Ulusun Hayalleri / Dreams of a Nation” isimli Filistin
filmleri projesinin de kurucusu ve organizatörüdür.
Prof. Dabashi’nin, Şiizm: Bir Protesto Dini başlıklı kitabındaki
tezlerini belki de en iyi özetleyip tanımlayan cümle; “Şiilik nihayetinde
bir paradokstur, savaşçı olduğunda ve zahmetli bir savaş verdiğinde
serpilip büyür ve muzaffer olur. Başardığı ve iktidara geldiği anda,
manevi gücünü ve aykırı sesini kaybeder. Paradoksal olarak sadece,
iktidarda olmadığı zaman iktidardadır. İktidara geldiği zaman,
meşruiyetini, otoritesini ve cesaretini kaybeder.”
Dabashi, bu ana fikir ekseninde ve geçmişte sembol hale gelmiş
bazı devrimci şahsiyetler etrafında, kültür sosyolojisi temelli bir
çalışmayla, Şiiliğin neden bir protesto hareketi olduğunu ve muhalefette
kalmanın nasıl bir dinamizm ürettiğini örnekleriyle ele alıyor. Weberyen
karizmatik kişilik teorisi üzerine uzmanlaşmış bir araştırmacı açısından,
bu yöntem pek de şaşırtıcı değil. Bu çalışmada, ‘Şii/Şiilik”
kelimelerinden sonra, belki de en fazla kullanılan sözcük ise
‘devrim/devrimci’. Esasen Ali Şeriati takipçilerinin oldukça aşina olduğu
bu korelasyon (devrim-Şiilik), İran’daki mevcut düzeni sert bir şekilde
eleştiren ve sürgünde yaşayan yazarın tarih/sosyoloji okumalarını
şekillendiren düşünsel arkaplana da ışık tutuyor. Kitabın ismi de,
Şeriati’nin Hüseyin: Âdem’in Varisi kitabında yer alan Mehdi Beklentisi:
Muhalefet Dini başlıklı konferansından esinlenmiş intibaı veriyor.
Kitabın bölümlendirmesi teorik çerçeve, tarihsel bağlam, sanatsal
yansımalar ve güncel tartışmalar düzleminde oluşturulmuş. İlaveten,
oldukça zengin ve yoğun tutulan, Giriş ve Sonuç bölümleri de kitabın
ana tezlerini toparlama açısından doyurucu nitelikte.
I.
Kuramsal Temel (Bir Peygamberin Ölümü, Devrimci Bir
İnancın Doğuşu, Kerbela Kompleksi)
II.
Tarihi Gelişme (Tarihin Savaş Alanlarında; Hükümdarların,
Halifelerin ve Fatihlerin Yanında; Sömürgeci Modernitenin
Başlangıcında)
III.
Görsel Sanatlar ve Sahne Sanatları (Şiilik ve Kültürel
Modernitenin Krizi, Hınç ve Umutsuzluk Politikası Üzerine,
Özgürleşme Estetiği)
IV.
Çağdaş
Tartışmalar
(Umutsuzluk
Politikası
Oluşturma/Oluşturmama,
Yeni
Bir
Bağdaştırıcı
Kozmopolitliğe Doğru, Mücadelenin Çağdaş Alanları)
Ailesi inançlı bir Şii olan Dabashi, kitabın Giriş bölümüne doğup
büyüdüğü İran’ın Ahvaz şehrinde (coğrafi ve kültürel olarak Afrika, Hint,
Arap ve İran medeniyetlerinin geçiş ve etkileşim zemini) çocukluk ve
Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019)
Şiizm: Bir Protesto Dini, yazar Hamid Dabashi
366
gençliğinde şahit olduğu Kerbela anmaları, taziye törenleri, kanlı
sinezeni gösterileri, matem yemeği vb sembollerin geniş bir tasviriyle
başlıyor. Ardından günümüzdeki bu ritüellerin İslam öncesi İran
kültüründeki muhtemel kökenlerini, Zerdüşt ve pagan kültüründeki
Zarer ve Siyavuş’un cenaze matemleriyle benzerliklerini ortaya koyuyor.
Ayrıca, ‘Golgotha’dan Kerbela’ya’ metaforuyla da, İsa’nın aşırı dramatize
edilen çilesiyle Hüseyin’in katlinin travmatik anısı arasında çeşitli
benzerlikler yakalıyor.
Bu geniş arkaplanın üzerine de psikanalizin büyük ustası
Freud’un Totem ve Tabu’suna atıfla, ‘ilkel suç, babayı/oğulu öldürmek,
komünal/totem yemeği, kolektif suç, ertelenmiş itaat vb’ kavramlar ve
paralellikler üzerinden, iddialı bir sosyolojik ve psikanalitik
kavramsallaştırma denemesine girişiyor: “Müslümanlar peygamberlerini
öldürmediler, ama onun sevgili torunu Hüseyin’i öldürdüler. Böylece
medenileşme eylemi olarak İslam, babayı öldürmekle değil, ama oğulun
öldürülmesiyle başladı… Şiiler için tarih o dönemden itibaren rayından
çıktı… Bir oğul-din olarak Şiiliğin ifade ettiği şey, otoriterlik karşıtı ve
özünde iktidardaki baba figürlerinin otoritesine güvenmeyen devrimci
bir inancı oluşturmak için bir araya gelen ertelenmiş bir itaat ve çocuğu
öldürmenin suçluluk duygusunun yanıltıcı bir birleşimidir. Bu kültürel
koşullar altında oğullar iktidardaki babaları tarafından öldürülmekten
korktukları ve onun kurumsal otoritesine karşı savaştıkları sürece
meşrudurlar. Oğullar iktidara geldikleri an kendileri iktidarın gaspçıları,
yenilenmiş baba figürü haline gelirler. Böylece her zaman savaştıkları ve
hatta sürgüne zorladıkları ya ada öldürdükleri babalarıyla
özdeşleşirler... Bundan kaçınmak için yaptıkları eylem, politik terimlerle,
daimi bir başkaldırıdır, İslam’ın dünyevi karakterine karşıtlıktır.”
Dabashi, bu tarihi ve psikolojik arkaplan üzerinde durarak,
günümüzde Ortadoğu Şiiliğinin silaha sarılmasını bu geleneğe bağlar,
Irak’taki Mehdi Ordusu (sonradan Haşdi Şa’bi), Lübnan Hizbullah’ı vb
grupları, 1400 yıldır süren devrimci kuşakları tanımlayan bu etkin
protesto dininin günümüzdeki yansımaları olarak ele alır. Ancak tam da
bu noktada, Kiyarüstemi, Neshat gibi sanatçılar eliyle aşırı
estetikleştirilen veya Mukteda el-Sadr, Nasrallah gibi asilerce aşırı
politikleştirilen Şiiliğin, günümüzde kozmopolit karakterinin dışına
çıkarıldığını, böylece coşkun ve özgürleştirici niteliğini kaybettiğini ileri
sürer.
Kitabın birinci bölümü Kuramsal Temel başlığını taşıyor. Bir
Peygamberin Ölümü alt başlığı altında; Weberyen karizma kavramı
etrafında, Mekke aristokrasisi tarafından ‘ayrılıkçı ve bölücü’ olarak
görülen Hz. Muhammed’in peygamberlik ve liderlik özelliklerinden
hareketle, Şii halk tahayyülünde Hz. Muhammed-İmam Ali figürlerinin
nasıl birbiri içine geçip giriftleştiğini kendi çocukluğundan örneklerle
açıklıyor. Yazar etraflı bir tarihi çerçeve çizdikten sonra; İslam’ın açılış
anını sabit şekilde ikonoklastik, siyasi olarak asi, normatif olarak yıkıcı
ve kalıcı biçimde kışkırtıcı olarak niteler ve devam eder: ‘Peygamber’in
vefatının ardından, Sünni gelenek onun karizmatik otoritesini
rutinleştirerek, hukuk-içtihat kanalıyla kurumsallaştırıp sahip çıktı.
Buna karşılık Şii gelenek, ondaki karizmatik gücü ve manevi mirasını
önceledi, vahiy-ilham paralelliği yoluyla kendi İmamlarına teşmil ederek
meşruiyet zemini kurmaya çalıştı… Masum İmamların karizmatik
durumu, bu ertelenmeyi normatif olarak yanıcı, ahlaki olarak azimli,
Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019)
367
Mehmet Akif Koç
komünal olarak asosyal ve hepsinden önemlisi politik olarak patlayıcı
hale getirdi.’
Devrimci Bir İnancın Doğuşu alt başlıklı bölüm ise, 20. yüzyılın
etkileyici kadın şairi Füruğ Ferruhzad’ın Kimseye Benzemeyen Biri
şiirinde kendisini mükemmel biçimde gösteren Şiilikteki intizar/bekleyiş
anlayışının yanısıra, 1979 Devrimi’nin fikri önderlerinin başında gelen
Ali Şeriati ve devrimci film yapımcısı Muhsin Mehmalbaf’ın birbirini
tamamlayan üçlü ilişki/etkileşiminde Şiiliğin modern dönem
yansımalarıyla başlıyor. Şiiliği; Şeriati çağdaşlaştırdı, Ferruhzad
şiirleştirdi, Mahmelbaf da estetikleştirdi. Şiiliğin büyük önem atfettiği
Gadir-i Hum Vakası (Veda Hutbesi’nde Hz. Peygamber’in İmam Ali’yi
kendinden sonra işaret etmesi rivayeti) etrafındaki tartışmalar, Ali’nin
hilafeti ve karşılaştığı sert muhalefet, Hüseyin’in Kerbela’da vahşice
katledilmesinin yarattığı travma, sonraki İmamların çoğunlukla itaatkar
tutumları, buna karşın Alioğulları içindeki isyan ateşinin hiç sönmemesi
ve zaman zaman şiddetli patlayışı, 12. İmam’ın ortadan kaybolması ve
sonrasında asırlardır süren bekleyiş hali… Dabashi bu bölümde,
Emevi/Abbasi yöneticilere yönelik isyanların sadece Şiilerden
gelmediğine, Harici ve İran kökenli proto-Zerdüştçü önderlerin,
yönetimden memnuniyetsiz kesimlerin desteğiyle sürekli bir başkaldırı
halinde olduğuna dikkat çekiyor.
Dabashi, Kerbela Kompleksi alt başlıklı bölüme, 1974’te Şah’ın
idam ettiği Marksist-Leninist genç devrimci Khosro Golsorkhi’nin,
TV’den halk açık yayınlanan mahkemesinde cesurca söylediği ve
devrimciliğinin Şii kökenlerine atıf yapan, ‘Ortadoğu halkının büyük
şehidi Üstad Hüseyin’in dediği gibi, hayat inanç ve mücadeleden başka
bir şey değildir’ sözüyle başlıyor. Bir başka Sosyalist şair Ahmed
Şamlu’nun ‘Nâsıralı’nın Ölümü’ şiirinde de ifadesini bulan şehitlik
kavramı ve ideali üzerinden, ideolojik arkaplanları ne olursa olsun,
modern dönem Şiilerinde bile oldukça baskın olan ‘Kerbela kompleksi,
mazlumiyet ve şehitlik’ kavramlarının önemini, keza Hüseyin ve İsa
figürlerinin tarihsel anlamları ve sembolik duruşlarıyla ne denli
örtüştüklerini vurguluyor. Bu bölümdeki en önemli tespit ise: “Zulüm ve
kıyam tematik olarak ilişkilidir. Hiçbir politik güç bir Şii’nin zulüm
suçlamasından muaf değildir. Zulüm varsa orada isyan da olmak
zorundadır. Her zaman zulüm olduğu için her zaman isyan olmalıdır.”
Bu tespit aslında, bugün İran içinde yaşanmakta olan rejim karşıtı
protesto ve başkaldırının da, Ortadoğu’daki muhtelif ülkelerde Şiilerin
silahlı/silahsız mücadelelerinin de bir açıklaması niteliğinde. Ayrıca,
İran halk edebiyatı ve kahvehane geleneğinde, Şehname’deki hikâyelerle
Kerbela’daki sahnelerin metamorfik hale gelmesi, Hüseyin’in sıklıkla
Sohrab ve Siyavuş’la iç içe geçişi tespiti de kaydadeğer.
Tarihi Gelişme başlıklı ikinci bölümde, Şiiliğin tarihsel süreç
içerisinde savaşlar, fetihler, zaferler döngüsüne odaklanılıyor. Tarihin
Savaş Alanları başlıklı alt bölümde, 11. yüzyılın büyük İsmailî davetçisi
ve eylem adamı, şair ve Platoncu düşünür Nasır-ı Hüsrev’in fikri ve
silahlı mücadeleyle dolu hayat hikâyesi etrafında; Sasanilerin yıkılışı
sonrası İran kültür havzasının yerle bir olan siyasi, ekonomik ve
toplumsal iklimi tasvir edilirken; zalim Emevi/Abbasi yönetimlerinden
bizar olan yoksul yığınlar için Şii devrimci mesajının cazibesi mercek
altına alınıyor. Babek Horremi gibi, bugün İran milliyetçileri için simge
haline gelen proto-Zerdüştçü isyan önderlerinin yanısıra, zulme uğrayan
Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019)
Şiizm: Bir Protesto Dini, yazar Hamid Dabashi
368
kitleler arasında Şii kıyamlarının Mesihçi renginin nasıl bir anda baskın
hale gelebildiği de dikkat çekici. Bölümde ele alınan bir diğer tarihi süreç
de, 12 İmam geleneğinin savaşçılıktan uzak karakterine tepkisel olarak
Keysaniye, Zeydiye, İsmailîlik (Fatımî Devleti ve Hasan Sabbahçılar vd),
Karmatîlik gibi alt-Şii kolların ortaya çıkışı ve hâkim oldukları bölgelerde
merkezi otoriteye karşı sürekli bir isyan ateşi yakmaları. Yazarın
‘Müslüman Makyavelli’ dediği Selçukluların büyük İranlı Veziri
Nizamülmülk ve Şia karşıtı Siyasetnamesi de bu bölümde ele alınan
konular arasında.
Hükümdarların, Halifelerin ve Fatihlerin Etrafında başlıklı alt
bölüm ise, İran tarihinin en büyük filozofu olarak gösterilen ve hocası
Mir Damad ile birlikte Isfahan Ekolü’nü kuran 17.yüzyılın büyük
düşünürü Molla Sadra’nın hayat hikâyesi ekseninde, bir Şii tarikatının
kurup müreffeh hale getirdiği Safevi İmparatorluğunun rolü üzerinde
duruluyor. Dabashi, bu bölümde Şii-Sufi militanlık geleneğinin
temsilcileri olarak tanımladığı dinamik Şii düşünür ve devlet adamlarını
(ayrıca mutasavvıf, sofu, şair ve devrimcileri, ‘mistik Monarkları’) mercek
altına aldığı kadar; Nakş-e Cihan Meydanı üzerinden yaptığı ilgi çekici
şehir okumalarıyla Isfahan’ın merkezi ve sembolik anlamlarına da kapı
açıyor. Bunu yaparken, kozmopolit ve devrimci yapısıyla Isfahan
Ekolünü, tarihsel önemi açısından, geçtiğimiz yüzyılın neo-Marksist
Frankfurt Ekolüyle kıyaslıyor. ‘Safevilik, intikamla baskı altına alınmış
Şiiliğin geri dönüşüydü’ tespiti, bölümün havasını yansıtması
bakımından önemli.
Sömürgeci Modernitenin Başlangıcında alt başlıklı bölüm ise,
kitabın belki de en önemli bölümü, zira Safevilik sonrası Şiiliğin evrildiği
ve günümüzde de belirleyici olan kritik sürece ışık tutuyor. Safevîlere
karşı ilk olarak, Rusların desteğiyle kuzeydeki Hıristiyan tebaa Ermeni
ve Gürcüler ayaklandı, Tebriz’e sıçrayan başkaldırı sonucu ‘Doğu ve
Batı’dan aç kurtlar’ imparatorluğa saldırıp, Safevîleri dağıttı. Ruslar ve
Osmanlılar toprak talep ederken, Afganlar doğrudan işgale girişip devleti
yıktı. Bu dönemde toparlayıcı figür olarak Afşar Türklerinden Nadir Şah
ortaya çıktı ve devleti yeniden kurduğu gibi, ilave fetihler de yaptı. Siyasi
türbülanslarla dolu 18.yüzyıl boyunca; Nadir ölünce Şiraz merkezli
Zendler bir süre hüküm sürdü, ardından Tebriz Türklerinden Kaçarlar
Tahran merkezli olarak devleti yeniden kurdu.
Nadir Şah, Safevilerin aksine Şii-Sünni birliğini sağlamak, Şiayı
Caferilik ismi altında dört Sünni mezhebin yanında beşinci İslam
mezhebi saymak gibi bir anlayışı benimsedi. Bu anlayış, onun iç ve dış
politikasının temelini oluşturdu. Ancak bunu yaparken, Mugan
Ovası’nda (Cengiz Han geleneğine uygun olarak) topladığı kurultayda
Şah seçilirken, Şii din adamlarına baskı ve zorla iktidarın payandası
olma geleneğini dayattı. Dabashi’ye göre, bu kurultay, iki asırlık
kozmopolit Safevî Şiiliği dönemini kapattı ve Nadir Şah paradoksal
olarak ulemanın gücünü azaltmak isterken; aydınlanmacı kozmopolit
Ahbarî ekol yerine, iktidarla pazarlık yaparak gücünü sürekli artıran,
skolastik Usulî ekole geri dönüşü sağlayan ciddi bir dönüm noktası
yaşandı. Mugan’daki bu ‘gerici hamle’ bir daha da tersine çevrilemedi ve
Safevî Isfahanında oluşan ilerici Şii ekol geriledi, zaman içinde iyice
güçten düşmeye başladı. Akabinde emperyal ve sömürgeci dış tecavüzler
aracılığıyla, Kaçarlar döneminde patrimonyal kabilecilik ve Şii ulemanın
feodal skolastisizmine ateşli bir dönüş yaşandı. Usulî ekolün, Ahbarî
Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019)
369
Mehmet Akif Koç
ekol üzerindeki bu nihai zaferi, 1979 Devrimi’ne giden süreçte de
yansımalarını gösterdi. Ulema her dönemde, kitleleri anti-sömürgeci
seferberlik ve savaş için teşvik ettikçe, aslında kendi güçlerini birleştirip
konsolide ederek ülkedeki en etkin güç haline geldi.
Tam bu geçiş döneminin ortasında ve Kaçar ülkesinde, 19.
yüzyılın buhranlı iç ve dış atmosferinde, Şiilik içindeki kadim devrimci
gelenek, önce Şeyhizm denilen Mesihçi bir felsefi hareket, sonra onda
derinden köklenen Babizm denilen silahlı devrimci bir hareket biçiminde
yeniden ortaya çıktı. Dabashi’nin büyük önem verdiği bu devrimci
cereyan içinde askeri kanadın önderi ise, Tahere Kurratül Ayn takma
ismini kullanan, Fatıma Barağanî isimli ateşli bir militan kadındı. Yazar,
sonradan işkence altında öldürülen bu devrimci ve ikonoklastik kadın
kahramanın şahsında, Şiilik içindeki çok boyutlu isyan ateşine özel
vurgu yapar ve biraz iddialı bir söylemle, Babizmi Şiiliğin en önemli
sosyal devrimi olarak selamlar. Gizli İmam’ı boş here beklememek
gerektiğini, silahlanarak dünyevi acılara ve adaletsizliğe karşı
çıkılmasını savunan Babizm cereyanı şiddetle bastırıldı ve önderleri
idam edildi, ama zulme karşı direnen devrimci Şiilik geleneği
ateşlendirilerek, zincire önemli bir halka eklenmiş oldu. Yazar, bu
isyanın, 1906–11 yılları arasındaki Anayasa Devrimi’ne de ilham
verdiğini savunur. Günümüzde İran’da yasaklı olup dünyaya yayılan
Bahaîlik de, Babizmin bir sonraki kuşakta bölünmesi sonucu ortaya
çıkan, ama onun teorik olarak sakin ve zararsız, politik olarak tehlikesiz
ve ilgisiz bir halidir.
Kitabın Görsel Sanatlar ve Sahne Sanatları başlığını taşıyan
üçüncü bölümü, teorik arkaplan ve tarihsel güç mücadelelerinden
bambaşka bir alana yönelir, yazarın sanat felsefesi ve sinema alanındaki
uzmanlığının ışığında, Şiiliğin sanattaki izdüşümlerine yoğunlaşır. Bu
bölümde,
Weber-Habermas
sosyolojisinin
yol
göstericiliğinde;
Kiyarüstemi, Neshat, Mehrcui, Mehmalbaf gibi sanatçıların eserlerinden
örneklerle, isyankâr ateşin ve devrimci geleneğin izi sürülür; taziye
ritüellerinin kişi ve mekan okuması yoluyla gerçek hayatla iç içeliği
gösterilir.
Hınç ve Umutsuzluk Politikası başlıklı alt bölümde, sömürgeci
moderniteyle karşılaşan İslam’ın yaşadığı çöküşün, Şii İslam’da da
aynen görüldüğü tespiti dikkat çeker. Emperyalistlerin kahredici
üstünlüğü altında; isyan ve direniş kadar, boyun eğme, hayal kırıklığı ve
hınç da bu sömürgeci dönemi tanımladı, ABD’yi kaybeden Britanya
emperyalizmi var gücüyle Asya’daki sömürgelerine yüklendi. Fransız,
Rus ve diğer Avrupalı sömürgeciler de İslam dünyasını istilada İngilizlere
yoldaş oldu. Dabashi, bu acı tecrübeyi ustaca inceler ve İslam’ın
kategorik olarak Batı tarafından ‘öteki’ olarak nitelendirilmesinin, istilayı
meşrulaştırma aracı olarak tam da bu vahşi sömürü dönemine denk
geldiğine dikkat çeker. ‘Hıristiyanlık dini açıdan sömürgeci değildir, ama
Hıristiyan misyonerler Avrupalı sömürgeciliğin amaçlarına hizmet etti’
tespiti de keza bu bölümün önemli cümleleri arasında. Ancak Dabashi,
özellikle Safevî döneminde (bir ölçüde günümüzde de), Şiiliğin hâkim
olduğu bölgelerdeki etnik-dini azınlıkların nasıl bir zoraki dönüşüme
tabi tutulduğuna hiç değinmez.
Yazarın, Nadir Şah’ın 20.yüzyıl versiyonu olarak nitelendirdiği
Rıza Şah’ın, 1906 Anayasa Devrimini nasıl ezdiği, buna karşılık
Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019)
Şiizm: Bir Protesto Dini, yazar Hamid Dabashi
370
Atatürk’ün Türkiye’de yaptığı reformları yapmaması karşılığında Şii
ulemanın Rıza Şah’a siyasi rüşvet verip, arkaik İran monarşisini
yenileme çağrısı yaptığı da, keza dikkatli bir tespit. Şah’ın 2500 yıl
önceki İran monarşisine öykünen tavrına sömürgeci güçlerin de açık
destek vermesi, en az ulemanın desteği kadar utandırıcı. Bölümün
sonunda Dabashi; sosyal moderniteyi imkânsız hale getiren monarşinin,
Müslümanları savaş meydanındaki piyonlar ve Usulî fıkhın basit birer
objesi haline getiren tutumunun, Devrim sonrasında da Humeyni
öncülüğünde aynen sürdürüldüğünü ve sosyal modernite imkânına son
darbenin böylece indirildiğini savunur. Kiyarüstemi’nin aşırı
estetikleştirdiği Şiiliğin, bu yönüyle de İslam Cumhuriyeti tarafından
aşırı politikleştirilerek ifrat-tefrit uçlarına savrulduğunu vurgular.
Şiiliğin coşkusu kaybolmuştu; teolojisi, felsefesi ve tasavvufuyla
Şeyhizm’de son bir marifet gösterisinin ardından, Babizm’de devrimci bir
başkaldırıya yol açabildi, ama Bahaîlik’te o da kayboldu. 20.yüzyılda ise
en fanatik hukuki yorumu içinde saplanıp kaldı ve Humeynizm’de
başarısız bir saldırganlığa savruldu. Yazarın bu acıklı tespitinin
arkasında, kişisel olarak da emek verdiği ve tüm İslam dünyasına umut
olan Devrimi çalınan, ellerinin arasından kayıp giden bir aydının çığlığını
duymak mümkün.
Çağdaş Tartışmalar başlıklı dördüncü bölümde ise, genellikle son
yüzyılda modernitenin doğurduğu krizlere Şiiliğin meydan okumalarına
yer veriliyor. Pehlevi Hanedanı’nın toplumu geriye götüren hamleleri ve
baskıcılığına, Ayetullah Humeyni öncülüğündeki ulemanın 1963
Olaylarından itibaren sert bir şekilde karşı koyması, bunun sonucunda
Bursa, Irak ve Paris’teki uzun sürgün hayatı boyunca sistemin altını
oyarak 1979’da Devrimin lideri olarak ortaya çıkışı bu bölümdeki temel
konuların başında geliyor. Humeyni’ye (ve onun çizgisine yakın
Mutahhari, Talegani gibi ulemaya) paralel olarak, bir başka devrimci
Şii’nin, Ali Şeriati’nin İran’daki politik dili tamamen dönüştüren, Sartre
varoluşçuluğu ve Fanon anti-emperyalizmiyle bezeli söylemi; Celal
Ahmed, Beni Sadr, Mehdi Bazergan gibi figürlerin monarşi karşıtı
mücadeleleri de ele alınıyor. Devrimci İslamcılığın, sömürge karşıtı
milliyetçilik ve üçüncü dünya sosyalizmiyle girdiği rekabet, Devrim
sonrasında her iki kanadı da acımasızca tasfiye etmesi ve velayet-i fakih
teorisi ekseninde İslam Cumhuriyeti’nin ilan edilmesiyle kanlı ve trajik
şekilde son bulur. ‘Ortalığı temizleyen’ bu yeni dönemde ise devrimci Şii
mücadele, Abdülkerim Suruş gibi bağımsız entelektüeller ve Reform
Hareketi gibi kanallarla sürdürülür (esasen Dabashi’nin kendisini de, bu
devrimci mücadeleye münhasıran dâhil etmek mümkün). Yazar, bu
süreçte, Şeriati ve Suruş gibi aydınları, 1977-79 arasında İran’da olan
şeyin ‘İslami’ devrim değil, ama zorla ‘İslamlaştırılan’ bir devrim olduğu
gerçeğine gözlerini yummakla suçlar. Bu yorum Suruş açısından geçerli
olsa da, Devrimi göremeden suikastla öldürülen Şeriati için doğru
olmasa gerektir.
2002’de Irak’ın işgali sonrasında, ABD’nin işgal ve istila gibi iki
sömürgeci eyleminin, Vali Nasr gibi İran kökenli uzmanlarca, ‘the Shia
Revival’
gibi
ısmarlama
kitaplarla
kamuoyu
oluşturularak
meşrulaştırma ve Bush Yönetimini aklama girişimleri, savaş karşıtı bir
entelektüel olarak Dabashi’yi fazlasıyla kızdırır. Vali Nasr’ın, devrik Rıza
Şah’ın yakın arkadaşı olan ve ABD’de sürgünde yaşayan İslam
Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019)
Mehmet Akif Koç
371
araştırmaları uzmanı Dr. Seyyid Hüseyin Nasr’ın oğlu olması,
Dabashi’nin eleştirilerini daha da yoğunlaştırmasında etkilidir.
Son bölümde, yazarın özellikle üzerinde durduğu ve
mücadelesinden hayranlıkla bahsettiği Cemaleddin Afganî de Şii
devrimci düşüncesinde yeni bir kozmopolit dilin inşa edilmesi çabasında
önemli bir yer tutar. Aslen İranlı bir Şii olan, ancak İslam dünyasını
emperyalizme karşı bir araya getirme sürecinde bu kimliğini gizleyip
Afgan bir Sünni olarak kendini tanıtan, İstanbul’da da uzun süre kalan
ve Avrupa, Asya ve Afrika Müslümanlarının dertleriyle yakından
ilgilenen Afganî, Dabashi için muazzam bir devrimci rol modeldir.
Dabashi, onu savunmak için Nikki Keddie gibi önemli bir İran uzmanı
tarihçiyle bile yoğun tartışmaya girişmekten çekinmez. Hatta 19.yüzyılın
büyük güçleri arasında mekik dokuyup bir nevi ajanlık yapan Afgani’yi,
Vali Nasr özelinde, kendini emperyalist güçlere ‘satan’ Doğu kökenli
‘saha uzmanlarına’ karşı, İslam dünyasının sert bir cevabı olarak takdim
eder. Zira Afganî, aynı Şeriati gibi, ruhsuz bir bedeni terk eden ve
umutsuzluk tuzağına düşen Şiiliğe, yeniden ümit aşılamak gibi büyük
bir misyonu olan bir figürdür Dabashi için.
Dabashi, kitabın Sonuç bölümünde, tüm hayal kırıklıklarını bir
bir sıralar ve nihayetinde, “siyasal Şiilik, İslam Devrimi’nde doruk
noktasına ulaştı ve o andan itibaren kendini tüketti; iktidarda kalmaya
devam ederek ve kendi halkını sakatlayarak ve öldürerek boş yere
hüküm sürmeye çalıştı, böylece tüm ahlaki meşruiyetini kaybetti”
diyerek bunu açıkça ifade eder.i
Kaynakça
Beşikçi, İsmail. Şiizm, http://www.ilkehaber.com/yazi/siizm16875.htm (2018).
i
Kendini tüketen ve halkıyla arasını giderek açan İran Yönetiminin bu tavrına tipik bir örnek,
ülkedeki Kürt nüfusa karşı uygulanan politikalarda görülebilir. İran İslam Cumhuriyeti
yöneticilerinin, bilhassa Ayetullah Humeyni’nin, İran Kürtlerinin politik hak talepleri
konusunda, Devrim’den önce Paris’te kendisini ziyarete gelen Kürt siyasetçilere son derece
olumlu konuşup söz vererek desteklerini alması, Devrim’den sonra ise bunu inkâr ederek
kendisine karşı çıkan Kürt hareketini silahla ezmesine ilişkin detaylı bilgi için bknz: İsmail
Beşikçi (2018), Şiizm, http://www.ilkehaber.com/yazi/siizm-16875.htm
Turkish Journal of Shiite Studies 1/2 (Aralık 2019)