Makale / Articles by Mehmet Sami BAGA
Beytulhikme, 2023
Osmanlı düşünce tarihinin gerek İslam düşüncesiyle olan organik sürekliliği
gerekse de Batı dünya... more Osmanlı düşünce tarihinin gerek İslam düşüncesiyle olan organik sürekliliği
gerekse de Batı dünyasında ortaya çıkan “yeni” düşünce akımlarıyla ilişkisi henüz sağlam bir zeminde ele alınıp incelenememiştir. Özellikle Batıda meydana gelen gelişmelerle Osmanlı âliminin kurduğu ya da kuramadığı irtibat çeşitli ön yargılı ve yüzeysel değerlendirmelerle ele alınmaktadır. Bu hususun anlamlı bir zeminde tartışılmasına katkı sağlayacak kritik noktalardan biri de Lale Devrinde kurulan tercüme heyetinin bir üyesi olarak Yanyalı Esad Efendi‟nin Ioannis Kuttinius‟un Aristoteles‟in Fizika‟sını kısmen şerh ve kısmen de özetlediği eserini et-Taʿlîmü‟s-sâlis adıyla Arapçaya tercüme ve şerh etmesidir. Bu çalışmada, Batıda yeni fizik anlayışının yaygınlaşmaya başladığı düşünülen bir dönemde çevirmek için neden Aristoteles fiziğine dair bu eserin seçildiği, çevirinin salt bir aktarımdan öte yeni bir yorum içerip içermediği gibi hususlar çerçevesinde, eserin İbn Rüşdcü yorumları öne çıkaran bazı tespitler paylaşılacaktır. Modern literatürdeki bazı okumaların eleştirisini de içeren bu tespitler, büyük oranda eserin mukaddimesi üzerinden yapılacaktır.
---
Both the continuity of the history of Ottoman thought with Islamic thought and its relationship with the "new" movements of thought that emerged in the Western world have not yet been analyzed on a solid ground. In particular, the connection that Ottoman scholars established or failed to establish with the developments in the Western has been handled with various biased and superficial evaluations. One of the critical points that will contribute to a meaningful discussion of this issue is the translation and commentary of Ioannes Cottunius' partial commentary and partial summarization of Aristotle's Physics into Arabic under the title al-Taʿlīm al-s̱ālis̱ by Asʿad al-Yānyawī as a member of the translation committee that established in the Tulip Period. In this study I will share some observations on why this work on Aristotle's physics was chosen for translation at a time when the new understanding of physics was thought to have become widespread in Europe, and whether the translation contains a new interpretation beyond a mere transmission. These determinations, which also include the criticism of some readings in the modern literature, will be largely based on the introduction (muqaddima) of the manuscript.
Turkish Studies - Comparative Religious Studies, 2023
İslam felsefe-bilim tarihinin önemli metinlerinden biri olan Gazzâlî’nin Tehâfütü'l-Felâsife adlı... more İslam felsefe-bilim tarihinin önemli metinlerinden biri olan Gazzâlî’nin Tehâfütü'l-Felâsife adlı eserinde Meşşâî filozofların görüşleri yirmi başlık altında sıkı bir eleştiriden geçirilmiştir. Bu eleştirilerden bir kısmı, felâsifenin görüşlerinin dini açıdan problem teşkil etmesi ile ilgilidir. Ancak bazı başlıklardaki eleştiriler ise farklı bir sebebe dayanmaktadır: İddia edilen görüşü yeterince delillendirememek. Bu başlıklardan biri de Tanrının cisim olup olmadığıdır. Burada Gazzâlî iddialı bir açıklama yaparak filozofların Tanrının cisim olmadığını dahi ispatlamaktan aciz olduklarını öne sürmektedir. Onun, şeriate aykırı olmadığı sonraki düşünürler tarafından da açıkça ifade edilen “Tanrı cisim değildir” şeklindeki bir görüşü neden eleştiri konusu yaptığı ilgi çekici bir husustur. Öyle görünüyor ki Gazzâlî, filozofların kesinlik iddialarının herkesçe anlaşılır bir konuda dahi sorgulanmaya açık olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Böylece farklı eserlerinde çeşitli vesilelerle dikkat çektiği filozofların kesinlik iddiasının aslında sağlam temellere dayanmadığını göstermek istemiş olmalıdır. Ancak Tehâfüt geleneği içerisindeki pek çok düşünürün bu yaklaşım biçimini ciddi manada eleştirdiği görülür. Bu düşünürlerden biri de Muhyiddin Karabâğî’dir. Karabâğî, filozofların şeriata aykırı olmayan bu türden görüşlerinin eleştiri konusu yapılmasını çok açık ifadelerle eleştirmekte ve bunu gereksiz bulmaktadır. Bu çalışmada Gazzâlî'nin bu konudaki iddialarının dayanakları ortaya konulacak, sonraki Tehâfüt müelliflerinin bu iddiaya nasıl yaklaştıkları incelenecek, ardından Karabâğî’nin bu konudaki yaklaşımı değerlendirilecektir. Böylece Tahâfüt’ün nisbeten az ele alınan bir başlığının cisim teorisi açısından irdelenmeye ve Gazzâlî’nin bu eseri kaleme almasındaki nihai hedefleri tespitine gayret edilecektir.
----
The remarks of peripatetic philosophers have been rigorously criticized under twenty titles in al-Ghazālī’s book called Tahāfut al-Falāsifa, which is one of the important texts in the history of Islamic philosophy. Some of these criticisms are related to the claim that the remarks of the falâsife pose a problem in terms of religion. However, the criticisms in some of the titles here are based on a different reason: Not being able to sufficiently prove the alleged view. One of these titles is about whether God is a body or not. With this title, al- Ghazālī makes an assertive statement and claims that the philosophers are incapable of even proving that God is not a body. It is interesting why the view that "God is not a body", which was clearly expressed by later thinkers as not contrary to the Shari'ah, was criticized. It seems that al-Ghazālī aimed to reveal the ways in which the philosophers' claims of certainty are open to questioning even on a subject that is understandable to everyone. Thus, he must have purposed to show that the claim of certainty of the philosophers, which he drew attention to on various occasions in his different books, was not based on solid foundations. However, it is seen that many thinkers within the tradition of Tahāfut seriously criticize his stance on this topic. al-Qarabāghī very clearly criticizes the criticism of such views of philosophers, which are not contrary to the Shari'ah, and finds this attitude unnecessary. In this study, the foundations of al-Ghazālī’s claims on this subject are revealed, and the approaches of Muḥyī al-Dīn al-Qarabāghī, one of the later Tahāfut writers, on this subject are evaluated. Thus, it is aimed to examine a relatively less discussed title of Tahāfut in terms of body theory and to contribute to the discussion about what the general purpose of the work is.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022
Cismin hakikatine dair tartışma, İslam düşünce tarihinde pek çok meseleyi doğrudan ya da dolaylı ... more Cismin hakikatine dair tartışma, İslam düşünce tarihinde pek çok meseleyi doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren bir problematik olarak varlığını sürdüregelmiştir. Bu sebeple metafizikte ve tabiat felsefesinde cismin tanımı ile birlikte cismin hakikatine dair tartışmalara da geniş yer verilmiştir. Bu tartışmalar çerçevesinde ortaya çıkan farklı görüş ve değerlendirmeler ise konunun ele alındığı çeşitli eserlerde tasnife tabi tutulmuştur. Böylece cismin hakikatine dair farklı anlayışlar ve bunların temsilcileri ile ilgili açık bir şemanın ortaya çıkması amaçlanmıştır.
Kemalpaşazâde de kimi yazma nüshalarda “Cismin Hakikatine Dair Risâle: Risâle fî tahkîki hakîkati’l-cism”, bazılarında ise “Tafra Risâlesi: Risâletü’t-tafra” olarak adlandırılan bir eser ile bu tartışmalara katkıda bulunmuştur. Risâlenin hemen başında önceki müelliflerin yaptığı gibi cismin hakikatine dair görüşlerin bir tasnifi verilmiş, ardından risâlenin adından da tahmin edileceği üzere Nazzâm’a aftedilen görüş ve bununla bağlantılı olarak tafra teorisi ele alınmıştır. İbn Sînâ’nın el-İşârât adlı eseri üzerine yazılan çalışmaların oluşturduğu geleneğin bir parçası olan bu risâlede Kutbuddin er-Râzî’nin el-Muhâkemât adlı eserindeki değerlendirmeleri yönlendirici olmuştur. Burada dikkat çekici olan husus, o dönemde hakim bir görüş veya temsilcisi bulunan bir teori olmamasına karşın tafra görüşünün müstakil bir çalışmaya konu edilmesidir. Zira tarihsel süreçte cismin hakikatine dair madde-sûret, arazcılık, çeşitli versiyonlarıyla atomculuk gibi çok farklı teoriler ortaya atılmış olsa da Ebü’l-Huzeyl el-Allâf’a atfedilen atomcu teori kelâmcılarca, Aristotelesci hilomorfik teori ise felâsife nezdinde kabul görmüş ve bu ikisi başat teoriler olarak mücadele halinde olmuşlardır. Nazzâm’ın cisim görüşü ve buna bağlı olarak ortaya attığı tafra teorisi ise her ne kadar tabii cismin yapısına dair tasniflerde yer almış olsa da aslında elenmiş bir teori olup güncelliğini yitirmiştir. Buna rağmen Kemalpaşazâde’nin Nazzâm’ı ve tafra teorisini neden gündemine aldığı ise ancak dikkatli bir inceleme neticesinde anlaşılabilmektedir. Sanılanın aksine, Kemalpaşazâde’nin Nazzâm’ı ve onun cismin hakikatine dair görüşlerini savunmak ya da reddetmek amacıyla gündemine aldığını söylemek zordur. Bunun yerine o, Kutbuddin er-Râzî’nin yorum ve değerlendirmelerini tartışmayı tercih eder. Onun bu tartışmada Râzî’ye karşı ileri derecede eleştirel tutumu da ayrıca dikkat çekicidir. Bu eleştirel tutumu, risalenin yazılış amacını ve nihai gayesini ortaya koyan bir gösterge olarak okumak mümkündür.
Bu çalışmada Kemalpaşazâde’nin risalesi, el-İşârât geleneğinin bir parçası olarak ele alınmıştır. İlk kısımda Kemalpaşazâde’yi böylesi bir risâle kaleme almaya götüren muhtemel sebepler dahil olmak üzere, kapsamlı bir içerik analizi sunulmuştur. Yine risalede Kutbuddin er-Râzî’nin yorumları çerçevesinde tartışılan Nazzâm’ın cisim anlayışı ile ilgili bir değerlendirmeye yer verilmiştir. Ayrıca risalenin kaynakları ve risale üzerine yapılan çalışmalara da işaret edilmiştir. Çalışmanın kalan iki kısmında ise önce risalenin tahkikli metnine ardından da Türkçe çevirisine yer verilmiştir.
------
The debate about the reality of the body (al-jism) has continued to exist as a problematic that directly or indirectly concerns many issues in the history of Islamic thought. For this reason, in metaphysics and natural philosophy, along with the definition of the body, the discussions on the reality of the body have been given wide coverage. The different views and evaluations that emerged within the framework of these discussions were classified in various works on that subject. Thus, it is aimed to reveal a clear scheme about different understandings of the truth of the body and their representatives.
Kemālpas̲h̲azāde also contributed to these discussions with a work called "Treatise on the Truth of Body" in some manuscript copies and " Ṭafra Treatise" in others. Just at the beginning of the treatise, after giving a classification of the views on the reality of the body, as the previous authors did, as can be guesses from the name of the treatiase, the view attributed to Abū Isḥāq al-Naẓẓām and the theory of ṭafra were discussed. In this treatise, which is a part of the tradition formed by the studies written on Ibn Sīnā's work al-Is̲h̲ārāt, the evaluations of Quṭb al-Dīn al-Rāzī 's al-Muḥākamat have
been guiding. The remarkable point here is that the theory of ṭafra was the subject of an independent treatise, although there was no dominant or representative theory at that time. Because although very different theories such as hylomorphism, accidentalism, atomism with its various versions have been put forward in the historical process, the atomist theory attributed to Abu’l-Hud̲h̲ayl al-ʿAllāf has been accepted by Muslim theologians (mutakallimūn) and the Aristotelian theory of hylomorphic theory has
been represented by philosophers (falāsifa), and these two theories have been in conflict as dominant theories. Naẓẓām’s view of body and the theory of ṭafra, ehich he put forward accordingly, although it has been included in the classifications of the structıre of the natural body, is actually eliminated
theory and has lost in currency. Despite this, the reason why Kemālpas̲h̲azāde put Naẓẓām and the theory of ṭafra into his agenda can only be understood after a careful examination. Contrary to popular
belief, it is difficult to say that Kemālpas̲h̲azāde put al-Naẓẓām and his views on the truth of the body on his agenda to defend or reject it. Instead, he prefers to discuss Quṭb al-Dīn al-Rāzī's interpretations and evaluations. His highly critical attitude towards al-Rāzī 's in this discussion is also remarkable. It is possible to read this critical attitude as an indicator that reveals the ultimate purpose of the treatise.
In this study, Kemālpas̲h̲azāde's treatise has been handled as a part of the al-Is̲h̲ārāt tradition. In the first part, a comprehensive content analysis is presented, including the possible reasons that led Kemālpas̲h̲azāde to write such a treatise. Again, in the treatise, an evaluation about al-Naẓẓām's body
understanding, which was discussed within the framework of Quṭb al-Dīn al-Rāzī's comments, is included. In addition, the sources of the treatise and the studies on the treatise are also pointed out. In the remaining two parts of the study, first the authenticated text of the treatise and then its Turkish
translation are included.
Anemon: Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
İslâm düşünce tarihinde özellikle kelâmcılar ile felâsife arasındaki en önemli tartışma başlıklar... more İslâm düşünce tarihinde özellikle kelâmcılar ile felâsife arasındaki en önemli tartışma başlıklarından biri yaratmanın ezelîliği, başka bir ifade ile âlemin ezelîliği meselesidir. Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) Tehâfütü’l-felâsife’sin ilk mesele olarak ele alınan bu başlık, Mu‘tezilî kelâmcı İbnü’l-Melâhimî’nin (ö. 536/1141) Tuhfetü’l-mütekellimîn fi’r-red ‘ale’l-felâsife adlı eserinde de önemli başlıklardan birini teşkil eder. Filozofların reisi olarak gördüğü İbn Sînâ’yı (ö. 437/1038) hedef alan İbnü’l-Melâhimî, Gazzâlî’nin eleştirilerine kıyasla çok daha sert ve çok daha geniş kapsamlı eleştiriler yapmaktadır. Eserin ilk bölümünden itibaren hudûs kavramı, ilâhi zâtın tabiatı ve filozofların yaratma modeli olan sudûr sürecinin ilkleri ve işleyişi çerçevesinde değerlendirmeler yapar ve bu görüşlerin içerik analizine yer verilmektedir. Bu çalışmada İbnü’l-Melâhimî’nin çizdiği çerçeve ele alınacaktır.
--------------
One of the most important debates between theologians and philosophers in the history of Islamic thought is the eternity of creation, in other words, the issue of the eternity of the world. This problem, which is considered as the first title of al-Ghazālī's (d.505/1111) Tahāfut al-Falāsifa, is also one of the important titles in Mu'tazilite theologian Ibn al-Malāḥimī’s (d. 536/1141) Tuḥfat al-Mutakallimīn fī l-Radd ʿalā l-Falāsifa. Ibn al-Melâhimî, who targets Ibn Sīnā (d. 437/1038), whom he regards as the leader of philosophers, makes much harsher and broader criticisms compared to the criticisms of al-Ghazālī. In the Tuḥfat al-Mutakallimīn, Ibn al-Malāḥimī deals with the issues of the eternity of creation and eternity of the world, as well as evaluating the evidences of the philosophers on this issue and discussing their criticism of the theologians' the “evidence of the hudûs”. In this study, the framework drawn by Ibnü'l-Melâhimî will be discussed.
Tasavvur: Tekirdağ İlahiyat Dergisi, 2019
Ansiklopedik tarzda kaleme alınan eserler, yazıldıkları dönemindeki ilmi seviyeyi göstermek ve mu... more Ansiklopedik tarzda kaleme alınan eserler, yazıldıkları dönemindeki ilmi seviyeyi göstermek ve muhataplarının ihtiyaç duydukları pratik bilgileri bir araya getirmek bakımından büyük öneme sahiptir. Zira bu tür eserlerin, hem müellifin çeşitli ilim dallarına vukufiyetini ortaya koyma hem de eserden istifade edecek kesimlerin ihtiyaç duyduğu bilgi birikimini tespit etme noktasında kıymetli veri kaynakları oldukları aşikârdır. İslam dünyasında erken dönemde kaleme alınan bu türdeki eserlerden biri de müellifin tek eseri olarak günümüze gelmiş ve şöhreti ile müellifini geride bırakmış olan Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî’nin (ö. 387-997) Mefâtîhu’l-‘ulûm aslı eseridir. Bu çalışmada Hârizmî’nin bir bürokrat olarak kendi meslektaşlarının ihtiyaç duyduğu bilgileri bir araya getirdiği eserinde felsefeye ve felsefî ilimlere yaklaşımı incelenecektir. Çalışmanın planı, müellifin eserinde felsefeye ayırdığı bölüme başlıkları üzerinden düzenlenmiştir.
----------
The works written in an encyclopedic style are of great importance in terms of showing the scientific level of the period they were written and bringing together the practical information needed by their interlocutors. It is obvious that these kinds of works are valuable data sources both in terms of revealing the author's knowledge of various branches of science and in determining the accumulation of knowledge needed by the beneficiaries. One of these works written in the early period in the Islamic world is the original work of Mohammad b. Ahmad al-Khwarizmî (d. 387-997), who came to our day as the only work of the author and left behind his fame and author. In this study, the approach of Khwarizmî to philosophy and philosophical sciences will be examined in his work which brings together the information needed by his colleagues as a bureaucrat. The plan of the study is based on the titles of the chapter that the author devotes to philosophy in his work.
Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (BÜSBED), 2019
Tarih yazıcılığı, diğer alanlarda olduğu gibi bilim tarihi sahasında da önem arz etmektedir. Tari... more Tarih yazıcılığı, diğer alanlarda olduğu gibi bilim tarihi sahasında da önem arz etmektedir. Tarih boyunca ortaya çıkan farklı medeniyetlerin farklı bilim dalları ortaya koyduklarını tespit etme gayesi güden bilim tarihi çalışmalarında kimi zaman tarihin belli bir perspektifle inşa edildiği ve bu sebeple bilim tarihine çok önemli katkıları olan medeniyetlerin birer kayıp halka olarak ihmal edildikleri görülür. Bunun en bariz örneği olarak İslam medeniyeti içerisinde ortaya konulan ilmî ve bilimsel başarıların yok sayılması gösterilebilir. Kendisini İslam medeniyetinin farklı bilim dallarındaki başarılarını gün yüzüne çıkarılmasına adayan Fuat Sezgin'in çalışmaları Müslümanların bu alandaki katkılarının tespit ve takdimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada Sezgin'in "İslam'da Bilim ve Teknik" adıyla Türkçeye çevrilen çalışmasında astronomiye ayırdığı ikinci cildi çerçevesinde rasathaneleri özelde ise Meraga rasathanesini nasıl ele aldığı; başvuru kaynakları, temel kaygı ve vurguları ortaya konulmaya çalışılacaktır.
--------
The works written in an encyclopedic style are of great importance in terms of showing the scientific level of the period they were written and bringing together the practical information needed by their interlocutors. It is obvious that these kinds of works are valuable data sources both in terms of revealing the author's knowledge of various branches of science and in determining the accumulation of knowledge needed by the beneficiaries. One of these works written in the early period in the Islamic world is the original work of Mohammad b. Ahmad al-Khwarizmî (d. 387-997), who came to our
day as the only work of the author and left behind his fame and author. In this study, the approach of Khwarizmî to philosophy and philosophical sciences will be examined in his work which brings together the information needed by his colleagues as a bureaucrat. The plan of the study is based on the titles of the chapter that the author devotes to philosophy in his work.
Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (BÜİFD), 2015
13.yy’ın ikinci yarısında yaşamış olan müelliflerden Şemsüddin Semerkandî (ö.722/1322), başta man... more 13.yy’ın ikinci yarısında yaşamış olan müelliflerden Şemsüddin Semerkandî (ö.722/1322), başta mantık ve kelam olmak üzere pek çok sahada eser telif etmiştir. Onun felsefi eserlerinden biri de İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-Tenbîhât adlı eserine yazdığı şerhtir. Beşârâtü’l-İşârât adlı bu şerh, el-İşârât’ın diğer şerhleri kadar şöhret bulmamış olsa da Semerkandî’nin felsefi meselelere yaklaşımını ve İbn Sînâ yorumunu ortaya koyması bakımından önemlidir. Bu çalışmada müellifin hayatı ve eserleri üzerinde durulacak, ardından Beşârât’ın bir şerh olarak özellikleri incelenecektir.
Shams al-Din Samarqandî who lived in the second part of 13th century, has many Works in different fields, in particular including logic and kalâm. One of his philosophical Works is a commentary on İbn Sînâ’s book al-Ishârât wa’t-Tanbîhât. This commentary that named Basharât al-Ishârât has not found fame as other commentary of al-Isharât, yet it is important because of revealing Samarkandî’s approach to philosophical issues and exhibiting his interpretation of İbn Sînâ. In this study we will focus on the autor’s life and Works, and then will examine features of Bashârât as a commentary.
Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (BÜİFD), 2019
Kelâmcılar ile felâsifenin birbirinden büyük oranda ayrı perspektif ve kavramlar kullanarak farkl... more Kelâmcılar ile felâsifenin birbirinden büyük oranda ayrı perspektif ve kavramlar kullanarak farklı açıklama getirdikleri konulardan biri de âlemin nasıl yaratıldığı meselesidir. Özellikle Eş‘arî kelâmcılar, hususen de Gazzâlî’nin reaksiyonuyla bu konu, İslâm düşünce tarihinde bu iki ekolün bakış açılarını yansıtan bir mesele olarak tartışılagelmiştir. Gazzâlî’nin, Tehâfütü’l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eserinde ilk mesele olan âlemin ezelîliği konusu Osmanlı döneminde kaleme alınan ve genel olarak Tehâfüt olarak adlandırılan eserlerde de değerlendirilmiştir. Bu dönemde Hocazâde Muslihuddin Efendi’nin Gazzâlî’nin eleştirilerini değerlendiren çalışması üzerine ondan yaklaşık bir asır sonra haşiye ve ta‘lîkât türünden iki eser kaleme alınmıştır. Bu çalışmada Muhyiddîn el-Karabâğî’nin Hocazâde’nin çalışmasına yazdığı talikte âlemin ezelîliği tartışmalarını nasıl değerlendirdiği üzerinde durulacak ve bu tartışmalara yaptığı katkılar tespit edilmeye çalışılacaktır.
The issue of how the world is created is one of the issues that Muslim theologians (mutakallimūn) and philosophers (falāsifa) provide different explanations by using different perspectives and concepts. In the history of Islamic thought, especially with the reaction of Ash’arite theologians, in particular al-Ghazālī, this subject has been discussed as a issue that reflects divergent perspectives of these two schools. The issue of the eternity of the world, which is the first issue in al-Ghazzālī’s Tahāfut al-falāsifah (The Incoherence of the Philosophers), was also evaluated in the works called Tahāfut in the Ottoman period. During this period, after Khojazāda’s work evaluating the criticisms of al-Ghazzālī, two works of super-commentary and taliqāt was written about a century later. In this study, it will be emphasized how Muḥyī al-Dīn al-Qarabāghī evaluates the debates of the realm of the world in the taliqāt written on Khojazāda’s work and his contributions to these discussions will be evaluated.
Kitap / Books by Mehmet Sami BAGA
Kemalpaşazâde: Felsefe-Din-Edebiyat Araştırmaları, ed. M. Demirkol ve diğ., Ankara: Fecr Yayınları., 2022
İSAM Yayınları, 2020
Varlığı ve ilkeleri metafizikte, harekete ve sükûna konu olması bakımından ise tabiat felsefesind... more Varlığı ve ilkeleri metafizikte, harekete ve sükûna konu olması bakımından ise tabiat felsefesinde ele alınan cisim, klasik felsefenin önemli inceleme alanlarından birini teşkil eder. Dış dünyadaki somut nesnelerin izahı kadar bu nesnelerin varlığa gelişini ve dolayısıyla bir bütün olarak varlığın zorunlu varlıktan sudurunu da içerecek şekilde birçok başlığın açıklanması ve anlaşılmasında cisim teorisi, kritik önemi haizdir.
“İkinci Klasik Dönem” olarak da adlandırılan yüzyıllar içerisinde Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî (ö. 675/1277) tarafından kaleme alınan ve bir İbn Sînâcı felsefe klasiği olan Hikmetü’l-ayn, etrafında oluşan şerh-haşiye geleneği ile hem tedris faaliyetlerine konu olması hem de Fahreddin er-Râzî ve Nasîrüddîn-i Tûsî gibi düşünürlerin süzgecinden geçen felsefi düşüncenin izlerini takibe imkân vermesi açısından değerlidir. Eserin, müellifin bizzat talebeleri tarafından şerhedilmesi, sonraki yüzyıllarda çeşitli bölümlerine haşiyeler yazılması ve tartışılan bazı meselelerin müstakil risale çalışmalarına konu olması da oluşturduğu geniş etkiyi ortaya koymaktadır. Bu çalışmada Hikmetü’l-ayn geleneği çerçevesinde cismin tanımı, metafizik ilkeleri, varlığa gelişi ve tabiat felsefesinde incelendiği biçimiyle ilişenleri ele alınmaktadır.
Eyyûbîler'de İlim, Kültür ve Sanat; ed. Abdulhalim OFLAZ ve diğ., İstanbul: HiperYayın., 2020
Eyyubiler döneminde yaşamış olan Seyfeddin Âmidî (551/1156- 631/1233), çeşitli ilim dallarında es... more Eyyubiler döneminde yaşamış olan Seyfeddin Âmidî (551/1156- 631/1233), çeşitli ilim dallarında eserler vermiş çok yönlü bir düşünürdür. Her ne kadar Amidî, bir usulcü olarak bilinse de kelam ve felsefeye dair eserleri mevcuttur. Döneminin akli ilimler konusunda önemli şahsiyetlerinden biri olduğu çeşitli kaynaklarda zikredilmektedir. Yaşadığı dönemde kimi zaman şiddetlenen felsefe karşıtı düşüncelere rağmen Âmidî önemli felsefi eserler kaleme almıştır. Özellikle İbn Sînâ’cı bir yaklaşımla hareket eden Âmidî, kendi döneminde oldukça etkili olan Fahreddin er-Râzî’nin düşüncelerine çeşitli eleştiriler yöneltmiştir. Ancak onun felsefî eserlerinin modern çalışmalarda yeterli ilgiyi gördüğü söylenemez. Nitekim el-İşarât’a yazdığı Keşfü’t-temvîhât adlı eseri dışındaki iki önemli felsefi eseri, en-Nûru'l-bahîr ve Rumûzü'l-künuz henüz yazma halindedir. Bu sebeple Âmidî’nin felsefi görüşleri ele alınırken çoğunlukla onun Keşfü’t-temvîhât adlı eserindeki fikirleri esas alınmaktadır.
Bu çalışmada Âmidî’nin büyük çoğunluğu mantık, cedel ve tabiat felsefesine ayrılmış, orta boy (118 varak) felsefi bir eseri olan Rumûzü'l-künuz ele alınacaktır. Türkiye kütüphanelerindeki bilinen tek nüshası (Nuruosmaniye, 2688) üzerinden eserin planı ve içeriği hakkında bilgi verilmiştir. Böylece Âmidî’nin felsefi görüşleri üzerine yapılan çalışmalarda genellikle ihmal edilen bir eseri, araştırmacıların dikkatine sunulmuş olacaktır.
İslam Düşüncesinde Eleştiri Kültürü ve Tahammül Ahlâkı, 2019
İbn Haldûn üzerine özellikle son yüzyılda yapılan çalışmalarda hem nicelik hem de nitelik bakımın... more İbn Haldûn üzerine özellikle son yüzyılda yapılan çalışmalarda hem nicelik hem de nitelik bakımından bir artış söz konusudur. Düşünürün yeni bir ilim olarak vaz ettiği “umran ilmi” ile birlikte onun diğer ilimleri kendi düşünce sistemi içerisinden nasıl konumlandırdığı da önemsenmiştir. Bu çerçevede İbn Haldûn’un aklî ilimlere, özel-de ise felsefeye nasıl yaklaştığı çeşitli incelemelere konu olmuştur. İbn Haldûn’un felsefe ile ilgili olumsuz kanaat-leri bilinmekle birlikte onu bu olumsuz kanaate götüren düşünsel arka planın ne olduğu da önemlidir. Bununla birlikte onun söz konusu ifadelerinin kategorik bir karşıtlık olarak mı anlaşılması gerektiği yoksa bir eleştiriye mi tekabül ettiği, şayet bir eleştiri ise bunun sistem içi bir eleştiri şeklinde mi anlaşılması gerektiği yoksa belli bir felse-fe yapma tarzının eleştirisi mi olduğu tespit edilmelidir. Bu çalışmada İbn Haldûn’un felsefeye bakışı ve eleştirişi bağlamında, daha önce yapılan çalışmalar da dikkate alınarak, onun olumsuz kanaatlerinin ne türden bir eleştiri olduğu hususu netleştirilmeye çalışılacaktır. Yine onu bu olumsuz kanaate götüren amaçlar, kaygılar ve akıl yü-rütmesinin dayandığı unsurlar tespit edilmeye çalışılacaktır.
There has been an increase in both quality and quantity in Ibn Khaldun studies especially in the last century. Bedide of the discipline of “umran”, which the thinker considered as a new science, It is considered that how the other philosophical disciplines positioned within his thought system. In this context, Ibn Khaldun's approach to intellectual sciences and in particular to philosophy was the subject of various investigations. Although the negative convictions of Ibn KHaldûn about philosophy are known, it is important that the intellectual background which leads to this negative opinion. However, it should be determined whether his statements in question should be understood as a categorical opposition or if it is a criticism, if this is a critique of whether it should be understood as an internal criticism or a criticism of a certain way of philosophy. In this paper, we will try to clarify what kind of criticism his negative convictions have been taking into consideration in the context of Ibn Khaldun's view and criticism about philosophy. Again, the reasons, concerns and reasoning that led to this negative opinion will tried to be determined.
Keşf-i Kadîmden Vaz’-ı Cedîde İslâm Bilim Tarihi ve Felsefesi, 2019
Modern astronomi çalışmalarının popüler yönlerinden birini de dünya dışında yaşama elverişli yerl... more Modern astronomi çalışmalarının popüler yönlerinden birini de dünya dışında yaşama elverişli yerler bulmaya yönelik araştırmalar oluşturmaktadır. Canlılık ile özdeşleştirilen ve yaşam kaynağı olarak kabul edilen su, bu araştırmalarda izi sürülen temel öğeyi teşkil etmektedir. Mars, klasik dönemdeki adıyla Merih, bu çalışmaların yoğunlaştığı yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Antik ve ortaçağ felsefesinde gök cisimlerine yüklenen anlam elbette modern dönemdekinden oldukça farklıdır. Aristoteles’in evreni ay-altı ve ay-üstü şeklinde fiziksel olarak ikiye böldüğü kozmolojik anlayışı ve Yeni Eflatuncu sudur teorisi Müslüman Meşşâî filozoflarca da devam ettirilmiştir. Modern dönem ile olan yaklaşım ve anlamlandırma farklılığının yanı sıra gök cisimlerinin yapısı ve nitelikleri Meşşâî filozofların gündemini meşgul etmiştir. Bu çerçevede suya işaret etmek üzere gök cisimlerinin ıslak ya da kuru olup olmadıkları da tartışılmıştır. Bu çalışma, İbn Sînâ sonrası dönemin klasik felsefi eserlerinden biri olan Necmeddin el-Kâtibî’nin (ö. 675/1276) Hikmetü’l-‘ayn adlı eserinde meselenin nasıl ele aldığını ve onun çizdiği çerçeveye eserin şârihlerinin yaklaşımını sunmayı ve değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Böylece güncel bir tartışmanın tarihi arka planına işaret edilerek bu meselenin tarihi süreklilik yönü vurgulanacaktır.
One of the popular aspects of modern astronomical studies is research to find suitable places to live outside the world. The water identified with vitality and considered as the source of life constitutes the main element in these researches. These studies mostly focused on Mars, its called Merih in the classical period. In ancient and medieval philosophy, the meaning imposed on celestial bodies is, of course, quite different from that of modern times. The cosmological conception of Aristotle divided the universe physically into the sub-moon and the moon-over, and the new Plato-Plato theory was continued by Muslim Meşşâî. In addition to the difference of approach and interpretation with the modern period, the structure and qua-lities of the celestial bodies occupied the agenda of the Chechen philosophers. In this context, it was also discussed whether the celestial bodies were wet or dry to indicate water.
Kitap Kritiği / Book Reviews by Mehmet Sami BAGA
Usûl: İslam Araştırmaları, 2004
Dimitri Gutas, Yunanca Düşünce, Arapça Kültür: Bağdat’ta Yunanca-Arapça Çeviri Hareketi ve Erken ... more Dimitri Gutas, Yunanca Düşünce, Arapça Kültür: Bağdat’ta Yunanca-Arapça Çeviri Hareketi ve Erken Abbasi Toplumu, Çev. Lütfü Şimşek, İstanbul: Kitap Yayınları, 2003, 240 sayfa.
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (SAÜİFD), 2005
M. Cüneyt Kaya'nın derleyip "İbn Sina'nın Mirası" adıyla tercüme ettiği Dimitri Gutas'ın makalele... more M. Cüneyt Kaya'nın derleyip "İbn Sina'nın Mirası" adıyla tercüme ettiği Dimitri Gutas'ın makalelerinden oluşan kitaba ait tanıtım yazısıdır.
Dimitri Gutas, İbn Sinâ’nın Mirası, der. ve tr. M.Cüneyt Kaya, İstanbul: Klasik Yayınları, 2004, XXIV+214 sayfa
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (SAÜİFD), 2005
Ahmet Kayacık tarafından kaleme alınan ve Bağdat Okulu'nun İslam mantık tarihindeki yerini elen a... more Ahmet Kayacık tarafından kaleme alınan ve Bağdat Okulu'nun İslam mantık tarihindeki yerini elen alan çalışmanın kritiğidir.
Ahmet Kayacık, Bağdat Okulu ve İslam Düşüncesindeki Yeri, İstanbul: Üniversite Kitabevi, 2004, 142 sayfa
Çeviri / Translations by Mehmet Sami BAGA
Din Felsefesi Açısından Meşşâî Gelen-ek-i: Çağdaş ve Klasik Metinler Seçkisi IV (Der. Recep ALPYAĞIL), 2019
İsbât-ı Vâcib Gelen-ek-i'nin bir modeli olan İbn Sînâ'nın el-İşârât'ının IV. namatının Şemsüddin ... more İsbât-ı Vâcib Gelen-ek-i'nin bir modeli olan İbn Sînâ'nın el-İşârât'ının IV. namatının Şemsüddin Semerkandi tarafından yapılan şerhinin çevirisidir.
Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (BÜİFD), 2016
Arapçadan çevirisi sunulan bu metin, Fahreddîn er-Râzî’nin el-Metâlibü'l-Âliye mine'l-‘İlmi'l-İlâ... more Arapçadan çevirisi sunulan bu metin, Fahreddîn er-Râzî’nin el-Metâlibü'l-Âliye mine'l-‘İlmi'l-İlâhî (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā, Beyrut, Dârü'l-Kitâbi'l-Arabî, 1407/1987) isimli eserinin “Heyûlâ” başlıklı altıncı kitabının “el-Kelâm fi’l-heyûle’l-ûlâ ve fî tefârî’ihâ” adlı IV. makalesidir (VI/198-214).
Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (BÜİFD), 2016
The relation between form and matter...
"Homology argument" analyzed by Olga Lizzini on Ibn Sina'... more The relation between form and matter...
"Homology argument" analyzed by Olga Lizzini on Ibn Sina's Kitab al-Shifa, Ilahiyat II.4
Tezler / Dissertation by Mehmet Sami BAGA
Cisim başlığı farklı açılardan çeşitli disiplinlerin konusu olabilir. Sözcüğün ifade ettiği anlam... more Cisim başlığı farklı açılardan çeşitli disiplinlerin konusu olabilir. Sözcüğün ifade ettiği anlamların oluşturduğu küme semantik bir incelemenin konusu iken cismin ilkelerinin tespiti ve ispatı metafizik bir incelemeyi gerektirir. Yine mümkün bir mahiyet olarak cismin nasıl varlık kazandığı ve bu süreci yönlendiren ilkelerin neler olduğu, “bir”likten (Zorunlu Varlık) çokluğun nasıl meydana geldiği sorusu etrafında metafizikten tabiat felsefesine uzanan bir dizi soruşturmayı gerektirir. Ayrıca cisim, harekete konu olması bakımından da tabiat felsefesinde incelenir.
13. yüzyılda telif edilen muhtasar bir felsefe klasiği olan Hikmetü’l-‘ayn, üzerine yazılan şerh ve haşiyelerle felsefî bir gelenek oluşturmuştur. Eserin müellifi Necmeddin el-Kâtibî (ö. 675/1276), İbn Sînâcı felsefenin Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) süzgecinden geçmiş yeni bir merhalesini temsil eder. Onun bu eseri hem içerik hem de üslup bakımından Râzî’nin izlerini taşır. Kâtibî’nin talebeleri İbnü’l- Mutahhar el-Hillî (ö. 726/1325) ve Kutbüddin Şîrâzî’nin (ö. 710/1311) yanı sıra Muhammed b. Mübârekşâh el-Buhârî (ö. 784/1382’den sonra) eserin önemli şârihleri arasında sayılırken, Seyyid Şerif Cürcânî (ö. 816/1413) ise kuşkusuz en önemli muhaşşî olarak görülür.
Bu çalışmada cismin sözcük anlamından başlayarak onun metafizik ilkeleri, varlığa gelişi ve ilişenleri Hikmetü’l-‘ayn ve şerhleri çerçevesinde incelenmiştir. Bu incelemede cisimle ilgili hangi problemlerin devralındığı tespit edilerek bunların nasıl tartışıldığı, ne tür değişim ve dönüşümler geçirerek nereye doğru evrildiği takip edilmiştir.
Body has been the subject of many philosophical inquiries from a variety of perspectives. While the set of meanings that define a body is usually studied in semantic analysis, identifying and demonstrating its principles require a philosophical- metaphysical investigation. Also, around the question of how the multiplicity is generated from unity (necessary being), as a contingent quiddity, how first body is emerged and what is the main principle provides this emergence require a series of philosophical investigations spanning over metaphysic and natural philosophy. In addition that, the examination of body in terms of being the subject of motion pertains to the natural philosophy.
Ḥikmat al-‘ayn, a handbook of classical philosophy written in the thirteenth century, has been a subject of numerous commentaries and glosses and thus, formed a tradition with that. The author of the work, Najm al-Dīn al-Kātibī (d. 675/1276), represents a new phase in Avicennian philosophy initiated by Fakhr al-Dīn al-Rāzī (d. 606/1210). Kātibī’s work, in its style and content bears the traces of Rāzī's influence. His students Ibn al-Muṭahhar al-Ḥillī (d. 726/1325) and Quṭb al-Dīn al-Shirāzī (d. 710/1311), as well as Muhammad bin Mubārak Shāh al-Bukhārī (d. after 784/1382) are considered to be the most important commentators of the work, whereas Sayyid al-Sharīf al-Jurjānī (d. 816/1413) is deemed to be its most important supercommentator.
In the context of Ḥikmat al-‘ayn and its commentaries, this study explores a range of topics including the literal meaning of a body, its metaphysical principles, its coming into being, its essential and accidental properties. It also investigates the issues related to the concept of body that were received by the authors in the Ḥikmat al-‘ayn
iv
tradition, and traces the direction towards which those issues were later evolved as a result of a subsequent commentarial tradition.
Uploads
Makale / Articles by Mehmet Sami BAGA
gerekse de Batı dünyasında ortaya çıkan “yeni” düşünce akımlarıyla ilişkisi henüz sağlam bir zeminde ele alınıp incelenememiştir. Özellikle Batıda meydana gelen gelişmelerle Osmanlı âliminin kurduğu ya da kuramadığı irtibat çeşitli ön yargılı ve yüzeysel değerlendirmelerle ele alınmaktadır. Bu hususun anlamlı bir zeminde tartışılmasına katkı sağlayacak kritik noktalardan biri de Lale Devrinde kurulan tercüme heyetinin bir üyesi olarak Yanyalı Esad Efendi‟nin Ioannis Kuttinius‟un Aristoteles‟in Fizika‟sını kısmen şerh ve kısmen de özetlediği eserini et-Taʿlîmü‟s-sâlis adıyla Arapçaya tercüme ve şerh etmesidir. Bu çalışmada, Batıda yeni fizik anlayışının yaygınlaşmaya başladığı düşünülen bir dönemde çevirmek için neden Aristoteles fiziğine dair bu eserin seçildiği, çevirinin salt bir aktarımdan öte yeni bir yorum içerip içermediği gibi hususlar çerçevesinde, eserin İbn Rüşdcü yorumları öne çıkaran bazı tespitler paylaşılacaktır. Modern literatürdeki bazı okumaların eleştirisini de içeren bu tespitler, büyük oranda eserin mukaddimesi üzerinden yapılacaktır.
---
Both the continuity of the history of Ottoman thought with Islamic thought and its relationship with the "new" movements of thought that emerged in the Western world have not yet been analyzed on a solid ground. In particular, the connection that Ottoman scholars established or failed to establish with the developments in the Western has been handled with various biased and superficial evaluations. One of the critical points that will contribute to a meaningful discussion of this issue is the translation and commentary of Ioannes Cottunius' partial commentary and partial summarization of Aristotle's Physics into Arabic under the title al-Taʿlīm al-s̱ālis̱ by Asʿad al-Yānyawī as a member of the translation committee that established in the Tulip Period. In this study I will share some observations on why this work on Aristotle's physics was chosen for translation at a time when the new understanding of physics was thought to have become widespread in Europe, and whether the translation contains a new interpretation beyond a mere transmission. These determinations, which also include the criticism of some readings in the modern literature, will be largely based on the introduction (muqaddima) of the manuscript.
----
The remarks of peripatetic philosophers have been rigorously criticized under twenty titles in al-Ghazālī’s book called Tahāfut al-Falāsifa, which is one of the important texts in the history of Islamic philosophy. Some of these criticisms are related to the claim that the remarks of the falâsife pose a problem in terms of religion. However, the criticisms in some of the titles here are based on a different reason: Not being able to sufficiently prove the alleged view. One of these titles is about whether God is a body or not. With this title, al- Ghazālī makes an assertive statement and claims that the philosophers are incapable of even proving that God is not a body. It is interesting why the view that "God is not a body", which was clearly expressed by later thinkers as not contrary to the Shari'ah, was criticized. It seems that al-Ghazālī aimed to reveal the ways in which the philosophers' claims of certainty are open to questioning even on a subject that is understandable to everyone. Thus, he must have purposed to show that the claim of certainty of the philosophers, which he drew attention to on various occasions in his different books, was not based on solid foundations. However, it is seen that many thinkers within the tradition of Tahāfut seriously criticize his stance on this topic. al-Qarabāghī very clearly criticizes the criticism of such views of philosophers, which are not contrary to the Shari'ah, and finds this attitude unnecessary. In this study, the foundations of al-Ghazālī’s claims on this subject are revealed, and the approaches of Muḥyī al-Dīn al-Qarabāghī, one of the later Tahāfut writers, on this subject are evaluated. Thus, it is aimed to examine a relatively less discussed title of Tahāfut in terms of body theory and to contribute to the discussion about what the general purpose of the work is.
Kemalpaşazâde de kimi yazma nüshalarda “Cismin Hakikatine Dair Risâle: Risâle fî tahkîki hakîkati’l-cism”, bazılarında ise “Tafra Risâlesi: Risâletü’t-tafra” olarak adlandırılan bir eser ile bu tartışmalara katkıda bulunmuştur. Risâlenin hemen başında önceki müelliflerin yaptığı gibi cismin hakikatine dair görüşlerin bir tasnifi verilmiş, ardından risâlenin adından da tahmin edileceği üzere Nazzâm’a aftedilen görüş ve bununla bağlantılı olarak tafra teorisi ele alınmıştır. İbn Sînâ’nın el-İşârât adlı eseri üzerine yazılan çalışmaların oluşturduğu geleneğin bir parçası olan bu risâlede Kutbuddin er-Râzî’nin el-Muhâkemât adlı eserindeki değerlendirmeleri yönlendirici olmuştur. Burada dikkat çekici olan husus, o dönemde hakim bir görüş veya temsilcisi bulunan bir teori olmamasına karşın tafra görüşünün müstakil bir çalışmaya konu edilmesidir. Zira tarihsel süreçte cismin hakikatine dair madde-sûret, arazcılık, çeşitli versiyonlarıyla atomculuk gibi çok farklı teoriler ortaya atılmış olsa da Ebü’l-Huzeyl el-Allâf’a atfedilen atomcu teori kelâmcılarca, Aristotelesci hilomorfik teori ise felâsife nezdinde kabul görmüş ve bu ikisi başat teoriler olarak mücadele halinde olmuşlardır. Nazzâm’ın cisim görüşü ve buna bağlı olarak ortaya attığı tafra teorisi ise her ne kadar tabii cismin yapısına dair tasniflerde yer almış olsa da aslında elenmiş bir teori olup güncelliğini yitirmiştir. Buna rağmen Kemalpaşazâde’nin Nazzâm’ı ve tafra teorisini neden gündemine aldığı ise ancak dikkatli bir inceleme neticesinde anlaşılabilmektedir. Sanılanın aksine, Kemalpaşazâde’nin Nazzâm’ı ve onun cismin hakikatine dair görüşlerini savunmak ya da reddetmek amacıyla gündemine aldığını söylemek zordur. Bunun yerine o, Kutbuddin er-Râzî’nin yorum ve değerlendirmelerini tartışmayı tercih eder. Onun bu tartışmada Râzî’ye karşı ileri derecede eleştirel tutumu da ayrıca dikkat çekicidir. Bu eleştirel tutumu, risalenin yazılış amacını ve nihai gayesini ortaya koyan bir gösterge olarak okumak mümkündür.
Bu çalışmada Kemalpaşazâde’nin risalesi, el-İşârât geleneğinin bir parçası olarak ele alınmıştır. İlk kısımda Kemalpaşazâde’yi böylesi bir risâle kaleme almaya götüren muhtemel sebepler dahil olmak üzere, kapsamlı bir içerik analizi sunulmuştur. Yine risalede Kutbuddin er-Râzî’nin yorumları çerçevesinde tartışılan Nazzâm’ın cisim anlayışı ile ilgili bir değerlendirmeye yer verilmiştir. Ayrıca risalenin kaynakları ve risale üzerine yapılan çalışmalara da işaret edilmiştir. Çalışmanın kalan iki kısmında ise önce risalenin tahkikli metnine ardından da Türkçe çevirisine yer verilmiştir.
------
The debate about the reality of the body (al-jism) has continued to exist as a problematic that directly or indirectly concerns many issues in the history of Islamic thought. For this reason, in metaphysics and natural philosophy, along with the definition of the body, the discussions on the reality of the body have been given wide coverage. The different views and evaluations that emerged within the framework of these discussions were classified in various works on that subject. Thus, it is aimed to reveal a clear scheme about different understandings of the truth of the body and their representatives.
Kemālpas̲h̲azāde also contributed to these discussions with a work called "Treatise on the Truth of Body" in some manuscript copies and " Ṭafra Treatise" in others. Just at the beginning of the treatise, after giving a classification of the views on the reality of the body, as the previous authors did, as can be guesses from the name of the treatiase, the view attributed to Abū Isḥāq al-Naẓẓām and the theory of ṭafra were discussed. In this treatise, which is a part of the tradition formed by the studies written on Ibn Sīnā's work al-Is̲h̲ārāt, the evaluations of Quṭb al-Dīn al-Rāzī 's al-Muḥākamat have
been guiding. The remarkable point here is that the theory of ṭafra was the subject of an independent treatise, although there was no dominant or representative theory at that time. Because although very different theories such as hylomorphism, accidentalism, atomism with its various versions have been put forward in the historical process, the atomist theory attributed to Abu’l-Hud̲h̲ayl al-ʿAllāf has been accepted by Muslim theologians (mutakallimūn) and the Aristotelian theory of hylomorphic theory has
been represented by philosophers (falāsifa), and these two theories have been in conflict as dominant theories. Naẓẓām’s view of body and the theory of ṭafra, ehich he put forward accordingly, although it has been included in the classifications of the structıre of the natural body, is actually eliminated
theory and has lost in currency. Despite this, the reason why Kemālpas̲h̲azāde put Naẓẓām and the theory of ṭafra into his agenda can only be understood after a careful examination. Contrary to popular
belief, it is difficult to say that Kemālpas̲h̲azāde put al-Naẓẓām and his views on the truth of the body on his agenda to defend or reject it. Instead, he prefers to discuss Quṭb al-Dīn al-Rāzī's interpretations and evaluations. His highly critical attitude towards al-Rāzī 's in this discussion is also remarkable. It is possible to read this critical attitude as an indicator that reveals the ultimate purpose of the treatise.
In this study, Kemālpas̲h̲azāde's treatise has been handled as a part of the al-Is̲h̲ārāt tradition. In the first part, a comprehensive content analysis is presented, including the possible reasons that led Kemālpas̲h̲azāde to write such a treatise. Again, in the treatise, an evaluation about al-Naẓẓām's body
understanding, which was discussed within the framework of Quṭb al-Dīn al-Rāzī's comments, is included. In addition, the sources of the treatise and the studies on the treatise are also pointed out. In the remaining two parts of the study, first the authenticated text of the treatise and then its Turkish
translation are included.
--------------
One of the most important debates between theologians and philosophers in the history of Islamic thought is the eternity of creation, in other words, the issue of the eternity of the world. This problem, which is considered as the first title of al-Ghazālī's (d.505/1111) Tahāfut al-Falāsifa, is also one of the important titles in Mu'tazilite theologian Ibn al-Malāḥimī’s (d. 536/1141) Tuḥfat al-Mutakallimīn fī l-Radd ʿalā l-Falāsifa. Ibn al-Melâhimî, who targets Ibn Sīnā (d. 437/1038), whom he regards as the leader of philosophers, makes much harsher and broader criticisms compared to the criticisms of al-Ghazālī. In the Tuḥfat al-Mutakallimīn, Ibn al-Malāḥimī deals with the issues of the eternity of creation and eternity of the world, as well as evaluating the evidences of the philosophers on this issue and discussing their criticism of the theologians' the “evidence of the hudûs”. In this study, the framework drawn by Ibnü'l-Melâhimî will be discussed.
----------
The works written in an encyclopedic style are of great importance in terms of showing the scientific level of the period they were written and bringing together the practical information needed by their interlocutors. It is obvious that these kinds of works are valuable data sources both in terms of revealing the author's knowledge of various branches of science and in determining the accumulation of knowledge needed by the beneficiaries. One of these works written in the early period in the Islamic world is the original work of Mohammad b. Ahmad al-Khwarizmî (d. 387-997), who came to our day as the only work of the author and left behind his fame and author. In this study, the approach of Khwarizmî to philosophy and philosophical sciences will be examined in his work which brings together the information needed by his colleagues as a bureaucrat. The plan of the study is based on the titles of the chapter that the author devotes to philosophy in his work.
--------
The works written in an encyclopedic style are of great importance in terms of showing the scientific level of the period they were written and bringing together the practical information needed by their interlocutors. It is obvious that these kinds of works are valuable data sources both in terms of revealing the author's knowledge of various branches of science and in determining the accumulation of knowledge needed by the beneficiaries. One of these works written in the early period in the Islamic world is the original work of Mohammad b. Ahmad al-Khwarizmî (d. 387-997), who came to our
day as the only work of the author and left behind his fame and author. In this study, the approach of Khwarizmî to philosophy and philosophical sciences will be examined in his work which brings together the information needed by his colleagues as a bureaucrat. The plan of the study is based on the titles of the chapter that the author devotes to philosophy in his work.
Shams al-Din Samarqandî who lived in the second part of 13th century, has many Works in different fields, in particular including logic and kalâm. One of his philosophical Works is a commentary on İbn Sînâ’s book al-Ishârât wa’t-Tanbîhât. This commentary that named Basharât al-Ishârât has not found fame as other commentary of al-Isharât, yet it is important because of revealing Samarkandî’s approach to philosophical issues and exhibiting his interpretation of İbn Sînâ. In this study we will focus on the autor’s life and Works, and then will examine features of Bashârât as a commentary.
The issue of how the world is created is one of the issues that Muslim theologians (mutakallimūn) and philosophers (falāsifa) provide different explanations by using different perspectives and concepts. In the history of Islamic thought, especially with the reaction of Ash’arite theologians, in particular al-Ghazālī, this subject has been discussed as a issue that reflects divergent perspectives of these two schools. The issue of the eternity of the world, which is the first issue in al-Ghazzālī’s Tahāfut al-falāsifah (The Incoherence of the Philosophers), was also evaluated in the works called Tahāfut in the Ottoman period. During this period, after Khojazāda’s work evaluating the criticisms of al-Ghazzālī, two works of super-commentary and taliqāt was written about a century later. In this study, it will be emphasized how Muḥyī al-Dīn al-Qarabāghī evaluates the debates of the realm of the world in the taliqāt written on Khojazāda’s work and his contributions to these discussions will be evaluated.
Kitap / Books by Mehmet Sami BAGA
“İkinci Klasik Dönem” olarak da adlandırılan yüzyıllar içerisinde Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî (ö. 675/1277) tarafından kaleme alınan ve bir İbn Sînâcı felsefe klasiği olan Hikmetü’l-ayn, etrafında oluşan şerh-haşiye geleneği ile hem tedris faaliyetlerine konu olması hem de Fahreddin er-Râzî ve Nasîrüddîn-i Tûsî gibi düşünürlerin süzgecinden geçen felsefi düşüncenin izlerini takibe imkân vermesi açısından değerlidir. Eserin, müellifin bizzat talebeleri tarafından şerhedilmesi, sonraki yüzyıllarda çeşitli bölümlerine haşiyeler yazılması ve tartışılan bazı meselelerin müstakil risale çalışmalarına konu olması da oluşturduğu geniş etkiyi ortaya koymaktadır. Bu çalışmada Hikmetü’l-ayn geleneği çerçevesinde cismin tanımı, metafizik ilkeleri, varlığa gelişi ve tabiat felsefesinde incelendiği biçimiyle ilişenleri ele alınmaktadır.
Bu çalışmada Âmidî’nin büyük çoğunluğu mantık, cedel ve tabiat felsefesine ayrılmış, orta boy (118 varak) felsefi bir eseri olan Rumûzü'l-künuz ele alınacaktır. Türkiye kütüphanelerindeki bilinen tek nüshası (Nuruosmaniye, 2688) üzerinden eserin planı ve içeriği hakkında bilgi verilmiştir. Böylece Âmidî’nin felsefi görüşleri üzerine yapılan çalışmalarda genellikle ihmal edilen bir eseri, araştırmacıların dikkatine sunulmuş olacaktır.
There has been an increase in both quality and quantity in Ibn Khaldun studies especially in the last century. Bedide of the discipline of “umran”, which the thinker considered as a new science, It is considered that how the other philosophical disciplines positioned within his thought system. In this context, Ibn Khaldun's approach to intellectual sciences and in particular to philosophy was the subject of various investigations. Although the negative convictions of Ibn KHaldûn about philosophy are known, it is important that the intellectual background which leads to this negative opinion. However, it should be determined whether his statements in question should be understood as a categorical opposition or if it is a criticism, if this is a critique of whether it should be understood as an internal criticism or a criticism of a certain way of philosophy. In this paper, we will try to clarify what kind of criticism his negative convictions have been taking into consideration in the context of Ibn Khaldun's view and criticism about philosophy. Again, the reasons, concerns and reasoning that led to this negative opinion will tried to be determined.
One of the popular aspects of modern astronomical studies is research to find suitable places to live outside the world. The water identified with vitality and considered as the source of life constitutes the main element in these researches. These studies mostly focused on Mars, its called Merih in the classical period. In ancient and medieval philosophy, the meaning imposed on celestial bodies is, of course, quite different from that of modern times. The cosmological conception of Aristotle divided the universe physically into the sub-moon and the moon-over, and the new Plato-Plato theory was continued by Muslim Meşşâî. In addition to the difference of approach and interpretation with the modern period, the structure and qua-lities of the celestial bodies occupied the agenda of the Chechen philosophers. In this context, it was also discussed whether the celestial bodies were wet or dry to indicate water.
Kitap Kritiği / Book Reviews by Mehmet Sami BAGA
Dimitri Gutas, İbn Sinâ’nın Mirası, der. ve tr. M.Cüneyt Kaya, İstanbul: Klasik Yayınları, 2004, XXIV+214 sayfa
Ahmet Kayacık, Bağdat Okulu ve İslam Düşüncesindeki Yeri, İstanbul: Üniversite Kitabevi, 2004, 142 sayfa
Çeviri / Translations by Mehmet Sami BAGA
"Homology argument" analyzed by Olga Lizzini on Ibn Sina's Kitab al-Shifa, Ilahiyat II.4
Tezler / Dissertation by Mehmet Sami BAGA
13. yüzyılda telif edilen muhtasar bir felsefe klasiği olan Hikmetü’l-‘ayn, üzerine yazılan şerh ve haşiyelerle felsefî bir gelenek oluşturmuştur. Eserin müellifi Necmeddin el-Kâtibî (ö. 675/1276), İbn Sînâcı felsefenin Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) süzgecinden geçmiş yeni bir merhalesini temsil eder. Onun bu eseri hem içerik hem de üslup bakımından Râzî’nin izlerini taşır. Kâtibî’nin talebeleri İbnü’l- Mutahhar el-Hillî (ö. 726/1325) ve Kutbüddin Şîrâzî’nin (ö. 710/1311) yanı sıra Muhammed b. Mübârekşâh el-Buhârî (ö. 784/1382’den sonra) eserin önemli şârihleri arasında sayılırken, Seyyid Şerif Cürcânî (ö. 816/1413) ise kuşkusuz en önemli muhaşşî olarak görülür.
Bu çalışmada cismin sözcük anlamından başlayarak onun metafizik ilkeleri, varlığa gelişi ve ilişenleri Hikmetü’l-‘ayn ve şerhleri çerçevesinde incelenmiştir. Bu incelemede cisimle ilgili hangi problemlerin devralındığı tespit edilerek bunların nasıl tartışıldığı, ne tür değişim ve dönüşümler geçirerek nereye doğru evrildiği takip edilmiştir.
Body has been the subject of many philosophical inquiries from a variety of perspectives. While the set of meanings that define a body is usually studied in semantic analysis, identifying and demonstrating its principles require a philosophical- metaphysical investigation. Also, around the question of how the multiplicity is generated from unity (necessary being), as a contingent quiddity, how first body is emerged and what is the main principle provides this emergence require a series of philosophical investigations spanning over metaphysic and natural philosophy. In addition that, the examination of body in terms of being the subject of motion pertains to the natural philosophy.
Ḥikmat al-‘ayn, a handbook of classical philosophy written in the thirteenth century, has been a subject of numerous commentaries and glosses and thus, formed a tradition with that. The author of the work, Najm al-Dīn al-Kātibī (d. 675/1276), represents a new phase in Avicennian philosophy initiated by Fakhr al-Dīn al-Rāzī (d. 606/1210). Kātibī’s work, in its style and content bears the traces of Rāzī's influence. His students Ibn al-Muṭahhar al-Ḥillī (d. 726/1325) and Quṭb al-Dīn al-Shirāzī (d. 710/1311), as well as Muhammad bin Mubārak Shāh al-Bukhārī (d. after 784/1382) are considered to be the most important commentators of the work, whereas Sayyid al-Sharīf al-Jurjānī (d. 816/1413) is deemed to be its most important supercommentator.
In the context of Ḥikmat al-‘ayn and its commentaries, this study explores a range of topics including the literal meaning of a body, its metaphysical principles, its coming into being, its essential and accidental properties. It also investigates the issues related to the concept of body that were received by the authors in the Ḥikmat al-‘ayn
iv
tradition, and traces the direction towards which those issues were later evolved as a result of a subsequent commentarial tradition.
gerekse de Batı dünyasında ortaya çıkan “yeni” düşünce akımlarıyla ilişkisi henüz sağlam bir zeminde ele alınıp incelenememiştir. Özellikle Batıda meydana gelen gelişmelerle Osmanlı âliminin kurduğu ya da kuramadığı irtibat çeşitli ön yargılı ve yüzeysel değerlendirmelerle ele alınmaktadır. Bu hususun anlamlı bir zeminde tartışılmasına katkı sağlayacak kritik noktalardan biri de Lale Devrinde kurulan tercüme heyetinin bir üyesi olarak Yanyalı Esad Efendi‟nin Ioannis Kuttinius‟un Aristoteles‟in Fizika‟sını kısmen şerh ve kısmen de özetlediği eserini et-Taʿlîmü‟s-sâlis adıyla Arapçaya tercüme ve şerh etmesidir. Bu çalışmada, Batıda yeni fizik anlayışının yaygınlaşmaya başladığı düşünülen bir dönemde çevirmek için neden Aristoteles fiziğine dair bu eserin seçildiği, çevirinin salt bir aktarımdan öte yeni bir yorum içerip içermediği gibi hususlar çerçevesinde, eserin İbn Rüşdcü yorumları öne çıkaran bazı tespitler paylaşılacaktır. Modern literatürdeki bazı okumaların eleştirisini de içeren bu tespitler, büyük oranda eserin mukaddimesi üzerinden yapılacaktır.
---
Both the continuity of the history of Ottoman thought with Islamic thought and its relationship with the "new" movements of thought that emerged in the Western world have not yet been analyzed on a solid ground. In particular, the connection that Ottoman scholars established or failed to establish with the developments in the Western has been handled with various biased and superficial evaluations. One of the critical points that will contribute to a meaningful discussion of this issue is the translation and commentary of Ioannes Cottunius' partial commentary and partial summarization of Aristotle's Physics into Arabic under the title al-Taʿlīm al-s̱ālis̱ by Asʿad al-Yānyawī as a member of the translation committee that established in the Tulip Period. In this study I will share some observations on why this work on Aristotle's physics was chosen for translation at a time when the new understanding of physics was thought to have become widespread in Europe, and whether the translation contains a new interpretation beyond a mere transmission. These determinations, which also include the criticism of some readings in the modern literature, will be largely based on the introduction (muqaddima) of the manuscript.
----
The remarks of peripatetic philosophers have been rigorously criticized under twenty titles in al-Ghazālī’s book called Tahāfut al-Falāsifa, which is one of the important texts in the history of Islamic philosophy. Some of these criticisms are related to the claim that the remarks of the falâsife pose a problem in terms of religion. However, the criticisms in some of the titles here are based on a different reason: Not being able to sufficiently prove the alleged view. One of these titles is about whether God is a body or not. With this title, al- Ghazālī makes an assertive statement and claims that the philosophers are incapable of even proving that God is not a body. It is interesting why the view that "God is not a body", which was clearly expressed by later thinkers as not contrary to the Shari'ah, was criticized. It seems that al-Ghazālī aimed to reveal the ways in which the philosophers' claims of certainty are open to questioning even on a subject that is understandable to everyone. Thus, he must have purposed to show that the claim of certainty of the philosophers, which he drew attention to on various occasions in his different books, was not based on solid foundations. However, it is seen that many thinkers within the tradition of Tahāfut seriously criticize his stance on this topic. al-Qarabāghī very clearly criticizes the criticism of such views of philosophers, which are not contrary to the Shari'ah, and finds this attitude unnecessary. In this study, the foundations of al-Ghazālī’s claims on this subject are revealed, and the approaches of Muḥyī al-Dīn al-Qarabāghī, one of the later Tahāfut writers, on this subject are evaluated. Thus, it is aimed to examine a relatively less discussed title of Tahāfut in terms of body theory and to contribute to the discussion about what the general purpose of the work is.
Kemalpaşazâde de kimi yazma nüshalarda “Cismin Hakikatine Dair Risâle: Risâle fî tahkîki hakîkati’l-cism”, bazılarında ise “Tafra Risâlesi: Risâletü’t-tafra” olarak adlandırılan bir eser ile bu tartışmalara katkıda bulunmuştur. Risâlenin hemen başında önceki müelliflerin yaptığı gibi cismin hakikatine dair görüşlerin bir tasnifi verilmiş, ardından risâlenin adından da tahmin edileceği üzere Nazzâm’a aftedilen görüş ve bununla bağlantılı olarak tafra teorisi ele alınmıştır. İbn Sînâ’nın el-İşârât adlı eseri üzerine yazılan çalışmaların oluşturduğu geleneğin bir parçası olan bu risâlede Kutbuddin er-Râzî’nin el-Muhâkemât adlı eserindeki değerlendirmeleri yönlendirici olmuştur. Burada dikkat çekici olan husus, o dönemde hakim bir görüş veya temsilcisi bulunan bir teori olmamasına karşın tafra görüşünün müstakil bir çalışmaya konu edilmesidir. Zira tarihsel süreçte cismin hakikatine dair madde-sûret, arazcılık, çeşitli versiyonlarıyla atomculuk gibi çok farklı teoriler ortaya atılmış olsa da Ebü’l-Huzeyl el-Allâf’a atfedilen atomcu teori kelâmcılarca, Aristotelesci hilomorfik teori ise felâsife nezdinde kabul görmüş ve bu ikisi başat teoriler olarak mücadele halinde olmuşlardır. Nazzâm’ın cisim görüşü ve buna bağlı olarak ortaya attığı tafra teorisi ise her ne kadar tabii cismin yapısına dair tasniflerde yer almış olsa da aslında elenmiş bir teori olup güncelliğini yitirmiştir. Buna rağmen Kemalpaşazâde’nin Nazzâm’ı ve tafra teorisini neden gündemine aldığı ise ancak dikkatli bir inceleme neticesinde anlaşılabilmektedir. Sanılanın aksine, Kemalpaşazâde’nin Nazzâm’ı ve onun cismin hakikatine dair görüşlerini savunmak ya da reddetmek amacıyla gündemine aldığını söylemek zordur. Bunun yerine o, Kutbuddin er-Râzî’nin yorum ve değerlendirmelerini tartışmayı tercih eder. Onun bu tartışmada Râzî’ye karşı ileri derecede eleştirel tutumu da ayrıca dikkat çekicidir. Bu eleştirel tutumu, risalenin yazılış amacını ve nihai gayesini ortaya koyan bir gösterge olarak okumak mümkündür.
Bu çalışmada Kemalpaşazâde’nin risalesi, el-İşârât geleneğinin bir parçası olarak ele alınmıştır. İlk kısımda Kemalpaşazâde’yi böylesi bir risâle kaleme almaya götüren muhtemel sebepler dahil olmak üzere, kapsamlı bir içerik analizi sunulmuştur. Yine risalede Kutbuddin er-Râzî’nin yorumları çerçevesinde tartışılan Nazzâm’ın cisim anlayışı ile ilgili bir değerlendirmeye yer verilmiştir. Ayrıca risalenin kaynakları ve risale üzerine yapılan çalışmalara da işaret edilmiştir. Çalışmanın kalan iki kısmında ise önce risalenin tahkikli metnine ardından da Türkçe çevirisine yer verilmiştir.
------
The debate about the reality of the body (al-jism) has continued to exist as a problematic that directly or indirectly concerns many issues in the history of Islamic thought. For this reason, in metaphysics and natural philosophy, along with the definition of the body, the discussions on the reality of the body have been given wide coverage. The different views and evaluations that emerged within the framework of these discussions were classified in various works on that subject. Thus, it is aimed to reveal a clear scheme about different understandings of the truth of the body and their representatives.
Kemālpas̲h̲azāde also contributed to these discussions with a work called "Treatise on the Truth of Body" in some manuscript copies and " Ṭafra Treatise" in others. Just at the beginning of the treatise, after giving a classification of the views on the reality of the body, as the previous authors did, as can be guesses from the name of the treatiase, the view attributed to Abū Isḥāq al-Naẓẓām and the theory of ṭafra were discussed. In this treatise, which is a part of the tradition formed by the studies written on Ibn Sīnā's work al-Is̲h̲ārāt, the evaluations of Quṭb al-Dīn al-Rāzī 's al-Muḥākamat have
been guiding. The remarkable point here is that the theory of ṭafra was the subject of an independent treatise, although there was no dominant or representative theory at that time. Because although very different theories such as hylomorphism, accidentalism, atomism with its various versions have been put forward in the historical process, the atomist theory attributed to Abu’l-Hud̲h̲ayl al-ʿAllāf has been accepted by Muslim theologians (mutakallimūn) and the Aristotelian theory of hylomorphic theory has
been represented by philosophers (falāsifa), and these two theories have been in conflict as dominant theories. Naẓẓām’s view of body and the theory of ṭafra, ehich he put forward accordingly, although it has been included in the classifications of the structıre of the natural body, is actually eliminated
theory and has lost in currency. Despite this, the reason why Kemālpas̲h̲azāde put Naẓẓām and the theory of ṭafra into his agenda can only be understood after a careful examination. Contrary to popular
belief, it is difficult to say that Kemālpas̲h̲azāde put al-Naẓẓām and his views on the truth of the body on his agenda to defend or reject it. Instead, he prefers to discuss Quṭb al-Dīn al-Rāzī's interpretations and evaluations. His highly critical attitude towards al-Rāzī 's in this discussion is also remarkable. It is possible to read this critical attitude as an indicator that reveals the ultimate purpose of the treatise.
In this study, Kemālpas̲h̲azāde's treatise has been handled as a part of the al-Is̲h̲ārāt tradition. In the first part, a comprehensive content analysis is presented, including the possible reasons that led Kemālpas̲h̲azāde to write such a treatise. Again, in the treatise, an evaluation about al-Naẓẓām's body
understanding, which was discussed within the framework of Quṭb al-Dīn al-Rāzī's comments, is included. In addition, the sources of the treatise and the studies on the treatise are also pointed out. In the remaining two parts of the study, first the authenticated text of the treatise and then its Turkish
translation are included.
--------------
One of the most important debates between theologians and philosophers in the history of Islamic thought is the eternity of creation, in other words, the issue of the eternity of the world. This problem, which is considered as the first title of al-Ghazālī's (d.505/1111) Tahāfut al-Falāsifa, is also one of the important titles in Mu'tazilite theologian Ibn al-Malāḥimī’s (d. 536/1141) Tuḥfat al-Mutakallimīn fī l-Radd ʿalā l-Falāsifa. Ibn al-Melâhimî, who targets Ibn Sīnā (d. 437/1038), whom he regards as the leader of philosophers, makes much harsher and broader criticisms compared to the criticisms of al-Ghazālī. In the Tuḥfat al-Mutakallimīn, Ibn al-Malāḥimī deals with the issues of the eternity of creation and eternity of the world, as well as evaluating the evidences of the philosophers on this issue and discussing their criticism of the theologians' the “evidence of the hudûs”. In this study, the framework drawn by Ibnü'l-Melâhimî will be discussed.
----------
The works written in an encyclopedic style are of great importance in terms of showing the scientific level of the period they were written and bringing together the practical information needed by their interlocutors. It is obvious that these kinds of works are valuable data sources both in terms of revealing the author's knowledge of various branches of science and in determining the accumulation of knowledge needed by the beneficiaries. One of these works written in the early period in the Islamic world is the original work of Mohammad b. Ahmad al-Khwarizmî (d. 387-997), who came to our day as the only work of the author and left behind his fame and author. In this study, the approach of Khwarizmî to philosophy and philosophical sciences will be examined in his work which brings together the information needed by his colleagues as a bureaucrat. The plan of the study is based on the titles of the chapter that the author devotes to philosophy in his work.
--------
The works written in an encyclopedic style are of great importance in terms of showing the scientific level of the period they were written and bringing together the practical information needed by their interlocutors. It is obvious that these kinds of works are valuable data sources both in terms of revealing the author's knowledge of various branches of science and in determining the accumulation of knowledge needed by the beneficiaries. One of these works written in the early period in the Islamic world is the original work of Mohammad b. Ahmad al-Khwarizmî (d. 387-997), who came to our
day as the only work of the author and left behind his fame and author. In this study, the approach of Khwarizmî to philosophy and philosophical sciences will be examined in his work which brings together the information needed by his colleagues as a bureaucrat. The plan of the study is based on the titles of the chapter that the author devotes to philosophy in his work.
Shams al-Din Samarqandî who lived in the second part of 13th century, has many Works in different fields, in particular including logic and kalâm. One of his philosophical Works is a commentary on İbn Sînâ’s book al-Ishârât wa’t-Tanbîhât. This commentary that named Basharât al-Ishârât has not found fame as other commentary of al-Isharât, yet it is important because of revealing Samarkandî’s approach to philosophical issues and exhibiting his interpretation of İbn Sînâ. In this study we will focus on the autor’s life and Works, and then will examine features of Bashârât as a commentary.
The issue of how the world is created is one of the issues that Muslim theologians (mutakallimūn) and philosophers (falāsifa) provide different explanations by using different perspectives and concepts. In the history of Islamic thought, especially with the reaction of Ash’arite theologians, in particular al-Ghazālī, this subject has been discussed as a issue that reflects divergent perspectives of these two schools. The issue of the eternity of the world, which is the first issue in al-Ghazzālī’s Tahāfut al-falāsifah (The Incoherence of the Philosophers), was also evaluated in the works called Tahāfut in the Ottoman period. During this period, after Khojazāda’s work evaluating the criticisms of al-Ghazzālī, two works of super-commentary and taliqāt was written about a century later. In this study, it will be emphasized how Muḥyī al-Dīn al-Qarabāghī evaluates the debates of the realm of the world in the taliqāt written on Khojazāda’s work and his contributions to these discussions will be evaluated.
“İkinci Klasik Dönem” olarak da adlandırılan yüzyıllar içerisinde Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî (ö. 675/1277) tarafından kaleme alınan ve bir İbn Sînâcı felsefe klasiği olan Hikmetü’l-ayn, etrafında oluşan şerh-haşiye geleneği ile hem tedris faaliyetlerine konu olması hem de Fahreddin er-Râzî ve Nasîrüddîn-i Tûsî gibi düşünürlerin süzgecinden geçen felsefi düşüncenin izlerini takibe imkân vermesi açısından değerlidir. Eserin, müellifin bizzat talebeleri tarafından şerhedilmesi, sonraki yüzyıllarda çeşitli bölümlerine haşiyeler yazılması ve tartışılan bazı meselelerin müstakil risale çalışmalarına konu olması da oluşturduğu geniş etkiyi ortaya koymaktadır. Bu çalışmada Hikmetü’l-ayn geleneği çerçevesinde cismin tanımı, metafizik ilkeleri, varlığa gelişi ve tabiat felsefesinde incelendiği biçimiyle ilişenleri ele alınmaktadır.
Bu çalışmada Âmidî’nin büyük çoğunluğu mantık, cedel ve tabiat felsefesine ayrılmış, orta boy (118 varak) felsefi bir eseri olan Rumûzü'l-künuz ele alınacaktır. Türkiye kütüphanelerindeki bilinen tek nüshası (Nuruosmaniye, 2688) üzerinden eserin planı ve içeriği hakkında bilgi verilmiştir. Böylece Âmidî’nin felsefi görüşleri üzerine yapılan çalışmalarda genellikle ihmal edilen bir eseri, araştırmacıların dikkatine sunulmuş olacaktır.
There has been an increase in both quality and quantity in Ibn Khaldun studies especially in the last century. Bedide of the discipline of “umran”, which the thinker considered as a new science, It is considered that how the other philosophical disciplines positioned within his thought system. In this context, Ibn Khaldun's approach to intellectual sciences and in particular to philosophy was the subject of various investigations. Although the negative convictions of Ibn KHaldûn about philosophy are known, it is important that the intellectual background which leads to this negative opinion. However, it should be determined whether his statements in question should be understood as a categorical opposition or if it is a criticism, if this is a critique of whether it should be understood as an internal criticism or a criticism of a certain way of philosophy. In this paper, we will try to clarify what kind of criticism his negative convictions have been taking into consideration in the context of Ibn Khaldun's view and criticism about philosophy. Again, the reasons, concerns and reasoning that led to this negative opinion will tried to be determined.
One of the popular aspects of modern astronomical studies is research to find suitable places to live outside the world. The water identified with vitality and considered as the source of life constitutes the main element in these researches. These studies mostly focused on Mars, its called Merih in the classical period. In ancient and medieval philosophy, the meaning imposed on celestial bodies is, of course, quite different from that of modern times. The cosmological conception of Aristotle divided the universe physically into the sub-moon and the moon-over, and the new Plato-Plato theory was continued by Muslim Meşşâî. In addition to the difference of approach and interpretation with the modern period, the structure and qua-lities of the celestial bodies occupied the agenda of the Chechen philosophers. In this context, it was also discussed whether the celestial bodies were wet or dry to indicate water.
Dimitri Gutas, İbn Sinâ’nın Mirası, der. ve tr. M.Cüneyt Kaya, İstanbul: Klasik Yayınları, 2004, XXIV+214 sayfa
Ahmet Kayacık, Bağdat Okulu ve İslam Düşüncesindeki Yeri, İstanbul: Üniversite Kitabevi, 2004, 142 sayfa
"Homology argument" analyzed by Olga Lizzini on Ibn Sina's Kitab al-Shifa, Ilahiyat II.4
13. yüzyılda telif edilen muhtasar bir felsefe klasiği olan Hikmetü’l-‘ayn, üzerine yazılan şerh ve haşiyelerle felsefî bir gelenek oluşturmuştur. Eserin müellifi Necmeddin el-Kâtibî (ö. 675/1276), İbn Sînâcı felsefenin Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) süzgecinden geçmiş yeni bir merhalesini temsil eder. Onun bu eseri hem içerik hem de üslup bakımından Râzî’nin izlerini taşır. Kâtibî’nin talebeleri İbnü’l- Mutahhar el-Hillî (ö. 726/1325) ve Kutbüddin Şîrâzî’nin (ö. 710/1311) yanı sıra Muhammed b. Mübârekşâh el-Buhârî (ö. 784/1382’den sonra) eserin önemli şârihleri arasında sayılırken, Seyyid Şerif Cürcânî (ö. 816/1413) ise kuşkusuz en önemli muhaşşî olarak görülür.
Bu çalışmada cismin sözcük anlamından başlayarak onun metafizik ilkeleri, varlığa gelişi ve ilişenleri Hikmetü’l-‘ayn ve şerhleri çerçevesinde incelenmiştir. Bu incelemede cisimle ilgili hangi problemlerin devralındığı tespit edilerek bunların nasıl tartışıldığı, ne tür değişim ve dönüşümler geçirerek nereye doğru evrildiği takip edilmiştir.
Body has been the subject of many philosophical inquiries from a variety of perspectives. While the set of meanings that define a body is usually studied in semantic analysis, identifying and demonstrating its principles require a philosophical- metaphysical investigation. Also, around the question of how the multiplicity is generated from unity (necessary being), as a contingent quiddity, how first body is emerged and what is the main principle provides this emergence require a series of philosophical investigations spanning over metaphysic and natural philosophy. In addition that, the examination of body in terms of being the subject of motion pertains to the natural philosophy.
Ḥikmat al-‘ayn, a handbook of classical philosophy written in the thirteenth century, has been a subject of numerous commentaries and glosses and thus, formed a tradition with that. The author of the work, Najm al-Dīn al-Kātibī (d. 675/1276), represents a new phase in Avicennian philosophy initiated by Fakhr al-Dīn al-Rāzī (d. 606/1210). Kātibī’s work, in its style and content bears the traces of Rāzī's influence. His students Ibn al-Muṭahhar al-Ḥillī (d. 726/1325) and Quṭb al-Dīn al-Shirāzī (d. 710/1311), as well as Muhammad bin Mubārak Shāh al-Bukhārī (d. after 784/1382) are considered to be the most important commentators of the work, whereas Sayyid al-Sharīf al-Jurjānī (d. 816/1413) is deemed to be its most important supercommentator.
In the context of Ḥikmat al-‘ayn and its commentaries, this study explores a range of topics including the literal meaning of a body, its metaphysical principles, its coming into being, its essential and accidental properties. It also investigates the issues related to the concept of body that were received by the authors in the Ḥikmat al-‘ayn
iv
tradition, and traces the direction towards which those issues were later evolved as a result of a subsequent commentarial tradition.
Bu çalışmanın merkeze aldığı problem, 13. yy.’da yaşamış ilim adamlarından olan Şemsüddin Semerkandî ve onun Beşarâtü’l-İşârât adlı eseri ile ilgilidir. İbn Sinâ’nın el- İşarât ve’t-Tenbîhat adlı eserine bir şerh olarak yazılan bu eser, “Tabiiyât” bölümü çerçevesinde incelenmiştir. Çalışmanın ilk bölümünde müellifin ulaşılabilen bilgiler çerçevesinde hayatı ve eserleri ortaya konulmuştur. Böylece Semerkandî’nin kendi döneminin klasik eğitimini aldığı ve daha çok kelamcı-mantıkçı kimliği ön planda olmasına rağmen matematik, astronomi ve felsefe sahasında da eser veren ve eserleri genellikle pedagojik karakterde olan bir ilim adamı olduğu tespiti yapılmıştır.
Çalışmanın ikinci bölümü, filozof kimliği ön planda olan İbn Sinâ’nın eserinin kelamcı kimliği de olan Şemsüddin Semerkandî tarafından şerh edilmiş olması hususunda değerlendirmelere ayrılmıştır. Klasik şerh tekniğinin kullanıldığı eserde, Semerkandî’nin kapalı bir üslupla kaleme alınan İşarât’ı kendi tarzıyla açıkladığı ve yer yer kelamcı kimliğini ortaya koyduğu anlaşılmıştır.
Çalışmanın son iki bölümü ise Beşârât’ın Türkçeye çevirisi ve tenkitli metninden oluşmaktadır.
Sonuç olarak, yaşadığı dönemde önemli pek çok eser telif etmiş olan Şemsüddin Semerkandî ve eseri Beşarât’ın tanınması, anlaşılması ve bunun yanı sıra İslam felsefe-bilim tarihi açısından henüz tam manasıyla aydınlatılmamış bir döneminin aydınlığa kavuşması için katkı sağlanmıştır. Ayrıca eserin tenkitli metni de verilerek eser ilim dünyasına kazandırılmıştır.
Manuscripts are regarded with great value due to the fact that they bridge the gap between the past and the present through their being cultural inheritance. To make new and scientifically high value researches it’s essential to reach main sources and make them available for all other scientific researchers. Thus it’s important for an academician to have a good knowledge of analyzing manuscripts or to be able to produce the critical edition of manuscripts.
This study is on Shams al-Din Samarqandi, the thirteenth century scholar and his Basharat al- Isharat, not completely but limited to the part on Tabiiyyât. It’s written a commentary on Ibn Sina’s al-Isharat va’t Tanbihat.
The first part of the thesis is on the life and works of al-Samarqandi. The researcher concludes that although Samarqandi is educated classically convenient for his age and known mostly as scholoar of kalam and logic, he at the mean time compiled works on mathematic, astronomy and philosophy.
The second part of the thesis consists of evaluations of al-Samarqandi in his Basharat al- Isharat of Ibn Sina’s Isharat. It can be said that the writing is compiled according to classical commentary methods and Samarqandi commented on al-Isharat va’t Tanbihat by closely following him, close wording with his own style and now and than it’s possible to follow the trails of a scholar’s kalamway of thinking.
In the third part the author’s writing Basharat al-Isharat’s part on Tabiiyyat is critically edited with Turkish translation.
As a conclusion this study contributed a great deal to a better understanding of Shams al-Din Samarqandi and his Basharat and tried to enlighten a period. Since it is not enlightened as much as it must have been, and also the period is important for both Islamic philosophy and science. Additionally through its critically edited version the writing is presented to the use of the scholars of social sciences.
of the universe in this model. This system, which was constructed according to Aristotelian physics, was accepted as the prevailing theory up to
the adoption of the heliocentric universal model in the 16th century. The Earth was at the same time assumed to be completely stationary in the
geocentric theory. Movement around its own axis or around another celestial body was out of the question for it. In Antiquity and the Middle Ages
when observational instruments like the telescope were not yet in use, this theory was seen to be rationally based on data obtained directly from
the senses. In this context, various justifications had been provided about the world being stationary and existing at the center. Representatives
from the Peripatetic philosophy in the Muslim world also were seen to accept the geocentric model. In The Book of Healing, Ibn Sīnā (d. 1038 CE)
subjected the proofs that had come to him about the Earth being stationary by distinguishing an independent chapter. The 14th century follower
of Ibn Sīnā’s philosophy, Najm al-Dīn al-Kātibī addressed this topic in Ḥikmat al-‘ain, and the work’s principle commentators also commented on his
assessments. This study will address Ibn Sīnā’s assessments on the Earth being stationary in the geocentric model of the universe and will discuss
the reflections of these assessments in Ḥikmat al-‘ain as an Avicennan text.
---
Batlamyusçu evren modelinde yerküre âlemin merkezinde konumlandırılır. Bu modelde yerin merkezi aynı zamanda âlemin de merkezidir.
Aristoteles fiziğine göre kurgulanan bu sistem, 16. yüzyılda güneş merkezli evren modeli benimseninceye değin hakim teori olarak kabul görmüştür.
Yer merkezli bu teoride yerkürenin aynı zamanda tamamen hareketsiz olduğu kabul edilir. Onun için kendi ekseni etrafında ya da başka bir gök
cisminin etrafında hareket söz konusu değildir. Teleskop gibi ileri düzey rasat aletlerinin henüz kullanılmadığı antik dönemde ve orta çağda bu
teorinin doğrudan duyu ile elde edilen verilerle rasyonel olarak temellendirildiği görülür. Bu çerçevede dünyanın merkezde oluşu ve hareketsizliğine
dair çeşitli gerekçeler sunulmuştur. Meşşâî felsefenin Müslüman dünyadaki temsilcilerinin de yer merkezli sistemi kabul ettikleri görülür. Kitâbu’ş-
Şifâ, es-Semâu ve’l-â’lem’de İbn Sînâ (ö. 1038) müstakil bir fasıl ayırarak yerin hareketsizliğine dair kendisine kadar gelen delilleri bir kritiğe tabi
tutmuştur. İbn Sînâcı felsefenin 14. yüzyıldaki takipçisi Necmeddin el-Kâtibî de Hikmetü’l-‘ayn’da bu konuyu ele almış, eserin şârihleri ise onun
değerlendirmelerini yorumlamışlardır. Bu çalışmada yer merkezli evren modelinde yerin hareketsizliğine dair İbn Sînâ’nın değerlendirmeleri ele
alınacak ve bu değerlendirmelerin İbn Sînâcı bir metin olan Hikmetü’l-‘ayn’daki yansımaları irdelenecektir.
Cevherîlik problemi daha çok cisimlik sûreti etrafında cereyan eden tartışmalara işaret etmekle birlikte problemin bir boyutu da mutlak cismin ilk özelleştiricisi olan türsel sûretle ilgili olarak gündeme gelmiştir. Bu çerçevede cisimlerin birbirinden farklılaşmasının ilkesi olarak vazedilen ve cevher olarak kabul edilen türsel sûretin hem varlığı hem de cevherliği sorgulanmıştır. Bu ikinci tartışmada talep edilen husus ise türsel sûretin cisimlerin araz olan niteliklerden nasıl ayrıştırılacağı ve cevherliğinin nasıl delillendirileceğidir.
Bu çalışmada İbn Sînâ sonrası dönemin önemli felsefe klasiklerinden biri olan Necmüddîn el-Kâtibî’nin Hikmetü’l-‘ayn adlı eseri ve bu esere yazılan şerhler üzerinden bahsi geçen tartışmanın türsel sûret ile ilgili kısmı takip edilmiştir. Bu sayede temsil gücü yüksek bir felsefi gelenek üzerinden İbn Sînâ sonrası dönemde türsel sûret etrafında gündeme gelen tartışmaların geçirdiği dönüşümler tespit edilmeye çalışılmıştır.