T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
KUR’AN’DA NİMET KAVRAMI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
Prof. Dr. İsmet ERSÖZ
HAZIRLAYAN
Osman AKÇA
KONYA-2005
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR .................................................................................................................... iii
ÖNSÖZ .................................................................................................................................... iv
GİRİŞ ........................................................................................................................................ 1
BİRİNCİ BÖLÜM ................................................................................................................... 6
NİMET KAVRAMI ................................................................................................................ 6
1. NİMET KAVRAMININ ANLAMI ................................................................................... 6
2. NİMETLE ANLAM YAKINLIĞI OLAN KAVRAMLAR ............................................ 8
2.1. Âlâ ( )أآلآلء........................................................................................................................ 8
2.2. Rızk ( )الرزق................................................................................................................... 11
2.3. Fazl ( )الفضل................................................................................................................... 14
2.4. Hayr ( )الخير.................................................................................................................... 17
2.5. Rahmet ( )الرحمة............................................................................................................. 19
2.6. Menn ( )المن.................................................................................................................... 21
3. NİMETLE ZIT ANLAMLI OLAN KAVRAMLAR ..................................................... 23
3.1. Durr ( )الضرDarrâ( )الضراء............................................................................................ 23
3.2. Azab ( )العذاب.................................................................................................................. 24
3.3. Fitne ( )الفتنة.................................................................................................................... 26
3.4. Belâ ( )البالء.................................................................................................................... 28
3.5. Be’s ( )البأس.................................................................................................................... 29
3.6. Hizy ( )الخزي.................................................................................................................. 30
İKİNCİ BÖLÜM ................................................................................................................... 32
KUR'AN'DA NİMET VE NİMETİN KISIMLARI ........................................................... 32
1. DÜNYA NİMETLERİ ...................................................................................................... 37
1.1. Manevî Nimetler .......................................................................................................... 37
1.1.1. İman ve İslam (Din) .............................................................................................. 37
1.1.2. Nübüvvet ve Risâlet .............................................................................................. 38
1.1.3. Akıl ........................................................................................................................ 40
1.1.4. Hikmet ................................................................................................................... 42
1.1.5. Toplumsal Barış ve Sevgi (Düşmanlığın kaldırılması ve Kalplerin te'lifi) ........... 44
1.1.6. Tövbe ..................................................................................................................... 46
1.1.7. Emniyet ................................................................................................................. 47
1.2. Maddî Nimetler ............................................................................................................ 49
1.2.1. Bela ve Musibetlerden Muhafaza .......................................................................... 49
1.2.2. Rızk ....................................................................................................................... 52
1.2.3. Aile (eş ve çocuklar) ............................................................................................. 55
1.2.4. Denizler ................................................................................................................. 57
1.2.5. Hayvanlar .............................................................................................................. 60
1.2.6. Fert ve Cemiyetlere Üstün Konum Verilmesi (İtibar) .......................................... 62
2. AHİRET NİMETLERİ ..................................................................................................... 64
2.2. Manevi Nimetler .......................................................................................................... 66
2.2.1. Huzur ve Selamet .................................................................................................. 66
2.2.2. Ru'yetullah ............................................................................................................. 67
i
2.2.3. Rıdvan ................................................................................................................... 69
2.2. Maddi nimetler ............................................................................................................. 69
2.1.1. Bahçeler ve Bağlar ................................................................................................ 69
2.1.2. Cennetteki Gölgelikler .......................................................................................... 72
2.1.3. Nehirler ve pınarlar ............................................................................................... 72
2.1.4. Yiyecek ve içecekler ............................................................................................. 75
2.1.5. Meskenler (Odalar, Evler, Köşkler, Saraylar) ....................................................... 76
2.1.6. Oturaklar ................................................................................................................ 76
2.1.7. Kadın (eş ve huriler) .............................................................................................. 78
2.1.8. Hizmetçiler, Ğılmanlar, Vildanlar ......................................................................... 80
2.1.9. Elbiseler (libas), Zinetler ....................................................................................... 80
SONUÇ ................................................................................................................................... 82
BİBLİYOĞRAFYA ............................................................................................................... 84
ii
KISALTMALAR
a.s.
: Aleyhisselâm
b.
: İbn, Bin
bkz.
: Bakınız
DİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
haz.
: Hazırlayan
Hz.
: Hazreti
h.
: Hicri
md.
: Maddesi
m.
: Miladi
nşr.
: Neşreden (Tahkik eden)
r.a.
: Radıyallahu anh
s.
: Sayfa
s.a.v. : Sallallahu aleyhi ve sellem
trc.
: Tercüme, Tercüme eden
ts.
: Tarihsiz
v.
: Vefatı
vb.
: Ve benzeri
yay.
: Yayınları
yy.
: Yayın yeri yok
iii
ÖNSÖZ
Kur'an; seçtiği ibarelerin yapısıyla, oluşturduğu cümlelerin kurgusuyla, bu cümlelerde
geçen kavramların anlam zenginliğiyle mana incelikleri içeren kutsal bir kitaptır. Bu
inceliklere vakıf olunabilmesi için ise çok ciddi gayret ve araştırmalar gerekmektedir.
Bu düşünceden hareketle Kur'an ibarelerinin derinlemesine araştırılıp en ince
ayrıntısına kadar vakıf olunması kavram araştırmalarında Konulu Tefsir Metodu’nun
günümüzde sıkça başvurulmasına sebep teşkil etmiştir.
Kısaca Konulu Tefsir Metodu, Kur'an'da herhangi bir konu ile ilgili bütün ayetleri
toplayarak, ilmi bir incelemeye tabi tutup Kur'an'ın o konuya veya kavrama yaklaşımını
ortaya koymaya çalışmaktır. Dolayısıyla tümevarım yöntemiyle "parçadan bütüne" varma,
Kur'an'ın manasının anlaşılmasında kolaylıklar sağlamış ve sonucu müspet manada etkileyen
bir yöntem olmuştur.
İnsan birçok nimetlere mazhar bir varlıktır. Kur'an bu nimetleri sık sık hatırlatmış ve
insanın bu nimetlerle bir yere ulaşmasını istemiştir. Biz acaba bu nimetlerin ne kadar
farkındayız? Kur'an bize ne gibi nimetleri zikretmektedir?
İşte biz de çalışmamızda Kur'an'ın anlaşılmasına bir nebze katkıda bulunmak için
"KUR'AN’DA NİMET KAVRAMI" adı altında nimet kavramını derinlemesine incelemeye
çalıştık.
Çalışmamızın ilk bölümünde nimet kavramının hangi manalara geldiğini ve nimetle
aynı kökten türemiş olan in’am, na’met, naîm, gibi kelimeleri inceleyeceğiz. Ayrıca nimetle
aynı manayı ifade eden âlâ, hayr, rahmet gibi kavramları ele alarak aralarındaki farklılıklar
üzerinde duracağız. Bunların yanı sıra zıt manaya gelen belâ, azab, hızy, gibi kavramlar ve
Kur'an-ı Kerim'de kullanılışları üzerinde duracağız.
İkinci bölümde ise Kur'an'da nimet kavramının kullanılış şekilleri ve hangi şeyler için
nimet ifadesinin kullanıldığını incelemeye çalışacağız. Kur'an'da zikredilen nimetleri ilk
olarak Dünyevî-Uhrevî olmak üzere iki kısımda inceleyeceğiz. Dünyevî nimetleri ise maddî
ve manevî olmak üzere iki ana başlık altında değerlendireceğiz. İman, nübüvvet, hikmet, akıl
gibi nimetleri manevî nimetler içerisinde rızık, aile, denizler, hayvanlar gibi nimetleri ise
maddî nimetler içerisinde mütalaa edeceğiz. Uhrevî nimetlerde ise asıl nimet yurdu olan
cennet ve cennetteki nimetler üzerinde duracağız. Bu bölümde de nimetleri maddi ve manevi
olarak iki kısımda değerlendirmeye çalışacağız. Maddi nimetler olarak; bahçeler, gölgelikler,
nehir ve pınarlar, cennet yiyecek ve içecekleri, oturaklar, meskenler, kadın ve hizmetçileri
zikredebiliriz. Manevi nimetler olarak ise; rahatsızlık verecek şeylerin kaldırılması,
iv
ru'yetullah ve rıdvanı zikredebiliriz. Çalışmamızda bu plan çerçevesinde Kur'an'da nimetin
hangi şeyler için kullanıldığını ele almaya çalışacağız.
Çalışmamda emeği geçen danışman hocam Prof. Dr. İsmet Ersöz, Prof. Dr. Zekeriya
Güler, Yrd. Doç. Fethi Ahmet Polat ve Hakan Uğur Bey'e teşekkürlerimi arz ediyorum.
Osman Akça
Konya - 2005
v
GİRİŞ
Hiç şüphesiz, bir müslümanın en iyi bilmesi gereken kitap, dinin ana kitabı olan
Kur'an-ı Kerim'dir. Bununla birlikte, günümüz insanı hayatını kazanmak, çoluk çocuğunu
geçindirmek için hayli çalışmak zorunda olduğundan çok meşgul durumdadır. Böyle olunca
onun, Kur'an-ı Kerim'i bir mealden de olsa başından sonuna okuması pratikte pek mümkün
olmamaktadır. Bu mümkün olsa bile, bir konunun, Kur'an'ın muhtelif yerlerine serpiştirilmiş
olan parçalarını, kafasında bir araya getirip toplu sonuca varması kolay değildir. Çünkü
Kur'an'ın, günümüz insanın alışık olmadığı bir iç yapısı vardır. Kur’an’da belli bir konunun
ele alınıp bitirildiği ana bölümlere, bunların altında alt ve yan başlıklara rastlanmaz. Onun
için Kur'an'da bahsi geçen bir konu hakkında kesin ve isabetli bir söz söyleyebilmek için o
konu ile ilgili bütün ayetleri göz önünde bulundurmak gerekir. İşte, Konulu Tefsir
Metodu, Kur'an'la ilgili konuların detaylı ve geniş bir şekilde incelenmesine imkân
verdiğinden bu asırda bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.
Bazı insanların, Kur'an'ın, bu çağın problemlerini çözmekten âciz kaldığını iddia
etmeleri üzerine, onlara en iyi cevap Konulu Tefsir çalışmaları ile verildiğinden bu çalışmalar
daha çok bu asırda ortaya çıkmıştır. Çünkü dünyanın, siyasî, iktisadî, hukukî, itikadî, ahlakî,
ve sosyal bunalımlar içinde çalkalandığı bir zamanda, bütün insanlık için, Yüce Yaratıcı
tarafından gönderilmiş olan Kur'an'ın, her sahada hayatlarına yön verecek en üstün
prensipleri, yeniden ve derli toplu bir şekilde tekrar gündeme gelecek ve yapılan bu
çalışmalarla, insanların, Kur'an'ın ölmez prensiplerini kolayca anlamaları, benimsemeleri ve
hayata tatbik etmeleri sağlanmış olacaktır.
Eskiden ilimlerde ihtisaslaşma yoktu. Bu asırda ilimlerde, hatta İslamî ilimlerde de
ihtisaslaşmaya gidildiği için, Kur'anî ilimler ve tefsirlerde de ihtisaslaşmaya gidilmiştir.
Bunun neticesinde, Konulu Tefsir metodu da bu ihtisaslaşma neticesinde ortaya çıkmıştır.
Evet, ihtisaslaşma dönemindeki Kur'an'ı yorumlama ve tefsir etme faaliyetlerinde, Kur'an'a
yeni bir bakış açısıyla yaklaşma girişimlerine ihtiyaç duyulmuştur. Kur'an'ın konularını tesbit
etme ve bu konular içerisinde herhangi bir konuyu seçerek o konu hakkında Kur'an'ın “ne
dediğini” ve “ne demek istediğini?” ortaya çıkarma girişimleri tefsir hareketlerine inkâr
edilemeyecek bir etki yapmıştır. Çünkü bu yöntem, geçmişte yapılan tefsir çalışmalarından
sistem olarak farklı bir yol takip etmektedir. Dolayısıyla sonuçları itibariyle de farklı neticeler
elde edildiği görülecektir. Her hangi bir konu hakkında derli toplu bilgi edinmek isteyen ve
Kur'an'ın o konu ile ilgili düşüncesini, anlatım tarzını ve vardığı sonuçları tesbit etmek isteyen
bir kimse, zarurî olarak Konulu Tefsir çalışmalarına ihtiyaç duyacaktır.
Eskiden, bugünkü gibi Konulu Tefsir çalışmalarına ihtiyaç yoktu. Çünkü genellikle
Müslümanlar Kur'an'ı ezbere biliyorlardı. İslamî ilimler sahasında bir birikimleri vardı. Onun
için herhangi bir konuda Kur'an'ın görüşü ve hükmü nedir rahatlıkla bilebiliyorlardı. Bugün
ise maalesef Müslümanlar bu durumda olmadıklarından, konulu tefsir çalışmalarına ihtiyaç
hasıl olmuştur. Hem Müslümanlar, hem de gayr-ı müslim müsteşrik araştırmacılar için
konular arası irtibatı sağlamak açısından Konulu Tefsir çalışmaları zaruri hale gelmiştir.1
Türkçeye; “Konulu Tefsir” veya “Kavramsal Tefsir” olarak tercüme edilen “etTefsîru'l-Mevdûi” veya “et-Tefsîru't-Tevhîdî” tabiri yeni bir ıstılahı tabirdir ki, âlimler buna
değişik manalar vermişlerdir.
Konulu Tefsiri kısaca; ₪ Kur'an'da işlenen konulardan herhangi birine dair ayetleri
bütüncül bir bakış açısıyla göz önünde bulundurarak Kur'an'ın o konudaki görüşünü ortaya
koyma çabasıdır.”2
“Aynı konuda ve Kur'an'ın değişik surelerinden zikredilen ayetleri toplamak mümkün olduğu kadarıyla- nüzul sırasına göre tertîb edip, nüzul sebeplerine vakıf olmak ve
bundan sonra da konularına göre metodlu bir şekilde araştırıp açıklamak ve onlardan
hüküm çıkarmaktır. Böylece araştırıcı, konu hakkında Kur'an'ın hedefini herkesin
rahatlıkla anlayabileceği şekilde bütün yönleriyle ve doğru bir şekilde ortaya koyar.”3
Bu tanımı ele aldığımızda şu neticelere varırız:
1- Herhangi bir konunun Kur'an bütünlüğü içinde ele alınması
2- Bu konuyu ilgilendiren ayet veya ayetlerin aynı veya değişik surede yer
alabileceği ve bunların siyak-sibak çerçevesi içinde ele alınması,
3- Mümkün mertebe ayetlerin nüzul sırasına göre dizilmesi,
4- İlmi araştırma ve incelemenin sadece o konuya hasredilmesi ve konunun
sınırlandırılması,
5- Toplumun gelişmesinde Kur'anî metodun göz önünde bulundurulması,
6- Yüce Allah'ın o konu ile ilgili muradının ortaya konulması gibi hususlar dile
getirilmektedir. Bu hususlar gerçekten bu tür çalışmalarda konunun ana hatlarını ihtiva
etmektedir.
Bütün bu söylediklerimizden yola çıkarak Konulu Tefsiri şöyle tanımlayabiliriz:
"Herhangi bir konuyu, Kur'an'ın bütünlüğü içerisinde ele alıp ister aynı, isterse değişik
surelerde olsun konuyu uzaktan ve yakından ilgilendiren mekkî ve medenî tüm ayetleri
Davut Aydüz, Tefsir Çeşitleri ve Konulu Tefsir, Işık, İstanbul, 2000, s.77, 78.
M. Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası, Konya, ts., s.137, 138.
3
Davut Aydüz, Tefsir Çeşitleri ve Konulu Tefsir, s.80, 81.
1
2
2
toplayarak, mümkün mertebe nüzul sırasını göz önünde bulundurmak şartıyla ve Kur'an'ın
üslubu çerçevesinde çeşitli mukayeseler yapmak suretiyle, istenileni ortaya çıkarmaktır."
Bu metodunun ne zaman ortaya çıktığı ve başladığı hususunda alimler arasında
ihtilaf vardır. Kimilerine göre bu asırda ve Mısır'da ortaya çıkmış, kimilerine göre ise Hz.
Peygamber döneminde bizzat Hz. Peygamber tarafından tatbik edilmiştir.4
Yeni bir tefsir metodu olarak tanımlanan Konulu Tefsir metodunun, bugünkü manası
ve adıyla ilk defa içinde bulunduğumuz asırda ortaya çıktığı görülmektedir. Bu metod elEzher Üniversitesi Usûlu'd-Din Fakültesi Tefsir Bölümü, dersleri arasına bu dersi de katmaya
karar verdiğinde gün yüzüne çıkmıştır. Bu metod, yeni yeni meyvelerini vermeye başlamış,
gün geçtikçe de önemi ve ona olan ihtiyaç daha iyi anlaşılmıştır.5
Ancak tefsirin bu çeşidinin kalıpları ve temel unsurları, Kur'an'ın indirildiği asırdan bu
yana mevcuttu. Âlimlerin sonradan, "Kur'an'ın Kur'an'la Tefsiri" adını verdikleri, bir konu
hakkındaki ayetleri araştırmak, anlamlarını bir araya getirmek ve onları birbiriyle
yorumlamak sadr-ı evvelde bilinen bir husustu. Nitekim Rasulullah (a.s.) da kendisine sorulan
bazı ayetlerin yorumunda aynı yönteme başvuruyordu.6
Böyle bir tefsir metodunun doğuşuna, bazı müsteşriklerin, bu asırda, Kur'an'la ilgili
olarak ileri sürdükleri bir takım şüpheler vesile olduğu zikredilmektedir.7
İslam âlimleri, Kur'an'daki kıssalar, tekrarlar, bazı itikadî ve hukukî esaslar ve
hükümlerle ilgili olarak ortaya atılan iddiaları cevaplandırmak maksadıyla, her konuyla
alakalı ayetlerin tamamını toplayıp inceleyerek müstakil eserler vermişlerdir.
Daha sonraları ise, toplumun Kur'an'la ilgili müstakil çalışmalara rağbet etmesi ve
ihtiyaç duyması sebebiyle, bilhassa akademik çalışmalar bu sahaya yönelmiş ve bir çok eser
ortaya çıkmıştır.
Konulu Tefsir çalışmalarının ilk kez kimler tarafından başlatıldığı konusunda genel
olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Bir kısım araştırmacılar, Konulu Tefsir çalışmalarının ilk
ortaya çıkışını Muhammed Abdullah Draz ve Mahmûd Şeltut'a nisbet etmişlerdir.
Diğer kısmına göre ise Ezher Üniversitesinde Ahmed es-Seyyid el-Kûmî ve M.
Ahmed el-Kasım ilk olarak Konulu Tefsir çalışmalarını başlatan isimler olmuşlardır. Daha
sonra Tefsir Bölümü öğretim üyeleri, yüksek lisans ve doktora öğrencileri bu alanda
çalışmalar yapmışlardır.
4
Mustafa Müslim, Mebahisu fi't-Tefsiri' l-Mevduî, Darü'l-Kalem, Dımaşk, 1997, s.17.
Aydüz, Davut, Konulu Tefsir, s.77, 78.
6
Müslim, Mustafa, Mebahisu fi’t-Tefsiri'l-Mevduî, s.17.
7
Aydüz, Davut, Konulu Tefsir, s.77, 78.
5
3
Aslında bu iki görüş sahipleri de birbirinden farklı şeyler söylememektedirler. Çünkü
Mahmut Şeltut ve M. Abdullah Draz, Konulu Tefsirin uygulanışına ait çalışmalar
yapmışlardır. Buna karşılık Ahmet Seyyit el-Kûmî ve M. Ahmet el-Kasım ise, ortak bir
çalışma ile Konulu Tefsirin metodunu ortaya koyan bir eser kaleme almışlardır.
Bu asırda yaşayan Müslüman âlimler, hayatın değişik dallarına ait bir problemle
karşılaştıklarında veya psikoloji, sosyoloji, antropoloji, astronomi, fizik veya ekonomi
biliminde yeni bir teori ile karşı karşıya geldiklerinde, Kur'an'da bu tip teorileri tartışıp,
ona ilişkin Allah'ın hükmünü belirten nassları bulamamaktadırlar. Bu durumda araştırmacı
bu eğilimlere ilişkin Kur'an'ın ve Sünnet'in yaklaşımlarını ve bakış açılarını belirlemeye
çalışır. Böylece Müslüman araştırmacı da Kur'an'ın bu alanlara ilişkin temel gayelerine ait bir
meleke oluşur. Sonra da bu problemlere Kur'anî perspektiften bakarak çözmeye çalışır veya
teorileri ona göre değerlendirir.
Bu problemler genellikle bu asırda meydana çıktığından, bunlara cevap içinde
Müslüman araştırmacılar Konulu Tefsir çalışmalarına yönelmişlerdir. Ayrıca Kur'an, devamlı
gelişmekte olan yeni bilgi silsilesinin ışığı altında yeniden tefekkür edilmeli ve yeniden
yorumlanmalıdır. Ama bu, Kur'an'ı yeni bilgilere uydurma şeklinde değil, yeni bilgileri onun
ışığında değerlendirme şeklinde olmalıdır. İnsanların yeni ihtiyaçları ortaya çıkınca, Kur'an da
yeni anlayışlar doğurur. Zaten onun ebedî olmasının gerçek anlamı da budur.8
Konulu Tefsir çalışmalarında araştırmacı Kur’an’daki konulardan bir konuyu
araştırmak istediğinde şu aşamaları takip etmesi gerekmektedir:
1- Araştırma konusunun çerçevesi ve sınırları belirlenir.
2- Konuyu ele alan ya da değinen ayetler derlenir.
3- Ayetler -elden geldiğince- nüzul sırasına göre dizilir.
4- Varsa ayetlerle ilgili nüzul sebepleri gözden geçirilir ve ayetler arası münasebet tesbit
edilir.
5- Derlenen ayetler topluca gözden geçirilir ve buna göre konunun temel öğeleri tesbit edilir.
İşlenecek konunun yapısını göz önünde bulundurmak suretiyle nüzul sırasına göre dizilen âyetler
arasında takdim-te’hir yapılabilir.
6- Tahlil ve yorumlar yapılırken ayetlerde geçen kelimelerin sözlük anlamlarıyla Kur'an'daki
kullanışları değerlendirilir.
8
Aydüz, Davut, Konulu Tefsir, s.80.
4
7- Araştırmacı, önyargılardan uzak durmalı, araştırmayı hedefinden saptıracak ve
okuyucunun dikkatini başka tarafa çekecek ayrıntılara dalmamalıdır. Şayet, bu tür ayrıntılar,
araştırmanın hedefine destek sağlayacaksa dipnotlarda bu ayrıntılara yer verilmelidir.9
Böylece araştırılmak istenen konu Kur'an'ın değişik sûrelerinde serpiştirilmiş ayetler
incelenerek, ayrıntılı bir şekilde, bütün yönleriyle ele alınıp incelenmiş olur.
Kur'an'da zikri geçen şeylerden biri de "nimet"tir. Kur'an'da nimetlerin saymakla
tükenmeyeceği ifade edilmekte ve yer yer bu nimetler hatırlatılarak insanlar şükre sevk
edilmektedir. Fakat “Kur'an'da hangi nimetler zikredilmektedir? Nimetler hangi şeyler
zikredilerek hatırlatılmaktadır? Kur'an hangi nimetleri zikretmiştir?” gibi sorulara cevap
bulmak için biz de nimeti Konulu Tefsir Metodu’yla incelemeye çalışacağız.
Öncelikle çalışmamızın ilk bölümünde nimetin lügat manası ve Kur'an'da kullanımını
incelemeye çalışacağız. Kur'an-ı Kerim'de kullanılan ve nimetle anlam yakınlığı ve zıt
anlamlı kelimelerin lügat manalarını ve Kur'an'da kullanım şekillerini inceleyerek
yüklendikleri manaları ele alacağız. Ayrıca nimet ve nimetle yakın manada kullanılan
kelimeler arasındaki farkı ifade ederek, bu ifadelerin Kur'an'da kullanım alanlarını tesbit
etmeye çalışacağız. Başka bir ifadeyle nimetin manasının tesbiti için lügat ve Kur'an'ın
kullanımlarını değerlendirmeye çalışacağız. Bu arada zıt ve eş anlamlı olan kelimeleri
değerlendirmemiz mananın biraz daha netleşmesini sağlayacaktır.
Çalışmamızın ikinci bölümünde ise Kur'an'da nimet ve kullanım alanını inceleyeceğiz.
Bu bölümde başta Kur'an'ın nimeti tasnifi olmak üzere âlimlerin nimeti tasnif şekillerini
incelemeye çalışacağız. Ayrıca biz de çalışmamızla ilgili sistematiği tespit ederek nimetleri
dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki bölümde, bu bölümleri ise maddi ve manevi olmak üzere iki
kısımda değerlendireceğiz. Burada Kur'an'da sarih ya da mücmel olarak zikredilen nimetleri
bu sistematik çerçevesinde incelemeye çalışacağız.
9
M. Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s. 169.
5
BİRİNCİ BÖLÜM
NİMET KAVRAMI
1. NİMET KAVRAMININ ANLAMI
Kur'an-ı Kerim'de seksen dokuz yerde geçmekte olan nimet kelimesi, lügatte; hoş,
refah, rahat ve nizam hali manalarına gelir. Nimet, sıkıntı ve darlığın zıddıdır. Cenab-ı
Hakk’ın kuluna ihsan ettiği mal vegüzel yaşamdır. Cemisi “niam” ( )نعمve “en'um” ()أنعم
şeklinde gelir.10 Arap dilinde bir kimsenin ferah ve meserret içerisinde olduğunu ifade etmek
için ( رأيته في نعمةO'nu nimet içerisinde gördüm) ifadesi kullanılır.11 Ayrıca nimetin minnet,
yardım ve insanın yaptığı şeyler ve mal-mülk için kullanılmıştır.12
Istılahta ise nimet, ihsan olarak başkasına sağlanan menfaat ve fayda manalarına
gelir.13 Cürcanî (v.816/1413), Kitabu’t-Tarifât adlı eserinde, nimet kelimesini, "bir karşılık
beklemeksizin ve herhangi bir maksat güdülmeksizin kendisi ile fayda ve ihsan kastedilen
şeydir." şeklinde tarif etmiştir. 14 Rağıb el-İsfahani (v.502/1108) ise nimeti; "halet-i
hasene" (güzel durum) olarak ifade etmiştir.15 Nimet kelimesinin karşılığı olarak kullanılan
"hâlet-i hasene" ifadesi, başlangıçta maddî lezzetlerle alakalı olarak kullanılırken daha
sonraları manevî lezzetler için de kullanılmıştır.16
Fahreddin er-Razî (v.606/1210) nimetin tarifinde farklı görüşlerin bulunduğunu bu
kelimenin tarifinde âlimler arasında bir ittifakın söz konusu olmadığını belirterek nimeti,
“başkasına ihsanda bulunarak yapılmış bir faydadan ibarettir” şeklinde tarif eder. Bazı
âlimlerin ise yukarda verilen tanıma ilave olarak nimetin "güzel" olması gerektiği şartını
getirdiklerini zikreder. Bu görüşü savunanlar tanımlarına “güzel” ifadesini ilave etmelerinin
sebebini şu şekilde açıklamışlardır: "Nimet, ancak güzel olursa şükre layık olur. Aksi halde
yani nimet çirkin olduğunda ise şükre layık olmaz." Razî’ye göre ise “güzel” olması şartına
10
Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Mucemu Makayisi’l-Luğa (nşr. Abdüsselam Muammed Harun),
Darü’l-Ciyl, Beyrut, 1991, “n-a-m” md.; Ebu'l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisanu'lArab, Daru's-Sadr, Beyrut,1990, XII, 579.
11
İbn Faris, Mucemu Makayisi’l-Luğa, V, 446; Ebü't-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed
Feyrûzâbâdî, el-Kamus’ul-Muhît, Daru’l-Fikr, Beyrut, 2003, s.1048.
12
Ebu Nasr İsmail b. Hammad el-Farabî el-Cevherî, es-Sıhah Tacü'l-Luga ve Sıhahü'l-Arabiyye (nşr. Ahmed
Abdülgafur Atar), Darü'l-İlm li'l-Melayin, Beyrut, 1990, VI, 2041; Ebu Abdurrahman Halil b. Ahmed b.Amr elFerahidi, Kitabü'l-Ayn, (nşr. Mehdi Mahzumi, İbrahim Samerraî), Müessesetü'l-Alem li'l-Matbu, Beyrut, 1988,
II, 161.
13
Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Tacilarifîn b. Ali el-Münâvî, Et-Tevkif ala Mühimmatı t-Ta'rif (nşr.
Muhammed Rıdvan Daye), Darü'l-Fikri'l-Muasır, Beyrut, 1990, I, 210.
14
Ali b. Muhammed b. Ali el-Cürcânî, Kitabu't-Tarifât, Darül-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1983, s.242.
15
Ebü'l-Kasım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât'u fi Ğaribi'l-Kur'an
(nşr. Muhammed Seyyid el-Keylânî), Darü'l-Ma'rife, Beyrut, ts., s.499.
16
Muhammed Tahir b. Muhammed b. Muhammed İbn Âşûr et-Tunisî, Tefsirü't-Tahrîr ve't-Tenvîr, Ed-Darü'tTunusiyye, Tunus, 1984, I, 193.
6
gerek yoktur. Çünkü yaptığı iş mahzurlu da olsa, ihsanda bulunan kimsenin, ihsanı sebebiyle
şükrü hak etmesi caizdir. Zira şükre müstahak olma yönü, günaha ve cezaya müstahak olma
yönünden farklıdır. Bunların bir arada bulunmaları imkânsız değildir. Razi bu görüşüne fasık
bir kimsenin, başkalarına iyilikte bulunmasıyla, şükre; Allah'a isyan etmiş olmasıyla da
kınanmaya müstahak olmasını örnek verir.
Razi, yukarıda geçen ilk tarifi izah ederek tanımda kullanılan "fayda" şartını, zarar
olacak şeylerin nimet olamayacağı şeklinde açıklar. "İhsanda bulunularak yapılmış" kaydına
gelince; “ihsan gerçek bir fayda olsa ve onu yapan kimse onunla, kendisine ihsanda
bulunulan kimsenin menfaatini değil de kendi menfaatini gözetmiş olsa, bu da bir nimet
olmaz. Bu tıpkı sırtından daha çok kazanmak için cariyesine ihsanda bulunan kimsenin haline
benzer.” şeklinde açıklar.17
Kısaca nimet kelimesini tarif edecek olursak nimet; insanı mutlu ve mes'ud edecek,
kendisine faydalı her türlü güzel durumdur.
Nimet kelimesinin tarifinden sonra Kur'an'da nimetle aynı kökten türeyen kelimeler
üzerinde durabiliriz.
a- İn'âm etmek ()أنعم: Nimet vermek, bir kimseye ihsanda bulunmak anlamlarına gelir.
İn'am etmek, sadece insanlar için kullanılır. Hayvanlar ve diğer canlılar için kullanılmas
meselâ, bir insanın atını beslemesi için en'ame ( )أنعمfiili kullanılmaz.18
b- Naîm()نعيم: Nimetle aynı manaya gelen naîm kelimesi, refah, yumuşak huyluluk,
yumuşak kalplilik, sukûnet,19 sıhhat, eminlik ve lezzet manalarına gelir. Ancak naîm çok nimet
için kullanılır.20 Cenab-ı Hakk'ın mahlukata ihsan ettiği atıyyeden ibarettir.21
c- Nâimetün()ناعمة: Yumuşak, güzel yaşam, seçkin ve taze gıdalar için kullanılır.22
d- Na'met( )نعمةve "na'mâ"' ( )نعماءise: Nimetlere mahzar olmak, nazik olmak ve hoş
dirlikli(geçimli) olmak manalarına gelir. 23 Na'mâ', ileride üzerinde detaylı bir şekilde
duracağımız darrâ'nın zıttıdır.24
Ebu Abdillah Fahreddin Muhammed b. Ömer er-Râzî, et-Tefsirü'l-Kebir = Mefatihü'l-Gayb, Daru İhyai'tTürasi'l-Arabi, Beyrut, 1934, I, 221.
18
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.760.
19
el-Ferahidî, Kitabü'l-Ayn, II, 161.
20
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.761.
21
Ahterî Mustafa b. Şemseddin el-Karahisarî, Ahteri-i Kebir (nşr. İ. İlhami Ulaş, Abdülkadir Dedeoğlu),
Osmanlı Yayınevi, İstanbul, 1978, s.464; Ebu't-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed
Feyrûzâbâdî, el-Okyanusü'l-Basit fi Tercümeti Kamusü'l-Muhit, ( trc. Mütercim Asım Efendi), I-III, Cemal
Efendi Matbaası, İstanbul, 1886, III, 566.
22
İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, XII, 580.
23
İbn Faris, Mu'cemu Mekayisi'l-Luğa, “n-a-m” md.; Ahterî, Mustafa, Ahteri-i Kebir, s.464.
24
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.760.
17
7
e- Tana'um()تنعم: Nimet, refah ve maişetle neşelenmek, nimet olan şeye ulaşmak
ve güzel yaşam anlamlarına gelir.25
f- Na'ame ()نعم: Fiil olarak kullanılan na'ame kelimesi, bir kimseye nimet vermek ve
iyi bir yaşam bahşetmek için kullanılır.26
Nimetin tarifi verdikten ve aynı kökten gelen kelimelere değindikten sonra nimetle
anlam yakınlığı olan kavramlar üzerinde duracağız. Nimet kelimesinin anlamının netleşmesi
adına bu kelime ile yakın anlamlı olan hayr, âlâ, rızık vb. kelimeler üzerinde durmanın faydalı
olacağını mülahaza ediyoruz.
2. NİMETLE ANLAM YAKINLIĞI OLAN KAVRAMLAR
2.1. Âlâ ()أآلآلء
Kur'an'da 34 yerde zikredilen ve nimetler anlamında kullanılan âlâ kelimesinin tekili
(ألىelen), ( إلىilen), ( إليilyün),( ألوelvün) şeklinde gelir. Âlâ başkasına anlatılan nimetler
için kullanılır.27 Meşhur Arap şairi Nabiğa bir şiirinde nimet ve âlâ'yi aynı manada şu
şekilde kullanmıştır.
28
ھم الملوك وأبناء الملوك لھم فضل على الناس في اآلآلء و النعم
(Onlar krallar ve kralların oğullarıdır. Onların nimetlerde diğer insanlardan
üstünlükleri vardır.)
Kur'an'da âlâ kelimesinin iki farklı terkipte kullanıldığını görmekteyiz. A'raf suresi 69.
ْ ( فَ ْاذ ُكرAllanın nimetlerini hatırlayın) şeklinde, Necm suresinin 55.
ّ ُوا آالء
ve 74. ayetlerinde ِﷲ
ayeti ve Rahman Suresinde 31 yerde (( فَبِأَيﱢ َآالء َربﱢ ُك َما )كRabbinizin hangi nimetini inkâr
edeceksiniz?) şeklinde geçmektedir.
Âlâ kelimesinin bu ayetlerde hangi nimetler için kullanıldığı hakkında müfessirlerin
görüşleri üzerinde durmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz.
1- A'raf suresi 69. ayet:
ْ ق بَ ْسطَةً فَ ْاذ ُكر
ْ وح َوزَا َد ُك ْم فِي ْال
ْ َواذ ُكر
ّ ُوا آالء
َﷲِ لَ َعلﱠ ُك ْم تُ ْفلِحُون
ِ خَل
ٍ ُُوا إِ ْذ َج َعلَ ُك ْم ُخلَفَاء ِمن بَ ْع ِد قَوْ ِم ن
"Allah'ın sizi Nuh'un milleti yerine getirdiğini ve vücutça da onlardan üstün kıldığını
hatırlayın, başarıya erişebilmeniz için Allah'ın nimetlerini anın."29
İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, XII, 579, Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s. 761.
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.761.
27
Askerî, Ebu Hilal Hasan b. Abdullah b. Sehl, el-Furuku'l-Lugavî (nşr.Hüsameddin Kudüsi), Darü'l-Kütübi'lİlmiyye, Beyrut, ts., s.187.
28
Muhammed Murtaza el-Huseynî ez-Zebidî, Tacu'l-Arûs (nşr. Abdülalim Tahâvî), Vizaretü'l-İ'Iam, Kuveyt,
1968, X, 21; İbn Manzûr, Lisanül-Arab, XIV, 43.
29
A'raf, 07/69, Kur'an-ı Kerim Ve Açıklamalı Meali, Heyet, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1999.
Çalışmamızda bu meali esas olarak kabul ettik.
25
26
8
Alûsî (v.1270/1854), bu ayetin tefsirinde “âlâ”nın ayetin sibakında zikri geçen
nimetler olduğunu söyler.30 Ayetin başlangıcına bakacak olursak; Hz. Hûd'un Âd kavmine
hitaben söylediği nimetler zikredilmektedir. Bu ayet-i kerimede özellikle iki nimete vurgu
yapılmaktadır: Birincisi; Ad kavminin Hz. Nuh'un milleti yerine yeryüzüne hâkim kılınması,
diğeri ise vücutça onlardan üstün kılınmaları. Şevkânî (v.1250/1834) ve Zemahşerî
(v.538/1143) gibi müfessirler de aynı görüşü ifade etmişlerdir.31 Ayrıca ayette bünyelerinin
sağlıklı olmasına işaret edilmiştir. Çünkü sağlıklı olmak da insan için en değerli
nimetlerdendir.32
2- A'raf suresi 74. ayet:
ْ َو ْاذ ُكر
ض تَتﱠ ِخ ُذونَ ِمن ُسھُولِھَا قُصُورًا َوتَ ْن ِحتُونَ ْال ِجبَا َل بُيُوتًا
ِ ُْوا إِ ْذ َج َعلَ ُك ْم ُخلَفَاء ِمن بَ ْع ِد عَا ٍد َوبَ ﱠوأَ ُك ْم فِي األَر
ْ “ فَ ْاذ ُكرAllah'ın sizi Ad milleti yerine getirdiğini, ovalarında
ّ ُوا آالء
َض ُم ْف ِس ِدين
ِ ْﷲِ َوالَ تَ ْعثَوْ ا فِي األَر
köşkler kurup dağlarında kayadan evler yonttuğunuz yeryüzünde yerleştirdiğini hatırlayın;
Allah'ın nimetlerini anın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”
Bu ayetin başlangıcına baktığımızda Hz. Salih; Semûd kavmine, Allah'ın onları Ad
milleti yerine getirdiğini, ovalarında köşkler kurup dağlarında kayadan evler yonttukları
yeryüzünde yerleştirdiğini dile getiriyor. 33 Bu şekilde büyük köşkler yapmaları, Semûd
kavminin refahına, dünya saadetlerine ve nimetlerinin kemaline ulaştığına delalet eder. Çünkü
büyük binalar ve köşkler hali vakti yerinde olmayı gerektirir. Fakir olan hiç kimse yazlık ve
kışlık evler, köşkler yapamaz, yaptıramaz. Bunların yaptıklarını beyan etmek vüs'at-i hallerini
beyan etmektir.34 Alûsî, bu ayette "âlâ"nın ayetin başında zikri geçen nimetleri ifade etmekle
beraber Cenab-ı Hakk'ın insanlara bahşetmiş olduğu diğer nimetleri de kapsayacak şekilde
geniş bir anlam ifade ettiğini söyler.35
Kur'an'da geçen diğer terkip ise ي َآالء َربﱢ ُك َما
فَبِأ َ ﱢterkibidir. Âlâ kelimesi bu terkiple 31
defa Rahman suresinde, bir kez de Necm suresinin 55. ayetinde geçmektedir.
3- Necm Suresi 55. ayet:
ي َآالء َربﱢكَ تَتَ َما َرى
'“ فَبِأ َ ﱢŞimdi Rabbinin hangi nimetlerinden şüphe edersin?”
Ebu’s-Senâ Şehabeddin Mahmud el-Âlûsî, Ruhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kurâni’l-Azîm ve’s-Seb’ü’l-Mesânî (nşr.
Muhammed Hüseyin el-Arab), Daru’l-Fikr, Beyrut, 1997, V, 233.
31
Ebu’l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamizi’t-Tenzil
ve Uyuni’l-Ekavil fi Vucuhi’t-Te’vil (nşr. Adil Ahmed Abdülmevcud, Ali Muhammed Muavviz, Fethi
Abdurrahman ahmed el-Hicazî), Mektebetü’l Ubeykan, Riyad, 1998, II, 458; Ebu Abdillah Muhammed b. Ali b.
Muhammed el-Havlanî eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr (nşr. Abdurrahman Umeyra), Darü’l-Vefa, II. Baskı, Mansure,
1997, II, 308.
32
Mehmed Vehbi, Hulâsatü'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'an, Üçdal Neşriyat, VI. Baskı, İstanbul, 1966. IV, 1665.
33
el-A'raf 07/74.
34
Mehmed Vehbi, Hulâsatü'l-Beyân, IV, 1673.
35
Âlûsî, Ruhu'l-Meânî, V, 244.
30
9
Bu ayetten önceki ayetlerde helak olan Nuh, Hûd ve Lût kavimlerinin akıbetlerinden
bahsedilmektedir. Zemahşerî bu surede, nimet ve nikmet (nimetin zıddı) olan birçok şeyin
zikredilmiş ve hepsinin de "âlâ" olarak isimlendirilmiş olduğunu söyler. Ayrıca nikmet
olarak zikredilen şeylerin ibret alanlar için nasihat olduğunu söyler.36
Bu ayet-i kerimede, ayetin öncesinde zikri geçen cezaların nimet olarak ifade edilmesi,
cezaların hatırlatılmasının bile bir nimet olduğunu göstermektedir. Çünkü cezaların
hatırlatılması, inanan ve akıl sahibi olanlar için ibret alınarak istifade edilen, öğüt ve nasihat
olması itibariyle bir nimettir. Bununla beraber soru edatının getirilmesinde ve "fe" ile
kendinden önce hatırlatılan helakların tertibinde şüphe ve nankörlük edenlere karşı önemli bir
uyarı mânâsı da mevcuttur.37 Râzî ise nimetlerden kasdın, bu surede zikri geçmiş olan, insanın
bir nutfeden yaratılması, ona ruh üflenmesi, zenginlik verilmesi, insanın varlıklı kılınması gibi
nimetler olduğunu söyler. Ayrıca kâfirlerin akıbetinin zikredilmesinin sebebini, nimetleri
inkâr edenlerin sonunun nasıl olduğunu beyan etmek için olduğunu söyler. Nitekim Allah'ın
(cc.) bu belalardan insanı muhafaza etmesinin ayrı bir nimet olduğunu beyan eder.38
3- Rahman suresi:
Âlâ kelimesinin en çok zikrinin geçtiği sure Rahman suresidir. Bu kelime Rahman
suresinde 31 defa geçmektedir. Bu surede insanlara dinî-dünyevî, enfüsî-âfâkî çeşitli nimetler
hatırlatılmıştır. Bahsi geçen 31 ayette Allah'ın (c.c.) insanlar üzerindeki nimetleri
hatırlatılmaktadır. Bu ayetlerin sonunda âlâ kelimesinin içerisinde yer aldığı bir terkip ile
şükür vazifesinin yerine getirilmemesine karşı insanlara hitaben ي َآالء َربﱢ ُك َما تُ َك ﱢذبَا ِن
فَبِأ َ ﱢ
“Rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlıyorsunuz,?” şeklinde uyanlar tekrarlanmıştır.39
Bu surede, ilk nimet olarak Cenab-ı Hakk'm insana Kur'an'ı öğretmek suretiyle en
yüce nimet olan “din” nimetini bahşetmesi zikredilmiş40, ardından insanın yaratılması41, daha
sonra ise insanı diğer canlılardan ayıran beyan nimetinin bahsedilmesi,42 Güneş ve Ay'ın bir
hesaba göre hareket etmeleri 43 , gökyüzü 44 , yeryüzü 45 yeryüzünde hububat ve hoş kokulu
bitkilerin yaratılması, 46 insan ve cinlerin yaratılmaları 47 … gibi birçok nimet zikredilmiş.
36
Zemahşerî, el-Keşşâf, V, 649.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Azim, İstanbul, ts., VII, 325–326.
38
Râzî, et-Tefsiru 'l-Kebîr, XXIX, 25.
39
Âlûsî, Ruhu'l-Meânî, XXVII, 97.
40
er-Rahmân 55/2.
41
er-Rahman 55/3.
42
er-Rahman 55/4.
43
er-Rahman 55/5.
44
er-Rahman 55/7.
45
er-Rahman 55/10.
46
er-Rahman 55/12.
47
er-Rahman 55/14, 15.
37
10
Yukarda ifade ettiğimiz gibi her nimet zikredildikten sonra bu nimetleri ي َآالء َربﱢ ُك َما تُ َك ﱢذبَا ِن
فَبِأَ ﱢ
“Rabbinizin nimetlerinden hangi birini yalanlıyorsunuz?” ifadesi takib etmiştir. Yüce
Yaratıcı bu tekrarlarla kulların nazarını onlara bahşetmiş olduğu nimetlere çevirmektedir.
Âlâ kelimesini müfessirlerin çoğu nimetler şeklinde tefsir etmişlerdir. Fakat âlâ
kelimesini "kudret" şeklinde tefsir edenler de vardır. Abdulhamid el-Ferahî (v.1930), Kur'an
ve arap şiirinin “âlâ”nın nimetler manasına geldiğini reddettiğini, aslında “âlâ”nın,
Allah(c.c)'ın “kudreti” anlamına geldiğini söylemektedir. Ayrıca Taberî'nin (v.310/923) de
Rahman Suresinin 37. ayetinde geçen âlâ ifadesi dışında bütün âlâ ifadelerini nimetler olarak
tefsir ettiğini bu ayette ise ifadesini ان
“ فَبِأ َ ﱢRabbinizin hangi 'kudretini'
ِ َي َآالء َربﱢ ُك َما تُ َك ﱢذب
yalanlıyorsunuz” şeklinde tefsir ettiğini zikretmektedir.48
Fahreddin Râzî de, Rahman suresinde bahsi geçen yerlerde Cenab-ı Hakk'ın yarattığı
harikulade şeyler zikredildikten sonra ان
فَبِأ َ ﱢifadesinin gelmesini, nimetleri beyan
ِ َي َآالء َربﱢ ُك َما تُ َك ﱢذب
etmek için değil, kudretin beyan edilmesi için geldiğini ifade etmektedir. 49 Maverdî
(v.450/1058) de "âlâ" ifadesini "kudret" olarak tefsir eden müfessirlerdendir.50
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi âlâ kelimesinin manası üzerinde müfessirler arasında
ihtilaf vardır. Müfessirlerin çoğunluğu bu kelimenin Kur'an'da geçtiği bütün yerlerde nimetler
anlamında kullanıldığını ifade etmişlerdir. Ancak bazı müfessirler bu kelimenin “kudret”
anlamında “büyük nimetler” için kullanıldığı yönünde görüş beyan etmişlerdir.51
Kur'an'da “âlâ” kelimesinin geçtiği yerleri incelediğimizde, âlâ kelimesinin nimetler
anlamında kullanıldığını görmekteyiz. Bununla beraber, özellikle Rahman suresinde
zikredilen nimetleri de dikkate alarak “âlâ” kelimesinin “kudret” manasında da kullanılmış
olmasının mümkün olduğunu görmekteyiz. Son tahlilde şunu diyebiliriz: Alâ ifadesi daha
çok, Cenab-ı Hakk’ın bahşetmiş olduğu harikulade nimetler için kullanılmıştır.
2.2. Rızk ()الرزق
Rızk, kendisinden faydalanılan şey, ihsan ve atâ manalarına gelir. Allah'ın canlılara
beslenmeleri için ihsan ettiği nimetlere bu isim verilmiştir. Bedenin kendisiyle ayakta
durduğu, gelişmesini sağlayan şeylerdir. Cemisi أرزاقgelir. Canlıların rızkı elde etmelerine
bir vesile olan yağmur da rızk olarak isimlendirilir.52
48
Abdülhamid el-Ferahî, Müfredata'I-Kur'an= Nazarâtun Cedide fi Tefsiri Elfazin Kur'aniyye (nşr.
Muhammed Ecmel Eyyub el-Islahi), Beyrut, Darü'l-Garbi'l-İslamî, 2002, s.125.
49
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.125.
50
Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib el- Maverdî, en-Nüketü ve'l-Uyûn Tefsiri'l-Maverdî (nşr. EsSeyyid Abdu'l-Maksud b. Abdurrahim), Daru'l-Kütütbü'l-İlmiyye, Beyrut, 1992, V, 426.
51
Askerî, el-Furuku’l-Lugavî, s.187.
52
ez-Zebidî, Tacu'l-Arus, VI, 355.
11
Kur'an-ı Kerim’de َ“ َوفِي ال ﱠس َماء ِر ْزقُ ُك ْم َو َما تُو َع ُدونSemada da rızkınız ve size vâdedilen
başka şeyler vardır.”53şeklinde geçmektedir.
Rağıp el-İsfahani rızkın üç farklı manaya geldiğini zikreder. Bunları, şu şekilde
özetleyebiliriz:
a- Süreklilik arz eden dünyevî ve uhrevî ihsanlar
b- Nasip ve pay
c- Kendisiyle beslenilen şey54
Elmalılı, Ehli Sünnet'in rızkı, şer'î manâsıyla lügat mânâsını aynı kabul ederek
"Cenâb-ı Allah'ın canlıya zevk ve faydalanma nasip ettiği şey" diye tarif ettiklerini söyler.
Elmalılı, ayrıca bir şeyin rızk olması için ondan faydalanmayı şart koşar. Nitekim
faydalanılmayan şeyin, ister dünyevî ister uhrevî olsun rızk olmayacağını ifade eder.
Dolayısıyla istifade etmek şartıyla mülk olsun veya olmasın; yenilen, içilen ve diğer
şekillerde kullanılarak faydalanılan mal, evlat, eş, gayret, ilim ve bilgi gibi şeyleri rızk
kavramına dâhil eder. Fakat bunların hepsinde, faydalanmayı şart koşar.55
Bu şekliyle, dinî ve dünyevî olmak üzere bilfiil faydalanılamayan mal, mülk, evlat,
aile, ilim ve bilgi gibi şeyler rızk değildir. Çünkü bunlarla kişi herhangi bir faydaya nail
olamamıştır. Buna göre bir şey, faydalanma şekline göre farklı kimselerin rızkı olabilir. Başka
bir ifadeyle, bir kimseye rızk olan bir nimet, diğerine rızk olmayabilir. Hatta kendi malından,
gücünden, ilminden faydalanmayanların bile rızıklanmış olamayacağını söyleyebiliriz.
Rızkı, zahirî ve batınî olmak üzere iki kısma ayırabiliriz. Zahirî rızkı, bedenin
ihtiyaçları olan gıdalar şeklinde tarif edebiliriz. Batınî rızk ise kalbin ve ruhun ihtiyaç
duyduğu ilim, marifet, hikmet gibi manevî gıdalardır.56
Kur'an-ı Kerim'de rızk, 53 yerde geçmektedir. İnsana bahşedilen dünyevî ve uhrevî
nimetler, nasip, pay, yağmur, yemek, sevap gibi çeşitli manalarda kullanılmıştır.57 Biz burada,
rızkın dünyevî ve uhrevî nimetler manasında kullanıldığı ayetlerden bazılarını ele alarak
konuyu izah etmeye çalışacağız.
Kur'an-ı Kerim'de rızk kavramının dünyevî ve uhrevî nimetler için kullanıldığı çok
sayıda ayet vardır.58
53
ez-Zariyat 51/22.
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.194.
55
Elmalılı, Hak Dini, I, 179–180.
56
İbn-i Manzûr, Lisanü'l-Arab, X, 115.
57
Ebû Abdullah el-Hüseyn b. Muhammed ed-Demeğânî, el-Vucuh ve'n-Nazâir li Elfâz-ı Kitâbillahi'l-Azîz,
İhyâu't-Turas, Kahire, 1995, 372.
58
el-Bakara 2/57, 154, 172; el-A'râf 7/160; el-Enfal 8/3; Yunus 10/93; er-Ra'd 13/22; er-Rûm 30/28; es-Secde
32/16; Fatır 35/29; eş-Şûrâ 42/38; el-Casiye 45/16.
54
12
Dünyevî nimetlere misal olarak; Bakara suresinin 3. ayeti olan ََو ِم ﱠما َر َز ْقنَاھُ ْم يُنفِقُون
"Kendilerine verdiğimiz rızktan yerli yerince sarf ederler." ve Münafıkûn suresinin 10. ayeti
ُ ْ“ َوأَنفِقُوا ِمن ﱠما َر َز ْقنَا ُكم ﱢمن قَب ِْل أَن يَأْتِ َي أَ َح َد ُك ُم ْال َموSizden birine Ölüm gelmeden önce, size
olan ت
verdiğimiz rızklardan sarf edin.” ayetlerini verebiliriz. Müfessirler bu ayetlerde geçen rızk
ifadesinin; mal, makam-mevki, ilim, kuvvet ve kudret gibi zahirî ve batinî birçok nimeti
kapsadığını ifade etmişlerdir.59
Uhrevî nimetlere ise; Mü'min suresinin 40. ve Al-i İmran Suresinin 169. ayetlerini
misal olarak zikredebiliriz. Mümin suresinde rızk kelimesi;
َك يَ ْد ُخلُونَ ْال َجنﱠةَ يُرْ زَ قُون
َ ِصالِحًا ﱢمن َذ َك ٍر أَوْ أُنثَى َوھُ َو ُم ْؤ ِم ٌن فَأُوْ لَئ
َ َم ْن َع ِم َل َسيﱢئَةً فَ َال يُجْ َزى إِ ﱠال ِم ْثلَھَا َو َم ْن َع ِم َل
ب
ٍ فِيھَا بِ َغي ِْر ِح َسا
“Kadın veya erkek, kim, inanarak yararlı iş işlerse, işte onlar cennete girerler; orada
hesapsız şekilde rızıklanırlar.” şeklinde geçmektedir. Bu ayet-i kerimede rızk ifadesi, -sarih
bir şekilde- inanan ve salih amel işleyen kullara, ahirette verilecek nimetler manasında
kullanılmıştır.
Âl-i İmran suresinde ise rızk şu şekilde geçmektedir:
ْ َُوالَ تَحْ َسبَ ﱠن الﱠ ِذينَ قُتِل
ّ يل
َﷲِ أَ ْم َواتًا بَلْ أَحْ يَاء ِعن َد َربﱢ ِھ ْم يُرْ َزقُون
ِ ِوا فِي َسب
“Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis Rableri katında dindirler. Allah'ın
bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar.” Bu ayette de ahirette
şehitlere verilecek mükâfatlardan bahsedilerek rızk ifadesi kullanılmaktadır. Bu rızkın cennet
yurdu olduğunu söyleyenler
60
olduğu gibi sadece ahirette verilecek nimetler olarak
yorumlayanlar da vardır. Râzî, bu nimetleri katıksız ve devamlı olan menfaat olarak
tanımlar.61 Süleyman Ateş, Allah yolunda öldürülmüş olanların, sonsuzluk yurdunda nimetler
içerisinde bulmaları olarak yorumlar.62
Kur'an ayetleri ve lügat manalarını nazarı itibara aldığımızda nimet ifadesinin rızktan
daha geniş bir anlam ifade ettiğini söyleyebiliriz. Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, şeylerden
tutun da kullandığımız ve kullanmadığımız, bildiğimiz yada bilmediğimiz her şey bizim için
birer nimettir.63 Bu nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Rızkı ise maddî-manevî, dünyevîuhrevî insanın ihtiyaç duyduğu ve faydalandığı şeylerle sınırlandırabiliriz. Nitekim insanın
hiç bilmediği ve karşılaşmadığı nice nimetler var ki, biz bunlara rızk diyememekteyiz.
Ebu Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid et- Taberî, Tefsirü't-Taberî (nşr.Mahmud Muhammed Şakir,
Ahmed Muhammed Şakir), Kahire 1979, (Eser; Camiü'l-Beyan an Te'vili'l-Kur'an olarak bilinir.), I, 244; Râzî,
et-Tefsiru 'l-Kebîr, II, 30; İbn-i Âşûr, Tefsirü't-Tahrîr ve't-Tenvîr, I, 234; Mehmet Vehbi, Hulasatu'l-Beyân, I,
42.
60
Ömer Nasuhî Bilmen, Kur'an-ı Kerimin Türkçe Meali Âlîsi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstanbul 1966, I, 500.
61
Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, IX, 94.
62
Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1989, II, 139.
63
Yeniçeri, Celal, Uzay Ayetleri Tefsiri: İslam Açısından Kâinat ve İmkânları, İstanbul, 1995, s.406.
59
13
2.3. Fazl ()الفضل
Lügatte; ziyade manasına gelen fazl kelimesi, artmak ve bir şeyin artığı manalarına
gelir. Cemisi “fudûl” فضولşeklinde gelen fazl, eksilmek manasındaki naks ()النقص
kelimesinin zıddıdır. Arapçada bir kimsenin üstünlüğünü, yüceliğini ifade sadedinde به فضل
denilir. Suyun artığına, elbisenin fazlalık kısmına da fazl denir.64
Fazl, bir şeyin asgarisinden fazla olan kısmına denir. Mahmûd ve mezmum olmak
üzere ikiye ayrılır. Mahmûd olana; ilim, marifet, hilm, gibi şeyleri örnek verebiliriz. Mezmum
olana ise gereğinden fazla gazap örnek olarak verilebilir.
Ayrıca fazl bir şeyin, diğerine üstünlüğü için kullanıldığında üç kısma ayrılır:
a- Cins yönüyle üstünlük. Hayvan cinsinin, bitkilere üstünlüğü gibi.
b- Nev' yönüyle olan üstünlük. Canlılar içerisinde İnsan nev'inin hayvanlara üstünlüğü
gibi. Kur'an'da İnsanların hayvanlardan üstün kılındığı şu şekilde anlatılmaktadır:
ًضيال
ِ ير ﱢم ﱠم ْن خَ لَ ْقنَا تَ ْف
ِ َولَقَ ْد َك ﱠر ْمنَا بَنِي آ َد َم َو َح َم ْلنَاھُ ْم فِي ْالبَ ﱢر َو ْالبَحْ ِر َو َر َز ْقنَاھُم ﱢمنَ الطﱠيﱢبَا
ٍ ِت َوفَض ْﱠلنَاھُ ْم َعلَى َكث
“And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini
sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.”65
c- Zat yönüyle üstünlük. Buna da bir kimsenin diğerine olan üstünlüğünü örnek
verebiliriz.
İlk iki maddedeki üstünlük cevherîdir. Daha sonra kazanılması ya da kaybedilmesi
sözkonusu değildir. Ve bunlarda ne eksikliğin giderilmesi ne de faziletin verilmesi
mümkündür. Mesela; hayvanların insana has olan üstünlüğü elde etmeleri mümkün değildir.
Zat yönüyle olan üstünlük ise arızîdir. Daha sonra kazanılabilir. Bu kısım üstünlüğe şu
ayetleri örnek olarak verebiliriz:
ّ “ َوAllah rızıkda kiminizi diğerlerine üstün tutmuştur.”66
ق
َ ﷲُ فَض َﱠل بَ ْع
ِ ْض فِي ْال ﱢر ْز
ٍ ض ُك ْم َعلَى بَع
ّ ﷲُ ْال ُم َجا ِھ ِدينَ بِأ َ ْم َوالِ ِھ ْم َوأَنفُ ِس ِھ ْم َعلَى ْالقَا ِع ِدينَ َد َر َجةً َو ُكالًّ َو َع َد
ّ فَض َﱠل
ّ ﷲُ ْال ُح ْسنَى َوفَض َﱠل
ﷲُ ْال ُم َجا ِھ ِدينَ َعلَى
َظي ًما
ِ ْالقَا ِع ِدينَ أَجْ ًرا ع
“Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle
üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder.”67
Ayrıca fazlın atiyye ve ihsan manaları vardır. Bu manadaki kullanımına Kur'an'da
ك فَضْ ُل ﱠ
birçok örnek verilebilir. Birçok ayette ِﷲ
َ ِ“ َذلBu Allah'ın lütuf ve ihsanıdır.” ifadesi
geçmektedir.68
İbn-i Manzûr, Lisanü'l-Arab, XI, 524, 525; Feyrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s.939.
el-İsra 17/70.
66
en-Nahl 16/71.
67
en-Nisa 04/95.
64
65
14
Kur'an-ı Kerim'de 104 yerde geçen fadl ve bu kökten türeyen diğer kelimelerin büyük
bir kısmı Allah'ın genel olarak varlıklar alemine, bütün insanlara, inananlara ve özel olarak da
Hz. Muhammed ümmetine, ayrıca belli kişi veya zümrelere karşı maddî manevi lütuf ve
cömertliğini ifade eder. Kur'an'a göre, “Fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” 69
“Allah sana bir hayır dilerse O'nun fazlına engel olabilecek bir kimse yoktur.”70 gibi çeşitli
ayetlerde dünya ve ahiret mutluluğu, cennet ve cennet nimetleri, Allah'ın bazı günahkarları
hemen cezalandırmaması, azaplarını hafifletmesi, günahlarını bağışlaması; insanları,
hüsrandan koruması, insana bilmediğini öğretmesi, insanı hidayete erdirmesi, hayırlara
fazlasıyla sevap vermesi, iman, İslam, vahiy, peygamberlik, şefaat gibi Allah'ın insanlığa
büyük lütuf ve ihsanları fazl kelimesinin kapsamı içerisinde gösterilmiştir. Bir ayette Allah ve
Rasulü'ne itaat edenlerin O'nun nimetine mahzar kılınmış bulunan peygamberler, sıddıklar,
şehitler ve salihlerle beraber olacağı belirtildikten sonra, "bu Allah'ın bir fazlıdır"71 denilir.
Başka bir ayette de Allah tarafından sevilmek ve O'nu sevmek, müminlere karşı alçak gönüllü
olmak, Allah yolunda cihad etmek, anlamsız kınama ve yergilerden korkmamak, Allah'ın
sadece dilediği kimselere nasip ettiği birer lütuf olarak değerlendirilmiştir.72
Kur'an'da çeşitli varlık ve imkânlar da fazl kapsamında gösterilir. Buna göre Allah'ın
insanların geçimi ve barınması için yaratmış olduğu nesneler, ticaret, kazanç, zenginlik, fetih,
zafer, ganimet gibi dünyevi imkânlar Allah'ın lütuflarındandır.
Fazl bazı ayetlerde, özellikle fiil olarak geçtiği yerlerde "üstün kılınma" manasında
kullanılarak Allah'ın bütün insanlığa veya belli kesimlere şamil fazlından da söz edilmektedir.
Nitekim İsrâ suresinde (17/70) Âdemoğullarının bazı mazhariyetlerinden örnek verildikten
sonra, "Onları yarattıklarımızın birçoğundan gerçekten üstün kıldık" denilmektedir. Taberî'ye
göre bu üstünlük insanın elleriyle iş yapabilmesi, yiyip içmesidir. Ayrıca insanlardan
bazılarının biyolojik, dinî, ahlakî ve insanî değerlerdeki farklılıklarına göre Allah'ın onlara
yönelik lütuf ve fazlının farklı olacağını bildiren ayetler de vardır. Buna göre “Allah
insanların bir kısmını diğerinden üstün kılmıştır.” 73 “Allah malları ve canlarıyla cihad
edenleri derece bakımından oturup bekleyenlerden üstün kılmıştır.”74 Ahirette bu derece ve
üstünlükleri daha fazla olacaktır. 75 Allah bir zamanlar İsrailoğullarını da âlemlere üstün
68
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.382.
Âl-i İmran 3/73.
70
Yunus 10/107.
71
en-Nisa 04/75.
72
el-Maide 5/54.
73
en-Nisâ 4/83.
74
en-Nisâ 4/95.
75
el-İsrâ 17/21.
69
15
kılmıştı; 76 fakat daha sonra işledikleri günahlar ve isyanlar sebebiyle “onlara zillet ve
meskenet damgası vuruldu.”77
Bütün peygamberlerin âlemlere üstün kılındığının belirtilmesi yanında bir kısım
peygamberlerin diğerlerinden üstün yaratıldığını bildiren ayetler de vardır. 78 Fazl kavramı,
Allah'ın özellikle İslam ümmeti hakkındaki lütuflarını belirtmek üzere de kullanılmıştır.
Nitekim müfessirler Hadîd suresinin 29. ayetindeki fazlı bu anlamda yorumlamışlardır. 79
Başka bir yerde, yine fazl kelimesinin kapsamında olmak üzere Allah'ın İslam ümmetine
bahşettiği lütufların bir kısmı; aralarında bir peygamberin yetişmesi, onun birçok konuda
çevresindeki insandan farklı davranarak onları dalalet ve sıkıntılardan kurtarması, Allah'ın
Müslümanlara imanı sevdirmesi, gönüllerini onunla süslemesi, onları inkâr, günah ve
isyandan tiksindirmesi şeklinde sıralanmıştır.80
ﷲِ َونِ ْع َمةً َو ﱠ
“ فَضْ ًال ﱢمنَ ﱠBu, Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah her
Özellikle ﷲُ َعلِي ٌم َح ِكي ٌم
şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.”81 gibi ayetlerde fazl ve nimetin bir arada kullanılmaları
bu iki kelime arasındaki mana yakınlığını ifade etmektedir. Ayrıca Âl-i İmran suresi 171.
ayette de nimet ve fazl ifadeleri birlikte kullanılmaktadır.
Fazl ve nimet kelimeleri arasında fark adına şunları zikredebiliriz: Al-i İmran suresinin
ّ َ" يَ ْستَب ِْشرُونَ بِنِ ْع َم ٍة ﱢمنOnlar, Allah'tan
ّ ﷲِ َوفَضْ ٍل َوأَ ﱠن
171. ayetinde nimet ve fazl َُضي ُع أَجْ َر ْال ُم ْؤ ِمنِين
ِ ﷲَ الَ ي
olan bir nimeti, bolluğu müjdelemek isterler." şeklinde geçmektedir. İbn-i Atıyye
(v.541/1147), bu ayette zikredilen nimetin cennet olduğunu ifade etmekle birlikte fazlın,
nimetleri açıklamak için zikredildiğini söyler. Çünkü bahşedilen nimetler, kulların amellerinin
karşılığı olarak değil, Cenab-ı Hakk'ın fazlı olarak verilir. Cennetteki nimetler ve derecelerin
ise amellere göre olacağını ifade etmiştir. 82 Fahreddin Râzi, bu ayetin tefsirinde nimetin
amellerin karşılığında elde edilen mükâfat, fazlın ise ilaveten yapılan ihsan ve lütuflar
olduğunu söyler.83
Lügat manası ve Kur'an'daki kullanımını göz önünde bulundurarak son tahlilde fazlın,
Yüce Yaratıcı'nın kullarına lütfetmiş olduğu ekstradan nimetler için kullanıldığı sonucuna
varmaktayız.
76
el-Bakara 2/47, 122.
el-Bakara 2/61.
78
En'am 6/85.
79
Şevkânî, Fethü'l-Kadir, V, 207, 208.
80
Mustafa Çağrıcı, "Fazl", DİA, XII, 271-272.
81
el-Hucurat, 49/08.
82
Ebu Muhammed Abdülhak b. Galib b. Atiyye el-Endelüsî, el-Muharrerü'l- Veciz fi Tefsiri'l-Kitabi'l-Aziz (nşr.
Abdüsselam Abdüssafi Muhammed), Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1993, I, 541.
83
Râzî, et-Tefsirul-Kebîr, IX, 97.
77
16
2.4. Hayr ()الخير
Hayr, mutlak olarak halkın meyl, rağbet ve muhabbet ettiği nesne olarak tarif
edilmiştir. Buna misal olarak akıl, ilim, adalet ve ihsan... gibi şeyler verilebilir. Faydalı
manasında kullanılan hayr şerrin zıttıdır. Cemîsi “huyûr” ( )خيورve “hıyar” ( )خيارşeklinde
gelen hayr kelimesi kerem, şeref, asalet ve dış görünüş manalarına da gelir.84
Hayr ve şer kelimeleri isim ve sıfat olarak kullanılabilirler. Ayrıca hayr kelimesi ism-i
tafdil manasında kullanılır. Bir kimsenin diğerinden daha hayırlı olduğunu ifade etmek için
( أخيرdaha hayırlı) manasında ( ھذا خير منهBu şey diğerinden daha hayırlıdır.) denilir. İsm-i fail
manasında kullanıldığında ise mukayese ifade etmez, (الصالة خير من النومNamaz uykudan
hayırlıdır) gibi. Burada mukayese değil de bizatihi hayr olan bir şey kastedilir. Ayrıca mal
manasında kullanılır. Çok mal için خير كثيرdenilir. Araplar at için de hayr ifadesini
kullanmışlardır.85
İki çeşit hayr vardır. Biri hayr-ı mutlaktır ki herhalde ve herkes tarafından rağbet gören
ve sevilen kısmıdır. Hayrın bu çeşidine cenneti örnek verebiliriz. İkincisi ise hayrı
mukayyeddir ki; bir kimseye hayr, diğerine göre şer olan göreceli hayırdır. Bu tür hayra ise
zenginliği misal olarak verebiliriz.86
Hayr kelimesi Kur'an'ı Kerim'de 176 yerde geçmektedir. Bunlardan ism-i tafdîl
olmayanlar, yer aldıkları ayetlerin konularına göre çok farklı anlamlara gelmektedirler.
Dünyevî nimetler, kişinin faydasına olan şeyler, mal, şerrin zıttı olarak insanın başına gelen
güzellikler, afiyet, rahatlık ve refah gibi manalar için kullanılmıştır.
Hayrın bu kullanımlarını iki ana bölümde ele almak mümkündür. İlk bölüme giren
ayetlerde hayır kavramı daha çok mal, servet, bolluk gibi maddî değer ve imkânlar veya daha
genel olarak maddî ve manevî nimetler için kullanılmıştır. İkinci bölümde ise “salih amel”,
“hasene”, “ma'rûf” gibi kavramlara yakın anlamlarda olmak üzere her türlü iyi tutum ve
davranışın ahlakî değerlerini belirtmek için kullanılır. 87 Râzî, ibadetlerin hayr olarak
vasfedilmesinin sebebini, kişinin yapmış olduğu taatların büyük faydalara götürdüğü şeklinde
açıklamıştır.
88
Bu faydaları ise uhrevî nimetler olarak değerlendirebiliriz. Çünkü bu
dünyadaki ibadet ve taatların kendisi hayrı mahz olmakla beraber ahirette de nimetlere
mazhar olmaya vesile olurlar.
Şeyh Ahmed Rıza, Mu'cem-u Metni'l-Luğa, Daru Mektebeti'l-Hayat, Beyrut, 1958, II, 51,52, İbn-i Manzûr,
Lisanü'l-Arab, IV, 264.
85
Feyrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s.351; Rağib el-İsfehanî, el-Müfredât, s.160-161.
86
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.160.
87
Mustafa Çağrıcı, "Hayr", DİA, XVII, 43.
88
Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, III, 341.
84
17
İlk bölüme giren ayetlerin bazısında hayır "mal" kelimesinin eş anlamlısı olarak geçer.
Bakara suresi 180. ayetinde إِن تَ َركَ َخ ْيرًاşeklinde geçen hayr ifadesi mal olarak
yorumlanmıştır. 89 Aynı şekilde " َوإِنﱠهُ لِحُبﱢ ْالخَ ي ِْر لَ َش ِدي ٌدGerçekten o, hayra pek düşkündür." 90
ayetindeki hayrı müfessirler 'mal' olarak yorumlamışlardır. 91 Bazı ayetlerde kişinin malî
yardımda bulunması da "hayır infak etme" şeklinde ifade edilmiştir. 92 Hayr yine maddî
anlamlarda refah, bolluk, zenginlik gibi daha geniş anlamları belirtecek şekilde de
geçmektedir.93 Âl-i İmran suresinin Allah'a yakarış mahiyetindeki bir ayetinde (3/26) mülkün
sahibinin Allah olduğu ve O'nun, mülkü dilediğine vereceği, dilediğinden de geri alacağı,
dilediğini yüceltip dilediğini alçaltacağı belirtilir. Daha sonra gelen, "Hayır, sadece senin
elindedir"
cümlesinden
hayrın
her
türlü
maddi
ve
manevî
nimetleri
kapsadığı
94
anlaşılmaktadır.
Kur'an'da manevî nimet kabilinden olan şeyler de hayr kelimesiyle ifade edilmiştir.
Nitekim hayr, Allah'ın kullarına özel nimeti olan vahiy veya Kur'an yerine de kullanılmıştır.95
"Takva sahiplerine, 'size rabbiniz ne indirdi?' denildiğinde 'hayır indirdi' derler" mealindeki
ayette96 hayrın vahiy manasına geldiği açıkça görülmektedir.97 Bazı müfessirler Âl-i İmran
suresinin 104. ayetinde ve Kalem suresi 12. ayetinde geçen hayrı "İslam" diye açıklamışlardır.
Diğer bir ayette (el-Bakara, 2/269) hikmet Allah'ın bir lütfu ve nimeti olarak "büyük bir hayır"
diye nitelendirilmiştir.98
İkinci bölüme giren ayetlerde hayır kelimesi "salih amel", "hasene", “ma'rûf” gibi
kavramlara yakın anlamlarda olmak üzere her türlü iyi tutum ve davranışın ahlakî değerlerini
ْ َُو َما تَ ْف َعل
ّ وا ِم ْن َخي ٍْر فَإِ ﱠن
belirtmek için kullanıldığını zikretmiştik. Bakara suresi 215. ayetinde ﷲَ بِ ِه
" َعلِي ٌمYaptığınız her iyiliği Allah şüphesiz bilir" şeklinde kullanılmış olan hayr ifadesi "mutlak
surette yapılan iyilik" manasında kullanılmıştır. Kur'an'da insan için ahirette faydalı olacak
her türlü iyilik, hayır diye adlandırılmıştır. “Hayr olarak ne yaparsanız Allah onu bilir. Azık
89
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.160.
Adiyât 100/8.
91
Elmalılı, Hak Dini, IX, 381; Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, XXXI, 67; Ebü'1-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer İbn-i
Kesîr, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, Daru'l-Endülüs, Beyrut, 1966, III, 669.
92
el-Bakara 2/215, 272, 273.
93
el-En'âm 6/17, Yûnus 10/107; el-Enbiyâ 21/35; el-Meâric 70/21; Taberî, Camiü'l-Beyan, VII, 160-161; XI,
177; XVII, 24-25.
94
Çağrıcı, “Hayr”, DİA, XVII, 45.
95
el-Bakara 2/105.
96
en-Nahl 16/30.
97
Bkz. Taberî, IV, 38; Şevkânî, V, 308.
98
Çağrıcı, "Hayr", DİA, XVII, 45.
90
18
edinin; bilin ki en hayırlı azık takvadır.”99 Bu ayette geçen hayr kelimelerinden ilki fiilin
niteliği, ikincisi amacın niteliği olarak kullanılmıştır. Bakara suresi 110. ayetinde ise
ْ وا ال ﱠز َكاةَ َو َما تُقَ ﱢد ُم
ْ ُصالَةَ َوآت
ْ َوأَقِي ُم
ّ ﷲِ إِ ﱠن
ّ وا ألَنفُ ِس ُكم ﱢم ْن َخي ٍْر ت َِجدُوهُ ِعن َد
وا ال ﱠ
صي ٌر
ِ َﷲَ بِ َما تَ ْع َملُونَ ب
“Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın
katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.” Ayette namaz
kılma, zekât verme gibi ibadetler emredildikten sonra "Önceden kendiniz için ne hayır
yaparsanız Allah katında onu bulacaksınız." İfadesinden, zikri geçen ibadetlerin hayr
ifadesinin içerisinde yer aldığı anlaşılmaktadır.
Özetle Kur'an'da hayr kelimesi salt menfaat, iyilik, güzellik gibi nimetin özünü
oluşturan kısmını ifade etmekle beraber, maddî-manevî, dünyevî-uhrevî her türlü nimeti
içerisine alan çok geniş manaları havi bir kavramdır.
2.5. Rahmet ()الرحمة
Rahmet, 'rhm' kökünden mastar olup; incelik, rikkat, bağışlamak ve şefkat beslemek
manalarına gelir. Rahmet, merhamet edilen kimseye ihsanı gerektiren şefkatten ibarettir.100
Kur'an'da isim, fiil ve mastar olmak üzere farklı şekillerde 140 yerde geçmektedir.
Müfessirlerin çoğunluğu "rahmet"in manasının "in’am etmek" olduğunu ifade etmekle birlikte
şu tarifleri zikrederler:
M. Vehbi, Razi'nin görüşünü naklederek, rahmeti şu şekilde tanımlar: Rahmet; her
türlü bela ve musibetten korunma ve çeşitli hayırları ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak suretiyle
ihsan ve in'am etmektir. Binaenaleyh; kullarını her türlü bela ve musibetten muhafaza ve her
türlü hayra ulaştıran Allah Teâlâ'dır. İnsanın her uzvunun başına gelecek dert ve elemlerden
muhafaza buyurduğu gibi, anasının rahminden ölüm anına kadar insanın nail olduğu sayılmaz
ve tükenmez nimetleri dahi ihsan eden Allah (c.c.) olduğuna kimsenin şüphesi yoktur.101
Zemahşeri, rahmetin kullara in'amdan mecaz olduğunu ifade eder ve bir kral raiyyetine
karşı şefkat beslediği zaman, onlara iyilikte bulunup nimetler verir. Allah da şefkatinin
tezahürü olarak kullarına ihsanda bulunduğunu söyler.102
Elmalılı, er-Rahman'ı açıklarken "esirgeyen ve acıyan" tabiri ile Türkçe'ye geçmesini
eleştirir ve sonuç olarak rahmetin "sonsuz nimet vermek veya iyiliği kastetmek" manalarına
geldiğini ifade eder.103
99
el-Bakara 2/197.
Feyrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, s.1002.
101
Mehmet Vehbi, Hulasatu'l-Beyân, I, 20.
102
Zemahşerî, el-Keşşaf, I, 110.
103
Elmalılı, Hak Dini, I, 50.
100
19
Maverdî, rahmet ifadesini "nimet" olarak tefsir etmiştir. Ayrıca nimet, rahmetin
tezahürü olduğu için rahmet olarak isimlendirildiğini ifade eder.104
Ayrıca nisbet edildiği kimseye göre Rahmet iki manayı içinde barındırır. Eğer rahmet
Cenab-ı Hak'tan olursa in'am, ihsan manasına; insanoğlundan olursa rikkat ve şefkat
manalarına gelir. 105 Diğer manalar bir tarafa, Cenab-ı Hakkın kullarına in'am ve ihsanı
manasındaki rahmet üzerinde duracağız. Nitekim insanların bir birleri için besledikleri şefkat
de Allah'ın kullarına in'am ve ihsanının bir tezahürüdür.
Rahmetin hangi tür nimetleri kapsadığını ifade etmek için bu kelimeyle aynı kökten
olan Cenab-ı Hakk'ın Rahman ve Rahim isimlerini de incelemek suretiyle bu kelimeyi
anlamaya çalışacağız.
Rahman ve Rahîm, rahmet mastarından mübalağa birer sıfat olmakla beraber
aralarında önemli farklar vardır. 106 Bu farklar hususunda müfessirler farklı görüşler beyan
etmişlerdir.
M. Vehbi, rahmanın; kullardan sudur etmesi tasavvur olunamayan nimetleri in'am
edici; rahimin ise, kullardan sudur etmesi tasavvur olunan nimetleri in'am edici manasında
olduğunu ifade eder. Ayrıca rahmanın sadece Cenab-ı Hakk'a ait isimlerden olduğunu
zikreder.107
Zemahşerî, rahmanın; büyük, yüce nimetleri ve nimetlerin kaynaklarını içine aldığını;
rahimin ise, ince ve latif nimetleri kapsadığını ifade eder.108 Taberî ise rahman'ın bütün halkı
kapsadığını rahimin ise sadece müminlere şamil olduğunu ifade etmiştir. Rahmanın ahirette,
rahimin ise sadece dünyada tecelli edeceğini söyler.109
Ebû Hayyan el-Endelusî (v.745/1344) de rahmanın; dünyada, rahimin ise, ahirette
tecelli edeceğini zikreder. Ayrıca rahmanın bütün varlıklar için verilen yağmur, his duyuları
gibi umum nimetleri, rahimin ise müminlere hidayet, onlara bahşedilen lütufları ifade ettiğini
söyler.110
Elmalılı ise Yüce Allah'ın Rahman oluşunun, ezele; Rahim oluşunun ise lâ yezale
(ebediliğe) göre olduğunu ifade eder. Bundan dolayı yaratıkların, Yüce Allah'ın Rahman
olmasıyla başlangıçtaki rahmetinden, Rahim olmasıyla da sonuçta meydana gelecek
merhametinden doğan nimetler içinde büyüdüklerini ve ondan faydalandıklarını söyler.
104
el-Maverdî, en-Nüketü ve'l-Uyûn, I, 52.
ez-Zebidî, Tacu'l-Arûs, 304; Rağıb el-İsfahanî, el-Müfredât, s. 191.
106
Taberî, Camiü'l-Beyan, I, 166; Elmalılı, Hak Dini, I, 51.
107
Mehmet Vehbi, Hulasatu'l-Beyân, I, 20.
108
Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 110, 111.
109
Taberî, Camiü'l-Beyan, I, 167.
110
el-Endelüsî, Ebû Hayyan, Tefsirü’l-Bahri’l-Muhît, I, 19.
105
20
Elmalı, bu noktaya işaret etmek için dünyanın Rahmân'ı, ahiretin Rahîm'i sözünü zikrederek
aslında Yüce Allah'ın, dünyanın da, ahiretin de hem Rahmân'ı, hem de Rahîm'i olduğu
görüşünü savunur. Ve bu tabirin de kadim âlimlerden nakledilmiş olduğunu ifade eder. Fakat
her ikisinde öncelik itibariyle Rahman, sonralık itibariyle Rahim olduğuna işaret etmek için
dünya Rahmân'ı ve ahiret Rahîmi denildiğini söyler. Ayrıca "hem müminlerin, hem kâfirlerin
Rahmân'ı, fakat yalnız müminlerin Rahîm'i" denilmesinin de bundan ileri geldiğini
zikreder.111
Özetle, müfessirlerin ifade etmiş oldukları farklılıkları göz önünde bulundurarak
rahmeti iki kısımda mütalaa edebiliriz. Birincisi; "umumi rahmet" ki bu kafir olsun mümin
olsun, günahkar olsun dindar olsun, bitki olsun hayvan olsun her şeyi kapsar. Bunu farklı bir
ifadeyle "dünyevî nimetler" manasına gelen rahmet olarak da değerlendirebiliriz. Diğeri ise
sadece müminlere has olan rahmettir ki bu da ahirette tecelli edecektir. Merhameti sonsuz
Yüce Yaratıcı, orada sadece mümin kullarına nimetlerini tattıracaktır. Rahmetin bu kısmını
ise "uhrevî nimetler" olarak değerlendirebiliriz. Nitekim Kur'an'da Cenab-ı Hakkın müminlere
ahiretteki bu ihsanı ayet-i kerimede şu şekilde ifade edilmektedir.
ْ ُ“ فَأَ ﱠما الﱠ ِذينَ آ َمنAllah
ْ َص ُم
ص َراطًا ﱡم ْستَقِي ًما
َ وا بِا ّ ِ َوا ْعت
ِ وا بِ ِه فَ َسيُ ْد ِخلُھُ ْم فِي َرحْ َم ٍة ﱢم ْنهُ َوفَضْ ٍل َويَ ْھ ِدي ِھ ْم إِلَ ْي ِه
kendisine inananları ve Kitabına sarılanları rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak, onları
Kendisine götüren doğru yola eriştirecektir.”112Allah Teâlâ bu dünyada kafir olsun mümin
olsun, hayvan olsun bitki olsun her varlığa nimetlerini bahşetmekte, ahirette ise sadece
müminlere merhamet edecek ve onlara nimetlerini ihsan edecektir.
Nimetle rahmet arasındaki fark adına ise kişinin ihtiyaç duyması zikredilmiştir.
Rahmette ihtiyaç vardır. Nimet ise ihtiyaç olmadan bahşedilen şeyler için de
kullanılabilmektedir.113
2.6. Menn ()المن
Lügatte; nimet vermek, bir kimseye iyilikte bulunmak manasına gelen menn, kesmek,
(bir hayvanı) yormak, gökten inen çiy, atıyye gibi farklı manalara da gelmektedir. Bir
kimsenin yaptığı iyilik ve ihsanı sayıp, ortaya dökerek başa kakması manasına gelen minnet
kelimesi de bu köktendir. 114 Aynı kökten gelen menûn ise, yaptığı iyilikleri başa kakan
111
Elmalılı, Hak Dini, I, 86, 87.
en-Nisa 04/175.
113
Askerî, el-Furuku’l-Lugavî, s.189.
114
İbn-i Manzûr, Lisanü'l-Arab, XIII, 416–417; Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 71.
112
21
kimseye denir. Araplar malı için evlenilen kadına bu ifadeyi kullanırlar. Çünkü bir ömür boyu
malını kocasının başına kakacağını ifade ederler.115
Nimetlerden bir kesit için "minnet" ifadesi kullanılır. 116 Menn kelimesi türevleriyle
birlikte Kur'an'da 27 yerde geçmektedir. Bu kelime, Kur'an-ı Kerim'de “esirlerin serbest
bırakılması” 117 , “ucb” 118 gibi manalarda kullanılmakla beraber daha çok iki manada
kullanılmaktadır. Bu manalardan birincisi, Allah'ın nimet vermesi; diğeri ise, insanların
yaptıkları iyilikleri başa kakmasıdır.
İlk mana olan “Allah'ın nimet vermesi”, birçok ayette geçmektedir.119 Bu manayı ifade
eden birkaç ayeti misal olarak zikredelim:
ّ لَقَ ْد َم ﱠن
َ ﷲُ َعلَى ْال ُمؤ ِمنِينَ إِ ْذ بَ َع
َاب َو ْال ِح ْك َمةَ َوإِن
َ ث فِي ِھ ْم َرسُوالً ﱢم ْن أَنفُ ِس ِھ ْم يَ ْتلُو َعلَ ْي ِھ ْم آيَاتِ ِه َويُ َز ﱢكي ِھ ْم َويُ َعلﱢ ُمھُ ُم ْال ِكت
ْ َُكان
ين
َ وا ِمن قَ ْب ُل لَفِي
ٍ ض
ٍ ِالل ﱡمب
“And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve
hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Hâlbuki
onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.”
120
Bu ayet-i kerimede, Allah'ın müminlere
peygamber göndermekle büyük bir nimet bahşetmesi menn kelimesi ile ifade edilmektedir.
Menn kelimesinin ilk manada kullanıldığı diğer bir ayet ise Nisa suresinin 94. ayetidir:
ّ ك ُكنتُم ﱢمن قَ ْب ُل فَ َم ﱠن
ﷲُ َعلَ ْي ُك ْم
َ ِ“ َك َذلDaha önce siz de öyleydiniz, Allah kerem buyurdu da sizleri
iman ile tanıştırdı.”121
Menn kelimesinin ikinci manası olan 'insanların yaptıkları iyilikleri başa kakması,
insanların yapılan iyilikleri sayıp dökmesi ve başa kakması suretiyle olur. Kötü bir davranış
olarak kabul edilen böyle bir eylem; ancak bir şükür ifadesi manasına, tahdisi nimet (Allah'ın
nimetlerini zikretmek) için olursa bir beis yoktur. Kişi bu şekilde küfran-ı nimete düşmekten
kurtulmuş olur.122
ْ ُوا الَ تُب ِْطل
ْ ُيَا أَيﱡھَا الﱠ ِذينَ آ َمن
ُ ِص َدقَاتِ ُكم بِ ْال َمنﱢ َواأل َذى َكالﱠ ِذي يُنف
اآلخ ِر
َ وا
ِ اس َوالَ ي ُْؤ ِمنُ بِا ّ ِ َو ْاليَوْ ِم
ِ ق َمالَهُ ِرئَاء النﱠ
“Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için
harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa
çıkarmayın.”123 Ayetini misal olarak zikredebiliriz. Bu ayette geçen "minnet" ise başa kakma
manasında kullanılmıştır.
İbn-i Manzûr, Lisanü'l-Arab, XIII, 418.
Askerî, el-Furuku’l-Lugavî, s.191.
117
Muhammed 47/4.
118
el-Hucurât 49/17.
119
el-En'am 6/53; el-Kasas 28/82; Tâhâ 20/37; es-Sâffât 37/ 114, İbrahim 14/11.
120
Al-i İmran 03/164.
121
en-Nisa 04/94.
122
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.474.
123
el-Bakara 02/264.
115
116
22
Özetle "menn" ifadesi özellikle Cenâb-ı Hakk'a nisbet edildiğinde, Allah'ın insanlara
verdiği lütuf ve ihsanlar manasında kullanılmıştır. Ayrıca "menn"in geçtiği ayetleri
incelediğimizde insanın başına gelen belalardan kurtulması, mülk, dünya ve ahiret namına her
türlü hayır için kullanıldığı gibi124 hidayet,125 nübüvvet,126 insanları doğru yola ulaştıracak bir
peygamberin gönderilmesi127, İslam128 gibi nimetler için de kullanılmaktadır.
3. NİMETLE ZIT ANLAMLI OLAN KAVRAMLAR
3.1. Durr ( )الضرDarrâ()الضراء
"Durr", "nef’in"(fayda) zıttı olarak kullanılır. Zarar manasında isimdir. Darr ise mastar
olarak "zarar vermek" manasında kullanılır.129 Durr'u, sıkıntılar sebebiyle hissedilen, bedene
zararı dokunan, bu sıkıntılı durumlardan nefsin acı duyduğu şeyler şeklinde tarif edebiliriz.
Bu iki kullanım arasındaki fark adına "durr"un yukardan gelen bir sıkıntı ve kahr olduğu;
"darr"ın ise "aynı seviyede olan kimseler tarafından gelen sıkıntı olduğu" zikredilmiştir.
Aşağıdan yukarıya olan sıkıntıya ise genelde "ezen" ifadesi kullanılır. 130 "Darrâ"yı ise
"insanın başına gelen musibetler" şeklinde tarif edebiliriz.131
Rağıb el-İsfahanî "Durr"u, "su-i hâl"( kötü durum) olarak tarif eder. Bu kötü durumun
sebebinin, ilim azlığı, bilgi, fazilet ve iffetin olamaması gibi kişinin kendisinden kaynaklanan
sebeplerden yada bedenindeki bir eksiklik, bir organın olmaması; malının azlığı, makammevkisinin olmaması gibi dış görünüşteki bir eksiklik sebebiyle de olabileceğini söyler.
Darrâ'yı ise, büyük zarar, sıkıntı, huzursuzluk şeklinde tarif eder. "Na'mâ"(bol nimet) ve
"serrâ"nın (bereket) karşıtı olarak kullanılır. Görme duyusunu yitirmiş kimseye "racülün
darirün" ifadesi kullanılır. Ayrıca suyun zarar verdiği vadi kıyısına "darirü'1-vadi" denilir.132
Durr, Kur'an'-ı Kerim'de müştaklarıyla beraber yetmiş dört yerde geçmektedir. Fiil
olarak yirmi dokuz yerde, "darr" olarak on yerde, "durr" olarak ondokuz yerde, "darar" olarak
bir yerde, "darrâ" olarak dokuz yerde, ism-i fail olarak (dârr) iki yerde, "dırâr" olarak ise iki
yerde ayrıca "mudtarr" ve "mudârr" şeklinde geçmektedir.
Bizim üzerinde duracağımız kullanımlar, nimetin zıttı olan "darrâ", "durr" ve "darr"
kavramları olacaktır. "Darr" olarak geçtiği yerlerin biri hariç hepsinde zıttı olan "nef "(fayda)
Şevkânî, Fethü'l-Kadîr, III, 70.
el-Hucurat 49/17.
126
es-Saffat 37/114.
127
Âl-i İmran 3/164.
128
en-Nisa 4/94; en-En'am 6/53; Râzî, et-Tefsîru'l-Kebir, XII, 238.
129
ez-Zebidî, Tacu'l-Arus, III, 348.
130
el-Münavî, et-Tevkif Alâ Mühimmati't-Tearîf, s.472.
131
Muhammed İsmail İbrahim, Mu'cemü'l-Elfaz ve'1-A'lami'l-Kur'aniyye, Darü'l-Fikri'l-Arabi, Kahire, ts., drr.
md.
132
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.293.
124
125
23
ile beraber kullanılmıştır. Fakat Cin suresi 21. ayetinde "raşeden" ifadesiyle birlikte
ُ ِ“ قُلْ إِنﱢي َال أَ ْملDe ki, ben size kendiliğimden ne bir zarar
kullanılmıştır, ض ًّرا َو َال َر َشدًا
َ ك لَ ُك ْم
verebilirim, ne de yol gösterebilirim.” Elmalılı, "zarar" karşılığında "fayda"nın zikredilmesi
gerekirken, "sapıklık" karşılığı olan "rüşd" ün zikredilmesinde bir tür "intibak sanatı"
olduğunu ifade etmiştir. "Ne bir zarar verebilirim ne de bir yarar. Sapıklığa düşürmem söz
konusu olmaz yada olsa olsa yol göstermem söz konusu olur. Fakat ben kendiliğimden onu da
yapamam." şeklinde tefsir etmiştir.133 "Darr" zikri geçtiği yerlerde "zarar vermek" manasında
"fayda sağlamanın" zıttı olarak kullanılmıştır.
"Durr", zıt manaları ifade eden "nimet"134, "rahmet"135 ve "hayır"136 kavramlarıyla bir
arada kullanılmıştır. Bu kelime; acı, hüzün, korku, bunların birine veya hepsine sebep olacak
hastalık, fakirlik, sıkıntı, baskı şeklinde tefsir edilmiştir.137
"Darrâ" ise "şiddetli fakirlik, geçim darlığı, hastalıklar, afetler ve zaruret halleri
olarak" geçmektedir. 138 “Na'mâ” 139 , "rahmet"140 , ve "serrâ"nın141 zıttı olarak kullanılmıştır.
Ayrıca üç yerde de "be'sâ"nın142 müradifı olarak kullanılmıştır.
3.2. Azab ()العذاب
Lügatte "işkence, cezalandırma, nekal" manalarına gelir. Cemisi "a'zibe" dır.143 Rağıb
el-İsfahani, azabın tarifini, “şiddetli aç bırakma” şeklinde yapar. Arap dilinde bir kimse, yeme
- içmeyi ve uykuyu terk ettiği zaman onun için عذب الرجلifadesi kullanılır. Ayrıca müellif
azabın hangi kökten geldiğine dair ihtilafları zikreder. Bazıları, -bahsettiğimiz gibi- “aç-susuz
ve uykusuz kalma” anlamındaki “ezebe-ya'zibu” fiilinden türediğini; bazıları ise, “azbun”
(tatlılık) kelimesinden türediğini söyleyerek, azabın; “izaletü'azbi'l-hayat” (hayatın tadını
kaçırmak) manasına geldiğini söylemişlerdir. Bazıları da kırbacın uç tarafı manasına gelen
“azabetün” kelimesinden müştak olduğunu söylemişlerdir.
133
Elmalılı, Hak Dini, VIII, 384.
en-Nahl 16/53; ez-Zümer 39/8, 49.
135
er-Rûm 30/33.
136
el-En'am 6/17.
137
Elmalılı, Hak Dini, III, 396; Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, XII,172; el-Maverdî, en-Nüketü ve'l-Uyûn, II, 99.
138
Taberî, Camiü'l-Beyan, XI, 355; Elmalılı, Hak Dini, III, 424; Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 346.
139
Hûd 11/10.
140
Fussilet 41/50; Yunus 10/21.
141
Âl-i İmran 3/134; el-A'râf 7/94, 95.
142
el-Bakara 2/177, 214; el-En'am 6/42; el-A'râf 7/94.
143
Feyrûzâbâdî, el-Kâmûsû’l-Muhît, s.105.
134
24
Dil bilimciler, "ta’zib”in mutlak manada darp olduğunu zikretmişlerdir. Ayrıca
"bulanık su" için ماء عذبifadesi kullanılmaktadır. Buradan hareketle “ ”عذبkelimesi "bir
kimsenin hayatını bulandırmak" manasında kullanılmıştır.144
Kısaca "elem, işkence ve eziyet" şeklinde tarif edebileceğimiz azabın ortaya
çıkmasında birçok etken vardır. Bunları; rahatsızlık verme, insana fayda sağlayacak şeyleri
engelleme, baskı ve zorlama, arzu duyulan nimet, rahat ve lezzetlerden alıkoyma, korktuğu
bir duruma sokma vb. şeklinde sıralayabiliriz. 145 Elem ve ıstırapların bir kısmı beden, bir
kısmı ise ruh üzerinde etkili olduğuna göre azap hem maddî hem de manevî bir elem ve ceza
niteliği taşır.
Kur'an'da müştaklarıyla birlikte 490 defa geçen azap, genellikle ilahî emirlere karşı
gelenlere verilen cezanın adı olarak kullanılır. Kur'an-ı Kerim'de azap manasında geçen başka
kelimeler de vardır. Bunlardan en çok tekrarlananlar nâr, cehennem, ricz, be's ve ikâbdır.
İlgili ayetlerin incelenmesinden anlaşıldığına göre ilahî azap; dünyada, kabir hayatında
ve ahirette olmak üzere üç safhada gerçekleşir. Kâinatın yegâne yaratıcısı, yöneticisi ve
dolayısıyla sahibi olan Allah kullarından dilediğine azap etmeye muktedir olmakla birlikte146
O, azabının inkâra ve isyana karşılık olduğunu bildirmiştir.147 İlahi buyrukları tanımayanlara,
peygamberini tanımayıp yalanlayanlara, kâfirlere, fasıklara, zulüm ve haksızlık yapanlara, hak
dine girdikten sonra dönenlere, işledikleri günahlara bir ceza ve azap olmak üzere çeşitli
felaketler göndererek dünyada helak edildikleri muhtelif ayetlerde beyan edilmiştir. Bilhassa
Nuh, Hud, Salih, Lût ve Şuayb peygamberlerin inkârcı kavimleri çeşitli şekillerde azaba
uğratılmış, kimi yerin dibine geçirilerek kimine gökten taş yağdırarak, 148 kimi suda
boğularak,149 kimine yağmur felaketi verilerek150bunlar maddi cezaya çarptırılmış; Kur'an'a
inanmayan ehl-i kitap ve münafıklarda olduğu gibi kimine de zillet damgası vurularak
kıyamete kadar manevi azaba maruz bırakılmıştır. Yine Kur'an-ı Kerim kâfirlerin sahip
oldukları gelip geçici dünyevi nimetlerin aslında kendileri için bir azap olduğunu151 haber
vermiş, bu şekilde maddi imkânların bedenine haz vermesine karşılık ruhu için ıstırap kaynağı
144
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredat, s.327.
Salih Uzeyme, Mustalahat-u Kur'aniyye, Darü'n-Nasr, Beyrut, 1994, s.269.
146
el-Maide, 5/40; el-Ankebııt 29/21.
147
el-A'raf 7/96; et-Tevbe 9/95; Yûnus 10/8, 70.
148
el-Ankebut 29/40.
149
el-İsra 17/103.
150
el-A'raf 7/103.
151
et-Tevbe 9/85.
145
25
olabileceği, manevi mutluluğu madde ile değil Allah'a bağlanmakla gerçekleşeceği ve Allah
yolunda harcanmayan servetin sahibini azaba sürükleyeceği anlatılmak istenmiştir.152
İnkarcı ve isyankârların dünyada ilahi azapla cezalandırılmalarını, pişmanlık duyup
girdikleri sapık yoldan dönmelerini ve rablerine yönelmelerini sağlamak gibi gaye ve
hikmetlere bağlayan Kur'an-ı Kerim, 153 açık bir ifadeyle olmasa da ölümle başlayıp tekrar
dirilişe kadar sürecek olan kabir hayatında da sözü edilen kişiler için azabın devam edeceğine
işaret eder, ancak ayrıntılı bilgi vermez.154
İman edip ilahi buyruklara uyanların dışında kalan insanlar ve cinler, inkârlarının
derecesine ve günahlarının büyüklüğüne bağlı olarak asıl azabı ahiret âleminde
göreceklerdir.155 Bu azab, tekrar dirilişle başlayacak cehenneme girişle son şeklini alıp devam
edecektir.156
Özetle, Kur'an'da "azab" kelimesinin, maddî-manevî, dünyevî ve uhrevî nimetlerin,
rahat ve lezzetlerin engellenip, insanı rahatsız edecek elem ve ıstırapların tattırılması şeklinde
kullanıldığını görmekteyiz.
3.3. Fitne ()الفتنة
Lügatte; "İbtila, imtihan, sınamak; maddî ve manevî sıkıntı; azgınlık, dalâlet, günah,
küfür, rezillik ve rüsvaylık" manalarına gelir. Aslında altının ve gümüşün iyisinin kötüsünden
ayrılması için eritilip arınmasına fitne denir. "Fetn" bir şeyi yakmak demektir. "Ortaya çıkan
görüş farklıklarına, kavga ve şikâka" da fitne denilmiştir. Aynı zamanda "delilik" manasında
kullanılır. "Mihnet, bela ve azaba" da denir. 157 "İmtihan, iyi veya kötü şeylerle deneme;
manevî çöküntü; dinî içtimaî ve siyasî kargaşa" şeklinde tarifini yapabiliriz.158
Kur'an-ı Kerim'de otuz dört ayette fitne kelimesi, yirmi altı ayette ise türevleri
geçmektedir. Fitnenin Kur'an'daki kullanımına göre başlıca şu manalara geldiği görülür:
Sınama (ibtilâ), deneme (ihtibar) ve imtihan 159 şirk, küfür, müşriklerin Müslümanlara
uyguladıkları ve şirke döndürmeyi amaçlayan baskılar;160 azap, işkence ateşe atma,161 düşman
152
et-Tevbe 9/35.
el-Enâm 6/64; en-Nahl 16/53; es-Secde 32/21.
154
Bkz. el-Mü'minun 23/100; el-Mü'min 40/46; Nuh 71/25.
155
en-Nisa 4/145; en-Nahl 16/88.
156
Yusuf Şevki Yavuz, “Azab”, DİA, IV, 302-303.
157
İbn-i Manzûr, Lisanü’l-Arab, XIII, 317; ez-Zebidî, Tâcu'l-Arus, IX, 298; Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III,
681.
158
Mustafa Çağrıcı, "Fitne", DİA, XIII, 156.
159
Bkz. el-Bakara 2/102; Tâhâ 20/40, 85, 90, 131.
160
el-Bakara 2/191,193, 217; en-Nisâ 4/91.
161
el-Ankebût 29/10; ez-Zariyât 51/13, 14; el-Burûc 85/10.
153
26
saldırısı; 162 Allah'ın kullarına imkân vererek birbirlerine karşı niyet ve tutumlarını ortaya
çıkarması;163 günah;164 şeytanın hile ve tuzağı165 şeytanın zayıf ruhlu kişilere aşıladığı batıl
inanç ve kuruntu; 166 nifak;167 delilik.168
Çeşitli türevleriyle birlikte Kur'an'da çokça tekrarlanan fitne kavramının en bariz
özelliği kullanıldığı bağlama göre anlam kazanmasıdır. Buna göre fitne Allah'a nisbet edildiği
zaman, Cenâb-ı Hakk'ın kullarını sınaması, farklı yollarla kullarının niyet ve tutumunu ortaya
çıkarması anlamını ifade etmektedir. Bu nedenle fitne, Allah'a nisbet edildiğinde olumsuz bir
anlam ifade etmez. Fitne ve türevleri Kur'an'da daha çok insanın Allah tarafından sınanmasını
ifade eden 'imtihan' anlamında kullanılmıştır. Fitne beşerden kaynaklandığı zaman; baskı,
zulüm, sapma, saptırma, ayartma, kargaşa, fesat gibi insan davranışlarına bağlı olarak ortaya
çıkan sözlü ve fiilî kötülükleri; şeytandan kaynaklandığında ise, şeytanın insana iğva vermesi,
insanı ayartması ve onu baştan çıkarması gibi şeytanın çeşitli hilelerini ifade eder.
Kafirlerin müminleri dinlerinden uzaklaştırmaları için giriştikleri faaliyetler, Kur'an'da
genel olarak fitne ve türevleriyle ifade edilmektedir. Kur'an'da fitne, dinlerinden dönmesi için
müminlere zulüm ve işkence yapmak, inanç özgürlüğünü ortadan kaldırma gayesiyle onları
baskı altında tutmak gibi anlamlarda da sıkça kullanılmaktadır. Bunun tabi uzantısı olarak
inanç uğruna maruz kalman ağır işkencelerin ve çekilen sıkıntıların da bu kavramla ifade
edildiği görülmektedir. Kur'an'da önemli ölçüde yer alan diğer anlamaları ise, kâfirlerin başta
Hz. Peygamber olmak üzere müminleri çeşitli yollarla Allah'a kulluktan saptırma girişimleri
ve müminlerin birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik yıkıcı faaliyetlerini içerir.
Kur'an'da fitne kavramına somut örnekler de verilmektedir. Firavun'un, iman
etmelerinden dolayı Hz. Musa'nın (a.s.) kavmine işkence etmesi, Yahudilerin, Hz.
Peygamber'i Allah'a kulluktan uzaklaştırıp kendi isteklerine boyun eğdirmeye kalkışmaları,
müşriklerin Müslümanları dinlerinden vazgeçirmek için giriştikleri yıkıcı faaliyetler,
münafıkların özellikle savaşlarda müminlerin aleyhine düzenlenen bir takım faaliyetler
Kur'an'da fitneye verilen somut örnekler arasındadır.
Fakat Kur'an fitneyi tam anlamıyla tanımlamayıp muhatapların dikkatini bu olgunun
arkasından gelebilecek olumsuzluklara çekmekte, fitne kavramının içerisinde yer alan
unsurları ve bu unsurların ne şekilde fitneye yol açacağını izah etmeyip söz konusu kelimenin
162
en-Nisâ /101.
el-En'âm 6/53; el-Furkân 25/20.
164
et-Tevbe 9/49.
165
el-A'râf 7/27.
166
el-Hac 22/53.
167
el-Hadîd 57/14.
168
eI-Kalem 68/6 Bkz.Mustafa Çağrıcı, "Fitne", DİA, XIII, 156.
163
27
kapsamını genişletmektedir. Ayrıca muhataplarını fitneye karşı sürekli uyarmakta ve onun
olumsuz sonuçlarına karşı birtakım tedbirlere başvurmalarını öğütlemektedir.169
Kur'an'da çok geniş manaları ihtiva eden fitne kavramının, nimetin zıttı olarak,
Allah'ın kullarını sınamasının dışında, insan için olumsuz ve insanın zararına olacak durumlar
için kullanıldığını görmekteyiz.
3.4. Belâ ()البالء
Lügatte mastar olarak “imtihan”; isim olarak ise “gam” manasına gelir. Bedeni
yıprattığı için "gam, keder" manası verildiği gibi tekalif-i şer'iyeye de belâ denilir.170 İsfahanî,
mükellefiyetlerin, belâ olarak isimlendirilmesinin sebebini, şer’î yükümlülüklerde bedenlere
mihnet ve meşakkat olması ve mükellefiyetlerin Cenab-ı Hakk'ın kullarına bir imtihanı olması
şeklinde açıklar. Cenab-ı Hakk'ın kulları imtihanı ise iki şekilde olur; bela ve musibetlerle ya
da verdiği nimetlerle. Musibetlere karşı sabredildiğinde; nimetlere karşı ise şükredildiğinde
imtihan kazanılmış olur.171 Dolayısıyla belâyı Cenab-ı Hakk'ın, kullarını, maddi ve manevi
sıkıntı, dert, külfet, rahatlık, bolluk vermek suretiyle denemesi şeklinde tanımlayabiliriz.
Kur'an-ı Kerim'de belâ kavramı "eskimek; denemek, sınamak; gam, musibet, darlık ve
sıkıntı" manalarında kullanılmıştır. Kur'an'da otuz yerde fiil olarak, altı yerde isim olarak
(belâun) iki yerde de "mübtelî" şeklinde geçmektedir.
Firavun'un İsrailoğullarına yaptığı korkunç işkenceler "büyük bela" (belâün azîm)172
ve "açık bela" (belaün mübîn)173 diye vasıflandırılmıştır. Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban
etme teşebbüsüne de "açık belâ" denilmiştir.174 Allah'ın, kendisini denediği kulun bu beladan
yüz akıyla çıkması "güzel bela"(belaün hasen) olarak tarif edilmiştir. Bu manada Bedir
Gazvesi ve sonucunda kazanılan zafer; güzel bir zafer, başarıyla verilmiş bir imtihan olarak
nitelendirilmiştir.175
Kur'an'da dini yükümlülükler de bela kelimesiyle ifade edilmiştir. Bakara suresinin
155 ve Muhammed suresinin 31. ayetlerinde belâ (ibtila) bu manada kullanılmıştır. Allah'ın
korku ve kıtlık vermesi, mal, can ve mahsulleri eksiltmesi de bir belâdır.176 Aslında dünya
Hasan Keskin, Kur'an'da Fitne Kavramı, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2003, s.246, 247.
Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 771.
171
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.61.
172
el-Bakara 2/49, el-A’raf 7/141, İbrahim 14/6.
173
ed-Duhân 44/33.
174
es-Sâffât 37/106.
175
el-Enfal 8/16.
176
el-Bakara 2/155.
169
170
28
Kur'an'a göre kimin daha iyi iş yaptığının anlaşılacağı bir belâ (deneme) yeri olup ölüm ve
hayat bunun için yaratılmıştır.177
Özetle belâ kelimesinin Kur'an'da denemek ve sınamak manalarının haricinde nimetin
zıttı olarak insanların başına gelen musibetler olarak kullanıldığını görmekteyiz.
3.5. Be’s ()البأس
Lügatte "be's, bu'sâ, beîsen", şiddetli fakirlik ve ihtiyaç içerisinde, kötü halde
bulunmak anlamlarında kullanılır. "Be'sâ ve eb'us" afet ve musibet manasına gelir.178 İbn-i
Manzûr, "Be'sâ"nın, harp, meşakkat, zarar ve öldürme manalarına; "Be's"in ise "azap"
manasına geldiğini söyler. Be's kelimesi ilk önce "harp" manasına kullanılmıştır. Ayrıca
harbin şiddetine de be's denilir. Daha sonraki dönemlerde ise korkulacak, zarar verecek her
türlü durum için kullanılmıştır. Hatta bir şeyin zararının olmadığını ifade etmek için "lâ be's"
ifadesi kullanılmıştır.179 Isfahani, şiddetli sıkıntı olarak tarif ettiği bu kelimelerden "be's ve
be'sâ"nın "düşmanı kırıp geçirme" manasında; "bu's"un ise genelde fakirlik ve harp için
kullanıldığını ifade eder. Ardından ayet ve hadislerle görüşünü delillendirir.180
Kur'an-ı Kerim'de be's kelimesi "şiddet, kuvvet, azap, çetin savaş, dayanılması zor
fakirlik ve musibetler" anlamlarında yirmi beş ayette geçmektedir. Bu ayetlerde belirtildiğine
göre inkarcılar ilahî azabı (be's) görüp hissettikleri zaman Allah'a iman ettiklerini
açıklamalarına rağmen bu esnada iman etmeleri kendilerine fayda vermez, hatta onlar
âhiretten önce dünyada da ilâhî kanunun bir sonucu olarak hüsrana ve hezimete uğratılırlar.
Nitekim azabı tadıncaya kadar inanmamakta ısrarcı olan nice inkarcılar helak edilmiş, Hz.
Musa'ya ve kavmine zulmeden firavun bile son nefesinde İsrailoğullarının inandığı Allah'tan
başka
ilah
bulunmadığına
iman
ettiğini
bildirdiği
halde
denizde
boğulmaktan
kurtulamamıştır.181
Kur'an-ı Kerim'de ism-i fail (bâis) şeklinde; ihtiyacı dış görünüşünden belli olan,
şiddetli ihtiyaç içerisinde olan fakir manasında kullanılmış 182 , sıfat'ı müşebbehe şeklinde
(beîs) azabın sıfatı olarak şiddetli ve elemli manalarına gelir.183 "Be's" şeklinde ise nekre ve
marife olmak üzere yirmi beş yerde; sıkıntı, baskı, zorlama184 fitne içerisinde savaş ve katl185
177
Süleyman Uludağ, "Be's", DİA, V, 380.
Asım Efendi, Kâmûs Tercemesi, II, 214.
179
İbn-i Manzûr, Lisânü'l-Arab, VI, 20.
180
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.66.
181
Uludağ, "Be's", DİA, V, 380.
182
el-Hâc 22/28.
183
el-A'râf 7/165.
184
en-Nisâ 4/84.
185
el-En’âm 6/65.
178
29
şiddet, şiddetli ve kuvvetli olma186, cesaret ve harpte belalı olma187, silah188, azap189, harp190,
kuvvet, kudret, savlet 191 , cezalandırma ve ukubet 192 , düşmanlık, adavet 193 manalarında
geçmektedir. Câmid fiil olarak (Bi'se) otuz dokuz yerde; Be'sâ olarak ise, şiddetli açlık,
ihtiyaç, hastalık, fakirlik gibi sıkıntılı, elem verici haller manasında194 dört yerde geçmektedir.
Kur'an'da "be's" ifadesinin ayetlerin değerlendirilmesi sonucu harp, azap, silah, baskı
zorlama gibi insan için olumsuz bir çok manayı ifade eden genel bir ifade olduğu; be'sâ'nın
ise daha özel ve nimetin zıttı olarak kullanılmış olduğu sonucuna varmaktayız.
3.6. Hizy ()الخزي
Lügatte, bir kötülüğe maruz kalma veya bir musibet sonucunda hor, hakir ve zelil
duruma düşmek, rezil olmak manalarına gelen hızy "utanılacak iş ve durum" anlamalarına
gelir. 195 Ayrıca bir kimsenin bir bela veya rüsvaylığa uğraması, zelil olması manasında
kullanılır. "Hizyetün" kelimesi ise "belâ" manasında kullanılmıştır.196 Tacu'l-Arus'ta "hizy"in
"küçük düşürmek, hafife almak" manalarına geldiği zikredilir. Ayrıca, utanç veren zillet
manası olduğu ifade edilmiştir. Bu yüzden hem utanma manasında hem zillet manasında
kullanılır.197
Rağıb el-İsfahânî, insanın başkası tarafından inkisara uğratılması veya kendi kendine
inkisara uğraması şeklinde tanımlar. Ayrıca hızyi kendinden kaynaklanan ve başkalarından
kaynaklanan olmak üzere ikiye ayırır. Kendinden kaynaklanan aşırı utangaçlık; başkasından
olan ise küçümseme, insanlar nezdinde itibarını kaybetme olarak tarif etmiştir. Hızyin her iki
türüne de Kur'an ve hadislerden örnekler veren müellif, insanın kendinden kaynaklanan
hızyin takdire şayan bir davranış olup "alçak gönüllü ve mütevazi olma, gurura kapılmama"
manasına geldiğini; başkasından kaynaklanan hızyin ise "rezalet ve zillet" gibi aşağılayıcı
anlamlar ifade ettiğini kaydetmiştir.198
Hızy kavramı Kur'an'da on üç ayette fiil, on bir ayette hizy kalıbında isim veya
masdar, bir ayette ism-i tafdil (ahzâ) bir ayette de ism-i fail (muhzî) olarak gelmiştir.
186
el-İsrâ 17/5.
en-Neml 33; el-Fetih 48/16.
188
el-Hadîd 57/25; el-Enbiya 21/80.
189
el-Mümin 40/29; el-Kehf 18/2; el-En'am 6/147; el-Enbiya 21/12.
190
el-Bakara 2/177; el-Ahzâb 33/18; en-Nahl 16/81.
191
en-Nisâ 4/84.
192
el-A'râf 7/164; el-Mümin 40/84.
193
el-Haşr 59/14.
194
el-Bakara l64; el-Mümin, 40/84.
195
İlyas Çelebi, "Hızy", DİA, XVII, 420.
196
Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 803.
197
ez-Zebidî, Tâcu'l-Arûs, X, 112.
198
Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s.147.
187
30
Fiil olarak kullanıldığı ve ism-i fail sigası olarak geçtiği ayetlerde hızyin ifade ettiği
eylem Allah'a nisbet edilmektedir. Kur'an'da biri dünyada, diğeri ahirette olmak üzere iki
türlü hizy (rüsvaylık) olduğu belirtilmektedir. Ve Allah'ın kâfirleri, münafıkları, zalimleri,
fesat çıkaranları, insanları saptırmak isteyenleri, Allah'a verdikleri sözü tutmayanları, rüsva
edeceği haber verilmektedir. Ayrıca dünyada peygamber göndermeden ahirette rüsvay etmek
suretiyle cezalandırmayacağını haber vermektedir. Hz. Nuh, Hz. Şuayb, Hz. Salih, Hz. Hud
gibi peygamberlere inanmamakta direnen kavimlerin rüsvay edildikleri zikredilmektedir.
Özellikle İsrailoğulları'nın, birbirini öldürme, aralarından bazılarını yurtlarından çıkarma,
kötülük ve düşmanlıkta birbirlerini destekleme ve kendilerine indirilen kitabın bir kısmına
inanıp bir kısmının reddetme gibi davranışları sebebiyle rüsvay edildikleri zikredilmektedir.
Ayrıca Yunus peygamberin kavminin yaptıklarından pişman olmaları sebebiyle hızyin
kaldırıldığı bildirilmektedir. Ayrıca Allah hakkında bilgisizce tartışanların, Allah ve
Rasulü'ne savaş açanların, yeryüzünde fesat çıkaranların, Allah'ın mescitlerinde O'nun adının
anılmasına engel olan ve oraları harap edenlerin rüsva edileceği kaydedilmektedir. Kur'an'da,
Allah ve Rasulü'ne karşı savaşan ve bozgunculuk yapanlara dünyada uygulanacak cezanın
öldürülme, asılma, el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi ve sürgün edilme şeklinde
gerçekleşeceği açıklanmaktadır.
Kur'an-ı Kerim, Allah'ın bazı kişileri bu şekilde cezalandırmasının sadece dünya ile
sınırlı kalmayacağını, O'nun kâfirleri ahiret hayatında da rüsvay edeceğini, hatta ahiret
azabının daha şiddetli olduğunu bildirmekte; cehenneme girenlerin orada rüsvay olacaklarını
haber vermekte ve bu acı akıbeti "büyük rüsvaylık" olarak nitelemektedir. Yine Kur'an, Hz.
Peygamber ve O'na inananların kıyamet gününde utandırılmayacağını belirtmekte ve Hz.
İbrahim'in ve Allah'ı sürekli olarak ananların "Rabbimiz bizi kıyamet gününde rüsvay etme!"
şeklinde dua ettikleri haber vermektedir.199
Lügat manası ve Kur'an'daki kullanımları dikkate alınarak, hızyin; bela, musibet, azab
ve insanın küçük düşürülmesi manalarında kullanıldığını söyleyebiliriz. Bütün bu olumsuz
durumlar nimetin zıt manalarının bir kısmını oluşturmaktadır. Çünkü insana nimet
verilmemesini nötr bir durum olarak kabul edersek başına gelen sıkıntı ve musibetleri eksi
kutup olarak değerlendirebiliriz.
199
Çelebi, "Hızy", DİA, XVII, 420-421.
31
İKİNCİ BÖLÜM
KUR'AN'DA NİMET VE NİMETİN KISIMLARI
Cenab-ı Hakk insana sayısız nimetler bahşetmiş ve ihtiyaç duyduğu her şeyi ona
vermiştir. Bu nimetleri saymamız mümkün değildir. Ayet-i kerîmenin ifadesiyle:
"Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah'ın nimetini sayacak olsanız
bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür."200
Bu ayetin tefsirinde Şevkânî "Allah'ın size verdiği nimetleri bırakın tafsîlî olarak
saymayı icmali olarak saymaya kalkışsanız dahi sayamazsınız. Şurası bilinen bir gerçektir ki,
Allah'ın kullarından herhangi bir kimse, duyu organlarından veya azalarından birinin
yaratılışında, Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri saymayı arzu etse buna bile kesinlikle
güç yetiremez ve böyle bir şeye asla imkân bulamazdı. Hal böyleyken bu nimetlerin dışında,
insan bedeninde Allah'ın yaratmış olduğu nimetlerin hepsini nasıl sayabilir. Nasıl her vakit
kendisine ulaşan nimetleri, çeşitlerine ve farklı cinslerine göre sayar?201
Allah'ın ihsan ettiği nimetler sayılamayacağı gibi sayılamayan bu kadar nimeti
kısımlara ayırmak da oldukça zor olsa gerek. Çünkü nimetler çok çeşitli oldukları gibi aynı
zamanda birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Onları birbirlerinden ayırarak taksimata tabi
tutmak ve bu ayrımda kesin çizgiyi çizmek kolay değildir. Biz bu bağlamda Kur'an'ın yapmış
olduğu ve daha önce yapılmış olan taksimleri vererek konuya başlamanın faydalı olacağını
düşünüyoruz.
Daha önce belirttiğimiz gibi nimet kavramı Kur'an-ı Kerim'de seksen dokuz yerde
geçmektedir. Fiil olarak on sekiz yerde, kırk yedi yerde "nimet" şeklinde, iki yerde "na'met"
şeklinde, bir yerde "nâime"(nimet ve mutluluk eseri olan neşe/nimete konmuş, nimet içinde)
şeklinde, bir yerde "na'mâ" olarak, bir yerde çoğulu olan "niam" şeklinde, iki yerde başka bir
çoğulu olan "en'um" şeklinde gelmiştir, cennetin sıfatı olarak "naîm" şeklinde on altı yerde,
nekresi olan "naîm" ise bir yerde geçmektedir.
Öncelikle Kur'an'ın nimet kavramını ele alış şeklini inceleyerek başlayalım. Kuran'da
nimetler "Zahirî ve Batınî" olmak üzere iki kısımda ele alınmıştır. Bu ayrımı Lokman
suresinin 20. ayetinde görmekteyiz.
أَلَ ْم تَ َروْ ا أَ ﱠن ﱠ
اس َمن
ِ َض َوأَ ْسبَ َغ َعلَ ْي ُك ْم نِ َع َمهُ ظَا ِھ َرةً َوب
ِ ﷲَ َس ﱠخ َر لَ ُكم ﱠما فِي ال ﱠس َما َوا
ِ اطنَةً َو ِمنَ النﱠ
ِ ْت َو َما فِي ْاألَر
" يُ َجا ِد ُل فِي ﱠAllah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da
ير
ٍ ﷲِ بِ َغي ِْر ِع ْل ٍم َو َال ھُدًى َو َال ِكتَا
ٍ ِب ﱡمن
200
201
İbrahim 14/34.
Şevkânî, Fethü'l-Kadir, III, 151.
32
buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez
misiniz?"202 Bu ayet-i kerimede nimetler "zahirî" ve "batinî" olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
Müfessirler zahiri nimetleri; İslam, Kur'an, yaratılışın tam olması, rızık, kelime-i
tevhidin aşikâr söylenmesi, yağmur... Batınî nimetleri ise hata, ayıp ve günahların
setredilmesi, ilim, bela ve musibetlerin hemen verilmemesi, mühlet tanınması, imanın kalpte
gizli kalması, bitkiler... şeklinde tasnif etmişlerdir.203
İbn-i Abbas (r.a.) (v.68/687) zahirî nimetleri, İslam ve Kur'an; batinî nimetleri ise
Cenab-ı Hakk'ın bela ve musibetleri hemen vermemesi mühlet tanıması, ayıp ve günahların
setredilmesi olarak tefsir etmiştir. Dahhâk (v.105/723), zahiri nimetleri; insana güzel suret
verilmesi, azaların yerli yerinde yaratılması şeklinde, batinî nimetleri ise marifet olarak
yorumlamıştır. Mukatil (v.150/767) ise zahirî nimetleri; yaratılışın tam olarak yapılması,
rızık, İslam; batinî nimetleri ise günahların gizlenmesi olarak tefsir etmiştir. Rebi' ise zahirî
nimetleri azalarla açıktan işlenen günahların setri, batını nimetleri ise kalple olan günahların
setredilmesi şeklinde yorumlamışdır. Ayrıca zahirî nimetler lisanla ikrar, batini nimetleri kalp
ile iman, zahirî nimetleri rızkın tamamlanması, batını nimetleri güzel ahlak şeklinde
yorumlanmıştır. Atâ (v.114/732) ise zahirî nimetleri; dinin emirlerinin hafifletilmesi, batinî
nimetleri ise şefaat olarak tefsir etmiştir.204
Fahreddin Razi ise, bu ayetin tefsirinde zahiri nimetleri; azaların sağlam olması, batinî
nimetleri ise bunlardaki kuvvetler olarak yorumlar. Her uzvun varlığının zahir olduğunu,
onlardaki kuvvetin ise gizli olduğunu söyler. Meselâ, göz ve dilin, kas ve kıkırdaktan, dil ve
burnun ise; et ve kemikten ibaret olduğunu zikreder. Bunların zahirde olan organlarımız
olduğunu, bunların hepsinde gizli olan görme, duyma, tatma, koklama duyularının olduğunu
ifade eder. Ayrıca bütün uzuvların bu şekilde olduğunu söyler. Hatta organların duyuları
kaybolmasına rağmen uzvun varlığını devam ettirdiğini zikreder. Ayrıca zahirî nimetleri;
afakî nimetler, batinî nimetleri ise enfüsî nimetler olarak yorumlamıştır.205
Süleyman Ateş, tefsirinde bu husustaki görüşleri değerlendirir ve Şevkanî'nin
görüşünden yola çıkarak kendi yorumunu ifade eder. Şevkanî, açık nimetlerin, akıl veya
duyularla algılanan nimetler; gizli nimetlerin de insanların algılayamadıkları nimetler
202
Lokman, 31/20.
Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr el-Kurtubî, el-Cami' li-Ahkami'l-Kur'an, Daru'l-Katibi'lArabî, Kahire, 1996, VI, 239; Ebü'1-Fazl Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Suyutî, Ed-dürrü'l-Mensurfi'tTefsiri'l-Me'sur, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1983, VI, 526.
204
Ebu Muhammed Muhyissünne Hüseyin b. Mesud el-Begavî, Tefsirü'l-Begavî = Mealimü’t-Tenzil (nşr.
Muhammed Abdullah Nemr), Dar-u Taybe, Riyad, 1993, VI, 290.
205
Râzî, et-Tefsîru'l-Kebir, VII, 152.
203
33
olduğunu söyledikten sonra, açık nimetin; sağlıklı olmak, sakat olmamak; gizli nimetin
marifet ve akıl olduğunu söyler.
Ateş, kendi görüşünü şu şekilde ifade eder; "Kur'an'ın kastı, Şekvanî’nin tanımladığı
gibi bizim anlayabildiğimiz, görebildiğimiz nimetler, açık nimetlerdir. Bizim göremediğimiz,
anlaşılması için düşünmeyi gerektiren nimetler de kapalı nimetlerdir. Allah'ın insana pek çok
nimeti vardır. Bunların bir kısmını görür, anlarız. Bir kısmını bilmeyiz. Hiç farkında dahi
olmayız. Bu nimetleri belli şeylerle sınırlamak doğru değildir."206
Zemahşerî, zahirin tarifini; "müşahedeyle anlaşılan her şey, batın ise - aslında
bilinemeyen - ancak bir delille anlaşılabilen şey" olarak yapmış ve bizim bilemediğimiz fakat
bedenimizde mevcut olan nice nimetlerin olduğunu söylemiştir. Ardından ayetin tefsiriyle
ilgili görüşleri ve şu kıssayı zikreder: Hz. Musa duasında: "Allahım! Bana kullarına vermiş
olduğun en gizli nimetini göster." der. Cenab-ı Hak: "Kullarım üzerine, benim en gizli
nimetim, nefestir." buyurur. Ayrıca cehennemliklere en hafif azaplardan biri olarak,
nefeslerin kesilmesi olduğu rivayetini zikretmiştir.207
Zahirî ve batinî nimetler hakkında şunları da zikredebiliriz. Zahirî nimetler, tevhid;
batinî nimetler, marifet.
Zahirî nimetler, kişinin insanlar tarafından bilinen güzel tavırları, batınî nimetler ise
insanların bilmediği kötü yönleri.
Zahirî nimetler; yemek içmek ve para gibi maddi şeyler, batınî nimetler ise bitkiler,
meyveler, yağmur, su vs. şeyler.
Zahirî nimetler, insana verilen şeyler batinî nimetler, ise insanın muhafaza
olunması208, insanın azası tam, sureti güzel ve rızkının bol olması nimet-i zahire cümlesinden
olduğu gibi hüsn-ü ahlak da nimet-i batına cümlesindendir.209
Özetle Kur'an nimeti, "zahirî ve batinî" olmak üzere iki kısma ayırır. Bunları ayrı ayrı
nimetler olarak ya da bir nimetin farklı yönleri olarak değerlendirebiliriz. Çünkü bize verilen
her bir nimetin biri zahirî(görünen) yanı, diğeri ise Batınî (gizli kalan) yanı olmak üzere iki
yönü vardır. Bu nimetler, ister iman olsun, ister dünyevi nimetler, isterse de ahirete taalluk
eden nimetler (günahların gizlenmesi... vs.) olsun, bu nimetlerin hepsi zahirî ve batınî olmak
üzere iki yöne sahiptir.
206
Ateş, Süleyman, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, VII, 21.
Zemahşerî, el-Keşşâf, V, 19.
208
Ebü't-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed Feyruzabadi, Tenvirü'l-Mikbas min Tefsiri İbn
Abbas (Mecmua Mine't-Tefasir içerisinde), Daru İhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut, ts.,V, 64.
209
Mehmed Vehbi, Hulasatü'l-Beyan, XI, 4327, 4328.
207
34
Müfessirlerin de ifade ettikleri gibi zikrettiğimiz yönleri ayrı ayrı nimetler olarak ele
aldığımızda nimetlerin, bizim farkında olduğumuz, bildiğimiz kısmını zahirî nimetler,
farkında olmadığımız kısmını da batını nimetler şeklinde değerlendirebiliriz. Belki de
farkında olmadığımız nimetler farkında olduğumuzdan kat kat fazla olabilir. Çünkü yerde ve
gökteki her şey insanın hizmetine sunulmuştur. İnsanın vücudunda ve dış dünyasında insanın
yararına iş gören sayısız nimet vardır. Fakat insan, Hâlık'ın kendisi için hazırladığı, onun
koruma ve emniyetini, gelişme ve beslenmesini, sağlık ve mutluluğunu sağlayan nice
vasıtaların farkına varamayabilir. Bilimin çeşitli dallarında insan üzerinde yapılan
araştırmalar, Allah'ın insanlara bahşetmiş olduğu fakat insanların farkında olmadıkları birçok
nimeti açığa çıkarmıştır. Ve şimdiye dek açığa çıkarılmış olan nimet ve lütuflar, hâlâ gizli
olanların yanında çok önemsizdir.210
Kur'an'ın nimeti ele alışını inceledikten sonra müfessirlerin nimetin kısımları ile ilgili
görüşlerine yer vereceğiz.
Fahreddin Razi, bütün nimetlerin Allah'tan olduğunu ifade ederek nimeti üç kısma
ayırır, bunları şu şekilde tasnif edebiliriz:
a) Hiçbir vasıtanın olmadığı yalnız Allah tarafından bahşedilen nimet ki buna Yüce
Yaratıcı'nın kâinatı yoktan var etmesi örnek verilebilir.
b) Zahirî planda sebepler vasıtasıyla gelen ama aslında Allah Teâlâ’dan olan nimetler.
Nitekim bu nimetleri ihsan eden zât yine her şeyin yaratıcısı Allah Teâlâ'dır. Ancak bu
nimetlere bazen kullarını vasıta kılarak verdiği için, veren kula şükredilmiştir. Fakat gerçekte
şükre layık olan, Allah Teâlâ'dır. Nitekim Lokman suresinin 14. ayetinde;
211
صي ُر
ِ ي ْال َم
“ أَ ِن ا ْش ُكرْ لِي َو ِل َوا ِل َد ْيكَ إِلَ ﱠBana ve anne-babana şükret. Dönüş ancak banadır.”
Şeklinde ilk önce Allah Teâlâ'ya şükür emredilmiştir. Bu ayet-i kerimede, nimetlerin
yaratılmışların eliyle verilmesinin, ancak Allah tarafından tamamlanacağına dikkat çekilerek
öncelikle Cenab-ı Hakk'a şükredilmesi emredilmiştir.
c) İbadetlerimiz sebebiyle bize ulaşan nimetler. Bunlar da Allah'tandır.
Çünkü
Cenab-ı Hakk, ibadetlerimizde bize yardım etmemiş, bizi onlara iletmemiş, onlara mani
olacak sebepleri ortadan kaldırmamış olsaydı, ibadetlerin karşılığı olan hiçbir nimete
ulaşamazdık.212
Ebu'l-A'lâ, el-Mevdûdî, Tefhimü'l-Kur'an (tr.Ahmet Asra), Bengisu, İstanbul, 1997, IV, 425.
Lokman 31/14.
212
Râzî, et-Tefsiru'l-Kebir, I, 258.
210
211
35
Elmalılı ise nimeti başlıca dünya ve ahiret nimetleri olmak üzere ikiye ayırmıştır.
Ayrıca bunları da kendi içinde şu şekilde gruplandırır.
A- Dünyaya ait nimetler.
I. Vehbî olanlar.
Vehbî ya ruh ile ilgili veya cisim ile ilgilidir, başka bir ifade ile ya manevi veya
maddidir.
a. Ruhla ilgili olanlar: Ruhun bedene üflenmesi, akıl ve zekânın parlak olması ve
bunlara tabi olarak anlayış, düşünce, konuşma, vicdanın (iç duygunun) sağlam olmasıdır.
b. Cisim ile ilgili olanlar: Vücut, vücut organları, bunlardaki sinir, kas, hazım ve diğer
maddî kuvvetler, yaratılış ve onu tamamlayan durumlar ve şekillerden oluşan şeyler misal
olarak zikredilebilir.
II. Çalışarak elde edilenler. (Kesbî olanlar)
Çalışılarak kazanılanlar da kişinin nefsini utanç verici şeylerden temizlemesi, ilim ve
marifet, üstün ahlâk ve cömertlik, yiğitlik, doğruluk ve namus ile süslenmek, vücudu güzel
şekiller ve beğenilen ahlâklar ile süslemek, câh yani mevki ve sosyal onur sahibi olmak, mal
ve servet kazanmak gibi şeylerdir.
B. Ahiret Nimetleri
Ahiret nimetleri, dünyada meydana gelen ifrat (aşırı gitme) ve tefritlerini (tersine
aşırılık) bağışlayarak rızasına erdirmek ve Allah'a yakın meleklerle beraber cennetin en
yüksek tabakasında sonsuza dek huzur ve sükûneti elde etmektir ki, bu da Allah tarafından
verilen ve çalışma ile kazanılan ruhanî ve cismanî kısımlara ayrılır. Bunların hepsi başlı
başına ve hemen düşünüldükleri zaman şüphesiz birer nimettirler. Fakat her biri geleceğine
ve kendisinden sonrakine göre göz önünde bulundurulunca başlangıçta nimet zannedilen
birçok şeyin gerçekte şiddetli ceza ve bela çıktığı da bir gerçektir. Bunun aksine de
başlangıçta acı ve şiddetli ceza gibi görünen bazı musibetlerin daha sonra büyük bir nimete
ve mutluluğa vesile olduğu da bir gerçektir. Ve safâdan (gönül şenliğinden) sonra sıkıntı ne
kadar acı ise, sıkıntıdan sonraki gönül şenliği de o kadar tatlıdır. Bu sebeple ciddi ve gerçek
olan nimet ve mutluluğun sonu her halde sağlam olanlardır. Bundan dolayı esas istenecek şey
yalnız nimetin başlangıcı değil, sonuca selametle ulaştıran nimetler olmalıdır.213
Çalışmamızın bu aşamasında Kur'an'ın nimet taksimi ve müfessirlerin konuyla ilgili
değerlendirmelerini de dikkate alarak Kur'an'da geçen nimet kavramını çeşitli kısımlara
ayırarak inceleyeceğiz. Bu bölümde öncelikle Kur'an'da geçen bütün nimet ifadelerini dünya
213
Elmalılı, Hak Dini, I, 127.
36
ve ahiret nimetleri olarak daha sonra bunları da kendi içerisinde maddî ve manevî olarak iki
kısımda
incelemeye
tabi
tutacağız.
Kur'an'da
zikredilen
nimetleri
bu
çerçevede
değerlendirmeye çalışacağız.
1. DÜNYA NİMETLERİ
1.1. Manevî Nimetler
1.1.1. İman ve İslam (Din)
İnsanın yeme, içme barınma gibi maddi ihtiyaçları yanı sıra, sevgi ve dostluk gibi
manevî ihtiyaçları da vardır. İman etme de en başta gelen manevî ihtiyaçlardandır. Çünkü
insanlığın başlangıcından beri insanlar bir şeylere inanma ve yüce bir varlığa ibadet etme
ihtiyacı hissetmişlerdir. Bireyin yüce bir varlığa inanma ihtiyacının karşılanması ve sağlam
bir inanca ulaştırılması büyük bir nimettir.
İnsanların yaratılış gayesi Allah'ı tanıyıp, O'na iman edip, kulluk yapmaktır. Bunun
tek yolu ise Peygamberlerin getirmiş oldukları dine (İslam'a) uymaktır. Ebedî saadet ve
sonsuz nimetlerin verileceği ahiretin kazanılması ancak İslam ve imanla olacaktır. Bu sebeple
müminlere kılacakları her namazda şu duayı yapmaları farz kılınmıştır:
َب َعلَي ِھ ْم َوالَ الضﱠالﱢين
ِ َير ال َمغضُو
ِ
ِ ص َراطَ الﱠ ِذينَ أَن َعمتَ َعلَي ِھ ْم غ
"Nimete erdirdiğin kimselerin yoluna ulaştır; gazaba uğrayanların, yada sapıtanların
yoluna değil.”
214
Müfessirler bu ayette nimetlerden muradın din (İslam) olduğunu
zikrederler.215 Çünkü bütün dinî nimetleri elde etmek ancak imanın varlığı ile mümkündür.
İman olmadan diğer dini nimetler elde edilemezken diğer dinî nimetler olmadan iman
nimetinin elde edilmesi mümkündür.216
Birçok müfessir "sıratellezine en'amte aleyhim" sözünde ifade edilen nimeti “iman ve
İslam” olarak tefsir etmişlerdir. Ayrıca imanın nimetlerin en büyüğü olduğunu ifade
etmişlerdir.217 Nisa suresinin 69. ayetinde ise nimet verilenlerin kimseler açıklanmaktadır:
ّ َو َمن ي ُِط ِع
ّ ك َم َع الﱠ ِذينَ أَ ْن َع َم
ﷲُ َعلَ ْي ِھم ﱢمنَ النﱠبِيﱢينَ َوال ﱢ
َصدﱢيقِينَ َوال ﱡشھَدَاء َوالصﱠالِ ِحينَ َو َحسُنَ أُولَ ِئك
َ ِﷲَ َوال ﱠرسُو َل فَأُوْ لَئ
َرفِيقًا
"Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda
bulunduğu peygamberlerle, sıddîklarla, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel
arkadaştır!"
214
Fatiha 1/6.
el-Maverdî, en-Nüketü ve'l-Uyûn, I, 59.
216
Elmalılı, Hak Dini, I, 131; Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 121; Taberî, Camiü'l-Beyan, I, 173.
217
Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, I, 260; İbn-i Âşûr, et-Tahrîr ve't-Tenvîr, I, 194.
215
37
Şevkânî (v.1250/1834) bu âyette, kendilerine lütuf ve ikramda bulunulan
peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin nail olduğu makamlardan maksadın,
onların iman, irfan ve ubudiyette ilerlemelerini sağlayan tevhid yolu olduğunu ve onlara
verilen asıl nimetin bu olduğunu ifade eder.218
İslam'ın büyük bir nimet olduğu şu âyette daha sarih bir şekilde ifade edilmektedir.
ُ ض
ُ ت لَ ُك ْم ِدينَ ُك ْم َوأَ ْت َم ْم
ُ " ْاليَوْ َم أَ ْك َم ْل...Bugün size dininizi ikmal
يت لَ ُك ُم ا ِإل ْسالَ َم ِدينًا
ِ ت َعلَ ْي ُك ْم نِ ْع َمتِي َو َر
ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim..."219 Birçok
müfessir "üzerinize nimetimi tamamladım." ifadesini "Din ve şeriat işini ikmal etmem
sebebiyle, üzerinize olan nimetimi tamamladım." şeklinde yorumlamıştır. Çünkü İslam
nimetinden daha tamam bir nimet yoktur.220
Özetle; İslam ve iman, insanların yaratılış gayesi, ahireti kazanma vesilesidir. Kur'an-ı
Kerim, İslam ve imanı en başta gelen nimet olarak ele almaktadır. Çünkü insanlar ancak
Cenab-ı Hakkın hidayete erdirmesiyle imana ulaşırlar. Bu ise insanlar için Cenâb-ı Hak
tarafından bahşedilen en büyük nimettir. Allah Teâlâ insanları İslam'a ve imana
ulaştırmasaydı insanlar sapıklık ve dalâlet içerisinde kalacaktı. Belki putlara tapıyor, cahiliye
adetlerini devam ettiriyor olacaklardı. Ayrıca Allah Teâlâ'nın bizleri karanlıkta bırakmayıp
bize bir din gönderip bizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarması bütün İslam ümmetine
karşılığı cennetler olan büyük bir lütuftur.
1.1.2. Nübüvvet ve Risâlet
Nebî, haber veren ve haberci manasına gelir. Çoğulu, “enbiya ve nebiyyûn” şeklinde
gelir. Haber verme işine “nübüvvet” denir. “Rasûl” ise “elçi ve sefir” manalarına gelir.
Rasûlün çoğulu, “rusül” şeklinde gelir. Sefaret ve elçilik görevine “risâlet” denir.
Peygamber, Allah'tan vahiy suretiyle aldığı bilgileri insanlara tebliğ etmek için Allah
tarafından seçilen bir zattır. Peygamberler, vahyi ve dinî bilgileri doğrudan doğruya veya bir
melek aracılığı ile Allah'tan alırlar. Kendisine vahiy gelen ve yeni bir şeriat tebliğ etmekle
görevlendirilen peygambere “resul” denir. Kendisine vahiy gelen fakat diğer bir peygamber
tarafından tebliğ edilen dinin çerçevesi içinde irşat faaliyetinde bulunan, ana hatlarıyla önceki
bir şeriata tabi olan peygambere nebî denir.
Nübüvvet ve risâlet makamına atama yapma yetkisi sadece Allah'a aittir. Allah,
dileyeni değil, dilediğini nübüvvet ve risâlet makamına atar. Peygamberlik çalışma ve çaba
Şevkânî, Fethü'l-Kadir, I, 92.
Maide 5/3.
220
Kerim Buladı, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, Pınar Yayınları, İstanbul, 2001, s.203; Ayrıca bkz. Râzî, etTefsiru'l-Kebîr, XI, 110-111; el-Maverdî, en-Nüketü ve'l-Uyûn, II, 13.
218
219
38
harcanarak elde edilemez. Allah'ın bir lütfu ve ihsanı olarak bahşedilir. Onun için de
vehbîdir.221
İnsan aklının ve duyu organlarının sınırlı şeyleri bilebileceğini ve bu sebeple aklın
vahiy ile aydınlanmaya ihtiyacı olduğunu belirten Süleyman Uludağ, bu konuda şu
değerlendirmeyi yapmaktadır: "İnsanın aklı ve duyu organları, kendisi gibi sınırlı ve
sorumludur. Sınırlı ve muayyen şeyleri bilir. Kendisi için bazen şart, bazen faydalı, bazen de
lüzumlu olan her şeyi kavrama ve anlama kabiliyetine sahip değildir, idrak gücü sınırlıdır.
Gözün bir görme, kulağın bir işitme sahası ve sınırı olduğu gibi aklın da bir anlama ve bilme
sahası ve sınırı vardır. Akıl ve zekâ, bu sınırın ötesinde kalan şeylerden bazılarını yarım,
hatalı ve kapalı bir şekilde sezer ve bilir. Diğer bir kısmını ise hiç bilmez, işte bu noktada
aklın, vahiy ve peygamber tarafından aydınlatılmasına ve tamamlanmasına ihtiyaç vardır. Bu
sayede insan, yarım ve hatalı bilgilerini tam, hiç bilmediği hususları ise kısmen ve kendisine
lazım olacak ölçüde bilir." İnsanın bilgisinin sınırlı, nisbî ve izafi olduğunu belirten Uludağ,
kâinatın sırlarının insanlara göre sonsuz denecek kadar çok olduğunu ifade eder. Bütün
insanlık, kâinatın sırlarını ve gerçeklerini çözmek ve öğrenmek için milyarlarca sene çalışsa
yine de bilmedikleri şeyler, bildiklerine nazaran çok daha fazla olacaktır. Allah'ın sıfatları ve
isimleri gibi konulan, insanın tam olarak kavraması mümkün değildir, ibadet ve âhiret gibi
hususları akıl tek başına kavrayamaz. Akıl, tek başına ibadetlerin miktarını, şeklini, vaktini,
kabir azabı, mahşer, sırat, mizan, hesap, şefaat, cennet ve oradaki nimetleri, cehennem ve
oradaki türlü türlü azap çeşitlerini bilemez. Bunun için bütün bunları kavramak ve öğrenmek
için peygamberlere ihtiyaç vardır.222
Kur'an'da, peygamberlerin gönderilmesinin nimet olduğunu Mâide suresinin 20.
ayetindeki ifadelerden anlamaktayız:
ْ َوإِ ْذ قَا َل ُمو َسى لِقَوْ ِم ِه يَا قَوْ ِم ْاذ ُكر
ّ َُوا نِ ْع َمة
ﷲِ َعلَ ْي ُك ْم إِ ْذ َج َع َل فِي ُك ْم أَنبِيَاء
“Musa, milletine: "Ey milletim! Allah'ın size olan nimetini anın: İçinizden peygamberler
çıkarmış...” 223 Hz. Musa burada ilk nimet olarak içlerinden peygamberler gönderilmesini
zikretmiştir.
Nisa suresinin 69. ayetinde ise kendilerine nimet verilen kimselerin başında nebilerin
yer aldığını görmekteyiz. Ayrıca Zuhruf suresinin 59. ayetinde Hz. İsa için,
يل
َ ِإِ ْن ھُ َو إِ ﱠال َع ْب ٌد أَ ْن َع ْمنَا َعلَ ْي ِه َو َج َع ْلنَاهُ َمثَ ًال لﱢبَنِي إِس َْرائ
221
Buladı, Kerim. Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.207.
Buladı, Kerim. Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.207, 208
223
el-Maide 5/20.
222
39
"Meryemoğlu, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız
bir kuldur."224 ifadesi kullanılmaktadır.
أُوْ لَئِكَ الﱠ ِذينَ أَ ْن َع َم ﱠ
Meryem suresinin 58. ayetinde ise َﷲُ َعلَ ْي ِھم ﱢمنَ النﱠبِيﱢين
"İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler..." şeklinde
geçmektedir.
ّ َْرفُونَ نِ ْع َمت
Ayrıca Nahl suresinin 83. ayetinde َﷲِ ثُ ﱠم يُن ِكرُونَھَا َوأَ ْكثَ ُرھُ ُم ْال َكافِرُون
ِ يَع
"Hem Allah'ın nimetini bilirler, sonra da onu inkâr ederler. Onların çoğu kâfir
kimselerdir." şeklinde geçmektedir. Ayette zikredilen nimet kelimesini müfessirlerin çoğu,
Hz. Peygamber ve onun nübüvveti olarak tefsir etmişlerdir.225
Sonuç olarak insana bahşedilen nimetlerin bir kısmında kulun kesbi ve gayreti vardır.
Fakat peygamberlik tamamen Cenab-ı Hakk'ın atâsıdır. Allah (cc.) risaleti dilediğine verir ve
dilediği topluma peygamber gönderir. Nitekim bu risalet, fert ve toplumların kendilerine
gönderilen dini kabul etmeleri halinde, onların dünya ve ahiret saadetine vesile olur. Risaleti
kabul etmemek ve ona inatla karşı çıkmak ahirette azapla neticelenir. Azapla neticelenmesi
kulun kendi kesbi ve kendisine zulmetmesidir. Yoksa Cenab-ı Hak kullarına zulmetmez.
Çünkü
inanmayanlara
azap,
zulüm
değil,
yaptıkları
zulme
karşı
adalet
olarak
değerlendirilmelidir. Çünkü zalimlere cezalarının verilmesi adalet, onlara şefkat ise zulümdür.
1.1.3. Akıl
Akıl, ilmi kabul etmeye hazırlayan kuvvete denir. Bu kuvvetle insanın istifade ettiği
ilme de akıl denir. Aklın asıl anlamı, tutmak, bağlamaktır. Deveyi iple bağlamak, kadının
saçını bağlaması, dili konuşmadan menetmek gibi ifadeler "akale" sözcüğü ile ifade edilir,
"insanın düşünme, anlama kudreti" diye de tarif edilir.
Akıl, kalp ve ruhun madeninde, beynin ışığında, duyu organlarıyla hissedilmeyen
şeyleri anlar. Akıl yürütmek; sebeplerle, sebeplerin meydana getirdiği şeyler ve eserler ile
eseri meydana getiren şeyler arasındaki ilgiyi, yani "illiyet kanunu" dediğimiz sebebi neticeye
bağlayan kanunu ve ona bağlı olarak gerekli ilgileri idrak ederek eserden müessire veya
müessirden esere yahut da bir müessirin iki eserinin birinden diğerine intikal etmektir. Mantık
denen bu intikal sayesinde duyu organlarıyla hissedilenden hissedilmeyene intikale sebep olan
veya hissedilmeyen bir manayı bizzat ve açıklıkla keşfeden idrak vasıtasına akıl denir.226
Akıl, insana has bir kavramdır. Her ne kadar hayvanlarda buna benzer düşünce kuvveti
varsa da insan akıl seviyesinde değildir. Akıldan sadır olan ve insana has durumlar ise
224
ez-Zuhruf 43/59.
Taberî, Camiü'l-Beyan, XIV, 325; Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 460, Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, XIX, 95.
226
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.200.
225
40
hayvanda yoktur. Akıl, hayvanlardaki hayal ve vehimden farklıdır; çünkü insan akıl
vasıtasıyla, "yalan kötüdür, doğruluk iyidir, adalet güzeldir", gibi ahlakî genellemelere
gidebilmektedir.
Kur'ân, akla itimat eder ve aklını kullanmayanları kınar. Kur'ân, akıl kelimesini
müştakları ile birlikte kırk dokuz, akıl manasına gelen "el-lübb" (çoğulu elbâb) kelimesini, on
altı ve yine akıl manasına gelen, "en-nühye" (çoğulu en-nühâ) kelimesini ise iki yerde
zikretmektedir.227
Kur'ân-ı Kerimde, aklın büyük bir nimet olduğu ifade edilmektedir. Kalem suresi
ikinci ayetinde Hz. Peygamber'e hitaben ون
َ “ َما أَنتَ بِنِ ْع َم ِة َربﱢSen -Rabbinin nimeti
ٍ ُك بِ َمجْ ن
sayesinde- mecnun değilsin." şeklinde akıl nimetine işaret edilmiştir. Birçok müfessir bu
ayette geçen nimeti akıl olarak tefsir etmişlerdir.228
Ayrıca Tur Suresinin 29. ayetinde Hz. Peygamberin mecnun ve kâhin olmadığını ifade
ederken bunların nimet olma özelliğine de dikkat çekilmektedir:
ون
َ ت َربﱢ
ِ فَ َذ ﱢكرْ فَ َما أَنتَ بِنِ ْع َم
ٍ ُك بِ َكا ِھ ٍن َو َال َمجْ ن
"Öğüt ver; Rabbinin nimetiyle sen, ne kâhinsin ne de delisin." 229 Ayette geçen
"mecnun" cinlerle irtibat kuran ya da cin çarpmasıyla aklını yitirmiş kimseye denir. 230
Zemahşeri, bir insanın hem kâhin hem de mecnun olmasının mümkün olmadığını, bu sözün
tezat bildirdiğini ifade eder. Çünkü kâhinin ince düşünmeye ve zekâya çok ihtiyacının
olduğunu, mecnunun ise akli melekelerinin kapalı olduğunu söyler. Ayrıca ayet-i kerimede
Hz. Peygamber'in fetaneti ve peygamberliğinin hak olması gibi iki nimet hatırlatılmaktadır.231
Ömer Nasuhi Bilmen ise bu ayeti; Hz. Peygamber'e Allah Teâlâ'nın vermiş olduğu nübüvvet,
yüksek akıl ve fetanet hakkı için veya Hz. Peygamber'in fetanet ve akıl gibi bir nimete
mazhariyeti sebebi ile büyük bir mertebeye sahip olması şeklinde tefsir etmiştir.232
Allah (cc.) ayetlerin birçoğunun sonunda "aklınızı kullanmıyor musunuz?" diyerek
aklı kullanmayı emretmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim aklını doğru kullanmayanlara,
okuyucusunu ve dinleyicisini de tesir altına bırakan uyarmalarda bulunmakta ve bu kimseleri
ayıplamaktadır. Kur'an'ın ifadelerinden birkaçına göz atmamız bunu görmeye kâfidir.
"Şüphesiz Allah katında hayvanların en şerlisi, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” 233
227
Buladı, Kerim. Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.201.
Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, XXX, 79; Zemahşerî, el-Keşşâf, VI, 180; Elmalılı, Hak Dini, VIII, 266.
229
et-Tûr 52/29.
230
Ateş, Süleyman, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, IX, 83.
231
Zemahşerî, el-Keşşâf, V, 629.
232
Bilmen, Ö. Nasuhi, Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Meali Âlîsi ve Tefsiri, VII, 3513.
233
Enfal 8/22.
228
41
"Yoksa sen, onların çoğunu gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun?
Hayır, onlar hayvanlar gibidirler, hatta onlar yolca daha da sapıktır.”234
Allah Teâlâ, aklı yerli yerinde kullanmayıp, iman ve irfan caddesinde yürümeyenlerin
âhiretteki pişmanlıklarını şu şekilde dile getiriyor. "Ve: şayet kulak vermiş veya aklımızı
kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık, derler"235
Akıl, insanın bütün hareketlerini idare eden bir güçtür. Aklın emir ve komutu olmadan
hiçbir organın faaliyeti, yaradılışına uygun olarak doğru hareket edemez. Akıl, insanın her
işini ayarlayan bir organizatördür. İslam dini, prensiplerini sunarken aklı öncü kabul eder.
Zira İslam ve onun hükümleri akılla kavranılır, insan ancak akılla insan olur ve kemâle erer.
İnsan hayatında akıl, o derece önemli bir yer kaplar ki, aklı olmayan kimseye dinî
yükümlülükler yüklenemez. Çünkü aklı olmayan düşünemez, anlayamaz, kavrayamaz,
bilemez ve öğrenemez. Bütün bu beyanların ışığı altında diyebiliriz ki, akıl büyük bir nimettir.
Hem de öyle bir nimet ki, dünya ve âhiret saadetine onunla ulaşılır. Allah'ı tanıyan, Allah'a
kul olan akıl, iki cihanda da kişinin nuru ve ışığıdır.236
1.1.4. Hikmet
"Hikmet" kelimesi hüküm, hükümet ve sağlamlaştırmak demek olan "ihkâm"
manalarıyla ilişkili olarak mastar ve isim olur. Mastar olarak kullanıldığında, kötülükleri
ortadan kaldırmak ve iyilikleri elde etmek manası vardır ki; hüküm ve hükümet sağlamlık ve
muhkemlik hep bu mastardan alınmıştır. En genel anlamda hikmet, fayda, yarar ve ihkâm
anlamlarından her güzel bilginin ve her faydalı işin ismi olmuştur.
Hikmet, birçok manayı ifade etmektedir. Bazı anlamlarını şu şekilde hülasa edebiliriz:
Hikmet, sözde ve fiilde doğruyu tutturmaktır. Hikmet, hem bilgi hem iştir. Hikmet, ilim ve
fıkıh demektir. Hikmet, varlıkların özündeki manayı anlamaktır. Hikmet, icat etmektir.
Hikmet, varlık düzeninde her şeyi yerli yerine koymaktır.237
Ayrıca hikmet, sağlam bilgi, güzel huy, faydalı sanat, herkesin faydasına olan hizmet,
bir kötülüğü önlemek veya bir iyiliği elde etmek için yapılan herhangi bir şey, ibret ve ders
almayı gerektiren her hangi bir söz ve nasihat, tuhaf bir şeyin sırrını anlamaya yönelik çaba,
peygamberlik, sağlam gelenekler, Allah'ın değişmez kanunları, peygamberlerin sünneti,
234
Furkan 25/44.
Mülk 66/10.
236
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.202.
237
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.38.
235
42
şeriat, din, kitap, Kur'ân, İncil olarak yorumlanmıştır. Bütün bunlar hikmetin çeşitli
manalarından birer tanesidir.238
Hangi manada olursa olsun insana hikmetin bahşedilmesi, kendisi için birçok hayrın
celbine vesile olacaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim’de, hikmet Allah Teâlâ'nın başta
peygamberler olmak üzere kullarına lütfettiği nimetlerden biri olarak zikredilmektedir.
Kur'an'da hikmetin nimet olması çeşitli yerlerde bahsedilmektedir. Mesela, Lokman suresinin
on ikinci ayetinde;
َولَقَ ْد آتَ ْينَا لُ ْق َمانَ ْال ِح ْك َمةَ أَ ِن ا ْش ُكرْ ِ ﱠ ِ َو َمن يَ ْش ُكرْ فَإِنﱠ َما يَ ْش ُك ُر لِنَ ْف ِس ِه َو َمن َكفَ َر فَإِ ﱠن ﱠ
ﷲَ َغنِ ﱞي َح ِمي ٌد
"And olsun ki, Lokman'a, Allah'a şükretmesi için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak
kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstağnidir,
övülmeğe layık olandır."239 şeklinde geçmektedir.
Bu ayet-i kerimede Hz. Lokman'a şükretmesi için hikmetin verildiği zikredilmektedir.
Ancak nimete şükredileceği için hikmetin Cenab-ı Hakk'ın lütfu olduğuna işaret edilmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de Efendimize (a.s.) 240 Hz. Davut'a, 241 Hz. İsa'ya, 242 Hz. İbrahim ve O'nun
soyundan gelen peygamberlere243 hikmetin verildiği zikredildiği gibi bütün peygamberlere244
hikmet verildiği zikredilmektedir.
Ayrıca Kur'an'da birçok yerde müminlere kitap ve hikmet verildiği zikredilmiştir.245
Bakara suresinin iki yüz otuz birinci ayetinde ise nimetlerin hatırlanması emredildikten sonra
kitap ve hikmetin verilmesi zikredilmektedir.
ْ ُب َو ْال ِح ْك َم ِة يَ ِعظُ ُكم بِ ِه َواتﱠق
ْ ﷲَ َوا ْعلَ ُم
ْ َو ْاذ ُكر
ّ وا
ّ وا أَ ﱠن
ّ َُوا نِ ْع َمت
ﷲَ بِ ُكلﱢ َش ْي ٍء َع ِلي ٌم
َ ﷲِ َعلَ ْي ُك ْم َو َما أَنز
ِ َل َعلَ ْي ُك ْم ﱢمنَ ْال ِكتَا
"Allah'ın üzerinize olan nimetini, öğüt vermek üzere size indirdiği Kitap ve hikmeti anın,
Allah'tan sakının, Allah'ın her şeyi bildiğini bilin." İbn-i Âşûr (v.1973), burada hikmet ve
kitap verilmesi nimetlere atıfla geldiğini ve bunların nimetler kabilinden olduğunu
vurgular.246
Kur'an'da hikmetin Cenab-ı hakkın dilediğine verdiği bir lütfu olduğu ve kime verilirse
birçok hayra vesile olduğu şu şekilde beyan edilmektedir:
ْ ُيُؤتِي ْال ِح ْك َمةَ َمن يَ َشاء َو َمن ي ُْؤتَ ْال ِح ْك َمةَ فَقَ ْد أُوتِ َي َخ ْيرًا َكثِيراً َو َما يَ ﱠذ ﱠك ُر إِالﱠ أُوْ ل
ب
ِ وا األَ ْلبَا
238
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.214.
Lokman 31/12.
240
el-Bakara 2/151.
241
el-Bakara 2/251; es-Sâd 38/20.
242
Al-i İmran 3/48.
243
en-Nisa 4/54.
244
Al-i İmran 3/81.
245
el-Bakara 2/129, 151; Âl-i İmran 3/164; el-Cuma 62/2; el-Bakara 2/231.
246
İbn-i Âşûr, Tefsirü't-Tahrîr ve't-Tenvîr, II, 425.
239
43
"Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır
verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.”247
Kur'an'da hikmetin geçtiği yerlere değindikten sonra hikmetle ne kastedildiği üzerinde
durmak istiyoruz. Kur'an-ı Kerim'de farklı ayetlerde zikredilen hikmetin tefsirinde müfessirler
hikmete birçok farklı manalar vermişlerdir. Bunları kısaca ;sağlam bilgi, güzel huy, faydalı
sanat, herkesin faydasına olan hizmet, bir kötülüğü önlemek veya bir iyiliği elde etmek için
yapılan herhangi bir şey, ibret ve ders almayı gerektiren her hangi bir söz ve nasihat, tuhaf bir
şeyin sırrını anlamaya yönelik çaba, peygamberlik, sağlam gelenekler, Allah'ın değişmez
kanunları, peygamberlerin sünneti, şeriat, din, kitap, Kur'ân şeklinde sıralayabiliriz."248
Hikmet kavramının taşıdığı anlamları düşündüğümüzde, her varlığa, özellikle insana
hikmetten bir payın ihsan edildiğini görürüz. Gerçeği araştırma, doğruyu kabul etme, güzel
huy, başta insan olmak üzere çeşitli varlıklara faydalı olma ve hizmet etme gibi duygular,
sözlerinde ve işlerinde doğru hareket etme, güzel işlere yönelme, bilgi, beceri, ilim ve marifet
sahibi olmak gibi insanın içinde tutuşan bu meşaleler, Allah tarafından ikram edilen bir
hikmetin eseridir. Herkesin, iman, irfan, ilim ve amel derecesine göre hikmetten bir nasibi
vardır.
Hikmet, ilimlerin membaı ve faziletlerin anasıdır. Maddî ve manevî saadet hikmetle
meydana gelir. Cehaletle ölen kalpler, hikmetle hayat bulur. Her varlıkta kendine has bir gaye,
bir amaç, bir fayda ve bir netice takip edildiği göze çarpmaktadır. Gayesiz, anlamsız, hedefsiz
ve bir amaca hizmet etmeyen hiçbir varlık yoktur. Her varlığın mevcudiyeti bir hikmete
yöneliktir. Adeta bütün varlıkların hikmet zırhı ile kuşatıldığını müşahede ederiz. Madde
âleminde, bitki ve hayvanat dünyasında, eşya ve hadiselerde şuur ve idrakten söz edilemez.
Buna rağmen bütün bunların yaradılışında bir hikmet vardır. Akıl, idrak, şuur sahibi olan ve
kâinattaki her varlığın kendisine hizmetkâr olarak sunulduğu insan, daha geniş hikmetlerle
donatılmıştır.249 Kısaca hangi manada düşünülürse düşünülsün hikmetin insanlara bahşedilen
Kur'an' da zikredilen nimetler zümresinden olduğunu görmekteyiz.
1.1.5. Toplumsal Barış ve Sevgi (Düşmanlığın kaldırılması ve Kalplerin te'lifi)
Nimet kavramıyla birlikte zikredilen şeylerden birisi de insanlar arasındaki düşmanlık
ve adavetin kaldırılması ve kalplerin te'lifidir.
İslamiyet'ten önce Arap kabileleri arasında kan davaları bulunmakta idi. Çok küçük
şeyler bile savaş sebebi olabiliyordu. Hatta Evs ve Hazreç gibi bir ana ve bir babanın evlatları
247
el- Bakara 2/269.
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.214.
249
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.214.
248
44
olan iki kabile arasında zamanla ihtilaflar başladı ve düşmanlıklar çoğaldı. Aralarında kanlı
muharebeler cereyan etti. Yıllarca boş yere nice canlara kıyıldı ve her iki taraf birbirlerine
vahşice tahribatta bulundular. İki kabile arasındaki bu savaşlar, yüz yirmi sene devam etti.
Toplumda huzur ve emniyet kalmadı. Her iki tarafın rahat ve emniyetleri ortadan kalktığı bir
zamanda Cenâb-ı Hak İslam'ı gönderdi. Ve İslamiyet'le insanların arasındaki birlik ve
beraberliği sağladı. Bu iki kabile, bir gün önce birbirinin canını almaya kastetmiş
düşmanlarken, bir gün sonra kardeş olup aralarındaki düşmanlığı, muhabbete dönüştürdüler.
Binaenaleyh; her iki kabile tek vücut olarak bir hane halkı gibi ülfet ve ünsiyete başladılar.250
Ayet-i kerimenin ifadesiyle:
ْ وا َو ْاذ ُكر
ْ ُﷲِ َج ِميعًا َوالَ تَفَ ﱠرق
ْ َص ُم
ّ َُوا نِ ْع َمت
ّ وا بِ َحب ِْل
ﷲِ َعلَ ْي ُك ْم إِ ْذ ُكنتُ ْم أَ ْعدَاء فَأَلﱠفَ بَ ْينَ قُلُوبِ ُك ْم فَأَصْ بَحْ تُم بِنِ ْع َمتِ ِه
ِ َوا ْعت
ّ ُك يُبَيﱢن
َﷲُ لَ ُك ْم آيَاتِ ِه لَ َعلﱠ ُك ْم تَ ْھتَ ُدون
َ ِار فَأَنقَ َذ ُكم ﱢم ْنھَا َك َذل
ِ إِ ْخ َوانًا َو ُكنتُ ْم َعلَ َى َشفَا ُح ْف َر ٍة ﱢمنَ النﱠ
"Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın:
Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir
ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size
böylece ayetlerini açıklar."251
Ayet-i kerimede öncelikle Müslümanların Allah'ın ipine topluca sarılmaları, bir hedef
ve gaye etrafında birleşmeleri, tefrikaya ve ayrılığa düşmemeleri emredilmektedir.
Ardından sizler düşmanken Allah'ın nimeti sayesinde kardeş oldunuz ifadesi yer
almaktadır. Burada Müslümanların arasından adavetin kaldırılıp, aralarında ülfet ve ünsîyet
vaz' olmasının nimet olduğu ve bu nimetin kadrinin bilinmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Enfâl suresinde ise kalplerin telifinin Allah'ın elinde olduğu; dünyalar verilse de
beşerin kalplerin telifine güç yetiremeyeceği ifade edilmiş ve aradaki düşmanlığın giderilip
dostluğun tesisinin Allah'ın bir lütfu olduğu şu şekilde ifade edilmiştir:
ّ ت بَ ْينَ قُلُوبِ ِھ ْم َولَ ِك ﱠن
ْ َض َج ِميعا ً ﱠما أَلﱠف
ﷲَ أَلﱠفَ بَ ْينَھُ ْم إِنﱠهُ َع ِزي ٌز َح ِكي ٌم
ِ َْوأَلﱠفَ بَ ْينَ قُلُوبِ ِھ ْم لَوْ أَنفَ ْقتَ َما فِي األَر
"Müminlerin kalplerini birbirlerine O ısındırdı. Yoksa yeryüzünde ne varsa sen
hepsini harcasaydın yine de onların kalplerini ısındıramazdın. Lâkin Allah, kalplerini
kaynaştırdı. Muhakkak ki, O azîzdir, hakîmdir."252
Ayette zikredilen ülfet iki kişi arasındaki konuşmaya denir. İki kişi arasındaki
muhabbet için kullanılır. Kur'an'da ise "ellefe" mazi fiil olarak iki yerde Cenab-ı Hak
tarafından düşmanlığın kaldırılıp, dostluğun tesisi manasında, muzâri fiil olarak ise bir yerde
bulutların birleştirilip bir araya getirilmesi manasında kullanılmıştır. Bir yerde de "el250
Mehmet Vehbi, Hulasatu'l-Beyân, II, 685.
Âl-i İmran 3/103.
252
el-Enfal 8/63.
251
45
Müellefetü
kulubuhum"
olarak
"kalpleri
İslam'a
ısındırılan
kimseler"
manasında
kullanılmıştır. Bir diğer kullanımı Kureyş suresinde geçen “îlâf” ifadesidir ki buna kolaylık,
anlaşmalardan yararlanma, imkan sağlama, alıştırılma gibi manalar verilmiştir.253
Özetle kalplerin telifi ve düşmanlığın kaldırılması, Allah'ın insana bahşetmiş olduğu
büyük bir nimettir. Bu hususta en önemli etken İslam dinidir. İslam'ın getirmiş olduğu
uhuvvet, kardeşlik, infak, karz-ı hasen, sadaka gibi fertler arasındaki birlik ve beraberliği
sağlayacak unsurların yanında; su-i zan, gıybet, dedikodu, insanları küçük görme gibi
toplumu bölücü şeylerin yasaklanması da önemli etkenlerdendir. Nitekim Kur'an'da dünyada
ne varsa bu uğurda harcansa da kazanılması mümkün olmayan bir nimet olduğu ifade
edilmiştir.
1.1.6. Tövbe
Kur'an'da nimet olarak zikredilen şeylerden birisi de kulun Allah'a tövbede bulunup
bağışlanma dilemesidir. Asıl manası itibariyle rücû etmek, dönmek olan tövbe, kişinin
günahlarından dönüp Allah'a yönelmesidir."254
Kur'an-ı Kerim'de tevbe kelimesi birçok yerde geçmektedir. Altmış üç yerde fiil
olarak, sekiz yerde isim olarak (tevbe), iki yerde îsm-i fail olarak (tâib), on iki yerde İsm-i fail
mübalağası olarak (tevvâb), iki yerde ise ism-i mekân ve zaman olarak (metâb) olarak
kullanılmıştır.
Tövbe, hataların ve günahların telafisidir, bir noktada insanın, Cenab-ı Hakk'a
bağlılığını yenilemesinin ifadesidir. İnsanla şeytan arasındaki en önemli farktır. Şeytan bir
hata yapmış hatasından dönmemiş; Hz. Âdem ise zellesinin ardından Hz. Havva ile birlikte şu
dua ile tövbede bulunmuşlardır: "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize
merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz" 255 bu ifade bütün insanlar için geçerli bir
ifadedir. Nitekim Cenab-ı Hak tövbeleri kabul etmese bütün insanlık kaybedenlerden olurdu.
Tövbenin nimet olmasının iki yönü vardır: Birincisi kulun tövbe etmesi, ikincisi ise
Allah'ın kulun tövbesini kabul etmesi. Dolayısı ile bize Allah (cc.) tövbe ile iki lütufta
bulunmuş oluyor. Birincisi tövbe etmeyi nasib etmesi ki şeytan ve avanelerine nasip
olmamıştır. İkincisi ise tövbenin kabul edilmesidir. Kur'an'da Allah'ın tövbeleri kabul ettiği
beyan olunmuştur. Fakat yapılan tövbeleri Cenab-ı Hak'ın kabul edip insanları bağışlaması,
Allah'ın lütuf ve ihsanı sebebiyledir. Yoksa Cenab-ı Hak için -hâşâ- herhangi bir yükümlülük
253
Asım Efendi, Kamus Tercemesi, II. 726.
Asım Efendi, Kamus Tercemesi,11, 726; El-İsfahanî, el-Müfredât, s.76.
255
el-A'raf 7/23.
254
46
söz konusu değildir. Nitekim Kur'an'da son nefeste ölümle karşı karşıya kalındığında yapılan
tövbelerin kabul edilmeyeceği ifade edilmiştir.256
İnsanoğlu, yapısı itibariyle hataya meyyal bir varlıktır. Hatta hadis-i Şerifte ifade
edildiği şekliyle "hattâun" (çokça hata yapan) bir varlıktır.257 Bu hataların telafisi ise ancak
tövbe ile mümkündür.
Kuran-ı Kerim'de Hz. Yunus hakkında şu ifadeler yer almaktadır:
لَوْ َال أَن تَدَا َر َكهُ نِ ْع َمةٌ ﱢمن ﱠربﱢ ِه لَنُبِ َذ بِ ْال َع َراء َوھ َُو َم ْذ ُمو ٌم
"Rabbinin katından ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı.258"
Bu ayette geçen nimeti, Elmalılı "tövbe etmeyi ve pişman olarak Allah'ı teşbih etmeyi içine
doğurup duasını kabul etmek suretiyle yardım etmeseydi" şeklinde tefsir etmiştir.259 Taberî,
Allah'ın merhamet edip, bağışlaması olarak tefsir eder.260 Şevkânî, Allah'ın tövbeye muvaffak
kılması ve tövbesini kabul etmesi şeklinde tefsir etmiştir. 261 Râzî ise Allah'ın tövbeye
muvaffak kılması olarak tefsir eder.262 Özetle bu ayette "nimet" ifadesi Allah'ın tövbeyi nasib
etmesi ve bu tövbeyi kabul etmesi şeklinde tefsir edilmiştir. Kur'an, Allah'ın insanlara tövbeyi
nasip etmesini, insanların yaptıkları tövbeleri kabul etmesini nimet olarak ifade etmiştir.
1.1.7. Emniyet
"Emin olmak, güvenmek" anlamındaki Arapça "emn" kökünden türemiş bir isim olan
emniyetten kastımız, güvenlik ve korkusuzluk halinin var olmasıdır. Şehirlerin, ülkelerin
mamur olmasının yegâne ölçüsü ve insan refahının en önemli unsuru emniyettir. Emniyet ve
güven içinde olmayan bir memleket, görünüşte ne kadar imarlı, gelişmiş ve tezyin edilmiş
olursa olsun harap olmuş, yıkılmış ve dökülmüş bir viraneye benzer.
Mal, can ve ırz emniyetinin yok olması, bu hususlarda çeşitli tehlikelerin belirmesi,
insanlık dünyasının başlıca can düşmanıdır. Emniyet, ancak din, Allah'ın emirlerine ve
kanunlara itaat ve bunların korunması ile görevli hükümet sayesinde meydana gelir. Bilge
kişiler şöyle demişlerdir: "Emniyetsizlik yüz gösterince dostluk ve insaf ortadan kalkar."
Demek oluyor ki, dostluk ve insaf güvenin varlığı ile ayakta durmaktadır.
Güvenin kalmadığı bir toplumda, insanlar arasında gerçek dayanışmanın var olması
mümkün değildir. Şu da bilinen bir gerçektir ki, korkunun hâkim olduğu, güvenin kalmadığı
256
en-Nisa 4/18.
Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Serve es-Sülemi Tirmizî, Sünenü't-Tirmizi, Dehli[Delhi], Matbaatü'l-Müctema,
1897, Kıyamet, 49.
258
Kalem 68/49.
259
Elmalılı, Hak Dini, VIII, 292.
260
Taberî, Camiü'l-Beyân, XXIII, 200.
261
Şevkânî, Fethu'l- Kadîr, VI, 196.
262
Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, XXX, 98.
257
47
bir toplumda, Allah'ın yeryüzünde halife olarak gönderdiği insanın şeref ve haysiyeti yok
olmaya mahkûmdur. Fakat "Kim bir kimseyi haksız yere öldürürse, bütün insanları öldürmüş
gibidir. 263 " mealindeki âyette ifade edilen gerçek, insanlar arasında yerleştiği takdirde,
kendilerine ikram edilen şerefi hissedecek ve gerçek düşmana karşı işbirliği yapmak suretiyle
tam bir dayanışma içerisine gireceklerdir. Böylece kendilerini savunmak için bir güce sahip
olacak ve sükûneti temin edeceklerdir. Çünkü inancı olmayan kimse, isteklerini elde etmek
için kaba kuvvet kullanacak ve bazı kimselerin canını yakarak hukukuna tecavüz edecektir.
Ayrıca bu kimse katı davranarak Allah'ın verdiği cana kıyacak ve bu yolda başkalarına kötü
örnek olacaktır.
Emniyetin önemi ve özellikle herkes tarafından arzu edilen bir nimet olduğu, Kur'ân-ı
Kerim'de açıklanmaktadır. Hz İbrahim'in (a.s.) Mekke'nin güvenilir ve emniyetli bir belde
olması için yaptığı dua bu açıdan önemlidir, "Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu
şehri (Mekke'yi) emniyetli kıl..."264
Allah Teâlâ, Mekke'nin bir emin belde olduğunu ve bunun nankörlükle değil de
şükranla kıymetinin bilinmesinin gerekli olduğunu belirtmiş ve bu emin beldeyi misal olarak
getirmiştir.
ْ َت آ ِمنَةً ﱡم
ّ ت بِأَ ْنع ُِم
ّ ب
ْ ﷲُ َمثَالً قَرْ يَةً َكان
ْ ان فَ َكفَ َر
َ ض َر
َ َو
ِﷲ
ٍ ط َمئِنﱠةً يَأْتِيھَا ِر ْزقُھَا َر َغدًا ﱢمن ُكلﱢ َم َك
"Allah, (ibret için) bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her
yerden bol bol gelirdi. Sonra Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler."265
Bu ayette, Mekke'nin bazı sıfatları zikredilmiştir. Bu sıfatlardan ilki, oranın emniyetli
ve emin olması, ahalisine baskın yapılmaması, ikincisi; ayetteki "mutmain" kelimesinin ifade
ettiği husustur. Ayette geçen "âmineten" kelimesi, emniyete; "mutmeinneten" kelimesi ise,
sıhhate işaret etmektedir. Çünkü bu beldenin havası onların mizacına uygun düşünce, orada
huzur bulmuşlar ve oraya yerleşmişlerdir. Fakat o belde halkı, Allah'ın nimetlerine karşı
nankörlük etmiştir. Yukarıdaki âyetin içinde bu nimetlerin emniyet, sükunet, huzur ve her
taraftan bol bol rızkın gelmesi şeklinde sayılması, bunların önemini belirtmek ve bunları bir
nimet çeşidi olarak zikretmek içindir. Nitekim Âlûsî de bu belde halkının inkâr ettikleri
nimetlerin ayet-i kerimede zikredilen nimetler olduğunu ifade eder.266
Ayette ilk olarak emniyet nimetinin zikredilmesi, emniyet olmadan diğer nimetlerin
insanı huzur ve sükûna erdiremeyeceğine bir işaret sayılabilir. Çünkü diğer nimetler onunla
tamam olur. Bu nimet olmadan, can, mal ve namusu korumak, dini yaşamak, her türlü tahsil,
263
Mâide 5/32.
el-Bakara 2/126.
265
en-Nahl 16/112
266
Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, VIII, 358.
264
48
bilimsel çalışma, ticaret, sanat, ziraat gibi faaliyetlerin istenilen kıvamda sürdürülmesi
mümkün olmaz.
Başka bir âyette de şöyle buyrulmaktadır: "Çevrelerinde insanlar kapılıp
götürülürken, bizim (Mekke'yi) güven içinde kutsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hala
batıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?"267 Bu ayette Allah Teâlâ Kureyş'i
harem bölgesinde yerleştirdiği için minnet altında tutuyor. O harem belde ki, orayı insanlar
için harem (saygı değer) bir yer kılmıştır. Kim oraya girerse emniyette olur. Bu sebeple
Kureyş, büyük bir emniyet içindedir. Hâlbuki çevrelerindeki Araplar, birbirlerini soymakta,
birbirlerini öldürmektedirler. Bu büyük nimete karşılık onların şükretmeleri gerekir. Ama
onlar, bu büyük nimete şükretmeleri gerekirken Allah'ın peygamberi, kulu ve elçisini inkâra
kalkışmışlardır.
Bu örnek sadece Mekke ahalisinin durumunu izah için getirilmemiştir. Emniyet ve
güven içinde olan her toplum, bunun şükrünü eda etmelidir. Emniyet, güven ve huzur
olmadan insanlar, hiçbir sahada ilerleyemezler, medeniyet ve uygarlık tesis edemezler. Hatta
dinin gereklerini bile yerine getiremezler. Bu açıdan emniyet, bir toplumun en fazla ihtiyaç
duyduğu bir nimettir. 268 Günümüzde de terör olayları ve bombalı eylemlerden dolayı
toplumda meydana gelen huzursuzluk, gerginlik ve kaos ortamı; emniyetin ne derece büyük
bir nimet olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. Emniyet ve güvenin olduğu bir ülkede
hem fertlerin birbirine bağlılıkları sağlamlaşacak hem de devletle halkın bütünlüğü
sağlanacaktır. Bu tür bir beraberlik ise sıkıntıların rahatlıkla çözülmesini, toplumun birlik ve
bütünlüğünü, fertlerin saadetini, devletin gelişim ve ilerlemesini netice verecektir.
1.2. Maddî Nimetler
1.2.1. Bela ve Musibetlerden Muhafaza
Bela ve musibetler insanı sıkıntıya sokacak zarar verecek hallerdir. Daha önce bela
kavramını incelediğimiz için burada fazla ayrıntıya girmeden nimetle ilgili kısmına
değineceğiz.
İnsanın sıkıntı ve musibetler zamanında mutlu olması çok zordur. İnsan her zaman
belalarla karşı karşıyadır. Ancak bir musibet başına geldiği zaman bu gerçeğin farkına
varacaktır. Cenab-ı Hakk'ın başımıza gelen sıkıntıları gidermesi bir nimet olduğu gibi gelecek
musibetleri engellemesi daha evlâ bir nimettir. Çünkü bir şeyin kırılıp tamir edilmesinin
yanında hiç kırılmaması evlâdır. Kur'an-ı Kerim'de farklı yerlerde insanların zararından
267
268
Ankebût 29/67.
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.232, 233, 234.
49
korunma, bela ve musibetlerden korunma nimetle birlikte zikredilmektedir. Hendek savaşında
müminlerin korunduğu zikredilerek "Allah'ın nimetinin hatırlanması" emredilmektedir.
Hicretin 5. yılında Kureyş ve birçok Arap kabilesi Yahudilerle birlikte büyük bir ordu
toplamışlar, Medine üzerine gelmişlerdi. Efendimiz (a.s.) sahabeyle yaptığı istişarede Selmanı Farisî'nin (r.a.) teklifi üzerine Medine'nin etrafını çevreleyen hendekler kazdırmıştı.
Müşrikler yaklaşık yirmi dört bin kişilik bir orduyla Medine'nin etrafını çevirmişlerdi. Bir aya
yakın bir zaman geçti ok ve taş atışmaktan başka savaş yapamadılar. Mevsimin kış olması da
sıkıntı doğuruyordu. Derken bir gece Allah Teâlâ soğuk bir saba rüzgârı gönderdi, bu rüzgâr
onları şiddetle üşütüyor, topraklan yüzlerine savuruyor, ateşlerini söndürüyor, çadırlarını
söküyordu, hayvanlar birbirlerine karışmıştı, askerlerin etrafında melekler tekbir alıyorlardı.
Kureyş ile Yahudilerin arası açılmıştı. Artık tutunamadılar ve dağılıp kaçtılar.269 İşte bu ilahi
nimet hatırlatılarak Ahzab suresinin dokuzuncu ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
يَا أَيﱡھَا الﱠ ِذينَ آ َمنُوا ْاذ ُكرُوا نِ ْع َمةَ ﱠ
ﷲِ َعلَ ْي ُك ْم إِ ْذ َجاء ْت ُك ْم ُجنُو ٌد فَأَرْ َس ْلنَا َعلَ ْي ِھ ْم ِريحًا َو ُجنُودًا لﱠ ْم ت ََروْ ھَا َو َكانَ ﱠ
ﷲُ ِب َما
صيرًا
ِ َتَ ْع َملُونَ ب
"Ey inananlar! Allah'ın size olan nimetini anın; üzerinize ordular gelmişti. Biz de
onların üzerine rüzgar ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı
görüyordu."270
Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk'ın müminleri muhafaza etmesi nimetinin anılması
emredilmektedir.271 Taberî bu ayetteki nimetin cemaat üzerine geldiğini zikrederek, bu nimeti
topluluğun korunması şeklinde değerlendirmiştir.
272
Bu ayet her ne kadar yukarda
zikrettiğimiz özel bir hadise sebebiyle nazil olsa da hüküm umumidir.
Ayrıca Kur'an'da Hz. Peygamber'in şahsında fert olarak belalardan korunma da nimet
olarak zikredilmektedir. Maide suresinin on birinci ayetinde Efendimiz'e (a.s.) Yahudilerin
düzenlemiş oldukları suikastın boşa çıkarılması şu şekilde nimet olarak zikredilmektedir:
ْ ُف أَ ْي ِديَھُ ْم عَن ُك ْم َواتﱠق
ْ ُﷲِ َعلَ ْي ُك ْم إِ ْذ ھَ ﱠم قَوْ ٌم أَن يَ ْب ُسط
ْ وا ْاذ ُكر
ْ ُيَا أَيﱡھَا الﱠ ِذينَ آ َمن
ّ ﷲَ َو َعلَى
ّ وا
ّ َُوا نِ ْع َمت
وا إِلَ ْي ُك ْم أَ ْي ِديَھُ ْم فَ َك ﱠ
ِﷲ
َفَ ْليَتَ َو ﱠك ِل ْال ُم ْؤ ِمنُون
"Ey İnananlar! Allah'ın üzerinize olan nimetini anın: Hani bir topluluk size tecavüze
kalkışmıştı da Allah onlara mani olmuştu. Allah'tan sakının, inananlar Allah'a
güvensinler."273
269
Elmalıh, Hak Dini, VI, 299, 300.
el-Ahzâb 33/9.
271
ÂIûsî, Rûhu'l-Meânî, XVI, 236.
272
Taberî, Camiü'l-Beyan, XIX, 25.
273
el-Maide 5/11.
270
50
Bu ayetin nüzul sebebi hakkında biri genel diğeri de özel olmak üzere iki vecih rivayet
edilmiştir.
1- İslamiyet'in ilk yıllarında müşrikler galip ve çok, Müslümanlar ise mağlup ve
sayıları azdı. Müşrikler devamlı surette Müslümanlara eziyet etmek, onları öldürmek ve
onların mallarını yağmalamak istiyorlardı. Fakat Allah Teâlâ onları maksatlarından men
ediyor, Müslümanları koruyordu. Bu şekilde az zaman içerisinde İslamiyet güçlendi,
Müslümanların sayısı arttı ve müşrikler, Müslümanlara zarar veremez oldular.
2- Özel bir olay hatırlatılmıştır. Efendimiz (a.s.) Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman
ve Hz. Ali (r.anhüm) ile birlikte Nadiroğulları kabilesine, iki kişinin diyetini ödemek için
gitmişlerdi. Oraya vardıklarında, bu Yahudi kabilesi, yemek ikram edeceklerini söyleyerek,
onlardan biraz beklemelerini ve oturmalarını istediler. Ve aralarında gizlice Hz. Peygamber'e
suikast yapmaya karar verdiler. Bir evin damından Hz Peygamber'in (a.s.) üzerine büyük bir
taş yuvarlayarak öldürmeyi planladılar. Fakat bu esnada Cebrail (a.s.)'ın durumu haber
vermesi üzerine Hz. Peygamber, derhal oradan kalkar ve oradan ayrılırlar. Yahudiler, Hz.
Peygamber'i alıkoymak için "çömleklerimiz kaynıyor" deseler de Resul-i Ekrem (a.s.)
niyetlerinin vahiy ile haber verildiğini söyleyerek oradan ayrılır. Bu ayetin nüzul sebebinin,
özellikle bu olay olduğu rivayet edilir.274
Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimelerde, nimetlerin yalnız hayra ulaşmakla sınırlı
olmadığı, bela ve musibetlerin definin de nimet olduğu ifade edilmektedir. Belalardan
korunmayı, ferdin ve toplumun korunması olmak üzere iki kısma ayırabiliriz. Toplumun
korunmasına, Hendek Savaşını; ferdin korunmasına ise Hz. Peygamber'in muhafaza
edilmesini örnek verebiliriz. Çünkü bazen insanların başına herkesi kuşatan bir musibet
gelebilir. Bu musibetten bazı insanlar kurtulabilir. Bu musibetten bazı fertlerin kurtulması ve
bu kurtuluşu ahiretin kazanılması adına kullanmaları, o kişiler için yeni bir fırsat (nimet)
olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca musibetler, Allah'ın göndermiş olduğu tabii afetler sebebiyle de olur.
Bunlardan korunma da Kur'an'da nimet olarak zikredilmektedir. Hz. Lut ve karısının dışında
ailesinin, kavminin başına gelen musibetten korunması ayet-i kerimede nimet olarak ifade
edilmektedir:
ك نَجْ ِزي َمن َش َك َر
َ ِ“ نِ ْع َمةً ﱢم ْن ِعن ِدنَا َك َذلAncak, Lut'un taraftarlarını, katımızdan bir nimet olarak
seher vakti kurtardık. Şükredene işte böyle mükâfat veririz.”275
274
275
Elmalılı, Hak Dini, III, 180.
el-Kamer 54/35.
51
Başka bir ayette ise münafıkların, Müslümanlar savaşa çıktıkları zaman başlarına bir
ّ “ قَ ْد أَ ْن َع َمAllah bana
musibet geldiğinde onlarla beraber bulunmamayı ي إِ ْذ لَ ْم أَ ُكن ﱠم َعھُ ْم َش ِھيدًا
ﷲُ َعلَ ﱠ
iyilikte bulundu, çünkü onlarla beraber bulunmadım”276 demek suretiyle bu durumu nimet
olarak saydıkları zikredilmektedir.
Netice itibariyle, her ne surette olursa olsun insanın başına gelen musibetler insanı
rahatsız eder, hayattan lezzet almasına mani olur. İnsan dünyada istediği her şeye sahip olsa
da sıkıntılarla hayatından lezzet alamaz hale gelir. Ayrıca musibetlerin ortaya çıkmasına
insanın mani olması da mümkün değildir. Çünkü insanın, başına gelecek şeylerin nerede, ne
zaman ve ne surette vuku bulacağını bilmesi mümkün değildir. Bu ğayba ait bir bilgidir. Fakat
zuhurundan sonra buna engel olabilme ve bunu telafi etme ihtimali vardır ki bu da Allah'ın
ayrı bir lütfudur.
1.2.2. Rızk
Rızk, daha önce de ifade ettiğimiz gibi müfessirlerce, Allah Teâlâ'nın canlıya zevk ve
faydalanma nasip ettiği şey olarak tarif edilmiştir. Rızk, “kendisiyle beslenilen şey” için
kullanıldığı gibi “dünyevi ve uhrevi nimetler” için de kullanılır. Bütün canlılar hayatlarının
devamı için rızklanmaya muhtaçtırlar. Ve dünya üzerindeki düzen canlıların rızıklanmasıyla
devam etmektedir.
İnsan da her canlı gibi Allah'ın verdiği rızka muhtaç bir varlıktır. Yeryüzüne
geldiğinden beri birçok gıda ile rızıklanmaktadır. Bu ise Cenab-ı Hakk tarafından insanoğluna
bahşedilen çok büyük bir nimettir. Kur'an'da insana yerden ve gökten Allah'ın bahşettiği rızk
şu şekilde nimet olarak sayılmıştır:
ق َغ ْي ُر ﱠ
يَا أَيﱡھَا النﱠاسُ ْاذ ُكرُوا نِ ْع َمتَ ﱠ
َض َال إِلَهَ إِ ﱠال ھ َُو فَأَنﱠى تُ ْؤفَ ُكون
ٍ ِﷲِ َعلَ ْي ُك ْم ھَلْ ِم ْن خَ ال
ِ ْﷲِ يَرْ ُزقُ ُكم ﱢمنَ ال ﱠس َماء َو ْاألَر
"Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini anın; sizi gökten ve yerden rızıklandıran
Allah'tan başka bir yaratan var mıdır? O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl aldatılıp da
döndürülürsünüz."277
Ayet-i kerimede nimetlerin anılmasının emredilmesinin ardından, insanın yaratılması
ve rızkının gökten verilmesi zikredilmektedir. Burada nimetler her türlü nimeti kapsamakla
birlikte özellikle yaratılış ve rızka da dikkat çekilmektedir. Râzî, bu ayette nimet kelimesi ile
îcat ve ibkâ olmak üzere iki türlü nimetin kastedildiğini zikreder. Allah'ın her şeyi yaratmasını
îcad olarak; her şeyin rızkını verip hayatiyetini devam ettirmesini ise ibkâ olarak yorumlar.278
276
en-Nisâ 4/72.
Fâtır 35/3.
278
Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, XXVI, 4.
277
52
Taberî, ise bu ayette geçen nimeti; Allah Teâlâ'nın insanların yaşaması için sunduğu en güzel
şeyler olarak yorumlar.279
Rızkın sahibi Allah'tır, dilediğine dilediği kadar rızkı verir. Rızkın bol veya az olası;
ne akıl ve zekâdan ne de çok çalışmaktan kaynaklanmaktadır. Eğer öyle olsaydı dünyanın en
zengin insanları zekâ bakımından üstün oldukları için âlimler veya çok çalıştıkları için
hamallar olması gerekirdi. Fakat âlimlerin de hamalların da tarih boyunca zengin oldukları
nadirdir. 280 Cenab-ı Hakk bazı kimselere ekstra lütuflarda bulunarak rızkta onları üstün
kılmıştır ki bu da ayrı bir nimettir. Nitekim Kur'an'da Allah'ın bazı insanları bazılarından rızk
bakımından üstün kıldığı zikredilerek üstün kıldığı kimselerin, fakir insanlara yardım
etmekten geri durmaları yerilir ve verilen bu rızkın Allah'ın nimeti olduğu hatırlatılır.
ْ ُضل
ّ َو
ْ وا بِ َرآدﱢي ِر ْزقِ ِھ ْم َعلَى َما َملَ َك
ﷲ ُ فَ ﱠ
ت أَ ْي َمانُھُ ْم فَھُ ْم فِي ِه َس َواء
ق فَ َما الﱠ ِذينَ فُ ﱢ
َ ض َل بَ ْع
ِ ْض فِي ْال ﱢر ْز
ٍ ض ُك ْم َعلَى بَع
ّ أَفَبِنِ ْع َم ِة
َﷲِ يَجْ َح ُدون
"Allah rızkta kiminizi kiminize üstün tutmuştur. Üstün kılınanlar, emirleri altında
bulunanların rızklarını vermezler. Oysa rızkta hepsi eşittir. Allah'ın nimetini bile bile inkâr mı
ediyorlar”281
Bu ayette de Allah'ın bazı insanları bazılarından rızk bakımından üstün kıldığı
zikredilerek üstün kılınanların kölelerine vermedikleri, malik ve memluk herkesin dergâh-ı
ilahide eşit oldukları halde "Allah'ın şu nimetlerini unutup da inkâr mı ediyorlar"
denilmektedir.282
Allah dilediğini dilediğinden üstün kılar, fakat üstün kılınanların bunu kendilerinden
bilmemeleri, Allah'ın lütfu olduğunu unutmamaları gerekmektedir. Ayrıca verilen bunca
temiz ve güzel rızk karşılığında şükür, her insanın üzerine eda etmesi gereken bir vecibedir.
Ayet-i kerimenin ifadesiyle:
ْ ﷲُ َحالالً طَيﱢبًا َوا ْش ُكر
ْ ُفَ ُكل
ّ َُوا نِ ْع َمت
ّ وا ِم ﱠما َر َزقَ ُك ُم
َﷲِ إِن ُكنتُ ْم إِيﱠاهُ تَ ْعبُ ُدون
"Yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, Allah'ın size helal ve temiz olarak verdiği
rızklardan yiyin, O'nun nimetine şükredin."283
Mu’tezile rızkın kişinin kendi kesbi olduğunu ve haramın rızık olmadığı görüşündedir.
Rızık, ecel ve fiyatların, Allah’ın kaza ve kaderiyle olduğu görüşüne temas ederek rızık
meselesine giren ve rızkı “kendisiyle yarar sağlanan şey” olarak tanımlayan Kadı
279
Taberî, Camiü'l-Beyan, XIX, 329.
Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, XX, 78.
281
en-Nahl 16/71.
282
Mehmet Vehbi, Hulasaîul-Beyân, VII, 2863; Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, XX, 79.
283
en-Nahl 16/114.
280
53
Abdülcabbar, rızkı mutlak ve tayin edilmemiş olarak ikiye ayırıyor. Birincisi ot, su gibi
şeylerdir. İkincisi malik olunan eşyadır.
Gerçekte Mu’tezile rızkı genel anlamda insanın sahip olduğu mülk şeklinde tarif
etmiştir. Bu, insanın kendi öz iradesi ve kudretiyle, hür seçimiyle kazanıp iktisap ettiğidir.
Mu’tezile, haram olan şeyleri rızık olarak kabul etmemektedir. Allah haramın
kazanılmasını ve infakını yasaklamıştır. Haramın rızık olduğu kabul edilseydi, bu caiz
olmazdı.
Buna göre Mu’tezile’de müşahede ettiğimiz genel insan anlayışları doğrultusunda
rızık meselesine bakışları, onu insanın fiillerinden bir fiil olarak görmeleridir.
Eş’arî ve Maturîdîlere göre ise insanın yediği kendi rızkı olur. “Helal olsun haram
olsun insanın yediği onun rızkıdır” diyen Maturudi alimi Nureddin es-Sabuni Mu’tezile’nin
rızkın insanın mülkü olduğu anlayışına karşı çıkmaktadır. Zira Allah’ın nimetlerinden
rızıklanan hayvanlar için mülk edinme diye bir şey düşünülemez.
Ebu’l-Hasen el-Eş’arî ise “rızıklar Allah katındandır. O, yaratıklarını helal ve haram
olarak rızıklandırır.” der.
Ayrıca Eş’arîye göre rızkın kulun mülkiyetiyle hiç bir ilgisi yoktur. Allah her şeyin
sahibidir. Haram da rızıktır. Haram rızık kabul edilmediğinde, haram yiyenleri bir başkasının
rızıklandırdığı anlamı çıkar ki bu Allah’a küfürdür. Aynı anlayışı Nureddin es-Sabuni “haram
yiyen insan, Allah’ın rızkını yemedi demek doğru olmaz” şeklinde ifade ediyor.
Eş’arî, rızkın mülkiyet olduğunu kesinlikle kabul etmiyor. O, annesinin sütünü emen
çocuk ile ot yiyen hayvanı kim rızıklandırıyor, diye sorup bunları rızıklandıran Allah ise ve
bu rızıkların sahibi çocuk ve hayvan değilse; buradan haram rızkın sahibinin Allah olduğu
manası ortaya çıkar, tezini savunmaktadır. O halde rızık Allah’ın bir lütfu ve ihsanıdır. İnsan
veya hayvan ondan yararlanır. Şu anda yararlılığı olmayan şey rızık olarak vasıflandırılamaz.
Diğer yandan rızkın mülkiyeti konusu hukuki bir durum arzediyor. Birinin sahip
olduğu ve fakat kullanmadığı şey, onun rızkı değildir. O şey kendisinden yararlanan kimse
için rızıktır. Allah rızkı mutlak olarak vaat etmiş insana da bu rızıktan helal olarak isteyip
aramasını emretmiştir.
Şu halde herkes Allah’ın takdir ettiği rızkı yer, hiçbir kimse başkasının rızkını
yiyemez. Zengin birinin fakir birine verdiği sadaka, zenginin rızkı olmadığı için fakire
geçmiştir. Bu da Allah’ın yaratmasıyla olur.284
284
Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelâm, Tekin Kitabevi yay., Konya, 1996, s. 268–270.
54
1.2.3. Aile (eş ve çocuklar)
İnsanlığın ilk kurduğu kurum ailedir. Aile insan toplumunun çekirdeğini
oluşturmaktadır. Bir toplumun aile kurumu ne kadar sağlam ve sağlıklı olursa, onun teşkil
edeceği toplum yapısı ve devlet de o kadar sağlam ve sağlıklı olur. Bunun için Kur'ân, insan
kurumlarından en çok aile kurumu üzerinde durmuştur. Kur'ân, aile kurumunu oluşturan karıkoca, ana-baba ve çocukların birbirleriyle olan organik, psikolojik, sosyal ve hukukî bağları
hakkında genel ve özel hükümler ve ilkeler koymuştur.
Aile, cemiyetin çekirdeği, en küçük bir numunesi kabul edilmektedir. Cemiyetin
yapısı, sıhhatli ve sıhhatsiz oluşu aile yapısına, ailenin sağlıklı ve sağlıksız oluşuna bağlıdır.
Bu mukayeseyi, cemiyetle ilgili birçok meselelere teker teker teşmil etmek mümkündür.
Bireylerinin münasebetleri sıhhatli, istikrarlı, huzurlu ve kötü alışkanlıklardan uzak olan
ailelerde yetişen çocuklar sağlam olduğu gibi bu çocukların oluşturacağı toplumlar da o
nispetle sağlam ve istikrarlı olacaktır.285
Aralarında kardeşlik veya yakınlık bulunanların tümü olarak tarif edilen aile, bir çatı
altında yaşayan ana, baba ve çocukların meydana getirdiği bir topluluktur. İnsanın en sevdiği
kimselerden oluşan bir aile ortamı içerisinde yetişip, büyümek de, Kur'an'da zikredilen
nimetlerdendir. Nitekim Hz. Musa'ya Firavunun: "Biz seni çocukken yanımıza alıp
büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?" sözlerine karşılık Hz.
ي أَ ْن َعب ﱠ
Musa: يل
َ َوتِ ْل
َ ِﱠدت بَنِي إِس َْرائ
ك نِ ْع َمةٌ تَ ُمنﱡھَا َعلَ ﱠ
“O nimet diye başıma kaktığın, (aslında) İsrailoğulları'nı kendine kul köle
etmendir.”286 Sözleriyle karşılık verdiğini görmekteyiz. Burada Hz. Musa, Firavunun saydığı
şeyleri nimet olarak isimlendirmektedir. Müfessirler, bu ayette geçen nimeti bir kimsenin
yetiştirilmesi ve terbiye görmesi şeklinde değerlendirmişler.287
Sıcacık ve mutlu bir aile yuvası kadar insanı huzurlu ve mutlu kılan bir müessese
yoktur. Aile müessesesi, herkes için büyük bir nimettir. Diğer canlılara nispetle insanın bu
yuvaya daha fazla ihtiyacı vardır. Bir aile yuvasında ve muhitinde yetişmek, insanın
yetişmesinde çok önemli bir rol oynar. Bu nimeti Allah, bütün insanlığa ilk insanla
bahsetmiştir. Aile, insanlığın onur, vakar, şeref ve haysiyet müessesesidir, insan bu müessese
ile onur ve şahsiyetini geliştirir ve korur. Bu açıdan aile önemli bir okuldur. Bu okulun, insan
neslinin yetişmesinde, gelişmesinde ve hayata hazırlanmasındaki rolü, diğer eğitim
285
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.246–247.
eş-Şuara 26/22.
287
Râzî, et-Tefsiru'l-Kebîr, XXIV, 126. İbn-i Âşûr, Tefsirü't-Tahrir ve't-Tenvîr, XIX, 115; Kurtubî, el-Cami' liAhkami'l-Kur'an, XIII, 94; Taberî, Camiü'l-Beyan, XVII, 561.
286
55
müesseselerine nazaran daha etkili ve kalıcıdır. Hatta bu konuda aile müessesesi öncüdür
diyebiliriz.288
Ailenin oluşumu ve devamı sürecinde eş (kadın) büyük önem taşır. Eş (kadın), bir
nimet olan ailenin oluşmasında erkekle beraber eşit bir role sahiptir. Kadının yaratılması,
erkeği yalnızlıktan kurtarmış ve bu iki hayat arkadaşının ünsiyeti ve muhabbeti ile aile
oluşmuştur. Kadın, tabiri caizse erkeğin can dostu, hayat yoldaşı ve sırdaşıdır. Bu açıdan iyi
bir eş Allah'ın en önemli bir lütfudur. Âdem (a.s) yaratıldıktan sonra ona eş olarak Havva
anamızın yaratılmasında bu açıdan büyük bir hikmet vardır. “O bir candan eşini de
yarattı.”(Nisa, 4/1) Allah, böyle bir nimet ihsan etti. Biri diğerinin canından kopmuş bir çift
meydana getirdi. “Bütün çiftleri yaratan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.” (Yâsîn
36/36) Ondan dolayı bu nimet ve gücün değerini ve büyüklüğünü takdir etmeli ve yaradılışın,
eşyanın tabiatının eseri değil, eşyanın yaratıcısı olan Allah'ın hikmetinin eseri olduğunu
bilmeli, O'na itaat etmeli ve O'nun azabından korkmalıdır.289
Ayrıca kadın, hem aile hem de toplum için Allah'ın bir lütfu, bir rahmetidir. Nesillerin
yetişmesinde en büyük emek ve feragati, çaba ve gayreti o sergilemektedir. Cemiyetin
hamurunu yoğurup şekillendiren, cemiyetin fidanını sulayan odur. Onun soluğu ile cemiyet
dirilmektedir. Nahl Suresinde insana bir hayat arkadaşının bahsedilmesi şu şekilde
ّ َو
ت
ِ اج ُكم بَنِينَ َو َحفَ َدةً َو َر َزقَ ُكم ﱢمنَ الطﱠيﱢبَا
ِ ﷲُ َج َع َل لَ ُكم ﱢم ْن أَنفُ ِس ُك ْم أَ ْز َواجًا َو َج َع َل لَ ُكم ﱢم ْن أَ ْز َو
ّ ت
َﷲِ ھُ ْم يَ ْكفُرُون
ِ اط ِل ي ُْؤ ِمنُونَ َوبِنِ ْع َم
ِ َأَفَبِ ْالب
zikredilmektedir:
“Allah size kendinizden eşler var eder. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder.
Size temiz şeylerden rızk verir. Böyleyken batıla inanıyorlar ve Allah'ın nimetini inkâr mı
ediyorlar?”290 Razî, Allah Teâlâ'nın bu delilleri ortaya koyarak, herkesin anlayacağı şekilde
açıklamak suretiyle zikredilen şeylerin büyük nimetler olduğunu ifade etmektedir. Bu
açıklamalar da "Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorsunuz." ifadesiyle sağlamlaştırılmıştır.291
Bu ayette sarih olarak zikredilen nimetlerin başında ise insana bir hayat arkadaşının
bahşedilmesi, bu hayat arkadaşı vesilesiyle çocukların bahşedilmesi zikredilmektedir.
Ayrıca ailenin oluşumunda ve yapısında kadının rolü fazladır. Bir yuvanın sıcak, hoş,
latif ve ılıklığı kadının ahlak ve fazileti sayesindedir. Bir toplumun yapı taşları aile olması
hasebiyle dindar, namuslu ve şerefli bir kadın başta aile olmak üzere bütün toplum için,
vazgeçilmez bir sermaye, önemli bir güç-kuvvet kaynağı ve hatırı sayılır bir nimettir.
288
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.248.
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.249.
290
en-Nahl 16/72.
291
Râzî, et-Tefsiru'î-Kebîr, XX, 80.
289
56
Yukarda zikri geçen ayette (Nahl 16/72) aile nimetinin semeresi ve devamının en
önemli sebeplerinden biri olan çocuklar da nimet olarak zikredilmektedir. Ayrıca çocuklarla
birlikte torunların da nimet olduğu ifade edilmektedir. Nitekim ayet-i kerimede, insana eş,
çocuk ve torunlar zikredildikten sonra "Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar" ifadesini
müfessirler
Allah'ın,
yorumlamışlardır.
292
eş
ve
çocuklar
bahşetmesi
suretiyle
olan
nimeti
şeklinde
İslam, bize çocuk sahibi olmamızı söyler, fakat onların iyi ve doğru
yetiştirilmeleri gerektiği hususu üzerinde ısrarla durur. Bu da çok ciddi bir meseledir. Doğru
ve sağlam nesiller yetiştirmek, İslam'da nikâhın asıl amacıdır.
Çocuk aynı zamanda aile ve toplum için bir değerdir. Çocuk sahibi olmak, anne ve
babaya bu duyguyu tattırdığı için bir saadet kaynağıdır. Çocuklar aynı zamanda anne-baba
için hastalıkta, yaşlılıkta ve işsiz kalmaları durumunda tabiî bir güvence duygusu da
vermektedir. Çocuklar Bir milletin geleceğinin teminatıdır. Mal, mülk, servet, itibar ve
haysiyeti korumak gibi değerler, ileride güçlü ve sağlam bilgi ve kültür ile hayata atılacak
çocuklarla mümkündür. Bunun içindir ki, bu nimeti iyi koruyan, kollayan, israf etmeden onu
toplum ve milletin hizmetine ve istifadesine sunan milletler, her yönden yükselmişler ve
yücelmişlerdir. Bu nimetin kıymetini takdir edemeyenler ise, kuru ve boş kalabalıktan başka
avunur tarafları olmamış, üstelik vatanları, bağımsızlıkları, inançları, kültürleri, gelenek ve
görenekleri hep tehdit altında kalmıştır. Dünyada bunun örnekleri sayılmayacak kadar
çoktur.293 Özetle insanın bir aile ortamında yetişmesi, insana eş ve çocukların bahsedilmesi,
insanın saadet ve mutluluğu adına en başta gelen nimetler olarak Kur'an'da zikredilmektedir.
1.2.4. Denizler
Deniz, genel olarak Okyanuslar da dâhil olmak üzere, “yer kabuğunun çukur yerlerini
dolduran yekpare su kitlesine verilen ad", şeklinde tarif edilir.
Deniz ( )البحرkelimesi, Kur'ân-ı Kerim'de tekil ve çoğulları ile birlikte 41 yerde
geçmektedir. Genelde bu kelimenin geçtiği âyetlerde Allah Teâlâ'nın sunduğu çeşitli
nimetlerden bahsedilmekte, denizlerin ve gemilerin Allah'ın lütfettiği rızkın aranması için
insanoğlunun hizmetine sunulduğuna işaret edilmektedir. Nitekim şu ayet, bunu açıkça ifade
etmektedir. Lokman suresinin 31.ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
ت ﱠ
ور
َ أَلَ ْم ت ََر أَ ﱠن ْالفُ ْل
ٍ ﷲِ لِي ُِريَ ُكم ﱢم ْن آيَاتِ ِه إِ ﱠن فِي َذلِكَ َآليَا
َ ت لﱢ ُكلﱢ
ِ ك تَجْ ِري فِي ْالبَحْ ِر بِنِ ْع َم
ٍ ﱠار َش ُك
ٍ صب
Taberî, Camiü'l-Beyan, XIV, 303; İbn-i Âşûr, Tefsirü't-Tahrîr ve't-Tenvîr, VII, 220; İbn-i Kesir, Tefsirü
Kur'ani'l-Azîm, IV, 210.
293
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.253.
292
57
"Gemilerin denizde Allah'ın lütfuyla yürüdüğünü görmez misin? Allah böylece size
varlığının delillerini gösterir. Bunlarda, pek sabırlı ve çok şükreden kimselerin hepsine
dersler vardır."294
Bu ayette denizlerde gemilerin yürütülmesi zikredilerek denizlerin ne kadar büyük bir
nimet olduğu ifade edilmiştir. Başka bir ayette ise daha açık bir şekilde zikredilmektedir.
ﱠ
ُ ي ْالفُ ْل
َك فِي ِه بِأ َ ْم ِر ِه َولِتَ ْبتَ ُغوا ِمن فَضْ لِ ِه َولَ َعلﱠ ُك ْم تَ ْش ُكرُون
َ ﷲُ الﱠ ِذي س ﱠخ َر لَ ُك ُم ْالبَحْ َر لِتَجْ ِر
“Allah o (yüce ) varlıktır ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzmesi ve lütfedip
verdiği rızkı aramanız için bir de şükredesiniz diye denizi sizin hizmetinize vermiştir.”295
Ayette geçen “teshir”; bir şeyi zorla hizmete koşmak, itaat ettirmek ve boyun
eğdirmek, anlamındadır. Ve س ﱠخ َر لَ ُك ُمkavlindeki "lam" ( )لbağlaç veya sebep gösterme lamı
olabilir.
Bağlaç olduğuna göre mana, "sizin emrinize verdi" demek olur. Sebep lamı
olduğuna göre ise, "sizin için, yani sizin menfaatinizin gaye ve hikmeti için emriyle sizin
hizmetinize vermiştir" demek olur.
Allah Teâlâ, bu âyette ayrıca geminin hacmi ile aynı hacimdeki su arasında hafiflik ve
ağırlık oranını ve hem onu harekete geçiren güç arasındaki şiddet ve karşı koyma oranını,
hem de çevredeki durum ve şartların onlara uygun bir şekilde sevk ve idare etmesi gibi
hükümlerin kendi emri dâhilinde olduğunu beyan etmektedir. İnsanlar, Allah'ın emrini tatbik
etmeden sırf kendi emirleriyle gemiyi yürütemezler. Allah'ın lütfü olmadan, ticaret, dalgıçlık
ve diğer araştırma ve kazanma yolları gibi hususlar yapılamaz. Âyette deniz nakliyesinin ve
ticaretinin önemi de vurgulanmaktadır. Allah'ın tayin ettiği rızkı elde etmek için çalışma,
çabalama, gayret ve her şeyden önce aksiyon gerekmektedir. Bu da ancak denizlerin
karasularında seyretmek ve boğuşmakla olur. Yeryüzünde biten şeylerden, yani ürünlerden
istifade ancak denizde yüzen gemilerin bulunması ile tam ve mükemmel olmuştur. Çünkü
Allah, yeryüzünün her bölgesine ayrı ayrı, nimetler vermiştir. Öyle ki, bir bölgenin nimeti,
yeryüzünün diğer bölgelerine taşındığında ve oradakiler de bu bölgeye getirildiğinde,
ticaretteki kâr oranı artar. Bu nakliye işlemi ise karanın gemileri demek olan develer ve
denizlerdeki gemiler ile olur.
Allah, denizi insanoğlunun emrine müsahhar kılmıştır. Denizin gerek teşkili, gerekse
hususiyetleri ile ilgili konulardan birçoğunu ona öğretmiştir. Yüce Allah, yüzen geminin ana
maddelerine aynı hususiyeti vermiş, hava basıncını, rüzgârın hızını, yeryüzünün çekim
gücünü aynı nispetler dâhilinde tanzim etmiş ve daha bunlar gibi gemilerin denizlerde
yüzmesini sağlayan diğer hususiyetleri lütfetmiştir. İşte insan, bu sayede denizlerde rızkını
294
295
Lokman 31/31.
el-Câsiye 45/12.
58
aramakta ve buralarda Allah'ın yarattığı çeşitli nimetleri bulmak için ilmini geliştirmektedir.
İnsan denizlerden, gıdaları, inci, mercan gibi süs eşyalarını, balık gibi deniz ürünlerini elde
etmektedir. Bütün bunlar Allah'ın insana bir ihsanı, bir ikramıdır. Bu konuda şu âyetleri misal
verebiliriz.
ْ وا ِم ْنهُ لَحْ ًما طَ ِريًّا َوتَ ْست َْخ ِرج
ْ اخ َر فِي ِه َولِتَ ْبتَ ُغ
ْ َُوھُ َو الﱠ ِذي َس ﱠخ َر ْالبَحْ َر لِتَأْ ُكل
وا ِمن
ِ ُوا ِم ْنهُ ِح ْليَةً ت َْلبَسُونَھَا َوتَ َرى ْالفُ ْلكَ َم َو
َفَضْ لِ ِه َولَ َعلﱠ ُك ْم تَ ْش ُكرُون
“İçinde taze et (balık) yemeniz ve takınacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi
emrinize veren O'dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun. (Bütün
bunlar) O'nun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.”296
ًات َسائِ ٌغ َش َرابُهُ َوھَ َذا ِم ْل ٌح أُ َجا ٌج َو ِمن ُكلﱟ تَأْ ُكلُونَ لَحْ ًما طَ ِريًّا َوتَ ْست َْخ ِرجُونَ ِح ْليَة
ٌ ان ھَ َذا ع َْذبٌ فُ َر
ِ َو َما يَ ْست َِوي ْالبَحْ َر
َاخ َر لِتَ ْبتَ ُغوا ِمن فَضْ لِ ِه َولَ َعلﱠ ُك ْم تَ ْش ُكرُون
َ ت َْلبَسُونَھَا َوتَ َرى ْالفُ ْل
ِ ك فِي ِه َم َو
“İki deniz birbirine eşit olmaz. Bu tatlıdır, susuzluğu keser, içilmesi kolaydır. Şu da
tuzludur, acıdır (boğazı yakar). Hepsinden de taze et (balık) yersiniz ve giyeceğiniz süs eşyası
çıkarırsınız. Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayıp da şükretmeniz için gemilerin, denizi yarıp
gittiğini görürsün.”297
Görüldüğü gibi bu ayetlerde de Allah'ın, insanoğluna sunduğu nimetlerden
bahsedilmektedir. Bir de bunun yanında denizlerin en önemli ve temel nakil vasıtaları olan
gemilerden söz edilmektedir ki, kanaatimizce bu işaret boşuna değildir. Ayetlerde deniz
ticaretinin ve nakliyesinin, deniz ürünlerinin ve bunların çıkartılıp pazarlanmasının önemi de
vurgulanmaktadır. Bugün, ekonomisi denizlere ve onlardan çıkan ürünlere bağlı olan
ülkelerin varlığını düşünürsek, bu işaretin ne kadar önemli olduğunu anlamakta güçlük
çekmeyiz.
Denizin milletlerin siyasî ve iktisadî hayatında etkisi ve önemi de büyüktür. Zira
denize çıkma, günümüzde dış dünya ile serbestçe münasebet kurmanın bir şartıdır. Denize
açılmak, deniz kıyısında olmak bir devletin dünya ticaretine en elverişli şartlar altında iştirak
etmesi demektir. Bu durum, bir devletin bağımsızlığının ve siyasî gücünün en büyük şartıdır.
Siyasî coğrafya açısından da denizler önem arz etmektedir. Denizler, Amerika Birleşik
devletleri, İngiltere, Fransa ile Sovyet Rusya'nın kurulması ve gelişmesinde önemli rol
oynamıştır. Denizler, iklim şartları, beşerî ve iktisadî hayatta canlılığa yol açmakta, kara
iklimlerine has yeknesak bir hayatın yerine canlı ve hareketli bir hayat tarzı geçmektedir.
296
297
en-Nahl 16/14.
Fatır 35/12.
59
Deniz kıyılarında yetiştirilen ürünler çeşitlilik kazanmakta, ziraî faaliyetler bütün yıl içine
yayılmaktadır.298
Bütün bu görüşlerin ışığında Kur'ân'ın, nimet olarak denizleri zikretmesinin ne kadar
isabetli olduğunu, denizin ne derece büyük bir nimet olduğunu görmekteyiz.
1.2.5. Hayvanlar
Bitkilerin dışında canlı yaratıklara verilen ortak ad olarak kullanılan hayvan kelimesi,
Arapça'da otlayan mal anlamında "neam" şeklinde ifade edilir. "Neam" ( )النعمkelimesi
çoğunlukla deve için kullanılır. Çoğulu "en'âm" ( )األنعامgelir. Devenin bu şekilde
isimlendirilmesi, devenin Araplar nezdinde en büyük nimet sayılmasından dolayıdır. Fakat
"en'âm", deve, sığır ve davarlar için söylenen ortak bir addır. Nitekim Kur'an'da da bu
anlamda zikredilir. "En'âm" kelimesi, müzekker ve müennes olarak da kullanılır.
Hayvanların, insanoğlu için bir nimet olduğunu ve bunlarda çeşitli menfaatlerin
bulunduğunu ve bunların insanın emrine verildiğini Kur'ân, ısrarla belirtmekte ve insanlığı
şükre davet etmektedir. Ayrıca Kur'an'da bunların Allah'ın azamet ve kudretini gösterdiğine
de işaret edilmektedir. Bu konuda şu âyeti örnek verebiliriz. "Görmüyorlar mı ki, biz
kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara
sahip olmuşlardır. Bu hayvanları onların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak,
bazısını besin olarak yerler. Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır.
Hala şükretmezler mi?"299
İnsanlar, Allah Teâlâ'nın, kudretini gösteren en önemli delillerden sayılan irili ufaklı
hayvanlardan;
binerek,
etini
yiyerek,
sütünü
içerek
ve
daha
birçok
cihetten
yararlanmaktadırlar. Allah'ın (c.c.), hayvanlara türlü türlü özellikler vermiş olması, hayvanları
istedikleri gibi çalıştırma ve onlardan istifade etme gücünü ve kabiliyetini insanlara
bahşetmesi, birçok hayvanı, insanın çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak vasıfta yaratması, ihsan
ve kerem sahibi olan Allah'ın varlığına ve birliğine ve her şeye kadir olduğuna delalet eden
alâmetlerdir. İnsan vasıtaya binişinde, bir lokma et, yağ, peynir vs. yiyişinde veya bir yudum
süt içişinde ve bir elbise giyişinde hep bu kudreti sezinlemek ve sahibine şükretmek
zorundadır.
Ayrıca Allah Teâlâ, insanlığın istifade ettiği hayvanları uysal yaratması da bir nimettir.
Şayet onları vahşi yaratsaydı onlara sahip olmak, onlardan istifade etmek, onları zapt etmek
298
299
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.278, 279.
Yâsin 36/71-73.
60
kolay olmazdı.300 Onların mûtî ve uysal olmalarının büyük bir nimet olması, âyette şu şekilde
beyan edilmektedir:
َُور ِه ثُ ﱠم ت َْذ ُكرُوا ِن ْع َمةَ َربﱢ ُك ْم إِ َذا ا ْست ََو ْيتُ ْم َعلَ ْي ِه َوتَقُولُوا ُس ْبحانَ الﱠ ِذي َس ﱠخ َر لَنَا ھَ َذا َو َما ُكنﱠا لَهُ ُم ْق ِرنِين
ِ لِتَ ْستَ ُووا َعلَى ظُھ
“Ki, sırtlarına kurulasınız sonra üzerlerine yerleştiğinizde Rabbinizin nimetini anıp
şöyle diyesiniz : "Ne yücedir O Allah ki, bunu bizim hizmetimize vermiş; yoksa biz bunu
yanaştıramazdık (kendimize boyun eğdiremezdik).”301
Ayette de ifade edildiği gibi hayvanların insanoğluna hizmetkâr kılınması önemli bir
ihsandır. Eğer bunun aksi olsaydı onları kesmek şöyle dursun, sütünden, yünlerinden,
yapağılarından ve kıllarından istifade etmek mümkün olmazdı.302
Hayvanların uysal olmalarının yanında hayvanlardan elde edilen ürünler de Kur'an'da
nimet olarak zikredilir. Nahl suresinin 80. ayetinde şu şekilde ifade edilir:
ّ َو
ﷲُ َج َع َل لَ ُكم ﱢمن بُيُوتِ ُك ْم َس َكنًا َو َج َع َل لَ ُكم ﱢمن ُجلُو ِد األَ ْن َع ِام بُيُوتًا تَ ْست َِخفﱡونَھَا يَوْ َم ظَ ْعنِ ُك ْم َويَوْ َم إِقَا َمتِ ُك ْم َو ِم ْن أَصْ َوافِھَا
ين
ٍ ارھَا أَثَاثًا َو َمتَاعًا إِلَى ِح
ِ ارھَا َوأَ ْش َع
ِ ََوأَوْ ب
“Allah size evlerinizi dinlenme yeri kıldı. Hayvanların derilerinden, yolculukta ve
ikamet zamanlarınızda kolayca taşıyacağınız evler; yün, tüy ve kıllarından bir süre
kullanacağınız giyimlikler ve geçimlikler var etmiştir.” Ayet-i kerimede hayvanlar, korunma
vasıtaları olarak zikredilir. İnsanlar onlardan elde ettiği ürünlerle kendilerini sıcak ve soğuğa
karşı korumaktadırlar. Bugün tekstil sanayisinin ve piyasasının temelini hayvansal ürünlerin
teşkil ettiğini düşünürsek, bunu daha da iyi anlamış oluruz. Hayvanların derileri, tüyleri ve
yünlerinden istifade etmek vs. buna birer örnektir. Bugün deri ürünleri bir ülkenin en önemli
gelir kaynağıdır. Her alanda hayvan derisinden istifade edilmektedir. Derinin girmediği bir
sanayi kolu hemen hemen yok gibidir. Bu açıdan, bir ülkenin ekonomisinde hayvancılık çok
büyük bir önem arz etmektedir.
Ayrıca Kur'an'da hayvanların uysal birer binit olmasının yanında, insanların
emirlerinde sunulmuş birer beslenme kaynağı olduğu zikredilir. Mümin suresinin 79.
ayetinde;
ﱠ
َﷲُ الﱠ ِذي َج َع َل لَ ُك ُم ْاألَ ْن َعا َم لِتَرْ َكبُوا ِم ْنھَا َو ِم ْنھَا تَأْ ُكلُون
“Allah, kimine binesiniz, kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır.”
buyurulmaktadır. Ayrıca Kur'an'da birçok yerde insanların beslenme kaynağı olduğu
zikredilmektedir.303
300
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.285.
ez-Zuhruf 43/13.
302
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.286.
303
en-Nahl 16/5; el-Mü’minun 23/21; Tâhâ 30/54.
301
61
Bir kere toplumun iyi ve dengeli beslenmesi, hayvansal ürünlere ve bu ürünlere
kolayca ulaşabilecek imkânlara bağlıdır. Hayvansal gıdaları yeterli düzeyde alamayan bir
toplumun sağlıklı, güçlü ve kuvvetli bir nesil yetiştirmesi mümkün değildir. Et, süt, yumurta,
bal ve bunlara bağlı mamullerin insan sağlığını koruma ve geliştirmesindeki rolü, bugün daha
da iyi anlaşılmaktadır. Kur'ân'ın, hayvanların faydalarından bahsetmesi, aslında bu sahada
plan ve programlar yapılarak büyük bir gayretin sergilenmesi ve hayvansal ürünlere sahip
olunmasının önemine işarettir.304
Görüldüğü üzere, hayvanlar, insanlığın hizmetine amade birer emir eridirler. Allah
Teâlâ'nın kendilerine verdiği kabiliyete göre insanoğluna hizmet etmeye devam etmektedirler.
Bu hizmetlerini yaparlarken itiraz ve karşı koyma imkânları da yoktur. Bütün bunlar;
hayvanların, Allah'ın insanlığa bahşettiği nimetler olduğunu göstermektedir.
1.2.6. Fert ve Cemiyetlere Üstün Konum Verilmesi (İtibar)
Bir kimseyi veya bir şeyi diğerinden üstün tutmaya denir. İnsanlar arasında tabi olarak
farklar vardır. İnsanlardan bir kısmı bazı yönleriyle diğerlerinden üstün meziyetlere
sahiptirler. Bu meziyetler de insana Cenab-ı Hakk'ın fazlından bahşetmiş olduğu nimetlerdir.
Üstün kılma Kur'an'da fiil olarak on yedi yerde geçmektedir. Âdemoğlunun bazı
mazhariyetlerinden örnekler vererek diğer canlılardan üstün kılındığı zikredilmektedir. 305
Peygamberlerin diğer insanlardan üstün kılınmaları306, erkeklerin kadınlara üstün kılınması307,
Allah yolunda cihad edenlerin oturanlardan üstün olduğu308, bazı kimselerin geçim ve rızkta
bazılarından üstün kılındığı309, bir kavmin dünyadaki diğer kavimlerden üstün kılması310, bazı
peygamberlerin bazısına üstün olduğu311 Kur'an'da zikredilmektedir.
Toplum içerisinde iyi bir konuma sahip olmak, itibar sahibi olmak, sözlerinin maşeri
vicdanlarda ma'kes bulması, toplumun genel kabulünü sağlamak, çok zaman ve ciddi gayret
gerektiren, herkesin arzuladığı bir ihtiyaçtır. Her insan çevresi tarafından kabullenilen, sözüne
itibar edilen birisi olmayı ister. Hatta bunun bir yansıması olarak meşhur olmayı arzu eden
birçok insan vardır. Neml suresinin 15. ayetinde Hz. Davud ve Süleyman kendilerini diğer
insanlardan üstün kılan Allah'a;
َولَقَ ْد آتَ ْينَا دَا ُوو َد َو ُسلَ ْي َمانَ ِع ْل ًما َوقَ َاال ْال َح ْم ُد ِ ﱠ ِ الﱠ ِذي فَ ﱠ
َير ﱢم ْن ِعبَا ِد ِه ْال ُم ْؤ ِمنِين
ٍ ِضلَنَا َعلَى َكث
304
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, s.287, 288.
el-İsrâ 17/21.
306
el-En'am 6/86; en-Neml 27/15.
307
en-Nisâ 4/34.
308
en-Nisâ 4/95.
309
en-Nahl 16/71.
310
el-Bakara 2/47, 122; el-A'raf 7/140; el-Câsiye 45/16.
311
el-Bakara 2/253; İsrâ 17/55.
305
62
“Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun” diyerek
şükürlerini izhar etmektedirler. Hamd ise ancak nimetlere yapılır.
Fertlerde olduğu gibi milletlerde de üstünlük arzusu vardır. Her fert kendi milletinin
üstün olmasını ister fakat bu üstünlük ancak Allah'ın bahşetmesiyle olacak bir şeydir.
Kur'an'da İsrailoğulları'na nimet olarak bahşedilen şeylerden birisi olarak da dünyadaki hiçbir
kavme nasip olmayan şeylerin verildiği zikredilir. 312 Bakara suresinin 47. ayetinde ise;
nimetlerin
hatırlatılmasının
akabinde
İsrailoğullları'nın
âlemlere
üstün
kılındığı
zikredilmiştir.313 Fakat daha sonra işledikleri büyük günahlar ve isyanları sebebiyle onlara
zillet ve meskenet damgası vurulmuştur.314
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de ümmet-i Muhammed'in üstünlüğü,
“Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz”
315
şeklinde ifade
edilmiştir. Bu ayetin devamında ise bu ümmetin diğer milletlerden ayırıcı özelliği olarak,
yalnız Allah'a iman etmeleri, iyiliği emredip kötülüğü engellemeleri ve bilhassa bu vasıf
altında insanlar için en hayırlı ümmet oldukları zikredilmektedir. 316 Ayrıca bir ümmetin
hayırlı oluşu çoğunluğunun iyiliğiyle olabileceği ve nitekim diğer kitap ehlinin bu haslete
sahip olmadıkları, çünkü içlerinden Allah'a itaatten çıkmış sapıkların çoğunluğu oluşturduğu
ifade edilmiştir.317
Toplumların üstün kılınmaları ve fertlerin toplum nezdinde itibar kazanmaları, sadece
kendi gayretleriyle müyesser olmayacak bir nimettir. Diğer nimetlerde olduğu gibi bu da
Allah Teâlâ'nın insanlara bahşetmiş olduğu bir lütuftur. Hadis-i Şerifin ifadesiyle “Allah bir
kulunu sevdiği zaman Hz. Cibril'e 'Allah filan kimseyi seviyor sen de sev’ der. Hz. Cibril de
gök ehline seslenerek 'Allah falan kimseyi seviyor siz de sevin’ der. Onlar da o kimseyi
severler ve yeryüzünde o kimse için hüsn-ü kabul vazolur.”318 Artık toplum tarafından sevilen
bir kimse olur. O kimse aleyhinde çalışan kimselerin, toplumun nazarından onu düşürmek
isteyenlerin gayretleri boşa çıkacaktır. Hz. Peygamber bunun en başta gelen misalidir.
Mekkeli müşriklerin onca iftiralarına rağmen yeryüzünde onun kadar sevilen başka bir
insanın varlığından söz edilemez. Bu ise ancak Allah'ın inayet ve keremiyle mümkün
olmuştur.
312
el-Maide 4/20.
el-Bakara 2/47, 122.
314
Âl-i İmran 3/112.
315
Âl-i İmran 3/110.
316
Âl-i İmran 3/110, 111, 112.
317
Elmalılı, Hak Dini, II, 409, 410.
318
Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail Buhârî, Sahihu'l-Buhârî (nşr. Mustafa el-Babi el-Halebi), Kahire, 1953,
Bed'ül-Halk, Zikrü'l-Melaike, 3037.
313
63
2. AHİRET NİMETLERİ
Ahiret lafzı, “ehr” kökünden ism-i fail olan “âhir” kelimesinin müennesidir. “Evvel”in
karşıtı bir sıfat olan bu kelime “son, sonradan gelen” anlamına gelmekte olup çoğulu
“evahir”dir. Terim olarak ise insanın, Allah'ın sahip olduğu başka boyuta geçerek yaşadığı
sonsuz varoluş, Kur'an'da “ahiret” ile ifade edilmiştir. Buna göre ölüm bir son değil daha
gerçek bir hayata geçiş demektir.319
Ahiret hayatı sonsuz olduğu gibi ahirette verilen nimetler de sonsuz olacaktır. Ahirette
insanlar nimetleri cennette göreceklerdir. Başka bir ifadeyle cennet; ahiretteki nimet yurdudur
diyebiliriz. Kur'an'da Cennette birçok nimetin olduğu ifade edilmektedir.320
Kur'an-ı Kerim'de cennet, üç yerde tekil, yedi yerde de çoğul şekliyle (cennâtü'n-naîm)
nimetlere muzaf olarak kullanılmıştır. “Naim”, insana huzur veren maddî ve manevî bütün
güzellikleri ifade etmektedir. Buna göre cennâtü'n-naîm “mutluluklarla dolu cennetler”
manasına gelir. Ayrıca “naîm” kelimesi bir ayette cehennemin isimlerinden olan “cahîm”in
mukabilinde kullanılmaktadır.321 Başka bir ayette ise cennetin yerine kullanılması322 cennetle
“naîm”in özdeş olduğunu gösterir.
Kur'an-ı
Kerim'de
Allah
yolunda
savaşan
kimselerin
kazandıkları
nimetle
sevinecekleri bildirilmektedir. Al-i İmran suresinin 171. ayetinde, şehitlerin ahiretteki
ّ َيَ ْستَب ِْشرُونَ بِنِ ْع َم ٍة ﱢمن
ّ ﷲِ َوفَضْ ٍل َوأَ ﱠن
hallerinden bahsettikten sonra; َُضي ُع أَجْ َر ْال ُم ْؤ ِمنِين
ِ ﷲَ الَ ي
“Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayi
etmeyeceğini müjdelemek isterler.” şeklinde devam eder. Razî, bu ayette geçen nimeti
"ahirette amellerin karşılığında elde edilen sevap ve mükâfat" olarak tefsir eder.323 İbn-i Kesir
ise “ahirette verilecek sevap ve va'dedilen şeylere nail olmaları” şeklinde tefsir etmiştir.324
İbn-i Atıyye ise buradaki nimetin “cennet ve amellere göre cennetteki dereceler” olduğunu
söyler.325
Yukarda da ifade ettiğimiz gibi ahiret nimetlerin görüleceği yer cennettir. Bununla
beraber neredeyse nimetlerle bütünleşmiş olan cennet ve oradaki nimetlerden bahsetmek
istiyoruz. Nitekim uhrevî nimetlerden bahsetmekle cennette görülecek nimetlerden bahsetmiş
olacağız.
Yener Öztürk, İmkanı ve Lüzumu Açısından Kur'an'da Ahiret, Işık, İstanbul 2001, s. 11-12.
et-Tevbe 9/21.
321
el-İnfitar 83/22.
322
Âl-i İmran 3/171.
323
Râzî, et-Tefsirul-Kebîr, IX, 96.
324
İbn-i Kesir, Tefsirü Kur'ani'l-Azîm, I, 157.
325
İbn-i Atıyye, el-Muharrerü'l-Veciz, I, 541.
319
320
64
Cennet, kelime manası itibariyle "bağ, bahçe" manalarına gelmektedir. Cennet hayatı,
insanın tanrı inancına sarılıp O'na bağlanmasında, en büyük kaygı ve korkusu olan yok
olmaktan kurtulma ve Tanrı’nın kendisine tükenmeyecek bir hayat bahşetmesi ümidinin
büyük etkisi vardır. Nitekim insanların kendi kendilerine yetmedikleri ve Allah'a muhtaç
olduklarını, Allah'ın dilerse onları yok edip yerlerine başka varlıklar yaratabileceğini ifade
eden ayetlerde326 bu hususa da bir işaret vardır. Bütün dinler cennet arzusuna cevap vermeyi
amaçlamış ve cennet hayatını vaat etmişlerdir.
Nasslarda cennet hayatının tasviri ile ilgili iki önemli özellik vurgulanmaktadır:
Arzulanılan her şey ve ebediyet. Bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir: “gönüllerin
özleyeceği, gözlerin hoşlanacağı her şey vardır. Ve siz orada ebediyen kalacaksınız.” 327
Dünya hayatında, duyu organlarıyla algılanamayan meleklerin insana hizmet ettiği, onları
koruduğu, Allah yolunda yürüyenler için esenlikler dilediği Kur'an'ın çeşitli beyanlarından
anlaşılmaktadır. Ahiret âleminde melekler inançlı ve dürüst insanlara görünmeye
başlayacaklar ve yeni hayata intibakları sırasında korku ve üzüntüye düşmemelerini telkin
ederek onlara şöyle diyeceklerdir:
“Biz dünya hayatında da ahiret hayatında da sizin
dostlarınızız. Canlarınız ne isterse gönlünüz ne arzu ederse burada sizin için hazırdır. Bütün
bunlar Allah'ın bir ikramıdır.”328
Ayrıca Kur'an-ı Kerim ve sahih hadislerde mevcut beyanlara dayanarak cennet
nimetlerinin ana özelliklerini şu şekilde tespit etmek mümkündür:
1- Sonsuz lüks ve konfor
2- Sürekli barış ve huzur
3- Cennet ehlinin hem bedeni hem ruhî bakımdan son derece yetenekli ve güçlü
olmaları.
4- Manevî tatmin
5- Allah'ı görmek ve O'nunla konuşmak
6- Bütün bunları saran bir ebediyet.
Cennete giriş sırasında bütün müminler görevli melekler tarafından karşılanacak ve
müminlere; “Selam olsun sizlere! Saadetler içinde olun, bir daha çıkmamak üzere cennete
buyurun!”329 Şeklinde iltifatta bulunacaklardır.
326
Fatır 35/15, 16.
Ez-Zuhruf 43/71.
328
Fussılet 41/30-32.
329
Zümer 39/73.
327
65
Özetle Kur'an-ı Kerim'de bu dünyada müminlere birçok nimet bahşedilmesiyle birlikte
asıl nimetlerin ahirette bahşedileceği, orada insanların hiçbir sıkıntı çekmeyeceği, bitmez,
tükenmez ve ebedî nimetlerin orada verileceğinden bahsedilmektedir. Bu bölümde dünya
nimetlerinde yaptığımız tasnife devam ederek ahiret nimetlerini de maddî ve manevî olmak
üzere iki grupta değerlendireceğiz.
2.2. Manevi Nimetler
2.2.1. Huzur ve Selamet
Kur'an-ı Kerim'de; dünyada iken rahatsızlık veren birtakım ahlakların, huyların, özelliklerin
ve olayların cennette bulunmayacağı ifade edilmektedir. Cennetliklerin özellikle üzüntü, tasa, korku,
kin, usanç, yorgunluk gibi şeyleri yaşamayacağı, herhangi bir boş söz, yalan, günaha sokan lafa
muhatap olmayacakları zikredilmektedir.
Kur'an'da cennetlikler için "üzüntü" ve "korku" olmayacağı ifade edilir. Cennetliklerin
"Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz." hitabına muhatap olmaları
birçok yerde zikredilmektedir.330 Başka bir ayette ise cennete giren ve nimetler içerisinde yüzen
müminlerin dualarıyla konu üzerinde durulur: "Dediler ki: bizden üzüntü ve tasayı kaldıran Allah'a
hamdolsun."331
Başka ayetlerde ise moral bozukluğu, yüzlerin kararması, tozlanması ve rezil-rüsvay gibi
durumların da müminler için geçerli olmadığı şöyle anlatılır: "Onların yüzlerine ne bir karalık, ne
de zillet bulaşır." 332 Başka bir ayette ise bunun kâfir ve cehennemliklerin özellikleri olduğu
zikredilmektedir.333 Korku ve üzüntünün olmadığını belirten Kur’an, bunların zıttı olan sevinç ve
emniyetin bulunduğunu "O gün bir takım yüzler aydınlıktır, gülmekte ve sevinmektedir."334 gibi bazı
ayetlerde zikretmektedir.335
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de cennetliklerin kalplerinden "kinin(ğıll)" çıkarılacağı ifade
edilmektedir. A'raf suresinde "Kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız"336 şeklinde, Hicr
suresinde ise "kardeşler olarak" ilavesiyle geçmektedir. Sonuçta cennetliklerin kalplerindeki kin ve
nefret duyguları yerine kalplerine sevgi ve kardeşlik duygulan konulmuştur.
Cennetliklerin boş söz (lağv), günaha sokan laf (te'sim), yalan (kizb) gibi konuşmaların
el-A'raf 7/49; ez-Zuhruf 43/68; el-Bakara 2/38, 62, 112, 262, 274, 277; Al-i İmran 3/170; el-Maide 5/69; elEn'am 6/48; el-A'raf 7/35; Yunus 10/62; ez-Zümer 39/61; el-Ahkaf 46/13.
331
el-Fatır 35/34.
332
Yunus 10/26.
333
Abese 80/41.
334
Abese 80/38, 39.
335
el-Mutaffıfın 83/24; el-Kıyamet 75/22; el-Hicr 15/46.
336
el-A'raf 8/43.
330
66
bulunmadığı bunun yerine duydukları sözün selam olduğu ifade edilmiştir.337
Özetle cennet ehlinin cismanî arzuları karşılanmasının yanında onlara rahatsızlık verecek,
sıkıntıya sokacak hiçbir şeyin bulunmadığı ayetlerde ifade edilmiştir. Onların hiçbir şekilde üzüntü
korku, usanç, yorgunluk, moral bozukluğu, kin, nefret hissetmeyecekleri, boş, günaha sokan, yalan
sözlere muhatap olmayacakları ifade edilmiştir. Bunun yerine kendilerine "selam" denileceği,
emniyet ve huzur içinde birbirlerine muhabbet besleyerek yaşamlarını sürdürecekleri ifade
edilmiştir.
2.2.2. Ru'yetullah
Kur'an'da; cennetliklerin ulaşabilecekleri zevklerin en büyüklerinden birisi, Allah'ı
görmeleridir. Bu konu, İslam literatüründe "Ru'yetullah" olarak bilinmektedir.
Ru'yetullah konusunun genel itibariyle kabullenilmesine rağmen bunun imkânsızlığını
savunanlar da vardır. Kur'an'da cennetlikler için ru'yetullahın vuku bulacağını ifade eden ayette,
ahirette yüzleri parlayan birtakım müminlerin Rablerine bakması şöyle ifade edilir. "Yüzler vardır ki
o gün ışıl ışıl parlar, Rablerine bakarlar."338 Ru'yetin en kuvvetli delillerinden olan bu ayet; farklı
te'villere ihtiyaç bırakmayacak şekilde öncesinde kıyametten bahsetmekte ve insanları inananinanmayan diye ikiye tasnif ettikten sonra müminlerin kıyametteki durumlarını "Yüzleri, o gün panl
parıl parlayan ve Rablerine bakar" şeklinde belirtmektedir.
Ru'yetullahla ilgili bir diğer delil ise Hz Musa'nın Cenab-ı Hakkı görmeyi talep ettiği A'raf
suresinin 143. ayetidir. "Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konusunca, Musa:
"Rabbim! Bana Kendini göster, Sana bakayım" dedi. Allah: "Sen Beni göremeyeceksin ama dağa
bak, eğer o yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin" buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle
bir etti ve Musa da baygın düştü; ayılınca: 'Yarabbi, münezzehsin, Sana tövbe ettim, ben
inananların ilkiyim' dedi." İslam âlimlerinin çoğu, bu ayetin ru'yet için en kuvvetli delillerden biri
olduğunu söylemektedirler. Ayet hakkındaki yorumları şöyle özetleyebiliriz:
Ayetten anlaşılan mana, Hz. Musa'nın görme isteğinde bulunmasıdır ki bu istek onun
görülmesinin mümkün olduğuna delalet etmektedir. Eğer bu imkân dâhilinde olmayan bir istek
olsaydı, Hz. Musa, mümkün olmayan ve Allah Teâlâ üzerine caiz olmayan bir şeyi istemek
durumuna düşmüş olurdu ki bu, bir peygamber için düşünülmesi doğru olmayan bir davranıştır.
Ayrıca Hz. Musa'nın isteğini Rabbi yadırgamamış, ona ikazda da bulunmamıştır. Hâlbuki Hz.
Musa'nın bu isteği imkânsız bir şey olsaydı ya ikaz edilir veya itabda bulunulurdu. Nitekim diğer
peygamberlerde bunun örnekleri vardır. Hâlbuki Hz. Musa'nın isteğinde böyle bir itab söz konusu
337
338
et-Tur 52/33; el-Vakıa 56/25, 26; en-Nebe 78/35; Meryem 19/62; Yunus 10/10.
el-Kıyame 75/22, 23.
67
değildir. Bu da isteğinin imkân dâhilinde olduğunu gösterir.
Ayrıca ayette dikkat edilirse "Beni göremezsin" ifadesi her ne kadar ru'yeti, nefyediyor
görünüyorsa da bundan sonra gelen “Fakat şu, dağa bak; eğer yerinde durursa beni görürsün.
Rabbi dağa tecelli edince darmadağınık oldu.” kısmı ru'yetin olma imkânını ortaya koymaktadır.
Dağın yerinde durması mümkün olan bir şey olduğu için ru'yet, mümkün olan bir şeye bağlanmıştır.
Rabbin tecellisi durumunda yok olması ise bu dünya gözleri ile O'nu görmenin imkânsızlığına
delalet etmektedir. Çünkü yukarıda ifade etmiş olduğumuz Allah'ın kıyamet gününde müminler
tarafından görüleceğine, kâfirler tarafından ise görülemeyeceğine dair açık nasslar da bunu
desteklemektedir.
Ru'yetin gerçekleşeceğine dair ayetteki önemli bir delil de, Hz. Musa'ya verilen cevap ve
Allah'ın dağa tecelli etmesidir. Hz. Musa'nın "Rabbim kendini bana göster de sana bakayım."
isteğine verilen cevap, eğer ru'yet imkânsız olsaydı, “Ben görünmem”, “Beni göremeyeceksin.”
şeklinde olmalıydı. Hâlbuki “Beni göremezsin” şeklinde cevap verilmiştir. Bu, “Şu dünya
gözlerinle beni görmen, buna güç yetirmen imkân dâhilinde değildir.” demektir. Üstelik görme işi
dağın istikrarına talik edilmiş, bağlanmıştır. Rabbi dağa görününce dağ tecelliye dayanamayıp
parçalanmıştır. Hz. Musa ise bu durumda bayılmıştır. Bu demektir ki burada problem, Allah'ın
görülmesinde değil, insanın bu işe güç yetirip yetirememesindedir. Hz. Musa'nın görebilmesi şöyle
dursun, kendisinin dışındaki başka bir nesneye tecelli etmesine bile dayanamamıştır. Nitekim
Kur'an'm bir başka ayetinde bu husus söyle dile getirilir: “Gözler, O'nu idrak edemez; fakat O,
bütün gözleri idrak eder.” Dünyada iken bu gözlerle ru'yetin imkân dâhilinde olmayacağı net bir
şekilde ortaya konmuş olmasına rağmen bu işin ahirette olmayacağına dair bir işaret olmadığı gibi
aksine bunu ortaya koymaktadır. Çünkü dünyada iken dağa görünen Rabb'in, diğer taraftan
müminlere görülmesi daha layıktır.339
Ru'yetin bir diğer delili ise Kur'an'da cennetliklere verilecek olan fazlalıklardır, “iyi
davrananlar için güzel bir karşılık (cennet ve nimetleri) ve ziyadesi/fazlası vardır.”340 “Orada onlara
istedikleri her şey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.”341 Ayetlerde geçen “mezid ve ziyade”
ifadeleri, ru'yeti ifade etmektedir. Bu hususu destekleyen sahih hadisler mevcuttur.
Nitekim Buharî'nin naklettiği bir hadiste bu ayet şu şekilde tefsir edilmiştir: “Cennet ehli
cennete girdiği zaman Allah Teâlâ onlara: ‘Bir şey istiyor musunuz, size ziyade edeyim.’ der. Onlar
da: ‘Yüzümüzü ağartmadın mı? Bizi cennete sokup cehennemden kurtarmadın mı?’ diye cevap
verirler. Bundan sonra perde kalkar; öyle ki cennet ehline Rablerine bakmaktan daha tatlı bir şey
Ömer Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem; Cennet, Rağbet Yayınları, İstanbul. 2002, s.249-250.
Yunus 10/26.
341
Kaf 50/35.
339
340
68
verilmemiştir. Sonra Rasulullah (s.a.v.) ‘Güzel işler yapanlar için Hüsna/cennet ve bundan fazlası
vardır.’ ayetini okudu."342
Hz. Peygamber bir başka hadisinde : "Cennette menzilesi en aşağı olan kimse, bahçelerine,
zevcelerine, nimetlerine, hizmetçilerine, tahtlarına bin yıllık mesafeden görür. Onların Allah katında
en saygını, sabah aksam Rabbinin yüzüne bakan kimsedir." der ve şu ayeti okur: "O gün bir takım
yüzler Rabbine bakar ve parıldar."343
Bu hadislerde ayetlerin net bir şekilde ru'yet olarak tefsirini görmekteyiz.
Biz burada ru'yetin ispatına kısa bir şekilde değindikten sonra bu tartışmanın ayrıntılarını
ilgili kitaplara havale ederek ahirette cennetliklere verilecek manevi nimetlerden birinin de
ru'yetullah olduğunu ifade etmek istiyoruz. Bu delillerden yola çıkarak Cennette müminlerin
rablerini görmelerinin vuku bulacağı sonucuna varmaktayız. 344
2.2.3. Rıdvan
Cennet nimetlerinin en sonuncusu ve en mükemmeli rıdvandır. Rıdvan, Allah'ın cennette
kullarından razı olması, artık ebediyen onlara kızmaması ve kulların da rablerinden ve O'nun
kendilerine bahşettiklerinden razı olmalarıdır. Kur'an çeşitli ayetlerde bu hususu şu şekilde dile
getirmektedir: "(hepsinin üstünde) Allah'ın hoşnutluğu vardır." 345 "Rableri onlara katından bir
rahmet, hoşnutluk ve içinde tükenmez nimetler bulunan cennetleri müjdeler."346 Cennette rıdvanın
bulunduğunu ifade eden bu ayetlerin yanı sıra rıdvanın cennette en büyük nimet olduğu da ayetlerde
vurgulanmıştır. “Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden
ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etmiştir. Allah'ın hoşnut olması en
büyük şeydir.”347
Bu ayetlerde de rıdvanın ne kadar büyük bir nimet olduğu sarih bir şekilde ifade
edilmektedir.
2.2. Maddi nimetler
2.1.1. Bahçeler ve Bağlar
Kur'an, cennette bağ ve bahçelerin olacağını söyleyerek orada meyveli meyvesiz tüm
ağaçların bulunduğunu ve cennetliklerin arzuladıkları beğendikleri tüm meyvelerin orada
Müslim, İman, 80; Tirmizî, Cennet, 16.
Tirmizî, Cennet, 17.
344
Bkz. Talat Koçyiğit, Kur'an ve Sünnet'te Ru'yet Meselesi, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1974, s. 1186.
345
Al-i İmran 3/15.
346
et-Tevbe 9/21.
347
et-Tevbe 9/72.
342
343
69
kendilerini beklediklerini ifade etmektedir. “Bahçeler ve bağlar.”, 348 “Orada onlar için
meyveler...” 349 , “Onlar için orada her çeşit meyve vardır...” 350 , “Bu iki cennet türlü
ağaçlarla doludur.”,
351
“Canlarının istediği meyveler arasındadırlar.”,
352
“(Onlara)
beğendikleri meyveler…”353, “Orada sizin için bol yemişler vardır. Onlardan yersiniz.”354,
“Meyveler vardır. Onlara daima ikram edilir.”355
İkinci bir merhalede ise Kur'an, bu ağaçların özelliklerini ele almakta ve orada hurma,
üzüm, nar, muz gibi birçok çeşit ağacın bulunacağından haber vermektedir. Orada her
meyveden iki çift bulunduğu, meyvelerin olgunlaştıklarından dolayı aşağı doğru sarkık hale
geldiği ifade edilmektedir. Meyvelerin olgunlaşmış ve eğik olduğu için zahmetsiz
alınabileceği, bu meyvelerin yasaksız, kesintisiz ve ebedî olduğu ve müminlerin koltuklarına
yaslanarak güven içinde yiyebilecekleri ayet-i kerimelerde açıklanmaktadır:
“İkisinde de türlü türlü meyveler, hurmalıklar ve nar ağaçları vardır.” 356 , “Bu
cennetlerde türlü meyveden çift çift vardır.”357
“Meyve
ağaçlarının
gölgelen
üzerlerine
sarkmış
ve
onların
koparılması
kolaylaştırılmıştır.” 358, “Devşirmeleri (meyveleri) yakındadır.”359
“Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında,
çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler
arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.”360
“Orada tahtlara yaslanmış olarak türlü meyveler ve içecekler isterler.”361
“Orada, güven içinde olarak her yemişi isteyebilirler.” 362 , “Cennette olanlara
diledikleri meyve ve etten bol bol veririz.”,363 “...Cennetin altından ırmaklar akar; oranın
yiyecekleri ve gölgeleri devamlıdır.”364
348
en-Nebe 78,32.
Yâsîn 36/57.
350
Muhammed 47/15.
351
er-Rahmân 55/48.
352
el-Mürselat 77/42.
353
el-Vakıa 56/20.
354
ez-Zuhruf 43/73.
355
es-Saffat 37/42.
356
er-Rahmân 55/68.
357
er-Rahmân 55/52.
358
el-İnsan 76/14.
359
el-Hakka 69/23.
360
el-Vakıa 56/28-34.
361
es-Sa’d 38/51.
362
ed-Duhan 44/55.
363
Tur 52/22.
364
er-Ra’d 13/35.
349
70
Yukarda zikrettiğimiz ayetlerden anlaşılacağı üzere, Kur'an, cennette her türlü
meyvenin bolca ve iki çift bulunduğunun altını çizmekle beraber muz, kiraz, hurma, nar,
üzüm ağaçlarını özellikle zikretmektedir. Ayrıca meyvelerin koparılmasının her durumda
kolay olduğunu, ayrıca bitmenin, tükenmenin ve yasağın söz konusu olmadığını ve bunların
sonsuz olduğu Kur'an-ı Kerim'de vurgulanmaktadır.
Cennette bahşedilen nimetlerin keyfiyeti Bakara suresinin 25. ayetinde şu şekilde
beyan edilmiştir:
ْ ُوا ِم ْنھَا ِمن ثَ َم َر ٍة ﱢر ْزقا ً قَال
ْ ُُزق
ْ ُوا َو َع ِمل
ْ َُوبَ ﱢش ِر الﱠ ِذين آ َمن
وا
ٍ ت أَ ﱠن لَھُ ْم َجنﱠا
ِ وا الصﱠالِ َحا
ِ ت تَجْ ِري ِمن تَحْ تِھَا األَ ْنھَا ُر ُكلﱠ َما ر
ْ ُُز ْقنَا ِمن قَ ْب ُل َوأُت
َوا بِ ِه ُمتَ َشابِھا ً َولَھُ ْم فِيھَا أَ ْز َوا ٌج ﱡمطَھﱠ َرةٌ َوھُ ْم فِيھَا خَ الِ ُدون
ِ ھَ َذا الﱠ ِذي ر
“Onlara buranın bir ürünü rızk olarak verildiğinde, “Bu daha önce de
rızıklandığımızdır” derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur.”365
Ayette
geçen
“bu
daha
önce
rızıklandırıldığımızdır.”
ifadesi
iki
şekilde
yorumlanmıştır.
1- Bunlar dünyada verilen şeylerdir. İbn Abbas, İbn Mes'ud ve Mücahid bu şekilde
yorumlamışlardır.
2- Daha önce rızk olarak yedikleri şeyler, cennete ait rızklardır. Bu iki yorumdan
ayetlerin ruhuna en uygun olanı birincisidir. Çünkü ayetin sibakı, daha önce rızklanmış
oldukları nimetin dünyaya ait olmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla bu ayetten cennette
verilen nimetlerin dünyada verilenlere benzediğini çıkarabiliriz. Zemahşeri, cennette verilen
nimetlerin dünyada verilen nimetlerle aynı olduğunu fakat ikisinin gaye bakımından farklılık
arz ettiğini söyler. Taberî ise, bu nimetlerin renk ve görüntüde benzer, tatta ise farklı
olduğunu söyler. Dolayısıyla bu nimetler dünyadakilere renk şekil olarak benzemektedirler,
fakat tatları farklı olacaktır. Çünkü ne kadar tadı güzel olursa olsun insanın alışık olmadığı bir
meyvenin tadının güzelliğini takdir etmesi mümkün değildir.
Özetle Kur'an'da cennette her çeşit meyvenin bulunacağı, hatta her meyveden çift
olacağı ifade edilmekte, özellikle hurma, üzüm, muz, nar meyveleri zikredilmektedir.
Cennetteki meyvelerin dünyadakine benzediği zikredilmekle beraber cennet nimetlerinin
lezzetinin mükemmel olacağı ifade edilmektedir. Ulaşılması kolay olduğu, ebedi ve bitip
tükenmesi olmadığı zikredilmektedir.366
365
366
el-Bakara 2/25.
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.169-173
71
2.1.2. Cennetteki Gölgelikler
İnsan için en önemli nimetlerden biriside sıcak ve soğuktan korunmasıdır. Sıcak
memleketlerdeki insanlar, özellikle yaz aylarında, gölgelenilebilecek serin yerlerin kendileri
için ne kadar büyük bir nimet olduğunu daha iyi hissederler. Kura'n'da gölgeler cennetteki
nimetler arasında zikredilir ve şu ifadelerle gölge teması işlenir: “Uzamış gölgeler” 367 ,
“Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz”,368 “cennetin altından ırmaklar akar; oranın
yiyecekleri ve gölgeleri devamlıdır.” 369 , “Onlar ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar üzerine
yaslanmışlardır.”370 “Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette gölgeliklerde ve pınar
baslarındadırlar.”371 “Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar; ne yakıcı sıcak görülür
orada, ne de dondurucu soğuk. Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların
koparılması kolaylaştırılmıştır.”372
Ayetlerde ifade edildiği gibi gölgelikler cennette bulunan nimetler içersinde
zikredilmiştir.
2.1.3. Nehirler ve pınarlar
Kur'an'da nehir, ırmak, dere, akarsu, manalarına gelen “nehr” kelimesi bir yerde
müfred ve cins isim olarak geçmektedir.373 Otuz yedi yerde ise çoğul olarak kullanılmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de cennette birçok nehrin bulunduğu anlatılmakta, bu nehirlerin cennetin
altından/ zemininde aktığı ifade edilmektedir.
Mutlak olarak nehirlerden başka Kur'an'da bazı özel nehirlerden söz edilir. Bunlar; su,
bal, süt ve içki nehirleridir. Muhammed suresinde bu nehirler ve özellikleri şöyle
anlatılmaktadır.
آس ٍن َوأَ ْنھَا ٌر ِمن لﱠبَ ٍن لﱠ ْم يَتَ َغيﱠرْ طَ ْع ُمهُ َوأَ ْنھَا ٌر ﱢم ْن خَ ْم ٍر لﱠ ﱠذ ٍة
ِ َمثَ ُل ْال َجنﱠ ِة الﱠتِي ُو ِع َد ْال ُمتﱠقُونَ فِيھَا أَ ْنھَا ٌر ﱢمن ﱠماء َغي ِْر
ار َو ُسقُوا َماء َح ِمي ًما
َ اربِينَ َوأَ ْنھَا ٌر ﱢم ْن َع َس ٍل ﱡم
ِ صفًّى َولَھُ ْم فِيھَا ِمن ُك ﱢل الثﱠ َم َرا
ِ ت َو َم ْغفِ َرةٌ ﱢمن ﱠربﱢ ِھ ْم َك َم ْن ھ َُو َخالِ ٌد فِي النﱠ
ِ لﱢل ﱠش
فَقَطﱠ َع أَ ْم َعاءھُ ْم
“Allah'a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennet şöyledir: Orada temiz su
ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal
ırmakları vardır..”374
367
el-Vakıa 56/30.
en-Nisâ 4/57.
369
er-Ra’d 13/35.
370
Yasin 36/56.
371
el-Mürselat 77/41.
372
el-İnsan 76/13, 14.
373
el-Kamer 54/54.
374
Muhammed 47/15.
368
72
Ayetteki nehirlerin önemi, dünyadaki aynı maddelerle karşılaştırma yapılınca daha iyi
anlaşılacaktır. Dünya nimetlerinin en önemli özelliklerinden ikisi; geçici olmaları ve
bozulmayı kabul etmeleridir. Su, belli bir korumaya alınmayınca belli bir zaman sonra
kokmaya, tadı değişmeye, saflığını kaybetmeye başlar. Sütün de akıbeti aynıdır; bir müddet
sonra kimyasal değişime uğrar, tadı bozulur ekşir, içilmez hale gelir. Bal ise bir müddet sonra
şekerlenir, yenmez hale gelir. İçki ise tadı pistir, dünyada içenleri sarhoş eder, baş ağrısı
yapar, sağlığa da zararlıdır. Kur'an'da bu nimetlerin cennette bu özelliklerinin kaldırıldığı
mükemmel bir yapıda oldukları zikredilmektedir. Cennetteki içkiden; “Onlara, mühürlü,
hâlis bir şaraptan içirilir.” 375 “O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş
olurlar.” 376 “Bu şaraptan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.” 377 şeklinde; sudan
“bozulmayan su” şeklinde; sütten ise, "tadı değişmeyen süt" 378 şeklinde söz edilmektedir.
Kısacası bu ayetlerden hareketle cennetin Kur'an’la sabit olan nehirlerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Bozulmayan su nehirleri
2- Tadı değişmeyen süt nehirleri
3- Süzme bal nehirleri
4- Leziz içki nimetleri379
Özetle Kur'an, cennette su, süt, bal ve içki ırmakları olduğunu haber vermektedir. Bunlar
dünyadaki bozulma ve insanı rahatsız edecek özellikleri alınmış, mükemmel içkilerdir.
Ayrıca bu nehirlerin yanında Kur’an’da ve hadislerde “Kevser Nehri” zikredilmektedir.
Kevser Suresinin ilk ayetinde geçen “Kevser” kelimesini, bazı âlimler kelimenin kökündeki manadan
hareketle “çok hayır” manasına almakta iseler de birçok müfessir “nehir” olarak tefsir etmişlerdir.380
Ayrıca tefsirlerinde bu görüşe delil olarak rivayet edilen birçok hadis zikretmişlerdir. Nitekim büyük
bir yekün tutan hadislerinde Hz. Peygamber, kendisine özel olarak Kevser isminde bir nehrin tahsis
edildiğini ifade etmektedir: “Kevser, Rabbimin bana vaat etmiş olduğu bir nehirdir.”381
Yine Kevser’in özelliklerini hadislerden öğrenmekteyiz. İlgili hadislerde Kevser’in şu
özelliklerinden bahsedilmektedir:
Buharî’nin naklettiği bir hadiste Kevser’in özellikleri şöyle zikredilmektedir: “Cennette
yürürken her iki kıyısı içi boş gümüş kubbelerle dolu olan bir nehir gördüm. Cibril’e : ‘Bu nedir Ey
375
el-Mutaffıfin 83/25.
es-Saffat 37/47.
377
el-Vakıa 56/19.
378
Muhammed 47/15.
379
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.177.
380
Taberî, Camiü'l-Beyan, XXIV, 679; İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, VII, 384; Râzî, et-Tefsirul-Kebîr,
XXXII, 124; Elmalılı, Hak Dini, IX, 520.
381
Buharî, Tefsîr, 108/1; Ebü'l-Hüseyin el-Kuşeyri en-Nisaburi Müslim b. el-Haccac, Sahih-i Müslim (nşr.
Muhammed Fuad Abdülbaki), Beyrut, Daru İhyai't-Türasi'l-Arabi, 1956, Salat, 14.
376
73
Cibril?’ dedim. O da: ‘Bu Rabbinin sana vaat ettiği Kevser’dir. Onun kokusu, keskin misktir.’
dedi.”382 Başka bir hadis ise şöyledir: “Kevser cennette bir nehirdir. İki kıyısı altındandır. Onun
mecrası, yakut ve inci üzerindedir. Toprağı miskten daha hoş kokulu, suyu ise baldan tatlı, kardan
beyazdır.”383 Başka bir hadiste kaplarının sayısı dile getirilmektedir: “…Onun kapları yıldızların
adedi kadardır…”384 Ahmet b. Hanbel ise bunlara iki özellik daha ekler: “ Kollara ayrılmadan düz
akar, kendisinden içeni bir daha susatmaz, kumu ise incidendir.”385
Bu nehrin kendisinde toplandığı havuzun isminin de Kevser olduğunu şu hadis
bildirmektedir: “Kevser nedir bilir misiniz?”…Sonra şöyle dedi: Rabbimin bana cennette va’dettiği
nehirdir. Onda çok hayır vardır. Ayrıca kıyamet günü kendisine ümmetimin vardığı havuz vardır.
Kapları yıldızların sayısıncadır.” 386 Müslimin hadisi de bu hadisi desteklemektedir: “Kevser,
Rabbimin cennette bana verdiği bir nehirdir. Onun üzerinde havz vardır.”387
Cennetteki Kevser havzı ile ilgili ise şu bilgiler yer almaktadır. “Rasulullah, (s.a.v.) birçok
hadisinde kendisine ait olan havzın olduğunu, bunun mesafesinin Kabe ile Beyt-i makdis arası
olduğunu, suyunun sütten beyaz, baldan daha tatlı olduğunu, altından ve gümüşten kaplarının
ibriklerinin yıldızlar kadar olduğunu, ondan içenin bir daha susamayacağını ifade etmektedir.
Hadislerde geçen havzın boyutlarıyla ilgili ifadelerin hepsi, havzın büyüklüğünü kinaye
yoluyla anlatmaktadır. Nitekim biz de dilimizde bir evin büyüklüğünü anlatmak için çitlik kadar ev
veya futbol sahası gibi daire türü ifadeler kullanırız.”388
Özetle cennette Kevser havuz ve nehir olmak suretiyle cennette bulunan nimetler
zümresindendir. Ayrıca Hadislerde Seyhan Ceyhan Fırat ve Dicle’nin cennet nehirlerinden olduğu
bildirilmiştir.389
Kur'an'da cennetin pınar/gözelerini ifade eden kelime “ayn-uyûn”dur. Bu kelimenin
Kur'an'da müfred olarak kullanımı olduğu gibi, iki yerde tesniye; dört yerde de cemi kullanımı vardır.
Ayrıca ayetlerde cennette birçok pınarın var olduğunu; Firdevs ve Adn cennetlerindeki iki pınarın
akma özelliğine, Naim ve Me'va cennetlerindeki iki gözenin ise fışkırma özelliğine sahip olduğunu
öğrenmekteyiz.
Ayrıca Kur'an, üç pınarın ismini ve özelliklerini; birinin ise isim vermeden özelliklerini
382
Buharî, Tefsîr, Rikâk, 53; Tefsîr, 108/1.
Tirmizî, Tefsîr, 108/1, 3.
384
Buharî, Tefsîr, 108/1; Müslim, Salat, 14.
385
Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, el-Müsned (nşr. Ahmed Muhammed Şakir), Darü'l-Maarif,
Kahire, 1955, III, 152.
386
Süleyman b. Eş’as b. İshak el-Ezdi es-Sicistani Ebu Davud, Kitabü’s-Sünen = Sünenu Ebî Davud (nşr.
Muhammed Avvame), Darü’l-Kable li’s-Sekafeti İslamiyye, Cidde, 1998,22, 23.
387
Müslim, Salât, 14.
388
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.180-183.
389
Müslim, Cennet, 10.
383
74
zikreder. Bunlardan birincisi, “karışımı kâfur olan ebrârın içtiği” ve istedikleri yere akıttıkları bir
pınardır. İkincisi, karışımı zencefil olan “Selsebil” adlı bir pınardır. Üçüncüsü, ise “mukarrebûn”un
içtiği “Tensim” pınarıdır. Sonuncusu ve isim olarak ifade edilmeyeni ise ebrarın, ancak mühürlü,
halis ve sonu misk kokan bir şaraba tesnim pınarını karıştırarak içtikleri pınardır. Herhangi bir isim
vermeden “ayn” ifadesinin kullanıldığı kaynağın içki kaynağı olduğunu şu özelliklerinden
anlamaktayız: Bembeyaz, berrak, içenlere lezzet veren, sersemletmeyen, sarhoş etmeyen, aklı
gidermeyen ve başı ağrıtmayan bir kaynak. Kur'an'ın pınarlarla ilgili muhtevası da bundan
ibarettir.390
Sonuç olarak, Kur'an'da nehir ve pınarların cennette insanlara bahşedilmiş, içilmesinden
lezzet duyulan, su, süt, bal, şarap gibi çeşitli içeceklerden oluşan, insana hiçbir zararı dokunmayan,
nimetler olarak zikredildiğini görmekteyiz.
2.1.4. Yiyecek ve içecekler
Cennet yiyeceklerini meyveler, ekmek/çörek oluşturmaktadır. Cennetin meyvelerinin kiraz,
hurma, üzüm, muz ve nar olduğunu; bunların dışında da Allah'ın ismini vermediği bir çok
meyvelerin bulunduğunu; bunların renk olarak dünyadakilere benzediğini fakat tatta değişiklik arz
ettiğini, meyvelerin olgunlaştıklarından dolayı aşağı doğru sarkık hale geldiği, meyvelerin
olgunlaşmış ve eğik olduğu için zahmetsiz alınabileceği, bu meyvelerin yasaksız, kesintisiz ve ebedî
olduğunu ve müminlerin koltuklarına yaslanarak güven içinde yediklerini ayetlerden çıkarımlarla
ifade etmiştik.
Bunun dışında Kur'an da cennet yiyeceği olarak et zikredilmiştir. Ayetlerde cennet nimeti
olarak önce mutlak olarak “et” zikredilmiş daha sonraki ayette ise kuşların etinden bahsedilmiştir.
Ancak her ikisinden sonra 'istedikleri, canlarının çektiği' ifadesinden her çeşit eti yenen hayvanın ve
kuşların "et" nimetine dâhil olduğu sonucuna ulaşılabilir.391
Ayrıca hadislerde cennette verilen nimetleri arasında “ekmek” zikredilmektedir392
Cennette içeceklerin kaynağı nehirler ve pınarlar olması hasebiyle cennet içecekleri
olarak -daha önce de ifade ettiğimiz gibi- dört şeyi zikredebiliriz: 1-Su, 2-Süt, 3-Bal, 4-İçki
Ayrıca bu yemeklerin gümüşten kaplar, içkilerin ise billur kadehler içerisinde ikram edileceği
ifade edilmiştir. "Çevrelerinde gümüş kaplar ve billur kâseler dolaştırılır." 393 Ayeti bunu
sarih bir şekilde ifade etmektedir.
390
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.183, 184.
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.184-186.
392
Buhâri, Rikâk, 44; Müslim, Sıfatu’l-Münafikîn, 30.
393
el-İnsan 76/15.
391
75
Özetle cennette yiyecek ve içecekler olarak Kur'an'da meyveler, et, su, süt, bal, içki,
gibi şeyler zikredilir. Bunların bozulmayacağı ve içkinin sarhoşluk vermeyeceği ifade
edilmiştir. Ayrıca insanın iştiha duyduğu her şeyin orada bulunduğu zikredilmektedir. Bu
yiyecek ve içeceklerin ikramının da ilkel bir tarzda olmayacağı, gümüşten kaplar ve parlak
kadehlerle ikram edileceği ifade edilmiştir. Ayrıca hadislerde ekmeğin de cennette insana
bahşedileceği zikredilmektedir.
2.1.5. Meskenler (Odalar, Evler, Köşkler, Saraylar)
Cennetteki yerleşim birimleri olarak karşımıza ev, oda, saray ve çadırlar çıkmaktadır.
Kur'an'da genel olarak “güzel meskenler” 394 ifadesi kullanıldığı gibi "ğurfe”395, “ev” 396,
“saray, köşk” 397 ve “çadır” 398 ifadelerine de yer verilmektedir.
Mesken kelimesi “iskân etmek, oturmak, ikamet etmek” manasına gelen “s-k-n”
fiilinden mekân mastarı olup, “ikamet yeri, iskân yeri” manasına gelmektedir. Çoğulu ise
“mesâkin”dir. Mesken her türlü ikamet yerine verilecek cins bir isimdir.399
Kur'an'da bu ifade, “güzel meskenler” şeklinde iki yerde geçmektedir:
“Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar
akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etmiştir.”400
“Sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere
koyar.”401 Dikkat edilirse ayetler Adn cennetlerinde yerleşim birimlerinden genel bir ifadeyle
"güzel meskenler" olarak bahsetmektedir. Bu genel ifadenin içerisine akla gelebilecek tüm
yerleşim birimlerinin (Ev, oda, köşk, saray, çadır) konulmasında herhangi bir sakınca
olmayacaktır. 402 Kur'an'da yukarıda zikri geçen yerleşim birimlerinin küçükten büyüğe
sıralamasını; çadır, oda, ev, saray şeklinde yapabiliriz.403
2.1.6. Oturaklar
Cennette yerleşim birimlerinin dekoru olarak divanlar, tahtlar (serîr), koltuklar (erîkeerâik), yataklar/döşekler (firâş), yastıklar (refref) ve sergiler (abrarî), kırlet (numrukenemârik) ve minderler (zerâbî) mevcuttur.
394
et-Tevbe 9/72; es-Saf 61/12.
el-Furkan 25/75; ez-Zümer 39/20; el-Ankebut 29/38; es-Sebe 34/37.
396
et-Tahrim 66/11.
397
el-Furkan 25/10.
398
er-Rahman 55/72.
399
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.194.
400
et-Tevbe 9/72.
401
es-Saf 61/12.
402
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.195.
403
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.201.
395
76
Taht, divan, sedir, koltuk, yataklık, karyola gibi manalara gelen serîr insanın sırtını
yaslayarak oturduğu divan, koltuk veya taht türü bir şeydir. Kur'an'da cemisi olan "sürür" beş
yerde zikredilmektedir.404
Bu ayetlerde serirlerin altın ve diğer cevherlerle işlenmiş oldukları, cennetliklerin yüz
yüze gelebilecek şekilde sıra sıra dizilmiş oldukları, yüksekte yapılmış oldukları
zikredilmektedir. Ayrıca cennetliklerin bunlara rahat bir halde yaslanarak, göğüslerinden kin
ve nefret gibi kötü duyguları çıkarılmış, dostluk ve kardeşlik duyguları içerisinde karşılıklı
sohbet ettiklerine parmak basılmaktadır.
Kur'an'da “oturak” olarak zikri geçen şeylerden biri de “koltuk, divan, cibinlik, sedir”
manalarına gelen “erike” dir. Bu ifade Kur'an'da birkaç yerde geçmekte; fakat çoğulu olan
"eraik" olarak kullanılmaktadır. Adn cennetlerindeki müminlerin, altlarından ırmaklar akan
cennet bahçelerinde altın bileziklerle bezenmiş, ince ve kalın ipekler giymiş bir halde
koltuklara oturduklarının anlatıldığı bir ayette “erike”; “...Orada koltuklara yaslanırlar.”405
şeklinde geçmektedir. Başka bir yerde ise, cennetliklerin gölgelerin dibinde koltuklara
yaslandıklarını ve istedikleri meyve ve her türlü nimetten faydalandıkları şöyle dile getirilir:
“kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmışlardır.”406 Aynı şekilde başka bir ayette
ise divanlara yaslandıklarını ifade edilerek “Orada divanlara yaslanırlar.”407 şeklinde başlar,
orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmeyecekleri anlatılır. Mutaffifîn suresinde
"koltukların üzerinde oturup etrafı seyrettikleri, bakındıkları" dünyada kendileriyle alay eden
kâfirlerin hallerini oradan seyredecekleri zikredilmiştir.408
Kur'an'da bir diğer oturak çeşidi ise yaymak, döşemek, sermek manalarına gelen
“firaş”tır. Kur'an'da sadece çoğulu olan “füruş” iki yerde geçmektedir. Rahman suresinde
“Orada astarları kalın atlastan/ipekten yataklara yaslanırlar”409 şeklinde, Vakıa suresinde
ise “ve yükseltilmiş döşekler üzerindedirler.”410 şeklinde geçmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de ayrıca cennetin oda ve diğer mekânlarını süsleyen yastıklar,
kırlentler
(nemârık),
minderler
(zerabiy),
döşemeler
(abkarî),
sergiler
(rafraf)
zikredilmektedir. Rahman suresinde, yeşil yastıklar ve harikulade güzel işlemeli
404
el-Hicr 15/47; es-Saffat 37/44; et-Tur 52/20; el-Vakıa 56/15; el-Ğaşiye 88/13.
el-Kehf 18/31.
406
Yasin 36/56.
407
el-İnsan 76/13.
408
el-Mutaffifîn 83/23, 35.
409
er-Rahman 55/54.
410
el-Vakıa 56/34.
405
77
sergiler/abkarî konu edilmektedir.411 Ğaşiye suresinde ise yastıklar/ kırlentler (nemârık) ve
minderler (zerabiy) anlatılmaktadır.412
Sonuç olarak ayetlerde cennette en rahat oturacak mekânların bulunduğu çeşitli
şekillerde ifade edilmiştir. Bu da insan için büyük bir nimettir.
2.1.7. Kadın (eş ve huriler)
Cennette kadın konusu, Kur'an'da iki grupta incelenmektedir: Birincisi, dünyadaki
hanımlar, diğeri ise ahirette erkeklere verilecek huriler.
Öncelikle, Kur'an-ı Kerim'de cennetteki dünya kadınları hakkında Bakara suresinde
“Onlar için orada tertemiz eşler vardır.”413 buyrulmaktadır. Diğer taraftan benzer bir ifade,
Âl-i İmran süresinde “...tertemiz eşler vardır.”414 şeklinde; Nisa suresinde ise “Orada onlar
için tertemiz eşler vardır.”415 şeklinde geçmektedir. Ayrıca Zuhruf suresinde cennetliklerin ve
eşlerinin cennete girmeleri, orada ağırlanmaları, eğlenmeleri; “Haydi siz cennete girin. Siz ve
eşleriniz ağırlanıp sevindirileceksiniz”416 şeklinde; Yasin suresinin ayetlerinde ise “Onlar ve
eşleri gölgelerde divanlara yaslanmışlardır”
417
Ra'd suresinde Adn cennetine giren
müminlerin eşlerinden iyi olanlarla beraber girecekleri şöyle ifade edilir: “Adn cennetine
girerler... Eşlerinden iyi olanlar... da kendileriyle beraber olurlar.”418
Ayetlerde geçen “ezvac” kelimesi, “zevc”in çoğulu olup “eş”, “çiftlerden her biri”
manasına gelmektedir. Zevc kelimesi, hem erkek hem de kadın için kullanılan bir kelimedir.
Hz. Âdem ve eşini anlatan ayetlerde (ente ve zevcüke)419 de “zevc” ifadesi, kadın manasında;
talak konusunu anlatan bir ayette ise “Başka bir kocaya varmadan...” 420 “zevc” “erkek”
manasında kullanılmıştır.
Ayetlerde bahsi geçen kadınların en önemli vasıfları temiz, bakire olmaları, eşlerini
sevip onlara âşık olmaları, eşleriyle yaşıt olmaları vs. şeklinde geçmektedir.
Ayetlerde geçen “mutahhara” ifadesi maddi ve manevi olarak iki türlü temizliği ifade
etmektedir. Manevî temizlik manasında Kur'an, cennetliklerin cennete girmeden önce
kalplerinde bulunan kötü hasletlerin çıkarılacağını ifade etmektedir. “Onların kalplerinden
411
er-Rahman 55/76.
el-Ğaşiye 88/15, 16.
413
el- Bakara 2/25.
414
Âl-i İmran 3/15.
415
en-Nisâ 4/57.
416
ez-Zuhruf 43/70.
417
Yasin 36/56.
418
er-Ra'd 13/23.
419
el-Bakara 2/35; A'raf 7/19; Taha 20/217.
420
el-Bakara 2/230.
412
78
kin, tasa nevinden her şeyi söküp atacağız” 421 Maddî temizlik manasında ise hadislerde
cennetliklerin tükürmeme, büyük ve küçük abdest bozmama, terlerinin misk olması,
sümkürmemeleri, balgam çıkarmamaları, gibi özelliklerinin olduğu zikredilmektedir.
Dolayısıyla cennetliklerin temizlendikleri pisliklerin bunlar olduğu sonucuna ulaşabiliriz.422
Vakıa suresinde ise cenetteki kadınların yeni baştan inşa edilip, bakire olarak
yaratılacakları ifade edilmektedir.
ْ
ﺎﻫ ﱠﻦ أَﺑْ َﻜ ًﺎرا ُع ُربًا أَ ْت َرابًا
ُ َإِنﱠا أَن َشأنَاھ ﱠُن إِن َشاء ﻓَ َﺠ َﻌ ْﻠﻨ
“Biz kadınları yeniden inşa ettik (yarattık); onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsini
bir yaşta kılmışızdır.”423
Bu ayetlerde ise yeniden bekâr olarak inşa edilmelerinin yanında iki farklı özellikleri
daha zikredilmektedir. Bunlardan birincisi; "arûb" yani kocasını seven, kocası tarafından
sevilen, muhabbetli, nazlı, nazenin kadın olmaları. İkincisi; "etrab" yani yaşıt, akran
olmalarıdır.424
Cennet kadınları hakkında zikredilen bir diğer özellik ise güzel huylu olmalarıdır.
Rahman suresinde “Oralarda iyi huylu güzel kadınlar vardır.”425 şeklinde geçmektedir. Bu
özellikler hem ahlak ve huy güzelliği hem de beden güzelliğidir.
Özetle Cennet kadınları, maddi-manevi tüm pisliklerden arındırılmış, bekâretleri
bozulmamış, yüzleri ve bedenleri çok güzelleştirilmiş, kocalarına hem düşkün hem cilveli,
nazlı bir yapıya sahip, otuz üç yaşında, akran olarak yeni baştan yaratılacaklardır.
Cennette dünya kadınlarından başka erkeklere ödül olarak vaat edilen bir kadın türü
daha vardır. Bu, Kur'an-ı Kerim'de “hûrin în” adıyla geçmektedir. “hûr” ve “in” kelimelerinin
birleşmesinden oluşan “Hûrin în”, büyük ve geniş gözlerinin beyazı tam beyaz, siyahı tam
siyah olan ve tenin rengi bembeyaz olan beyaz tenli, simsiyah ahu gözlü kadın manasına
gelmektedir.
Kur'an'da beş yerde geçmektedir. İki yerde "hûrun în" şeklinde zikredilmiş ve hurilerle
evlendirilme ele alınmış.426 Üçüncü bir yerde ise “hûrun în” şeklinde ele alınmış saklı inciler
gibi oldukları ifade edilmiştir. 427 Başka bir yerde ise "hûr" ifadesiyle çadırlara kapanmış
olmaları, ins ve cinin kendilerine daha önceden dokunmadığı vurgulanmıştır.428 Son olarak bir
421
el-A'raf 7/43; Hicr 15/47.
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.214.
423
el-Vakıa 56/35, 36, 37.
424
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.215.
425
er-Rahman 55/70.
426
ed-Duhan 44/54; Tur, 52/20.
427
el-Vakıa 56/22-23.
428
er-Rahman 55/72, 74.
422
79
yerde sadece "in" kelimesi kullanılmış ve hurilerin gözlerini sadece kocalarına dikme, iri
gözlü olma, saklı yumurta gibi bembeyaz olma özellikleri zikredilmiştir.429 Bunların dışında
hurilerin isimleri zikredilmeksizin bazen sadece kendilerinin bazen de cennet kadınlarıyla
müşterek özellikleri çeşitli yerlerde zikredilmektedir. Hurilerin özellikleri olarak ise şunları
zikredebiliriz:
1- Huriler büyük-siyah gözlü, inci gibi parlayan, bembeyaz ve etinin üzerinde iliklerini
gösterecek kadar şeffaf tenli(hûrun în), tomurcuklanmış göğüslü (Kevâib) kadınlardır.
2- Bakışlarını sadece kocalarına çevirirler (Kâsırâtu't-Tarf)430
3- Çadırlara kapanmış olmaları (Maksurâtun fi'1-hiyâm)431
4- Eşleriyle yaşıt olmaları (Etrâb)432
5- Bakire olmaları (İnsan ve cinlerden hiçbir varlığın dokunmamış olması)433
Bu özelliklerden de anlaşılacağı üzere huriler de Kur'an'da insanın her türlü cinsel arzularını
karşılayacak şekilde yaratılmış, çok değerli varlıklar olarak insana cennette bahşedilecek nimetler
arasında zikredilmiştir.
2.1.8. Hizmetçiler, Ğılmanlar, Vildanlar
Kur'an cennet hizmetçilerini "ğılman-vildan" ifadeleriyle vermektedir. "Ğılman", bir yerde
"Kendilerine ait hizmetçiler, sanki sedef içinde saklı inciler gibi onların etrafında pırıl pırıl
dönerler” 434 şeklinde "vildan" ise iki yerde zikredilmektedir. "Ölümsüz gençler yanlarında
dolaşırlar” 435 "Yanlarında ölümsüz gençler dolaşır; onları gördüğünde saçılmış birer inci
sanırsın."436
Ayetler incelendiğinde cennet hizmetçilerinin ğılman ve vildan diye isimlendirildiklerini ve
bunların saklı incilere veya saçılmış incilere benzetildikleri ve muhalled (ebedi) olduklarının ifade
edildiğini görmekteyiz.
2.1.9. Elbiseler (libas), Zinetler
Kur'an, cennetliklerin elbiselerinin varlığını anlattığı gibi onların bazı özelliklerinden de
bahsetmektedir. Cennetliklerin elbiseleri Kur'an'da şu şekilde yer almaktadır:
“Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır; gümüş bileziklerle
429
es-Saffât 37/48, 49.
es-Saffât 37/48, 49.
431
er-Rahman 55/72.
432
es-Sa’d 38/52.
433
er-Rahman 55/56,74.
434
et-Tur 52/74.
435
el-Vakıa 56/17.
436
el-İnsan 76/19.
430
80
süslenmişlerdir.”437
“Orada altın bilezikler takınırlar, ince ve kalın ipekden yeşil elbiseler giyerek tahtları
üzerinde otururlar.”
438
“İnce ipekten ve parlak atlastan giyinerek karşılıklı otururlar.”439
“Orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Oradaki elbiseleri de ipektendir.”440
Ayetlerde geçen "istebrak" ve "sündüs" ifadelerini müfessirler "kalın ipek" şeklinde tefsir
ederken "sündüs"ü de "ince ipek" olarak tefsir etmişlerdir.441
Ayetleri incelediğimizde cennetliklerin elbiselerinin genel olarak ipekten olduğu ele
alınmakta; kalın ve ince ipekten/atlastan yapıldıkları zikredilmektedir. Ayrıca özellikle renk olarak
ise "yeşil" belirlenmektedir. Kur'an ayetlerinde cennetliklerin takılarının altın ve gümüşten bilezikler
ve inciler olduğu zikredilmektedir.442
437
el-İnsan 76/21.
el-Kehf 18/31.
439
ed-Duhan 44/53.
440
el-Hacc 22/23; el-Fatır 35/33.
441
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.240.
442
Kara, Kur'an'da Metafizik Bir Âlem: Cennet, s.241
438
81
SONUÇ
Cenab-ı Hakk insanlara birçok nimetler bahsetmiştir. Bu nimetler insanın hayatını devam
ettirebilmesi ve saadeti için zaruridir. Bazı zamanlar kaybettiğimiz nimetlerin eksikliği, o nimetlerin
hayatımızda ne kadar büyük önemi haiz olduklarını ifade etmek için yeterlidir. Bazen evimizde
suların akmaması, bazen vücudumuzdaki her hangi bir azamızda acı hissetmemiz, bazen daha
büyük kayıplarımız hayatımızın ne kadar çok nimetlerle çevrelenmiş olduğunu göstermektedir.
İnsanoğlunun hayatının her köşesinde yer alan bu nimetleri Kur'an-ı Kerim, birçok ayette
ele almakta ve Allah Teâlâ'nın bahşettiği nimetleri hatırlatmaktadır. Ayrıca Kur'an'da Allah'ın
üzerimizdeki nimetlerini saymamızın mümkün olmadığı ifade edilerek insanın ne kadar çok nimete
muhatap olduğu ifade edilmektedir. Bu şekilde mutlak nimet hatırlatılmakla birlikte Kur'an'da bazı
nimetlerin sarih şekilde ifade edildiğini görmekteyiz. Özellikle nimet kavramının din (İslam), iman,
nübüvvet, akıl gibi manalar için de kullanıldığını görmekteyiz.
Kur'an-ı Kerim'de alâ, rızk, fazl, hayr, rahmet, menn ifadeleri nimetle yakın mana için
kullanılmaktadır. Fakat nimet ve bu ifadelerin bazı farklılıklarının olduğu dikkat çekmektedir.
Alâ'nın, harkulade nimetler için kullanıldığını; rızkın, maddî-manevî, dünyevî-uhrevî insanın ihtiyaç
duyduğu ve faydalandığı şeylerle sınırlandırıldığını; minnetin nimetin bir kesiti, bir bölümü olduğu;
Rahmetin muhtaçlara nimetin ise herkese şamil olduğu; fazlın, ekstradan verilen nimetler için
kullanıldığı; hayrın ise, salt menfaat, iyilik, güzellik gibi nimetin özünü oluşturan kısmını ifade ettiği
sonucuna varmaktayız. Ayrıca rahmetin dünya ve ahiret nimetleri için, mennin ise kullar tarafından
işlendiğinde başa kakma, Allah tarafından olduğunda ise ihsan ve atâ manasında kullanıldığını
görmekteyiz.
Ayrıca Kur'an'da nimetle durr, azab, fitne, bela ve be's gibi zıt manayı ifade eden
kavramlarda zikredilmektedir. Çünkü insanların yaşadığı sıkıntılar nimetlerin hatırlanması için
önemli bir vesiledir.
Kur'an'da nimet kavramının tasnifinin sadece zahirî ve batinî olarak ikiye ayrıldığını ve
nimetlerin zikredildiği yerlerde farklı bir tasnifin yapılmadığını görmekteyiz. Müfessirlerin nimetle
ilgili inceleme ve tasniflerine baktığımızda Fahreddin Râzî ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın en kapsamlı
tasnifleri yaptığını görmekteyiz.
Nimetleri dünya ve ahiret nimetleri olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Dünyevi nimetleri ise
maddi ve manevi olmak üzere iki kısımda değerlendirebiliriz. Bu tasniften kastımız sadece
Kur'an'da nimetin kullanım şekillerini tespit içindir. Yoksa bütün dünya nimetlerini saymaya
kalkışsak da sayamayacağımız aşikârdır.
Dünya nimetlerinden Kur'an'da manevi nimetler olarak iman ve İslam, nübüvvet ve risalet,
akıl, hikmet, toplumun fertleri arasındaki barış ve sevgi, insanın hatalarından dönmesi için tevbe
82
gibi kurtuluş vesilesi ve emniyet için kullanıldığını görmekteyiz. Bu nimetlerin en önemli özelliği
insana ruhi tatmin ve psikolojik rahatlama sağlamaları ve kişinin uhrevî kurtuluşuna vesile
olmalarıdır. Ve dünyada başka karşılığı olmayan çok değerli nimetlerdir. Günümüzde ruhi
boşlukların ve psikolojik bozuklukların artması bu nimetlerin önemini tekrar zikretmeye ihtiyaç
bırakmamaktadır.
Maddi nimetler olarak ise insanın bela ve musibetlerden muhafaza edilmesi, rızk, aile,
denizler, hayvanlar, fert ve toplumlara verilen üstün konumu zikredebiliriz.
Dünya nimetlerinde olduğu gibi ahiret nimetlerini de maddi ve manevi olmak üzere iki
kısımda değerlendirebiliriz. Manevi nimetler olarak; üzüntü, tasa, keder, korku gibi insanı rahatsız
edecek hiçbir şeyin bulunmaması, ru'yetullah ve en büyük nimet olan rıdvanı sayabiliriz.
Maddi nimetler olarak ise; cennet bahçeleri, bağlar, gölgelik ve nehirleri, oradaki yiyecek ve
içecekler, köşk, saray, ev ve odalar olmak üzere meskenler, oturaklar, cennet kadınları, hizmetçileri
ve oradaki elbiseleri zikredebiliriz.
Bu bağlamda insana düşen vazife ise bu nimetleri veren Zat'ı tanıyıp, O'nun emirlerine itaat
edip, yasakladığı şeylerden ise uzak durmasıdır. Bu nimetlerin her birisinin şükrünü kendi cinsinden
eda etmesidir.
Kur’an’da nimetlerin insanlara sık sık hatırlatıldığını görmekteyiz. Bunun sebebi olarak;
insanın bu dünyada içinde bulunduğu durumlara kısa sürede alışarak o nimetin zamanla farkına
varamaması, Cenab-ı Hakk tarafından bahşedilen nimetlerin kaynağının kendisi olduğunu
zannetmesi, bazen de verilen nimetlerin sebepler sonucu olduğunu düşünerek asıl sebepleri yaratan
Zat’ı görememesini zikredebiliriz.
Bir insan başkalarından gördüğü çok küçük iyiliklere bile teşekkür etmeyi kendisine borç
bilmektedir. Kaldı ki her şeyimizi veren Zat’a ne kadar da şükretsek bize bahşettiği nimetlerin
hakkını eda etmiş olamayız. Kur’an’da bu nimetler mukabili insanın nimetleri veren Allah’ı tanıyıp
O’na şükürde bulunması emredilmiştir. Fakat şükreden kulların da az olduğu ifade edilmektedir. Bu
da şükür etmenin o kadar kolay olmadığını göstermektedir.
83
BİBLİYOĞRAFYA
Abdulbaki, Muhammed Fuad, el-Mu'cemu'l-Müfehres li elfazı'l-Kur'an, Daru'l-Hadis,
Kahire, 1996.
Ahterî, Mustafa b. Şemseddin el-Karahisarî (968/1560), Ahteri-i Kebir, Osmanlı Yayınevi,
İstanbul,1978.
Ahmed b. Hanbel, Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybani, (241/855), el-Müsned,
(nşr. Ahmed Muhammed Şakir) Darü'l-Maarif, Kahire, 1955.
Alûsî, Ebü's-Senâ Şehabeddin Mahmud (1270/1854), Ruhu'l-Meânî fî Tefsiri'l-Kur'ani'l-Azim
ve's-Seb'ü'l- Mesânî, I-XVI, Daru'1-Fikr, Beyrut, 1997.
Asım Efendi, Kamus Tercümesi, I-III, Cemal Efendi Matbaası, İstanbul, 1886.
Askerî,
Ebu
Hilal
Hasan
b.
Abdullah
b.
Sehl
(400/1009),
el-Furukü'l-Lugavî
(nşr.Hüsameddin Kudüsi), Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, ts.
Ateş, Süleyman, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, I-XII, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1989.
Aydüz, Davut, Tefsir Çeşitleri ve Konulu Tefsir, Işık, İstanbul, 2000.
Beğavî, Ebu Muhammed Muhyissünne Hüseyin b. Mesud (516/l122), Tefsirü'l-Beğavî/
Mealimü't-Tenzil, I-VIII, Dar-u Taybe, Riyad, 1993.
Bilmen, Ömer Nasuhî ( 1971), Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Meali Âlîsi ve Tefsiri, I-VIII Bilmen
Yay., İstanbul 1966.
Buhârî, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail (256/870), Sahihu'l-Buhârî, Kahire, 1953.
Buladı, Kerim, Kur'an'da Nankörlük Kavramı, Pınar Yay., İstanbul, 2001.
Cevherî, Ebu Nasr İsmail b. Hammad el-Farabî (400/1009), es-Sıhah Tacü'l-Luga ve
Sıhahü'l-Arabiyye, Darü'l-İlm li'l-Melayin, Beyrut, 1990.
Cürcânî, Ali b. Muhammed b. Ali (816/1413), Kitabu't-Tarifat, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Beyrut, 1983.
Demeğânî, Ebu Abdullah el-Hüseyn b. Muhammed (478/1085), el-Vucuh ve'n-Nazâir li
elfâz-ı Kitabillahi’l-Azîz, I-II, İhyâu't-Turas, Kahire, 1995.
DİA, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1988
Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as b. İshak el-Ezdi es-Sicistani, (275/889), Kitabü’s-Sünen =
Sünenu Ebî Davud, Darü’l-Kable li’s-Sekafeti’l-İslamiyye, Cidde, 1998.
Ebu Hayyan, Esîrüddin Muhammed b.Yusuf el-Ceyyanî el-Endelüsî, (745/1344), Tefsiru'
Bahri'l-Muhit, I-VIII, Darü'1-Fikr, 2. Baskı, 1983.
Ferahî, Abdülhamid (l863/1930), Müfredatü'l-Kur'an; Nazarâtun Cedide fi Tefsiri Elfazin
Kur'aniyye, Beyrut, Darü'l-Garbi'l-İslami, 2002.
84
Feyrûzâbâdî, Ebü't-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed (817/1415), elKamûsu’l-Muhît, Daru’l-Fikr, Beyrut, 2003.
__________, Tenvirü'l-Mikbas min Tefsiri İbn Abbas, (Kitabu Mecmua Mine't-Tefasir
içerisinde), I-IV, Daru Ihyai't-Türasi'l-Arabî, Beyrut, ts.
Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelâm, Tekin Kitabevi yay., Konya, 1996.
İbn Âşûr, Muhammed Tahir b. Muhammed b. Muhammed et-Tunisî (1973), Tefsiru’t-Tahrîr
ve't-Tenvîr, I-XXX, Ed-Darü't-Tunusiyye, Tunus, 1984.
İbn Atıyye, Ebu Muhammed Abdülhak b. Galib el-Endelüsî (541/1147), el-Muharrerü'lVeciz fi Tefsiri'l-Kitabi'l-Aziz, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1993.
İbn-i Faris, Ebu’l-Huseyn Ahmed (395/1004), Mucemu Makayisi’l-Luğa, I-VI, Darü’l-Ciyl,
Beyrut, 1991.
İbn-i Kesîr, Ebü'1-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, I-VIII, Daru'lEndülüs, Beyrut, 1966.
İbn Manzur, Ebu'1-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanul-Arab, I-XV, Daru'sSadr, Beyrut, 1990.
Kara, Ömer Kur'an'da Metafizik Bir Alem: Cennet, Rağbet Yay., İstanbul, 2002.
Keskin, Hasan Kur'an'da Fitne Kavramı, Rağbet Yay., İstanbul, 2003.
Koçyiğit, Talat Kur'an ve Sünnet'te Ru'yet Meselesi, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara,
1974.
Kur'an-ı Kerim Ve Açıklamalı Meali, Heyet, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1999.
Kurtubî, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr (671/1273), el-Cami' li-Ahkami'lKur'an, I-XX, Daru'l-Katibi'l-Arabî, Kahire, 1996.
Maverdî, Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib (450/1058), en-Nüketü ve'l-Uyûn:
Tefsiri'l-Maverdî, I-VI, Daru'l-Kütütbü'l-İlrniyye, Beyrut, 1992.
Mehmed, Vehbi (1949), Hulâsatü'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'an, Üçdal Neşriyat, 6. Baskı,
İstanbul, 1966.
Mevdûdî, Ebu'l-A'lâ, Tefhimü'l-Kur'an (tr.Ahmet Asra), I-VII, Bengisu, İstanbul, 1997.
Muhammed İsmail İbrahim, Mu'cemü'l-elfaz ve'l-A'lami'l-Kur'aniyye, Darü'l-Fikri'l-Arabi,
Kahire, ts.
Münâvî, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Tacilarifin b. Ali (1031/1622), et-Tevkif ala
Mühimmati't-Ta'rif, Darü'l-Fikri'l-Muasır, Beyrut, 1990.
Mustafa, Müslim, el-Mebahis fi't-Tefsiri'l-Mevduî (261/875), Darü'l-Kalem, Dımaşk, 1997.
Müslim, b. el-Haccac, Ebü'l-Hüseyin el-Kuşeyri en-Nisaburi (261/875), Sahih-i Müslim,
Beyrut, Daru İhyai't-Türasi'l-Arabi, 1956.
85
Rağıb, el-İsfehanî (502/1108), el-Müfredât fi ğaribi'l-Kur'an, Darü'l-Ma'rife, Beyrut, ts.
Râzî, Fahreddin Muhammed b. Ömer (606/1209), Mefatihu'l-ğayb: et-Tefsiru'l-kebir, Daru
İhyai't-Turasi'l-Arabî, I- XXXII, Beyrut, 3. Baskı, 1990.
Rıza, Şeyh Ahmed, Mu'cemu Metni'l-Luğa, I-VI, Daru Mektebeti'l-Hayat, Beyrut, 1958.
Salih, Uzeyme, Mustalahatun Kur'aniyye , Darü'n-Nasr, Beyrut, 1994.
Suyûtî, Ebu'1-Fadl Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr (911/1505), ed-Dürrü'l-Mensur fi'tTefsiri'l-Me'sur, I-VII, Daru'1-Fikr, Beyrut, 1983.
Şevkânî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlanî (1250/1834), Fethü'lKadir/ el-Cami Beyne Fenney er-Rivaye ve'd-Diraye min İlmi't-Tefsir, I-V, Darü'1Vefa, 2. Baskı, Mansure, 1997.
Şimşek, M. Said, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası, Konya, ts.
Taberî, Ebu Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid (310/923), Tefsirü't-Taberî,
Kahire, 1979.
Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Serve es-Sülemi (745/1344), Sünenü't-Tirmizi, Delhi
[Delhi], Matbaatü'l-Müctema, 1897.
Öztürk, Yener, İmkânı ve Lüzumu Açısından Kur'an'da Ahiret, Işık, İstanbul, 2001.
Yazır, Elmalılı M. Hamdi (1942), Hak Dini Kur'an Dili, I-X, Azim, İstanbul, ts.
Yeniçeri, Celal, Uzay Ayetleri Tefsiri: İslam Açısından Kâinat ve İmkânları, İstanbul, 1995.
Zebidî, Muhammed Murtaza el-Huseynî (1205/1790), Tacu'l-Arûs, I-XXV, Vizaretü'l-İ'lam,
Kuveyt, 1968.
Zemahşerî, Ebü'l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed (538/1143), el-Keşşaf an
Hakaiki Ğavamizi't-Tenzil ve Uyuni'l-Ekavil fi Vucühi't-Te'vil, I-VI, Mektebetü'lUbeykân, Riyad, 1998.
86