SUTAD, Nisan 2019; (45): 353-369
e-ISSN: 2458-9071
GAZNELİ MAHMUD’UN MUTASAVVIFLARLA İLİŞKİSİ
MAHMUD OF GHAZNI’S RELATION WITH THE SUFIS
Mustafa AKKUŞ ∗
Öz
Gazneli Mahmud dönemi Sünni İslâm akaidinin tekâmül dönemlerinden biri olmuştur. Sultan
Mahmud’un dini siyaseti çerçevesinde Gazneli topraklarında kelamî tartışmalara pek fırsat
verilmemiş, Sünni İslâm anlayışı çerçevesinde tevazu ve hoşgörüyü ön planda tutan tasavvufi
hareketler itibar kazanmıştır. İyi bir dini ve tasavvufi eğitim alan Gazneli Mahmud, sultanlığı
döneminde Sünni âlimler ve mutasavvıflara değer vermiş, adlarına vakıflar kurarak bu düşünceyi
hâkim kılacak medreseler ihdas etmiştir. Kendi siyasetine aykırı tüm itikadî inançlar ve tasavvufî
anlayışlarla mücadele etmekten, hatta bu topluluklara karşı sefer düzenleyip savaşmaktan
çekinmemiştir.
Gazneli Mahmud’un dini eğitimi, tasavvufi yönü ve mutasavvıflarla ilişkileri doğrultusunda
dönemin temel eserleri tabakât, terâcim ve menakıbnamelerinde birçok bilgiler rivayet edilmektedir.
Bazı rivayetlerde onun kerametlerinden bahsedilirken, kalp gözü açık, velâyet sahibi bir mutasavvıf
gibi anlatıldığı menkıbeleri mevcuttur. Bu çalışmamızda onun dini eğitimi ve bakış açısı, menkıbevi
hayatı ile dönemin mutasavvıflarıyla ilişkileri anlatılmıştır.
•
Anahtar Kelimeler
Gazneli Mahmud, Dini Siyaset, Tasavvuf, Gazneliler, Mutasavvıflar.
•
Abstract
Mahmud of Ghazni’s rule witnessed the formation of fundamental Sunni principles. Mahmud of
Ghazni ignored the activities related to kalam in accordance with the religious policy, and he rather
preferred to protect sufist waves relied on modesty and tolerance. Mahmud of Ghazni with a wellreligious and mystical education valued the Sunni scholars and sufists in terms of the sultanate, and
created madrasas by establishing foundations on behalf of them. He did not hesitate to fight against
those who were against his rule and to stand against all mythical beliefs and mystical insights
contrary to his own politics.
A lot of data related to Mahmud of Ghazni’s religious education, sufist stance and relations with
sufists can be found in co-eval pieces such as tabakât, terâcim and menakıbnames. Some narratives
cite him a sufi as compassionate, and wise as told in the stories. This study aims at investigating his
religious education and viewpoint in regard to narratives and his relations with the sufis.
•
Keywords
Mahmud of Ghazni, Religious Policy, Mysticism, Ghaznavids, Sufis.
∗
Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal ve Beşerî
makkus@konya.edu.tr http://orcid.org/0000-0001-6327-8278
Bilimler
Fakültesi,
Tarih
Bölümü,
Konya/Türkiye,
Gönderim Tarihi: 19.09.2018
Kabul Tarihi:
03.12.2018
354
Mustafa AKKUŞ
Giriş
Tasavvuf, zahirde ve bâtında şeriatın gereklerini yerine getirerek kalbin Allahü Teâla’ya
hasredilmesi, onun dışındaki her şeyin hakir görülüp terkedilmesi şeklinde tarif edilmektedir
(Gazali 1431/2010: III, 219; Öngören 2011: XL, 119). Hakk’ın rızasını kazanmak için nefsi
temizleyip Allah ve Resulü’nün ahlakıyla ahlaklanmayı gaye edinen Tasavvuf’a, mutasavvıflar,
meşrepleri ve düşüncelerine göre birçok anlamlar vermişlerdir (Kuşeyri 2009: 309-312; Eraydın
1997: 36-44; Öngören 2011: XL, 119-122). Bu yorumlara genel olarak bakıldığında Tasavvuf, ilahi
emir ve yasaklara teslimiyet, Allah ve Resulü’nün ahlakıyla tezyin ve Allah’tan başka her
şeyden kalbin uzaklaşması olarak tanımlanabilir (Eraydın 1997: 40).
İslâm dünyasında IX. Asırdan itibaren yoğun olarak kelâmî tartışmalar başlamış, zamanla
mütekellimler (Mutezile kelamcıları gibi) siyasi otoriteyi etkileyerek kendileri gibi düşünmeyen
farklı itikadî düşüncelere karşı tahakküme gitmiştir. Mihne olaylarında da görülen bu süreç
zamanla kelamî mezhepler arasında halka yansıyan çatışma ortamına dönüşmüştür. Bu
tartışmalar içerisinde yer almayarak kendilerini zühd ve takvaya veren, her türlü tartışma ve
mâsivadan uzak, halk içerisinde mütevazı bir hayat süren zahidler eliyle tasavvuf düşüncesi
oluşmuş ve X ve XI. yüzyılda hızla yaygınlaşmıştır. Ayrıca halk arasında tasavvuf erbabının
itibar görüp sevilmelerinde onların yaşayış ve ahlaki yönlerinin yanında dönemin sultan ve
emirlerinin de büyük rolü olmuştur. Gerek aldığı dini ve tasavvufi eğitim ve gerekse
uyguladığı Sünni İslâm politikalarıyla Horasan, Maveraünnehir ve Gazne bölgelerinde
tasavvufun gelişmesi ve mutasavvıfların çoğalmasında Sultan Gazneli Mahmud (998-1030)’un
etki ve katkısı büyüktür.
Sultan Mahmud’un mutasavvıflarla ilişkileri ve bu dönem tasavvuf hayatına tesirlerini ele
alırken dönemin temel kaynakları ile onları takip eden asırlarda kaleme alınan muahhar
eserlerden faydalandım. Bu eserlerin sultana bakışı onun dini yönü ve zamanın din adamlarıyla
ilişkilerine dair rivayetleri titiz bir şekilde değerlendirdim. Çalışmamda çokça kullandığım
birinci el kaynak eserin müellifi olan Utbi, kitabını bizzat Gazneli hâkimiyetinin zirvesinde
olduğu bir dönemde ve onların himayesinde yazmıştır. Kitâbü’l-Yemînî, tasvirleri bol, çok
ağdalı ve ağır bir üslûpla yazılmıştır. Yani eser, tarihi olduğu kadar da edebidir. Eserde şiirsel
bir dil ve romanlara mahsus bol sayıda tasvirler kullanılmıştır. Hem Gazneli Sultanlarının
himayesinde yazılıp Gazneli Veziri Ahmed b. Hasan el-Meymendî’ye sunulduğu hem de edebi
unsurlar içermesi nedeniyle eser ihtiyatlı kullanmayı gerektirmektedir. Ancak Utbî dindar, dini
ve itikâdî hassasiyeti olan bir sultan portresi çizerken, daha sonra kaleme alınan tarih,
menakıbname, nasihatname ve biyografi tarzı kaynaklar, sufî bir sultan resmederler.
Araştırmamda bu rivayetleri vererek, bu dönüşüm ve oluşan algıya değinmeye çalıştım.
İyi bir dini eğitim alan Gazneli Mahmud tasavvufa meyletmiş, mutasavvıflara değer verip
saygı göstermiş ve onun döneminde sûfîlerin üslup ve usulüne uygun medreseler kurulmuştur
(İbadi 1997: 290). Dönem dönem fıkıh ve kelam ekollerinde yaşanan şiddet ve ayrışmadan uzak,
kucaklayıcı vasıflarla bilinen bu medreseler, insanlar tarafından kabul görmüş, talebeler ve
müritler bu medreselere yönelerek tasavvufi adap ve erkânı öğrenmişlerdir. Tefsir, hadis, fıkıh
ve kelam ilimlerinin yanında afakî ve enfüsî müşahede ve seyr-i sülûk’e dair bilgilerin
öğretildiği bu medreselerden biri de ünlü mutasavvıf Ebû Abdurrahman es-Sülemî (ö.
412/1021)’nin yaptırdığı ve kendi adıyla anılan medresesidir (İbadi 1997: 291-293). Bu dönemde
diğer bir tasavvuf erbabı Ebû Saîd Ebu’l-Hayr Fazlullah b. Muhammed el-Meyhenî (ö.
SUTAD 45
Gazneli Mahmud’un Mutasavvıflarla İlişkisi
440/1048)’nin kurduğu Ebû Saîd Ebu’l-Hayr Medresesi’nde dini ilimlerin yanında müşahede,
akaid ve sufî erkanı üzerine dersler verilerek kalbin tezkiyesi, nefsin terbiyesi, kulluk ve
tevazuda Allah ve Resulü’nün ahlakı üzere talim ve terbiye yapılmıştır (İbadi 1997: 286).
Gazneli Mahmud zühd hayatına önem vermiş, mala ve mülke değer vermemiş, çoğu
zaman yakın devlet adamlarına bir şeyhin müridlerine olan şefkatiyle muamele göstermiştir.
Dönemin kaynakları onu bir mutasavvıf gibi dünya malına değer vermediği, cömertliği şiâr
edindiği, İslâm’ın şiârını hâkim kıldığı, birçok kez zor duruma düşüldüğünde dua ve niyazıyla
belaların def’ine sebep olduğu keramet ve velayet sahibi bir sultan olarak tasvir ederler. Utbi
gibi Sultan’a çağdaş olan müverrihler onun dindarlığını ön plana alıp zikrederlerken, muahhar
müverrihler Gazneli Mahmud’un menkıbevi hayatı hakkında bilgiler vererek velayet ve
keramet sahibi sultan olarak anarlar (Utbî 1966: 331-369; Cüzcânî 1984: 230-231; Zehebî 1996:
XVII, 86; Şebânkâreî 1984: II, 69; Hemedânî 1959: 159). Bu da bizde vefatından sonra Sultan
Mahmud’un menkıbevi bir kişiliğe büründürüldüğü kanaatini oluşturmaktadır.
Gazneli Mahmud âlim, fazıl ve mutasavvıfları desteklemiş, tasavvufun yayılmasında
öncülük etmiştir. Ehl-i Sünnet itikadına ters düşmeyen fikrî ve tasavvufî hareketler onun
tarafından hoş karşılanıp destek görmüştür. Gazneli Mahmud’un maddî ve manevî açıdan
desteklediği mutasavvıflar, onu yalnız bırakmayarak toplumsal düzen ve güvenliğin
sağlanmasında belirleyici rol oynamışlardır. Nitekim Ebu’l-Hasan Harakânî (ö.425/1033), Ebû
Saîd Ebu’l-Hayr Fazlullah b. Muhammed el-Meyhenî (ö. 440/1049), Ebû’l-Fazl el-Huttelî ve
Hâce Abdullah-ı Ensârî (ö. 481/1088) gibi nice tasavvuf önderleri Gazneli Mahmud’un yanında
yer alıp onu desteklemişlerdir (İbâdî 2001: 68). Ayrıca Gazneli Mahmud dönemi âlim, ârif, fakih
ve zâhitlerinden olan İmam Abdurrahman b. Ebû Şureyh b. Ahmed b. Muhammed el-Ensârî
(ö.390/1000) ve onunla aynı dönemde yaşayan Gazneli Mahmud’un âlim, imam ve
fakihlerinden olan İsmâil b. Ahmed b. İbrâhim b. İsmâil Ebû Sa’d el-İsmâilî (ö.395/1005),
tasavvuftaki terakkisiyle Horasan mutasavvıflarının şeyhi olan Ebû’l-Kâsım b. Muhammed enNîşâburî (ö. 418/1027), sadakati ve üstün ferasetiyle öne çıkan ve birçok kerâmete sahip olan
Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed el-Kassâb el-Âmûlî (ö. 409/1018) ile Buhara bölgesindeki
ashâb-ı hadisin reisi sayılan İmam Ebû Abdullah Hüseyin b. Muhammed b. Halîmî,(ö.
402/1012) ve sahib-i keramet olan Ebû Ali el-Hasan b. Ali ed-Dekkâk (ö. 405/1014) bu
dönemdeki önemli mutasavvıflardan bazılarıdır (İbâdî 2001: 287-289; Palabıyık 2001: 68).
Gazneli Mahmud’un Dini Eğitimi ve Tasavvufa Bakışı
Gazneli Mahmud’un Sebük Tegin gibi akıllı, ferasetli, dindar ve usta bir siyasetçi babanın
oğlu olarak dünyaya gelmesi, babasının eğitimi konusundaki hassasiyeti ve evladını her alanda
donatmak için yazdırdığı kendi öğütlerini içeren pendnamesi onun her alanda öne çıkmasının,
iyi bir idareci olmasının ve yaşadığı asra damgasını vurmasının en önemli sebebi olmuştur 1.
Gazneli Mahmud, küçüklüğünde Kur’ân-ı Kerim’i babası Sebük Tegin’in kendisine çok
güvendiği Hanefî mezhebi imamlarından Kâdı Ebû Nasr Hüseynî’nin gözetiminde ezberlemiş,
ilk eğitimini ondan almıştır (Kureşî 1978: III, 438; Merçil 2003: 362). Gazneli Mahmud, daha
sonra dönemin büyük âlimleri arasında zikredilen dönemin kadısı Kâdı Ebû Ali’nin babası olan
el-Hınnâî (Hîniyâî)’nin yanında eğitim görmüştür (Nâzım 2000: 33). Gazneli Mahmud,
babasının yanında seferlere katılmış, onun nasihatlerini içeren Pendnâme’den istifade etmiş,
katıldıkları savaşlarda askeri kabiliyetini geliştirerek babası nezaretinde ahlaki, siyasi ve askeri
1
Şebânkâreî, Mecma‘u'l-Ensâb adlı eserinin ikinci cildinde Emir Sebük Tegin’in Pendnâmesinin zikri adlı bir bölüm
açar ve oğlu Mahmud’a geçmişi, ataları, dini, siyasi ve ahlaki nasihatlerini içeren altı sayfalık öğütleri zikreder.
(Şebânkâreî 1984: II, 37-42). Mecma‘u'l-Ensâb’da zikredilen bu Pendnâme Erdoğan Merçil tarafından müellif nüshası
ve istinsah nüshaları karşılaştırılarak metni ve tercümesi yayınlanmıştır. (Merçil 1975: IV, 203-233).
SUTAD 45
355
356
Mustafa AKKUŞ
terbiye almıştır. Bunun yanında edebiyat ve İslâmî ilimlerde derinliğe ulaşarak yüksek bir dinî
bilgiye sahip olmuş, iyi derecede Arapça, danışmanları ile anlaşabilecek seviyede Farsça
öğrenmiştir (Bosworth 1999: 129).
Dönemin kaynakları ve özellikle Sebük Tegin’in oğlu Mahmud’a yazdığı Pendnâme’den
öğrendiğimize göre Gazneli Mahmud, ilk din eğitimi ve İslâm inancını dinî konularda
çocukluğundan itibaren çok hassas olan ve sağlam itikat sahibi babası Sebük Tegin’den almıştır.
Sebük Tegin oğluna nasihat ederken kendisinden örnekler vermiş, yüce Allah’ın kendisini bu
makam ve mertebeye ulaştırdığını dile getirmiştir. Sebük Tegin oğlu Mahmud’a: “Allah’tan kork
ki elinin altındakiler senden korksun! Takvalı ol zira takvalı olmayan padişaha saygı göstermezler
(Şebânkâreî 1984: II, 39)” diyerek daha çocuk yaşta olan Mahmud’un inançlı, insaflı ve takvalı
bir genç olarak yetişmesini sağlamıştır.
İyi bir din eğitimi alan Gazneli Mahmud, Hanefî fakihi sayılmış, kendini geliştirerek bu
alandaki hatırı sayılır âlimlerin arasına girmiş, saltanatından iki yıl önce Hanefî fıkhı üzerine
dönemin güncel konularını içine alan et-Tefrîd fî’l-Furû adlı bir eser telif ettiği zikredilmiştir
(Kargar 2005: 13). Dönemin birçok olaylarına şahitlik eden Gazneli tarihçi Utbî, sultan hakkında
şu ifadeleri kullanır: “O rüşte erdiği andan itibaren babasından gelen güçlü geleneğin ışığında kâfir
diyarlara seferlere gitmeye alışmıştı. İlmî tartışma ve görüş bildirmeye muktedir, Ehl-i Sünnet akidesi ve
ashabın mezhebine vâkıftı. İnceleyebilen, dinin usulünde basiretli, mülhitlere karşı ciddi, tefsir, tevil,
kıyas ve dile de hâkimdi. Nâsih, mensuh, sahih ve zayıftan haberdardı. Basiretinden dolayı milletleri
inkârdan kurtarır, şeriatı bidat tozundan ayırır ve korurdu” (Utbî 1966: 369).
Gazneli Mahmud, babası hayattayken ilim ve ulemâ ile iç içe olmuş, Ehl-i Sünnet itikâdı
üzere hareket etmiş, Ehl-i Sünnet imamlarının görüşlerini incelemiş, çokça hadis ve tefsir
araştırmalarında bulunmuş, hak ve bâtıl bütün mezheplerin inceliklerine vakıf olmuştur.
Devletin başına geçince illere gönderilen memurlardan halkın itikâdı konusunda bilgi
vermelerini özellikle istemiş, görevlilerden ülkesine Bâtınî düşüncesinin girmeye başladığını
öğrenince de, derhal din görevlilerini göndererek batıl düşüncelere karşı mücadele etmiştir
(Perviz 1957: 246). Utbî onun bu yönünü şöyle zikreder: “O devletin düzenini sağlamak için
ülkedeki tüm fikirleri yakından takip eder, Ehl-i Sünnet dışındaki fikirlere pek sıcak bakmazdı. Bir ara
kendisine yeni bir fikrin ortaya çıktığı söylendiğinde, “birileri indirilmiş nassı nasıl türlü türlü tevil eder
ve böyle yapınca da dini kaidelerin yok olması, akidelerin kaldırılması, şeri ilimlerin öğrenilmesinin iptali
ve din seyrinin nakzı için çalışmış olur. Şeriatın hükümleri ve tarikat meselelerine nasıl yüz çevirir!””
diyerek görevlileri araştırıp incelemeye sevk etmiştir (Utbî 1966: 370). Topluma fitne sokacak
fikirlerin önünü almaya çalışmış, Ehl-i Sünnet dışı Şîa gibi başka düşünce ve meşreplere itibar
etmemiştir. Dönemin müftüsü olan Üstat Ebu Bekir’in Sultan’a: “Din, diyanet, ilim ve emanetten
ilham alan her şey kabuldür. O yücedir. O zirveye ulaşacaktır. Nitekim haberlerde belirtildiği gibi yüce
Allah şöyle buyuruyor: Ey dünya bana hizmet edene hizmet et! Sana hizmet edene güçlük ver!” nasihati
Gazneli Mahmud’un bakış açısının ve tasavvuf anlayışının ne şekilde yönlendirildiğini ortaya
koyan önemli ifadelerden biridir (Utbî 1966: 370-372).
Gazneli Mahmud’un eğitim hayatındaki en önemli öğretmeni şüphesiz babası Sebük
Tegin’dir. Şebânkâreî’nin bize aktardığı, babanın oğluna dini, siyasi ve askeri nasihat ve
öğütlerini içeren ve Gazneli Mahmud’u İslâm ahlakı üzere tezyin eden Pendnâme, onun
yetiştirilmesiyle ilgili birçok bilgiler ihtiva etmektedir. O, Pendnâme’de oğluna affetmeyi ve
cömert olmayı öğütlemiştir. Ayrıca oğluna kul hakkına dikkat etmesi, hazine konusunda hassas
olmasını istemiş ve ona: “Mal ve mülkü helal yoldan toplamak önemlidir. Sana halkın malını zorla
almanı tavsiye etmiyorum. Eğer malı zorla toplayarak hazineye koyacaksan o senin dünya ve ahirette
SUTAD 45
Gazneli Mahmud’un Mutasavvıflarla İlişkisi
düşmanın olacaktır (Şebânkâreî 1984: II, 40-42; Merçil 1975: IV, 229-232)” diyerek kul hakkına
girmemesi ve haram yememesini öğretmiştir.
Derin bir dini mefkûreye sahip olan Gazneli Mahmud, babası ve âlimlerden öğrendiği dinî
bilgileri sayesinde kuvvetli bir imana sahip olmuş, dinî bir mesele söz konusu olunca etrafında
bulunan âlimlerle istişare etmiştir. Hindistan seferlerine çıkarken de gaza aşkıyla ve Hz.
Muhammed (s.a.v.)’in adının gitmediği yerlere onun adını götürmek ve İslâm’ı yaymak için
çabalamıştır. Utbî onun “fesat ve dinsizlikle yönetilen Gûr şehri üzerine sefer düzenlediğini… İslâm’ın
şiârını o bölgeye hâkim kıldığını” zikreder (Utbî 1966: 313). Sultan burada zafer elde ettikten sonra
Naradin bölgesini fethetmiş ki o bölgeye henüz İslâm’ın güneşi doğmamış ve Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in daveti yayılmamıştı. Ancak fetih sonrası o bölge şirk zulmünden temizlenmiş, orada
camiler yapılmış, Kur’ân-ı Kerim okutulmuş, ezan sesleri duyulmuş, Müslüman beldesi haline
gelmeye başlamıştır (Utbî 1966: 331). Nitekim o, fethettiği yerlerin putlarını kırarak yerine cami
ve medrese yaptırmıştır. O, dinî kurallara hassasiyetle yaklaşmış, siyasi menfaati olsa bile dinin
caiz görmediği konularda temkinli davranmıştır. 417/1027 yılında Türkistan bölgesindeki
gayrimüslim Türk hükümdarlarından Kaya Han ve Buğra Han tarafından gelen elçi, Gazneli
Mahmud ile akrabalık ilişkileri kurmak istediklerini bildirdiklerinde Sultan ona: “Biz
Müslümanız, sizler ise kâfirsiniz. Bizim kızımız ve kız kardeşimiz size uygun olmaz. Eğer Müslüman
olacaksanız ona göre tedbirinizi alınız (Gerdîzî 2005: 275)” diyerek dinî hassasiyetini göstermiştir.
Utbî’nin “Yeminuddevle halkın umudu, dinin ışığı ve iftiharı olan bir padişahtır (Utbî 1966: 404).”
şeklinde tavsif ettiği Gazneli Mahmud, muttakî, muvahhit ve din işlerine sımsıkı sarılan bir
hükümdardır. O, Kur’ân ve Sünnet’e bağlı olup, Kur’ân-ı Kerim’in tilavetini ihmal etmemiş,
genellikle namazlarını cemaatle kılmıştır. Nitekim kolayca Gazne Cami’ne gidip gelebilmek için
Fîrûzî Köşkü ile cami arasında gizli bir yol yaptırmıştır. Gazneli Mahmud, gönlünde hep hac
arzusunu ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sevgisini taşımış, Horasan’dan Mekke’ye onun
ziyaretine giden hac kafilelerinin yol güvenliğini sağlamıştır (Halîlî 2013: 126). O, İslâm
âleminin birliğini sağlamak için Karmatîlere karşı mücadele vermiş, Karmatî düşüncenin
ülkesine girmesini engellemeye yönelik her türlü tedbiri almış ve istihbaratı güçlendirmiş,
403/1013 yılında Nîşâbur’da Karmatîliği yaymaya çalışan Karmatî dâîsi Tâhertî’yi affetmemiş,
idam ettirmiştir (Halîlî 2013: 127).
Gayr-i Müslimlere ve Ehl-i Sünnet dışı batıl tüm oluşumlara karşı sert bir tavır takınan ve
devleti içerisinde müsamaha göstermeyen Gazneli Mahmud, Müslümanlara karşı daima
adaletli ve merhametli davranmıştır. Selçuklu Türkmenleri Horasan’a getirildikleri sırada Tûs
Valisi Arslan Câzib, ileriye dönük endişelerini dile getirerek Gazneli Mahmud’tan getirdiği
Türkmenlerin öldürülmesi veya başparmaklarının kesilmesini istemiştir. Buna karşı Gazneli
Mahmud, adaletli ve Müslümanlara karşı müşfik tavrını ortaya koyarak “Sen ne katı kalplisin;
suçları kesinleşmemiş Müslümanlara söylediğin şeyi nasıl yapabilirim” sözleriyle karşı çıkmıştır
(Müstevfî 2015: 20).
Dönemin kaynaklarından Utbî, Gazneli Mahmud’u her önemli işinde istihâreye yatan,
şehadete hırsla koşan birçok dini meziyetlere sahip bir sultan olarak şöyle zikreder: “Sultan
Mahmud Harezm, Büst, Kannuc ve Muharre fethinden sonra Gazne’ye doğru yola çıkmak için istihareye
yatmış ve uykusundan lezzet alan Sultan, saadet şevki ve şehadet hırsıyla Seyhun, Ceylem, Cend, Raha,
İraye, Beyt-i Herz ve Şetlider nehirlerinden geçer. Gittiği her yerde elçiler karşılar, ona itaat ederler.
Kaşmir’e vardığında hükümdarı kendisine itaat eder. Her düşmanına tek çare olarak İslâm ve teslimiyeti
önerir. Hicri 20 Recep 409 yılında Macun’a geçer. Daha sonra hedefi olan Burne’ye varır. Burne’de Hint
hükümdarlarıyla birlikte on bin kişi İslâm’la müşerref olur. Sonra Kulçent Kalesi’ne Allah’u Ekber
SUTAD 45
357
Mustafa AKKUŞ
358
diyerek girerler (Utbî 1966: 376).” 2 Utbî, Gazneli Mahmud’un Kur’an ayetlerini kendine rehber
edindiği ve o çizgide yürüdüğünü ifade eder (Utbî 1966: 391).
Yine muahhar kaynaklardan Cüzcânî ve Zehebî, Gazneli Mahmud’u basiret sahibi ve
Allah’ın veli kullarından olan bir devlet başkanı olduğunu, zor durumlarda Allah’ın yardımı ve
ikramına nail olmuş bir sultan olarak görürler (Cüzcânî 1984: 230; Zehebî 1996: IV, 86). Nitekim
Gazneli Mahmud, Sûmenât seferi dönüşünde İslâm ordusunu ıssız bir bölge üzerinden Sind
bölgesine çekmek istemiş, bu hedefine ulaşmak için yolu bilen bir rehbere ihtiyacı olduğunu
belirtmiştir. Bu sırada Hint asıllı biri gelip Gazneli Mahmud’a yol gösterebileceğini bildirerek
onu ve ordusunu susuz bir çöle götürünce, rehberin ihaneti ortaya çıkmış, o Hindû: “Ben
kendimi Menat (muhtemelen sumenat) putuna feda ettim. Seni ve ordunu susuz bir çöle getirdim ki helak
olasınız” diyerek niyetini açıklamıştır (Cüzcânî 1984: 230). Bunun üzerine Gazneli Mahmud,
hain Hindû rehberin kellesinin vurulmasını emretmiştir. Ardından ordusu ile konaklamış, gece
ilerleyince ordusundan uzak bir yere giderek Allah’a yalvarmış ve kendilerinin bu susuzluktan
kurtulmaları için dua etmiştir. Geceleyin ordusunun kuzey tarafından bir nur görülmüş, sultan
ordusuna görünen aydınlığa doğru gitmesini emretmiştir. Güneşin doğuşuyla Allah İslâm
ordusunu suya kavuşturmuş, böylece Müslümanlar helak olmaktan onun duasıyla
kurtulmuşlardır (Cüzcânî 1984: 231).
Benzer bir rivayetten Şebânkâreî de bahseder. Hindistan seferlerinin birinde ordusuyla
susuzluğa maruz kalan Gazneli Mahmud, çadırına çekilerek: “Ya Rabbi kullarını suya doyur!”
diyerek dua edince, bir bulut belirerek dolu yağmaya başlamış, Gazneli Mahmud ve ordusu
kovalarını doldurarak susuzluk felaketinden kurtulmuşlardır. Ardından Gazneli Mahmud, iki
rekât şükür namazı kılarak Rabbine dua etmiştir (Şebânkâreî 1984: 68- 69). Şebânkâreî Gazneli
Mahmud’un velayet sahibi, duası makbul, kalp gözü açık bir sultan olduğuna dair başka bir
rivayet daha nakleder. Rivayete göre: Sultan Mahmud’un sakin, fırtınanın olmadığı bir günde
askerlerinden çadırların toplanılması ve ahırların tahkim edilerek kapatılmasını ister. Akabinde
sultan namaz kılmaya başlar. Onun namaz kılmaya başlamasıyla insanları dahi uçuracak
şiddetli bir fırtına koptuğu görülmüş, Gazneli Mahmud ve ordusu Rabbinin lütfu ve sultanın
da tedbiriyle fırtınadan sağ salim kurtulmuştur (Şebânkâreî 1984: II, 69).
Gazneli Mahmud, kendi itikadî düşüncesinden olan komşu Müslüman devlet
hükümdarlarının dinî ve fıkhî bilgilerini sınamış, ara sıra onlara fıkhî ve itikâdî sorular
yöneltmiştir. Dinî konudaki bilgi ve derinliği yönüyle de çevre hükümdar ve sultanlar üzerinde
tahakküm kurmuştur. Tasavvufi konulardaki derinliği Karahanlı hükümdarı Buğra Han’a bir
elçiyle gönderdiği mektupta da açıkça görülmektedir (Beyhakî 1940: III, 1218). 3
Dini ve tasavvufi yönü güçlü olan Gazneli Mahmud, siyasî ve içtimaî alandaki sorunları da
dinî uygulamalarla çözmeye çalışmış, kalbinin mutmain olması için sıkıntılarını dini
konumlarına göre şeyhi veya müridi gibi gördüğü danışmanları, vezirleri ve âlimleriyle
2
3
Utbî’nin zikrettiği başka bir rivayette de Sultan Mahmud Sistan’ın fethi sonrası Multan üzerinden Behatiye adlı
bölgeyi ele geçirmiş, orayı şirk ve şirk ehlinden temizleyerek bölgenin her köşesine İslâm dini ve şeriat-ı
Muhammedi’yi yerleştirmiştir. Camiler ve medreseler yapmış, âlimleri farz ve sünneti öğretmekle vazifelendirmiş,
helal ve haramı belirlemeleri ve öğretmeleri üzere görevlendirmiştir. Bu arada Gazneli Sultan Mahmud Multan
Valisinin kötülük ve fesada iyice bulaştığı, akidesinin bozulduğu ve Multan halkını kendi hevasıyla yönettiği ve
onlara eziyet ettiği haberini almıştır. Böylece dini gayreti ve hamiyeti coşarak karar verme konusunda bir işaret
beklentisiyle istihareye yatmış, İslam’ın dostları ve hakkın yardımcısı olan ordusuyla birlikte Multan’a doğru sefere
çıkmış ve zafer elde etmiştir. (Utbî 1966: 279)
Beyhakî bu mektup ve mektuba verilen cevapla ilgili ayrıntılı bilgiler verir. Mektuba Maverâünnehir âlimlerinin
toplanıp cevap vermekte zorlandıkları, ilimde derinliği, fazileti ve güzelliğiyle bilinen, Arap dilinin belâgatını iyi
bilen Buğra Han’ın danışmanı Muhammed b. Abduh el-Kâbet’ın özlü bir cevabını Gazne’ye gönderdiğini zikreder.
Ayrıntılı bilgi için bkz. (Beyhakî, 1940; III, 1218).
SUTAD 45
Gazneli Mahmud’un Mutasavvıflarla İlişkisi
paylaşmıştır. Nitekim onun yanındaki vezir ve vekilleri ilim ve irfandan nasibi olan insanlar
olmaları sultanı bu açıdan güçlendirmiştir. 4
Dönemin kaynaklarında Gazneli Mahmud’un Rasülullah’ı sık sık rüyasında gördüğü, her
türlü müşkülünü ona arz ettiği veya onun ikram ve iltifatına mazhar olduğu rivayet edilir.
Tarih-i Güzide’de rivayet edildiğine göre Gazneli Mahmud’un kafasını sürekli üç mesele meşgul
etmiştir. Bunlardan birincisi efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hadisinde geçen âlimlerin
peygamberlerin varisi olması, ikincisi ise kendi soyunun doğru olup olmadığı ve üçüncü ise
hesap günün nasıl olduğu konusudur. Bu sorularla kafası meşgul olan Gazneli Mahmud bir
gece bir medresenin önünden geçerken karanlıkta ders çalışan bir talebeyi görmüş acıyarak
elinde bulunan mumu talebeye vermiştir. Gece rüyasında efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’i
görmüş ve Rasülullah ona şöyle seslenmiştir: “Ey Sebük Tegin’in oğlu! Allah seni dünya ve ahirette
saygın kılsın, sen benim varisimi saydığın gibi” deyince Gazneli Mahmud gönlünü meşgul eden
sorulara cevap bulmuştur (Müstevfî 2015: 503). 5
Gazneli Mahmud’un menkıbevi hayatı hakkında kaynaklarda zikredilen birçok rivayet
vardır. Bunlardan bir diğeri ise şudur: Bir gün Gazneli bir vatandaş Sultan Mahmud’a gelerek
zalim biri hakkında şikâyetçi olur ve sultana:“Geceleri zalim bir insan beni döverek evimden çıkarır
ve mahremimle aynı yatakta yatar, beni bu durumdan kurtar” der. Bu durumdan çok rahatsız olan
Gazneli Mahmud: “Saldırgan adam evine gelince sessiz bir şekilde sarayıma gelerek beni haberdar et”
der. Saldırgan, şikâyetçi adamın evine girince o, derhal Gazneli Mahmud’a haber vermiş,
Gazneli Mahmud da bizzat şikâyetçi adamın evine giren saldırganı görünce aniden saldırıya
geçerek öldürmeden önce hızla mumu söndürmüş ve sonra saldırganı katletmiştir. Ardından
secdeye kapanmış ve bir bardak su içmiştir (Halîlî 2013: 118). Şikâyetçi adam Gazneli
Mahmud’un bu davranışının sebebini sorunca: “Mumu söndürmemin sebebi saldırgan insanın
yüzünü görmek istemediğim içindir. Görürsem belki yakınım olabilir, adaletime gölge düşürebilirdi.
Secdeye gitmemin sebebi öldürülen saldırganın herhangi bir akrabam olmadığı, dolayısıyla onun
günahına ortak olmadığım için Rabbime şükretmemdendir. Su içmemin sebebi ise senin bana bu haberi
getirdiğinden beri bir yudum suyun ve bir lokma ekmeğin dahi boğazımdan geçmediğindendir (Halîlî
2013: 119)” şeklinde cevap vermiştir.
Hayatını hep gaza ve seferde geçiren Gazneli Mahmud’un vücudu hayatının son
günlerinde zayıflamaya başlamıştır. Bu da çok savaşa katılması ve özellikle hemen her yaz
mevsimini Hindistan seferleriyle geçirmesinden kaynaklanmıştır (Zehebî 1996: XVII, 493). Buna
4
5
Gazneli Mahmud bir gün sabah namaz kılarken omuzu seviyesinde olan aynada kendini görür. Bu arada veziri
Ahmed Hasan Meymendî içeriye girer. Gazneli Mahmud ona başını sallayarak oturmasını ister, vezir de Gazneli
Mahmud'un önüne oturur. Namazını tamamlayan Gazneli Mahmud hırkasını giyer, tacını başına koyar,
müzeyyenlerini takarak aynaya bakar, kendi yüzünü görünce tebessüm ederek vezirine: "Biliyor musun ki şu anda
gönlümden ne geçiyor?" der. Bunun üzerine veziri: "Efendim daha iyi bilir" deyince Gazneli Mahmud: "İnsanların beni
sevmemelerinden korkarım. Çünkü benim yüzüm güzel değildir. Genelde insanlar yüzlü güzel padişahları sever" deyince
veziri: "Öyle ise sen öyle iş yap ki insanlar seni ailesinden fazla sevsinler! Senin emrin üzerine suya ve ateşe koşsunlar."
Vezirin bu anlamı sözleri üzerine Gazneli Mahmud: "Ne yapayım?" deyince veziri "Altını düşman olarak gör ta ki
insanlar seni sevsin!" der. Vezirin bu sözleri Gazneli Mahmud'un hoşuna gider: "Bu sözün içinde bin mana ve fayda var"
diyerek vezirin dediklerini uygulamaya koyar (Nizâmülmülk 2009: 65). Benzer hikâyelerden birini de Müstevfî
rivayet eder: Gazneli Mahmud bir gün aynaya bakarak kendi çirkin yüzünden tiksinir. Onun bu halini gören veziri
Gazneli Mahmud’a sebebini sorunca: “halkımın yüzüme bakıp nurlanmaları ve sevinmeleri gerekir. Fakat benim çirkin
yüzüme bakan halk belki de kör olabilir” diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir. Bunun üzerine Gazneli Mahmud’un
ferâsetli veziri akıllıca bir cevap vermiştir: “Sîretinizi düzeltiniz. Çünkü sîretiniz herkesi kapsar. Güzel sîret ve ahlakla
gönülleri fethedebilirsiniz” şeklinde konuşmuştur. Vezirin bu sözleri Gazneli Mahmud’un hoşuna gitmiş ve o andan
itibaren sîretini güzelleştirmeye çalışmıştır. (Müstevfî 2015: 498).
Başka bir rivayete göre Gazneli Mahmud’un rüyasına giren Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle seslenmiştir: “Ey Sebük
Tegin’in oğlu! Sen benim varisime ikram ettiğin gibi Allah sana da ikram etsin” buyurmuştur. (Saray Bosnavî 1255/1839:
37).
SUTAD 45
359
Mustafa AKKUŞ
360
rağmen hekimlerin istirahat et tavsiyelerine aldırmadığı gaza faaliyetlerine devam ettiği,
özellikle 418/1027 yılında gerçekleşen Catlar Savaşı sonrası iyice zayıf düştüğü bildirilmiştir
(Zehebî 1996: XVII, 493; Kargar 2005: 18). Bir süre Horasan’da asayişi sağlayan (Hücvîrî 2007:
17; Kargar 2005: 18; Bayur 1987: I, 179). Gazneli Mahmud’un sıhhatine Belh’in havası iyi
gelmeyince Gazne’ye giderken vezirine: “Ey Ebû Hasan Şeyhiniz gitti” diyerek altmış bir yaşında
4 Rabîülâhir 421/11 Nisan 1030 tarihinde Cumartesi günü vefat etmiştir (Zehebî 1996: XVII, 493;
Cüzcânî 1984: 231; Hücvîrî 2007: 16; Şebânkâreî 1984: II, 66).
Kaynaklarda tasavvufi yönü ve menkıbevi hayatı hakkında birçok rivayet zikredilen
Gazneli Mahmud sonraki dönemlerde Horasan mutasavvıflarının büyüklerinden sayılmıştır.
Bazı kaynaklarda onun Horasan’da yetişen tasavvufun yedi sultanından biri olduğu zikredilir. 6
Dinî ve siyasî açıdan parlak bir geçmişe sahip olan Gazneli Mahmud, âlimlerin, fazılların ve
mutasavvıfların gönlünde de taht kurmuştur. Hayatı dünyanın aydınlığı, dünya ehlinin refahı
olarak görülürken, ölümü ise kıyametin kopması, dünyanın kararmasına benzetilmiştir (Târîh-i
Sîstân, 1966: 338).
Gazneli Mahmud’un Mutasavvıflarla İlişkileri
Gazneli Mahmud izlediği dini politikası gereği Sünni İslâm inancını hâkim kılmak için
döneminin âlim, fakih, zahid, muttaki ve keramet sahibi mutasavvıf ve ariflerini desteklemiş,
Ehli Sünnet akaidini öğretecek ve yaşatacak kurumlar ihdas etmiştir. 7 Ehl-i Sünnet itikadına
ters düşen itikadi ve fikri akımlarla mücadele etmekten, bu tür topluluklara ve devletlere karşı
seferler düzenleyerek savaşmaktan kaçınmayan Gazneli Mahmud Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat
üzere olan fikrî ve tasavvufî akımları Gazneli Devleti topraklarında yaşatmak için mücadeleler
vermiştir. Utbî, Cüzcânî, Zehebî ve Şebânkâreî gibi müverrihlerin velayet ve keramet sahibi
zühd ve takva üzere yaşayan bir sultan olarak vasıfladıkları Gazneli Mahmud, döneminin
birçok mutasavvıfıyla görüşmüş, onlara saygı ve hürmet göstermiş, sufilerin dua ve
teveccühüne mazhar olmuş, hazarda ve seferde onların yardım ve desteğini görmüş bir
hükümdardır.
Gazneli Mahmud (998-1030) dönemi tasavvufun hızla yayıldığı bir dönem olmuştur. Sultan
Mahmud birçok büyük mutasavvıfla aynı havayı teneffüs etmiş, bazılarıyla bizzat görüşmüş,
özel ziyaretler yapıp fikir teatisinde bulunmuştur. Bu dönemin önemli mutasavvıflarından biri
fakih, arif ve zahid olan İmam Abdurrahman b. Ebû Şureyh b. Ahmed b. Muhammed el-Ensârî
(ö. 390/1000) dir. Onunla aynı dönemde yaşayan Gazneli Mahmud’un âlim, imam ve
fakihlerinden olan İsmâil b. Ahmed b. İbrâhim b. İsmâil Ebû Sa’d el-İsmâilî (ö. 395/1005),
Buhara bölgesindeki hadis ekolünün reisi sayılan İmam Ebû Abdullah Hüseyin b. Muhammed
b. Halîmî (ö. 402/1012) ve bu dönemde yetişen keramet ve velayet sahibi Ebû Ali el-Hasan b. Ali
ed-Dekkâk (ö. 405/1015) onun yakın arkadaşlarındandır (Palabıyık 2001: 68). Ancak
Abdurrahman el-Ensarî’nin Gazneli Mahmud ile görüştüğüne dair kaynaklarda herhangi bir
bilgi yoktur.
6
7
Rivayet edildiğine göre Horasan’da tasavvuf alanında yedi kişi sultan lakabını almıştır. Bunların İmam Ali b. Musa
er-Rıza, Bayezid Bistâmî, İbrahim Ethem, Cüneyd-i Bağdadî, Mahmud-ı Gaznevî, Ebû Said Ebû’l-Hayr ve Sencer-i
Selçuki olduğu aktarılmıştır (Nefisî 1956: 6).
Utbî’nin aktardığına göre Sultan Mahmud Gaza ve seferlerden elde ettiği bol ganimetleri büyük oranda din ve
eğitim kurumlarına harcamış, cami ve medrese gibi kurumlar inşa ederken diğer yandan da zengin vakıflar
kurmuştur. Tarih-i Yemini’nin farklı yerlerinde birkaç kez bahsettiği bu konu ile ilgili bir rivayetinde de şöyle der:
“Gazne’ye Hint diyarından muzaffer ve eli bol olarak dönmüştür. O kadar çok ganimet ve köle getirilmiş ki Gazne şehri dar
gelmiştir. Horasan, Maveraünnehir ve Irak’an gelen esnaflar bu durumdan çok yararlanmış, Gazne’de yeni bir ulu cami
yapılmıştır. Sultan Mahmud, âlimlerin yetişmesi için caminin yanında bir medrese yapmış ve medrese masraflarını karşılamak
üzere bir vakıf kurmuştur. Medrese hocalarına bu vakıftan maaş bağlanmıştır. Sultan kendi evinden camiye kadar bir yol da
yaptırmış ve gönül rahatlığıyla camiye gider gelmiştir (Utbi 1966: 388).”
SUTAD 45
Gazneli Mahmud’un Mutasavvıflarla İlişkisi
Gazneli Mahmud’un ilk görüştüğü ve seyr-i sülûkünde etkisi olan, ilim ehli ve kerâmet
sahibi mutasavvıflardan Şeyh Ebû Zer Buzcânî, Sebük Tegin döneminde Horasan’ın Buzcân
bölgesinde yaşamıştır. Sebük Tegin, Şeyh Ebû Zer Buzcânî’yi ziyaret ederek nasihatlerini
dinlemiş, henüz küçük yaşta olan oğlu Mahmud’u da beraberinde götürmüştür. Mahmud’u
gören Şeyh Ebû Zer Buzcânî, yanında oturtarak ona nasihatler etmiş, Buzcânî ona iltifatlar
ederek bir süre yanında tutmuş ve terbiyesiyle ilgilenmiştir. (Câmî 1971: 399-400). 8 Daha küçük
yaşta tasavvuf ve tarikat âlemiyle tanışan Gazneli Mahmud, büyüyünce tasavvuf erleriyle iç içe
olup, sorular sormuş ve hayır dualarını almıştır.
Gazneli Mahmud dönemi ileri gelen mutasavvıflardan biri Ebû Abdurrahman Muhammed
b. Hüseyin b. Muhammed b. Musâ b. Halid b. Sâlim el-Ezdî es-Sülemî (325/936–412/1021) dir.
Horasan sûfîlerinin şeyhi olan Ebû Abdurrahman es-Sülemî Hafız, zahid, âlim ve muhaddis bir
zat olup, yüzden fazla eser telif etmiştir (Sülemî 2003: 15; Salihî 1989:III, 243). Sülemî,
Nîşâbur’da kendi medresesini kurmuş, meşhur “Tabakâtü’s-Sûfîye” adlı eserini burada kaleme
almış, ayrıca “Hakâyiku’t-Tefsir” adlı tasavvufi bir tefsir yazması onu mutasavvıfların piri olarak
meşhur etmiştir (İbâdî 1999: 286). Sülemî, tasavvuf hırkasını dönemin meşhur tasavvuf
üstatlarından Şeyh Ebu’l-Kâsım Nasrâbâdî’nin elinden giymiş, Gazneli ve Selçuklular
döneminin en meşhur mutasavvıfı olan Şeyh Ebû Said Ebu’l-Hayr, onun müridi ve talebesi
olmuştur (Câmî 1971: 352).
Gazneli Mahmud döneminde yetişmiş tasavvuf erlerinden olan Hâce Muhammed b. Ebû
Ahmed el-Çiştî (ö. 411/1021), genç yaşta dini eğitimini tamamlayarak, züht alanında kemale
ermiş, babasının vefatından sonra da tarikatın başına geçmiştir. Dünya ve dünya ehlinden uzak
olan Çiştî, insanları da bu yola davet ederek “Bizim evvelimiz ve ahirimiz dünyayı terk etmektir”
diyerek tasavvuf düşüncesini ortaya koymuştur. Rivayet edildiğine göre Gazneli Mahmud’un
Sûmenât seferine katılmış, sultanla beraber yolculuk yapmış, gaza sırasında İslâm ordusuna
büyük yardımı dokunmuştur. Gazneli Mahmud ile sefere çıktığı sıralarda yetmiş yaşlarında
olduğu aktarılan Çiştî, dervişleriyle beraber müşrik ve mülhitlerin üzerine gazaya çıkmıştır. Bir
gün Müslüman ordusu müşriklere karşı zayıf düşünce Çiştî, Çişt bölgesindeki Muhammed
Kâkû adlı değirmenci müridini çağırmış, onun yardım ve desteğiyle Sultanın ordusu zafere
ulaşmıştır (Câmî 1971: 372).
Gazneli Mahmud’un bu dönemde görüştüğü mutasavvıflardan biri de Nîşâburlu Osman
el-Harkûşî (ö. 417/1027) dir. Çok hayırsever bir âlim olan el-Harkûşî, Gazneli Mahmud’un
huzuruna çıkınca sultan onu ayakta karşılamış ve saygı göstermiştir. Belli zamanlarda Nîşâbur
halkından vergi toplayan Gazneli Mahmud’u tenkit ederek dilenci durumuna düştüğünü
yüzüne söylemiştir. Buna karşı Gazneli Mahmud, şaşırarak nasıl dilenci durumuna düştüğünü
sorunca el-Harkûşî, “fakir ve zayıf insanlardan vergi toplamak dilencilikten başka bir şey değildir” diye
cevap vermiştir. Harkûşî’nin bu uyarısı üzerine Gazneli Mahmud, âlim ve âriflere duyduğu
saygı ve dini siyasetinin bir tezahürü olarak Nîşâbur üzerindeki vergi yükünü kaldırdığı
rivayet edilir (İbnü’l-Esîr 1965: IX, 350).
Gazneli Mahmud döneminin büyük zâhidlerinden biri de 351/963 yılında Bistâm’ın
Harakân köyünde dünyaya gelen Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Harakânî’dir. Hâl ve keramet
8
Molla Câmî, Şeyh Ebû Zer Buzcânî’nin bir kerametinden de bahseder. Onun Buzcân’da bir medresesi olduğu, o
bölgede oturanların evliyası olduğunu zikrederek şu kerametini anlatır: Bir gün medrese kapısında beklerken
medreseden çıkan hizmetliye: “Bugün veliler nasıl” diye sorduğunda hizmetlinin: “Veliler bu gün yiyecek bulamadılar”
şeklinde cevap verdiği nakledilmiştir. Bunun üzerine Şeyh Ebû Zer Buzcânî’nin hizmetliye medresenin ortasında
bulunan dut ağacını sallamasını istediği, ağaç sallanınca altınların döküldüğü, Şeyh Ebû Zer Buzcânî’nin ise: “Git bu
altınları sat yiyecek bir şeyler al” dediği rivayet edilmiştir. (Câmî 1971: 400).
SUTAD 45
361
Mustafa AKKUŞ
362
sahibi olan Ebu’l Hasan el-Harakânî’yi Gazneli Mahmud ziyaret etmiş, ondan nasihatler
dinlemiş, ne ihtiyacı varsa gidereceğini dile getirmiştir. Ancak el-Harakânî ondan hiçbir şey
kabul etmemiştir (Nefîsî 1956: 17). Gazneli Mahmud döneminde saygın bir şekilde yaşayıp
tasavvuf erbabı ve şeyhi olan Ebu’l-Hasan el-Harakânî tasavvufî düşünceleriyle öne çıkarak bu
alanda meşhur “Nûru’l-Ulûm” eserini de kaleme almıştır. Hayatını ilim, irfan ve dervişlerle
geçiren Ebu’l-Hasan el-Harakânî 425/1033 yılında Harakân’da vefat etmiştir (Palabıyık 2001:
68).
Müderris ve mutasavvıflara yoğun ilgi gösterip onlarla yakından temas kuran Gazneli
Mahmud, Horasan’a gelince el-Harakânî’yi ziyaret etmek istemiştir. Ancak Horasan’a gelme
amacının Ebu’l-Hasan el-Harakânî’yi ziyaret etmek olmayıp asıl hedefinin Horasan işleriyle
uğraşmak olduğunu, dolayısıyla el-Harakânî’nin ziyaretine gitmenin edebe mugayir olduğunu
dile getirerek ziyaretini ertelemiştir. Bunun için el-Harakânî’yi ziyaret etmeden Gazne’ye
dönmüş, Hindistan fetihlerine devam etmiştir. O, Hindistan dönüşünde sadece el-Harakânî’yi
ziyaret etmeye niyetlenmiş, şeyh hırkasına kuşanarak Horasan’a tekrar gelmiştir (Halîlî 2013:
129). Gazneli Mahmud ile Ebu’l Hasan el-Harakânî arasında yaşanan bu hadise birçok eserde
zikredilir. Bu hadiseyi en ayrıntılı zikreden Tezkiretü’l-Evliyâ adlı eserin müellifi Feridüddin
Attâr dır. Olay şöyle anlatır:
Vaktiyle Sultan Mahmud, Ayaz (zekâsı ve ferasetiyle Sultan’ın hizmetine girmiş özel
gulamı)’a: “Kendi hil’atımı sana giydirip yalın kılıcı, kölelerimin yaptıkları tarzda başının üstünde
tutacağım” {seni padişah, kendimi köle kıyafetine sokacağım) diye vaad etmişti. Mahmud. şeyhi
ziyarete geldiğinde, bir elçi vasıtasıyla: “Sultan, senin için Gazne’den buraya geldi, sen de onun için
hankahından çıkıp çadırına gel, diye şeyhe haber salmış, ayrıca elçiye, eğer gelmezse, kendisine Hak
Teala'nın : “Allah’a itaat ediniz, Resüle ve sizden olan ulû’l-emre de itaat ediniz”. (Nisa/59) sözünü
okuyunuz” demişti. Elçi haberi ulaştırınca, Şeyh: “Beni mazur görün,” dedi. O vakit söz konusu
ayeti okudular. Şeyh: “Gidin ve Mahmud’a deyin ki: “Allah'a itaat ediniz” de öylesine müstağrak
olmuşum ki, . “Resüle itaat ediniz” de bulunmaktan dahi ar ediyorum, “Ulü’l-emr”, ibaresine nereden
ulaşırım,” dedi. Elçi geri dönüp Mahmud’a şeyhin sözlerini nakletti. Bu sözler Mahmud’un
rikkatine dokundu ve: “Hadi kalkınız, zira o, bizim sandığımız kimselerden değildir,” dedi. Sonra
kendi elbisesini Ayaz’a verip giydirdi ve on tane cariyeyi de erkek kölelerin kıyafetine soktu,
kendisi de silahdâr olarak Ayaz’ın önüne düştü, maksadı şeyhi imtihan etmekti. Şeyhin
zaviyesinin yolunu tuttu, savmanın kapısından içeri girince selam verdi, şeyh “aleyküm selam”
, dedi, ama ayağa kalkmadı, sonra yüzünü Mahmud’a çevirdi, Ayaz’a hiç bakmadı. Mahmud:
“Sultan için ayağa kalkmadınız? Bütün bunlar tuzak mı oluyor.” dedi. Şeyh: “Evet, tuzaktır, ama bu
tuzakla avlanacak kuş sen değilsin.” dedi. Sonra Mahmud’un elinden tutup: “Madem ki seni öne
geçirmişler, şöyle öne gel, bakalım.” dedi. Mahmud: “Bana söz söyle, öğüt ver.” dedi. Şeyh: “Şu
namahremleri dışarı gönder.” dedi. Bunun üzerine Mahmud işaret etti, namahremlerin hepsi
dışarı çıktı. Mahmud: “Bana Bayezid’den bir hikâye söyle”, dedi. Şeyh: “Bayezid demiştir ki, her kim
beni görürse, alnına bedbahtlık yazısı yazılmaktan emin olur,” dedi. Mahmud: “İyi ama onun rütbesi
Peygamberlerinkinden daha mı büyüktür? Ebu Cehil, Ebu Leheb ve daha başka bir sürü münkirler onu
gördükleri halde yine de cehennemlik olan talihsizlerden oldular”, dedi. Şeyh Mahmud’a: “Edebe dikkat
et, kendi vilayetinden tasarrufta bulun, zira hakikatte Mustafa’yı (a.s) onun dört dostundan ve
ashabından başkası görmemiştir. Bunun delili nedir bilir misin? “Görüyorsun ki, onlar sana nazar
etmekteler, hâlbuki (seni olduğun gibi) görmüyorlar, (A’raf/198) ayeti.” Bu söz Mahmud’un hoşuna
gitti 9 ve: “O bana öğüt ver,” dedi. Şeyh: Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazı cemaatle
9
Bu rivayet birçok tabakat kitaplarında farklı şekillerde de olsa zikredilir. Hâce Abdullah el-Ensarî el-Herevî
“Tabakâtı’s-Sûfîye” adlı eserinde Gazneli Mahmud’un Bâyezîd-i Bistâmî’nin dervişi ile diyaloguna yer vermiştir.
Aktarıldığına göre Gazneli Mahmud, Bâyezîd-i Bistâmî’nin kabrine gidince kabrin başında bekleyen bir dervişi
SUTAD 45
Gazneli Mahmud’un Mutasavvıflarla İlişkisi
kıl, cömert ol, Allah’ın yarattıklarına şefkat göster, dedi. Mahmud: “Bana dua et,” dedi. Şeyh:
“Allah’ım, iman sahibi erkek ve kadınları affet”. (İbrahim/41) derken sana da dua etmiş oluyorum,” dedi;
Mahmud: “Hususi olarak dua et”, dedi. Şeyh: “Ey Mahmud; akıbetin mahmud (makbul) olsun,” dedi.
Sonra Mahmud şeyhin önüne bir kese altın koydu, şeyh de onun önüne arpadan yapılmış bir
yufka koydu ve: “Buyur ye”, dedi. Mahmud ekmeği çiğniyor, ama ekmek boğazından
geçmiyordu. Şeyh: “Galiba boğazına durdu,” dedi. Mahmud: “Evet öyle,” dedi. Şeyh: “İster misin
ki, bu altın kese de bizim boğazımıza dursun? Kaldır şunu, zira biz onu üç talakla boşamışızdır,” dedi.
Mahmud: “Mutlaka bir şey yapmalısın, (bu parayı bir yere sarf etmelisin)” dedi. Şeyh: “Kat’iyen
olmaz,” dedi. Mahmud: “Şu halde bana senden bir hatıra ver,” dedi. Şeyh de haki gömleğini
kendisinden bir yadigâr olmak üzere ona verdi. Mahmud geri dönerken: “Ey Şeyh! Zaviyen de
hoşmuş,” dedi. Şeyh: “Bunca şeylerin var! Sana bu da mı lazım,” dedi. Sonra Mahmud oradan
ayrılacağı vakit, şeyh onun için ayağa kalktı. Mahmud: “İlk defa geldiğimde iltifat etmemiştin,
şimdiyse ayağa kalkıyorsun, o hal neydi, bu ikram nedir?” diye sordu. Şeyh: “Önce Padişahlık gururu
ve imtihan için geldin, şimdi inkisar ve dervişlik haliyle gidiyorsun ve dervişlik devletinin güneşi
üzerinde ışıldamaya başladı. Evvelce padişah olduğun için kalkmadım, şimdi derviş olduğun için
kalkıyorum,” dedi. Sonra Sultan, o sıralarda gazaya gitmek üzere oradan ayrıldı, Sumenât’a
geldi. İçine mağlup olma korkusu düşmüştü. Birden atından inip bir köşeye çekildi, yüzünü
toprağa koydu ve şeyhin söz konusu gömleğini eline alıp: Ya İlahi! Şu hırkanın sahibinin yüzü
suyu hürmetine şu kafirlere karşı bize zafer verirsen, ganimet olarak ele geçireceğim her şeyi
dervişlere vereceğim, diye dua eder etmez küffar tarafından bir toz ve duman koptu. Karanlıkta
kılıçlarını birbirine saplayıp yekdiğerini katlettiler ve dağılıp gittiler. Böylece İslâm askeri zafer
kazanmış oldu. O gece Mahmud bir rüya gördü. Şeyh diyordu ki: “Hakk’ın dergahında,
hırkamızın yüzü suyu hürmetine muzaffer oldun, eğer o anda isteseydin, kafirlerin tümüne İslâm’ı nasip
ederdin... (Attâr 1984: 701-703)”
Gazneli Mahmud döneminde yetişmiş şair ve mutasavvıflardan biri de Ebû Said Fazlullah
b. Ebu’l-Hayr el-Meyhenî (357/967–440/1049) dir (Nefisî 1956: 2). Onun babası da aynı bölgede
attarlık yaparak tasavvufla yakından ilgilenmiştir. Babası tasavvufa girmeden önce hep Gazneli
Mahmud’a aşırı derecede sempati duymuş, onun ve onun fillerinin resimlerini, yaptırdığı
köşkünün her tarafına çizmiştir. Derken bir gün küçük yaşta olan oğlu Ebû Said Ebu’l-Hayr,
“baba bana da bir ev alır mısın?” demiştir. Bunun üzerine Ebû Said Ebu’l-Hayr’a bir ev almış, Ebû
Said Ebu’l-Hayr da evinin her tarafına Allah yazmıştır. Babası ne yaptığını sorunca Ebû Said
Ebu’l-Hayr: “Sen kendi sultanının resmini çizersin ben ise kendi sultanımı çizerim” diyerek çocuk
yaşta babasına tasavvufi bir ders vererek, ileride ne kadar büyük bir mutasavvıf olacağını
göstermiştir (Attâr 1984: 827-828).
Gazneli Mahmud döneminin ve XI. yüzyılın en büyük mutasavvıfı olan Ebu’l-Hayr, büyük
Şâfiî fakihleri Ebû Abdullah Hadrî ve Ebû Bekir Kaffâl’dan ilim öğrenmiştir. Dönemin büyük
tasavvuf üstatlarından Ebü’l-Kâsım Bişr-i Yâsîn’den şiir ve edebiyât; Ebû Ali Zâhir b.
Ahmed’den fıkıh ve tefsir dersleri almıştır. Ardından dönemin meşhur mutasavvıflarından
Lokmân-ı Serahsî ile tanışmış, o da Ebû Nasr es-Serrâc’ın taleblerinden olan Şeyh Ebü’l-Fazl
Muhammed b. Hasan es-Serahsî ile tanıştırmış (Câmî 1971: 352-353; Attâr 1984: 829-830; Yazıcı
1994: 220), daha sonra Nîşâbur’a gelerek Abdurrahman es-Sülemî’den irşat hırkasını giymiştir.
görmüştür: “sizin şeyhiniz ne dedi” diye sormuştur. Derviş de: “efendimizi gören yüz yanmaz” demiştir. Gazneli
Mahmud, bu açıklama üzerine peki peygamberi gören Ebû Cehil’in durumu ne olacak, peygamberi görmesine
rağmen cehennemde yanacaktır diyerek düşüncelerini dile getirmiştir. Bâyezîd-i Bistâmî’nin dervişi Gazneli
Mahmud’un bu mantıklı ve delilli açıklamasına “Ebû Cehil onu peygamber olarak değil Ebû Tâlib’in yeğeni olarak
görürdü” diye cevap vermiştir. (Ensârî 1962: 344).
SUTAD 45
363
Mustafa AKKUŞ
364
İrşat makamına yükseldikten sonra memleketine dönerek bir hanikah kurmuş ve müritlerini
çevresine toplamıştır (Attâr 1984: 831-832; Nefisî 1956: 5).
Dönemin tasavvuf eri, ehl-i tarikatın cemali ve gönüllerin sultanı gibi lakaplara sahip olan
Ebû Said Ebu’l-Hayr’ın (Attâr 1984: 827; Câmî 1971: 352-354) giderek genişleyen çevresi
Kerrâmîleri rahatsız etmiş, kötü lakaplar takılarak Gazneli Mahmud’a şikâyet edilmesine sebep
olmuştur. Gazneli Mahmud ise onun durumunu Nîşâbur’daki ulemaya havale etmiştir. Ancak
kısa bir süre içinde Ebu’l-Hayr’ın bölgedeki üstünlüğü artmış, muhalifleri dâhil herkes ona
teslim olmuştur. Ebu Said, Şeyh Ebu’l-Abbas el-Kassab’ın yanına giderken Harakan’a uğramış
ve Ebu’l-Hasan el Harakânî ile görüşmüştür (Attâr 1984: 832). O, Nîşâbur’dayken
mutasavvıflardan İmam Ebu’l-Kâsım Kuşeyrî ile tanışmış, İbn Sînâ ile görüşmüştür. Böylece
sultan lakabına erişen tasavvuftaki yedi sultan arasına girmiş, 83 yaşında vefat etmiştir (Nefîsî
1956: 6).
Gazneli Mahmud’un son dönemlerinde yetişmiş meşhur Şâfiî fakihi, Eş‘ârî kelamcısı ve
Horasan mutasavvıflarının üstadı İmam Ebu’l-Kâsım Abdülkerim b. Hevâzin b. Abdülmelik b.
Talha b. Muhammed Kuşeyrî (376/986–465/1072), Ebû Bekir Muhammed et-Tûsî’den Şâfiî
fıkhını ve meşhur kelamcı İbn Fûrek’ten Eş’arî kelamını öğrenmiştir. Hocası İbn Fûrek’in vefatı
üzerine Ebû İshâk el-İsferâyînî’nin yanına gitmiş, ardından Ebû Ali Dekkâk’ın sohbetine
katılarak Eş’arî kelamı üzerine çalışmaya devam etmiştir. Bir müddet sonra üstadı Ebû Ali edDekkâk’ın kızıyla evlenerek medresesinde ders vermeye başlamıştır. Kuşeyrî, tasavvufta Ebü’lHasan Harakânî’yi rehber edindiğini: “Onun ziyaretine gittiğimde tesirinde kalarak dilim tutuldu”
diyerek etkilendiğini dile getirmiştir (Uludağ 2002: 473–475). Başlangıçta Ebû Saîd Ebü’lHayr’ın aleyhinde olan Kuşeyrî, sonradan onun kerametlerini görünce ona karşı hürmet
göstermiştir (Uludağ 2002: 473). Kuşeyrî, tefsir, kelam ve tasavvuf alanlarında birçok eser
yazmış, “et-Teysir fî ilmi’t-Tefsir”, “Risaletü’l-Kuşeyriyye” ve “Letâifü’l-İşâret” onun meşhur
eserleri arasında yer almıştır. Gazneli-Selçuklu dönemine kelamî ve tasavvufî düşünceleriyle
damga vuran Kuşeyrî’nin Gazneli Mahmud ile görüştüğüne dair bir kayıt mevcut değildir.
Gazneli Mahmud dönemi Herat bölgesi, âlim, ârif ve tasavvuf erlerinden biri de Hâce
Abdullah-ı Ensârî el Herevî’dir. (396/1006–481/1088) Hâce Abdullah-ı Ensârî olarak şöhret
kazanan Ebû İsmâil Hâce Abdullah b. Ebû Mansur el-Ensârî’nin soyunun Peygamber
efendimizin ashabından Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin sülalesinden geldiği rivayet edilmiştir. Onun
ailesi Hz. Osman döneminde Ahnef b. Kays ile Herat bölgesine gelmiştir. O, Gaznelilerin altın
çağında yetişmiş, şiir ve edebiyat sahasında kendini geliştirmiş, münâcât ve ilahileriyle meşhur
olmuştur (Zehebî, 1996: XIX, 9).
Hâce Abdullah-ı Ensârî ünlü sufi Ebu Said-i Ebu’l-Hayr, Ebu’l-Abbas el-Kassab el-Amûlî ve
“tasavvuf yolunda mürşidim” dediği Ebu’l-Hasan el-Harakanî ile görüşmesi hayatında önemli
bir değişime yol açmış ve tasavvufi terbiyeyi onlardan almıştır. 10 Kelamî tartışmalardan nefret
etmiş, özellikle mutezile kelamcılarıyla mücadele etmiştir (Yazıcı; Uludağ 1998: XVII, 222-223).
Rey’de hadis hafızı ve Ehl-i Sünnet’in önde gelen âlimi Ebu Hatim b. Hamuş ile görüşmüş
ondan etkilenmiştir. 11 Gazneliler döneminde yetişen Sultan Mesud ile defalarca görüşen
Abdullah el-Ensârî, Selçuklular döneminin Şeyhü’l-İslâm olarak anılan mutasavvıfıdır.
10
11
El-Ensârî, 417/1026 yılında ilim tahsil etmek üzere Nîşâbur’a yolculuk yapmış, burada Ebu Said Ebu’l-Hayr ve
Ebu’l-Abbas el-Kassab el-Amûlî ile görüşmüştür. 423/1031 yılında hacca gitmiş, hac dönüşünde Ebu’l-Hasan
Harakânî’nin ziyaretine ederek ondan feyiz almıştır. O, Ebu’l-Hasan Harakânî’ye o kadar gönülden bağlanmış
ki:“Harakânî’yi görmeseydim, hakikate ulaşmazdım” diyecek hale gelmiştir. (Zehebî 1996: XIX, 11).
Ebu Hatim Sultan Mahmud’un en güvendiği dini siyaseti çerçevesinde hareket eden âlimlerdendir. Gazneli
Mahmud Rey’i ele geçirince burasını Batıniler’den temizlemiş, Ebu Hatim’den izin almayan hocaların vaaz ve ders
vermelerini yasaklamıştır. (Zehebî 1996: .XVIII, 507).
SUTAD 45
Gazneli Mahmud’un Mutasavvıflarla İlişkisi
Ebu’l-Hasan Ali b. Osman el-Hucvîrî de Gazne’nin büyük tasavvuf erbabından sayılmıştır.
390/1000 yılında dünyaya gelen el-Hucvîrî, birçok seyahatte bulunmuş, Gazneli Mahmud’un
yakın çevresinde yer alarak 464/1072 yılında Gaznelilerin ilim merkezlerinden sayılan Lahor’da
vefat etmiştir (Palabıyık 2001: 69).
Bu mutasavvıflar dışında Gazneli Mahmud döneminde Meşâyih-i Kirâm’dan birçok
mutasavvıf yaşamış, bu dönemin tenvirinde büyük rol oynamışlardır. Burada doğrudan ve
dolaylı olarak Gazneli Mahmud ile görüşen veya ilişkileri olanlar ele alınmıştır. Ancak
kaynakların bize aktardığı bilgilerden ulaşılanlar dışında birçok mutasavvıf mevcuttur. Sultan
Mahmud döneminde yaşamış, muhtemelen onunla görüşmüş daha birçok mutasavvıfın
mevcudiyeti de anlaşılmaktadır. Çünkü bu dönem, tasavvufun çok yoğun yaşandığı ve Gazneli
sultanlarının da destek, yardım ve kurdukları vakıflarla şeyh ve dergahlara hizmet ettiği
şüphesizdir. Bu dönemde Gazneli Devleti topraklarında Şeyh Ebu’l-Fazl b. Hasan es-Serahsî,
Şeyh Ebu’l-Abbas el-Kassab el-Âmilî, Ebu Mansur Muammer b. Ahmed el-İsfahânî, Şeyh Ebû
Abdullah Muhammed b. Ali ed-Dâsitanî, Şeyh Ahmed-i Nasrî, Ebû Hamid-i Dostân, Ebû Nasr
es-Sırâc, Şeyh Ebû Ali Seyyâh, Şeyh Muhammed el-Kassab el-Âmilî, Ebû Ali Dekkâk ve Ebû Ali
eş-Şebuyî Muhammed b. Ömer el-Mervezî gibi birçok mutasavvıf yaşamıştır.
Sonuç
Dönemin Utbî, Beyhakî ve Şebânkâreî gibi temel kaynakların verdiği bilgilerden Gazneli
Mahmud’un her alanda iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Özellikle dini ve ahlaki eğitimine
önem verildiği açıkça Pendnâme’de görülmektedir. Kaynaklar, onun dini ve tasavvufi eğitimde
kitap yazacak ve ilmi tartışmalara katılarak sonuçlandıracak kadar derin olduğu, siyasetini de
buna göre belirlediği ve uygulamalarında da bu durumun gayet açık olarak görüldüğünü ifade
etmektedirler. Ayrıca birçok eserde mal ve dünyaya değer vermeyen zühd hayatı yaşadığı,
kerametlerine şahit olunan velayet sahibi zat olarak zikredilmektedir. Utbî ve Beyhaki gibi
Sultan Mahmud’un faaliyetlerine şahit olan tarihçiler onu, dini hassasiyetleri olan, dindar bir
sultan olarak tanıtırlarken, muahhar eserler onun velâyet ve kerametine dair menkıbeler
zikrederler. Gazneli Mahmud’un faaliyetleri halkı o kadar derinden tesir etmiş ki ölümünden
sonra halk nazarında menkıbevi bir kişiliğe bürünmüş ve o dönemin kaynakları da bunu
yansıtmıştır.
Bu dönemde yaşayan mutasavvıfların çokluğu, zamanın en ileri gelen şeyhleriyle ilişkileri,
beraber gaza faaliyetlerine katılmaları ve tasavvuf erlerine karşı hürmet ve saygısı, onun hem
iyi bir mutasavvıf, hem de tasavvuf erbabının hamisi, destek ve koruyucusu olduğunu
göstermektedir. Ayrıca o, bir yandan gaza faaliyetlerinden elde ettiği ganimetlerle onlara
vakıflar kurup, hangâhlar açmak ve dervişlere dağıtmak suretiyle Ehl-i Sünnet çizgisinde
hareket eden tasavvufi zümrelerin çoğalmasını sağlarken, diğer yandan gayr-ı Sünni unsurlarla
mücadele ederek yayılmalarını engellemiştir.
Summary
Sufism is only possible through exoterically and esoterically formed mindsets by fulfilling
the requirements of the Sharia, and a full submission to God. Intense religious debates launched
in the 9th all across the Islamic world have become influential over the political authority as
well. During the reign of Ma’mun, the Abbasid Caliph, this process has been carried to different
dimensions and transformed into a social conflict. This mysticism, which is distant from the
atmosphere of chaos and full submission to zûhd and fajar, away from all kinds of discussion
and prosecution, is spread through the modest lifestyles in society and the mystics in the 10th
and 11th centuries. In particular, Mahmud of Ghazni is the statesman who had a great influence
SUTAD 45
365
366
Mustafa AKKUŞ
in the development of mysticism and the increase of Sufism in regions such as Khorasan,
Maveraunnehir and Ghazni.
Mahmud of Ghazni who was educated intensively by his father and great scholars of the
period turned out to be mystic and prone to Islamic Sufism and made madrasas in style and
duly adapted to them. Mahmud of Ghazni supported the phasic and sufis, supported the
spreading of mystical scholars of Ghaznavids and supported the intellectual and mystical
movements that did not contradict to the concept of ahl- al-Sunnah. These sufis did not leave
Mahmud of Ghazni alone and played a decisive role in ensuring social order and security.
Mahmud of Ghazni paid attention to the life within an exoteric style and, did not give
importance to the property and assets, has shown the relationship between the sheep and close
statesmen in relation to the sheikh. The sources of the period such as Utbi, Jujcan, Zehebî,
Şebânkâreî, Hemedanî set forth the similar ideas and claimed that he never valued the property
of the world just like a sufis and that he has gained the slogan of generosity along with spiritual
leader whose influence was capable to keep the adversities far.
According to the information taken from Pendnâme, which was written by Sebuk Tegin for
his son Mahmud, Mahmud of Ghazni learned the first religious education and Islam belief from
his father Sebuk Tegin who was very sensitive since his childhood on religious issues. Mahmud
of Ghazni participated in the campaigns along with his father and he benefited from his advice
through which he marveled at moral, political and military abilities. Moreover, he had a high
level of religious knowledge as far as reaching the depth in literature and Islamic sciences and
remained against innovations and learnt Arabic as well as Persian.
Mahmud of Ghazni, who was highly educated over religious concepts, has been considered
as Hanefî cleric and, he was one of the important scholars of the period by constantly
improving himself and produced a masterpiece called et-Tefrîd fî’l-Furû which contains current
affairs on Hanafi jurisprudence. Mahmud of Ghazni lived through his life intertwined with
scientist and scholars, and shaped his life on the belief of Ahl al-Sunnah and learned the truths
of all sects. He tried to prevent the ideas that would put the mischief in his realm while paying a
great deal of interest to the Ahl al-Sunnah. Mahmud of Ghazni took measures against the
Karmatis in order to ensure the unity of the Islamic world. He took all kinds of measures to
prevent the entry of the pre-eminent thought into the land of the Islamic world in 1013 and
strengthened the intelligence. He has never made concessions of the religious rules and has not
been involved in any non-religious activity, albeit a political interest.
Mahmud of Ghazni, who had a profound religious disposition thanks to his strong faith
inspired from the religious knowledge learnt from his father and the scholars. When he went to
Indian voyage in purpose of the love of religious fight, he tried to take his name to the places
where the name of Muhammad did not go and to spread the Islam. He was hard and merciless
towards all formations such as non-Muslims and the entities out of Sunnah while he was the
most merciful and justly respectful to his people.
Utbi, one of the most important sources of the period, states that Mahmud of Ghazni was a
sultan who has many religious virtues, who are employed in every important work, who run
ambition to martyrdom. Juzcanan and Zehebî stated that they had a head of state, Mahmud of
Ghazni, who had such prudence and that he was a sovereign of God's slaves. Şebânkâreî stated
that Mahmud of Ghazni was a human with the sixth sense along with spiritual and intellectual
capabilities. Mahmud of Ghazni, who spent his life on the gaza and on the campaigns, got so
SUTAD 45
Gazneli Mahmud’un Mutasavvıflarla İlişkisi
exhausted especially for Islam that he spent most of the his last days at the expeditions to India
though he was many times warned by the doctors. His body was exhausted and he passed
away on Saturday, April 1030.
Mahmud of Ghazni’s Relations with the Sufis
Mahmud of Ghazni supported the scholar, saint, zahid, muttaki and miraculous sheriffs
and arifs of his time in order to make the Sunni Islam belief dominant in accordance with the
religious policy, and established institutions to teach and follow the concept of ahl-i Sunnah.
Utbi stated in the Tarih-i Yemini that a great deal of spoils of Mahmud of Gahzni's gaza and
expeditions in various places are spent many years on educational institutions and built
institutions such as mosques and madrasas, on the other hand he said that he had established
rich foundations. He did not hesitate to fight against them by organizing expeditions against
itikadi and intellectual movements contrary to the guild of ahl al-Sunnah and to fight against
such communities and states and was always in favor of ahl-i Sunnah all across his realm.
Sufism spread rapidly, and the number of mystic, scholars and zahids increased, and were
generally adopted by the society in the period of Mahmud of Ghazni (998-1030). Sultan
Mahmud inhaled the same air with many important mystics, met many of them personally,
exchanged ideas and made private visits to them. One of the most important Sufis of this
period, Fakih, Arif and Zahid Imam Abdurrahman b. Abu Shaurh al-Ansar (d. 390/1000). He
lived in the same period as such the scholars the names of the imams and the Faqih b. Abu
Sa'ad al-Islami (d. 395/1005), Imam Abu Abdullah Hussein b. Muhammad b. Halîmî (d.
402/1012) and the owner of the miracle of this period grown parent Abu Ali al-Hasan b. Ali edDukâk (d. 405/1015).
One of the leading Sufis in the period of Mahmud of Ghazni was Abu Abdurrahman
Muhammad es-Sulemi (325/936-412 / 1021). Hâce Muhammed b. Abu Ahmad al-Chishti (d.
411/1021) completed his religious education at a young age, became acknowledged in the field
of zakat, and undertook the order after his father's death. He participated in Mahmud of
Ghazni’s Mahmud Sûmenât campaign and played an important role in the victory of the
Islamic army.
One of the mystics of Mahmud of Ghazni’s rule was Osman el-Harkûşî of Nishabur (d.
417/1027). One of the great admirers of this period, Ahmed al-Harakânî, was born in 351/963 in
the village of Harakan in Bistami. One of the poets and mystics trained in the period of
Mahmud of Ghazni was Abu Said Fazlullah b. Abu al-Hayr al-Meyheni (357 / 967’440 / 1049)
and the late Shafi'i faqih, who was educated in the last period of Ghaznavids. In addition, one
of the scholars, devotees and mysticisms is Hâce Abdullah-ı Ansār al-Herevi during the period
of Mahmud of Ghazni in Herat region. Mahmud of Ghazni or those who have contact with the
sources of information provided a lot of information as well as the narratives of many Sufis.
SUTAD 45
367
368
Mustafa AKKUŞ
KAYNAKÇA
ATTÂR, Ferîdüddîn (1984), Tezkiretü’l-Evliyâ (hzl: Süleyman Uludağ), Bursa: İlim ve Kültür Yay.
BAYUR, Hikmet (1987), Hindistan Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., I. II. bs.
BEYHAKÎ, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Hüseyin (1940), Târîh-i Beyhakî, (nşr: Saîd Nefisi), Tahran: Sanayi
Yay., III. bs.
BOSWORTH, Clifford Edmund (1999), Târîh-i Gaznevîyân, (çev: Hasan Enuşe), Tahran: Müesses-i İntişârâtı Emir Kebir Yay. II. bs.
BUZCÂNÎ, Derviş Ali (1966), Ravzatü’r-Riyâhîn, (nşr: Haşmet Müeyyed), Tahran: Benigâh-ı Tercüme ve
Neşr-i Kitâb, I. bs.
CÂMÎ, Mevlanâ Nureddin Abdurrahman (1971), Nafahâtü’l-Üns min Hadarâti’l-Kuds, (çev: Kamil
Candoğan, Sefer Malak), İstanbul: Bedir Yayınevi.
CÜZCÂNÎ, el-Kâdı Minâhacüddîn Ebû Ömer Osman b. Sirâciddîn Ömer (1984), Tabakât-ı Nâsırî, (thk:
Abdülhay Habîbî), Tahran: Dünyayı Kitâb Yay., I. bs.
ENSÂRÎ, Hâce Abdullah (1962), Tabakâtü’s-Sûfîye, (tsh: Abdülhay Habîbî), Kâbil: Kâbil Matbaay-ı Devletî,
1341.
ERAYDIN, Selçuk (1997), Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları.
GAZALÎ, Ebu Hamid Muhammed (1431/2010), İhyâü Ulûmi’d-Din, C.III, (thk: Ali Muhammed Mustafa,
Said el-Muhâsinî), Dımeşk: Darü’l-Feyha.
GERDÎZÎ, Ebû Saîd Abülhey b. Dahhak b. Mahmud (2005), Zeynü’l-Ahbâr (Târîh-i Gerdîzî), (tsh: Rahim
Rızâzâde Melik), Tahran: Encümen-i Âsâr ve Mefâhir-i Ferhengi Yayınları.
HALÎLÎ, Halîlullah (2008), Saltanat-ı Gaznevîyân, Kâbil: İntişârât-ı Emirî, 1387.
HARKÛŞÎ, Abdülmelik b. Muhammed İbrâhim en-Nîşâburî (1999), Kitâbü Tehzibü’l-Esrar, (thk: Bisam
Muhammed Barud), Abu Dabi: el-Mecmeüs’-Sekâfî.
HUCVÎRÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. Osman, (2007), Keşfü’l-Mahcûb, (trç ve thk: Abdülhadi Kandil), Kahire: ElMeclisü’l-A’la li’s-Sekâfe.
İBÂDÎ, Abdülkerim (1997), Horasan Fî’l-Asrı’l-Gaznevî, (ed: Numan Cebran), Ürdün: Ürbed’ül-Ürdün Yay.
İBNÜ’L-ESÎR, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî (1965), elKâmil fî’t-Târîh, C. IX, (nşr: Carolus Johann Tornberg), Beyrut, I. bs.
KARGAR, Abdullah (2005), Şehr-i Salâtin-i Gazne der Pûya-i Târîh, Peşâver: Müessese-i İntişârâtü'-Ezher, I.
bs.
KUREŞÎ, Ebû Muhammed Muhyiddîn Abdülkādir b. Muhammed b. Muhammed (1978), el-Cevâhirü’lMudıyye fî Tabakâti’l-Hanefîyye, (thk: Abdulfettâh Muhammed el-Hulû), Giza/Kahire: Hicir Yay., I. bs.
KUŞEYRÎ, Ebu’l-Kâsım Abdülkerim (2009), Kuşeyrî Risâlesi, (çev: Dilaver Selvi), İstanbul: Semerkand Yay.
MERÇİL, Erdoğan (2003), “Mahmûd-ı Gaznevî”, DİA, C. XXVII, Ankara.
MERÇİL, Erdoğan (1975), “Sebüktegin’in Pendnâmesi” İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C.IV, s.203-233.
MÜSTEVFÎ, Hamdullah (2015), Târîh-i Güzîde, (nşr: Abdülhüseyin Nevâî), Tahran: Müessese-i İntişârât-ı
Emir Kebir, II. bs.
NÂZIM, Muhammed (2000), Hayat ve Avkât-ı Sultan Mahmud-ı Gaznevî, (çev: Abdulgafur Emînî), Peşâver:
Merkez-i Neşerât-i Meymend, II. bs.
NEFİSÎ, Saîd (1956), Suhenân-ı Manzûm-ı Ebû Saîd Ebü’l-Hayr, Tahran: İntîşârât-ı Kitâbhâne-i Şems, I. bs.
NİZAMÜ’L-MÜLK (2009), Siyasetname, (çev. Mehmet Taha Ayar), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yay.
ÖNGÖREN, Reşat (2011), “Tasavvuf”, DİA, C.XL, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
PALABIYIK, Muhammed Hanefi (2001), “Gazneliler’de İlmi Faaliyetler”, Hindistan Türk Tarihi
Araştırmaları Dergisi, S. 1, s. 47–71.
PERVİZ, Abbâs (1957), Târîh-i Deyâlime ve Gaznevîyân, Tahran: Müessese-i Matbuât-i Ali Ekber-i İlmî, II. bs.
REŞÎDÜDDÎN, Fazlullah Hemedânî (1959), Târîh-i Gaznevîyân ve Sâmânîyân ve Âl-i Büveyh ez Câmiü’tTevârîh, (nşr: Muhammed Debir Siyâkî), Tahran: Kitâbfurûşi-i Furûğî..
SALİHÎ, İmam Ebî Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Abdülhadî ed-Dımaşkî (1989), Tabakât-u Ulema-i’lHadis, C.III, (thk: İbrahim ez-Zeybak), Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, I. bs.
SARAY BOSNAVÎ, Muhammed Nergîsî (1839), ei Nergîsî, Kahire: Matbaatü Bulak, I. bs.
SÜLEMÎ, Ebû Abdurrahman Muhammed b. el-Hüseyin (2003), Tabakâtü’s-Sûfiye, (thk: Mustafa Abdulkadir
Ata), Beyrut: Dâru’l-Kutûbu’l-İlmiye, I. bs.
ŞEBÂNKÂREÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed (1984), Mecma‘u'l-Ensâb, C.I-II, Tahran: nşr: Emir Kebir
SUTAD 45
Gazneli Mahmud’un Mutasavvıflarla İlişkisi
Yay., I. bs.
…(1966), Târîh-i Sîstân, (nşr: Üstat Muhammed Takî Melikü’ş-Şuarâ Bahâr), Tahran: Müessese-i Hâver.
ULUDAĞ, Süleyman (2002), “Kuşeyrî, Abdülkerim b. Hevâzin”, DİA, C.XXVI, İstanbul.
ULUDAĞ, Süleyman (1997), “Harakânî”, DİA, C.XVI, İstanbul.
UTBÎ, Ebû Nasr Muhammed b. Abdilcebbâr el-Utbî er-Râzî (1966), Târîh-i Yemînî, (çev: Ebû’ş-Şeref Nâsih
b. Zafer Curfadekânî), (thk: Cafer Şiâr), Tahran: Tahran Üniversitesi Yay., I. bs.
YAZICI, Tahsin (1994), “Ebû Saîd Ebü’l-Hayr”, DİV, C.X, 1994, İstanbul.
YAZICI, Tahsin – Uludağ, Süleyman (1998), “Herevî, Hâce Abdullah”, DİA, C.XVII, İstanbul.
ZEHEBÎ, el-İmam Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (1996), Siyerü ‘Alamü’n-Nübelâ, C.XVII,
(nşr: Şuayb el-Arnavut ve Muhammed el-Araksusî), Beyrut: Müessesetü’r-Risale, I. bs.
SUTAD 45
369