Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Genel Yayın Yönetmeni / Editor in Chief • C. Cansın Selin Temana Kapak & İç Tasarım / Cover & Interior Design • Serüven Yayınevi Birinci Basım / First Edition • © Ekim 2022 ISBN • 978-605-4517-98-5 © copyright Bu kitabın yayın hakkı Serüven Yayınevi’ne aittir. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, izin almadan hiçbir yolla çoğaltılamaz. The right to publish this book belongs to Serüven Publishing. Citation can not be shown without the source, reproduced in any way without permission. Serüven Yayınevi / Serüven Publishing Türkiye Adres / Turkey Address: Yalı Mahallesi İstikbal Caddesi No:6 Güzelbahçe / İZMİR Telefon / Phone: 05437675765 web: www.seruvenyayinevi.com e-mail: seruvenyayinevi@gmail.com Baskı & Cilt / Printing & Volume Sertifika / Certificate No: 47083 Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar Ekim 2022 Editörler Doç. Dr. Ayşe Çatalcalı Ceylan Doç. Dr. Salih Batal Öğr. Gör. Dr. Ceylan Sülü Akgül İÇİNDEKİLER Bölüm 1 YENİ PAZARLAMA STRATEJİLERİNDEN SOSYAL MEDYA PAZARLAMASI Suat OKAY ............................................................................................1 Bölüm 2 ÇİN HALK CUMHURİYETİ’NDE KOMÜNİZM PROPAGANDASI BAĞLAMINDA MÜZİĞİN PROPAGANDA POSTERLERİNDEKİ SUNUMU Tuğba BAYTIMUR ..............................................................................21 Bölüm 3 TURİZM VE TOPLUMSAL CİNSİYET Müesser KORKMAZ .............................................................................53 Bölüm 4 YENİ BULGULAR IŞIĞINDA UŞAK ULU CAMİİ’NDE YER ALAN TASAVVUFİ SEMBOLLER Türkan ACAR........................................................................................77 Bölüm 5 ÇOK BOYUTLU ATAMA PROBLEMİ OPTİMİZASYONU VE BİR UYGULAMASI Mehmet Fatih DEMİRAL ......................................................................117 Ali Hakan IŞIK ......................................................................................117 Bölüm 6 DAYANIKLI ORGANİZASYONLAR KAPSAMINDA, BEKLENMEYEN OLAYLARIN YÖNETİMİNDE İNSAN KAYNAKLARININ ROLÜ Fatih YAMAN .......................................................................................127 Bölüm 7 MACERA TURİZMİ GELİŞİM İNDEKSİ PENCERESİNDEN TÜRKİYE’NİN MACERA TURİZMİ ANALİZİ Savaş YILDIZ ........................................................................................145 Bölüm 8 ENDÜSTRİYEL MİRAS KAPSAMINDA AYDIN TEKSTİL FABRİKASI: POLİTİK EKOLOJİ AÇISINDAN ÖZELLİKLER Sultan BAYSAN ....................................................................................163 A. Adnan ÖZTÜRK ...............................................................................163 Bölüm 9 MODERN ENDÜSTRİYALİZMİN YIKICILIĞI VE KORUMACILIĞI ARASINDA SAFRANBOLU Kadir ŞAHİN .........................................................................................203 Bölüm 10 PANDEMİ VE SAVAŞIN ULUSLARARASI TİCARETE ETKİLERİNİN AZALTILMASI: TEDARİK ZİNCİRLERİNDE ESNEKLİK Tülin DURUKAN ..................................................................................247 Veli Ahmet ÇEVİK ................................................................................247 Bölüm 11 21. YÜZYIL AVUSTURALYA DENİZCİLİK DOKTRİNİ’NİN DERİNLEMESİNE ANALİZİ Eda TUTAK ...........................................................................................267 Bölüm 12 KAYSERİ’DE UMAY FİGÜRLÜ ÜÇ ÇİNİ Ali BAŞ..................................................................................................283 Şükrü DURSUN.....................................................................................283 Bölüm 13 BİLİNÇLİ FARKINDALIK (MİNDFULLNESS) Alper Bahadır DALMIŞ .......................................................................293 Bölüm 14 KÖROĞLU GAZETESİNDE SİYÂSİ DÜŞÜNCELER Mehmet Serhat YILMAZ.......................................................................305 Bölüm 15 ELAZIĞ’DA YAŞAYAN AFGAN GÖÇMENLERİN ÇALIŞMA DENEYİMLERİ ÜZERİNE SOSYOLOJİK BİR ARAŞTIRMA Mevlüt YILMAZ ...................................................................................325 Bölüm 16 GÜNDEM BELİRLEME KURAMI (AGENDA-SETTING THEORY) Z. Benan BÖKE .....................................................................................347 Bölüm 17 BULAŞICI OLMAYAN (KRONİK) HASTALIKLARIN HASTANELERİN İŞ YÜKÜNE ETKİSİ Nurşen AYDIN .......................................................................................365 Bölüm 18 POSTMODERN TOPLUMDA YAŞ ALMA: PERENNİAL YAŞLANMA Nurullah SELÇUK ................................................................................387 Bölüm 19 TÜRKİYE YOLCU TAŞIMACILIĞININ YAPISAL ANALİZİ Alpaslan ALPASLANOĞLU .................................................................405 Bölüm 20 SİSTEMATİK BİR GÖZDEN GEÇİRME: BEDEN DİSMORFİK BOZUKLUK PSİKOPATOLOJİSİNDE BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİLER ETKİLİ MİDİR? Bekir ERBEKIR....................................................................................435 Sultan OKUMUŞOĞLU ......................................................................435 Bölüm 21 DİJİTAL BENLİK SUNUMU ORTAMI OLARAK INSTAGRAM VE TWİTTER ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ* Ecem Bige AYDOĞAN .........................................................................459 Asuman Banu HÜLÜR ..........................................................................459 Bölüm 22 G20 GRUBU ÜLKELERİN AĞA HAZIRLIK PERFORMANSLARININ ANALİZİ: İSTATİSTİKSEL VARYANS PROSEDÜRÜ TABANLI WASPAS YÖNTEMİ İLE BİR UYGULAMA Furkan Fahri ALTINTAŞ .......................................................................487 Bölüm 23 MÜŞTERİ KATILIMININ OLUŞTURULMASINDA DİJİTAL BİR STRATEJİ OLARAK İÇERİK PAZARLAMASI Nilgün KÖKSALAN .............................................................................517 Bölüm 24 İZMİR KENT GELİŞİMİ VE DOĞAL AFETLER Çağla Melisa KAYA...............................................................................537 Bölüm 25 MÎZÂNU’L-‘UKÛL’DE MATEMATİK MANTIK SİSTEMLERİNE BAKIŞ Hacı KAYA ............................................................................................567 Bölüm 9 MODERN ENDÜSTRİYALİZMİN YIKICILIĞI VE KORUMACILIĞI ARASINDA SAFRANBOLU Kadir ŞAHİN1 1 Dr. Öğr. Üyesi, Karabük Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, 0000-0002-6860-0155. 204 . Kadir Şahin 1. Giriş ‘Türkiye’de tarih ve koruma’ denilince ilk akla gelen yerlerden birisi Safranbolu’dur ve ortada buna dair büyük de bir “başarı hikayesi” bulunmaktadır. Çünkü Safranbolu, “gözden yitip gitmenin çok sıradan olduğu bir dünyada” (Bauman, 2012; 2017) geçmişten, hiç gitmeyecek büyük bir direniş kalesi olarak, hâlâ kadim haliyle ortada durabilmektedir. Bu da onu modern dünya adına özel ve istisna olan bir hale getirmektedir. Hatta şehirde, “Unesco’nun Dünya Mirası Listesinde” bulunduğuna dair yaşanan büyük farkındalık, onun bu özelliğine büyük de bir enerji kazandırmaktadır. Her yıl yüz binlerce turistin önemli bir ‘destinasyon noktası’ olabilmesi de en temelde bunun anlatıcısıdır. Ancak vurgu bu noktaya gelince işler biraz olsun değişmekte: Buradaki anahtar kavram “destiniasyon”. Daha doğru bir tabirle ortada “destinasyon’un parçası olmuş bir Safranbolu” vardır. Bunun anlamıysa onun artık bir turizm göstergesine dönüştüğü ya da büyük bir metalaşma sürecinin anlatıcısı olduğunu ortaya koymaktadır (Urry, 1999). Ancak modern dünyada bir meta değeri ortaya çıkarken gerçekleşen en temel şeylerden biri, metalaşma sürecine dahil edilen imgesel ve simgesel derinliğinin giderek yok olmasıdır. Bunun anlamı bir destinasyonun parçası haline gelmiş Safranbolu’nun, sosyal derinliğin -yani kadim hayatın- gözden yitip gitmekte olduğu gerçeğidir. Bununla birlikte “korumanın”, bir eylem olarak ortaya çıkmasının temel nedeni, şehirde bazı şeylerin zaten tahrip olduğunu ya da hali hazırda tahrip olma ihtimallerinin olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak ortaya çıkan “koruma” tavrına yakından bakıldığında aslında yaşanan sorunun kaynağıyla yüzleşebilmekten de oldukça uzakta bir tavırdır. Çünkü mekansal anlamdaki yok oluş süreci, onu mümkün kılan hayatın anlamını yitiriyor olmasıyla da yakından ilişkilidir. Bu nedenle Safranbolu’da -ve onun gibi diğer pek çok yerde- ortaya çıkan ‘koruma’ çabası, sorunun sadece fiziksel görünürlüğü ile yüzleşirken, sosyal gerçekliğinden de kaçınmak anlamına gelmektedir. Hal böyle olunca “kültürel mirasın korunması” yönündeki çaba derinlemesine düşünüldüğünde, yok olan bir kültürel değerin -ve de hayatın- sadece metaya (nesneye) eşitlenerek, yok oluşunun tescillenmesi ya da kanıksanması anlamına gelmektedir. Bir kere daha altı çizilecek olursa; “korumak” tahrip olanın ya da yok olma ihtimalinin olduğu yerde açığa çıkan bir tavırdır. Daha açıktan bir tabirle aslında bir de hükümsüzleşmeye karşılık gelmektedir. Dolayısıyla hükümsüzleşeni “koruma” çabasıysa, sorunun görünürlüğüyle yüzleşirken gerçekteki nedenlerinden kaçmak anlamına gelmektedir. “Kayıp bir geçmişi geri getirme girişimlerinin küçük çaplı örnekleri dışında (harap olmuş binaların restore edilmesi gibi) sözcüğün gerçek anlamda başarılı olamayacağı bilinse de bu girişimler yine de gündeme gelecek ve normal olarak seçici bir şekilde hareket edilecektir... Geçmiş bir süreklilik Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .205 ve gelenek hissi verir. Turizm bile bu bağlamda kullanılmaktadır... Şimdiki zaman bir anlamıyla tatmin edici olmayınca, geçmiş şimdiki zamanı doyurucu bir şekilde yeniden kurgulamanın modelini sunmaktadır. Eski günlerin tanımı, hep ‘eski iyi günlerdir’. Ütopyalar da kafalarında bu türden kurguları ortaya koyarlar” (Hobsbowm, 1999; 23-42). Ancak yaşanan böylesi bir durumun modern dünya adına çok sıradan bir durum olduğu gerçeğinin de gözlerden kaçırılmaması gerekmektedir. Horkheimer ve Adorno’nun bu yöndeki çok derin saptaması, modern dünyadaki ‘yok oluş’ ve ‘koruma’ ilişkisine dair oldukça fikir verebilen türdendir. Onlara göre modern dünya; “kamusal olan ‘düşüncenin’ kaçınılmaz olarak metaya, ‘dilin’ de onun övgüsüne dönüştüğü bir durum halini aldı. Eğer böyle bir yozlaşmanın kaynaklarına dair iz sürme çabası olacaksa... mevcuttaki dilsel ve düşünsel taleplerin peşinden gitmek öncelikle reddedilmelidir. Ortada sadece bilimin, farkında olmadan araçsallaştırılmasından doğan engeller yoktur. Bilincin kendisi de ‘üretim süreçleri’ tarafından ele geçirilmiş durumdadır. Aydınlanmanın bu geriye götürücü koşulları üzerine düşünülmesi gerekmektedir. Dahası tahrip edilmiş bir dilde yenilik öneren reformcu, duruma uydurulmuş kategoriler aygıtını ve onun ardındaki değersiz felsefeyi benimseyerek, aslında yıkmak istediği kurulu düzenin yapısına güç katarak, onun bir parçası olmaktadır. [Modern evrede] bireyler ekonomik erkler tarafından giderek etkisizleştirilmektedir, dahası kullandıkları aygıtın önünde görünmez hale gelmektedirler. Bu adil olmayan bir durumdur. Çünkü yaşananlar, kitlelerin acizliklerinin ve -onlara dağıtılan metaların niceliğiyle birlikte- güdükleşmelerinin nedeni olmaktadır. Bireylerin yaşam standartları yükselmektedir, ancak ortaya çıkan asıl şey, ‘kitlenin’ de sosyal yönden acınacak düzeydeki yükselişidir. Bu da bireyin [öznenin] eriyip gitmesine ve ortadan kaybolmasına neden olmaktadır. Bu noktada söz konusu olan şey, geçmişin olduğu gibi korunması olamaz; olması gereken şey geçmişteki umutların gerçekleştirilmesidir. Oysa bugünlerde ‘geçmiş’, varlığını geçmişin tahrip edilmesi olarak sürdürmektedir. Yirminci yüzyılda her şey, fabrikadaki her şeyin dev bir potada eritilmesiyle satın alındı. Bunun bir sonucu olarak kültür de yok pahasına satın alınmış oldu. Ancak bu durum, ekonomik kazanımların karşıtlarına dönüşmesiyle gerçekleştirilmiştir... Bu nedenle ki göze görünür olan ‘ilerleme’ görüntüsü, aslında gerilemeye karşılık gelmektedir. Rasyonelleştirilen ise en temelde rasyonelleştirilmekte olanın yok edilmesidir” (Horkheimer ve Adorno; 2014; 11-17). Bu durumda ortaya çıkan gerçeklik ise görünürdeki kazananın, kendi yok oluşuna seviniyor olmasından ötede bir şey olmadığıdır. Açıkçası “korumak” -ya da ‘geçmişi korumak’- bu haliyle yok oluşun kanıksanması ve de tescillenmesinden ibaret bir çıktı olmaktadır. Dahası “modern koşullarda yıkımı anlatan kelime aslında yok etmek değildir, tersine mu- 206 . Kadir Şahin hafaza etmektir. Çünkü muhafaza edilen [korunan] nesnelerin sürekliliği, daimî kâr artışının sadece var olanın elden çıkarılmasına bağlı olduğu bir yerde üretilmek istenen devir daim sürecinin önündeki en büyük engeli teşkil etmektedir” (Arendt, 2013; 363) Bu açıdan ki modern koşullar için yıkımı anlatan vurgulama aslında ‘yok etmek’ değildir. Bilakis modernitenin kendisini sürdürebilmesi için bir ‘yıkımlar evreni’ inşa etmesi gerekmektedir. Bu nedenle modern zamanlardaki her türden üretim, kısa bir süre sonraki ‘kendiliğinden yok oluşa’ (tüketime ve geçiciliğe) karşılık gelen türdendir. Sistem bunun için aşikar bir baskıya dahi çoğu zaman gereksinim duymamaktadır. Modern zamanların bu yüzden ‘muhafaza etmeye’ çalıştığı şey ise sadece ‘yok oluşun’ -metaya içkin geçiciliğin- kendisidir. Metaya dönüştürülen dünya bir bakıma modernitenin kendisini de koruma stratejisidir. Bu nedenle ki Baudrillard bu gerçekliği açıklarken, modern dünyanın kendisini var ediş biçiminin bir ‘nesneler sistemine’ tekabül ettiğini ortaya koymaktadır (Baudrillard, 2011a). Bütün bu yöndeki vurguları, bir endüstriyel fabrikanın (Karabük Demir ve Çelik Fabrikalarının) ‘şehre’ (Safranbolu’ya) gelişi sonrasında açığa çıkan ‘modernleşme hikayesinin’ izdüşümü olarak ele alınca, ilerleme gibi görünen ‘koruma’ söyleminin aslında metalaşmaya özgü geçiciliklere mahkum edilmiş bir “kültürel mirasın”, görünürdeki sunumu olma ihtimalini oldukça arttırmaktadır. Bu haliyle de modern anlamdaki bir ileriye gidişin, gerçekteyse bir gerilemeye karşılık gelme ihtimalinin olduğunu akıldan çıkarmaksızın, Unesco ‘kültürel miras listesindeki’ Safranbolu gerçekliğinin daha derin izdüşümleriyle tartışılabilmesi bu noktada bir gereklilik halini almaktadır. Bu açıdan ‘korunan Safranbolu’yu, bir “modern koruma” süreci olarak irdelemenin yerinde olacağı kanısını taşımak hiç de aykırı bir tavır olmamaktadır. Dahası ortada dolanan bir “miras”ın varlığı, beraberinde ‘ölenin kim olduğu’ sorusunu da makul hale getirmektedir. Sosyolojik bir göz ise bu soruya dair arayışını en çok da -mimari görünürlükten ziyade- hayatın izinde gerçekleştirecektir. Bu nedenle ki tartışmanın odağı; ‘Unesco korumasındaki’ “Dünya Mirası Safranbolu”nun, korumaya dair doğasının sahip olduğu sosyolojik anlamı açık edilebilmek olacaktır. 2. Çalışmanın Kurgusu Çalışma klasik bir veri toplama ve analiz süreci etrafında bölümlendirilen bir çalışma değildir. Okuyucuya bu yöndeki uyarının daha en başta yapılması bir zorunluluk hükmündedir. Yazar tarafından bilinçli olarak böyle bir kurgudan da kaçınılmaya çalışılmıştır. Çünkü ortaya konulan tartışma ‘bağlama gönderimsel’ şekilde, yazarın kendi zihinsel izleklerinin ürünü olan bir ‘örnek olay kurgusu’ niteliğindedir (Merriam, 2013; 39-42). Çünkü yazarın amacı; ortada duran bir gerçekliğin -Safranbolu’ya Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .207 dair gerçekliğin- geçmişteki bir noktadan başlayan akışının içinde yer alan realiteyi görünür kılabilmektir. Bu yöndeki çabanın nedeniyse, Safranbolu’ya dair açığa çıkan durum ve söylemlerin arka plandaki izdüşümleri üzerine sorgulayıcı bir bakış açısı geliştirebilmektir. Çünkü yazara göre Safranbolu özelindeki ‘kültürel miras’ eksenli hakim bakış açısı paradokslarla doludur ve bu yazının amacı da var olan bu yöndeki paradoksları açık edebilmektir. Buradan hareketle de tartışma, Karabük Demir Çelik Fabrikaları sonrasındaki -burada ortaya konulduğu üzere modern endüstriyalizmin izindeki- Safranbolu’da ortaya çıkan hakim gerçekliğin etkisiyle şekillenen ‘kendini görme biçiminin’ gerçekte tekabül ettiği çizgileri ortaya koyabilmektir. Bu nedenle ki ‘kültürel miras’ düzleminde şekillenen hakim ‘koruma akışının’, yazar tarafından inşa edilen katmanlaşmalar ve anlamlılık kurgularıyla; hatta birbirinden anlamsız gibi görünen çok uzak materyaller, mevzular ve söylemler etrafında tartışılmaktadır. Dolayısıyla çalışma böylesine bir kurguyla, yazarın kendisi tarafından ortaya konulan anlamlılık kategorileriyle şekillenen bir görme biçimi etrafında kurgulanmış ve ‘bağlama gönderimsel’ olarak tartışılmıştır. Safranbolu özelindeki ‘kültürel miras’ gerçekliğinin, yazara özgü görme biçimi nedeniyle bu şekilde kurgulanmasında ve dahası tartışılmasında da herhangi bir sakınca görülmemiştir. 3. Modern Endüstriyalizm ve Safranbolu’nun Kendisine Yabancılaşması ‘Korumacılık çabası’, Safranbolu kamusalının ve de özelinin düşmekte olduğu bir evrede ortaya çıkan önemli bir eylemler kümesidir. Çünkü Safranbolu, demir-çelik fabrikasının kurulmasından sonra ortaya çıkan koşulların ürünü olarak, artık modern dünyanın etkilerine yoğunlukla maruz kalmaktaydı (Aktüre ve Şenyapılı, 1976; Kıray, 1998). Ancak bu süreci bütünlüklü ve tekdüze bir süreç olarak düşünmenin yerinde bir tavır olması mümkün değildir. Bu açıdan ki Safranbolu’nun modern dünyaya maruz kaldığı dönemi kendi içinde katmanlara bölerek irdelemek daha yerinde bir tavır olacaktır. Bu evreyi; fabrikanın kuruluşundan 1975’e ve korumanın kalıcı bir gündeme dönüştüğü 1975 sonrası dönem olmak üzere iki temel aşamada düşünebilmek mümkündür. Korumanın yılları olan 1975 sonrası dönemi de Unesco ‘kültürel miras listesine’ giriş öncesindeki ve ‘kültürel miras listesine’ giriş sonrasındaki (1994 sonrası) koruma aşaması olmak üzere iki temel dönemde ele alabilmek de ayrıca mümkündür. Ancak bu çalışma kapsamında korumacılık sonrasındaki evre kendi içinde bütünlüklü bir aşama olarak ele alınacaktır. Çünkü bu tartışmanın odak noktasında ‘korumanın’ kendisi bulunmaktadır. Arendt (2013) teleskopun keşfinin modern dünya için fark edilmeyen etkilerinin olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin; teleskobun bulunması 208 . Kadir Şahin insanoğluna, yeryüzünün dışından dünyaya bakma yetisi kazandırmıştır. Bunun anlamıysa artık insanın tanrısal bir noktadan (Arşimet noktasından) kendisine bakabilme yeteneğini kazanabilmesidir. Fakat modernleşme bu süreçte başka bir şeyi daha başarmış oldu; insanların yaşadığı yerel coğrafyaya, kendi mekansal gerçekliklerinin dışından bakmayı da öğretmiştir. Ancak böyle bir gerçekliğin bir çıktısı olarak, gündelik pratikler için yerel zaman ve mekan giderek anlamsız hale gelmektedir. Nitekim bugünlerdeki ‘şiddetlenmiş modernitenin’ çıktıları bu yöndeki gerçeklikleri daha derinden hissettirmektedir. Böyle bir gerçekliğin etkisiyle de dünya insan için giderek küçülen bir hal almaktadır. Fakat dünyanın küçülmesinin insan için bir anlamı da çevresindekilere ve de yerele karşı ilgisizliği arttırmasıdır. Bu süreçte insanın ayağını yere bastığı dünyevi mekana ve de yerel belirleyenlere bağlılığı giderek azalmaktadır. Tüm bunların anlamı, insanın kendi yeryüzü muhitinden -yani yaşadığı yerden- yabancılaşması olmaktadır (357-361). Endüstriyel gelişmenin (makinenin) Avrupa’da ortaya çıkışından Safranbolu’ya gelişine (Şahin, 2020) ve demir-çelik fabrikasının makine merkezli emek organizasyonunu var edişinden turizm sürecine geçilmesinin, nihayetinde de ‘Unesco’nun Dünya Mirası Listesine’ girmesinin kendi içinde büyük ve bütünlüklü bir anlamı vardır. Bu yöndeki uzun sürecin anlamı; modernleşmenin bir süreç olarak her defasında şiddetlenmesiyle, Safranboluluların ‘yerel mekan Safranbolu’ya karşı ‘ilgili gibi görünen ilgisizliklerini’ -daha doğru bir tabirle de yabancılaşmalarını- her defasında daha da artırmış olmasıdır. Nitekim bu ‘ilgili görünen ilgisizlik’ -ve dolayısıyla da ‘yabancılaşma’- zaman içinde kendisine Unesco misali bir ‘Arşimet Noktası’ üretecek kadar da ileri bir boyuta taşınmıştır. Dolayısıyla Safranbolu artık kendisine, kendi ‘insani dünyasının’ ya da kendi ‘elinin ürünü olan’ bir noktadan bakabilme yeteneğini bu vesileyle ilelebet yitirmiş durumdadır. Artık o, sadece Unesco’nun gözünden görebilir bir kent hükmüne erişmiştir. Bu durumun içinde barındırdığı gerçek ise; bugünlerde kendisine dair oldukça ‘ilgili görünmenin’ (kendisini korumanın) ardına gizlenmiş olan büyük bir ‘ilgisizlik halinin’ kanıksanarak sürdürülmekte olduğudur. Yaşananlar en açıktan haliyle radikalize nitelikler edinen bir ‘kendine yabancılaşma’ sürecine karşılık gelmektedir. Daha öncesinde ‘homo faber’in (zanaatkarın) makine karşısında kendi eline (hünerine) yabancılaşmasının hikayesiyle başlayan modern evredeki dönüşüm (Şahin, 2020), gelinen noktada yerel mekana ve dolayısıyla da hayata yabancılaşma biçimine dönüşmüş durumdadır. Dolayısıyla ‘yabancılaşmanın’ kentte radikalleşmesine neden olan temeldeki eşik, “koruma” eyleminin ‘dünya mirasına’ dönüşmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu nedenle 1994 yılında Safranbolu’nun Unesco korumasına girmesiyle birlikte, şehrin kitlesel bir turizm göstergesine dönüşmesi onun yaşadığı ‘kendisine Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .209 yabancılaşma’ gerçekliğini, daha radikal bir boyuta taşımış olan son nokta hükmündedir. Bunun anlamıysa, Safranbolu’nun kendisine ait olan geleneksel gerçekliğinin ve de kadim hayatının turizm olgusu nedeniyle fetişize hale getirmesinden ötürü, artık geri çağırılmasının mümkün olmadığı bir noktaya taşınıyor olmasıdır. Dolayısıyla da görünürdeki ‘korunan Safranbolu’, kanıksanmış bir şekilde gerçekliğini yitirmiş -ya da gerçekliğin krizini yaşayan- bir Safranbolu’dur. Bu tartışmanın bundan sonraki kısmı da bu yöndeki gerçekliği detaylandıran türden olacaktır. Unesco koruması sonrasında Safranbolu ve ondan beklenenler 1 4. Gerçeklikten İmaja Safranbolu Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları Safranbolu’ya 12 km mesafedeki Karabük tren istasyonunun bulunduğu noktada -yani Karabük Köyü’nde- 3 Nisan 1937 tarihinde atılan temelle kuruldu. Türkiye’nin ilk ağır sanayi merkezi olan fabrikanın 1937-39 yılları arasındaki süreci daha çok inşaat ve üretime geçilmesi süreciydi. 6 Haziran 1939 tarihinde ilk yüksek fırının tamamlanmasıyla fabrika açıldı ve böylelikle üretime geçilmiş oldu (Kalyoncu, 2007). Ancak kuruluş yıllarının İkinci Dünya Savaşının patlak verdiği yıllara rastlaması nedeniyle fabrika, başlangıçta bir türlü istenen ivmeyi yakalayamamıştır. Ancak 1940’lı yıllar, fabrikanın hızlı bir üretim ivmesi yakaladığı ve Türkiye sanayisi için çok önemli bir üretim merkezi haline geldiği yıllar olmuştur. Nitekim 1940’ların sonuna gelindiğinde artık fabrika, bölgesel etkilerini de gösteren bir sanayi merkezi haline dönüşmüştü. Bunun anlamıysa; fabrikanın modern endüstriyel bir 1 Akt. Ulukavak, 2010; 225. 210 . Kadir Şahin tesis olmasının etkisiyle, civardaki hayatın modernleşmeye özgü dönüşümler yaşamasına neden olmasıdır (Karatay, 2018). Nitekim bu etkilemenin alanına giren en önemli yer ise hiç şüphesiz Safranbolu’dur. Bu evreyle birlikte artık Safranbolu’nun da modern endüstriyalizmin etkilerine maruz kalarak ‘modern Safranbolu’ya dönüşümünün hikayesi başlamaktaydı. Geleneksel (premodern) Safranbolu, en temelde zanaatkar kamusalının tipik bir örneğini teşkil etmekteydi. Ancak fabrika sonrası modern endüstriyalizmin izindeki Safranbolu ise hızla bir ‘işçileşme süreci’ yaşayarak, modern ‘emekçi/işçi kamusalına’ evrilmekteydi. Bu durumun en temeldeki çıktısı da ‘homo faber’in (zanaatkarın) mümkün kıldığı kadim Safranbolu kamusalının ve de hayatının artık hükümsüz hale gelmesiydi (Şahin, 2020). Nitekim Safranbolu’ya dair analizde bulunan pek çok kaynak, aslında premodern hayatın hükümsüzleşmesine gönderme yaparak, ‘bölgedeki halkın bu dönemde modern evlere geçişi talep ettiğinin’ vurgusunu yapmaktadır (Aktüre ve Şenyapılı, 1976; Kıray, 1998; Ulukavak, 2007; 2017; 2020). Ancak modern sanayileşme eksenindeki Safranbolu’da yaşananların, en temelde ‘homo faber’in (zanaatkarın) belirleyicisi olduğu kadim Safranbolu kamusalının düşüşü olduğu kadar, en az onun kadar önemli bir faktör olarak da ‘geleneksel özel hayatın’ (yani geleneksel evin) düşüşünün de anlatımıdır. Ancak bu durumun çıktıları zanaatkarlık bağlamında tartışılanlar kadar açıkta olan -kamusal görünürlükler arz eden- şekillerde değildir. Yaşanan süreçte -’koruma çabalarının’ da etkisiyle- kadim evin içinin boşalma hâli daha çok örtük şekillerde yaşanmış ve ‘fabrikalaşan çalışmanın’ etkilerine göre daha geniş bir sürece yayılan niteliklerle gerçekleşmiştir. Ancak sürecin çıktılarını ‘ev’ açısından ortaya koyan söylem biçimlerine odaklanıldığında, yaşanan sürece dair dönüşümü ortaya koyabilen türden oldukları da hemen dikkati çeken niteliktedir. Nitekim korumacılık faaliyetleri sonrasında ‘Safranbolu evinin’ zamanla ‘Safranbolu konaklarına’ ve sonrasında ‘hotel konaklara’ dönüşmesi, aslında ‘evin’ yaşadığı dönüşümün anlatıcısı olabilecek türdendir. Çünkü söyleme dair bu türden dönüşüm ‘eve’ dair yaşanan metalaşma sürecinin turizm göstergelerini merkeze koymasıyla birlikte ortaya çıkmaktaydı. Fakat bu yöndeki değişimin başka bir anlamı da evin içindeki geleneksel hayatın giderek dışlanmakta olduğu gerçeğidir. Modern endüstriyel Safranbolu’da “işçileşen kamusal emek” fabrika özelindeki ‘tüketim odaklı kamusal üretimi’ merkeze koymaktadır. Bunun anlamıysa geleneksel hayatın yerini artık tüketim odaklı (ya da gelip geçicilik esaslı) bir hayata bırakıyor olmasıydı. Bu yöndeki değişimin kadim/geleneksel kent mekanındaki etkileri de kendisini zamanla açığa çıkarmaktaydı. Nitekim ‘geleneksel/kadim evin’ zamanla bir turizm göstergesi olarak işlerlik kazanan bir ‘tüketim nesnesine’ dönüşmesinin Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .211 başlangıç eşiği de bu yöndeki gerçeklik olmaktadır. Çünkü bu yöndeki modern dönüşüm geleneksel evin işlev bozumu yaşaması nedeniyle onu yapıbozuma uğratmaktaydı. Bu noktadaki en temel etkileyenlerinden birisi de doğal olarak hakim ‘korumacılık’ çabalarıydı. Çünkü bu yolla ‘tüketimsel’ (gelip geçici) olanlar hayatın merkezine yerleşirken, her türden insani üretim de artık bir değişim değeri (meta değeri) edinebilir bir gerçekliğe dönüşmekteydi. Geleneksel kamuda daha çok simgesel değeri olan “ev”, artık bu nedenle yerini tüketim temalı bir değişim değerine bırakmaktaydı. Tüm bunlardan hareketle Safranbolu evi -kadim geçmişinin aksine- simgesel değerinden arınarak bir tüketim değeri edinmiş olmaktaydı. Kadim Safranbolu evi de zaman içinde önce konuta, sonra da “konaklara” dönüşerek turizmin pazarlama sürecine dahil olan bir nesne statüsü edinmekteydi. Nitekim (korumacılık faaliyetlerinin) hemen başında, Mübeccel Kıray’ın yaptığı “sosyal doku araştırmasında” (1998) makale boyunca hiç konak tabirini kullanmaması ve dahası her seferinde “Safranbolu evi” tabirini kullanmış olması, ayrıca Günay’ın tahlillerinin de benzer vurguları her defasında öne çekmesi (1989; 1998), günümüzde gelinen noktayı açıklayabilmesi açısından oldukça önemli bir detay niteliğindedir. Dolayısıyla “korumanın kentinde” zamanla ‘ev’ kavramı dışlanmış, yerine nesneleşmenin göstergesi olan “konak” -ve otel konak- kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bu dönüşüm yaşanırken yitirilen en temeldeki şey geleneksel hayatın -ya da geleneksel eve özgü hayatıngündelik ritminin ve pratiklerinin de yok olmasıydı. Haliyle bugünlerde “korumanın başkenti” olarak ortada duran Safranbolu, modern dünyanın sadece nesneleşme biçimine evrilen “metalaşmış evlerin” temsilindeki bir Safranbolu’dur. Onun bugünlerdeki turizm odaklı yaşam tarzı da sadece bu gerçekliğin anlatıcısı niteliğindedir. 4.1. Fabrikanın Kuruluşu Sonrasındaki Modern İmar Planı Tartışmaları ve Kadim Kent Mekanının Vasıfsızlaşma/ Değersizleşme Yılları Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları’nın kuruluşu sonrasındaki etkilerle birlikte 1940’lı yıllar ve sonrası, öncelikle Safranbolu kamusalının çöküşüne neden olan ‘zanaatkarın işlevsizleştiği’ yıllar olmuştur. Çünkü bu yıllar bölgedeki pek çok zanaatkarın ve zanaatkar adayının meslekten elini çektiği yıllar olmuştur. Geleneksel kadim hayatı mümkün kılan işin işlevini yitirmesi, onun ardındaki hayatın da hükümsüzleşme nedeni olmuştu. Çünkü Adam Smith’in vurguladığı gibi “iş nasılsa hayat öyledir” (Smith, 2011) söylemi uyarınca; Safranbolu’da işin değişen niteliği hayata dair pratikleri de değiştiren etkiler üretmekteydi. Bu yöndeki etkiler, bugünlerde ‘tarihi çarşı’ denen kadim Safranbolu’nun şehir merkezini, yükselen modern hayat karşısında ‘konfordan uzak düşük statülü bir 212 . Kadir Şahin yaşam alanına’ dönüştürmüştü. Kadim kent çok geçmeden bir “kentsel çöküntü alanı” görünümüne kavuşmuştu. Yaşananlarla birlikte ‘şehir’, Safranbolu’nun köylü nüfusunun ve Karabük’e henüz yerleşme yeterliliğini gösteremeyen bütünleşememiş göç kitlesinin yerleştiği bir yaşam alanına dönüşmüştü (Kıray, 1998; Ulukavak, 2007). Bu evrede asıl şehirli olan kitlenin de hızla Karabük’e, Kıranköy’e ve Bağlar’a yöneldiği yeni bir bir süreç ortaya çıkmıştı. Bu dönemde şehir merkezi düşük statülü yaşam alanına dönüşecek olmasından ötürü, yöre halkınca sıklıkla “çukur” olarak lanse edilen bir bölge haline dönüşmüştü (Terzibaşoğlu Ergun, vd., 1977; Fidan, 2011; Doğanalp-Votzi, 2017). Ayrıca bu yıllar, ‘koruma’ kavramının hiç kullanılmadığı, aksine modern imar alanının belirlenmesi ve bu yöndeki planının bir an önce yürürlüğe girmesi yönündeki yoğun tartışmalarla geçen yıllar olmuştur. Hatta bu tartışmaların ilk resmi nitelikli örneği -informel nitelikte olanları daha geçmişe gitse de- 1936 yılına kadar gidebilmektedir (Kuş, 2009; 157). 1939 yılına gelindiğindeyse şehirde çok önemli bir tartışma konusu haline gelmişti (Kuş, 2009; 252). 1944 yılındaysa ise bu tartışma, resmi makamlar nezdinde ayrılıklar üreten türden önemli bir gündem halini almıştır. 7 Eylül 1944 tarihli bir resmi yazıda Zonguldak milletvekili Dr. Rebii Barkın, dönemin Safranbolu Belediye Başkanı Osman Akın’a, konuyla ilgili bir yazı yazmıştır. Yazısında ise aşağıdaki şu vurgulara yer vermiştir. “Sayın Bayım, Safranbolu Şehrinin yeni imar sahasına nakli meselesine dair sayın Valimize yazmış olduğum mektubun itirazlarınıza vazedilmiş olan sureti üzerindeki mutalaalarınızı okudum. Bervechile şunu söyleyeyim ki ben şahsen şehrin, her türlü inkişaf şartlarını haiz olan yeni imar sahasına nakline muarız değil, bilakis buna taraftarım ve bu husustaki himmet ve gayretlerinizi takdir etmekteyim. Ancak ben bu nakil işinin bir plan dairesinde ve bilhassa şehrin civarında Karabük gibi çok önemli bir sanayi tesisinin vücut bulduktan sonra bu yeni durum nazarı dikkate alınarak yapılmasına taraftarım. Mevcut şehir planı Karabük tesislerinden evvel yapılmıştır ve civarda Türkiye’nin en büyük ağır sanayi tesisinin vücut bulmasından sonra tehaddüs etmiş olan yeni ihtiyaçları karşılayacak durumda değildir. Üzerinde durduğum ikinci nokta da naklin zorla ve halkı buna mecbur ederek değil de halka cazip gelen yeni bir şehir ve hayat şartlarının ihdası suretiyle herkesin gönülden ve seve seve yeni imar sahasına göçmesini temin edecek şartların hazırlanması cihetidir... Tam ve hakiki bir imar planı bir şehrin imar politikasının kağıt üzerine dökülmüş ifadesidir. Bu itibarla sonradan doğabilecek türlü zararlardan korunmak için evvela bunu tayin etmeliyiz. Bu mevzuda elbirliği ile çalışmamızdan çok müsmür neticeler doğacaktır. Bu mektubumu Sayın kaymakam beye de göstermenizi rica eder ve saygılarımı sunarım. Dr. Rebii Barkın” 2 2 Kuş, 2009; 316. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .213 Ancak bu yazışmanın yapıldığı bir dönemde Safranbolu ‘şehir merkezinin’ (bugün ‘Eski Çarşı’ denilen bölgenin), ‘düşük statülü bir yaşam alanı’ olarak büyük bir dönüşüme başladığı da gözlerden kaçmamaktadır. Nitekim basında görünürlük kazanan pek çok haber de aslında bu yöndeki gerçekliği doğrulayan türdendir. Dahası şehirdeki bütün bir mülki ve idari kurum da bu yönde tavır alan bir haldeydi. Aşağıda Bartık Gazetisi’nin 24 Şubat 1945 tarihli haberi yer almaktadır: “Saframbolu’da resmi dairler eski çarşıdan taşındı... [1942 yılından itibaren] Resmi dairlerin hemen hepsi eski şehirden yeni şehrin çekirdeğini teşkil eden Misak-ı Milli Mahallesine3 taşınmış bulunmaktadır. Bu defa, Ziraat Bankası Safranbolu Şubesi de Misak-ı Milli Mahallesinde bina kiralayarak taşınmıştır. Eski şehirde yalnız Noter dairesi kalmıştır... Noterlik de taşınmak üzere kati emir almıştır; yakında bu dairenin de Misak-ı Milli’ye yerleşmesi beklenmektedir.” 4 1945 yılına gelindiğindeyse bu kez tarihi bölgedeki hükümet konağı cezaevine dönüştürülmüş ve resmi kurumların gündelik hayata dönük olanlarından hiç biri artık “eski şehir” denilen bölgede kalmamıştı (Kuş, 2009; 327). Ancak 1945-50 yılları arasındaki dönem, bu konudaki tartışmanın hiç dinmeyen şekilde devam ettiği yıllar olmuştur. Nitekim 1950 yılına gelindiğinde şehirdeki eski ‘Hükümet Konağı’nın cezaevi yapılması konusu, mecliste bir sözlü soru önergesine de konu olmuş ve Rebii Barkın bu konuya meclis kürsüsünden cevap vermek zorunda kalmıştır. Bu konuya Tahir Karagöz’ün 1950 yılındaki geniş haberinde ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Habere konu olan açıklamaları yapan Zonguldak milletvekili Rebii Barkın, 1945’ten itibaren şehirle ilgili yaptığı ve yaptırdığı “tetkikatlardan” bahsetmektedir. Onun vurgularında öne çıkan noktalar ise aşağıdaki gibidir. “B. Millet Meclisinde sözlü soru konusu olan Safranbolu Hükümet Konağı ve Safranbolu’nun şehir durumu hakkında, bir kaç günden beri şehrimizde bulunan ve bu işle epey uğraşmış olan eski Milletvekilimiz Dr. Rebii Barkın’la konuştuk. Sayın Barkın, sorularımıza karşı düşüncelerini şöyle belirttiler: “Sözlü soru konusu olan mesele çok mühimdir ve Safranbolu’nun hayatı ile ilgilidir. Safranbolu milli karakterini bütün özellikleri ile bugünlere kadar muhafaza etmiş olan sevimli bir şehirdir. Bir zamanlar bu şehri bugün kurulmuş olduğu yerden kaldırıp yukarıya, (Bağlar) bölgesine çıkarmak için teşebbüslere girişilmiştir. Böyle bir teşebbüsün şehrin sosyal ve ekonomik muvâzenesini bozacağı âşikârdı... Bununla beraber şehrin Bağlar’a taşınması için başlanmış olan teşebbüsün önüne geçmeden önce şahsi müşahede ve kanaatlarımı bir tarafa bırakdım, Ankara’ya gittiğim zaman memleketimizin tanınmış şehircilik mütehassıslarından müteşekkil bir hey’etin 3 Misak-ı Milli, bugünkü modern Safranbolu’nun şehir merkezinin olduğu bölgenin adıdır. 4 Bartın Gazetesi, 24 Şubat 1945; Sayı: 891 (Kuş, 2009; 326). 214 . Kadir Şahin Safranbolu’ya gelerek yerinde incelemeler yapmasını te’min ettim. 1945 senesinin ilk baharında bu hey’et Valinin refakatinde Safranbolu’ya geldi, şehrin durumu ve gelecekteki inkişafı üzerinde esaslı etüdler yapdı ve şehrin yerinden kaldırılmasının lüzumsuz ve imkansız olduğu sonucuna vardı... Şehrin içinde rahatça münâkale te’mini için yollar genişletilmeli, gelip gidenlerin rahatça barınacakları oteller ve hanlar tesis olunmalı, otomobiller ve kamyonlar için garajlar, tamirhaneler, benzin ve yağ depoları kurulmalıdır. Buna gayret edilirse Safranbolu tekrar canlanmağa başlar. Safranbolu ile Karabük arasında dere içinden en kısa yol açılmalıdır. O zaman Karabük’ten bir çok halk Safranbolu’da oturmağı tercih edecektir. Şehir büyüdükçe Bağlar’a doğru genişler. O zamanlar Bağlar dâvası da hal olur gider. Hükümet dairesi şehrin içine indirilmeli halka kolaylık te’min edilmelidir. Hükümet Konağı’nın Cezâevi olarak kullanılması yazıkdır... Ben Safranbolu’nun iyi bir istikbale namzed olduğuna inanıyorum. Yeter ki Safranbolu halkı da buna inansın ve şehri zamanın iycablarına uydursun.” 5 Şehirde ‘yeni imar planı’ tartışması sonraki evrede de hiç dinmeyen şekillerde devam etmiştir. Nitekim Rebii Barkın haberinden çok kısa bir süre sonra aşağıdaki raporun medyadaki görünürlüğü de bu yöndeki vurguları doğrulayan türden önemli bir detaydır. “Safranbolu’nun Kasaba Durumunu İncelemek için kurulan heyetin hazırladığı protokol ve Belediye Meclisinin Kararı Safranbolu müstakbel iymar planının yeniden yaptırılabilmesi için kasabanın yeri, bölgleri ve hududu hakkında mahallinde incelemelerde bulunmak üzere kurulan komisyon tarafından hazırlanan protokoldur. Safranbolu... kaydırılması veya başka bir yere taşınması imkân dahilinde görülmemektedir. Zaten bu gibi teşebbüslerin tahakkuk edemediğini bugüne kadarki şehircilik tarihi ve bu yoldaki yeni şehircilik hamlelerinin başarısızlıkla neticelenmesi bize gösterir... Böylece kasaba merkezinin hiç bir suretle kaydırılmaması lüzumu bir hakiykat olarak karşımıza çıkar. Bu zaruretleri nazarı itibara almadan yapılmış ve yapılacak nakillerin, planlamaların veya yanlış yerleşmelerin yarının arz edeceği iktisadi zaruretler karşısında ve pek kısa bir zamanda yukarıda çizilen esaslara göre tadiline ve en nihayet eski hale dönmeğe lüzum hasıl olacaktır. Son yapılan bina tahririne göre kasaba kısmında 1843 ev ve 400 dükkan, Misak-ı Milli mahallesinde 163 ev ve 40 dükkan, Bağlar bölgesinde ise 705 ev ve 40 dükkan mevcuttur. Bağlar bölgesinde bulunan mesken sahipleri şehir merkezinde de ayrıca birer eve sahip bulunmaktadırlar. Bağlar bölgesi hey’eti umumiye durumunda doğrudan doğruya bir banliyö vaziyetindedir... Misak-ı Milli mahallesi ise kasaba merkezinin doğrudan doğruya kenar bir mahallesi vaziyetinde olduğuna göre yukarıda arzedilen düşüncelere göre kasaba merkezinin herhangi bir gayret sevkiyle kaydırılması ve şehrin ortasında bulunması iycab 5 Tahir Karauğuz’un Dr. Rebii Barkın’la röportajından. Zonguldak; 1950 (Kuş, 2009; 328-331). Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .215 eden bazı bina ve merkezlerin de ayrıca kiralama suretiyle Misak-ı Milli mahallesine getirilmesi şehircilik prensiplerine ve hele Safranbolu’nun istikbaldeki sâlim ve tabiî gelişme meyline hiç bir suretle uygun düşmez.” 6 Nitekim yukarıdaki vurgular, 1950 yılına gelindiğinde Safranbolu’da şehir bölgesi ve imar planı konusunda ne denli büyük bir tartışmanın ortaya çıktığını açık eden türdendir. Dahası 1945-50 yıları arasında basında da görünürlük kazanan türden yoğun tartışma ortamının varlığı ve resmi kurumlardaki yazışmalara yansıyan boyutu durumu oldukça dikkat çekici bir hale getirmiştir (Kuş, 2009; 326-344). Ancak özellikle Rebii Barkın gibi önde gelen isimlerin eleştirilerine rağmen, öncelikle resmi kurumlar nezdinde başlayan “şehri terk” durumu, peşinden büyük bir sosyal işlevsizleşme süreciyle sürmüş ve eski şehir merkezinin vasıfsızlaşmasını çok hızlı bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Bu durum 1950 yılına kadar inişli çıkışlı bir halle sürekli olarak gündemdeki yerini korumaya da devam etmiştir. Ulukavak’ın aşağıdaki vurguları da bunun altını çizen türdendir. “Önce Mimar Burhan Arif ONGUN tarafından hazırlanan ve 1936 yılında ilgili Bakanlıkça onaylanan Safranbolu’nun ilk imar planı, tarihsel kent merkezini, camilerin etrafında yapılacak bir temizlikten sonra, tarihin derinliklerine olduğu gibi terkedilip, Kıranköy ile Bağlar arasında; en uygun yer olarak belirlenen Hastarla’da yeni bir yerleşimi öngörür. Hastarla’da çok geniş bir alan kamulaştırılır; birbirine dik ve paralel olarak açılan yollar kaldırımla döşenir; buraya “Yenişehir” denilmesi düşünülür. Kale’deki Kaymakamlık da 1942 yılında Kıranköy’de Çelik Palas olarak bilinen binaya yerleşir. Hükümet Konağı cezaevi olur. Ancak bu uygulama, halkın büyük tepkisine yol açar; halk “Şehirci” ve “Bağlarcı” olarak ikiye ayrılır; sonuçta 1950 yılında, ünlü 14 Mayıs 1950 genel seçimleri öncesi, Kaymakamlık tekrar Kale’deki Hükümet Konağı’na döner.” 7 Ancak 60’lı yıllar ise artık tamamen Misak-ı Milli ve Bağlar’ın öne çıktığı, 70’li yıllar ise bugünkü Safranbolu’nun silüetinin iyiden iyiye belirlendiği ve modern yaşam alanlarının ortaya çıktığı yıllar olmuştur. Prof. Dr. Gündüz Özdeş’in 1968’de onaylanan imar planı da yerleşimin “yukarıya” kaydırılmasına, “eski şehrin dokusunun korunmasına” vurguda bulunmaktadır. Dolayısıyla 70’li yıllar bu imar planının izinde akan yıllar olmuştur. Ulukavak ise belediye başkanı olarak seçilmesinin ardından 74’te, öncelikle ‘belediye fen işlerini’ kurar ve aynı yıl Baran İdil’in, Özdeş’in hazırladığı 68 yılı imar planındaki revizyonlarını devreye sokarak uygulanması konusunda ön ayak olmuştur (Ulukavak, 2020; 6-9). Ancak bu süreçte “imar planı” tartışması da -bir yönüyle hiç ara vermek6 Uzman heyetin hazırladığı protokol ve dönemim belediye meclis heyeti kararı (Kuş, 2009; 332-333). 7 Ulukavak, 2020; 5. 216 . Kadir Şahin sizin- devam ederken ortaya çıkan sonuç; şehir bölgesinin iyiden iyiye vasıfsızlaşması, düşük statülü bir yaşam alanı olmasının giderek kanıksanması ve nihayetinde de bir “kentsel çöküntü alanına” dönüşmesidir. Önce iş/çalışma ve sonrasında da hayat, bütün yönleriyle zaten bu tarihe gelindiğinde Safranbolu’nun “tarihi çarşı” bölgesini terk etmişti. Kısmen ‘yukarıya’ ve çoğunlukla da ‘Karabük’e yönelmişti. Nitekim 70’li yıllarda artık Safranbolu tamamen Karabük’ün gölgesinde ve geleneksel/premodern niteliğinden pek de bir izin kalmadığı bir yaşam alanına dönüşmüştü. Dahası kadim Safranbolu’nun yerinde artık terk edilmiş bir kent görüntüsünün sıklıkla göze çarptığı bir görünürlük çok net olarak ortaya çıkmıştı. Bu yöndeki çöküş süreci de 1975 tarihine kadar hiç ara vermeksizin sürüp gitmiştir. Dönemin belediye başkanı K. Ulukavak bu durumu şu şeklide detaylandırmaktadır. “Çok geniş bir bölümü tamamen boş bulunan “Hastarla”da, öncelikle yapı kooperatifleri için, daha uygun koşullarda yeni yerleşim alanları açıldı. İleriki yıllarda yer yer kat yüksekliği arttırılsa ve yeşil alanlar imara açılsa da, İşçievleri, Memurevleri, Ataevleri ve Emek Mahallesi dışında, Kıranköy ile Arslanlar arasındaki bugünkü yapılaşmaların hemen hemen tamamı, Baran İDİL’in yaptığı imar planı değişikliklerine göre gerçekleştirildi. Yapılanlar aslında, halkın doğru veya yanlış toplu konutlarda, kaloriferli dairelerde oturmaya ilişkin önlenemeyen özlem ve istemlerini karşılamaya yönelikti. Bunlara kayıtsız kalmak mümkün değildi... Bu arada şu da bir gerçekti ki, zaman içinde toplumsal değer yargıları da değişmiş bulunuyordu. 1950’li yıllarda önce büyük kentlerde başlayan “ataerkil aile” düzeninden, ana baba ve çocuklardan oluşan “çekirdek aile” düzenine geçiş modası, zaman içinde Safranbolu’yu da etkisi altına almış ve Safranbolu’da da genç çiftler bağımsız bir konutta oturma istemini dillendirmeye başlamıştı. Bunun sonucu Safranbolu’da artık yeni konutlara ihtiyaç duyuluyordu. «Ataerkil aile» yaşantısının sona ermesi sonucunda, aynı evde bir arada yaşayan birey sayısının azalması, çok odalı, çok katlı ahşap evlerin temizliğini, bakımını ve onarımını güçleştirmişti. Bu yüzden, Safranbolulularda da, başka kentlerde olduğu gibi, daha külfetsiz ve daha konforlu yaşam koşulları sağladığına inandıkları kargir evlerde oturma arzusu yaygınlaşıyordu” (Ulukavak, 2020; 6). Ulukavak’ın, sosyal içerimlerini de öne çekerek yaptığı bu vurguların ardından ortaya koydukları da kadim kent alanının nasıl bir ‘kentsel çöküntü alanına’ dönüştüğünü ortaya koyan türdendir. Dahası bu vurgular Safranbolu’daki hayatın modernleşme sürecine dair de önemli detaylar barındırmaktadır. Ancak bu söylemler hayatın modernleşmesine dair vurgular olduğu kadar, geleneksel (premodern) hayattan da kaçışın anlatısı niteliğindedir. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .217 “Koşullar da oldukça uygundu. O yıllarda Sosyal Sigortalar Kurumu, işçilere 20 yıl vade ve yıllık % 5 faizle konut kredisi veriyor ve önemli bir bölümü Karabük Demir Çelik Fabrikalarında çalışan Safranbolular yapı kooperatiflerine üye olarak bu olanaktan yararlanmak istiyorlardı. Demir Çelik Fabrikalarında çalışmayanlar da, eskiden Şehir olarak adlandırılan, tarihsel kesimdeki evlerini satarak, Bağlar’daki yazlık evlerini dört mevsim oturabilecek şekilde kargir olarak yaptırmayı yeğliyordu. Tarihsel kesimdeki evlerin çok sayıda alıcısı vardı. Yurdun dört köşesinden Karabük’e gelen, orada iş ve aş bulmakla beraber, şehirleşmeye uygun yeterli alana sahip olmayan Karabük’te, ileri yıllarda artık barınma olanağı bulamayan yurttaşlar Safranbolu evlerinin alıcılarıydı. Evleri, sahipleri bir an önce ve çok elverişli koşullarla satmaya hazırdı. Kısa bir süre içinde tarihsel kesimdeki evlerin % 95’i satıldı. Ancak bu evlerin yeni maliklerinin, böyle çok katlı, çok odalı evlerde oturma gelenek ve görenekleri yoktu. Satın aldıkları evleri dikey ya da yatay olarak birkaç bölüme ayırdıkları, yeni bölümlere dışarıdan merdivenle çıkış sağladıkları ve kendi oturmadıkları bölümleri kiraya vermek yoluna gittikleri görüldü. Bu arada evleri kapısından pencerelerine ve damdaki kiremitlerine kadar değiştirildiğine tanık olunuyordu. Safranbolu evlerinin odalarındaki üç pencere yerini, «asri pencere!» denilen tek bir geniş pencereye terk ediyordu.” 8 Bütün bu vurgular aslında modern endüstriyalizme özgü hayatın izdüşümü olan şeylerdi. Nitekim öncelikle iş değişiyordu ve ardından da hayat değişmiş oluyordu. Ulukavak ortaya koyduklarında, “bütün Türkiye’de olduğu gibi” yönünde vurgular yapmaktadır. Ancak Safranbolu’da gerçekleşen örnek, Türkiye’deki metropollerde ve diğer pek çok yerde karşılaşılanlarla tamamen benzeşik türde değildi; Yani Safranbolu özelinde yaşananlar klasik bir gecekondulaşma örneği türünden bir çıktı değildi. Safranbolu’daki hikayeyi türdeşlerinin dışına çıkaran en temel nokta, Safranbolu-Karabük’ün Türkiye’nin ilk ağır sanayi merkezine dönüşürken, beraberinde bir zanaatkar kamusunun da sonlanıyor olmasıydı. Ortaya çıkan gerçeklik, geleneksel Safranbolu zanaatkarının ve onun mümkün kıldığı kamusalın, artık hükümsüz bir hayata karşılık gelmesiyle ilgili özel bir durumdu. ‘Yeni hayat’ modern endüstriyalizmin izindeki işçileşen toplumun uzantısı olan özgün bir hikaye niteliğindeydi. Dolayısıyla kadim kamusalın çöküşünün izinde, yeni bir kamusal alan şekilleniyordu. Kitlelerce talep edilen ise yeni kamusala özgü hayatın özelleri (yani evleri) olmaktaydı. Nitekim çekirdek ailenin pratiklerine uygun olmayan ‘geleneksel ev’ler tam da bu nedenle bir bir el değiştirerek, ‘düşük statülülerin’ (bütünleşememiş kentli nüfusun) yaşam alanlarına dönüşmekteydi. Bu hikaye gecekondulaşmadan ötede yeni bir ‘kentsel çöküntü alanının’ 8 Ulukavak, 2020; 12. 218 . Kadir Şahin ortaya çıkması hükmündeydi. Nitekim koruma sonrasında şehrin otel ve pansiyonlar alanına dönüşmesi de bu nedenle ki klasik bir ‘kentsel dönüşüm’ hareketi değil, aksine dönüşümün farklı bir seviyesini temsil eden ‘soylulaştırma’ projesine karşılık gelecektir. 4.2. Avrupa Miras Yılında Bilim İnsanları Safranbolu’da Avrupa Konseyi kararıyla 1975 yılı “Avrupa Miras Yılı” olarak ilan edilmişti. Dönemin kültür bakanlığınca bu yöndeki etkinliklerin düzenlenmesi görevi İTÜ Mimarlık Fakültesi’ne verilmişti. Fakültenin dekanı Prof. Dr. Doğan Kuban ve beraberindeki akademisyen ekibi de bu kapsamdaki etkinliklerin yürütülebileceği alan olarak Safranbolu’yu seçmişlerdi. Bu nedenle ki geniş bir bilim insanı ekibiyle birlikte 1975 yılında, belediyeyle de koordineli bir şekilde etkinlikleri yürütmüşlerdir (Ulukavak, 2017; 263). Ancak ‘bilimselleşen koruma’ vurguları öncesinde, bu noktada temel bir vurguyu tekrar öne çekmekte fayda var: 1937-75 arası dönem kadim Safranbolu’nun hükümsüzleştiği yıllardır, 1975 sonrası dönem ise artık onun kendisine yabancılaştığı yıllardır. İlk evre (1937-75 arası dönem) onun zanaatkarlığını yitirmesinin sonucunda yaşadığı hükümsüzleşmeydi. Bu nedenle ki söz konusu dönem Safranbolu’nun kendi nezdinde de değersizleşme yaşadığı yıllar olmuştur. Bu dönemin kent merkezine artık sıklıkla “çukur” denilmeye başlandığı yıllar olduğunu hatırlatmakta da ayrıca fayda var (Aktüre ve Şenyapılı, 1976; Fidan, 2011; Doğanalp-Votzi, 2017). Ancak 1975 yılında Safranbolu’dan çok uzakta bir noktada, Avrupa Konseyi’nde -yani Safranbolu’nun Arşimet noktasında-9 bir karar alınıyor ve bunun sonucu olarak da ‘bilim insanları’ -yani Galileo’nun izindekiler- artık Safranbolu’ya geliyordu. Dışarıdan gelen ‘bu insanlar’ Safranbolu’da yaşayanlara; “Safranbolu niçin korunmalı, Safranbolu evleri niçin değerlidir?” diye paneller veriyorlardı. Bunun anlamıysa Safranbolulunun kendisine dair yaşadığı yabancılaşmanın, artık bir ‘Arşimet noktasından’ kendisine bakmasıyla telafi edilmeye çalışılmasıydı. Ancak teleskopun ucuna ‘yerel Safranbolulu’ geçince anlamsız olan şey, artık ‘bilim insanı’ geçtiğinde çok anlamlı hale geliyordu. Bilim insanının matematiksel evren tezi, zanaatkarın10 elinin hüneri olan çıktıya yabancılaşmasının da nedeni olmaktaydı (Arendt, 2013). Bu tarihle birlikte artık Safranbolu kendisine yabancı ve kendisini ancak bilim insanının bilincinden görebilen bir mekana dönüşmüştü. Ancak ‘bilim insanının’ bu yıllarda Safranbolu’ya gelişiyle açığa çıkan ‘koruma’ söylemi, daha sonrasında hükümsüzleşen hayatın bir daha hiç geri gelmeyecek şekilde “müzeye” kaldırılmasının nedeni olacaktır. Bu dönemde ortaya konulan bir 9 1975 yılında Avrupa Konseyi’nin aldığı ‘Avrupa Miras Yılı’ kararı, bu yazı kapsamında -Arendt’ten hareketle- Safranbolu’nun ‘Arşimet noktası’ olarak öne çekilecektir. 10 Burada ‘zanaatkar’ vurgusu, bir metafora dönüşmekte ve yerel Safranboluluyu temsil etmektedir. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .219 dizi etkinlik de bunun Safranbolu’daki detaylandırılmasını ortaya koyan türdendi. Nitekim söz konusu dönemde Safranbolu’da belediye başkanlığı yapan Kızıltan Ulukavak’ın durumu ortaya koyarken Şair Hayali’ye yaptığı gönderme, aslında bilim insanı ve yerel insanın karşılaşma hikayesini açık eden türde bir detaylandırmadır. Ulukavak’ın benzetmesiyle ‘Safranbolulu bir denizde yaşıyor ancak kıymetini bilmiyordu’ ve ‘dışarıdan gelen bilim insanları’ da onlara sahip oldukları denizin kıymetini anlatmaktaydı. “1975 Avrupa Mimari Miras Yılı’nda Safranbolu’da, Üniversite ile Belediye birlikte, “Safranbolu Mimarlık Değerleri ve Folkloru Haftası” adıyla, 30 Ağustos - 5 Eylül 1975 tarihleri arasında bir hafta süren bir etkinlik düzenler. Bu kültürel etkinlik, 1976 ve 1977 yıllarında da yinelenir. Üniversitenin belirlediği sanat, kültür ve mimarlık çevrelerinden, Ankara’daki kimi kamu kurumlarının üst düzey yöneticilerinden ve ulusal basının köşe yazarları ile TRT’den 200 dolayında konuk, konaklama tesisi olmayan Safranbolu’da, Belediyenin organizasyonuyla, birer hafta süreyle Safranbolulularca evlerinde ağırlanır. Safranbolulu lise ve üniversite öğrencisi gençler, konuklara rehberlik yaparlar. Bağlar Arslanlar’da top sahasında geceleri yapılan, 1.000’e yakın kişinin katıldığı toplantılarda “Safranbolu niçin korunmalıdır, Safranbolu evleri niçin değerlidir?” soruları Üniversite öğretim üyeleri tarafından yanıtlanır. Üniversite öğretim üyeleri kürsülerinde olduğu gibi bilimsel terminoloji ve akademik bir dille değil, halkın anlayacağı sözcüklerle konuşurlar. Şair HAYALİ’nin dizeleriyle, “Şu mahiler ki derya içredir; deryayı bilmezler”; yani ”şu balıklar denizin içindedir denizi bilmezler” konumunda olan kimilerine, evlerinin değerini, kentlerinin önemini anlatırlar. Ayrıca paneller, sergiler, seminerler düzenlenir. Görüşülen, tartışılan tek konu Safranbolu ve bu kentin sosyal ve kültürel; somut ve soyut değerlerini korumak ve gelecek kuşaklara aktarılma yöntemini belirlemektir.” 11 Artık bu tarihten sonra bilim insanının izinde modernleşmenin başka boyutuna geçmiş yeni bir Safranbolu ortaya çıkmaktaydı: Yani ‘bilimsel söyleme entegre edilmiş bir Safranbolu’. Ancak bilim insanının bilincinin izindeki Safranbolu da çok hızlı bir şekilde kendi imajını üreten bir Safranbolu’ya evrilmekteydi. Her yerde Galileo’nun ‘bilimsel eli’ -aslında bilinci- büyük bir hızla yeni Safranbolu’nun varoluş nedeni olmaktaydı. Artık geleneksel kadim/simgesel Safranbolu hızla bir imajın arkasındaki hipergerçek Safranbolu’ya doğru evrilmeye başlamaktaydı. Safranbolu’nun bir “müze kente” evrilen bu yolculuğu, gerçekliğinin bir daha hiç geri gelmeyecek şekilde dondurulduğu sürecin de başlangıcıdır. Artık kendi pratiklerinin ürünü bir Safranbolu değil, aksine akademisyenlerin 11 Ulukavak, 2020; 19. 220 . Kadir Şahin bilincinin ürünü olan bir Safranbolu ortaya çıkmaktaydı. Aşağıdaki görseller de bu yöndeki vurguları haklı çıkaran türden materyallerdir. Çünkü ardından gelen üç yıl boyunca kentte çok istikrarlı bir şekilde bu süreç ve etkileri artan ivmeyle devam etmiştir. Avrupa Miras Yılı kapsamında 3 yıl üst üste düzenlenen Safranbolu Mimari Değerler ve Folkloru Haftalarının afişleri 12 12 Ulukavak, 2020; 21. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .221 Mimari Değerler ve Folkloru Haftaları’nda gerçekleştirilen etkinliklerden bazılarına dair afişler 13 Etkinliklerin ulusal basındaki görünürlüğüne dair bir örnek 14 Modern dünyanın bir başka özelliği de bir aradalığı bir ‘kitle’ birlikteliğine, bunun parçası olan özneleri de ‘pasif öznelere’ çevirerek kitleselliğin bir parçası haline getirmesidir. Modern kamusallar da bu öznelerin pasifliğini sıklıkla ‘mahremiyet’ olarak kamusal alana taşımış durumdadır. Modern tiyatronun sahne ışığını büyütmesi ama bunun karşılığında seyirciyi karartması, oyuncuya ‘performans’ yüklemesi yapıp seyirciyi sessizliğe -ve oyucuya saygıya- yönlendirmesi, modern kamusalların öznelerinin pasifleştirilmesi yönündeki beklentilerden kaynaklanmaktadır (Sennett, 2010; 59-61). Benzer şekilde Galileo’nun karşısındaki ‘zanaatkarın yabancılaşması’ da aslında hükümsüzleşmeye dayalı bir sessizleşmeyi (dinleyici olmayı) temsil eden türdendi. Çünkü ‘zanaatkarın hüneri’ 13 Ulukavak, 2020; 21. 14 Ulukavak, 2017; 315. 222 . Kadir Şahin dili Galileo’nun (bilim insanının) matematiği karşısında hükümsüzdü (cahildi) ve kendisinden beklenen rol ‘bilime saygı’ esasındaki pasifleşmesiydi. Nitekim yitip giden kadim Safranbolu da artık bu şekilde bilim insanının bilimsel dokunuşlarıyla “kurtarılması gereken bir Safranbolu’ya” dönüşmüştü. ‘Konuşması/anlatması gereken bilim insanları’ karşısında, bütün bir Safranbolu’dan beklenen de modern dünyanın ruhuna uygun bir şekilde ‘saygı esaslı’ dinlemesiydi. Bu nedenle ki artık 3 yıl boyunca ‘bilim insanları’ Safranbolu’yu düzenli olarak anlattılar; Safranbolulu da “bilimsel Safranbolu’yu” bilim insanının söylemleri üzerinden anlamaya çalıştı. Bu nedenle ki kadim şehir, artık kendisine kendi gözüyle değil de Avrupa Konseyi’nin koyduğu noktadan (Arşimet Noktası’ndan) bilim insanları vasıtasıyla bakıp anlamaya çalışmaktaydı. Yerel halkın sadece “izleyici/dinleyici” olduğu bu durum, kendisine yabancılaştığı anın da pratiklere döküldüğü nokta olmuştur. Nitekim ‘tiyatro dekoruna’ dönüşen kentin vurgusu da çok geçmeden ulusal basında karşılık bulmuştu. Aşağıda paylaşılan görseller de bu yöndeki pratikleri ifade eden türdendir. Etkinlikler kapsamında gerçekleştirilen bilgilendirici oturumlarda yerel yöneticiler ve bilim insanları bir arada 15 15 Ulukavak, 2010; 212. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .223 Safranbolu’yu anlatan bu oturumları büyük bir dikkatle dinleyen Safranbolulular (2. Safranbolu Mimari Değerleri ve Folkloru Haftası)16 Geçmişte tiyatro izleyicisine dönüşen kentin, gelecekteki tiyatro dekoruna dönüşen haline vurgu yapan bir haber örneği 17 16 Kuş ve Ulukavak, 2015; 18. 17 Skylife Dergisi, Eylül 1990, Sayı; 99 (akt. Ulukavak, 2017; 321). 224 . Kadir Şahin Etkinlikler kapsamında bir imaja dönüşme sürecine giren Safranbolu’nun basındaki görünürlüğü 18 Şehirde zamanla ortaya çıkan ‘gerçeklik krizi’, çok geçmeden kendine özgü bir ‘Safranbolu imajını da var etmekteydi. İmajın ortaya çıkışının ardından Safranbolu’ya olan ilgi de hızla arttırmaktaydı. Öncelikle Safranbolu sıklıkla ulusal basında görünürlük kazanan bir “tarihi otantik kent” haline gelmişti. Ardından da Turing, öncelikle Süha Arın’ın yönetmenliğini yaptığı “Safranbolu’da Zaman” belgeselinin çekimi için yapımcılığı üstlendi ve Safranbolu’yu beyaz perdeye taşımış oldu. Belgeselin hemen akabinde şehirde bir dizi restorasyon faaliyetine de başlanmıştı. Tıring ilk otel ve pansiyonların yapımında da ön ayak olmuştu. “Bu gelişmeler, birçok kişi ve kurum gibi, İstanbul’da çok sayıda tarihsel mekanın restorasyonunu gerçekleştiren zamanın Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun Başkanı, çok değerli kültür adamı Sayın Çelik GÜLERSOY’u da etkiler ve İstanbul dışında Safranbolu’yu da kurumun ilgi alanına almayı düşünür. Merhum Sayın GÜLERSOY bu satırların yazarı, zamanın Belediye Başkanını [Kızıltan Ulukavak] İstanbul’a davet eder. Safranbolu’da bir konak satın alıp, orayı restore ettirerek, geleneksel ve çağdaş öğeleri bir arada sunan bir konaklama tesisi haline dönüştürmek istediğini bildirir. Bir süre sonra, zamanın Belediye Başkanı’nın önerisiyle “Tekel Deposu” olarak da kullanılan, Beybağı’ndaki ünlü Asmazlar Konağı, Kurum tarafından 400 bin liraya satın alınır. Safranbolu’da evlerin restoras18 Ulukavak, 2020; 22. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .225 yonu dönemi, Asmazlar Konağı’yla başlatılır. Ancak restorasyon oldukça uzun sürer; tesis 1990’lı yılların başında hizmete açılabilir” (Ulukavak, 2020; 25-26). Basında görünürlük kazanan Safranbolu haberlerine başka bir örnek 19 Gerçekliğe dair yapıbozumun geldiği noktadan kesitler: Asmazlar Konağı’nın restore edilerek ilk Türk tipi otel olacağının haberi (Erol GÖNENÇ, Hürriyet Gazetesi, 24.12.1976) 20 19 Ulukavak, 2020; 25. 20 Ulukavak, 2017; 317. 226 . Kadir Şahin Robins’e göre modern dünya tüketim/meta kültürünü merkeze koyan bir ‘imaj devrimini’ de inşa etmekteydi (2013; 22). Gerçekliğin hipergerçek olana dönüşümü de en temelde imajın izinde gerçekleşmektedir. Dahası bu da gerçekliği baskılayan bir koşulun kanıksanan seviyeye çekilme nedeni olmaktadır (Baudrillar, 2003). Nitekim aynı dönemde Turing’in sürece dahil olmasıyla birlikte, Safranbolu artık imajın ürünü olan bir Safranbolu olmaya doğru hızla evrilmekteydi. Özellikle de Turing’in girişimiyle çekimi Süha Arın’a yaptırılan “Safranbolu’da Zaman” (1976) belgeseli sonrasında. Doğan Kuban’ın Türkiye Turing Kurumu Dergisinde (Temmuz - Ağustos 1976) çıkan yazısına dair bir görsel21 Çok geçmeden (21.11.1978) mektup pullarında görünürlük kazanan Safranbolu evi 22 21 Ulukavak, 2017; 316. 22 Ulukavak, 2020; 36. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .227 Safranbolu, “Safranbolu’da Zaman” belgeseli sonrasında bir turizm nesnesi olmaya doğru artık emin adımlarla ilerlemeye başlamıştı. Modern dünyanın “imaj devrimi”, bu sayede Safranbolu’yu da etkisi altına almıştı ve her yerde ‘tarihi otantik bir Anadolu kenti’ görünürlüğüyle, gerçekliği askıya alınan bir “hipergerçek Safranbolu” ortaya çıkmaktaydı. Nitekim 1975 yılında başlayan bu durum, 1994 yılında onun bir “kültürel miras” olarak “Unesco’nun Dünya Mirası” listesine girişine gidecek kadar büyük bir süreci ortaya çıkarmıştır. Bugünlerde Safranbolu’nun girişinde “Dünya Mirası Safranbolu” yazısı kente gelenleri karşılayan ilk şeydir. Ancak bunun anlamıysa onun kadim ve simgesel olan değerinin bir destinasyona (turizme) özgü bir gerçekliğe eşitlenmiş olmasından başka bir şey değildir. Nitekim bir Arşimet noktasının keşfiyle (Avrupa Konseyi’nin kararıyla) başlayan bu süreç, 1990’lı yıllara gelindiğinde bu kez ‘Arşimet noktasının’ Unesco’ya taşındığı yeni bir sürecin içine çekilmiş olmaktaydı. Bu yeni nokta, 1975 yılı sonrasında başlayan kendine ‘yabancılaşma sürecini’, daha radikal eşiklere taşıyan yeni bir ivmedir. Ancak bu iki evre arasında kent, nesneler sisteminde tam bir göstergeye de dönüşmüş durumdadır. Bugünlerde şehirdeki hakim kendini görme biçimi de -bir turizm olgusunun parçası olan haliyle- bu yöndeki koşulların çıktısı niteliğindedir. Dahası bu süreçte kendisine giderek körleşen Safranbolu -yaşadığı yabancılaşmayla birlikte- artık edindiği Arşimet noktası olmaksızın kendisini göremeyen bir kente dönüşmüştür. Bunun anlamı ise artık kendisine yerel dinamikleriyle bakabilme becerisinin sonsuza dek yitirilmiş olmasıdır. Bu haliyle de bir ‘kültürel miras’ (Dünya Mirası) değeri edinen kadim kent, kendi gerçekliğinin meta değerine eşitlendiği bir nesne hükmüne indirgenme sürecine de girmişti. Koruma söyleminin izindeki bu süreç, korunmakta olanın simgesel değerinden arındırılarak bir ‘otel konaklar dizisine’ dönüşen yeni bir evreyi başlatmaktaydı. Bu noktadan sonra “Safranbolu evi” salt bir tüketim nesnesine (otel konaklara) dönüşmeye başlamıştı. Baudrillard’ın vurgularıyla ifade edersek; yaşanan simgesel yitim bir değiş-tokuşun sonucuydu, ancak bu yöndeki mübadele en temelde bir ölümün tezahürü hükmündeydi (2011b). Dahası tamamen ölmenin mümkün olmadığı bir yok oluşun, ardı arkası kesilmeyen bir varoluş biçimi kazanarak, artık Safranbolu’yu ele geçirdiği yeni bir evrenin başlangıcı yaşanmaktaydı. “Gerçek ya da hakikate özgü perspektifle bir ilişkimizin kalmadığını gösteren bu farklı bir uzama geçiş olayıyla birlikte, tüm gönderen sistemlerinin tasfiye edildiği bir simülasyon çağına girilmiştir. Daha kötüsü gösterge sistemleri bu gönderen sistemlerini yapay solunumla yaşatarak, tüm kombinatuvar hesapları ve ikili karşıtlıklarla tüm eşdeğerlik sistemlerinin işine yarayabilecek anlamdan daha da esnek (ductile) hâle gelmektedirler. Burada bir taklit, sûret ya da parodiden değil aslı yerine göstergeleri konulmuş bir gerçek, bir başka deyişle her türlü gerçek süreç yerine işlemsel ikizini 228 . Kadir Şahin koyan bir caydırma olayından söz ediyoruz. Gerçeğin tüm göstergelerine sahip, gerçeğin tüm aşamalarına kısa devre yaptıran kusursuz, programlanabilen, göstergeleri kanserli hücreler gibi çoğaltarak dört bir yana savuran bir makineden. Gerçek bir daha asla geri dönmeyecektir. Bir ölüm daha doğrusu ölmenin imkânsızlaştığı bir “ölür ölmez dirilme” sistemine özgü model böyle bir hayatî işleve sahiptir. Bundan böyle her türlü düşsel ve gerçek ayrımından yoksun, yalnızca aynı yörünge çevresinde dolanan modellere dayalı ve farklılık simülasyonu üretiminden ibaret bir hipergerçekten söz edebiliriz” (Baudrillard, 2003; 15). 1975 sonrasında bir imaja dönüşme sürecine giren Safranbolu’nun görünürlüğüne dair bazı örnekler 23 Milli piyango biletlerinde de görünürlük kazanan Safranbolu 24 4.3. “Bir Yas”ın İzinde Kadim Safranbolu’nun Ölümü Baudrillard’ın simülasyon ve ölüm arasında kurduğu ilişkiden yola çıkarak; ‘Safranbolu imajının’ izinde bir “ölümü” aramak yerinde bir tavır olacaktır. Dahası ‘mirasın’ olduğu yerdeki ‘öleni’ sorgulamak da bu yolla daha anlamlı bir hal alacaktır. Bu yöndeki çabayı, “Safranbolu’da Zaman” 23 Ulukavak, 2020; 23. 24 Ulukavak, 2020; 37. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .229 belgeseli kapsamındaki anlatımlarını “bir yas” olarak ele alan Süha Arın üzerinden gerçekleştirmek de çalışmaya ayrıca önemli bir perspektif katacaktır. Çünkü Süha Arın çektiği belgeselle, Safranbolu’nun imaja giden sürecini var eden en önemli köşe taşı niteliğindedir. “Karabük’ün kuruluşundan” 1975 yılına kadar geçen dönemi -daha öncesinde de söylendiği gibi- kendi içerisinde bütünlüklü olarak okuyabilmek mümkündür. Modern dünyanın Safranbolu’daki etkileri, 1930’ların sonuyla ortaya çıkmış ve 35 yılı aşkın bir sürenin sonrasında, Safranbolu’nun kadim ve simgesel kökenlerini bir bir eritmiştir. Bu süreç aslında ‘modern endüstriyel dünyanın’ işgaline uğramış bir Safranbolu gerçekliğini ortaya çıkarmıştır. Çünkü kadim premodern hayat işlevsizleşince, o hayatın ürünü olan bütün kamusal ve özel içerikler de anlamını yitirmektedir. Hal böyle olunca ‘kadim Safranbolu’, niteliksiz bir hayatın hükümsüz göstergelerine dönüşen evleriyle -daha önce de vurgulandığı gibi- hızla büyük bir çöküşün içine girmişti. Bu nedenle ki kadim Safranbolu’nun izlerini onun simgesel derinliğinde aramak da oldukça doğru bir tavır olsa gerek. Bu açıdan ‘simgesel Safranbolu’nun ölümü ve bu ölümün açığa çıkış biçimini irdelemek bu tartışmanın önemli köşe taşlarından birisi niteliğindedir. Bu gerçekliği en iyi anlatabilen isimlerden birisi de Safranbolu için hiç şüphesiz abide bir kişilik olan Süha Arın’dır. Arın, Safranbolu için bir milat niteliğinde ve bugünkü Safranbolu’nun ortaya çıkışında çok büyük etkisi olan, ‘Safranbolu’da Zaman’ (1976) belgeselinin yönetmenidir. Her ne kadar Arın, belgeselinde ‘simgesel ‘ölümü merkeze koymasa da bir “ölüm ve yas” temasıyla hareket etmesinden ötürü olsa gerek, Safranbolu’nun modernleşme hikayesi adına tam bir simgesel tükeniş anlatısı ortaya koymaktadır. Kendisinin yıllar sonra ‘belgeselin kamera arkasına’ dair ortaya koyduğu anlatılar da (Üstünipek, 2005) bu yöndeki gerçeklikleri açık eden türdendir. Onun çocukluğu (1940’lar ve 50’ler) ile belgeselin çekimi (1976) arasındaki dönem, kadim/geleneksel -ve dolayısıyla da simgesel- Safranbolu’nun ‘otuz beş yıllık çöküş sürecinin’ tam da karşılığı olan bir zaman dilimidir. Onun bu sürece tanık oluşu ölümü ve hükümsüzleşmeyi fark edebilmesine de neden olmaktaydı. Öyle ki onun aşağıdaki vurguları kesişen bu süreci çok iyi anlatan türden vurgulardır. “Safranbolu’da Zaman belgeselinin kamera arkası öyküsü’ -bana göre tabi- kamera önü kadar çok ilginç. Şöyle ki 1976 yılıydı. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Genel Müdürü Çelik Gülersoy bana -Ankara’yatelefon açtı. Dedi ki “Safranbolu’yla ilgili bir belgesel yaptırmak istiyoruz Turing olarak, bunu yapar mısın?” dedi. Ben de “seve seve yaparım” dedim. Çünkü en büyük ideallerimden biriydi zaten, Safranbolu’yla ilgili bir belgesel film yapmak. Şundan ötürü en büyük ideallerimden biriydi. Safranbolu’yu zaten tanıyordum. Annem tarafından Bartınlı olduğum için. Bartın’a gidiş gelişlerde Safranbolu’dan geçerdik ve bu geçişler sırasında 230 . Kadir Şahin çocukluğumdan itibaren Safranbolu’ya karşı bir hayranlık hissi uyanmıştı bende. Çünkü Safranbolu bozulmamış mimari dokusuyla çocukların hayallerindeki kepenkleri-pancereleri çikolatadan, duvarları şekerden-pastadan, çatıları börekten evler gibi gelirdi bana. Çünkü annem de öyle bir masal anlatırdı bize. Ve o masaldaki evler; çikolata evler, şeker duvarlı evler, börek çatılı evler diye anlatırdı. Ve o masaldaki hayali kent ile Safranbolu’yu o çocukluk hayalleriyle örtüştürürdüm... Fakat [belgesel için Safranbolu’yu] gezdikçe; evlerin terk edilmişliği, böyle işgal kuvvetlerinden kaçıyormuşçasına, duvarlarda resimler bırakılarak bazı evlerin terk edilmişliği [vardı]. Arasta’nın -Yemeniciler Arastası’nın- hüzünlü hali... Bütün dükkanlar kapanmış, kilitlenmiş. Kilitler örümcek bağlamış. Yıllardır açılmıyor belli. Bütün esnaf terk etmiş. İki tane dükkan kalmıştı ben oraya gittiğimde; iki usta. Tabi yeni nesil, zanaatları yaşatmamış; el işlerini yaşatmamış. Çoğunluk olarak ya Karabük’te Demir Çelik Fabrikaları’nda çalışıyorlar ya da büyük kentlere göç etmişler.” 25 Bu nedenle ki Arın, Safranbolu’da karşılaştığı manzaranın etkisiyle belgeselin temasını, bir “yas”ı temsil edecek nitelikte kurgulamaya karar vermişti. Onun vurgularıyla söylenecek olursa da yitip giden Safranbolu’nun ardından yakılan bir “ağıt” misali olacaktı. Çünkü onun, belgeselin çekimi için Safranbolu’ya geldiğinde gördüğü manzara, artık kadim Safranbolu’nun yok olduğunu anlatan nitelikteydi. Şehrin bütün kadim ve simgesel göstergeleri anlamsızlaşmış ve onun çocukluğundan hareketle “masalsı kent” dediği bütün imgeler yerini bir ‘ölü şehir’ görüntüsüne bırakmıştı. Onun ‘çocukluğu’ ve ‘belgesel için geldiği zaman’ arasındaki dönem, modern endüstriyalizmin izindeki kentin gerçekliğinin kadim kenti hükümsüzleştirdiği yıllardır. Arın tam da bu nedenle ki belgeselin odak noktasını “Safranbolu’ya ağıt” temasıyla kurgulamaya karar vermişti. Çünkü onun gördüğü manzara bir “ölüme” tekabül eden, bir “yok oluş” sürecinin kendisiydi. Bu yazının başında ifade edilen; ‘ortada dolanan bir mirasın varlığı “ölenin kim olduğu?” sorunu haklı bir soru haline getirmektedir’ vurgusu, aslında bu noktada cevabını bir nebze de olsa almış olmaktadır. Arın’ın ifadeleri -yöneltilen bu soruya cevap olarak- “Safranbolu” yanıtını çok uzun yıllar öncesinden vermektedir. Bir bakıma onun bu yöndeki vurguları, Safranboluluların yaşayıp da ifade edemediği gerçekliğin saptamasını yapan türden vurgulardır. Onun “ağıt” vurgusunu ortaya koyma nedeni olan aşağıdaki saptamalar da bu yöndeki gerçekliği açık eden niteliktedir. “Safranbolu yok olmaya başlamış. O yüzden baktım Safranbolu tümüyle gitmeden, “bir ağıt yakayım” dedim Safranbolu’ya. Öyle bir ağıt yakayım ki hiç olmazsa bir sokağını, bir mahallesini belki kurtarabilelim. Hatta “bir evi bile kurtarsak kardır” dedim. Çünkü bir gün gelecek Safranbolu diye tarihi bir kent kalmayacak. O yüzden Safranbolu’yu çekmeye ve de bir ağıt yakarak -duygusal yönünü insanların iğreti ederek- öyle bir üslupla 25 Üstünipek, 2005; 1’48’’- 6’52’’. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .231 çekmeye karar verdim... O sırada bütün havuzlu evler neredeyse -biri hariç- hepsi terk edilmişti. Bu terk edilenlerden biri de “Havuzlu Konak” adı altında -şimdi şurada karşıda işte koskoca görkemli bir konak yepyeni- ama o zaman mezbelelikti bu konak. Ve çekimlerin bazılarını burada bu konakta yaptım. Ocaklara çöpler doldurulmuştu. Bütün kapaklar, kepenkler kırılmıştı. Camlar kırıktı. Havuzlu salonun olduğu yerde salonun camları kırıktı. Bazen rüzgar esiyordu, havuzda dalgalanmalar oluyordu. Bazen rüzgar kesildiğinde cam gibi, ayna gibi oluyordu o havuz. Hiç bir insan yoktu; kediler, bazen köpekler görüyorduk çevrede, evin içinde, konağın içinde. Ve ağıt yakma işini burada da devam ettirdim... Ben finalde saati 12 kez çaldırdım. Başta da 12 kez çaldırmak istedim. Çaldırdım! Onun nedeni şuydu: 12 kere bir şeyin çalması bir alarmdır. Biliyorsunuz! Saat 12’yi vuruyor demek, çanlar çalıyor demek! Yani tehlike var demek. Bir tehlike simgesi olarak! Aslında görsel olarak akreple yelkovan üst üste, hoş bir görüntü değil. Ama ses olarak ilginç: 12 kez vurması. O yüzden ben saatlerin 12’ye vurmasını, bilinçaltlarına yönelik bir simge olarak kullandım: Yani “Safranbolu elden gidiyor, bu son çanlardır kurtarılması için. Saat kulesinin son çanıdır” gibilerden.” 26 Arın’ın bu gerçeği -yani bir kamusalın ölümünü- fark eden bakış açısından olsa gerek, “Safranbolu’da Zaman” belgeselindeki tema da çok doğru bir odakla ilerlemekteydi. Belgeselin ‘ölüm’ anlatısını öne çeken bütün teması, ‘kamusal alanla’ ‘özelin alanın’ bütünlüğünü ortaya koyan, ‘iş’ (kamusal) ve ‘ev’ (özel) arasındaki düzlemde akmaktadır. Çünkü kadim zanaatkarlık şehirdeki işlevini yitirince, önce onun mümkün kıldığı kadim kamusal çökmüştü ve ardından da kadim evin (özelin) yitimi ortaya çıkmıştı. Onun terk edilmiş evlerden ibaret olarak gördüğü kent de temelde bu gerçekliğin ürünü bir çıktıydı. Onun Safranbolu’ya geldiğinde yıkılan ‘masalsı’ imgeleri, aslında bir kamusalın ve de özelin çöküşünden kaynaklanan çıktılardı. Arın’ın tam da bu gerekçeyle “işgalden kaçış” olarak lanse ettiği durumun nedeni olan şeyler, belgeselde yer verdiği ‘zanaatkar Ali Usta’nın söylemleriyle de oldukça açık hale gelmektedir. Çünkü geleneksel işin hükümsüzleşmesi geleneksel hayatın hükümsüzleşme nedeni olmuştu. Bu da bir çıktı olarak kadim evi hükümsüzleştirmiş oluyordu. Bu yöndeki gerçekliğin açığa çıkış şekli de Arın’ın gördüğü “terk edilmiş evler” şeklinde olmaktaydı. Belgeselde Arın’ın yer verdiği, son iki ustadan biri olan ‘Ali Usta’nın söylemleri de bunun pratikteki açığa çıkış şeklinin ilanı niteliğindedir. Onun vurgularında öne çıkan “canlanmaz bir daha” dediği şey ‘zanaat’ olarak görünse de gerçekte kadim Safranbolu’nun kendisidir. Çünkü geleneksel iş yoksa geleneksel Safranbolu’yu yaşayabilmek ve de yaşatabilmek de asla mümkün olamamaktadır. Zanaatkar Ali Usta: “Kimisi son zamanlarda öldü. Kimisi Karabük’e gitti, kimisi Demir Çeliğe gitti. Burası canlanmaz garin. Biz ölürsek gayrı bizim yerimize de gelecek yok eski yapmağa. Şimdi çocuklar gelmiyor zanaata. 26 Üstünipek, 2005; 9’28’’- 25’44’’. 232 . Kadir Şahin Zanaata şimdi bir tane yok gari çocuk. Evvelsi mesela; oğlan evlenecek olacağında sorarlardı: “Ne zanaatı?” Mesela kunduracı, yahut berber, yahut terzi, yahut dikici. O vakit verirlerdi! Şimdi soruyorlar: “Fabrikada mı çalışıyor?” “Primi var mı?” “Var!” Şuyu var mı?” “Var!” O vakit kızı veriyorlar.” 27 Arın’ın belgeselde, Ali Usta’nın söylemlerinin hemen öncesinde öne çektiği anlatı da temelde Safranbolu’daki çöküşün -onun tabiriyle “işgal”in- nedeni olan ‘geleneksel işin yitimini’ ortaya koyan vurgulardı. Çünkü onun şehirde gördüğü ‘zanaatkarsız çarşılar’, kadim mesleklerin/işin geçersiz bir işleyişe dönüştüğünün anlatısı olan manzaralardı. Modern zamanlarda ‘geleneksel işin yitimi’ zanaatkarın (homo faber’in) ölümüne karşılık gelirken (Krause, 1999) yaşanan bu hükümsüzleşme de beraberinde kadim şehrin varoluşsal gerekçesini ortadan kaldırmaktadır. Smith’in “iş nasılsa hayat öyledir” (2011) saptaması, geleneksel işin yitirildiği Safranbolu’da, geleneksel hayatın da neden yitirilmekte olduğunu anlatan niteliktedir. Arın’ın ortaya koyduğu vurgular da bunu Safranbolu özelinde doğrulayan türden vurgulardır. “Zaman üzerine kurulmuş, zaman içinde akıp giden çabalar tükenmez Safranbolu’da. Bir başka ama bu kez hüzün verici bir öykü, “yemenicilik” denen ayakkabıcılığın öyküsüdür. Zamanla mücadelesinde yenik düşen bu eski zanaatın son temsilcileri, artık tatlı bir anının simgeleri gibidirler. Kırk altı dükkanlık “Yemeniciler Arastası” adı verilen, kendine özgü çarşı içinde, 1940’lara kadar lonca gelenekleriyle yaşantısını sürdürebilmiş yemenicilik. Safranbolu’nun en güçlü esnaf sınıfını içermiş. Ancak günümüze bu denli yaklaşmışken, bir dizi etken onu alıp zamana teslim etmiş. Ve kilitler birer birer mühürlemişler bu teslim oluşu. O koskoca, renkli, insancıl öyküden; kala kala iki usta kalmış Arasta’da... Yemeniciliğin etkisini yitirmesine, çöküşüne koşut olarak, bir zamanların görkemli tabakhanesi de bugün sadece bir iki ustanın çalıştığı terk edilmiş, ıssız bir viraneye dönüşmüş.” 28 ‘İşten/zanaattan başlayan şehirdeki çöküş’ ardından da ‘evin’ işlevsizleşmesini beraberinde getirmiştir. Çünkü hayat, kamusal olanla özel olanın toplamından ibarettir. Ancak kamusal alan hayattan çıkınca geriye sadece özel olan kalır beklentisi, maalesef hayata dair geçerli bir matematik değildir. Çünkü burada premodern niteliklerdeki ‘kamusal alan’ ‘özel alanı’ mümkün kılarken, geleneksel kamunun yaşadığı işlev bozumu beraberinde ‘geleneksel evin’ yapıbozum nedeni olmaktaydı. Hal böyle olunca işin yitimi evin de yitiminin nedeni olmaktaydı. Bu nedenle ki Arın, tam da bu gerekçeyle olsa gerek, işe dair vurgularının hemen ardından ‘eve’ dair vurguları belgeselde öne çekmektedir. Belgeselde geçen aşağıdaki vurgular da bu yöndeki gerçekliği açık eden türden vurgulardır. 27 Arın, 1976; 29’24’’ - 30’13’’. 28 Arın, 1976; 27’33’’ - 30’37’’. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .233 “Zamana yenik düşen sadece meslekler, işyerleri değil Safranbolu’da. Evler de terk ediliyor. Terk edilen evlerden birinin 200 yıldan eski havuzuna su veren çeşmesinin o tatlı, ahenkli şarkıları artık döşemesiz sedirlerde, üzerlerinde yer yer zamanın unutulduğu duvarlarda yankılanıyor... Unutulmayı yaşayan eski evlerden bir başkası; bir zamanların görkemli bir konağı. Dedeler, babalar, torunlar bu evlerde birlikte yaşamışlardı. Dede yadigarı ve baba mirası olarak onları özenle korumuş; baba ocağını söndürmemek geleneğine özellikle saygı duymuşlardı bir zamanlar. Kırık, yitik camlardan pervasızca giren rüzgar, selamlık çardağındaki dev havuzda acılı çırpınışlar yaratır bazen. Ve rüzgarın da terk ettiği zamanlar -o ölüm havası, o insafsız unutuluş- iyiden iyiye siner her yana. Bir yerde kayboluşa, unutulmuşluğa acı duyulurken; bir başka yerde, bir başka evde kaybolmakta, unutulmakta olmanın acısı hissedilir.” 29 Bütün bu yaşananlar, tam bir ‘modern işgal’ niteliğindeydi ve zaman geçtikçe de Karabük’ten Safranbolu’ya doğru ilerlemekteydi. Safranbolu’nun hali hazırdaki kadim görünürlüğünü sürdürmesinin nedeniyse, modern yapı stokunun sınırlarının -o dönem için- henüz Safranbolu’ya erişmemiş olmasıydı (Kıray, 1998). Görünen o ki söz konusu olan durum, modern endüstriyalizmin geleneksel (premodern) olanla savaşını açık eden türdendi. Burada ‘eskiyle’ ‘yeninin’ savaşına dönüşen bu durum, modern olanın geleneksel olanı hükümsüz kıldığı noktaya kadar sürecek türdendi. Arın da bu kaygıyı derinden yaşamış olsa gerek, belgeselde can alıcı nitelikte olan aşağıdaki vurgulara yer vermektedir. Onun bu vurguları, en temelde geleneksel evin yitimini ortaya koymaktadır. Dahası bu vurgular Safranbolu’daki gerçekliğin yitimin anlatırken onu öncelikle bir ‘tarihin’, sonrasında da ‘evvel zaman içindeki’ bir masalın konusu haline getirerek; yaşanan işgalin ve de yok oluşun derin etkilerini ortaya koymanın çabasına girişmektedir. Arın’ın, Beşbinevler’den Safranbolu’ya yönelen büyümeyi anlatırken ortaya koyduğu vurgularsa ‘şimdiki zamandan’ gelecekteki zamana doğru, ortaya konulan sürecin anlatımını yapan türdendir. Onun “bir işgal”e dayalı olarak ortaya koyduğu “yas” da bu notada en açık haliyle görünürlük kazanmış olmaktadır. Çünkü bu yönde gerçeklik ona göre Safranbolu’yu bir ‘anıya’, bir ‘tarihe’, bir ‘hüzüne’ karşılık gelen yok oluşun parçası haline getirmektedir. Bu yok oluşun varacağı noktaysa onu, ‘evvel zaman içindeki bir masala’ dönüştürecek türdendir. Ancak bütün bu vurgular ve beklentiler, yitirilen gerçekliğin bir daha geri gelme ihtimalinin ne kadar uzak bir ihtimal olduğunu öne çeken türdendir. “Yine bir başka yerde ise insafsızca bir değişimin, bir yozlaştırmanın acısı. İnce, zarif görünümleri, çikolata renkli kepenkleriyle bir yana itilen eski pencerelerin acısı ve onların yerini alan ‘asrî pencereler’; Safranbolu evinin yaralanış acısı. Güleç yüzlü Safranbolu evlerinden bir bölümü çevreye yönelişlerinde artık anlamsız, somurtkan ve şaşkın... Zamanın ezici deste29 Arın. 1976; 30’50’’ - 33’47’’ 234 . Kadir Şahin ğiyle güç kazanan değişim bulaşıcı bir hastalık gibi evden eve sıçrarken, eski Safranbolu’nun içinde ve çevresinde yeni bir Safranbolu da oluşuyor. Eskinin kendine özgü birer yüzleri, huyları, yani kişilikleri ve anlatacakları olan o gülümseyen evlerden apayrı karakterde bloklarla uzayıp giden birbiri içinde kaybolmuş dizilerle! Beşbinevler denilen; yarının on bin, yüz bin evleri olmaya kararlı bu site Karabük-Safranbolu arasında bir köprü bugün. Anı olur zaman içinde Safranbolu, sevinç olur. Kimi zaman hüzün, kimi zaman övünç olur. Sokağıyla, eviyle, hayatıyla zaman içinde tarih olur. Kim bilir! Belki de çocukların düşlerinde gördükleri damları şekerden, duvarları pastadan, pencereleri çikolatadan yapılmış konutlarıyla masal olur evvel zaman içinde Safranbolu.” 30 4.3.1. “Bir Yas”ın İzinden Kalıcı Bir İmaja Turizm ve Safranbolu Arın’ın belgeseli “Safranbolu’da Zaman” (1976) -yukarıda da vurgusu yapıldığı üzere- ‘kadim bir kamusalın ölümünü’ açıktan ilan eden bir itiraf niteliğindeydi. Dahası onun belgeseli modernitenin ardındaki öldürücü hükümsüzleşmeyi de açık eden türdendi. Horkheimer ve Adorno’nun ‘ileriye giderken açığa çıkan gerileme’ dedikleri nokta, bu yönüyle düşünüldüğünde açıktan görünür bir hal edinmektedir. Ancak modern insanın -ve de modernitenin- en temel özelliklerinden biri, yok oluş nedeni olduğuna dair büyük simgesel söylemler de atfedebiliyor olmasıdır. Tarih, nostalji, antika ve dahası ‘eski’nin kendisi; bütün bunlar modernitenin yok oluşunda, ‘nedeni’ olabildiği şeylere karşı bir yandan da kendince ‘değer’ -sıklıkla da metaya dönük bir değer- atfedebilme yeteneğini ortaya koymaktadır. Bu da onun eskiyle savaşını ‘modern’ (çağdaş) kılabilme yeteneğinden kaynaklanmaktadır. Arın’ın ‘istiladan kaçış’ vurgusuna gönderme yaparak söyleyecek olursak; modernitenin savaşını ‘çağdaş’ kılan temel nokta, onun bütün bunları ortaya koyarken, hiç bir şekilde klasik şiddet materyallerini kullanmıyor olmasıyla yakından alakalıdır. Nitekim Arın’ın şehre geldiğinde gördüğü manzaraya karşılık dile getirdiği, “insanlar sanki bir istiladan kaçıyor gibi bu evlerden kaçıyorlardı” vurgusu, aslında modernitenin savaş mantığının temeldeki başarı kriteri olan noktayı açık etmektedir. Çünkü bütün herkes ‘rızaları alınmış’ bir tavırla savaşın yenilgisini kabul ederek, gönüllü bir şekilde bu kaçışa katılmaktaydı. Görüntüde hiçbir baskı ya da zorlama yoktu. Baudrillard’ın ‘cümbüş eşliğindeki yok oluş’ (2015) dediği nokta, çok açıktan şekliyle Arın’ın karşısındaki Safranbolu manzarasında görünür hale gelmekteydi. Nitekim Arın tam da bu sebeple “sanki istiladan kaçar gibi” vurgusunu yapmaktadır. Çünkü bakınca görünürde olmayan savaş, ancak izlerinden hareketle anlaşılınca “sanki” vurgusuyla ifade edilmektedir. Görünen manzara bir savaşın sonucundaki istilanın çıktısı olması konusunda çok 30 Arın, 1976; 33’57’’ - 38’00’’. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .235 net olsa da mevzu bahis olan durum klasik bir istila biçimi değildir. Çünkü açıktan bir savaş, kaçışı bu kadar rızaya dayalı hale getiremezdi. Bu yönüyle Arın’ın gördüğü manzara bir savaşın çıktısı olsa da açıktan ve görünürlüğü olan bir savaş niteliğinde değildi. Nitekim kamusal hayatı ölmüş bir Safranbolu’nun, ‘yakılan ağıt’ sonrasındaki gördüğü ilgi de aslında bu yöndeki gerçekliğin devamındaki şeylerdi. Geleneksel hayat bu yolla hükümsüz ilan edilirken, ardından da hükümsüz ilan edilene dair güzellemeler çok geçmeden ortaya çıkmaktaydı. Nitekim Süha Arın’ın belgeselin gösterimi sonrasında Safranbolu’nun ülkenin gündemine düşüşünü ve ardından ortaya çıkan büyük Safranbolu ilgisine dair anlatımları da bu yöndeki detaylarla dolu vurgulardır. Modern endüstriyalizmin ve onun mümkün kıldığı insanın en temel özelliklerinden birisi, sebebi olduğu bütün bu koşulları yaşarken, onun içinden kendisine dair büyük de yabancılaşma hikayeleri çıkarabiliyor olmasıdır. Nitekim Safranbolu için bütün bu yaşananların karşılığı; gerçekliğin krizini yaşarken, yaşananların içinden kendisine dair büyük de bir imajın ortaya çıkıyor olmasıydı. Öyle ki belgesel ve onun etkileri Safranbolu için çok başka türden olan yeni bir evreyi başlatmıştı. Artık Safranbolu, edindiği ‘medyatik imajının’ etkisiyle, bütün bir ülkenin gündem konusu olmuştu. Süha Arın’ın dahiyane ‘ağıt’ı beyaz perdenin içinden bütün bir ülkeye yayılınca, modern insanın parçası ve dahası nedeni olduğu ‘ölüme’ karşın, artan boyutta bir ilgi patlaması yaşanmaktaydı. Yitirilmiş olana ilgi burada bir kere daha açığa çıkmaktaydı ve bu kez de Safranbolu özelinde gerçekleşiyordu. Arın’ın aşağıdaki vurguları da bunu detaylandıran türden bir anlatıdır. “Bugün ‘Arı Stüdyosu’ olarak TRT’nin kullandığı yer Arı Sineması’ydı. İki üç katlı balkonları, locaları olan; çok büyük bir sinemaydı. Orayı Turing kiraladı. Bütün salon dolmuştu. Seyirciler arasında Ecevit de vardı eşiyle beraber ve Safranbolu’dan da iki otobüs dolusu insan gelmişti galaya. Ve beraberinde Safranbolu’nun ünlü lokumunu getirmişlerdi. Ankara’daki galada onlar lokum dağıttı. Çok çarpıcı oldu, çok hoş oldu. Ve de çok büyük ilgi gördü. Televizyonda gösterildikten sonra da Televizyon Daire Başkanı -bir hanımdı şimdi adını anımsamıyorum- bana telefon etti. Dedi ki “bizim telefonlar kilitlendi” dedi. “Bir kere daha göstereceğiz filmi” dedi. “Korkunç bir talep patlaması var” dedi. Tabi biz o zaman tek kanal avantajını da kullanmış olduk. Bir tek kanal vardı, TRT yani. Adı TRT 1 değildi, TRT’ydi. İkincisi yok ki TRT 1 olsun! Ve bütün Türkiye yalnız TRT’yi seyrederdi. Başka kanal yoktu ve bu film haberlerden sonra galiba gösterilmişti. ‘Prime time’ dediğimiz, seyircinin en yoğun olduğu bir saatte. O yüzden çok büyük bir etki yaptığına inanıyorum ben bu filmin.” 31 Nitekim bu kadar büyük bir talep patlamasının olduğu yer, aslında Arın’ın ‘yaktığı ağıt’ın içine yerleştirdiği ‘kurtarma’ projesinin’ geri dö31 Üstünipek, 2005; 29’57’’ - 31’25’’. 236 . Kadir Şahin nüşü gibiydi. Arın’ın ‘dinlediği çocukluk masallarındaki’ imgesel evin gerçekliği olan Safranbolu’nun yitimi, onun “acil durum çanlarını” belgeselde “12 kere çaldırmasına” neden olmuştu. Onun bu yöndeki ‘ağıt’ının etkisi çok hızlı bir şekilde kendisini ortaya koymaktaydı. Hatta kendisinin İstanbul’daki basın galasına dair anlatımı da bu yöndeki gerçekliğin vurgusu niteliğindeydi. Ancak yaşananların bu yöndeki bütün çıktıları yitirilen Safranbolu gerçekliğinin, ufuk çizgisinden çok daha ötede bir noktaya taşınmasına neden olmaktaydı. Artık bir gerçeklik olarak Safranbolu evresi kapanmış ve bir imajın ürünü olan hipergerçek bir Safranbolu evresi başlamıştı. Sinematik etkinin en büyük çıktısı bütün bunları var ederken ortaya büyük bir “gerçeklik krizini” de çıkarıyor olmasıydı. Ortaya bir Safranbolu imajı çıkınca, aslında gerçeği de hiç geri gelmeyecek şekilde gözlerden yitip gitmekteydi. Kendisine dair yükselen talep, beyaz perdenin içinden çıkan ‘otantik kent’ imgesiydi; gerçek Safranbolu değil. “Bir kere çok etki yapacağını şuradan anladım... Önce bir ‘basın galası’ yaptık, İstanbul’da. Ben ona katıldım, halka açık galaya katılamamıştım. Basın galasına, basın mensuplarıyla beraber, Çelik Gülersoy da katılmıştı. Çelik Bey’in böyle çok ilginç yönleri vardır. Kendisi Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun genel müdürü olmasına karşın -filmi ısmarlayan, yaptıran kişi olmasına karşın- filmi diğer seyircilerle beraber izlemek istediğini söyledi bana. Ben “size bir ön gösterim yapabilirim” dedim. “Görüşlerinizi almak istiyorum” dedim. “Hayır” dedi. “Ben halkımızla beraber izlemek istiyorum” dedi. Ve basın galası sırasında, basın mensuplarıyla beraber izledi. Dışarıya çıktığında merakla yüzüne baktım, ne diyecek diye. Mendili elinde ağlıyordu Çelik Bey -Çelik Gülersoy-. Ve uzun bir süre konuşamadı. O zaman anladım ki bu çok etkili bir film olmuş. Ve dedi ki bana “ilk işimiz, yönetim kurulu kararıyla, konaklardan birini almak ve onarmak olacak” dedi. Ve de o sonunda ağıt yaktığım; “babalar, dedeler, çocuklar, torunlar burada bir arada yaşamışlardı bir zamanlar” diye de lafının geçtiği. [Göstererek] Şu konak! Pejmürde, yıkılan! Çöplük gibiydi yani içi. İşte o konağı aldılar, öbürünü aldılar. Burada dört, beş konağı birden Turing aldı ve otel ve pansiyonlar dizisi haline getirdi.” 32 32 Üstünipek, 2005; 31’27’’ - 33’30’’. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .237 Artık televizyonda sıklıkla görünürlük kazan Safranbolu 33 Bilim insanı (Doğan Kuban) ve belediye başkanının (Kızıltan Ulukavak) televizyondaki Safranbolu parsel genişliği tartışması (22 Eylül 1977) 34 33 Günaydın Gazatesi; 22 Eylül 1977 (akt. Ulukavk; 2010, 210). 34 Ulukavak, 2010; 210. 238 . Kadir Şahin Bütün bu vurguların anlamı, Arın’ın ‘yok oluş çanlarının’ içine yerleştirdiği ‘kurtarma projesinin’ amacına eriştiğini göstermektedir. Ancak kurtarma projesi amacına erişirken artık Safranbolu evi gitmiş, yerine evlerin otelleştiği (nesneleştiği) -yani bir tüketim göstergesine karşılık geldiği- yeni bir evre başlamıştı. Artık Safranbolu’nun, hızla “korumanın başkentine” evrilmesine neden olan bir imajın izindeki ‘hipergerçek Safranbolu’ oluşu, çok sağlam adımlarla ortaya çıkmaktaydı. Bu haliyle tüketimsel olana entegre edilen bu koşul, onun kadim hayatına dair yitimin, artık gözle görülür olma ihtimalini bile ortadan kaldırmaktaydı. Artık ‘gerçek Safranbolu’ -daha önce de vurgusu yapıldığı üzere- bir ufuk ötesi noktaya taşınmış nitelikteydi. Bu nedenle ki şehirde evler artık otellere dönüşmeye başlamıştı. Kadim hayat da bu nedenle ki hiç geri gelme ihtimali olmayan bir şekilde, nesneler sistemindeki göstergelere dönüşmekteydi. Dahası turizmin göstergesi haline gelen ‘evlerin otelleşmesi’, çok geçmeden bütün evlerin ‘hayatın’ temsilindeki mekanlar olmaktan çıkmasına ve dahası bir bir pazarlama stratejilerinin parçası haline gelmelerine neden olmaktaydı. Artık evler, ev de değil; aksine Arın’ın belgeselde ifade ettiği gibi ‘konaklara’ dönüşmekteydi. Artık bu nedenle ki Safranbolu, bütün turizm şirketlerinin de ilgisini çeken bir Safranbolu haline gelmişti. Arın’ın, “belgeselin ardından” diyerek ortaya koyduğu aşağıdaki vurgular da bu yöndeki durumun anlatıcısı olan türdendir. “Turizmciler hemen “Safranbolu’da Zaman” turları düzenlemeye başladılar. İstanbul’dan, Ankara’dan otobüsler kalkıyordu günübirlik. Kalacak yer olmadığı için burada. Sabahleyin erkenden kalkıyor, bir Safranbolu turu yapıyorlar. Sonra tekrar akşam geri dönüyorlardı. Ve de bu turlara “Safranbol’da Zaman” turları diyorlardı. Hafta sonlarıyla sınırlıydı bu turlar ilk zamanlar. Daha sonra bu konakların onarılması, pansiyonculuğun başlamasıyla birlikte, bu haftalık turlar üç günlük, beş günlük, bayram turlarına falan dönüşmüştü. Ve giderek burası “korumanın başkenti” oldu.” 35 Arın’ın dahiyane ‘ağıt’ı Safranbolu’nun makus talihini değiştirmişti. Bir bakıma onun ortaya koyduğu ‘Safranbolu anlatısı’ beklenen sonun tezahür şeklini de çok başka bir kerteye taşınmıştı. Ancak yaşananlarla birlikte sadece yitirilen hayatın yok oluş süreci dondurulmuş olmaktaydı, açığa çıkan gerçekteki durum ise beklenen sonun ortaya çıkışını engelleyen bir ‘görüntünün dondurulması’ çabasından başka da bir şey değildi. Dahası açığa çıkan hipergerçek düzlem, ölüyü fetişize eden “koruma güzellemesi” olarak görünürlük kazanmaktadır. Bugün modern insanın ‘kültür turizmi’ dediği destinasyonların merkezideki gerçeklik de aslında bu hikayenin su üstündeki görünür olan halidir. Modernitenin var ettiği geleceğe dair bütün ‘kültür ütopyaları’, geçiciliklere ve onun ürünü 35 Üstünipek, 2005; 33’39’’ - 34’22’’. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .239 olan “yok yerlere”36 tekabül ettikçe, bütün modern gelecek projelerinin muhatapları olan modern özneler de geçmişin kadimsellik anlatısını açığa vuran mekanlara ilgiyi arttırmaktadır. Safranbolu’ya ilgi de modern ütopyaların peşine düşenlerin yaşadığı gelecek belirsizliğiyle, retrotopyalara savrulmalarından başka bir şey değildir (Bauman, 2018; 15-17). Safranbolu “korunmuş” oldu ama artık hiç Safranbolu olması mümkün olmayan haliyle, sadece bir hipergerçeğe dönüştürülerek korunabilmişti. Dahası geçmiş kökenselliklere dair krizler yaşayanların, kontrollü kadimsellik fetişizmini yaşayabilecekleri bir destinasyonun mekanı olarak korunabilmiştir. Dolayısıyla artık bir gerçeklik -yani Safranbolu- bir kurgunun parçası kılınarak korunmuş oluyordu. Arın’ın, gerçekliğinden hareketle masalsı kent dediği Safranbolu, gelecekte bir imaja dönüşerek gerçekten de bir masal imgesi haline gelecektir. Aşağıdaki örnekler gerçekliğin yitimi nedeniyle imgesel çizimlerle öne çıkan Safranbolu görünürlükleridir. 1975 yılı sonrasında pek çok yerde buna dair sayısız örnek görebilmek mümkündür. Çünkü gerçekliğin yitimi çizimlerle birlikte Safranbolu’yu masalsı imgelerin içene geçmişten bir kare olarak sunulabilir hale getirmektedir. Onun görünürlüğü de bunu ziyadesiyle sunabilen türdendir. 1975 yılında şehirde konuk olanlardan ressam ve mimar Cihat Burak’ın Cumhuriyet Gazetesi’ndeki ‘Safranbolu Evleri’ çizimi 37 36 Ütopyanın kelime anlamı “yok/olmayan yer” demektir ve burada gönderme yapılan vurgu da bu noktadır. 37 Kuş ve Ulukavak, 2015; 13. 240 . Kadir Şahin Ressam Necdet Kalay’ın Safranbolu çizimi (Suluboya - 1977) 38 Masalsı kent imgelerine dair başka bir örnek 39 Modernitenin ‘tarihe’ bakışı; Benjamin’in, Klee’nin tablosu olan ‘Tarih Meleği’ne (Angelus Novus’a) bakarken gördüğü emsaldedir. Modern ilerlemeyi makul hale getirmek için tarih sadece var edilmekteydi. Safranbolu da ‘kültürel mirasa’ dönüştürülen bir ‘tarih’ olarak korunabilmiştir. 38 https://d35fbhjemrkr2a.cloudfront.net/Images/Shop/38/ Product/13420/400/28124acd818f4c138a3364b1467202bb.jpg 39 Metin Keskin: Mescit semti ve ahşap evler; MESA 1999 Ajandası (akt. Ulukavak, 2017; 100). Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .241 Dahası artık onun misyonu; modern felaketlerin temeldeki nedeni olan bütün gerçekliklerin nesneler sistemine entegre edilmesini makul kılmak olmuştur. Yaşanan felaket bu sayede göze oldukça hoş görünmektedir. Çünkü görünürlük kazanan “koruma”, büyük yok edişlerin -ve dahası savaşın- gerçekteki istilacı doğasının üzerini örten bir anıtlaştırmanın çabası olmaktaydı. Bugünlerde Safranbolu’nun bir diğer adı “korumanın başkentidir”. Onun, bütün geçmişin eriyip gittiği bir potada eritilmemiş bir nokta oluşu, bütün eritilmişliklerin makul kılınma gerekçesi olmaktadır. ‘Korumanın başkenti’, korunulmamış bütün bir geçmişin ve ona dair hayatın itirafı niteliğindedir. Modern özne tam da bu gerekçeyle -Süha Arın’ın dediği gibi- “akın akın Safranbolu’ya gelmekteydi”. Çünkü bir “ağıt”ın içinden kocaman bir “koruma kültürü” çıkmıştı. Ama bu ‘korumanın başkenti’ Safranbolu değil, modern “nesneler sistemine” entegre edilmiş bir Safranbolu’ydu. Dahası gerçekteki Safranbolu’yu aslında Safranbolulunun kendisi dahi istemez olmuştu. Nitekim şehirde 1937-75 arası dönemde bitmeyen “imar tartışmaları” da bunun nedeniydi. Safranboluluların bugünlerde geçmişi korumaktan yana yaşadıkları mutluluk, ‘yas’ın parçası niteliğindeki aktörler olduklarının da bilinciyle olsa gerek. Çünkü görünürdeki durum, gözlerinin önünde yitip giden geçmişlerine dair yaşadıkları acıyı hafifleten niteliktedir. Ancak onların tavrı ‘Angelus Novus’un kaçamak gözlerinde gizlidir. Benjamin’in Angelus Novus için aşağıdaki söylediklerini Safranbolu -ve dahası modern özne- için de söyleyebilmek tam da bu nedenle oldukça mümkün hale gelmektedir. “Geleneksel uygulamanın gereği olarak, savaşın ganimetleri yengi [zafer] alayıyla birliktedir bu resmi geçitte. Bu ganimetlere, kültür hâzineleri diyorlar... Klee’nin “Angelus Novus” diye bilinen bir tablosunda, sanki hep öyle bakıp seyretsin diye yapıldığı yerden artık neredeyse kalkıp başka yerlere gideceğe benzeyen bir melek tasvir edilmiştir. Gözleriyle dik dik bakan, ağzı açılmış, kanatları gerilmiş. Bu insanoğlunun tarihin tasvirini yapmasıdır: Yüzü geçmişe dönüktür. Bizim bir zincirin halkaları gibi görebildiğimiz olayları, o ardı ardına dizilmiş yıkımlar ve felaketler yığını olarak tek bir kataştrof [felaket] biçiminde görmektedir. Melek, kendisine kalsa orada daha duracak, ölüleri ayaklandıracak ve yıkılmış, parçalanmış her şeyi yeniden bir tümlüğe kavuşturacak gibidir. Fakat cennet’ten bir fırtına kopup gelmektedir; meleğin kanatlarına çarpan rüzgâr öylesine şiddetlidir ki, melek artık kapatamaz olmuştur kanatlarını. Bu fırtına, karşı konulmaz bir biçimde meleği, arkasını döndüğü geleceğe doğru uçurmakta, önündeki döküntü ve moloz yığını ise yerden göklere kadar yükselmektedir. Bu fırtına, bizlerin ilerleme dediği şeydir” (Benjamin, 1995; 169-171). Modern endüstriyalizmin ‘ilerlemesinin’ Safranbolu’ya bugünlerdeki mirası ilerleme gibi görülen bir ‘gerçeklik krizidir’. Aslında ‘gerçeklik krizi’ moderniteye özgü olan ‘geçmişle savaşın’ bir çıktısıdır. Ancak modernitenin bu yöndeki savaşı -Baudrillard’ın tabiriyle- ‘içe dönük patlamalar’ ürettiği için 242 . Kadir Şahin dışa dönük enkazlar bırakmamaktadır. Nitekim Safranbolu da bir savaşın geride bıraktığı vahşetin izinde hayatını yitirmiş ‘ölü bir beden’ misalidir. Bugünlerde Unesco’nun ‘dünya mirası listesinin’ parçası olarak görünürlük kazanan Safranbolu, turistik etkinliklerin parçası olarak varlık kazanırken, aslında ölü bir bedenin gösteriminden başka bir şeye karşılık gelmemektedir. Korumanın ürünü olan ‘müze kent’ ise en nihayetinde savaşta yaşamını yitirenlere dair enkazın müzesi niteliğindedir. Çünkü yok olanın hayatının sonlandığı yerde hala var olmaya devam eden beden, artık ölüme dair sunumdan ötede bir şeye karşılık gelmemektedir. İnsanlık tarihi adına modernitenin en belirgin farklarından birisi burada bir kere daha görünürlük kazanmaktadır: O da trajedilerini örtükleştirerek üzerlerine şenlikler inşa edebilmesidir. Safranbolu’daki ‘turistik görüntü’ de en nihayetinde bunun dışavurumu niteliğindedir. Öyle ki bugünlerde kentte ‘gerçek Safranbolu’nun izini sürebilmek dahi mümkün değildir. Hatta gelinen yabancılaşmanın boyutu gerçeğe dair arayışın bütün yollarını kapatmış niteliktedir. ‘Modern Safranbolu’ bugünlerde ‘dünya mirası’ ilan edilmesiyle övünen bir kenttir ve kentteki ‘turizm olgusu’ da onun bu konudaki en temel mutluluk kaynağıdır. Ancak destinasyonun parçası olan ‘turistik Safranbolu’ kadim görünürlüğüyle ortada dururken, kadim hayata dair hiçbir pratiğinin sürdürülemediği bir ‘müze kente’ dönüşmüş durumdadır. Aşağıdaki fotoğraf da şehirdeki ‘gerçeklik krizine’ dair var olan trajedinin gelinen noktada nasıl şenlikli şekillerde karşılık bulduğunu anlatabilen türden bir örnektir. Şehirde yaşayanların ‘bir günlük turistleştirilme’ aktiviteleri, varoluşun parçası olan herkesin bu şenliğe dahil edilmesinin çabasıdır. Çünkü sadece herkesin dahil olabildiği şenlik, trajediye dair gerçekliğin konuşulabilme ihtimalini ortadan kaldırabilmektedir. Örtükleştirilen trajediye dair yaşanan mutluluk da ancak bu yolla kalıcı hale getirilebilmektedir. Ekovitrin haberi: “Safranbolu’da “Kendi Kentimde 1 Gün Turistim” uygulaması başlıyor” (05.09.2022) 40 40 https://www.ekovitrin.com/karabuk/safranboluda-kendi-kentimde-1-gun-turistim-uygulamasibasliyor-h622130.html Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .243 İha haberi: “Safranbolu Belediyesinin yeni uygulaması “Kendi Kentimde 1 Gün Turistim” uygulaması başladı.” 41 Sonsöz Yerine 1937 yılında Safranbolu-Karabük’te ‘Demir Çelik Fabrikaları’nın açılması sonrasında şehirde bir modern endüstriyel dönüşüm yaşanmıştır. Bu dönüşüm süreci aynı zamanda Safranbol’nun modernleşme eşiğine dair en belirgin kırılma evresidir. Çünkü modern Safranbolu ortaya çıkarken, beraberinde de modern olanın premodern niteliklerdeki kadim Safranbolu’yla savaşını ortaya çıkarmaktaydı. Bu savaş 1937-75 yılları arasında geleneksel Safranbolu’nun hükümsüzleştiği bir evreyi var etmiştir. Bu dönem aynı zamanda eski kent merkezinin değersizleşerek bir ‘kentsel çöküntü alanına’ dönüşmesine neden olmuştur. Fabrikanın kuruluşu sonrasında yaşanan bu dönem, yerel kentli kitlenin yaşadığı mekana dair var olan bütün algılarının köreldiği yıllardır. Yaşanan körelme öncelikle kadim yaşam pratiklerinin yitirilmesi, ardından da kadim mekana dair isteksizliklerin ortaya çıkması şeklinde görünürlük kazanmaktaydı. Ortaya çıkan mekansal vasıfsızlaşma modern hayatın yükselişi şeklinde gerçekleşirken, geleneksel olanın da çöküşüne karşılık gelen boyuttaydı. Bu dönemde şehirdeki bitmeyen ‘modern imar planı’ ve ‘şehrin taşınması’ yönündeki tartışmalar da bunun en somut göstergelerinden birisidir. 1975’te Safranbolu’da yapılan koruma hamlesi, sosyal anlamda çıktıları görülmekte olan bir değişim sürecini dondurmak üzere ortaya atılan bir ‘koruma politikası’ niteliğindeydi. Nitekim dışarıdan bakıldığında, geçmişte ortaya konulan bu yöndeki çabanın Safranbolu’yu koruduğu ve dahası şehirde görünürdeki pek çok şeyin fiziksel olarak yerli yerinde durmasına neden olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak yaşananlara yakından bakıldığında, ‘koruma çabasının’ kadim/geleneksel hayatın geri41 https://www.iha.com.tr/karabuk-haberleri/safranboluda-kendi-kentimde-1-gun-turistimuygulamasi-basladi-3901645/ 244 . Kadir Şahin leyişini engelleyemediğini söyleyebilmek de ayrıca mümkündür. Çünkü tüm yaşananlar, öncelikle geçmişe özgü ‘kamusal hayatın’, sonrasında da ‘özel hayatın’ -daha açıktan bir tabirle de kadim Safranbolu’ya özgü hayatın- ortadan kalkmasına neden olan gelişmeler niteliğindedir. Bunun anlamıysa ‘kültürel mirasa’ dönüştürülerek ‘korunan Safranbolu’nun sadece görünürlüğünün (fiziki yapısının) korunabildiği gerçeğidir. Nitekim bugünlerde “korumanın” en temel çıktısı olarak sadece bir meta içeriğiyle -turizm faaliyetine özgü konaklar şeklinde- görünürlük kazanabilmesi bu yöndeki saptamaları doğrulayan niteliktedir. Bu yöndeki çabalar, bir imaj olarak Safranbolu’yu ver etmeye doğru ilerlerken, beraberinde de ‘içe dönük patlamalar’ üretmiş ve kadim kenti kalıcı bir ‘gerçeklik krizinin’ içine çekmiştir. Çünkü ortaya konulan çabalar sadece fiziki korumayı mümkün kılarken, gündelik hayata ve de gerçekliğe dair aşınma sürecini de giderek hızlandırmıştır. Bir bakıma korumanın ‘ilerici’ dili yok oluşun hızına katkı sağlayan türden gerilemelere karşılık gelmiştir. Dolayısıyla ortaya konulan koruma çabası, modern endüstriyalizmin eksenindeki olası mekansal yok oluşun önüne geçmeyi başarırken, diğer yandan da kadim gündelik hayatın turizme dair dönüşümlerle kalıcı şekillerde askıya alınmasına neden olmaktaydı. Nitekim koruma sürecinin etkisiyle gelinen noktada şehirdeki mimari -fiziksel- doku hâlâ yerli yerinde görünürken, aynı vurguları sosyal gerçeklikler ekseninde söyleyebilmek çok da mümkün değildir. Dahası bir destinasyonun parçası haline gelen Safranbolu ‘moderniteye özgü’ savaşın geride bıraktığı ‘müze kent’ görünümüyle, kadim ve simgesel derinliğini (yani geleneksel hayatını) yitirerek bir ‘ölü beden’ teşhirine dönüşmüş fizik geçeklik durumdadır. Açığa çıkan bu durum bir kültürel miras haline gelen Safranbolu’nun sadece metaya dayalı değişim değerine (turizme) eşitlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bugünlerde korunmuş görünürlüğüyle ortada duran turizme özgü Safranbolu, kadim olan hayatın sonsuza kadar elden çıkarılmasına gösterilen rızanın çıktısı niteliğindedir. Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Teori ve Araştırmalar .245 KAYNAKÇA Aktüre, S. ve Şenyapılı, T. (1976). Safranbolu’da Mekansal Yapının Gösterdiği Nitelikler ve ‘Koruma’ Önerilerinin Düşündürdükleri (ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi: C. 1, S. 2; Bahar 1976; s. 61-96). Arendt, H. (2012). Geçmişle Gelecek Arasında, İstanbul: İletişim Yayınlar. Arendt, H. (2013). İnsanlık Durumu (Seçme Eserler 1), İstanbul: İletişim Yayınları. Baudrillard, J. (2003). Simülakrlar ve Simülasyon, Doğu Batı Yayınları, Ankara. Baudrillard, J. (2015). Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği, Ankara: DoğuBatı Yayınları. Baudrillard, J. (2011a). Nesneler Sistemi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi. Baudrillard, J. (2011b).Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi. Baudrillard, J. (2013). Tüketim Toplumu: Söylenceleri/Yapıları, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul. Bauman, Z. (2012a). Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bauman, Z. (2017). Akışkan Modernleşme, Can Yayınları, İstanbul. Bauman, Z. (2018). Retrotopya, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Benjamin, W. (1995). Estetize Edilmiş Yaşam, Der Yayınları, İstanbul. Doğanalp-Votzi, H. (2017). Küçük Bir Anadolu Kasabası’nın Tarihi ve Ekonomisi: Safranbolu ve Deri El Sanatları (Ortadoğu’da Zanaatlar ve Zanaatkârlar: Müslüman Akdeniz’de Bireyin Biçimlenmesi içinde; Edt. Faroqhi S. ve Deguilhem, R.; s. 331-364), Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul. Fidan, F. (2011). “Safranbolu’da Tabakhane Bölgesi Örneğinde Endüstriyel Alanların İncelenmesi: Kamusal Fonksiyonlarla Yeniden Değerlendirilmesi”; Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Günay, R. (1989). Geleneksel Safranbolu Evleri ve Oluşumu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Günay, R. (1998). Türk Ev Geleneği ve Safranbolu Evleri, Yem Yayınları, İstanbul. Hobsbown, E. J. (1999). Tarih Üzerine, Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları, Ankara. Horkheimer, M. ve Adorno, T. W. (2014). Aydınlanmanın Diyalektiği, Kabalcı Yayınları, İstanbul. Kalyoncu, H. (2007). Cumhuriyet Kenti Karabük. Karabük: Karabük Belediyesi Yayınları. Karatay, A. (2018). Demir Çelik Karabük: Bir İşçi Kentinin Hikayesi, İletişim Yayınları, İstanbul. 246 . Kadir Şahin Kıray, M. (1998). Safranbolu’da Konut İçi Yaşam Olanakları Sınırlamaları ve Turizm Yönü (Değişen Toplum Yapısı içinde sayfa:41-85), Bağlam Yayınları, İstanbul. Krause, E. (1999). The Death of the Guilds, Yale University Press, New Haven - Connecticut. Kuş. A. (2003). Türkiye’de Mimarlık Değerlerinin Korunmasında İlk Adımlar: 1975-1980, Safranbolu Kaymakamlığı Hizmet Birliği Yayınları, Safranbolu-Karabük. Kuş, A. (2009). Bir Zamanlar Safranbolu: 1931-1946, Safranbolu Belediyesi Kültür Yayınları, Karabük. Kuş, A. ve Ulukavak, K. (2015). Safranbolu Korumada 40. Yıl 40 Söyleşi: 19752015, Safranbolu Kültür ve Turizm Vakfı Yayınları, Safranbolu-Karabük. Merriam, S. B. (2013). Nitel Araştırma: Desen ve Uygulama. Ankara: Nobel Yayıncılık. Robins, K. (2013). İmaj: Görmenin Kültür ve Politikası, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Sennett, R. (2010). Kamusal insanın Çöküşü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Sennett, R.(2013). Zanaatkarlık, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Smith, A. (2006). Milletlerin Zenginliği, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul. Şahin, K. (2020). Zanaatkarlığın Makineyle İmtihanı: Safranbolu’da Debbalığın Fabrikalaşma Girişimi (Sosyal ve Beşeri Bilimlerde Teori ve Araştırmalar II - Cild:5 içinde, s. 319-365; Edt. Prof. Dr. Serdar Öztürk), Gece Kitaplığı, Ankara. Terzibaşoğlu Ergun, E.; vd. (1977). Endüstrileşme ve Kentleşmenin Mekansal Yapı Üzerindeki Etkileri Örnek Çalışma: Safranbolu. Mimarlık Dergisi; Cilt: 15, Sayı: 1, s. 69-74. Ulukavak, Kızıltan (2010). Safranbolu’da Bir Zaman; Bir Başkan..., Safranbolu Belediyesi Kültür Yayınları, Safranbolu-Karabük. Ulukavak, Kızıltan (2017). Bir Safranbolulunun Penceresinden Safranbolu: Gözlemler, Derlemeler, Denemeler, Karabük Üniversitesi Yayınları, Karabük. Ulukavak, K. (2020). Safranbolu: Korumada Tarihsel Süreç, Safranbolu Araştırmaları Merkezi, Safranbolu-Karabük. Urry, J. (1999). Mekanları Tüketmek, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Kullanılan Diğer Materyaller Arın, S. (1976). ‘Safranbol’da Zaman ‘Belgeseli; Turing Kültür Sanat, İstanbul (https://www.youtube.com/watch?v=5fz6-Cp_n8k). Üstünipek, Z. (2005). Safranbolu’da Bir Zamanlar: Süha Arın (https://www.youtube.com/watch?v=6lhJJDosvsE&t=1194s).