TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE,
ÖNYARGILARIN HÂKİM OLDUĞU DÖNEM
ERTAN EFEGİL
Sakarya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. eefegil@hotmail.com.
GİRİŞ
1999 yılında, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday ülke ilan edilmesi, Taksim’deki meydanda büyük coşku ile karşılanmış ve Türk hükümetinin “basiretli” tavırları neticesinde, “fazla taviz vermeden” arzu edilen bir şekilde pazarlıklar sona erdirilmişti. Bu tarihten itibaren Türkiye, Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine başlayabilmek için öncelikle “Ulusal Programını” hazırladı ve Programa uygun olarak radikal reformları hayata geçirdi. Bu sayede Kopenhag Kriterlerini yerine getiren Türkiye, 2004 yılında üyelik müzakerelerine başlamak için tarih alabildi.
Hem milliyetçi, hem ulusal hem de liberal çizgilere sahip olan Demokratik Sol, Anavatan ve Milliyetçi Hareket Partilerinden oluşan koalisyon hükümeti, reformları gerçekleştirme konusunda kendi içerisinde istenilen düzeyde işbirliği ortamı yakalayamadı. Böylece iktidardan uzaklaşmak zorunda kaldı. Böylece bu adımları hayata geçirmek, 2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’ne nasip oldu.
İlginçtir, AK Parti, Milli Görüş çizgisinden gelen siyasetçiler tarafından kurulmuştu ve Fazilet Partisi lideri Necmettin Erbakan’ın şekillendirdiği Milli Görüş anlayışı, AB üyeliğine ve sürecine karşıydı. Ancak Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül başta olmak üzere, Yenilikçi kanadı temsil eden AK Parti yetkilileri
AK Parti’nin ideolojik anlayışı için bakınız: Metin Heper, Türkiye’nin Siyasal Hayatı: Tarihsel, Kuramsal ve Karşılaştırmalı Açıdan…, İstanbul: Doğan Kitap, 2011; (der.) Hakan Yavuz, AK Parti: Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri, İstanbul: Kitapyayınevi, 2010., Avrupa Birliği üyeliğini gerekli görüyorlardı. Çünkü bu üyelik süreci sayesinde, Türk devlet, siyaset ve toplum yapısında arzu ettikleri özgürlük alanını inşa edebilecekler ve yıllardır savundukları temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi demokratik kavramlar sayesinde, siyasi ve devlet hayatında kendilerine meşru bir zemin bulabileceklerdi.
Detaylı bilgi için bakınız: Rainer Hermann, Türkiye’de neler oluyor? Anadolu’nun uyanışı ve yeni elitler, İstanbul: Ufuk Kitabevi, 2011. Bu temel düşünceden hareketle, AK Parti, yoğun bir şekilde Kopenhag Kriterlerini hayata geçirmek için hukuksal ve idari adımları attı.
2004 yılına geldiğimizde ise, Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerini hayata geçirdiği yönünde Birliğin aldığı karar, Türkiye’de yine sevinçle karşılandı. Toplumun neredeyse yüzde 90’ını, müzakerelerin başlaması yönünde hükümete tam destek verirken, sivil toplum kuruluşları, işadamları, araştırma merkezleri ve üniversiteler, bu konuda hükümeti övücü ve destekleyici açıklamalarda bulundular.
2005 yılında başlayan müzakereler, zaman içerisinde gerek toplum gerekse devlet düzeyinde eski itibarını ve etkisini kaybetmeye başladı. Çünkü zamanla Kürt meselesi, Ek Protokol ve yeni demokratik anayasa gibi aşılması zor sorunların müzakerecilerin önüne gelmesi ve Avrupa siyasetinde sağcı ve Türkiye karşıtı liderlerin sahneye çıkması, süreci yavaşlattı ve hatta zamanla fiilen durdurdu. 2012 yılında ise, Kıbrıs Rum Kesimi’nin Avrupa Birliği Dönem Başkanlığını üstlenecek olması, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkilerinin yaklaşık 18 ay gibi bir süre ile dondurulmasına neden olacaktır. Kıbrıs sorunu ve Fransa’nın tutumu nedeniyle, 22 civarında başlığı müzakereye açamayan tarafların önünde sadece üç başlık bulunmaktadır.
Bu başlıklar şunlardır: Kapatılan fasıl – Bilim ve Araştırma; Kıbrıs-Ek Protokol nedeniyle askıda olan fasıllar – Malların Serbest Dolaşımı, Balıkçılık, İş Kurma Hakkı ve Hizmetlerin Serbest Dolaşımı, Ulaştırma, Mali Hizmetler, Dış İlişkiler, Tarım ve Kırsal Kalkınma, Gümrük Birliği; açılan fasıllar – Bilim ve Araştırma, Şirketler Hukuku, Fikri Mülkiyet, İstatistik, İşletme ve Sanayi Politikası, Mali Kontrol, TransAvrupa Şebekeleri, Tüketicinin ve Sağlığın Korunması, Sermayenin Serbest Dolaşımı, Bilgi Toplumu ve Medya, Vergilendirme, Çevre, Gıda Güvenliği, Hayvan ve Bitki Sağlığı; Fransa’nın bloke ettiği fasıllar – Tarım ve Kırsal Kalkınma, Ekonomik ve Parasal Politika, Bölgesel Politikalar ve Yapısal Araçlar, Mali ve Bütçesel Hükümler, Kurumlar; Rumların tek yanlı bloke ettikleri fasıllar – İşçilerin Serbest Dolaşımı, Yargı ve Temel Haklar, Adalet, Özgürlük ve Güvenlik, Eğitim ve Kültür, Dışişleri Politikası, Savunma ve Güvenlik Politikaları, Enerji. Bu başlıkların açılması bile, sürecin tamamıyla tıkanmasını biraz daha geciktirecektir. Sonuçta, 2011 yılı itibariyle baktığımız da, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri durma noktasına gelmiştir.
Yonca Özer, “Kıbrıs meselesinin Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerindeki rolü”, (der.) Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınevi, 2010, s. 557 – 576; İrfan Kaya Ülger, “Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine yönelik düşünceler”, (der.) Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınevi, 2010, s. 471 – 488.
Mevcut çalışmada, Star, Sabah, Hürriyet ve Zaman gazetelerinde yayınlanana haberlerden yola çıkarak, iki tarafın sürecin işleyişine yönelik tutumları izah edilmeye çalışılacaktır. Makale, bu sürecin aşılması için atılması gereken adımlara yönelik bir iddiada bulunmamaktadır. Ancak tarafların birbirlerine yönelik görüşlerini, hangi noktalardan bu süreci değerlendirdiklerini izah edecek olan çalışma, köşe yazarlarının bu konudaki düşüncelerine de yer verecektir.
AK PARTİ HÜKÜMETİNİN VE CUMHURBAŞKANI GÜL’ÜN GÖRÜŞLERİ
Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik müzakerelerine ilişkin olarak yaşanan yavaşlamanın temel nedeni olarak, öncelikle Avrupa Birliği’nin bazı üyelerinin – ki bunlar öncelikle Almanya, Fransa ve Avusturya – iç politik hesaplamalara dayanarak takındıkları tutumlarını göstermektedir. Üyelik konusunda kararlı olduklarını, AB’yi stratejik bir hedef olarak gördüklerini ve bu amaçla Avrupa Birliği Bakanlığı’nı kurduklarını ifade eden Erdoğan, ancak üyelik için tek taraflı kararlılığın yeterli olmadığını vurgulamaktadır.
“Biz heyecanımızı yitirmedik AB kendini sorgulamalı”, Radikal Gazetesi, 4 Ocak 2010. Erdoğan, AB yetkililerinin beyanatlarının aksine, Türkiye’nin üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirdiğini belirtmekte ve asıl suçlu kesimin, uzak görüşlülüğü olmayan ve iç siyasi hesaplar ile hareket eden bazı Birlik üyesi devletlerin olduğunu iddia etmektedir. Bu ülkelerin, Birliği, “Hıristiyan Birliği’nin merkezi” yapmak istediklerini öne süren Erdoğan, Birliği ahde vefa ilkesine sadık kalmamakla suçlamaktadır. Bu nedenle Erdoğan, açılmayan 18 faslın, sırf bu siyasi hesaplardan ötürü engellendiğini düşünmektedir.
“Projeler PKK’yı rahatsız etti”, Radikal Gazetesi, 23 Ekim 2010.
Avrupa Birliği’ni çifte standart uygulamakla suçlayan Erdoğan, üyeliğe hazır olmayan Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin hızlı bir şekilde üye yapıldığını, ancak sadece Türkiye’ye karşı bu ayrımcı tavrın sergilendiğini söylemektedir.
“Başbakan Tayyip Erdoğan Newsweek için yazdı”, Hürriyet Gazetesi, 17 Ocak 2011.
Birliğe Türkiye’yi dâhil edip etmeme konusunda Birlik üyelerinin açıkça iradelerini ortaya koymalarını isteyen Erdoğan, Türkiye’nin, yükselen ekonomisi ve aktif dış politikası sayesinde büyük bir değişim geçirdiğini ve bu nedenle “artık eskisi gibi üyelik için yalvaran ülke olmadığını” vurgulamaktadır. Erdoğan, stratejik, ekonomik ve siyasi nedenlerden ötürü Türkiye’nin Birliğin küresel aktör haline gelmesine yardımcı olabileceğini belirtmektedir. Örneğin, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler, Türkiye’nin bölgenin istikrara kavuşmasında önemini ortaya koymuştur. Bu nedenle, Türkiye, Birliğin, bölge ülkeleriyle sağlıklı ve yapıcı ilişkiler kurmasına yardımcı olabilecektir. Ekonomisi her geçen gün durağan hale gelen ve nüfusu yaşlanan Avrupa’nın ekonomik krizlerden kurtulmasına, yine Türkiye katkıda bulunabilecektir. Aktif dış politikası sayesinde Türkiye, Birliğin dünya siyasetinde etkin bir aktör haline gelmesine yardımcı olabilecektir.
“Başbakan: AB kararlılığımız devam ediyor”, Sabah Gazetesi, 6 Mayıs 2011;
Birlik yetkililerinin görüşlerinin aksine, Erdoğan, Kıbrıs sorunu konusunda Türkiye’nin engelleyici tavır içerisinde olmadığını, süreci tıkayan tarafın, Birlik tarafından açıkça desteklenen Rum tarafı olduğunu vurgulamaktadır.
Remzi Samar, “Başbakan Erdoğan’dan Kıbrıs resti: Rumların başkanlığında AB ile ilişkilerimiz donar”, Zaman Gazetesi, 20 Temmuz 2011. Bu nedenle, Ek Protokolün tek taraflı olarak uygulanması konusunda herhangi bir taahhütte bulunmamaktadır. Ancak KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılması koşuluyla, limanları, Rum gemilerine açmayı kabul etmektedir.
Genel olarak baktığımızda, zaten Erdoğan, üyelik müzakerelerinin canlandırılması amacıyla herhangi bir somut adımın tek taraflı olarak atılması yönünde görüş beyan etmemektedir. İlişkileri yavaşlatan neden, “sadece Birliğin bazı üyelerinin, Türkiye’ye yönelik ön yargıları”dır.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan ile benzer görüşleri savunmaktadır. Müzakerelerin yavaşlatılmasının temel nedeni olarak “uzak görüşlülüğü eksik” olan Merkel ve Sarkozy gibi liderleri gören Gül, müzakerelerin sürdürülmesini ve bu alanda Birliğin verdiği sözlerini tutmasını istemektedir. Tam üyelik konusu gündeme geldiğinde ise, bu konunun “o zaman ele alınmasını” önermektedir. Hatta Gül, o zaman “Türk halkının da referandumda hayır oyu kullanabileceğini” ifade etmektedir. Ayrıca Gül, Birliğin, Türkiye’yi üye yapmak istememesini ise, anlayışla karşılayabileceklerini vurgulamaktadır.
“Türkiye’den daha iyi yol yok”, Sabah Gazetesi, 3 Mayıs 2011; “Gül: Kapıları açarsanız, kimse Türkiye’den koşarak Almanya’ya gelmeyecek”, Zaman Gazetesi, 19 Eylül 2011; “Vizyon noksanlığı teşhisi”, Radikal Gazetesi, 13 Mayıs 2010.
AB üyeliğinin, stratejik bir hedef olduğunu ve üyelik müzakerelerinin, Türkiye’nin ekonomik istikrarında ve demokratikleşmesinde belirleyici rol oynadığını
Bu yaklaşımlara iş dünyası da destek vermektedir. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, AB üyeliğini, Türkiye’nin sürdürülebilir ekonomik büyümesi ve demokratikleşmesi süreci için temel referans noktası olarak görmektedir. Boyner, yeni anayasanın, ilişkilerin canlandırılmasına olumlu katkı yapacağını düşünmektedir. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, tek taraflı suçlamanın doğru olmadığını ve Türkiye’nin ev ödevlerini zamanında yapmadığını düşünmektedir. Detaylı bilgi için bakınız: “AB üyeliği, ekonomik büyüme ve demokrasi için temel referans”, Hürriyet Gazetesi, 13 Temmuz 2011; “TOBB: AB üyeliğinde ev ödevimizi yapamadık”, Hürriyet Gazetesi, 28 Haziran 2011. kabul eden Gül, Kıbrıs’ın dönem başkanlığını da, AB’nin zafiyeti olarak nitelendirmektedir.
“Cumhurbaşkanı Gül’den Avusturya’da AB’ye mesaj”, Anadolu Ajansı, 2 Mayıs 2011;
Başbakan Erdoğan gibi, Gül de, Türkiye’nin stratejik önemine vurgu yapmaktadır. Türkiye sayesinde, Birliğin, Asya, Kafkaslar, Rusya ve Ortadoğu ile komşu olduğunu ve bu bölgelerde Türkiye’nin aktif dış politika izlediğini hatırlatan Gül, Birliğin bölge ve dünya siyasetinde aktif hale gelmesinde Türkiye’nin katkısına vurgu yapmaktadır.
“Cumhurbaşkanı Gül: Anayasanın taşıması gereken tek mühür, milletin mührü olmalıdır”, Anadolu Ajansı, 1 Ekim 2011. TBMM AB’ye Uyum Komisyonu eski Başkanı ve emekli Diplomat Yaşar Yakış, Türkiye’nin Ara dünyasına rol model olamayacağını düşünmektedir. Çünkü Arap toplumları, Türkiye’yi Osmanlı ile birlikte hatırlamaktadır ve bu da olumsuz bir etki yapmaktadır. Ayrıca Türkiye, AB’ye şantaj yapacak kapasiteye sahip değildir ve Birlik, Kafkaslarda, Balkanlarda, Orta Asya’da ve Ortadoğu’da Türkiye olmadan da söz sahibi olabilecek gücü ve imkâna sahiptir. Detaylı bilgi için bakınız: “Maliyetiniz yılda 28 milyar euro”, Sabah Gazetesi, 23 Haziran 2011.
AB Bakanı ve Baş Müzakereci Egemen Bağış, Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül ile benzer görüşleri savunmaktadır. Öncelikle AB üyelerinden bazılarının “haksız ve mesnetsiz” bir tutum takındığını ifade eden Bağış, bu ülkeleri, “Türkiye’yi üyelikten vazgeçirmek için yıldırma politikası” izlemekle suçlamaktadır. Bu ülkelerin mevcut tutumlarından ötürü samimi davranmadıklarını ve Türkiye’ye karşı çifte standart uyguladıklarını düşünen Bağış, Türk insanının, her geçen gün Birliğe olan güvenini yitirdiğini söylemektedir.
“Bağış: Müzakere sürecinin üzerindeki haksız baskılar artık kalkmalı”, Anadolu Ajansı, 13 Temmuz 2011; Egemen Bağış’tan Almanya’da yaşayan Türklere çağrı”, Hürriyet Gazetesi, 10 Eylül 2011; “2011 AB ilerleme raporu’ndan beklentilerimiz”, Star Gazetesi, 9 Ekim 2011. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2008 Ekim ayında yaptığı çalışmaya göre, Türklerin yüzde 51,9’u, Birliğe üyeliği desteklemektedir. Yüzde 29,5’i ise, ret etmektedir. Alman Marshall Fonunun hazırladığı Transatlantik Eğilimler Anketine göre, 2011 yılında, Türklerin sadece yüzde 38’i, üyeliği desteklemektedir. AB halkının sadece yüzde 22’si de, Türkiye’nin üyeliğine destek vermektedir. Detaylı bilgi için bakınız: www.tuik.gov.tr; “Ve Türk insanı sonunda AB’den vazgeçti”, Hürriyet Gazetesi, 15 Mart 2011. Bağış, hem Birliğin hem de Türk siyasetçilerinin önyargılara sahip olduğunu da kabul etmektedir.
“AB’deki önyargıyı gönüllüler yıkacak”, Star Gazetesi, 11 Nisan 2011.
Yine de Bağış, Türkiye’nin geleceğini Birlik üyeliğinde görmektedir. Bağış’a göre, devlet politikası olan Avrupa Birliği bir barış projesidir ve Türkiye’nin yeri de, Avrupa’dadır. AB’nin temel değerleri, Cumhuriyetin temel ilkeleri ve değerleri ile uyum içerisindedir. Çünkü Birlik, muasır medeniyet yolculuğunun son varış noktasıdır. Birliğe üyelik müzakereleri, Türkiye’de refah ve kalkınma sürecine, demokratikleşmesine ve Türkiye’nin gelecek planlarına itici etki yapmaktadır. Bu dönemde gerçekleştirilen reformlar sayesinde, Türkiye, daha güvenilir ve öngörülebilir ülke haline gelmiştir. Böylece Türkiye, kendi bölgesinde, bir cazibe merkezine dönüşmektedir.
“Türkiye Avrupa’dadır, Avrupalı’dır”, Hürriyet Gazetesi, 8 Mayıs 2011; “’AB Ortak Paydamız’”, Star Gazetesi, 21 Haziran 2011; “AB sürecinde de ustalık dönemi”, Star Gazetesi, 9 Temmuz 2011.
Aynı zamanda Bağış, Türkiye’nin Birliğin güçlenmesine ve daha etkili aktör haline gelmesine yardımcı olabileceğini belirtmektedir. Bağış’a göre, Türkiye’siz bir Birlik, zayıf, fakir ve eksik bir yapı olarak görülecektir. Özellikle son dönemde ülke parlamentolarında yer almaya başlayan aşırı sağ partilerin desteklediği ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi gibi “zehirlerin” panzehiri Türkiye’dir. Büyük bir ekonomik potansiyele sahip Türkiye, Birliğin mevcut ekonomik sorunlarını giderme gücüne sahiptir. Son olarak Türkiye’nin özel jeopolitik konumu, Birliğin küresel aktör haline gelmesine yardımcı olacaktır.
“Bağış: PKK sadece terör örgütü değil”, Zaman Gazetesi, 20 Ağustos 2011; “Türkiye AB’ye güç katar”, Hürriyet Gazetesi, 8 Mayıs 2011; “Bağış’tan Norveç mesajı”, Hürriyet Gazetesi, 27 Temmuz 2011; “AB sürecinde top Türkiye’nin ayağında”, Star Gazetesi, 3 Ocak 2011.
Fakat Bağış, günümüzde ekonomik açıdan güçlenen ve aktif dış politika izleyen Türkiye’nin Birliğe ihtiyacının eskisine nazaran daha da azaldığını vurgulamaktadır. Bağış açısından ihtiyaç duyulan konu, Birliğin “üyeliği değil, ilkeleri”dir ki bunlarda Türkiye’nin dönüşümüne yardımcı olmaktadır.
“Avrupa Birliği’ne değil ilkelerine ihtiyacımız var”, Star Gazetesi, 2 Haziran 2011.
Bağış, Birlik üyesi bazı ülkelerin yerel siyaset yapmalarının ve Birliğinde kendi iç sorunlarına odaklanmasının sonucu olarak, iki taraf arasındaki güvensizliğin ve önyargıların daha fazla arttığına işaret etmektedir.
“’Sarkozy çok büyük bir acziyet içerisindedir”, Star Gazetesi, 9 Ekim 2011. Birliğin dağılmasının söz konusu olmadığını belirten Bağış, üyelik sürecinin sona erdirilmesi konusunda Birlik üyelerinin somut adım atmasını istemekte ve Avrupa’nın sağlıklı adamı Türkiye’nin, Birliğe yalvaracak durumda olmadığını söylemektedir.
“Egemen Bağış’tan AB’ye rest”, Sabah Gazetesi, 28 Ocak 2011; “Bağış: Kıbrıs AB yolunda konulmuş muz kabuğudur”, Anadolu Ajansı, 21 Temmuz 2011; Ufuk Aktuğ ve Mehmet Ezer, “Bakan Bağış: Fişi Çeken taraf olmayacağız”, Doğan Haber Ajansı, 21 Şubat 2011.
Türkiye’nin güçlenmesi ile birlikte, Birliğin, kendilerine daha makul, mantıklı bir tavır takınacağını varsayan Bağış, özellikle terörle mücadelede etkin işbirliği, vize kolaylığı ve müzakerelerde adil bir sürecin yaşanması gibi beklentiler içerisinde olduklarını belirtmektedir.
“Bağış: AB Komisyonu, verdiği sözü tutsun”, Zaman Gazetesi, 29 Eylül 2011. Kıbrıs sorununda ise, Türkiye’nin üzerine düşen adımları attığını ifade eden Bağış, Kıbrıs Rum tarafının Dönem Başkanlığı döneminde ilişkilerin sadece Komisyon nezdinde sürdürüleceğini açıklamaktadır.
Duygu Güvenç, “AB’ye Rum resti”, Sabah Gazetesi, 14 Temmuz 2011; “Bakab Bağış: Rumların numaralarına alıştık”, Anadolu Ajansı, 5 Ekim 2010; “Bağış: Kıbrıs konusunda hem haklı, hem güçlüyüz”, Anadolu Ajansı, 27 Eylül 2011; “AB, KKTC’yi unuttu ama STK’lar unutmadı”, Star Gazetesi, 11 Mayıs 2011.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, Birliği çifte standart uygulamakla suçlamakta ve “Kıbrıs gibi üyelik müzakereleriyle doğrudan bağlantısı olmayan” konuların gündeme getirilmesini ve bu sayede üyeliğin engellenmesini adaletsizlik olarak nitelendirmektedir. Vize konusunda Birliğin tavrını, bir hayal kırıklığı olarak betimleyen Davutoğlu, yine de Türkiye’nin geleceğinin Avrupa Birliği’nde olduğunu ve Birlik ile en kısa sürede bütünleşmek istediklerini belirtmektedir. Kıbrıs’ta ise, Türkiye’ye getirilen eleştirileri kabul etmeyen Davutoğlu, Türkiye’nin üzerine düşenleri fazlasıyla yaptığını düşünmektedir.
“Davutoğlu: Ortak mesaj, ‘dostluk’”, Anadolu Ajansı, 8 Mart 2011; “Davutoğlu’dan İngiltere’ye tepki”, Star Gazetesi, 2 Ağustos 2011; “Gündem: İran ve AB”, Star Gazetesi, 14 Ocak 2011.
AB üyeliğini, Birliğin değerlerini benimsedikleri için istediklerini vurgulayan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise, tam üyelik çizgisinde müzakerelerin devam ettirilmesi yönünde Türkiye’de siyasi iradenin mevcut olduğunu ifade etmektedir. Ancak kendi içerisinde sorunlu hale gelen Birliğe tam üyelik konusunu kendilerinin de ileride yeniden düşünebileceklerini belirtmektedir. Türkiye’nin sunduğu avantajlardan, Birliğin faydalanmasını öneren Arınç, Türkiye’nin bölgesel güç haline geldiğini düşünmektedir.
“AB ile Türkiye diskoda tanışıp birbirini beğenen genç bayan ve erkek değil”, Hürriyet Gazetesi, 23 Eylül 2011.
Birliği, çifte standart uygulamakla ve ikiyüzlü davranmakla açık bir şekilde suçlayan Bakan Zafer Çağlayan, Almanya ve Fransa’nın yaptığı engellemeleri, iç siyasete dönük girişimler olarak görmektedir. Merkel’in Türkleri sevmediğini ya da Türklere karşı soğukluğunun olduğunu vurgulayan Çağlayan, Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı olmadığını ve Birliğin de Hıristiyan Kulübü’ne dönüştüğünü düşünmektedir.
“Merkel’de Türkiye antipatisi var”, Sabah Gazetesi, 31 Ocak 2011; “IMF ve AB bize her zaman ikiyüzlü tavır aldı”, Star Gazetesi, 11 Temmuz 2011.
Devlet Bakanı Babacan’da, AB üyeliğini, stratejik bir hedef olarak görmektedir. Üyeliği, “günlük hayatın her alanına evrensel norm ve uygulamaları getirecek büyük bir reform ve toplumsal dönüşüm hareketinin en önemli unsuru” olarak tanımlayan Babacan, Birlik liderlerinin uzun vadeli bir bakış açısına sahip olmasını istemektedir. Babacan, diğer AK Parti yetkilileri gibi, Türkiye’nin Birliğe ekonomik ve siyasi alanlarda katkısının olacağını vurgulamaktadır.
Mustafa Küçük ve Sefa Özkaya, “Türkiye’nin üyeliği AB’nin kuruluşu kadar önemli barış projesi”, Hürriyet Gazetesi, 15 Mart 2011; “AB’ye ‘küresel’ hatırlatma”, Radikal Gazetesi, 28 Eylül 2011; “AB de tam üyelikten şamayacağımızı anladı”, Radikal Gazetesi, 22 Kasım 2008.
KÖŞE YAZARLARININ GÖRÜŞLERİ
Köşe yazarlarının müzakerelere yönelik açıklamaları incelendiğinde, aslında sürecin yavaşlamasından sadece Birliği sorumlu tutmamaktadırlar. AK Parti’nin de yeteri kadar istekli davranmadığını belirtmektedirler. Birliğin, Hıristiyan Kulübü olmaya doğru hızla ilerlediğini savunan bazı yazarlar, Türkiye’nin önündeki engellerin sadece demokratikleşme, hukuk sisteminin uyarlanması olmadığını, kültürel, sosyolojik ve dini faktörlerinde bunda etkili olduğunu vurgulamaktadır. Daha öteye değerlendirmede bulunan bazı yazarlar ise, Birliğin dağılmakta olduğunu iddia etmektedir.
Star Gazetesi yazarı ve aynı zamanda öğretim üyesi olan Eser Karakaş, kabahatin büyüğünü Türkiye’de görmektedir. Hatta bu görüşüne destek olarak şu örneği vermektedir. Rekabet faslının açılmamasının sebebi, Birlik değil, Türkiye’nin isteksizliğidir.
Eser Karakaş, “Rekabet dosyası neden açılamadı?”, Star Gazetesi, 14 Ocak 2011. Star Gazetesi başyazarı Mehmet Altan, hükümetin söylemlerini eleştirmektedir. Altan’a göre, hükümet, “müzakere sürecinin ruhuna uymayan posta koymaya yönelik hırçın siyasi söylemini” bir kenara bırakmalı ve reformlar için gerekli olan somut adımları kararlılıkla atmalıdır. Altan açısından, hükümet ve kamuoyu, AB’ye üyelik konusunda birbirleriyle çelişkili duygulara sahiptir: Bir yandan üyeliği istemekteler, diğer yandan haksız biçimde engellendiğini düşünmektedirler. Altan, Kıbrıs’ta yaşanan kilitlenmenin sebebi olarak, hem Türkiye’nin hem de Rum tarafının tavırlarını göstermektedir.
Mehmet Barlas, “AB üyeliğini isterken aynı anda AB’ye öfke duymak da mümkündür”, Sabah Gazetesi, 15 Temmuz 2011.
Yine Star Gazetesinden Refik Erduran, AK Parti hükümetinin, askeri vesayeti kırmak için üyeliği desteklediğini ve bu amacını büyük oranda başarmasından ötürü, reformlarda adım atmakta isteksiz davrandığını düşünmektedir.
Refik Erduran, “Türkiye üye olsa, AB bu kadar sakar olmazdı”, Sabah Gazetesi, 23 Şubat 2011. Hürriyet Gazetesinden Mehmet Y. Yılmaz, Refik Erduran ile benzer görüşleri savunmaktadır. Yılmaz’a göre, Türkiye üzerine düşen görevleri yerine getirme konusunda eskisine nazaran daha az istekli davranmaktadır. Yeni sivil anayasanın bir an önce kaleme alınmasını öneren Yılmaz, bu sayede reformlara hız verilmesini istemektedir. AB’nin büyük üyelerinin, kendileri kadar büyük bir ülkeyi üye yapma konusunda isteksiz davranmalarını olağan karşılayan Yılmaz, tarihsel gerçeğe de işaret etmektedir. Bilindiği üzere, Avrupa kimliğinin ötekisi, Türkler ile Ruslardır. Bu da, Türkiye’nin Avrupa kamuoyu nezdinde kolayca benimsenmesini engellemektedir. Yine de Yılmaz, müzakerelerin sürdürülmesi taraftarıdır. Çünkü Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kalkınması için bu reformları gerekli görmektedir.
Mehmet Y. Yılmaz, “Bu fırsatı iyi değerlendirmeliyiz”, Hürriyet Gazetesi, 30 Eylül 2011.
Yukarıdaki yaklaşımlara destek mahiyetinde, Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin’e göre, Türkiye, son dönemde dış politikada yeni bir dil geliştirmiştir. Özellikle Türk ekonomisindeki olumlu gelişmeler ve Arap Baharı, Türk hükümetinde özgüveni güçlendirdi. Bu sayede, AK Parti hükümeti, daha sert söylemlerde bulunabilmektedir. Ergin, AK Parti hükümetinin üyelik politikasını ise şöyle özetlemektedir: Tam üyelik konusunda bugünden ısrarcı olmamak ve tam üyeliğe giden müzakere sürecinden de çıkmayıp sonucu zamana bırakmak.
Sedat Ergin, “Berlin’de AB’ye karşı yeni bir dil”, Hürriyet Gazetesi, 20 Eylül 2011. Yine Hürriyet Gazetesinden Cengiz Çandar, Başbakan Erdoğan’ın, “Avrupa’yı ağlama duvarı olmaktan çıkardığını” ve “Birliğe karşı başı dik davrandığını” belirterek, Ergin’in ifadelerine açıklık getirmektedir.
Cengiz Çandar, “Tayyip Erdoğan’ın Strasbourg Konuşması üzerine…”, Hürriyet Gazetesi, 15 Nisan 2011.
Ancak yukarıdaki yazarların görüşlerinin aksine fikirleri de savunanlar bulunmaktadır. Örneğin, ABD’de yaşayan ve Sabah Gazetesi yazarı Ömer Taşpınar, Türkiye ile AB arasındaki sorunun temelinde, kültürel ve dini kimlik algılamasının yattığını düşünmektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi ise, “stratejik açıdan uzak görüşlülüğe sahip olmayan bir lider” olarak tanımlayan Taşpınar, Fransa’nın tepkilerini ve yaklaşımlarını basiretsizlik şeklinde nitelendirmektedir. Birliği de, kültürel ve ırkçı önyargılara sahip olmakla suçlamaktadır.
Ömer Taşpınar, “Fransa ve AB’nin Basiretsizliği”, Sabah Gazetesi, 28 Şubat 2011. Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-gert Pöttering’i yazısında eleştiren Radikal Gazetesi yazarı Haluk Şahin’e göre, bu siyasetçi, “geri kafalı ve riyakâr”dır ve kişisel değerlendirmeleri ise “gülünç”tür. Sarkozy ise, “kocamış kıtayı hortlaklar evine” çevirmektedir. AKP’de tembellik dönemi yaşamaktadır.
Haluk Şahin, “İsveç mi, Sarkozy mi?”, Radikal Gazetesi, 3 Haziran 2009.
Üyelik için demokratik reformları gerekli gören Radikal Gazetesi yazarı Oral Çalışlar, Almanya Başbakanı Merkel’in Türkiye’yi üye yapmak istemediğini ve bu nedenle çeşitli bahaneler uydurduğunu düşünmektedir. Çalışlar’a göre, Birlik, Türkiye’yi üye yapmak isteyip istemediğini yeniden ele almalıdır. Yine de Çalışlar, Türkiye ile Birliğin birbirlerine ihtiyaçlarının olduğunu ifade etmektedir.
“Türkiye’yi AB’de istemeyen Almanya ve Fransa muhalif medyadan besleniyor”, Cihan Haber Ajansı, 30 Haziran 2011.
Hürriyet Gazetesi yazarı Mehmet Ali Birand’a göre, Türkiye, Müslüman bir ülkedir ve bu nedenle Avrupa halkı, Müslüman bir ülkeyi üyeliğe kabul etmeye hazır değildir.
Mehmet Ali Birand, “Eksen kaydırın, ancak abartmayın”, Hürriyet Gazetesi, 26 Ekim 2010. Bu konuda en sert eleştirileri Star Gazetesi yazarı İbrahim Kiras yapmaktadır. Birkaç ülkenin hasmane tavırları nedeniyle müzakerelerin yavaşladığını düşünen Kiras, asıl problemin, “Türkiye’nin Müslüman kimliği” olduğunu belirtmektedir. Kiras’a göre, Avrupa kamuoyu ve bazı Avrupalı siyasetçiler, Türkiye’nin dini ve kültürel kimliğinden rahatsızlık duymaktadır. Sarkozy ise, zaten Türkiye’ye karşı kişisel nefret hissetmektedir.
Birliğin çökmek üzere olduğunu düşünen Kiras, Birliğin geleceğini belirsiz görmektedir. Türkiye’nin, yaşlanan nüfusu, verimliliği azalan ekonomisi ve dinamizmini yitiren toplum yapısı nedeniyle, Birliğe ihtiyacının kalmadığını
İbrahim Kiras, “Atina’nın tutsağı olacağımız Türkiye’nin ortağı olalım”, Star Gazetesi, 26 Eylül 2011; İbrahim Kiras, “Avrupa Avrupa duy sesimizi”, Star Gazetesi, 11 Ağustos 2011; İbrahim Kiras, “Davutoğlu haklı mı?”, Star Gazetesi, 15 Temmuz 2011. vurgulayan Kiras’a göre, Avrupalı siyasetçilerin, kendi kamuoylarını, Türkiye lehine ikna etmesi de mümkün görünmemektedir.
İbrahim Kiras, “Avrupa Avrupa duy sesimizi”, Star Gazetesi, 11 Ağustos 2011. Bu tür yaklaşımlara, Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubunun siyasi danışmanı Ali Yurttagül karşı çıkmaktadır. Yurttagül’e göre, bu tür değerlendirmelerde, Birliğin, Türkiye açısından ekonomik önemi göz ardı edilmektedir. Kriz, Birliğin sonu anlamına gelmemektedir. Aksine bu durum, Birliğin değişen koşullara uyumu açısından yardımcı olmaktadır. Sonuçta Yurttagül, Türk aydınlarını, Birliğe karşı önyargılı davranmakla suçlamaktadır. Detaylı bilgi için bakınız: Ali Yurttagül, “Kriz günlerinde Türkiye’de AB’yi savunmak”, Zaman Gazetesi, 6 Eylül 2011.
AVRUPA SİYASETÇİLERİNİN YAKLAŞIMLARI
Birlik Yetkililerinin Söylemleri
Birlik yetkililerinin açıklamalarına bakıldığında, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin sürdürülmesi yönünde beyanatlar verilmekte ve Türkiye’nin jeostratejik önemine vurgu yapılmaktadır. Ancak yetkililer, müzakerelerin sürdürülmesi yönünde, Türk karar vericilerinin, yeni demokratik anayasa, Kıbrıs ve Kürt sorunları konularında ciddi ve somut adımlar atmalarını talep etmektedir. Çünkü bu meyanda atılacak adımlar, üyelik müzakerelerinin öncelikle yeniden canlandırılması ve ardından da sonuçlandırılması için gerekli görülmektedir.
Bu bağlamda, AB’nin Genişlemeden sorumlu Komiseri Stefan Fülle, AB’nin bütün Akdeniz ve Ortadoğu ile ilişkilerinde yeni bir paradigmaya ihtiyacı olduğunu vurgulayarak, iki kimlikli (Ortadoğulu ve Avrupalı) özelliğinden ve bölgesinde ve dünyada gittikçe artan öneminden ötürü, bu coğrafi bölgelere yönelik olarak Türkiye’nin tavsiyelerini dikkate almaları gerektiğini söylemektedir. Kıbrıs sorununa ilişkin son günlerde Türk hükümetinin beyanatlarını “tehdit edici tavır” olarak nitelendiren Fülle, sorunun diyalog yoluyla halledilmesi taraftarıdır. Fülle, müzakerelerin canlandırılması için Türkiye’nin Ek Protokolü uygulamasını, yeni anayasayı kabul etmesini ve Kürt sorununa yönelik bazı adımlar atmasını istemektedir.
“Anayasa tüm tarafların katılımıyla hazırlanmalı”, Anadolu Ajansı, 13 Temmuz 2011. Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja, artan jeostratejik öneminden ötürü, Türkiye’nin AB bünyesinde yer edinmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Celil Sağır, “Davutoğlu’ndan Avrupa’ya 4 mesaj”, Zaman Gazetesi, 5 Eylül 2011;
Türkiye’deki çok kutuplu siyasi yapının varlığına işaret eden Filori ise, bu nedenden ötürü reform sürecinin yavaşladığını iddia etmektedir. Ancak Fülle gibi, Filori de, anayasa, Kıbrıs ve Kürt sorunu konularında somut adımların Türkiye tarafından atılmasını önermektedir.
“Maliyetiniz yılda 28 milyar euro”, ANKA, 23 Haziran 2011. Olli Rhen’e göre, Türkiye’nin üyeliği, Birliğin istikrarı açısından oldukça önemlidir. Özellikle Avrupa’nın istikrarı, enerji ihtiyacı, AB’nin bölgedeki etkisi bakımından ve kıtanın güvenliği ve medeniyetler arası diyalog açısından Türkiye çok önemli bir ülkedir.
“Rhen Türkiye’yi övdü, raportör “sinyal istedi””, Radikal Gazetesi, 7 Kasım 2008. Hatta Birliğin Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Komiseri Catherine Ashton, AB’nin dış politikası açısından Türkiye ile stratejik diyalogun önemli olduğunu düşünmektedir.
Türkiye’nin Üyeliğini Destekleyenler
Türkiye’nin üyeliğini destekleyen Avrupalı siyasetçilere baktığımızda, bu kişiler, özellikle Türkiye’nin güçlenen ekonomisini ve aktif dış politikasını işaret ederek, müzakerelerin tam üyelik ile sonlandırılmasını önermektedirler. Bu bakış açısına aykırı hareket eden siyasetçileri de eleştirmektedirler.
Örneğin, Avrupa Parlamentosu üyesi Graham Watson, Fransa, Almanya ve Avusturya gibi ülkelerdeki İslam karşıtı düşüncelerden ötürü müzakerelerin durdurulması yönünde atılan adımları “saçmalık” olarak nitelendirmektedir. Bu nedenle, Watson’a göre, Avrupa’da bir perspektif kaybı mevcuttur.
Esma Acar, “Şimşek: AB önemini korumak istiyorsa Türkiye’ye ihtiyacı var”, Zaman Gazetesi, 20 Eylül 2011. İsveç-Türk Parlamento Dostluk Grubu Başkanı Gustav Blix, Avrupa’nın yaşlanan nüfusuna ve yaşanan ekonomik krize işaret ederek, Türkiye’nin bu açılardan Birliğe ciddi katkılar yapabileceğini belirtmektedir.
“Avrupa Birliği, Türkiye’deki potansiyelin farkına varmalı”, Zaman Gazetesi, 24 Eylül 2011.
Hollanda eski Dışişleri Bakanı Bot’a göre, Türkiye’nin üyeliği gereklidir.
“Birkaç yıl sonra bir Türkiye’ye AB’ye girmesi için rica edeceğiz”, Star Gazetesi, 13 Haziran 2011. Aynı düşünceyi paylaşan İngiltere eski Dışişleri Bakanı Jack Straw, Türkiye’nin artan bölgesel gücüne ve ekonomideki gelişimine işaret etmektedir.
“Türkiye’deki seçimlerin bir mağlubu da Avrupa Birliği”, Star Gazetesi, 15 Haziran 2011. AB eski Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana açısından, Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasına ihtiyaçları bulunmaktadır. Bu sayede AB, aktif küresel oyuncu olarak bölge ve dünya siyasetinde etkin aktör haline gelebilecektir.
“Türkiye’nin üyeliği AB’ye avantaj sağlar”, Sabah Gazetesi, 6 Mayıs 2011. Macaristan Dışişleri Bakanı Jamos Martonyi de benzer görüşleri savunmaktadır.
“Türkiye dünyanın yükselen gücü”, Sabah Gazetesi, 24 Ocak 2011. Bu konuda en ileri görüşü, Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth savunmaktadır. Roth’a göre, Türkiye, Avrupa’nın parçasıdır ve Türkiye’nin “artık biz girmek istemiyoruz” demesinden endişe etmektedir.
“Türkiye’nin geri çekilmesinden korkuyoruz”, Sabah Gazetesi, 15 Şubat 2011. Son olarak Almanya eski Başbakanı Schröder, Türkiye’nin üyeliğini açıkça desteklemektedir, çünkü Türkiye Ortadoğu için bir modeldir.
“Schröder: Türkiye, AB’ye tam üye olmalı”, Cihan Haber Ajansı, 8 Eylül 2011.
Üyeliğe Karşı Tutum Sergileyenler
Türkiye’nin üyeliğine özellikle Fransa, Almanya ve Avusturya gibi ülkeler karşı çıkmakta, Yunanistan ile Kıbrıs Rum Kesimi’de, Kıbrıs sorununun çözümünü önkoşul haline getirmektedir. Karşı tutum sergileyen ülkeler, daha çok Türkiye’nin büyük coğrafi yapısına, ekonomik durumuna ve bu yapıyı Birliğin karşılama imkanına işaret etmektedir. İlk kez bazı liderler, açıkça Türkiye’nin Müslüman kimliğini de bir engel olarak ifade etmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi açısından, müzakerelerin sürdürülmesi gereklidir, ancak üyelik havucunu kullanarak, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda kendi düşüncelerine uygun radikal adımlar atmasını istemektedir.
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’e göre, Türkiye’nin üyeliği, ya Avrupa Birliği’ni istikrarsız hale getirecek ya da Türk toplumunu küçük düşürecektir. Bu nedenle tam üyelik hedefinden sapılmasını ve imtiyazlı ortaklık konusunun detaylı şekilde tartışılmasını önermektedir. Türkiye’nin dünya ve bölge siyasetinde oynadığı önemli role işaret eden Sarkozy, dünyanın istikrarı için inisiyatif alan bir Türkiye’ye ihtiyaç duyulduğunu, bu nedenle müzakerelerin sürdürülmesi gerektiğini ve Birlik ile Türkiye’nin imtiyazlı ortaklık bağlamında birbirlerine yakınlaştırılmasını önermektedir.
“Gül ve Sarkozy’den ortak basın toplantısı”, Hürriyet Gazetesi, 25 Şubat 2011; “Sarkozy’den ilginç açıklama: Türkiye’nin yeri AB değil”, Cihan Haber Ajansı, 7 Ekim 2011. Ancak ilginçtir, Sarkozy’nin danışmanı Jacques Attali, Sarkozy’nin görüşlerine katılmamakta ve görüşlerinin, devlet politikası olarak değil, kişisel değerlendirmeler şeklinde nitelendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Attali, Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın tam üyeliği desteklediğini açıklamaktadır.
“AB sürecinde Fransa’dan değil kendi iç mihraklarımızdan korkun”, Radikal Gazetesi, 27 Mayıs 2008.
Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle’e göre, Türkiye, küresel ve bölgesel sorunlarda stratejik anahtar ülkedir. Müzakereler belli kriterlere göre hızlandırılmalıdır. Fasılların açılmaması ise doğru bir strateji değildir. Türkiye, üyelik konusunda kararlılığını kaybetmemelidir. Türkiye, İslam Dünyasına doğru giden istikrarlı bir köprüdür. AB, bu nedenle Türkiye ile ilişkilerini geliştirmelidir. Sonuçta, Alman hükümeti, müzakerelerin sürdürülmesi taraftarıdır, ancak ucu açık şekilde olmalıdır. Limanlar ise koşulsuz şekilde Rum gemilerine açılmalıdır.
“Almanya, Türkiye’yle müzakerelerin durdurulmasını tartıştı”, Cihan Haber Ajansı, 21 Temmuz 2011; “Davutoğlu: Türkiye geleceğini Avrupa’da görüyor”, Zaman Gazetesi, 1 Temmuz 2011.
AB Konseyi’nin yeni Başkanı Herman Van Rompuy, “Avrupa’nın Hıristiyanlığın temel değerlerini oluşturan evrensel değerlerinin, Türkiye gibi büyük bir İslam ülkesinin Birliğe katılımıyla kuvvetini yitireceğini” düşünmektedir. Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger, müzakerelerin yavaşlamasını bir fırsat olarak görmektedir. Bu sayede taraflar, imtiyazlı ortaklık seçeneğini enine boyuna tartışabilecektir.
Seyit Arslan, “’İmtiyazlı ortaklık için ilişkilerin donması fırsat’”, Zaman Gazetesi, 19 Eylül 2011. Yunanistan Başbakanı Papandreu, Türkiye’nin, “Kıbrıs’taki (sözde) işgalini sonlandırmadan Birliğe tam üye olamayacağını” açık bir şekilde ifade etmektedir. Kıbrıs Rum yönetimi de, sorunun çözümü konusunda sürekli olarak Birliğin Türkiye üzerinde baskı kurmasını istemektedir.
“Rum Kesiminden Türkiye AB üyeliği için sert mesaj”, Hürriyet Gazetesi, 10 Ocak 2011; “Rum lider Hristofyas: Türkiye’nin AB üyeliği, Kıbrıs’tan geçer”, Radikal Gazetesi, 1 Ocak 2011.
DEĞERLENDİRME
Karşılıklı açıklamalara bakıldığında, taraflar arasında büyük bir güvensizliğin olduğu görülmektedir. Karşılıklı önyargıların hâkim olduğu bu süreçte, üyelik müzakerelerinin, mevcut haliyle sonlandırılması mümkün görünmemektedir. Ancak müzakerelerin sonuçlandırılması için, her iki tarafında, acı reçeteler üzerinde kararlı adımlar atması gerekmektedir. Özellikle Türk hükümetinin atmak zorunda kaldığı adımlar, kendi siyasi gelecekleri açısından oldukça riskler içermektedir. Fakat diğer taraftan eğer hükümet bu konularda başarılı adımlar atabilirse, hükümetin Türkiye’deki konumu daha fazla güçlenecek ve hatta Türk siyasal tarihinde tarihsel bir dönüşümü gerçekleştirmiş olacaktır. Bu nedenle üyelik müzakereleri, bıçak sırtı konulara bağlı olarak yol almaktadır. Aslında sürecin bu düzeye geleceği, yani Kıbrıs, demokratik anayasa, azınlık hakları bağlamında Kürtlerin durumları ve vakıf malları gibi konuların ön plana geçeceği ve Türk hükümetinin ciddi adımlar atmak zorunda kalacağı 2005 yılında bile tahmin edilebiliyordu. O nedenle gelinen aşama, beklenilen bir durumdur.
Diğer taraftan, Avusturya, Almanya ve Fransa gibi Türkiye karşıtı ülkelerde sağ partilerin başa geçmesi, müzakerelerin önünde ciddi, gözle görülür engel olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü aşırı milliyetçi çizgiye sahip bu ülkelerin liderleri, açıkça Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmaktadırlar. Bu ülkelerin önyargılarının ve dolayısıyla siyasi anlayışlarının değişmesi mümkün görünmemektedir. Türkiye’de haklı olarak bu ülkeleri önyargılı davranmakla suçlamaktadır.
Türkiye ise, sadece bu liderleri önyargılı davranmakla suçlayarak, bu sürecin önünü açamaz. Türk hükümetinin, AB yolunun önünde üç temel konunun ciddi engel oluşturduğunu kabul etmesi gerekmektedir. Bu üç konu, üyelik müzakerelerini doğrudan ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Örneğin, anayasal düzenlemeler, demokratikleşen, gelişen ve ekonomisi güçlenen Türkiye’nin Avrupa tarzı katılımcı demokratik bir yönetim anlayışı inşa etmesi için gereklidir. Kıbrıs sorunu ise doğrudan müzakerelerle bağlantılıdır.
Birliğin Kıbrıs’ta çözüm bulunmadan, Kıbrıs Rum Kesimi’ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla tam üyeliğe kabul etmesi büyük bir hatadır. Bazı üyeler bu hatayı kabul etmektedir. Ancak yine de Avrupalı siyasetçilerinin büyük bir kısmına göre bu bir hata değildir. Stratejik bir yaklaşımın doğal sonucudur ve kendilerine göre sorunu çözme yönünde atılan ciddi adım olarak görülmektedir. Bu algılama üzerine oluşturulan politika nedeniyle, Avrupalılar, doğrudan doğruya Türkiye’den adım atmasını beklemektedirler. Bu aşamada artık Türkiye, karşı tarafı suçlayarak, müzakerelerin yeniden canlandırılması anlayışı içerisinde olmamalıdır. Bunun yerine, mevcut şartları hesaba katarak, taraflar arasında müzakerelerin sonuçlandırılması yönünde destekleyici adımlar atmalı ya da Yunanistan gibi kendisini geri çekerek, Kıbrıslı Türkleri ön planda tutmalıdır. Bu durumda, azarlayıcı, aşırı özgüvene dayalı söylemlerden kaçınarak, Kıbrıslı Türklerin iradesinin önüne geçen açıklamalarda bulunmamalıdır.
Gelinen aşamada, Türk hükümeti, üyelik konusunda fazla istekli görünmemektedir. Demokratikleşme ve ekonominin gelişimi açısından müzakerelerin gerekli olduğunu düşünen Türk yetkililer, Batılı devletler ve Birlik yetkilileri ile benzer görüşü savunmaktadır: Müzakereleri sürdürelim, tam üyelik konusunu ise zamana bırakalım.
Birlik yetkilileri de, bu meyanda açıklamalarda bulunmaktadır. Türkiye’nin üç temel ve hassas konuda gözle görülür adımlar atmasını öneren yetkililer, yine de Türkiye’nin müzakereleri sürdürmesini istemektedir. Türkiye’nin jeopolitika, ekonomi ve enerji alanlarında önemini kavrayan yetkililer, yine de ilerleme raporlarında belirtilen eksikliklerin giderilmesi taraftarıdır.
Sonuçta, artık Türk hükümeti, AB sürecine ilişkin önyargılara dayalı beyanatlardan kaçınarak, daha olgusal, verilere dayalı bilgiler bağlamında ilişkileri sürdürmesi yönünde adımlar atması, politika izlemesi gerekmektedir. Daha açık bir ifadeyle, “stratejik düşünerek hareket etme” gibi bir tavır içerisinde olmak yerine, “daha somut, kısa adımlara dayalı politikalar” izlemesi gerekmektedir. Aşırı özgüven, bugünün şartlarında insanları memnun edebilir, ancak dış politika süreklilik isteyen bir alandır. Avrupa cephesinde de durum pek parlak görülmemektedir. Avusturya, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin, mevcut iç siyasi yapılarına dayanarak mevcut politikalarını sürdürmesi çok büyük olasılıktır. Ancak zamanla bu ülkelerin kamuoylarının değişime uğraması halinde, üyelik süreci farklı bir mecrada ilerleyecektir. Bu durumda, demokratikleşme ve ekonomik kalkınma yönünde ciddi adımlar atması, toplumlar arası temasların arttırılması ve Kıbrıs, Kürt gibi Avrupa siyasetini yakından ilgilendiren konularda somut adımların atılması halinde, Türklere yönelik önyargılarında zamanla değişmesi mümkündür.
KAYNAKLAR
“’AB Ortak Paydamız’”, Star Gazetesi, 21 Haziran 2011.
“’Sarkozy çok büyük bir acziyet içerisindedir”, Star Gazetesi, 9 Ekim 2011.
“2011 AB ilerleme raporu’ndan beklentilerimiz”, Star Gazetesi, 9 Ekim 2011.
“AB de tam üyelikten şamayacağımızı anladı”, Radikal Gazetesi, 22 Kasım 2008.
“AB ile Türkiye diskoda tanışıp birbirini beğenen genç bayan ve erkek değil”, Hürriyet Gazetesi, 23 Eylül 2011.
“AB sürecinde de ustalık dönemi”, Star Gazetesi, 9 Temmuz 2011.
“AB sürecinde Fransa’dan değil kendi iç mihraklarımızdan korkun”, Radikal Gazetesi, 27 Mayıs 2008.
“AB sürecinde top Türkiye’nin ayağında”, Star Gazetesi, 3 Ocak 2011.
“AB üyeliği, ekonomik büyüme ve demokrasi için temel referans”, Hürriyet Gazetesi, 13 Temmuz 2011.
“AB, KKTC’yi unuttu ama STK’lar unutmadı”, Star Gazetesi, 11 Mayıs 2011.
“AB’deki önyargıyı gönüllüler yıkacak”, Star Gazetesi, 11 Nisan 2011.
“AB’ye ‘küresel’ hatırlatma”, Radikal Gazetesi, 28 Eylül 2011.
“Almanya, Türkiye’yle müzakerelerin durdurulmasını tartıştı”, Cihan Haber Ajansı, 21 Temmuz 2011.
“Anayasa tüm tarafların katılımıyla hazırlanmalı”, Anadolu Ajansı, 13 Temmuz 2011.
“Avrupa Birliği, Türkiye’deki potansiyelin farkına varmalı”, Zaman Gazetesi, 24 Eylül 2011.
“Avrupa Birliği’ne değil ilkelerine ihtiyacımız var”, Star Gazetesi, 2 Haziran 2011.
“Bağış: AB Komisyonu, verdiği sözü tutsun”, Zaman Gazetesi, 29 Eylül 2011.
“Bağış: Kıbrıs AB yolunda konulmuş muz kabuğudur”, Anadolu Ajansı, 21 Temmuz 2011.
“Bağış: Kıbrıs konusunda hem haklı, hem güçlüyüz”, Anadolu Ajansı, 27 Eylül 2011.
“Bağış: Müzakere sürecinin üzerindeki haksız baskılar artık kalkmalı”, Anadolu Ajansı, 13 Temmuz 2011.
“Bağış: PKK sadece terör örgütü değil”, Zaman Gazetesi, 20 Ağustos 2011.
“Bağış’tan Norveç mesajı”, Hürriyet Gazetesi, 27 Temmuz 2011.
“Bakan Bağış: Rumların numaralarına alıştık”, Anadolu Ajansı, 5 Ekim 2010.
“Başbakan Tayyip Erdoğan Newsweek için yazdı”, Hürriyet Gazetesi, 17 Ocak 2011.
“Başbakan: AB kararlılığımız devam ediyor”, Sabah Gazetesi, 6 Mayıs 2011.
“Birkaç yıl sonra bir Türkiye’ye AB’ye girmesi için rica edeceğiz”, Star Gazetesi, 13 Haziran 2011.
“Biz heyecanımızı yitirmedik AB kendini sorgulamalı”, Radikal Gazetesi, 4 Ocak 2010.
“Cumhurbaşkanı Gül: Anayasanın taşıması gereken tek mühür, milletin mührü olmalıdır”, Anadolu Ajansı, 1 Ekim 2011.
“Cumhurbaşkanı Gül’den Avusturya’da AB’ye mesaj”, Anadolu Ajansı, 2 Mayıs 2011.
“Davutoğlu: Ortak mesaj, ‘dostluk’”, Anadolu Ajansı, 8 Mart 2011.
“Davutoğlu: Türkiye geleceğini Avrupa’da görüyor”, Zaman Gazetesi, 1 Temmuz 2011.
“Davutoğlu’dan İngiltere’ye tepki”, Star Gazetesi, 2 Ağustos 2011.
“Egemen Bağış’tan AB’ye rest”, Sabah Gazetesi, 28 Ocak 2011.
“Egemen Bağış’tan Almanya’da yaşayan Türklere çağrı”, Hürriyet Gazetesi, 10 Eylül 2011.
“Gül ve Sarkozy’den ortak basın toplantısı”, Hürriyet Gazetesi, 25 Şubat 2011.
“Gül: Kapıları açarsanız, kimse Türkiye’den koşarak Almanya’ya gelmeyecek”, Zaman Gazetesi, 19 Eylül 2011.
“Gündem: İran ve AB”, Star Gazetesi, 14 Ocak 2011.
“IMF ve AB bize her zaman ikiyüzlü tavır aldı”, Star Gazetesi, 11 Temmuz 2011.
“Maliyetiniz yılda 28 milyar euro”, ANKA, 23 Haziran 2011.
“Maliyetiniz yılda 28 milyar euro”, Sabah Gazetesi, 23 Haziran 2011.
“Merkel’de Türkiye antipatisi var”, Sabah Gazetesi, 31 Ocak 2011.
“Projeler PKK’yı rahatsız etti”, Radikal Gazetesi, 23 Ekim 2010.
“Rhen Türkiye’yi övdü, raportör “sinyal istedi””, Radikal Gazetesi, 7 Kasım 2008.
“Rum Kesiminden Türkiye AB üyeliği için sert mesaj”, Hürriyet Gazetesi, 10 Ocak 2011.
“Rum lider Hristofyas: Türkiye’nin AB üyeliği, Kıbrıs’tan geçer”, Radikal Gazetesi, 1 Ocak 2011.
“Sarkozy’den ilginç açıklama: Türkiye’nin yeri AB değil”, Cihan Haber Ajansı, 7 Ekim 2011.
“Schröder: Türkiye, AB’ye tam üye olmalı”, Cihan Haber Ajansı, 8 Eylül 2011.
“TOBB: AB üyeliğinde ev ödevimizi yapamadık”, Hürriyet Gazetesi, 28 Haziran 2011.
“Türkiye AB’ye güç katar”, Hürriyet Gazetesi, 8 Mayıs 2011.
“Türkiye Avrupa’dadır, Avrupalı’dır”, Hürriyet Gazetesi, 8 Mayıs 2011.
“Türkiye dünyanın yükselen gücü”, Sabah Gazetesi, 24 Ocak 2011.
“Türkiye’deki seçimlerin bir mağlubu da Avrupa Birliği”, Star Gazetesi, 15 Haziran 2011.
“Türkiye’den daha iyi yol yok”, Sabah Gazetesi, 3 Mayıs 2011.
“Türkiye’nin geri çekilmesinden korkuyoruz”, Sabah Gazetesi, 15 Şubat 2011.
“Türkiye’nin üyeliği AB’ye avantaj sağlar”, Sabah Gazetesi, 6 Mayıs 2011.
“Türkiye’yi AB’de istemeyen Almanya ve Fransa muhalif medyadan besleniyor”, Cihan Haber Ajansı, 30 Haziran 2011.
“Ve Türk insanı sonunda AB’den vazgeçti”, Hürriyet Gazetesi, 15 Mart 2011.
“Vizyon noksanlığı teşhisi”, Radikal Gazetesi, 13 Mayıs 2010.
ACAR, Esma (2011). “Şimşek: AB önemini korumak istiyorsa Türkiye’ye ihtiyacı var”, Zaman Gazetesi, 20 Eylül.
AKTUĞ, Ufuk ve Mehmet Ezer (2011). “Bakan Bağış: Fişi Çeken taraf olmayacağız”, Doğan Haber Ajansı, 21 Şubat.
ARSLAN, Seyit (2011). “’İmtiyazlı ortaklık için ilişkilerin donması fırsat’”, Zaman Gazetesi, 19 Eylül.
BARLAS, Mehmet (2011). “AB üyeliğini isterken aynı anda AB’ye öfke duymak da mümkündür”, Sabah Gazetesi, 15 Temmuz.
BİRAND, Mehmet Ali (2010). “Eksen kaydırın, ancak abartmayın”, Hürriyet Gazetesi, 26 Ekim.
ÇANDAR, Cengiz (2011). “Tayyip Erdoğan’ın Strasbourg Konuşması üzerine…”, Hürriyet Gazetesi, 15 Nisan.
ERDURAN, Refik (2011). “Türkiye üye olsa, AB bu kadar sakar olmazdı”, Sabah Gazetesi, 23 Şubat.
ERGİN, Sedat (2011). “Berlin’de AB’ye karşı yeni bir dil”, Hürriyet Gazetesi, 20 Eylül.
GÜVENÇ, Duygu (2011). “AB’ye Rum resti”, Sabah Gazetesi, 14 Temmuz 2011.
HEPER, Metin (2011). Türkiye’nin Siyasal Hayatı: Tarihsel, Kuramsal ve Karşılaştırmalı Açıdan…, İstanbul: Doğan Kitap.
HERMANN, Rainer (2011). Türkiye’de neler oluyor? Anadolu’nun uyanışı ve yeni elitler, İstanbul: Ufuk Kitabevi.
KARAKAŞ, Eser (2011). “Rekabet dosyası neden açılamadı?”, Star Gazetesi, 14 Ocak.
KİRAS, İbrahim (2011). “Atina’nın tutsağı olacağımız Türkiye’nin ortağı olalım”, Star Gazetesi, 26 Eylül.
KİRAS, İbrahim (2011). “Avrupa Avrupa duy sesimizi”, Star Gazetesi, 11 Ağustos.
KİRAS, İbrahim (2011). “Avrupa Avrupa duy sesimizi”, Star Gazetesi, 11 Ağustos.
KİRAS, İbrahim (2011). “Davutoğlu haklı mı?”, Star Gazetesi, 15 Temmuz.
KÜÇÜK, Mustafa ve Sefa Özkaya (2011). “Türkiye’nin üyeliği AB’nin kuruluşu kadar önemli barış projesi”, Hürriyet Gazetesi, 15 Mart 2011.
ÖZER, Yonca (2010). “Kıbrıs meselesinin Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerindeki rolü”, (der.) Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınevi, 557 – 576.
SAĞIR, Celil (2011). “Davutoğlu’ndan Avrupa’ya 4 mesaj”, Zaman Gazetesi, 5 Eylül 2011.
SAMAR, Remzi (2011). “Başbakan Erdoğan’dan Kıbrıs resti: Rumların başkanlığında AB ile ilişkilerimiz donar”, Zaman Gazetesi, 20 Temmuz.
ŞAHİN, Haluk (2009). “İsveç mi, Sarkozy mi?”, Radikal Gazetesi, 3 Haziran.
TAŞPINAR, Ömer (2011). “Fransa ve AB’nin Basiretsizliği”, Sabah Gazetesi, 28 Şubat.
ÜLGER, İrfan Kaya (2010). “Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine yönelik düşünceler”, (der.) Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınevi, 471 – 488.
www.tuik.gov.tr.
YAVUZ, Hakan (der.) (2010). AK Parti: Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri, İstanbul: Kitapyayınevi.
YILMAZ, Mehmet Y. (2011). “Bu fırsatı iyi değerlendirmeliyiz”, Hürriyet Gazetesi, 30 Eylül.
YURTTAGÜL, Ali (2011). “Kriz günlerinde Türkiye’de AB’yi savunmak”, Zaman Gazetesi, 6 Eylül.
PAGE \* MERGEFORMAT 17