Özet XVII. yüzyılda Diyarbakır merkez sancağında bulunan Kabi köyü, Nakşibendî Şeyhi Aziz Mahmud Urmevî'nin soyundan gelen Azizzâdeler veya Evlâd-ı Şeyh-i Rumiyye olarak tanınan aileye temlik edilmişti. Aile daha sonra bunu, şeyhin...
moreÖzet XVII. yüzyılda Diyarbakır merkez sancağında bulunan Kabi köyü, Nakşibendî Şeyhi Aziz Mahmud Urmevî'nin soyundan gelen Azizzâdeler veya Evlâd-ı Şeyh-i Rumiyye olarak tanınan aileye temlik edilmişti. Aile daha sonra bunu, şeyhin Diyarbakır şehrinde kurduğu cami, tekke ve medresesine vakfetmişlerdi. Atalarının idamının ardından sorunsuz bir halde uzun yıllar bölgede Osmanlı sistemiyle hemhâl bir hayat sürdürmüşlerdi. Ta ki XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar. Tanzimat dönemi mali-idari uygulamalarının eşlik ettiği bu dönemde bahsi geçen köy, vakfın hukuki statüsü ve arazinin mülkiyetinden kaynaklı vakıf yöneticileri ve ahali arasında yaşanan çetrefilli bir mücadelenin, yeni vergi uygulamalarının ve vakıf yönetimine ilişkin diğer bazı gelişmelerin sahnesi olacaktı. Böylece Osmanlı taşrasının nispeten daha az görünür yerel figürlerinin gözünden, yeni dönemin bürokrasi lisanını ve onların hak arama arayışlarında başvurdukları usul ve söylemleri izlemek mümkün olacaktır.
Abstract
In the seventeenth century, the Kabi village in the central sanjak of Diyarbakır was assigned to the family known as Azizzâde or Evlâd-ı Şeyh-i Rumiyye (Sons of Rumiye Shaykh), who were descended from the Naqshbandi Shaykh Aziz Mahmud Urmevi. The family then endowed it to the mosque, lodge and madrasah which the shaykh founded in the city of Diyarbakır. Following the execution of their ancestors, they lived a life that was united with the Ottoman system in the region for many years without any problems. It was until the second half of the nineteenth century. During this period, accompanied by the fiscal-administrative practices of the Tanzimat period, the village was going to be the scene of a complicated struggle between foundation managers and the community originating from the legal status of the foundation village and the ownership of the land, new tax practices and some other developments in the management of the foundation. Thus, from the eyes of the relatively less visible local figures of the Ottoman provinces, it will be possible to follow the bureaucracy language of the new era and the procedures and discourses that they applied in search of rights.