Tarihyazımı bilimsel bir kimlik kazanmaya başlamasıyla birlikte kendisine has bir metodoloji geliştirmeye başlamıştır. Bu metodolojinin en önemli unsurlarından bir tanesi de güvenilir kaynaklardan yararlanmak olmuştur. Bu kaynaklardan en... more
Tarihyazımı bilimsel bir kimlik kazanmaya başlamasıyla birlikte kendisine has bir metodoloji geliştirmeye başlamıştır. Bu metodolojinin en önemli unsurlarından bir tanesi de güvenilir kaynaklardan yararlanmak olmuştur. Bu kaynaklardan en önemlileri ise birinci elden tutulan kaynaklardır. Siyasi tarihin bir dalı olan dış politika tarihyazımı da başta arşiv belgeleri olmak üzere birçok birincil kaynağa sahip bir çalışma alanıdır. Ancak söz konusu kaynaklardan her zaman arzulanan şekilde yararlanmak mümkün değildir. Bu durum kendisini Türk dış politikası tarihi alanında yapılacak çalışmalarda oldukça fazla hissettirmektedir. Çünkü mevzubahis alanda yapılacak bir araştırmanın en değerli kaynakları sayılabilecek belgeleri barındıran Dışişleri Bakanlığı Arşivi henüz kullanıcıların hizmetine tam olarak açılmış değildir. Dolayısıyla bu alanda arşiv belgelerinin dışındaki birincil kaynakların değeri bir kat daha artmaktadır. Bu kapsamda, çalışmada ilk olarak Türk dış politikası tarihyazımında başvurulabilecek kaynakların başında gelen anıların tarihyazımındaki rolü ve önemi tartışılacak ve ardından son on yılda yayımlanmış güncel örneklerin Soğuk Savaş dönemi sonrası Türk dış politikası tarihyazımına yapabilecekleri katkılar ele alınacaktır.
Diplomasi, uluslararası sistemdeki aktörlerin kullandığı temel dış politika araçları arasındadır. TransKafkasya’daki hegemonik geçmişi düşünüldüğünde diplomasi, Rusların sık kullandığı dış politika araçları arasında yer almamaktadır. Zira... more
Diplomasi, uluslararası sistemdeki aktörlerin kullandığı temel dış politika araçları arasındadır. TransKafkasya’daki hegemonik geçmişi düşünüldüğünde diplomasi, Rusların sık kullandığı dış politika araçları arasında yer almamaktadır. Zira 19. yy’da Kaçar İranı ve Osmanlı İmparatorluğu’na üstünlük sağladıktan sonra Bölge’deki tek hegemon güç Rus Çarlığı olmuştur. Bolşevik Devrimi’nden sonraki beş yıl hariç, 150 yıldan fazla Bölge’deki tek hegemon güç olan Ruslar bu hakimiyetlerini Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasından sonra kaybetmişlerdir. 1991 yılında hukuken bağımsız olan Trans-Kafkas cumhuriyetleri Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) gibi küresel aktörlerle ilişkilerini geliştirmişlerdir. Yakın Çevresi’nde herhangi bir devletin güç kazanmasını istemeyen Rusya Federasyonu (RF) için “Yeni Büyük Oyun”un kaçınılmaz dinamiklerini tamamen engellemek mümkün olmasa da RF Bölge devletleri içindeki dondurulmuş sorunlar vasıtasıyla kontrolünü sürdürmeyi amaçlamış, sorunların çözümüne yönelik diplomatik süreçlerde yer almıştır. RF hem bölgesel ve bölge dışı güçlerle hem de Trans-Kafkas devletleriyle ilişkilerinde diplomasiyi realist çerçevede çıkarlarına yönelik olarak kullanmıştır. Çalışmamızda RF’nin Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de Trans-Kafkasya’daki diplomatik manevraları ve dış politikasında diplomasiyi nasıl kullandığı özellikle RF’nin Trans-Kafkasya devletleriyle ilişkileri bağlamında analiz edilecektir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin dağılmasıyla Balkanlarda bir güç boşluğu oluşmuş ve bu durum, Balkanlarda çatışmaların ve istikrarsızlıkların yaşanmasına neden olmuştur. Yaşanan istikrarsızlıklar, yeni... more
Soğuk Savaş sonrası dönemde Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin dağılmasıyla Balkanlarda bir güç boşluğu oluşmuş ve bu durum, Balkanlarda çatışmaların ve istikrarsızlıkların yaşanmasına neden olmuştur. Yaşanan istikrarsızlıklar, yeni dönemde ABD’nin küresel çıkarlarını doğrudan ve dolaylı etkileme potansiyeline sahipti. Bu nedenle ABD’nin inisiyatif üstlenmesiyle, çatışmalar daha fazla büyümeden çeşitli müdahalelerde bulunulmuştur. Çalışma, ABD’nin Soğuk Savaş sonrasındaki Balkan politikasını, Bosna- Hersek, Kosova ve Makedonya krizleri özelinde analiz etmektedir. Washington’un söz konusu krizlerde harekete geçmesine neden olan faktörler ile kriz sonrası angajmanlarını dikkate alarak geleceğe yönelik öngörülerde bulunmaktadır. Bu doğrultuda ister Kosova’nın bağımsızlık ilanının ardından yaşanacak olası gerilimler, ister Bosna barışının çökmesi isterse Makedonya’daki istikrarsızlığın artması ihtimali olsun, ABD’nin bölgeye yönelik politikasında elde ettiği stratejik avantajı korumaya yönelik bir politika izleyeceği öngörülmektedir.