Türkiyenin Askeri üsleri
4 Followers
Recent papers in Türkiyenin Askeri üsleri
Türkiye coğrafi konumu itibarıyla birbirinden farklı ve çıkarları zaman zaman çelişen yapıdaki ülkelerle komşudur. Bu çeşitliliğin getirdiği koşullara bakıldığında birtakım sorunların ortaya çıkması ise kaçınılmazdır. Gerek Kafkasya... more
Türkiye coğrafi konumu itibarıyla birbirinden
farklı ve çıkarları zaman zaman
çelişen yapıdaki ülkelerle komşudur.
Bu çeşitliliğin getirdiği koşullara
bakıldığında birtakım sorunların
ortaya çıkması ise kaçınılmazdır. Gerek
Kafkasya gerekse Ortadoğu bölgesinde
yaşanan çatışmalar, doğrudan
veya dolaylı olarak Türkiye ile
bağlantılı olmuştur. Tüm bu olaylarda
Türkiye’nin merkez konumda bulunması,
ilişkili olduğu ülkelerle çok
yönlü politikalar geliştirmesine yol açmıştır.
Sahip olduğu bu stratejik konumu
dolayısıyla Türkiye, sorunların
çözümüne müdahil olma ve etki alanının
genişlemesi için bölgesel ve küresel
olarak yeni stratejiler benimsemeye
başlamıştır.
Türkiye, çatışma ve kriz oluşabilecek
bölgelere tek başına müdahaleden
her zaman kaçınmış; bunun yerine
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
(NATO), Birleşmiş Milletler (BM),
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
(AGİT) gibi yapılarla hareket etmeyi
çıkarlarına daha uygun bulmuştur. Ayrıca
bölge ülkelerinin pek çoğuna kıyasla
askerî güç olarak önde olması,
birçok ülke ile askerî eğitim, barış
için ortaklık programı, çok uluslu barış
gücünün oluşturulması ve barışı
destekleme harekâtlarında Türkiye’yi
aranan bir güç konumuna getirmiştir.1
Ortadoğu bölgesindeki ülkelerin
karmaşık ilişkileri ve bölgenin kırılgan
yapısı, Türkiye’nin diğer devletlerden
farklı politikalar izlemesini zorunlu
kılmıştır. Türkiye’nin bölgedeki
tarihî mirası, bölge halklarının Türkiye’ye
olan sempatisi ve Türkiye’deki
mevcut yönetimin Osmanlı Devleti’nin
devamı gibi görülmesi, Türkiye’nin
Ortadoğu politikasının şekillenmesinde
etkili olan unsurlardır.
Bilhassa son 15 yıllık Ortadoğu
politikalarında bu değişim oldukça
açık bir biçimde görülmektedir.
Diplomasinin yanında askerî ilişkileri
de geliştirerek geçmişte yapılan
hataların telafi edilmesi, ikili
ilişkilerde istikrarı korumaya yönelik
adımlar olarak dikkat çekmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’nin bölgedeki
askerî ilişkilerine bakıldığında;
Irak’taki Türk askerî varlığı sadece
PKK terör örgütüne yönelik faaliyet
kapsamında değerlendirilmemeli,
Türkiye’nin Irak üzerindeki etki
gücünü korumaya yönelik bir girişim
olarak da görülmelidir. Türkiye’nin
Sünni ve bazı Şii kesimler üzerindeki
etkisi de bu nüfuz durumunu
açıklamaktadır. 1. Dünya Savaşı’ndan
sonra Katar’da bulunan askerlerini
çekmesiyle bölgeden çıkan Türkiye,
bugün Katar’ın talebiyle yeniden
bir askerî üsle bölgeye yerleşme
çabası içindedir. Bu, Türkiye’nin
bölgedeki etkisini güçlendirici bir durumdur.
Lübnan’da ise BM Lübnan
Geçici Görev Gücü (UN Interim Force
in Lebanon/UNIFIL) bünyesindeki
tek Müslüman askerî birlik Türk
birliğidir. Türk birliğinin barışı ve düzeni
korumak için burada bulunması,
Türkiye’nin bölgeye verdiği önemi
göstermektedir. Bu durum bölge
insanı üzerinde de olumlu bir imaj
bırakmıştır.
farklı ve çıkarları zaman zaman
çelişen yapıdaki ülkelerle komşudur.
Bu çeşitliliğin getirdiği koşullara
bakıldığında birtakım sorunların
ortaya çıkması ise kaçınılmazdır. Gerek
Kafkasya gerekse Ortadoğu bölgesinde
yaşanan çatışmalar, doğrudan
veya dolaylı olarak Türkiye ile
bağlantılı olmuştur. Tüm bu olaylarda
Türkiye’nin merkez konumda bulunması,
ilişkili olduğu ülkelerle çok
yönlü politikalar geliştirmesine yol açmıştır.
Sahip olduğu bu stratejik konumu
dolayısıyla Türkiye, sorunların
çözümüne müdahil olma ve etki alanının
genişlemesi için bölgesel ve küresel
olarak yeni stratejiler benimsemeye
başlamıştır.
Türkiye, çatışma ve kriz oluşabilecek
bölgelere tek başına müdahaleden
her zaman kaçınmış; bunun yerine
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
(NATO), Birleşmiş Milletler (BM),
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
(AGİT) gibi yapılarla hareket etmeyi
çıkarlarına daha uygun bulmuştur. Ayrıca
bölge ülkelerinin pek çoğuna kıyasla
askerî güç olarak önde olması,
birçok ülke ile askerî eğitim, barış
için ortaklık programı, çok uluslu barış
gücünün oluşturulması ve barışı
destekleme harekâtlarında Türkiye’yi
aranan bir güç konumuna getirmiştir.1
Ortadoğu bölgesindeki ülkelerin
karmaşık ilişkileri ve bölgenin kırılgan
yapısı, Türkiye’nin diğer devletlerden
farklı politikalar izlemesini zorunlu
kılmıştır. Türkiye’nin bölgedeki
tarihî mirası, bölge halklarının Türkiye’ye
olan sempatisi ve Türkiye’deki
mevcut yönetimin Osmanlı Devleti’nin
devamı gibi görülmesi, Türkiye’nin
Ortadoğu politikasının şekillenmesinde
etkili olan unsurlardır.
Bilhassa son 15 yıllık Ortadoğu
politikalarında bu değişim oldukça
açık bir biçimde görülmektedir.
Diplomasinin yanında askerî ilişkileri
de geliştirerek geçmişte yapılan
hataların telafi edilmesi, ikili
ilişkilerde istikrarı korumaya yönelik
adımlar olarak dikkat çekmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’nin bölgedeki
askerî ilişkilerine bakıldığında;
Irak’taki Türk askerî varlığı sadece
PKK terör örgütüne yönelik faaliyet
kapsamında değerlendirilmemeli,
Türkiye’nin Irak üzerindeki etki
gücünü korumaya yönelik bir girişim
olarak da görülmelidir. Türkiye’nin
Sünni ve bazı Şii kesimler üzerindeki
etkisi de bu nüfuz durumunu
açıklamaktadır. 1. Dünya Savaşı’ndan
sonra Katar’da bulunan askerlerini
çekmesiyle bölgeden çıkan Türkiye,
bugün Katar’ın talebiyle yeniden
bir askerî üsle bölgeye yerleşme
çabası içindedir. Bu, Türkiye’nin
bölgedeki etkisini güçlendirici bir durumdur.
Lübnan’da ise BM Lübnan
Geçici Görev Gücü (UN Interim Force
in Lebanon/UNIFIL) bünyesindeki
tek Müslüman askerî birlik Türk
birliğidir. Türk birliğinin barışı ve düzeni
korumak için burada bulunması,
Türkiye’nin bölgeye verdiği önemi
göstermektedir. Bu durum bölge
insanı üzerinde de olumlu bir imaj
bırakmıştır.
Kıbrıs adasında askeri güç olarak 16 Ağustos 1960 tarihinde ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasına göre Akrotiri ve Dikelya’dan oluşan İngiliz Egemen üssü, 950 kişilik Yunan Alayı ve 650 kişilik Türk Alayı bulunmaktadır. Bunlara... more
Kıbrıs adasında askeri güç olarak 16 Ağustos 1960 tarihinde ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasına göre Akrotiri ve Dikelya’dan oluşan İngiliz Egemen üssü, 950 kişilik Yunan Alayı ve 650 kişilik Türk Alayı bulunmaktadır. Bunlara ilaveten yedekleri ve paralı askerleri ile birlikte sayıları yaklaşık 120,000 olan Rum Milli Muhafız Ordusu ve 5000 olan Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri ordusu ile 24,000 kişilik Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri bulunmaktadır. Kıbrıs Rum Milli Muhafız Ordusunun subaylarının yüzde 80’i Yunanistan Silahlı Kuvvetlerinden gönderilen subaylardan oluşmaktadır. Tüm bunlara ilaveten de BM Barış Gücü bulunmaktadır.
Bu makalenin hedefi, ada üzerindeki askeri güç dengelerini incelemek ve Doğu Akdenizde yaşanmakta olan hidrokarbon kökenli kriz nedeni ile adanın garantörü olan Türkiye Cumhuriyetinin adada askeri bir üs kurmasının gerekli olup olmadığını araştırmaktır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), adadaki varlığını sahiplilik noktasına getirmek ve Kıbrıs adasının tamamını egemenliği altına almak için 1963 yılından başlamak üzere çalışmalarını sürdürmektedir. 20. yüzyılın başında, dönemin güçlü Avrupa Devletlerinin teşviki ve desteği ile Batı Anadolu’yu ele geçirmek amaçlı 15 Mayıs 1919’da İzmir’e ayak basmalarının benzerini günümüzde de gerçekleştirmek ve hayallerindeki “Büyük Helen İmparatorluğunu” tekrar hayata geçirmek istemektedirler. Bu ülkülerinin adımlarından bir tanesi de Kıbrıs adasını tümü ile ele geçirip Yunanistan’a bağlamaktır. Bu amaçla 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’ta, Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının desteği ile Kıbrıs’ta darbe yapmışlar ve “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan etmişlerdir. 16 Ağustos 1960 tarihinde ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasının EK 1’inde yer alan “Garantiler ve İttifak Antlaşması”nın 4. Maddesi uyarınca Garantör devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası hukuka uygun olarak 20 Temmuz 1974 tarihinde askeri müdahalede bulunmuştur. Bu müdahaleden sonra darbe sonrası ilan edilmiş “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti geçerliliğini yitirmiş ve adada 2 idari yönetim oluşmuştur. Kıbrıslı Rumlar o günden sonra adanın tümü ile adaya ait Münhasır Ekonomik Bölgeyi ele geçirmeyi hedefleyen bir strateji belirlemişlerdir. Garantör olan Türkiye Cumhuriyeti’nin (T.C.) uluslararası hukuka uygun olarak gerçekleştirdiği askeri müdahale sonrasında 1796 tarihinde ilan edilmiş Megali İdea’nın “Büyük ülkü”nün Kıbrıs adası ile ilgili bölümünü gerçekleştiremeyen Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlılar, Kıbrıs adasını hakimiyetlerine alabilmek amaçlı yapacakları bir sonraki girişimlerinde, Türkiye’nin tekrardan askeri bir müdahalede bulunamaması için Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasından Garantörlük ve İttifak Anlaşması Ekini kaldırmak girişimlerine başlamışlardır. Bu girişimlerine ilaveten de üyesi oldukları Avrupa Birliğine (AB) üye devletlerden bazılarına da, Türkiye ile silahlı çatışmaya girmek zorunda kalırlarsa, yanlarında yer almaları için mevcut hava ve deniz limanları içinde askeri üs vermek stratejisini belirlemişlerdir. Bu amaçla Güney Kıbrıs'ın Rum Yönetimi (GKRY) sınırları içinde birçok ülkenin askeri tesisleri veya da mevcut hava ve deniz limanlarını kullanma hakları bulunmaktadır. GKRY’nin bu girişimlerine karşın Kıbrıslı Türklerin de karşı tedbir almaları gerekmektedir. Sonuç olarak Kıbrıslı Rumların ve Yunanistan’ın adanın tümünü ele geçirmek çava be girişimlerine karşın Kıbrıslı Türklerin de tedbirler almaları gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu tedbirlerden bir tanesi de Kıbrıslı Türklerin anavatanları olan ve bölgenin en güçlü ordusuna sahip bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ne (T.C.) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) sınırları içinde kara, hava ve deniz kuvvetlerinin kolaylıkla kullanabileceği bir askeri üs kurmak izni vermesi çok mantıklı bir tedbir olarak gözükmektedir.
Bu makale, konunun daha iyi araştırılması ve değerlendirilmesi amacı ile hazırlanmıştır.
Bu makalenin hedefi, ada üzerindeki askeri güç dengelerini incelemek ve Doğu Akdenizde yaşanmakta olan hidrokarbon kökenli kriz nedeni ile adanın garantörü olan Türkiye Cumhuriyetinin adada askeri bir üs kurmasının gerekli olup olmadığını araştırmaktır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), adadaki varlığını sahiplilik noktasına getirmek ve Kıbrıs adasının tamamını egemenliği altına almak için 1963 yılından başlamak üzere çalışmalarını sürdürmektedir. 20. yüzyılın başında, dönemin güçlü Avrupa Devletlerinin teşviki ve desteği ile Batı Anadolu’yu ele geçirmek amaçlı 15 Mayıs 1919’da İzmir’e ayak basmalarının benzerini günümüzde de gerçekleştirmek ve hayallerindeki “Büyük Helen İmparatorluğunu” tekrar hayata geçirmek istemektedirler. Bu ülkülerinin adımlarından bir tanesi de Kıbrıs adasını tümü ile ele geçirip Yunanistan’a bağlamaktır. Bu amaçla 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’ta, Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının desteği ile Kıbrıs’ta darbe yapmışlar ve “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan etmişlerdir. 16 Ağustos 1960 tarihinde ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasının EK 1’inde yer alan “Garantiler ve İttifak Antlaşması”nın 4. Maddesi uyarınca Garantör devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası hukuka uygun olarak 20 Temmuz 1974 tarihinde askeri müdahalede bulunmuştur. Bu müdahaleden sonra darbe sonrası ilan edilmiş “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti geçerliliğini yitirmiş ve adada 2 idari yönetim oluşmuştur. Kıbrıslı Rumlar o günden sonra adanın tümü ile adaya ait Münhasır Ekonomik Bölgeyi ele geçirmeyi hedefleyen bir strateji belirlemişlerdir. Garantör olan Türkiye Cumhuriyeti’nin (T.C.) uluslararası hukuka uygun olarak gerçekleştirdiği askeri müdahale sonrasında 1796 tarihinde ilan edilmiş Megali İdea’nın “Büyük ülkü”nün Kıbrıs adası ile ilgili bölümünü gerçekleştiremeyen Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlılar, Kıbrıs adasını hakimiyetlerine alabilmek amaçlı yapacakları bir sonraki girişimlerinde, Türkiye’nin tekrardan askeri bir müdahalede bulunamaması için Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasından Garantörlük ve İttifak Anlaşması Ekini kaldırmak girişimlerine başlamışlardır. Bu girişimlerine ilaveten de üyesi oldukları Avrupa Birliğine (AB) üye devletlerden bazılarına da, Türkiye ile silahlı çatışmaya girmek zorunda kalırlarsa, yanlarında yer almaları için mevcut hava ve deniz limanları içinde askeri üs vermek stratejisini belirlemişlerdir. Bu amaçla Güney Kıbrıs'ın Rum Yönetimi (GKRY) sınırları içinde birçok ülkenin askeri tesisleri veya da mevcut hava ve deniz limanlarını kullanma hakları bulunmaktadır. GKRY’nin bu girişimlerine karşın Kıbrıslı Türklerin de karşı tedbir almaları gerekmektedir. Sonuç olarak Kıbrıslı Rumların ve Yunanistan’ın adanın tümünü ele geçirmek çava be girişimlerine karşın Kıbrıslı Türklerin de tedbirler almaları gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu tedbirlerden bir tanesi de Kıbrıslı Türklerin anavatanları olan ve bölgenin en güçlü ordusuna sahip bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ne (T.C.) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) sınırları içinde kara, hava ve deniz kuvvetlerinin kolaylıkla kullanabileceği bir askeri üs kurmak izni vermesi çok mantıklı bir tedbir olarak gözükmektedir.
Bu makale, konunun daha iyi araştırılması ve değerlendirilmesi amacı ile hazırlanmıştır.