Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Geç Olmadan
Geç Olmadan
Geç Olmadan
Ebook178 pages1 hour

Geç Olmadan

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Hayatın akışı içerisinde hep bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyoruz. Toplantılara zamanında gitmek, okula yetişmek, hedeflerimize zamanında ulaşmak için hep bir koşuşturma içerisindeyiz.
Ama bu esnada asıl hedefe ulaşmak için geç kalıyoruz.

Geç Olmadan bir roman. Aslında romandan da öte.

Bazı kitaplar vardır ki insanın ruhunda bir iz bırakır ve bu iz bir daha çıkmaz. İşte geç olmadan öyle bir roman.

Bu kitapta anlatılan hikaye bir insanın yaşamı ve ölümü sonrasında karşılaşabileceği olaylara bir örnek niteliğindedir. Kahramanımız Mehmet Beyin günlük programında ölüm hiç yoktu. Ama ölüm bir anda programın içerisine giriverdi. Son günlerinde bile olsa hayatı hızla sorgulamaya ve karşılaşabileceklerine karşı hazırlıklar yapmaya başladı.
Yeniden dirileceği düşüncesini beynine son günlerinde kazıması onu oldukça rahatlatmıştı.

O halde geç olmadan, Geç Olmadan'ı okuyalım.

LanguageTürkçe
PublisherOrhan Gazi
Release dateApr 19, 2024
ISBN9798224356300
Geç Olmadan

Related to Geç Olmadan

Related ebooks

Related categories

Reviews for Geç Olmadan

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Geç Olmadan - Orhan Gazi

    KISA ROMAN

    Prof. Dr. Orhan Gazi

    Telif Hakkı Bilgileri

    Prof. Dr. Orhan Gazi

    ––––––––

    © oG

    oG Yayınları

    Bu çalışma telif haklarına tabidir.

    Materyalin tamamı veya bir kısmı ile ilgili tüm haklar, özellikle çeviri, yeniden basım, illüstrasyonların yeniden kullanımı, okuma, yayınlama, mikrofilm üzerinde veya başka herhangi bir fiziksel yolla çoğaltma, iletim veya bilgi depolama, elektronik uyarlama, bilgisayar yazılımı veya şu anda bilinen veya bundan sonra geliştirilecek benzer veya farklı metodolojiyle gerçekleştirilebilir yöntemler yayıncı tarafından saklıdır.

    Bu baskının telif hakları Orhan Gazi'ye aittir. Bu baskı Orhan Gazi tarafından yayımlanmıştır.

    1  BEKLENMEDİK

    ––––––––

    Bir günü daha tamamlamak üzereyiz, mesainin dolmasına bir saat kaldı. Herhâlde günün en çok sevdiğim saati bu olsa gerek: işten çıkıp evime gitmek. İşimi seviyorum aslında. Bir ara bir süreliğine işsiz kalmıştım. O zaman insanın bir şeylerle meşgul olmadığında hayatının nasıl anlamsız hale geldiğini görmüştüm. Kendimizi meşgul edecek bir şeyler mutlaka bulmalıydık. Yoksa fırtınalı denizde sağa sola doğru rasgele ve hedefsiz yol alan bir gemiden farkımız kalmıyordu.

    Bu düşüncelerimi bir arkadaşımla paylaştığımda

    İşsiz kalmak neden kötü olsun ki, kötü olan parasız kalmak, benim param olsa hiç çalışmam. şeklinde cevap vermişti.

    Daha sonra bu arkadaşımla kısa süreli bir münazarada bulunmuştuk. Ben kendisine İnsan hayatını bir disipline sokmalı. Mesela düzenli yatıp kalkmalı, bir şeyler üretmeli veya insanlara bir hizmette bulunmalı, topluma bir katkısı olmalı. İnsanın hayatının ancak bu şekilde bir anlamı olabilir. Eğer sen bir işleyişin ve bir sistemin dışında kalırsan sürüden ayrılan bir kurt gibi yalnız kalırsın ve bu seni mutsuz eder. dedim.

    Buna karşılık olarak arkadaşım "Eğer çok param olursa neden çalışayım ve çalışmayınca neden mutsuz olayım ki? İstediğim saatte kalkar, istediğim ülkeleri gezer,

    istediğim sporları yapar, istediğim yemekleri yerim, keyfime bakarım." dedi.

    Ben de kendisine bir ara uzun bir tatile çıktığımı ve tatilimin sonlara doğru kabak tadı vermeye başladığını ve ücretinin ödenmesine rağmen tatilimin son iki gününde beş yıldızlı lüks otelde kalmadığımdan ve evime döndüğümden bahsettim.

    O da O senin sorunun, ben asla sıkılmazdım. diye

    cevap verdi.

    Arkadaşım söylediklerinde samimi miydi yoksa yoğun iş temposundan bunalıp dinlenme özlemi mi çekiyordu veya yaptığı işi sevmiyor muydu bilmiyorum. Ama bana söylediklerinden anladığım, çalışmaya karşı herhangi bir sevgisi veya isteği yoktu. Belki bu arkadaşımın bulunduğu pozisyondan dolayı almış olduğu düşük gelirle alakalı bir psikoloji ve bu psikolojinin bütün benliği kaplama

    durumu olabilirdi.

    Benzer konuşmaları geçmişte başka insanlarla da yaptığım aklıma geldi bir an. Evimin bulunduğu sokaktaki bakkala uğradığım bir günde, çırak olarak çalışan bakkal sahibinin kardeşi bakkalda yoktu.

    Bakkala Hayrola kardeşin yok mu ortalıkta. diye seslendiğimde Kardeşimi kovdum; adamın ruhunda çalışma isteği yok, azim ve sebat yok. diye cevap verdi.

    Ben de bu insanları çalışmadan soğutan şeyin ne olabileceği üzerine bakkalla sohbete daldım. Benim düşünceme göre sürekli düşük ücretle çalışmak insanları çalışmadan soğutuyordu ve insanlarda hırs ve enerji

    tükenmişti. Bakkal da kendi yaşadığı zorluklardan bahsetti. Çok ucuz ücretlerle uzun süreler onun bunun yanında çalıştığını, azar azar para biriktirdiğini, hiç dışarıdan yemek yemediğini, öğle yemeklerini akşamdan kendi evinde hazırladığını anlattı. Bu sayede tırnakları ile kaza kaza sıfırdan bir yerlere gelmişti. Benzer gayreti kardeşinde göremediği için onu işten kovduğunu söyledi.

    Bakkal söylediklerinde belki kısmen haklıydı ama biz

    insanlar farklı farklı yaratılmamış mıydık? Parmak izlerimiz nasıl farklı ise, özelliklerimiz de farklı değil miydi? Önemli olan karşımızdaki insan da var olan bu özelliği bulup ortaya çıkarmak ve o özellikten faydalanmaya çalışmaktı.

    Bakkala bunlardan bahsettiğimde Onda hiçbir özellik yok, sığırın teki. diyerek kestirip attı.

    Daha fazla konuşmayı devam ettirmenin bir faydası

    yoktu. Sonuçta bu insanların eğitim ve düşünce düzeyleri belliydi; hayatı yaşayarak öğrenen ve öğrendikleri şeylerden de taviz vermeyen kişilerdi. Bu diyalogla yaşamın gerçeklerinden uzaklaştığımı ve bakkaldan sosyetik davranışlar beklediğimi hissettim. Marie Antoinette’in ekmek bulamayan insanlara pasta yiyin tavsiyesi aklıma geldi.

    ––––––––

    ***

    Mesainin bitmesine on beş dakika kalmıştı. İyi ki kurumsal bir şirkette çalışıyorduk, en azından düzenli çalışma saatlerimiz vardı. Eve götüreceğim çantamı

    hazırlamaya başladım. İşin ilginç tarafı her gün eve giderken ve işe gelirken taşıdığım çantamdaki bazı malzemeleri hiç kullanmıyordum. Ama evden çıkarken veya iş dönüşü belki kullanırım düşüncesi ile çantamın içerisine tekrar koyuyordum. Bana ağırlık yapmaktan öte bir işe yaramıyorlardı.

    Neden iş dönüşü veya evden ayrılırken elimi kolumu

    sallaya sallaya, herhangi bir şey taşımadan yürümüyordum ki? İllaki bir şeyler taşıyordum ve bu taşıdığım şeylerin çoğu bir işe yaramıyordu. Üniversitede öğrenci iken de çoğu kitabı gereksiz yere taşıyıp durmuştum. Belki yanımda olmaları beni psikolojik olarak rahatlatıyordu.

    Mesai arkadaşım Hüsnü hızlı adımlarla masasının

    başına geldi ve toparlanmaya başladı. Hüsnü Beyin mesai bitimlerine doğru neşesi artardı ve bir o kadar da canlanırdı. Bazen ufak ufak şarkılar mırıldanmaya başlardı. Bu adamın sesi mesai bitimine doğru güzelleşiyordu.

    Buna emin olmaya başlamıştım. İnsanların mutlu ve neşeli

    oldukları zaman hem yüz olarak hem de ses olarak güzelleştiklerine başka olaylarda da şahit olmuştum. Üzüntülü ve neşesiz bir insanın yüz hatları ne kadar düzgün olursa olsun, renginin solduğuna, yüzünün parlaklığının gittiğine ve sesinin enerjisiz ve kasvetli olduğuna tanık olmuştum. Demek ki güzel olmak için mutlu olmak lazımdı, mutlu olabilmek için de iç huzurumuzun olması gerekmekteydi.

    Hüsnü Bey, bir taraftan eşyalarını topluyor bir

    taraftan da odadakilerle kısa kısa sohbetler ediyordu. Bir

    ara bana dönerek Mehmet Bey, geçen hafta sonu ailece doğa yürüyüşüne gittik. Gittiğimiz yer sizin oturduğunuz semtin yaklaşık on km dışında. Oldukça keyif aldık, size de tavsiye ederim. dedi.

    Ya öyle mi? dedim ve ekledim. Turla mı gittiniz?

    Hayır, kendi arabamızla gittik. dedi.

    Eşime bir danışayım, eğer ilgilenirse senden tam adresi ve yol tarifini alırım. dedim.

    Tavsiye ederim, mutlaka gidin. dedi.

    Ben çalıştığım şirketin üretim bölümünün müdür yardımcısıydım. Mesai arkadaşlarımla iyi bir ilişkim vardı. Ailece görüştüğümüz pek olmuyordu. Bundan özellikle ben uzak duruyordum. Yıllar boyunca edindiğim tecrübelerden birisi de, çalışma arkadaşlarımla arama mutlaka bir mesafe koymaktı. Ne zaman bu kuralı ihlal etsem, en sevdiğim insanlarla bile zamanla sorunlar çıktığını görmüştüm.

    Masanın üzerindeki alınacak son eşyaları da çantama

    attım ve fermuarını kapattım. Askıdan paltomu alıp odadakilere dönerek İyi akşamlar arkadaşlar, ben çıkıyorum. dedim.

    Onlar da İyi akşamlar. diye karşılık verdiler.

    Merdivenleri hızlı adımlarla indim. Çalışmak güzeldi ama eve gitmek daha güzeldi. Özellikle iş çıkışları bana keyif verirdi. Otobüs durağına gitmek için yolun karşısına geçmem gerekiyordu. Buraya da bir türlü trafik ışığı koymamışlardı. Defalarca belediyeye e-posta göndermeme rağmen gelen yanıt hep "Fizibilite çalışması yapılmakta, en

    kısa sürede bulunduğunuz bölgeye trafik ışığı konulacaktır." şeklinde olmaktaydı. Sanırım trafik ışığı koymaları için gönderdiğimiz e-postalar yeterli olmamaktaydı. Birilerini araba ezer de basında haber olur bölge halkı tepki için yolu filan kapatırsa sanırım o zaman harekete geçeceklerdi.

    Yolun karşısına geçtim ve otobüs durağında yaklaşık

    on dakika bekledim. Nihayet bir otobüs geldi ama tıka basa doluydu. Bir sonraki otobüs en az on dakika sonra geleceğinden bu otobüse mutlaka binmeliydim. Açılan orta kapından kendimi içeri attım. Az ileride bir kişinin sığabileceği kadar bir boşluk gördüm. İnsanlardan izin isteye isteye o bölgeye kadar gittim ve çantamı yere koyarak tutacağı tuttum.

    Klasik büyük şehir trafiği işte... Mesai çıkışlarında bu

    trafik iyice çekilmez oluyordu. Otobüs o kadar kalabalıktı ki ufak frenlerde bile insanlar birbirlerine değmek zorunda kalabiliyordu. Dışarıyı seyretmeye daldım.

    Bir ara önümdeki kadının arada sırada dönerek bana

    baktığını gördüm. İlk bakışında dışarıya baktığım için yüzünü görememiştim. Daha sonra ikinci dönüşünde yüz yüze geldik. Tanrım ne kara bir surat diye düşündüm. Daha sonra kadın bir daha dönüp baktı, bu defa suratında ekşi bir ifade de vardı. Anlaşılan arkasında durmamdan rahatsız olmuştu.

    "Demek otobüse bindiğimde durduğum bu noktanın

    boş olma sebebi buymuş." diye düşündüm. Bir taraftan da kadının olumsuz şeyler yaşamış olabileceği ve bundan

    dolayı bu tür davranışlar yapabileceği aklıma geldi. Sebebi ne olursa olsun kadının o sevimsiz yüz hâli benim oradan uzaklaşmam için bir nedendi. Çok esmer kadın tanımıştım. Bu kadının yüzündeki rengin esmerlikle bir alakası yoktu, bu renk daha çok kötülüğün ve nefretin rengi olmalıydı.

    Kadın bir defa daha başını çevirip yüzüme baktığında

    bulunduğum

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1