Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Kedi Adamlar
Kedi Adamlar
Kedi Adamlar
Ebook235 pages2 hours

Kedi Adamlar

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Koridora çıkıp,
–Yardım edin, kimse yok mu? diye bağırmaya başladım.
Sesimin olanca gücüyle bağırıyordum ama çığlıklarım duyulmuyordu. Sanki karanlık bir kuyuya atılmıştım. Alt kata indiğimde resepsiyon çalışanı, yeni gelen müşteriyle ilgileniyordu. Ziyaretçi koltuklarının olduğu bölümde adamın biri kadın satmakla meşguldü. Satılık etleri iyice görünüp iştah kabartsın diye açık kıyafetler giydirilmiş iki genç kadın, üzgün bir yüzle kurbanlık koyun gibi yan yana oturuyorlardı. Nedense yanlarına gitme ihtiyacı içinde ayağa kalktım… Kadınlar beni görmüyordu. Çok süslü, makyajlı oldukları için hemen tanıyamadım. Bunlar benim çocuklarımdı. Biri üniversiteye, diğeri lise son sınıftaki kızlarım, mafyanın eline düşmüştü.
Öyle bir duygu kapladı ki içimi, sanki yüreğime üst üste iki balta darbesi aldım. Nefes nefese bağıran bir sesle, ellili yaşlardaki pezevengin boğazına sarıldım. Adamın üzerine yürüyordum ama ellerim hep boşlukta kalıyordu. Gücüm tükenince dizlerimin üzerine beton zemine çöküp ağlamaya başladım.
Hiç yokmuşum, kapı önünde ağlayan biri oturmuyormuş gibi, resepsiyon görevlisi müşterilerle ilgilenmeye, pezevenk kızlarımı satmaya devam etti.
Ayağa kalkıp çocuklarımın yanına gittim. Islak yanaklarımla, varlığımı hissetmeyen evlatlarımın gözlerinin içine bakıyordum. 
Pişmanlık dolu bir sesle onlara,
–Özür dilerim yavrularım, dedim. Kurtaramadım sizi. Bu ülkenin korkunç şartlarında nasıl yaşayacağımı bilemedim. İyi bir baba olamadım. Kendimle birlikte sizi de ateşe attım. 
Bir süre daha ağlayarak dizlerimin üstünde oturmaya devam ettim. İçim dayanılmaz acılarla dolup taşıyordu. Bir kez daha anlamıştım ki dünyada yalnızdım. Ne kadar bağırırsam bağırayım kimse beni duymayacaktı. Bir süre sonra sedyeye, oradan da ambülansa taşınan kendimi gördüm. Sedyedeki varlığım nefes almıyordu, ama gözlerimden yaşlar akmaya devam ediyordu. 

LanguageTürkçe
PublisherYusuf Solmaz
Release dateJun 13, 2024
ISBN9798227721341
Kedi Adamlar
Author

Yusuf Solmaz

Rehber öğretmen Yusuf Solmaz, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü mezunu. Okullarda psikolojik danışman olarak görev yaptı. Solmaz, 1963 yılında Türkiye'de doğdu. İlkokul ve liseyi Yozgat'ta tamamladı. Üniversite eğitimine 1983 yılında Ankara'da Eğitim Bilimleri Fakültesi'nde başladı. Fakültenin, önceki adı Eğitimde Psikolojik Hizmetler (EPH), şimdiki adı Psikolojik Danışman ve Rehberlik (PDR) olan bölümünden mezun oldu. Ülkenin değişik yerlerinde okul psikolojik danışmanı olarak görev yaptı. İlkokul, ortaokul, lise, anaokulu, rehberlik araştırma merkezi gibi kurumlarda, otuz yıla yakın okul psikoloğu olarak çalıştı. Askerliğini, öğretmensizlik nedeniyle açılamayan bir okulda, adı terörle anılan, çok sayıda öğretmenin ve sivilin terör kurbanı olduğu bir bölgede, asker öğretmen olarak yaptı. Küçük bir mezrada, birleştirilmiş bir sınıfta Türkçe bilmeyen öğrencilere, bir yıl kadar, okuma yazma eğitimi verdi. Bir grup arkadaşıyla, öğretmenlerin mesleki sorunlarını ele alan, demokratik ve laik eğitimi savunan bir derginin çıkarılmasında, basılmasında, dağıtılmasında, yaşatılmasında gönüllü olarak görev aldı. Yeni kurulan eğitim sendikasına kaydını yaptırdığında, öğretmenlerin sendikalara üye olması yasaktı. Darbeci generaller, eğitimcilerin, akademisyenlerin, memurların sendika üyesi olmasını istemiyordu. Yusuf Solmaz, buna benzer anti demokratik yasalara karşı çıktı. Meslek hayatı boyunca darba hukukunu değiştirmeyen, bu hukuk üzerinden ülke yöneten iktidarları protesto eden eylemlere katıldı. Kimi dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarından dolayı adı defalarca soruşturmalara konu oldu. Birçok kez düşüncelerinden, mesleki çalışmalarından ve sendikal faaliyetlerinden, katıldığı eylemlerden dolayı kurum amirleri tarafından disiplin cezası ile cezalandırıldı. İş hayatının önemli bir kısmı bu cezaları iptal ettirmeye çalışmakla geçti. Görev yaptığı okulların çoğunda yöneticilerin sistematik yıldırma girişimlerine maruz kaldı. Yüksek lisans yapmaya hak kazanınca tekrar Ankara'ya döndü. Mastır çalışmalarını, üniversitenin Güzel Sanatlar Eğitimi alanında sürdürdü. Farklı üniversitelerden sanat eğitimi, sanat eleştirisi, sanat psikolojisi, sanat tarihi, sanat ve yaratıcılık, sanat ve insan, sanat ve varoluş psikolojisi üzerine dersler aldı. Eşcinsel eğilimleri olduğu ileri sürülen ünlü yazar Sait Faik'in hayatını tez konusu olarak inceledi. Bu çalışma, tez danışmanının eşcinselik konusuna...

Related to Kedi Adamlar

Related ebooks

Related categories

Reviews for Kedi Adamlar

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Kedi Adamlar - Yusuf Solmaz

    Bu kitaptaki olayların gerçeklerle herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Anlatılanlar tamamen kurgu olup düşünceler, söz ve ifadeler kurgulanmış karakterlere aittir.

    *

    Kapak Resmi: Microsoft Bing Resim Oluşturucu

    Birinci Yayın yılı: Haziran 2024/ İzmir

    Kabahatin çoğu senin canım kardeşim

    Nazım Hikmet

    Birinci Bölüm

    Özellikle sosyal medyada, daha çok izlensin, daha çok okunsun, tıklama sayısı artsın diye öyle saçma, öyle gerçek dışı, sansasyonel haberler yapılıyor ki... Okuduğum intihar haberine göre atmış yaşındaki bir adam otel odasında baltayla kuyruğunu kesmişti. Sonra da kan kaybından hayatını kaybetmişti. Haberi okuyunca ben de şu an sizin şaşırdığınız gibi, Yalan duymuştum da bu kadar kuyruklusunu duymamıştım, dedim.

    Çok geçmedi birkaç gün sonra kendimi, tıpkı haberde dile getirildiği gibi, yoksulların kaldığı bir otelde, elimde bir baltayla, kesik bir kuyruğun yanında buldum. Kan kaybından ölmek üzereydim. Elimde kana bulanmış küçük bir balta vardı. Kesin olarak biliyordum ki, bu baltayla kuyruğumu kesmiştim. Ama okuduğum haberdeki adam gibi ölmeye yatmak, yatakta kanlar içinde ölü bulunmak istemiyordum.

    Nerede olabileceğimi düşünürken cep telefonumu bulmaya çalıştım. Anadan doğma çıplak halde ayakta duruyordum. Elim, kolum, bacaklarım... her tarafım kan içindeydi. Küçük bir bölümü arkamda kalan kuyruk yerde, kan gölünün içinde duruyordu. İçimde tarifi imkânsız bir acı vardı. Belki de acıların en büyüğünü, katlanılması en güç olanını yaşıyordum ama acının nedenini bilmiyordum, hiçbir şey hatırlamıyordum. Kuyruğuma değil de sanki baltayı kalbime vurmuştum.

    Güçlükle ilgili kuruma haber verdikten sonra nihayet ambülans geldi, hastaneye kaldırıldım. O kadar çok kan kaybetmiştim ki, birkaç dakika daha geç gelinse şimdi hayatta olmaya bilirdim. Bir süre hastanede gözlem altında tutuldum. Kâbus dolu günler yaşadım. Rüyalarımda kediye dönüştüğümü, nereye olduğunu bilmeksizin uçan adımlarla kaçtığımı görüyordum. Ne olduğunu soranlara bir şey bilmediğim için cevap veremiyordum. Kesmeye çalıştığım kuyruğum ameliyatla tümden alınmıştı. Ama izi duruyordu. Aradan günler haftalar geçti. Hayal içinde, korkunç şeyler görerek, huzursuz, her an kötü bir şey olacakmış duygusuyla yaşıyordum.

    Bir sabah nerede olduğunu bilmediğim bir yatakta uyandığımda, beş yıl önce ayrıldığım eski eşim Gamze’nin acıyan gözlerle bana baktığını gördüm. Bütün bu yaşadıklarıma bakılacak olursa sağlıklı düşünemediğim kesindi. Olanlara gerçekten mantıklı bir açıklama getiremiyordum. Nafaka konusu dışında benimle görüşmeyi hiç istemeyen, eski eşimle yeniden buluşmam da garip bir durumdu.

    Ben bunları düşünürken Gamze, aklımdan geçenleri biliyormuş gibi,

    –Sen hep böyleydin, hiç değişmedin Nihat, dedi.

    Neden söz ettiğini hemen anlamıştım. Nedenini bilmiyorum ama başka bir şeyden söz ediyor olamazdı.

    –Nasıl değişmedim? Yapma Gamze... hep böyle kuyruklu muydum? diye sordum.

    Bunu söyleyen sanki ben değildim. Böylesine büyük bir acıdan sonra sıradan, önemini kaybetmiş olayların konuşulması gerçekten can sıkıcıydı. Ölümden dönmüş biri olarak geçmişi hatırlatmayan, geleceğe dönük olumlu bir şeylerden söz etmek istiyordum.

    Gamze, lisenin birinde rehber öğretmen olarak görev yapıyordu. Üzerinde, okula giderken giydiği, çok sevdiğim elbiselerinden biri vardı.

    Nasıl biri olduğumu sormuşum gibi,

    –Evet, hep kuyrukluydun Nihat, dedi sinirle. Sana ne devletin nasıl yönetildiğinden, bölücülük yapıldığından, mahkemelerin adil olmadığından... Ülkeyi yönetenler pahalı marka araçlara biniyormuş, devlet başkanının hepsi birbirinden lüks, on beş adet makam uçağı varken, halk açlıktan ölüyormuş. Abartma, kimsenin açlıktan öldüğü yok. Açsan gider belediyeden yemek istersin. Hiçbir şey bulamazsan bedava çorba, ekmek bulursun. Eskidenmiş açlıktan ölmek... Ormanlar yanıyor, yangın söndürme uçağı bulunamıyormuş. Vergilerimiz halkın geleceği için değil, saray ve çevresinin lüks hayatı için kullanılıyormuş... Bunlardan sana ne Nihat? Sen mi kurtaracaksın bu ülkeyi? Vergi memuru musun, sana ne olandan bitenden? Bir de psikolog olacaksın, hep demez misin, insan yarı çapını bilmeli, yeteneklerini tanımalı, adımlarını ona göre atmalı diye... Maşallah, senin yarı çapın var ya, dünyayı kuşattı... Amerikan başkanlarından bile yetkili hale geldin. Gücün oranında düşünüp eleştiri yapmayı bırakınca kuyruk çıkarmaya başladın. Kuyruklu olmasan her şeyi dert etmez, herkes gibi hayatını yaşamaya bakardın.

    Duyduklarımı kabul etmeyerek,

    –Bunca seneden sonra mı kuyruklu olduğumun farkına vardın? diye sordum.

    Yarasına parmak basmışım gibi,

    –Evet biraz geç oldu, dedi. Kuyruklu olduğunu gizledin benden. Hiçbir zaman kendin gibi olmadın. Psikolog olup o kadar çok maske taktın ki... Aynı bölümden mezun olup aynı diplomayı aldığımız halde tanıyamadım seni. Bukalemun gibi değiştin, kılıktan kılığa girdin... Şimdi de aptalmışım, yalan söylüyormuşum gibi yüzüme bakıyorsun... Ne düşündüğünü söyleyeyim mi?

    –Beklediğin hata, ne söyleyeceksen söyle, dinliyorum, dedim.

    –Zamanı geldi diye düşünüyorum. Şimdi dinle beni! İtirafta bulunacağım Nihat! Hazır ol! Ne oldu? Korktun mu?

    Utanarak,

    –Yok canım, niye korkacakmışım, dedim.

    –Korktun işte... Bilirim senin endişeli hallerini... Merak etme korkacak bir şey yok...

    Aslında böyle söyleyerek endişe içinde beklemem için elinden geleni yapmış oluyordu. Yeteri kadar merak ettirdikten sonra konuşmasına şöyle devam etti:

    –Yoksa çocukların babası başkası, sen değilsin, diyeceğimi mi sandın? Hah hah haaa... İlahi Nihat... Korkmanı gerektirecek bir şey yok... yok öyle bir şey merak etme; çocuklarım senden. Ne zamandır söylemek istediğim konu şu: İlişkide olup evli kaldığımız on yıl boyunca kullanıldığını düşünmen yerinde bir davranıştı. Yaşadığını sandığın haksızlık, aynen düşündüğün gibi oldu. Evet, anne olmak için seni kullandım Nihat. Her şeyi ben planladığım için bedel ödemen gerekmiyordu; aranacaksa suçlu bendim, hatta nafaka ödeyen sen değil, ben olmalıydım. Bütün suçsuzluğuna rağmen nafaka borçları da sana kaldı. Hep kadınlar zokayı yutacak değil ya canım, biraz da siz yutun. Sonuçta iki çocuk babası oldun, fena mı? Kitap yazacaksın, ünlüler arasına katılacaksın ya, sana kalsa baba da olmazdın. Şu suratının haline bak... Kullanılıp bir kenara atılmış mutsuz çocuklar gibisin, hah hah haaa... Anlamıyorum sanma, bütün bunlar için bana çok kızıyorsun. Hayat böyle Nihatcığım... Hep erkekler mi kadınları kullanacak? Aslında her şey karşılıklı. Sen de beni kullandın Nihat. Mesela şu an neden buradayım? Niye çağırdın beni? Ne anlatacaksan durma söyle. Kafandaki saçmalıkları dinlemem için beni tutup buraya getirdin. İşin vardır, müsait misin diye sormadın bile.

    Bu sözler karşısında donup kaldım, bir süre ne diyeceğimi bilemedim. Ne zaman aramızda böyle bir konuşma geçtiğini hatırlamıyordum. Geçmişte ne olduysa olmuştu; ben şimdi çocuklarıma babalık yapmak istiyordum. Ailemin geleceği söz konusu olduğu için tartışmaya gerek yoktu. Baba olmak için kullanıldığım yönündeki düşünceyi doğru bulmuyordum. Gamze beni kızdırmak istediğinden böyle söylüyordu. Madem gelmesini istemiştim, duyduklarıma aşırı tepki göstermeyip alttan alsam iyi olacaktı.

    Gönlünü almak için,

    –Önemli değil Gamze, dedim. Baba olmaktan şikayetçi değilim. İyi ki senin tarafından önce evliliğe sonra da baba olmaya ikna edildim. Senin beni seçmiş olman, benim seni seçmemden bence daha kıymetli. Sözünü ettiğin olaya sorun gözüyle bakmıyorum. Çocuklar için iyi bir dünya kuramadığımıza, kuramayacağımıza üzülüyorum. Nasıl ve neden buradasın bilmiyorum, ama burada olman benim için çok önemli. Düşündüm ki, ülkenin bu zor koşullarında iki çocuğumuz var. İkimiz de kirada oturuyoruz. Ekonomik olanaklarımızı birleştirsek fena mı olur?

    Anlamamış gibi sordu:

    –Yani?

    –Yeniden bir araya gelemez miyiz?

    –Ne dediğinin farkında mısın Nihat? Evi terk edip giden sen değil miydin?

    Böyle bir olaydan hiç haberim yoktu. Hafızam bir ileri bir geri gidip geliyordu. Karşımda son derece güzel bir kadın vardı. Ne olmuştu da evliliğimden vazgeçmiştim? Yoksa kuyruğumun kesilmesiyle anılarımın bir kısmı çöpe mi atılmıştı? Kabusların koynunda öyle kötü günler geçirmiştim ki, bedenime kim olduğunu bilmediğim başka biri de yerleşmiş olabilirdi.

    Ağızımdan çıktığını bildiğim ama bana ait olmadığını düşündüğüm bir ses,

    –Haklısın, ben istedim ayrılmayı, dedim... şimdi pişmanım...

    İçimde tanımadığım biri konuşuyor gibiydi. İçime yerleşen farklı bir kişilikle nasıl bir yere gelmiştim? Gamze de nerede olduğumuz sorusunu sormuş olmalıydı. O da anlamaya çalışan gözlerle çevresine bakarken,

    –Burada mı yaşıyorsun? diye sordu. Nasıl bir yer burası böyle? Numara yapma bana, çabuk söyle, anlatmakla bitiremediğin meta evrene mi getirdin beni? Söylesene Nihat! Nerede olduğumu bilmek istiyorum.

    Meta evren mi? O da neyin nesiydi? Bir yatakla iki sandalyenin olduğu, salon benzeri, geniş, Tarkovski filmlerindeki gibi gri, hüzünlü tablolara benzeyen tuhaf bir odanın içindeydik. Çerçeve içindeki gergedan resimleriyle süslü duvarlar sanki saydamdı. Kalın olduğu duygusu uyandıran camlardan apartmanlar, yeni yapılan bina inşaatları görünüyordu.

    Neler olduğunu anlamaya çalışırken,

    –Bilmiyorum Gamze, dedim.

    Gerçekten bilmiyordum, stres altındaydım, bazen nefes alamayacak durumlara geliyordum. Ama o, söylediklerime inanmayıp,

    –Ah sendeki şu sır gibi şeyler; nedeni belirsiz acılar, stresler...

    Yaşadıklarımdan dolayı zaten sinirli olduğum için sözünü birden kesip,

    –Yalan mı söylüyorum, ne demek istiyorsun? diye sordum.

    –Tabi canım, hiç yalan söyler misin sen... Sen değil, asıl ben bayılırım fantastik hikayelere...

    Ne dediğini gerçekten anlamamıştım.

    –Hikâye mi?

    –Niye şaşırdın ki? Evet... hikâye, öykü... Sana fantastik konu olsun... mesela cinli perili filmlere, kitaplara duyduğun ilgi yok mu Nihat, bayırsın böyle şeylere. Belki de bunlar seni yalancı olmaya sürükledi. Nasıl bir psikolog olduğunu, bu halinle insanlara nasıl yardım edebildiğini gerçekten anlamıyorum. Devlet memurusun ya, aslında boşuna maaş veriyorlar sana. Bakıyorum da senin kendine hayrın yok... Kime konuşuyorum, adam olmaz senin gibiler. Bir an önce gelmesini istediğin o meta evren kültürünün insanlığa çok büyük zararı olacak... göreceksin bak. Polis çağırmamı istemiyorsan çabuk çıkar beni buradan. Vallahi zorla alıkoyma suçundan hapse attırırım seni!

    Dizlerimin üstüne çöküp yalvarırken bir kez daha buraya nasıl geldiğimizi, nerede olduğumuzu bilmediğimden söz ettim. Konu cinli perili meta evrenden açıldığı için,

    Fırsatı kaçırmayıp,

    –Aramızdaki buzları eritelim, bu kadar ayrılık yeter, demeyi isterken: Evet, dedim, aynı rüyada olmalıyız.

    –Saçmalama...

    –Neden saçma olsun ki... Yeni bir çağda yaşıyoruz. Böyle şeyler olasılık dahilinde.

    –İstemediğim bir yerde olmamızdan söz ediyorum Nihat... Yine ne sayıklıyorsun bilmiyorum ki. Yeni çağı diyorsun, sosyal medya yalanları dışında ne var bu çağda? Hastanelerde doktor yok. Yapay zekalar gelişti de doktor sayısı mı arttı? Eczane çok ilaç yok, hastane var doktor yok. Sadece meta evren teknolojilerinden söz etmeyi biliyorsun... Onu bunu bilmem, yeter ettin, düş yakamdan artık!

    Bilmediği şey, kendisiyle aynı durumda olduğumdu. Durumu açıklayabilmek için,

    –Yakana yapışmadım, dedim. Aynı rüyayı görüyor olamaz mıyız? Bak Gamze, durmadan beni suçluyorsun. Neden olmasın, meta evren yeni değil ki, eskiden beri var. Rüyalarımız da meta evren sayılır. Mesela güzel bir hikâye, roman okurken de başka bir evrene geçiş yapmıyor muyuz? Yeni değil böyle şeyler. Okuduğumuz romanların kahramanlarıyla da dünya turuna çıkmıyor muyuz? Mesela Rusya'da, Japonya'da ya da dünyanın herhangi bir ülkesinde, bir köyde, ya da bir kasabada misafir olarak olayları izleyip çevreyi dolaşmıyor muyuz?

    Tuhaf, alakasız şeylerden söz ettiğimin farkındaydım ama sözcükler kontrolümde değilmiş gibi dökülüyordu ağzımdan. Bu durumu açıklamaya çalışırken Gamze,

    –Aynı romanı okuyup, aynı meta evrende mi geziyoruz Nihat? Ve sen söylediklerini istemeden mi dile getiriyorsun. İçine şeytan mı kaçtı? Bunu mu demeye çalışıyorsun?

    –Bilemiyorum, dedim üzgün bir sesle... Belki de aynı filme bakıyoruzdur. Ayrı evlerde otururken, rastgele açtığımız televizyon kanallarının birinde belki de aynı filmi izlemeye başladık.

    –Oldu, gözlerim doldu Nihat! Böylece bir araya geldik öyle mi? Bu işte büyüye benzer bir şeyler var ama anlamadım.

    –Hayır, ne büyüsü, olur mu öyle şey?

    Ben bunu söylerken Gamze, alaycı bir tebessümle yüzüme baktı.

    –Bana zarar vermeye çalışıyorsan vazgeç bundan, zararlı çıkarsın, dedi.

    –Biliyorum, seninle uğraşılmaz...

    –Ha şunu bileydin... Ayrıca ruh sağlığını kaybettin sen Nihat. Kendine zarar verdiğin gibi başkalarına da zarar verebilirsin. Bunca yıl ayak dirediğin yeter; doktora görünmen gerekiyor. Daha yeni intihara kalkıştın. Yakında yine kuyruğun çıkacak, bunu biliyorsun değil mi? Bu haldeyken nasıl öğrencilerine psikolojik danışmanlık yapıyorsun anlamıyorum. Gerçi sen çalışmazsın. Bankamatik memuru gibi maaşını alır oturursun.

    –Oturmadığımı, oturuyorsam niye oturduğumu bildiğin halde, canımı yakmak için böyle konuşuyorsun Gamze, dedim sinirle.

    –Diyelim oturmuyorsun, çok çalışkansın...Sağlığın yerinde mi peki?

    –Ne varmış sağlığımda?

    –Ne yok ki? Kuyruğunu kesip intihara kalkışmadın mı? Kuyruk sokumundan ameliyat olan sen değil misin Nihat? Bütün televizyonlar, internet siteleri senden; yani bir adamın otel odasında kuyruğunu kesmek suretiyle intihara kalkıştığından söz etmedi mi? Sıkça baskıcı, antidemokratik olmakla suçladığın devlet, hastane masraflarını karşıladığı gibi, kuyruklu olduğuna bakmayıp, okul psikoloğu olarak görevde kalmana da izin veriyor. Vallahi ben devlet olsam, bu kuyruk sorunuyla, öğrenci psikoloğu olarak çalışmana kesinlikle izin vermezdim. Hani diyorsun ya devlet liyakat üzerine kurulu olmalı diye. Mesela sen liyakatli misin? Söylediğin gibi bir devlet olsaydı, şimdiye çoktan işsiz kalmıştın. Ruh sağlığı bozuk biri, başkalarının ruhsal sorunlarına çözüm bulabilir mi? Sen olsan, kendin gibi bir psikoloğa gider misin? Ne durumda olduğunun okul genelinde, veli ve öğretmenler arasında bilinmiyor olması da çok ilginç. Bütün medyaya haber olup, yaşadığı yerde senin gibi rahat edebilen bir kişi daha var mıdır acaba? Ne okulunu değiştirdin ne de başka bir şehre taşındın. Bütün tuhaflığınla insanlar arasında dolaşmaya devam ediyorsun.

    Bunları söylerken elleri titreyen Gamze, bir süre sessiz kaldıktan sonra, söylemeye korktuğu bir şeyi dile getirmeye çalışıyormuş gibi,

    –Senden çocuk yaptığım için çok huzursuzum Nihat, bunu bil. Taşıdığın genler yüzünden çocuklarıma kötü bir şeyler olacakmış duygusuna kapılıyorum, dedi.

    Böyle bir konu bugüne kadar hiç aklıma gelmemişti. Sanki anlamamışım, duyduklarım kalbimi hiç acıtmamış gibi,

    –Ne dedin anlamadım, nasıl bir huzursuzluk? diye sordum.

    –Bu saçma hallerin, birdenbire kuyruk çıkarıp ameliyat olman, baş edemeyince intihara kalkışman bulaşıcı bir rahatsızlığın sonucu olamaz mı? Kuyruğunu aldılar, ama izi duruyor. Daha önce de aldılar. Bir daha çıkarmazsın sanıyorduk, hiç olmayacak zamanda yine kuyruk çıkardın. Yetmedi bir daha çıkardın. Bunun bir sonu var mı, olacak mı bilmiyorum. Çocuklarımın da bir gün senin gibi kuyruklu olmayacağının garantisi var mı? Baba olarak intihar girişiminde bulunduğun, üstelik de okul psikoloğu olduğun resmi kayıtlara geçti? Aklına hiç geliyor mu, kuyruklu bir babanın çocuğu olmak ne demek? Bunun ailemizin geleceği için ne büyük bir sorun olacağını hiç düşünüyor musun?

    Hayır, hiç düşünmemiştim. Gamze, gözlerinden yaşlar süzülürken devam etti:

    –Düşündükçe aklımı yitirecek gibi oluyorum. Sordun mu doktorlara Nihat? Ne dediler anlat bana. Bulaşıcı bir rahatsızlık olmadığını söyle bunun.

    Hiç olmayacak bir şey duymuşum gibi,

    –Bulaşıcı rahatsızlık mı? Şu an saçmaladığının farkında mısın? dedim.

    Hıçkırık sesleri arasında Gamze,

    –Nesi saçma bunun? diye sordu. Kuyruğun yok muydu? Aylarca kuyruğunu saklayarak okula gitmedin mi? Sorulsa, ameliyatla kuyruğunu aldırdığını söylemeye cesaretin var mı? Senelerce aynı yastığa baş koyduk Nihat. Kuyruklu biriyle aynı yatağı paylaşmanın ne demek olduğunu bilemezsin. İnsanlık çok bozuldu... dünya çok kirlendi, yağmur yağmayacak, su kalmayacak... Bütün bunlar az gelmiş gibi bir de çocuklarım kuyruk çıkarırsa dayanamam? Geleceği düşündükçe çok korkuyorum anlıyor musun? Sakın korkma deme bana! Korkulmayacak şeyler yaşamıyorum.

    Hâlâ ağladığı için, teselli etmeye çalışarak,

    –Merak etme, dedim. Sürekli gelişen tıp teknolojileri kuyruklu insan olunmasına da bir çözüm bulacaktır, rahat ol. Zaten ameliyat oldum. (Kuyruğum olmadığını arkamı dönüp gösterdikten sonra) Şu anda bir kitabın içinde olduğumuzu düşün, keyfine bak, dedim.

    –Kitap mı? Ne kitabı Nihat? Şimdi de kitap mı yazıyorsun? Bilmediğim bir kitabın içine mi hapsedildim? Benden izin almadan nasıl yaparsın böyle bir şeyi?

    –Bak Gamzeciğim...  Artık evli değiliz, kaygılanmanı, utanmanı gerektirecek bir durum yok. Eski kocan olarak konuşuyorum. Ne yazarsam yazayım, artık karım olmadığından benden dolayı suçlanmazsın... merak etme...

    Endişe dolu gözlerle yüzüme baktı.

    –Nasıl suçlanmam Nihat? dedi. Suçun şahsiliği diye bir şey kaldı mı? Yakınlarından birinin hatası yüzünden sülale boyu suçlanabilmekte insanlar. Suçlandın mı devlette işe giremiyorsun. Her şey, attığımız her adım kayıt altına alınıyor. Bunu en iyi sen bilirsin. Babasın, çocukların var. Beni düşünmüyorsan onların geleceğini düşün.

    –Onları da düşünüyorum, seni de... Hiç merak etme Gamze... Niye üzeyim ki seni? Sen de mutlu, mesut bir ömür sürmedin biliyorum. Bak ne diyeceğim: emperyalistlerin olmadığı, savaşsız, öldürme, yok etme, yıkım üzerine kurulu olmayan bir dünya mümkün; bunun romanını yazmaya çalışıyorum.

    Burun kıvırarak alaycı bir ses tonuyla:

    –Sana mı kaldı yeni dünyayı kurmak Nihat, Allahını

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1