Bir ulkenin icinde yasadigi kulturel cevre, o ulkenin ic siyasetini oldugu gibi dis siyasetini de... more Bir ulkenin icinde yasadigi kulturel cevre, o ulkenin ic siyasetini oldugu gibi dis siyasetini de etkilemektedir. Nitekim Iran Islam Cumhuriyeti de 1979 yilinda gerceklestirdigi devrimden bu yana, dis siyasetinde kulture ve kulturel tanitim ve propagandaya onem vermis ve bu kapsamda dikkat ceken butceler tahsis etmistir. Bu baglamda Iran, kulturunu ve dilini dis siyasetinde yumusak guc unsuru olarak kullanma yoluna gitmistir. Bu makalede de Iran’in dis politikasinda bir yumusak guc unsuru olarak kulturun yeri ele alinip tartisilacak ve ozellikle de Islam Devrimi’nden sonra uygulanan kultur diplomasisi faaliyetleri incelenecektir.
Sevgili Eskiyeni Okuyuculari, Tanri-Insan iliskisini ele alan oldukca zengin bir icerige sahip ye... more Sevgili Eskiyeni Okuyuculari, Tanri-Insan iliskisini ele alan oldukca zengin bir icerige sahip yeni bir sayi ile tekrar karsinizdayiz. Animizm ve Totemizm gibi ilkel dinlerle, Hinduizm ve Budizm dini gibi dinlerde belirgin bir Tanri dusuncesi olmasa da, evrensellik iddiasinda bulunan ve tarihin akisina yon verme istidadina sahip dinlerin tumunde Tarin dusuncesi merkezi bir yer isgal eder . Tanri 'nin var ligi kadar Tanri'nin evrenle ve insanla olan iliskisi de dinlerin ele aldiklari onemli bir sorundur.
DOAJ (DOAJ: Directory of Open Access Journals), Nov 1, 2015
Maturidilik Ehl-i Sunnet kelaminin iki buyuk ekolunden biridir. Es'arilige nispetle Islam dus... more Maturidilik Ehl-i Sunnet kelaminin iki buyuk ekolunden biridir. Es'arilige nispetle Islam dusuncesi tarihinde daha az ilgi gordugu kabul edilir. Es'arilik Selcuklular doneminde hakim bir konumda bulunmaktadir. Osmanli doneminde de Maturidi mezhebine ait eserlere medreselerde yer verilmemistir. Buna dayanarak Osmanli ulemasinin seklen Maturidi gercekte ise Es'ari olduklari iddia edilse de, sadece Es'arilerin eserlerinin okutuluyor olmasi bu iddiayi ispatlamak icin yeterli degildir. Osmanli ulemasinin mezhep temayulunu ortaya koymak icin, medrese hocalarinin kaleme aldiklari eserleri de incelemek gereklidir. Bu makalede Osmanli donemi Maturidi kelamcisi Muhammed Akkirmani'nin ozellikle insan iradesi konusundaki gorusleri ve Es'arilige yonelttigi elestiriler ele alinmaktadir. Bu sekilde Osmanlilar doneminde insan hurriyeti anlayisinin sekillenmesinde Maturidiligin de belirleyici oldugu aciklik kazanacaktir. Makalenin sonunda Akkirmani'nin "Irade-i Cuziye" adli Turkce eserinin metni de yer almaktadir.
Siyasi otorite, sektiler siyasi anlayisin da hâkim oldugu modem donemler de dâhil olmak uzere tar... more Siyasi otorite, sektiler siyasi anlayisin da hâkim oldugu modem donemler de dâhil olmak uzere tarihin her doneminde kendisini, bu otoriteye tabi olan halkin inandigi Tanri karsisinda belli bir yere konumlandirma geregi duymustur. Siyasi otoriteyi Tanriyla "iliski"li olmaya iten nedenlerin basinda hic suphesiz kendisine uygun bir mesruiyet zemini kurma istegidir.
In this study, I will introduce the unknown work of Ismail Rusuhi-i Ankaravi (d. 1631) “Kitâbu Is... more In this study, I will introduce the unknown work of Ismail Rusuhi-i Ankaravi (d. 1631) “Kitâbu Istilâhâti’l-Mantik” concerning the basic concept and principels of logic. This study includes , as an introductory knowledge, the history of the logic in the Islamic thought and the thought of the Muslim thinkers including Rasuhi Ismail Ankaravi concerning Logic. You will find the transcription of the text that written in Ottoman Turkish in the last pages of this studies.
Beytulhikme : An International Journal of Philosophy, 2017
The Timaeus which is konown as one of his late dialogues is an important key work to understand P... more The Timaeus which is konown as one of his late dialogues is an important key work to understand Plato's philosophy, as well as his Republic. But at the same time it is a work that includes vogue expressions and presents mythos and logos together. Hence it is a difficult text to read and make systematization. Saying that it has poetical and mythic language which against modern scientific view, some modern scholars criticize it. They also maintain that Timaeus is a kind of intellectual evil, and it represents the traditional and mythological values vis a vis rational and modern ones. However, when we ignore the Timaeus we lack some knowledge that is provided only by it. That is very clear when it comes especially cosmology and God. New Platonists have accepted this text as pointing out to divine dimension of Plato. Timaeus' explanation regarding god or gods and generation of cosmos has drawn attention of Christian philosophers. In this article we will discuss the Timaeus and the philosophical problems it includes. In introduction I will provide concise information as with Timaeus. Thereinafter, I will examine God, the creation of cosmos, Demiurge. In the end I will summarize the conclusion.
Dunyamiz hayat ya da yasam ile anlam kazanan bir yerdir. Hayatin olmadigi bir dunya donuk ve zevk... more Dunyamiz hayat ya da yasam ile anlam kazanan bir yerdir. Hayatin olmadigi bir dunya donuk ve zevksiz bir yer olurdu. Bu sebeple hayat evrenin temel dinamiklerinden biridir. Baska bir deyisle hayat evrenin en onemli unsurlarindan biridir. Genelde canlinin ozelde ise insan hayati bir butundur. Dolayisiyla, insan hayati bir butun olarak tum evrelerinde saygiyi ve korunmayi hak eder. Anne karninda cenin iken baslayan bu hayat olumle sonlanir. Ancak insanin bizzat insan olmasindan kaynaklanan bir degeri vardir. Bu deger bu hayatin tum evreleri icin gecerlidir. Cenin halindeki insan, gelecekteki toplum icin, devlet icin ya da insanlik icin veyahut ailesi icin gosterecegi yararliliklar goz onunde bulundurulmadan bizatihi kendinden dolayi degerli oldugu gibi, hasta bir insan, birakin insani fonksiyonlari canlilik fonksiyonlarini bile en alt duzeyde yerine getirebilen bir insan ve ayni sekilde artik toplumda ve ailede fonksiyonelligi kalmamis olarak kabul edilen yasli bir insan da ayni derec...
Musluman bilim adamlarinin hepsi filozof olmasa da Islam Bilim Tarihini Felsefe ve Dusunce tarihi... more Musluman bilim adamlarinin hepsi filozof olmasa da Islam Bilim Tarihini Felsefe ve Dusunce tarihinden ayirmak mumkun degildir. Cunku bir felsefe kadim donmelerde bircok bilimsel disiplini de kapsayan cins isim olarak kullaniliyordu. Felsefe diger yandan ozel bir bilgi edinme tarzi olarak algilaniyordu. Gazali’nin filozoflara yonelik elestirilerinin Islam dunyasinda felsefe ve bilim ve elestirel dusuncenin gerilemesine yol actigi yolundaki yaygin bir anlayis vardir. Buna ragmen Gazali sonrasina dair bilimsel ve felsefi dusuncenin gerilmesine dair getirilen deliller cok guclu ve yeterli gorunmemektedir. Bilimsel felsefi calismalarin Gazali sonrasi donemde kesintiye ugradigina dair elimizde yeterli veri bulunmamakta aksine, artarak devam ettigine cesitlendigine dair onemli bulgularin oldugunu soylemek mumkundur. Bu yazida Gazali donemi sonrasinda bilim ve felsefi calismalarin durumu ve bu alanlarda ortaya cikan yeni yonelimler ele alinip irdelenecektir. Yazida cevap aranacak temel soru...
Sorusturma Sorulari 1. Cumhuriyet'in baslangici ile bugunu arasinda Turkiye'de Islam ve d... more Sorusturma Sorulari 1. Cumhuriyet'in baslangici ile bugunu arasinda Turkiye'de Islam ve degisme konusu bakimindan bir karsilastirma yapacak olursaniz degerlendirmeniz ne olur? Dine iliskin toplumsal algilamalar konusunda amaclananlarla gerceklesenler arasindaki mesafe nedir? Turkiye'deki laiklik politikalarinin etkileri konusunda ne dusunuyorsunuz? Islam ile ilgili bir modernlesme ve sekulerlesme surecinden soz edilebilir mi? Eger oyle ise bunlarin ne gibi sonuclari olmustur? 2. Turkiye'de kapsamli bir dinsellesmeden soz edebilir miyiz? Bu, insanlarin seriata/Islami kurallara daha fazla yaklastiklari anlamina mi gelmektedir? Ayrica dinsellesmeyi kabul etmek bize, dinin cagdaslikla ilgili bir takim sorunlari oldugunu dusundurmeli midir?
Felsefe yapmanin yollarindan biri kabul edilen soru-cevap teknigi Musluman filozoflarin sikca kul... more Felsefe yapmanin yollarindan biri kabul edilen soru-cevap teknigi Musluman filozoflarin sikca kullandigi metotlardan biridir. bu metodun en onemli ozelliklerinden birisi, dusuncelerin sorular bicimine konularak anlatilmasidir. sorularin kendisi de en az cevaplar kadar onemlidir. Ebu Hayyan Tevhidi'nin Ibn Miskeveyhe sordugu sorular ve Ibn Miskeveyhin bunlara verdigi cevaplar, Islam Felsefesinin erken donemlerinde tartisilan problemlere isik tutmasi ve hicri dorduncu asirda kullanilan felsefi dilin ogrenilmesi bakimindan ayri bir onem tasimaktadir. Makalede Tevhidi'nin sorulari verilmekte, gerekli gorulen yerlerde Ibn Miskeveyhin cevaplarina da deginilmektedir.
Türkiye'de izlenen laiklik politikasını birçok yönden tartışmak mümkündür. Ancak İslam algısı ve ... more Türkiye'de izlenen laiklik politikasını birçok yönden tartışmak mümkündür. Ancak İslam algısı ve yaşantısı konusunda meydana gelen değişmeleri sadece laiklik politikasına b'ağlamak ya da laiklik politikalarını tüm olumsuzlukların nedeni olarak görmek süreci açıklamaya yetmez. Bugün dindarlık sıralamasında Türkiye dünya ülkeleri arasında en ön sıralarda yer almaktadır. Bunun üzerinde dikkatle durmak lazım. Modrernleşme ve sekülerleşme süreci, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de din algımızı ve dindarlığımızı değiştirmiştir. Ama dindarlığımız bu yeni kalıplar içinde devem etmektedir.
Kelam" terimi Müslüman filozoflar tarafından, kelime, akıl ve delil anlamında "logos"un Arapça ka... more Kelam" terimi Müslüman filozoflar tarafından, kelime, akıl ve delil anlamında "logos"un Arapça karşılığı olarak kullanılmıştır. İbn Rüşd'ün Yunanca "doğa hakkında tartışma" anlamına gelen ifadeyi "el-kelâmu't-tabi'i (doğa bilimi) ile karşıladığını, "fizikçiler" anlamına gelen kelimeyi ise bazen " ashâbu'l-kelâmü't-tabîî" bazen de "mütekellimûn, el-mütekellimûn fi't-tabi'yyât" olarak tercüme ettiğini görüyoruz (İbn Rüşd 1948: I, 101, 104; I, 8). "Konuşma" ve "söz" anlamına gelen kelamın, İslâm'ın ilk yıllarında, kader hakkında konuşanlarla (yetekellemûne fi'l-kader) ilgili olumsuz anlamda kullanıldığına dair yapılan açıklamalar belli bir dereceye kadar doğrudur. Böyle de olsa, Müslümanlar kelam terimine bu dönemde aşina oldular ve "kelam" artık yola çıkmıştı (Van Esse, 2000: 413). İlk dönem İmam Mâlik'in (ö. 795), "Allah'ın isimleri ve sıfatları, kelâmı, ilmi ve kudreti hakkında konuşanlar (yetekellemûne fîhi) ve Hz. Peygamber'in ashabının ve tâbíûnun sessiz kaldığı (bu) hususlarda sessiz kalmayanlar (yeskutûn)…" (Abdülhalim, 2007: 99) ifadesi daha hicri ikinci asrın ortalarında, merkeze yakın duran düşünce tarafından kelam terimine bir olumsuzluk yüklendiğini göstermektedir. Kelam ilminin bu isimle isimlendirilmesiyle ilgili başka bir görüş daha vardır ki özellikle bu kitapta ele aldığımız felsefe ve kelam ilminin birbiriyle olan ilişkisi bakımından oldukça önemlidir. Buna göre felsefeye bir meydan okuma olarak ortaya çıkan kelam öncelikle mantığı ön plana çıkardı ve mantık kelimesinde içerilen "söz"ü (kelamı) kendisine isim olarak seçti (el-Müderrisi, 1992,16). Kelamın felsefe karşısısında konumlanarak ona alternatif tümel bir bilgi dalı olarak ortaya çıkmasıyla ilgili daha ileri düzeyde araştırmalar yapılmasının gereği ortadadır. Buna rağmen kelam isminin, basit bir seçim olmadığı ve belli amaçlar güdülerek, düşünülerek belirlendiği ve düşünceye ilişkin önemli çağrışımları bünyesinde barındırdığı çok açıktır. Çünkü kelam doğrudan düşünme ile ilgili bir isimlendirmedir. 'Kelam ve nutk'un doğal kabiliyetleri aşarak akıl ve ruhla alakalı bir durum olduğunu biliyoruz. Çünkü konuşma dediğimiz şey, sadece insanın belli organlarının salim bir şekilde bir araya getirilmesinden ibaret olan fiziksel-biyolojik bir vaka değildir. Nasıl ki Allah dünya ile, varlık ile olan irtibatını kelam aracılığıyla kuruyor ve kelam aracılığıyla hem emri hem de 'halk'ı yerine geliyorsa, aynı zamanda insan da kelam ve kelime ile diğer tüm canlıların üzerine yükselmekte ve adeta dünyanın efendisi olmaktadır. Bir kelimeler ağı insanla dünyası arasına girmekte ve bu şekilde insan 'doğal' kapasitesinin üzerine çıkarak, dünya üzerindeki iktidarını kurabilmektedir. Kelam'ın şeylerin doğal durumunu aşarak araya girmesi soyutlamak içindir. Şeyler ancak kelam aracılığıyla size bir şey söyleyecek mecale kavuşur. Kelam bir durumun bitirilmesine ve sürdürülmesine müsade eder. Başka bir deyişle biz kelimelerle, "hâzır olan"ın, bize olan rahatsız edici yakınlığından kurtulurak, gaybın ve
Bir ulkenin icinde yasadigi kulturel cevre, o ulkenin ic siyasetini oldugu gibi dis siyasetini de... more Bir ulkenin icinde yasadigi kulturel cevre, o ulkenin ic siyasetini oldugu gibi dis siyasetini de etkilemektedir. Nitekim Iran Islam Cumhuriyeti de 1979 yilinda gerceklestirdigi devrimden bu yana, dis siyasetinde kulture ve kulturel tanitim ve propagandaya onem vermis ve bu kapsamda dikkat ceken butceler tahsis etmistir. Bu baglamda Iran, kulturunu ve dilini dis siyasetinde yumusak guc unsuru olarak kullanma yoluna gitmistir. Bu makalede de Iran’in dis politikasinda bir yumusak guc unsuru olarak kulturun yeri ele alinip tartisilacak ve ozellikle de Islam Devrimi’nden sonra uygulanan kultur diplomasisi faaliyetleri incelenecektir.
Sevgili Eskiyeni Okuyuculari, Tanri-Insan iliskisini ele alan oldukca zengin bir icerige sahip ye... more Sevgili Eskiyeni Okuyuculari, Tanri-Insan iliskisini ele alan oldukca zengin bir icerige sahip yeni bir sayi ile tekrar karsinizdayiz. Animizm ve Totemizm gibi ilkel dinlerle, Hinduizm ve Budizm dini gibi dinlerde belirgin bir Tanri dusuncesi olmasa da, evrensellik iddiasinda bulunan ve tarihin akisina yon verme istidadina sahip dinlerin tumunde Tarin dusuncesi merkezi bir yer isgal eder . Tanri 'nin var ligi kadar Tanri'nin evrenle ve insanla olan iliskisi de dinlerin ele aldiklari onemli bir sorundur.
DOAJ (DOAJ: Directory of Open Access Journals), Nov 1, 2015
Maturidilik Ehl-i Sunnet kelaminin iki buyuk ekolunden biridir. Es'arilige nispetle Islam dus... more Maturidilik Ehl-i Sunnet kelaminin iki buyuk ekolunden biridir. Es'arilige nispetle Islam dusuncesi tarihinde daha az ilgi gordugu kabul edilir. Es'arilik Selcuklular doneminde hakim bir konumda bulunmaktadir. Osmanli doneminde de Maturidi mezhebine ait eserlere medreselerde yer verilmemistir. Buna dayanarak Osmanli ulemasinin seklen Maturidi gercekte ise Es'ari olduklari iddia edilse de, sadece Es'arilerin eserlerinin okutuluyor olmasi bu iddiayi ispatlamak icin yeterli degildir. Osmanli ulemasinin mezhep temayulunu ortaya koymak icin, medrese hocalarinin kaleme aldiklari eserleri de incelemek gereklidir. Bu makalede Osmanli donemi Maturidi kelamcisi Muhammed Akkirmani'nin ozellikle insan iradesi konusundaki gorusleri ve Es'arilige yonelttigi elestiriler ele alinmaktadir. Bu sekilde Osmanlilar doneminde insan hurriyeti anlayisinin sekillenmesinde Maturidiligin de belirleyici oldugu aciklik kazanacaktir. Makalenin sonunda Akkirmani'nin "Irade-i Cuziye" adli Turkce eserinin metni de yer almaktadir.
Siyasi otorite, sektiler siyasi anlayisin da hâkim oldugu modem donemler de dâhil olmak uzere tar... more Siyasi otorite, sektiler siyasi anlayisin da hâkim oldugu modem donemler de dâhil olmak uzere tarihin her doneminde kendisini, bu otoriteye tabi olan halkin inandigi Tanri karsisinda belli bir yere konumlandirma geregi duymustur. Siyasi otoriteyi Tanriyla "iliski"li olmaya iten nedenlerin basinda hic suphesiz kendisine uygun bir mesruiyet zemini kurma istegidir.
In this study, I will introduce the unknown work of Ismail Rusuhi-i Ankaravi (d. 1631) “Kitâbu Is... more In this study, I will introduce the unknown work of Ismail Rusuhi-i Ankaravi (d. 1631) “Kitâbu Istilâhâti’l-Mantik” concerning the basic concept and principels of logic. This study includes , as an introductory knowledge, the history of the logic in the Islamic thought and the thought of the Muslim thinkers including Rasuhi Ismail Ankaravi concerning Logic. You will find the transcription of the text that written in Ottoman Turkish in the last pages of this studies.
Beytulhikme : An International Journal of Philosophy, 2017
The Timaeus which is konown as one of his late dialogues is an important key work to understand P... more The Timaeus which is konown as one of his late dialogues is an important key work to understand Plato's philosophy, as well as his Republic. But at the same time it is a work that includes vogue expressions and presents mythos and logos together. Hence it is a difficult text to read and make systematization. Saying that it has poetical and mythic language which against modern scientific view, some modern scholars criticize it. They also maintain that Timaeus is a kind of intellectual evil, and it represents the traditional and mythological values vis a vis rational and modern ones. However, when we ignore the Timaeus we lack some knowledge that is provided only by it. That is very clear when it comes especially cosmology and God. New Platonists have accepted this text as pointing out to divine dimension of Plato. Timaeus' explanation regarding god or gods and generation of cosmos has drawn attention of Christian philosophers. In this article we will discuss the Timaeus and the philosophical problems it includes. In introduction I will provide concise information as with Timaeus. Thereinafter, I will examine God, the creation of cosmos, Demiurge. In the end I will summarize the conclusion.
Dunyamiz hayat ya da yasam ile anlam kazanan bir yerdir. Hayatin olmadigi bir dunya donuk ve zevk... more Dunyamiz hayat ya da yasam ile anlam kazanan bir yerdir. Hayatin olmadigi bir dunya donuk ve zevksiz bir yer olurdu. Bu sebeple hayat evrenin temel dinamiklerinden biridir. Baska bir deyisle hayat evrenin en onemli unsurlarindan biridir. Genelde canlinin ozelde ise insan hayati bir butundur. Dolayisiyla, insan hayati bir butun olarak tum evrelerinde saygiyi ve korunmayi hak eder. Anne karninda cenin iken baslayan bu hayat olumle sonlanir. Ancak insanin bizzat insan olmasindan kaynaklanan bir degeri vardir. Bu deger bu hayatin tum evreleri icin gecerlidir. Cenin halindeki insan, gelecekteki toplum icin, devlet icin ya da insanlik icin veyahut ailesi icin gosterecegi yararliliklar goz onunde bulundurulmadan bizatihi kendinden dolayi degerli oldugu gibi, hasta bir insan, birakin insani fonksiyonlari canlilik fonksiyonlarini bile en alt duzeyde yerine getirebilen bir insan ve ayni sekilde artik toplumda ve ailede fonksiyonelligi kalmamis olarak kabul edilen yasli bir insan da ayni derec...
Musluman bilim adamlarinin hepsi filozof olmasa da Islam Bilim Tarihini Felsefe ve Dusunce tarihi... more Musluman bilim adamlarinin hepsi filozof olmasa da Islam Bilim Tarihini Felsefe ve Dusunce tarihinden ayirmak mumkun degildir. Cunku bir felsefe kadim donmelerde bircok bilimsel disiplini de kapsayan cins isim olarak kullaniliyordu. Felsefe diger yandan ozel bir bilgi edinme tarzi olarak algilaniyordu. Gazali’nin filozoflara yonelik elestirilerinin Islam dunyasinda felsefe ve bilim ve elestirel dusuncenin gerilemesine yol actigi yolundaki yaygin bir anlayis vardir. Buna ragmen Gazali sonrasina dair bilimsel ve felsefi dusuncenin gerilmesine dair getirilen deliller cok guclu ve yeterli gorunmemektedir. Bilimsel felsefi calismalarin Gazali sonrasi donemde kesintiye ugradigina dair elimizde yeterli veri bulunmamakta aksine, artarak devam ettigine cesitlendigine dair onemli bulgularin oldugunu soylemek mumkundur. Bu yazida Gazali donemi sonrasinda bilim ve felsefi calismalarin durumu ve bu alanlarda ortaya cikan yeni yonelimler ele alinip irdelenecektir. Yazida cevap aranacak temel soru...
Sorusturma Sorulari 1. Cumhuriyet'in baslangici ile bugunu arasinda Turkiye'de Islam ve d... more Sorusturma Sorulari 1. Cumhuriyet'in baslangici ile bugunu arasinda Turkiye'de Islam ve degisme konusu bakimindan bir karsilastirma yapacak olursaniz degerlendirmeniz ne olur? Dine iliskin toplumsal algilamalar konusunda amaclananlarla gerceklesenler arasindaki mesafe nedir? Turkiye'deki laiklik politikalarinin etkileri konusunda ne dusunuyorsunuz? Islam ile ilgili bir modernlesme ve sekulerlesme surecinden soz edilebilir mi? Eger oyle ise bunlarin ne gibi sonuclari olmustur? 2. Turkiye'de kapsamli bir dinsellesmeden soz edebilir miyiz? Bu, insanlarin seriata/Islami kurallara daha fazla yaklastiklari anlamina mi gelmektedir? Ayrica dinsellesmeyi kabul etmek bize, dinin cagdaslikla ilgili bir takim sorunlari oldugunu dusundurmeli midir?
Felsefe yapmanin yollarindan biri kabul edilen soru-cevap teknigi Musluman filozoflarin sikca kul... more Felsefe yapmanin yollarindan biri kabul edilen soru-cevap teknigi Musluman filozoflarin sikca kullandigi metotlardan biridir. bu metodun en onemli ozelliklerinden birisi, dusuncelerin sorular bicimine konularak anlatilmasidir. sorularin kendisi de en az cevaplar kadar onemlidir. Ebu Hayyan Tevhidi'nin Ibn Miskeveyhe sordugu sorular ve Ibn Miskeveyhin bunlara verdigi cevaplar, Islam Felsefesinin erken donemlerinde tartisilan problemlere isik tutmasi ve hicri dorduncu asirda kullanilan felsefi dilin ogrenilmesi bakimindan ayri bir onem tasimaktadir. Makalede Tevhidi'nin sorulari verilmekte, gerekli gorulen yerlerde Ibn Miskeveyhin cevaplarina da deginilmektedir.
Türkiye'de izlenen laiklik politikasını birçok yönden tartışmak mümkündür. Ancak İslam algısı ve ... more Türkiye'de izlenen laiklik politikasını birçok yönden tartışmak mümkündür. Ancak İslam algısı ve yaşantısı konusunda meydana gelen değişmeleri sadece laiklik politikasına b'ağlamak ya da laiklik politikalarını tüm olumsuzlukların nedeni olarak görmek süreci açıklamaya yetmez. Bugün dindarlık sıralamasında Türkiye dünya ülkeleri arasında en ön sıralarda yer almaktadır. Bunun üzerinde dikkatle durmak lazım. Modrernleşme ve sekülerleşme süreci, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de din algımızı ve dindarlığımızı değiştirmiştir. Ama dindarlığımız bu yeni kalıplar içinde devem etmektedir.
Kelam" terimi Müslüman filozoflar tarafından, kelime, akıl ve delil anlamında "logos"un Arapça ka... more Kelam" terimi Müslüman filozoflar tarafından, kelime, akıl ve delil anlamında "logos"un Arapça karşılığı olarak kullanılmıştır. İbn Rüşd'ün Yunanca "doğa hakkında tartışma" anlamına gelen ifadeyi "el-kelâmu't-tabi'i (doğa bilimi) ile karşıladığını, "fizikçiler" anlamına gelen kelimeyi ise bazen " ashâbu'l-kelâmü't-tabîî" bazen de "mütekellimûn, el-mütekellimûn fi't-tabi'yyât" olarak tercüme ettiğini görüyoruz (İbn Rüşd 1948: I, 101, 104; I, 8). "Konuşma" ve "söz" anlamına gelen kelamın, İslâm'ın ilk yıllarında, kader hakkında konuşanlarla (yetekellemûne fi'l-kader) ilgili olumsuz anlamda kullanıldığına dair yapılan açıklamalar belli bir dereceye kadar doğrudur. Böyle de olsa, Müslümanlar kelam terimine bu dönemde aşina oldular ve "kelam" artık yola çıkmıştı (Van Esse, 2000: 413). İlk dönem İmam Mâlik'in (ö. 795), "Allah'ın isimleri ve sıfatları, kelâmı, ilmi ve kudreti hakkında konuşanlar (yetekellemûne fîhi) ve Hz. Peygamber'in ashabının ve tâbíûnun sessiz kaldığı (bu) hususlarda sessiz kalmayanlar (yeskutûn)…" (Abdülhalim, 2007: 99) ifadesi daha hicri ikinci asrın ortalarında, merkeze yakın duran düşünce tarafından kelam terimine bir olumsuzluk yüklendiğini göstermektedir. Kelam ilminin bu isimle isimlendirilmesiyle ilgili başka bir görüş daha vardır ki özellikle bu kitapta ele aldığımız felsefe ve kelam ilminin birbiriyle olan ilişkisi bakımından oldukça önemlidir. Buna göre felsefeye bir meydan okuma olarak ortaya çıkan kelam öncelikle mantığı ön plana çıkardı ve mantık kelimesinde içerilen "söz"ü (kelamı) kendisine isim olarak seçti (el-Müderrisi, 1992,16). Kelamın felsefe karşısısında konumlanarak ona alternatif tümel bir bilgi dalı olarak ortaya çıkmasıyla ilgili daha ileri düzeyde araştırmalar yapılmasının gereği ortadadır. Buna rağmen kelam isminin, basit bir seçim olmadığı ve belli amaçlar güdülerek, düşünülerek belirlendiği ve düşünceye ilişkin önemli çağrışımları bünyesinde barındırdığı çok açıktır. Çünkü kelam doğrudan düşünme ile ilgili bir isimlendirmedir. 'Kelam ve nutk'un doğal kabiliyetleri aşarak akıl ve ruhla alakalı bir durum olduğunu biliyoruz. Çünkü konuşma dediğimiz şey, sadece insanın belli organlarının salim bir şekilde bir araya getirilmesinden ibaret olan fiziksel-biyolojik bir vaka değildir. Nasıl ki Allah dünya ile, varlık ile olan irtibatını kelam aracılığıyla kuruyor ve kelam aracılığıyla hem emri hem de 'halk'ı yerine geliyorsa, aynı zamanda insan da kelam ve kelime ile diğer tüm canlıların üzerine yükselmekte ve adeta dünyanın efendisi olmaktadır. Bir kelimeler ağı insanla dünyası arasına girmekte ve bu şekilde insan 'doğal' kapasitesinin üzerine çıkarak, dünya üzerindeki iktidarını kurabilmektedir. Kelam'ın şeylerin doğal durumunu aşarak araya girmesi soyutlamak içindir. Şeyler ancak kelam aracılığıyla size bir şey söyleyecek mecale kavuşur. Kelam bir durumun bitirilmesine ve sürdürülmesine müsade eder. Başka bir deyişle biz kelimelerle, "hâzır olan"ın, bize olan rahatsız edici yakınlığından kurtulurak, gaybın ve
Giriş Sadrüddin Konevi (673/1274) birçok bakımdan İslami entelektüel gelenek içinde önemli bir dü... more Giriş Sadrüddin Konevi (673/1274) birçok bakımdan İslami entelektüel gelenek içinde önemli bir düşünürdür. Hiç şüphesiz bunlardan en önemlisi İbn Arabi (ö.638/1240)nin bir öğrencisi olması ve gerek kendi eserleriyle ve gerekse kendisinin yetiştirmiş olduğu öğrencileri aracılığıyla İbn Arabi düşüncesinin yayılmasında ve açıklanmasında oynamış olduğu roldür. Konevi'nin eserlerine baktığımızda kendisini önemli kılan noktalardan biri de İslam düşüncesini oluşturan belli başlı disiplinelerini uyumlu bir sentez içinde bir araya getirmiş olmasıdır. Bunun İslam düşüncesi için olduğu kadar Anadolu'daki İslam düşüncesinin şekillenmesi bakımından da önemi büyüktür. Konevi özellikle Nasırüddin Tusi ile olan yazışmalarında belirgin bir şekilde görüldüğü üzere, felsefi düşünceden ve Tusi'nin şahsında filozoftan saygıyla bahsediyordu. (Tusi, 2015 : 270).Diğer yandan Konevi, hocası İbn Arabi gibi Kelamcı söylemin yetersizliğinden bahsederek Allah ile insan ve evren arasındaki ilişkinin çok daha anlaşılabilir zeminlere oturtmak istiyordu. Konevi'nin içinde bulunduğu gelenek, İslam şeriatının ruhuna zarar vermeden İslam'ın , İslam hukukunun ve inancının kendisinie nihai olarak dayandığı ilkeleri ortaya koymaya çalışıyordu. (Murata, 1992: 2). Peygamberimiz yaşadığı dönemde, nihai ilkelerin ne olduğunu yaşantı ve sözleriyle ortaya koymaya çalıştı. İbadetlerle ilgili farklı uygulamaları ve doğru inancın ifadesi ile ilgili farklılık gösteren sözleri ya da bunlara ilişkin davranışları böyle bir özü orataya koymaya yönelik tutumlar olarak okunmalıdır. Peygamberin tavrı ortada iken daha sonraki dönemlerde, Peygamber döneminin şeklen sürdürülmesi isteği dünyayı ve toplumu şeyleştirme yoluyla bunu sağlamaya çalıştı. İslam Medeniyetinin Batı karşısında son yüzyıllardaki yenilgisi, Müslüman halkların zihninde büyük bir tahribata yol açmış ve Müslüman aydınlar kendi medeniyetlerinin bu çöküşten nasıl kurtaracaklarının yollarını ararken, Batıdaki bilimsel-teknolojik gelişmeler dikkatlerini çekmiş ve Batı'da takip edilen yolu takip ettiklerinde bu gerilemeden kurtulacaklarını düşünmüşlerdir. Bazı Müslümanlar dinde modern dönemlerde yaşanan gelişmelere uygun dinde bazı güncellemeler yapılması gerektiğini savunmuşlardır. Bu ilkelerin ne olduğu tam olarak bilinmeden, yapılan güncellemeler, yenilenmelerin din-i Mübin-i İslamın ruhuna uygunluğu tartışmalı hale gelecektir. Çünkü bu tür çalışmalar bizi her zaman birincil sebep ve sonuçlar yerine ikincil olanlarla uğraşmaya dolayısıyla , verimsizliğe götürecektir. Müslümanların bilimsel ve teknolojik açıdan
Giriş İlkçağlardan beri hayat , ya da canlılık varlıklar için bir üstünlük nişanesi olarak görülm... more Giriş İlkçağlardan beri hayat , ya da canlılık varlıklar için bir üstünlük nişanesi olarak görülmüş ve varlıklar arasında hayat sahibi olanlar diğerlerine oranla daha üstün ve değerli sayılmıştır. Dinler ve dindar filozoflar hayatı, en yüce Varlık olarak Tanrı'nın en önemli sıfatlarından biri olarak kabul etmişlerdir. Aristoteles ve onu izleyen Meşşaî filozoflar semâvî cisimlerin dairevî hareketlerine ve onların yeryüzündeki oluş ve bozuluşun en yakın etkin sebepleri olmalarını göz önünde bulundurarak canlı olduklarına karar vermişlerdir. 1 Kindi Kura'n-ı Kerîm'de yer alan ve göklerin Allaha itaat ettiğine dair ayeti yorumlarken, gök cismlerin değişen şeyler olmadığı için onların secdelerinin olgunlaşma ihtiyaçlarından kaynaklanmış olamayacaklarını dolayısıyla onların secde etmelerinin itaat etme isteklerinden kaynaklandığını, itaatin de iradeyi ve dolayısıyla canlı olmayı gerektirdiğini savunmuştur.2 Evrene dinamizm kazandıran canlılık bir bütündür. Canlılık, hayat bir bütündür. Onun her safhası bu bütünün ayrılmaz bir parçasıdır. Canlılar hayatlarının ilk safhalarında nasıl ki ileride ulaşacakları olgunluğu barındırıyorlarsa, son safhalarında da, kendi tarihlerini ve olgunluklarını beraberlerinde getirmiş bulunmaktadırlar. Bu sebeple canlılık olgusunu, bir bütünlük içinde değerlendirmediğimizde doğru anlayamayız. Bu yazıda Aristoteles tarafından " düşünen bir canlı " olarak tanımlanan insan hayatının nasıl bir bütünlük arz ettiği ortaya konulacak ve yaşlılık evresinin bu bütünlük içinde değerlendirilmesi gerektiği savunulacaktır.
Hayat her varlık için kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan ya da kendisince üretilen değil, dışar... more Hayat her varlık için kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan ya da kendisince üretilen değil, dışarıdan alınmış bir şeydir. Hiç bir canlı hayatı bireysel olarak kendisi üretmez. Hayat ona dışarıdan lütfediilmiş ve çok sayıda unsurun bir araya gelmesiyle ona dışaıdan sunulan bir şeydir. İnsan için de aynı şey geçerlidir. Ancak insana sunulan hayat diğerlerinden farklıdır. Daha sonra ki satırlarda da izah edileceği gibi , insandaki hayat basit bir hayat değildir. Bu, insana verilmiş olan bilince karşılık , ona bir sorumluluk , hakikate bağlanma sorumluluğu da bir hayattır. İnsan kendisine verilmiş olan bu hayatı ona uygun bir şekilde zâyi etmeden sâhibine iâde etmek durumundadır.
‘Fakr’ metafiziği olarak da bilinen yoksulluk/yoksunluk birçok Müslüman düşünür nezdinde, genel a... more ‘Fakr’ metafiziği olarak da bilinen yoksulluk/yoksunluk birçok Müslüman düşünür nezdinde, genel anlamda Tanrı ile kıyaslandığında tüm varlıkların, özellikle de insanın ontolojik statüsüne işaret eder. İnsan bir varlık olarak her zaman yoksuldur ve kendisinden farklı bir ontolojik statüye sahip olan Mutlak Varlığa muhtaçtır. Bu muhtaçlık (fakr) onun ayrılmaz bir parçası olarak bilinir. İslam düşüncesinde bu zaman zaman zorunlu olan karşısında imkanî varlık durumu olarak da ifade edilmektedir. Bunun İslam düşüncesinin farklı alanlarına farklı biçimlerde yansıdığını görüyoruz. İslamın üçüncü asrına kadar fakirlikle ilgili ifadeler, sözlük anlamı itibarıyla “malı mülkü olmamak” olarak anlaşılırken daha sonraki dönemlerde , manevi anlamda Allah karşısında insanın muhtaçlığı , olarak anlaşılmıştır. Müslüman filozoflar ve kelamcılar bunu ontolojik anlamda evrenin ve insanın Tanrı karşındaki sınırlı durumuna ifade ettiğini düşünürken, özellikle popüler tarikat ve tekke kültürünün etkili olduğu din anlayışında zenginliğin kınanması ve yoksulluğun övülmesi olarak anlaşılmıştır. Böyle düşünen kimseler bazen Gazali gibi meşhur düşünürlere de göndermelerde bulunarak kendi görüşlerine destek ararlar. Müslüman toplumların özellikle ekonomi alanında geri kalışının nedenlerinden biri olarak da fakirliğin övüldüğü hadisler olduğu iddia edilmiştir. Peygamberimize “fakirlik benim övüncümdür” hadisi ve benzeri hadisler bunun delili olarak gösterilmiştir. Gerek bu hadis ve gerekse bu konudaki diğer hadisler konusunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bu kelimenin aynı şekilde gündelik dilde de bir alçakgönüllülük/tevazu ifadesi olarak da kullanıldığına şahit oluyoruz. Fakr meselesi ile ilgili ilgili İslam düşüncesinde geniş bir edebiyat oluşmuştur. Bu bildiride fakirliğin (fakr), başta İslam Felsefesi, tasavvuf düşüncesi olmak üzere İslam düşüncesindeki farklı görünümlerini ele alınarak tartışılacaktır.
İslam felsefesinin Batılı araştırmacılar tarafından İbn Rüşd'le sona erdirilmesi 1 , İbn Rüşd son... more İslam felsefesinin Batılı araştırmacılar tarafından İbn Rüşd'le sona erdirilmesi 1 , İbn Rüşd sonrası dönemin ihmal edilmesi sonucunu doğurmuştur. İbn Rüşd sonrası dönem, bu sebeple, sadece Batılı araştırmacılar değil müslüman araştırmacılar tarafından da uzun süre adeta yok sayılmış ya da görmezlikten gelinmiştir. Böyle bir algılayış tarzı, tabii olarak Osmanlı dönemi düşünce hayatı için de geçerlidir. Bugüne kadar Osmanlı dönemini düşünce tarihimiz açısından ele alan herhangi ciddî bir çalışma yapılmamıştır. Bu durumda spekülasyona düşmeksizin Osmanlı âlimlerinin felsefe ve kelâma karşı ilgileri hakkında objektif temellere dayanan bir fikir yürütmek neredeyse imkânsız gibi görünmektedir. Osmanlı dönemine gelinceye kadar İslam düşüncesinin gelişim seyri ve Osmanlı ilmî zihniyetinin oluşumuna kısaca değinmekte fayda vardır. Çünkü Osmanlılar kendilerine tevârüs eden bu ilmî ve fikrî mîrası devralmış bulunuyorlardı. Abbasîler döneminde en parlak dönemini yaşayan İslam düşüncesi, bu dönemde tıp, felsefe, kelâm olmak birçok alanda önemli şahsiyetler yetiştirmiştir. Süryanice, Yunanca, Pehlevice, Sanskritçe gibi dillerden bir çok bilimsel felsefi eser bu dönemde Arapça'ya çevrilmiştir. Bugün elimizde 'klasik' olarak kabul eserlerin çoğu bu dönemde kaleme alınmıştır. Her ne kadar kültürel, ilmî hareketlilikler için kesin tarih vermek doğru olmasa da, genellikle bu dinamizmin XII. asırdan itibaren kaybolmaya başladığı ve ilim ve fikir hayatında bir kemikleşme sürecinin başladığı kabul edilir. L. Gardet tarafından "sabitleşme" çağı olarak nitelenen XIII ve XIV. yüzyıllarda, geniş ansiklopedik sentezler, geliştirilmiş el kitapları, derlemelerden ibaret eserler kaleme alınmaktaydı. 2 Mâverâünnehir, Harezm, Horasan gibi Büyük Selçuklu Devletinin yayıldığı bölgeler, XII. yüzyılda İslam düşüncesinin etkisi günümüze kadar devam eden en önemli şahsiyetlerini yetiştirmiştir. Şüphesiz bu sabitleşme ve pekişmenin çeşitli dış ve iç sebepleri bulunmaktadır. Fakat bunun sebeplerini burada ayrıntılı bir şekilde ele alma imkânından mahrûmuz. Yalnız bunun en önemli sonuçlarından birisinin, ilmî disiplinlerin teşekkül 1 Bu iddiayı dile getirenlerden birisi De Boer, diğeri de Goldzıher'dir. De Boer'e göre Müslümanlar arasında İbn Rüşd'ten sonra da yüzlerce belki binlerce insan felsefe ile uğraşmıştır. Ne var ki bunların çalışmaları , daha önceki felsefe eserlerine yazılan şerh olmaktan öte herhangi bir özgünlük taşımazlar. "Felsefe" De Boer'e göre "İbn Rüşd'ten sonra genel kültürü ve gidişatı etkilememiştir." Bkz.T. J. De Boer, İslam'da Felsefe Tarihi, çev.
İslam felsefesinin Batılı araştırmacılar tarafından İbn Rüşd'le sona erdirilmesi 1 , İbn Rüşd son... more İslam felsefesinin Batılı araştırmacılar tarafından İbn Rüşd'le sona erdirilmesi 1 , İbn Rüşd sonrası dönemin ihmal edilmesi sonucunu doğurmuştur. İbn Rüşd sonrası dönem, bu sebeple, sadece Batılı araştırmacılar değil müslüman araştırmacılar tarafından da uzun süre adeta yok sayılmış ya da görmezlikten gelinmiştir. Böyle bir algılayış tarzı, tabii olarak Osmanlı dönemi düşünce hayatı için de geçerlidir. Bugüne kadar Osmanlı dönemini düşünce tarihimiz açısından ele alan herhangi ciddî bir çalışma yapılmamıştır. Bu durumda spekülasyona düşmeksizin Osmanlı âlimlerinin felsefe ve kelâma karşı ilgileri hakkında objektif temellere dayanan bir fikir yürütmek neredeyse imkânsız gibi görünmektedir. Osmanlı dönemine gelinceye kadar İslam düşüncesinin gelişim seyri ve Osmanlı ilmî zihniyetinin oluşumuna kısaca değinmekte fayda vardır. Çünkü Osmanlılar kendilerine tevârüs eden bu ilmî ve fikrî mîrası devralmış bulunuyorlardı. Abbasîler döneminde en parlak dönemini yaşayan İslam düşüncesi, bu dönemde tıp, felsefe, kelâm olmak birçok alanda önemli şahsiyetler yetiştirmiştir. Süryanice, Yunanca, Pehlevice, Sanskritçe gibi dillerden bir çok bilimsel felsefi eser bu dönemde Arapça'ya çevrilmiştir. Bugün elimizde 'klasik' olarak kabul eserlerin çoğu bu dönemde kaleme alınmıştır. Her ne kadar kültürel, ilmî hareketlilikler için kesin tarih vermek doğru olmasa da, genellikle bu dinamizmin XII. asırdan itibaren kaybolmaya başladığı ve ilim ve fikir hayatında bir kemikleşme sürecinin başladığı kabul edilir. L. Gardet tarafından "sabitleşme" çağı olarak nitelenen XIII ve XIV. yüzyıllarda, geniş ansiklopedik sentezler, geliştirilmiş el kitapları, derlemelerden ibaret eserler kaleme alınmaktaydı. 2 Mâverâünnehir, Harezm, Horasan gibi Büyük Selçuklu Devletinin yayıldığı bölgeler, XII. yüzyılda İslam düşüncesinin etkisi günümüze kadar devam eden en önemli şahsiyetlerini yetiştirmiştir. Şüphesiz bu sabitleşme ve pekişmenin çeşitli dış ve iç sebepleri bulunmaktadır. Fakat bunun sebeplerini burada ayrıntılı bir şekilde ele alma imkânından mahrûmuz. Yalnız bunun en önemli sonuçlarından birisinin, ilmî disiplinlerin teşekkül 1 Bu iddiayı dile getirenlerden birisi De Boer, diğeri de Goldzıher'dir. De Boer'e göre Müslümanlar arasında İbn Rüşd'ten sonra da yüzlerce belki binlerce insan felsefe ile uğraşmıştır. Ne var ki bunların çalışmaları , daha önceki felsefe eserlerine yazılan şerh olmaktan öte herhangi bir özgünlük taşımazlar. "Felsefe" De Boer'e göre "İbn Rüşd'ten sonra genel kültürü ve gidişatı etkilememiştir." Bkz.T. J. De Boer, İslam'da Felsefe Tarihi, çev.
“Hikmet Kelam ve İrfan “ adını taşıyan elinizdeki bu eser, İslam düşünce tarihinde genel hatlarıy... more “Hikmet Kelam ve İrfan “ adını taşıyan elinizdeki bu eser, İslam düşünce tarihinde genel hatlarıyla felsefe ke-lam tasavvuf ilişkisini ele almakta ve bu alanların temelde felsefe ile olan ilişkilerini irdeleyen ve her üç alanın oluş-turduğu bütünlüğü ortaya çıkarmaya çalışan yazılardan oluşmaktadır. Hristiyan dini-felsefî düşüncesindeki felsefe-kelam ilişkisine dair bölüm başka geleneklerdeki bu iki displinin ilişkisine örnek teşkil etmesi bakımından önemli-dir. Kitaptaki yazıların bir kısmı felsefe-teoloji ilişkisini hem tarihsel açıdan hem de kavramsal açıdan ele alıp irde-lemeyi hedeflemektedir. Söz konusu bölümlerde bu iki di-siplinin karşılaştıkları belli başlı olgular ve durumlar, tar-tışmalarla sınırlıdır. Diğer yandan burada felsefeyi daha çok Meşşaîler örneğinde kısmen de İşrakiler örneğinde ke-lamı da bazı “Ehli Sünnet” ve “Mutezile” kelamcıları örne-ğinde ele aldık. Ehli Sünnet Kelamı içinden örnekleri ise daha yaygın olması ve felsefî kelamı bünyesinde daha çok barındırması bakımından Eş’arîler arasından seçtik. Son zamanlarda Maturidî kelamı ile ilgili de önemli çalışmalar yapılmasına rağmen bu kelam ekolünün felsefî boyutunu ortaya koyacak çalışmalara ihtiyaç vardır.
Bu eserde, fatih Sultan Mehmet'in ricası üzerine kaleme elınan Molla Cami'nin Dürretü'lfahire adl... more Bu eserde, fatih Sultan Mehmet'in ricası üzerine kaleme elınan Molla Cami'nin Dürretü'lfahire adlı eserinin ve şerhlerinin tercümesi ve Varlık hakkındaki görüşleri hakkındaki makaleler yer almaktadır.
Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda Osmanlı döneminde eğitim almış ulemanın yeni dönemle ilgili t... more Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda Osmanlı döneminde eğitim almış ulemanın yeni dönemle ilgili tavırları duruşları , tepki ya da onayları oldukça önemlidir. Bu alimlerden bazıları radikal bir muhalif tavır izleyerek yurtdışına çıkmışlardır. Bir kısmı da Türkiyede kalarak farklı biçimlerde ve bazen farklı gruplarla ve anlayışlarla ittifak içinde muhalefetlerini sürdürmüşlerdir. Diğer bazısı da, Cumhuriyet İnkılaplarını ne onaylamış ne de açıkça karşı çıkmış kendilerine yeni bir misyon yükleyerek yollarına devam etmişler ve dini geleneğin gelecek nesillere aktarmanın yollarını aramışlar, çok fazla dikkat çekmeden ve resmi otorite ile açık bir çatışmaya girmeden ancak resmi ideolojinin dine mugayir uygulamalarını da onaylamadan taşrada tasavvufi yol ile halka dini ve ahlaki konularda yol göstermiş, sorularına cevap vermişler ve çeşitli seviyelerde dini eğitim verecek ortamlar hazırlamışlardır. Yozgatlı Şeyh Ahmet Efendi bu üçüncü grup içinde yer alan alimlerdendir. Ahmet Efendi'nin hayatı Cumhriyetin ilk dönemindeki din-devlet ilişkisinin farklı biçimlerinin ortaya konulması açısından oldukça önemlidir. Onun dikkat çekici özelliği, tasavvufi bağları güçlü ve bir aileden gelmiş olması ve medrese eğitimi yanında İlk İmam Hatip Okulu öğrencileri arasında yer almasıdır. Konumuz açısından Ahmet Efendi'yi önemli kılan husus ise onun uzun yıllar öğretmenlik yapmış olmasıdır. Ahmet Efendi'nin bir yandan tasavvufi yoluna devam edip dini hayatını derinleştirirken diğer yandan Cumhuriyetin İlk döneminde ideolojik sembollerle yüklü olan öğretmenliğini hiç aksatmadan sürdürmesi ve hatta öğretmenliği ile ilgili amirlerinin kendisini takdir etmeleri dikkat çeken ve ayrı bir incelemeyi hak eden bir konudur. Bu yazıda Ahme Efendi'nin tasavvufi yaşantısının benzerlerinden farklı özelliklerine dikkat çekilmiş ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde dini geleneğin gelecek nesillere aktarılmasındaki rolü üzerinde durulmuştur.
Uploads
Papers by Samil OCAL