I. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da Avrupalı devletlerin manda idareleri altında kurulan yeni ulu... more I. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da Avrupalı devletlerin manda idareleri altında kurulan yeni ulus-devletler, kendi özgün mevcudiyetlerini temellendirmek ve meşrulaştırmak amacıyla genellikle milli topluluklarının kökenlerini antik “atalar” ile irtibatlandırırlar. Bu irtibatlandırma süreçlerinde kullanılan “kurucu mit”ler, ulus-devletlerin teritoryal karakterlerini diğer kimliklerden ayrıştırma ve söz konusu ulus-devletlerin orijinal varlıklarını güçlendirme işlevini görürler. Lübnan düşüncesi de tam olarak böyle bir “kurucu mit” etrafında anlam kazanır ve modern Lübnan devletinin var oluş amacı, Lübnan’ın çevresindeki Arap-İslam karakterinden azade olup Fenikelilik temelinde istisnai bir kültüre sahip olması çerçevesinde okunur. Lübnan’ın Fenike ile eşleştirilmesi üzerinden sahip olduğu bu istisnai karakterin oluşumunda en etkili aktörlerden başlıcaları ise Beyrut’taki misyonerlerdir. Cizvitlere ait St. Joseph Üniversitesi ile Amerikalı Protestanlara ait Suriye Protestan Koleji (sonraki adıyla Beyrut Amerikan Üniversitesi), bu bağlamda bölgedeki en etkili eğitim kurumlarıdır. Bu çalışmada, 19. yüzyılın ikinci yarısıyla Lübnan’ın kurulduğu 1920 tarihleri arasında Bilâdüşşam’da bulunan Cizvit ve Protestan misyonerlerin, Lübnan’ın kurucu Fenike mitine ve bu vesileyle de Lübnan fikrine katkıları üzerinde durulacaktır.
Kendisini sistemli düşünceye adamış bir mütefekkir olarak Hilmi Ziya Ülken; felsefe, sosyoloji ve... more Kendisini sistemli düşünceye adamış bir mütefekkir olarak Hilmi Ziya Ülken; felsefe, sosyoloji ve tarih gelenekleri içerisinde oluşturduğu fikir dünyasının her veçhesinde aynı yönelimi görebileceğimiz, farklı dönemlerde farklı geleneklere eğilimli olmakla birlikte hayatının sonuna kadar tek bir gaye için çalışmış bir isimdir. Milli Mücadele döneminin kasvetli fikir dünyasından Cumhuriyetin tektipleştirici ideolojik ortamına dek, Anadolu merkezli bir kültür dünyasının canlandırılması, ihyası ve bu bağlamda ortak bir “yaşam karakteri”, bir ethos oluşturulması, Hilmi Ziya’nın asıl uğraşı olmuştur. Literatürde Hilmi Ziya’nın milliyetçiliği üzerinde çokça durulmuş olsa da onu tüm karakteriyle ortaya koyacak, farklı dönemlerde aldığı farklı biçimlere dikkat çekecek, dahası onun kültürel karakterinin ötesinde siyasi/ideolojik yönünü tespit edecek çalışmaların sayısı oldukça azdır. Bu çalışmada belli başlı üç sav ileri sürülmüştür. Bunlardan ilki, Hilmi Ziya’nın milliyetçiliğini ikili bir tasniflemeye tabi tutmanın, onun anlaşılırlığını ve tutarlılığını arttıracağıdır. İlkiyle bağlantılı olarak düşünülmesi gereken ikinci sav, Hilmi Ziya’nın bizzat kendisinin vurgulamaya çalıştığı bir mesele olsa da Anadoluculuğu salt kültürel bir öze dönüş hareketi olarak tanımlamanın doğru bir perspektif oluşturmayacağıdır. Zira Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi’nde net bir şekilde altı çizilen bu husus, Hilmi Ziya’nın erken dönem Anadoluculuğu göz önünde tutulduğunda hareketin siyasi ve ideolojik tarafının üstünü örtmektedir. Oysa kendisinin yeni yayınlanan erken dönem eserleri (Anadolu Hayali ve Anadolu Köklerini Arayış) göstermektedir ki ilk sistematize edildiği haliyle Anadoluculuk, yeni siyasal tasarıların söz konusu olduğu Milli Mücadele ortamında, felsefi ve sosyolojik temelleri itibariyle oldukça güçlü bir pozisyonda bulunan siyasi bir akım görünümündedir. Çalışmada ileri sürülen üçüncü sav, Hilmi Ziya’nın Anadoluculuğunun, içerdiği şiarlar bakımından resmi ideolojiyle derin bir ayrışma içinde bulunduğu, özellikle bu farklılığın hissedildiği erken dönem boyunca Cumhuriyetin ideal vatandaş prototipinden çok farklı bir aidiyet kategorisi öngördüğüdür.
19. yüzyılın ikinci yarısının en önemli Fransız Şarkiyatçıları arasında yer alan Ernest Renan, ay... more 19. yüzyılın ikinci yarısının en önemli Fransız Şarkiyatçıları arasında yer alan Ernest Renan, aynı zamanda bir antropolog ve filolog olarak, çalışmalarının büyük bir kısmını “Sâmî aklı” adını verdiği fenomeni açıklamaya adamıştır. “Müslüman-Arap” karakteri çerçevesinde somutlaşan Sâmî ırkı, Renan için “tamamlanmamış” ve “eksik” bir kategori anlamına gelirken bu eksikliğin temelineyse dilbilimsel nitelikler yerleştirilir. Renan’a göre Sâmîlerin Hint-Avrupa topluluklarından geri olmalarının asıl sebebi, dillerinin ve ondan doğan bütün bir kültürel sistemlerinin çok sesliliğe izin vermeyen stabil ya da donuk yapısıdır. Öte yandan pek bilinmese de Renan, Fenike arkeolojisi ve antropolojisinin modern dönemdeki kurucu figürlerinden biridir ve 1860’lı yıllarda Fransız imparatoru III. Napolyon’un görevlendirmesiyle çıktığı Lübnan ziyareti, siyasal açıdan oldukça önemli sonuçlara yol açmıştır. Renan’ın, başta Mârûnîler olmak üzere Lübnan’daki Hıristiyan topluluklar üzerine gözlemleriyle Fenikeliler hakkındaki çıkarımlarını ihtiva eden Mission de Phénicie başlıklı yapıtı, modern Lübnan düşüncesini mümkün kılan çok önemli bir temsiliyet sürecini gündeme getirir. Lübnanlıların Fenikelilerin soyundan geldikleri ve çevrelerindeki Arap-İslam (yani Sâmî) kültürel kalıplarından azade, istisnai bir milli karaktere sahip oldukları yönündeki yaklaşım, Suriye’den ve daha geniş bir Arap siyasal örgütlenmesinden bağımsız Lübnan düşüncesinin çekirdeğini oluşturacaktır. Bu çalışmada, öncelikle Renan’ın Sâmî antropolojisi ve filolojisiyle ilgili genel düşünceleri ortaya konulacak ardından onun, teritoryal Lübnan milliyetçiliğine yön veren Lübnan gezisi ve Mission de Phénicie’si üzerinde durulacaktır.
Avrupalı devletlerin sömürgecilik yarışı içerisinde bulunduğu dönem boyunca keş-fedilmemiş yeni t... more Avrupalı devletlerin sömürgecilik yarışı içerisinde bulunduğu dönem boyunca keş-fedilmemiş yeni toprakların bilgisini sunan bir disiplin konumundaki coğrafya bilimi, 19. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte yapısal bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Elisee Reclus ve Pyotr Kropotkin'in isimleriyle özdeşleşen bu eleştirel akım, anarşist düşünce geleneği-nin içinden yükselmiş ve güçlü bir "özgürleşme" söyleminin arka planını oluşturmuştur. Özellikle Reclus'nün fikriyatında kendisini gösteren bazı yeni kuramsal açılımlar vasıta-sıyla, coğrafya ve anarşizmin kesiştiği noktasında, Ortodoks coğrafya disiplinine ve mev-cut siyasal ortama karşı güçlü bir radikal karşı çıkış temellenmiştir. Doğa ve insan arasın-daki "mistik" bağ ekseninde özgürlükçü bir söylem üreten Reclus; doğa bilinci, hayvan hakları ve ekolojik meselelerin anarşist fikriyata dahil edilmesinde öncü konumda olduğu gibi, detaylı haritaların, istatistiki verilerin ve yeni grafiksel verilerin coğrafi araştırmalar-da kullanılmasında da etkili olmuştur. Reclus'nün anarşist diskuru, yeni dünyadaki pek çok sömürgecilik karşıtı milliyetçi harekete de ilham vermiş ve anarşist felsefe içerisinde-ki en kendine özgü okumalardan biri olarak görülmüştür. Bu çalışmada en temelde, 19. yüzyıldaki ana akım coğrafya geleneğinin emperyal pratiklerle yakın ilişki içerisindeki yapısı ve Reclus'nün "mekân" kavramını yeni ve özgürlükçü bir biçimde yeniden okuya-rak geliştirdiği anarşist fikriyat üzerinde durulacaktır. Reclus'nün teorisindeki "mekânsal özgürleşme", "biyo-bölgeselcilik" ve "evrensel mekân" gibi önemli kavramsallaştırmalar açıklandıktan sonra, pratikte Reclus'nün düşüncelerinin nasıl bir anarşist eylem planına denk düştüğü soruşturulacaktır.
Since the second half of 19 th century; geography, which was a discipline that offers knowledge about uncharted lands to European countries who are in a colonial race, received some structural criticism. Elisee Reclus and Pyotr Kropotkin are the major names about this criticism movement which rose from anarchist ideology and created a strong background for "liberation". When the anarchy and the geography intercepted; strong and radical, opposing ideas to the orthodox geography discipline and existing political
Milliyetçilik literatürünün üzerinde şekillendiği temel meseleler düşünüldüğünde, primordializm, ... more Milliyetçilik literatürünün üzerinde şekillendiği temel meseleler düşünüldüğünde, primordializm, modernizm ve etnosembolizm gibi teoriler; millet kavramının doğallığı-yapaylığı, tarihin iktidarla ilişkisi, millet ile milliyetçilik arasındaki öncellik sorunu gibi tartışmalar üzerinde belirli konumlara sahiptirler. Bununla birlikte söz konusu tartışma noktalarının temelleri, genellikle 20. yüzyılın ikinci yarısındaki sosyal bilimlerin koşullarıyla yakından alakalıdır ve revize edilmeleri gerekmektedir. Bu çalışmanın temel amacı da milliyetçilik yazınının ‘ortodoksi’si kabul edilebilecek modernist kuramın eleştirel bir okumasını yaparak millet ve milliyetçilik gibi meselelerdeki tartışma mevziini, kültürün göstergebilimsel açıdan yorumlanmasına dayanan bir alana çekmektir. Özellikle 2000’lerle birlikte postyapısalcı – postmodern okuma stratejilerini temele alan ve bu bağlamda milleti aidiyet yapılanmaları, kültürel bellek ya da performatif kimlik gibi araçlar üzerinden okuyan çalışmaların artması, milliyetçilik literatüründe bu yönde bir eğilim olduğunu kanıtlamaktadır. Çalışmada ortaya konulacak temel hipotezler, üçlü bir izlek çerçevesinde ortaya koyulacaktır. Öncelikle kültür kavramı, postyapısalcı teorinin ‘metin’ yaklaşımı temel alınarak göstergebilimsel bir okumaya tabii tutulacak ve kültürü oluşturan sembolik ögelerin niteliği tartışılacaktır. Ardından kültürden kaynaklanan ve bireylere belirli zihinsel yatkınlıklar seti yükleyen, yani grupsal bir ‘davranışlar art alanı’ anlamında habitus kavramsallaştırması ortaya konacaktır. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün kullandığı haliyle insan eylemselliğinin açıklanması noktasında kritik bir mevkide bulunan habitus, kimliğin performatif bir kavram olarak ele alınmasını tamamlayan bir perspektifin önünü açacaktır. Bu bağlamda kimlik, iktidar tarafından bireylere yapıştırılan bir etiket, stabil ya da durağan bir aidiyet mekanizması olarak değil bizatihi bireylerin eylemleriyle belirgin olan, performansa dayalı bir öznellik kipi olarak yorumlanacaktır. Son tahlilde indirgemeci bir yaklaşıma kapılmak pahasına, mevcut milliyetçilik literatürünün içerisinde olduğu kısır döngüyü aşacak ve tartışmayı ‘kültür – habitus – kimlik’ eksenine çekerek alternatif bir milliyetçilik okuması için bir girizgah yapılmaya çalışılacaktır.
Bu çalışma, en temelde Demokrat Parti iktidarının son dönemlerinde vuku bulan ve Soğuk Savaş kayn... more Bu çalışma, en temelde Demokrat Parti iktidarının son dönemlerinde vuku bulan ve Soğuk Savaş kaynaklı iki kriz olarak 1957 Suriye ve 1958 Irak olayları üzerinden, Menderes ve dış politikada söz sahibi diğer Demokrat Partililerin Orta Doğu algısını ortaya koymayı hedeflemektedir. 1950 yılında başlayan Demokrat Parti iktidarı döneminde, dış politikada kurucu iktidarın takip ettiği esasların büyük bir kısmı devam ettirilmiş fakat bazı açılımlar vasıtasıyla daha aktif bir diplomasi yürütülmeye çalışılmıştır. Henüz iktidarının başında NATO üyeliğini dış politikanın esas hedefi haline getiren Menderes, söz konusu üyeliğin gerçekleşmesinin ardından Orta Doğu’daki rejimlerle iş birliğine giderek Batı güvenlik şemsiyesinin altında nüfuz alanını güçlendirmeye çalışmıştır. 1957’de Suriye’de, 1958’de ise Irak’ta yaşanan iktidar değişiklikleri sonrasında Türkiye, her iki ülkeyle de askeri çatışma ihtimali de masada olmak üzere ciddi krizler yaşamış fakat iki olayda da gerilim, ABD’nin girişimiyle düşürülmüştür. Bu çalışmada söylem analizi aracılığıyla Demokrat Parti karar alıcılarının Orta Doğu’ya dönük algılamaları incelenecek ve bunun 1950’lerin ikinci yarısında Türk dış politikasına yansımaları çözümlenecektir.
Ortadoğu'da Osmanlı sonrası dönemde ortaya çıkan ve Batılı devletlerin kolonyal girişimlerinin bi... more Ortadoğu'da Osmanlı sonrası dönemde ortaya çıkan ve Batılı devletlerin kolonyal girişimlerinin bir sonucu olarak şekillenen genç ulus-devletler içerisinde Lübnan, bir kurucu mit fikrine sahip olması hasebiyle oldukça kendine has bir örnektir. Lübnan'ı çevresindeki diğer kültürel kalıplardan ayrı, orijinal bir siyasi birim şeklinde düşünmeyi mümkün kılan Fenike miti, Lübnan'ı Fenike'ye eşitleyerek onun mevcudiyetin temelini oluşturur. Buna göre Suriyeli, Arap ya da Müslüman karakterlerinden öte Lübnanlılar, antik dönem Fenikelilerin torunları olarak sabitlenir ve bu özden neşet eden Fenikecilik fikri de Frankofon – yani yüzünü Batı'ya dönmüş - bir Lübnan düşüncesinin var oluş amacını ifade eder. Bu çalışmanın amacı; kendine has bir Lübnan fikrinin doğuşunu sağlayan ve kaynağını Avrupa Şarkiyatçılığındaki belirli bir eğilimde bulan Lübnan-Fenike temsilinin oluşumunu, Lübnanlı entelektüellerce benimsenmesini ve Grand Liban'ın kuruluşunda oynadığı hayati rolü ortaya çıkarmaktır. Bu doğrultuda çalışmada Foucaultcu manada "söylem" kavramı temele alınmış, Fransız Şarkiyatçılığı içerisinde Lübnan'ı "Yeni Fenike" olarak tahayyül eden öncü isimlerin çalışmaları vasıtasıyla bu yöndeki düşünce biçiminin Fransız kolonyal pratikleri de dâhil olmak üzere siyasal gelişmeleri belirlediği ileri sürülmüştür. 19. yüzyılın ikinci yarısında yazan Ernest Renan, Élisée Reclus, Victor Bérard ve Maurice Barrès başta olmak üzere, Fransız Şarkiyatçıların ya da bölgeyi ziyaret eden Alphonse de Lamartine, Gérard de Nerval, Gustave Flaubert gibi isimlerin çalışmaları, onların Levant algılarını şekillendiren erken Yunan, Roma ve İbrânî kaynakları da dikkate alınarak, analiz edilmiştir. Ardından, 20. yüzyılın başlarında kendilerini Frankofon bir kültür dünyasının üyesi sayan ve Lübnan'ı da Fransız bir siyasal-kültürel birim olarak düşünen "Genç Fenikeliler" grubu üzerinde durulmuş, bu oluşumun Lübnan'daki yerel entelektüel çevrelerle ilişkisi ve Grand Liban'ın vücuda gelişindeki katkıları, doğrudan birinci kaynaklara dayanılarak ortaya koyulmuştur. Neticede, mevcudiyetini Batılı bir gücün kolonyal inisiyatifine borçlu olsa da Lübnan'ın antik bir köken mitinde temellenen teritoryal bir konsept etrafında kurgulandığı ve milli kültürü ile kimliğinin de bu mit ekseninde oldukça orijinal bir şekilde inşa edildiği sonucuna varılmıştır.
Bu tez Lübnan'da ulus olgusunun inşa ediliş sürecini konu almaktadır. Lübnan, birçok farklı mezhe... more Bu tez Lübnan'da ulus olgusunun inşa ediliş sürecini konu almaktadır. Lübnan, birçok farklı mezhebe ev sahipliği yapması hasebiyle Ortadoğu'nun en kozmopolit ülkelerinden biridir. Onu bölgedeki diğer ülkelerden ayıran en önemli özelliğiyse, farklı etnik ve mezhebi gruplardan oluşan yapısının, kendine has bir siyasi mekanizmanın oluşumuna ön ayak olmasıdır. Osmanlı döneminden itibaren bölgede tatbik edilen idari yapının ülkedeki farklı cemaatler esas alınarak örgütlendirilmesi, modern Lübnan devletinin kurucu kodlarına da sirayet etmiştir. Fakat bu çokkültürlü mirasın yanında, Batılı anlamda homojen bir nüfus bütünlüğü esasına dayanan "ulus-devlet" modelinin yeni Lübnan devleti için temel kabul edilmesi, ülkedeki kimlik problemine zemin oluşturmuştur. Fransız sömürge idaresinin ve onunla yakın ilişki içerisindeki Maruni elitlerin çabalarıyla, tüm dini ve mezhebi farklılıklardan bağımsız, ortak birtakım değerler çevresinde bir araya gelmiş bir Lübnanlı kimliği oluşturulmaya çalışılmıştır. Milliyetçilik literatüründe "ulus inşası" olarak geçen bu faaliyet, başta tarihyazımı olmak üzere kültürel veya sembolik pek çok enstrüman vasıtasıyla hayata geçirilmiştir. Modern Lübnan devletinin kuruluşundan İç Savaş'a kadar geçen dönemde, 1920 ile 1975 tarihleri arasında gözlemlenebilecek bu süreç, farklı iç ve dış konjonktürlerin etkisiyle farklı şekillere evrilmiştir. Ulus inşasına dönük bu politikalar, Lübnan'da siyasal iktidara belirli oranda bir meşruiyet alanı sağlasa da ortak bir Lübnanlılık kimliğinin oluşturulması projesi başarıya ulaşamamış, dini-mezhebi ya da etnik alt kimlikler üst kimlikten daha belirleyici olmuştur. Dahası birleştirici olması umulan politikalar mezhepler arasındaki gerilimi tırmandırmış ve cemaat grupları arasındaki çatışmalar kanlı bir iç savaşa sebebiyet vermiştir.
Ortadoğu’yu Kuran İdeolojiler, Ortadoğu’ya hâkim olan yüzlerce yıllık barışa son veren bir barış(... more Ortadoğu’yu Kuran İdeolojiler, Ortadoğu’ya hâkim olan yüzlerce yıllık barışa son veren bir barış(!) sonrasında bölgenin içine çekildiği girdabın düşünsel panoramasını sunuyor okuyucusuna. Tüm farklılıklarına rağmen bir arada yaşayabiliyorken, farklı farklı uluslara ayrılmanın sebeplerini ortaya çıkaran fay hatlarının haritasını çiziyor. Elinizdeki bu kitap ; Ortadoğu’nun sadece uzun 19. yüzyılına odaklanmıyor; aynı zamanda Meşrutiyet düşüncesinin alevlendirdiği bir tartışma güzergahında başlayan sorunlu milliyetçiliklerden ümmetçiliğe, Arap Milliyetçiliği'nden Baasçılık'a ve Şiiliği kullanan İran Milliyetçiliği'ne, 21. yüzyılın ufkunda yeniden kurulmaya çalışılan bir coğrafyada Kürt Milliyetçiliği'nden Feminist Kadın Hareketleri'ne kadar birçok noktada okuyucuyu bilgilendiriyor. Ortadoğu düzenlenmeden dünya düzeninin stabil olması/kalması mümkün değil. Müslüman, Hristiyan ve Yahudi geleneklerinin anavatanı olan Ortadoğu, kadim Mezopotamya ile Mısır geleneklerinin de anayurdu. Mezkûr gelenekler olmadan insanlığın yeryüzündeki macerası, diğer bir deyişle tarihi eksik kalır. Unutulmamalı ki; Ortadoğu’nun geçmişini bilmek, ‘ân’ı ve ‘geleceği’ anlamak için gerekli bir başvuru noktası. Elinizdeki bu kitap; Ortadoğu’yu anlamak için kısa ama öz bilgiler içeren temel bir kitaptır.
Vakanüvis - Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 2023
Tarihçi Gavin D. Brockett’in 2011 yılında ABD’de yayımlanan “Ne Mutlu Türk’üm Diyene: Türk-Müslüm... more Tarihçi Gavin D. Brockett’in 2011 yılında ABD’de yayımlanan “Ne Mutlu Türk’üm Diyene: Türk-Müslüman Kimliğinin Müzakeresi” başlıklı kitabı, Özgür Balkılıç çevirisiyle 2022’nin Ekim ayında Fol Yayınları tarafından Türkçe literatüre kazandırılmıştır. 400 sayfadan oluşan çalışma Giriş ve Sonuç bölümlerinin haricinde yedi bölümden oluşur. Brockett’in çalışması, en temelde; Türk ulus-devletinin ve ona ait milli kimliğin inşası faaliyetini eleştirel bir perspektifle yeniden okuyarak bu süreçte “halkın millete dönüştürülmesi”nin sorunlu hikâyesini konu edinir. “1945 öncesinde Türk milli kimliğinin mevcut olmadığı” önermesi üzerinden yola çıkan kitap, ulus-inşası pratiğini “halk arasında” ve “elitler nazarında” olmak üzere ikili bir düzlemde ele alır ve tek partili dönem boyunca Türkiye’de ulus-devlet kimliğinin inşa edilemediğini ileri sürer. Halkın, Kemalist Türklük tahayyülüne bakışını ortaya koymak adına Brockett, çalışma boyunca yerel basılı medyanın üzerinde özellikle durur. İnşa edilmeye çalışılan ulus-devlet kimliğinin arkasını yasladığı tarihsel anlatılar, semboller ve söylemlerin barındırdığı seküler karakterin halk nezdinde bir karşılığı bulunmadığını iddia eden yazar, Demokrat Parti dönemiyle birlikte yeni bir kimlik tahayyülünün mümkün olduğunu öne sürer. Brockett’a göre elitist bir tarzda kurgulanan ulus-devlet vatandaşlığı kipinin tam karşısındaki “Türk-Müslüman kimliği” algılaması, aynı zamanda Türkiye’deki muhalefet geleneğinin de kristalleştiği bir hattın en merkezi fikirlerinden birini oluşturur. Bu haliyle Brockett’in çalışması; Faroz Ahmad, Bernard Lewis ve Eric Jan Zürcher gibi modern Türk tarihçiliğinin öncü isimlerinin açtığı yolda yapılan bir katkı ve eleştiriye açık birtakım tespitlerine rağmen Türk ulus-inşası tecrübesini tarihsel sosyoloji alanında anlamlandırabilecek değerli bir kitap görünümündedir.
I. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da Avrupalı devletlerin manda idareleri altında kurulan yeni ulu... more I. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da Avrupalı devletlerin manda idareleri altında kurulan yeni ulus-devletler, kendi özgün mevcudiyetlerini temellendirmek ve meşrulaştırmak amacıyla genellikle milli topluluklarının kökenlerini antik “atalar” ile irtibatlandırırlar. Bu irtibatlandırma süreçlerinde kullanılan “kurucu mit”ler, ulus-devletlerin teritoryal karakterlerini diğer kimliklerden ayrıştırma ve söz konusu ulus-devletlerin orijinal varlıklarını güçlendirme işlevini görürler. Lübnan düşüncesi de tam olarak böyle bir “kurucu mit” etrafında anlam kazanır ve modern Lübnan devletinin var oluş amacı, Lübnan’ın çevresindeki Arap-İslam karakterinden azade olup Fenikelilik temelinde istisnai bir kültüre sahip olması çerçevesinde okunur. Lübnan’ın Fenike ile eşleştirilmesi üzerinden sahip olduğu bu istisnai karakterin oluşumunda en etkili aktörlerden başlıcaları ise Beyrut’taki misyonerlerdir. Cizvitlere ait St. Joseph Üniversitesi ile Amerikalı Protestanlara ait Suriye Protestan Koleji (sonraki adıyla Beyrut Amerikan Üniversitesi), bu bağlamda bölgedeki en etkili eğitim kurumlarıdır. Bu çalışmada, 19. yüzyılın ikinci yarısıyla Lübnan’ın kurulduğu 1920 tarihleri arasında Bilâdüşşam’da bulunan Cizvit ve Protestan misyonerlerin, Lübnan’ın kurucu Fenike mitine ve bu vesileyle de Lübnan fikrine katkıları üzerinde durulacaktır.
Kendisini sistemli düşünceye adamış bir mütefekkir olarak Hilmi Ziya Ülken; felsefe, sosyoloji ve... more Kendisini sistemli düşünceye adamış bir mütefekkir olarak Hilmi Ziya Ülken; felsefe, sosyoloji ve tarih gelenekleri içerisinde oluşturduğu fikir dünyasının her veçhesinde aynı yönelimi görebileceğimiz, farklı dönemlerde farklı geleneklere eğilimli olmakla birlikte hayatının sonuna kadar tek bir gaye için çalışmış bir isimdir. Milli Mücadele döneminin kasvetli fikir dünyasından Cumhuriyetin tektipleştirici ideolojik ortamına dek, Anadolu merkezli bir kültür dünyasının canlandırılması, ihyası ve bu bağlamda ortak bir “yaşam karakteri”, bir ethos oluşturulması, Hilmi Ziya’nın asıl uğraşı olmuştur. Literatürde Hilmi Ziya’nın milliyetçiliği üzerinde çokça durulmuş olsa da onu tüm karakteriyle ortaya koyacak, farklı dönemlerde aldığı farklı biçimlere dikkat çekecek, dahası onun kültürel karakterinin ötesinde siyasi/ideolojik yönünü tespit edecek çalışmaların sayısı oldukça azdır. Bu çalışmada belli başlı üç sav ileri sürülmüştür. Bunlardan ilki, Hilmi Ziya’nın milliyetçiliğini ikili bir tasniflemeye tabi tutmanın, onun anlaşılırlığını ve tutarlılığını arttıracağıdır. İlkiyle bağlantılı olarak düşünülmesi gereken ikinci sav, Hilmi Ziya’nın bizzat kendisinin vurgulamaya çalıştığı bir mesele olsa da Anadoluculuğu salt kültürel bir öze dönüş hareketi olarak tanımlamanın doğru bir perspektif oluşturmayacağıdır. Zira Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi’nde net bir şekilde altı çizilen bu husus, Hilmi Ziya’nın erken dönem Anadoluculuğu göz önünde tutulduğunda hareketin siyasi ve ideolojik tarafının üstünü örtmektedir. Oysa kendisinin yeni yayınlanan erken dönem eserleri (Anadolu Hayali ve Anadolu Köklerini Arayış) göstermektedir ki ilk sistematize edildiği haliyle Anadoluculuk, yeni siyasal tasarıların söz konusu olduğu Milli Mücadele ortamında, felsefi ve sosyolojik temelleri itibariyle oldukça güçlü bir pozisyonda bulunan siyasi bir akım görünümündedir. Çalışmada ileri sürülen üçüncü sav, Hilmi Ziya’nın Anadoluculuğunun, içerdiği şiarlar bakımından resmi ideolojiyle derin bir ayrışma içinde bulunduğu, özellikle bu farklılığın hissedildiği erken dönem boyunca Cumhuriyetin ideal vatandaş prototipinden çok farklı bir aidiyet kategorisi öngördüğüdür.
19. yüzyılın ikinci yarısının en önemli Fransız Şarkiyatçıları arasında yer alan Ernest Renan, ay... more 19. yüzyılın ikinci yarısının en önemli Fransız Şarkiyatçıları arasında yer alan Ernest Renan, aynı zamanda bir antropolog ve filolog olarak, çalışmalarının büyük bir kısmını “Sâmî aklı” adını verdiği fenomeni açıklamaya adamıştır. “Müslüman-Arap” karakteri çerçevesinde somutlaşan Sâmî ırkı, Renan için “tamamlanmamış” ve “eksik” bir kategori anlamına gelirken bu eksikliğin temelineyse dilbilimsel nitelikler yerleştirilir. Renan’a göre Sâmîlerin Hint-Avrupa topluluklarından geri olmalarının asıl sebebi, dillerinin ve ondan doğan bütün bir kültürel sistemlerinin çok sesliliğe izin vermeyen stabil ya da donuk yapısıdır. Öte yandan pek bilinmese de Renan, Fenike arkeolojisi ve antropolojisinin modern dönemdeki kurucu figürlerinden biridir ve 1860’lı yıllarda Fransız imparatoru III. Napolyon’un görevlendirmesiyle çıktığı Lübnan ziyareti, siyasal açıdan oldukça önemli sonuçlara yol açmıştır. Renan’ın, başta Mârûnîler olmak üzere Lübnan’daki Hıristiyan topluluklar üzerine gözlemleriyle Fenikeliler hakkındaki çıkarımlarını ihtiva eden Mission de Phénicie başlıklı yapıtı, modern Lübnan düşüncesini mümkün kılan çok önemli bir temsiliyet sürecini gündeme getirir. Lübnanlıların Fenikelilerin soyundan geldikleri ve çevrelerindeki Arap-İslam (yani Sâmî) kültürel kalıplarından azade, istisnai bir milli karaktere sahip oldukları yönündeki yaklaşım, Suriye’den ve daha geniş bir Arap siyasal örgütlenmesinden bağımsız Lübnan düşüncesinin çekirdeğini oluşturacaktır. Bu çalışmada, öncelikle Renan’ın Sâmî antropolojisi ve filolojisiyle ilgili genel düşünceleri ortaya konulacak ardından onun, teritoryal Lübnan milliyetçiliğine yön veren Lübnan gezisi ve Mission de Phénicie’si üzerinde durulacaktır.
Avrupalı devletlerin sömürgecilik yarışı içerisinde bulunduğu dönem boyunca keş-fedilmemiş yeni t... more Avrupalı devletlerin sömürgecilik yarışı içerisinde bulunduğu dönem boyunca keş-fedilmemiş yeni toprakların bilgisini sunan bir disiplin konumundaki coğrafya bilimi, 19. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte yapısal bazı eleştirilere maruz kalmıştır. Elisee Reclus ve Pyotr Kropotkin'in isimleriyle özdeşleşen bu eleştirel akım, anarşist düşünce geleneği-nin içinden yükselmiş ve güçlü bir "özgürleşme" söyleminin arka planını oluşturmuştur. Özellikle Reclus'nün fikriyatında kendisini gösteren bazı yeni kuramsal açılımlar vasıta-sıyla, coğrafya ve anarşizmin kesiştiği noktasında, Ortodoks coğrafya disiplinine ve mev-cut siyasal ortama karşı güçlü bir radikal karşı çıkış temellenmiştir. Doğa ve insan arasın-daki "mistik" bağ ekseninde özgürlükçü bir söylem üreten Reclus; doğa bilinci, hayvan hakları ve ekolojik meselelerin anarşist fikriyata dahil edilmesinde öncü konumda olduğu gibi, detaylı haritaların, istatistiki verilerin ve yeni grafiksel verilerin coğrafi araştırmalar-da kullanılmasında da etkili olmuştur. Reclus'nün anarşist diskuru, yeni dünyadaki pek çok sömürgecilik karşıtı milliyetçi harekete de ilham vermiş ve anarşist felsefe içerisinde-ki en kendine özgü okumalardan biri olarak görülmüştür. Bu çalışmada en temelde, 19. yüzyıldaki ana akım coğrafya geleneğinin emperyal pratiklerle yakın ilişki içerisindeki yapısı ve Reclus'nün "mekân" kavramını yeni ve özgürlükçü bir biçimde yeniden okuya-rak geliştirdiği anarşist fikriyat üzerinde durulacaktır. Reclus'nün teorisindeki "mekânsal özgürleşme", "biyo-bölgeselcilik" ve "evrensel mekân" gibi önemli kavramsallaştırmalar açıklandıktan sonra, pratikte Reclus'nün düşüncelerinin nasıl bir anarşist eylem planına denk düştüğü soruşturulacaktır.
Since the second half of 19 th century; geography, which was a discipline that offers knowledge about uncharted lands to European countries who are in a colonial race, received some structural criticism. Elisee Reclus and Pyotr Kropotkin are the major names about this criticism movement which rose from anarchist ideology and created a strong background for "liberation". When the anarchy and the geography intercepted; strong and radical, opposing ideas to the orthodox geography discipline and existing political
Milliyetçilik literatürünün üzerinde şekillendiği temel meseleler düşünüldüğünde, primordializm, ... more Milliyetçilik literatürünün üzerinde şekillendiği temel meseleler düşünüldüğünde, primordializm, modernizm ve etnosembolizm gibi teoriler; millet kavramının doğallığı-yapaylığı, tarihin iktidarla ilişkisi, millet ile milliyetçilik arasındaki öncellik sorunu gibi tartışmalar üzerinde belirli konumlara sahiptirler. Bununla birlikte söz konusu tartışma noktalarının temelleri, genellikle 20. yüzyılın ikinci yarısındaki sosyal bilimlerin koşullarıyla yakından alakalıdır ve revize edilmeleri gerekmektedir. Bu çalışmanın temel amacı da milliyetçilik yazınının ‘ortodoksi’si kabul edilebilecek modernist kuramın eleştirel bir okumasını yaparak millet ve milliyetçilik gibi meselelerdeki tartışma mevziini, kültürün göstergebilimsel açıdan yorumlanmasına dayanan bir alana çekmektir. Özellikle 2000’lerle birlikte postyapısalcı – postmodern okuma stratejilerini temele alan ve bu bağlamda milleti aidiyet yapılanmaları, kültürel bellek ya da performatif kimlik gibi araçlar üzerinden okuyan çalışmaların artması, milliyetçilik literatüründe bu yönde bir eğilim olduğunu kanıtlamaktadır. Çalışmada ortaya konulacak temel hipotezler, üçlü bir izlek çerçevesinde ortaya koyulacaktır. Öncelikle kültür kavramı, postyapısalcı teorinin ‘metin’ yaklaşımı temel alınarak göstergebilimsel bir okumaya tabii tutulacak ve kültürü oluşturan sembolik ögelerin niteliği tartışılacaktır. Ardından kültürden kaynaklanan ve bireylere belirli zihinsel yatkınlıklar seti yükleyen, yani grupsal bir ‘davranışlar art alanı’ anlamında habitus kavramsallaştırması ortaya konacaktır. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün kullandığı haliyle insan eylemselliğinin açıklanması noktasında kritik bir mevkide bulunan habitus, kimliğin performatif bir kavram olarak ele alınmasını tamamlayan bir perspektifin önünü açacaktır. Bu bağlamda kimlik, iktidar tarafından bireylere yapıştırılan bir etiket, stabil ya da durağan bir aidiyet mekanizması olarak değil bizatihi bireylerin eylemleriyle belirgin olan, performansa dayalı bir öznellik kipi olarak yorumlanacaktır. Son tahlilde indirgemeci bir yaklaşıma kapılmak pahasına, mevcut milliyetçilik literatürünün içerisinde olduğu kısır döngüyü aşacak ve tartışmayı ‘kültür – habitus – kimlik’ eksenine çekerek alternatif bir milliyetçilik okuması için bir girizgah yapılmaya çalışılacaktır.
Bu çalışma, en temelde Demokrat Parti iktidarının son dönemlerinde vuku bulan ve Soğuk Savaş kayn... more Bu çalışma, en temelde Demokrat Parti iktidarının son dönemlerinde vuku bulan ve Soğuk Savaş kaynaklı iki kriz olarak 1957 Suriye ve 1958 Irak olayları üzerinden, Menderes ve dış politikada söz sahibi diğer Demokrat Partililerin Orta Doğu algısını ortaya koymayı hedeflemektedir. 1950 yılında başlayan Demokrat Parti iktidarı döneminde, dış politikada kurucu iktidarın takip ettiği esasların büyük bir kısmı devam ettirilmiş fakat bazı açılımlar vasıtasıyla daha aktif bir diplomasi yürütülmeye çalışılmıştır. Henüz iktidarının başında NATO üyeliğini dış politikanın esas hedefi haline getiren Menderes, söz konusu üyeliğin gerçekleşmesinin ardından Orta Doğu’daki rejimlerle iş birliğine giderek Batı güvenlik şemsiyesinin altında nüfuz alanını güçlendirmeye çalışmıştır. 1957’de Suriye’de, 1958’de ise Irak’ta yaşanan iktidar değişiklikleri sonrasında Türkiye, her iki ülkeyle de askeri çatışma ihtimali de masada olmak üzere ciddi krizler yaşamış fakat iki olayda da gerilim, ABD’nin girişimiyle düşürülmüştür. Bu çalışmada söylem analizi aracılığıyla Demokrat Parti karar alıcılarının Orta Doğu’ya dönük algılamaları incelenecek ve bunun 1950’lerin ikinci yarısında Türk dış politikasına yansımaları çözümlenecektir.
Ortadoğu'da Osmanlı sonrası dönemde ortaya çıkan ve Batılı devletlerin kolonyal girişimlerinin bi... more Ortadoğu'da Osmanlı sonrası dönemde ortaya çıkan ve Batılı devletlerin kolonyal girişimlerinin bir sonucu olarak şekillenen genç ulus-devletler içerisinde Lübnan, bir kurucu mit fikrine sahip olması hasebiyle oldukça kendine has bir örnektir. Lübnan'ı çevresindeki diğer kültürel kalıplardan ayrı, orijinal bir siyasi birim şeklinde düşünmeyi mümkün kılan Fenike miti, Lübnan'ı Fenike'ye eşitleyerek onun mevcudiyetin temelini oluşturur. Buna göre Suriyeli, Arap ya da Müslüman karakterlerinden öte Lübnanlılar, antik dönem Fenikelilerin torunları olarak sabitlenir ve bu özden neşet eden Fenikecilik fikri de Frankofon – yani yüzünü Batı'ya dönmüş - bir Lübnan düşüncesinin var oluş amacını ifade eder. Bu çalışmanın amacı; kendine has bir Lübnan fikrinin doğuşunu sağlayan ve kaynağını Avrupa Şarkiyatçılığındaki belirli bir eğilimde bulan Lübnan-Fenike temsilinin oluşumunu, Lübnanlı entelektüellerce benimsenmesini ve Grand Liban'ın kuruluşunda oynadığı hayati rolü ortaya çıkarmaktır. Bu doğrultuda çalışmada Foucaultcu manada "söylem" kavramı temele alınmış, Fransız Şarkiyatçılığı içerisinde Lübnan'ı "Yeni Fenike" olarak tahayyül eden öncü isimlerin çalışmaları vasıtasıyla bu yöndeki düşünce biçiminin Fransız kolonyal pratikleri de dâhil olmak üzere siyasal gelişmeleri belirlediği ileri sürülmüştür. 19. yüzyılın ikinci yarısında yazan Ernest Renan, Élisée Reclus, Victor Bérard ve Maurice Barrès başta olmak üzere, Fransız Şarkiyatçıların ya da bölgeyi ziyaret eden Alphonse de Lamartine, Gérard de Nerval, Gustave Flaubert gibi isimlerin çalışmaları, onların Levant algılarını şekillendiren erken Yunan, Roma ve İbrânî kaynakları da dikkate alınarak, analiz edilmiştir. Ardından, 20. yüzyılın başlarında kendilerini Frankofon bir kültür dünyasının üyesi sayan ve Lübnan'ı da Fransız bir siyasal-kültürel birim olarak düşünen "Genç Fenikeliler" grubu üzerinde durulmuş, bu oluşumun Lübnan'daki yerel entelektüel çevrelerle ilişkisi ve Grand Liban'ın vücuda gelişindeki katkıları, doğrudan birinci kaynaklara dayanılarak ortaya koyulmuştur. Neticede, mevcudiyetini Batılı bir gücün kolonyal inisiyatifine borçlu olsa da Lübnan'ın antik bir köken mitinde temellenen teritoryal bir konsept etrafında kurgulandığı ve milli kültürü ile kimliğinin de bu mit ekseninde oldukça orijinal bir şekilde inşa edildiği sonucuna varılmıştır.
Bu tez Lübnan'da ulus olgusunun inşa ediliş sürecini konu almaktadır. Lübnan, birçok farklı mezhe... more Bu tez Lübnan'da ulus olgusunun inşa ediliş sürecini konu almaktadır. Lübnan, birçok farklı mezhebe ev sahipliği yapması hasebiyle Ortadoğu'nun en kozmopolit ülkelerinden biridir. Onu bölgedeki diğer ülkelerden ayıran en önemli özelliğiyse, farklı etnik ve mezhebi gruplardan oluşan yapısının, kendine has bir siyasi mekanizmanın oluşumuna ön ayak olmasıdır. Osmanlı döneminden itibaren bölgede tatbik edilen idari yapının ülkedeki farklı cemaatler esas alınarak örgütlendirilmesi, modern Lübnan devletinin kurucu kodlarına da sirayet etmiştir. Fakat bu çokkültürlü mirasın yanında, Batılı anlamda homojen bir nüfus bütünlüğü esasına dayanan "ulus-devlet" modelinin yeni Lübnan devleti için temel kabul edilmesi, ülkedeki kimlik problemine zemin oluşturmuştur. Fransız sömürge idaresinin ve onunla yakın ilişki içerisindeki Maruni elitlerin çabalarıyla, tüm dini ve mezhebi farklılıklardan bağımsız, ortak birtakım değerler çevresinde bir araya gelmiş bir Lübnanlı kimliği oluşturulmaya çalışılmıştır. Milliyetçilik literatüründe "ulus inşası" olarak geçen bu faaliyet, başta tarihyazımı olmak üzere kültürel veya sembolik pek çok enstrüman vasıtasıyla hayata geçirilmiştir. Modern Lübnan devletinin kuruluşundan İç Savaş'a kadar geçen dönemde, 1920 ile 1975 tarihleri arasında gözlemlenebilecek bu süreç, farklı iç ve dış konjonktürlerin etkisiyle farklı şekillere evrilmiştir. Ulus inşasına dönük bu politikalar, Lübnan'da siyasal iktidara belirli oranda bir meşruiyet alanı sağlasa da ortak bir Lübnanlılık kimliğinin oluşturulması projesi başarıya ulaşamamış, dini-mezhebi ya da etnik alt kimlikler üst kimlikten daha belirleyici olmuştur. Dahası birleştirici olması umulan politikalar mezhepler arasındaki gerilimi tırmandırmış ve cemaat grupları arasındaki çatışmalar kanlı bir iç savaşa sebebiyet vermiştir.
Ortadoğu’yu Kuran İdeolojiler, Ortadoğu’ya hâkim olan yüzlerce yıllık barışa son veren bir barış(... more Ortadoğu’yu Kuran İdeolojiler, Ortadoğu’ya hâkim olan yüzlerce yıllık barışa son veren bir barış(!) sonrasında bölgenin içine çekildiği girdabın düşünsel panoramasını sunuyor okuyucusuna. Tüm farklılıklarına rağmen bir arada yaşayabiliyorken, farklı farklı uluslara ayrılmanın sebeplerini ortaya çıkaran fay hatlarının haritasını çiziyor. Elinizdeki bu kitap ; Ortadoğu’nun sadece uzun 19. yüzyılına odaklanmıyor; aynı zamanda Meşrutiyet düşüncesinin alevlendirdiği bir tartışma güzergahında başlayan sorunlu milliyetçiliklerden ümmetçiliğe, Arap Milliyetçiliği'nden Baasçılık'a ve Şiiliği kullanan İran Milliyetçiliği'ne, 21. yüzyılın ufkunda yeniden kurulmaya çalışılan bir coğrafyada Kürt Milliyetçiliği'nden Feminist Kadın Hareketleri'ne kadar birçok noktada okuyucuyu bilgilendiriyor. Ortadoğu düzenlenmeden dünya düzeninin stabil olması/kalması mümkün değil. Müslüman, Hristiyan ve Yahudi geleneklerinin anavatanı olan Ortadoğu, kadim Mezopotamya ile Mısır geleneklerinin de anayurdu. Mezkûr gelenekler olmadan insanlığın yeryüzündeki macerası, diğer bir deyişle tarihi eksik kalır. Unutulmamalı ki; Ortadoğu’nun geçmişini bilmek, ‘ân’ı ve ‘geleceği’ anlamak için gerekli bir başvuru noktası. Elinizdeki bu kitap; Ortadoğu’yu anlamak için kısa ama öz bilgiler içeren temel bir kitaptır.
Vakanüvis - Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 2023
Tarihçi Gavin D. Brockett’in 2011 yılında ABD’de yayımlanan “Ne Mutlu Türk’üm Diyene: Türk-Müslüm... more Tarihçi Gavin D. Brockett’in 2011 yılında ABD’de yayımlanan “Ne Mutlu Türk’üm Diyene: Türk-Müslüman Kimliğinin Müzakeresi” başlıklı kitabı, Özgür Balkılıç çevirisiyle 2022’nin Ekim ayında Fol Yayınları tarafından Türkçe literatüre kazandırılmıştır. 400 sayfadan oluşan çalışma Giriş ve Sonuç bölümlerinin haricinde yedi bölümden oluşur. Brockett’in çalışması, en temelde; Türk ulus-devletinin ve ona ait milli kimliğin inşası faaliyetini eleştirel bir perspektifle yeniden okuyarak bu süreçte “halkın millete dönüştürülmesi”nin sorunlu hikâyesini konu edinir. “1945 öncesinde Türk milli kimliğinin mevcut olmadığı” önermesi üzerinden yola çıkan kitap, ulus-inşası pratiğini “halk arasında” ve “elitler nazarında” olmak üzere ikili bir düzlemde ele alır ve tek partili dönem boyunca Türkiye’de ulus-devlet kimliğinin inşa edilemediğini ileri sürer. Halkın, Kemalist Türklük tahayyülüne bakışını ortaya koymak adına Brockett, çalışma boyunca yerel basılı medyanın üzerinde özellikle durur. İnşa edilmeye çalışılan ulus-devlet kimliğinin arkasını yasladığı tarihsel anlatılar, semboller ve söylemlerin barındırdığı seküler karakterin halk nezdinde bir karşılığı bulunmadığını iddia eden yazar, Demokrat Parti dönemiyle birlikte yeni bir kimlik tahayyülünün mümkün olduğunu öne sürer. Brockett’a göre elitist bir tarzda kurgulanan ulus-devlet vatandaşlığı kipinin tam karşısındaki “Türk-Müslüman kimliği” algılaması, aynı zamanda Türkiye’deki muhalefet geleneğinin de kristalleştiği bir hattın en merkezi fikirlerinden birini oluşturur. Bu haliyle Brockett’in çalışması; Faroz Ahmad, Bernard Lewis ve Eric Jan Zürcher gibi modern Türk tarihçiliğinin öncü isimlerinin açtığı yolda yapılan bir katkı ve eleştiriye açık birtakım tespitlerine rağmen Türk ulus-inşası tecrübesini tarihsel sosyoloji alanında anlamlandırabilecek değerli bir kitap görünümündedir.
Uploads
Since the second half of 19 th century; geography, which was a discipline that offers knowledge about uncharted lands to European countries who are in a colonial race, received some structural criticism. Elisee Reclus and Pyotr Kropotkin are the major names about this criticism movement which rose from anarchist ideology and created a strong background for "liberation". When the anarchy and the geography intercepted; strong and radical, opposing ideas to the orthodox geography discipline and existing political
Ortadoğu düzenlenmeden dünya düzeninin stabil olması/kalması mümkün değil. Müslüman, Hristiyan ve Yahudi geleneklerinin anavatanı olan Ortadoğu, kadim Mezopotamya ile Mısır geleneklerinin de anayurdu. Mezkûr gelenekler olmadan insanlığın yeryüzündeki macerası, diğer bir deyişle tarihi eksik kalır.
Unutulmamalı ki; Ortadoğu’nun geçmişini bilmek, ‘ân’ı ve ‘geleceği’ anlamak için gerekli bir başvuru noktası. Elinizdeki bu kitap; Ortadoğu’yu anlamak için kısa ama öz bilgiler içeren temel bir kitaptır.
Since the second half of 19 th century; geography, which was a discipline that offers knowledge about uncharted lands to European countries who are in a colonial race, received some structural criticism. Elisee Reclus and Pyotr Kropotkin are the major names about this criticism movement which rose from anarchist ideology and created a strong background for "liberation". When the anarchy and the geography intercepted; strong and radical, opposing ideas to the orthodox geography discipline and existing political
Ortadoğu düzenlenmeden dünya düzeninin stabil olması/kalması mümkün değil. Müslüman, Hristiyan ve Yahudi geleneklerinin anavatanı olan Ortadoğu, kadim Mezopotamya ile Mısır geleneklerinin de anayurdu. Mezkûr gelenekler olmadan insanlığın yeryüzündeki macerası, diğer bir deyişle tarihi eksik kalır.
Unutulmamalı ki; Ortadoğu’nun geçmişini bilmek, ‘ân’ı ve ‘geleceği’ anlamak için gerekli bir başvuru noktası. Elinizdeki bu kitap; Ortadoğu’yu anlamak için kısa ama öz bilgiler içeren temel bir kitaptır.