Türk İslâm edebiyatında Kutadgu Bilig’den günümüze gelinceye kadar nasihat içerikli pek çok edeb... more Türk İslâm edebiyatında Kutadgu Bilig’den günümüze gelinceye kadar nasihat içerikli pek çok edebî eser kaleme alınmıştır. “Din nasihattir.”, hadis-i şerifi mucibince yöneticileri, halkı yahut tarikat mensuplarını irşat etmek isteyen öncü şahsiyetler, nazmın gücünden yararlanma yoluna gitmişler; bu sayede yazdıkları eserlerin kalıcı olmasını amaç edinmişlerdir. Nasihat-nâme türünün son hacimli örneklerinden biri de Arapgirli Ali Baba Rûmî’nin 20. yüzyılın başında tamamladığı “Dürrü’l-Fu'âd ve’ş- Şeyhü’l-İrşâd” adlı eseridir. Eserde, manzum kısımların yanı sıra çeşitli kitaplardan iktibas edilmiş Türkçe ve Arapça mensur kısımlar dabulunmaktadır.Hacimli bir mesnevi olan Dürrü’l-Fu'âd, bünyesinde gazel, kaside, müfred gibi farklı nazım biçimleri ve hece ölçüsüne uygun manzumeler de barındırmaktadır. Adından anlaşıldığı üzere müritlerin irşat edilmesi maksadıyla yazılan eser; münacât, naat, medhiye, şathiye, elif-nâme türüne örnek teşkil edebilecek manzumeler de içermektedir. Eserin muhtevasını ibadet, zikir, enbiyaya, evliyaya ve imamlara hürmet etmek, Abdulkâdir Geylânî’nin (ö. 1166) nesebi, övgüsü, menkabeleri ve ona dil uzatanlara yergi, sapkın güruhların eleştirisi, tarikat silsilesi gibi hususlar oluşturmaktadır.
Metinlerarasılık Bağlamında Konusunu Yusuf Kıssası'ndan Alan Romanlar, 2018
Kur'an-ı Kerim kıssaları, anlatılan olaylar ve kişiler aracılığıyla insanlığa ibretlik örnekler s... more Kur'an-ı Kerim kıssaları, anlatılan olaylar ve kişiler aracılığıyla insanlığa ibretlik örnekler sunar. Bu kıssalarda anlatılan müspet ya da menfî duygular insana aittir ve evrenseldir. Bizzat Kur'an tarafından kıssaların en güzeli olarak nitelenen Yusuf Kıssası, gerek tahkiye unsurlarının mükemmelliği gerekse alınacak ibretlerin çeşitliliği açısından şair ve yazarların ilgisini çekmiş; yüzyıllar boyu birçok edebî eserin oluşumuna ışık tutmuştur. Yusuf Kıssası, Tevrat'ta kabile merkezli ve detaylı bir anlatımla ifade edilirken Kur'an'da tevhid merkezli ve özlü bir anlatım tercih edilmiştir. Kur'an tefsirlerinde ise kıssada olmayan birçok olay çeşitli râvilere dayandırılarak zikredilmiştir. Mesnevi şairleri, Kur'an'da anlatılan olayların yanında, tefsirlerde geçen olayları da eserlerine alarak Allah'ın mutlak hâkimiyetini anlatan kıssayı, merkezinde aşk olan bir anlatıya dönüştürmüşlerdir. Kıssa, romanın imkânlarıyla ifade edilirken anlatıya gelenekte bulunmayan yeni olaylar dâhil edilmiş ve metinlerarası unsurlarla anlatının anlam katmanları genişletilmiştir.
Elmalılı Hamdi Yazır, meşhur tefsirinde Yûsuf suresinin niçin “en güzel sûre” olduğuna değinirken... more Elmalılı Hamdi Yazır, meşhur tefsirinde Yûsuf suresinin niçin “en güzel sûre” olduğuna değinirken bu sûreyi “Muhammedî güzelliğin ezelî bir simgesi ve nişanı” olarak niteler. Nasıl ki Hz. Yûsuf’un rüyası onun mukadderatına dair ilahî bir sembolse Yûsuf Kıssası da Muhammedî güzelliğin en yüce anlamına öyle bir başlangıç simgesi olarak nazil olmuş olan gaybî bir hakikattir. Müslüman şairler de tarih boyunca bu güzelliğe vassâf olmuşlardır. Fuzûlî’nin deyişiyle şairlerin alelâde sözleri, onu övmenin bereketiyle nisan bulutundan süzülen su damlası misali inci tanesine dönüşmüştür.
Bir düşüşle başlar insanın hikâyesi… Var oluşumuzu anlamlandıran, ayrılığı, yalnızlığı, arayışı... more Bir düşüşle başlar insanın hikâyesi… Var oluşumuzu anlamlandıran, ayrılığı, yalnızlığı, arayışı, özlemi, velhasıl aşkı başlatan, kutlu bir düşüştür bu. Aşkın olana bir yürüyüştür bu!.. Yücelerden düşen insan artık alçakta, yani “dünya”dadır. Yusuf misali bir kuyuda yahut zindandadır. Peki sonsuza kadar bir sarayda yaşamak mı güzeldir, yoksa zindandan saraya doğru yol almak mı? Sezai Karakoç’un ifadeleriyle: “Cennette hiçbir sarsıntıya uğramadan yaşayacak olan insanoğlu mu, yoksa ayağı kayarak yeryüzüne düşen ve orada âb-ı hayatı ararcasına karanlıklar arasında geçen, dünya çilesini çektikten sonra Tanrı’ya özlem duyan insan mı? Seçilmiş olan hangisidir? Şanlı olan hangisidir? Yurdunu hangi insan daha çok sevecektir? Doğduğu yerden ölünceye kadar hiç ayrılmayan insan mı? Yoksa en genç çağında yurdundan ayrılarak savaşa gitmiş, esir düşmüş, bir daha dönme umudunu tam yitirmişken ansızın esen bir Hızır yeliyle kendisini yine ülkesinde bulan insan mı?”
Osmanlı toplumunda şiir, edebiyatın bir şubesi olmaktan çok daha fazla bir anlam ve öneme sahipti... more Osmanlı toplumunda şiir, edebiyatın bir şubesi olmaktan çok daha fazla bir anlam ve öneme sahiptir. Farklı meslek gruplarından ve meşreplerden yüzlerce şair, günlük hayattaki gerçek kimliklerinden sıyrılmışlar; şiir vadisinde duygu ve düşüncelerini ifade edebilecekleri özel bir alana kavuşmuşlardır. Bu toplumda şiir, elif görse mertek sanacak derecede eğitimsiz kişilerden ilmiye sınıfının zirvesine kadar uzanan perspektifte birçok insanı bir araya getiren ortak bir hevesin, merakın, arayışın ve coşkunun adı olmuştur. İlaç tarifinden namazın, abdestin esaslarına, çocuğu uyutmak için söylenen ninniden mezar taşına varıncaya kadar insanın olduğu her yerde şiir de var olmuş; şiirin sesi toplumun şarkısına dönüşmüştür.
Kökleri Arap edebiyatına dayanan, ayırt edici özelliklerini Fars edebiyatında kazanan tezkire tür... more Kökleri Arap edebiyatına dayanan, ayırt edici özelliklerini Fars edebiyatında kazanan tezkire türünün Türk edebiyatındaki ilk örnekleri 15. ve 16. yüzyıllarda görülmüş; tezkirecilik yüzyıllar içinde bir edebî geleneğe dönüşmüştür. 18. yüzyıla gelindiğinde bu geleneğinde bazı küçük değişiklikler görülür. Bu yüzyılda eser veren tezkire yazarları, bir önceki yüzyılın tezkirecilerine tepki olarak 16. yüzyılda kaleme alınan türün güzel ve yetkin örneklerine özenmişler, onlar gibi şair biyografilerine detaylı yer verip şiir örneklerini kısa tutmuşlardır. Bu yüzyılda daha önceki tezkirelerden farklı olarak zümre tezkireleri de kaleme alınmaya başlanmıştır. Safâyî’nin 1720 yılında tamamladığı ve Damat İbrahim Paşa’ya takdim ettiği Nuhbetü’l-âsâr min Fevâidi’l-eş’âr, Tezkire-i Rızâ’ya (y. 1640) zeyil olarak yazılmıştır. Eser, bir ön söz, on sekiz takriz, alfabe sırasına göre tertip edilmiş 484 şaire ait bilgilerden ve bir hatime kısmından oluşmaktadır. Başında yer alan takrizlerden dolayı diğer tezkirelerden şekil olarak ayrılan eserde, şairlerin hayatları hakkında geniş bilgiler verilmiş, edebî şahsiyetleri hakkında isabetli değerlendirmelerde bulunulmuş, dönemin sosyal, kültürel, edebî hayatını yansıtan bilgilere yer verilmiştir.
Divanlarda yer alan nazım şekillerinin tasnifinde ve adlandırılmasında geleneksel edebiyat bilgis... more Divanlarda yer alan nazım şekillerinin tasnifinde ve adlandırılmasında geleneksel edebiyat bilgisi kaynakları ile onlara eleştirel ve sorgulayıcı bir bakış açısıyla yaklaşan yeni yaklaşımlar arasında bir karşıtlık bulunmaktadır. Geleneksel kaynaklar yüzyıllar içinde oluşmuş, üzerinde büyük ölçüde mutabık kalınmış bir tasnifi benimserken yeni yaklaşımlar bu tasnifin tutarsızlıklarını ortaya koymaktadır. Cemal Kurnaz ve Halil Çeltik’in Divan Şiiri Şekil Bilgisi adlı eserinde örneklerle ortaya koyduğu bu yeni yaklaşımda, şiirlerin nazım şeklini belirlerken “vezin, kısalık-uzunluk, mahlas içerip içermeme, bestelenmek için yazılıp yazılmama ve muhteva” gibi hususların bir ölçüt olarak kullanılmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Yüzyıllar içinde oluşan bir geleneğin bir kenara bırakılarak nazım şekillerinin sadece “kafiye düzeni” ve “nazım birimi” ölçütlerine bakılarak adlandırılması, gazel, kaside ve musammatların -gelenekte kesin bir şekilde ayrı şekiller olarak görülmesine ve divanlarda ayrı başlıklar altında yer almasına rağmen-tek bir nazım şekli gibi gösterilmesi kendi içinde tutarlı olsa da sorunu çözen bir yaklaşım değildir. Nazım şekilleriyle ilgili değerlendirmeler yapılırken yenilik arayışındaki şairlerin nazım biçimlerinin kimi kurallarını bilinçli olarak ihlal edebileceği hususunu da göz önüne almak gerekir. Öte yandan kafiye düzeni ve nazım birimini görmezden gelip biçimle doğrudan ilgili olmayan hususları ön plana alarak yapılan adlandırmaların yanlışlığı ve tutarsızlığı ortadadır.
Jose Saramago'nun Körlük romanı üzerine bir deneme...
(An essay about the Jose Saramago's Blindn... more Jose Saramago'nun Körlük romanı üzerine bir deneme... (An essay about the Jose Saramago's Blindness)
Fuzûlî, aşkının büyüklüğünü, ayrılığın zorluğunu, sevgilinin güzelliğini ve eziyetlerini, İlahî... more Fuzûlî, aşkının büyüklüğünü, ayrılığın zorluğunu, sevgilinin güzelliğini ve eziyetlerini, İlahî aşkın cezbesini, kaba sofuların eleştirisini, yaşadığı devirden şikâyetini dile getirdiği şiirlerinde çeşitli vesilelerle tarihi ve mitolojik şahsiyetlere, peygamber kıssalarına, ayet ve hadislere, İslamî ve tasavvufî kavramlara göndermeler yaparak anlatım zenginliği yakalamıştır. Özellikle çeşitli devlet adamlarını övmek için yazdığı kırk dört kasidede peygamberlerden sıkça bahsetmiş, bu kasidelerin methiye bölümlerinde övdüğü kişiyi İran'ın efsanevî hükümdarlarıyla kıyaslayıp onlardan üstün tutmuştur.
Bayramlar, toplumu oluşturan bütün bireyler için geçmişten bugüne özel anlamlar atfedilen günlerd... more Bayramlar, toplumu oluşturan bütün bireyler için geçmişten bugüne özel anlamlar atfedilen günlerdir. Bu günlerde birçok geleneğin icra edildiği özel merasimler düzenlenir. Müslümanların Ramazan ve Kurban olmak üzere iki tane yıllık bayramları vardır. Bunlardan ilki Şevval ayının başından itibaren üç gün, ikincisi ise Zihhicce ayının onundan itibaren dört gün olarak kutlanır. Her ikisi de hicretin ikinci yılında bayram kılınmıştır. Hz. Peygamber'in bayramlarda yapılan folklorik gösterilere izin verdiği, Hazret-i Âişe ile birlikte bu gösterileri izlediği, bunun yanında Hz. Âişe'nin yanında cariyelerin def çalıp oynamalarına izin verdiği şeklinde rivayetler bulunmaktadır. Bu bayramlara ek olarak ilkbaharın başlangıcı münasebetiyle Nevrûz ve kışın başlangıcı olarak kabul edilen Mihrican bayramları da İslam toplumlarında kutlanmıştır.(Altunay, 2006, s.333) Kaşgarlı Mahmud kelimenin aslının "bedhrem" olduğunu, bu kelimeyi Oğuzların "beyrem" şekline dönüştürdüğünü ifade eder. Bayram yerinden ise çiçeklerle süslü, gönül açan bir mekân olarak bahseder. Hun Türklerinde ve Göktürklerde Gök Tanrı için kurban kesme merasimleri yapılmıştır. Göçebe Türk boyları için büyük meşakkatlerle geçen kış mevsiminin ardından gelen bahar bayram olarak kutlanmıştır. İslamiyet'in kabulünden sonra bu bayramlar Nevrûz olarak adlandırılsa da Türk bayramlarındaki bazı unsurlar ve yarışma türü eğlenceler İran bayramlarında bulunmamaktadır. Örneğin İran bayramlarında örsün üzerinde demir dövme ritüeli yoktur. (Koca, 2006, ss.1-12) Bayramların yanında eski Türklerde "sığır" adı verilen sürgün avları, "şölen" adı verilen genel kurban törenleri yapılırdı. Dini olmayan genel ziyafet ve eğlencelere ise "toy" adı verilirdi. Bu törenlerde kam, şaman, baksı, oyun, ozan adı verilen şâirlerce kopuz eşliğinde koşuklar okunurdu. Aşk, kahramanlık, baharın gelişi gibi temaların işlendiği koşuklar, insanlardaki neşe ve coşkuyu yansıtması, günlük hayat ile şiirin iç içeliği açısından önemlidir. Osmanlı Dönemi'nde Dîvan şâirleri, devlet büyüklerinin bayramlarını tebrik etmek maksadıyla "'îydiyye" olarak adlandırılan şiirler yazmışlar ve karşılığında 'Îdâne adı verilen hediyeler veya câizeler almışlardır. İlk örneklerini 15. yüzyılda gördüğümüz 'ıydiyyelerin sayısı 16. yüzyıldan itibaren önemli oranda artmıştır. Bayram günlerinde icra edilen eğlenceler, kutlamalar ve gelenekler bu şiirlerde yerini bulmuştur. Ramazan ve Kurban bayramlarının yanında Nevrûz bayramı da şairler için şiir yazma vesilesi olmuştur. Dîvan şiirindeki 'îydiyyelerin yanı sıra; Ramazan ayında davulcuların söyledikleri maniler, teravih namazlarında icra edilen ilahiler, sahur vakti minareden okunan temcitler de yaşanılan anın kutsiyetini hissettiren ve bu günleri özel kılan terennümlerdir.
Türk İslâm edebiyatında Kutadgu Bilig’den günümüze gelinceye kadar nasihat içerikli
pek çok edeb... more Türk İslâm edebiyatında Kutadgu Bilig’den günümüze gelinceye kadar nasihat içerikli pek çok edebî eser kaleme alınmıştır. “Din nasihattir.”, hadis-i şerifi mucibince yöneticileri, halkı yahut tarikat mensuplarını irşat etmek isteyen öncü şahsiyetler, nazmın gücünden yararlanma yoluna gitmişler; bu sayede yazdıkları eserlerin kalıcı olmasını amaç edinmişlerdir. Nasihat-nâme türünün son hacimli örneklerinden biri de Arapgirli Ali Baba Rûmî’nin 20. yüzyılın başında tamamladığı “Dürrü’l-Fu'âd ve’ş- Şeyhü’l-İrşâd” adlı eseridir. Eserde, manzum kısımların yanı sıra çeşitli kitaplardan iktibas edilmiş Türkçe ve Arapça mensur kısımlar da bulunmaktadır.Hacimli bir mesnevi olan Dürrü’l-Fu'âd, bünyesinde gazel, kaside, müfred gibi farklı nazım biçimleri ve hece ölçüsüne uygun manzumeler de barındırmaktadır. Adından anlaşıldığı üzere müritlerin irşat edilmesi maksadıyla yazılan eser; münacât, naat, medhiye, şathiye, elif-nâme türüne örnek teşkil edebilecek manzumeler de içermektedir. Eserin muhtevasını ibadet, zikir, enbiyaya, evliyaya ve imamlara hürmet etmek, Abdulkâdir Geylânî’nin (ö. 1166) nesebi, övgüsü, menkabeleri ve ona dil uzatanlara yergi, sapkın güruhların eleştirisi, tarikat silsilesi gibi hususlar oluşturmaktadır.
Türk İslâm edebiyatında Kutadgu Bilig’den günümüze gelinceye kadar nasihat içerikli pek çok edeb... more Türk İslâm edebiyatında Kutadgu Bilig’den günümüze gelinceye kadar nasihat içerikli pek çok edebî eser kaleme alınmıştır. “Din nasihattir.”, hadis-i şerifi mucibince yöneticileri, halkı yahut tarikat mensuplarını irşat etmek isteyen öncü şahsiyetler, nazmın gücünden yararlanma yoluna gitmişler; bu sayede yazdıkları eserlerin kalıcı olmasını amaç edinmişlerdir. Nasihat-nâme türünün son hacimli örneklerinden biri de Arapgirli Ali Baba Rûmî’nin 20. yüzyılın başında tamamladığı “Dürrü’l-Fu'âd ve’ş- Şeyhü’l-İrşâd” adlı eseridir. Eserde, manzum kısımların yanı sıra çeşitli kitaplardan iktibas edilmiş Türkçe ve Arapça mensur kısımlar dabulunmaktadır.Hacimli bir mesnevi olan Dürrü’l-Fu'âd, bünyesinde gazel, kaside, müfred gibi farklı nazım biçimleri ve hece ölçüsüne uygun manzumeler de barındırmaktadır. Adından anlaşıldığı üzere müritlerin irşat edilmesi maksadıyla yazılan eser; münacât, naat, medhiye, şathiye, elif-nâme türüne örnek teşkil edebilecek manzumeler de içermektedir. Eserin muhtevasını ibadet, zikir, enbiyaya, evliyaya ve imamlara hürmet etmek, Abdulkâdir Geylânî’nin (ö. 1166) nesebi, övgüsü, menkabeleri ve ona dil uzatanlara yergi, sapkın güruhların eleştirisi, tarikat silsilesi gibi hususlar oluşturmaktadır.
Metinlerarasılık Bağlamında Konusunu Yusuf Kıssası'ndan Alan Romanlar, 2018
Kur'an-ı Kerim kıssaları, anlatılan olaylar ve kişiler aracılığıyla insanlığa ibretlik örnekler s... more Kur'an-ı Kerim kıssaları, anlatılan olaylar ve kişiler aracılığıyla insanlığa ibretlik örnekler sunar. Bu kıssalarda anlatılan müspet ya da menfî duygular insana aittir ve evrenseldir. Bizzat Kur'an tarafından kıssaların en güzeli olarak nitelenen Yusuf Kıssası, gerek tahkiye unsurlarının mükemmelliği gerekse alınacak ibretlerin çeşitliliği açısından şair ve yazarların ilgisini çekmiş; yüzyıllar boyu birçok edebî eserin oluşumuna ışık tutmuştur. Yusuf Kıssası, Tevrat'ta kabile merkezli ve detaylı bir anlatımla ifade edilirken Kur'an'da tevhid merkezli ve özlü bir anlatım tercih edilmiştir. Kur'an tefsirlerinde ise kıssada olmayan birçok olay çeşitli râvilere dayandırılarak zikredilmiştir. Mesnevi şairleri, Kur'an'da anlatılan olayların yanında, tefsirlerde geçen olayları da eserlerine alarak Allah'ın mutlak hâkimiyetini anlatan kıssayı, merkezinde aşk olan bir anlatıya dönüştürmüşlerdir. Kıssa, romanın imkânlarıyla ifade edilirken anlatıya gelenekte bulunmayan yeni olaylar dâhil edilmiş ve metinlerarası unsurlarla anlatının anlam katmanları genişletilmiştir.
Elmalılı Hamdi Yazır, meşhur tefsirinde Yûsuf suresinin niçin “en güzel sûre” olduğuna değinirken... more Elmalılı Hamdi Yazır, meşhur tefsirinde Yûsuf suresinin niçin “en güzel sûre” olduğuna değinirken bu sûreyi “Muhammedî güzelliğin ezelî bir simgesi ve nişanı” olarak niteler. Nasıl ki Hz. Yûsuf’un rüyası onun mukadderatına dair ilahî bir sembolse Yûsuf Kıssası da Muhammedî güzelliğin en yüce anlamına öyle bir başlangıç simgesi olarak nazil olmuş olan gaybî bir hakikattir. Müslüman şairler de tarih boyunca bu güzelliğe vassâf olmuşlardır. Fuzûlî’nin deyişiyle şairlerin alelâde sözleri, onu övmenin bereketiyle nisan bulutundan süzülen su damlası misali inci tanesine dönüşmüştür.
Bir düşüşle başlar insanın hikâyesi… Var oluşumuzu anlamlandıran, ayrılığı, yalnızlığı, arayışı... more Bir düşüşle başlar insanın hikâyesi… Var oluşumuzu anlamlandıran, ayrılığı, yalnızlığı, arayışı, özlemi, velhasıl aşkı başlatan, kutlu bir düşüştür bu. Aşkın olana bir yürüyüştür bu!.. Yücelerden düşen insan artık alçakta, yani “dünya”dadır. Yusuf misali bir kuyuda yahut zindandadır. Peki sonsuza kadar bir sarayda yaşamak mı güzeldir, yoksa zindandan saraya doğru yol almak mı? Sezai Karakoç’un ifadeleriyle: “Cennette hiçbir sarsıntıya uğramadan yaşayacak olan insanoğlu mu, yoksa ayağı kayarak yeryüzüne düşen ve orada âb-ı hayatı ararcasına karanlıklar arasında geçen, dünya çilesini çektikten sonra Tanrı’ya özlem duyan insan mı? Seçilmiş olan hangisidir? Şanlı olan hangisidir? Yurdunu hangi insan daha çok sevecektir? Doğduğu yerden ölünceye kadar hiç ayrılmayan insan mı? Yoksa en genç çağında yurdundan ayrılarak savaşa gitmiş, esir düşmüş, bir daha dönme umudunu tam yitirmişken ansızın esen bir Hızır yeliyle kendisini yine ülkesinde bulan insan mı?”
Osmanlı toplumunda şiir, edebiyatın bir şubesi olmaktan çok daha fazla bir anlam ve öneme sahipti... more Osmanlı toplumunda şiir, edebiyatın bir şubesi olmaktan çok daha fazla bir anlam ve öneme sahiptir. Farklı meslek gruplarından ve meşreplerden yüzlerce şair, günlük hayattaki gerçek kimliklerinden sıyrılmışlar; şiir vadisinde duygu ve düşüncelerini ifade edebilecekleri özel bir alana kavuşmuşlardır. Bu toplumda şiir, elif görse mertek sanacak derecede eğitimsiz kişilerden ilmiye sınıfının zirvesine kadar uzanan perspektifte birçok insanı bir araya getiren ortak bir hevesin, merakın, arayışın ve coşkunun adı olmuştur. İlaç tarifinden namazın, abdestin esaslarına, çocuğu uyutmak için söylenen ninniden mezar taşına varıncaya kadar insanın olduğu her yerde şiir de var olmuş; şiirin sesi toplumun şarkısına dönüşmüştür.
Kökleri Arap edebiyatına dayanan, ayırt edici özelliklerini Fars edebiyatında kazanan tezkire tür... more Kökleri Arap edebiyatına dayanan, ayırt edici özelliklerini Fars edebiyatında kazanan tezkire türünün Türk edebiyatındaki ilk örnekleri 15. ve 16. yüzyıllarda görülmüş; tezkirecilik yüzyıllar içinde bir edebî geleneğe dönüşmüştür. 18. yüzyıla gelindiğinde bu geleneğinde bazı küçük değişiklikler görülür. Bu yüzyılda eser veren tezkire yazarları, bir önceki yüzyılın tezkirecilerine tepki olarak 16. yüzyılda kaleme alınan türün güzel ve yetkin örneklerine özenmişler, onlar gibi şair biyografilerine detaylı yer verip şiir örneklerini kısa tutmuşlardır. Bu yüzyılda daha önceki tezkirelerden farklı olarak zümre tezkireleri de kaleme alınmaya başlanmıştır. Safâyî’nin 1720 yılında tamamladığı ve Damat İbrahim Paşa’ya takdim ettiği Nuhbetü’l-âsâr min Fevâidi’l-eş’âr, Tezkire-i Rızâ’ya (y. 1640) zeyil olarak yazılmıştır. Eser, bir ön söz, on sekiz takriz, alfabe sırasına göre tertip edilmiş 484 şaire ait bilgilerden ve bir hatime kısmından oluşmaktadır. Başında yer alan takrizlerden dolayı diğer tezkirelerden şekil olarak ayrılan eserde, şairlerin hayatları hakkında geniş bilgiler verilmiş, edebî şahsiyetleri hakkında isabetli değerlendirmelerde bulunulmuş, dönemin sosyal, kültürel, edebî hayatını yansıtan bilgilere yer verilmiştir.
Divanlarda yer alan nazım şekillerinin tasnifinde ve adlandırılmasında geleneksel edebiyat bilgis... more Divanlarda yer alan nazım şekillerinin tasnifinde ve adlandırılmasında geleneksel edebiyat bilgisi kaynakları ile onlara eleştirel ve sorgulayıcı bir bakış açısıyla yaklaşan yeni yaklaşımlar arasında bir karşıtlık bulunmaktadır. Geleneksel kaynaklar yüzyıllar içinde oluşmuş, üzerinde büyük ölçüde mutabık kalınmış bir tasnifi benimserken yeni yaklaşımlar bu tasnifin tutarsızlıklarını ortaya koymaktadır. Cemal Kurnaz ve Halil Çeltik’in Divan Şiiri Şekil Bilgisi adlı eserinde örneklerle ortaya koyduğu bu yeni yaklaşımda, şiirlerin nazım şeklini belirlerken “vezin, kısalık-uzunluk, mahlas içerip içermeme, bestelenmek için yazılıp yazılmama ve muhteva” gibi hususların bir ölçüt olarak kullanılmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Yüzyıllar içinde oluşan bir geleneğin bir kenara bırakılarak nazım şekillerinin sadece “kafiye düzeni” ve “nazım birimi” ölçütlerine bakılarak adlandırılması, gazel, kaside ve musammatların -gelenekte kesin bir şekilde ayrı şekiller olarak görülmesine ve divanlarda ayrı başlıklar altında yer almasına rağmen-tek bir nazım şekli gibi gösterilmesi kendi içinde tutarlı olsa da sorunu çözen bir yaklaşım değildir. Nazım şekilleriyle ilgili değerlendirmeler yapılırken yenilik arayışındaki şairlerin nazım biçimlerinin kimi kurallarını bilinçli olarak ihlal edebileceği hususunu da göz önüne almak gerekir. Öte yandan kafiye düzeni ve nazım birimini görmezden gelip biçimle doğrudan ilgili olmayan hususları ön plana alarak yapılan adlandırmaların yanlışlığı ve tutarsızlığı ortadadır.
Jose Saramago'nun Körlük romanı üzerine bir deneme...
(An essay about the Jose Saramago's Blindn... more Jose Saramago'nun Körlük romanı üzerine bir deneme... (An essay about the Jose Saramago's Blindness)
Fuzûlî, aşkının büyüklüğünü, ayrılığın zorluğunu, sevgilinin güzelliğini ve eziyetlerini, İlahî... more Fuzûlî, aşkının büyüklüğünü, ayrılığın zorluğunu, sevgilinin güzelliğini ve eziyetlerini, İlahî aşkın cezbesini, kaba sofuların eleştirisini, yaşadığı devirden şikâyetini dile getirdiği şiirlerinde çeşitli vesilelerle tarihi ve mitolojik şahsiyetlere, peygamber kıssalarına, ayet ve hadislere, İslamî ve tasavvufî kavramlara göndermeler yaparak anlatım zenginliği yakalamıştır. Özellikle çeşitli devlet adamlarını övmek için yazdığı kırk dört kasidede peygamberlerden sıkça bahsetmiş, bu kasidelerin methiye bölümlerinde övdüğü kişiyi İran'ın efsanevî hükümdarlarıyla kıyaslayıp onlardan üstün tutmuştur.
Bayramlar, toplumu oluşturan bütün bireyler için geçmişten bugüne özel anlamlar atfedilen günlerd... more Bayramlar, toplumu oluşturan bütün bireyler için geçmişten bugüne özel anlamlar atfedilen günlerdir. Bu günlerde birçok geleneğin icra edildiği özel merasimler düzenlenir. Müslümanların Ramazan ve Kurban olmak üzere iki tane yıllık bayramları vardır. Bunlardan ilki Şevval ayının başından itibaren üç gün, ikincisi ise Zihhicce ayının onundan itibaren dört gün olarak kutlanır. Her ikisi de hicretin ikinci yılında bayram kılınmıştır. Hz. Peygamber'in bayramlarda yapılan folklorik gösterilere izin verdiği, Hazret-i Âişe ile birlikte bu gösterileri izlediği, bunun yanında Hz. Âişe'nin yanında cariyelerin def çalıp oynamalarına izin verdiği şeklinde rivayetler bulunmaktadır. Bu bayramlara ek olarak ilkbaharın başlangıcı münasebetiyle Nevrûz ve kışın başlangıcı olarak kabul edilen Mihrican bayramları da İslam toplumlarında kutlanmıştır.(Altunay, 2006, s.333) Kaşgarlı Mahmud kelimenin aslının "bedhrem" olduğunu, bu kelimeyi Oğuzların "beyrem" şekline dönüştürdüğünü ifade eder. Bayram yerinden ise çiçeklerle süslü, gönül açan bir mekân olarak bahseder. Hun Türklerinde ve Göktürklerde Gök Tanrı için kurban kesme merasimleri yapılmıştır. Göçebe Türk boyları için büyük meşakkatlerle geçen kış mevsiminin ardından gelen bahar bayram olarak kutlanmıştır. İslamiyet'in kabulünden sonra bu bayramlar Nevrûz olarak adlandırılsa da Türk bayramlarındaki bazı unsurlar ve yarışma türü eğlenceler İran bayramlarında bulunmamaktadır. Örneğin İran bayramlarında örsün üzerinde demir dövme ritüeli yoktur. (Koca, 2006, ss.1-12) Bayramların yanında eski Türklerde "sığır" adı verilen sürgün avları, "şölen" adı verilen genel kurban törenleri yapılırdı. Dini olmayan genel ziyafet ve eğlencelere ise "toy" adı verilirdi. Bu törenlerde kam, şaman, baksı, oyun, ozan adı verilen şâirlerce kopuz eşliğinde koşuklar okunurdu. Aşk, kahramanlık, baharın gelişi gibi temaların işlendiği koşuklar, insanlardaki neşe ve coşkuyu yansıtması, günlük hayat ile şiirin iç içeliği açısından önemlidir. Osmanlı Dönemi'nde Dîvan şâirleri, devlet büyüklerinin bayramlarını tebrik etmek maksadıyla "'îydiyye" olarak adlandırılan şiirler yazmışlar ve karşılığında 'Îdâne adı verilen hediyeler veya câizeler almışlardır. İlk örneklerini 15. yüzyılda gördüğümüz 'ıydiyyelerin sayısı 16. yüzyıldan itibaren önemli oranda artmıştır. Bayram günlerinde icra edilen eğlenceler, kutlamalar ve gelenekler bu şiirlerde yerini bulmuştur. Ramazan ve Kurban bayramlarının yanında Nevrûz bayramı da şairler için şiir yazma vesilesi olmuştur. Dîvan şiirindeki 'îydiyyelerin yanı sıra; Ramazan ayında davulcuların söyledikleri maniler, teravih namazlarında icra edilen ilahiler, sahur vakti minareden okunan temcitler de yaşanılan anın kutsiyetini hissettiren ve bu günleri özel kılan terennümlerdir.
Türk İslâm edebiyatında Kutadgu Bilig’den günümüze gelinceye kadar nasihat içerikli
pek çok edeb... more Türk İslâm edebiyatında Kutadgu Bilig’den günümüze gelinceye kadar nasihat içerikli pek çok edebî eser kaleme alınmıştır. “Din nasihattir.”, hadis-i şerifi mucibince yöneticileri, halkı yahut tarikat mensuplarını irşat etmek isteyen öncü şahsiyetler, nazmın gücünden yararlanma yoluna gitmişler; bu sayede yazdıkları eserlerin kalıcı olmasını amaç edinmişlerdir. Nasihat-nâme türünün son hacimli örneklerinden biri de Arapgirli Ali Baba Rûmî’nin 20. yüzyılın başında tamamladığı “Dürrü’l-Fu'âd ve’ş- Şeyhü’l-İrşâd” adlı eseridir. Eserde, manzum kısımların yanı sıra çeşitli kitaplardan iktibas edilmiş Türkçe ve Arapça mensur kısımlar da bulunmaktadır.Hacimli bir mesnevi olan Dürrü’l-Fu'âd, bünyesinde gazel, kaside, müfred gibi farklı nazım biçimleri ve hece ölçüsüne uygun manzumeler de barındırmaktadır. Adından anlaşıldığı üzere müritlerin irşat edilmesi maksadıyla yazılan eser; münacât, naat, medhiye, şathiye, elif-nâme türüne örnek teşkil edebilecek manzumeler de içermektedir. Eserin muhtevasını ibadet, zikir, enbiyaya, evliyaya ve imamlara hürmet etmek, Abdulkâdir Geylânî’nin (ö. 1166) nesebi, övgüsü, menkabeleri ve ona dil uzatanlara yergi, sapkın güruhların eleştirisi, tarikat silsilesi gibi hususlar oluşturmaktadır.
Asya ve Avrupa’nın kavşak noktasında konumlanan İstanbul, eşine az rastlanır bir coğrafi güzelliğ... more Asya ve Avrupa’nın kavşak noktasında konumlanan İstanbul, eşine az rastlanır bir coğrafi güzelliğe sahip olduğu gibi uzun bir geçmişe ve zengin bir tarihî mirasa da sahiptir. Şehrin sahip olduğu bu tarihî mirasın en önemli unsurlarından biri de Ayasofya’dır. Bugün olduğu gibi geçmişte de insanlar İstanbul ve Ayasofya’nın bina ediliş sürecini merak etmişler, tarihî bilgilerin eksik kaldığı noktalarda hayal güçlerini devreye sokarak çeşitli efsaneler üretmişlerdir. Bu makalede Millî Kütüphanede 06 Mil Yz 271 nolu cönkte yer alan İstanbul ve Ayasofya’nın bina edilişine dair efsaneler sadeleştirilmiş olarak ve çeviri yazı hâlinde verilmiştir. Böylece benzerlerine birçok yazılı kaynakta rastlanan İstanbul ve Ayasofya efsanelerinin bir cönkteki ifadesi ortaya konularak konuyla ilgili literatüre katkı sağlamak amaçlanmıştır.
ESTAD Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [Journal Of Old Turkish Literature Researches, 2021
Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin'in H. 10 Muharrem 61/M. 10 Ekim 680 tarihinde katledilmesi he... more Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin'in H. 10 Muharrem 61/M. 10 Ekim 680 tarihinde katledilmesi her Müslüman'ın kalbinde derin yaralar açmıştır. Bu hadise, İslâm ümmeti içinde, etkileri bugüne değin uzanan kimi ayrılıklar oluşturmuş lakin katliamdan duyulan derin üzüntü İslâm'ın bütün yorumlarında ortak bir duygu olarak varlığını korumuştur. Her büyük tarihî hadisede olduğu gibi Kerbelâ vakası da çeşitli boyutlarıyla edebî eserlere yansımış, İslâm milletlerinin edebiyatlarında Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin şehadetini konu alan çok sayıda edebî eser ortaya çıkmıştır. Bu ortak acı, Türk edebiyatında “Maktel, Muharremiyye, Kerbelâ Mersiyesi” gibi farklı isimlerle anılan manzumelere konu olmuş; muhtevası Kerbelâ hadisesi olan şiirler yazmak yüzyıllar içinde bir geleneğe dönüşmüştür. Bu geleneğin 19. yüzyıldaki temsilcilerinden biri de Encümen-i Şuarâ üyelerinden Mehmed Lebîb Efendi‟dir (ö. 1867). O, her yıl muharrem ayı geldiğinde Kerbelâ konulu mâtemnâmeler yazmayı ve bunları neşretmeyi âdet hâline getirmiş bir şairdir. Şairin samimi duygularla kaleme aldığı bu uzun manzumelerde, asıl amaç sanat yapmaktan ziyade Kerbelâ hadisesini yâd etmektir. Bu çalışmada ilk olarak tür ve müellifle ilgili genel bilgiler verilmiş, ardından Mehmed Lebîb Efendi‟nin H.1 Muharrem 1280/M.18 Haziran 1863 tarihinde neşrettiği Kerbelâ mersiyeleri biçim, muhteva ve dil özellikleri bakımından incelenmiştir. Çalışmanın sonunda metin, çeviri yazı hâlinde takdim edilmiştir.
Öz Walter Andrews (ö.2020), Şiirin Sesi Toplumun Şarkısı adlı eserinde Divan şiirinin toplumdan k... more Öz Walter Andrews (ö.2020), Şiirin Sesi Toplumun Şarkısı adlı eserinde Divan şiirinin toplumdan kopuk, soyut bir şiir olduğu şeklindeki klişe görüşleri sorgulamış ve Divan şiirinin kendisini üreten kültürle olan irtibatını ortaya koymuştur. Yazar, gazel incelemelerine dilbilimsel bir yaklaşım getirerek sözdizimin duygu değeri oluşturmadaki rolüne değinmiş, küçük bir örneklem üzerinden divan şiirinin kelime dağarcığını tasnif etmeye çalışmıştır. Uzun bir zaman dilimi boyunca anlam genişlemesine uğrayan kelimeleri "şiirsel kelimeler" olarak tanımlayan Andrews, divan şairlerinin sınırlı sayıdaki kelimeyle yakaladıkları anlam zenginliğini, Osmanlı toplumunun karmaşık yapısına uygun çok katmanlı okumalarla ilişkilendirmiştir. Böylece Divan şiirini sosyal hayatla bağlantısız gören Gibb'in görüşlerine de bir eleştiri getirmiştir. Ona göre herhangi bir şiirin niteliğini anlamaya başlamak için onun farklı perspektiflerden görülmesi gerekir. Andrews, Osmanlı toplum hayatını yansıtan anlam örüntülerini "tasavvufun ve dinin sesi, iktidar ve otoritenin sesi, duygunun sesi ve gazelin ekolojisi" başlıkları altında ortaya koymuştur. Bu çalışmada Walter Andrews'in gazel incelemeleri bağlamında ortaya koyduğu anlam örüntüleri ışığında Bâkî'nin Hazân Gazeli'ne bir yorum denemesinde bulunulacaktır. Giriş bölümünde Bâkî'nin Türk şiirindeki yeri çağdaşı Fuzûlî ile karşılaştırmalı olarak ele alınacak, Tanzimat'la birlikte başlayan Batılılaşma hareketlerinin bir sonucu olarak kültür hayatımızda oluşmaya başlayan Divan şiirine dair olumsuz algılara değinilecektir. Ana bölümde ise Hazân Gazeli'nde tespit edilen dört farklı anlam katmanı (ekolojik anlam katmanı, tasavvufi anlam katmanı, patrimonyal anlam katmanı, duygusal anlam katmanı), dört farklı söyleyici ile ilişkilendirilerek yorumlanmaya çalışılacaktır.
Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2020
Sezai Karakoç (d. 1933); şiirleri, düşünceleri ve yaşantısıyla 20. yy. Türk edebiyatında ve düşün... more Sezai Karakoç (d. 1933); şiirleri, düşünceleri ve yaşantısıyla 20. yy. Türk edebiyatında ve düşünce hayatında önemli bir yer edinmiştir. Şiirlerinde vahyi ve İslâmî unsurları yeni bir bakış açısıyla ele alan şair, kullandığı imgelerle yitirdiğimiz geleneksel değerleri çağımıza taşımayı başarmıştır. Onun şiirleri, kişisel yaşantısından izler taşıdığı gibi içinde yaşadığı toplumun bunalımlarına da bazı çözüm önerileri içerir. Şairin ilk dönem şiirlerinden olan ve beş bölümden oluşan "Köşe" şiiri de bunlardan biridir. "Köşe" şiiri; aşk ve medeniyet ekseninde ilerleyen zengin bir çağrışıma ve çok katmanlı bir anlam alanına sahiptir. Şiirin üçüncü bölümünde yer alan imgeler, bu bölümün bir naat olarak okunmasına olanak tanımaktadır. Bu çalışmada Sezai Karakoç'un hayatı ve edebî şahsiyeti değerlendirildikten sonra Köşe şiirinin üçüncü bölümüne dair bir yorum denemesinde bulunulacaktır.
Reddedilen kadın motifi, tarih boyunca birçok kültürün anlatılarında farklı bağlamlarda yer almış... more Reddedilen kadın motifi, tarih boyunca birçok kültürün anlatılarında farklı bağlamlarda yer almıştır. İnsanlığın ortak muhayyilesinde yer alan bu motif, evrensel bir hüviyete sahip olması hasebiyle kutsal kitaplara da konu olmuştur. Tevrat'ta şehvet düşkünü bir kadın olarak anılan, Kur'ân'da ise suçunu itiraf ettiği hâlde akıbetinden söz edilmeyen Potifar'ın/Azîz'in karısı, namıdiğer Züleyha, müfessirlerin ve anlatıcıların elinde etkin bir âşık kimliği kazanmıştır. Züleyha'nın aşkı, yüzyıllar boyunca mesnevi şairlerinin rağbet ettiği bir konu olmuş, 2000 sonrası Türk edebiyatında ise bu aşk yeni bir boyut kazanarak edebî anlatılardaki varlığını korumuştur. Benzerlerine farklı kültürlerin kadim anlatılarında rastlansa da çok yönlü ve tövbekar bir kadın olarak Züleyha, İslam coğrafyasında ortaya çıkan bir kahramandır. Bu makalede çeşitli kültürlere ait Antik Çağ anlatılarında yer alan reddedilen kadın motifi incelenecek, ardından Potifar'ın/Azîz'in karısının dinî literatürdeki yeri tahlil edilecek, sonrasında mesnevilerden günümüz romanına uzanan süreçte Züleyha'nın edebî anlatılarda yaşadığı dönüşüm incelenecektir.
Öz
Asaf Hâlet Çelebi, gerek şiirleriyle gerekse yaşam tarzıyla 20. yüzyıl Türk edebiyatının en s... more Öz Asaf Hâlet Çelebi, gerek şiirleriyle gerekse yaşam tarzıyla 20. yüzyıl Türk edebiyatının en sıra dışı şairlerinden biridir. Onun şiirlerini okuyanlar her ne kadar "tuhaf", "ayrıksı (eksantrik) ", "garip" gibi yakıştırmalar yapsalar da Çelebi, Anadolu'dan Hindistan'a uzanan geniş bir kültürel coğrafyaya dair kişisel okumalarından elde ettiklerini bilinçaltında dönüştürerek kendine özgü ve taklit edilmesi güç bir şiir tarzı oluşturmayı başarmıştır. Onun yoğun kültürel göndermeler ve yer yer gerçeküstücü ögeler içeren şiirlerinin anlaşılabilmesi okuyucunun belirli bir çabasını gerektirmektedir. Şair kimliğinin yanı sıra araştırmacı bir kişiliğe de sahip olan Çelebi, bildiği yabancı dillerin sağladığı imkânla edebî çeviri ve inceleme türünde önemli eserlere imza atmıştır. Okuma ve araştırma sürecinde edindiği çeşitli bilgileri de farklı görünümlerle şiirlerine yansıtmıştır. Bu durum onun şiirlerinin anlaşılmasında metinlerarası bir okumanın önemini ortaya koymaktadır. Alt metinlerden gelen unsurların Çelebi'nin şiirinde yaşadığı dönüşümün incelenmesi şiirlerin çözümlenmesi adına önem arz etmektedir. Bu çalışmanın amacı, şairin bir sanatçı olarak portresini ortaya koymak ve metinlerarası ilişkiler kuramından yararlanarak Asaf Hâlet Çelebi'nin Kunâla adlı şiirinin anlam boyutuna yeni bir yaklaşım sunmaktır. Abstract Asaf Hâlet Çelebi is one of the most extraordinary poets of the 20th century Turkish literature with his poems and lifestyle. Çelebi has succeeded in creating a unique and inimitable style of poetry by transforming what he has acquired from his personal readings of a vast cultural geography which span from Anatolia to India.
Uploads
olmasını amaç edinmişlerdir. Nasihat-nâme türünün son hacimli örneklerinden biri de Arapgirli Ali Baba Rûmî’nin 20. yüzyılın başında tamamladığı “Dürrü’l-Fu'âd ve’ş- Şeyhü’l-İrşâd” adlı eseridir. Eserde, manzum kısımların yanı sıra çeşitli kitaplardan iktibas edilmiş Türkçe ve Arapça mensur kısımlar dabulunmaktadır.Hacimli bir mesnevi olan Dürrü’l-Fu'âd, bünyesinde gazel, kaside, müfred gibi farklı nazım biçimleri ve hece ölçüsüne uygun manzumeler de barındırmaktadır. Adından anlaşıldığı üzere müritlerin irşat edilmesi maksadıyla yazılan eser; münacât, naat, medhiye, şathiye, elif-nâme türüne örnek teşkil edebilecek manzumeler de içermektedir. Eserin muhtevasını ibadet, zikir, enbiyaya, evliyaya ve imamlara hürmet etmek, Abdulkâdir Geylânî’nin (ö. 1166) nesebi, övgüsü, menkabeleri ve ona dil uzatanlara yergi, sapkın güruhların eleştirisi, tarikat silsilesi gibi hususlar oluşturmaktadır.
Safâyî’nin 1720 yılında tamamladığı ve Damat İbrahim Paşa’ya takdim ettiği Nuhbetü’l-âsâr min Fevâidi’l-eş’âr, Tezkire-i Rızâ’ya (y. 1640) zeyil olarak yazılmıştır. Eser, bir ön söz, on sekiz takriz, alfabe sırasına göre tertip edilmiş 484 şaire ait bilgilerden ve bir hatime kısmından oluşmaktadır. Başında yer alan takrizlerden dolayı diğer tezkirelerden şekil olarak ayrılan eserde, şairlerin hayatları hakkında geniş bilgiler verilmiş, edebî şahsiyetleri hakkında isabetli değerlendirmelerde bulunulmuş, dönemin sosyal, kültürel, edebî hayatını yansıtan bilgilere yer verilmiştir.
(An essay about the Jose Saramago's Blindness)
pek çok edebî eser kaleme alınmıştır. “Din nasihattir.”, hadis-i şerifi mucibince
yöneticileri, halkı yahut tarikat mensuplarını irşat etmek isteyen öncü şahsiyetler,
nazmın gücünden yararlanma yoluna gitmişler; bu sayede yazdıkları eserlerin kalıcı
olmasını amaç edinmişlerdir. Nasihat-nâme türünün son hacimli örneklerinden biri de
Arapgirli Ali Baba Rûmî’nin 20. yüzyılın başında tamamladığı “Dürrü’l-Fu'âd ve’ş-
Şeyhü’l-İrşâd” adlı eseridir. Eserde, manzum kısımların yanı sıra çeşitli kitaplardan iktibas edilmiş Türkçe ve Arapça mensur kısımlar da bulunmaktadır.Hacimli bir mesnevi olan Dürrü’l-Fu'âd, bünyesinde gazel, kaside, müfred gibi farklı
nazım biçimleri ve hece ölçüsüne uygun manzumeler de barındırmaktadır. Adından
anlaşıldığı üzere müritlerin irşat edilmesi maksadıyla yazılan eser; münacât, naat, medhiye, şathiye, elif-nâme türüne örnek teşkil edebilecek manzumeler de
içermektedir. Eserin muhtevasını ibadet, zikir, enbiyaya, evliyaya ve imamlara hürmet etmek, Abdulkâdir Geylânî’nin (ö. 1166) nesebi, övgüsü, menkabeleri ve ona dil uzatanlara yergi, sapkın güruhların eleştirisi, tarikat silsilesi gibi hususlar oluşturmaktadır.
olmasını amaç edinmişlerdir. Nasihat-nâme türünün son hacimli örneklerinden biri de Arapgirli Ali Baba Rûmî’nin 20. yüzyılın başında tamamladığı “Dürrü’l-Fu'âd ve’ş- Şeyhü’l-İrşâd” adlı eseridir. Eserde, manzum kısımların yanı sıra çeşitli kitaplardan iktibas edilmiş Türkçe ve Arapça mensur kısımlar dabulunmaktadır.Hacimli bir mesnevi olan Dürrü’l-Fu'âd, bünyesinde gazel, kaside, müfred gibi farklı nazım biçimleri ve hece ölçüsüne uygun manzumeler de barındırmaktadır. Adından anlaşıldığı üzere müritlerin irşat edilmesi maksadıyla yazılan eser; münacât, naat, medhiye, şathiye, elif-nâme türüne örnek teşkil edebilecek manzumeler de içermektedir. Eserin muhtevasını ibadet, zikir, enbiyaya, evliyaya ve imamlara hürmet etmek, Abdulkâdir Geylânî’nin (ö. 1166) nesebi, övgüsü, menkabeleri ve ona dil uzatanlara yergi, sapkın güruhların eleştirisi, tarikat silsilesi gibi hususlar oluşturmaktadır.
Safâyî’nin 1720 yılında tamamladığı ve Damat İbrahim Paşa’ya takdim ettiği Nuhbetü’l-âsâr min Fevâidi’l-eş’âr, Tezkire-i Rızâ’ya (y. 1640) zeyil olarak yazılmıştır. Eser, bir ön söz, on sekiz takriz, alfabe sırasına göre tertip edilmiş 484 şaire ait bilgilerden ve bir hatime kısmından oluşmaktadır. Başında yer alan takrizlerden dolayı diğer tezkirelerden şekil olarak ayrılan eserde, şairlerin hayatları hakkında geniş bilgiler verilmiş, edebî şahsiyetleri hakkında isabetli değerlendirmelerde bulunulmuş, dönemin sosyal, kültürel, edebî hayatını yansıtan bilgilere yer verilmiştir.
(An essay about the Jose Saramago's Blindness)
pek çok edebî eser kaleme alınmıştır. “Din nasihattir.”, hadis-i şerifi mucibince
yöneticileri, halkı yahut tarikat mensuplarını irşat etmek isteyen öncü şahsiyetler,
nazmın gücünden yararlanma yoluna gitmişler; bu sayede yazdıkları eserlerin kalıcı
olmasını amaç edinmişlerdir. Nasihat-nâme türünün son hacimli örneklerinden biri de
Arapgirli Ali Baba Rûmî’nin 20. yüzyılın başında tamamladığı “Dürrü’l-Fu'âd ve’ş-
Şeyhü’l-İrşâd” adlı eseridir. Eserde, manzum kısımların yanı sıra çeşitli kitaplardan iktibas edilmiş Türkçe ve Arapça mensur kısımlar da bulunmaktadır.Hacimli bir mesnevi olan Dürrü’l-Fu'âd, bünyesinde gazel, kaside, müfred gibi farklı
nazım biçimleri ve hece ölçüsüne uygun manzumeler de barındırmaktadır. Adından
anlaşıldığı üzere müritlerin irşat edilmesi maksadıyla yazılan eser; münacât, naat, medhiye, şathiye, elif-nâme türüne örnek teşkil edebilecek manzumeler de
içermektedir. Eserin muhtevasını ibadet, zikir, enbiyaya, evliyaya ve imamlara hürmet etmek, Abdulkâdir Geylânî’nin (ö. 1166) nesebi, övgüsü, menkabeleri ve ona dil uzatanlara yergi, sapkın güruhların eleştirisi, tarikat silsilesi gibi hususlar oluşturmaktadır.
geçmişe ve zengin bir tarihî mirasa da sahiptir. Şehrin sahip olduğu bu tarihî mirasın en önemli unsurlarından biri de
Ayasofya’dır. Bugün olduğu gibi geçmişte de insanlar İstanbul ve Ayasofya’nın bina ediliş sürecini merak etmişler, tarihî
bilgilerin eksik kaldığı noktalarda hayal güçlerini devreye sokarak çeşitli efsaneler üretmişlerdir. Bu makalede Millî
Kütüphanede 06 Mil Yz 271 nolu cönkte yer alan İstanbul ve Ayasofya’nın bina edilişine dair efsaneler sadeleştirilmiş olarak
ve çeviri yazı hâlinde verilmiştir. Böylece benzerlerine birçok yazılı kaynakta rastlanan İstanbul ve Ayasofya efsanelerinin bir cönkteki ifadesi ortaya konularak konuyla ilgili literatüre katkı sağlamak amaçlanmıştır.
Asaf Hâlet Çelebi, gerek şiirleriyle gerekse yaşam tarzıyla 20. yüzyıl Türk edebiyatının en sıra dışı şairlerinden biridir. Onun şiirlerini okuyanlar her ne kadar "tuhaf", "ayrıksı (eksantrik) ", "garip" gibi yakıştırmalar yapsalar da Çelebi, Anadolu'dan Hindistan'a uzanan geniş bir kültürel coğrafyaya dair kişisel okumalarından elde ettiklerini bilinçaltında dönüştürerek kendine özgü ve taklit edilmesi güç bir şiir tarzı oluşturmayı başarmıştır. Onun yoğun kültürel göndermeler ve yer yer gerçeküstücü ögeler içeren şiirlerinin anlaşılabilmesi okuyucunun belirli bir çabasını gerektirmektedir. Şair kimliğinin yanı sıra araştırmacı bir kişiliğe de sahip olan Çelebi, bildiği yabancı dillerin sağladığı imkânla edebî çeviri ve inceleme türünde önemli eserlere imza atmıştır. Okuma ve araştırma sürecinde edindiği çeşitli bilgileri de farklı görünümlerle şiirlerine yansıtmıştır. Bu durum onun şiirlerinin anlaşılmasında metinlerarası bir okumanın önemini ortaya koymaktadır. Alt metinlerden gelen unsurların Çelebi'nin şiirinde yaşadığı dönüşümün incelenmesi şiirlerin çözümlenmesi adına önem arz etmektedir. Bu çalışmanın amacı, şairin bir sanatçı olarak portresini ortaya koymak ve metinlerarası ilişkiler kuramından yararlanarak Asaf Hâlet Çelebi'nin Kunâla adlı şiirinin anlam boyutuna yeni bir yaklaşım sunmaktır.
Abstract
Asaf Hâlet Çelebi is one of the most extraordinary poets of the 20th century Turkish literature with his poems and lifestyle. Çelebi has succeeded in creating a unique and inimitable style of poetry by transforming what he has acquired from his personal readings of a vast cultural geography which span from Anatolia to India.