I was born in 1956, Manisa/Turgutlu. I graduated form University Of Ankara / Turkish Language and Literature in1980.My main area is Classical Turkish Literature.
Şeyh Galib'in "bana" redifli gazelinde "mihr-i sadef" (sadef güneşi) ve "tuti-i zenbur (arı kuşu)... more Şeyh Galib'in "bana" redifli gazelinde "mihr-i sadef" (sadef güneşi) ve "tuti-i zenbur (arı kuşu) tamlamalarına değişik anlamlar verilmiş ve böyle yapılarak beyitler anlaşılmaz hale getirilmiştir. Bu tamlamalardan "sadef güneşi" sadef'in üzerindeki şekillerin güneş ışınlarına benzemesinden dolayı bu şekilde ifade edilmiştir. Nitekim dünyaca ünlü Shell petrol şirketinin amblemi de sadef'ten ilham alınarak yapışmıştır. Bu şeklin Nişabur sabahı ile ilişkilendirilmesi, güneş ışınlarının Nişabur'da zaman zaman dikkat çekecek şekilde yelpaze şeklinde huzmeler şeklinde olması sebebiyledir. "Arı kuşu" da "geveze papağan" anlamında değil, renkli ve arıyla beslenen bir kuş olan "meropidae familyasından bir kuştur. *** In Şeyh Galib's ghazal with the rhyme "bana", the phrases "mihr-i sadef" (sun of sadef) and "tuti-i zenbur (bee bird) were given different meanings, and by doing so the couplets were made incomprehensible. Among these phrases, "sun of sadef" means sadef. It is expressed in this way because the shapes on it resemble sun rays. As a matter of fact, the emblem of the world-famous Shell oil company was inspired by Sadef. This shape is associated with the Nishapur morning because the sun rays are in the form of fan-shaped beams in Nishapur from time to time, which attracts attention. "Bee-eater" does not mean "chattering parrot", but is a bird from the "meropidae family", which is a colorful bird that feeds on bees.
Baki'nin "görsünler" gazelindeki "musikar kelimesi, 1990 yılından beri hep "kuş" olarak anlaşılmı... more Baki'nin "görsünler" gazelindeki "musikar kelimesi, 1990 yılından beri hep "kuş" olarak anlaşılmıştır. Oysa hu kelime bir müzik aletidir ve batı dillerindeki adı "pan flüt"tür.
***
The word "musikar" in Baki's ghazal "Let them see" has always been understood as "bird" since 1990. However, this word is a musical instrument and its name in western languages is "pan flute".
Ali Akbaş (4 Eylül 1942), 20. ve 21. yüzyıl Türk şairlerindendir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat ... more Ali Akbaş (4 Eylül 1942), 20. ve 21. yüzyıl Türk şairlerindendir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olup edebiyat tahsili yaptıktan sonra şair olan ender insanlardan biridir. Ali Akbaş, şiirde ses, ritm ve anlam konusunda son derece hassas ve saf şiirin oluşumu için gayret gösteren bir şairdir. Şiirlerinde Anadolu insanının saf ve duygusal taraflarını ele alır. Coğrafya onun metinlerinde şiirleşir. Ali Akbaş öbür taraftan Türk dünyası için de duyarlılıklar taşıyan bir şairdir. Azerbaycan, Balkanlar, Kerkük, Orta Asya Türklüğünün insani derinliğini ve hüzünlerini de şiirleştiren bir edebi şahsiyet olarak Ali Akbaş devrine, geniş coğrafyasıyla mühür vuran bir şairdir. Onunla 1977 yılında Ankara'da tanıştık ve çıkardığımız dergilerde yazılar yazdık. Ülkü Pınarı, Divan ve Doğuş Edebiyat dergilerini beraber çıkardık. Ali Akbaş poetikasını "Söğüt ve Serçe" adlı denemesinde yazmış ve bozkırın sesini yansıtacağını ifade etmiştir. *** Ali Akbaş (4 September 1942) is one of the 20th and 21st century Turkish poets. He is one of the rare people who graduated from Istanbul University Faculty of Letters and became a poet after studying literature. Ali Akbaş is a poet who is extremely sensitive about sound, rhythm and meaning in poetry and strives to create pure poetry. In his poems, he deals with the pure and emotional sides of Anatolian people. Geography becomes poetic in his texts. On the other hand, Ali Akbaş is a poet who also has sensitivities for the Turkish world. As a literary figure who poetized the human depth and sadness of Azerbaijan, the Balkans, Kirkuk and Central Asian Turks, Ali Akbaş is a poet who left his mark on his era with his wide geography. We met him in Ankara in 1977 and wrote articles in the magazines we published. We published Ülkü Pınarı, Divan and Doğuş Literature magazines together. Ali Akbaş wrote his poetics in his essay "Willow and Sparrow" and stated that it would reflect the voice of the steppe.
KÜLTÜR VE EDEBİYAT MAHFİLLERİNDE YEŞERMEK
Edebiyat mahfilleri, edebiyatın seraları gibidir. İnsa... more KÜLTÜR VE EDEBİYAT MAHFİLLERİNDE YEŞERMEK
Edebiyat mahfilleri, edebiyatın seraları gibidir. İnsanlar bu mahfillerde usta da olsalar, acemi de olsalar, kendilerini geliştirirler. Bu mahfillerde edebî türlerin gelişimi, ustalardan örneklerden, yazılan metinlerin eleştirisine kadar her şey konuşulur. Bu mahfillerde tabiri caizse, edebiyat sanatçısı yetişir. Bu yazımda içinde bulunduğum ve bizzat oluşturduğum edebî mahfilleri ele aldım. Ankara, Elazığ, İstanbul ve Muğla’da içinde bulunduğum edebî mahfillerdeki gelişmeleri yazdım. Şunu gördüm ki, nitelikli insanların bir araya gelmesiyle taşra engeli aşılıp büyük merkezlerdeki gibi edebiyat mahfilleri oluşturulabiliyormuş ve bu mahfillerle edebî kültür taşrada da oluşturulabiliyormuş. Ayrıca şu da açıktır ki edebî mahfiller dergi etrafında veya kitapçı dükkanlarında oluşmuş. **** GROWING IN CULTURE AND LITERATURE ASSEMBLY Literary gatherings are like greenhouses of literature. People improve themselves in these gatherings, whether they are masters or novices. In these gatherings, everything from the development of literary genres, from masters to examples to criticism of written texts is discussed. In these mahfils, so to speak, literary artists grow up. In this article, I dealt with the literary gatherings that I was in and created myself. I wrote about the developments in the literary gatherings in Ankara, Elazig, Istanbul and Muğla. I saw that when qualified people come together, the provincial barrier can be overcome and literary circles can be formed like in big centers, and with these circles literary culture can be created in the provinces as well. It is also clear that literary gatherings were formed around magazines or in bookstores.
NECİP FAZIL’IN “ÇİLE” ŞİİRİNDE GROTESK UNSURLAR
“Gortesk” kelimesi İtalyanca “mağara” demek olan... more NECİP FAZIL’IN “ÇİLE” ŞİİRİNDE GROTESK UNSURLAR
“Gortesk” kelimesi İtalyanca “mağara” demek olan “grotta”dan geliyor. Bir arkeolojik kazıda ortaya çıkan evde mağaraya benzeyen yerlerin duvarlarındaki tuhaf resimler için “mağaradan” anlamında “grottesca” türetilmiş. Fransızca ve İngilizce’ye de buradan geçerek “grotesque” şeklini almış. Muhtemelen Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiştir. “Grotesk” tabiri tanımlanırken “tuhaf, absürt, garip, çarpık, çılgınca, fantastik, çirkin, iğrenç, ürkütücü, uyumsuz, kurallara ve dengeye uymamak, korkunç, tuhaflığın estetiği” gibi ifadeler kullanılmıştır. Romantikler, “gülünç çirkinlik” şeklinde tarif etmişler. V. Hugo ise Cromwell önsözünde grotesk’i “insanlardaki hayvan özelliklerinin sembolü olarak ve insandaki tanrısal yan olan “yücelik”in zıddı olarak görmüş. Grotesk konusunda en ağır basan ifade “uyumsuzluk, fantastik olmak, çirkinlik ve ürkütücü olmak”tır. Yani, bir unsur veya ifade, bulunduğu ortamda uyumsuz olacak; çirkinlik taşıyacak ve okuyanı irkiltip ürkütecek ve belki de iğrendirecek. Bu tespitler çerçevesinde, Fransız şiirinden etkilenen şairlerimizden biri olan Necip Fazıl Kısakürek’in “Çile” şiirinde grotesk unsur olarak “boşluğu ense kökünde gezdiren adam, ihtiyar bacı (cadı), burnun yokun burnuna değmesi, öz ağzından kafa tasını kusmak, ensenin örsünde demir balyoz, kanlı şafak, körlüğün yetişmesi, takma gözde cam olması, sıcak yarada kezzap, beyin zarında sülük, rüyada içilen cinnet, karınca sarayı kupkuru kelle, nokta nokta ruhu sokan akrep” gibi unsurlar imgelem yapmak için yer alır. Necip Fazıl diğer şiirlerinde de sık sık grotesk unsurlara başvurur. Bunu yapmaktaki amacı, şiir imgelemine, o güne kadar kullanılmayan ve Türk şiiri için bir özgünlük olarak yeni bir ufuk açmaktır. *** GROTESQUE ELEMENTS IN NECIP FAZIL'S POEM "ÇİLE"
The word “Gortesque” comes from the Italian word “grotta”, which means “cave”. The word "grottesca", meaning "from the cave", is derived for the strange paintings on the walls of cave-like places in the house, which were unearthed in an archaeological excavation. From here it passed into French and English and took the form of "grotesque". It probably passed into Turkish from French. While defining the term “grotesque”, expressions such as “weird, absurd, strange, distorted, crazy, fantastic, ugly, disgusting, frightening, incompatible, not obeying rules and balance, terrible, aesthetics of weirdness” were used. Romantics described it as "ridiculous ugliness". V. Hugo, in his Cromwell preface, saw the grotesque "as a symbol of human animal traits and as the opposite of "sublime", the divine side of man. The most dominant expression about grotesque is "being incongruous, being fantastic, being ugly and frightening". That is, an element or expression will be incompatible in its environment; It will carry ugliness and will startle, horrify and perhaps disgust the reader. Within the framework of these determinations, the grotesque element in Necip Fazıl Kısakürek's poem "Çile", one of our poets influenced by French poetry, is "the man who walks the space at the root of the neck, the old sister (witch), the touch of the nose to the nose, vomiting the skull from his own mouth, the iron sledgehammer on the anvil of the neck. Elements such as “the bloody dawn, the growth of blindness, the presence of glass in the false eye, the ecstasy in the hot wound, the leech in the cerebral cortex, the insanity drunk in the dream, the dry head of the ant palace, the scorpion that bites the soul point by point” take place for imagination. Necip Fazıl often uses grotesque elements in his other poems. His aim in doing this is to open a new horizon for poetic imagination, which has not been used until then and as an originality for Turkish poetry.
Bir >Dünya Yazarı Ömer Seyfeddin Sempozyumu Bildirileri, 2011
ÖMER SEYFEDDİN’İN HİKAYELERİNDEN GELENEKSEL ANLATININ DÖNÜŞÜMÜ
Ömer Seyfeddin (1884-1920), moder... more ÖMER SEYFEDDİN’İN HİKAYELERİNDEN GELENEKSEL ANLATININ DÖNÜŞÜMÜ
Ömer Seyfeddin (1884-1920), modern Türk hikayeciliğinin öncü şahsiyetlerinden biridir. O, kendi kurgulaması hikayeler kadar, Osmanlı dönemi monark metinlerinde geçen hikayeleri de modernhikaye tarzında yeniden kurgulayan bir şahsiyettir. Monark metinlerinin toplumsal fonksiyonuna, modern hikâyelerde bireysel etkiyi de ekleyen Ömer Seyfeddin, Pembe İncili Kaftan, Başını Vermeyen Şehit, Ferman, Vire, Kütük gibi hikayelerinde, monark metinlerini, modern hikayeye dönüştürerek, geleneksel metinlerden modern metinler elde etmenin başarısını göstermiştir.
***
TRANSFORMATION OF TRADITIONAL NARRATIVE FROM ÖMER SEYFEDDIN'S STORIES
Ömer Seyfeddin (1884-1920) is one of the leading figures of modern Turkish storytelling. He is a person who reconstructs the stories in the Ottoman period monarch texts in the style of modern stories, as well as the stories he has fictionalized. Ömer Seyfeddin, who added the individual effect in modern stories to the social function of the monarch texts, showed the success of obtaining modern texts from traditional texts by transforming monarch texts into modern stories in his stories such as Pink Bible Kaftan, Headless Martyr, Ferman, Vire and Kütük.
Klasik Türk şiiri estetiğinin 6 temel ögesi vardır: anlam, üslup, kelime, tür-şekil, ritm ve ahen... more Klasik Türk şiiri estetiğinin 6 temel ögesi vardır: anlam, üslup, kelime, tür-şekil, ritm ve ahenk. Şiirlerde bu 6 unsur, merkezdeki "anlam" ile bir pentagram oluşturur ve hem merkezle hem de kendi aralarında eşit mesafede bir oluş sergilerler. Eşit mesafe anlayışı değiştiği zaman şiirin estetik yapısı zayıflar. 6'lı pentagram, Leonardo Da Vinci'nin insanda şekillenen pentagramik oransal yapıyı da gösterir. *** Classical Turkish poetry aesthetics has 6 basic elements: meaning, style, word, genre-form, rhythm and harmony. In poems, these 6 elements form a pentagram with the "meaning" in the center, and they exhibit a being at an equal distance from both the center and each other. When the understanding of equal distance changes, the aesthetic structure of the poem weakens. The 6-pointed pentagram also shows Leonardo Da Vinci's pentagram proportional structure shaped in man. ***
Türk yazar Bahaeddin Özkişi (1928-1975)’nin Passionya Buluntuları hikayesi, arkeolojik dönem üzer... more Türk yazar Bahaeddin Özkişi (1928-1975)’nin Passionya Buluntuları hikayesi, arkeolojik dönem üzerinden mıodern zamanlar eleştirisinin yapıldığı bir metindir. Yazar metnin de çoğu zaman ironik ama arada trajik bir üslup kullanarak, okuyucuyu gülmek ve üzülmek arasında gidip gelen bir duyguya sevketmiştir. *** Turk writer Bahaeddin Özkisi (1928-1975)'s Passionia Finds story is a text in which modern times are criticized over the archaeological period. The author used an ironic but occasionally tragic style in the text, leading the reader to a feeling that oscillates between laughter and sadness.
Bütün dillerde kelime üretmeler, soyut veya somut madde ve kavramlara soru sorarak oluşur. Bir k... more Bütün dillerde kelime üretmeler, soyut veya somut madde ve kavramlara soru sorarak oluşur. Bir kültür, eşyaya soru sormuyorsa, kelime üretemez. Bazen de kültürler, mevcut kelimeleri bir araya getirerek veya mevcut kelimeye ekler getirerek, kamları ve madde adlarını karşılarlar; bu da bir yoldu anca tamlama ve kelime türetme, dildeki mevcudun tüketilmesidir. Eşyaya soru soran bir zihniyet, sorusuna cevap alır ve bu da kelimeyle olur. Ne kasar çok soru sorulursa, o kadar çok cevap alınır ve o dilde kelime hazinesi o kadar geniş olur. Kısaca söylemek gerekirse, mesele dil meselesi değil, soru sırma zihniyetinin güçlü olup olmadığıdır. **** In all languages, word generation occurs by asking questions to abstract or concrete substances and concepts. A culture cannot produce words if it does not question things. Sometimes cultures meet cams and item names by combining existing words or adding suffixes to existing words; this was also a way, but the phrase and word derivation is the consumption of the language. A mindset that asks questions about things gets an answer, and that comes with words. The more questions you ask, the more answers you get and the wider your vocabulary in that language. In short, it is not a question of language, it is a question of whether the mindset is strong.
Behçet Necatigil’in Sokakları
Behçet Nacatigil, 20. Yüzyıl türk şiirinde insanî duyarlılığı deri... more Behçet Necatigil’in Sokakları Behçet Nacatigil, 20. Yüzyıl türk şiirinde insanî duyarlılığı derin bir şekilde işleyen bir şairdir. İnsanın besleyen sosyal zeminlerden birisi olan sokak, onun şiirlerinde başta insan olmak üzere pek çok açıdan yer alır. Belki de Türk şiirinde sokağı onun kadar işleyen başka bir şair yoktur. Necatigil’in sokaklara verdiği önemin onun flanör/düşünürgezer olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Bu yazı, Necatigil’in sokaklara bakışı ve onları yorumlayışı konusuna dikkat çekme mahiyetindedir. Üzerinde daha geniş çalışmalar yapılmalıdır. ***
Behçet Nacatigil is a poet who deeply deals with human sensitivity in 20th century Turkish poetry. The street, which is one of the social grounds that feeds people, takes place in many aspects, especially human, in his poems. Perhaps there is no other poet in Turkish poetry who treats the street as much as he does. It can be said that the importance Necatigil gives to the streets stems from his being a flaner/thinker. This article is intended to draw attention to Necatigil's view of the streets and his interpretation of them. More extensive work should be done on it.
Klasik Türk edebiyatı, Osmanlı dönemi edebiyatıdır. BU edebî gelenekte şiir eleştirisi tezkireler... more Klasik Türk edebiyatı, Osmanlı dönemi edebiyatıdır. BU edebî gelenekte şiir eleştirisi tezkirelerde ve gazel, kaside ve kıt'alarda yapılmıştır. Tezkirelerdeki eleştiriler, şiirin imge kurgulamasına dairdir. Şairlerin imge kurgulamasının doğru veya yanlış olduğu konusu üzerinde durulmuştur. Mesela şair metaforik anlatımla göz ve nergisi ilişkilendirir ama kulak ile sünbülü ilişkilendirirse bunda bir kusur olduğu; kulağın şekil açısından gül ile ilişkilendirilmesi gerektiğini söyler. Tezkirelerde bazı şairlerin yaptığı imgelemi, başka şairlerin nasıl yaptığının tespit edildiği de görülür. Ayrıca beğenme, beğenmeme ve edebî eleştiri terimi olacak ifadeler de kullanılmıştır. "âb-dâr, hayal-engiz, sâde, rekîk/tutuk, edası hoş" gibi ifadelerle şiirin değerlendirildiği görülür *** Classical Turkish literature is the literature of the Ottoman period. In this literary tradition, poetry criticism has been made in tezkires and ghazals, eulogies and stanzas. The criticisms in the tezkires are about the image construction of the poem. It is emphasized that the poets' image construction is right or wrong. For example, if the poet associates the eye and the narcissus with the metaphorical expression, but if he associates the ear with the hyacinth, there is a flaw in this; says that the ear should be associated with the rose in terms of shape. It is also seen that the imagination made by some poets in the tezkires is determined by how other poets do it. In addition, the terms like, dislike and literary criticism were also used. It is seen that poetry is evaluated with expressions such as "original, dreamy, simple, rekîk/tutuk, faltering".
Ahmed Midhat Efendi (1844-1912) batılılaşma dönemi Türk edebiyatının en önemli isimlerinden birid... more Ahmed Midhat Efendi (1844-1912) batılılaşma dönemi Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biridir. Batı edebiyatını bilen ve Türk edebiyatına batı edebiyatı özelliklerini kazandırmaya çalışmıştır. Özellikle Fransız edebiyatını iyi takip etmiş ve oradan uyarlamalar yapmıştır. Fakat nesir dili itibariyle daha çok klasik nesir (inşa) üslubunu kullanmıştır. Metinlerinde klasik gelenekteki teknik yapı (sebeb-i telif, agaz-ı dastan)'yı kullanması dikkati çeker. Mektupla anlatma, meddah tekniği, tiyatro tekniği ve dönüştürme gibi tekniklerle kurulan metinlerden oluşan Letaif-i Rivayat, Osmanlı nesir geleneğinin son dönemlerini yansıtır. *** Ahmed Midhat Efendi (1844-1912) is one of the most important names of Turkish literature in the westernization period. He knew western literature and tried to bring western literature features to Turkish literature. He especially followed the French literature well and made adaptations from there. However, in terms of prose language, he mostly used the classical prose (inşâ) style. It is noteworthy that he uses the technical structure (reason for writing, the beginning of epic/story) in the classical tradition in his texts. Letaif-i Rivayat, which consists of texts established with techniques such as narration by letter, meditating technique, theater technique and transformation, reflects the last periods of the Ottoman prose tradition.
Yunus Emre ve Dünya Dili Türkçe Bilgi Şöleni (7-9 mayıs 2021), 2021
Yunus Emre (1238-1320/21), tasavvufi şiirler söyleyen bir şair olarak batı Türkçesinde ilk lirik ... more Yunus Emre (1238-1320/21), tasavvufi şiirler söyleyen bir şair olarak batı Türkçesinde ilk lirik şiirleri söyleyen şairlerin başında gelir. 9. yüzyılda Müslüman olan Türklerin dini bilgileri daha çok kelam ve fıkıh dili iken Yunus Emre bu dili şiir diline yükselten bir şairdir. Daha çok tebliğ dilinin egemen olduğu çağlarda Yunus Emre'nin aynı dini konuları lirik bir dille anlatması ve topluma mal etmesi, büyük bir başarıdır.
***
Yunus Emre (1238-1320/21) is one of the poets who sang the first lyric poems in western Turkish as a poet who recited mystical poems. While the religious knowledge of the Turks who became Muslims in the 9th century was mostly the language of kalam and fiqh, Yunus Emre is a poet who raised this language to the language of poetry. It is a great success that Yunus Emre narrated the same religious issues in a lyrical language and appropriated them to the society in the times when the language of teaching was dominant.
I. Türk Edebiyatında İstanbul Sempozyumu Bildiri Kitabı, 2009
Fatih Sultan Mehmet, 29 mayıs 1453 günü İstanbul'u fethetti. Fetih devrinde halkın tamamına yakın... more Fatih Sultan Mehmet, 29 mayıs 1453 günü İstanbul'u fethetti. Fetih devrinde halkın tamamına yakını gayr-ı Müslim idi; daha sonraki yüz yıllarda Müslüman halk Fatih-Eminönü taraflarında, gayr-ı Müslim halk ise Galata taraflarında yoğunluktaydı. Fatih kendi zamanında daha çok Eminönü, Fatih taraflarını İstanbul olarak görüyor, Galata'yı ayrı bir oluşum şeklinde kabul ediyordu. Anlaşılan gayr-ı Müslim güzellerden birini görünce, onu Galata taraflarının, kendisini de İstanbul'un sultanı gibi görüp fethettiği her yeri ona bağışlıyordu. Torunu Yavuz Sultan Selim de gözleri ceylan gözüne benzeyen bir dilber karşısında zebun olan bir sevgi gösterisinde bulunuyordu. BU tür davranışlar güzellik karşısında hükümdarâne bir davranış olarak tanımlanmalıdır *** Fatih Sultan Mehmet conquered Istanbul on 29 May 1453. During the conquest, almost all of the people were non-Muslims; In the following centuries, the Muslim population was concentrated around Fatih-Eminönü, and the non-Muslim population was concentrated in Galata. In his own time, Fatih mostly saw Eminönü and Fatih as Istanbul, and regarded Galata as a separate entity. Apparently, when he saw one of the non-Muslim beauties, he was donating all the places he conquered, considering him as the sultan of Galata and himself as the sultan of Istanbul. His grandson, Yavuz Sultan Selim, was also showing a zebun love in front of a belle who had eyes like a gazelle. Such behavior should be defined as a sovereign behavior in the face of beauty.
Şeyh Galib'in "bana" redifli gazelinde "mihr-i sadef" (sadef güneşi) ve "tuti-i zenbur (arı kuşu)... more Şeyh Galib'in "bana" redifli gazelinde "mihr-i sadef" (sadef güneşi) ve "tuti-i zenbur (arı kuşu) tamlamalarına değişik anlamlar verilmiş ve böyle yapılarak beyitler anlaşılmaz hale getirilmiştir. Bu tamlamalardan "sadef güneşi" sadef'in üzerindeki şekillerin güneş ışınlarına benzemesinden dolayı bu şekilde ifade edilmiştir. Nitekim dünyaca ünlü Shell petrol şirketinin amblemi de sadef'ten ilham alınarak yapışmıştır. Bu şeklin Nişabur sabahı ile ilişkilendirilmesi, güneş ışınlarının Nişabur'da zaman zaman dikkat çekecek şekilde yelpaze şeklinde huzmeler şeklinde olması sebebiyledir. "Arı kuşu" da "geveze papağan" anlamında değil, renkli ve arıyla beslenen bir kuş olan "meropidae familyasından bir kuştur. *** In Şeyh Galib's ghazal with the rhyme "bana", the phrases "mihr-i sadef" (sun of sadef) and "tuti-i zenbur (bee bird) were given different meanings, and by doing so the couplets were made incomprehensible. Among these phrases, "sun of sadef" means sadef. It is expressed in this way because the shapes on it resemble sun rays. As a matter of fact, the emblem of the world-famous Shell oil company was inspired by Sadef. This shape is associated with the Nishapur morning because the sun rays are in the form of fan-shaped beams in Nishapur from time to time, which attracts attention. "Bee-eater" does not mean "chattering parrot", but is a bird from the "meropidae family", which is a colorful bird that feeds on bees.
Baki'nin "görsünler" gazelindeki "musikar kelimesi, 1990 yılından beri hep "kuş" olarak anlaşılmı... more Baki'nin "görsünler" gazelindeki "musikar kelimesi, 1990 yılından beri hep "kuş" olarak anlaşılmıştır. Oysa hu kelime bir müzik aletidir ve batı dillerindeki adı "pan flüt"tür.
***
The word "musikar" in Baki's ghazal "Let them see" has always been understood as "bird" since 1990. However, this word is a musical instrument and its name in western languages is "pan flute".
Ali Akbaş (4 Eylül 1942), 20. ve 21. yüzyıl Türk şairlerindendir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat ... more Ali Akbaş (4 Eylül 1942), 20. ve 21. yüzyıl Türk şairlerindendir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olup edebiyat tahsili yaptıktan sonra şair olan ender insanlardan biridir. Ali Akbaş, şiirde ses, ritm ve anlam konusunda son derece hassas ve saf şiirin oluşumu için gayret gösteren bir şairdir. Şiirlerinde Anadolu insanının saf ve duygusal taraflarını ele alır. Coğrafya onun metinlerinde şiirleşir. Ali Akbaş öbür taraftan Türk dünyası için de duyarlılıklar taşıyan bir şairdir. Azerbaycan, Balkanlar, Kerkük, Orta Asya Türklüğünün insani derinliğini ve hüzünlerini de şiirleştiren bir edebi şahsiyet olarak Ali Akbaş devrine, geniş coğrafyasıyla mühür vuran bir şairdir. Onunla 1977 yılında Ankara'da tanıştık ve çıkardığımız dergilerde yazılar yazdık. Ülkü Pınarı, Divan ve Doğuş Edebiyat dergilerini beraber çıkardık. Ali Akbaş poetikasını "Söğüt ve Serçe" adlı denemesinde yazmış ve bozkırın sesini yansıtacağını ifade etmiştir. *** Ali Akbaş (4 September 1942) is one of the 20th and 21st century Turkish poets. He is one of the rare people who graduated from Istanbul University Faculty of Letters and became a poet after studying literature. Ali Akbaş is a poet who is extremely sensitive about sound, rhythm and meaning in poetry and strives to create pure poetry. In his poems, he deals with the pure and emotional sides of Anatolian people. Geography becomes poetic in his texts. On the other hand, Ali Akbaş is a poet who also has sensitivities for the Turkish world. As a literary figure who poetized the human depth and sadness of Azerbaijan, the Balkans, Kirkuk and Central Asian Turks, Ali Akbaş is a poet who left his mark on his era with his wide geography. We met him in Ankara in 1977 and wrote articles in the magazines we published. We published Ülkü Pınarı, Divan and Doğuş Literature magazines together. Ali Akbaş wrote his poetics in his essay "Willow and Sparrow" and stated that it would reflect the voice of the steppe.
KÜLTÜR VE EDEBİYAT MAHFİLLERİNDE YEŞERMEK
Edebiyat mahfilleri, edebiyatın seraları gibidir. İnsa... more KÜLTÜR VE EDEBİYAT MAHFİLLERİNDE YEŞERMEK
Edebiyat mahfilleri, edebiyatın seraları gibidir. İnsanlar bu mahfillerde usta da olsalar, acemi de olsalar, kendilerini geliştirirler. Bu mahfillerde edebî türlerin gelişimi, ustalardan örneklerden, yazılan metinlerin eleştirisine kadar her şey konuşulur. Bu mahfillerde tabiri caizse, edebiyat sanatçısı yetişir. Bu yazımda içinde bulunduğum ve bizzat oluşturduğum edebî mahfilleri ele aldım. Ankara, Elazığ, İstanbul ve Muğla’da içinde bulunduğum edebî mahfillerdeki gelişmeleri yazdım. Şunu gördüm ki, nitelikli insanların bir araya gelmesiyle taşra engeli aşılıp büyük merkezlerdeki gibi edebiyat mahfilleri oluşturulabiliyormuş ve bu mahfillerle edebî kültür taşrada da oluşturulabiliyormuş. Ayrıca şu da açıktır ki edebî mahfiller dergi etrafında veya kitapçı dükkanlarında oluşmuş. **** GROWING IN CULTURE AND LITERATURE ASSEMBLY Literary gatherings are like greenhouses of literature. People improve themselves in these gatherings, whether they are masters or novices. In these gatherings, everything from the development of literary genres, from masters to examples to criticism of written texts is discussed. In these mahfils, so to speak, literary artists grow up. In this article, I dealt with the literary gatherings that I was in and created myself. I wrote about the developments in the literary gatherings in Ankara, Elazig, Istanbul and Muğla. I saw that when qualified people come together, the provincial barrier can be overcome and literary circles can be formed like in big centers, and with these circles literary culture can be created in the provinces as well. It is also clear that literary gatherings were formed around magazines or in bookstores.
NECİP FAZIL’IN “ÇİLE” ŞİİRİNDE GROTESK UNSURLAR
“Gortesk” kelimesi İtalyanca “mağara” demek olan... more NECİP FAZIL’IN “ÇİLE” ŞİİRİNDE GROTESK UNSURLAR
“Gortesk” kelimesi İtalyanca “mağara” demek olan “grotta”dan geliyor. Bir arkeolojik kazıda ortaya çıkan evde mağaraya benzeyen yerlerin duvarlarındaki tuhaf resimler için “mağaradan” anlamında “grottesca” türetilmiş. Fransızca ve İngilizce’ye de buradan geçerek “grotesque” şeklini almış. Muhtemelen Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiştir. “Grotesk” tabiri tanımlanırken “tuhaf, absürt, garip, çarpık, çılgınca, fantastik, çirkin, iğrenç, ürkütücü, uyumsuz, kurallara ve dengeye uymamak, korkunç, tuhaflığın estetiği” gibi ifadeler kullanılmıştır. Romantikler, “gülünç çirkinlik” şeklinde tarif etmişler. V. Hugo ise Cromwell önsözünde grotesk’i “insanlardaki hayvan özelliklerinin sembolü olarak ve insandaki tanrısal yan olan “yücelik”in zıddı olarak görmüş. Grotesk konusunda en ağır basan ifade “uyumsuzluk, fantastik olmak, çirkinlik ve ürkütücü olmak”tır. Yani, bir unsur veya ifade, bulunduğu ortamda uyumsuz olacak; çirkinlik taşıyacak ve okuyanı irkiltip ürkütecek ve belki de iğrendirecek. Bu tespitler çerçevesinde, Fransız şiirinden etkilenen şairlerimizden biri olan Necip Fazıl Kısakürek’in “Çile” şiirinde grotesk unsur olarak “boşluğu ense kökünde gezdiren adam, ihtiyar bacı (cadı), burnun yokun burnuna değmesi, öz ağzından kafa tasını kusmak, ensenin örsünde demir balyoz, kanlı şafak, körlüğün yetişmesi, takma gözde cam olması, sıcak yarada kezzap, beyin zarında sülük, rüyada içilen cinnet, karınca sarayı kupkuru kelle, nokta nokta ruhu sokan akrep” gibi unsurlar imgelem yapmak için yer alır. Necip Fazıl diğer şiirlerinde de sık sık grotesk unsurlara başvurur. Bunu yapmaktaki amacı, şiir imgelemine, o güne kadar kullanılmayan ve Türk şiiri için bir özgünlük olarak yeni bir ufuk açmaktır. *** GROTESQUE ELEMENTS IN NECIP FAZIL'S POEM "ÇİLE"
The word “Gortesque” comes from the Italian word “grotta”, which means “cave”. The word "grottesca", meaning "from the cave", is derived for the strange paintings on the walls of cave-like places in the house, which were unearthed in an archaeological excavation. From here it passed into French and English and took the form of "grotesque". It probably passed into Turkish from French. While defining the term “grotesque”, expressions such as “weird, absurd, strange, distorted, crazy, fantastic, ugly, disgusting, frightening, incompatible, not obeying rules and balance, terrible, aesthetics of weirdness” were used. Romantics described it as "ridiculous ugliness". V. Hugo, in his Cromwell preface, saw the grotesque "as a symbol of human animal traits and as the opposite of "sublime", the divine side of man. The most dominant expression about grotesque is "being incongruous, being fantastic, being ugly and frightening". That is, an element or expression will be incompatible in its environment; It will carry ugliness and will startle, horrify and perhaps disgust the reader. Within the framework of these determinations, the grotesque element in Necip Fazıl Kısakürek's poem "Çile", one of our poets influenced by French poetry, is "the man who walks the space at the root of the neck, the old sister (witch), the touch of the nose to the nose, vomiting the skull from his own mouth, the iron sledgehammer on the anvil of the neck. Elements such as “the bloody dawn, the growth of blindness, the presence of glass in the false eye, the ecstasy in the hot wound, the leech in the cerebral cortex, the insanity drunk in the dream, the dry head of the ant palace, the scorpion that bites the soul point by point” take place for imagination. Necip Fazıl often uses grotesque elements in his other poems. His aim in doing this is to open a new horizon for poetic imagination, which has not been used until then and as an originality for Turkish poetry.
Bir >Dünya Yazarı Ömer Seyfeddin Sempozyumu Bildirileri, 2011
ÖMER SEYFEDDİN’İN HİKAYELERİNDEN GELENEKSEL ANLATININ DÖNÜŞÜMÜ
Ömer Seyfeddin (1884-1920), moder... more ÖMER SEYFEDDİN’İN HİKAYELERİNDEN GELENEKSEL ANLATININ DÖNÜŞÜMÜ
Ömer Seyfeddin (1884-1920), modern Türk hikayeciliğinin öncü şahsiyetlerinden biridir. O, kendi kurgulaması hikayeler kadar, Osmanlı dönemi monark metinlerinde geçen hikayeleri de modernhikaye tarzında yeniden kurgulayan bir şahsiyettir. Monark metinlerinin toplumsal fonksiyonuna, modern hikâyelerde bireysel etkiyi de ekleyen Ömer Seyfeddin, Pembe İncili Kaftan, Başını Vermeyen Şehit, Ferman, Vire, Kütük gibi hikayelerinde, monark metinlerini, modern hikayeye dönüştürerek, geleneksel metinlerden modern metinler elde etmenin başarısını göstermiştir.
***
TRANSFORMATION OF TRADITIONAL NARRATIVE FROM ÖMER SEYFEDDIN'S STORIES
Ömer Seyfeddin (1884-1920) is one of the leading figures of modern Turkish storytelling. He is a person who reconstructs the stories in the Ottoman period monarch texts in the style of modern stories, as well as the stories he has fictionalized. Ömer Seyfeddin, who added the individual effect in modern stories to the social function of the monarch texts, showed the success of obtaining modern texts from traditional texts by transforming monarch texts into modern stories in his stories such as Pink Bible Kaftan, Headless Martyr, Ferman, Vire and Kütük.
Klasik Türk şiiri estetiğinin 6 temel ögesi vardır: anlam, üslup, kelime, tür-şekil, ritm ve ahen... more Klasik Türk şiiri estetiğinin 6 temel ögesi vardır: anlam, üslup, kelime, tür-şekil, ritm ve ahenk. Şiirlerde bu 6 unsur, merkezdeki "anlam" ile bir pentagram oluşturur ve hem merkezle hem de kendi aralarında eşit mesafede bir oluş sergilerler. Eşit mesafe anlayışı değiştiği zaman şiirin estetik yapısı zayıflar. 6'lı pentagram, Leonardo Da Vinci'nin insanda şekillenen pentagramik oransal yapıyı da gösterir. *** Classical Turkish poetry aesthetics has 6 basic elements: meaning, style, word, genre-form, rhythm and harmony. In poems, these 6 elements form a pentagram with the "meaning" in the center, and they exhibit a being at an equal distance from both the center and each other. When the understanding of equal distance changes, the aesthetic structure of the poem weakens. The 6-pointed pentagram also shows Leonardo Da Vinci's pentagram proportional structure shaped in man. ***
Türk yazar Bahaeddin Özkişi (1928-1975)’nin Passionya Buluntuları hikayesi, arkeolojik dönem üzer... more Türk yazar Bahaeddin Özkişi (1928-1975)’nin Passionya Buluntuları hikayesi, arkeolojik dönem üzerinden mıodern zamanlar eleştirisinin yapıldığı bir metindir. Yazar metnin de çoğu zaman ironik ama arada trajik bir üslup kullanarak, okuyucuyu gülmek ve üzülmek arasında gidip gelen bir duyguya sevketmiştir. *** Turk writer Bahaeddin Özkisi (1928-1975)'s Passionia Finds story is a text in which modern times are criticized over the archaeological period. The author used an ironic but occasionally tragic style in the text, leading the reader to a feeling that oscillates between laughter and sadness.
Bütün dillerde kelime üretmeler, soyut veya somut madde ve kavramlara soru sorarak oluşur. Bir k... more Bütün dillerde kelime üretmeler, soyut veya somut madde ve kavramlara soru sorarak oluşur. Bir kültür, eşyaya soru sormuyorsa, kelime üretemez. Bazen de kültürler, mevcut kelimeleri bir araya getirerek veya mevcut kelimeye ekler getirerek, kamları ve madde adlarını karşılarlar; bu da bir yoldu anca tamlama ve kelime türetme, dildeki mevcudun tüketilmesidir. Eşyaya soru soran bir zihniyet, sorusuna cevap alır ve bu da kelimeyle olur. Ne kasar çok soru sorulursa, o kadar çok cevap alınır ve o dilde kelime hazinesi o kadar geniş olur. Kısaca söylemek gerekirse, mesele dil meselesi değil, soru sırma zihniyetinin güçlü olup olmadığıdır. **** In all languages, word generation occurs by asking questions to abstract or concrete substances and concepts. A culture cannot produce words if it does not question things. Sometimes cultures meet cams and item names by combining existing words or adding suffixes to existing words; this was also a way, but the phrase and word derivation is the consumption of the language. A mindset that asks questions about things gets an answer, and that comes with words. The more questions you ask, the more answers you get and the wider your vocabulary in that language. In short, it is not a question of language, it is a question of whether the mindset is strong.
Behçet Necatigil’in Sokakları
Behçet Nacatigil, 20. Yüzyıl türk şiirinde insanî duyarlılığı deri... more Behçet Necatigil’in Sokakları Behçet Nacatigil, 20. Yüzyıl türk şiirinde insanî duyarlılığı derin bir şekilde işleyen bir şairdir. İnsanın besleyen sosyal zeminlerden birisi olan sokak, onun şiirlerinde başta insan olmak üzere pek çok açıdan yer alır. Belki de Türk şiirinde sokağı onun kadar işleyen başka bir şair yoktur. Necatigil’in sokaklara verdiği önemin onun flanör/düşünürgezer olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Bu yazı, Necatigil’in sokaklara bakışı ve onları yorumlayışı konusuna dikkat çekme mahiyetindedir. Üzerinde daha geniş çalışmalar yapılmalıdır. ***
Behçet Nacatigil is a poet who deeply deals with human sensitivity in 20th century Turkish poetry. The street, which is one of the social grounds that feeds people, takes place in many aspects, especially human, in his poems. Perhaps there is no other poet in Turkish poetry who treats the street as much as he does. It can be said that the importance Necatigil gives to the streets stems from his being a flaner/thinker. This article is intended to draw attention to Necatigil's view of the streets and his interpretation of them. More extensive work should be done on it.
Klasik Türk edebiyatı, Osmanlı dönemi edebiyatıdır. BU edebî gelenekte şiir eleştirisi tezkireler... more Klasik Türk edebiyatı, Osmanlı dönemi edebiyatıdır. BU edebî gelenekte şiir eleştirisi tezkirelerde ve gazel, kaside ve kıt'alarda yapılmıştır. Tezkirelerdeki eleştiriler, şiirin imge kurgulamasına dairdir. Şairlerin imge kurgulamasının doğru veya yanlış olduğu konusu üzerinde durulmuştur. Mesela şair metaforik anlatımla göz ve nergisi ilişkilendirir ama kulak ile sünbülü ilişkilendirirse bunda bir kusur olduğu; kulağın şekil açısından gül ile ilişkilendirilmesi gerektiğini söyler. Tezkirelerde bazı şairlerin yaptığı imgelemi, başka şairlerin nasıl yaptığının tespit edildiği de görülür. Ayrıca beğenme, beğenmeme ve edebî eleştiri terimi olacak ifadeler de kullanılmıştır. "âb-dâr, hayal-engiz, sâde, rekîk/tutuk, edası hoş" gibi ifadelerle şiirin değerlendirildiği görülür *** Classical Turkish literature is the literature of the Ottoman period. In this literary tradition, poetry criticism has been made in tezkires and ghazals, eulogies and stanzas. The criticisms in the tezkires are about the image construction of the poem. It is emphasized that the poets' image construction is right or wrong. For example, if the poet associates the eye and the narcissus with the metaphorical expression, but if he associates the ear with the hyacinth, there is a flaw in this; says that the ear should be associated with the rose in terms of shape. It is also seen that the imagination made by some poets in the tezkires is determined by how other poets do it. In addition, the terms like, dislike and literary criticism were also used. It is seen that poetry is evaluated with expressions such as "original, dreamy, simple, rekîk/tutuk, faltering".
Ahmed Midhat Efendi (1844-1912) batılılaşma dönemi Türk edebiyatının en önemli isimlerinden birid... more Ahmed Midhat Efendi (1844-1912) batılılaşma dönemi Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biridir. Batı edebiyatını bilen ve Türk edebiyatına batı edebiyatı özelliklerini kazandırmaya çalışmıştır. Özellikle Fransız edebiyatını iyi takip etmiş ve oradan uyarlamalar yapmıştır. Fakat nesir dili itibariyle daha çok klasik nesir (inşa) üslubunu kullanmıştır. Metinlerinde klasik gelenekteki teknik yapı (sebeb-i telif, agaz-ı dastan)'yı kullanması dikkati çeker. Mektupla anlatma, meddah tekniği, tiyatro tekniği ve dönüştürme gibi tekniklerle kurulan metinlerden oluşan Letaif-i Rivayat, Osmanlı nesir geleneğinin son dönemlerini yansıtır. *** Ahmed Midhat Efendi (1844-1912) is one of the most important names of Turkish literature in the westernization period. He knew western literature and tried to bring western literature features to Turkish literature. He especially followed the French literature well and made adaptations from there. However, in terms of prose language, he mostly used the classical prose (inşâ) style. It is noteworthy that he uses the technical structure (reason for writing, the beginning of epic/story) in the classical tradition in his texts. Letaif-i Rivayat, which consists of texts established with techniques such as narration by letter, meditating technique, theater technique and transformation, reflects the last periods of the Ottoman prose tradition.
Yunus Emre ve Dünya Dili Türkçe Bilgi Şöleni (7-9 mayıs 2021), 2021
Yunus Emre (1238-1320/21), tasavvufi şiirler söyleyen bir şair olarak batı Türkçesinde ilk lirik ... more Yunus Emre (1238-1320/21), tasavvufi şiirler söyleyen bir şair olarak batı Türkçesinde ilk lirik şiirleri söyleyen şairlerin başında gelir. 9. yüzyılda Müslüman olan Türklerin dini bilgileri daha çok kelam ve fıkıh dili iken Yunus Emre bu dili şiir diline yükselten bir şairdir. Daha çok tebliğ dilinin egemen olduğu çağlarda Yunus Emre'nin aynı dini konuları lirik bir dille anlatması ve topluma mal etmesi, büyük bir başarıdır.
***
Yunus Emre (1238-1320/21) is one of the poets who sang the first lyric poems in western Turkish as a poet who recited mystical poems. While the religious knowledge of the Turks who became Muslims in the 9th century was mostly the language of kalam and fiqh, Yunus Emre is a poet who raised this language to the language of poetry. It is a great success that Yunus Emre narrated the same religious issues in a lyrical language and appropriated them to the society in the times when the language of teaching was dominant.
I. Türk Edebiyatında İstanbul Sempozyumu Bildiri Kitabı, 2009
Fatih Sultan Mehmet, 29 mayıs 1453 günü İstanbul'u fethetti. Fetih devrinde halkın tamamına yakın... more Fatih Sultan Mehmet, 29 mayıs 1453 günü İstanbul'u fethetti. Fetih devrinde halkın tamamına yakını gayr-ı Müslim idi; daha sonraki yüz yıllarda Müslüman halk Fatih-Eminönü taraflarında, gayr-ı Müslim halk ise Galata taraflarında yoğunluktaydı. Fatih kendi zamanında daha çok Eminönü, Fatih taraflarını İstanbul olarak görüyor, Galata'yı ayrı bir oluşum şeklinde kabul ediyordu. Anlaşılan gayr-ı Müslim güzellerden birini görünce, onu Galata taraflarının, kendisini de İstanbul'un sultanı gibi görüp fethettiği her yeri ona bağışlıyordu. Torunu Yavuz Sultan Selim de gözleri ceylan gözüne benzeyen bir dilber karşısında zebun olan bir sevgi gösterisinde bulunuyordu. BU tür davranışlar güzellik karşısında hükümdarâne bir davranış olarak tanımlanmalıdır *** Fatih Sultan Mehmet conquered Istanbul on 29 May 1453. During the conquest, almost all of the people were non-Muslims; In the following centuries, the Muslim population was concentrated around Fatih-Eminönü, and the non-Muslim population was concentrated in Galata. In his own time, Fatih mostly saw Eminönü and Fatih as Istanbul, and regarded Galata as a separate entity. Apparently, when he saw one of the non-Muslim beauties, he was donating all the places he conquered, considering him as the sultan of Galata and himself as the sultan of Istanbul. His grandson, Yavuz Sultan Selim, was also showing a zebun love in front of a belle who had eyes like a gazelle. Such behavior should be defined as a sovereign behavior in the face of beauty.
17. yüzyılın önemli tezkirelerinden biri Riyazi'nin Riyazü'ş-Şuara adlı eserdiri. 424 şairin biyo... more 17. yüzyılın önemli tezkirelerinden biri Riyazi'nin Riyazü'ş-Şuara adlı eserdiri. 424 şairin biyografisinin yazıldığı tezkirede zaman zaman poetik tespitler de yapılmıştır. tezkire bu açıdan Latifî tezkiresine benzer.
Uploads
Papers by Namık Açıkgöz
"Arı kuşu" da "geveze papağan" anlamında değil, renkli ve arıyla beslenen bir kuş olan "meropidae familyasından bir kuştur.
***
In Şeyh Galib's ghazal with the rhyme "bana", the phrases "mihr-i sadef" (sun of sadef) and "tuti-i zenbur (bee bird) were given different meanings, and by doing so the couplets were made incomprehensible. Among these phrases, "sun of sadef" means sadef. It is expressed in this way because the shapes on it resemble sun rays. As a matter of fact, the emblem of the world-famous Shell oil company was inspired by Sadef. This shape is associated with the Nishapur morning because the sun rays are in the form of fan-shaped beams in Nishapur from time to time, which attracts attention.
"Bee-eater" does not mean "chattering parrot", but is a bird from the "meropidae family", which is a colorful bird that feeds on bees.
***
The word "musikar" in Baki's ghazal "Let them see" has always been understood as "bird" since 1990. However, this word is a musical instrument and its name in western languages is "pan flute".
Ali Akbaş, şiirde ses, ritm ve anlam konusunda son derece hassas ve saf şiirin oluşumu için gayret gösteren bir şairdir. Şiirlerinde Anadolu insanının saf ve duygusal taraflarını ele alır. Coğrafya onun metinlerinde şiirleşir.
Ali Akbaş öbür taraftan Türk dünyası için de duyarlılıklar taşıyan bir şairdir. Azerbaycan, Balkanlar, Kerkük, Orta Asya Türklüğünün insani derinliğini ve hüzünlerini de şiirleştiren bir edebi şahsiyet olarak Ali Akbaş devrine, geniş coğrafyasıyla mühür vuran bir şairdir. Onunla 1977 yılında Ankara'da tanıştık ve çıkardığımız dergilerde yazılar yazdık. Ülkü Pınarı, Divan ve Doğuş Edebiyat dergilerini beraber çıkardık.
Ali Akbaş poetikasını "Söğüt ve Serçe" adlı denemesinde yazmış ve bozkırın sesini yansıtacağını ifade etmiştir.
***
Ali Akbaş (4 September 1942) is one of the 20th and 21st century Turkish poets. He is one of the rare people who graduated from Istanbul University Faculty of Letters and became a poet after studying literature.
Ali Akbaş is a poet who is extremely sensitive about sound, rhythm and meaning in poetry and strives to create pure poetry. In his poems, he deals with the pure and emotional sides of Anatolian people. Geography becomes poetic in his texts.
On the other hand, Ali Akbaş is a poet who also has sensitivities for the Turkish world. As a literary figure who poetized the human depth and sadness of Azerbaijan, the Balkans, Kirkuk and Central Asian Turks, Ali Akbaş is a poet who left his mark on his era with his wide geography. We met him in Ankara in 1977 and wrote articles in the magazines we published. We published Ülkü Pınarı, Divan and Doğuş Literature magazines together.
Ali Akbaş wrote his poetics in his essay "Willow and Sparrow" and stated that it would reflect the voice of the steppe.
Edebiyat mahfilleri, edebiyatın seraları gibidir. İnsanlar bu mahfillerde usta da olsalar, acemi de olsalar, kendilerini geliştirirler. Bu mahfillerde edebî türlerin gelişimi, ustalardan örneklerden, yazılan metinlerin eleştirisine kadar her şey konuşulur. Bu mahfillerde tabiri caizse, edebiyat sanatçısı yetişir. Bu yazımda içinde bulunduğum ve bizzat oluşturduğum edebî mahfilleri ele aldım. Ankara, Elazığ, İstanbul ve Muğla’da içinde bulunduğum edebî mahfillerdeki gelişmeleri yazdım. Şunu gördüm ki, nitelikli insanların bir araya gelmesiyle taşra engeli aşılıp büyük merkezlerdeki gibi edebiyat mahfilleri oluşturulabiliyormuş ve bu mahfillerle edebî kültür taşrada da oluşturulabiliyormuş. Ayrıca şu da açıktır ki edebî mahfiller dergi etrafında veya kitapçı dükkanlarında oluşmuş.
****
GROWING IN CULTURE AND LITERATURE ASSEMBLY
Literary gatherings are like greenhouses of literature. People improve themselves in these gatherings, whether they are masters or novices. In these gatherings, everything from the development of literary genres, from masters to examples to criticism of written texts is discussed. In these mahfils, so to speak, literary artists grow up. In this article, I dealt with the literary gatherings that I was in and created myself. I wrote about the developments in the literary gatherings in Ankara, Elazig, Istanbul and Muğla. I saw that when qualified people come together, the provincial barrier can be overcome and literary circles can be formed like in big centers, and with these circles literary culture can be created in the provinces as well. It is also clear that literary gatherings were formed around magazines or in bookstores.
“Gortesk” kelimesi İtalyanca “mağara” demek olan “grotta”dan geliyor. Bir arkeolojik kazıda ortaya çıkan evde mağaraya benzeyen yerlerin duvarlarındaki tuhaf resimler için “mağaradan” anlamında “grottesca” türetilmiş. Fransızca ve İngilizce’ye de buradan geçerek “grotesque” şeklini almış. Muhtemelen Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiştir.
“Grotesk” tabiri tanımlanırken “tuhaf, absürt, garip, çarpık, çılgınca, fantastik, çirkin, iğrenç, ürkütücü, uyumsuz, kurallara ve dengeye uymamak, korkunç, tuhaflığın estetiği” gibi ifadeler kullanılmıştır. Romantikler, “gülünç çirkinlik” şeklinde tarif etmişler. V. Hugo ise Cromwell önsözünde grotesk’i “insanlardaki hayvan özelliklerinin sembolü olarak ve insandaki tanrısal yan olan “yücelik”in zıddı olarak görmüş.
Grotesk konusunda en ağır basan ifade “uyumsuzluk, fantastik olmak, çirkinlik ve ürkütücü olmak”tır. Yani, bir unsur veya ifade, bulunduğu ortamda uyumsuz olacak; çirkinlik taşıyacak ve okuyanı irkiltip ürkütecek ve belki de iğrendirecek.
Bu tespitler çerçevesinde, Fransız şiirinden etkilenen şairlerimizden biri olan Necip Fazıl Kısakürek’in “Çile” şiirinde grotesk unsur olarak “boşluğu ense kökünde gezdiren adam, ihtiyar bacı (cadı), burnun yokun burnuna değmesi, öz ağzından kafa tasını kusmak, ensenin örsünde demir balyoz, kanlı şafak, körlüğün yetişmesi, takma gözde cam olması, sıcak yarada kezzap, beyin zarında sülük, rüyada içilen cinnet, karınca sarayı kupkuru kelle, nokta nokta ruhu sokan akrep” gibi unsurlar imgelem yapmak için yer alır. Necip Fazıl diğer şiirlerinde de sık sık grotesk unsurlara başvurur. Bunu yapmaktaki amacı, şiir imgelemine, o güne kadar kullanılmayan ve Türk şiiri için bir özgünlük olarak yeni bir ufuk açmaktır.
***
GROTESQUE ELEMENTS IN NECIP FAZIL'S POEM "ÇİLE"
The word “Gortesque” comes from the Italian word “grotta”, which means “cave”. The word "grottesca", meaning "from the cave", is derived for the strange paintings on the walls of cave-like places in the house, which were unearthed in an archaeological excavation. From here it passed into French and English and took the form of "grotesque". It probably passed into Turkish from French.
While defining the term “grotesque”, expressions such as “weird, absurd, strange, distorted, crazy, fantastic, ugly, disgusting, frightening, incompatible, not obeying rules and balance, terrible, aesthetics of weirdness” were used. Romantics described it as "ridiculous ugliness". V. Hugo, in his Cromwell preface, saw the grotesque "as a symbol of human animal traits and as the opposite of "sublime", the divine side of man.
The most dominant expression about grotesque is "being incongruous, being fantastic, being ugly and frightening". That is, an element or expression will be incompatible in its environment; It will carry ugliness and will startle, horrify and perhaps disgust the reader.
Within the framework of these determinations, the grotesque element in Necip Fazıl Kısakürek's poem "Çile", one of our poets influenced by French poetry, is "the man who walks the space at the root of the neck, the old sister (witch), the touch of the nose to the nose, vomiting the skull from his own mouth, the iron sledgehammer on the anvil of the neck. Elements such as “the bloody dawn, the growth of blindness, the presence of glass in the false eye, the ecstasy in the hot wound, the leech in the cerebral cortex, the insanity drunk in the dream, the dry head of the ant palace, the scorpion that bites the soul point by point” take place for imagination. Necip Fazıl often uses grotesque elements in his other poems. His aim in doing this is to open a new horizon for poetic imagination, which has not been used until then and as an originality for Turkish poetry.
Ömer Seyfeddin (1884-1920), modern Türk hikayeciliğinin öncü şahsiyetlerinden biridir. O, kendi kurgulaması hikayeler kadar, Osmanlı dönemi monark metinlerinde geçen hikayeleri de modernhikaye tarzında yeniden kurgulayan bir şahsiyettir. Monark metinlerinin toplumsal fonksiyonuna, modern hikâyelerde bireysel etkiyi de ekleyen Ömer Seyfeddin, Pembe İncili Kaftan, Başını Vermeyen Şehit, Ferman, Vire, Kütük gibi hikayelerinde, monark metinlerini, modern hikayeye dönüştürerek, geleneksel metinlerden modern metinler elde etmenin başarısını göstermiştir.
***
TRANSFORMATION OF TRADITIONAL NARRATIVE FROM ÖMER SEYFEDDIN'S STORIES
Ömer Seyfeddin (1884-1920) is one of the leading figures of modern Turkish storytelling. He is a person who reconstructs the stories in the Ottoman period monarch texts in the style of modern stories, as well as the stories he has fictionalized. Ömer Seyfeddin, who added the individual effect in modern stories to the social function of the monarch texts, showed the success of obtaining modern texts from traditional texts by transforming monarch texts into modern stories in his stories such as Pink Bible Kaftan, Headless Martyr, Ferman, Vire and Kütük.
***
Turk writer Bahaeddin Özkisi (1928-1975)'s Passionia Finds story is a text in which modern times are criticized over the archaeological period. The author used an ironic but occasionally tragic style in the text, leading the reader to a feeling that oscillates between laughter and sadness.
Eşyaya soru soran bir zihniyet, sorusuna cevap alır ve bu da kelimeyle olur. Ne kasar çok soru sorulursa, o kadar çok cevap alınır ve o dilde kelime hazinesi o kadar geniş olur. Kısaca söylemek gerekirse, mesele dil meselesi değil, soru sırma zihniyetinin güçlü olup olmadığıdır.
****
In all languages, word generation occurs by asking questions to abstract or concrete substances and concepts. A culture cannot produce words if it does not question things. Sometimes cultures meet cams and item names by combining existing words or adding suffixes to existing words; this was also a way, but the phrase and word derivation is the consumption of the language.
A mindset that asks questions about things gets an answer, and that comes with words. The more questions you ask, the more answers you get and the wider your vocabulary in that language. In short, it is not a question of language, it is a question of whether the mindset is strong.
Behçet Nacatigil, 20. Yüzyıl türk şiirinde insanî duyarlılığı derin bir şekilde işleyen bir şairdir. İnsanın besleyen sosyal zeminlerden birisi olan sokak, onun şiirlerinde başta insan olmak üzere pek çok açıdan yer alır. Belki de Türk şiirinde sokağı onun kadar işleyen başka bir şair yoktur. Necatigil’in sokaklara verdiği önemin onun flanör/düşünürgezer olmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Bu yazı, Necatigil’in sokaklara bakışı ve onları yorumlayışı konusuna dikkat çekme mahiyetindedir. Üzerinde daha geniş çalışmalar yapılmalıdır.
***
Behçet Nacatigil is a poet who deeply deals with human sensitivity in 20th century Turkish poetry. The street, which is one of the social grounds that feeds people, takes place in many aspects, especially human, in his poems. Perhaps there is no other poet in Turkish poetry who treats the street as much as he does. It can be said that the importance Necatigil gives to the streets stems from his being a flaner/thinker.
This article is intended to draw attention to Necatigil's view of the streets and his interpretation of them. More extensive work should be done on it.
Tezkirelerde bazı şairlerin yaptığı imgelemi, başka şairlerin nasıl yaptığının tespit edildiği de görülür. Ayrıca beğenme, beğenmeme ve edebî eleştiri terimi olacak ifadeler de kullanılmıştır. "âb-dâr, hayal-engiz, sâde, rekîk/tutuk, edası hoş" gibi ifadelerle şiirin değerlendirildiği görülür
***
Classical Turkish literature is the literature of the Ottoman period. In this literary tradition, poetry criticism has been made in tezkires and ghazals, eulogies and stanzas. The criticisms in the tezkires are about the image construction of the poem. It is emphasized that the poets' image construction is right or wrong. For example, if the poet associates the eye and the narcissus with the metaphorical expression, but if he associates the ear with the hyacinth, there is a flaw in this; says that the ear should be associated with the rose in terms of shape.
It is also seen that the imagination made by some poets in the tezkires is determined by how other poets do it. In addition, the terms like, dislike and literary criticism were also used. It is seen that poetry is evaluated with expressions such as "original, dreamy, simple, rekîk/tutuk, faltering".
***
Ahmed Midhat Efendi (1844-1912) is one of the most important names of Turkish literature in the westernization period. He knew western literature and tried to bring western literature features to Turkish literature. He especially followed the French literature well and made adaptations from there. However, in terms of prose language, he mostly used the classical prose (inşâ) style. It is noteworthy that he uses the technical structure (reason for writing, the beginning of epic/story) in the classical tradition in his texts. Letaif-i Rivayat, which consists of texts established with techniques such as narration by letter, meditating technique, theater technique and transformation, reflects the last periods of the Ottoman prose tradition.
***
Yunus Emre (1238-1320/21) is one of the poets who sang the first lyric poems in western Turkish as a poet who recited mystical poems. While the religious knowledge of the Turks who became Muslims in the 9th century was mostly the language of kalam and fiqh, Yunus Emre is a poet who raised this language to the language of poetry. It is a great success that Yunus Emre narrated the same religious issues in a lyrical language and appropriated them to the society in the times when the language of teaching was dominant.
Fatih kendi zamanında daha çok Eminönü, Fatih taraflarını İstanbul olarak görüyor, Galata'yı ayrı bir oluşum şeklinde kabul ediyordu. Anlaşılan gayr-ı Müslim güzellerden birini görünce, onu Galata taraflarının, kendisini de İstanbul'un sultanı gibi görüp fethettiği her yeri ona bağışlıyordu. Torunu Yavuz Sultan Selim de gözleri ceylan gözüne benzeyen bir dilber karşısında zebun olan bir sevgi gösterisinde bulunuyordu.
BU tür davranışlar güzellik karşısında hükümdarâne bir davranış olarak tanımlanmalıdır
***
Fatih Sultan Mehmet conquered Istanbul on 29 May 1453. During the conquest, almost all of the people were non-Muslims; In the following centuries, the Muslim population was concentrated around Fatih-Eminönü, and the non-Muslim population was concentrated in Galata.
In his own time, Fatih mostly saw Eminönü and Fatih as Istanbul, and regarded Galata as a separate entity. Apparently, when he saw one of the non-Muslim beauties, he was donating all the places he conquered, considering him as the sultan of Galata and himself as the sultan of Istanbul. His grandson, Yavuz Sultan Selim, was also showing a zebun love in front of a belle who had eyes like a gazelle.
Such behavior should be defined as a sovereign behavior in the face of beauty.
"Arı kuşu" da "geveze papağan" anlamında değil, renkli ve arıyla beslenen bir kuş olan "meropidae familyasından bir kuştur.
***
In Şeyh Galib's ghazal with the rhyme "bana", the phrases "mihr-i sadef" (sun of sadef) and "tuti-i zenbur (bee bird) were given different meanings, and by doing so the couplets were made incomprehensible. Among these phrases, "sun of sadef" means sadef. It is expressed in this way because the shapes on it resemble sun rays. As a matter of fact, the emblem of the world-famous Shell oil company was inspired by Sadef. This shape is associated with the Nishapur morning because the sun rays are in the form of fan-shaped beams in Nishapur from time to time, which attracts attention.
"Bee-eater" does not mean "chattering parrot", but is a bird from the "meropidae family", which is a colorful bird that feeds on bees.
***
The word "musikar" in Baki's ghazal "Let them see" has always been understood as "bird" since 1990. However, this word is a musical instrument and its name in western languages is "pan flute".
Ali Akbaş, şiirde ses, ritm ve anlam konusunda son derece hassas ve saf şiirin oluşumu için gayret gösteren bir şairdir. Şiirlerinde Anadolu insanının saf ve duygusal taraflarını ele alır. Coğrafya onun metinlerinde şiirleşir.
Ali Akbaş öbür taraftan Türk dünyası için de duyarlılıklar taşıyan bir şairdir. Azerbaycan, Balkanlar, Kerkük, Orta Asya Türklüğünün insani derinliğini ve hüzünlerini de şiirleştiren bir edebi şahsiyet olarak Ali Akbaş devrine, geniş coğrafyasıyla mühür vuran bir şairdir. Onunla 1977 yılında Ankara'da tanıştık ve çıkardığımız dergilerde yazılar yazdık. Ülkü Pınarı, Divan ve Doğuş Edebiyat dergilerini beraber çıkardık.
Ali Akbaş poetikasını "Söğüt ve Serçe" adlı denemesinde yazmış ve bozkırın sesini yansıtacağını ifade etmiştir.
***
Ali Akbaş (4 September 1942) is one of the 20th and 21st century Turkish poets. He is one of the rare people who graduated from Istanbul University Faculty of Letters and became a poet after studying literature.
Ali Akbaş is a poet who is extremely sensitive about sound, rhythm and meaning in poetry and strives to create pure poetry. In his poems, he deals with the pure and emotional sides of Anatolian people. Geography becomes poetic in his texts.
On the other hand, Ali Akbaş is a poet who also has sensitivities for the Turkish world. As a literary figure who poetized the human depth and sadness of Azerbaijan, the Balkans, Kirkuk and Central Asian Turks, Ali Akbaş is a poet who left his mark on his era with his wide geography. We met him in Ankara in 1977 and wrote articles in the magazines we published. We published Ülkü Pınarı, Divan and Doğuş Literature magazines together.
Ali Akbaş wrote his poetics in his essay "Willow and Sparrow" and stated that it would reflect the voice of the steppe.
Edebiyat mahfilleri, edebiyatın seraları gibidir. İnsanlar bu mahfillerde usta da olsalar, acemi de olsalar, kendilerini geliştirirler. Bu mahfillerde edebî türlerin gelişimi, ustalardan örneklerden, yazılan metinlerin eleştirisine kadar her şey konuşulur. Bu mahfillerde tabiri caizse, edebiyat sanatçısı yetişir. Bu yazımda içinde bulunduğum ve bizzat oluşturduğum edebî mahfilleri ele aldım. Ankara, Elazığ, İstanbul ve Muğla’da içinde bulunduğum edebî mahfillerdeki gelişmeleri yazdım. Şunu gördüm ki, nitelikli insanların bir araya gelmesiyle taşra engeli aşılıp büyük merkezlerdeki gibi edebiyat mahfilleri oluşturulabiliyormuş ve bu mahfillerle edebî kültür taşrada da oluşturulabiliyormuş. Ayrıca şu da açıktır ki edebî mahfiller dergi etrafında veya kitapçı dükkanlarında oluşmuş.
****
GROWING IN CULTURE AND LITERATURE ASSEMBLY
Literary gatherings are like greenhouses of literature. People improve themselves in these gatherings, whether they are masters or novices. In these gatherings, everything from the development of literary genres, from masters to examples to criticism of written texts is discussed. In these mahfils, so to speak, literary artists grow up. In this article, I dealt with the literary gatherings that I was in and created myself. I wrote about the developments in the literary gatherings in Ankara, Elazig, Istanbul and Muğla. I saw that when qualified people come together, the provincial barrier can be overcome and literary circles can be formed like in big centers, and with these circles literary culture can be created in the provinces as well. It is also clear that literary gatherings were formed around magazines or in bookstores.
“Gortesk” kelimesi İtalyanca “mağara” demek olan “grotta”dan geliyor. Bir arkeolojik kazıda ortaya çıkan evde mağaraya benzeyen yerlerin duvarlarındaki tuhaf resimler için “mağaradan” anlamında “grottesca” türetilmiş. Fransızca ve İngilizce’ye de buradan geçerek “grotesque” şeklini almış. Muhtemelen Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiştir.
“Grotesk” tabiri tanımlanırken “tuhaf, absürt, garip, çarpık, çılgınca, fantastik, çirkin, iğrenç, ürkütücü, uyumsuz, kurallara ve dengeye uymamak, korkunç, tuhaflığın estetiği” gibi ifadeler kullanılmıştır. Romantikler, “gülünç çirkinlik” şeklinde tarif etmişler. V. Hugo ise Cromwell önsözünde grotesk’i “insanlardaki hayvan özelliklerinin sembolü olarak ve insandaki tanrısal yan olan “yücelik”in zıddı olarak görmüş.
Grotesk konusunda en ağır basan ifade “uyumsuzluk, fantastik olmak, çirkinlik ve ürkütücü olmak”tır. Yani, bir unsur veya ifade, bulunduğu ortamda uyumsuz olacak; çirkinlik taşıyacak ve okuyanı irkiltip ürkütecek ve belki de iğrendirecek.
Bu tespitler çerçevesinde, Fransız şiirinden etkilenen şairlerimizden biri olan Necip Fazıl Kısakürek’in “Çile” şiirinde grotesk unsur olarak “boşluğu ense kökünde gezdiren adam, ihtiyar bacı (cadı), burnun yokun burnuna değmesi, öz ağzından kafa tasını kusmak, ensenin örsünde demir balyoz, kanlı şafak, körlüğün yetişmesi, takma gözde cam olması, sıcak yarada kezzap, beyin zarında sülük, rüyada içilen cinnet, karınca sarayı kupkuru kelle, nokta nokta ruhu sokan akrep” gibi unsurlar imgelem yapmak için yer alır. Necip Fazıl diğer şiirlerinde de sık sık grotesk unsurlara başvurur. Bunu yapmaktaki amacı, şiir imgelemine, o güne kadar kullanılmayan ve Türk şiiri için bir özgünlük olarak yeni bir ufuk açmaktır.
***
GROTESQUE ELEMENTS IN NECIP FAZIL'S POEM "ÇİLE"
The word “Gortesque” comes from the Italian word “grotta”, which means “cave”. The word "grottesca", meaning "from the cave", is derived for the strange paintings on the walls of cave-like places in the house, which were unearthed in an archaeological excavation. From here it passed into French and English and took the form of "grotesque". It probably passed into Turkish from French.
While defining the term “grotesque”, expressions such as “weird, absurd, strange, distorted, crazy, fantastic, ugly, disgusting, frightening, incompatible, not obeying rules and balance, terrible, aesthetics of weirdness” were used. Romantics described it as "ridiculous ugliness". V. Hugo, in his Cromwell preface, saw the grotesque "as a symbol of human animal traits and as the opposite of "sublime", the divine side of man.
The most dominant expression about grotesque is "being incongruous, being fantastic, being ugly and frightening". That is, an element or expression will be incompatible in its environment; It will carry ugliness and will startle, horrify and perhaps disgust the reader.
Within the framework of these determinations, the grotesque element in Necip Fazıl Kısakürek's poem "Çile", one of our poets influenced by French poetry, is "the man who walks the space at the root of the neck, the old sister (witch), the touch of the nose to the nose, vomiting the skull from his own mouth, the iron sledgehammer on the anvil of the neck. Elements such as “the bloody dawn, the growth of blindness, the presence of glass in the false eye, the ecstasy in the hot wound, the leech in the cerebral cortex, the insanity drunk in the dream, the dry head of the ant palace, the scorpion that bites the soul point by point” take place for imagination. Necip Fazıl often uses grotesque elements in his other poems. His aim in doing this is to open a new horizon for poetic imagination, which has not been used until then and as an originality for Turkish poetry.
Ömer Seyfeddin (1884-1920), modern Türk hikayeciliğinin öncü şahsiyetlerinden biridir. O, kendi kurgulaması hikayeler kadar, Osmanlı dönemi monark metinlerinde geçen hikayeleri de modernhikaye tarzında yeniden kurgulayan bir şahsiyettir. Monark metinlerinin toplumsal fonksiyonuna, modern hikâyelerde bireysel etkiyi de ekleyen Ömer Seyfeddin, Pembe İncili Kaftan, Başını Vermeyen Şehit, Ferman, Vire, Kütük gibi hikayelerinde, monark metinlerini, modern hikayeye dönüştürerek, geleneksel metinlerden modern metinler elde etmenin başarısını göstermiştir.
***
TRANSFORMATION OF TRADITIONAL NARRATIVE FROM ÖMER SEYFEDDIN'S STORIES
Ömer Seyfeddin (1884-1920) is one of the leading figures of modern Turkish storytelling. He is a person who reconstructs the stories in the Ottoman period monarch texts in the style of modern stories, as well as the stories he has fictionalized. Ömer Seyfeddin, who added the individual effect in modern stories to the social function of the monarch texts, showed the success of obtaining modern texts from traditional texts by transforming monarch texts into modern stories in his stories such as Pink Bible Kaftan, Headless Martyr, Ferman, Vire and Kütük.
***
Turk writer Bahaeddin Özkisi (1928-1975)'s Passionia Finds story is a text in which modern times are criticized over the archaeological period. The author used an ironic but occasionally tragic style in the text, leading the reader to a feeling that oscillates between laughter and sadness.
Eşyaya soru soran bir zihniyet, sorusuna cevap alır ve bu da kelimeyle olur. Ne kasar çok soru sorulursa, o kadar çok cevap alınır ve o dilde kelime hazinesi o kadar geniş olur. Kısaca söylemek gerekirse, mesele dil meselesi değil, soru sırma zihniyetinin güçlü olup olmadığıdır.
****
In all languages, word generation occurs by asking questions to abstract or concrete substances and concepts. A culture cannot produce words if it does not question things. Sometimes cultures meet cams and item names by combining existing words or adding suffixes to existing words; this was also a way, but the phrase and word derivation is the consumption of the language.
A mindset that asks questions about things gets an answer, and that comes with words. The more questions you ask, the more answers you get and the wider your vocabulary in that language. In short, it is not a question of language, it is a question of whether the mindset is strong.
Behçet Nacatigil, 20. Yüzyıl türk şiirinde insanî duyarlılığı derin bir şekilde işleyen bir şairdir. İnsanın besleyen sosyal zeminlerden birisi olan sokak, onun şiirlerinde başta insan olmak üzere pek çok açıdan yer alır. Belki de Türk şiirinde sokağı onun kadar işleyen başka bir şair yoktur. Necatigil’in sokaklara verdiği önemin onun flanör/düşünürgezer olmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Bu yazı, Necatigil’in sokaklara bakışı ve onları yorumlayışı konusuna dikkat çekme mahiyetindedir. Üzerinde daha geniş çalışmalar yapılmalıdır.
***
Behçet Nacatigil is a poet who deeply deals with human sensitivity in 20th century Turkish poetry. The street, which is one of the social grounds that feeds people, takes place in many aspects, especially human, in his poems. Perhaps there is no other poet in Turkish poetry who treats the street as much as he does. It can be said that the importance Necatigil gives to the streets stems from his being a flaner/thinker.
This article is intended to draw attention to Necatigil's view of the streets and his interpretation of them. More extensive work should be done on it.
Tezkirelerde bazı şairlerin yaptığı imgelemi, başka şairlerin nasıl yaptığının tespit edildiği de görülür. Ayrıca beğenme, beğenmeme ve edebî eleştiri terimi olacak ifadeler de kullanılmıştır. "âb-dâr, hayal-engiz, sâde, rekîk/tutuk, edası hoş" gibi ifadelerle şiirin değerlendirildiği görülür
***
Classical Turkish literature is the literature of the Ottoman period. In this literary tradition, poetry criticism has been made in tezkires and ghazals, eulogies and stanzas. The criticisms in the tezkires are about the image construction of the poem. It is emphasized that the poets' image construction is right or wrong. For example, if the poet associates the eye and the narcissus with the metaphorical expression, but if he associates the ear with the hyacinth, there is a flaw in this; says that the ear should be associated with the rose in terms of shape.
It is also seen that the imagination made by some poets in the tezkires is determined by how other poets do it. In addition, the terms like, dislike and literary criticism were also used. It is seen that poetry is evaluated with expressions such as "original, dreamy, simple, rekîk/tutuk, faltering".
***
Ahmed Midhat Efendi (1844-1912) is one of the most important names of Turkish literature in the westernization period. He knew western literature and tried to bring western literature features to Turkish literature. He especially followed the French literature well and made adaptations from there. However, in terms of prose language, he mostly used the classical prose (inşâ) style. It is noteworthy that he uses the technical structure (reason for writing, the beginning of epic/story) in the classical tradition in his texts. Letaif-i Rivayat, which consists of texts established with techniques such as narration by letter, meditating technique, theater technique and transformation, reflects the last periods of the Ottoman prose tradition.
***
Yunus Emre (1238-1320/21) is one of the poets who sang the first lyric poems in western Turkish as a poet who recited mystical poems. While the religious knowledge of the Turks who became Muslims in the 9th century was mostly the language of kalam and fiqh, Yunus Emre is a poet who raised this language to the language of poetry. It is a great success that Yunus Emre narrated the same religious issues in a lyrical language and appropriated them to the society in the times when the language of teaching was dominant.
Fatih kendi zamanında daha çok Eminönü, Fatih taraflarını İstanbul olarak görüyor, Galata'yı ayrı bir oluşum şeklinde kabul ediyordu. Anlaşılan gayr-ı Müslim güzellerden birini görünce, onu Galata taraflarının, kendisini de İstanbul'un sultanı gibi görüp fethettiği her yeri ona bağışlıyordu. Torunu Yavuz Sultan Selim de gözleri ceylan gözüne benzeyen bir dilber karşısında zebun olan bir sevgi gösterisinde bulunuyordu.
BU tür davranışlar güzellik karşısında hükümdarâne bir davranış olarak tanımlanmalıdır
***
Fatih Sultan Mehmet conquered Istanbul on 29 May 1453. During the conquest, almost all of the people were non-Muslims; In the following centuries, the Muslim population was concentrated around Fatih-Eminönü, and the non-Muslim population was concentrated in Galata.
In his own time, Fatih mostly saw Eminönü and Fatih as Istanbul, and regarded Galata as a separate entity. Apparently, when he saw one of the non-Muslim beauties, he was donating all the places he conquered, considering him as the sultan of Galata and himself as the sultan of Istanbul. His grandson, Yavuz Sultan Selim, was also showing a zebun love in front of a belle who had eyes like a gazelle.
Such behavior should be defined as a sovereign behavior in the face of beauty.