Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Vakfın sözcük anlamı "durdurma, alıkoyma, ayırma ve bağlama" (Devellioğlu, 2010: 1321) iken, terim olarak 'bir mal veya mülkün satılmamak kaydıyla bir hayır işine tahsis edilmesi amacıyla kurulan tüzel kişilik' anlamına gelmektedir.... more
Vakfın sözcük anlamı "durdurma, alıkoyma, ayırma ve bağlama" (Devellioğlu, 2010: 1321) iken, terim olarak 'bir mal veya mülkün satılmamak kaydıyla bir hayır işine tahsis edilmesi amacıyla kurulan tüzel kişilik' anlamına gelmektedir. Osmanlı fıkıhında vakıf bir malın mülkiyetinin 'kurbet kastı', yani Allah'a yakın
Vakfın sözcük anlamı "durdurma, alıkoyma, ayırma ve bağlama" (Devellioğlu, 2010: 1321) iken, terim olarak 'bir mal veya mülkün satılmamak kaydıyla bir hayır işine tahsis edilmesi amacıyla kurulan tüzel kişilik' anlamına gelmektedir.... more
Vakfın sözcük anlamı "durdurma, alıkoyma, ayırma ve bağlama" (Devellioğlu, 2010: 1321) iken, terim olarak 'bir mal veya mülkün satılmamak kaydıyla bir hayır işine tahsis edilmesi amacıyla kurulan tüzel kişilik' anlamına gelmektedir. Osmanlı fıkıhında vakıf bir malın mülkiyetinin 'kurbet kastı', yani Allah'a yakın
HAYATA GEÇİRİLEMEYEN BİR HAYAL ESKİMEYEN BİR KAVRAM OLARAK “KATILMA” Zübeyde Erdoğan Çelikkın ÖZET Refah devleti döneminde “yönetime katılma” önemli bir tartışma konusuydu ve işçilerin işyeri yönetimine katılması bazı uygulamalarla... more
HAYATA GEÇİRİLEMEYEN BİR HAYAL ESKİMEYEN BİR KAVRAM OLARAK “KATILMA”
Zübeyde Erdoğan Çelikkın

ÖZET
Refah devleti döneminde “yönetime katılma” önemli bir tartışma konusuydu ve işçilerin işyeri yönetimine katılması bazı uygulamalarla hayata geçirilmişti. Hatta Kurthan Fişek “katılmalı yönetim” uygulamasını “bilimsel yönetim” ve “insan ilişkileri” kuramlarından sonra geliştirilen üçüncü bir kuram, “yeni yönetsel mehdi” olarak tanımlamaktaydı. Tartışma ekseni ise “yabancılaşma”nın önlenmesi veya “verimlilik” kaygısıydı. Kapitalist üretimde meta ilişkisinin başat hale gelmesiyle insanın kendi faaliyeti ve emeğinin de nesnel ve kendisinden bağımsız, kendine yabancı bir özerklik haline gelmesi önemli bir sorunsaldı. İşte bu nedenle kimi düşünürler “yönetime katılma” uygulamalarını demokratik bir hak ve “yabancılaşma”ya çözüm olarak önermekteydi. Aynı cepheden bakan başka düşünürlere göre yönetime katılma “kapitalizmin incir yaprağı” olabilirdi; yönetime katılma uygulamaları çalışanların bağımsızlığını ortadan kaldıran süreçlerdi; çatışmacı süreçlerle elde edilemeyen hakların yönetime katılma ile elde edilmesi mümkün değildi ve mülkiyetin yarattığı hiyerarşinin “katılma” yöntemi ile ortadan kalkması ancak bir hayal olabilirdi. Yönetime katılma uygulamalarına “verimlilik” cephesinden bakanların bir kısmı “çalışanların işini benimsemesi” sonucunda verimliliğin yükseleceği ve sürekli hale geleceği düşüncesiyle taraftardı. Verimlilik cephesinden bakarak yönetime katılma uygulamalarına karşı olanlar ise bu uygulamaların “mülkiyet hakkını sınırladığı” ve “karar almanın bilgi ve deneyim gerektirdiği” ve işçilerin bundan yoksun olduğu savlarını öne sürmekteydi. Yirminci yüzyıl sonlarına dek tartışmalar bu çerçevede yürütülmekteyken neoliberal/postmodern dönemde “katılma” konusu yeniden gündeme geldi. Postmodern/neoliberal yaklaşımın kamu yönetimindeki uzantıları olan “yeni kamu işletmeciliği” ve “söylem kuramları” da “sivil toplum örgütleri” aracılığıyla katılma tartışmalarını öne çıkarmaktadır. Söylem kuramlarına göre uygulamada daha çok karşılığı olan yeni kamu işletmeciliği “yönetişim” çerçevesinde “katılma”yı savunmaktadır. Böylece, kapitalizmin “artı değere ekonomik yollarla el koymasına” dayanan ekonomi/siyaset ayrışması, yerini yeniden ekonomi/siyaset birliğine bırakmakta ve piyasa aktörleri bağımsız idari otoriteler aracılığıyla devlet erkini kullanmaya ortak edilmektedir. Postmodern yaklaşımdan esinlenen söylem kuramları “sivil toplum örgütleri”ni ve bu örgütler aracılığıyla katılma uygulamalarını öne çıkarmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin sınırı ise belirsizdir. Bu bağlamda, sivil toplum örgütleri ile refah devleti döneminin demokratik kitle örgütleri arasındaki farkın kritik olduğu düşünülmektedir. Kritik olan bir başka husus sosyalist sistemin çöküşü ve kapitalizmin alternatifinin halihazırda tasfiye edilmiş olmasıdır. Diğer taraftan, önceki tartışmalardan farklı olarak, bu yeni kuramlarda “katılma” bir amaca ulaşmanın aracı olarak değil, başlı başına bir amaç ve değer olarak öne sürülmektedir. Yeni dönemde dikkati çeken bir başka husus “yönetime katılma” ifadesi yerini “katılma” sözcüğüne bırakmış ve “katılma” kavramının da sınırları/hedefi belirsiz hale gelmiştir. “Yönetime katılma” tartışmalarında katılmanın konusu üretim ilişkileri çerçevesinde işçi sınıfının üretim sürecinde söz sahibi olup olmamasıydı ve öznesi işçi sınıfıydı; günümüzün “katılma” tartışmalarında katılmanın öznesi “sınıf” olmaktan çok “tüketici”, “aktivist”, “vakıf/dernek”, “şirket” olabilmekte ve en genel anlamda “paydaş” olarak tanımlanmaktadır. Çalışma, bu iki farklı zamanın ruhunu ve kaynaklarını sonuçlarıyla ortaya koymayı amaçlamaktadır.
















“Public Administration in the Wake of the 100th Anniversary of the Turkish Republic”
Public Administration Congress, October 26-27, 2023, Ankara

"PARTICIPATION" AS A NEVER AGING CONCEPT, A DREAM THAT CANNOT BE REALIZED

Zübeyde Erdoğan Çelikkın

ABSTRACT
In the welfare state period, “participating in management” was an important topic of discussion and the participation of workers in workplace management was implemented trough some practices. Even Kurthan Fişek defined the practice of “participatory management” as the “new administrative Mahdi”, a third theory developed after the theories of “scientific management” and “human relations”. The  axis of discussion was the prevention of “alienation” or the concern of “efficiency”. It was an important problem that as the contractual relations became dominant in capitalist production, one’s own activity and labor became an objective, independent, alien autonomy. For this reason, some thinkers suggested the practices of “participation in the administration” as a democratic right and a solution to “alienation”. According to other thinkers on the same side, participation in government could be the “fig leaf of capitalism”, practices of participation in management were processes that undermined employee independence; the rights that could not be gained via struggle could not be gained by participating in management, and the disappearance of the hierarchy created by property through the “participation” method could only be a dream. Some of those who viewed the practices of participation in management from the “productivity” side were in favor of the idea that productivity would increase and become permanent as a result of “employees owning their jobs”. On the other hand, those who were against the practices of participation in management from the efficiency point of view argued that these practices “limited the right to property” and “decision-making requires knowledge and experience” and that workers lacked it. While discussions were carried out within this framework until the end of the twentieth century, the issue of “participation” came to the fore again in the neoliberal/postmodern era. “New public management” and “discourse theories” which are the extensions of the postmodern/neoliberal approach in public administration, also highlight the discussion of participation through “non-governmental organizations”. According to discourse theories, the new public management, which has more equivalent in practice, advocates “participation” within the framework of “governance”. Thus, the economy politics split, which is based on capitalism’s “economic appropriation of surplus value”, is replaced by the economy politics union again, and market actors are parthered with the use of state power through independent administrative authorities. Discours theories inspired by the postmodern approach highlight “non-governmental organizations” and the practices of participation through these organizations. The boundaries of non-governmental organizations, on the other hand, are uncertain. In this context, it is throught that the difference between non-governmental organizations and membership-driven/open and democratic organizations of the welfare state period is critical. Another critical point is the collapse of the socialist system and the fact that the alternative to capitalism has already been liquidated. On the other hand, unlike the previous discussions, in these new theories, “participation” is put forward not as a means to reach a goal, but as an end and value in itself. Another point that draws attention in the new period is that the expression “participation in the management” has been replaced by the word “joining” and the boundaries/target of the concept of “joining” has become unclear. The subject of participation in “participation in management” discussions was whether the working class has a say in the production process within the framework of production relations and its subject was the working class; in today’s “joining” discussions, the subject of participation can be “consumer”, “activist”, “foundation/association, “company” rather than “class” and is defined as “stakeholder” in the most general sense. The study aims to reveal the spirit and sources of these two different times with its results.
HAYATA GEÇİRİLEMEYEN BİR HAYAL ESKİMEYEN BİR KAVRAM OLARAK “KATILMA” Zübeyde Erdoğan Çelikkın ÖZET Refah devleti döneminde “yönetime katılma” önemli bir tartışma konusuydu ve işçilerin işyeri yönetimine katılması bazı uygulamalarla... more
HAYATA GEÇİRİLEMEYEN BİR HAYAL ESKİMEYEN BİR KAVRAM OLARAK “KATILMA”
Zübeyde Erdoğan Çelikkın

ÖZET
Refah devleti döneminde “yönetime katılma” önemli bir tartışma konusuydu ve işçilerin işyeri yönetimine katılması bazı uygulamalarla hayata geçirilmişti. Hatta Kurthan Fişek “katılmalı yönetim” uygulamasını “bilimsel yönetim” ve “insan ilişkileri” kuramlarından sonra geliştirilen üçüncü bir kuram, “yeni yönetsel mehdi” olarak tanımlamaktaydı. Tartışma ekseni ise “yabancılaşma”nın önlenmesi veya “verimlilik” kaygısıydı. Kapitalist üretimde meta ilişkisinin başat hale gelmesiyle insanın kendi faaliyeti ve emeğinin de nesnel ve kendisinden bağımsız, kendine yabancı bir özerklik haline gelmesi önemli bir sorunsaldı. İşte bu nedenle kimi düşünürler “yönetime katılma” uygulamalarını demokratik bir hak ve “yabancılaşma”ya çözüm olarak önermekteydi. Aynı cepheden bakan başka düşünürlere göre yönetime katılma “kapitalizmin incir yaprağı” olabilirdi; yönetime katılma uygulamaları çalışanların bağımsızlığını ortadan kaldıran süreçlerdi; çatışmacı süreçlerle elde edilemeyen hakların yönetime katılma ile elde edilmesi mümkün değildi ve mülkiyetin yarattığı hiyerarşinin “katılma” yöntemi ile ortadan kalkması ancak bir hayal olabilirdi. Yönetime katılma uygulamalarına “verimlilik” cephesinden bakanların bir kısmı “çalışanların işini benimsemesi” sonucunda verimliliğin yükseleceği ve sürekli hale geleceği düşüncesiyle taraftardı. Verimlilik cephesinden bakarak yönetime katılma uygulamalarına karşı olanlar ise bu uygulamaların “mülkiyet hakkını sınırladığı” ve “karar almanın bilgi ve deneyim gerektirdiği” ve işçilerin bundan yoksun olduğu savlarını öne sürmekteydi. Yirminci yüzyıl sonlarına dek tartışmalar bu çerçevede yürütülmekteyken neoliberal/postmodern dönemde “katılma” konusu yeniden gündeme geldi. Postmodern/neoliberal yaklaşımın kamu yönetimindeki uzantıları olan “yeni kamu işletmeciliği” ve “söylem kuramları” da “sivil toplum örgütleri” aracılığıyla katılma tartışmalarını öne çıkarmaktadır. Söylem kuramlarına göre uygulamada daha çok karşılığı olan yeni kamu işletmeciliği “yönetişim” çerçevesinde “katılma”yı savunmaktadır. Böylece, kapitalizmin “artı değere ekonomik yollarla el koymasına” dayanan ekonomi/siyaset ayrışması, yerini yeniden ekonomi/siyaset birliğine bırakmakta ve piyasa aktörleri bağımsız idari otoriteler aracılığıyla devlet erkini kullanmaya ortak edilmektedir. Postmodern yaklaşımdan esinlenen söylem kuramları “sivil toplum örgütleri”ni ve bu örgütler aracılığıyla katılma uygulamalarını öne çıkarmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin sınırı ise belirsizdir. Bu bağlamda, sivil toplum örgütleri ile refah devleti döneminin demokratik kitle örgütleri arasındaki farkın kritik olduğu düşünülmektedir. Kritik olan bir başka husus sosyalist sistemin çöküşü ve kapitalizmin alternatifinin halihazırda tasfiye edilmiş olmasıdır. Diğer taraftan, önceki tartışmalardan farklı olarak, bu yeni kuramlarda “katılma” bir amaca ulaşmanın aracı olarak değil, başlı başına bir amaç ve değer olarak öne sürülmektedir. Yeni dönemde dikkati çeken bir başka husus “yönetime katılma” ifadesi yerini “katılma” sözcüğüne bırakmış ve “katılma” kavramının da sınırları/hedefi belirsiz hale gelmiştir. “Yönetime katılma” tartışmalarında katılmanın konusu üretim ilişkileri çerçevesinde işçi sınıfının üretim sürecinde söz sahibi olup olmamasıydı ve öznesi işçi sınıfıydı; günümüzün “katılma” tartışmalarında katılmanın öznesi “sınıf” olmaktan çok “tüketici”, “aktivist”, “vakıf/dernek”, “şirket” olabilmekte ve en genel anlamda “paydaş” olarak tanımlanmaktadır. Çalışma, bu iki farklı zamanın ruhunu ve kaynaklarını sonuçlarıyla ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Anahtar kelimeler: yönetime katılma, refah devleti, neoliberalizm, postmodernizm, yönetişim. 
















“Public Administration in the Wake of the 100th Anniversary of the Turkish Republic”
Public Administration Congress, October 26-27, 2023, Ankara

"PARTICIPATION" AS A NEVER AGING CONCEPT, A DREAM THAT CANNOT BE REALIZED

Zübeyde Erdoğan Çelikkın

ABSTRACT
In the welfare state period, “participating in management” was an important topic of discussion and the participation of workers in workplace management was implemented trough some practices. Even Kurthan Fişek defined the practice of “participatory management” as the “new administrative Mahdi”, a third theory developed after the theories of “scientific management” and “human relations”. The  axis of discussion was the prevention of “alienation” or the concern of “efficiency”. It was an important problem that as the contractual relations became dominant in capitalist production, one’s own activity and labor became an objective, independent, alien autonomy. For this reason, some thinkers suggested the practices of “participation in the administration” as a democratic right and a solution to “alienation”. According to other thinkers on the same side, participation in government could be the “fig leaf of capitalism”, practices of participation in management were processes that undermined employee independence; the rights that could not be gained via struggle could not be gained by participating in management, and the disappearance of the hierarchy created by property through the “participation” method could only be a dream. Some of those who viewed the practices of participation in management from the “productivity” side were in favor of the idea that productivity would increase and become permanent as a result of “employees owning their jobs”. On the other hand, those who were against the practices of participation in management from the efficiency point of view argued that these practices “limited the right to property” and “decision-making requires knowledge and experience” and that workers lacked it. While discussions were carried out within this framework until the end of the twentieth century, the issue of “participation” came to the fore again in the neoliberal/postmodern era. “New public management” and “discourse theories” which are the extensions of the postmodern/neoliberal approach in public administration, also highlight the discussion of participation through “non-governmental organizations”. According to discourse theories, the new public management, which has more equivalent in practice, advocates “participation” within the framework of “governance”. Thus, the economy politics split, which is based on capitalism’s “economic appropriation of surplus value”, is replaced by the economy politics union again, and market actors are parthered with the use of state power through independent administrative authorities. Discours theories inspired by the postmodern approach highlight “non-governmental organizations” and the practices of participation through these organizations. The boundaries of non-governmental organizations, on the other hand, are uncertain. In this context, it is throught that the difference between non-governmental organizations and membership-driven/open and democratic organizations of the welfare state period is critical. Another critical point is the collapse of the socialist system and the fact that the alternative to capitalism has already been liquidated. On the other hand, unlike the previous discussions, in these new theories, “participation” is put forward not as a means to reach a goal, but as an end and value in itself. Another point that draws attention in the new period is that the expression “participation in the management” has been replaced by the word “joining” and the boundaries/target of the concept of “joining” has become unclear. The subject of participation in “participation in management” discussions was whether the working class has a say in the production process within the framework of production relations and its subject was the working class; in today’s “joining” discussions, the subject of participation can be “consumer”, “activist”, “foundation/association, “company” rather than “class” and is defined as “stakeholder” in the most general sense. The study aims to reveal the spirit and sources of these two different times with its results.
Key words: participating in management, welfare state, neoliberalism, postmodernism, govarnance.
Özet Kamu politikası analizi bir bilim dalı olarak 1950'lerde Amerika Birleşik Dev-letleri'nde kamu yönetimi/siyaset biliminden ayrılmış ve bir inceleme alanı olarak ortaya çıkmıştır. Çoğulcuların egemen olduğu disiplin... more
Özet Kamu politikası analizi bir bilim dalı olarak 1950'lerde Amerika Birleşik Dev-letleri'nde kamu yönetimi/siyaset biliminden ayrılmış ve bir inceleme alanı olarak ortaya çıkmıştır. Çoğulcuların egemen olduğu disiplin başlangıçta yal-nız "karar verme" konusunda yoğunlaşmışken 1960'lı yıllarda ABD'de yaşa-nan toplumsal çalkalanmalar ve toplumdaki bazı grupların taleplerinin kamu politikalarına yansımaması "kararsızlık üretimi" ve bunun mekanizmalarını tartışmaya açmıştır. P. Bachrach ve M. S. Baratz'ın "gündem kontrolü yoluyla kararsızlık üretimi" analizi S. Lukes'un "ideolojik kontrol yoluyla kararsızlık üretimi" analizi ile derinleştirilmiştir. Bu analizler ile kararsızlık üretimi ve ik-tidar arasındaki ilişki ortaya konulmuş, çoğulcuların tek boyutlu iktidar yakla-şımı Bachrach ve Baratz ile iki boyutlu ve Lukes ile üç boyutlu olarak analiz edilmeye başlanmıştır. P. Digeser'in iddiası ise Foucault'nun iktidar analizinin Lukes'un analizine bir boyut daha kattığıdır. Foucault'nun çalışmaları "anaa-kım" politika analizine eleştirel yaklaşan yorumlamacı yaklaşımların esin kay-naklarından biridir. Bu tartışmalarla kamu politikası analizi disiplini yalnız mevcut iktidar ilişkilerinin bir yansıması olan karar verme mekanizmalarını değil, iktidar analizi ile toplumdaki iktidar ilişkilerini ve bunun yansıması olan kararsızlık üretimini de kapsar hale gelmiştir. 1990'lı yıllarla birlikte geliştirilen yorumlamacı kamu politikası yaklaşımları iktidar ilişkileri üzerine yoğunlaşma-sına karşın Lukes'un çalışmasını dikkate almadığı gibi Lukes da 2005 yılında gözden geçirdiği çalışmasında yorumlamacı yaklaşımlarla ilgili bir değerlen-dirme yapmamıştır.
Özet Kamu politikası analizi bir bilim dalı olarak 1950'lerde Amerika Birleşik Dev-letleri'nde kamu yönetimi/siyaset biliminden ayrılmış ve bir inceleme alanı olarak ortaya çıkmıştır. Çoğulcuların egemen olduğu disiplin... more
Özet Kamu politikası analizi bir bilim dalı olarak 1950'lerde Amerika Birleşik Dev-letleri'nde kamu yönetimi/siyaset biliminden ayrılmış ve bir inceleme alanı olarak ortaya çıkmıştır. Çoğulcuların egemen olduğu disiplin başlangıçta yal-nız "karar verme" konusunda yoğunlaşmışken 1960'lı yıllarda ABD'de yaşa-nan toplumsal çalkalanmalar ve toplumdaki bazı grupların taleplerinin kamu politikalarına yansımaması "kararsızlık üretimi" ve bunun mekanizmalarını tartışmaya açmıştır. P. Bachrach ve M. S. Baratz'ın "gündem kontrolü yoluyla kararsızlık üretimi" analizi S. Lukes'un "ideolojik kontrol yoluyla kararsızlık üretimi" analizi ile derinleştirilmiştir. Bu analizler ile kararsızlık üretimi ve ik-tidar arasındaki ilişki ortaya konulmuş, çoğulcuların tek boyutlu iktidar yakla-şımı Bachrach ve Baratz ile iki boyutlu ve Lukes ile üç boyutlu olarak analiz edilmeye başlanmıştır. P. Digeser'in iddiası ise Foucault'nun iktidar analizinin Lukes'un analizine bir boyut daha kattığıdır. Foucault'nun çalışmaları "anaa-kım" politika analizine eleştirel yaklaşan yorumlamacı yaklaşımların esin kay-naklarından biridir. Bu tartışmalarla kamu politikası analizi disiplini yalnız mevcut iktidar ilişkilerinin bir yansıması olan karar verme mekanizmalarını değil, iktidar analizi ile toplumdaki iktidar ilişkilerini ve bunun yansıması olan kararsızlık üretimini de kapsar hale gelmiştir. 1990'lı yıllarla birlikte geliştirilen yorumlamacı kamu politikası yaklaşımları iktidar ilişkileri üzerine yoğunlaşma-sına karşın Lukes'un çalışmasını dikkate almadığı gibi Lukes da 2005 yılında gözden geçirdiği çalışmasında yorumlamacı yaklaşımlarla ilgili bir değerlen-dirme yapmamıştır.
Özet Kamu politikası analizi bir bilim dalı olarak 1950'lerde Amerika Birleşik Dev-letleri'nde kamu yönetimi/siyaset biliminden ayrılmış ve bir inceleme alanı olarak ortaya çıkmıştır. Çoğulcuların egemen olduğu disiplin başlangıçta... more
Özet Kamu politikası analizi bir bilim dalı olarak 1950'lerde Amerika Birleşik Dev-letleri'nde kamu yönetimi/siyaset biliminden ayrılmış ve bir inceleme alanı olarak ortaya çıkmıştır. Çoğulcuların egemen olduğu disiplin başlangıçta yal-nız "karar verme" konusunda yoğunlaşmışken 1960'lı yıllarda ABD'de yaşa-nan toplumsal çalkalanmalar ve toplumdaki bazı grupların taleplerinin kamu politikalarına yansımaması "kararsızlık üretimi" ve bunun mekanizmalarını tartışmaya açmıştır. P. Bachrach ve M. S. Baratz'ın "gündem kontrolü yoluyla kararsızlık üretimi" analizi S. Lukes'un "ideolojik kontrol yoluyla kararsızlık üretimi" analizi ile derinleştirilmiştir. Bu analizler ile kararsızlık üretimi ve ik-tidar arasındaki ilişki ortaya konulmuş, çoğulcuların tek boyutlu iktidar yakla-şımı Bachrach ve Baratz ile iki boyutlu ve Lukes ile üç boyutlu olarak analiz edilmeye başlanmıştır. P. Digeser'in iddiası ise Foucault'nun iktidar analizinin Lukes'un analizine bir boyut daha kattığıdır. Foucault'nun çalışmaları "anaa-kım" politika analizine eleştirel yaklaşan yorumlamacı yaklaşımların esin kay-naklarından biridir. Bu tartışmalarla kamu politikası analizi disiplini yalnız mevcut iktidar ilişkilerinin bir yansıması olan karar verme mekanizmalarını değil, iktidar analizi ile toplumdaki iktidar ilişkilerini ve bunun yansıması olan kararsızlık üretimini de kapsar hale gelmiştir. 1990'lı yıllarla birlikte geliştirilen yorumlamacı kamu politikası yaklaşımları iktidar ilişkileri üzerine yoğunlaşma-sına karşın Lukes'un çalışmasını dikkate almadığı gibi Lukes da 2005 yılında gözden geçirdiği çalışmasında yorumlamacı yaklaşımlarla ilgili bir değerlen-dirme yapmamıştır.
ABSTRACT PARTICIPATION OF PUBLIC SERVANTS TO ADMINISTRATION: INSTITUTIONAL ADMINISTRATIVE COUNCILS EXAMPLE AND ITS IMPLEMENTATION Topic under research is the performance analysis of the implementation of Institutional Administrative... more
ABSTRACT
PARTICIPATION OF PUBLIC SERVANTS TO ADMINISTRATION:
INSTITUTIONAL ADMINISTRATIVE COUNCILS EXAMPLE AND ITS
IMPLEMENTATION
Topic under research is the performance analysis of the implementation of
Institutional Administrative Councils (IAC) that is brought by the Civil Servants’
Union Act, which was ratified on 25th of June 2001, on Turkish Public
Administration, which has a long-tradition of being against any kind of
participation of employees to decision making process. This thesis presents a
study and comparison of the minutes of the IAC sessions between 2002 and 2004.
If we contrast the IAC implementation experience to “Negotiation and
Consultation Councils” that was first introduced to Turkish legislation in 1960’s
but never applied, we can assume that a progress has been made. However, it has
been observed that the Turkish Public Bureaucracy is still skeptical about the
concept of “participation of employees to management” and that only a small
portion of the advisories of IAC has actually been implemented. We come to the
conclusion that a functional IAC cannot be established without an effective Civil
Servants’ Union that backs the decisions of the Councils.
In this study, the interaction between Ottoman modernization and the transformation in the management of foundations/vaqf, which had a very important place in the Ottoman land system, is discussed. Modernization started with the... more
In this study, the interaction between Ottoman modernization and the transformation in the management of foundations/vaqf, which had a very important place in the Ottoman land system, is discussed. Modernization started with the Renaissance and Reform in Western countries, continued with scientific revolutions and industrial revolution and changed the international order with political revolutions. One of the financial sources of Ottoman reforms were the vaqfs. Most Ottoman vaqf had been established by the “askeri” class. The immovables, which were allocated as assets to these vaqf, consisted mainly of the “miri” land assigned to the members of the “askeri” class by the sultan. The management of the lands owned by vaqf had been autonomous. Therefore, the expansion of the vaqf system also had meant the strengthening of the decentralization. However, military defeats had forced the Ottoman Empire to change and establish a strong central government. Since the need for change was realized through military defeats, it was initiated from the military. The modernization of the army and, later, centralization of the government had led to the need for new financial resources. For his reason, Mahmoud II established the ministry “Evkaf-ı Hümayun” in September 1826. In this thesis, it is established that the purpose of the establishment of the Ministry was the financing of the military, using documents from the Ottoman archives. The other reason for Mahmoud II's centralization of vaqf resources was to remove the financial power of the clergy/“ulema”, which were one of the most important obstacles to modernization. Evkaf-ı Hümayun was the first ministerial organization, but it was establishing the examples of previously existing treasury units; however it had not became a model for the ministries that were established later.
Research Interests: